Ernst Cassirer - Devlet Efsanesi

Page 205

mektedir. Onun hiçbir sınırlaması olmadığı gibi, O, herhangi bir özel etkinlik alanına da bağlı değildir. Temelde büyük adam, doğanın elinden çıktığı şekliyle hep özdeş­ tir. Odin, Luther, Johnson, Burns gibi kimselerin kökende hep aynı özden olduklarını göstereceğimi ummaktayım . . . İtiraf ede­ rim ki insanların tüm niteliklerini kendisinde toplamamış olan gerçekten büyük bir adam kavramına ilişkin bir fikrim yok . . . Örneğin bir Mirabeau'nun o büyük ve sımsıcak yüreği ve için­ deki ateşle ve de coşkun gözyaşlarıyla nasıl olup da beyitler, şiirler, trajediler yazmadığını anlayamıyorum. Eğer yaşamının akışı ve eğitimi Onu başka bir yöne itmemiş olsaydı, O bunu ya­ pacak ve tüm insanları bu yolla etkileyecekti2°. Bu biraz aykırıkanısal bir savdı. En güçlü imgelem bile Odin gibi söylencebilimsel bir tanrı ile Carlyle'ın «hastalıklı, kolay heye­ canlanır, sinirli bir adam»21 diye betimlediği Rousseau arasında bir özdeşlik bulmakta bazı güçlüklerle karşılaşacaktır. Aynı şekilde, bil­ giçlik taslayan bir öğretmen olan Samuel Johnson'ı da Divina Com­ media'nın yazan ya da Shakespeare ile pek özdeş düşünemeyiz. Ama Carlyle kendi güzel sözlerinin etkisine kendisi de kapılmıştı. O, tüm kahramanlarından aynı coşkunlukla sözetmekteydi. Nitekim, büyük adamlara karşı duyduğu «aşkın hayranlıkta»22 zaman zaman her tür­ lü ölçüyü kaçırdığı görülmektedir. Bizim daha aşağı empirik dünya­ mızın ayrımları Onda hemen hemen unutulmuş; en birbirine benze­ meyen tarihsel kişiler, aynı düzeye oturtulmuşlardır.

Carlyle gibi, tüm yaşamını tarihsel incelemelere adamış ve bu alanda gerçek bir yetkeye sahip bir yazarın bu tutumu oldukça şa­ şırtıcıydı. Ama konferanslarının verildiği dönemin özel koşul­ larını unutmamamız gerekir. Carlyle'ın biçemi her zaman felsefi ol­ maktan daha çok, söylevciliğe uygun bir biçem olmuştu. Ama O, kon­ feranslarında daha önce hiç bu kadar çok salt retorik araç kullanma­ mıştı. Bir eleştiri sanatı ustası olarak, gerçek güzel sözle sıradan reto­ riği nasıl ayıracağını pekala bilmekteydi. O, söyleve uygun olanla re­ torik arasında, gerçekte her yerde olduğu gibi, doğalın yapaya olan üstünlüğünü bulduğumuzu öne sürdü. Söylev veren kişi herkesi kan­ dırıp kendisiyle sürükler. Ama, bunu nasıl yaptığını bilmez. Retorikçi ise herkesi kandırması ve kendisi ile sürüklemesi gerektiğini bilir. «Kısacası, o, ister hakikate ulaşmaya yöneltilmiş, ister bu nedenle söylenmiş olsun, anlığın tüm biçimleriyle desteklenir»23• Ama Cariyle bu kez bu kuralı unutmuştur. O, belki de retorik biçemine karşı çok duyarlı görünen dinleyicilerinin tutumunca farkına varmadan etkilen­ miştir. Cariyle, « sınıf ve düşünce bakımından aristokrat olan özel bir 205


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.