Avatar:
Yeni dünya, eski hikaye
Terminatör ve Titanik gibi Hollywood başyapıtlarına imza atan James Cameron’un son filmi Avatar gösterimde…
Epey kabarık bütçesiyle en pahalı film namına erişen yapım, gişe hasılatıyla da Titanik’in 1.8 milyar dolarlık kazancını geçecek gözüküyor... Bu ünvanlar ve rakamlar işin sektörel boyutu. Zenginin malı züğürdün çenesini yorar denir. Bu deyiş kapitalist düzende eksik bir tespit olarak kalır. Çünkü zengin, malını-kazancını, kısacası varını yoğunu züğürdün kollarıyla alınterinden yaratır. Dolayısıyla Avatar’ın maliyeti konuşulurken, set çalışanlarının emeğinden bahsedilmez ya da kazancın ‘ihtişamı’ gündeme oturur. Amerikan sinema sektörünün rakamları züğürdün kalemini meşgul etmesin diyerek filme geçelim...
Avatar filminin, son Hollywood kültü olmakla beraber sinema sektöründe ve sinema teknolojisinde çığır açtığı söylenebilir... Sektör noktasında 3 boyutlu teknolojinin kazandıracağı parayı düşünür ve kendi sinemalarımızda karşılaştığımız örnekler üzerinden (3 boyutlu filmlerden artı bir para alınıyor, ayrıca gözlükler için de kira ödeniyor!) hesap edersek kısa sürede hem 3D uyumlu salon sayısı artacak, hem de bu teknolojiye yapılan yatırım. Teknolojide açılan çığırı ise tırnak içine alarak ihtiyatlı davranmakta yarar var. Daha doğrusu bu teknoloji sinema dilinin gelişmesine ne ölçüde katkı sunar gibi sorular yöneltmek hakkımız... Sadece görüntü ile başlayıp görüntü ve ses ile devam eden anlatım gücü, bugün artık görselliği daha inandırıcı kılmanın yollarını keşfetmiş bulunuyor. Avatar’da resmedilen Pandora gezegeninin teknolojik yöntemlerle izleyiciye adeta yaşatıldığı ortada. Fakat unutmamak gerekir ki bir filmi gerçekçi kılan yalnızca görüntünün kusursuzluğu değil, anlatılan hikayenin inandırıcılığıdır aynı zamanda... Bitkisinden hayvanına tüm doğasıyla yeni ve farklı bir dünyayı etkileyici bir görsel anlatıma konu eden Avatar, hikayesiyle de sınıfı geçiyor... Öyle ki geçmemesi şaşırtıcı olurdu. Zira yanıbaşımızda Irak, Afganistan işgalleri yaşanırken; hedef tahtasında ise Suriye ve İran’ın adları yazıyor. ABD emperyalizminin saldırılarına tanıklık ediyoruz her geçen gün... Barutla olmasa da siyasal ve ekonomik boyutlarıyla aynı hegemonyadan Türkiye için de bahsetmek mümkün.
Bilimkurgu türünün doğası gereği gelecekte geçen filmde ABD yine işgalci konumunda... Dünyada tüketilmemiş kaynak, bu kaynak uğruna dökülmemiş kan kalmamış olacak ki ABD ‘bakir’ gezegenlere sefer düzenliyor. Mavi tenli Navi halkının yaşadığı Pandora da bu seferlerden birine maruz kalıyor. Bir kilosu milyarlarca dolar değerinde olan maden yatakları Naviler’in yerleşim yerlendinde bulununca, petrol için Mezopotamya’yı
işgal eden ABD bu kez değerli maden için Naviler’e savaş açıyor... Siyasal gerçekliğin sınavı da burada başlıyor. Cameron klişelerle ördüğü filminde Amerikan halkından Jake Sully gibi şövalye ruhlu kahramanlar da çıkarıp ABD imajının tümden “çizilmesine” engel oluyor. İtirazımız ise ABD politikalarına ters düşen vatandaşların hatta askerlerin varolamayacağına değil, bu vatandaşların, askerlerin Jake Sully gibi bir halkın kaderini değiştirecek güce sahip olarak algılanmasına, bir illüzyon yaratılmasına... Diyebiliriz ki Avatar bir filmdir; Jake Sully’ler film icabı önce karşısında savaştığı halkı kurtarmayı seçer, başarır!
İzleyici “film icabı” görüyorsa, o film klişelere yaslanıyor demektir. Çünkü klişe sahnelerin kullanımı gerçeklik algısına ve özdeşleştirmeye sekte vuran bir faktördür. ABD ile Navi halkının çatışmasına ABD güçleri arasında ciddi bir yan çatışma eklemek, filmin olay örgüsüne katkı sunsa da günümüz koşulları değerlendirildiğinde gerçekliğin dışında kalması itibariyle klişeleşir. Jake Sully’e çevreci profesör ve savaş pilotu da ekleniyor. Böylece işgal güçleri arasından kopan bu grup Navilerin safına geçiyor. Emperyalist işgallere yapılan göndermelerin yanısıra ‘dünyalı’ vurgusu, kapitalist tekellerin, emperyal sermayenin çevre kirliliğindeki rolünün önüne geçiyor. Dünyayı insanlar bitirdi çarpıtmasına bir halka daha ekleniyor. Hatırlanacaktır. Bir hükümet temsilcisi küresel ısınmadan Ayşe teyzeleri sorumlu tutmuştu.
Avatar’ın siyasal göndermeleri bunlarla sınırlı kalmıyor. Pandora’nın keşfi, Amerika’nın ‘keşfini’ anımsatıyor. Kabilelerle sömürü düzenini kurmuş Avrupalılar’ın çatışmasını, yine yerli halk Navilerle bireyciliğin ve ihtirasın doruğundaki dünyalı çatışmasına vardırıyor Cameron. Bir yanda kolektif yaşantı yer alırken, diğer yanda sınıflı toplum anlayışının hakimiyetini görüyoruz. Ayrıca savaş uçakları, dev robotlarıyla Navilerin dünyasını yıkmaya çalışanlar dozerleriyle, kolluk kuvvetleriyle yoksuların kondularına yönelenleri çağrıştırıyor. Tinsel temaların yer yer öne çıktığı film; teknolojisi, siyasal göndermeleri ve kazancıyla daha çok konuşulacağa benziyor. Ve yeni bir dünya olan Pandora’da eski bir hikayeyi anlatıyor; işgal, talan, yağma yani kapitalizmin karakterini... Avatar’a niyetinden bağımsız anlamlar yüklemek, ona toplumsal misyonlar biçmek bu filmin değerini artırmak bir yana, azaltır. Cameron’u cesaretinden dolayı kutlamak fikri bana anlamsız geliyor. Mesele cesaretse düzenle köprüleri atmayan siyasi mesajlarla bezeli bir kurguyu göklere çıkarmak yerine niçin tüm çıplaklığıyla bir Irak filmi çek(e)mediğini sormak gerekiyor.
T. Talip
Filmde,bir yanda kolektif yaşantı yer alırken diğer yanda sınıflı toplum anlayışının hakimiyetini görüyoruz. Ayrıca savaş uçakları, dev robotlarıyla Navilerin dünyasını yıkmaya çalışanlar dozerleriyle, kolluk kuvvetleriyle yoksuların kondularına yönelenleri çağrıştırıyor.
35