SY Kızıl Bayrak 12-23

Page 9

Sayı: 2012/23 * 8 Haziran 2012

Güncel

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9

Hava işkolunda grev yasağı ve sendikal hareketin mecalsizliği Tıp alanında erken teşhis ve tedavi insan yaşamı açısından hayati önemdedir. İnsan hayatını kurtarmadaki bu bilimsel gerçek pek çok kez sınıf mücadelesi için de geçerlidir. Zamanında görül(e)meyen ve müdahale edil(e)meyen engeller, bir süre sonra işçi hareketi için yeni ve daha büyük engellerin oluşmasına neden olabilir. Hava işkolunda grev hakkını gasp eden kanun teklifinin TBMM gündemine getirilmesi ve sermaye hükümeti AKP eliyle meclisten geçirilmesi de, geç kalınan teşhis ve tedavi örneklerinden biridir. Sermaye hükümetlerinin, işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarını gasp etmeye yönelik adımları artık hiç kimseyi şaşırtmıyor. Kıdem tazminatı hakkının gaspından torba yasa saldırısına, özel istihdam bürolarından işçi düşmanı bir dizi yasaya kadar en temel hak ve özgürlüklerin sermaye hükümetlerinin gündeminde olması oldukça doğal. Zira sermaye iktidarının, sömürü üzerine kurduğu saltanatını sürdürmesinin başkaca yolu yoktur.

Grev yasağı ve sendikal hareketin tablosu Ancak, burada asıl tartışılması gereken bu saldırıların birebir muhatabı olan kesimlerin sergilediği pratiktir. Bu kapsamda, uzun yıllardır Türk Hava Yolları’nda örgütlü Hava-İş Sendikası ve sendikal hareketin tamamının patronların saldırı planlarına karşı aldığı tutumlar hayati önemdedir. Bu saldırılar karşısında fiili-meşru mücadele çizgisi izlenmediği koşullarda sonuç bir kez daha hüsran ve daha büyük saldırı dalgaları olacaktır. Hava-İş Sendikası’nın toplu sözleşme hakkının fiilen ve hukuken gasp edilmesi anlamına gelen grev yasağı da sendikal hareketin içinde bulunduğu tabloyu ortaya koymak açısından turnusol işlevi görmüştür. Sermaye hükümetinin, grev yasağını meclisten bu kadar kolay geçirmesinin arkasında yatan en temel neden, dincigericiliğin iktidar koltuğuna daha çok yerleşmesi olsa da diğer bir nedense “gelişi Çarşamba’dan belli olan” bu saldırının Hava-İş yönetimi tarafından sessizlikle izlenmiş olmasıdır.

2007’den 2012’ye... Bu tabloyu anlamak için 2007 yılına, 45 gün süren Telekom grevi sürecinin hemen öncesine bakmak yeterlidir. Telekom grevinin hemen öncesinde, THY çalışanlarının ortaya koyduğu grev iradesi sınıf hareketinde büyük bir çalkalanmaya neden olmuştu. Kilit bir sektörde, 10 bini aşkın havayolu işçisinin greve çıkma ihtimali sermaye hükümeti ve THY tekelinin eteklerinin tutuşmasına yetmişti. İşçileri ve Hava-İş Sendikası’nı köşeye sıkıştırmak isteyen THY yönetiminin grev oylaması taktiği de işçiler ve sendika tarafından boşa düşürülmüştü. THY işçisi sadece kendi haklarına sahip çıkmakla kalmamış, grev gibi etkin bir mücadele silahının hem işçiler hem de sermaye tarafından yeniden hatırlanmasını da sağlamıştı. Ancak, o dönem AKP hükümeti ve onun desteğini arkasına alan THY yönetimi, havayollarında sendikal örgütlenmenin tasfiyesi saldırısının bitmeyeceğini ilerleyen yıllarda her fırsatta gösterdi. THY A.O ve THY Teknik A.Ş’de örgütlenmenin tasfiyesine girişen THY yönetimi, sık sık keyfi biçimde işten atma saldırılarına başvurdu. Yer yer işkolu itirazları ile toplu sözleşme süreçlerinin tıkanmasına neden olan

THY yönetimi, iktidar gücüne de yaslanarak sendikayı tasfiye için her yolu denedi. Bu saldırılara zaman zaman sendika cephesinden yanıtlar verilse de THY işçileri iç örgütlülük ve eylem kapasitesi açısından bu saldırıları göğüsleyebilecek bir seviyeye ulaşamadılar.

Etkisiz tepki Böylelikle, bundan 5 yıl önce toplu sözleşme görüşmelerinde hak gasplarına karşı grev iradesi gösteren havayolu çalışanı, aynı iradeyi, hava işkolunda grev yasağı getiren ve toplu sözleşmeyi patronun iki dudağı arasına alacak olan grev yasağına karşı gösteremedi. Çünkü, havayolu çalışanı bugünkü saldırıları göğüsleyebilecek bir örgütlülükten mahrum bırakılmıştır. Bu durum, kendisini iki farklı yönden göstermiştir. Birincisi, grev yasağına karşı 29 Mayıs’ta gerçekleştirilen iş bırakma eylemi THY yönetimine maddi olarak büyük bir darbe vurmuştur. 10 bini aşkın Hava-İş üyesinin önemli bir kısmının fiilen katılmadığı iş bırakma eylemi böylesi bir etki yaratmışken THY yönetimi, 300’ü aşkın çalışanı işten attığını açıklayabilmiştir. Kuşkusuz ki, emek ve sermaye cephesi arasındaki savaşta kapitalistler böylesi saldırılara başvuracaklardır. Ancak, burada üzerinde durulması gereken asıl nokta, yüzlerce üyesi işten atılmış olan Hava-İş yönetiminin sonuç alıcı bir mücadele programı ortaya koyamamış olmasıdır. İşten atmaların ardından alınan süresiz eylem kararının güçlü bir biçimde sahiplenilmemesi de tabloyu özetlemeye yetmektedir. Hava-İş yönetimi, grev yasağının meclisten geçmesinin ardından, düzen partisi CHP’ye sarılmış ve meclisten geçen kanunun Anayasa Mahkemesi’ne taşınacağını açıklamıştır. İşte, grev hakkının gasp edilmesine uzanan süreç, varolan hakları daha da geliştirmek yerine uzlaşmacı ve varolanı korumak üzerine kurulu sendikal çizgiyle bugünlere geldi. Üstelik, bu süreçte sendika yönetiminin mevcut çizgisine muhalefet eden kişi ve gruplar da mevcut yönetim tarafından çeşitli yöntemlerle bastırıldı. Sendika yönetimini eleştiren veya sorgulayanlar türlü yollarla tasfiye edildi. Ve tüm bunlar “devrimcilik”, “sınıf sendikacılığı” adına yapılan operasyonlar oldu. Türk-İş yönetimine muhalif oldukları iddiasıyla “AKP’ye ve sendika ağalarına” meydan okuyan sendikal yönetimler, uzlaşmacı bürokratik sendikal anlayışın en uç örneklerini kendi sendikaları içerisinde uygulamaya koydular. 20 yılı aşkın süredir bulundukları koltuklarda, mücadelenin gereklerini yerine getirmediler.

Bugün hava; yarın metal, petrokimya... Ancak tüm bu tartışmalarla beraber kesin olan şey şudur ki, sermaye hükümeti, hava işkolunda grev hakkının gasp edilmesinden aldığı güçle önümüzdeki dönemde yeni baskı ve yasakları gündeme getirecektir. Bu açıdan, havayolundaki grev yasağı yarın metal, tekstil ve petrokimya gibi pek çok sektörde keyfi yasak ve dayatmaların gerekçesi haline getirilebilir. Bundan kuşku duymamak gerekir. Bu açıdan, 2012-2014 MESS

Grup TİS sürecinin startını vermeye hazırlanan metal işçileri, önümüzdeki bu zorlu mücadele sürecinde bu tür yasaklara ve baskılara karşı hazırlıklı olmalıdırlar.

Türk-İş ihanet bataklığında! Sermaye iktidarı, sınıfa yönelik cepheden saldırının mesajını bu kadar net verirken Hava-İş’in üyesi olduğu Türk-İş yönetiminin, böylesine önemli bir gelişme karşısında aldığı tutum ise utanç vericidir. Türk-İş bürokratları, grev yasağı meclisten geçtikten ve yasalaştıktan sonra toplanan Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda göstermelik bir kınama açıklamasından başka hiçbir adım atmamışlardır. Bu suskunluk fesadı, hükümetle derin işbirliği yapan sendika bürokratlarının sınıfa karşı yeni bir ihaneti anlamına gelmektedir. TEKEL, Kamu TİS süreci, çeşitli işçi direnişlerinin yalnız bırakılması, torba yasa gibi süreçler gözönüne alındığında Türk-İş bürokratlarının aldığı bu tutum hiç de şaşırtıcı değildir. Görevi, sermaye adına işçi sınıfı içerisinde ajanlık yapmak olan bu bürokrat takımı, grev hakkının yasaklanmasından en ufak bir rahatsızlık duymamaktadır. Havayolundaki grev yasağı bir başka açıdan, Türk-İş yönetiminin, içerisinde bulunduğu ihanet bataklığını bir kez daha tescillemiştir.

Her şeye rağmen... Ancak, gerek Hava-İş yönetiminin uzlaşmacı sendikal çizgisi gerekse de ihanetçi Türk-İş çetesinin icraatlarına rağmen, hava işkolundaki grev yasağı sınıfa yönelik toplum saldırı dalgasının önemli bir ayağı ve ‘mızrak ucu’ olarak görülmelidir. Sürekli büyüyen ve dünyanın en kârlı havayolu tekellerinden biri haline gelen THY, grev yasağı için hükümetle kafa kafaya vermiştir. Bu bilinçle havayolu emekçilerinin, ilk günkü kararlılıkla devam etmese de yürüttükleri mücadele ve karşı karşıya kaldığı baskılar sınıf dayanışması ile yanıtlanmalıdır. Sendikal haklara yönelik saldırı karşısında tarihi önemde bir mücadele olan 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’nin 42. yıldönümü öncesinde gelen grev yasağı, başta havayolu emekçileri olmak üzere sınıfı mücadeleye çağırmaktadır. Şanlı direnişin ışığında, grev yasaklarını sokakta parçalamak üzere ilerici sendikalar, devrimci ve sol güçlere büyük görevler düşmektedir. Ve tabii ki bu mücadele sürecinin panzehiri taban örgütlülükleridir. Güçlü bir taban örgütlülüğü işçi sınıfının sermayeye ve sendikal bürokrasiye karşı mücadelesinde örgütlülüğünü güvence altına alması demektir. D. Umut


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.