Dördüncü Yıl Öyküleri

Page 1

KAYIP RIHTIM ÖYKÜ SEÇKİSİ

DÖRDÜNCÜ YIL ÖZEL SAYISI

HAYRAN KURGULARI “FAN FICTION” ÖYKÜLER

SAYI 48 HAZİRAN 2013


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi, Sayı 48 [Haziran 2013] Tema: Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler / Dördüncü Yıl Özel Sayısı

TEMA GÖRSELİ

Mehmet Kaan Sevinç [Sayfa 1]

SEÇKİDE DÖRDÜNCÜ YIL

BEHZAT CİM. _BİR ENGÜRÜ POLİSİYESİ_

Hakan “magicalbronze” Tunç

Wyern | Mehmet Berk Yaltırık

[Sayfa 3]

İLHAM ALINAN ESER: BEHZAT Ç. [Sayfa 135]

HUBSCHRAUBERLANDEPLATZ ___________PATENTİ___________

_FULLMETAL ALCHEMIST_

Fiddler | A. Orçun Can

İLHAM ALINAN ESER: PUSHING DAISIES [Sayfa 5]

_TA Kİ GÖK, YERE DEĞENE DEK_ alpi | Alper Kaya

İLHAM ALINAN ESER: KARA KULE [Sayfa 17]

_KADERİN DÜŞÜŞÜ_

Denaro Forbin | Bahri Doğukan Şahin İLHAM ALINAN ESER: ZAMAN ÇARKI [Sayfa 31]

_İÇ İÇE_

Banu Taylan

İLHAM ALINAN ESER: AYNA İÇİNDE AYNA [Sayfa 37]

_TRITON_

azizhayri | Cevdet Denizaltı İLHAM ALINAN ESER: RAMA [Sayfa 45]

_VAKIF VE TİRENNA_

Lord Engord | Gökcan Şahin İLHAM ALINAN ESER: VAKIF SERİSİ [Sayfa 53]

_İLLİZYONİST’İN KIZI_ Hazal Claıre Biçare

İLHAM ALINAN ESER: GHOST WHISPERER [Sayfa 65]

_BİTMEYEN KİN_

mit | M. İhsan Tatari

M.K.Immortal | Mehmet Kayhan

İLHAM ALINAN ESER: FULLMETAL ALCHEMIST [Sayfa 145]

_ÇERBZEBAN_ Melahat Yılmaz

İLHAM ALINAN ESER: BİNBİR GECE MASALLARI [Sayfa 171]

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ __HÜZÜNLÜ SAVAŞÇI__ dekadans | Mert Bitmez

İLHAM ALINAN ESER: YÜZÜKLERİN EFENDİSİ [Sayfa 179]

_HEISENBERG TÜRKİYE’DE_ Mümin Can

İLHAM ALINAN ESER: BREAKING BAD [Sayfa 191]

_ASLAN DİŞLİ VAMPİR_

Daarlan Gardan | Onur Altan İLHAM ALINAN ESER: BUZ VE ATEŞİN ŞARKISI & RAVENLOFT [Sayfa 197]

_AYNA VE KEDİ KADIN_ Pınar Kumsal Başdağ

İLHAM ALINAN ESER: CATWOMAN [Sayfa 203]

AH MİNE’L AŞK _VE MİNE’L GARAİB_

Mr. Hrothgar | Selahattin Samet Demir İLHAM ALINAN ESER: THE WALKING DEAD [Sayfa 207]

İLHAM ALINAN ESER: DRESDEN DOSYALARI [Sayfa 75]

16 Öykü, 208 Sayfa 6 Eylül 2013’te dizildi www.kayiprihtim.org oyku.kayiprihtim.org


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Mehmet Kaan Sevinç

1


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

2


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

SEÇKİDE DÖRDÜNCÜ YIL İnsan, hayal kurdu. Bilinmezliği düşündü. Gökyüzüne baktı. Farklı dünyaları gördü. Nerede başladığı belli olmayan ama geçmişten bugüne var olan sınırların nerede bittiğini merak etti. O bitişe varmak istedi. Çünkü o bitiş, özgürlük demekti. Belki de, yeni bir başlangıç demekti. Özgürlük, sonsuzluktu. Sınırları yoktu. Sınırların ötesindeydi. İnsanın özgürlüğü, bir başka insanın özgürlüğüne müdahale ettiği zaman bitmiyordu. Böyle bir mantıkla kimse güdülmüyordu. Bu yüzden, insan, gökyüzüne bakmaya devam etti. Gördüğü ve görmediği her yıldız sonsuzluğu ve sonsuzluktan doğan özgürlüğü hatırlattı. Hayal etti. Hayal ettikçe, direndi. Hayaller, geçmişin imkânsız düşüncelerini yok etti. İnsan hayatına yeni özgürlükler kattı. Katmaya da devam edecek. Gün gelecek, insan toprağa karışacak. Fakat insanoğlu yeni hayaller peşinde koşmaktan bıkmayacak. Aylık Öykü Seçkisi, bu ayla birlikte dördüncü yaşına girdi. Fakat bu ay insanlar üzüldü, bazıları sebepsiz olarak sonsuzluğa uğurlandı. Bu topraklarda yaşayan insanlar, unutulmaması gereken bir şeyi, direnmeyi hiçbir zaman bırakmadıklarını tüm dünyaya yeniden hatırlattı. Fakat diğer yandan “İnadına edebiyat!” demekten vazgeçmemeli insan. Dünya döndüğü sürece bazı şeyleri unutmayacağımızı ama yaşamaya devam edeceğimizi de göstermemiz gerekir. Bu sebeple sizler için hazırladığımız dördüncü yıl özel seçkisini yayınlıyoruz. Bu ay, seçkiyi düzenli takip edenlerin tanıyacağı simalar sizler için “Hayran Kurguları: Fan Fiction Öyküler” kaleme aldılar. Yazarlar dizi, film, kitap ve benzeri yapıtlardan esinlendiler, bizlere o eserlerden yepyeni kurgular yarattılar. Böylece kalemlerin bilinmezliği saklayan uçlarından her biri birbirinden özel ON ALTI öykü çıkageldi. Dördüncü yıl seçkisinin görselini hazırlama görevini de, Mehmet Kaan Sevinç üstlendi. Bu güzel çizim için de kendisine bir kez daha teşekkür ederiz! Biliyoruz, çok beklediniz. Beklediğinize değecek öykülere ulaşmanız için gelin, yazarlarımız hangi öyküleriyle dördüncü yılda bizlere eşlik etmiş, göz atalım:  Hubschrauberlandeplatz Patenti adlı öyküsü ile A. Orçun Can  Ta ki Gök, Yere Değene Dek adlı öyküsü ile Alper Kaya  Kaderin Düşüşü adlı öyküsü ile Bahri Doğukan Şahin

3


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

 İç İçe adlı öyküsü ile Banu Taylan  Triton adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı  Vakıf ve Tirenna adlı öyküsü ile Gökcan Şahin  İllizyonist’in Kızı adlı öyküsü ile Hazal Claire Biçare  Bitmeyen Kin adlı öyküsü ile M. İhsan Tatari  Behzat Cim. – Bir Engürü Polisiyesi adlı öyküsü ile Mehmet Berk Yaltırık  Fullmetal Alchemist adlı öyküsü ile Mehmet Kayhan  Çerbzeban adlı öyküsü ile Melahat Yılmaz  Yüzüklerin Efendisi: Hüzünlü Savaşçı adlı öyküsü ile Mert Bitmez  Heisenberg Türkiye’de adlı öyküsü ile Mümin Can  Aslan Dişli Vampir adlı öyküsü ile Onur Altan  Ayna ve Kedi Kadın adlı öyküsü ile Pınar Kumsal Başdağ  Ah Mine’l Aşk ve Mine’l Garaib adlı öyküsü ile S. Samet Demir Temmuz ayı seçkisinin “DİRENİŞ” olduğunu bir kez daha hatırlatalım. “DUVAR” teması ise ağustos ayı seçkisi oldu. Öykülerinizi her zaman olduğu gibi oykuseckisi@gmail.com mail adresine gönderebilirsiniz. Gecikme için tekrar özür dileriz. Fakat bazı zamanlarda beklemek gerekir. Dördüncü yılımız da böyle bir zamana denk geldi. Bizler, gökyüzüne bakmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. Ve direneceğiz, “İnadına edebiyat!” diyeceğiz. Ama hiçbir zaman unutmayacağız. Sınırların olmadığı bir özgürlüğe kavuşmak umuduyla, Sevgiler,

Hakan “magicalbronze” Tunç 22 Haziran 2013

4


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

HUBSCHRAUBERLANDEPLATZ PATENTİ Fiddler | A. Orçun Can İLHAM ALINAN ESER: PUSHING DAISIES

Genç Ned o sırada on yıl, yirmi dört hafta, dört gün, on bir saat ve kırk iki dakikadır hayattaydı. Uzakdiyar Erkek Okulu’nda kendini yalnız hissettiği pek çok zaman olmuştu; ama ölü köpeği Digby’nin yanıbaşında yatıyor olması bile o geceki yalnızlığını dindirmeye yetmemişti. Göğsünün üstünde oturan o koca sirk fili yükündeki sıkıntıyı hafifletmesi umuduyla Digby’nin gözlerine baktı. Köpek bakışlarını fark ettiği gibi hafif bir mırıltıyla gözlerini sahibine dikti. Digby öldüğünden beri edindikleri bir alışkanlıktı bu. Babası geri döneceğim diyerek Ned’i bu okula götürmeden, annesi aynı gün içinde iki kez, sevdiği komşu kızı Charlotte ‘Chuck’ Charles’ın babası bir kez ölmeden önce Digby heyecanla koştuğu yolda yakalamayı umduğu sincap yerine büyük bir kamyonun on dokuz inçlik tekerleri ve niyeyse kaliteli malzemeden yapılmış kaportasıyla karşılaşmıştı. Genç Ned, son nefesini çoktan vermiş köpeğinin yanına gidip de onu okşadığında Digby hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkmıştı. Daha sonrası annesi turta pişirirken beynine bir kan pıhtısı kaçacak, onu mutfağın ortasına devirecekti. Ned akıl sır erdiremediği hüneriyle annesine dokunup onu da canlandıracaktı; ama gücünün sınırlarını henüz keşfetmediği için o gece annesi ona iyi geceler öpücüğü kondurduğunda tekrar yere yığılacak ve genç Ned ne kadar dürterse dürtsün bir daha uyanmayacaktı. Ned parmaklarının ucundaki sihrin ilk kuralını çok acı bir şekilde öğrenecekti: İlk dokunuş hayat… İkinci dokunuş sonsuza kadar ölüm… Uzakdiyar Erkek Okulu’nda gücünün sınırlarını keşfetmeye çalışırken genç Ned bir şey daha fark etmişti. Eğer yeniden canlandırdığı şeyi bir dakika içinde tekrar dokunarak öldürmezse onun canına eş değer başka bir şey ölmek zorundaydı. Ned bu kuralı iki kere kırmıştı. İlki annesinin beynine atan pıhtıdan sonra geceye kadar yaşamasını sağlamış; ama karşılığında çocukluk aşkı, komşu kızı Chuck’ın babasını bahçeyi sularken aniden gelen bir kalp krizine mahkum etmişti. İkincisi ise yıllar sonra yeniden bulduğu, bir gemi seyahatinde öldürülen Chuck’ı hayata döndürmesine sebep olmuş; fakat bunu yaparken cenaze evinin açgözlü mezar hırsızı sahibini bir tuvalette yere yıkmıştı.

5


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

O sırada on yıl, yirmi dört hafta, dört gün, on bir saat ve kırk iki dakikadır hayatta olan genç Ned, Digby’nin gözlerinde kaybettiği annesini, onu buraya bırakıp kaybolan babasını ve Chuck’ın hiç kaybetmemesi gereken babasını düşünürken buldu kendini. Teselli umduğu gözler, ona daha fazla yalnızlık getirmişti sadece. Göğsünün üstündeki koca sirk fili tek ayağının üstünde durmuş zıplıyor, numaralar yapıyordu ve Ned o filin göğsündeki ağırlığına çok çok uzun zaman sonra alışabilecekti. O sırada otuz yıl, on bir hafta, altı gün, yirmi saat ve üç dakikadır hayatta olan Ned çocukluğunun ve hayatının aşkı Chuck’ın gözlerinin içine bakarken göğsündeki filin artık onu rahatsız edip etmediğinden emin olamadı. Filin alıştığı sıcaklığı ve ağırlığını neredeyse özlüyordu; ama ölü bulunan yalnız turist Charlotte ‘Chuck’ Charles’ın bakışları da ona karşılık verdiği anda tüm dertleri uçup gidiyordu. Pek çok kez yaptığı gibi ellerini sırtında kavuşturdu ve kendini sıkıca sardı. Chuck da karşısında aynı hareketi yapıyordu. İkinci dokunuşun ölümcül olduğunu bilen aşıklar sık sık bunu yapar, gözlerini kapatır ve birbirlerine sarıldıklarını hayal ederdi. Annesinin özlemini en iyi turta yaparak giderebildiğini fark eden Ned Turtacı olmuştu. Şehrin göbeğindeki Turta Deliği’nde müdavim müşterileri, yanında çalışan garsonu Olive Snook, yarı-zamanlı yaptığı özel dedektiflik işlerindeki ortağı Emerson Cod’la ve hayatının aşkı Charlotte ‘Chuck’ Charles ile birlikte kendini çocukluğunda olduğu gibi evde hissediyordu. Bunu Chuck’a da söylemek istedi. Tam konuşmak için ağzını açıyordu ki; kapıdan içeriye Emerson Cod girdi. “Yeni bir işimiz var!” diye seslendi ağzı kulaklarında. Emerson Cod’ın yüzünü böyle güldürebilen üç şey vardı: Örgü örmek, açılan maket kitaplar ve bir cinayeti çözmesi için ona büyük para vaadeden zengin müşteriler. Turtacı, Emerson Cod’la konuşmak için masaya vardığında Chuck ve Olive çoktan oturmuştu bile. “Hele şükür!” diyerek sevinç çığlığı attı Olive. “İnsanlar yazın fırından yeni çıkmış bir turtaya hiç de sıcak bakmıyor!” Bir metre ve elli santim boyundaki eski at jokeyi Olive Snook, Chuck’ın aslında ölü olması gerektiğini, Turtacı’yla birbirlerine asla dokunamadıklarını ve tüm bunları Chuck’ın teyzeleri Lily ve Vivian’dan saklaması gerektiğini biliyordu; ama işin ucunda kimin parmağı olduğuna dair bir fikri yoktu. Bildiği bir diğer şey de her ne kadar birbirlerine dokunamasalar da Turtacı ve Chuck’ın birbirinden vazgeçmediği ve bu yüzden de Turtacı’nın onun platonik aşkına hiçbir zaman karşılık vermeyeceğiydi. Emerson Cod masadaki iki kıza baktı. Ardından Turtacı’ya manidar bir bakış attı. Sadece Ned’le ikisinin ölüleri canlandırıp sorular sorarak davaları çözdükleri günleri özlüyordu. Gerçi Olive ve Chuck işin içine girdiğinde cinayetleri daha hızlı çözüyor, parasını daha çabuk alıyordu. Bu fikrin verdiği rahatlıkla içinden güldü. Olayı anlatmaya başladı. Bulgular şunlardı:

6


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Servetleriyle dünyaya ün salmış olan Alman Hubschrauberlandeplatz ailesinin küçük oğlu Hans Hubschrauberlandeplatz, otuz altı yıl, otuz altı hafta, iki gün, on saat ve otuz altı dakikadır hayatta olduğu bir Salı günü, üyesi olduğu Flogolflo Golf Kulübü’ne golf oynamaya gitmişti. Kendisinden o gün bir daha haber alamayan ailesi ertesi gün kulübe gittiklerinde dokuzuncu deliğin yanında Hans Hubschrauberlandeplatz’ın beceriksizce bölünmüş, ölü yarım bedeniyle karşılaşmıştı. Polisin katili bulabileceğini inanmayan ve daha da önemlisi biricik küçük oğullarının vücudunun tek parça halinde gömülmesini isteyen aile, şehirde paranın satın alabileceği en iyi özel dedektife, Emerson Cod’a başvurmuştu. “Katilini bulamazsanız bile, lütfen Hans’ımın diğer yarısını bulun!” diye yalvarmıştı Gerlinde Hubschrauberlandeplatz. Tek bir dokunuşla maktulün ta kendisinden diğer yarısının yerini öğrenebileceğini bilen Emerson Cod da işi seve seve kabul etmişti. “Oğlunuzun, sizin bir düşmanınız var mıydı? Böyle bir şey yapmış olabileceğini düşündüğünüz kimse?” “Hayır! Zavallı Hans’ımı herkes çok severdi,” diye cevap verdi Gerlinde Hubschrauberlandeplatz ağlayarak. “Golf Kulübü’nde bir rakibi olabilir mi?” diye sordu Emerson Cod yıllarca eğittiği kuşkularını takip ederek. “Hayır,” dedi kadın kafasını hızlı hızlı sallayarak. “Zaten o kadar kötü oynardı ki; zaman zaman kendini kötü hissetmemesi için bazı golfçülere para verirdik. Yenilmeleri için. Bu hayatta tutunduğu tek şey golftü. Onu kaybetmesine izin veremezdik.” Gerçekten de Hans Hubschrauberlandeplatz’ın çocukluğundan beri tutunduğu tek şey golftü. Ondan iki yaş büyük ağabeyi Franz Hubschrauberlandeplatz aileye servetini sağlayan dedesinin üstün zekâsını, aileye sosyetedeki yerini sağlayan annesinin karizmasını ve eski milli dekatlon koşucusu babasının spora yatkınlığını almıştı. Küçük yaşlarından beri her şeyi en iyi yapan kişi Franz’dı ve ailesi de Hans’ın bunu bildiğinden emin olmak için ellerinden geleni yapmıştı. Ne zaman Hans kendine bir uğraş edinmek istese ağabeyi de aynı uğraşı edinir, ondan daha önce, ondan daha iyi ve ondan daha şatafatlı bir şekilde sergilerdi. Golf dışında. Babalarının tuttuğu golf hocası ilk derslerinde çocukları karıştırmış ve beceriksiz Hans’ı Franz sanarak onun üstüne eğilmişti. Hayatında ilk kez küçük kardeşinin gördüğü ilgisizliği gören ağabeyi ise bu duruma katlanamamış ve bir daha golf dersi almamıştı. Hans ise sadece kendine ait görünen bu spora dört bir elle sarılmış ve kalıtımsal olarak yeterince dönmeyen beli, doğru kullanamadığı bilekleri ve her zaman bir numara büyük olan golf ayakkabılarıyla çok kötü olmasına rağmen, hayatının sonuna kadar golfü bırakmamıştı. *** Emerson Cod ve Turtacı şehir morgunda Hans Hubschrauberlandeplatz’ın yarım bedenini görmek için bekliyorlardı. 7


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Adamı ortadan ikiye ayırmışlar. Otopside de başka bir iz çıkmadı. Bir şey bulacağınızı sanmam,” dedi morg görevlisi rahatsız bakışlarla. “Biz yine de bir bakalım,” dedi Emerson Cod gülümseyerek. Soğutucu odanın kapısına doğru hamle etti. “Bir şey bulacağınızı sanmıyorum,” dedi morg görevlisi tekrar. Emerson Cod bu tekrarı biliyordu. Derin bir iç çekerek iç cebinden parayı çıkardı, morg görevlisine verdi. “Umarım aradığınızı bulursunuz,” dedi morg görevlisi arkalarından. İçerisi soğuktu ve Emerson Cod’un bulunmak istediği bir yer değildi. Emerson Cod soğuğun değil, sıcağın adamıydı. Yün örgülü kazaklarıyla, yanan kaloriferlerin yanında olmayı seviyordu o. “Sence ağabeyi mi yaptı?” diye sordu Ned morg dolaplarının üzerinde Hans’ın adını ararken. “Oğlan hayatında tek bir başarısızlık görmüş. O da kardeşi yüzünden. Daha azı için daha fazla parçaya bölenler var,” diye cevapladı Emerson onu. Bu sırada Ned Hans’ın yarım bedeninin olduğu dolabı bulmuştu. Emerson etrafına bakınırken dolabın açılma sesi geldi. Dolabın içinde duran büyük metal ceset tepsisinin rayları sürtünerek ileri geldi. Emerson fayanslardaki ince işçiliği inceliyordu. “Parmak zımbırtını yap, katili öğren, diğer yarısı neredeymiş öğren, gidelim,” dedi Ned’e. İşini kolaylaştıran kısım bu olsa da işinin en sevmediği kısmı da buydu. “Aa Emerson, bakar mısın?” diye seslendi Ned. Emerson arkasını döndü. “Elimizde Hans’ın yanlış yarısı var.” Çektikleri tepsinin üzerinde duran yarım beden Hans Hubschrauberlandeplatz’ın diğer yarısıydı. Leğen kemiğinin hemen üstünden, beceriksizce kesilmişti. İki sıska bacak ve bir popo vardı ellerinde. “Ne yapacağız?” diye sordu Ned. “Adamın poposu konuşur mu dersin?” dedi Emerson. Derin bir nefes vererek omuz silkti. “Aman, dokun yine de. Boşa gitmesin. Belki bir ipucu verir.” Tutacı kolundaki saate baktı, yanındaki tuşunu ittirerek bir dakikalık zamanı başlattı, Hans Hubschrauberlandeplatz’ın diğer yarısının sol dizinin arkasına işaret parmağıyla dokundu. Bir saniye içerisinde bacaklar çılgınca hareket etmeye başladı.

8


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Merhaba…” diye kendini duyurmaya çalıştı Turtacı. “Bay Hubschrauberlandeplatz beni duyabiliyor musunuz?” “Adamın kulakları kim bilir nerede!” dedi Emerson Ned’in nafile çabasına son vermek için. “Diğer yarısı tek parça mı onu bile bilmiyoruz.” “Çırpınıyor ama!” dedi Turtacı bir şey keşfetmiş olmanın heyecanıyla. “Neden çırpınıyor? Diğer yarısı da çırpınıyor olmalı!” Otuz saniyeleri kalmıştı. “Nerede çırpınıyor ama?” dedi Emerson ipucu bulmak için sabırsızca adamın bacaklarını takip etmeye çalışarak. Hans Hubschrauberlandeplatz’ın bacakları delicesine çırpınıyordu. Sol bacak yukarı kalkıyor, hızla yere iniyor, ardından sağ bacak kalkarak aynı şeyi yapıyordu. Bu arada adamın sıska poposu da huzursuzca iki yana sallanmaya çalışıyordu. On saniye kalmıştı. “Bir saniye,” dedi Ned sonunda fark ederek. Beş saniye kalmıştı. “Hans Hubschrauberlandeplatz çırpınmıyor!” parmağıyla adamın baldırına dokundu. Bacaklar bir anda hareketi kesip tepsinin üstüne yığıldı. “Yüzmeye çalışıyor…” dedi Turtacı Emerson’a dönerek. *** Olive ve Chuck, Ned ve Emerson’dan morgda olanları duyduklarında Hubschrauberlandeplatz malikânesindeki misafir telefonundaydılar. “Flogolflo Golf Kulübü’ne gidiyorlar. Cesedin diğer yarısının oradaki göletlerden birinde olduğunu düşünüyorlar,” diye açıkladı Olive’e durumu. Telefon konuşmasının bitmesiyle Hans Hubschrauberlandeplatz’ın babası Karlheinz Hubschrauberlandeplatz’ın çalışma odasına geri döndüler. Tam içeri gireceklerdi ki Karlheinz Hubschrauberlandeplatz’ın telefon konuşmasına kulak misafiri oldular. “Harika!” dedi baba, yastaki bir adamdan beklenmeyecek bir coşkuyla. “Sigorta parası yarın sabah banka hesabına geçmiş olacak. Doğruca göndereceğim. Bu sorundan da kurtulmuş olacağız.” Kapıda duran Olive ve Chuck’ı fark etti. Yüzü düştü. “Kapatmam lazım,” diyerek telefonu kapattı. “Kusura bakmayın hanımefendiler. İnsan böyle üzücü günlerde hiç çalışmak istemiyor…” parmağıyla arkasında duran yaşlı bir adamın yağlı boya portresini gösterdi. “… ama babam bu serveti elde etmek için gece gündüz çalıştı. Onun mirasını korumak zorundayım.”

9


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Chuck ve Olive şüpheli bir sırıtışla karşıladılar adamı. Çalışma masasının önündeki koltuklarına oturdular. “Bay Hubschrauberlandeplatz…” diye söze girmeye çalıştı Chuck. “Lütfen! Bana Karlheinz deyin. Hatta Karl bile yeterli. Zaten yeterince uzun bir soyadım var.” “Peki, Karl. Acaba oğlunuz o gün golf kulübüne giderken yalnız mıydı?” Karlheinz Hubschrauberlandeplatz kaşlarını çattı, elini çenesini götürdü ve düşündü. “Hayır,” dedi sonra. “Ben şirkete gidecektim. Franz’a gelip gelmeyeceğini sordum. O da önce Hans’la kulübe gideceğine, oradan şirkete geçeceğini söyledi.” “Franz golf oynamıyor sanıyorduk!” dedi Olive şaşkınlıkla. “Annesi ve Hans üzülmesin diye onlara söylemedik. Franz çok iyi bir golfçüdür aslında. Hans’ın aksine bizi hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Şirketin başına geçeceği için içim o kadar rahat ki.” “Hans da sizin oğlunuzdu. Onları böyle ayıramazsınız!” dedi Chuck kendine hâkim olamadan. “Neden? Doğada da kanun böyle değil midir? Anneler zayıf yavrularına yiyecek bile vermezler. Güçlüleri yetiştirmek için uğraşırlar. Soylarını güçlüler devam ettirecektir çünkü. Zayıflar ise er ya da geç bir yerde…” “Öldürülecektir?” diye tamamladı Olive sözünü kısık gözlerle. Karlheinz Hubschrauberlandeplatz bir süre baktı Olive’e. “Evet,” dedi sert bir sesle. “Madem Franz da golf oynuyordu, eşiniz neden bundan bahsetmedi?” diye sordu Chuck sesinin Karl kadar sert çıkmasına uğraşarak. “Çocukluğundan beri gizli gizli oynuyor. Hatta sahte adlarla aldığı kupaları var. Hans birkaç gün önce öğrenmiş bunu. Kavga ederler sanıyordum; ama hiç kızmamış. Ağabeyine maç yapmayı teklif etmiş. O yüzden birlikte gittiler Salı günü.” Chuck ve Olive birbirlerine baktılar. Acaba cinayetin sebebi kardeşlerin kavgası olabilir miydi? Ya da Darwinci bir babanın güçlü oğlu için yaptığı bir iş? *** “Şuradaki kum havuzundaydı efendim. Bacakları garipti. “U” harfi gibi açılmıştı. Diğer yarısı da oradadır diye kumu kazdım; ama yoktu,” diye heyecanla anlattı caddy. Hans Hubschrauberlandeplatz’ın golf oyununda sopalarını taşı-

10


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

yıp golf arabasını kullanan yardımcısıydı bu. Bernd Abt adında Alman bir delikanlıydı. Salı günü oynadıkları oyundan sonra üstüne değiştirmek için soyunma odasına girmişti Hans; ama her zaman çıkışta ona yüklü bir bahşiş vermesine rağmen o gün soyunma odasından çıkmamıştı. Başına bir şey geldiğinden korkan Bernd sabaha kadar onu aramış, sabaha karşı kum havuzunda bedeninin yarısını bulmuştu. Emerson ve Ned cesedin diğer yarısını arayacak olan polislerle birlikte kulübe geldiklerinde yanlarına gelmiş, onları cesedi bulduğu yere götürmüştü. “Kumdan çevresine bir daire çizilmişti bir de. Hani sopayla çizerler ya. Onlardan.” “Gündüz, oynarken yalnız mıydı?” diye sordu Emerson. “Evet,” diye cevapladı Bernd. “Aslında ağabeyi Franz’la gelmeleri gerekiyordu. Birkaç gün önceden arayıp haber vermişti bana. Bugünkü maç çok önemliydi onun için; ama kulübe geldiğinde yalnızdı. Ağabeyi gelmekten vazgeçmiş. Çok kızmıştı.” “Ağabeyi mi? Onun golf oynamadığını sanıyordum.” Ned koşarak yanlarına geldi. “Oynuyormuş. Gizlice. Hans yeni öğrenmiş. Salı günü birlikte oynamak üzere evden çıkmışlar,” dedi. “Chuck ve Olive geldi şimdi. Onlardan öğrendim. Kulübün Salı günkü kayıtlarına bakıyorlar başka kim varmış diye.” “Çocukcağızın bir golfü varmış! Rahat bırakamamışlar mı?” Emerson Cod küfürler ederek Bernd Abt’a döndü. “Kızgındı dedin. Neye kızmıştı? Golfü beceremiyor zaten. Yenilmekten kurtulmuş işte.” “Hayır efendim. Kendisi aslında dünyanın en iyi golf oyuncularından biri; ama bunu kimseye göstermek istemedi. Birkaç yıldır ağabeyinden haberi vardı. Bu maç onun için çok önemliydi; çünkü ağabeyine ve ailesine karşı kendini kanıtlayacaktı. Ağabeyi gelmeyince de çok kızdı.” “Evden birlikte çıkmışlar ama? Nasıl gelmemiş olabilir ağabeyi?” diye sordu Turtacı. “Kayıtlarda bir şey bulduk,” dedi Chuck, Olive’le birlikte yanlarına koşarken. “Görünüşe göre Salı günü Franz da Hans da kulübe giriş yapmamış.” *** “Babası büyük oğlunun her şeyi almasını isteyen bir manyak. Sigorta parasının geleceğini duyunca çok sevinmiş. Annesinin tek derdi Hans’ın mutluluğu. Ağabeyi her şeyde çok iyi ve Hans’la golf üzerine birbirlerinden sakladıkları bir hırsları var. Evden birlikte çıkmışlar; ama ikisi de kulübe giriş yapmamış; ama Bern Abt

11


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

o gün Hans’ın golf oynadığını söylüyor. Tüm gün yanındaymış. Bu arada Hans’ın bedeninin yarısı hala bulunamadı.” Sesli düşünüyordu Turtacı. “Bence baba yapmış. Bize yavru köpekleri nasıl öldürdüğünden bahsedip durdu. Çok tehlikeli bir adama benziyordu,” dedi Olive kocaman gözlerle. “Yavru köpek öldürmüş sayılmaz; ama sigorta parasını alacağına gerçekten sevinmiş gibi duruyordu,” diye düzeltti Chuck onu. “Adam servet içinde yüzüyor. Sigortadan gelecek para için kendi oğlunu öldürecek değil ya,” diyerek çürüttü Emerson kızların savını. “Sahi, Hubschrauberlandeplatz’ın bu serveti nereden geliyor?” Chuck söz almak ister gibi heyecanla elini havaya kaldırdı. Hubschrauberlandeplatz’ın servetinin nereden geldiğini bir dizi tesadüf eseri çok iyi biliyordu. Babası öldükten sonra birlikte yaşadığı teyzeleri Lily ve Vivian’ın peynir tutkusu onları yeni peynirler keşfetmeye ve sonunda da peynir yapımına dair adımlar atmaya teşvik etmişti. Sonunda kendi icatları olan “Hellim Peynir Pişirme Alanı”nın (hellim peyniri tam kıvamında pişirmeye yarayan, ocağın üstüne konan bir aparattı) patentini almaya karar vermişlerdi. İkisi de yıllardır dışarı çıkmadığından ve evlerinin dışında olup biten her şeyden korktuklarından patent enstitüsüne giderek kayıt yaptırma işi de Chuck’a kalmıştı. Patent ofisindeki bir dizi karışıklık ve alfabetik düzenlemeye göre yan yana konan patentler Chuck’ın teyzelerinin “Hellim Peynir Pişirme Alanı” patentini “Helikopter İniş Alanı” patentinin yanına koymuştu ve patent ofisindeki yaşlı, tatlı hanımefendi sıkıcı işinden birkaç dakika kurtarmak amacıyla ona bu patentin hikâyesini uzun uzun anlatmıştı. “Helikopter İniş Alanı’nın patentini alan kişi Karlheinz’ın babası, Heinz Hubschrauberlandeplatz.” diye açıkladı Chuck. Beklediği tepkiyi alamamıştı. “Neyin patenti oluyor yani?” diye sordu Emerson. Kafası karışmıştı. “Helikopter pisti. Hani yuvarlak olur, ortasında büyük bir ‘H’ harfi vardır. O alanın, o şekilde olmasının nedeni Heinz Hubschrauberlandeplatz. Patentini aldıktan sonra çok zengin olmuş; çünkü… eh çünkü dünyanın her yerinde herkes aynı şekildeki pisti kullanıyor. Zaten Hubschrauberlandeplatz soyadını da patenti aldıktan sonra almışlar. Başka bir soyadları varmış. Değiştirmişler. Hubschrauberlandeplatz Almanca’da gerçekten de Helikopter İniş Alanı anlamına geliyor.” “Gerçekten çok bağlıymış o patente…” dedi Olive gözlerini devirerek. “Hikâyenin bir kısmı daha vardı; ama hatırlayamıyorum,” dedi Chuck. Gözlerini kısarak masaya bakmaya başladı. Hatırlamaya çalışıyor gibiydi. O sırada pencereden dışarıyı seyretmekte olan Ned ileride bir göletin etrafındaki polisleri gördü. Bir ceset torbası vardı ellerinde, içine bir şey koyuyorlardı.

12


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Hans’ın diğer yarısı!” diye bağırdı Emerson. Masadan kalkıp gölete doğru koşmaya başladılar. Nefes nefese derdini anlatmaya çalışıyordu Turtacı. “Emerson!. Cesedi… konuşturamayacağımı… biliyorsun… değil… mi?” diye seslendi; ama Emerson Cod onu dinlemiyordu bile. Polisin Hans’ın diğer yarısını ondan önce bulmasına bozulmuştu siniri. Göletin dibine geldikleri zaman yarısı dolu ceset torbası kapatılmıştı. Polisler ceset torbasını götürmeye hazırlanıyordu ki ileriden bir ses duyuldu. “Diğer yarısını da buldum!” Diğer yarısı mı? Polis telaşla ceset torbasını bırakıp yeni bulunan cesede doğru koşarken Emerson, Turtacı, Chuck ve Olive birbirlerine baktılar. “Olive, siz şu diğer yarısına bakın,” dedi Ned. Olive ve Emerson koşuşturan polislerin peşine düştü. “Nasıl diğer yarısını bulmuş olabilirler ki? Morgda değil miydi?” diye sordu Chuck, Turtacı ceset torbasını açarken. “Bu Hans Hubschrauberlandeplatz değil,” diye cevapladı Ned. Ceset torbasının içindeki yarım beden (bu sefer üst kısmıydı) Hans Hubschrauberlandeplatz olamazdı. Ned’in morgda gördüğü bacaklara göre fazlasıyla koyu tenliydi. Hintli bir adama aitti. Diğer yarısından aynı beceriksizlikle ayrılmıştı. Üzerinde giysi yoktu. Ned zaman kaybetmeden kol saatine bastı ve yarısına kadar açık ceset torbasının içindeki yarı bedene dokundu. “Helikopteeeer!” diye bağırdı dirilen adam bir anda. Yanında duran Ned ve Chuck’ı gördü. “Öldüm mü?” diye sordu; ama onlar cevap veremeden bedeninin eksik kısmını gördü. “Ooof. Sadece üniversite paramı ödemeye çalışıyordum,” diye hayıflandı. “Merhaba beyefendi. Acaba sizi öldüren kişinin kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu Ned hızlıca. Adam kafasını salladı. “ Cılız bir adamdı. Almandı galiba,” dedi. “Hans Hubschrauberlandeplatz mı?” diye sordu Chuck heyecanla. Otuz saniye kalmıştı. “Hans mı? Hayır. Bay Hubschrauberlandeplatz asla bana zarar vermez; ama beni öldüren adam onu da öldürdü. Helikopterlerle ilgili bir şey diyordu.”

13


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Hans’ı nereden tanıyorsunuz peki?” diye sordu Ned aceleyle. On beş saniye kalmıştı. “Bay Hubschrauberlandeplatz’ın dört yıldır caddy’liğini yapıyorum. Dört yıldır haftanın beş günü, sopalarını ben taşıyorum ona –” Ned’in dokunuşuyla bedeni tekrar torbanın içine yığıldı. Turtacı ceset torbasını kapattı. Emerson ve Olive koşarak yanlarına geldiler. “Gördüğüm en iğrenç şeydi! O adamın bacakları kendi kendilerine oynamaya, koşmaya başladı. Sonra bir anda durdular!” dedi Olive çığlık çığlığa. “Bir anda!” Turtacı aceleyle Emerson’a döndü. “Bern Abt bize yalan söyledi,” dedi. “Bernd Abt mı?” Chuck’ın sesi şaşkınlık doluydu. “Hubschrauberlandeplatz’ın patentiyle ilgili hatırlayamadığım şey o!” O sırada onu gördüler. Oldukları yerden yüz metre kadar ilerde, Bernd Abt onlara bakıyordu. Cılız ve Alman. Bir saniye sonra, yanındaki golf aracına binmiş, gidebileceği kadar hızlı yol almaya başlamıştı bile. Turtacı, Emerson, Chuck ve Olive önce arkasından koştu, ardından o sırada yoldan geçen başka bir golf arabasındaki golfçüleri indirip golf arabasıyla takip etmeye başladılar. “Daha hızlı, daha hızlı!” diye bağırıyordu Emerson direksiyondaki Olive’e. “Yapamıyorum!” diye bağırıyordu Olive. Heyecan ve korkudan neredeyse gözleri kapalı sürüyordu golf arabasını. “Kim yalan bir hikâye uydururken gerçek adını kullanır ki?” diye sordu Ned. Cevap veren olmadı. Chuck’ın diğer yarısını da anlattığı patent hikâyesi ve diğer yarıları da bulunan ölülerden çıkan bilgilerle bulgular şunlardı: Heinz Hubschrauberlandeplatz ve Bernhard Abt savaş stratejileri üzerine çalışan bir sivil toplum kuruluşunun eş başkanlarıydı. Özellikle savaş zamanı teçhizat ve erzak taşırken önemli olabileceğini düşündükleri helikopterlerin iniş ve kalkış yapmalarıyla ilgili pratik çözümler arıyorlardı. Sonunda bir yuvarlak içerisindeki büyük bir “H” harfinin basit ve uygun bir çözüm olacağına karar vermişlerdi. O sırada çok hızlı bir şekilde gelişen telif hakkı yasaları ve patent düzenlemelerinin etkileriyle bu helikopter pisti buluşlarının patentini almaya karar verdiklerinde aralarında bir çekişme başladı. İkisi de büyük bir yuvarlak içerisinde büyük bir “H” harfi fikrinin kendisinden çıktığını iddia ediyordu. Aralarındaki dostluk bağı bozulunca, patent ofisine giderken Abt, o zamanlar soyadı farklı olan Hubschrauberlandeplatz tarafından sabotaja uğradı. Basit bir kahve dökülmesi olarak görülen sabotaj, sonunda patenti Hubschrauberlandeplatz’ın almasına neden oldu. Hubschrauberlandeplatz’ın döktüğü kahve

14


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Abt’ın patent çizimlerinin üstüne gelmiş, yuvarlağın ortasındaki büyük “H” harfinin alt yarısını silmişti. Yarım “H” harfi başvuruda “U” olarak değerlendirilmiş, böylece Hubschrauberlandeplatz yuvarlak ortasına “H” harfinin patentini alabilirken, Abt’a yuvarlak ortasında “U” harfinin patenti verilmişti. Heinz Hubschrauberlandeplatz soyadını da değiştirip dünyanın her yerinde kullanılan helikopter pistlerinden aldığı telif ücretleriyle kendine büyük bir servet kurarken zavallı Bernhard Abt patentinin bir işe yarayabilmesi için yıllarca “Unikopter” adını verdiği tek pervaneli bir uçan araç üzerinde çalışmış; ancak ayrodinamik bilgisinin yetersizliği ve hayal kırıklığına yatkın yapısı yüzünden başarılı bir sonuç elde edememişti. Yıllar sonra en küçük torunu Bernd Abt sefalet içerisinde yaşarken hikâyeyi dedesinden ölüm döşeğinde dinleyecek, biricik dedesinin hakkını yiyen aileden intikamını alacağına yemin edecekti. Dedesinin işe yaramaz prototip tek pervanesini alarak Hubschrauberlandeplatz ailesinin en küçük ferdi Hans Hubschrauberlandeplatz’ı ve o sırada Hans’ın yanında olma şanssızlığını gösteren caddy Savraj’ı işe yarar tek yanı sivri kenarları olan pervaneyle ortadan ikiye bölecekti. Kumun içerisinde bir yuvarlağı bıraktığı Hans Hubschrauberlandeplatz’ın yarım bedeniyle aileye bir mesaj vereceğini düşünmüşse de hiçbir işe yaramayacak ve sonunda hapsi boylayacaktı. *** Hapishaneden kilometrelerce uzakta, Turta Deliği’nde Emerson Cod’ın keyfi yerindeydi. Hans Hubschrauberlandeplatz’ın bedeninin diğer yarısını polis daha sonra gölette bulmuştu; ama cinayeti çözen kişi Emerson Cod olduğundan Hubschrauberlandeplatz ailesi ona yüklü bir miktar ödeme yapmıştı. O sırada otuz yıl, on iki hafta, üç gün, on üç saat ve kırk beş dakikadır hayatta olan Ned tezgâhın arkasından onun paralarını mutlulukla sayışını izliyordu. Bir masaya temizlemekte olan platonik âşık Olive Snook’un onu izlediğinin farkında bile değildi. Bakışları Emerson Cod’dan uzaklaştı. Tezgâha arkasını döndü ve mutfakta fırındaki turtaları çıkaran çocukluk aşkı Charlotte ‘Chuck’ Charles’a baktı. Onu bulduğu zaman bedeninin bütün halinde olduğuna şükrederken göğsünde oturan sirk fili büyüklüğündeki sıkıntıyı düşündü. Chuck sıcak turtayı masaya koydu. Üzerinden çıkan dumanı burnuna çekti, gözlerini kapattı. Gözlerini açtığında karşısında onu izleyen Ned’i gördü ve gülümsedi. Turtacı bedeninin her bir parçasıyla kendini tamamlanmış hissediyordu.

_____

15


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

16


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

TA Kİ GÖK, YERE DEĞENE DEK alpi | Alper Kaya İLHAM ALINAN ESER: KARA KULE

Siyahlı adam veya bazı topraklarda bilindiği adıyla “büyücü” kaçıyordu. Silahşor da peşindeydi. Sıcağın vurduğu yüzünde pul pul dökülmeler, yer yer kızarıklıklar vardı. Arada bir eliyle yanaklarını kaşırken iyice sertleşip parmaklarına batmaya başlamış olan sakallarının yanı sıra derisinin dökülmeye başlayan üst tabakası da takılıyordu eline. Açlık ve susuzluk hissetmediği halde vücudunun doğal tepkileriydi bunlar. Ne zamandır dur durak bilmeden yürüdüğünü karıştırıyordu, ayakları her an vücudunun geri kalan kısmına ihanet edecekmiş gibi hissediyordu. Siyah, alnının önüne dökülmekte olan saçlarını eliyle geriye itip yürümeyi sürdürdü Silahşor veya bazı topraklarda bilindiği adıyla “son silahşor”. Günün bir kez daha geceye döndüğü saatlerde, belki birazcık yorgunluk hissettiği için durduğunda fark etti orayı. Buz mavisi gözlerini daha da kısıp baktığında her şey netleşmişti: İleride, birkaç yüz tekerlek mesafede, bir köy(?) vardı. Veya başka türlü bir yerleşim yeri. Bir kaşı istemsizce kalkmıştı Silahşor’un. Dudaklarını yaladı, temposunu ne arttırdı ne de azalttı. Sadece görüş mesafesini dert etmeye başlayarak yürümeye devam etti.

Çizim: Serdar Burak Yıldız

Zamanın çarkından daha hızlıydı adımları, bu yüzden gün bir kez daha doğmadan veya batmadan; artık hangisini kabul ediyorsanız, varmıştı uzaktan gördüğü yere. Köy denilemeyecek ancak artık bir yerleşim yeri de

17


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

olamayacak bir kasabaydı bu. Terk edilmiş, virane. Büyük; birbirinin üstüne binmiş gibi görünen yapılar, terk edilmiş bir bar vesaire. Kasabada dolaşırken bir şey hissetseydi, bu kesinlikle ürperme olurdu. Elinin istemsizce belinde duran silahına doğru gittiğini, kendini güvende hissedebilmek için her an tetikte durması gerektiğini fark etmişti Silahşor. Gittikçe yavaşlayan adımlarına mukabil gözleri etrafındaki binaların çatılarında menzilenmiş olma ihtimali var olan yabancıları arıyordu. Ancak yoktu. Kimse yoktu. Terk edilmişti, harab olmuştu; bir zamanlar gençlerin -ve elbette, yaşlıların- sokaklarında dört döndüğü, kim bilir kimlerin kavgalarına ve aşklarına şahitlik ettiği bu kasaba. Lüzumundan fazla büyük gözüken evlerden birinin önünde durdu, sanki evin önündeki direğe yaslanmış gibi görünüyordu ancak delici bakışları sanki kapının ve pencerelerin içinden geçip de binaya “girmek” istiyordu. O an, o kadar ilerlediği halde yeni fark ettiği için kendine kızacağı bir ayrıntıyla yüz yüze geldi. Boydan uzunca görünen binanın girişinde, kapını hemen üstünde duran bir tabelada -ki o an hafifçe yana çevirdiği gözleriyle onayladı ki; her binanın kapısının üstünde vardı benzeri tabeladan- eski dönemlerden hatırladığı mezarlıklarda her mezarın üstünde bulunan ve ölülere (geride kalanların, kendince) duyulan saygı ifadelerinin yer aldığı taşlardakilere benzer yazılar vardı. İlk kez elini belinden uzaklaştırdı Silahşor büyük, devasa bir mezarlıkta olduğunu fark ettiği anda. *** Önünde durduğu evin kapısına birkaç kez vurduktan sonra hiç ses çıkmadığını görünce belli etmeden etrafını süzmeye başladı. Bu bir tuzak olabilirdi. Daha önce karşılaştıkları gibi! Sessizce durup kulağını kapıya yasladı, gözleri hala geride bıraktığı yollarda olduğu halde. Ancak içeriden tek bir ses bile gelmiyordu… Ölüm bile susmuş gibi, diye içinden geçirdi Silahşor. Ani bir kararla kapının koluna asıldı, açılmama ihtimaline karşın omzuyla da yüklenmeye hazır bir pozisyon almıştı ancak beklediği olmadı ve yaşlı görünen ahşap kapı ardına kadar açılarak silahşoru içeri buyur etti. Artık iyiden iyiye belindeki silahın kabzasını tutarak içeri girdi Silahşor. En ufak bir tehdite karşı hazır ve nazırdı. Eski çağlarda (ne kadar eski?) ün saldığı ve karizmasının haşmetli bulunduğu topraklarda onun kadar hızlı silah çeken birisinin olmadığı söylenegelirdi. Roland, son silahşor. Yaşından beklenmeyecek bir şekilde ustasını yenen ve silahını kuşanan, bunu da bir lanet gibi hep yanında taşımak zorunda kalan Gileadlı Roland. Ve şimdi, dışarıya nispeten karanlık olan ve dar görünen bir koridorda, sanki gözleri ışık saçacakmış veya olası tehdit unsuru kişiler -veya “şeyler”- bir anda önünde belirecekmiş gibi bakıyordu etrafına. Ancak dar, karanlık ve uzun koridoru geçince sadece bir merdiven belirdi önünde. En az omzuyla kırmaya hazır olduğu kapı kadar yaşlı ve onun gibi tahtadan yapılmıştı. Yukarı doğru uzanan

18


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

basamaklarının git gide daraldığını en alttan bile görebiliyordu Silahşor. Basamakları çıktıkça gördüğünden daha dar olduğunu tecrübe etti… Öyle ki, bir yerden sonra elini belinden çekip sırtına doğru uzatmak zorunda kalmıştı vücudunun sıkıştığı duvarlar ve basamaklar arasında ilerleyebilmek için. İlerledi Silahşor. Tüm basamaklar bitince karşısında bir kapı daha belirivermişti. Sinirle, alnındaki küçük ter tanelerinin ilacı olacakmış gibi, bir tekmeyle açtı kapıyı. Eliyle silahına davranarak içeri girmişti ki buna gerek olmadığını anladı. Oda boştu. Bomboş değildi ama bir yaşam emaresi de içermiyordu… Şimdiye kadar evde karşılaştığı tüm engeller gibi bu odanın zemini ve duvarları da tahtadan yapılmıştı. Odanın en ucunda, duvarın tam ortasındaki pencerenin yanına bir dolap konulmuştu. O ana dek ne kadar yavaş ilerlediyse tam tersi şekilde hızlı adımlarla ilerleyip dolabın kapağını açtığında aklında ne vardı veya dolabı açınca karşılaştığı şeye şaşırdı mı bilinmez ama dolabın içinde kapağının tam altına denk gelecek ve tüm dolabı kapatacak kadar büyük bir cam konulmuştu. Camın arkasında ise en az Roland kadar canlı görünen bir adam vardı. Dik bir şekilde yerleştirilmiş; elleri iki yandan bırakılmış ve gözleri kapalı bir şekilde öylece duruyordu. Silahşor, istemsizce cama birkaç kez parmağıyla vurduysa da karşısında duran adam uyanmamıştı. Emin olamayıp birkaç kez daha, bu kez daha şiddetli vurdu cama. Neden sonra, camı açmak için kulp benzeri bir yapı aramayı akıl etti. Ancak yoktu. Cam, dolabın iç kısmında yerleştirilmesi için uygun bir kesik veya kovuk gibi bir düzleme de tutturulmamıştı. Sanki böyle üretilmişti… Silahşor elini başına götürüp darmadağın olmuş saçlarını düzeltirken düşündü: Nereye gelmişti? Devasa ve garip bir mezar olabilir miydi bu kasaba? Ancak o zamana değin karşısına çıkan çoğu şeyin ilk başta görüldüğü gibi bir “şey” olmadığını çok kez deneyimlemişti. Camdaki yansımasından ileriye, bir nevi tabut gibi duran dolabın içindeki adama dikti bakışlarını Roland. Üstünde tek parça, omuzlarından ayak bileklerine kadar uzanan simsiyah bir elbise vardı. Gri saçları özenle taranmıştı, yüzü hayli biçimliydi ve karakteristik bir burna sahipti. Bu haliyle bir yerliye benzediği söylenemezdi.. Elini cama götürüp adamın yüzüne denk gelen kısma dayadı Silahşor. Sanki adam canlanacak ve cama saldıracak gibi gelmişti… Dahası, elini orada tutması adamı uyandırabilir gibi hissetmişti! Bu hissin ayırdına varınca kendisine güldü. Tam o sırada, dışarıdan bir ses duyar gibi oldu; giriş kapısını açan birisi veya birileri içeri girmiş gibiydi. Eğilip kulağını yere dayadı Silahşor. Ancak ne kadar beklediyse de ses tekrarlanmadı. Zihninin bir oyun oynadığını düşünmeye başladı, bunu düşünürken yere uzanmıştı. Hiç hayat belirtisinin olmadığı devasa bir mezarlıktaydı; havanın gittikçe daha yoğun ve basık bir hal aldığını hissediyordu. Gözleri kendiliğinden kapanıvermişti… *** Gözünü birden açınca önce kısa bir an içsel bir sorguya girişmişti ancak kapağı açık dolabın içindeki adamı karanlığa rağmen fark edince nerede olduğunu anımsadı Silahşor. Mezarlıktaydı. Ahşap evlerden, ahşap odalardan oluşan devasa bir mezarlıktaydı.

19


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Dolabın kapağını usulca kapatıp yanındaki pencereden başını dışarı çıkardı. Zerre rüzgâr esmiyordu, basık bir hava vardı ama farklı bir şey dikkatini çekmişti: Geldiği yönde bulunan ve bir zamanlar bu kasaba hayat doluyken muhtemelen meydan olarak kullanılmış olan geniş boş araziden bir duman yükseliyordu. Gecenin aldatıcı tadına karşın bir kez daha kontrol etti ve yanılmadığını gördü. Binalar engel olmasa, dumanın altındaki ateşin turuncu raksını da görürdü. Sahiciydi. Emin ve güçlü adımlarla, çıktığı merdivenleri inip ateşe doğru ilerlemeye başladı. Elinin tekrar beline gittiğini duyumsayınca adımlarını yavaşlatıp kasabaya girdiğinde yaptığı gibi etrafı kolaçan ederek ilerlemeye başladı. İki konuda yanılmamıştı: Kasaba bir ölüden daha ölüydü ve meydanda (?) bir ateş yanıyordu. Ateşin başında üç tane adam, sırtları Silahşora doğru dönük bir halde oturuyordu. Biraz daha yaklaşınca Roland bu adamların ellerinde tuttukları şeyleri ateşe doğru uzatıp kızartmakta ve şarkı söylemekte olduklarını fark etti. Bir mezarlıkta şarkı söylemek, diye içinden geçirirken sırtının üstünden geriye baktığında içinden çıkıp geldiği evin bulunduğu sokağın düşündüğünden daha uzakta kaldığını fark etti. Orta Dünya’da bu tarz şeyler normaldi. Zamanın kaç tekerlek hızında ilerlediğini, mesafelerin nasıl azalıp arttığını ve sevdiğiniz insanların ne kadar geride kaldığını bazen anlamazdınız. Bu hisler eşliğinde, adamların söylediği şarkıya kulak kabarttı Roland. Eski, belki de çoktan ölmüş bir aksan kullanıyorlardı ancak aralarda şaşırtıcı bir şekilde Gilead’da kullanılan lehçeden de sözler vardı. Bir süre sonra şarkıyı biraz çözmüştü Silahşor. “En sonunda çağıracak/ Çağıracak bizi/ Ateşin küle döndüğü yerde bekleyen/ Tekrar yakmak ve üfleyip kül etmek için/ Can-Ka No Rey’in ötesinde bekleyen/ Yeni bir ateş doğacak/ Ve göğü kaplayacak/ Ta ki gök, yere değene dek” Kasabaya girdiğinden beri ilk kez irkilmişti Roland. Şarkıda bahsedilen, Kızıl Kral’dı. Bunu anlamamak mümkün değildi zira Can-Ka No Rey, Kule’nin önündeki gül bahçesinin de dâhil olduğu kısmın adıydı. Parmaklarının silahını daha sıkı kavramasına izin verdi. Her harekete hazırlıklı olarak biraz daha yaklaşmaya çalışıyordu ki yerde duran bir ot yığınını ezince çıkan ses ateşin başındakileri susturmuş, kendisine dönmelerine neden olmuştu. İçlerinden birisi ayağa kalkıp yarı gülerek yarı temkinli bir şekilde Roland’a yaklaşmaya başladı. “Kimsiniz?” diyerek söze girdi aralarında birkaç adım mesafe kaldığında, bir yandan gözleri Silahşor’un kavradığı silahındaydı. “Roland. Gileadlı Roland.” diyerek soğuk, kuru bir sesle karşıladı adamın yapay gülüşünü Roland. Beyninin içinde ters bir şeyler olduğuna dair bangır bangır bağıran bir uyarı vardı. Adamın gülüşü yüzüne daha çok yayılınca bir iki adım gerileyip etrafa kaçamak bakışlar attı Roland. “Ah, Sai Roland. Biz de sizi bekliyorduk!” diyerek elini ateşin önünde duran ve hala kendisine bakmakta olan iki adama doğru uzattı.

20


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Nasıl, bekliyordunuz?” diyerek sorarken beynindeki uyarıcı artık başını ağrıtacak kadar şiddetlenmişti. Sorunun tersliğinden biraz ürken adam da gerileyiverdi. “Sizi gördük…” dedikten sonra ekledi; “… kasabaya girerken. Ancak seslenemedik, siz de geçip gittiniz ve Moi’nin evine girdiniz. Sizi uyaracaktık ancak arkadaşım, Stu, sizin birkaç dakikaya evden çıkacağınızı söyledi ve iddiaya girdik.” “Eee?” diye sordu adamla arasındaki mesafeyi korumaya çalışan Roland. “Eee’si, biz kazandık ve Stu’nun heybesindeki etleri yiyoruz şimdi!” Karşısındaki adam bunu söyledikten sonra ateşin başındaki adamlar ellerini kaldırmıştı. Sivri ve kalın çubuklara saplanmış, pembeliğini yeni yeni kaybeden etler ateşin korunu kapmış parıldıyordu. “Sizi aramıza davet etsem, hem bu etlerde sizin de payınız var… Bize eşlik eder misiniz?” Davetkâr bir gülümseme ve saygılı bir baş eğiş bu sözleri destekler biçimde vücut bulmuştu adamın yüzünde. Cevap vermedi Roland fakat hafifçe başını sallayıp adama doğru yaklaştı. Dönüp ateşin başına oturdular. Adamlar, pişirdikleri etlerden Roland’a kibarca ve saygılı bir sunuşla ikram ettiler; Silahşor, temkinli bir şekilde etleri ısırmaya başladı. Adamların zaten kendisi hakkında lüzumundan fazla bilgiye sahip olduğunu düşündüğü için soru sormalarına fırsat vermeden söze girdi. “Bu kasabaya ne oldu böyle?” Cümlesini kasaba kelimesini vurgulayarak ve mutlak, kaçamaksız cevap beklediğini anlatabilecek denli sert kurmuştu. Silahşor’u gizliden gizliye süzerek ellerindeki sivri çubuklardan söktükleri etleri yiyen adamlar duraksayıp önce birbirlerine, sonra da aynı anda Silahşor’a baktılar. “Bir fırtına bu kasabayı vurmadan önce balıkçılık yapan, haftada bir barda içip karılarını aldatan adamlardık biz Sai Roland; bilirsin işte…” diye söze girdi Silahşor’u ateşin etrafına buyur eden adam, cümlesini bitirirken göz kırpmıştı. “Sonra bir gün, bir kuraklık çöktü. Önce gölümüz kurudu ve gölde yaşayan yaratıklar kıyıya vurdu. Sonra bir kum fırtınası uzaktan gelip kasabayı sardı. Göz gözü görmeyen bir kum fırtınası çöreklendi kasabamıza ve uzun, çok uzun süreler kaldı üstümüzde… Kimimiz göç etti, kimimiz kalıp mücadele etmeyi seçti. Eh, kalanların büyük kısmı bir süre sonra hayat şartlarından yoruldu; bunaldı. İntihar etmeye başladılar… Önce kim intihar etmişti Stu?” En sağda duran adam bir süre düşündükten sonra gözleri parladı.

21


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Yaşlı Oly…” “Hah, doğru! Önce Oly intihar etti. Sanki daha önce kimse buna cesaret edememiş de birisinin işaretini beklemişçesine peşi sıra ölümler gerçekleşmeye başladı. Size bir şey diyeyim mi Roland; bence insanlar öldükçe fırtına daha da hafifledi!” Adamın bu hararetli anlatımını ve tezini, yanındaki arkadaşları da kafalarını sallayarak onaylamıştı. Silahşor bir yandan dinliyor, bir yandan da etrafı süzüyordu. “Çok az ama gerçekten çok az kişi kaldığında ise bir sabah kumlar dağılıvermişti. Sizi temin ederim ki bu söylediğim gerçek! Çok da uzun zaman geçmedi bunun üstünden…” Silahşor bir yandan çiğnediği etleri yutmaya çalışırken bir yandan elini kaldırıp geldiği yönü işaret etti. “Peki ya o evler?” “Biz yaptık. Ölülerimize saygımızın bir göstergesi olarak.” diye cevapladı ortalarında duran, o ana dek hiç konuşmamış olan adam. Roland’ın zihnindeki çınlama iyice artmıştı. Yalan söylüyorlardı. Bunu hissediyordu. Yemeyi bırakıp ayağa fırladı Silahşor. Bu hareketi, oturan adamları şaşırtmış ve refleks olarak biraz gerilemelerine sebep olmuştu. “Peki ya etler? Hani gölünüz kurumuştu?” Elini her an silahına davranabileceği bir konumda tutmaya gayret ederek adamların tepkilerini gözlemledi Roland. Kendisini yemeğe buyur eden adam, kaşlarını çatıp ayağa kalkmış “Terbiyesizlik ediyorsunuz Roland! Siz her ikrama böyle mi yaparsınız!” Adamın belli etmemeye çalışarak kendisine yaklaşmasına karşılık elini silahına götürdü ve kendi üstüne doğru atladığı anda silahını çekip ateşledi. Gürültülü bir ses çıktı, silahı titreyerek ateşlendi ancak sanki bu hiç olmamış gibi adam üstüne atladı ve Silahşor’u yere yıktı. “Iskaladın!” diye bağırdı. Adam bağırmıştı ama ses sanki başkasından çıkmış gibiydi. Böyle bir şey olamazdı. O silahşordu, ıskalamazdı. Iskalamadığına emindi. Bir tekme salladı, tutturamadı. Üstündeki adama karşı mücadele ederken diğerlerinden birisinin yaklaştığını fark etti. Gelen diğer adam uzanıp Silahşor’un kolunu tuttu ve atik bir hareketle eğilip ısırmaya başladı. Canı yanıyordu Roland’ın ve diğer elindeki silahını güç bela doğrultup ateşledi. *** 22


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Acıyla irkildi. Silahı ateşlenmiş fakat vurduğu şey karşısında duran dolap olmuştu. Kolundaki sızlamayı acıya dönüştüren ise iri bir böcekti. Kolunun omzuyla arasında kalan kısmından büyük bir ısırık almıştı. Silahşor tiksintiyle böceği ezip ayağa fırlayarak cama koştu. Gün yeni ağarıyordu. Uyuyup kalmıştı. Rüya görmüş gibi hissetmiyordu hiç, camdan dışarı çıkarttığı yüzünü kaplayan basık hava tanıdık geliyordu… Ve ağzındaki et tadı. Dönüp yerdeki böceğe baktı. Sonra da kapağından vurduğu dolaba. “Ölülerimize saygımızın bir göstergesi olarak…” sözü yankılandı zihninde. Dolaba bakarken, garip bir huzursuzluk hissetti ve ayakkabısının ucuyla kapağı ittirip kapattı. Uyurken böcek tarafından ısırılınca refleksle ateşlediği silahından çıkan kurşun, dolabın kapağının tam ortasını delip geçmiş ve arkasındaki duvara saplanmıştı. Kapak kapatılınca da delik tam ortaya denk gelmişti. Böceğin ısırdığı sağ kolunu birkaç kez kaldırıp indirdi. Zehirlenmiş olsa şimdiye hissizleşmeye başlardı… Bir fark hissetmiyordu. Havadaki elini uzatıp dolabın üstündeki deliğe dokundu. Sıcaklığı yeni kayboluyordu. Sıcaklık düşüncesi rüyasında gördüğü, ateşin etrafında şarkı söyleyip et kızartan adamları hatırlattı Silahşor’a. Söyledikleri şarkıyı anımsaya çalıştı ama başaramadı. Bir tek Can-Ka No Rey’den bahsedildiğini anımsayabilmişti; onu da, duyduğu anda şaşkına döndüğü için netleştirmişti zihninde. Pencereden dışarı bakarken içini çekti. Nasıl bir kasabadaydı? Kendisini dev bir mezara diri diri girmiş hissetmesi boşuna olmasa gerekti… Kasabanın “meydan” gibi görünen geniş boş arazisini geçince karşısına çıkan terk edilmiş barı anımsadı. Orası da mezar olamazdı ya! Çıktığı merdivenlerden geri inip kasabanın ürpertici sessizliğine inat, sert adımlarla yürüyerek bara doğru ilerlemeye başladı. *** Ahşap, iki parçalı bir kapı ve üfleyince yıkılacakmış gibi görünen ahşap bir yapı. Barı tarif edebilecek tek ifade bu olurdu. İçeri girdiğinde bir süre kapının sallanıp gıcırdamasına katlandı Silahşor ancak kısa süre sonra bu ses kesiliverdi. Yan yana ve ard arda dizilmiş güdük masalar, masaların üstüne ters konulmuş sandalyelerle bar yeni kapanmış veya yeni açılmış bir izlenim veriyordu. Sağlı sollu masaların arasındaki koridor gibi yerden yürüyerek tezgâha geçti Roland. Tezgâhın önünde dizilmiş, pek de sağlam olmadıklarını hissettiren taburelerden birine sıçrayıp oturdu ve tezgâhın arkasında yükselen raflara gözünü dikti. Bazısı boş, bazısı yarı dolu ve bazısı da daha açılmamış irili ufaklı şişeler duruyordu. Bir müddet sonra şişelerin içine değil, camlarındaki yansımasına baktığını anlayınca zihnini de serbest bıraktı Silahşor. Zihnini ve beraberindeki fikirleri bir at gibi; şüphe ve paranoya çayırına salıvermişti.

23


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Bu kasabaya ne olmuş böyle?” diye, sadece içinden geçirdiğini düşündüğü soruyu dalgınlıktan sesli söylemişti. Önce kendi sesinden irkildi, sonra başka bir sesin yankısı belirdi kulaklarında: “Bir fırtına bu kasabayı vurmadan önce balıkçılık yapan, haftada bir barda içip karılarını aldatan adamlardık biz Sai Roland; bilirsin işte…” Rüyasındaki, ateşin başında duran adam böyle açıklamıştı. Sonrasında birkaç cümle daha gelmişti ancak Silahşor hafızasını ne kadar zorlarsa zorlasın anımsayamadı sohbetin akıbetini. Bir tek, omzundaki sızıyla uyandığı an kalmıştı devamında… Rüyasından kalmayan, zihninin de bir ürünü olamayacak kadar taze bir ses yükseldi tezgâhın arkasından: Bir hıçkırık. Doğal olarak şüphe ile yaklaştığı bu melodik çığlık tekrarlanınca merakla başını uzatıp tezgâhına arkasına baktı. En uçta, karanlığın ve duvarların gizlediği yerde diz çöküp dertop olmuş bir bedenden yükseliyordu ses. Omuzları inip kalkıyor, elleriyle duvara dönmüş yüzünü gizlediği belli oluyordu meçhul ağlak bedenin sahibinin. Bir süre sessizce izledikten sonra ayakuçlarında ilerleyip tezgâh üstünde kayarak yaklaştı meçhule doğru. Bunun bir tuzak olduğunu bağıran beynine itaat etmeyip belindeki silahına doğru uzanmayan kemikli, iri elleri tezgâhın üstündeki kayışına destek olurcasına ilerliyordu ahşap yüzey üstünde. En nihayetinde omuzları inip kalkan bedenin hemen üstünde duran kısma varmıştı Silahşor. Bir müddet, ağlamasını dinledi. Bir kız olduğunu saçlarının örülüp iki yandan salınmasıyla ve ağlayışındaki naiflikten anlamıştı Silahşor. Kaç zamandır çatık duran kaşları ve sıkılı yumrukları yumuşamıştı. Başına saplanan bir ağrının yadigârı kalan sıktığı dişleri dahi çözülüveriyordu neredeyse. “Neyin var?” diye temkinli bir şekilde başını uzattığı tezgâhın üstünden seslendi usulca. Hıçkırıklar ve inip kalkan omuzlar kesildi. Hayret içeren bir durgunluktu bu. Akabinde de korku geldi: Ellerini yüzünden çekip başının üstüne koymuş, daha da dertop olmuştu. “Lütfen! Daha fazla yapma! Canım yanıyor artık!” diye bağırdıktan sonra tekrar hıçkırığa boğulmuş olan kızın sözlerine cevaben önce barda başka birisinin oturup oturmadığını kontrol etti, sonrasında sözün kendisine söylendiğini anlayınca irkildi Silahşor. “Ben o değilim hanımefendi, sizi temin ederim; daha önce sizi hiç görmediğime de yemin edebilirim…” diye karşıladı kızın yakarışını. Tekrar kesilen bir hıçkırık sekansı izledi bu sözleri. Sonrasında ürkek bir şekilde, eller arasına alınmış kafası dönüp bir gözüyle Silahşor’a baktı. Koyu karanlıkta bile belli olan yemyeşil bir gözdü bu. Üstünde dolaşırken bakışı, ürperdi Silahşor.

24


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Eskide, çok eskide kalmış birisini anımsatmıştı. Belki de daha tanışmadığı! Kim olduğunu bilemedi. “Sen o değilsin. Onlardan birisine de benzemiyorsun…” diyerek onayladı küçük bir kız olduğu bakışından daha iyi anlaşılan, ağlaması bir nebze kesilmiş olan meçhul kız. Silahşor’un yüzü ‘Ben demiştim’ minvalinde aydınlanınca kızda da histerik bir gülümseme belirmişti. Bu gülümseyişten de cesaret alan Roland, uzattığı elleriyle kızı tezgâhın arkasından çıkarmak istedi ancak birkaç saniyeliğine Silahşor’a doğru uzansa da tekrar duvarın dibine dönmüştü. Bu birkaç saniyelik yönelimden dahi kızın canını yakanın ne olduğunu anlamıştı Roland. Kızın yüzünün yarısı parçalanmıştı. Belki bir yanıktı, belki de… Kolunu tutup ısıran adamı hatırladı Silahşor. Rüyası tamamen hayal parçalarının birleşmesi miydi yoksa gerçeğin ilamı mıydı? Hatırlayamadığı ayrıntıların çok önemi var mıydı; bilmiyordu! “Sana ne oldu böyle?” diye sıcak ve yakın olmaya çalışan bir ses tonuyla kızın, kendisine odaklanmış tek gözüne dikti gözlerini. Kız, eliyle saçlarını düzelttikten sonra çenesini hafifçe kaldırarak konuştu: “Ne olmuş?” O yaşlarda çoğu kızn hissettiği gibi kendisini bir prenses olarak hissediyor ve babasından başka herkese, hele Roland gibi yabancı bir erkeğe, karşı dirayetli bir duruş sergiliyor olmalıydı. Söze doğrudan giremeyeceğini anlayan Roland, taktik değiştirdi. “Sizin gibi güzel bir hanımefendinin böyle bir yerde, hem de tek başına, ne işi var?” diyerek kızın gözüne bakmayı sürdürdü. Bu sefer kızın hoşuna gitmişti girişimi. Tekrardan kaldırdığı çenesine mukabil parlamış olan gözünü Roland’a dikti. “Çünkü; öyle olması gerekiyordu!” İlk kelimesinin sonundaki ü’yü uzatınca yaşı gereği sahip olduğu tatlı konuşma aksanı ortaya çıkmıştı. Yıpranmış, kimbilir eskiden ne renkte olduğu halde güneş görmemekten ve bakımsızlıktan iyice yağlanmış saçlarının alnına düşen bir zamanlar özenle bukle halinde tarandığı çok belli olan kısımlarını arada bir eliyle geriye doğru atıyor; yüzünün hasar görmüş olan kısmını karanlıkta tutmaya özen gösteriyordu. Bütün bu yabani tavırlarına karşın konuşması aslını ortaya koyuyordu: Küçük bir kızdı henüz! “Niye böyle olması gerekiyormuş peki?” diyerek sorarken elini beline doğru götürdüğünü fark etti Silahşor. Kızın tavırlarında huzursuz edici bir şeyler sezmiş olmalıydı ki içgüdüsel olarak korunma ve savunma ihtiyacı duymuştu.

25


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kız bu soruya cevap vermedi. Başını hafifçe kaldırıp (tabii yüzünün görünmesini istemediği kısmını ustaca gizleyerek) Silahşor’a baktı. Gözü belindeki silahı görene dek saçlarından başlayıp aşağı kadar indi. Silahşor, yüzündeki her bir çizgide durduğunu görebiliyordu. Hepsinin hikâyesini tek bakışta çözebilecek kadar güçlü bir süzüştü yaptığı hareketin Silahşor’un zihnindeki etkisi. Vücudundaki yaraları görseydi onları da çözümleyene kadar oyalanırdı gibi gelmişti Silahşor’e. Silahına ve silaha doğru uzanmış eline gelince durdu gözbebeğinin hareketi. O an, tehlikede olduğunu hissettiren başağrısı tekrar peydah olmuştu Silahşor’un zihnine. Kızın, silahını görünce duran ve içten içe parlayan gözbebeği tehlike çanının ta kendisiydi. “Ah… Sen, O’sun. Silahşor?” diyerek geri çöktü yükseldiği duvar dibine. Başındaki ağrı had safhaya ulaşırken gece gördüğü rüyadaki tanışma anını anımsadı Roland. Kendisini beklediklerini söyleyen, güvenilmez görünen üç adam. Kendisini kasabaya girerken gördüklerini söylemişlerdi. Bir kaşı istemsizce kalktı Roland’ın. “Sen beni tanıyor musun bakalm?” diyerek öne doğru eğildi hafifçe Roland. Kız başını sallayarak onayladı. “Evet. Seni kasabaya girerken görmüştüm…” Bu, tamamen tanıdık bir diyaloğun başlangıcı gibiydi. Devamında neler geleceğini bilmiyordu ama acı hissini şimdiden duyumsamıştı. Omzundaki böcek ısırığı sızladı. Bunun gerçekten bir böcek ısırığı olup olmadığından şüphelenmeye başlamıştı. Tekrardan, kıza odaklandı. “Önümden geçip gittin, Silahşor. Ben de seslenmedim, nasılsa dönersin diye…” Cümlesini destekleme adına eliyle bar kapısını gösterdi; sonra da işaret ettiği elini bilekten aşağı eğip işaret ve orta parmaklarını kullanarak yürüyen bir adam figürü çizdi havada. Kızın sesinin ve hareketlerinin hipnotize edici bir etkisi vardı. Silahşor, dilini ısırıp kanattı ve kanayan kısmı emerek zihnini berrak tutmaya çalıştı. Bunda çok da başarılı olduğu söylenemezdi. Kızın sesi kulaklarına dolmaya devam ettikçe gözüne önce siyah bir perde inmişti ancak bir süre sonra siyahlık kırmızılaştı ve gözünün önünde turuncumsu bir tona dönüştü. Renk parlaklığını kaybettikçe manzara belirginleşti ve Silahşor, bu kırmızı cümbüşün sebebinin içinde bulunduğu barın yanıyor olmasından kaynaklandığını anladı. Gözü kızın üstünde olduğu halde etrafı kontrol etmeye başladı Roland. Bir nevi zihin oyunuyla karşı karşıya olmalıydı ama nedenini çözemiyordu: Bu bir tuzak mıydı, yoksa uyarı mı?

26


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Aklı sorularla doluyken birkaç dakika önce ısırdığı dilini katlayıp boğazına doğru yuvarladı ve damağına hücum eden birkaç damla sıcak kan, tekrardan kızın sesine odaklanmasını sağlamıştı. Yakıcı olmayan bir alevin içinde, gözünü ve kalbini tamamen karşısında duran kıza yöneltmişti. Bir şarkı söylüyordu yeşil gözünü Silahşor’a dikmiş olan kız: “Göğün yere değdiği yerde duracak/ Ve göğü üstümüze yıkacak/ Laneti dağıtıp külleri üfleyecek/ Üstümüzdeki laneti/ Avuçlarının içinde unufak edip/ Üfleyecek/ Ta ki yer göğe değmeyene dek” Ayak bileklerinde bir acı hissetti Roland. Karşısında duran kızın etrafını sarmış olan alevler kendi üstüne de sıçramıştı. Dilini birkaç kez daha ısırmasına karşın ne acı geçti ne de görüntüler; kız şarkısını bitirince sanki şarkı süresince etrafında yavaşlayan zaman ve mekân döngüsü, yavaşladığı süreci telafi etmek istercesine göz açıp kapayıncaya dek tüm vücudunu alevlerle sarmalayarak nihayete ermişti. Tüm görüş mesafesi önce kızıla bulanıp sonra kararırken son gördüğü şey ayağa kalkıp ellerini iki yana açmış ve alevlerce kuşatılmış olmayı sorun etmiyormuşçasına, gülümseyerek kendisine bakan küçük kız olmuştu. Gülüşünde farklı birşeyler vardı… Bunun bir tuzak değil de bir uyarı ve hatta bir yardım çığlığı olduğunu o an anladı Silahşor ve acıyla sarsılarak, başını kollarının üstüne yasladığı bar tezgâhında uyanıverdi. Acıya yol açan şey, sokağın yukarısındaki evde omzunu ısırana benzer bir böcekti. Paçasından içeri girmiş ve bileğinden dişlemeye başlamıştı. Ayağını sallayınca düştü, fakat Roland onu ezemeden kaçıverdi. Birkaç saniye boyunca nerede olduğunu anımsamaya çalıştı, en sonunda bara girdiği ana dönebildi. Sonrasında tezgâhın arkasında duran kızla yaptığı konuşmanın kalıntıları üşüştü zihnine. İstemsizce başını kaldırıp tezgâhın köşesine bakmaktan kendini alamamıştı. Orada gerçekten de bir karartı vardı… Atik bir hareketle bar tezgâhının arkasına geçip köşeye doğru ilerledi ve karartının yanına vardığında çürümüş ahşap kokusunun bile gizleyemediği bir kokuyla karşı karşıya kaldı: Çürümüş ceset kokusu. Duvara dayanmış duran, iki büklüm vücudu kaldırıp kendisine çevirdi Silahşor. Bu, rüyasındaki kızdı. Alevler yaratan. Gizlediği yüzünün ardından bilgiç bir şekilde yüzüne diktiği yeşil gözüyle bakan kız. “Ah… Sen, O’sun. Silahşor?” Kızın, yüzünün yarısını neden gizlediğini şimdi daha iyi anlıyordu Silahşor. Böcekler veya başka bir şey/kişi tarafından parçalanmış; derisinin altındaki kafatasının kemikleri belli olacak denli soyulmuştu. Ateşin başında duran adamların kızarttığı etler aklına gelince, damağında kalan tattan neden iğrendiğini anlamıştı Roland.

27


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kızın söylediği şarkı kulaklarına tekrar doldu. Ancak bir farkla: Bir önceki gece gördüğü rüyadaki adamların şarkısı da eklenmişti bu kez… Melodiler uyuşmuş, sesler üst üste binmişti: “En sonunda çağıracak/ Çağıracak bizi/ Ateşin küle döndüğü yerde bekleyen/ Tekrar yakmak ve üfleyip kül etmek için/ Can-Ka No Rey’in ötesinde bekleyen/ Yeni bir ateş doğacak/ Ve göğü kaplayacak/ Ta ki gök, yere değene dek/ Göğün yere değdiği yerde duracak/ Ve göğü üstümüze yıkacak/ Laneti dağıtıp külleri üfleyecek/ Üstümüzdeki laneti/ Avuçlarının içinde unufak edip/ Üfleyecek/ Ta ki yer, göğe değmeyene dek” Bar tezgahının arkasında, kollarında 13-14 yaşlarında bir kızn yarısı yenmiş cesedi dururken; Kızıl Kral’a yazıldığı belli olan ve kızın bahsettiği laneti çözmesi muhtemel şarkıyı tekrar tekrar dinledi Silahşor. Ağlayabilseydi, yapardı. *** Ölümü bile kaçıran bir adam geçmişti bu topraklardan. Şimdi etrafta kol gezen ve insanı ısıran rüya-hayaletlerini bırakıp da tüm kasabayı yerle yeksan eden bir adam. Uzaktan bakınca veya rüyalara biraz daha güçlü dalınca hala hayat sürdüğüne yemin edebileceğiniz bir kasaba yaratan bir adam. Büyücü. Siyahlı adam. Veya bazı topraklarda bilindiği adıyla Randall Flagg. Sadece kendisine bir tuzak olsun diye bunu yaptığına inanmıyordu Silahşor. Eğer bunu istese, daha güçlü bir set kurardı önüne. Bunu yapmıştı, çünkü canı böyle istemişti. Veya barda içkisi geç gelmişti, ya da başka türlü şeyler. Neticede kasabanın bir kısmını öldürüp, mezar olarak tasarladığı evlere yerleştirmiş; diğer kısmını ise rüyalarda kullanılabilecek birer katil yapmıştı. Belki yamyam. Ürperdi Silahşor. İki gündür tek bir rüzgârın bile esmediği sokaktan minik bir meltem geçmişti sanki. Bir tutam tütünü ağzına atıp çiğnemeye başladı. Hem dilini ısırmaktan daha kesin bir çözümdü hem de bir önceki gün dilinde açtığı yaralar henüz geçmemişti. Kasabaya veda etmeliydi artık. Yoluna devam etmeliydi. Peşinde bir lanet bırakmadan sürmeliydi büyücünün izini. Tütünü ağzında döndürürken kasabaya son kez baktı ve birbiri ardına dizilmiş devasa mezarlara olabildiğince saygı duyduğunu ifade etmek için gözlerini yumup başını hafifçe öne eğdi. Avuçlarının içinde döndürüp durduğu çakmağını yakıp yere fırlattı. Önce cılız bir kırmızılık yerden fırladı, ilerledikçe hem gür ve büyük hem de turuncu bir hal almıştı. Tüm gece boyunca barın arkasındaki depoda bulduğu fıçılar dolusu arpa suyunu kasabanın iki yanına ayrılan mezar-evlerin önüne dökmekle uğraşmıştı ama şimdi gördüğü manzara, buna değdiğine inandırıyordu Silahşor’u.

28


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kasabayı bir anda saran devasa alevler yolun iki yanını duman altına almış, siyah ve turuncu karışımı bir renkle göğe yükselmeye başlamıştı. Yukarı çıktıkça incelen ve gittikçe küçülen dumanlar bir kasaba dolusu ölüm büyüklüğünde bir kule şekli ortaya çıkarmıştı. Gök, yere değiyordu. Roland’ın ayağının biraz ilerisinde başlayan ve cılız kaldığı için kızıl rengini muhafaza eden alevler de Kara Kule’nin önündeki gülleri andırıyordu. O kadar sahici bir görüntüydü ki, Roland ayağını uzatsa bahçeyi geçip Kule’ye girebilecek gibiydi. Bunu yapmadı. Sırtını dönüp, yüzünün yarısı yenmiş veya yanmış kız sayesinde kurtardığı; çektiği acılar son bulan ve taşıdıkları lanetin yükü fazlasıyla uçup giden kasaba halkının küle dönüşecek bedenleri için dua ederken saygısızlık olmasın diye dilinin üstünde acımsı bir tat bırakan tütünü tükürmeyi ihmal etmedi Silahşor. Ve yoluna devam etti.

SON

Not: Bu öykünün Stephen King’in “Kara Kule” evreninde kronolojik olarak yer alması gerekseydi 1. ve 2. kitapların arasına denk düşerdi. Tabii bir de; okuyacak kadar sabırlı olan herkese teşekkürler. –A. Kaya

_____

29


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

30


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

KADERİN DÜŞÜŞÜ Denaro Forbin | Bahri Doğukan Şahin İLHAM ALINAN ESER: ZAMAN ÇARKI

Zaman Çarkı döner ve Çağlar gelir geçer, efsaneye dönüşen anılar bırakır. Efsaneler solarak mite dönüşür, onu doğuran çağ yeniden geldiğinde mit bile uzun zaman önce unutulmuş olur. Bazılarının Üçüncü Çağ dediği, henüz gelmemiş ve uzun zaman önce geçmiş bir Çağ’da, Caralain Otlağı denen büyük ovada bir rüzgâr yükseldi. Rüzgâr başlangıç değildi. Zaman Çarkı’nın dönüşünde başlangıçlar ve bitişler yoktur. Ama bu, bir başlangıçtı. Oturduğu yerden ayağa kalkan Rand, karşısındaki duvarda asılı olan Kılıç Olmayan Kılıç’a, Callandor’a uzandı. Yüzüne bakan herhangi biri endişeli olduğunu rahatlıkla anlayabilirdi. Pimi çekilmiş bir bomba gibiydi adeta, ne Mat yaklaşabilmişti yanına, ne de Perrin. Ve şimdi Rand’ın ayaklanması başta ikisi olmak üzere Egwene, Elayne, Nynaeve ve Moiraine’ı da hem şaşırtmış hem de hareketlendirmişti. Hepsi pür dikkat Rand’ı izlemekteydi. Rand’ın ağzından çıkacak olan kelimelere odaklanmışlardı büyük bir dikkatle. Çıt çıkmıyordu. Etrafa sessizlik hâkimdi. Bu sessizliği Rand’ın bozmasını bekliyordu her biri, aksi bir durumu düşünmek bile istemiyorlardı. Rand, Callandor’u eline aldı. Sanki ilk defa görüyormuşçasına şaşkın bakışlarla kılıcı süzmeye başladı. Bir müddet sonra kafasını kaldırdı ve karşısında kendisine bakmakta olan altı kişi gördü. İki ta’veren ve dört Aes Sedai. “Ben bir çiftçiyim,” diye söze başladı Rand. “Yani çiftçiydim. Emond Meydanı’nda. Ah, Işık! Sıradan bir hayatım ve yalnızca kendimle ilgili sorumluluklarım vardı. En büyük derdim acaba domatesler sulandı mı sulanmadı mı ikilemine düşmekti. Peki ya şimdi?” Sorusuna cevap beklermiş gibi karşısında duran kişilere baktı. Perrin’e, Mat’e, Egwene’e ve diğerlerine. Biraz önceki sessizlik kendini tüm şiddetiyle yineledi ve bir kez daha sessizliği yaran isim Rand oldu.

31


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Şimdi… Işık, ben kimim? Şimdi ise Yenidendoğan Ejder olduğum söyleniyor. Bunu ben istemedim. Seçme fırsatım olsaydı bile böyle bir kaderi seçmek istemezdim. İnsanlığın geleceği benim ellerimde.” Callandor’u havaya kaldırarak daha yüksek bir sesle konuşmasına devam etti. “Emond Meydanı’ndaki Rand artık yok! Yenidendoğan Ejder olmanın tüm sorumluluklarını sırtında taşıyan Rand var artık. Desen’e dokunma vakti gelmiştir. Rand al’Thor yaşadığı müddetçe Zaman Çarkı dönmeye devam edecektir. Aksi halde Çark yara alacaktır ve dünyanın kaderi ebediyen değişecektir.” Rand sustu. Arkasını döndü ve az önce kalkmış olduğu tahta döşemeye tekrar oturdu. Callandor elinde tüm ihtişamıyla parlamaktaydı. Kılıcı, kabzası yere değecek şekilde duvara yasladı. “Işık, neden konuşmuyorlar?” “Benim Yenidendoğan Ejder olduğumu inkâr edenler de var, bu gerçeği hepimiz biliyoruz, inkâr edemeyiz. Tar Valon’da, Arafel’de, Caemlyn’de, Tarabon’da ve daha birçok şehirde ortaya çıkan sahte ejderler halkı galeyana getirmekteler. İnsanlar büyük bir bilgi kirliliğine maruz kalıyorlar. Kötü günlerdeyiz. Kötü. Bu kötü günleri geride bırakmamız gerekiyor. Bastırılan tüm sahte ejder vakalarında onlarca, yüzlerce insan ölmekte, akan kanı bir an önce durdurmalıyız. Bir an önce!” Son cümleyi adeta kükrercesine söylemişti Rand. Egwene ürkmüştü. Rand’ı ilk defa bu kadar sinirli şekilde görüyordu ve bu durum kendisini kötü hissetmesine sebebiyet veriyordu. “Sakin ol, Rand, lütfen. Işık! Ağzımı açmamalıydım.” Egwene’in sesi çok cılız çıkmıştı. Odada bulunan herkesin bakışları bir anda Egwene’e kaymıştı. Rand’ın bile. Egwene’nin yüzü kızardı. İçten içe kendini yediği belli olmaktaydı, bunu da en iyi Aes Sedailer bilirdi. Kadınların halinden yalnızca kadınlar anlar, derdi her seferinde Moiraine. Yüzünü yere doğru eğmiş bir vaziyette bu sözü düşünüyordu Egwene. Ta ki Perrin’in sesi boş odada yankılanana dek. “Yalnızca üç sahte ejder kaldı Rand. Artık önümüzü çok daha net bir şekilde görebileceğiz. Eğer planımızda herhangi bir aksaklık çıkmazsa bugün sahte ejderlerin sayısı ikiye düşecek. Güçlü ol. Bizler senin yanındayız. Mat ve ben, bizler birer ta’vereniz, unuttun mu? Desen’e dokunmak üzere, dünyanın kaderini değiştirebilecek olan güce sahip kişileriz. Bizleri hafife alma dostum. Bu işi, bugün hep birlikte başaracağız.” Sözlerini bitiren Perrin’in altın sarısı gözleri odanın içerisindeki dört Aes Sedai’nin üzerinde tek tek gezindi. Her biri kendisiyle aynı fikirde olduğunu belirtircesine kafalarını aşağı yukarı sallamaktaydılar. Mat ise hayallere dalmıştı yine. “Işık, aklı zar oyununca kalmış olmalı!” “Mat?” “Ha, evet, elbette,” diye homurdandı Mat, son konuşulanları dinlemediği nasıl da belli oluyordu. Perrin bu konuda Mat’le zar atsa mutlaka kendisinin kazanacağını düşündü. Gülümsedi. 32


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“O halde gidelim,” dedi konuşulanları en başından beri büyük bir dikkatle dinleyen Nynaeve. “Evet, gidelim,” dedi Rand, iki ta’veren ve Aes Sedailer’in odayı terk etmesinin ardından. “Işık, bana yardım et! Beni koru, Işık!” *** “Biraz dinlensek hiç fena olmaz,” dedi Egwene yüksek bir sesle. Elayne ile birlikte grubun en arkasında atlarını sürmekteydiler. “Az kaldı, dinlenerek vakit kaybedemeyiz,” diye yanıt verdi Perrin demircilere özel kaslı kollarıyla atının eyerini düzeltmeye çalışırken. Rand konuşulanları duymasına rağmen herhangi bir tepki vermedi, tıpkı diğerleri gibi. Aynı tempoda atını sürmeye devam ediyordu. Aklından onlarca ve belki de yüzlerce düşüncenin film şeridi gibi geçtiğine şüphe yoktu. Yenidendoğan Ejder olduğunu öğrendiği günden beri yavaş yavaş çökmüştü. Yüzü gülmez olmuştu. Sırtındaki ağır yükü daha fazla taşıyamayacağından korkuyordu herkes. Yolculuğa çıkmadan önce söylediği cesur sözleri de içten ve gerçekten istediği için söylemediği bariz bir şekilde belliydi. Bu herkesin ortak düşüncesi olmasına rağmen kimse Rand’ın sözünü kesmek istememişti. “Sahte ejderi bulduğumuzda, onun gerçek ejder olduğunu sanıp, ona hizmet edenlere karşı nasıl bir strateji uygulayacağız? diye bir soru sordu ortaya Elayne, kimsenin söze karışmasını beklemediği bir anda. “Yani demek o ki, muhtemelen azınlık olan taraf biz olacağız. Gerçekten onlara karşı gelebilecek miyiz?” Elayne’nin bu sözleri Moiraine’ı gülümsetti. Ama bu gülümsemeyi kimsenin gördüğü söylenemezdi. “Haklarından geleceğiz, buna kimsenin şüphesi olmasın,” dedi Perrin ve ardından sözlerini kahkahalarla güçlendirdi. “Hele de yanımızda sizin gibi güzel ve alımlı Aes Sedailer varken. Şans bizden yana, kim ne derse desin.” Tekrar bir kahkaha tufanına start vermişti ki Mat’in kulak tırmalayıcı sesi kahkahasını böldü ve grup üyelerinin kulaklarında çınladı. “Bu kadar emin olmamalısın Perrin Aybara.” Sesine otoriter bir tını hâkimdi ve Mat’e yakışmayacak biçimde bir ciddiyet vardı yüzünde. Perrin bu söze bozulmuş olacak ki karşı bir cevap verme gereksinimi duymadı. Bir süre sessiz bir şekilde sürdüler atlarını. Rüzgâr her geçen dakika biraz daha hissedilir olmaya başlıyor ve kafileyi olumsuz yönde etkiliyordu. Hızları hatırı sayılır bir miktarda azalmıştı. Bulutlar gökyüzünde bir toplantı yapıyormuşçasına bir araya toplanmışlardı. Sıradan bir yaz gününde, bu saatte gökyüzünün açık ve bulutsuz olması gerekirken şu an için tam tersi bir durum söz konusuydu. Ve yine

33


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

sıradan bir yaz gününde, havanın kararmasına epey bir zaman olması gerekirken, tam şu anda gökyüzü kararmaya başlamıştı bile. “Yolculuk için yanlış bir zaman seçmişiz gibi görünüyor,” dedi Rand ve ardından ekledi, “bir mağara bulursak eğer, az sonra başlayacak olan şiddetli yağmura maruz kalmamış oluruz. Bu cümlenin üzerine grup üyelerinin hiç birinden ses çıkmadı. Fakat herkesin zihnindeki düşünceler bir an için yer değiştirmişti. “Bir mağara bulma” düşüncesi her birinin zihnindeki hayali ringin şampiyonu olarak ilk sıraya yerleşmişti. Ve şimdi Rand dâhil hepsinin gözleri bir mağara bulma ümidiyle çevrelerindeki geniş alanı batıl bir huşu içinde taramaktaydı. *** Yağmurun geleceğini Rand al’Thor ön görmüştü ve bu yüzdendir ki şimdi ıslanmayacakları bir yerde, emniyetli bir mağaradaydılar. Moiraine başta olmak üzere Aes Sedailer mağarada bulunmaktan hoşnut değillerdi. Ve bunu dışa yansıtmamak adına da herhangi bir çaba sarf etmiyorlardı. Kendi aralarında yüksek sesli sohbet ediyorlardı. Perrin, Mat ve Rand da Aes Sedailerin sağ çarprazında, mağaranın hemen girişinde oturuyorlardı. Onların da içerisinde bulundukları durumdan memnun olmadıkları söylenebilirdi lakin Aes Sedailerin aksine tek bir çıt dahi çıkmıyordu üçünden de. Sessizce yağmurun dinmesini bekliyorlardı veya dinmesini umuyorlardı. Mağaranın girişi çakan şimşeklerin etkisiyle yaklaşık on saniyede bir aydınlanıyordu. Bir belirip bir kaybolan bu ışık, Işık’ın bir lütfu olmalıydı herhalde. Daha sonra bir şey oldu. Ardından birkaç şey daha oldu. Önce çakan şimşekler dindi. Sonra rüzgârın şiddeti azaldı. Ve son olarak yağmur etkisini yitirdi. Birkaç dakika sonra ise bu üç doğa olayından eser kalmadı. Ortam ölüm sessizliğine büründü. Bu sessizlik uzun sürmedi. Sessizliğin bitişini bir kütültü müjdeledi. Kulakları sağır edebilecek denli şiddetli bir kütültüydü bu. Bir süre sonra o da son buldu. Aes Sedailer ve ta’verenler neye uğradıklarını şaşırmışlardı adeta. Bu ilginç olaylar silsilesinin bittiğine kanaat getirerek mağaradan çıktılar. Ama yanılmışlardı. Gökyüzünde, havayı yararak büyük bir hızla aşağı doğru düşmekte olan devasa bir ışık huzmesi gördüler. Huzme, bir güneş misali etkili bir ışık yayarak geceyi gündüze çevirdi. Bir yıldız mı kayıyordu? Ama neden aşağı doğru kaysındı ki? Bir meteor mu düşüyordu

34


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

yoksa? Kimse bilmiyordu. Bilinen tek gerçek birkaç saniye içinde ışık huzmesinin yeryüzüne düşecek olmasıydı. Sonrası ise büyük bir muamma. Beklenen oldu ve devasa ışık huzmesi, az önce çıkmış oldukları mağaranın önünde uzanan uçsuz bucaksız ve belki de sahipsiz bir ovaya düştü. Hoş, bu ovada toprak sahibi olan çiftçiler var idiyse bile, bu dakikadan sonra bu toprağı işleyemeyeceklerinin farkına varacaklardı birkaç gün içinde. Herkesin bir anda gözleri kamaştı. Elleriyle gözlerine siper ederek devasa ışık topuna bakmaya çalışıyorlardı ama nafile. Yayılan ışık büyükçe bir alanı etkisi altına almıştı. Kimse cesaret edip de konuşamamıştı. Bir ses duyuldu. Sesin şiddeti dağları bile yerinden oynatacak denli şiddetliydi. Konuşmadan önce boğazını temizleyen bir insanı andıran homurtu duyuldu ilk başta. Sonra konuştu. Neyin veya kimin konuştuğu hakkında bir bilgi sahibi değillerdi. Ama konuşan bir şey vardı ortada. Bir şey. Gizemli bir şeyden yükselen gizemli bir ses. “ZAMAN ÇARKI İŞLEVSELLİĞİNİ YİTİRMİŞTİR. ÇARK, DESEN’E DOKUNMAYACAKTIR ARTIK. YAŞAYAN HER CANLI KADERİNİ KENDİ TAYİN EDEBİLME ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİP OLACAKTIR. BUNDAN BÖYLE HER ÇAĞ’DA YENİDEN DOĞAN ‘YENİDENDOĞAN EJDER’ VE ONUN KADERİNE BAĞLI OLARAK YAŞAYAN TÜM CANLILARIN KADERLERİNİN BELİRLENMESİ GİBİ BİR DURUM SÖZ KONUSU OLMAYACAKTIR. SİZLER, BU SÖZLERİMİ DİĞER CANLILARA ULAŞTIRMAKLA YÜKÜMLÜ OLAN VE HİÇBİR ZAMAN BENİM VARLIĞIMDAN ŞÜPHE DUYMAYAN, BENİ SORGULAMAYA KALKIŞMAYAN SEVGİLİ KULLARIMSINIZ. BEN SİZİN TANRI’NIZIM. BEN, SİZİN IŞIK’INIZIM. IŞIK SİZİNLE!” Ve ışık huzmesi aynı şekilde geldiği yönden gökyüzüne doğru yükseldi. Birkaç dakika sonra da tamamen kayboldu. Bir süre gündüzü yaşayan gece tekrar eski formuna kavuştu. Vahiy istenildiği yere ulaşmıştı. Rand al Thor, Matrim Cauthon, Perrin Aybara, Egwene al’Vere, Nynaeve al’Meara, Moiraine Damodred ve Elayne Trakand, her birinin ruhu bir süreliğine hipnotize olmuştu. Şaşkınlıkları hat safhadaydı. Hiç biri konuşmadı.

_____

35


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

36


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

İÇ İÇE Banu Taylan İLHAM ALINAN ESER: AYNA İÇİNDE AYNA BİR LABİRENT

UÇSUZ BUCAKSIZ YERLERDEN BİRİNE DÜŞÜNCE DİŞİ ZİLALİ, GÖZGÖZE GELDİ CAM KAPSÜLDEKİYLE. Ayıramıyordu gözlerini ondan. Kavanozdaki yaratığın kocaman renkli gözleri ona bakıyordu. Kitlenmişlerdi. Zilali kendisini uzaklaştırmaya çalıştı ama imkânsızdı. “O kadar çok rüya görmeseydim buraya düşmeyecektim!” dedi kendi kendine. Derin bir nefes aldı. Olduğu yerden kıpırdamak istiyordu… istiyordu ama kitlenmişti gözgöze cam kapsüldekiyle. “Bu bir kâbus! Kesinlikle bir kâbus!” diye düşündü gözlerini ayıramadan kapsüldeki yaratıktan. Dönmeye başladı yaratığın rengârenk gözleri. Zilali alamıyordu kendini ona bakmaktan. “Bu bir kâbus… kesin kabus… bu bir kabus… kesin kabus… bu bu bir ka kabus us s… kesin ka.. Kabus…” diye sızlanırken cızırdadı her yer. Cızır cızır cııızzz… cızır cızır cı… titremeye başladı her şey. Cam kapsülün içindeki yaratık kapatınca gözlerini Zilali de kapatmak zorunda kaldı. Cızırtılar daha da yükselmeye başladı, içi gıcıklandı. Açmak istedi, açmak, gözlerini açmak… içi gıcıklanıyordu… dayanılmazdı. Titrerken cızırtıdan her şey açmak istedi gözlerini… açmak istedi ama o isteyince olmuyordu, cam kapsüldeki çok gözlü yaratığın kapalıydı gözleri. “O kadar çok rüya görmeseydim düşmeyecektim buraya… düşmeyecektim… düş… düş…” diye söylenirken kendi kendine, cızırtılar dayanılmaz bir hal almaya başlayınca kendinden geçti. Gözlerini açtığında sekiz kolu kocaman bir robotun tepesinde dikildiğini gördü ve kafasının içindeki kapsülde çok gözlü yaratık vardı. Ama rengârenk yaratık ona bakmıyordu, uzaklardaki bir şeye takılmıştı gözleri. Birden sımsıkı sardı 37


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

robot kollarıyla Zilali’yi. İçi iyice sıkıştı… sıkıştı… “Çığlık atsam uyanırım!” diye geçince aklından, açtı ağzını kocaman. Deli gibi bağırmak için açtı ama incecik bir gıcırtı sesinden başka bir şey çıkaramadı. Çığlık atamayan ağzını kapattı. Robot daha da sıktı kollarıyla onu. “O kadar çok rüya görmeseydim buraya düşmeyecektim,” diye düşündü yine. Kapatıp gözlerini başka bir rüyada uyanmak istedi, keyifli bir rüyada. Ve bitince güzel rüyası uyanırdı keyifle. Ama robot giderek daha da çok sıkıyordu kollarıyla, o kadar çok, o kadar çok sıktı ki sonunda kendinden geçti Zilali. Açtı gözlerini ansızın, cızırtılı seslerle doluydu her yer. Bulanıktı her şey. Netleşmeye başladığında altın, gümüş, bakır rengi bir sürü elektronik alet ve tellerin içinde olduğunu gördü. Aniden kolunun biri uzayıp altın rengi tellerin arasına girdi. Bacaklarını görünce… upuzun kıvrılıp duran bacaklarını, boğulacakmış gibi hissetti kendini. Tam o anda duymaya başladı çok harika sesler. Kendinden geçti. Neredeyse içinde olduğu robotun bir parçası olacaktı. Ruhunun içinden hiç bu kadar harika sesler geçmemişti, daha da derinden dinlemek için kapattı gözlerini. Duyduğu şiddetli kalp çarpıntısı yüzünden aniden açtı gözlerini. Kıpkırmızı yumuşacık bir yerde buldu kendini, sürekli sarsılan bir yerde. Yavaşlayıp sabit bir ritimde yükselip alçalmaya başladı üzerinde durduğu yer, uçsuz bucaksız kıpkırmızı yer. “Robotun içine kalp koymuşlar, ben de onun içine düştüm senin gibi,” diye konuştu aniden birisi, gözle görülmeyen birisi. Tam o an yer sasıldı, kalp daha da hızlı atmaya başladı, Zilali yuvarlandı uzaklara doğru dev gibi kalbin üzerinde. “O kadar çok rüya görmeseydim buraya düşmeyecektim!” diye haykırdı. Ses çıkarabildiğine şaşırdı. Açtı ağzını yeniden, deli gibi kulaklarını çınlatacak bir çığlık atarsa uyanırdı belki ama gıcırtı sesinden başka bir şey çıkmadı ağzından. “O kadar çok rüya görmeeeseydim… burayaaa düşmeyeceeektimmm!” diye haykırdı. Tam o anda görünmeyen ses konuştu yine: “Yaşadığın dünyadaki en sevdiğin şeyi rüyanda görürsen uyanabilirsin ancak!” dedi. Kalbin üzerinde sarsılıp dururken başladı düşünmeye Zilali; “Çocukluk oyuncaklarım mı? Şey… en sevdiğim şey… ŞEY! Kalemlerim… Kaktüsüm…” Yok olmuyordu uyanmıyordu. “Tahta bavulum, beyaz masam, mavi çoraplarım, kedimin çıngıraklı oyuncağı, güneş, yıldızlar… yeşil… turuncu…” *

38


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

VURUNCA GONGU DUVAR SAATİNİN BÜTÜN ACABALARINI TAHTA BAVULUN GİZLİ BÖLMESİNE YERLEŞTİRDİ ADAM. Gelmişti yola çıkma zamanı. Şimdi bütün eşyalarını istemediği halde bırakmak zorundaydı. Yalnızlığı sevmeyen koltuğuna çocukluk arkadaşı bembeyaz oyuncak ayıyı oturttu. “Acaba?” diyemiyordu çünkü hepsi gizli bölmedeydi. Ne zaman geleceği belli olmayan kıpkırmızı treni beklemeye başladı raylara dikip gözlerini. Şimdilik ondan başka kimse yoktu etrafta. Bu yolculuğa çıkmaya karar vermişti bir kere, geri dönüşü yoktu. “Belki de tren hiç gelmez bir daha!” dedi kadının biri mırıltıyla. Ansızın belirmiş gibi duran kadına hiç şaşırmadan baktı adam. Garip aksesuarlı kendinden emin kadın, gülümsermiş gibi bir ifade takındı ve yüzü öylece donup kaldı. Hemen aklına gelen şeyi yapmaya karar verdi adam. Tahta bavulunu yavaşça yere koyup açtı içini ve garip aksesuarlı kadına bir acabasını verdi. Tam o anda raylar titreşmeye başlayınca, trenin uzaktan gelen sesine kendini kaptırdı… kaptırdı kendini adam. Kulaklarda çınlayan düdüğüyle, gıcırdayan tekerlekleriyle durdu tren. Adamın en gizli acabalarından birini aldığını anlayan kadın ise aksesuarlarını ona hediye edip trene arkasını döndü ve hızla uzaklaştı. Ne yapacağını bilemediği garip aksesuarlarla bindi trene adam, acabalarından birini verebilmenin ferahlığıyla. Kucağında sıkı sıkı tuttuğu bavuluyla sallanarak giderken trende, karşısında oturan on sekiz yaşındaki gence acabalarından birini vermek içinden geldi. Rayların çizgilerinde kaybolmak isteyen gence verdi hemen. Alınca eline acabayı, ölmekten vazgeçti birden, aniden duran trenden iniverdi genç adam; o anda oluvermişti genç adam… adam. Yutuverdi acabayı ve kayboldu ağaçların arasında. “Acabalar çoğalır mı acaba?” diye sormak istedim ben onun yaşadıklarını yazarken ama adam tahta bavulunun gizli bölmesine bakıp, acabalarını bitiremezse dönemeyeceği korkusuna kapılınca, vazgeçip akışa bıraktım kendimi. Dönemezse evine, koltuğunun ne kadar yalnız kalacağını düşünmeye başladı adam. Sevmezdi koltuğu yalnızlığı. “Ama çocukluk arkadaşım oyuncak ayım oturuyor üzerinde, yetmez mi bir koltuk için acaba?” dediğinde kendi kendine dehşetle kalktı yerinden ve hemen kafasının içine kaçan acabayı çıkartıp

39


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

tahta bavulun gizli bölmesine yerleştirdi. Ayaktayken çok sarsıldı, tren bozuk rayların üzerinden gidiyordu o sırada. Oturdu koltuğa ve sımsıkı kucakladı tahta bavulunu. Aniden zaman çok hızlı akmaya başlamıştı sanki, kararan masmavi gökyüzünde yıldızlar her zamankinden daha çok parlıyordu. Sonra bir anda söndü hepsi, güneş doğdu kıpkırmızı gözlerinin içine gire gire. Horozların yüksek sesle öttüğü bir yere geldiklerinde durunca tren, içinden inmek geldi adamın, ne yapacağını bilemediği kadının verdiği garip aksesuarları unutarak, indi trenden. Etrafta acaba verecek hiç kimse yoktu. Yola koyuldu bu ıssız yerde. Yürüdü… yürüdü… omzuna rengarek kuşların konmaya başladığını farkettiğinde, kocaman bir ağacın önündeydi. Sapsarı yapraklı sürekli renk değiştiren meyvelerle dolu ağacın tepesinde bir ev vardı. Bavulunu yere koyup oturdu üstüne ve seyretmeye başladı, kuşları, dalları, yaprakları, rüzgârı, ağaç evi. Duyduğu sesler o kadar harikaydı ki keyifle uyuyası geldi. Kapanırken gözleri kapısı açıldı ağaç evin, açıldı gıcırdayarak. Fırladı ayağa adam, dikti gözlerini kapıya. Birden bavulunun sarsılmaya başladığını gördü, tahtasından çıkan sesten irkildi, açılacak diye çok korktu ve hemen oturdu üzerine. O sırada ağaç evin tahta merdivenlerinden çoktan inmişti rengârenk saçlı bir kadın ve duruyordu karşısında, kaldırınca kafasını adam gördü onu. Kadının uçuşan elbisesinin kumaşları, adamın etrafını sarıyordu. Kucaklayıp tahta bavulunu kalktı ayağa, kendini kaybolacakmış gibi hissetti kadının içinde. Bir anda kapıldığı duygunun heyecanıyla uzattıverdi tahta bavulunu kadına. Yavaşça aldı kadın, içi acabalarla dolu bavulu, sapından nazikçe tutarak döndü arkasını adama gitmek için uzaklara. O anda gördü kadının yavaş yavaş büyüyen kanatlarını. Bembeyaz ve kocamandılar. Ağaç evin damından uçup gitti bembeyaz kanatlı kadın, içinde acabalar olan tahta bavulla. O kadar çok uzağa uçup gitmişti ki kendini başka bir gezegende buldu; sapsarı yumuşacık bir gezegende. Sürekli uzayan garip şekilli mosmor dal gibi şeylerin yanından geçerken, karşısına çıkan tek gözlü şekilsiz canlı ona benzemeye başlayınca, elindeki bavulu çabucak açtı ve içinden bir acaba alıp hemen kapattı. Sessizce karşısında duran benzerine uzattı. O da alıp acabayı içine soktu ve dönüşürken eski haline uzaklaşıp gitti. Yürümeye devam ederken yumuşacık sapsarı yerde kadın, “Bavuldaki acabalar yüzünden mi? Yoksa kocaman bembeyaz kanatlarım olduğundan mı taa buralara kadar uçtum acaba?” dediğinde kendi kendine, farketti ki bavulun içindeki acabalardan biri, kafasının içine kaçmıştı. Azıcık açıp hemen kapatsan bile, acabalar her yerden hızla kaçıp bir zihnin içine girmeyi başarırlar. Tam da bunu anladığında kadın, turuncu şekilsiz bir şeyin önünde belirdiğini gördü. Tahta bavulu koydu yere. İki tane kapalı göz belirginleşmeye başladı turuncu şeyin içinden, sonra bir kafa, sonra da bir adam… kucağında oyuncak ayısıyla turuncu koltukta oturan bir adam, tutuyordu sımsıkı çocukluk arkadaşı oyuncak ayısını. Koltuğun kolları adamı sarmaya başladığında, kadının şaşkınlıktan kanat-

40


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

ları içine kaçtı ve birden ağaç evini özledi. Tahta bavulu adamın kucağına koymak geldi içinden. gizli bölmeye nazikçe yerleştirdi kafasının içinden çıkarttığı acabayı ve hemen koydu tahta bavulu adamın kucağına. Vurunca gongu duvar saatinin uyandı adam. Gelmişti yola çıkma zamanı. “Acaba?” diyemiyordu çünkü hepsi gizli bölmedeydi. * GÖRDÜĞÜNDE DURGUN SUDA KENDİNİ, YIKATMAK İSTEDİ BEYNİNİ. Masmavi sudaki aksinde, içinden yansıyan bazı şeyleri sevmemişti genç adam. “Acaba nereden bulabilirim bir beyin yıkama makinesi?” diye düşünerek bakarken sudaki görüntüsüne, denizden fırladı bir uçan balık. Dönmeye başladı başının etrafında, konuşuyordu uçarken havada: “Ancak olduğu gibi kabul edersen şimdi her şeyi…” diyordu harika renkli kanatlı balık. “Olduğu gibi… olduğu gibi kabul edersen her şeyi… şimdi her şeyi…” diye diye uçarken, sallayınca kafasını genç adam, balık kayboldu bulutların arasında. Konuşan uçan balığın söyledikleri derinden çınlarken kulaklarında, o yine gördü sudaki aksinde içinden yansıyan sevmediği şeyleri. “Yıkatsam beynimi boşaltırsam içini ve en sevdiğim şeylerle doldurtsam,” diye düşünürken o, turkuvaza dönüşen denizin içinden fırladı daha büyük, daha parlak, daha fantastik bir uçan balık. Genç adamın başının etrafında uçarken başladı konuşmaya: “Ancak olduğu gibi her şeyi… şimdi her şeyi olduğu gibi kabul…” derken uçan balık, salladı yine kafasını genç adam, uçup gitti bulutların arasına büyük parlak fantastik balık. Yaklaştı iyice suya doğru genç adam, kafasında çınlayan seslere anlam veremeyerek, baktı yine sudaki yüzüne, oturdu kıyıya, daldı seyretmeye kendini. “En iyisi… en iyisi ben yapayım bir beyin yıkama makinesi, evet evet, yapabilirim! İstediğim gibi yıkarım beynimi, yeni bir isim de koyarım kendime, başlarım yepyeni bir hayata keyifle,” diye düşünürken o, denizden parıldayarak çıktı dokuz tane uçan balık, başladılar etrafında uçmaya ve konuşmaya: 41


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Her şeyi olduğu gibi kabul edersen… şimdi her şeyi… her şeyi… her şeyi…” derken konuşan kanatlı balıklar, genç adam denize doğru eğildi ve kafasını sokup çıkarttı suları sıçrata sıçrata. “Geçmedi kafamın içinde çınlayan sesler, anlamıyorum ki neden? Kafamı suya sokmak da işe yaramadı,” dedi kendi kendine bakarken sudaki aksine. Batan güneşin ışıkları parıldarken gökyüzünde, suyun üzerinde içinden yansıyan şeylere dalmış bakarken genç adam, rengarenk ışıltılı yüzlerce uçan balık fırladı denizin derinliğinden. Başladılar uçmaya etrafında ve konuşmaya: “Sevebilirsen her şeyi olduğu gibi… Sev sevebilirsen her şeyi… olduğu gibi her şeyi sev… şimdi olduğu gibi sev…” Kafasının içinde çınlayanlara anlam veremiyordu ve başladı söylenmeye: “Dayanılmaz sesler bunlar! Ah! Yine başladı işte! Sanki her an anlayacakmışım gibi bir duyguya kapılıyorum ama neden anlayamıyorum? Sanki birileri mırıldanıyormuş gibi. Nedir bu çınlayanlar? Ne? Neee… ni na no nuuu…” derken bir anda daldı denizin içine balık adamlar gibi. *

DOĞUM GÜNLERİNİ HEP DENİZİN DERİNLİKLERİNDE KUTLARDI. Çünki o suda doğmuştu ve bu doğum gününde bir sürpriz bekliyordu onu. Tam o anda, doğduğu anda dalardı hep denize, uçan balıklarla yüzer yüzer kendinden geçerdi. Balık adam kıyafetiyle duruyordu yine o kıyıda ve en sevdiği şarkıyı mırıldanarak bekliyordu zamanın gelmesini. Tutkusuydu müzik, sürekli içinde notalar uçuşurdu. Vücudunun her yeri müzik aletleri, notalar, şarkı sözleri, uçan balıklar, denizkızları ve derinliklerdeki sevdiği her şeyin dövmesiyle kaplıydı. Ve şimdi yine hazırdı içindeki ve dışındaki her şeyle. Tam zamanı geldiğinde, kafasında çınlarken sesler dalıverdi suya, köpükler su damlacıkları uçuştu havalarda. Zaman… derinlik sarhoşluğu… her şey ama her

42


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

şey tek bir sesin içinde kayboldu yine, hep aynı duyguyla doğduğu anı yaşıyordu. Bir anlığına gözlerini kapatıp açtı, masmavi denizin sesi kulaklarından geçip giderken balık adam kıyafetinden sıyrıldığını gördü, her doğum gününde olurdu böyle, şaşırmadı. Hep orada yaşıyormuşcasına yüzüyordu, daldı daha da derinlere. Dövmeleri parladı uzaktan gelen ışıkta, yaşama sevinciyle balık gibi yüzdü oraya doğru. Yeni doğmuş denizkızları karşıladılar onu. Muhteşem gülücükleriyle kollarının arasından geçtiler. Binlerce uçan balık kapladı her yeri, alıp götürdüler onu anemonlardan bir tahtın üzerine. O anda başlamıştı doğum günü, etrafı denizaltı insanları, yunuslar ve fantastik yüzlerce balıkla doldu. Işıklar yine yeni hayatında hiç görmediği kadar harikaydı, şimdiye kadar duymadığı güzellikte müzikler ve seslerle doluydu her yer. Müthiş elektirik kıvılcımları sırtından akarak bütün vücudunu kapladı, yeryüzündeyken de çok etkilendiği bir müzik dinlediğinde hep böyle olurdu. Her seferinde sonsuza kadar burada kalma duygusuna kapılıyordu ve işte bu sefer onu bir sürpriz bekliyordu. Şimdiye kadar hiç duymadığı bir ses konuştu: “Artık bizimle yaşama şansın var, kendi bedenini terk edip. Yeryüzünde yaşamak isteyen biri var aramızda, onun ruhu senin bedenine girecek eğer istersen. Ruhlar arası bedensel değişim. Artık bizimle yaşama şansın var, istersen. Ama içine gireceğin bedenin senin olmadığını hatırlayarak yaşamak zorundasın ve onunla doğmadığını bilerek. Sihrimiz bu kadar!” Doğum günü olan adam baktı dövmeli vücuduna, yeryüzündekinden daha fantastik göründü gözüne bir an. Şimdiye kadar ki yaşamını terk edip, içinden doğduğu anneyi bilip, onu yeryüzünde bırakıp, yalnızca rüyalarında ve doğum gününde gördüğü, bu fantastik dünyada yaşamak için hayatını terk edip… terk edip. Hiç tanımadığı bir bedende yaşamak ister miydi? Derin derin düşüncelere daldı…

_____

43


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

44


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

TRITON azizhayri | Cevdet Denizaltı İLHAM ALINAN ESER: RAMA

İnsanoğlunun ulaştığı en uzak yerleşim merkezinde, Triton’da yeni bir kent kuruluyordu. Havalanan mekik uydunun ince atmosferinde bir tur attı. İlk yerleşimcilerin, jest yaparak üzerlerinde yaşadıkları bu uyduyu gören ilk insanın onuruna adını verdikleri Lassel kentinin üzerinde uçuyordu. Yeni bir kent kurulurken göz önüne alınan her zamanki parola geçerliydi; bir sorun anında yardım edebilecek kadar yakın ama bir salgından etkilenmeyecek kadar uzak. Havalanan araştırma gemisinden bakıldığında ana kentin dışında on kilometre kadar uzağında parıldıyordu. Maden araştırma görevlisi Cemil, uzaklaştıkları kütleye dalgın dalgın bakıyordu. Doğduğu dünyaya hiç benzemiyordu. Küre olduğunu anlamak için çok yükseklere çıkmanıza gerek olmadan bir kürede olduğunuzu anlayabiliyordunuz. Aslında yeni yerleşim merkezinin durumu parıldıyor da sayılmazdı. Ana kentin biraz uzağında, tam olarak yerleşime açılmadığı için birkaç belirgin ışık noktasından ibaretti. Tritondaki ‘Cevher’ üretimi iyi sonuçlar verince Şirket yöneticileri yeni göçmenler almayı düşünmeye başlamışlardı. Hatta bu yönde çabalar Dünyada ilan edilmeye, yetişmiş sağlıklı elemanlar aranmaya başlanmıştı. Havalanan geminin getireceği araştırma sonuçlarına göre bir seçme takvimi yapılacaktı. Fırsat eşitliği açısından din, dil, ırk veya cinsiyet ayrımına gidilmiyordu ama eksiksiz bir sağlık taramasından geçiriliyordu adaylar. Ne de olsa binbir güçlükle kurulan Triton ülkesinde salgın hastalık paniği yaşanması istenmiyordu. Önceden gelmiş ve yer sorunundan dolayı sıkışık durumda olan göçmenlerden bazı guruplar yeni yeni yerleşmeye başlamıştı bu kente. Kimbilir, belki de son gelişmelere paralel olarak üçüncü bir kent bile düşünebilirdi yakın gelecekte. Bütün bu umutlar az önce havalanan ekibin getireceği bilgilere bağlıydı. Uzayda yeni olan İnsanoğlunun yani ilk insanın atmosfer dışına çıktığı tarihi; 1961 yılını başlangıç kabul edersek ki bir gurup Triton yurttaşı unutulan bu adı yaşatmak için yeni kurulan ve uydudaki hatta konfederasyondaki en yeni kent olacak olan Triton kentine bu adı -Gagarinkent adını- vermek istemişlerdi. Öneri Triton Meclisi tarafından görüşülüyordu. Bir kısım meclis üyesi dünyanın totaliter rejimlerini çağrıştırdığı gibi nedenlerden yanlış çağrışımlar yapabileceğini ima ederek itiraz ediyorlardı ama muhtemelen öneri kabul edilecekti. Evet, eski adıyla kozmonot olan Yuri Gagarin’in uzayda yürüdüğü ilk günden bu yana bu 45


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

yana 169 yıl geçmişti. Neptün’ün henüz ulaşılmamış ama büyük potansiyeli olduğu bilinen Nereid uydusuna bir araştırma gemisi gönderilmişti. Triton uzay limanından ayrılan Mekiğin hedefindeki Nereid, yaklaşık dört yüz kilometre çapında soğuk bir kayaydı. Güneş sisteminin doğuştan gelen bir parçası olmayıp, dışarıdan gelen misafirlerden biriydi. Hoş Triton’da öyleydi ama Nereid’in en büyük özelliği Güneş ailesinin en eliptik yörüngesine sahip olmasıydı. Bu durum, oradaki cevher ocaklarıyla belli dönemlerde daha iyi ulaşım sağlanabileceğini gösteriyordu. Yalnızca gezegen çevresinde uçmak için dizayn edilmiş gemide toplam beş kişiydiler. Cemil ve eşi Hedda, içlerinde en yeni olanlarıydı ve bu çalışma Birmaden araştırma mühendisi olan Cemil’in ilk saha çalışması olacaktı. Esmer tenli zayıf orta boylu biri olan Cemil, ülkesinin en büyük üniversitelerinden biri olan İstanbul Üniversitesinden mezun olduktan sonra Ay’daki işletmelerde staj çalışmaları yapmıştı. Aydaki çalışmaları sırasında tanıştığı astromatematik uzmanı Hedda ile evlenmişti. Birkaç ay sonrada Triton’a çalışmak için başvurmuşlardı. Şimdi ikisi de aynı mekikte yol alıyorlardı. Biri Uçuş hesap uzmanı olarak diğeri araştırma görevlisi olarak. Zor geçmişlerdi göçmen bürosundaki sınavı. Detaylı sağlık analizlerinden sonra yapılan görüşmelerde neler sorulmamıştı ki; burayı seçmelerindeki amaçları neydi, neden Triton’u seçmişlerdi, yaşamdan beklentileri nelerdi, idealleri var mıydı, çocuk düşünüyorlar mıydı? Görüşmeler sonunda ilk beş yıl için yurttaşlığa kabul edilmişlerdi. İlk beş yıl çifte vatandaşlık yapacaklardı. Hem dünya hem de Triton vatandaşı olacaklardı. Performansları iyi olursa, Triton vatandaşlığına geçebilecek ve bu haklardan sonuna kadar yaralanacaklardı. Seçme ve seçilme hakkı, geniş bir konut, daha iyi bir maaş kendilerini bekleyecekti. Aslında yeni evli çiftimizi bu kadar uzağa yönelten ana nedenlerden biri de Triton’un gelecekte derin uzay kapısı olabilecek potansiyeli olmasıydı. Her ne kadar mesleğini Maden Mühendisi olarak seçse de, Cemil, çocuklarını bu uyduda yetiştirip, o engin yıldızlar arası yolculuklara hazır hale getirecekti. Sonuçta, Triton geleceği olan ama zor şartlarda yaşanılan bir devletti. Karmaşasını yaşamaya devam eden dünyaya göre bir hayli rahatlardı doğal olarak. İşletme iyi cevher çıkarıyor ve iyi fiyata satıyordu. Çalışanlarına kazancından iyi paralar veriyordu. Onların yaşam standartlarını olabildiğince yüksek tutmaya çalışıyordu. Güneşin öz çocuğu olmayan, uzaktan gelen, hiç hak etmediği halde Deniz tanrısı Neptün’ün oğlunun adını alan bu uyduda iridyum ve paladyum madenleri saptamışlardı. Ve yönetim kendilerine yeni bir yerleşim kurmak daha doğrusu cevher işletmesi açmak için yer arıyordu. Uçuş beklediklerinden uzun olmuştu. Triton’un en eski mekiklerinden biriyle uçmuşlardı. Gezegenler arası gemilere göre basit yapıdaydı mekikler, basit ama yavaş. Yine de yeni gelenlerin çalışma arkadaşlarıyla kaynaşmasına yardımcı olan bir zamandı. Daha girgin olan Hedda mesai arkadaşlarıyla sohbete başlamıştı bile. Cemil ise kendi halinde, yıllardır yaşadığı ama bir türlü içine sindiremediği uzayın büyüklüğü karşısında hala hayretler içindeydi. Geride git gide küçülen neredeyse dümdüz triton, önlerinde hedefleri Nereid vardı. Güneşi ve onun üçüncü gezegeni Dünyayı görmek içinse özel bir çaba göstermesi veya nereye 46


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

bakması gerektiğini bilmesi gerekiyordu. Nereid çevresinde dönmeye başladıklarında uydunun beklediklerinden çok daha küçük olduğunu görmüşlerdi. Düzensiz şekli daha da belirginleşmişti. Nereid, dev bir astroid gibi düzensiz ve oldukça engebeliydi. Kaptan, alçak yörüngede dönen araştırma uydusunun paralelinde uçmaya başlamıştı. Altlarında, inecekleri önceden belirlenmiş ve cevherin iyice yoğun olduğunu tahmin ettikleri görece olarak düz alan vardı. Astroid irisi uydu adını aldığı su perilerine hiç benzemiyordu. Öyle derin vadileri veya sivri tepeleri yoktu. Ama yine de Düzensiz ve oldukça engebeliydi. Yapılan hesaplamalar önceden belirlenmiş yerin isabetli bir karar olduğunu teyit etmişti. Standart uygulama olarak yüzeye yaşam kapsülünü attılar. Bu yaklaşık yedi metre çapında ve yarı küre şeklinde titanyum alaşımı özel yapılmış birimdi. Fren motorları ile kısa sürede yere indi. Önce çarşaf gibi düz olan modül yere değer değmez çalışan iç sistemiyle şişmiş, Esnek plastik yarım saatte istenilen şekli almıştı. Tabii Triton’a göre iyice zayıf olan çekim gücünü dengelemek için yapay kütle çekimi sistemi de çalışmıştı. Ardından deneyimli pilot ivan’ın usta manevralarıyla hemen yanına inmişlerdi. Tritonun en iyilerinden olan İvan, zorluk çekmemişti modülünü indirirken. Konfederasyonun diğer üyeleri, zaman içinde belli milletlerin havasına bürünmüşlerdi. Alınan göçmenler doğal olarak anlaşabildikleri kişilerle yani kendi milliyetine veya bölgelerine uygun olanlarla toplaşmaya başlamışlardı. Aslında uzaya açılmayı destekleyen Birleşik Gezegenler federasyonu bu durumu tasvip etmiyordu. Onca fiziksel ve psikolojik soruna milliyetçilik, ırkçılık gibi yirminci yüzyıl alışkanlıkları yerleşsin istemiyorlardı. Yine de zamanla belli uluslar tıpkı dünyadaki kentlerin gettoları gibi toplaşmışlardı. Ne de olsa birbirini daha iyi tanıyan ve daha iyi anlayan kültürler yan yana geleceklerdi; İşin doğası bu olsa gerekti. Kök gezegenden iyice uzak olan Tritonda bu durum istisna kabul edilebilirdi. Dünya uluslarının pek çok ferdi, farklı uluslara ait vatandaşlar iş başvurusunda bulunuyorlardı. Triton yönetimiyse, bu kadar uzağa eleman bulmak, onları göçmen olmaya ikna etmek zor olduğu için seçici olamıyorlardı. Bu çeşitlilik Nereid’e inen Mekikte de belli oluyordu. Kaptan İvan elli yaşlarının sonlarında bir Rus’tu, Uçuş uzmanı İsveçli, Üç araştırmacının biri Türk diğerleri Çad’lı ve Kolombiyalıydı. Zengin bir milliyet karışımı ve ten rengi vardı yani. Cemil’in gerçek anlamda ilk çalışması bu araştırma olacaktı. İvan kaptanın ustalığı sayesinde araçları Yaşam kapsülünün hemen yanına inmişti. Köprü kurulmuş, dış uzay giysilerini giymeye gerek kalmadan kapsüle geçmişlerdi. Yerleşmeleri ve saha çalışmaları için ekipmanlarını giysilerini hazırlamaları bir saat sürmemişti. Eğer verim alabilirlerse yani rezervler işletme merkezinin beklediği gibi olursa bu İglo adını verdikleri bu kapsüllerden birkaç tane daha indireceklerdi. Yukarıda, Tritonda yeteri kadar vardı bu iglolardan. Hazırlıklar tamamlandı ve yüzeye çıkma vakti gelmişti Yaşam ünitesinden çıkma vakti gelmişti, önce tecrübeli ve aynı zamanda ekip şefi olan Yoadimnadji kapıya yöneldi. Üzerlerinde göreceli olarak eski model olan ağır koruma giysileri vardı. Bu giysiler ağır ama sağlamdı. Ve tabii ki 47


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

şirket için daha önemli yönü olan ucuzdular. Üç eleman, önce bir Eskimo iglosunun dar uzun kapısını andıran ara bölmeye girdiler ve sızdırmaz ara kapı kapandı. Hava kompresörleri birkaç saniye içerisinde bulundukları yerdeki havayı emdi. Sonra diğer kapı açıldı ve birkaç adım sonrasında üçyüz elli kilometre çapındaki Nereidin yüzeyindeydiler. Üzerlerinde siyah, derin, karanlık ve sonsuz boşluk asılı duruyordu. Yoadimnadji ve Alonso ne yapmaları gerektiği bildikleri için yola koyuldular. Cemil’se, hala hazmedemediği hayranlıkla çevresine bakınıyordu. Gemilerin lombozlarından çok izlemişti ama bu kadar etkileyici olduğunu hiç bilmezdi. Kulaklığında duyduğu şefinin sesi kendisine gelmesine yardımcı oldu. Birkaç adımda yanlarına vardı. Uydunun kutup dairesi denilebilecek yöne doğru yürüdüler önce Yanlarındaki ekipmanlarla yüzeyden örnek aldılar Basitçe tarif etmek gerekirse bir matkaba benzeyen araçlar yüzeyi delip iki santim çapında ve beş santim boyundaki tüpü doldurdular. Yoadim ve Alonso taşınabilir aparattı kullanıyordu. Cemilse örnekleri etiketliyor çantasına yerleştiriyordu. Aynı noktadan yüzeyden bir metre ve üç metre derinliklerden örnekler aldılar. Kapsüldeki ön laboratuarda inceleyecekler, ikna olmazlarsa farklı yerlerden de örnekler alacaklardı. İkinci nokta ekvatorun batısı sayılabilecek noktaydı. Burada da sorun olmadı. Yüzey sertti ama kumtaşı benzeri kolay işlenebilir haldeydi. Üçüncü bölge sorun çıkarmıştı. Örnek almak zorlaşmıştı. Sert yüzeyi delmek zordu ama iki tecrübeli arkadaş üstesinden geliyordu. Cemil, teoride bildiği bu işleri izlerken birden ufukta soluk mavi bir ışık belirdi. Uzakta, hatları yuvarlak tepelerin ardında Neptün doğuyordu. Dudaklarından kendi duyabileceği bir ses çıktı; “Muhteşem” Çalışmakta olan daha tecrübeli iki teknisyen önce sesin geldiği yere baktı arkasından belirmeye başlayan mavi küreye baktılar. Sık rastladıkları bir manzara olduğu için bir saniye sonrasında işlerine devam ettiler. Cemil’se ışık sanki kendisini çağırıyormuş gibi doğuya doğru yürümeye başladı. Yeni gelenin uzaklaştığını ilk Alonso fark etti. Ayaklarındaki manyetik ayakkabılara rağmen düşük çekim kuvvetiyle koşar gibi uzun adımlarla yol alıyordu Cemil. Hemen önünde dikilen kendisinden birkaç yaş büyük siyah derili ekip başına dokundu. Yoadimnadji, ufka doğru uzaklaşan arkadaşlarını gördü. Bir küfür savurdu, hem gidene hem de böyle acemileri görevlendirenlere. Her şeyi bırakıp aceminin peşinden gitmeye başladılar. Mekikte can sıkıntısıyla kendilerini izleyen iki kişide endişelenmeye başlamıştı. “Cemil nereye!!” Dışarıda görev yapan üç kişiye sesle ulaşması mümkün olan Hedda kocası için endişelenmeye başlamıştı. Kaptan İvan’sa ne olur ne olmaz diye dış uzay kıyafetlerini giymeye başlamıştı. Hedda, bir kerede, Cemilin ana dilinde, Türkçe olarak seslendi. Ama Cemil büyülenmiş gibi yükselen mavi dev gezegenin ışığına doğru koşuyordu. Diğer iki gümüş renkli figürde, tıpkı Cemil gibi, abartılı hareketlerle önde giden arkadaşlarına ulaşmaya çalışıyordu. Ve Cemil, Neptün bütün haşmetiyle yükseldikten sonra kocaman bir kayanın önünde durdu. Bir dakika sonra Yoadimnadji ve Alonso arkadaşlarının yanına

48


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

varmışlardı. Genç araştırmacı yüzünü kaya benzeri nesneye dönmüş öylece bakıyordu. O zaman yeni gelenin neye baktıklarını anladılar. Önlerinde uzun yıllar önce buraya inmiş veya düşmüş bir enkaz vardı. Oldukça eski, uzaya açılan ilk modellerden olan gemide lombozun hemen önünde bir adam daha doğrusu kocaman bir kafa vardı. Yıllar önce ölmüş adamın gözleri ileriye uzayın derinliklerine bakıyordu… Genç madenci yıllar önce bu kayaya inmiş adamın baktığı yöne çevirdi kafasını, Dudakları kıpırdanmaya başladı. “Konuklarımız geliyor… Bizlere yardım edecekler ve bizler onların yardımını hak etmeliyiz… Gelecek aracı dostça karşılayalım… Gelecek aracı dostça karşılayalım” diyordu dua eder gibi mırıl mırıl. Birleşik gezegenler konseyi Ay’ın dünyanın biricik uydusunun üzerinde toplanmışlardı. Güneş’ten uzağa doğru sırasıyla ve yarımay şeklinde bir masaya oturmuşlardı. Merkür, Dünya, Ay, Mars, Ganymede, Titan ve Triton’du. İnsanoğlu, sıkışık dünyadan, uzaya teknolojisinin gelişmesiyle açılmıştı. Neredeyse bütün güneş sisteminde koloniler kurmuştu. Çocuklarını ulaşabildiği her yere ekmek istiyordu. Henüz yerleşilmeyen çok uydu vardı. Oralarda teknolojik ilerlemeler ve zenginleşmeler yoluyla fethediliyordu. Hatta bir gün gaz devlerinin ana yüzeylerinde de yerleşebileceklerdi. Nasıl olsa evrende yalnızdık ve nasıl olsa tüm uzay gelip yerleşmemiz için bizleri bekliyordu. Bu kanı tüm insanoğluna yayılmıştı adeta. Kendinde tanrısal bir güç hissediyordu mavi gezegenin sakinleri. Bu durum geçen yılın sonlarında, uzaklardan gelen ziyaretçinin ortaya çıkmasına kadar sürebilmişti. Önce Uzay muhafızları görmüş, ardından, tasnif edip numaralandırmışlardı. 31/439 olarak numaralandırılan konuk sıradan bir nesne olmadığını, yaklaştıkça fark ettirdi. Durumun özelliğine dayanarak sonradan Hint panteonunun Tanrılarından Rama’nın adını verdiler. Bu konuk yaklaşık kırk kilometre çapında ve elli kilometre uzunluğunda silindirik bir nesneydi. Uzaklardan yıldızlar arası uzaydan güneşimize konuk olarak gelmişti ve son yaptığı manevralara kadar ne olduğu nereden geldiği ve amacı hakkında bir fikir oluşturulamamıştı. Kumandan Norton bir keşif timiyle içeri girmiş neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. İşler iyi gidiyordu ama ne zaman güneşe yaklaştığı noktada yörüngesinde ve hızında hareketlenmeler olmuştu. İşte bu son gelişmeler oldukça tedirgin ediciydi ve bir karar vermek zorundaydılar. Herkesin bildiği ve yakından izlediği bu durumu, Konsey başkanı giriş cümleleri olarak özetlemişti. Tüm delegeler konu ile ilgili kendilerinin ve bağlı oldukları yerleşim merkezlerinin fikirlerini beyan ettiler. Toplantıya girdiği andan beridir kararlılığını hissettiren Merkür delegesi en son söz alarak durumu anlatan ve tehlikenin büyüklüğünden söz eden bir konuşma yaptı. Korkularını, diğerlerinin de yüreklerinin bir köşesinde duydukları endişelerini, kelimelere döktü. Yapılması gereken tek bir tepki olduğunu söyledi. “Onlar bizi vurmadan biz onları vuralım” Yapacakları hareketin 2057 yılında imzalanan 34. Maddesine göre bir savunma hakkı olduğunu söylemişti. Merkür delegesi sözlerini bitirince salonu derin bir sessizlik kaplamıştı. Araştırmalar tehlike göstermiyordu ama insanoğlunun tarihinde bu tür hilelerin o kadar 49


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

çok örneği vardı ki. O esnada Triton delegesi dışarı çıktı. İçeri girdiğinde kuruldan söz alarak “Sizlere iletmek istediğimiz bir konuk var” dedi. Triton’da, temsil ettiği uyduda yaşanan yeni gelişmelerin olduğunu söyledi. Kurul üyeleri birbirine baktılar. Başkan, diğer üyelerden onay alınca söz verdi. İçeriye giren uzun boylu yirmi beş yirmialtı yaşlarında sarışın bir bayan girdi. “Bu Astromatematik Uzmanımız Hedda, sizlere yeni ocaklar açmak için gittikleri nereid’de gördükleriyle ilgili söyleyecekleri var” dedi. Merkür delegesinin yüzü asıldı bir anda. “Söylenecekler burnumuzun dibindeki tehlikenin icabına bakmak için vardığımız kararlılığı etkilemeyecek” dedi. Kelimeler, dudaklarından çatık kaşları kadar sert dökülmüştü. Uzun boylu sarışın kadın, durumun önemini kavramıştı. Dışarıda beklerken varılan kararı istemeden de olsa duymuştu. Yine de milyonlarca kilometrelik yolu bu konuşma için konseyi uyarmak için aşmıştı. Söylemek istediklerini söyleyecekti de… Size ‘Maça Kızı’ndan, geçen yüzyılın kayıp kahramanından selam getirdim” dedi. Kimse bir şey anlamamıştı ve birbirlerine şaşkınca bakıyorlardı. Yaşı diğerlerinden daha büyük olan Başkan, irkildi. Dakikalardır baktığı ay manzarasından geri döndü. Söylemesi gereken birkaç kelime olduğunu düşündü. Ne de olsa yaşı gereği, uzaktan da olsa tanıyordu Çirkin dâhiyi. “Maça Kızı; geçen yüzyıla ait bir efsane, bir mit” diye söze başladı. “İri ve şekilsiz gövdesi, kocaman kafasıyla ilk göründüğünde itici gelen biriydi. Bu nedenle topluma karışmazdı. Milenyumda, Küçük Asya’da doğmuştu. Çocukluğu acı içinde geçse de sonradan kendisini toplum dışına iten olumsuzlukların getirdiği potansiyeli fark etmiş, kendisini yetiştirmişti. Zeki, zekâsını bilgiye, bilgisini paraya çevirmeyi bilmişti. O kadar çok adı vardı ki. Ucube derlerdi, Çirkin dev derlerdi. Ama en çok bilinen adı Maça Kızı’ydı.” Birkaç saniye durdu “Neyse bu başka bir konu, siz devam edin küçük hanım.” “Neden Maça Kızı diyorlardı” Ganymede delegesi soru’yu soran kişiydi. “Dedim ya kendisi bir efsanedir. Kupa kızı, Karo Kızı, Sinek Kızı ve maça Kızı; Kimsesiz büyüyen dördüzlerden, hayatta kalan tek kardeş, daha doğmadan kobay olarak kullanılan biriydi. Karanlık fikirli, gaddar ve kendisine bilim adamı diyen birinin elinden sağ kurtarılan tek kardeşti. Normalden daha büyük bir kafası ve tabii beyni vardı. Bu konuları araştırırsanız bulabilirsiniz.” Durdu, bakışları Genç kadının sözlerine devam etmesi gerektiğini anlatıyordu. “Uzaya açıldığımız, adeta Uzaya Hücum yaşadığımız o yıllarda, sanırım 2062 yılında ilk seferine başlayan Titan’ı anımsayın.” Tıpkı bir kuyruklu yıldız gibi Satürn, dünya arasında hesaplanan yörüngesinde hiç durmadan dönen Titan.” Şu an birkaç tanesi hala çalışan süper ekspresleri biliyorlardı. Dev hangarlarına küçük gemileri, mekikleri, şilepleri alıp gidecekleri yerlere kadar güvenle götüren on dokuzuncu yüzyılın transatlantikleri andıran bu gemiler, uydular için pek çok

50


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

malzeme ve insan taşımıştı. Titanlardan birkaç tanesi, modası yavaş yavaş geçmeye başlasa da hala çalışmaya devam ediyorlardı. “İşte ilk Titan’da yolcuydu Maça Kızı ve aniden Satürn çevresinde dünyaya en uzak noktada ayrılmıştı, kendi küçük ama konforlu gemisiyle. Bir zaman izlendiyse de uzaklık arttıkça bağlantı zayıfladı ve koptu. İşte bizim Nereid’de araştırma yapan ekibimiz o gemiyi buldu. Başkan, merakla sordu, “Ya, Ucube, O ne durumda.” Hedda gülümsedi. “Gayet iyi, uzun ve derin bir uykudan uyanmış biri gibi.” “Sizi tüm kalbimle alkışlıyorum” sesi o kadar iğneleyiciydi ki, Merkür yurttaşı alaycılığını gizlemeye gerek duymuyordu. Genç teknisyen başkandan izin alarak çalışmalarının özeti sayılabilecek bilgileri içeren cihazı konsolun üzerindeki yuvaya yerleştirdi. Bir saniye sonrasında duvardaki ekranda görüntüler akmaya başladı. Önce bulanık sayılabilecek İglonun dış kamera görüntüleri belirdi ekranda. Ekibin enkazı nasıl bulduğunu gösteriyordu. Ardından aydınlık bir hastane ya da revir benzeri oda görüntüleri vardı. Yatakta yatan oldukça iri ve anlatıldığı gibi kocaman kafası olan biri konuşmaya başladı. Kısa ve etkili bir konuşma oldu. Neredeyse yüzyıl önce konuşulan ve artık yerel sayılabilecek bir dil konuşuyordu. Ön Asya’da ve İç Asya’da kullanılan Ural-Altay kökenli bir dildi bu. Son sözleriyse herkesin anlayabileceği bir dildeydi. “Konuklarımız geliyor… Bizlere yardım edecekler ve bizler onların yardımını hak etmeliyiz… Gelecek aracı dostça karşılayalım… Gelecek aracı dostça karşılayalım” Merkür delegesi hızla ayağa kalktı “Bütün bunlar tiyatronuzun bir parçası, gerçek olsa da, siz kendiniz dediniz; ‘bir deli, bir çirkin, bir dev’; O’nun sayıklamalarıyla mı hareket edeceksiniz. Sizler, hiç biriniz, tehlikenin farkında değilsiniz, An be an geri dönüşü olmayan noktaya ilerliyoruz. Hükümetim olanların farkında ve gereken neyse yapılacak.” Hışımla salondan çıkmadan son sözleri “soğuk bir nezaket yansıtıyordu. “Beni dikkatle dinlediğiniz için teşekkür ederim” oldu. Başkan bir zaman ekranda donup duran görüntüye baktı. Milenyum doğumlu bu kadın mucize miydi? Doğruyu mu söylüyordu? Neler olacağını tahmin ediyordu. Merkür’lüler bu konuda blöf yapmazlardı. Delegelere dönüp, “Endeavour’un komutanı Norton’a haber verin, tetikte olsunlar, Rama’dan bir saatte uzaklaşabilecek durumda bulunsunlar” oldu… Birkaç gün sonra dünyada, Dr Carlise Perara Uzak akrabalarından birinin bulunmasını düşünerek uykuya dalmıştı. Maça Kızının sıra dışı beyin fonksiyonlarından bazıları geçmiş olmalıydı. Huzursuz bir uykudan bilinçaltından gelip hala beyninde yankılanan şu mesajla uyandığını kimselere anlatmamıştı. “Ramalılar her şeyi üç kez yaparlar.”

_____ 51


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

52


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

VAKIF VE TİRENNA Lord Engord | Gökcan Şahin İLHAM ALINAN ESER: VAKIF SERİSİ

Karr Setniss - … adı pek işitilmemiş olsa da hayatının gözlemcilik ve politik danışmanlık yaptığı ilk döneminde çok başarılı işlere imza atmıştır. Pek çok defa ileri görüşlülüğü sayesinde gereksiz silah ve emek harcanmasını engellemiştir. Ancak müthiş bir hızla yükseldiği siyasi kariyeri büyük bir hezimetle… Galaktik Ansiklopedi 1 GÖZLEMCİ VE KRAL “Tirenna gezegeninin uzun bir süre boyunca sizin için tehlike oluşturması ihtimal dâhilinde değil efendim,” dedi Karr Setniss sakin ve tok bir sesle. Ogen Takımyıldızı’nın en güçlü gezegeni İnlender’in hükümdarının karşısındaydı. Ortalıkta bir taht, bir kraliyet şaşaası yoktu. Heybetli ama çok da süslü olmayan bir yemek masasında baş başa karşılıklı oturmuş, tatlılarını yerken bir yandan da konuşuyorlardı. Karr Setniss, kiralık bir gözlemciydi. Ajan sayılmazdı zira gizli bilgilerle işi yoktu; ama istenen bir gezegenin ya da toplumun durumunu gözlemek ve rapor vermekle görevliydi. Araştırmacı yanı çok güçlüydü ve bu konuda galaksi çapında olmasa da bir hayli isim yapmıştı. Elli sekiz senelik ömrü boyunca çeşitli krallıklar için pek çok iş almış ve hepsini de hakkıyla yerine getirmişti. Son görevi ise Tirenna adlı, potansiyeli çok yüksek ve köklü bir tarihi olan ama bu avantajlarını kullanma konusunda acizyiet sergileyen bir gezegendi. Bu görevi aldığı İnlender hükümdarı Kral Baad sağlıksız ve mutsuz bir yüz ifadesiyle masanın karşısından ona bakmaktaydı. Sesi bile bitkindi. Empati yeteneğinin çok üstün olması sebebiyle bu durumdan Karr Setniss de etkileniyor ve tabiri caizse kralın negatif enerjisine fazlasıyla maruz kalıyordu. Bu nedenle de raporunu çok uzatmadan vermek ve bir an önce masadan ayrılmak arzusundaydı. Ama bunu kralı rahatsız edecek kadar belirgin bir tedirginlik göstererek yapamazdı. Politik bir davranış sergilemeli, her şeyi ayarında tutmalıydı. Hayatının her nokta-

53


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

sında geçerliydi bu. Maksimum fayda için bazı şeylerden ödün verilmesi zorunluydu. Pek çok insan bunu fark etmez ve sadece duyguları ya da kazanç arzusunun getirdiği yanılgılarla verimsiz hareket ederlerdi ve verilmesi gereken küçük ödünlerden çok daha fazlasını kaybederlerdi. “Emin misin bu konuda? Tirenna’yla ilgili ciddi raporlar da geçiyor elime. Çok ciddi yeraltı kaynakları, genç ve başarıya aç bir nüfusu varmış,” dedi Kral. O kadar zayıf bir sesle konuşuyordu ki Karr Setniss kendini neredeyse işkence altındaymış gibi hissetti. “Bunların hepsi doğru efendim. Hatta galaksi genelinde az bulunur bir potansiyele sahipler. Ama bunu asla kullanamayacaklar ve kendilerinden çok daha geride olan medeniyetlerin -kusura bakmazsanız buna sizin krallığınızı da dâhil etmek zorundayım- etkisi altında kalmaya mahkûmlar.” “Biraz daha açıklayıcı olmanızı bekliyorum Bay Setniss. Sizi böyle düşünmeye sevk eden sebepler neler?” “Efendim, öncelikle Tirenna’nın yapısı hakkında bazı ön bilgiler vermek durumundayım.” “Elbette. Dinliyorum. Vaktim bol.” 2 TİRENNA “Tirenna’da iki farklı halk yaşıyor. Nüfusun yaklaşık yüzde yetmişini oluşturan Tirennler ve yüzde otuzluk Kerpler. Galaktik İmparatorluk’un ilk zamanlarında iki halk iki farklı gezegenden gelmişler ve hemen hemen aynı zamanda gezegenin değişik noktalarına yerleşmişler. Tirennler kuzeye, Kerpler güneye. Ama doğubatı istikametinde de birbirlerine çok yakın değiller. Tirennler’in herkesçe bilinen köklü bir soyu var. Daha kalabalık bir güruhla gelip hızla gezegenin tamamına yayılmışlar. Zaten yüzyıllardır yayılmacı ve göçebe bir halklar. Kerpler’in soyu daha muallâkta ama onlar da köklerinin ulu halklardan geldiklerine inanıyorlar ve kültürleri hiç de geri değil. Parça parça minik topluluklar halinde, kalelerde yaşıyorlar. Hepsinin birer lordu var ve ona kayıtsız şartsız itaat ediyorlar. Kaledeki insanlar çoğunlukla birbirleriyle akrabalar ama diğer kalelerle de zamanla akrabalık ilişkileri olmuş. Kız alıp veriyorlar, kendi aralarında anlaşmalar ve alışverişler yapıyorlar. Bu şekilde Kerpler de zamanla nüfuslarını arttırmış ve nihayetinde Tirennlerle coğrafi olarak komşu haline gelmiş, hatta gitgide birbirlerine karışmışlar. Fatihlerin soyundan gelen Tirennler, onları da himaye altına almışlar. Açıkçası Kerpler fazla itiraz etmemiş. Dış uzaydan gelen tehditlere karşı, kendilerinden çok daha güçlü olan Tirennlerin himayesine girerek korunmak gayet mantıklıymış. Zaten bu durum sosyal yaşantılarına hatırı sayılır bir tesirde bulunmamış. Tabii bazı isyanlar ve bağımsızlık çabaları olmuş ama bunlar çok büyümemiş. Kolayca bastırılmışlar.”

54


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Peki,” diye araya girdi kral, “Kerpler asimile olmamışlar mı onca Tirenn’in içinde? Malum, bu konuda birçok örnek var. Binlerce halk ve din bu şekilde yok olup gitti.” Karr Setniss, zaten bitkin görünen Kral Baad’ın zihnini fazla zorlamamak için konuyu elinden geldiğince basitleştirerek anlatmaya çalışıyordu. Ve kralın hâlâ ilgisini yitirmeden dikkatle dinliyor olması memnuniyet vericiydi. “Güzel bir soru,” dedi Karr. Bezgin bir adam için fena bir soru sayılmazdı gerçekten. Kralı küçümsüyor muydu yoksa? Onu yorgun ve cahil bir adam gibi görerek hata mı ediyordu? “Şöyle bir durum var efendim. İki halk coğrafi olarak tam anlamıyla kaynaşmamış. Kökeni Kerplerden gelen ve Tirenn şehirlerine göç eden milyonlarca insan var. Hatta dillerini de o şehirlere taşımış, Kerp mahalleleri oluşturmuşlar. Ama güneydeki kök coğrafyalarında her zaman ezici çoğunlukta olmuşlar. Tirennler oralara yerleşmeye pek niyetlenmemiş. Ama belki de bu yüzden gerektiği kadar hizmet de götürülmemiş. Sonuç olarak sorunuza hayır cevabını verebilirim. İki halk halen birbirinden ayrılabilecek kadar farklılar. Özellikle dil farkı bu konuda önemli bir nokta. Aynı dil konuşuluyor olsaydı fark daha belirsiz olacaktı.” “Anladım,” diye başını salladı kral. “Bunlar, bir şekilde geçinip giden iki halk yani?” “Aslında pek öyle sayılmaz. Burada işler biraz karışıyor. Son zamanlarda ortam çok gergin. Gezegen uzun zamandır herhangi bir dış savaş yaşamadı ve bu da iki halk arasındaki birlik duygusunu aşındırdı. Eskiden savaşlarda aynı cephede yan yana çarpışırlarken anlaşmazlıklar çok daha kolay tolere ediliyordu. Omuz omuza savaşıp aynı topraklar, aynı gezegen için kan döküyorlardı. Ama birkaç yüz yıldır bu duygusal bağ gevşedi.” “Dış tehditler bitince küçük problemler daha büyük görünmeye başladı yani?” dedi kral. “Evet efendim, en önemli noktalardan biri bu. Şu anda Tirennler Kerplere karşı ikiye bölünmüş durumda. Bir kısım, Kerpleri Tirennlerle eşit tutuyor ve iki grubun da gezegende eşit haklara sahip olduğunu, önemli olanın insanlık olduğunu savunuyor. Bu insanlar günlük hayatlarında Kerp-Tirenn farklılığını pek önemsemiyor. Kerp olmanın bir sorun yaratabileceğini düşünmüyor. Bilinçaltlarında elbette Tirennleri kendilerine daha yakın görüyorlar ama Kerplere karşı negatif bir tutum içinde de değiller.” “Diğer grup?” “Diğer grup, farklı derecelerde de olsalar milliyetçi eksene kayıyorlar. Tirennleri üstün görüyorlar ve Kerplerin de Tirennleri üstün görmesini istiyorlar. Bazı aşırı milliyetçiler Kerplerin gezegeni tamamen onlara bırakmalarını ve çekip gitmelerini istiyor. Çok küçük bir azınlıksa ellerinde nükleer silahlar olsa Kerplerin şehirlerini ve kalelerini yok edebilecek hatta kendi şehirlerindeki Kerpleri tek tek bulup linç edecek kadar fanatikler. Bunlar sıkça sokakta Kerp gördüklerinde laf 55


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

atıp kavga çıkarıyorlar. Hatta yılda üç binden fazla Kerp onların saldırıları sonucu hayatını kaybediyor. Eh, iki milyar nüfuslu bir gezegen için çok büyük bir sayı gibi gözükmüyor ama yine de göz ardı edilecek gibi değil.” “Gereksiz yere ölen üç bin kişi de yeterince fazla,” dedi Kral. “Hımm. Eğer böyle bir Tirenn terörü varsa karşılığı da vardır gibi geliyor. Haksız mıyım?” “Ben de oraya gelecektim kralım. Haklısınız. Kerpler de sütten çıkmış ak kaşık değiller. Birincisi, kendi bölgelerinde ikamet eden az sayıda Tirennlilerin huzurunu bozan Kerpler var. Medeniyet olarak daha gelişmiş olan Tirennlerin yardım çabalarını suiistimal etmeye çalışanlar var. Ayrıca Kerp Yükseliş Hareketi adında güçlü sayılabilecek bir terör örgütleri var. Oldukça aktif durumdalar. Yılda ortalama on bin Tirennli, bu örgütün eylemleri sonucu hayatını kaybediyor. Bunların yarısından fazlası asker.” “Bu durum, gizli bir iç savaş olduğunu göstermiyor mu?” “Hayır, o kadar büyük çaplı bir durum değil. Yani savaş denemez, ama Tirennlileri çok rahatsız ettikleri ortada. Kerp Yükseliş Hareketi, Kerp halkından istediği ölçüde destek bulamıyor. Açıkçası bazen onların da huzurunu kaçırıyorlar. Zorla kendilerine katılmalarını ya da destek olmalarını istiyorlar mesela. Eylemleriyle milliyetçi Tirennlilerin eline koz veriyorlar.” “Kerplerden yeterince destek bulamıyorlarsa, Tirennlilere kafa tutmayı nasıl başarıyorlar?” “Belli bir ölçüde destek var elbette. Tirennler’den nefret eden bazı Kerp kaleleri onlara sadıklar. Örgüt yok olma aşamasına bile gelse tekrar diriltebiliyorlar. Dış gezegenlerden destek aldıklarına dair deliller de var. Bana sorarsanız bu kesin. Olmaması şaşırtıcı olurdu zaten. Kimse yakın çevresinde güçlü bir gezegen istemez. Tirenna’nın zayıf kalabilmesi için Kerp Yükseliş Hareketi kullanılıyor.” “Tirenna’nın bize kafa tutacak güce neden asla sahip olamayacağı anlaşılıyor,” dedi kral düşünceli düşünceli. “Gezegen halkı kendi arasında dahi birlik oluşturamıyor, dışarıya açılmaları hayal gibi. Hadi açıldılar diyelim, başarı da kazandılar. Bu başarıdan Kerpler de pay isteyecek. Tirennler ise onları görmezden gelmeye çalışacaklar. Yine başa dönecekler. İki halktan birinin yok edilmesi tek nihai çözüm gibi görünüyor.” “Bu seçenek olasılık dâhilinde değil efendim,” diye araya girdi Karr. “Çünkü Kerplerin Tirennleri yok etmeye gücünün yetmeyeceği aşikâr. Tirennler bu güce sahip olabilirler ama kendi içlerine kadar girmiş, akrabaları haline gelmiş olan Kerpleri temizlemeleri imkânsıza yakın. Bunun için faşist bir yönetim gerekir. Ve galaksi tarihinde hiçbir faşist yönetim uzun sürmemiştir. Soykırım yapmaya çalışsalar bile bir şekilde durdurulmuşlardır. Çünkü bir yerden sonra onları destekleyen kendi halkları bile neler olduğunu fark eder ve çok uç noktalara gitmesine izin vermez. Ki dış gezegenler o noktaya gelinmesine zaten müsaade etmezler ve müdahalede bulunurlar. Çünkü gözü dönmüş bir faşist yönetimin silahları her an onlara da doğrultulabilir.” 56


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“O halde,” diye çenesini sıvazladı Kral, “binlerce yıldır birbirine bilenmiş iki halk, tamamen karışıp ortak bir dil konuşarak, köklerini tamamen unutarak yaşayamayacağına göre bu sorun sonsuza kadar sürmeye ve gezegeni belli bir gelişmişlik düzeyinin altında tutmaya meyilli.” “Aynen dediğiniz gibi kralım. Eğer Hari Seldon gibi bir psikotarihçi, Tirenna’yı inceliyor olsaydı çok büyük olasılıkla benzer bir sonuca varırdı.” Kral kaşlarını çattı. “Psikotarih mi? Bu sözcüğü duymayalı çok uzun zaman olmuştu.” “Doğrudur efendim, son iki işimi Vakıf gezegenlerinde yaptım. Orada fazlasıyla kulağıma çalındığı için geldi aklıma.” “Hari Seldon da şu psikotarihi kuran adamdı, değil mi? Vakıf’ın büyük lideri?” “Evet efendim. Psikotarihi biliyorsunuz sanırım. Bir çeşit matematiksel kehanet. Hari Seldon, yüzyıllar önce bu bilim sayesinde Galaktik İmparatorluk’un yavaş yavaş çürüyüp yok olacağını öngörmüştü. Hesaplarına göre imparatorluğun zayıflaması ve gezegenlerin bağımsızlıklarını elde etmesinin ardından otuz bin yıllık bir barbarlık dönemi olacaktı. O da Vakıf’ı kurarak bu süreyi bin seneye düşürmeyi ve sonunda yeni bir imparatorluğun yaratılmasını sağlamaya çalıştı. Elbette bunun başarılı olup olmayacağını bilmiyoruz.” “Evet, birkaç sene önce üstünkörü öğrenmiştim bunları. Henüz İnlender’in prensiyken aldığım sıkıcı derslerden biriydi,” diye geçiştirdi Baad. “Ah, sıkıntılı hatıralarınızı canlandırdıysam özür dilerim. Başka bir arzunuz yoksa…” “Bekle Karr, bekle. Bir soru daha soracağım.” “Elbette kralım.” Kral Baad aniden ayağa kalktı. Aynı anda yemek odasının devasa kapısından dört muhafız girdi. “Tirenna hükümetinden kaç para aldığını merak ediyorum. Benden aldığın paranın epey üzerinde olmalı,” dedi Baad yüksek sesle. Karr Setniss silahlarını ona doğrultmuş muhafızlara bakarak tedirgin bir sesle “Anlayamadım efendim?” dedi. “Peki, madem oyuna devam etmek istiyorsun, anlatayım.” Tekrar yerine oturdu ama yaslanmadı. Yüz ifadesi artık bezgin değil, güçlü ve saldırgandı. “Tam yüz seksen gün önce, Tirenna’ya saldırmak için tüm hazırlıklarımı tamamlamış, en az kayıp vererek gezegeni ele geçirmek için nasıl bir strateji izlemem gerektiğini düşünürken karşıma çıktın. Daha doğrusu vezirlerimden birisi seni tavsiye etti. Sen de tesadüfen bizim gezegenlerimizden birinde tatil yapıyordun. Vezirim dedi ki: ‘Bir gezegen hakkında bilgi toplanacaksa bu işin piri Karr Setniss’tir. Tüm güçlü ve zayıf yönlerini çok kısa sürede öğrenip rapor eder.’ Sonra

57


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

bana seninle ilgili oldukça iyi referanslar sundu. İyice gözüme soktu seni. Üstelik ne şanstır ki istediğim an ulaşabileceğim kadar yakınımdaydın. Ben de zararı olmayacağını düşünerek görüşmeyi kabul ettim.” “Evet efendim,” dedi Karr, “Bu gerçekten harikulade bir tesadüftü. Ama dediğiniz gibi sadece bir tesadüftü. Vakıf adına yaptığım zorlu işlerden sonra kaliteli bir tatil geçirmek istedim. Siz de biliyorsunuz ki, himayenizdeki Harad, galaksinin en iyi bilinen turistik gezegenlerindendir.” Kral, Karr’ın sözlerini görmezden gelerek devam etti: “Vezirimin seni şahsen tanıyor gibi davrandığını fark ettim ama sorduğumda birbirinizi ilk defa gördüğünüzü söylediniz. Farkında mısın bilmiyorum ama benim de sağlam istihbarat kaynaklarım vardır. İlk defa görüşüyor olmadığınızı öğrendim. İkiniz de Trantor kökenlisiniz. Gençliğinizde Galaktik Kütüphane’de çalışmalar yapmışsınız.” “Galaktik Kütüphane’de pek çok kişi ça…” “Hâlâ yalan söylemeye çalışıyorsun Karr. Kütüphane’de artık çok az kişi çalışıyor. Trantor eskisi gibi galaksinin başkenti değil, biliyorsun. Aynı dönemde çalışıp tanışmıyor olmanız imkânsız.” “Pekâlâ, ama bu ne ifade eder ki? Sadece eski bir dost olarak beni size tavsiye etmiş ve bu işi almamı sağlamıştı. Ben de torpilli olduğum düşünülmesin diye saklamaya çalıştım. Bundan sonra da bu işlerde çalışacağım ve belli bir ünüm var. Bunu korumak zorundayım. Zaten bunun sizinle ve Tirenna gezegeniyle de bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum efendim.” “Çok ilgisi olduğunu sen de biliyorsun. Ben senden orayı fethetmek için nasıl bir strateji izlemem gerektiğini öğrenmeni istiyorum ve yüz seksen gün sonra gelip bana Tirenna’nın benim için tehdit oluşturmadığını, oraya saldırmamam gerektiğini anlatmaya çalışıyorsun.” “Tirenna’ya saldırıp gereksiz kayıplar vermenizin size bir faydası olmadığını anlatmaya çalışıyordum.” “Orayı neden fethetmek istediğimi sana hiçbir zaman söylemedim ki. Nasıl gereksiz olduğuna karar verebiliyorsun? Tirenna’nın en az yirmi gezegenlik yeraltı kaynakları var. Bunları ele geçirmek istiyorum ben. Sense bana Tirenna’nın zayıflığının ancak dış bir saldırı olmaması durumunda devam edeceğini anlatıyorsun. Beni gizliden gizliye etkilemeye, oraya saldırmamı engellemeye çalışıyorsun. Açıkça görünüyor ki Tirenna’nın bana karşı tuttuğu bir ajansın. Benim onlara saldıracağımı fark ettiler ve seni tuttular. Beni bir şekilde ikna edecek ve savaşı engelleyecektin. Ama ben de yeterince zekiyim ve oyununuzu açığa çıkardım.” Karr Setniss’in paniğe kapılacağına gülümsemeye başlaması kralı şaşırttı. Adamın gülümsemesi gittikçe hafif bir kahkahaya dönüştü ve nihayetinde küçümseyici bir sırıtış olarak sabitlendi. “Zeki olduğunuza şüphe yok kralım. Ama bilgileri değerlendirme konusunda bazı yanılgılar içerisindesiniz. Ben hiçbir bilgiyi 58


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

çarpıtmadım. Söylediklerim kelimesi kelimesine doğru. Ben Tirenna’yı kurtarmaya çalışmıyorum, sizi kurtarmaya çalışıyorum.” “Anlamadım.” “Tirenna’ya saldırmanız sizin zararınıza olacaktır. Sadece sizin de değil, tüm bölgenin. Bir kez potansiyellerinin farkına varırlarsa onları engellemek mümkün olmayacaktır. Ben bunu engellemeye çalışıyorum. Tirenna kendi içinde kaynayıp duran bir gezegen. Ve siz de bunu kullanıp daha fazla kaynatabilir, dış saldırı olmadan kendi kendisine zayıflamasını ve avucunuza düşmesini sağlayabilirsiniz. Tirenna halkı, doğrudan bir saldırı görmediği zaman çok saf olabiliyor. Sizin hesabınıza çalışan bir hükümet kurmanız çok kolay. Fakir halklara yapacağınız küçük yardımlar ve Kerplerden alacağınız ufak bir destek bile yetecektir. Gezegenin kaynaklarını tek tek elde edip Tirenna’yı bir inek gibi sağabilirsiniz.” “Buna hemen inanacağımı mı sanıyorsun? Neden bizi korumak isteyesin?” “Ben aslında sizi değil, Vakıf’ı, Hari Seldon’un planını ve nihayetinde galaksiyi korumaya çalışıyorum.” “Galaksiyi mi?” “Seldon’un nihai planının yeni bir imparatorluk olduğunu söylemiştim. Buna en çok direnen gezegenlerden biri Tirenna olacaktır. Çünkü Tirennlerin halk olarak en büyük fobisi başkalarının egemenliği altında yaşamaktır. Kanlarının son damlasına kadar savaşacaklardır ve iki taraftan da milyonlarca hatta milyarlarca insan hayatını kaybedecektir. Ben bunu engellemeye çalışıyorum. Vakıf sadece yayılmaya çalışmıyor, gelecekte karşısına çıkabilecek engelleri de geç olmadan bertaraf etmek için uğraşıyor.” “Yani bir Vakıf ajanı olduğunu itiraf ediyorsun.” Karr Setniss ona doğrultulan silahlara tekrar göz attı ve içini çekti: “Yabancı bir gezegende yanlış bir değerlendirme yüzünden idam edileceğime kariyerimi riske atmayı yeğlerim. Sonuçta insan bazı şeylerden feragat edebilmeli, hele bu şey kendi hayatıysa.” Derin bir sessizlik oldu. Kral uzun uzun düşündü. Sonra bir el işaretiyle muhafızları gönderdi. Baş başa kaldıklarında “Anlat,” dedi kısık sesle. “Tirenna’yı elde etmek için yapmam gerekenler tam olarak nedir? Ama ikna olmazsam sonunu biliyorsun.” Karr Setniss uzun uzun anlattı. O yemek masasında bir gezegenin gizliden gizliye yok edilişi adım adım planlandı. Ve kayıt sona erdi.

59


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

3 PAKET Uzun sarı saçlı, güneş gözlüklü, orta yaşı geçmiş bir adam, Tirenna’nın başkentindeki varoş bir mahallede, ıssız bir köprünün altında yürüyordu. Pahalı spor kıyafetleri ve omzuna asılı lüks küçük çantası çevresindeki griliğe, eskiliğe, solgunluğa hiç uymuyordu. Ama bunun farkında değilmişçesine sallana sallana adım üstüne adım atıyor, bir yandan da ıslığıyla neşeli bir şarkı çalıyordu. Beklediği ses arkasından geldi: “Hop amca, dur bakalım orda.” Islığını susturdu ve yavaşça arkasını döndü. Üstü başı pislik içinde, belki de bin yıllık kıyafetleriyle on dört on beş yaşlarında bir çocuktu ona seslenen. Zayıftı ama kaslıydı. Güneşten iyice esmerleşmiş çıplak kolları yara bere içindeydi. Özensizce kesilmiş saçları kirden keçeleşmişti. Yeni yeni bıyıkları terlemişti çocuğun. Muhtemelen kullandığı maddeler yüzünden gözakları kıpkırmızı, gözlerinin altı mosmordu. Odaklanmakta bile zorluk çekiyor gibiydi. Bütün bunlara rağmen bir karış boyundaki bıçağını tutan kolu titremiyor, güneş gözlüklü adama dönük olan sivri ucu fazlasıyla tehditkâr görünüyordu. Adam gözlüğünü saçına kaldırdı, çocuğu uzun uzun süzdü. “Ne var? Açıkta bir şey mi gördün?” diye bağırdı çocuk. Yine cevap gelmeyince ona doğru bir adım atıp bıçağını şöyle bir salladı. “Hoop, ihtiyar sana diyorum! Sağır mısın?” “İhtiyar mı? O kadar yaşlı mı görünüyorum?” diye sordu adam kibarca. “Bana ne lan senin yaşından? Paralarını göreyim. Neyin varsa sökül!” “Ben de sana bunun için geldim,” diye gülümsedi adam. “Kafa mı buluyon benle? Çıkarsana lan paraları! Deşmi’im götünü.” “Senden bir iyilik isteyeceğim, karşılığında da çok para vereceğim.” “İyilik mi? Siktir lan. Zaten yanında ne varsa ver’cen. Acımam sikerim belanı.” “Bak bu böyle olmaz ufaklık. Yanımda yeterince para yok. Bankadan çekeceğim. Çok basit bir şey yapacaksın, sonra da paranı benden alacaksın. Bu kadar.” Elini çantasına götürdü ve birkaç banknot çıkardı. “Hatta yanımdaki tüm parayı şimdi veriyorum. Ama dediğimi yaparsan bunun beş katını daha vereceğim.” Çocuk, adamın söylediklerine odaklanmaya çalışır gibi başını iyice yaklaştırmıştı. “Ne istiycen ihtiyar? Götümü mü istiycen? Oğlancı mısın yoksa?” “Oğlancı değilim. Önce şu bıçağı bana verir misin? Rahat iletişim kuramıyoruz böyle.” 60


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Hadi lan ordan, si…” Cümlesini bitiremeden bıçak elinden alınmış, bileği kırılmaktan son anda kurtulmuştu. Yaşlı adam beklenmedik bir hızla hareket etmiş, iki elini de kullanarak tuhaf bir hareketle çocuğun elindeki bıçağı kendi eline geçirmişti. Sihirbazlık gibi bir şeydi bu. Çocuk, bileğini ovalarken “napıyon lan sen! Ver lan emaneti!” diye bağırıp çağırmaya başladı. “Önce dediğimi yap. Hem parayı al, hem de bıçağını.” “Ne istiyon lan, ne istiyon?” “Sana bir paket vereceğim, onu birine ulaştıracaksın.” Çantasından küçük kare bir paket çıkardı ve çocuğa uzattı. “Bu ne?” dedi çocuk paketi alırken. Almadan önce ellerini pantolonuna silmişti. “İçindeki seni ilgilendiren bir şey değil. Sadece bunu alıp muhalefet partisi liderine vereceksin.” “Diall Nelkar’a mı?” “Evet. Bak şaşırttın beni ufaklık. Nereden biliyorsun adını?” “Ee, sokaklar gas’te dolu.” “Okuma yazma biliyorsun yani.” “Az bişey.” “Her neyse. Bu akşam Diall Nelkar bu mahalleye gelecek. Sizin mahallenizdeki insanlarla konuşup halkın ne kadar fakir olduğunu seçmenlerine kanıtlamak için. Ona -ya da ona ulaşamazsan korumalarından birine- bu paketi vereceksin. İçinde çok ilgilenecekleri bir şey var. Senin işin bu kadar. Sadece bunu ona ulaştırmak. Ben seni takip ediyor olacağım. Beni göremeyeceksin ama orada olacağım. İş bittikten sonra paranı da bıçağını da vereceğim. Anlaştık mı?” Çocuk önce düşünür gibi yaptı. Sonra başını salladı, “anlaştık babalık.” “Şimdi gidiyorum ben. Pakete dikkat et. Akşam görüşürüz.” 4 KAYIT Diall Nelkar o gece yarısı acil bir basın toplantısı düzenledi. Basın mensuplarına çok geniş bir salon tahsis edilmişti. Nelkar, çok mühim bir konuyu kamuoyuyla paylaşacağını bildirmişti. Gazeteciler ve halk, konunun ne olduğunu bile

61


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

bilmese de ilgi büyük oldu. Duyuru ile birlikte söylentiler aldı başını yürüdü; ama hiçbiri elle tutulur şeyler değildi. Diall Nelkar, geçen seneki seçimlerden önceki iktidara da muhalefetlik yapmış deneyimli bir siyasetçiydi. Ülke yönetmeye uzun zamandır talipti ve iktidarların yanlışlarını halka göstermekten çekinmezdi. Karizmatik ve hitap gücü yüksek bir liderdi. Ama söylemleri daha çok yüksek eğitim düzeyine hitap ediyor, sıradan halkı fazla etkileyemiyordu. Özellikle bir önceki hükümete karşı çok doğru ve sert bir muhalefet yapmasına rağmen eğitim seviyesi düşük insanlarla yıldızını barıştıramamıştı. İnsanlar sanki inadına gerçekleri görmezden gelip onlara çile çektiren, yolsuzluk yapan adamları seçiyorlardı. Bazen bu yüzden demokrasiye olan inancını kaybeder gibi oluyor ama asla pes etmiyordu. Geçen sene seçilen hükümet ise onu en belirgin ters köşesine yatırmıştı. Aniden ortaya çıkıp önceki iktidara karşı ezici bir üstünlük sağlamışlardı. Dış devletler, medya ve alt tabaka insanlar bile bir anda ortaya çıkıveren bu oluşumu desteklemişti. Açıkçası politikaları hiç de fena değildi. Liberal bir siyaset yapıyorlar ama devletin sahip olduğu ana mülkiyetleri özelleştirmeye kalkışmıyorlardı. Hiçbir ideolojiye yakın değil gibiydiler, bu yüzden de toplumun her kesimine seslenebiliyorlardı. Hem çiftçiyle, hem şehir insanıyla, hem tüccarlarla, hem de din adamlarıyla iyi geçinebiliyor, etliye sütlüye pek dokunmadan idare ediyorlardı. Diall Nelkar’ın muhalefeti ise siyasetlerinin yapıcı olmaması, yenilikler getirmemesi, dış politikada içe kapanık olunması, fakirliğin aynen devam etmesi ve bazı bireysel yolsuzluklarla ilgili olabiliyordu. En dikkat çekici noktalarıysa partide tek adamın sözünün geçiyor olmasıydı. Bu onların en güçlü özelliklerinden biriydi ama muhalefet olan kendi partisinin de onlara yüklenebileceği tek önemli husustu. Tek adam demek diktatörlük demekti. İşte bugün eline müthiş bir fırsat geçmişti. Bir sokak serserisi aracılığıyla ona ulaştırılan üç boyutlu görüntüler her şeyi değiştirecek, bu sakin hükümetin aslında neyin nesi olduğunu ortaya çıkaracaktı. Ve tam gece yarısı, Diall Nelkar, hızlı adımlarla sahneye çıkıp gür sesiyle insanları selamladı ve kendisi hiçbir şey söylemeyeceğini, onları görüntülerle baş başa bıraktığını açıklayıp sahneden ayrıldı. Üç boyutlu kayıt çalıştı. İki adam, heybetli ama çok da süslü olmayan bir yemek masasında baş başa karşılıklı oturmuş, tatlılarını yerken bir yandan da konuşuyorlardı. Biri İnlender kralı Baad’dı. “Tirenna gezegeninin uzun bir süre boyunca sizin için tehlike oluşturması ihtimal dâhilinde değil efendim,” diyen adam ise bir senedir Tirenna’nın başbakanıydı.

62


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

5 İSTİFA Başbakan Karr Setniss, ertesi akşamüstü mecliste halka açık bir oturumda konuşma yapmaktaydı. İnlender kralı Baad’la yaptığı sohbetin üzerinden iki sene, Tirenna hükümetinin başına geçişinin üzerinden ise bir sene geçmişti. Saçları biraz daha beyazlamış, yüzü biraz daha buruşmuştu. İstek ve güç dolu bakışları şimdi sönmüş, grileşmişti. Gözleri çukurlarına kaçmış, dalgın dalgın bakıyordu. Ve bu görünüş, şu an içinde bulunduğu durum için hiç de şaşırtıcı değildi. Zira yirmi dört saat önce Tirenna’da gelmiş geçmiş en sevilen liderlerden biriyken şimdi en büyük haindi. Gezegen çapında milyarlarca insan nefretle onu seyrediyor, birbiri ardına küfürler savuruyordu. Geçen sene büyük bir coşkuyla başa getirdikleri, gezegenin tüm sorunlarını çözeceğine inandıkları büyük başbakan, dün akşam bir anda herkesin gözünden düşmüştü. “Ortaya çıkan görüntüler,” dedi hırıltılı bir sesle, “inkâra yer bırakmayacak kadar açık ve nettir. Bu durumda bana düşen…” Duraksadı. Boğazını temizledi ve devam etti. “… hemen hemen bir senedir haiz olduğum görevden ayrılmaktır. Tarafımdan başka herhangi bir açıklama yapılmayacak, soru alınmayacaktır. Şu andan itibaren Tirenna’da bulunmam dahi söz konusu değildir. Tüm kamuoyuna saygılarımı sunar, her şeye rağmen teşekkürlerimi bildiririm.” Konuşmasının ardından kürsüden ayrıldı ve korumalarının eşliğinde dışarı çıktı. Bir daha Tirenna gezegeninden hiç kimse onu görmedi. 6 ARKADAŞLAR ARASINDA BİR SOHBET Bir zamanlar Galaktik İmparatorluk’un başkenti olan Trantor artık o kadar sakin bir gezegendi ki, orta yaşlı iki arkadaşın oturup kahve içtikleri restoranda onlardan başka kimse yoktu. Gerçi saatin geç olması ve restoranın kapanışının yaklaşması da etkiliydi ama birkaç yüz yıl önce olsa yine de tıklım tıklım olurdu. “Bu devlet işleri seni de yormuş görünüyor,” dedi uzun sarı saçlı adam. Düz saçlarını sırtına sarkıtmış ve boyun hizasından siyah bir tokayla bağlamıştı. “Senden daha kötü durumda olamam,” diye gülümsedi karşısındaki adam. Gayet sıradan bir görünüşü vardı. Tüm galaksideki erkekler bir bilgisayar programı aracılığıyla harmanlansa işte bu adam çıkardı ortaya. Sadece güven verici ve zeki bakışları biraz farklılık yaratabilirdi, o kadar. “On küsur sene boyunca paranoyak bir krala vezirlik yaptın sonuçta.” Sarı saçlı adam içtenlikle bir kahkaha atınca bembeyaz dişleri ortaya çıktı. “Paranoyak bir kral mı? Eh, haksız bir paranoya değildi onunki.” Kahvesinden bir yudum aldı. Biraz daha ciddi bir yüz ifadesiyle devam etti: “Şimdi ne olacak Karr? Tirenna doğru yola girecek mi?”

63


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Asla emin olamayız, ama umutluyum. Biz gerekeni yaptık. Baad’la pazarlık ederken gizlice çektiğimiz o üç boyutlu görüntüleri ortaya çıkardık ve halkın önünde gerçek olduğunu kabul ettim. Şimdi kimsenin aklında bir şüphe yok. Ben kesin bir şekilde hainim ve İnlender de Tirenna’yı çeşitli oyunlarla elde etmeye çalışan sinsi bir gezegen. O kayıtta anlattıklarımı defalarca dinleyecekler. Hatta belki öğrencilere ders diye okutulacak. Çünkü zayıf yönlerini gözlerinin önüne serdim. Tirenn-Kerp çatışmasının gezegeni nasıl kötü etkilediğini, kendi aralarındaki gereksiz gerginliklerin onların gelişimine nasıl ket vurduğunu gösterdim. Baad da -istemeden de olsa- bana yardım edip Tirenna’nın yeraltı kaynaklarının önemini bir güzel anlattı. Yani Tirennalılar her şeyi düşmanlarından duymuş oldular. Artık kendilerine çeki düzen vereceklerine inanıyorum.” “Peki Ogen Takımyıldızı’ndaki siyasi dengelerin Tirenna’ya bağlı olduğundan emin misin? Ya düşündüğün gibi değilse? İnlender’i zayıflatmak olumsuz bir etki yaratırsa? Başka bir gezegen aşırı güçlenirse? Tirenna da olabilir o.” “Zannetmiyorum. Kısa vadede İnlender’den başka Vakıf’a tehlike oluşturabilecek bir uygarlık görünmüyor o bölgede. Tirenna halkı bazı şeylerin farkına varsa da evrensel bir güç oluşturabileceklerini zannetmiyorum. Kendilerini üstün ve akıllı sanıyorlar ama bazı konularda inanılmayacak kadar saflar. Kötü ve çıkarcı liderlerin peşine takılma gibi zararlı bir alışkanlıkları var mesela. Baksana bana bile kandılar.” Eski vezir yeniden gülümsedi. “Peki şimdi ne yapacaksın?” “Bilmiyorum. Tirenna’yı uzaktan takip edeceğim gibi görünüyor. Zaten Birinci Sözcü de bunu uygun görecektir. Kendimizi fazla açığa vurmamalıyız.” “Hadi kalkalım,” diye ayaklandı Kral Baad’ın eski veziri. “Geç oldu biraz dinlen, uzun yoldan geldin. Yarın önemli bir toplantımız var.” Karr Setniss yüzünü buruşturarak gerindi ve ayağa kalktı. Gerçekten yorulmuştu.

SON

_____

64


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

İLLİZYONİST’İN KIZI Hazal Claıre Biçare İLHAM ALINAN ESER: GHOST WHISPERER

Jim çoktan uyanmış, aşağıda televizyon izliyordu. Aidan henüz uyanmamıştı, biraz daha uyumasını dileyerek kapısını kapattım. Son birkaç gün onun için çok rahatlatıcı geçmişti, bunun biraz daha sürmesini diliyordum içten içe. “Hey, Mel” dedi Jim beni görünce. “Şu yeni Okyanusun Dalgası adlı müzikal Perşembe günü burada olacakmış, gitmek ister misin?” “Olabilir” dedim. “O müzikalden Delia dün bahsediyordu. Güzele benziyormuş, değil mi?” “Tüm zamanların en iyisi diyorlar.” “Anlaştık o zaman” Perşembe gecesi geldiğinde, normalden yağmurlu bir havayla gelmişti. Bakıcıya dönüp “Numaram sizde, bir terslik olursa aramaktan çekinmeyin” dedim ve şemsiyeyi elimizde zar zor sabit tutarak arabaya doğru koştuğumuzu hatırlıyorum. O kısacık süre içinde saçım, makyajım berbat olmuştu. Dikiz aynasını kendime çevirdiğimde “Ah, hayır” dedim içimden. Bütün geceki hazırlığım berbat olmuştu. “Bakma o kadar, güzel görünüyorsun.” “Jim alay etme mahvoldum.” Böylece biz arabayı merkeze, Rockerfeller gösteri merkezine doğru sürmeye başladık. Yağmurun hızı biraz kesilmiş, nispeten daha az yağıyordu. Radyodan hoş bir şarkı çalıyordu. Gülümseyerek Jim’in elini tuttum. “İyi ki bunu yaptık.” Gösteri merkezinin önü çok kalabalıktı. Bir sürü şemsiye havalanmıştı. Herkes sırayla içeriye girmeye çalışırken, köşede bekleyen iki kişi dikkatimi çekti, şemsiyenin altında duran iki hayalet vardı. Biri kadın biri erkek olan iki hayaletin de yüzleri bembeyaz, gözleri simsiyahtı. Ve doğrudan bana bakıyorlardı. “Bizi görebildiğini duyduk” dediler bir ağızdan. Ve kayboldular.

65


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Hayalet mi?” durakladığımdan dolayı Jim fark etmişti. “Nihayet!” “Hayır.” “Hayalet-ler mi?” “Evet.” “Melinda! Jim!” Delia ve Eli köşeden koşarak geliyorlardı. “Merhaba.” “Merhaba.” Ve böylece, biletlerimizi gösterip, biz de içeriye girdik. “Burada olmak bana şu Bana Ölüm hayaleti Miles’ı hatırlatıyor bana.” Eli kulağıma fısıldamıştı. “Bugün hayaletsiz olmak iyi gelecek.” “Şansına küsebilirsin. Karşı köşede, şemsiyenin altında, iki tane var.” “Ah be.” Ve böylece, biletlerimizi gösterip, biz de içeriye girdik. Şovun ikinci yarısına kadar hiçbir olay gerçekleşmedi. Ve ben de böylece o gecenin hakikatten de hayaletsiz olabileceğini düşünmeye başlamıştım ve şov da anlatılanlar kadar güzeldi. Başrollerinde, broşürde yazana göre, Broadway’in iki ünlü ismi, Selena Brooke ve Gerard Jordan vardı, her ne kadar ikisini de tanımasak da. Kadının sesi gerçekten muhteşemdi, okyanus kıyısında geçen fantastik bir öyküyü anlatıyordu. Periler ve goblinler vardı. İkinci yarı için yerlerimize oturduğumuzda, hikâyenin bir fantastik ögesi daha ortaya çıkmıştı, okyanus zebanileri. Makyajları bire bir, gördüğüm şu iki hayaletin makyajları olan bir gruptu. “Hey, Jim” dedim eğilerek. “Şovda ölen birileri falan mı vardı?” “Sanmıyorum, öyle olsaydı duymuş olurduk. Ne oldu?” “Az evvel gördüğüm hayaletlerde şu zebanilerin makyajları vardı.” “Bilmiyorum.” Böylece şov bitti. İkinci yarısı da ilki kadar güzeldi ve bolca alkış aldılar, bazı kişiler ayakta alkışlıyordu hatta. Oyuncular teker teker eğilirken, sıranın en sonunda onları da gördüm, gülümseyerek eğiliyorlardı, oyuncuların bir parçası gibiydiler. Bana dönüp el sallamayı da ihmal etmediler, sanki bir meydan okuma gibi gelmişti. Her ne kadar neden olduğunu anlamasam da.

66


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Dün geceki şov ne güzeldi değil mi?” Delia yeni gelmiş bir kasa ürünü boşaltıyordu dükkâna geldiğimde. “Evet güzeldi. Onlar nedir?” “İnanamayacaksın. Meleklerin Ağlayışı’ nı biliyor musun?” “Şu girişteki büyük malikânenin ismi değil mi o?” “Evet, aynen o. O evi kapatıyorlarmış. Bunları da sen gelmeden on dakika önce evin baş kâhyası getirdi.” “Ne olmuş ki?” “Hatırlamıyor musun, evin iki çocuğu birden bir-iki ay önce bir yangında ölmüşlerdi.” “Şimdi hatırladım.” Eğilip, kutudaki eşyalara bir göz attım. Kıymetli görünen gümüş takımlar, çini vazolar ve bir sürü biblo vardı. Bir adet kocaman şamdan, küçük bir abajur ve bolca araba, bebek, kullanılmamış lego takımları vardı. Oyuncakların içinde dikkatimi, sarı, minik bir vosvos çekti. “Şunu kendime alacağım sanırım” Vosvosu elime aldım. Aldığım gibi, bir hayalin içine düşmem bir oldu. Yüzlerini göremediğim iki çocuk, bu sarı vosvosun başındaydılar. Kocaman bir bahçedeydik ve duyulan tek ses çocukların gülmesiydi. Biri erkek biri kız olan bu çocukların sadece sarpsarı olan saçlarını görebiliyordum, yüzlerini görmek amacıyla ileri bir adım attığım anda her şey dağıldı. Dükkâna geri dönmüştüm. Ne mutlu ki Delia rafı yerleştirmekle meşguldü ve merakını uyandırmadan arabayı çantama koyabildim. “Delia, bu çocuklar öldüklerinde yaşları kaçtı acaba?” “Çocuk olmaktan çıkmışlardı, tek bilgim bu. Neden soruyorsun?” “Dün iki hayalet gördüm, beraberlerdi. Biri kız biri erkekti. “ “Neden şimdi ortaya çıksınlar ki?” “Bilemiyorum, belki de evlerinin kapatılması yüzündendir.” Eşyaları işaret ettim. “Birçok hayaletin buna bırak kendini göstermeyi, kasabanın yarısını öldürmeye çalışarak sinirlendiğini gördüm. Güven bana.” Delia omuz silkti. “Bekleyeceğiz o zaman.” Eli’yı arayıp yardım istemek geldi içimden, ancak onun bu sabah araştırma gezisine çıktığını, telefonu elime alınca hatırlayabildim ancak. Eğer ortada bir dava varsa, eskisi gibi tek başımaydım.

67


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Sonraki üç gün boyunca, hiçbir şey olmadı. Ortalıkta gördüğüm birkaç gündelik hayaletten başka, hiçbir hayalet görmedim. Ne zaman ki Pazar günü, sabah altıyı vurmadan önce uyandıysam, o an başladı her şey. Güzel günlerden biri olacaktı, kuşkusuz. Ta ki o gereksiz, korkutucu hayale kadar. Korkusuzluğumla ün salmış biriyim, ama beni korkutabilen tek şey var, palyaçolar. Böylece, alt kattan gelen gülüşme seslerini duyduğumda, terliklerimi giyip indim. Salon ve koridor olması gerektiğinden daha karanlıktı, bunun bir hayal olduğunu anlayabiliyordum, sorun o hayali kimin bana gösterdiğiydi. “Merhaba? Orada bir hayalet var mı?” Yanıt, bir kıkırdamaydı. Çok tuhaf, ayakkabılıktan gelmişti. Kapağı çekip açtığımda, kocaman yüzlü, ufacık bedenli bir palyaço duruyordu. Korkuyla duvara yaslanırken bir çığlığı basmıştım bile. Palyaço gülüp duruyor, bir ileri bir geri sallanıyordu. Tam o anda, keskin bir vurma sesi duydum, birisi çok şiddetlice camı yumrukluyor gibi gelmişti. Koşarak salona tekrar ilerlediğimde, salonun ortasında su dolu bir kabin vardı. Küçük bir kız, ellerindeki zinciri gösteriyor, çırpınıyordu. Ağzını çığlık atar gibi kocaman açmıştı. Sarı saçlı, ufacık bir kızdı ve içimden bir ses benim o yüzünü göremediğim kızın o olduğunu söylüyordu. Saniyeler geçtikçe kızın hareketleri azaldı, azaldı ve durdu. Boğulmuştu. “Tatlım, neler oluyor?” Jim yarı uykulu salona gelmişti. “Boğulan küçük bir kız ve ayakkabılıkta çok korkunç bir palyaço gördüm.” Bilgisayarı kucağıma alıp Penthius’u açtım. “Küçük bir kızdı, sarı saçlıydı. Şu sihirbazlık gösterilerinde kullanılan su dolu kabinler yok mu, onlardan birinin içindeydi. Ve içimden bir ses müzikalde gördüğüm hayaletlerle Meleğin Ağlayışı’ndaki iki çocuğun bu kızla bağlantılı olduğunu söylüyor. Boğulma vakalarını araştıracağım.” “Ya bu hayal o küçük kızın değil de palyaçonun gösterdiği hayalse?” “Hayır, hissediyordum.” Ertesi gün, arabamdan inmiş, karşıdaki kahveciden elimde iki kahveyle dükkâna doğru yürüyordum ki, onu tekrar gördüm. Sırılsıklam bir hayaletti, üzerindeki kıyafetten ve saçlarından sular damlıyordu. Asi gençler gibi, saçlarını birbirinden farklı renklere boyamış, yüzüne birkaç tane de piercing takmış bir gençti. “Beni görebildiğine duydum.” “Evet ama sokak ortası bunu konuşmak için pek de uygun değil, tahmin edersin ki.” Kız korkuyla bir adım geri çekildi. Gözleri yusyuvarlak olmuş, tam arkama bakıyordu.

68


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Gitmem lazım. Dikkatli ol.” Ve öylece kaybolup gitti. İşler zıvanadan çıkmaya başlamıştı. Dükkâna girdiğimde, Delia ile bir kadını baş başa gördüm. Bu kadın, müzikaldeki başroldeki kadından başkası değildi. Malikâneden gelen eşyalarla pek ilgili görünüyordu. “Bayan Brooke, bu Melinda Gordon” “Memnun oldum Bayan Gordon. Kasabada küçük bir gezintiye çıkmıştım ve bir dostumun malikânesini kapatıp eşyalarının bir kısmını buraya gönderdiğini duymuştum. Sizin bu antikacı dükkânınız beni oldukça etkiledi” “Teşekkür ederim. Arkadaşınızın başına gelenlere çok üzüldüm.” “Neden bize kaldığınız yeri söylemiyorsunuz Bayan Brooke? Daha gelecek eşyalar olabilir, sizi haberdar ederiz.” Dedim, kadının hayaletlerle ilişkisi olabileceğini düşünüyordum. “Ah, 12. Caddedeki SpringFall otelinde kalıyorum. “ Elimdeki kahveleri tezgâha bırakırken, dün geceki boğulan hayaletimle karşı karşıya geldim. Tezgâhın altına sığınmış, titriyordu. Gözleri az evvelki hayaletin gözleriydi, saçları ise dün hem hayalde, hem de Perşembe gecesi tiyatroda gördüğüm kızın saçlarıydı. Ve sırılsıklamdı. “Beni görebildiğini duydum.” “Dikkatli olmalı mıyım?” Kız bunu duyduğuna şaşırmıştı. “Çok ama çok dikkatli olmalısın.” Ve orada öylece durmaya, titremeye devam etti. Elinde birkaç parçayla ayrılan Selena Brooke’u yolculadıktan sonra, kızın olduğu tezgâha eğildim. Hala oradaydı, saçlarından sular damlayarak titriyordu, korkan gözlerle bana bakıyordu. Ona iyice yaklaşınca anladım ki, gördüğüm dört ayrı hayalet de o kızdı. Yüz hatları aynıydı. Aynı hayalet, bana yaşamının dört ayrı bölümünü gösteriyordu. “Korkma” dedim kıza. “Ne zaman öldün? Nasıl öldün?” “Önce boğuldum” dedi kız. “Sonra sahneden düştüm.”. Ve erkek kardeşiyle gördüğüm makyajlı haline dönüştü. “Sonra da yandım.” Biraz büyümüş, ıslaklığı geçmiş ve teninde yer yer yanıklar oluşmuştu. “O zaman gerçekten öldüm işte.” Ve o haliyle kayboldu. “Neler oluyor?” Dedi Delia. “Neden tezgâhın altındasın?”

69


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Üç kere ölmüş bir hayaletle karşılaştım.” Dedim. “Önce gösteride boğulmuş. Sonra tiyatroda sahneden düşmüş. En son evinde yanarak can vermiş.” Delia şokla elini ağzına kapattı. “Bu çok korkunç” “Evet. Her gün olur.” Her ne olursa olsun bu kıza yardım etmeye kararlıydım. Bu yüzden öğleden sonra arabamı güneye, Meleklerin Ağlayışı’ na doğru sürdüm. Ev kapatılıyor olabilirdi, ama konuşabileceğim birkaç kişi olduğunu umuyordum. Bahçe kapısından içeriye girdikten sonra bile iki kilometre daha araba sürmem gerekmişti, kocaman, taş bir evdi. On iki tane odası olduğunu duymuştum. Bahçede kroket oynayan iki genç vardı. Arabadan inince, “Merhabalar” diye seslendim onlara doğru. Oyunu bırakıp bana doğru koştular. “Hoş geldiniz. Buyurun, nasıl yardımcı olabiliriz?” dedi büyük olan. “Ben Melinda Gordon” Elini sıktım. “Şehirde antikacı dükkânım var.” “Ben de Jimmi Spencer, Bass Spencer’in erkek kardeşiyim. Ah, müzayede için geldiniz o zaman. Biraz erken geldiniz ancak.” “Ah, tabi tabi, müzayede için geldim kesinlikle. Erken mi gelmişim gerçekten?” “Şey” dedi adam, omuz silkti. “İçeride hazırlıklar devam ediyor ancak.” Bana gülümsüyordu. “İsterseniz, size burayı gezdireyim.” Adam bana doğrudan asılıyordu. Anlamamak için kör olmak lazımdı. “Evet, lütfen” dedim gülümseyerek. “Sizin gibi hoş bir beyefendi tarafından gezdirilmek ne iyi olurdu.” Kendimi kötü hissetmiştim ama soru sormak için doğru düzgün bir şanstı işte. “Evi kapatmak durumunda kaldık, ikizleri öldükten sonra kız kardeşim ve kocası mahvoldular. Bu evi görmeye dayanamadıkları için kapatıyoruz. “ “Kaybınız için çok üzgünüm. Peki tam olarak oldu acaba?” “Ah, ikizler başından beri çok talihsizdiler zaten. Janet’in tam üç kere ölüm tehlikesi geçirdiğini biliyor muydunuz?” “Ah, hayır tabi ki de bilmiyordum. Bu çok korkunç. Nasıl peki?” “Janet’in babası sihirbazlık gösterileri ve sahne sanatlarıyla çok iç içeydi. Bir keresinde su içinde gösterileri vardı, Janet’i oradan çıkartacaktı. Ancak kilitler sıkıştı. Son anda yetiştiler. Okyanus’un Dalgası, şu yeni gelen müzikal, birkaç

70


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

sene önce oyuna konmuştu, ancak Janet sahneden düşerek beyin sarsıntısı geçirdi. Ondan da kurtuldu. Maalesef, kış evinde sigortadan çıkan yangında o da, ikizi Jeremy de kurtulamadılar. Ne kadar yazık.” Tam o anda, yanından geçmekte olduğumuz heykelde, çatırtılar başladı. “Hey, dikkat et!” demeye bile zaman kalmadan, adamın üzerine devrilmişti bir kısmı. Gürültüyü duyan çalışanlar, oraya doğru koşarken, adamın ruhunu görebiliyordum. Beş dakika içinde olup bitmişti. Adam ölmüş, ruhu da ışığa ilerleyip kaybolmuştu. Benim onu görebildiğimi bile fark etmeden. Polisler yarım saat içinde oradaydı, ambulans da. Adamın üzeri kapatılırken, ortalık epey kalabalıklaşmıştı. Polislerle uğraşmam gerekiyordu, şoka girmiştim ve üzeri battaniyeyle kapatılan ben olmuştum bu sefer. Bir paramedik elime bir bardak çay verdikten sonra ortadan kaybolmuştu. Tam o anda Selena Brooke’u gördüm, nereden haberi olduysa gelmiş, karşı köşede ağlamaktan canı çıkmış bir şekilde oturuyordu. Oyunun diğer başrolü olan Gerard Jordan’a sarılmıştı. Polisler, ifadeler, hastane kontrolleri bütün günü aldı. Ne olmuştu? O heykeli kim yıkmıştı? Heykel uzaktan nasıl görünüyordu? Jimmi Spencer ile aramda bir şey var mıydı? Onu öldürmeye mi yeltenmiştim? Yanıtının çoğu “Hayır” ve “Bilmiyorum” olan bir sürü soruya yanıt vermek zorunda kalmıştım. En sonunda salıverildiğimde zaman gece yarısını gösteriyordu. Polisler dışında, yanıt vermem gereken bir sürü kişi daha vardı, en başı da kocam Jim, dert ortağım Eli ve iş arkadaşım Delia çekiyordu. Eli erken dönmüştü, Jim de Aidan’ı bakıcıya bırakıp gelmişti. Onlara her şeyi en baştan anlattım, müzikal gecesinden başlayarak. Ancak yorucu bir gündü ve ben artık eve gitmek istiyordum. Ancak gün daha bitmemişti, diğer köşede Janet ve ikizi Jeremy duruyorlardı, aynı şemsiyeyle, aynı kıyafetlerle. Ben onlara bakarken “Hadi” dedi Jim. “Arabaya binsen iyi olacak, zor bir gündü.” Evet gerçekten de zor bir gün olmuştu, ancak gün henüz bitmemişti. İçimden bir ses bu gecenin de günü kadar zor olacağını söylüyordu. Tahmin edilebileceği gibi gece de uyuyamamıştım. En sevdiğim kupamda kahveyle salonda bilgisayara girdim. Artık isimlerini öğrendiğim için araştırma yapabilirdim. Penthius’u açıp isimlerini girdim, Janet ve Jeremy Spencer. Ölüm ilanları, çıkan yangınla ilgili haberler ve Janet’in geçirdiği ölümcül kazalarla ilgili haberler vardı. “Janet Spencer babası ünlü illizyonist Bass Spencer ve annesinin yakın arkadaşı Broadway sanatçısı Selena Brooke ile yaptıkları sihirbazlık gösterisi esnasında az kalsın boğuluyordu. Ünlü illizyonist Bass Spencer, Avrupa turnesinin İtalya etabında küçük bir aksiliğe maruz kaldı. Az kalsın kızının hayatına mal olacak bu gösteride, söylenine göre kilitler sıkışmış. Gösteri gereği kızını suya kilitleyen ve oradan çıkartaması gereken baba, kilitler sıkışınca kızı olduğu yerden zamanında kurtaramadı.

71


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kalbi duran ve kalp masajıyla hayatta tutulan Janet Spencer, hastanede hayata geri döndürüldü. Babaya, Sosyal Hizmetler tarafından bir kamu davası açıldı.” “Ünlü İllizyonistin Kızı Tiyatro Gösterisi Sırasında Beyin Sarsıntısı Geçirdi! Daha önce babasının şovunda boğulma tehlikesi geçiren talihsiz genç kız Janet Spencer’ı uğursuzluklar rahat bırakmıyor. Okyanusun Dalgası adlı müzikalı sergilerken, dans esnasında kayıp sahneden aşağıya düştü. Müzikal oyun öncesi reçineyle kayganlaştırılan sahnenin dansa göre fazla kayganlaştırıldığı iddasıyla sahne amiri Selena Brooke ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.” Şu Selena Brooke’u bulmam lazımdı. Böylece ertesi gün, kaldığını bildiğim otele SpringFall’a gittim. Lobide, dün fotoğraflarını gördüğüm ünlü illizyonist duruyordu. Burnuma pis kokular gelmiyor değildi, burada sahnenin arkasında tiyatro dönüyor gibi geliyordu ve neden olduğunu açıklayamasam da “Hey, Eli!” telefonu sekretere yönlendirmişti. “Benim, oradaysan aç şu telefonu.” “Günaydın, afedersin, telsizde unutmuşum. Ne oldu?” Böylece dün gece olanları ve planladıklarımı anlattım ona. O arada otelin lobisine varmıştım bile. Küçük, sıradan, gözden ırak bir oteldi ve lobi boş görünüyordu. Bass Spencer’ı ve Selena Brooke’u saymazsak. “Dün baktığım İllizyonist şu anda lobide. Burnuma pis kokular geliyor, burada sahnenin arkasında tiyatro dönüyor gibi geliyor ve neden olduğunu açıklayamasam da- bir dakika! Açıklayabilirim. Bass Spencer ve Selena Brooke şu an epey samimi görünmeye başladılar.” Adam, kadının dudaklarına gömülmüştü. “Sence bu çocukların ölümünün altında yatan bir aşk ilişkisi mi?” Şemsiyeli iki hayaletim, birden önümde belirmişlerdi. “Kesinlikle!” dediler, ikisi birden. “Artık bizi öldürenlerin peşindeyiz!” “Melinda, o konuşan hayaletler o ikizler miydi?” “Evet, Eli. Birilerini öldürecekler.” “Aman Tanrım. Engel ol Melinda!” İkizler şimdi konuşan babalarının yanındalardı. “Bizi o öldürdü” dedi Janet, babasını gösteriyordu. “Ve o!” Jeremy babasını gösterdi.

72


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Ve Jimmi amcamız.” “Ve hepsi acılı birer ölümü hak ediyorlar.” Koşmaya çalıştım, ancak çok geç kalmıştım. Lobideki dev ayna gürültüyle Bass ve Selena’nın başlarına inerken. Kanlar içinde yere uzanmışlardı. İkizler gülüyorlardı. Gözleri büyümüş, siyah rujlu dudakları şeytanca kıvrılmıştı. Bana bakıp, bir ağızdan, “Dikkatli ol. Gölgeler seni izliyor.” Dediler ve yere çekilerek kayboldular. “Durduramadım onları Eli, gölgelere katıldılar. Oh Tanrım!” Önce Selena’nın, ardından da Bass’ın hayaleti belirdi gözlerimin önünde. Onlar sırayla ışığa çekilirken, ortalık kıyamet gününe dönmüştü. “Vay vay vaay!” diyerek yaklaştı polis memuru Jefferson. “İki gün, üç ölüm ve iki yerde de sizinle karşılaşmak ne büyük şeref Bayan Gordon! Bu sefer işte parmağınız olmadığını nasıl kanıtlayacaksınız merak ediyorum doğrusu.” Elbette o da bitti. Nezaret, bolca arama, baş şüpheli olarak geçirilen iki günün sonunda evdeydim, koltukta oturuyordum. Eli aramıştı ve onunla sohbet ediyordum. “Şu gölgeler git gide büyük sorun oluyor Melinda, bu beni çok ürkütüyor.” “Biliyorum Eli. Ama hepsinin varacağı bir nokta var nasılsa, o noktanın gerçekleşmesini beklemekten başka elimizde ne var ki?”

_____ 73


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

74


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

BİTMEYEN KİN mit | M. İhsan Tatari İLHAM ALINAN ESER: DRESDEN DOSYALARI

Not: Okuyacağınız hikâye kronolojik olarak Dresden Dosyaları 1 ve 2 arasında yer almaktadır.

1 Benim adım Harry Blackstone Copperfield Dresden. Evet, o Copperfield. Sihirbaz olan. Babam da bir sahne sihirbazıydı, beni o büyüttü. Annem doğum esnasında öldükten sonra, eminim o sıralar kendisine çok mantıklı gelen bir takım sebeplerden dolayı, bana hayranlık duyduğu üç büyük illüzyon ustasının adını koymaya karar vermiş. Bana sormayın, o mantığı hâlâ çözebilmiş değilim. Hangi üç usta mı? Tabii ki Harry Houdini, David Copperfield ve Harry Blackstone. Evet, o Houdini. Sormayın demiştim.

Öte yandan benim de bir büyücü olduğum düşünüldüğünde bunun o kadar da kötü bir seçim olmadığı sonucu çıkarılabilir. Çünkü ben buyum, bir büyücü. Chicago’nun merkezinde bulunan eski bir binanın beşinci katında küçük bir bürom var. Bildiğim kadarıyla ülke sınırları içerisinde profesyonel olarak çalışan tek büyücüyüm. Hatta sarı sayfalarda bir ilanım bile var, ‘Büyücüler’ başlığının hemen altında. Ve ister inanın ister inanmayın, orada bir tek ben varım. İlanım şöyle: HARRY DRESDEN BÜYÜCÜ Kayıp eşyalar bulunur. Paranormal soruşturmalar. Danışma. Tavsiye. Makul fiyatlar. Aşk iksirleri, bitmek bilmez servetler ve çılgın partiler iş kapsamı dışındadır.

75


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kaç kişinin sadece ciddi olup olmadığımı sormak için aradığını tahmin bile edemezsiniz. Kaç tanesinin alaycı kahkahalar eşliğinde kapattığını ise bir büyücüye sormamanız gereken şeyler listesinin ikinci satırına ekleyebilirsiniz. Uzman tavsiyesi. Ücretsiz. Bu yüzden o sabah büromdaki telefonum çaldığında cevap vermek için pek de aceleci davranmadım. Tam da okumakta olduğum romanı bitirmiş, kovboy çizmelerimi masamın üzerine uzatmış ve şimdi ne yapsam diye düşünüyordum. Çalan telefona gözlerimi kırpıştırarak baktım ve bir yanlışlık olup olmadığından emin olmak için biraz bekledim. Hayır, yoktu. Biri gerçekten de beni arıyordu. Bacaklarımı masamdan indirip elimi ahizenin üzerine koydum ve üçüncü zil için beklemeye başladım. Bir yanım içten içe heyecanlanıyor ve arayanın gerçek bir müşteri olması için dua ediyordu. Böylece kiralarımı ödeyebilecek ve paranın kalanıyla (geriye bir şey kalırsa tabii) uzun zamandır hasretini çektiğim gerçek bir yemek yiyebilecektim. Daha gerçekçi ve karamsar olan diğer yanımsa beni aptalın teki olmakla suçluyor, arayanın muhtemelen yine o işgüzarlardan biri olduğunu ve açmaya bile tenezzül etmemem gerektiğini söylüyordu. Karamsar ve gerçekçi düşüncelere lanet olsun. Üçüncü çalışında telefonu açtım. “Dresden?” Aynı anda ahizeden korkunç bir parazit sesi yükseldi ve almacı kulağımdan hızla çekmek zorunda kaldım. Büyü ve teknoloji birbirinden ölesiye nefret eden iki eski sevgili gibidir, bir araya geldiklerinde mutlaka kavga çıkarırlar. Hayır, bunu geçmiş aşk hayatı tecrübelerime dayanarak söylemiyorum. Gerçek bu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında üretilen her türlü teknolojik cihaz ne zaman bir büyü ya da büyücüyle yan yana gelse garip bir biçimde bozuluyordu. Bilgisayarlar, telefonlar, mikrodalga fırınlar, klimalar… Aklınıza ne gelirse. Çekmecemden bir kalem çıkarıp telefon cihazını masanın uzak köşesine ittirdim, sandalyemde iyice geriye yaslanıp ondan uzaklaştım ve ahizeyi tekrar kulağıma dayadım. “Dresden?” Karşı taraftan hafif bir kıkırdama ve bastırılmış kahkahayı andıran bir ses duyuldu. “Merhaba,” dedi oldukça çekici bir kadın sesi. “Bay Dresden ile mi görüşüyorum? Hani şey olan… Büyücü?” ‘Büyücü’ kelimesini telaffuz ederken kahkahasını bastırmaya çalıştığını rahatlıkla anlayabiliyordum. Anlaşılan karamsar yanım yine haklı çıkmıştı. Pislik. Öte yandan kadının gerçekten de çok hoş ve ister istemez kafanızda bazı hayaller canlandırmanıza neden olacak kadar alımlı bir sesi vardı. Üstelik yalnız da değildi, seslere bakılırsa aynı ahizeyi ortaklaşa dinleyen iki kadın vardı karşımda. Ne diyebilirim ki? Büyüleyici bir erkeğim. Kelimenin her anlamıyla. Sırıttım, bacaklarımı tekrardan masanın üzerine attım ve oyunlarına ayak uydurdum. Sonuçta yapacak daha iyi bir işim yoktu, ayrıca telefon faturasını ödeyecek olan da onlardı. Evet, böyle şeyleri düşünmeye eğimliyim. Rahatsız mı oldunuz? Beni dava edin! “Buyurun güzel bayan, size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordum, yüzüme geniş bir gülümseme yerleştirerek. Yine kıkırdamalar, ardından bir-iki fısıldaşma.

76


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Şey…” dedi kadın, oyuncu bir tavırla. “Uzmanlık gerektiren bir konuda yardıma ihtiyacımız var. Sizin uzmanlığınıza.” “Ben pek çok konuda uzmanımdır,” dedim çapkınca bir sesle. Tekrardan gülüştüler. “Büyücülük konusundaki uzmanlığınızı kastetmiştim.” “Hmm. Adınız ne demiştiniz?” Bir anlık bir duraksama oldu. “Marilyn,” dedi sonra da. “Peki ya arkadaşınızın?” diye sordum, yalnız olmadığının farkında olduğumu belli ederek. Ben buyum işte, bütün zamanların en büyük dedektifi. Kısa bir duraksama daha yaşandı. Ardından, “Zekisiniz Bay Dresden. Akıllı erkekleri severim,” diye geldi cevap, hoşnut bir sesle. “Siz bir de diğer meziyetlerimi bir görün.” Tekrar gülüştüler. Bu kez bastırma gereği de duymamışlardı üstelik. “Monroe. Arkadaşımın adı bu.” “Marilyn ve Monroe demek?” Bu kez de bir yandan uçuşan eteğini tutmaya diğer yandan da telefonla konuşmaya çalışan iki sarışın canlandı gözlerimin önünde. “Eğer milyoner avına çıktıysanız yanlış adamla dans ediyorsunuz bayanlar, çünkü elimde bol miktarda bulunan yegâne şeyler dert ve ödenmemiş faturalar.” Bir kez daha güldüler, ama bu kez sıkılgan bir edaları vardı. Kendime not: Güzel bir kadınla konuşurken asla kişisel sorunlarından bahsetme. “Sadede gelelim Bay Dresden,” dedi Marilyn, ya da gerçek adı her neyse. Kahkahasını bastırdığını duyabiliyordum. İşte geliyor, diye düşündüm. “Bir kurbağayı prense dönüştürmek için yeteneklerinizi kiralamak istiyoruz.” Monroe bu noktada kahkahayı bastı. Geriye ittirilen bir sandalyenin, telefondan hızla uzaklaşan topuklu ayakkabıların ve histerik kahkahaların yankısı bana kadar geldi. Marilyn ise konuşmasını alaycı bir şekilde sürdürmeye devam ediyordu. “Çünkü bu dünyada doğru düzgün bir erkek yok ve biz de beyaz atlı prensimizi beklemekten çok sıkıldık. Bu yüzden de—” “Bak ne diyeceğim Marilyn,” dedim sakince, kadının sözünü bölerek. Eğlence sona ermişti, en azından benim açımdan. “Neden gidip birkaç tane kurbağa yakalayıp onları öpmeyi denemiyorsun? Eminim bu onların da çok hoşuna gidecektir. Ben de bu arada gerçek sorunları olan gerçek müşterilerle ilgilenirim. Ve Marilyn, mümkünse beni bir daha arama.” Ardından cevap vermesine fırsat tanımadan telefonu kapadım. Tanrım, bazen gerçekten de yanlış bir meslek seçtiğimi düşünüyorum.

77


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Telefon tekrardan çalmaya başladı. Ona kaşlarımı çatarak baktım ve ikinci çalışında açtım. “Dresden?” Arayan yine Kurbağa Fetişisti Marilyn’di. “Müşterilerinizin yüzüne telefonu kapatmak profesyonelce bir davranış mı sizce?” “Bakın bayan,” dedim, sıkıntıyla içimi çekip tek elimle gözlerimi ovuşturarak. “Size beni bir daha—” Lafımı bitirmeme fırsat vermeden konuşmaya başladı. “Bakın… Bu sadece bir şakaydı. Tehditler savurmanıza gerek yok.” “Ne?” “Hayır, bakın… Lütfen!” Sesinde anlam veremediğim bir korku ve panik havası vardı. Sanki benimle konuşmuyordu da Freddy Krueger, Jason ve Chucky üçlüsüyle hayatı için pazarlık ediyordu. “Size üzgün olduğumu söyledim Bay Dresden!” Monroe’nun arka planda neler olduğunu sorduğunu duyabiliyordum. Bunu ben de bilmek istiyordum doğrusu. ”

“Bak Marilyn ya da her kimsen. Eğer bu da o soğuk şakalarından biriyse hiç—

“Aman Tanrım! Sapıksınız siz!” diye bağırdı. Ahizeye gözlerimi kırpıştırarak baktım. “Bizi öldürmekle tehdit ediyor,” dedi, Monroe’ya hitaben. Ahizenin el değiştirdiğini gösteren bir hışırtı duyuldu. Sonra da “Peşimizi bırakın!” dedi bir başka kadın, muhtemelen Monroe. “Yoksa polis çağırırız!” Ardından telefonu çarparak kapattı. Bir müddet orada öylece oturup elimdeki ahizeye şaşkınca baktım. Ardından yavaş ve kafası karışmış hareketlerle aparatı yerine koydum. Neredeyse anında yeniden çaldı. Homurdanarak yüzümü ovuşturdum. Bu iş can sıkmaya başlamıştı artık. Oyun oynamayı bırakıp gerçek erkek gibi davranmanın vakti gelmişti. Sonuçta ben profesyonel bir iş adamıydım. Derin bir nefes aldım ve telefonu sertçe açtım. “Bak sürtük! Beni bir daha aramamanı kaç kez söylemem gerekiyor?” İşte böyle Harry oğlum. Çok profesyonelce. Bir müddet boyunca karşı taraftan çıt bile çıkmadı. Sonra çok iyi tanıdığım, soğuk, canlı ve ciddi bir ses yankılandı kulaklarımda. “Dresden?” Gözlerim istemsiz bir biçimde ardına kadar açıldı, buz gibi bir şey midemde hızla dolanmaya başladı ve ensemdeki tüyler diken diken oldu. Bacaklarımı masadan indirip çabucak toparlandım ve titrek bir sesle konuştum. “Murphy?” “Bu sefer çizmeyi aştın Harry!” dedi. “Cehenneme kadar yolun var!” Ardından telefonu kapatmaya yeltendi.

78


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Murph! Dur! Üzgünüm, açıklayabilirim!” diye atıldım. Bir anlık bir duraksama oldu. Bu fırsatı kaçırmadım ve elimden geldiği kadar çabuk bir şekilde az önce yaşanan tatsız şakayı anlatmaya başladım. “Tamam Harry, tamam. Kes sızlanmayı,” dedi Murphy sonunda, tam da kurbağalarla ilgili bölüme gelmişken. Sesi hâlâ biraz öfkeliydi fakat görünüşe göre onu ikna etmeyi başarmıştım. Yıldızlara şükür. “Sana burada ihtiyacım var, hemen gelebilir misin?” “Elbette,” dedim. “Elimden geldiğince çabuk orada olmaya çalışırım.” “Çalışma Harry, burada ol. Bu iş büyük,” diye yanıtladı. Sesi oldukça gergindi. Adresi verdi, çabuk olmamı bir kere daha tembihledi. “Ve Harry.” “Evet?” “Sakın bir daha bana sürtük deme. Kazara olsa bile. Yoksa seni münasip bir yerinden tavana asarım.” Ardından cevabımı beklemeden telefonu sertçe kapadı. Başımı geriye atıp keskin bir ıslık çaldım, ucuz atlatmıştım doğrusu. Murphy’nin çok daha küçük hakaretler yüzünden insanları hastanelik edip nezarete tıktığına şahit olmuştum ne de olsa. Teğmen Karrin Murphy, Chicago Emniyeti Özel Soruşturmalar biriminin başıydı, yani polis departmanının canavar avcıları bölüğünün. Şehirde nerede açıklanamayacak kadar acayip veya raporlarda yer alması mümkün olamayacak derecede sıra dışı bir olay gerçekleşse top Özel Soruşturmalara, yani Murphy’nin kucağına atılıyordu. Vampir saldırıları, mezar soygunları, kurtadam çeteleri, gulyabaniler… Aklınıza ne gelirse. İnsanlar gerçek hayatta, hele hele yirmi birinci yüzyılın göbeğinde, böyle şeylerin varolduğuna inanmayı reddediyordu; ama gözlerini yumup ‘Sana inanmayı reddediyorum’ demeleri bu canavarların gerçekliğini bir nebze olsun azaltmıyordu.[1] Murphy oldukça uzun zamandır bu görevdeydi ve şimdiye kadar olaylarla oldukça iyi başa çıkmıştı. Bunda bir aikido ustası olması kadar inatçılığının da payı büyüktü tabii ki. Bir de benim, yani şehirdeki tek danışman büyücünün. İşler içinden çıkılamayacak kadar sarpa sardığında – ama asla daha önce değil – Murphy hep beni arar ve bu yaratıklar hakkındaki engin bilgime başvururdu. Ücreti karşılığında elbette. Özel Soruşturmalardan kazandığım papeller olmasa evimden ve büromdan şimdiye kadar çoktan atılmış, pis bir sokak arasında açlıktan geberip gitmiştim. Bu yüzden Murphy ile aramın bozulmaması önemliydi, fakat tek sebebi bu değildi. Karrin benim dostumdu, hatta şu hayatta sahip olduğum nadir gerçek dostlardan biriydi. Onu kaybetmek istemezdim, bu yüzden acele etsem iyi olurdu. Masamdan kalktım, kapının yanındaki askılığa doğru yürüdüm ve uzun pardösümü giyip geniş siperlikli şapkamı taktım. Sonra da Murphy’nin verdiği adrese gitmek üzere büromu terk ettim.

79


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

2 Roosevelt Parkı, şehir merkezinin güneyinde kalan, sessiz sakin, yemyeşil ve küçük bir yerdir. Pazar günleri içinizi açacak bir yürüyüş yapmak ya da canınız sıkıldığında biraz hava almak için birebirdir. Ama o gün her yanı polis arabaları ve şu sevimsiz sarı bantlarla çevrilmişti, tam ortasında da terk edilmiş bir taksi duruyordu. Mekânın çevresini meraklı bir insan ve gazeteci kalabalığı sarmıştı, fakat dışarıda bekleyen görevli memurlar kimseyi yaklaştırmıyordu. Aksırıp tıksıran Mavi Kaplumbağa’yı – tosbağa modeli eski bir Volkswagen olan arabam –caddenin karşısındaki müsait bir yere park ettim, sonra da uzun adımlarla polis kordonuna yaklaştım. Fakat memurlardan biri beni durdurdu ve geçmeme izin vermedi. Ona durumu izah etmeye çalıştığımda önce yüzüme, sonra kıyafetlerime, ardından tekrar yüzüme bakarak, “Dalga geçiyorsun!” dedi. Ona ters ters baktım, tam ağzımı açıp zekice – ve muhtemelen nezarete tıkılmama neden olacak – bir cevap verecektim ki tanıdık, genizden gelen bir ses araya girdi. “Bırak geçsin James. Teğmen onu bekliyor.” “Dedektif Carmichael,” dedim, o tarafa dönüp. Şapkamın ucuna hafifçe dokunarak adamı selamladım. Bana karşılık vermedi, hatta gülümsemedi bile. Yüzünde ölesiye nefret ettiği hâlde sırf patronuna ait olduğu için katlanmak zorunda kaldığı bir köpekle karşılaşan birinin ifadesi vardı, ki bu kısmen doğruydu. Yani ortağı Murphy yüzünden bana katlanmak zorunda kaldığı… Dedektif Carmichael kısa boylu ve kilolu bir adamdı. Ceketi buruş buruştu, kravatı yemek lekeleriyle kaplıydı ve seyrelmiş saçları taranmamıştı. Oldukça şüpheci biriydi ve şehrin zar zor kazandığı paraya gözünü dikmiş bir şarlatan olduğumu düşünüyordu. Hiçbir şey demeden bana bakmayı sürdürdü. Dudaklarının arasına tıkıştırdığı bir kürdanı dilinin ucuyla hafifçe, düşünceli bir şekilde oynatıyordu. Bu taraftan da giysilerime hor gözle bakıyor ve sanki burnunun tiksintiyle kırışmasına engel olamıyordu – muhtemelen denemiyordu bile. “Teşekkürler dedektif, ben de iyiyim,” dedim, sahte ve büyük bir gülümseme takınarak. “Tanrı aşkına be adam, başka kıyafetin yok mu senin?” diye homurdandı. Başımı eğip pardösüme ve kovboy çizmelerime şöyle bir baktım. “Hey, ben bir büyücüyüm! Benim sıradan günlük giysiler giymemi bekleyemezsiniz. Bir büyücü eski ama aynı zamanda da karizmatik görünen şeyler giymelidir,” dedim. ‘Özellikle de yeni kıyafetlere harcayacak parası yoksa…’ diye geçirdim içimden.

80


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Büyücüymüş, hah!” dedi. Dudaklarının arasındaki kürdan bu hareketten faydalanıp kendini yere atarak intihar etti. Bu işkenceye daha fazla katlanamayacağına karar vermiş olmalı. Ona hak vermeden edemedim. “Sen yalnızca işe yaramaz üçkâğıtçının tekisin Dresden. Murphy’nin neden senin saçmalıklarına vakit ayırdığını anlayamıyorum doğrusu.” “Burada kalıp neşeli sohbetimize devam etmeyi ve o eşsiz gülümsemeni izlemeyi çok isterdim ama sanırım Murph bizi bekliyor,” dedim sırıtarak. Tam o esnada Murphy parkın iç kısımlarından, “Ron!” diye seslendi. “Dresden’i buraya getir. Bu işi ne kadar çabuk bitirirsek o kadar iyi!” Carmichael bana ters ters baktı, ben de ona sırıtmayı sürdürdüm. Eğilip yere düşen kürdanını geri aldı ve tekrar ağzına tıkıştırdı. Öğk! Sonra da tek eliyle sarı renkli kordonlardan birini kaldırıp kafasıyla geçmemi işaret etti. Dediğini yaptım. Tam yanından geçerken yüzünü hafifçe benimkine yaklaştırıp, “Bir gün Dresden, bir gün…” diye mırıldandı. Nefesi sigara ve kahve kokuyordu. İki kere öğk! Murphy, ellerini beline dayamış ve ağırlığını bir bacağının üzerine vermiş hâlde ona yaklaşmamızı bekliyordu. Bu hâliyle çok… sevimli görünüyordu. Tam bir elli boyundaydı, sapsarı saçlara, masmavi gözlere ve mini minnacık bir burna sahipti. Üzerinde gri bir takım elbise vardı, asla etek ya da elbise giymezdi. “Nihayet gelebildin,” dedi, görüntüsüyle zıtlık oluşturan bir sertlikle. “Üzgünüm, hayranlarıma imza dağıtmam gerekti de…” Başparmağımla geriyi, Carmichael’i ve diğer polisleri işaret ettim. Ron burnundan soluyup anlamadığım bir şeyler homurdandı, Murphy ise gülümser gibi oldu fakat tebessümü çabucak silindi Başıyla çim okyanusunun üzerinde ıssız bir ada gibi duran taksiyi işaret etti. “Onu bu sabah bulmuşlar. Durumu pek…” “İç açıcı değil mi?” diye tamamladım. Carmichael gür bir kahkaha attı. Onu neyin bu kadar neşelendirdiğini görmek için o yana döndüm ve adama ters ters baktım. “‘İçli dışlı’ daha doğru bir terim olurdu,” dedi dedektif, keyifle sırıtıp kürdanıyla dişlerini karıştırarak. “Kes sesini Carmichael,” dedi Murphy. “Sadece sevgili danışmanımıza birkaç teknik ayrıntı veriyorum,” dedi şişman dedektif, iki kolunu yanlara açıp yüzüne sahte bir masumiyet ifadesi yerleştirerek. “Kendini hazırlaması için.”

81


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kaşlarımı kaldırdım. Adam buna benzer cümleleri en son geçen sonbaharda, Madison Oteli’nde göğüs kafesleri patlamış iki cesetle karşılaştığımız zaman kullanmıştı. Bakışlarımı hızla ondan Murphy’ye çevirdim. O ise sadece başını sallamakla yetindi. Aman ne güzel. Her ikisi de sessizleşip beklentiyle yüzüme bakmaya başlayınca derin bir nefes aldım ve ağır adımlarla taksiye doğru yürüdüm. Aracın bagaj kısmı bize dönüktü, ön camıysa parkın diğer ucuna bakıyordu. Şoför kapısı açıktı ve ikaz lambaları sanki yaklaşmamam için beni uyarıyormuş gibi yanıp sönüyordu. Arabanın solundan dolanıp şoför mahalline doğru ilerliyordum ki burnuma ağır bir kan kokusu çarptı. Ön camın koyu kırmızı bir şeyle kaplı olduğunu o anda fark ettim. Bir an duraksadım ve kusmamaya çalışarak yutkundum. “Haydi Harry, herkes sana bakıyor,” dedim kendi kendime. Pardösümün cebinden bir mendil çıkardım (kısmen temizdi), yüzüme bastırdım ve son adımı da atıp şoför koltuğuna baktım. Koltukta bir adam oturuyordu, muhtemelen aracın şoförüydü. Saçlarını Mohawk modeli kazıtmıştı, zayıf bir çenesi ve ince bir yapısı vardı. Kolları gevşekçe iki yanında sallanıyor, bacakları garip bir açıyla duruyordu. Yüzünden şaşkınlıkla dehşet karışımı bir ifade okunuyordu, gözleri ve ağzı ardına kadar açıktı. Üzerinde askeri tarzda bir ceket, kareli bir gömlek ve siyah kumaş pantolon vardı, fakat vücudunun ön kısmı baştan aşağı kanla kaplıydı ve karın bölgesinde kocaman bir yırtık görünüyordu. Arabanın içi baştan aşağı kurumuş kan, bağırsak ve parçalanmış iç organlarla kaplıydı. Filmlerde her zaman şuna benzer bir replik kullanılır: ‘Eğer cinayet masasında çalışıyorsanız bir süre sonra ölümlere alışırsınız, kan ve ceset görmek artık sizi eskisi gibi etkilemez.’ Bu Hollywood’un en büyük yalanlarından biridir. Sendeleyerek bir-iki adım geri attım ve çimlerin üzerine yığıldım. Ardından en yakındaki ağacın dibine emekleyip kustum. Kendime gelebilmem için aradan birkaç dakika geçmesi gerekti. Derken omzumda küçük, şefkatli bir el hissettim. Dönüp baktığımda Murphy’nin aşırı ciddi yüz ifadesi ama anlayış dolu mavi gözleriyle karşılaştım. Onun biraz arkasında da hâlinden gayet memnun olan Carmichael vardı. “Beni hiç şaşırtmıyorsun Dresden,” dedi dedektif. “Başka hangi konularda haklı olduğumu merak ediyorum doğrusu.” Murphy ona kötücül bir bakış attı, fakat itiraz da etmedi. “İyi misin Harry?” diye sordu, beni dikkatli gözlerle süzerek. Başımı salladım ve elini tutarak beni ayağa kaldırmasına izin verdim. “Ne düşünüyorsun?” “Akşam yemeğinde ne yediyse fena dokunmuş.”

82


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Carmichael öfkeyle homurdanıp başka tarafa döndü, Murphy ise kaşlarını çattı. “Şakanın sırası değil Harry. Burada neyle karşı karşıya olduğumuzu öğrenmemiz gerekiyor.” “Pekâlâ,” dedim, ellerimle yüzümü ovuşturarak. “Kendimi toparlamam için bana biraz izin ver, sonra küçük bir araştırma yaparım.” Hâlâ yüzümü cesedin bulunduğu tarafa dönememiştim. Murphy başını anlayışla salladı ve omzuma hafifçe vurdu. Yumruklarımı sıktım, gözlerimi yumdum ve algı kapılarımdan bazılarını kapamaya başladım. Kan kokusu, ölüm korkusu, dehşetin soğuk parmakları… Yeterince hazır olduğuma kanaat getirince gözlerimi açtım ve arkama döndüm. Adam hâlâ orada, kanla yapılmış sapıkça bir yağlı boya tablonun ana objesi misali oturuyordu; fakat bu kez görüntüye hazırlıklıydım. Arabanın etrafında dikkatli adımlarla dolaşarak olası ipuçlarını aramaya başladım. Sülfür, kükürt, salya, kıl yumağı, saç teli… Eğilip adamın boynunun her iki yanına baktım, bileklerini ve ellerini kontrol ettim, sonra istemeye istemeye de olsa karnındaki yarığı incelemeye başladım. Yırtık kumaş parçalarını kenara çektiğimde iç bulandırıcı, vıcık vıcık bir ses duyuldu. Beynimin bir yanı sessiz bir çığlık atmaya başladı, fakat hemen yüzüne zihinsel bir kapı kapattım, üzerine asma kilit taktım ve anahtarı yuttum. Yara enlemesine uzanan çirkin bir yarıktan ibaretti, bıçakla açılmış kadar düzgündü fakat başka herhangi bir ipucu göremiyordum. Beynimin çığlık atan kısmı, kapadığım zihinsel kapıyı omuzlamaya başlayınca elimi çekip doğruldum. Ellerime bulaşan kanı çimlere sildim ve titrediğimi göstermemek için yumruklarımı sıktım. Son olarak kolyemi, yani annemden kalma beş köşeli yıldız şeklindeki gümüş muskayı kavradım, gözlerimi kapadım ve çevreme odaklandım. Herhangi bir büyü kalıntısı veya ona benzer bir şey bulabilmek için zihnimle etraftaki nesnelere dokunmaya başladım; fakat elime geçen tek şey keskin bir çam kokusu ve rüzgârın kıpırdattığı dalların hışırtısı oldu. “Eee? Ne diyorsun Harry?” diye sordu Murphy. Başımı iki yana salladım. “Bu büyülü bir saldırı değil, bir çeşit cinayet,” dedim. “Biri ya da bir şey bu adamın karnını boydan boya yarmış.” “Ciddi olamazsın,” dedi Carmichael, alaycı bir tonla. “Biz bunu nasıl fark edemedik, hayret ediyorum doğrusu.” “Kes sesini Ron,” dedi Murphy. “Bunu nereden biliyorsun Harry?” “Birinin karnını bu şekilde yarmak ya da patlatmak için hatırı sayılır miktarda büyü kullanmanız gerekir; böyle bir güç arkasında iz bırakır, fakat burada tek bir enerji kırıntısı bile yok.” “Peki sence burada ne olmuş olabilir?” diye sordu Murphy. Başımı olumsuz anlamda sallayıp, “Emin değilim,” dedim. 83


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Emin değil misin? Hah! Gerçekten de aldığın her kuruşu hak ediyorsun Dresden!” dedi Carmichael. Murphy ona kaşlarını çatarak baktı, gözlerini bana çevirdiğinde aynı öfkeden ben de nasibimi aldım. “Bana bak Dresden, sakın yine benden bilgi saklamaya falan kalkışma. Yoksa tanrı şahidim olsun ki bu kez seni bulabileceğim en karanlık hücreye tıkar ve anahtarını çöpe atarım!” “Ben de seni seviyorum Murph,” diye cevap verdim. Gözlerini devirdi. “Bak,” dedim, bir elimle yüzümü ovuşturarak. “Bunu yapanın ne olduğunu bilmiyorum, ama bu işte kimlerin parmağı olmadığını söyleyebilirim. Vampirler olamaz, çünkü onlar avlarını tek parça hâlinde ve sulu sulu sever, ayrıca adamın boynunda herhangi bir delik izi de yok. Gulyabaniler ise tabaklarında yemek artığı bırakmaz, oysa bu adamın büyük bir kısmı hâla burada. Bir Troll olsaydı karnını yarmakla falan hiç uğraşmaz, onun yerine arabayı dümdüz ederdi. Belki bir kurtadam olabilir diye düşündüm ama… cesedin üzerinde herhangi bir ısırık ya da salya bulamadım.” “Harika…” diye mırıldandı Murphy bezginlikle. “Şimdi tek yapmamız gereken bu kategorilere girmeyen herkesi sorguya çekmek. Bu da aşağı yukarı iki buçuk milyon kişi demek. Sağ ol Harry, çok yardımcı oldun doğrusu.” Bana somurtarak baktı. “Her zaman,” dedim, yüzüme abartılı bir tebessüm yerleştirerek. “Beni yanlış anlama ama bu cinayetin Özel Soruşturmalarla ne ilgisi olduğunu anlayamadım,” diye devam ettim. “Büyü yok, salya yok, diş izi yok, pençe yok. Bana daha çok sıradan bir cinayetmiş gibi göründü. Evet, sapıkça ama insanlara özgü bir şekilde.” Murphy ile Carmichael aralarında sessizce bakıştı. Gözleriyle bir şeyi tartışıyormuş gibi bir hâlleri vardı. Kimin itiraz ettiğini anlamak için adamın yüzüne bakmama gerek yoktu. Sonunda, “Aslında o kadar da sıradan değil,” dedi Murphy. “Ayrıca bu, içinde bulunduğumuz ay boyunca aynı şekilde işlenen üçüncü cinayet.” “Üç mü?” dedim şaşkınlıkla. “İyi ama daha önce hiç—” “Öncekiler basına yansıtılmadı,” diye sözümü kesti Murphy. “Başkan şehirde karmaşaya neden olmak istemiyor.” Kelimeleri tükürürcesine telaffuz ettiğine bakılırsa bu karardan hiç de memnun değildi. “Cinayetlerin ortak noktası kurbanların üçünün de karınlarının yarılmış olması.” “Ve katilin etrafta tek bir ipucu bile bırakmaması,” diye araya girdi Carmichael. Kaşlarımı havaya kaldırdım. “Hiç mi?”

84


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Hiç,” diye doğruladı Murphy. “İşte bu yüzden cinayet masası davayı bize postaladı.” “Ve siz de beni aradınız.” Cevap vermediler, zaten buna da gerek yoktu. “Pekâlâ,” dedim, bir elimle gözlerimi ovuşturarak. “Şoförün adı neymiş?” “Travis Brickless. Ordudan ayrılmış. İki gündür kayıpmış, telsiz çağrılarına hiç cevap vermemiş,” dedi Murph.[2] Düşünceli bir şekilde kafamı kaşıdım. “Anlaşılan o taraftan pek bir bilgi elde edinemeyeceğiz. Ya diğerleri?” “Kate Morrison adında zenci bir garson ve Parry adında evsiz bir adam.” “Üç ayrı kurban, üçü de birbirinden tamamen alakasız,” diye araya girdi Carmichael. “Akrabalıkları yok, sosyal statüleri farklı, ayrı mahallelerde yaşıyorlar. Hatta biri sokak serserisi. Hepsini kontrol ettim. Bu da bize katilin kurbanlarını rasgele seçtiğini gösteriyor.” “Aman ne güzel…” diye homurdandım. “Bakın ne diyeceğim, bana biraz izin verin. Biraz araştırma yapar, birkaç kitap karıştırır ve bağlantılarıma bir-iki soru sorarım. Bakalım daha önce buna benzer bir olayla karşılaşan olmuş mu?” “Anlaştık,” dedi Murphy. “Ve Harry. Unutma, bir şey bulursan beni mutlaka ara.” “Ararım,” dedim ve arabama doğru uzaklaşmaya başladım. “Umarım bu yüzyıl içinde olur,” diye ekledim sonra da, hiç kimsenin duyamayacağı kadar uzaklaştığımda.

3 Mavi Kaplumbağa’yı daireme doğru sürerken pek de neşeli bir ruh hâli içinde değildim. Elimde yılbaşı paketleri gibi içleri dışlarına çıkarılmış üç ceset, işinden atılma tehlikesi yaşayan bir dost ve tam olarak sıfır ipucu vardı. Kocaman, yuvarlak bir sıfır. Nereden başlayacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Yol boyunca kafamda pek çok teori ve fikir uçuşsa da hepsi de cama toslayan sinekler misali bu koca ‘sıfır ipucu duvarına’ çarpıyor, spiraller çizerek beynimin işe yaramaz fikirleri gönderdiği yere doğru düşüşe geçiyordu. Dairem, Chicago’nun meşhur yangınlarından mucizevi bir şekilde etkilenmeden kurtulmuş, oldukça eski bir pansiyonun bodrum katındadır. Aslında tam olarak bir daire olduğu söylenemez. Duvarları soğuk taştandır, bu yüzden mütemadiyen soğuktur. İçinde şömine bulunan geniş bir oda, mutfak niyetine kullandığım ufak bir girinti, küçük bir yatak odası ve onun içindeki daracık bir banyodan ibarettir. En alt katta olduğu için fazla ışık almaz; her dört duvarının tavanla birleştiği noktada birer gömme penceresi vardır yalnızca. Zeminde alt bodruma,

85


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

yani laboratuarıma açılan bir kapak vardır. Mobilyalarım birbirleriyle tamamen uyumsuzdur, duvarlarım envai çeşit kilim ve duvar halısıyla kaplıdır. Elektrikli eşyalarla aram pek iyi olmadığından şömine, gaz lambaları ve mumlarla idare etmeye çalışırım. Yine de burayı seviyordum, en nihayetinde burası benim evimdi. Kirasının çok cüzi bir miktar olması da bunun başlıca sebeplerinden biriydi elbette. Arabamı dairemin önündeki park alanına yanaştırdım, ön kapıma giden birkaç basamağı indim, koruma büyülerimi içeri girmeme yetecek kadar kısa süreliğine kaldıracak sözleri söyledim ve çelik kapımı açıp eşikten içeri adımımı attım. Ve anında yerime çakılıp kaldım. Dairemde davetsiz bir misafir vardı. “Nihayet gelebildin Dresden,” dedi Bekçi Morgan, gözlerini şöminedeki ateşten kaldırıp bana bakarak. Morgan, Beyaz Konsey’in, yani büyücüleri sözde koruyan, bolca denetleyen, büyü kanunlarını koyan ve cezaları uygulayan dünya çapında bir oluşumun bekçilerinden biriydi. Bekçilerin görevi büyücüleri korumaktı, ama geçmişte yaşadığım bazı olaylardan dolayı ne Konsey ne de Morgan ile aram hiçbir zaman iyi olmadı. Şömineye baktığımda içinde mavi bir ateşin yanmakta olduğunu gördüm, Morgan ısınmak için ellerini ona uzattığına göre hatırı sayılır bir süredir beni bekliyor olmalıydı. Daireme benden izinsiz girmişti, üstelik tüm o çok güvendiğim koruma büyülerime rağmen… Lanet olsun! Bekçi neredeyse benim kadar uzundu ama oldukça kaslı, iri yarı bir vücuda sahipti. Atkuyruğu şeklinde topladığı saçları yer yer grileşmişti, yüzünde ince bir sakal vardı. Siyah Konsey cüppesi ve gri Bekçi pelerini giymişti, sırtında da enli bir kılıç asılıydı. Oldukça dar ve somurtkan bir yüze sahipti, tıpkı karakteri gibi: dar görüşlü, aksi ve sevimsiz. Onu en son gördüğümde istemeye istemeye de olsa beni bir yangından kurtarmıştı ve bana suni teneffüs yapıyordu. Iyyk! “Merhaba Morgan,” dedim, tek ayağımla kapıyı arkamdan kapatarak. Rahat görünmeye, varlığından rahatsız olmamış gibi davranmaya çabaladım. “Ne o? Hayat öpücüğünün tadı damağında mı kaldı yoksa?” Bana iğrenerek baktı. “Bana o günü hatırlatma Dresden,” dedi hırlayarak. “Seni kurtarmak zorunda kalmış olmak bile zaten yeterince utanç verici.” Yüzünü tiksintiyle buruşturup birkaç kez kuru kuru tükürdü. “Hey, evi daha yeni dezenfekte ettirdim!” dedim aksi bir tavırla. “Etrafa kuduz mikrobu bulaştıracaksın!” Morgan dişlerini gıcırdatıp, “Eğer aramızda bir mikrop varsa o da sensin Dresden,” diye hırladı. Üzerime doğru bir adım attı. “Sen büyücüler için bir utanç kaynağısın. Yüz karasısın. Kesilip atılması gereken kangrenli bir yarasın.” “Bakıyorum da her zamanki neşeni kaybetmemişsin. Buraya sadece bana iltifat etmek için mi geldin yoksa beni öğle yemeğine mi çıkaracaksın?”

86


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Bekçi’nin gözleri öfkeyle ardına kadar açıldı. Yüzü önce kızardı, ardından çirkin bir mora dönüştü. Öfkeden hafif hafif titrediğini hissedebiliyor, dişlerini gıcırdattığını duyabiliyordum ve bu bana tarifi imkânsız bir tatmin hissi veriyordu. Vücudumu hafifçe gerdim ve olası bir saldırıda kenara sıçramak için hazırlandım. Ama o darbe gelmedi. Buna şaşırmıştım doğrusu, Morgan’ın daha önce bana yumruk atma şansını atladığını hiç görmemiştim. “Sana Konsey’den bir mesaj getirdim,” dedi Bekçi, sıkılı dişlerinin arasından alçak ama öfkeli bir sesle. “Polis kadının senden araştırmanı istediği şeye bulaşmayacaksın.” “Polis kadın mı?” diye sordum gözlerimi kısarak. “Murphy’den mi bahsediyorsun?” “Ona yardım etmeyeceksin Dresden, bu işten uzak duracaksın,” dedi işaret parmağıyla göğsümü dürtükleyerek. “Anladın mı?” “Sen aklını mı kaçırdın?” dedim, elimin tersiyle parmağını uzaklaştırıp bir-iki adım geri çekilerek. “Dışarıda masum insanları katleden bir şey var ve bunu durdurmak için tek şansları ben olabilirim.” “Önemi yok. Bu emir direkt olarak Kıdemli Konsey’den ve Onurlu Merlin’in bizzat kendisinden geliyor.” “Biz büyücülerin görevlerinden birinin masumları korumak olduğunu sanıyordum.” “Senin işin sanmak değil Dresden!” diye kükredi. “Senin görevin Konsey’e itaat etmek!” “Bu saçmalık!” “Bu bir emir! Emirleri yargılamak sana düşmez! Konsey’in kararlarını yargılamak da sana düşmez! Aksi takdirde yargısız olarak infaz edilirsin!” Elini kılıcının kabzasına koydu. “Beni anladın mı?” Anlamıştım. Hem de çok iyi, ama duyduklarım hiç hoşuma gitmiyordu. Konsey nasıl olur da böyle bir karar alabilirdi? Nasıl olur da masumları ölüme terk edebilirdi? Bu karar kesinlikle ‘hayatımda duyduğum en aptalca şeyler’ listemde ilk üçe oynuyordu; fakat bir Bekçi’nin, hele hele Morgan gibi aşırı fanatik birinin önünde bunu dile getirmenin doğru olmayacağını düşündüm ve çenemi kapalı tuttum. Evet, buna ben de şaşırdım. Kaşlarımı çatıp anladığımı belirten bir hareketle başımı yavaş yavaş salladım. “Güzel,” diye tısladı Morgan. “O kadar da zor olmadı, değil mi küçük asi?” Şimdi de yüzünde zafer kazanmış birinin ifadesi vardı. İşaret parmağını yüzüme

87


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

doğru sallayarak konuşmaya devam etti. “Seni eninde sonunda yola getireceğiz. Konsey’e ve kararlarına saygı göstermeyi, kurallara itaat etmeyi öğreneceksin.” “Çık dışarı,” dedim, sakinliğimi zar zor koruyarak. “Ne dedin sen?” dedi gözlerini tehditkâr bir biçimde kısıp yüzünü benimkine yaklaştırarak. “Görevini tamamladın Bekçi. Şimdi evimden hemen çık git.” Hıh’layarak güldü ve bir adım geri çekildi. “Gözüm üzerinde olacak Dresden. Eğer bir hata yaparsan…” İşaret parmağını gırtlağının üzerinden geçirerek bir boğaz kesme hareketi yaptı, sonra da sırıtarak kapıya doğru ilerlemeye başladı. Geçerken bana bir omuz atmayı da ihmal etmedi. Ardından kapıyı açtı ve bir anda gözden kayboluverdi.

4 Morgan dairemi terk ettikten sonra bir müddet orada öylece dikilmeye devam ettim. Sinirden tir tir titriyordum ve içimden bir şeyleri aleve verip patlatmak geliyordu. Bekçi gider gitmez şöminedeki mavi ateş de kendiliğinden sönmüştü, bu yüzden odam oldukça karanlıktı ve soğumaya yüz tutmuştu. Sapığın teki dışarıda insanları kıtır kıtır doğrar ve Murphy benden yardım isterken Konsey gelip resmen elimi kolumu bağlamıştı. Yine! Bir süre, aldıkları bu karara bir anlam vermeye, arkasındaki mantığı çözmeye çalıştım ama her seferinde düşüncelerim bu durumu Murphy’ye nasıl açıklayacağım fikrine saplanıp duruyordu. Açıklayamazdım. Beyaz Konsey’den ve Büyü Kanunları’ndan bahsetmeden bunu yapmam imkânsızdı ve bu da ölüm fermanımı şimdiden imzalamaktan farksız olurdu. Sıcak, iri ve tüylü bir şeyin sırnaşık bir biçimde bacağıma sürtündüğünü hissettiğimde zihnimi meşgul eden düşünce selini bir kenara itip içinde bulunduğumuz ana geri döndüm. Aşağı baktığımdaysa kedim Mister’ın koca, parlak gözleriyle beni izlediğini gördüm. Mister, yaklaşık on üç buçuk kilo ağırlığında, gri, kocaman bir sokak kedisiydi. Kocaman derken abartmıyorum, inanın bana. Kendisinden küçük köpekler görmüşlüğüm vardır. Ebeveynlerinden birinin kılıç dişli bir kaplan ya da bir vaşak olduğundan feci şekilde şüpheleniyorum. Onu henüz yavruyken bir çöp tenekesinin içinde bulmuştum, kuyruğu kopmuştu. O zamandan beri de benimle birlikte yaşıyor. Ah, pardon. Tüm kediler gibi bu dairenin asıl sahibi o, onunla birlikte yaşayan kişiyse benim. “Selam oğlum. Acıktın mı?” Bu soruyla birlikte karnım guruldadı ve kahvaltıdan beri hiçbir şey yemediğimi hatırladım. Şömine rafındaki eski çubuğu alıp şömineye doğrulttum, öfkemden faydalanarak biraz enerji topladım ve alçak

88


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

sesle, “Fuego,” dedim. Zaten sıcak olan odunlar çabucak tutuştu ve alevlerin turuncu ışığı dairemi kapladı. Pardösümü çıkarıp kapının arkasındaki askılığa astım ve mutfağa yönelip Mister’ın mama kabını doldurdum. İri kedi, neredeyse beni devirecek bir darbeyle bacaklarıma çarpıp mutfağa daldı ve hemen yemeğe koyuldu. Ben onun kadar şanslı değildim. Dolapta yalnızca bir paket bayat bisküviyle yarım kutu ekşimeye yüz tutmuş süt bulmuştum. Sütü lavaboya döküp pakettekileri bir çırpıda bitirdim, üzerine de bir bardak çeşme suyu içtim. Krallara layık bir ziyafet. Ardından işe koyuldum. Konsey’e bu meseleye bizzat karışmama sözü vermiş olabilirdim, ama Murphy’ye bilgi sızdırmayacağım konusunda onlara hiçbir şey söylememiştim. En azından bu şekilde suçlunun yakalanmasına yardımcı olabileceğimi ve Murphy’nin bununla yetinmeye razı olacağını umuyordum. Ayrıca eğer şanslıysam üzerinde Chicago Polis Departmanı’nın mührü olan şu minik, dört köşe kâğıtlardan birine de kavuşabilirdim. Hani adına çek dedikleri, paraya dönüştürülen şey. Sonuçta ödemem gereken bir kira vardı, değil mi? Ağır adımlarla dairemdeki alt bodruma, yani laboratuarımın bulunduğu yere indim. “Bob!” diye seslendim, karanlığa adım atar atmaz. “Bob! Uyan tembel kemik torbası yapacak işlerimiz var.” El yordamıyla masamdaki mumlardan birini yaktım ve etrafıma bakındım. Dairem ve büromla karşılaştırıldığında laboratuarım nispeten derli topludur. Ortada uzun bir masa ve onun her iki yanında da duvarlara yaslı iki küçük masa daha vardır. Üzerleri kalemler, kâğıt desteleri, kutular, deney tüpleri, beherler, gaz ocakları, iksir şişeleri ve sayısız mumla doludur. Kapının karşısında kalan köşeden bakır bir çağırma dairesi bulunur. Duvarlardaki raflarda da iksir bileşenlerimi sakladığım kavanozlar yer alır. Yıpranmış, ahşap bir rafın üzerinde laboratuarımdaki diğer şeylerle büyük bir tezat oluşturan bir yığın eşya vardı: birkaç pembe roman, bir-iki porno dergi, bir Fashion TV katalogu ve bembeyaz bir kafatası. “Haydi ama Bob, uyan artık. Yardımına ihtiyacım var.” Ben mumlardan birkaçını daha yakarken kafatasının göz çukurları önce zayıf, ardından giderek güçlenen turuncu bir ışıkla parlamaya başladı ve kemikli ağzı esnemeye benzer bir hareketle ardına kadar açılıp kapandı. Sonra bakışlarıyla beni şöyle baştan aşağı süzdü, ellerimde ve masanın üzerinde biraz oyalandı, ardından göz ışıkları titreşti. Nasıl yaptığını bilmiyorum ama onlara alıngan bir ifade katmayı başarmıştı. “Sakın bana yine unuttuğunu söyleme Harry,” dedi Bob, dişlerini takırdatarak. “Neyi?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

89


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Bob sıkıntılı bir şekilde iç geçirdi – nefes almayan biri için bunu yapmak gerçekten zordur – ve Eski Yunanca olduğunu sandığım bir dilde homurdanmaya başladı. “Haydi ama Bob, oyun oynamaya vaktim yok. Çözmemiz gereken bir vaka var.” “Tabii tabii. Mutlaka vardır. Senin isteklerin her zaman önce gelir elbette. Zavallı, yaşlı Bob’u düşünen yok!” “Zavallı, yaşlı Bob mu? Neden bahsediyorsun sen?” “Neden mi bahsediyorum? Neden mi bahsediyorum? Pöh! Bir de karşıma geçmiş nedenini soruyorsun! Bir haftadır bana alacağın yeni pembe romanı bekliyorum Harry. Tam bir haftadır! Son işimizdeki başarımdan sonra bana ‘Şehvetin Elli Tonu’nu alacağına söz vermiştin, bilmem hatırladın mı?” “Ah, şu mesele.” “Ya, o mesele… Sen dışarıda elini kolunu sallarken karanlıkta günlerce, hatta haftalarca hiçbir şey yapmadan beklemek kolay mı sanıyorsun? Yeni bir kitabın hayaliyle yaşamak? Yeni fantezilerin?” “Bob…” “Kalçalar.” “Bob!” “Göğüsler.” “Bak, üzgünüm. Tamam mı? Unutmuşum.” “Böylesine önemli bir şeyi nasıl unutabilirsin Harry? Burada seks hayatım söz konusu.” “Senin bir seks hayatın yok.” “Seninkinden daha fazla olduğuna bahse girerim.” “Benim…” Kahretsin, haklıydı. Düzenli bir ilişkim yoktu. Yani Susan’ı saymazsak, ama onu da haftalardır görmemiştim. Yine de bunu onun önünde itiraf etmeye hiç niyetim yoktu. “Benim bir kız arkadaşım var.” “Susan mı? Hah! Ayda sadece bir kez, o da haber koparmak için arayan birine kız arkadaşın gözüyle baktığına göre sandığımdan da umutsuzsun.” “Susan değil,” diye salladım. “Adı Marilyn ve daha bu sabah konuştuk.” “Yaa?” dedi Bob, müstehcen sayılabilecek bir sesle. “Güzel mi bari?”

90


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Bu seni ilgilendirmez.” “Biraz detaya ne dersin?” “Bob!” Gözlerimi ovuşturup sakin kalmaya, dikkatimi yeniden toplamaya çalıştım. “Bak Bob, kitabını şu anda alamam çünkü meteliksizim.” “Aman ne şaşırtıcı.” “Fakat yeni bir dava üzerinde çalışıyorum ve söz veriyorum, paramı alır almaz sana kitabını alacağım.” “Bütün seti isterim!” “Ne?” “Beni duydun. Bütün seti istiyorum: Şehvetin Elli Tonu, Tutkunun Elli Tonu ve İhtirasın Elli Tonu!” “Tamam, tamam,” dedim teslim olmuş gibi ellerimi havaya kaldırarak. “Sen nasıl istersen öyle olsun. Yeter ki şu işin içinden çıkmama yardım et.” “Söz mü?” diye sordu kuşkucu bir tonda. “Söz,” diye cevapladım bezginlikle. “Bakir sözü mü?” “Bob!” “Tamam, tamam. Sadece şakaydı,” dedi Bob, kıkırdamayı andıran bir ses çıkararak. “Pekâlâ,” diye devam etti ardından, gözleri şevkle parlıyordu. “Bu sefer neyle uğraşıyoruz?” Bob aslında bir insan kafatası değildir, kafatasının içine yerleştirilmiş bir hava ruhudur. Elektronik eşyalarla yaşadığım sorun yüzünden bilgisayar kullanamam, ama Bob kesinlikle bir bilgisayardan çok daha faydalıdır. İşi bilgileri hatırlamak, onları depolamak ve büyü kanunlarını takip etmeme yardımcı olmaktır. Asırlardır pek çok büyücüyle çalıştığı için tam bir bilgi kaynağıdır. Hatta belki de bazı konularda biraz fazla bilgili… Ona olayları bildiğim kadarıyla anlatmaya başladım, mümkün olduğunca tüm detayları aktardım ve bunlardan bir ipucu çıkarabileceğini umdum. “Hmm… Bak bu çok ilginç işte,” dedi anlatmayı bitirdiğimde. “Ne düşünüyorsun?”

91


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Marilyn’in nasıl biri olduğunu. Sende bir şeyler bulduğuna göre oldukça çaresiz olmalı.” “Konuyu değiştirme Bob. Cinayetler hakkındaki fikrini sordum.” “Aslına bakarsan o konuda hiçbir fikrim yok.” Laboratuara bir anda sessizlik çöktü ve ağzım şaşkınlıktan açık kaldı. Bob’un bir şey hakkında bilgisinin olmaması ihtimali, Kabasakal’ın Temel Reis’in kıçını tekmelemesi ihtimalinden bile daha düşüktü. “Sen… Ciddi misin? Hiç mi?” diye sordum kendimi toparlayarak. “No. Nein. Nada. Hiç. Daha önce hiç böyle bir şey duymamıştım. Demek istediğim, kurbanlarının karnını yaran pek çok şey var elbette, ama hiçbir iz bırakmadan saldırıp da onları dokunulmadan, hatta tek bir ısırık bile almadan bırakanını hiç duymadım.” “Yıldızlar adına… Bu iş sandığımdan da güç olacak,” dedim alnımı ovuşturarak. “Belki de saldırgan doğaüstü bir varlık değildir,” dedi Bob, dişlerini takırdatarak. “Ne demek istiyorsun?” “Belki de işinde çok usta olan bir ölümlüdür. Örneğin Karındeşen Jack gibi.” “O yalnızca bir şehir efsanesi,” dedim, omuzlarımı silkerek. “Hiç de değil,” dedi Bob. “Karındeşen Jack gerçekten de yaşadı ve tüm o cinayetleri tek başına işledi. Yirmisini birden.” Adamın kurbanlarına yaptıkları aklıma gelince yüzümü tiksintiyle buruşturdum. Karındeşen Jack, hayat kadınlarını hedef alan bir veya birkaç seri katile verilen addı. Sadece kurbanlarının karınlarını yarmakla kalmaz, tüm iç organlarını dışarı çıkarıp kulaklarıyla burunlarını da keserdi. “Öyle olsa bile o lanet herif yaklaşık yüz yirmi yıl önce yaşamıştı,” dedim. “İlla o olacak demiyorum Harry, fakat onun yöntemlerini benimsemiş başka biri olabilir pekâlâ.” Düşünceli bir şekilde çenemi sıvazladım. “Yani diyorsun ki…” “Demek istediğim şu,” diye araya girdi Bob, sabırsızca. “Aradan bunca yıl geçmesine rağmen hiç kimse Karındeşen Jack’in onlarca cinayeti nasıl işlediğini çözemedi, çünkü adam arkasında hiçbir iz bırakmıyordu. Belki de biri işin sırrını çözdü ve şenliklere kaldığı yerden devam etme kararı aldı.”

92


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Harika,” dedim bezgin bir tavırla. “Bir seri katil. Başımızda bir bu eksikti. Peki onu nasıl yakalamamı bekliyorsun? Ayakkabısındaki bir çamur lekesine bakıp şehrin hangi noktasında oturduğunu bularak mı?” “Bütün zamanların en büyük dedektifi olduğunu söyleyip duran sensin.” “Ama gördüğün gibi değilim. Yerimde Sherlock Holmes bile olsa bu davayı çözemezdi,” dedim hırçın bir tavırla. “Keşke Karındeşen Jack değil de Sherlock Holmes gerçek olsaydı. O zaman ruhunu çağırıp ona bir-iki soru sorabilirdim.” “Olmadığını kim söyledi?” diye sordu Bob. Kısa bir sessizlik daha oldu. “Ne dedin sen?” diye sordum sonunda. “Holmes’un gerçek olmadığını kim söyledi dedim. O da senin benim kadar etten kemikten bir insan. Şey… Sadece senin kadar…” Bu bilgiyi kafamda kısa bir süreliğine tarttım. Sonra da gülerek, “Saçmalık!” dedim. “Karındeşen Jack’in gerçek olduğuna inanabilirim ama bir roman kahramanının asla. Bu imkânsız!” “Şu işe bakın hele! Bunu sırf büyücü olduğunu ilan ettiğin için hemen her gün şaka telefonları alan sen mi söylüyorsun Harry?” diye sordu Bob alayla. “Ayrıca Beyaz Konsey’in başındaki ihtiyar Merlin de bir roman kahramanı sayılır, buna ne diyeceksin peki?” Ona kaşlarımı çatarak baktım. Haklı olduğu zamanlar ondan nefret ediyordum, öte yandan her zaman haklı olduğu için onu el altında tutuyordum. İroniye bakar mısınız? “Pekâlâ,” dedim bakır çağırma dairesine doğru ilerleyerek. “Eğer gerçekten yaşadıysa bunu birazdan öğreniriz. Ruhunu çağırmayı deneyelim ve bakalım cevap veren olacak mı?” “Harry, Harry…” dedi Bob, bezgince. “Gene ne var?” “Öldüğünü kim söyledi?”

5 Başım ağrımaya başladı. Baş ağrısı denen şeyin sadece belirli nedenlerden oluşan bir sancı değil de benliğimizle birlikte yaşayan, ortaya çıkmak için en uygun anı kollayan, çok sinsi bir parazit olduğunu düşünmüşümdür hep. En savunmasız olduğumuz anda saklandığı yerden sürünerek çıkar, beynimizin kıvrımları arasına gizlice sokulur ve 93


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

bam! Kulağa çok mu inanılmaz geliyor? İnanın o anda Bob’un söylediği her şeyden daha mantıklıydı. “Bak Bob…” dedim, tek elimle sertleşmeye başlayan ensemi ovalayarak. “Karındeşen Jack’in varlığını kabul edebilirim. Hadi Holmes’un varlığını da kabul ettim diyelim, ama o adamın hâlâ yaşadığına inanmamı benden bekleyemezsin. Herif 150 yaşında falan olmalı!” Bob’un göz ışıkları bir an titreşti, ardından iki küçük nokta hâline gelinceye kadar küçüldü, sonra hızla tekrar yandı ve, “Aslına bakarsan tam 159 yaşında!” diye ilan etti. “Normal bir insanın bu kadar uzun bir süre yaşamasına imkân yok,” diye karşı çıktım. “Yaşasa bile şu anda bir fosilden farksız olur. Bir büyücü değilse elbette…” “Büyücü falan değil. Sadece çok zeki bir insan. Çok çok zeki… Kraliçe arının sütü ve arı polenleriyle neler yaptığını bilsen şaşarsın.” “İyi ama—” “Hâlâ İngiltere’de yaşıyor,” diye lafımı kesti. “Fakat bu çok—” “Sussex’te.” “Ben—” “South Downs kasabasında.” “Bob, beni dinle—” “East Dean köyünün güneyinde. Numara 12.” “Bu tam bir—” Tam o esnada sözümü kesen başka bir şey oldu, biri kapımı çalıyordu. Kırmaya çalışıyordu demek daha doğru olur sanırım. Çelik kapıya inen yumrukların sesi alt bodruma kadar iniyor, taş duvarlarda bir savaş davulu misali yankılanıyordu. Bu saatte kim olabilirdi ki? Ve daha da önemlisi kapımdan ne istiyordu? “Beş dakika içinde dönerim,” dedim Bob’a, merdivenlere doğru ilerlerken. “Bu arada pembe romanları ya da ihtiyar kurtları düşünmeyi bırak ve işimize yaracak bir şeyler bulmaya bak.” Bob, Eski Almanca olduğunu tahmin ettiğim bir dilde söylenmeye başladı, fakat tam o esnada bir üst kata çıktığım için ne dediğini tam olarak duyamadım. Yoksa söylediklerini kesin anlardım. Yani en azından birazını. Öf, tamam. Hepsini duydum ama tek kelimesini bile çıkaramadım. Mutlu oldunuz mu? 94


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kapıya doğru asabi adımlarla yürürken bunun gerçekten de önemli bir şey olmasını umdum, yoksa kapımın intikamını onu bu şekilde yumruklayan kişinin suratından tamamen benzer bir metotla çıkarmam gerekebilirdi. Hey, ben eşit muameleye inanan bir insanım. Ne kötülük var bunda? “Ne var?” diye açtım, hırlayarak ve anında buna pişman oldum. Karşımda iki federal ajan, dört tane polis memuru ve her hâlinden önemli biri olduğu anlaşılan takım elbiseli bir adam duruyordu. Polisler ve federaller silahlarını bana doğrultmuştu ve yüzlerinde pek de arkadaş canlısı olmayan bir ifade vardı. “Kıpırdama!” “Ellerini başının üzerine koy!” “Tutuklusun!” Afallamış bir vaziyette ellerimi başımın hizasına kaldırarak silahsız olduğumu göstermeye çalıştım. “Hey, hey, hey! Sakin olun!” diye bağırdım. Kapımın sol tarafındaki federal çevik bir hareketle bileğimi kavradı ve beni arkamdan kelepçeledi. Takım elbiseli olan adam bir adım öne çıktı. Orta boylu, otuzlarının başlarında biriydi; dalgalı sarı saçları ve aynı renkte, düzgünce tıraş edilmiş sakalları vardı. Pahalı takımı füme rengiydi; içine krem rengi bir gömlek giymiş, beyaz çizgili kırmızı bir kravat takmıştı. Elinde tuttuğu evrak çantasından bir kâğıt çıkarıp burnumun dibine kadar soktu. Ben kâğıdın üzerindeki mühre ardına kadar açılmış gözlerle bakarken emrivaki bir tavırla, bağırarak konuşmaya başladı. “Harry Dresden! Norma Jean Robertson’ı öldürmek suçundan tutuklusunuz!” “Kimi?” dedim afallamış bir hâlde. Adamın gözleri öfkeyle parladı. “Adını bile bilmiyordun, değil mi?” diye sordu tükürürcesine. Elleri titriyordu, gözlerinde delicesine bir öfke vardı. “Muhtemelen hiç umursamadın da. Ama ben onu umursuyordum ve yemin ederim intikamı alacağım!” “Bakın, yanlış adamı tutukladınız. Ben Norma Jean diye birini tanı—” Takım elbiseli adam yüzüme sert bir yumruk atınca lafım yarım kaldı. Gözümün önünde şimşekler çaktı. “Onun adını ağzına alma!” diye kükredi adam, incinen elini ovuşturarak. “Sen bir pisliksin! Bir cani, vahşi bir katil! Kim bilir onun gibi daha kaç kişiyi öldürdün? Yaptıklarının hesabını vereceksin. Ben, yani Chicago Başsavcısı Walter Pecker, senin hakkında idam kararı çıkarılması için elimden geleni yapacağım!”[3]

95


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Şok olmuş bir vaziyette ona bakakaldım, bu esnada çenem kontrolümden tamamen çıkmış bir biçimde serbest düşüşe geçmişti. Ben duyduklarımı idrak etmeye çalışırken Pecker yanındakilere, “Götürün!” diye emir verdi ve federaller neredeyse mekânik sayılabilecek bir duygusuzlukla beni polislere doğru hafifçe ittiler. “Hey! Bir saniye! Bir yanlışınız var!” diye itiraz ettim sonunda, konuşacak kadar kendimi toparlayınca. Bileklerinizde kelepçelerin soğuğunu hisseder ve arka koltuğu tel örgülerle çevrili bir araca doğru götürülürken kendinizi çok hızlı toparlayabiliyorsunuz. Güvenin bana. Tecrübem var. Hem de çok taze… “Evet, evet. Biliyoruz. Sen yapmadın,” dedi polis memurlarından biri. “Evet,” dedim. “Sen masumsun, ortada büyük bir yanlışlık var,” dedi diğer polis. “Evet, bu doğru,” dedim hevesle. “Hatta,” dedi ilk polis, işaret parmağını bir öğretmen edasıyla havaya kaldırarak. “Bunların hepsi bir tuzak, biri üzerine korkunç bir iftira attı!” “Evet! Aynen öyle!” dedim. “İyi de madem bunları biliyorsunuz, neden beni tutukluyorsunuz?” Polisler bir an birbirlerine baktılar, ardından başlarını geriye yatırıp gür bir kahkaha attılar. Onlara gözlerimi kırpıştırarak baktım ve o anda benimle dalga geçtiklerini anladım. “Hep aynı tantana, hep aynı yalanlar,” dedi ilk polis, kafama sertçe bastırıp beni zorla polis arabasına bindirirken. “Birinin orijinal bir yalan uydurduğunu gördüğüm gün rozetimi yiyeceğim.” “Ama—” “Kapa çeneni serseri!” dedi diğer polis, omzunun üzerinden geriye kaçamak bir bakış atarak. Başsavcı Pecker, federallerle birlikte ayrı bir arabaya, siyah camlı bir devlet aracına biniyordu. “Zaten bu herif bize yeterince sorun çıkarıyor, bir de senin gevezeliklerin yüzünden azar işitmeye niyetim yok. Otur yerine ve kes sesini!” Teslim olmuş bir şekilde içimi çektim ve denileni yaptım. Ben bakarken diğer iki polisten biri evimin kapısını kapattı. Göz ucuyla eşiğin ardındaki Mister’ı görür gibi oldum, ama emin değildim. Bir an için kelepçeleri büyü yoluyla kırıp kaçmayı düşündüm, ama bu fikirden hemen vazgeçtim. Bu yalnızca üzerime atılan suçu kabul etmek anlamına gelecekti. Bir kez kaçak durumuna düştüğüm anda yapacağım ya da söyleyeceğim hiçbir şey görüldüğüm yerde vurulmama engel olamazdı. Kolay lokma olmazdım elbette, sonuna kadar mücadelemi sür-

96


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

dürürdüm fakat bu esnada polislerden birkaçının ölümüne sebep olabilir ve Beyaz Konsey’le başımı derde sokabilirdim. Masumları büyü yoluyla öldürmenin cezası ölümdü ve bünyem bir günde üç kez idam cezasına çarptırılmayı kaldırabilir miydi bilmiyordum. Tanrım… Bugün giderek daha da güzelleşiyordu doğrusu.

6 Chicago Polis Departmanı’nın ana binasına pek de yabancı sayılmazdım. Daha önce birkaç kez Murphy’yi görmek için buraya gelmiştim, o yüzden bazı kısımlarına aşinalığım vardı. Ama hücrelerini hiç yakından görmemiştim. Şimdi saatlerdir burada tek başıma otururken pek bir şey kaçırmadığımı anlayabiliyordum. Hatta Bob’un ‘karanlıkta hiçbir şey yapmadan beklemek’ konusunda söylediklerini bile daha iyi anlıyordum. Lanet olsun, eğer burada biraz daha oturursam emoların, satanistlerin, eşcinsellerin hatta parlayan vampirlerin mantığını bile anlamaya başlayabilirdim. Kısacası bu delikten acilen çıkmam gerekiyordu. Hemen. Oturduğum derme çatma sıradan hızla kalktım ve bu hareketim parmaklıkların diğer yanında nöbet tutan iki polisin dönüp bana bakmasına neden oldu. Onlara aldırmadan hücrenin içinde volta atmaya çalıştım ama beceremedim. Çok küçük bir hücredeydim ve herhangi bir yöne adım atar atmaz üç duvardan biriyle ya da demir parmaklıklarla burun buruna geliyordum. Anlayamadığım bir sebepten dolayı Murphy de hâlâ beni görmeye gelmemişti. Yoksa o da mı katil olduğuma inanıyordu? Başımı silkeleyerek bu düşünceyi uzaklaştırmaya çalıştım. Gözlerimi kaldırıp tavan hizasındaki gömme pencereden sızan öğle güneşi ışıklarına hasretle baktım ve dışarıda olabilmeyi diledim. Fakat görünüşe göre yapabileceğim pek bir şey yoktu. Ellerim alışılmamış bir biçimde hâlâ arkamdan kelepçeliydi ve bileklerim iyice uyuşmuştu. Anlaşılan hayatımda ilk kez birileri beni ciddiye alıyordu, fakat bununla gurur duyacak durumda değildim maalesef. Yanımda kalkan bileziğim ile annemim beş köşeli yıldız şeklindeki gümüş muskasından başka bir şey de yoktu ve şu anda ikisi de işime yaramazdı. Tabii nöbet tutan şu iki polis bana ateş etmeye başlamazsa… O zaman sırtımı polislere döner, sol bileğimdeki bilezikle kendime bir kalkan oluşturur ve duvarlardan seken mermilerin kafama isabet etmemesi için sessizce dua ederken onlara kıçımı sallayabilirdim. Heh. Tam o esnada koridordan yaklaşan ayak sesleri duydum ve o tarafa döndüm. Büyük ihtimalle Başsavcı Pecker cezamı infaz etmek için beni götürmeye geliyordu. “Pekâlâ,” dedim vücudumu hafifçe gererek. “Gelin bakalım.” Fakat gelen Murphy’ydi. Onu görünce bariz bir şekilde rahatladım ve farkında olmadan tuttuğum nefesimi bırakıverdim. Murphy iki polisle göz göze gelip kafasını salladı, adamlar da itaatkâr bir biçimde bizi yalnız bıraktılar. Polisler duyma mesafesinden çıkıncaya kadar bekledik, söze ilk giren Murphy oldu. 97


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Başın bu sefer feci şekilde dertte Harry. Boğazına kadar boka batmış durumdasın.” “Karrin… Biliyorum bu çok klişe olacak ama ben kimseyi öldürmedim.” Murphy bana kaşlarını çatarak baktı. Sarı saçlarının bir tutamı minik burnunun üzerine düştü, mavi gözleri öfkeyle yanıyordu. Kısacası çok sevimli görünüyordu. “Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Ama bütün deliller aleyhinde ve Pecker denen o… o…” “Adi? Aşağılık? Kendini beğenmiş? Pislik?” “E şıkkı, hepsi,” dedi Murph, burnundan soluyarak. “Adam senin ipini çekmek için yemin etmiş gibi.” “Zaten etti,” dedim yanımdaki duvara yaslanarak. “Gayet doğal.” “Nedenmiş o?” Murphy bana dikkatle bakıp hıh’ladı ve dudağının kenarı hafifçe kıvrılarak bir gülümsemeye dönüştü, fakat kaşları hâlâ çatıktı. “Neye bulaştığın hakkında gerçekten de bir fikrin yok, değil mi?” Omuzlarımı silktim. “Yeni bir Oval Ofis rezaletine mi?” Murphy başını iki yana sallayarak biraz daha yaklaştı ve iki eliyle parmaklıklara tutundu. “Norma Jean Robertson hakkında ne biliyorsun Harry?” Gözleri sorgularcasına üzerimde dolaşıyordu. Ona karşı dürüst oldum. “Öldüğünü ve bütün günahlarını bu dünyada çekmem için bana devrettiğini.” Güldü. “O zaman cehennemde yanmaya hazırlansan iyi olur,” dedi. “Norma Jean, Başsavcı Pecker’ın sekreteriydi. Aynı zamanda da metresi.” Hafif ve uzun bir ıslık koyuverdim. “Yeni bir Mad Max doğuyor desene.” “Şakanın sırası değil Harry, bu iş ciddi. Kadın nasıl ölmüş tahmin et.” Sesindeki bir şey ve gözlerindeki bakış olayın iç yüzünü anında kavramama neden oldu. “Dalga geçiyorsun!” dedim, kaşlarımı kaldırarak. Murphy başını iki yana salladı. “Karnı yarılmış Harry. Tıpkı daha önceki üç ceset gibi.” “Yıldızlar ve taşlar adına…” diye mırıldandım.

98


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Norma Jean ölmeden birkaç saat önce Başsavcı Pecker’dan yazılı olarak korunma hakkı istemiş. Bu sabah telefonda seninle konuştuğunu, onu tehdit ettiğini ve bu yakınlarda öldürülürse sorumlusunun sen olduğunun bilinmesini açıkça beyan etmiş.” “İyi de ben bu sabah hiç kimseyle—” Donakaldım, ağzım şaşkınlıktan bir karış açıldı. “Kahretsin… Marilyn.” “Kim?” “Marilyn. Ya da görünüşe göre gerçek adıyla Norma Jean. Bu sabah sana anlattığım telefon şakası.” Başımı inanmazlıkla iki yana salladım.[4] “Harry…” dedi Murphy. Sesi son derece kaygılıydı. “Bu suçlama seni otomatik olarak tüm cinayetlerin baş zanlısı konumuna yükseltiyor.” Bakışlarımı ona diktim ve gerçek bir anda kafama dank etti. “Kahretsin… Murph… Senin de başını belaya soktum, değil mi?” Murphy önemli değil dermişçesine başını iki yana salladı ama dudaklarının sakladığı gerçeği gözleri gizleyemiyordu. “Baş katil zanlısına yardımcı olmaktan suçlanıyorsun. Bu yüzden yanıma gelmen bu kadar uzun sürdü.” Murphy gözlerini benimkine dikti, ama sadece çok kısa bir anlığına. Bu oldukça cesaret isteyen bir iştir, çünkü bir büyücünün gözlerine baktığınız zaman Ruh Görüşü adı verilen olayı tetiklersiniz. Büyücü, gözlerinizi bir tür geçit gibi kullanarak ruhunuzun derinliklerine bakar, en büyük korkularınızı, sırlarınızı, sevinçlerinizi ve üzüntülerinizi öğrenir. Aynı şekilde karşısındaki kişi de büyücünün içini görür. O görüntüler sonsuza dek sizinle kalır. Hayatınızın sonuna kadar tek bir anını, tek bir saniyesini bile unutamazsınız. “Şu an için beni neyle suçladıkları umurumda değil Harry. Önceliğimiz senin o yaldızlı kıçını kurtarmak. Diğer meseleleri daha sonra düşünürüz,” dedi, fakat sesinin hafifçe dalgınlaştığını hissedebiliyordum. Zor da olsa eski sıranın üzerine çöküp başımı inanmazlıkla iki yana salladım. Eli bıçaklı bir manyak etrafta dolaşıp insanları katlediyordu ve Beyaz Konsey bana bu olaya karışmamı kesinlikle yasaklamış, kılımı kıpırdatacak olursam beni sorgusuz sualsiz idam etmekle tehdit etmişti. Ama yine aynı katilin işlediği suçlar benim üzerime kalmıştı ve kendimi aklayamazsam yine idam edilecektim. Bu da yetmiyormuş gibi sırf bana güvendiği için Murphy’nin de başı derde girmişti. Bana söylemiyordu ama böyle bir suçtan sadece uzaklaştırma cezası alarak kurtulmasına imkân yoktu. Büyük ihtimalle o da hapse girecek ya da daha kötü bir kaderle karşılaşacaktı. Kısacası her zamanki günlerimden birini yaşıyordum işte. Kim demiş hayat sıkıcıdır diye?

99


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Bana şu Marilyn şakası hakkında başka ne anlatabilirsin Harry?” diye sordu Murphy. Kafamı iki yana salladım. Başım tekrar ağrımaya başlamıştı, ellerim o kadar uyuşmuştu ki artık parmaklarımı hiç hissetmiyordum. “Her zamanki eşek şakalarından biriydi işte,” dedim. “Kurbağalardan bahsettiler. Ve de prenslerden.” Birdenbire kafamın içinde uyarı çanları çalmaya başladı. ‘Onlar. Onlar. Onlar.’ Marilyn Monroe, Marilyn ve Monroe. Monroe. “Monroe!” diye bağırarak ayağa fırladım. Bu tepkime şaşıran Murphy irkilerek geriye sıçradı. Hızla parmaklıkların yanına geri döndüm ve anın heyecanıyla başımı iki soğuk, demir çubuğun arasından becerebildiğim kadar dışarı çıkardım. “İki kişiydiler Karrin! Marilyn ve Monroe. Norma Jean yalnız değildi, yanında bir arkadaşı daha vardı. Eğer onunla konuşmayı başarabilirsek—” Murphy’nin mavi, ponponcu kız gözleri bir anda umutla alevlendi. “—suçlamaları düşürmek için bir şansımız olabilir,” diye tamamladı sözümü.

7 Murphy gitmeden önce kelepçelerimi çözme nezaketinde bulunmuştu. Kapıdaki iki nöbetçi de geri dönmemişti. Anlaşılan ikisi de hâlâ ona sadık olan birkaç kişiden bazılarıydı. Bir diğeriyse suratsız, aksi, şüpheci fakat dürüst bir adam olan dedektif Carmichael’di elbette. Bileklerimi ovuşturup kan dolaşımımı hızlandırmaya çalışırken, “Psst! Harry!” diye geldi şişman dedektifin sesi, parmaklıklı gömme pencerenin diğer tarafından. Başımı kaldırıp baktığımda son derece kirli bir çift ayakkabıyı ve buruşuk bir kumaş pantolonun paçalarını gördüm. “Buradayım,” dedim, sesimi fazla yükseltmemeye gayret ederek. “Biliyorum budala. Başka nerede olacaktın ki? Tut şunu! Murphy yolladı.” Parmaklıkların arasından önce asamı, sonra patlatma çubuğumu, son olarak da pardösümü uzattı. “Gerçi bu süprüntüler ne işine yarayacak bilmiyorum ya…” “Sen bir meleksin Carmichael,” dedim. “İnsanların cennete gitmek için yeterince çabalamamalarına şaşmamak gerek.” “Zevzekliği bırak! Başsavcı ve adamları her an seni almaya gelebilirler. Murphy onları oyalamaya çalışıyor, ama çok uzun süreceğini sanmıyorum. Seni oradan çıkarmamız gerek!” Pardösümü giydim, yakasını düzelttim ve elimi cebime atıp bir parça tebeşir çıkardım. “Dert etme, o sorunu çözdüm bile.”

100


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Çözdün mü?” dedi Carmichael, gayet kuşkulu bir sesle. “Ne yapacaksın peki?” “Şarlatanlık.” Hücremin duvarlarından birine uyuşmuş parmaklarımın el verdiği kadar çabuk bir şekilde bir kapı çizmeye başladım. Her gün karşılaştığınız, dikdörtgen biçimli kapılardan değil elbette; onların yeterli klası, zarafeti ve albenisi yoktur. Benim çizdiğim bir boyut kapısıydı, kenarları hafif yuvarlaktı, zarifti ve etrafı çeşitli rünlerle süslüydü – ya da en azından ellerim uyuşmuş olmasa öyle olacaktı. “Kahretsin. Harry, birileri geliyor,” diye fısıldadı Carmichael. “Gitmem gerek. Seni oradan çıkaracağız, merak etme!” Konsantrasyonumu bozmak istemediğimden ona cevap vermedim. Hızla uzaklaşırken kösele ayakkabılarının beton zemin üzerinde çıkardığı takırtıları duydum. Aynı esnada hücrelere açılan koridorun başından bazı bağırış çağırışların geldiğini işittim. Ne dedikleri tam olarak anlaşılmıyordu fakat en yüksek perdeden bağıran sesin Murphy’ye ait olduğu kesindi. Benim için geliyorlardı. Konsantrasyonumun dağılmamasına gayret ettim, fakat korku ve heyecan bedenimi yavaş yavaş ele geçiriyordu. Parmaklarımın uyuşukluğuna bir de titremeleri eklenmişti. Acele etmeye başladım. Tebeşirim bu gerilime daha fazla dayanamamış olacak ki bir çatırtıyla orta yerinden kırılıverdi. “Kahretsin!” Sesler artık koridorun içinde yankılanıyordu, kapıyı açmışlardı. Bu da sadece birkaç adım sonra yanıma varmış olacakları anlamına geliyordu. Murphy’nin Pecker ile karşılıklı olarak küfürleştiğini çok net duyabiliyordum. Kırılan parçayı yerden aldım, aceleyle son rötuşları tamamladım, gerekli yerlere birkaç rün daha çiziktirdim, sonra da doğrulup eserime baktım. Eh, tam olarak Mithril Dağları’nın görkemli kapısı gibi gözüktüğü söylenemezdi. Sanki çılgın bir ressam, bir parça Picasso biraz da Dali kullanıp ortaya karışık bir şeyler çizmiş gibi görünüyordu ama işimi görürdü. Duygular, büyü için kusursuz enerji kaynaklarıdır. Korkunuzu, öfkenizi, neşenizi, hatta üzüntünüzü bile kullanıp büyünüz için gerekli olan enerjiyi toplayabilirsiniz. Gözlerimi kapatıp endişeme odaklandım, duvara uzandım, gerçekliği kavradım ve “Aparturum!” diyerek bir perdeyi aralar misali bu dünya ile ruhlar dünyası arasında bir kapı açtım. Hücreyi parlak renkli, mavi ve yeşil ışıklar kapladı, soğuk bir sis bulutu ayak bileklerime dolandı. Adımımı atıp eşikten geçtim. Yaklaşan ayak seslerini hayal meyal duydum. Sırıtmadan edemedim. Pecker’ın o kendini beğenmiş yüzünün alacağı şekli merak ediyordum doğrusu.

101


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

8 Büyücülerin elektronik eşyalarla ilgili yaşadığı sorunları size bir kere daha anlatmama gerek yok sanırım. Aynı nedenlerden dolayı kıtalararası seyahatlerde uçak, gemi ve benzeri araçları kullanamadığımızı tahmin edersiniz. Ama bu yaz tatillerinde kıçımızın üzerinde kös kös oturduğumuz anlamına da gelmiyor elbette. Gerçek dünya ile Yok Diyar, yani ruhlar dünyası arasında bazı yollar vardır. Bir büyücü ölümlülerin dünyasındaki herhangi bir noktadan Yok Diyar’a bir kapı açabilir ve bu yolları kullanarak geleneksel metotlardan çok daha kısa bir sürede başka bir yerde ortaya çıkabilir. Tabii bunun bazı tehlikeleri de yok değildir. Yok Diyar aynı zamanda perilere de ev sahipliği yapar, bu yüzden yolculuklarınız sırasında pek çok cehennemî yaratıkla karşılaşmanız, farklı zaman ceplerine düşmeniz, yanlış yerlere sapmanız ve perilerle sonradan çok pişman olacağınız anlaşmalar yapmaya zorlanmanız mümkündü. Yine de üç kez idam cezasına çarptırılmış biri için o anda bunlar gözüme çok küçük sorunlar olarak görünüyordu. O gün ilk defa şansım yaver gitti ve hiçbir tehlikeyle karşılaşmadan Sussex’in South Downs bölgesine bakan yemyeşil bir tepenin üzerinde bildiğimiz dünyaya geri döndüm. Chicago’da henüz öğleden sonrası saatleri yaşanmasına rağmen burada güneş batmaya başlamıştı bile. Gökyüzü sarı, turuncu, kırmızı, pembe ve morun çeşitli tonlarına bürünmüştü. Çimler sonsuza dek uzanıyormuş gibi görünüyordu. Yağmur yeni dinmiş olmalıydı, çünkü havada ıslak toprak kokusu asılıydı ve zemin olabildiğince çamurluydu. Neyse ki çizmelerim ayağımdaydı. Bir müddet durup bu muhteşem manzaranın tadını çıkardım, şehrin kirli havasına alışkın ciğerlerimi kocaman bir nefesle doldurdum, ardından East Dean köyünün güneyindeki 12 numaralı evi aramaya başladım. Evi bulmam çok zor olmadı, civarda pek fazla yerleşim yeri yoktu zira. Deniz kıyısına çok kısa bir mesafede, yeşil bir tepenin üzerine kurulmuş, iki katlı, büyük ama gösterişsiz bir yerdi. Tamamen ahşaptan yapılmıştı, üst katlarında ışık vardı, arka bahçesinde de bir sürü arı kovanı bulunuyordu. Kovanların arasına dalmak istemediğim için – Gördünüz mü? Bazen ben de sağduyulu davranabiliyorum – evin çevresinden dolaştım ve ön kapıya vardım. Posta kutusunun üzerindeki ismi gördüğümde ister istemez kaşlarımı çattım: ‘Profesör Altamont Sherrinford.’ Başımı hayal kırıklığıyla iki yana salladım. Bob yanılmıştı, Sherlock Holmes diye biri yoktu. “Gerçek olamayacak kadar iyiydi,” diye mırıldandım kendi kendime. Öte yandan Bob’un polenler ve arı sütüyle ilgili söyledikleri aklıma geldi, sonra arka bahçede gördüğüm kovanları düşündüm, ardından bir kere daha, bu kez düşünceli bir biçimde kaşlarımı çattım. Bahçe kapısını açıp sundurmaya doğru yürüdüm, asamı yolun yanındaki çalılıkların altına sakladım, patlatma çubuğumu pardösümün içine tıkıştırdım ve zili çaldım. Elektronik bir bülbül neşeyle şakımaya başladı, ama ötüşünün tam ortasında sesi önce bir tür ulumaya, sonra da cızırtıya dönüştü. Ups.

102


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Bir müddet kıpırtısız bir biçimde bekledim, fakat cevap veren olmadı. Bir-iki adım geri çekilip üst kattaki ışıklı pencerelere bir göz attım. Perdeler sanki az önce orada biri varmış da çabucak geri çekilmiş gibi sallanıyordu. Yeniden kapıya döndüm ve kibarca tıklattım. Birkaç saniye sonra tekrar çaldım. Sonunda ihtiyar bir adamın huysuz ve titrek bir sesle bağırdığını işittim. “Tamam, tamam. Patlama! Geldim!” Birinin ağır aksak bir biçimde merdivenlerden aşağı indiğini duyabiliyordum. Her iki adımının arasından asırlar geçiyordu ve yoğun bir İskoç aksanıyla durmadan şikâyet ediyordu. “Kahrolasıca veletler! Azıcık huzuru bile insana çok görüyorlar. Hiç rahat yüzü göremeyecek miyim ben? Ah, belim! Alfred? Alfred! Ah… Şu kahrolası uşak da tam ortadan kaybolacak zamanı buldu. Patlama, geldim!” Kapı sertçe olması amaçlanan, ama titrek olmaktan öteye gidemeyen bir hareketle açıldı ve ihtiyarlıktan beli iyice bükülmüş, kamburu çıkmış, dağınık beyaz saçlı, koca burunlu, ince bıyıklı, buruşuk tenli bir adam çıktı karşıma. Dudakları sanki arkalarında diş yokmuş gibi büzülmüştü ve cildi yer yer kahverengi lekelerle kaplıydı. Gözleri çok iyi görmüyor olmalıydı, çünkü kim olduğumu anlayabilmek için onları iyice kısması gerekmişti. İki eliyle tuttuğu bir bastona iyice dayanmıştı. Üzerinde oldukça eski görünüşlü, siyah bir takım elbise vardı ve bu bir şekilde oldukça uygun görünüyordu. Bir kır evinde takım elbise giyecek kadar çılgın olan tek millet İngilizler olsa gerekti. “Ne var?” diye sordu sertçe. Ardından keskin bir öksürük nöbetine tutuldu. “Şey… Profesör Sherrinford?” “Hee, benim,” dedi o yoğun İskoç aksanıyla. “Peki sen kimsin? Öğrencilerimden biri değilsin, değil mi? Yoo, o kadar ahmak görünmüyosun. Yoksa seni o kahrolasıca üniversiteden mi yolladılar? Onlara artık okulda ders vermiyceemi söyledim.” “Şey… Hayır, efendim. Ben üniversiteden değilim.” “Ne dedin?” dedi bir elini kulağına götürüp öne eğilerek. “Ben üniversiteden değilim.” “Ne?” “DEDİM Kİ, BEN—” “Bağırma be adam! Sağır mı var karşında?” Ona gözlerimi kırpıştırarak baktım. “Şey, ben…” “Kimsin sen? Ne demeye akşamın bu saatinde kapımı çalıyosun?”

103


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Ona çok kısa bir anlığına sinir bozukluğu ve şaşkınlık karışımı bir duyguyla baktım, sonra da konuşmak üzere ağzımı açtım ve öylece kalakaldım. O anda, söylemek üzere olduğum şeyin kulağa ne kadar aptalca geldiğini fark etmiştim çünkü. Ne diyecektim? ‘Ben Harry Dresden. Amerikalı bir büyücüyüm, buraya periler ülkesinden geçerek geldim. Sherlock Holmes’ü arıyorum’ mu? Her ne kadar söylediklerimde bir parça bile yalan olmasa da dürüstlük pelerinini kuşanmak kapının yüzüme sertçe kapatılmasına engel olamazdı. “Adresinizi bir arkadaşımdan aldım. Adı Bob,” diye girdim sonunda söze. “Çözmem gereken oldukça büyük bir sorunum var ve bana bu dünyada yardımcı olabilecek tek insanın siz olduğunu söyledi.” Gözlerini biraz daha kısarak bana dikkatle baktı. “Bob diyosun. Öyle birini tanımıyorum, seni de daha önce buralarda hiç görmedim. Beni soymaya falan mı geldin yoksa?” Evet, hemen soyun. “Tabii ki hayır,” dedim bezginlikle. Arkasındaki ahşap eve şöyle bir baktım ve, “Çalınacak değerli bir şeyiniz var mı ki?” diye ekledim kaşlarımı alaycı bir şekilde kaldırarak. “Elbette var!” dedi aksi bir tavırla. “Mesela takma dişlerim. Görmek ister misin?” “Tanrım, hayır,” dedim yüzümü buruşturarak. “Bakın Bay Sherrinford. Sizinle konuş—” “Ellerini göster!” diye lafımı böldü. “Ne?” “Dedim ki, ellerini göster. Sağır filan mısın sen?” Ellerimi avuçları aşağı bakacak şekilde ona doğru uzattım. Onlara söyle bir baktı, yüzünü buruşturdu, sonra da, “Ne pislik! Kes şu kahrolası tırnaklarını!” diyerek parmaklarıma bir tokat yapıştırdı. Acıyla bağırıp ellerimi geri çektim. “Süt çocuğu…” diye homurdandı, ardından bastonundan destek alarak etrafımda bir tur atmaya, bu esnada da gözleriyle beni dikkatle incelemeye başladı. O kadar yavaş hareket ediyordu ki turunu tamamlamadan önce güneşin batıp yeniden doğacağına bahse girebilirdim. Bir taraftan da sanki orada değilmişim gibi beni çekiştiriyordu. “Şu pardösüye de bak hele… Kahrolasıca bir yelken bezi gibi. Ya çizmeleri? Kendini bir sığır çobanı mı sanıyo nedir?” Dönüşünü tamamlayıp tam önümde durdu ve gözlerimin içine baktı. Bakışlarımı hemen kaçırdım, bu ihtiyar tekeyle Ruh Görüş’ü yaşamak yapmak isteyeceğim son şey olurdu. Hayatımın sonuna kadar takma dişlerini nerede sakladığı,

104


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

yakın zamanlarda altına kaçırıp kaçırmadığı gibi sevimli ayrıntılarla yaşamak istemiyordum doğrusu. “Pekâlâ, pekâlâ, geç içeri. Ne yapabileceğimize bir bakalım,” dedi sonunda, bir kolunu boş ver dermişçesine havada sallayarak. Sonra dönüp eve girdi, ben de onu takip ettim. Merdivenlerin başına geldiğinde basamaklara kötü kötü baktı, tekrar yukarı tırmanmayı gözü yememiş olacak ki homurdanarak sağ taraftaki bir çalışma odasına yöneldi. Hemen ardından içeri girdim. İçerideki eşyaların tamamı Viktorya Dönemi’nden kalmış gibi görünüyordu. Eski, büyük, süslü ve ahşap mobilyalar; yaldızlı eşyalar; devasa bir çalışma masası; iki kadife koltuk; antika bir şömine ve birkaç müzelik tablo. Duvarlardan biri boydan boya devasa bir kütüphaneyle kaplıydı, şöyle bir göz attığımda kitapların çoğunun arıcılık üzerine olduğunu gördüm. “Sana nasıl yardımcı olabileceğimi bilmiyorum doğrusu evlat,” dedi titrek bir sesle, geniş bir pencerenin önünde duran çalışma masasına doğru ilerlerken. “Ama ne yapabileceemize bir bakalım. Sorunun arılarla mı ilgili?” “Ben… Ne?” “Arılar! Tanrım… Kafan pek çalışmıyo, di mi?” Ona zekice bir cevap vermeye hazırlandım. Ama tam o sırada, “Otur,” dedi, masanın önündeki koltuklardan birini göstererek ve ağzımdan çıkan laf umduğum kadar sarsıcı olmadı. “Ne?” “Otur, evlat. O-t-u-r. Ah… Neden kendimi yoruyorum ki?” Masanın arkasındaki sandalye güçlükle yerleşip bana dik dik bakmaya başladı. İmajımı daha fazla zedelememek ve üç yaşındaki çocuk muamelesi görmemek adına oturmanın iyi bir fikir olduğuna karar verdim. “Adım ne demiştin evlat?” “Harry. Harry Dresden.” “Pekâlâ, seni dinliyorum Larry,” dedi kuru bir sesle. Sonra yeni bir öksürük krizine tutuldu. Gözlerimi devirdim ve derin bir nefes verdim. “Senden nefret ediyorum Bob,” diye mırıldandım. “Duyamadım. Daha yüksek sesle konuş evlat. Ben doksan yaşındayım ve bu kahrolasıca kulaklar artık eskisi kadar iyi çalışmıyo.” dedi, aksanı yüzünden her kelimeyi yuvarlayarak. “Dedim ki, Sherlock Holmes ismi size bir şey ifade ediyor mu?” diye sordum, konuya balıklama dalarak.

105


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Holmes mü?” dedi, kısık gözlerini biraz aralayarak. “Sakın bana buraya onu aramak için gelen moronlardan biri olduğunu söyleme!” “Eee…” “Of! Arthur Conan Doyle! Mezarında ters dönesin, e mi? O budala karakterinin son istirahatgahı olarak benim evimin kahrolası adresini yazmak zorundaydın sanki!” Ve işte hikâyenin sonu. Holmes diye biri yoktu, hiçbir zaman da var olmamıştı. İhtiyar söylenmeye devam ederken başımı ellerimin arasına aldım ve kafamı iki yana salladım. Bu davayı çözemeyecek ve elektrikli sandalyeye mahkûm edilecektim. Tabii daha önce Beyaz Konsey’in Bekçileri beni yakalamaz ve kellemi omuzlarımdan ayırmazsa… Belki de ortak düşmanları zavallı Harry’ye karşı memnuniyetle ittifak kurar, beni birlikte avlar ve ödülü aralarında paylaşırlardı. Yani Konsey kafamı uçurur, hükümet de vücudumun geri kalanını elektrikli sandalyede kızartırdı. Tek tesellim Murphy’nin işini kaybettiğini, hapse düştüğünü ve hayatının geri kalanını sürünerek geçirdiğini görmeyecek olmamdı. Ne büyük mutluluk ama… “Hem sen Sherlock Holmes’ü niye arıyosun ki?” diye sordu ihtiyar, söylenmeye devam ederken. “Tamam, biraz geri zekâlı olabilirsin fakat o kaçıklara hiç ama hiç benzemiyosun.” “Uzun hikâye ihtiyar,” dedim. “Anlatsam da inanmazsın.” Gitmek için ayaklandım. “Sorununun arılarla ilgili olmadığına emin misin?” “Evet, eminim!” diye bağırdım, adamın zırvalarına daha fazla katlanamıyordum. Sinirliydim, hayal kırıklığına uğramıştım, çaresizdim ve öfkemi çıkaracak birine ihtiyacım vardı. Yaşlı teke ise elimin altındaki tek adaydı. “Sorunumun ne kahrolasıca arılarınla ne de o ihtiyar kıçınla bir ilgisi var. Karındeşen Jack’in fütüristik bir versiyonu şehrimde dehşet saçıyor, aşağılık herifin işlediği bütün suçlar üzerime kalıyor, idam cezasına çarptırılıyorum ve temsil ettiğim insanlar kılımı kıpırdatırsam beni öldürmekle tehdit ediyor.” Kollarımı iki yana açıp öfkeyle haykırdım. “Ve ben burada oturmuş bunak bir arı profesörüyle çene çalıyorum!” “Palandöken Jack diye birini tanımıyorum,” dedi Profesör Sherrinford, dalgın bir sesle. “Karındeş— ah, boş ver!” diye hırladım, sonra da kapıya yöneldim. “Elveda ihtiyar!” “Öte yandan…” Olduğum yere çakılıp kaldım. Profesörün ağzından çıkan bu son iki kelime o kadar farklı, güçlü ve enerjik bir sesle söylenmişti ki ağzım açık kalmıştı. Hızla o tarafa döndüm ve gözümün önünde gerçekleşen değişimle şaşkına döndüm.

106


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

O güne dek insansı kabuklarını yırtarak dönüşüm geçiren vampirlere, vücudundan kıllar fışkırarak kurtadama dönüşen insanlara ve pek çok biçim değiştiren yaratığa rastlamıştım. Fakat hiçbirinin dönüşümü beni yaşlı adamınki kadar etkilememişti. Ellerini masaya dayayarak hızlı, dinç ve enerjik hareketlerle ayağa kalktı. Kamburu yok olmuştu, beli artık bükük değildi; dimdik duruyor, jilet gibi görünüyordu. Gözleri kısık değil, parlak ve kurnazdı; dudakları buruşuk değil oldukça düzgün ve her nasılsa küstahtı. Vücudu titremiyor, hareketleri aksamıyordu. İskoç aksanından eser bile kalmamıştı, aristokratlara yakışır bir İngilizce ile konuşuyordu: oldukça soğuk, mesafeli ve hastalık derecesinde kurallara uygun. “Öte yandan, sevgili bayım, gerçekten de yardımıma ihtiyacınız olduğunu görebiliyorum.”

9 Ben bakarken adam sağ eliyle dağınık saçlarını geriye yatırdı, sol eliyle ise o koca burnunu ve bıyığını çekip çıkararak – görünüşe göre ikisi de takmaydı – kartal gibi bir burnu gözler önüne serdi. Ardından elini çalışma masasının çekmecesine attı ve bir kutu ıslak mendil çıkardı. Medeniyet. Yaşasın! O ıslak mendille yüzündeki benekleri ve kırışıklıkları silip atarken ona öylece bakmayı sürdürdüm. Artık taş çatlasa yetmişine merdiven dayamış biri gibi görünüyordu, fakat hareketleri yirmilik delikanlılarınkinden bile daha dinçti. Bu o’ydu. Evet, çok yaşlanmıştı, ama o’ydu işte. Tıpkı kitaplarda anlatıldığı gibiydi: kartal gibi bir burun, keskiyle yontulmuş gibi düzgün yüz hatları, upuzun bir boy ve zekâyla ışıldayan gözler. Efsanevi Sherlock Holmes tam karşımdaydı. Heh. Bir de artık hiçbir şey beni şaşırtamaz derdim. “Bu küçük oyunumu mazur görün lütfen. Tahmin edebileceğiniz gibi, sevgili Watson gizlenme evimin adresini güncelerinden birinde açıkça ilan ettiğinden beri pek çok davetsiz konuğum oluyor. Bunca yıl sonra bile… Bu nedenle yıllardır Altamont Sherrinford rolünü oynuyorum.”[5] Ellerindeki benekleri de sildikten sonra mendili çöpe attı, sonra da ceketinin cebini karıştırmaya başladı. “Aslına bakarsanız ilk düşündüğüm şey sizi etkisiz hâle getirip polise teslim etmekti. Sonuçta insan hapisten yeni kaçmış birine hemen güvenemiyor.” Ona kaşlarımı çatarak baktım. “Bunu da nereden çıkardınız?” dedim, otomatikman savunmaya geçerek. “Bileklerinizdeki kelepçe izlerinden elbette,” dedi. “Uzun süre takılı kalmış olmalılar, izleri hâlâ tam olarak geçmemiş.” Refleksif olarak bileklerimi kontrol ettim ve haklı olduğunu gördüm. “Bu yüzden sundurmadayken ellerimi göstermemi istediniz,” diye fikir yürüttüm. Yüzünde hızla gelip geçen, kendinden gayet memnun bir tebessümün izi gördüm. Ceketinin cebinden bir pipo çıkarttı, içine biraz tütün doldurdu, bir kibrit 107


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

yardımıyla yaktı ve havaya bir duman halkası yolladı. “Yaşlı ve huysuz bir ihtiyar kılığında dolaşmanın ne kadar işe yaradığını bilseniz şaşarsınız,” dedi. “Öte yandan Amerikalı bir büyücüyü kapıma kadar getiren meselenin ne olduğunu merak etmeden de duramadım. Sizi bu yüzden içeri davet ettim.” Maske filminde kahramanın şaşkınlığını nasıl ifade ettiğini bilir misiniz? Çenesi ardına kadar açılıp tam anlamıyla yere düşer ve gözleri bir dürbün misali yuvalarından fırlar. Herhalde o anda tam olarak böyle görünmüş olmalıyım. “Bu inanılmaz! İyi ama nasıl bildiniz?” diye sordum hayretle. Okuduğum onlarca Holmes romanında, dedektifin karşısına çıkan tüm müşterilerin sarf ettiği sözlerin birebir aynısını tekrar ettiğimin farkında bile değildim. Kendimi en yakındaki koltuğa zor attım. Bu kez açık açık gülümsediğini görebiliyordum. Sıcak ya da sevecen bir tebessüm değildi bu; mesafeli, soğuk ve kayıtsızdı fakat arkasında büyük bir tatmin, belki bir parçada özlem hissi yattığını görebiliyordum. Anlaşılan eski yeteneklerini kaybetmediğini görmek, onları yeniden sergileyebilmek ve karşısında oturan kişiyi hayrete düşürmek ihtiyar dedektifi çok keyiflendirmiş, bir o kadar da gururlandırmıştı. “Aslında son derece basit,” diye başladı konuşmaya. Nedense söze böyle gireceğini çok iyi biliyordum. “Aksanınız sizi kolaylıkla ele veriyor. Amerikalıların o hızlı, kaba ve inceliksiz İngilizcesiyle konuşuyorsunuz. Sesli harfleri kullanış biçiminize ve sert ünsüzlere yaptığınız vurgu şekline bakarak Illinois eyaletinden olduğunuzu anlayabiliyorum. Hatta biraz ileri giderek Chicago deme riskini bile göze alabilirim.” Cehennemin çanları… “Eğer bilmek içinizi rahatlatacaksa büyücü olduğunuzu anlamam o kadar kolay olmadı. İlk dikkatimi çeken şey çizmeleriniz ve paçalarınızdaki turuncu renkli çamurlar oldu. Bu çamur, bu yörede yalnızca arkamızdaki tepelerde, Eastbourne tarafında bulunur. O yöndeyse büyük bir hayvan çiftliğinden başka bir şey yoktur, dolayısıyla oradan gelmiş olmanız hiç de akla yatkın değildi. Tabii bir uçaktan ya da helikopterden atlamadıysanız… Fakat geldiğiniz yön kesinlikle orasıydı ve itiraf etmem gerekir ki merakımı iyice cezbeden de bu oldu. Oraya nasıl gelmiştiniz? Bu yüzden sizi ufak bir teste tabi tuttum. Gözlerinize baktım ve siz onları kaçırdınız Bay Dresden. Büyücüleri, bunu yapmanızın nedeninin Ruh Görüşü denen yeteneğinizi başlatmamak olduğunu bilecek kadar iyi tanıyorum.” Cehennemin yıldızları ve taştan çanları… “Tabii sadece basit bir göz kaçırmayla yetinecek değildim, ben işimi sağlama almayı severim. Yine de sonraki ipuçlarını birleştirmek benim için zor olmadı. Minyatür ortaçağ kalkanlarından yapılma sıra dışı bileziğiniz, pardösünüzün içine acemice gizlenmiş sihirli değneğiniz ve zilimi çalmadan önce çalılarımın altına

108


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

sakladığınız asanız. Hep söylediğim gibi: imkânsızı çıkardığınızda elinizde kalan şey gerçeğin ta kendisidir. Siz bir büyücüsünüz Bay Dresden.” Cehennemin kutsal yıldızları ve lanet olası taştan çanları… Bu şekilde anlattığı zaman gerçekten de kulağa çok basit geliyordu. Her şey gün gibi ortadaydı. Bir de zeki biri olduğumu düşünürdüm. Oysa geçimimi özel dedektiflik yaparak kazanmama rağmen karşısında oturmuş, hayatında ilk kez ateş gören bir mağara adamı gibi ona bakıyordum. “Şimdi…” dedi piposundan derin bir nefes daha alıp koltuğuna rahatça kurulduktan sonra. “Bana olayları bütün detaylarıyla anlatmanızı istiyorum.”

10 Güneş, Chicago’nun üzerinde alçalmaya henüz başlamıştı. Bir polis arabası, sirenlerini öttürerek yanımızdan geçerken hızla bir ara sokağın gölgelerine daldık ve tehlikenin geçmesini bekledik. Avcı şapkasını ve karolu paltosunu giymiş olan Holmes hemen yanı başımda piposunu tüttürüyordu. Pek fazla konuşmuyordu. Etrafa, şehre, arabalara, otobüslere, reklam panolarına, gökdelenlere, taksilere, insanlara kısacası her şeye dikkatle bakıyor, kafasında bir şeyleri tartıyor ve arada, “A-ha!” veya “Enteresan,” ya da “Âlâ,” gibi kısa cümleler kuruyordu. Belki de tüm bu modern dünya zamazingoları onun için fazlasıyla şaşırtıcıydı. Ya da belki Yok Diyar üzerinden Chicago’ya yaptığımız yolculuğun etkisini tam olarak atlatamamıştı. Veya bu onun normal ruh hâliydi. Nereden bilebilirdim ki? Daha önce hiç on sekizinci yüzyıl Londra’sında doğmuş biriyle karşılaşmamıştım. Benimle gelmesine şaşırmıştım doğrusu, sanırım sadece birkaç tavsiye verip gözlemde bulunmasını beklemiştim. Fakat ben sözümü tamamlar tamamlamaz üst kata çıkmış ve yolculuk için hazırlanmaya başlamıştı. Galiba uzun zaman sonra karşısına çıkan bu macera fırsatı onu heyecanlandırmıştı. Ama o kadar mesafeli ve anlaşılmaz biriydi ki ne düşündüğünü çoğu zaman anlayamıyordum. Muhtemelen Mr. Spock bile onunla karşılaştırıldığında bir sevgi yumağı gibi kalırdı. Ekip arabası iyice uzaklaştıktan sonra gizlendiğimiz yerden çıktık ve en yakındaki telefon kulübesine doğru yarı-koşar adımlarla ilerledik. İş çıkış saati olduğu için kaldırımlar son derece kalabalık, ana caddelerdeki trafik ise her zamanki gibi sıkışıktı. Daireme ya da büroma gitme riskini göze alamıyordum. Muhtemelen ortadan kaybolduğum fark edilir edilmez her ikisi de polisler ve federal ajanlar tarafından gözetlenmeye başlamıştı. Aynı sebepten ötürü Murphy’nin yanına da gidemiyordum, zaten başına yeterince dert açmıştım. Büyük ihtimalle telefonu da dinleniyordu. Bu yüzden beklenmeyeni yapmaya karar verdim. Cebimdeki son bozuk parayı makineye attım, numarayı tuşladım ve ahizeyle birlikte mümkün olduğunca cihazdan uzaklaşarak beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra Carmichael’in genizden gelen sesi duyuldu.

109


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Dedektif Carmichael?” “Ron. Benim. Şarlatan.” Hızla toparlanıp dik oturur konuma geçtiğini işittim. “Lanet olsun Ha…Iıı… hayvan herif, nerelerdeydin? Seni çok merak ettik.” “Bal arılarını izlemeye gittim,” dedim. “Ne?” “Boş ver şimdi. Dinle beni, bana bir kahve sözün vardı. Bu akşama ne dersin?” “Şimdi mi?” “Evet. Her zamanki yerde.” “Pekâlâ,” dedi bir müddet sessiz kaldıktan sonra. “Orada olacağım.” McAnally’s büromdan birkaç blok ötedeki bir bar ve et lokantasıdır. Yapacak başka bir işim olmadığında ya da sıcak bir yemeğe harcayacak birkaç kuruşa sahip olduğumda oraya giderim. Mekânın sahibi olan Mac biz büyücülere ve elektronik eşyalarla yaşadığımız sorunlara alışıktır. McAnally’s’de televizyon, klima, müzik kutusu, CD çalar, mikrodalga gibi teknolojik eşyalar yoktur. Ortam tavan vantilatörleriyle havalandırılır, yemekler odun fırınında pişer, müzikse otomatik bir piyano vasıtasıyla sağlanır. Tavanı alçaktır, bu yüzden benim – ya da Holmes – gibi uzun boyluysanız tavan vantilatörlerine dikkat etmeniz gerekir. İçeride on üç masa, on üç pencere, on üç bar taburesi, on üç ayna ve on üç ahşap sütun bulunur. Bu kasıtlı olarak seçilmiş bir sayıdır, bu sayede büyücülerin yanlarında getirdikleri artık büyü enerjileri etrafa dağılır. İçeri girer girmez mekânın gözde yemeği olan biftekle kızarmış patateslerin kokusu burnuma çarptı ve midem vahşi bir hayvan gibi kükredi. Hemen Holmes’e kaçamak bir bakış attım ve yaşlı adamın tek kaşını kaldırmış bir biçimde bana baktığını gördüm. Yüzümün kızardığını gizlemek için hızlı adımlarla bara ilerledim ve taburelerden birine alelacele oturup diğer müşteriler tarafından tanınmamak için başımı öne eğdim. Bu arada Holmes de yanımdaki tabureye yerleşip etrafı dikkatle süzmeye başlamıştı, bir taraftan da piposunu tüttürmeye devam ediyordu. Kim bilir o anda ortamdaki kaç kişinin soyağacını çıkarmakla meşguldü. Barın sahibi bize yaklaştığında, “Selam Mac,” dedim. “Hı,” dedi Mac. Her zamanki gibi çok konuşkandı. Etrafa kaçamak bir bakış atarak, “Bugün beni soran oldu mu?” diye sordum. “Hı,” dedi. “Polisler.” Holmes’e dik dik baktı. “Deden mi?” Çok şükür ki hayır, diye geçirdim içimden. “Hayır, bu…” 110


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Sigerson,” diye çabucak araya girdi Holmes. “Adım Sigerson, Norveçli bir gezginim.”[6] Mac düşünceli bir biçimde ona bakmayı, Holmes ise parlak gözleriyle diğer müşterilerin özel hayatını didiklemeyi sürdürürken, “Aynasızlar hâlâ burada mı Mac?” diye sordum. “Hayır,” dedi Holmes. “Hiç federal ajan da yok. Sadece ikisi kadın, sekiz büyücü ve bir çırak.” Ona bunu nasıl bildiğini sormaya gerek görmedim. “Güzel,” dedim. Karnım yine guruldadı. “Senden bir iyilik isteyebilir miyim Mac?” “Hı,” “Arka tarafı kullanabilir miyiz? Az sonra dostlarımdan biri gelecek. Bir polis. Göz önünde durmak iyi bir fikir olmayabilir. Ama başını belaya sokmak istemezsen—” Lafımı bitirmeme fırsat kalmadan Mac elini cebine attı ve paslı bir anahtarı bar tezgâhının üzerine bıraktı. “Sağ ol Mac,” dedim sandalyemde doğrularak. Beni takip etmesini söylemek üzere Holmes’e dönmüştüm ki çoktan ayaklandığını gördüm. Bir iç çekerek arka odaya ilerledim. Mac’in dinlenmek için kullandığı ufak bölmeye girmiş ve kendimizi derme çatma koltuklara yeni atmıştık ki Carmichael neredeyse hemen ardımızdan içeri girdi. Tanınmamak için kafasına siyah bir beyzbol şapkası geçirmişti. Üzerinde eski bir eşofman altı ve yemek lekeleriyle dolu bir tişört vardı. Nedense bu hâlini hiç yadırgamadım, onu temiz giysilerle görsem şaşkınlıktan küçük dilimi ekmek arası biftek yapıp kızarmış patatesle birlikte bir güzel mideye… Gurrrr! Her ikisi de dönüp bana baktı. Kollarımı iki yana açıp ‘ne var?’ dermişçesine başımı iki yana salladım. Sonra da iştahla yutkundum. Salyalarımın akmadığını sadece ümit edebiliyordum. Yüzünü buruşturan Carmichael, “Tanrı aşkına Dresden. Sen acınası bir zavallısın,” dedi. Ardından dışarı çıktı ve yaklaşık on beş dakika sonra yanında Mac ile beraber içeriye üç tepsi yemek getirdi. Gözlerim o anda mutlulukla ışıldamış olabilir. “Tanrım, Ron. Sen bir meleksin!” dedim. “Biliyorum, biliyorum. Bu yüzden kimse cennete girmek için çabalamıyor, değil mi?” dedi Carmichael kendi esprimi bana satarak. “Ayrıca sen ödüyorsun, çünkü hepsini senin hesabına yazdırdım. Değil mi Mac?” “Hı,” dedi Mac, sonra da arkasındaki kapıyı açıp bara geri döndü.

111


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Şişman dedektife kaşlarımı çatarak baktım ama midemde çalan savaş tamtamları yüzünden buna uzun süre devam edemedim. Büyük bir iştahla yemeklere saldırdım. Carmichael ile hızlı yemek yeme yarışına girmiş gibiydik. Lokmaları dişlerimizle koparıyor, iyice çiğnemeden yutuyor ve üzerimize yağ sıçratıyorduk. Holmes ise çatal bıçak takımını büyük bir titizlikle kullanıyor, lokmalarını kibarca çiğniyor ama her nasılsa bize yetişmeyi başarıyordu. “Beni buraya neden çağırdınız?” diye sordu Carmichael sonunda, tıka basa dolu bir ağızla. Holmes’e bir göz attım, lokmamı yuttum ve, “Bir afetle randevumuz var,” dedim. “Şehir morgunda.”

11 Chicago Şehir Morgu, şehir merkezinin biraz batısında yer alan, hem polis karakolundan hem de evlerimizden oldukça uzakta bulunan bir yerdi. Bizi burada aramak benim – hatta belki de Holmes’ün – bile aklıma gelmezdi, bu yüzden tesise gelirken yolda herhangi bir engel ya da sorunla karşılaşmadık. Kapıda bizi otuzlarının başlarında görünen, dağınık saçlı bir güvenlik görevlisi karşıladı. Yaka kartına bakılacak olursa adı Barney’di. Herhangi bir tatsızlık çıkması olasılığına karşı kendimi hazırladım ve adamı etkisiz hâle getirecek büyülerimden birini hazırda tuttum. Fakat Carmichael’in rozetini göstermesi yeterli olmuştu. Görevli kıyafetlerimize garipseyerek baktı. “Özel görevdeyiz,” diye kestirip attı dedektif. Adam omuzlarını silkip bizi içeri aldı, birine telefon etti, sonra da aşağı inebileceğimizi ve nöbetçi doktorun bizimle ilgileneceğini söyledi. Carmichael de ona teşekkür edip bodrum kata inen asansörlere ilerlemeye başladı. Tereddüt ederek durdum. “Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum,” dedim. “Neden o? Yoksa klostrofobin mi var?” diye sordu Carmichael alayla. “Haydi Dresden, korkma. Elini tutarım.” “Çok komiksin Ron,” dedim sıkılgan bir tavırla. “Eğer bu şeye binersem kesinlikle bozulacaktır, çünkü büyü ve teknoloji yan yana geldiğinde—” “Of, tanrı aşkına! Bırak artık şu saçmalıkları, büyü diye bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz!” “Eh, bu geceyi asansörde benimle birlikte geçirmeye razısın öyleyse?” Carmichael kaşlarını çattı. “Hayatta olmaz!” “O hâlde merdivenleri kullanıyoruz,” dedim muzafferane bir tavırla.

112


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Hayır,” dedi Carmichael sırıtarak. “Merdivenleri sen kullanıyorsun, biz asansörle iniyoruz. Haydi Bay Sigerson.” “Ne, ama bu—” “Üç kat aşağıda görüşürüz Dresden!” dedi şişman dedektif ve kapılar minik bir çınlama eşliğinde kayarak kapandı. “Kahretsin!” Koşarak yan taraftaki merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Oraya onlardan önce varmak ve asansörden çıktıklarında karşılarında dikilip onlara nanik yapmak istiyordum. Biliyorum, kulağa çok çocukça geliyor ama ben inatçı bir adamımdır ve son sözü daima ben söylemek isterim. Ayrıca eğlenceli bir fikir olduğunu da inkâr edemezsiniz. Basamakları ikişer-üçer inip arada bir-iki düşme tehlikesi yaşadım, üçüncü kata vardığımda nefes nefese kalmıştım ama asansörün kapıları hâlâ kapalıydı. Sırıtarak ellerimi dizlerime dayadım ve biraz soluklanmaya çalıştım. Derken tam arkamdan Carmichael’in o genizden gelen sesi duyuldu. “Neden bu kadar geciktin Dresden? Beklemekten ağaç olduk.” Omzumun üzerinden geriye baktığımda ikilinin çoktan asansörden çıkmış ve ana koridorda beni beklemeye başlamış olduğunu gördüm. Lanet olsun. Bazen ne yaparsanız yapın kazanamazsınız, özellikle de adınız Harry Dresden ise… O esnada koridordaki kapılardan biri açıldı ve nöbetçi doktor dışarı çıktı. Kısa boylu, hafif kambur ve zayıf biriydi. Başının her iki yanındaki bir tutam beyaz saç hariç tamamen keldi. Siyah çerçeveli kalın bir gözlüğü vardı. “Lamarr? Sen misin?” diye sordu, ince bir sesle. Tek eliyle gözlüğünü düzeltip bize ikinci bir kez, dikkatle baktı. “Ah, ziyaretçiler. Tabii ya, nasıl unutabildim? Bu tarafa lütfen,” dedi. “Ben Doktor Kleiner, size nasıl yardımcı olabilirim?”[7] Carmichael rozetini göstererek bir adım öne çıktı. “Norma Jean Robertson’ı görmek için buradayız.” “Elbette, elbette. Norma Jean…” Kafasını kaşıyıp biraz düşündü. “Nereye koymuştuk onu?” diye sordu kendi kendine, dalgın bir sesle. “Hah, hatırladım! Bu taraftan.” Koridorun sonuna kadar yürüyüp çift kanatlı geniş bir kapıdan geçtik ve ceset dolaplarıyla dolu bir odaya girdik. Doktor çok geçmeden Marilyn’in cansız vücudunu bir inceleme masasına yatırdı. Beni oldukça şaşırtan bir şekilde Marilyn, ya da gerçek adıyla Norma Jean, gerçekten de sarışındı. Marilyn Monroe kadar güzel değildi belki, yanağında da tatlı ve küçük bir beni yoktu, fakat kesinlikle çok hoş görünen bir kadındı. Ya da en azından bir zamanlar öyleydi. Karnı boydan boya yarılmıştı; yüzünde taksi

113


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

şoföründe gördüğüm o şaşkın ifadenin aynısı vardı, ağzı ve gözleri ardına kadar açıktı. “Tanrım!” dedi Carmichael. “Suratındaki bu ifade de ne böyle?” Doktor Kleiner omuz silkti. “Ne yapsak fayda etmedi, bunu değiştiremiyoruz.” “İlginç. Çok ilginç,” dedi Holmes, ona yakından bakarken. Bense bunu ürkütücü bulmuştum. Bir korku filmi izlerken ölmüş ve sonsuza kadar o sahneyi izlemeye mahkûm olmuş gibi görünüyordu. Eline bir çift steril eldiven takan Holmes kadının vücudunu dikkatli bir şekilde incelemeye başladı. Önce el ve ayak bileklerine, sonra boynuna, ardından da tırnaklarının içine baktığını gördüm. Doktor onu merak ve memnuniyet karışımı bir ifadeyle, sanki bir ustayı işbaşında izlemenin hazzıyla seyrediyordu. Sonunda dayanamayıp ihtiyar dedektifin yanına yanaştı ve “Bileklerini ve boynunu kontrol ettik,” dedi. “Herhangi bir boğuşma izi yok, tırnaklarının içinde yabancı bir deri parçası bulamadık. Ayrıca kanında da hiçbir uyuşturucu madde izine rastlanmadı.” Holmes, adama küçük ve mesafeli bir tebessüm göndererek, “Teşekkür ederim doktor,” dedi. Ardından maktulün karnındaki çirkin yaraya odaklandı. Bir an gözlerinin ilgiyle parladığını, dudaklarını hafifçe birbirine bastırdığını görür gibi oldum fakat o kadar kısa sürdü ki gerçek olup olmadığından emin olamadım. “Eğer mümkünse diğer maktulleri de görmek isterim,” dedi sonunda. “Elbette,” dedi doktor. “Bu taraftan lütfen, yeni olmayanları taze kalmaları için arka tarafta tutuyoruz.” Tekrar koridora çıktık ve başka bir kapıya doğru ilerlemeye başladık. Bu esnada Carmichael homurdanarak, “Burada neden vakit kaybettiğimizi anlayamıyorum,” diye homurdandı. “Tüm tetkikler, araştırmalar ve incelemeler yapıldı. Bu insanların bize söyleyebileceği başka bir şey yok.” “Anladığım kadarıyla ilk cinayetler iki ya da üç gün önce işlenmiş, bu yüzden olay mahallerine gitmenin hiçbir anlamı yok,” diye yanıtladı Holmes. “Üç gün sonra oraya gidip de bir şey bulmaya çalışmak abes olur. Polislerin, ipucu toplama adını verdiği curcuna sırasında delilleri acemice silmesi zaten yeterince can sıkıcı.” “Delilleri acemice silmesi mi?” dedi Carmichael bana bakıp. “Ne sanıyor bu herif kendini, Sherlock Holmes falan mı?” İstemsizce sırıttım. “Neden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrin bile yok Carmichael.” Doktor ve Holmes eşikten geçerken, “Öyle mi?” dedi Carmichael bana doğru eğilerek, “Ne düşünüyorum, biliyor musun?”

114


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Ne?” “Dedenin de senin gibi bir üçkâğıtçı olduğunu.” “O benim dedem değil,” dedim. “Ayrıca kendisi çok tanınmış bir danışman dedektiftir.” “Ne olmuş yani? Sen de danışman büyücüsün. Bu da bana ikinizin de aynı kefeye girdiğini gösteriyor.” Ona kaşlarımı çatarak baktım. O ise omuz silkmekle yetindi. Odaya girdiğimizde daha çok ceset dolabı, otopsi aletleri ve yan yana konmuş birkaç tıbbi masayla karşılaştık. Doktor Kleiner, “Lamarr? Lamarr! Ah, nereye gitti bu hademe? Tam işe yarayacağı sırada ortadan kaybolur zaten,” diye söylendi. “Sanırım sizlerden birinin yardımına ihtiyacım olacak.” Holmes hiç oralı olmadı, Carmichael ise kendini birdenbire duvardaki yangın talimatlarını hararetle okumaya kaptırıverdi. Derin bir iç çektim ve doktora yardım etmek için ileri çıktım. Çok geçmeden üç masanın üzerine üç ayrı cansız beden yatırdık. Beyaz kumaşlarla sarılı olmalarına rağmen ciltlerinin soğuğu içime işliyordu ve garip bir biçimde hafiftiler. Sanki içleri boşalmış birer kabuktu taşıdıklarımız. Doktor, maktullerin baş tarafındaki düğümleri çözerek her birinin yüzünü açığa çıkardı. İçlerinden birini tanıyordum, Mohawk saçlı taksi şoförüydü. Onun yanında siyah tenli, kıvırcık saçlı, etine dolgun, orta yaşlı, kısa boylu, anaç bir kadın uzanıyordu. Onun yanındaysa saçı sakalı birbirine karışmış, uzun boylu, esmer tenli, ihtiyar bir berduş yatıyordu. Üçü de hafif mavimsi bir renkteydi, dudakları mora çalıyordu. Her birinin yüzünde o şaşkınlıkla karışık dehşet ifadesi vardı, gözleri ve ağızları sonuna kadar açıktı. Doktor elindeki dosyaya bakarak, “Travis Brickless,” dedi ve bir eliyle taksi şoförünü gösterdi. “Geçen yıl ordudan ayrılmış ve taksi şoförlüğü yapmaya başlamış. Bekâr. Yakın akrabası yok.” “Parkın içindeki takside bulduğumuz adam buydu,” diye araya girdim. “Kate Morrison,” diye okudu doktor, zenci kadını göstererek. “Güney Michigan Caddesi üzerindeki küçük bir lokantada garsonluk yapıyormuş. İki çocuk annesi.” “Lokantanın erkekler tuvaletinde ölü bulunmuş,” diye ekledi Carmichael. Kaşlarımı kaldırarak, “Erkekler tuvaleti mi?” diye sordum. Omuzlarını silkip, “Amerika’ya hoş geldin,” dedi. Konuşmalarımıza aldırmayan doktor esmer adamı işaret etti. “Ve bu da evsiz bir ihtiyar. Adının Parry olduğu dışında hakkında çok fazla şey bilmiyoruz.”

115


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Liman bölgesinde takılan ayyaşlardan biri işte,” diye kestirip attı Carmichael. “O da aynı lokantanın bir sokak aşağısındaki çöp konteynırlarının içinde bulundu.” “Bir yerde iki ceset mi?” diye sordum kaşlarımı çatarak. “Bana daha önce bundan bahsetmemiştiniz.” “Bilmen gerekmiyordu,” dedi Carmichael. “Ayrıca ne fark eder ki? Bu üç gün önceydi.” “Kollarda morluk, vücutta boğuşma izi veya kanda uyuşturucu yok. Aynı semptomlar, aynı bulgular,” dedi doktor. “Ama onları incelemekte ısrar ederseniz…” “Gerek yok,” dedi Holmes. “Sadece karın bölgelerinin içini görmem gerekiyor.” “İçi mi? İyi ama orada bir şey yok ki. Tamamen boş.” “Kesinlikle. Zaten ilgimi çeken de bu.” Doktor, bir makas yardımıyla örtüleri keserken, “Bakın, tekrar ediyorum. Bu boşa zaman kaybı,” dedi Carmichael. “Onları araştırdım. Akrabalıkları yok, tanışmışlıkları yok, sosyal statüleri tamamen farklı. Rasgele işlenmiş dört ayrı cinayet, hepsi bu.” Fakat yaraları inceleyen Holmes’ün yüzünde bu kez başka bir şeyle karıştırılmayacak bir tebessüm gördüm. “Ne buldunuz Bay Sigerson?” diye sordum merakla. “Başından beri yanlış iz üzerinde olduğunuzu Bay Dresden,” dedi gayet sakin bir ses tonuyla. “Bir şey bu insanları öldürüp karınlarını yarmamış, o şey bu insanların içinden çıkmış.” “Ne yapmış ne?” dedim. “Eğer yakından bakarsanız bunu siz de görürsünüz. Vücudun içinde pençe izleri var, özellikle de karın bölgesinde. İşte tam burada.” O tarafa doğru bir-iki hızlı adım attım ve gösterdiği yere baktım. Burnuma çarpan sigara kokusuna bakılırsa Carmichael de omzumun üzerinden aynı şeyi yapmakla meşguldü. Ve ihtiyar kurt haklıydı, vücudun iç kısmında gerçekten de pençe izleri vardı. Tüm o kan ve parçalanmış organlar temizlenince bunu görmek daha da kolay olmuştu. “Yıldızlar adına…” diye mırıldandım. “Tüm bunlar ne anlama geliyor?” diye sordu Doktor Kleiner. Kafasının karıştığı ve biraz da korktuğu her hâlinden belli oluyordu. 116


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Bela,” diye homurdandım. “Sanırım bu noktadan sonra iş sizin uzmanlık alanınıza giriyor Bay Dresden,” dedi Holmes, steril eldivenlerini çıkarıp çöpe atarken. “Yanınızda yaratığın türünü tespit edebileceğimiz bir kitap veya herhangi bir kaynakça var mı?” “Üzgünüm. Mahluk Larousse ciltlerimi öbür pantolonumun cebinde unutmuşum,” dedim alaycı bir tonla. “Ama cevabı kimden alabileceğimizi biliyorum. Gelin benimle.”

12 Tam tahmin ettiğim gibi dairemin önünde bekleyen bir polis aracı vardı. Sadece iki kişiydiler ve görünüşe göre vakitlerini arabanın içinde poker oynayarak geçiriyorlardı. Park alanındaki sokak lambası her zamanki gibi arızalıydı – bilin bakalım neden? – bu yüzden çevreyi aydınlatan tek şey tepemizde asılı olan ayın solgun ışığıydı. Yine de fark edilmeden geçmek imkânsızdı. Poker oynayan polislere dikkatli bir biçimde baktım. “Eğitiminizin bir parçası mı?” diye sordum Carmichael’e. Tam olarak anlayamadığım bir şeyler homurdandı, ama o bile keyifle sırıtmama neden oldu. “Sana ne öğrendiğimizi göstereyim,” dedi, lekeli tişörtünü düzeltti, eşofman altını çekiştirdi ve kararlı adımlarla arabaya doğru yürümeye başladı. “Ne yapıyor bu?” dedim, arkasından bakıp kaşlarımı çatarak. “Bizim için yolu temizliyor sanırım,” dedi Holmes, yüzünde takdir dolu bir ifadeyle. Carmichael arabanın yanına vardı, kapıyı sertçe açtı ve tüm mahalleyi ayağa kaldıracak bir sesle gürledi. “Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz, ha? Çaylaklar!” İki memurun da yerlerinde sıçradığını ve iskambil destesinin havaya saçıldığını görebiliyordum. Her iki adam da arabadan hızla inip Carmichael’in önünde esas duruşa geçti, sırtları bize dönüktü. Şişman dedektif ise uzun ve öfkeli bir tirada başlamıştı bile. Ses çıkarmamaya dikkat ederek park alanını geçtik, ön kapıma inen birkaç basamağı indik ve daireme ulaştık. Bir mum yakmaya cesaret edemediğim için annemin beş köşeli yıldız muskasını kavradım, irademin bir kısmını ona yönlendirdim ve mavi bir ışıkla parlamasını sağladım. Laboratuarıma inen kapağa yönelerek, “Bu taraftan,” dedim. Kapağı kaldırıp Holmes’ün geçmesi için beklemeye başladım.

117


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Tam o esnada, “Çok garip bir beş dakika anlayışın var Harry!” diye gürledi Bob. Ürkerek yerimde sıçradım, az kalsın kapağı ihtiyar dedektifin kafasına düşürüyordum. “Şşşt! Sessiz ol,” diye tısladım aksi aksi. Bob oralı bile olmadı. “Tam dokuz saat kırk beş dakika ve otuz üç saniyedir seni bekliyorum! Eğer her ‘beş dakika içinde geliyorum’ dediğin kadını da bu kadar beklettiysen neden yalnız olduğuna şaşırmamak gerek!” “Üzgünüm Bob,” dedim öfkeli bir alayla. “O sırada daha önemli işlerim vardı. Cinayet suçuyla tıkıldığım bir hücreden kaçmak gibi!” Kapağı arkamdan kapattım, basamakları inip birkaç gazocağı yaktım ve muskamı bıraktım. Elimle teması kesilir kesilmez solgun parıltısı anında söndü. “Cinayet mi? Kimi öldürdün peki? Elin değmişken ev sahibini de temizleseydin keşke.” “Hiç kimseyi öldürmedim.” “Hmm… Peki kim öldü?” “Marilyn…” “Kız arkadaşını mı öldürdün? Tanrım Harry, yoksa platonik miydi?” “Kimseyi öldürmedim dedim Bob, Karındeşen Jack olmayan Karındeşen Jack’in işiydi. Suçu üzerime attı.” “Kimin kimin?” “Ka— ah, unut gitsin!” O anda Holmes’ün bir köşede durmuş, hem Bob ile aramda geçen diyalogu hem de laboratuarımı ilgiyle izlemekte olduğunu gördüm. Onun gösterişli çalışma odasıyla karşılaştırıldığında benimki tam anlamıyla bir mezbelelikti. “Gerçekten de ilginç bir mekânınız var Bay Dresden,” dedi, İngilizlere has o mesafeli tavırlarıyla. “Şey, teşekkürler. Sanırım,” dedim. “Bilgi kaynağınız daha da enteresan şüphesiz. Kafata… eee.. arkadaşınızın bu iş için uygun… kişi… olduğuna emin misiniz Bay Dresden?” diye sordu, piposunu yakarken. Derin bir nefes aldım. “Bu Bob,” dedim, bezginlikle. “Kendisi laboratuar asistanımdır. Tam bir bilgi bankasıdır, fotoğraf hafızasına sahiptir, gördüğü ya da öğrendiği hiçbir şeyi unutmaz.”

118


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Holmes ona başıyla hafif bir selam verdi. “Ve bu da…” diye devam ettim. “Onun kim olduğunu biliyorum. Sherlock Holmes! Onu tanımamak için aptal olmak lazım. Ya da ümitsiz bir bakir.” “Kapa çeneni Bob,” diye hırladım. Bob oralı bile olmadı. “Çok memnun oldum Bay Holmes,” dedi, sesinde daha önce hiç duymadığım saygılı bir tınıyla. “Sizin gibi bir dehayla tanışmak benim için büyük onur. Yanlış anlamayın, Harry’yi severim. Fena çocuk değildir, ama bazen kafası gerçekten çalışan biriyle çalışıyor olmayı diliyorum.” “Zevzekliği bırak Bob, çözmemiz gereken bir dava var,” diye çıkıştım. “Ah, Harry, Harry…” dedi, sesine aristokrat bir hava katarak. “Sana kibar olmayı bir türlü öğretemedim gitti. Ama ne yaparsınız Bay Holmes, hayat bu. Bazıları zekâdan yoksun yaratılır.” “Bob!” “Artık araştırmamıza başlasak?” dedi Holmes, cebinden çıkardığı köstekli saate bakarak. “Zamanımız azalıyor.” “Elbette! Zevzekliği bırak Harry, Bay Holmes gibi önemli birini bekletmeyelim.” Gözlerimi devirip sıkıntıyla içimi çektim, sonra da keşfettiğimiz yeni ipuçlarını ona aktarmaya başladım. Holmes konuşmamı sık sık bölerek beni düzeltiyor, bazen de daha önce bana anlatmadığı bazı küçük detaylar ekliyordu. “Bir Doppleganger,” dedi Bob, anlatmayı bitirdiğimizde. “Bir ne?” “Doppleganger. Bir kimlik hırsızı.” “O da nedir?” diye sordu Holmes. “Sanırım haklarında birkaç şey duymuştum. Bir tür şekil değiştirici, istediği herhangi birinin kimliğine kolayca bürünebilen bir yaratık,” diye açıkladım. “O dediğin rol yapma oyunlarında olur Harry,” dedi Bob. “Gerçek dünyada işler öyle yürümez. Dopplegangerlar Yok Diyar’ın kiralık katilleridir. Beşinci ve altıncı yüzyıllar sırasında çok yaygındılar, soyları tükendi diye biliyordum. Kurbanlarını hipnotize eder ve ağızlarından içeri girerler. O andan itibaren taşıyıcının bildiği her şeyi bilir ve içine yerleştikleri vücudu diledikleri gibi yönetebilirler.” “Ağızlarından mı?” dedim yüzümü tiksintiyle buruşturarak. “Nasıl?”

119


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Fransız usulü öpüşerek,” dedi Bob, alayla. Ona dik dik baktım. “Bir Doppleganger maddesel boyutla ruhsal boyut arasında geçiş yapabilir,” diye ekledi çabucak. “Böylece kurbanlarının ağzını bir çeşit kanal olarak kullanarak içlerine akabiliyorlar.” “O hâlde neden dışarı çıkmak için taşıyıcılarını öldürüyorlar? Aynı yoldan çıkamazlar mı?” dedi Holmes, düşünceli bir şekilde piposunu tüttürerek. Bob’un göz ışıkları titreşti, hayranlık dolu bir nefes aldı ve “Harikasınız Bay Holmes! İşte soru diye ben buna derim,” dedi, yine o sinir bozucu ses tonunu kullanarak. “Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, bunu gerçekten de yapamazlar. Bir taşıyıcının içine yerleşen Doppleganger maddesel âleme bağlı kalmak zorundadır, aksi takdirde taşıyıcısını kontrol edemez. Bu yüzden taşıyıcının bedeni terk ettiği an saldırıya en açık olduğu andır, çünkü hâlâ somuttur. İkincisi geride bir tanık bırakmamak. Nerede olduğunu veya neler yaptığını hatırlamayan insanlar kafalarda soru işaretleri doğuracaktır. Üçüncüsü ise bunun daha havalı olması.” Hafifçe kıkırdadı. “Harika… Gerçekten harika,” diye mırıldandım. “İnsanların içine girip midelerini yararak dışarı çıkan, Alien filminden fırlamış bir canavar. Başımızda bir bu eksikti.” “Hey. Ridley Scott o fikri nereden buldu sanıyorsun?” Bakışlarımı Holmes’e çevirdiğimde duvardaki bir lekeye dalgın dalgın baktığını ve piposunu düşünceli bir şekilde tüttürdüğünü gördüm. Bir müddet öyle durmaya devam etti, sonra gözlerini tek bir kez kırptı, bana döndü ve, “Bir haritanız var mı Bay Dresden?” diye sordu. Duvara yaslı masalardan birine yöneldim ve oradaki kâğıt yığınını karıştırmaya başladım. En alttan deri kaplı, eski bir ajanda çıkarttım. En arkasında katlanarak açılan bir Chicago haritası vardı. Üzeri metro istasyonlarının, parkların, lokantaların, otellerin, taksi duraklarının ve bunun gibi şeylerin yerini gösteren küçük işaretlerle doluydu. “Bu işinizi görür mü?” “Harika,” dedi Holmes. “Rica etsem Dedektif Carmichael’in bahsettiği noktaları işaretleyebilir misiniz? Cinayet mahallerini?” “Denerim,” dedim. Haritayı ortadaki masanın üzerine yaydım. En kolayı taksi şoförünü bulduğumuz Roosevelt Parkı’ydı, kırmızı kalemle onu bir daire içine aldım. Evsiz ihtiyarın bulunduğu liman bölgesine de bir çarpı koydum, fakat lokantanın nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. “İkisini düz bir çizgiyle birleştirmeyi deneyin,” dedi Holmes. Dediğini yaptım ve şaşırtıcı bir biçimde çizginin Güney Michigan Caddesi’nin üzerinden geçtiğini gördüm. Tam üzerinde olmasa da birkaç santim solunda ufak bir çatal-bıçak sembolü vardı. 120


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Sanırım doğru iz üzerindeyiz,” dedim. “Elbette. Şimdi çizgiyi düz bir şekilde devam ettirin lütfen, bakalım ilgimizi çekecek bir şey görebilecek miyiz?” Ona sorgularcasına baktım, fakat itiraz da etmedim. Defterlerden birini kapıp cetvel gibi kullandım ve limanla parkı birleştiren çizgiyi harita boyunca uzattım. Sonra da okumaya başladım. “Chicago Polis Departmanı.” Holmes başını olumsuz anlamda iki yana salladı. “Çin Mahallesi.” “Hmmm… Mümkün olabilir. Devam edin lütfen.” “Jasmine’nin Evi.”[8] “Kesin orasıdır!” diye atıldı Bob. “Eminim! Haydi, hemen gidelim. Beni de alırsınız, değil mi?” Holmes bana sorarcasına baktı. “Sanmıyorum,” dedim başımı iki yana sallayarak. “Orası sadece bir genelev.” “Sadece bir genelev mi?” diye uludu Bob. “Harry… Orası bir cennet! Sundukları seçenekleri bir görmelisin!” “Şimdi olmaz Bob,” dedim. Tekrar haritaya baktım, çizgiyi takip ettim ve o anda soluğum kesildi. “Lanet olsun…” diye homurdandım. “Adalet Sarayı.” Başımı kaldırıp ihtiyar dedektife baktım ve onun da onayladığını gördüm. “Sanırım katilimizin nerede olduğunu biliyorum Bay Dresden.”

13 Dairemden çıktığımızda ne polislerden ne de Carmichael’den bir iz bulamadık. Üçü de buhar olup uçmuştu sanki. Belki de bir acil durum çağrısı falan almışlardı. Ama durup da bunu sorgulamadım. Hızla Mavi Kaplumbağa’yı park ettiğim yere yöneldik ve arabaya bindik. Patlatma çubuğumla asamı arka koltuğa attım ve anahtarı kontağa sokup çevirdim, ama her zamanki gibi çalışmadı. Bir kez daha denedim; üçüncü de motor öksürmeye başladı, sonra da boğuk bir homurtuyla çalıştı. “Gerçekten de garip bir zevk anlayışınız var Bay Dresden,” dedi Holmes, yolcu koltuğunda rahatsız bir biçimde kıpırdanarak. “Ne diyebilirim ki, antikaları severim,” dedim alaycı bir tavırla. “Sıkı tutunun.” Sonra aracı vitese taktım, yola çıktım ve gaza asıldım.

121


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Doppleganger’ın Pecker’ın içinde olduğuna inanamıyorum!” dedim. “Bundan gerçekten de emin misiniz?” “Eğer yardımcınızın dediği doğruysa şekil değiştirici dostumuzun nihai bir hedefi olmalı ve düz bir rotada ilerlediği gayet açık. Sizin de bildiğiniz gibi bir başsavcının pek çok kişiyle teması vardır. Bu iş Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’na kadar gidebilir. Kısacası Pecker kusursuz bir taşıyıcı.” “Peki neden onca insanın canını aldı? Neden direkt Pecker’a gitmedi?” “Tam olarak emin değilim, ama bunun yaratığın doğasıyla ilgili olduğunu sanıyorum. Kendisine uygun bir kabuk bulmak zorundaydı ve buna en alttan başladı. Önce liman bölgesindeki berduşu ele geçirdi, böylece sokakları iyi bilen birine sahip oldu. Bir süre etrafta dolaşıp plan yaptı, sonra da harekete geçti. Önce lokantadaki kadının yerini aldı, böylece taksi şoförünü yakalayabilecekti. Onu kullanarak da…” “…Marilyn’in yerini aldı. Pecker’a ulaşabilmek için.” “Kesinlikle.” “O hâlde daireme gelip beni tutuklatan Doppleganger’dı.” “Büyük olasılıkla.” Korkunun buz gibi parmaklarının omurgamdan aşağı indiğini hissettim ve hafifçe ürperdim. Yine de aklımın almadığı bir şey daha vardı. “Yanlış bir şeyler var,” diye mırıldandım. “Marilyn… Norma Jean. Bu sabah beni aradı ve onu tehdit ediyormuşum süsü vermeye çalıştı, size bahsetmiştim. Büyük ihtimalle beni arayan asıl kişi Doppleganger’dı. Beni tuzağa düşürdü, işlediği tüm cinayetleri üzerime yıktı. Ama bunu neden yapsın? Neden öfkeli bir büyücünün dikkatini üzerine çeksin?” “Gerçekten de neden?” diye mırıldandı Holmes. “Belki de nihai hedefi Pecker’dır,” diye fikir yürüttüm. “Katil – yani zavallı ben – yakalanacak, idam edilecek ve dosya kapanacaktı. Böylece o da başsavcı kisvesi altında elini kolunu sallayarak dolaşabilecekti.” “Belki…” dedi Holmes, düşünceli bir şekilde. Kafasının başka yerde olduğunu görebiliyordum. “Onu gecenin bu saatinde adliyede bulacağımızdan emin misiniz Bay Dresden?” “Aslına bakarsanız hayır,” diye itiraf ettim. “Ama başka nereye bakabileceğimizi bilmiyorum. Ayrıca kendisi yoksa bile adresi kesin oradadır. En azından bizim için bir başlangıç noktası olur.”

122


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Gecenin ilerleyen saatlerinde olduğumuzdan sokaklar nispeten boştu, ben de bundan yararlanarak gazı sonuna kadar kökledim, kırmızı ışıklarda durmadım ve birkaç köşeyi sertçe döndüm. Bir ara göz ucuyla Holmes’ün köstekli saatine baktığını, sonra da paltosunun iç ceplerinden birini karıştırdığını gördüm. Ufak bir şişe çıkardı ve içindekileri bir dikişte içti; burnuma bal, kır çiçeği ve kekik kokusu çarptı. “Sihirli iksiriniz mi?” diye sordum. “Öyle de denebilir. Dinç ve zinde kalmamı sağlayan doğal bir karışım. Günde bir kez içmem gerekiyor. Vakti geldiğinde sizi yüzüstü bırakmak istemem.” “Bence gayet iyi idare ediyorsunuz. Aslına bakarsanız tüm bunlara çok çabuk adapte olduğunuzu düşünüyorum. Büyücüler, katil yaratıklar, konuşan kafatasları…” “Bunda şaşılacak bir şey yok sevgili dostum. Kitaplarımda yer almamış olabilirler ama bu doğaüstü suçlulara karşı verdiğim ilk mücadele değil.” “Öyle mi?” dedim, kaşlarımı havaya kaldırarak. “Elbette. Ben İngiltere’den geliyorum unutmayın. Yani Kral Arthur ve Merlin’in ülkesinden, Stonehenge’in bulunduğu topraklardan, Peter Pan ile Shakespeare’e ilham veren memleketten, Bay Hyde’ın geceleri terör estirdiği sokaklardan. Tüm bunlarla iç içeyken doğaüstü olaylarla karşılaşmamam düşünülebilir mi sizce?” “Şey… Sanırım hayır.” “Örneğin Baskerville’ların köpeğini ele alın. Sizce de o canavarın bir cehennem tazısı olması fosforla boyanmış bir köpek olmasından daha mantıklı değil mi?” “O bir cehennem tazısı mıydı?” diye sordum şaşkınlıkla. “Kesinlikle. O olay Watson ile yaşadığımız inanılmaz maceralardan sadece biriydi. Sevgili Watson hepsini tek tek, özenle kaleme almıştı; fakat yayıncısı olacak o korkak adam – yani Doyle – bunları basmaya çekindi. İnsanların anlamayacağını savunuyordu, ama bence asıl korktuğu şey kendi itibarıydı; çünkü koskoca bir fizikçinin kaçış edebiyatı yapıyor gibi görünmesi kariyerini zedeleyebilirdi. Yine de Baskerville hikâyesi geri çeviremeyeceği kadar iyiydi, böylece Watson’ın müsaadesini alıp üzerinde bir-iki oynama yaptı. Gerisini biliyorsunuz.” “O yüzden büyücü olduğumu bu kadar çabuk kabullendiniz.” “Aynen öyle. Büyücüler, vampir avcıları, paladinler… Van Helsing. Hepsiyle çalıştım.”

123


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Keskin bir ıslık çaldım. Romanlara konu olacak kadar ilginç bir hayatınızın olması güzel bir şey olmalıydı. Kim bilir, belki bir gün benim yaşadıklarım da kitaplaştırılırdı. Talihsiz Serüvenler Dizisi. Başrolde fakir ama gururlu büyücü Harry Dresden. Son köşeyi de dönüp Adalet Sarayı’na çıkan ana yola, yani Kanal Caddesi’ne çıkmıştık ki yolun tam ortasında dikilen iri bir siluet gördüm. Son sürat üzerine gidiyorduk, fakat taş kesilmiş gibi yerine çakılı kalmıştı. Çarpışmak üzereydik. “Lanet olsun!” diye bağırarak frenlere asıldım ve direksiyonu sağa kırdım. Mavi Kaplumbağa’nın tekerlekleri acı acı cıyaklarken asfaltın üzerinde süratle kaymaya başladık. Arabam kendi ekseni etrafında sağa, direksiyonu kırdığım tarafa doğru döndü, ama yeterince yavaşlayamadık ve gölgeli siluete yanlamasına, sertçe çarptık. Aynı anda, arabamın siluetle temas ettiği yerden kırmızı-mavi büyülü kıvılcımlar fışkırdı. Ve onda tuzağa düşürüldüğümüzü anladım. “Dresden!” diye kükredi Bekçi Morgan’ın sesi. “Sana bu işe karışmaman emredilmişti! Emirleri hiçe saydın! Şimdi cezanı çekeceksin.” “Morgan! Beni dinle—” Dinlemedi. Arabamın kapısını sertçe açtı, yakama yapıştı ve beni caddenin diğer köşesine fırlattı. Asfaltın üzerine kötü bir şekilde düşüp yerde birkaç kez yuvarlandım. Kollarım, dirseklerim ve dizlerim sıyrılmış, giysilerim birkaç yerden yırtılmış, dudağım patlamıştı. Başımı kaldırıp baktığımda caddenin üzerinde enlemesine duran, motorundan dumanlar çıkan Mavi Kaplumbağa’yı ve hemen onun önünde dikilen Morgan’ı gördüm. Yolcu koltuğundaki Holmes hareketsizdi, başı önüne düşmüştü. Bekçi, ağır adımlarla bana doğru yürürken sırtındaki kılıcını çekti. “Kıdemli Konsey’in bana verdiği yetkiyle seni yargılıyorum Dresden!” diye kükredi Morgan. Artık tam tepemde dikiliyordu, iki eliyle kavradığı kılıcını başının üzerine kaldırdı. “Cezan idam!” Sol elimi kaldırıp, “Dur, yapma…” dedim. Büyük bir hazla sırıttığını görebiliyordum. “Bugünü uzun zamandır bekliyordum,” diye mırıldandı ve kılıcını hızla sapladı. Korkuma odaklanıp irademi topladım ve gücümün bir kısmını sol bileğimdeki kalkan bileziğime gönderdim. Son anda. Morgan’ın kılıcı önümde oluşturduğum büyülü kalkana çarparak etrafa kıvılcımlar saçtı ve Bekçi’nin sendeleyerek gerilemesine neden oldu. Bu fırsatı kaçırmadım ve sağ kolumu, yani enerji oluşturan tarafımı kaldırıp, “Ventas servitas!” diye bağırdım. Parmaklarımın ucundan güçlü bir rüzgâr püskürdü ve zaten yalpalamakta olan Bekçi’nin dengesini iyice bozup yere kapaklanmasına neden oldu. Elimden geldiğince hızla doğrulmaya

124


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

çalıştım. Canım yanıyor, başım dönüyordu. Gözümün ucuyla Morgan’ın da ayaklandığını gördüm. “Karara karşı mı geliyorsun?” diye kükredi. “Konsey’in kararına?” “Morgan, beni dinle. Başka seçeneğim yoktu!” Doğrulup kılıcını aldı. “Beni yalanlarına zehirleyemeyeceksin yılan! Sen bir baş belasının, bir çıban! Kendini Konsey’den daha üstün görüyorsun, kafana göre hareket ediyorsun ve bunun bedelini ödeyeceksin!” Kılıcını savurmaya hazır hâlde tutarak üzerime doğru gelmeye başladı. Yarım bir daire çizerek aramızdaki mesafeyi korumaya çalıştım. “Anlamıyorsun! Bu işe karışmasaydım öldürülecektim.” “O hâlde ölmeliydin Dresden! Konsey’in emrine karşı gelmektense ölmeliydin!” Vahşi bir savaş narası atarak üzerime atıldı. Kendimi çabucak sağa atıp yerde yuvarlandım, kol ve bacaklarımdaki yaralar isyan edercesine haykırdı ama durmadım – öyle bir lüksüm yoktu – ve hareketimin devinimiyle ayağa kalkıp hızla arabama doğru koşmaya başladım. Morgan’ın kılıcı bir sokak lambasını biçti ve büyük bir gürültüyle Mavi Kaplumbağa’yla aramdaki mesafenin arasına devrilip etrafa cam ve metal parçaları saçılmasına neden oldu. Kalkan bileziğimi tam zamanında kaldırıp parçalardan zarar görmeden kurtuldum, fakat artık Morgan bana yetişmeden önce arabama ulaşma imkânım yoktu. “Kahretsin!” diye homurdandım, pardösümün kollarını sıvadım, ellerimi öne uzattım ve arabamın arka koltuğunda duran asama odaklandım. “Ventas servitas!” Aniden esen bir rüzgâr asamı kaptığı gibi hazırda bekleyen ellerime uçurdu. Morgan’ın arkamdan koşarak yaklaştığını duyabiliyordum. Kendi eksenimde hızla dönerek iki elimle kavradığım asamı havaya kaldırdım ve Bekçi’nin başıma nişanladığı kılıcı karşıladım. Ardından adamın karnına sert bir tekme attım. Morgan hafif bir inleme koyuvererek geri çekildi. Asamı savurarak çenesine bir darbe indirmeye çalıştım, ama eğilerek kaçtı ve kılıcını yeniden, bu kez bir kesme hareketiyle savurdu. Geriye sıçradım, ama yeterince hızlı değildim; kılıcın keskin ucu pardösüm ve tişörtümle birlikte derimin bir kısmını da uçurdu. Yakıcı acı tüm bedenimi sardı. Morgan’ın vahşi bir kahkaha attığını hayal meyal işittim, çünkü kulaklarım öfkeyle uğulduyordu. Yorgundum, sinirliydim, müttefik saydığım insanlar tarafından ihanete uğramıştım ve bir hiç uğruna ölmek üzereydim. Dudaklarımdan öfkeli bir haykırışın koptuğunu duydum, asamı Morgan’a doğru çevirdim, irademi topladım ve “Fuego!” diye bağırdım. Asamın yüzeyini boylu boyunca kaplayan rünler kırmızı bir ışıkla parladı ve ucundan iri bir ateş topu fırladı. Bekçi kılıcını ustalıkla savurdu ve ateş topunun yönünü değiştirdi. Kılıçla temas eden alevler

125


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

kıvılcımlar saçan bir tenis topu misali sekerek kaldırımın kenarına park etmiş araçlardan birine çarptı ve büyük bir patlama ikimizin de ayaklarını yerden kesti. Gözlerimi açtığımda az önce durduğum noktadan birkaç metre geriye uçtuğumu ve sırt üstü yatmakta olduğumu fark ettim. Kulaklarım patlamanın etkisiyle korkunç bir şekilde çınlıyordu. Birkaç saniye sonra yangın zillerinin ve araba alarmlarının sesini duymaya başladım. Sersemlemiş bir biçimde, dirseklerimden destek alarak başımı kaldırdım ve Morgan’ı görebilmek için etrafıma bakındım. Biraz solumda, büyük bir posta kutusundan geriye kalanların içinde yatıyordu. Üzerinde zarflardan ve kartpostallardan oluşan küçük bir yığın vardı, hareketsiz yatıyordu, yüzü gözü is içindeydi. Muhtemelen benim de öyle. Uzaklardan siren sesleri duyulmaya başladı, itfaiye ve polis sirenleri. O esnada bir karaltının arabamın etrafından sinsice dolaştığını ve hızlı ama temkinli adımlarla bana yaklaşmakta olduğunu gördüm. Yanıma gelip üzerime eğildi. Gözlerimdeki bulanıklığı gidermek için başımı iki yana silkeledim ve ona tekrar baktım. Holmes’tü bu. Başında ufak bir şişlik vardı ve biraz hırpalanmış görünüyordu. Sanırım arabaya binmeden önce ona emniyet kemeri diye bir şeyin varlığından bahsetmem gerekiyordu. siren sesleri iyice yaklaşmıştı. “İyi misiniz Bay Dresden?” “Sanırım yaşayacağım,” dedim, çatallaşmış bir sesle. “O kimdi?” diye sordu, başıyla Morgan’ın yattığı yönü işaret ederek. “Bir Bekçi. Büyü kanunlarını ve büyücüleri korumakla yükümlüdürler.” “İlginç bir koruma anlayışları var doğrusu.” “Bir de bana sorun. Haydi, gelin. Buradan hemen gitmemiz gerekiyor,” dedim. Doğrulmaya çalıştım ama elini göğsüme bastırıp kalkmama engel oldu. Başımı kaldırıp sorgulayan bir ifadeyle ona baktım. Yüzünde oldukça sert ve kararlı bir ifade vardı. Gözlerini kısıp bana dik dik baktı. Derken yüzüme okkalı bir yumruk indirdi ve her yer karardı.

14 Suratıma inen sert bir tokatla gözlerimi açtım. Gözümün önünde şimşekler çaktı, darbenin indiği yer cayır cayır yanıyordu. Hayat böyledir işte, bazı insanlar öpücük eşliğinde uyandırılır, bazılarıysa yumruk ve tokatlarla. Eminim sizin de başınıza gelmiştir, değil mi? Lütfen evet deyin.

126


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Gözlerimi kırpıştırıp başımı silkeledim ve bana vuran kişiyle yüzleşmek için bakışlarımı kaldırdım. Parlak sarı bir ışık gözlerimi alınca onları hafifçe kıstım. Gri takım elbiselerinin içindeki Pecker’dı bu. Ellerini beline koymuş, muzafferane bir ifadeyle bana bakıyordu. “Nihayet uyanabildin seni piç kurusu,” dedi başsavcı. Etrafıma baktığımda oldukça şık döşenmiş bir büroda olduğumuzu gördüm. Sağımda kocaman bir maun masa, onun arkasında da kaliteli deriden bir koltuk vardı. Gözümü alan ışık pahalı bir avizeden geliyordu. Pecker tam karşımda dikiliyordu, şık giyimli bir bayan ve bir polis memuru onun arkasında, kapalı bir kapının yanında duruyordu. Solumdaysa… Morgan mı? İyi de onun burada ne işi vardı? Bir sandalyeye oturtulmuş ve elleri arkadan kelepçelenmişti, görünüşe göre hâlâ baygındı. Hareket etmeye çalıştığımda benim ellerimin de arkamdan kelepçelenmiş olduğunu fark ettim. “Boşuna debelenme!” diye terslendi Pecker. Sonra da omzunun üzerinden geriye bakarak, “Memur bey, eğer bir numara yapmaya kalkışırsa onu vurun,” dedi. “Emredersiniz efendim,” diyen polis belindeki silahı çekip birkaç adım öne çıktı. Harika. Pecker ellerini sandalyemin kenarlarına koyarak yüzüme doğru eğildi. İstem dışı olarak kafamı geriye çektim ve ağzımı sımsıkı kapadım. Şu anda son isteyeceğim şey o içime bir yaratığın kaçmasıydı. “Bu sefer kaçmak yok, artık elimdesin,” dedi kötücül bir şekilde sırıtarak. “Neden buraya geliyordun, ha? Beni öldürmeye mi? Norma Jean’e yaptıklarının aynısını bana da mı yapacaktın?” Na-na-na-na-naaa-na! Beni konuşturamazsın, ağzımı açmayacağım işte! “Konuşsana be adam!” diye bağırdı. Sonunda öfkeyle doğrulup Morgan’a doğru uzaklaştı. “Peki ya bu yarma kim? Yardımcın mı? Cinayetlerinde sana yardım mı ediyor?” Aramızda yeterince mesafe olduğuna kanaat getirince “Kes artık Pecker, ya da gerçek adın her neyse,” dedim. Of! Konuşunca Holmes’ün yumruk attığı yer fena acımıştı. Çenemi oynatarak kaslarımı esnettim. Hain, üçkâğıtçı, ihtiyar bunak! “Oyun bitti. İkimizde o cinayetleri işleyenin sen olduğunu biliyoruz.” “Ben mi?” dedi elleriyle kendini göstererek. Yüzünde duyduklarına inanamayan birinin ifadesi vardı. “Ben ha? Bu duyduğum en saçma şey.” Sinirli sinirli gülmeye başladı. Doğrusu çok iyi rol yapıyordu. Yoksa yapmıyor muydu? En arkada sessiz sedasız duran şık giyimli kadın ani bir hareketle ileri çıktı ve sırtı kendisine dönük olan polis memurunun boynunu kolayca kırdı. Şok olmuş bir

127


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

biçimde kadına bakakaldım. Korku dolu bir çığlık atan başsavcı bir-iki adım geri çekildi “Betty! N-ne… neler oluyor tanrı aş—” Lafını bitirmeye fırsat bulamadan çenesine okkalı bir yumruk yedi, odanın diğer ucuna uçtu ve iç kaldıran bir çatırtıyla duvara çarptı. Sonra da yere yığılıp hareketsiz kaldı. “Merhaba büyücü,” dedi Betty denen kadın, bana bakarak. Sesini hemen tanıdım. “Monroe,” dedim usulca. Sırıttı. Çok güzel görünüyordu, çok normal, çok sıradan. “Yeni bedenimi nasıl buldun?” dedi ellerini vücudunda gezdirerek. Monroe siyah saçlı, orta boylu ve balıketli bir kadındı. Üzerinde beyaz bir bluz ve bordo bir etek vardı. “Eh, idare eder. Yine de Marilyn’i tercih ederdim doğrusu,” dedim. Çaktırmadan kelepçelerimi zorlamaya başladım. Fakat hiçbir işe yaramayacağını biliyordum. İşim bitmişti. Dudaklarımı yaladım, bir şey düşününceye kadar onu oyalamam gerekiyordu. “Demek Pecker’ın peşinde değildin,” dedim. Ufak bir kahkaha attı. “Pecker mı? Onun gibi bir zavallıyla ne yapayım?” “Ne bileyim. Önce senatörü, sonra başkanı ele geçirip dünyaya savaş falan ilan edebilirdin. Ya da Amerika’da yaratıklara özgürlük tanıyan kanunlar çıkarırdın.” Tekrar güldü. “Senatör mü? Amerika mı? Neden piyonlarla uğraşayım ki? Daha büyük balıkları yakalamak varken…” “Mesela?” Gözlerini kısıp kötücül bir şekilde sırıttı. “Hâlâ anlamadın, değil mi?” diye sordu. Yanıma yaklaştı ve bir eliyle yüzümü kavradı. Cehennem çanları! Ağzımı olabildiğince sıkı tutup yüzümü diğer tarafa çevirmeye çalıştım ama kavrayışı çok güçlüydü. “Ben senin peşindeydim. Başından beri hedefim sendin,” diye tısladı. Benim mi? Yıldızlar aşkına! Debelenip kavrayışından kurtulmaya çalıştım. O da diğer elinin tersiyle suratıma okkalı bir tokat yapıştırdı. Birinin ben dün gece uyurken gizlice odama girip alnımın tam ortasına ‘Vur bana!’ yazdığından ciddi ciddi şüphelenmeye başladım. Tam o esnada Morgan homurdanarak kendine gelmeye başladı. “Ama…” dedi Betty, geri çekilerek. “Artık sana gerek kalmadı. “Kalmadı mı?” dedim şaşkınlıkla. “Ama az önce—” “Hedefim sendin, bu doğru ama nihai amacım değil. Asıl ele geçirmeye çalıştığım kişi Konsey’inin başındaki kişi, kraliçemin kanlısı olacak o hain.”

128


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Kim? Merlin mi?” “Merlin…” dedi dişlerini sıkıp tıslayarak. “Seni ele geçirip Beyaz Konsey’e sızacaktım, sonra da kraliçemin yüzyıllardır hayalini kurduğu intikamını alacaktım. Ama…” Morgan’a doğru döndü. “Artık elimde daha iyi bir yem var. Donald Morgan, Merlin’in sağ kolu ve infazcısı.” Bekçi gözlerini kısarak önce Betty’ye, ardından bana, sonra yeniden kadına baktı. “Dresden… Seni hain,” diye mırıldandı. “Bizi sattın.” Bu adama inanamıyorum. Betty bir kez daha sırıttı ve Morgan’ın üzerine yürüdü. Bekçi kıvranmaya ve kelepçelerinden kurtulmaya çalıştı. Altındaki sandalye tehlikeli bir biçimde çatırdadı, ama Bekçi yeterince hızlı hareket edememişti. Kadın, Morgan’ın arkasında topladığı saçları tutup sertçe çekti ve adamı yukarıya bakmaya zorladı. Derken Betty’nin gözleri buz mavisi bir ışıkla parlamaya başladı ve anlamadığım bir dilde bir şeyler mırıldanmaya başladı. Sesi gurultu hâlinde çıkıyordu. Bekçi’nin bakışları kadınınkilere kenetlenmişti; önce hareketleri yavaşladı sonra da gözleri ve ağzı yavaşça ardına kadar açıldı. Tıpkı morgda gördüğümüz o cesetlerdeki gibi… “Hayır!” diye haykırıp sandalyemle birlikte ayağa kalktım ve Betty’nin üzerine atıldım. Kadın insanüstü bir hızla dönerek suratıma sert bir darbe indirdi – evet, yine – ve beni arkamdaki duvara yapıştırdı. Çarpışmanın etkisiyle sandalyem parçalara ayrıldı. Acıyla inledim ve ayağa kalkmaya çalıştım ama boğazıma yapışan bir el hissettim. Betty beni bez bir bebekmişim gibi havaya kaldırıp sırıttı, başını bir yana eğdi ve gözlerinden yine o uğursuz ışıkları saçmaya başladı. Kurtulmak için debelendim, gözlerimi kapamaya çalıştım fakat boşunaydı. Dehşet içinde bedenimin kontrolünü yavaş yavaş kaybettiğimi, ağzımın kontrolsüz bir şekilde açıldığını hissettim. Etrafımda olup bitenleri görüyor ama hiçbir şey yapamıyordum. Sanki kendi hayatınızı televizyondan izlemek gibiydi. Ne yazık ki benimki korku filmi kuşağına denk gelmişti. O esnada Morgan’dan hafif bir hırıltı çıktı. Betty o yana baktı ve beni umursamaz bir biçimde maun masanın üzerine fırlattı. Düştüğüm yerden kadının sırtını ve Morgan’ın yüzünü görebiliyordum. Onu yeniden hipnotize ederken çaresiz bir biçimde izledim. Betty memnuniyetle bir-iki adım geri çekildi, bana işveli bir şekilde göz kırptı ve “Gösterinin tadını çıkar büyücü, bu izlediğin son şey olacak,” dedi. Başını havaya kaldırdı, gözlerini yumdu ve şiddetle titremeye başladı. Aniden tam karnının olduğu bölgeden iki keskin pençe çıkıverdi. Pençeler yavaş ama kararlı bir şekilde birbirlerine zıt yönde ilerlemeye ve kadının vücudunu parçalamaya başladı. Etrafa yoğun bir şekilde kan ve deri parçaları fışkırıyordu. Derken önce bir kafa göründü; iri ve siyah gözleri, ağzı ve burnu olmayan düz bir yüzü vardı. Sonra uçlarında birer kanca olan uzun kolları; gri renkli, yer yer siyah benekleri olan vücudu ve üç parmaklı ayaklara sahip uzun bacakları çıktı dışarıya. 129


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Betty’nin cansız vücudu mide bulandırıcı bir sesle yere yığılırken Doppleganger gerindi, başını iki yana yatırarak boynunu kütürdetti, ardından Bekçi’ye doğru döndü. O esnada ofisin kapısı sert bir tekmeyle açıldı ve içeri hiç beklemediğim biri giriverdi: Sherlock Holmes. Doppleganger hızla o tarafa baktı, fakat Holmes gayet sakindi. Silahını çoktan kaldırıp nişan almıştı bile. Yaratık tıslayıp üzerine atılmaya hazırlandı. Eski silah gök gürültüsünü andıran bir sesle patladı ve şekil değiştiriciyi sendeletti. Yaratık öfkeyle uludu. Silah üç-dört kez daha patladı, sonra her şey sessizliğe gömüldü. Üzerimdeki baskının bir anda kaybolduğunu ve yeniden hareket edebildiğimi fark ettiğimde yavaşça doğruldum ve ihtiyar dedektife büyük bir şaşkınlıkla bakmaya başladım. Bakışlarını bana çeviren Holmes hafifçe gülümsedi, tabancasını paltosunun cebine yerleştirdi ve, “Sanırım artık ağzınızı kapatabilirsiniz Bay Dresden,” dedi.

15 Beş dakika sonra içeriye silahlı bir güvenlik memuru girdi. Kıpırdamayın! diye bağırdı. Eller yukarı! Falan filan… Sonra karşısındaki manzara karşısında şaşkınlıktan dilleri tutuldu. Eh, yerde boylu boyunca yatan uzaylı kılıklı bir yaratık görseniz siz de şoka girerdiniz. Aramızda soğukkanlılığını koruyabilen tek kişi ihtiyar dedektif gibi görünüyordu. “Bayım, lütfen polis çağırın,” dedi. Sonra da bana dönüp, “Arkadaşınızın adı ne demiştiniz?” diye sordu. Ona hâlâ ağzım bir karış açık vaziyette bakmakta olduğumu fark edince içimden küfrettim. “Murphy. Teğmen Karrin Murphy, Özel Soruşturmalar.” Adam bir ona bir bana baktı, silahı tir tir titriyordu. Holmes sıkılgan bir edayla tekrar ona doğru döndü ve “Bir de ambulans lütfen. Başsavcının durumu ciddi olabilir,” diye ekledi. Güvenlik görevlisi başıyla onaylayıp odayı hızla terk etti. “Hain! Beni tuzağa düşürdün!” diye gürledi Morgan. Kendisine geleli henüz bir dakika bile olmamıştı, azmine hayrandım doğrusu. “Morgan…” “Leydi Morgana’yla birlikte çalışıyorsun! Onurlu Merlin’e karşı tuzak kurdun!” “Aslına bakarsanız…” diye araya girdi Holmes, “buradaki genç adam olmasaydı şu anda hem siz hem de Merlin mahvolmuş olacaktınız.”

130


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Sen de kimsin? Onurlu Merlin’in adını ağzına alm—” “Onu yakından tanıma hakkıyla elbette,” dedi Holmes, gayet soğukkanlı bir tavırla. “Geçmişte birlikte çalışmışlığımız olmuştu. Ne de olsa aynı toprakların insanıyız.” Bekçi, ihtiyar dedektife gözlerini kısarak baktı. “Yalan söylüyorsun.” “Öyle mi? Neden bunu kendisine sormuyorsunuz? Hazır lafı açılmışken Gölün Hanımı konusunda kendisine ettiğim yardımı hatırlatmayı unutmayın lütfen.” Morgan’ın yüzündeki ifade yavaş yavaş kızgınlıktan hayrete doğru dönüştü. Gözleri ardına kadar açıldı. “Sen!” dedi. “Bu… bu imkânsız!” “Bakıyorum da kim olduğumu anladınız,” dedi Holmes, piposunu yakarken. “Ama… sizin burada ne işiniz var?” “Elbette ki dostum Bay Dresden’in ricası üzerine geldim. Eğer beni çağırmamış olsaydı başınıza neler geleceğini düşünmek bile istemiyorum. Özellikle de olayların sizin başarısızlığınız ve dikkatsizliğiniz yüzünden bu hâle geldiğini düşünürsek. Eminim Merlin bunları duymaktan pek de memnun kalmayacaktır.” Morgan’ın yutkunduğunu görebiliyordum. “Ama ben—” “Tabii eğer Bay Dresden’in üzerindeki suçlama ve cezaları geri alırsanız ben de size minnettarlığımı gösterebilir ve bu gece olanları unutabilirim.” Bekçi bir müddet sessiz kaldı. Durumunu değerlendirirken boncuk gibi gözleri bir sağa bir sola gidiyor, soğuk terler döküyordu. Kafasının içinde dönen dişli çarkları neredeyse görebiliyordum. “Pekâlâ…” dedi sonunda, derin bir nefes alarak. “Onurlu Merlin’in yüce gönüllü bir dostunun sözüne inanmamak bir Bekçi’ye yakışmaz. Dresden’in anlattıklarına inanıyor ve bu davaya karışmaktan başka seçeneğinin olmadığını kabul ediyorum.” “Ve?” “Ve Kıdemli Konsey’e vereceğim raporda bunu aynen belirteceğim.” “Anlaştığımıza sevindim. Siz ne dersiniz Bay Dresden?” Sadece kafamı boş boş sallamakla yetindim. Bu olanlara hâlâ inanamıyordum. “Güzel,” dedi Holmes. Yere eğilip ölü memurun belinden kelepçelerin anahtarlarını aldı, ardından önce beni sonra da Bekçi’yi serbest bıraktı.

131


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Morgan çattığı kaşlarının altından bana dik dik baktı, Holmes’e kısa bir kafa selamı verdi, sonra da eşikten dışarı adımını atar atmaz havaya karışıp yok oldu. Bir müddet orada birbirimize sessizce baktık. “Bana vurdunuz,” dedim sonunda. Omuzlarını silken Holmes, “Buna mecburdum,” dedi. “Katilin ortaya çıkmasını sağlamanın tek yolu sizi yakalamasını sağlamaktı.” “Demek başından beri benim peşimde olduğunu biliyordunuz?” “Pek sayılmaz. Sussex’teki evimde bana olanları anlattığınızda bunun size karşı kurulmuş bir kumpas olduğunu anlamıştım, ama sizi ele geçirmeye çalışan bir yaratığın varlığından bihaberdim elbette. Asistanınızla konuşuncaya kadar… Aslına bakarsanız gerçeği kazadan hemen önce fark ettim demek daha doğru olur.” Piposundan bir nefes aldı. “Ama soran olursa başından beri bildiğimi söyleyebilirsiniz,” diye ekledi göz kırparak. Ona önce şaşkınlıkla, sonra da sırıtarak baktım. Bu ihtiyar kurdun da öyle veya böyle bir espri anlayışı olduğunu görmek güzeldi. “O hâlde Konsey de biliyordu,” diye fikir yürüttüm. “Bu yüzden davaya karışmamamı istediler.” “Şüphesiz. Morgana ile Merlin asırlardır düşmandır, aralarında hiç bitmeyen bir husumet mevcut. Merlin’e bu tarz bir suikast hazırlamak tam da Morgana’nın yapacağı türden bir şey. Harekete geçmektense işi garantiye almaksa Merlin’e göre bir davranış.” Bir süre sessizlik oldu. “Peki onu nasıl öldürdünüz?” diye sordum sonunda. “Çoğu yaratık normal kurşunlarla ölmez. Aslına bakarsanız mermilerin ona işlemesine çok şaşırdım.” “Çok haklısınız. Neyse ki benim mermilerim normal değil,” dedi, tabancayı bana doğru uzatarak. “Gümüş…” dedim kurşunlara bakarken. “Aynen öyle. Van Helsing’le olan arkadaşlığımın bazı faydalarından biri. Hatırlarsanız asistanınız, Doppleganger’ın saldırıya en açık olduğu anın vücut değiştirirken olduğunu söylemişti. Sizi yakalamasına müsaade etmemin bir diğer nedeni de buydu.” Başımı inanmazlıkla iki yana salladım. “Peki ya vaktinde yetişemeseydiniz?” “O zaman bu sohbeti yapıyor olmazdık,” diye kestirip attı. Yarım saat sonra Murphy ve ekibi olay yerine geldi. Carmichael de yanındaydı. Murph bir müddet bana surat astı, sanırım eğlenceye onsuz başladığımız

132


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

için kızgındı. Fakat daha sonra ve ilerleyen günlerde üzerimdeki suçlamaların kaldırılması için elinden geleni ardına koymadı. Başsavcı Pecker ölmedi. Kötüye bir şey olmaz diye boşuna dememişler. Omzunun çıktığı ve bir kolunun kırıldığı tespit edildi. Yaşadığı şok yüzünden pek konuşacak hâlde değildi. Doğrusunu isterseniz gözünü Betty’den ayıramıyordu, adama neredeyse ben bile acıyacaktım. Neredeyse… Holmes’ün ricası üzerine gerçekte kim olduğunu kimseye söylemedim. Raporlarda da Sigerson adlı Norveçli bir gezgin olarak geçti. Conan Doyle’un hayranları bu ayrıntıyı fark ettiklerinde çılgına döndü, fakat yaşlı dedektifin izine rastlama girişimleri sonuçsuz kaldı. Bunda biraz benim de payım var elbette, ama çoğu kendi marifeti sayesinde. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bile ne Beyaz Konsey’den ne de Morgan’dan başka bir haber almadım. Görünüşe göre bizim ihtiyar, Merlin’i tanıdığı konusunda şaka yapmıyormuş. Ben mi? Yaşlı dedektife evine kadar eşlik ettikten sonra daireme döndüm, kendimi yatağa attım ve sabaha kadar deliksiz bir uyku çektim. Uyandığımda yaralı, aç ve hâlâ yorgundum. Üstelik Murphy’den ödememi de alamamıştım. Bana kızgınlığı geçinceye kadar da alamayacaktım. Kadınları bilirsiniz, yaptığınız şeyden iyice pişman oluncaya kadar sizi süründürmekten zevk alırlar. Aynı hatayı tekrarlamamanız için… Fakat yine de tekrarlarsınız. Heh. Ben Harry Dresden. Bir büyücüyüm. Belki en güçlüsü değilim ama paranızla tutabileceğiniz en iyisiyim. Zaten bu işi para için yapan başka bir meslektaşım da yok. Eğer mahallenizde garip bir şeyler varsa, eğer kafanızın içinden uçarak geçen bir şeyler görüyorsanız, eğer yatağınızda görünmez bir adam uyuyorsa kimi arayacağınız biliyorsunuz. Numaram rehberde var.

SON

133


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

KRİSTAL KÜRE [1]

90′ların meşhur korku filmi “Freddy Krueger” serisinde kullanılan bir replik.

Robert De Niro’nun “Taxi Driver” adlı filmdeki “Travis Bickle” rolüne bir göndermedir. [2]

Hayalet Avcıları filmlerinde yer alan Çevre Bakanlığı çalışanı “Walter Peck” karakterine bir göndermedir. [3]

[4]

Marilyn Monroe’nun gerçek adı Norma Jeane Mortenson’a bir göndermedir.

Sherlock Holmes’un kullandığı takma isimlerden ikisinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. [5]

“Son Vaka” adlı hikâyeden sonra öldü zannedilen Holmes, bir süre Norveçli gezgin Sigerson adını kullanarak dünyayı dolaşmış ve Profesör Moriarty’nin adamlarından gizlenmiştir. [6]

Barney, Doktor Kleiner ve Lamarr karakterleri Half-Life 2 oyununa bir göndermedir.

[7]

Jasmine’s Home: Kayıp Rıhtım forumlarında oynanan “Demir Yumruk” adlı rol yapma oyununda yer alan mekânlardan biri. [8]

_____

134


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

BEHZAT CİM. BİR ENGÜRÜ POLİSİYESİ Wyern | Mehmet Berk Yaltırık İLHAM ALINAN ESER: BEHZAT Ç.

(Bipli versiyon, diziden ilham alınarak diziye göre yazılmıştır.)

Hastanenin sessizliği, müdüriyete giden koridorun gürültüyle açılan kapılarıyla birlikte bozulmuştu. Koridorun bir ucunda kendi halinde yerleri paspaslayan hademe, korkudan silkinerek başını o yana çevirdiğinde iki adamın koşar adımlarla yürüdüğünü gördü. Adamlardan birini tanıyordu, hastanenin müdürüydü ki iyi giyimi ve iş koşturmacasından dökülmüş saçlarıyla fazla dikkat çekmiyordu. Yanındakini tanıyamamıştı ancak kirli sakalı, dağınık saçları ve deri montuyla, elindeki tespihiyle dikkat çektiğinden kim olduğunu anlamıştı. Daha önce de hastaneye gelen, müdürün kardeşi olduğunu duyduğu cinayetçi başkomiser olmalıydı. Aralarında tartışıyorlardı. Hastanenin müdürü, kardeşine: “Bağırtma lan beni! Senin iyiliğin için uğraşıyoruz burada!” “Tamam abi, tamam işi gücü bıraktım kalktım geldim buraya kafamı s.ktin! Hem ne psikoloğu bu durduk yerde? Delirmedim ki ben?” “Lan oğlum bu öyle bir psikolog değil. Bu başka. Hastanede de çalışmıyor, Ankara’yı ziyarete gelmiş, ününü duydum ben de bir yardımı olur diye seninle görüşme ayarladım.” “Hepsi aynı değil mi abi bunların nasıl başka?” “Bilinen tedavi yöntemlerini kullanmıyor. Hipnozla uyutuyor…” “Hipnozla uyutup ne yapacak abi? Beni mi s…ek?” Cinayetçi başkomiser cümlesini yarıda keserek kendilerini seyreden hademeye ters ters bakarak sordu: “Sen bizi mi dinliyon la?” Hademe daha önce de olay çıkarmakta tereddüt etmediğini duyduğu başkomiserin sorusu üzerine, ondan daha uzakta bir koridoru paspaslamak üzere bölümden çıktı. Hastane müdürü: 135


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Ne kaz kafalı adamsın ulan! Seni uyutacak, çünkü bilinçaltına inecek. Bu reenkarnasyon dedikleri bir olay var hani… Yani senin önceki hayatında yaşadığını varsayarak o zamandaki bilincine, düşüncelerine ulaşmaya çalışacak…” “Benim gelmişimi geçmişimi ne yapacak abi? Hem bu önceki hayat falan palavradır kesin, bir de doktor diye herifi kaldırıp getirmişsin buraya…” “Oğlum bi’ dinle lan bi’ dinle! Gözümün önünde bizim arkadaşlardan birini uyuttu. Adam Kanuni zamanında arabacıymış lan, faytonu varmış atlar falan gördüklerini anlattı.” “Siz de bunu yediniz?” “Bilinçaltına inmenin yollarından biriymiş. Öyle diyor…” “Adam arabacı olduğunu öğrenince neye yaradı abi? Adamın atlara merak mı varmış?” “Dalga geçme lan! İşte mesela senden bahsettim, öfkeli dedim arada çıldırıyor deliriyor dedim. Seninle görüşmeyi kabul etti, bakacak işte neden bu kadar sinirlisin diye…” “Ne diyecek abi? Seni önceki hayatında at tepmiş ondan sinirlisin mi diyecek?” “Bilmiyorum bakacak işte. İçeride seni bekliyor…” Hastanenin müdürü, odasının kapısını açıp içeriye girerek, beklemekte olan psikolog ile başkomiseri tanıştırdı: “Çok bekletmedik inşallah. Tanıştırayım, kardeşim Behzat. Behzat, bu Semih Bey.” Behzat, tanıştırıldığı adamı görünce bir hayli şaşırdı. Psikologdan çok dolandırıcılık bürosunun aşina olduğu üfürükçülere benziyordu. Parmağındaki yüzüklerden, üzerindeki tuhaf aksesuarlara, giydiği uzun entariden suratındaki huzur dolu ifadeye uzun uzun baktı Behzat. “Deli herhalde…” diye geçirdi içinden. Takriben kırklarında gösteren, şişman, bıyıklı ancak tuhaf görünüşlü adam yüzüklerle süslü elini Behzat’a uzattığında Behzat adamın şekline şemaline çok fazla kafayı takmadan tokalaştı. “Memnun oldum Behzat Bey! Şevket Bey, rica etsem terapi esnasında dışarıda olur muşunu?” “Tabi, tabi. Ben hemen dışarıdayım.” Şevket arkasına dönüp çıkacağı sıra bir anlığına Behzat’la göz göze geldi. Behzat: “Senin psikolog diye getirdiğin adamı s…yim!” der gibi baktı. Şevket’te: “Sakin! İyiliğin için!” anlamına gelen bir mimik yaptıktan sonra odadan çıkıp kapıyı kapattı. Semih:

136


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Şaşkınlığınızı anlayabiliyorum. Bu kılıkta birini pek sık görmüyorsunuzdur eminim…” “Size abim psikolog dedi? Siz hep böyle mi geziyorsunuz?” “Psikolog değilim. Alternatif tıp sayılabilir belki, ben bir arayıcıyım.” “He… Ne arıyorsunuz?” “Hayat… Evren… Ölüm… Ve tabi ötesi. Oturalım isterseniz. Hazır olduğunuzu hissettiğinizde terapiye başlayabiliriz.” Behzat, makam masasının hemen önündeki koltuğa otururken içinden söve söve bir hal olmuştu. Semih karşısına geçtikten sonra gülerek şöyle dedi: “Eminim ne söylediğimiz anlayamadınız ve içinizden küfretmekle meşgulsünüz. Hak veriyorum. Ben eskiden psikologdum. Bir Hindistan seyahati sonrasında başladım bu arayışa…” “He… Ben biliyom onu, adam gidiyor öyle Çin’e falan. Aydınlandım dalgası… Bir kere gece aslanlar belgeseli yerine koymuşlardı, öyle bir şey işte…” “Hindistan’da gittiğim ücra bir köyde, yaşlı bir Hint fakiriyle karşılaştım. İnsanlar akın akın ona geliyorlardı, önceki hayatlarını gösteriyordu. İlkin inanmadım. Sonra bana ruhumuzun beden değiştirerek ömürlerce yaşadığını, dünyadaki asıl amacını çözüp huzura kavuşmadan da terk etmeyeceğini söyledi. İspatlayabileceğini de ekledi… 18. Yüzyılda bir bahçıvan, takriben 1400’lerde olması lazım bir dilenci… Ben ne aradığımı ne için geldiğimi arıyorum işte, huzuru bulabilmek için. Bunu araştırırken de başkalarının ruhlarının gördüklerini, söylediklerini deşelemeye başladım. İnsanlara pek çok faydası olduğunu söyleyebilirim. Hiç yoktan kendilerini tanıyorlar… Bu deneyime reenkarnasyon diyoruz.” Behzat hiçbir şey anlamamıştı. Sordu: “Sen şimdi uyutcan mı beni?” “Hipnotize edeceğim. Tam uyku hali değildir. Ruhunuzu geçmişe yönlendireceğim. Siz film seyreder gibi izleyeceksiniz, sakın şaşırmayın o dönemi biliyor olacaksınız. Eğitimi olmayan birisinin bile sırf ruhunun dile gelerek öyle şeyler anlattığına tanıklık ettim ki…” “Bu önceki hayat dedin. Şimdi bu ruh geziyor mu?” “Evet. Kendinizi her yerde bulabilirsiniz. Çin’de, İran’da, hatta haritalara dahi geçmemiş yerlerde…” “He… Yap bakalım şu hipnozu…” “Elime bakın…” Adam elini öne uzatarak parmaklarını oynatmaya başladı, gözleri fal taşı gibi açılmıştı: “Gittikçe göz kapaklarınız ağırlaşıyor. Derin bir uykuya dalacaksınız ama aslında bilinciniz açık.” 137


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Behzat bir süre sonra gözlerinin kapandığını ve düşüncelerinin bıçak gibi kesildiğini hissetti. Ancak Semih’in sesi kulaklarında çınlıyordu: “Aklınızda hiçbir düşünce, ses kalmadı. Zihniniz arınmış durumda. Yemyeşil bir vadidesiniz. Etrafınızda ağaçlar var, ırmaklar çağlıyor… Hiç olmadığınız kadar sakinsiniz. Şimdi beşten geriye doğru sayacağım. Parmaklarımı şıklattığımda siz geriye gitmeye başlayacaksınız. Beş…, dört…, üç…, iki…, bir.” Semih parmaklarını şıklattığında, Behzat çoktan ruhunun ve zihninin kıvrımlarına dalmıştı… *** Behzat gözünü açtığında ilkin nerede olduğunu anlayamadı. Eski evler vardı, ahşap ve cumbalı evler, ahşap mahalle camiileri ve akmakta olan çeşmeler. Kafalarında feslerle koşuşturan çocuklar, feraceli ve yaşmaklı kadınlar, bastonlu beyzadeler, ceketi omzunda külhanbeyleri… Adı Eşref’ti. Üzerinde serkomiser üniforması vardı ama zabit demeye bin şahit isterdi. Sırtında paltosu, yan yatırdığı kalpağı, elinde tespihi ve fiyakalı yürüyüşüyle zabitten ziyade semt kabadayılarını andırıyordu. Yeşiltulumbalı Deli Eşref! Öyle diyorlardı etrafındakiler. Yeniyetme zamanlarında Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın zaptiyeleri arasından yetişmiş, meşhur Onikiler’in fırtına gibi estiği dönemlerde, kavgalardan, vurgunlardan, kalp ve bıçak yaralarından sıyrıla sıyrıla bugünlere kadar gelmişti. Serin bir akşam vaktinde, hızlı adımlarla yürüyor adeta koşuyordu, bakışlarından kavgaya gider gibi bir hali vardı. Eşref’in arkasından ayak sesleri patırdamaya başlayınca hiçbir şey olmamış gibi sakince arkasını dönüp sigarasını yere fırlattı. Gelenler Beyoğlu Karakolu’ndan gelen bir-iki komiser, zaptiye ve sayısız bekçiydi. Serkomiser Eşref’in arkasından koşturuyorlar, bir yandan da yalvarıyorlardı: “Serkomiserim ayağınızın türabı olayım gitmeyiniz!” “Kalleşlikten çekinmezler serkomiserim! Lütfen durun!” “Yalvarıyoruz serkomiserim!” Eşref gürledi: “Yalvarmayın ulan! Ben gitmeyeyim de ne yapayım? Adam elini kolunu sallayarak cinayet işliyor, beyzadelere saraylılara rüşvet yedirdi diye salıyorlar! Bu adalet midir? Ben bu şerefsizi serbest bırakırsam vicdanım beni uyutmaz ulan!” “Serkomiserim, bilmez misiniz Canavar Cafer ne gaddar, ne kalleş bir şakidir? Sırtından adam vurdurmaktan çekinmez, her yerde eli kulağı vardır, İttihatçı fedailerindendir!” “Neyse ne ulan! Fehim Paşa güpegündüz kadın kaldırdı sokaklardan eyvallah çektik, kaldırım bitirimliğinden paşa olma Arap Abdullah Paşa’ların, Arnavut Tahir Paşa’ların, şehre haraç kesen Onikiler’in ettiklerine ses etmedik. Ben uyuyamıyorum ulan! Gece olunca o boğazlanan, batakhaneye düşürülen, hunharca

138


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

katledilen masumlar geliyor aklıma, rüyalarıma girecekler diye uyuyamıyorum ulan! Ne olacaksa olsun artık!” “İzin verin biz de gelelim!” “Emrimi tekrarlatmayın. Siz karakola döneceksiniz. Bu mesele benimle Canavar’ın arasında, Yeşiltulumbalıyız biz, sürü gezdi dedirtmem kimseye! Haydi!” Serkomiser Eşref yoluna devam etti, etrafında fuhuşhanelerin ve batakhanelerin bolca bulunduğu, köşe başında gözleri kan çanağı vicdansız külhanilerin tespih çektiği netameli bir semte vardı. Bizans’tan yadigâr surlara sırtını dayamış, üç katlı bir ahşap evi gözüne kestirip adımlarını hızlandırdı. Evin kapısının önünde dikilmekte olan kapı gibi bir adam Eşref’i görünce önünü kesmek istedi ama suratına yediği okkalı bir tokatla yere yıkıldı. Eşref ciğerlerinden kopup gelen ve tüm sokağı çınlatan bir nara patlattıktan sonra kapıya attığı tekmeyle eve girdi. Merdivenlerden inen eli bıçaklı bir külhaniyi önce bileğinden sonra kafasından tutarak sertçe duvara çarptı. Yere düşen paltosunu silkeleyip tekrar omzuna attıktan sonra dışarıya çıkıp eve seslendi: “Ulan Canavar! Ben rüşvet yedirdiğin beyzadelere, saraylılara, zaptiyelere benzemem! Erkeksen çık karşıma, kapışalım! Ben senin gibi sırtımı Cemiyet’e dayamam, bileğimle buradayım! Çıkmazsan bu mahalleyi başına yıkarım ulan!” Eşref’in yere yıktığı iki külhani süklüm püklü kenara çekilirken, sayısız cinayeti olduğu söylenen, kız kaçırmadan karmanyolacılığa bir nice pis işe bulaşmış korkunç suratlı Canavar Cafer kapının önünde görünmüştü. Suratında yavşakça bir sırıtma vardı: “Vay serkomiserim! Haber verseydin hazırlık yapardık! Buyurun geçin!” “Cıvıma lan! O tatlı dil numaraların sökmez bana! Ben haraç yedirdiğin komiserlere, reji kolcularına benzemem! Yaptığının hesabını vereceksin!” “Serkomiserim… Ayıp oluyor. Bizim de mahallemizde bir itibarımız var…” “Si….me lan izzetini itibarını! Gencecik kızı öldürdün, elini kolunu sallayarak çıktın. Şahitleri bile sindirdin!” “Serkomiser… Bana ne yapabilirsin? Senin karakolundaki polisler benim rüşvetlerim, yedirdiğim haraçlar sayesinde eve ekmek götürüyorlar, maaş hangi birine yetecek? Benim rüşvetim olmasa böyle gelip, benim kapımda bana racon kesmeye cesaret edebilir miydin? Sen bana ne yapabilirsin?” “Şimdi ben seni sürükleyip götürsem, yine çıkarsın içeriden. Sayısız ahbabın, arkan var. Ne olursa olsun artık, kozumuzu paylaşacağız. Erkeksen çık karşıma, yoksa ben derini yüzeceğim ulan!”

139


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Bu söylenenlerin bitirim âlemindeki manası belliydi. Eşref belinden çift ağızlı dede yadigârı Kafkas kamasını sıyırdıktan sonra sırtındaki paltosunu eline doladı. Cafer de önce içeriye girip bir elinde ceketle bir elinde saldırmayla dışarıya çıktı. Her ikisi de kararlı görünüyordu. Külhaniler, kevaşeler, keşler, kumarbazlar, madrabazlar etraftan topuklamış ancak gizli köşelerden kopacak kıyameti seyretmeye başlamışlardı. Eşref ile Cafer, sokak ortasında birbirlerinin etrafında alıcı kuş gibi döndükten sonra birbirlerine hamle yapmışlardı. Serkomiser Eşref, hantal Cafer’e göre daha çabuk hareket ediyordu. Yaralamak için hamle yapacak olsa kırk kere yapardı ancak öldürmeye fırsat aradığından esaslı bir hamle iktiza ediyordu. Canavar, açık verip aşırı açıldığında Eşref kamasını Canavar’ın karnına daldırdı. Canavar:“Yandım anam!” diye bağırdığı sırada patlayan bir silahın sesi tüm mahalleyi doldurdu. Eşref hiçbir acı hissetmese de halsizleşerek yavaş yavaş yere yığıldı. Behzat görüyordu. Canavar’ın adamları tabancalarıyla Eşref’in yani kendisinin arkasında bekliyorlardı. Tekrar tekrar ateşlediler silahlarını. Eşref can verirken ağzından çıkan son ses silahların uğultusunu bastırdı: … Behzat’ın gördükleri yavaş yavaş kararmaya başladığında sanki bir el onu çekip başka bir zamana sürüklüyordu. *** Behzat gözlerini açtığında yine ilkin nerede olduğunu anlayamadı. Etrafında göklere yükselen kale duvarları, ağaçlıklar arasında tek katlı ahşap evler, deli akan bir nehir kenarı… Ve yeniçeriler, eli tüfekli Rumeli köylüleri, Paşa kapuları… Ve kara suretli, cellat kılıklı adamlar! Adı Süleyman’dı bu sefer. Yeniçeriydi. Belinde yatağanlarıyla dimdik duruyordu. Karşısında zihninde Belgrad Yeniçerilerinin ağası diye senelerdir hatırladığı bir siluet, ardında beli kılıçlı gaddar yeniçerilerle durmaktaydı. Zalim yeniçeri ağası gürledi: “Adalet nerede!” “Emrime niye uymadın bre gafil?” “Emrin emir değildi ağam. Sen dağda isyancı kovalayacağına, yardım eder yataklık eder diye masum köylülerin kanına girmemizi emrettin, çoluk çocuk kim varsa gözünün yaşına bakmadan boğazlayın dedin. Masumun kanına girmek hangi kitapta yazar?” “Sen benden iyi mi bileceksin? Hem ayakdaşlarına da mani olmuşsun, “Kıymayın! Yazıktır!” demişsin. Ben böyle mi emrettim!” “Ağa! Sen suçlu suçsuz bakmadan emir verirsin! Adalet bunun neresindedir?” “Madem adaleti sorarsın yıkın bunu! Kellesini kesin, ibret-i alem olsun deyyus!”

140


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Adalet nerede?” Süleyman direnmeye çalışırken cellat kılıklı adamlar kollarından tutup silahlarını aldılar, güç bela yere yıktılar. Celladın kılıcı boynuna inmeden tükürür gibi söylendi: *** Behzat sayısız şey gördü. Kâh rahip olup engizisyoncuların malına el koymak için öldürmeye çalıştığı birini savundu, kâh Ahileri dergâhında yakmak isteyen Moğol komutanına kafa tuttu… Sırtından bıçaklandı, asıldı, vuruldu, katledildi, sürüldü, yakıldı, boğuldu, çarmıha gerildi, iğneli fıçıya atıldı… Hep adaleti aradı, adaleti sordu… Bir an nasıl olduysa istemeden gözlerini açtı. Güçlükle nefes alıyordu. Gözlerine hücum eden yaşları güçlükle durduruyordu. Dibe çökmüş ruhu, gördükleriyle birlikte daha da ağırlaşmıştı. Hissettiği acılardan ötürü kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Semih bir anda telaşla ayağa fırlayıp Behzat’ın nabzını kontrol etti, terapinin tam ortasında uyanmıştı. “Anlattığı ve hissettiği acılardan ötürü uyanmış olmalı…” diye düşündü. Behzat kendine gelir gelmez aya fırladı: “Terapi merapi istemiyom ben. Gidecem…” dedi. Montunun iç cebinden telefonunu çıkarıp bir numarayı çevirdi. Kulağına götürdü. Bir süre bekledikten sonra: “Alo… Harun neredesiniz? Ben hastanedeyim la gelip alın beni. He… Yakınsan gel hemen!” Behzat telefonu kapattı. Çıkacağı sırada Semih engelledi: “Behzat bey bu çok tehlikeli. Terapi henüz bitmedi…” “Bırak la. Tedavi medavi istemiyom ben…” Hızla odadan çıktı. Şevket önünü kesti: “Behzat! Ne oldu oğlum? Öğrendin mi geçmişini?” Behzat: “Gelmişimi geçmişimi si….m ben abi!” diye söverek uzaklaştı. *** Cinayet büronun elemanları beyaz bir arabanın içerisinde, Behzat’ın gelişini bekliyorlardı. Direksiyon başında oturan Harun, dikiz aynasından bakarak arkada oturan üç arkadaşıyla dalga geçti: “Oğlum var ya yeminlen söylüyorum düğüne gider gibiyiz ha. Şuraya bak… Cevdet, sen istersen öne geç Hayalet, Akbaba’yı kucağına alır öyle gideriz…” Akbaba: “Lan oğlum beyinsiz beyinsiz konuşma. Adam gelince öne oturur işte, biz burada rahatız hem sığdık.”

141


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Hayalet: “Harbi la… Kucak mucak dedi düğün dedi bi’de… Biz sen miyiz la sen arkaya geçsen kimseye yer kalmazdı!” Harun, konuyu değiştirmek ister gibi: “Ya beyler o değil de, ben Eda’ya ne hediye alayım onu düşünüyorum. Aklıma hiçbir şey gelmiyor… Cevdet sen bilirsin lan?” Cevdet: “Ben nereden bileyim komiserim, siz daha iyi bilirsiniz…” “Ben bilirim doğru. Ben bilirim gıcıklık olsun diye soruyom sana zaten… Aha! Amirim geliyo!” Behzat hastaneden çıkar çıkmaz arabayı görüp yöneldiğinde şaşkınlıkla camdan eğilip baktı: “Siz de mi burdasınız la? Aha! Cevdet’de burada. Niye böyle belediye otobüsü gibi doluştunuz?” Hayalet: “Abi öbürü bakımda mıymış neymiş tek araç verdiler. Cinayet olduğunu duyunca hep beraber gidiyorduk sonra sen Harun’u aradın zaten.” “Tamam la tamam. Gidelim hadi…” Behzat arabaya bindiğinde tekrar arka üçlüdekilere baktı: “Rahat mısınız la orada?” Hayalet: “Sıkıntı yok amirim, iyi böyle.” Harun sırıtarak: “Ben dedim o kadar Akbaba’yı kucağınıza alın diye dinlemediler beni abi…” Akbaba: “Kardeş göreceksin şimdi kucağı adamı ayar etme!” Behzat: “Tamam la tamam. Sür hadi… Zaten terapi mi ne si…se ölüyordum a… k…!” Harun arabayı hareket ettirdikten sonra sordu: “Amirim bu terapi falan dedin. Ne oldu psikolog ters bir şey mi söyledi?” “Yok la yok. Bu hipnoz mu ne var ya ondan yaptı uyutuyor hani…” “Baş ağrısı mı yapıyor abi?” “Yok başağrısı yok. Hani şey var… Önceki hayat diyorlar adam ölüyor ama sürekli geri geliyor, bu dünyada geziyor hep…” Harun: “Aha! Polat Alemdar!” Behzat, Harun’a küfreder gibi baktıktan sonra: “La değil la değil! Hani beden değiştiriyor ruh…”

142


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Cevdet: “Amirim reenkarnasyon?” Behzat: “Hah! Ondan!” Harun: “Nasıl ya? Şimdi bizim bundan önce yaşamamız nasıl oluyor? Ana karnı falan mı?” Cevdet: “Yok komiserim bu bir inanış. İnsanların belirli nedenlerden ötürü öldükçe dünyaya gelmeye devam etmeleri söz konusu. Yani bu inanca göre herkesin yaşadıklarına göre belli bir amacı falan oluyor, dünyaya gelip gidiyor…” Harun: “Ha… Bildim la bildim. Bu televizyonda çıkıyordu bir ara. İşte adam diyor beni şurada öldürdüler falan bildim. Amirim? Terapiyle ne alakası var?” Cevdet: “Bazı uzmanlar psikolojik sorunların, takıntıların nedenini önceki yaşamdan kalanlara bağlayabiliyorlar. Hatta Semih Beydak diye biri var en ünlüsü, zamanında gazetede görmüştüm.” Behzat: “He la psikolog o’ydu işte heralde, Semih bey. O adam galiba. Adam beni uyuttu geçmişime götürdü. İşin kötüsü hepsini hatırlıyom la, si….im tedavisini deyip kalktım çıktım.” Hayalet: “Ne gördün abi?” Behzat: “Öldüm la. Sayısız kez. Astılar, kestiler, sürdüler… Birinde Osmanlı zamanında mı ne polisim yine bir kabadayıyla kapışıyorum. Bir tanesinde rahibim, bu filmlerdeki krallı zamanlarda bir köylüyü koruyorum. İşin ilginci o zamanları gördüğümde biliyordum, tanıyordum sanki kırk sene yaşamışım gibi. Çok fena oldum la…” Harun: “Peki abi tarihte öyle gezerken ünlü birine falan rastladım mı?” Behzat söver gibi baktı: “He. Rastladım. Ebene rastladım…” Harun: “Yok amirim ondan değil. Hani genelde bunu yaşadığını söyleyenler çıkıp şey diyorlar, yok işte ben önceki hayatımda kraldım, prensestim, padişahtım… Hep böyle önemli kişiler olduklarını söylüyorlar ya o açıdan.” Behzat: “Bilmiyom la bilmiyom. Yalnız bir seferinde vezir gördüm. Cellatıydım ben. Beş yaşında bir çocuk vardı, esir. Babası isyanlara karışmış diye, Osmanlı falan böyle o zamanlar çocuğu boğdurun dedi. El süremedik hiç birimiz, kalktı kendi boğup kuyuya attı. Belki meşhurdur o vezir falansa… Hem ünlü görsem ne değişecek a…. q….” Bir süre sustular. Harun’un, bir çiçekçinin önünden geçerken “Aha ne alacağımı buldum!” diyerek parmağını şıklatmasıyla Behzat’ın kendinden geçip bayılması bir oldu. ***

143


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Behzat kendisini mamur bir şehrin tam ortasında bulmuştu. Sokaklarda koşturuyordu, topraktan duvarlar ve çeşmeler gözüne çarpıyordu… Yıldızların parıltısı altında ışıl ışıl bir şehir. Belinde kılıç kafasında sarık, duvarlar çarpa çarpa koşuyordu. Bu sefer adı Karakuş İsfendiyar’dı. Bir meydanda, büyükçe bir kervansarayın etrafını saran mızraklı baltalı haşemlere çarpa çarpa koşuyordu. Kervansarayın meşalelerle aydınlanan kapısının önüne geçip kalabalığa seslendi: “Otrar halkı! Askerler! Durun, yalvarırım durun! Bunlar tüccar, bunları katledince elinize ne geçecek? Mal mülk mü? Hepsi sultana gidecek!” Haşemlerden biri alay etti: “İçeridekiler akraban değil ya… Yecüc Mecüc bozkırının ötesinden gelme Tatar taifesi! Dilleri dilimize benzemez! Hangi puta taparlar bilinmez niye acıyalım! Çekil önümüzden, İnalçuk Bey’in emri var!” “İnalçuk Bey başımıza neler gelecek bilmiyor! Ben asayişten mesulüm, gecenin köründe şehirde adam mı kesili? Bunlar silahsız tüccarlardır, canları bize emanet!” Bir başka haşem: “Kalenin beyi emretmiş sana ne yahu çekil şuradan!” “Anlamıyorsunuz. Tatarlar bu işin sonunu bırakmaz, bozkırdan ordular kaldırıp buraya gelecekler! Mahvoluruz!” “Sıçan derisinden kalpak giyer, kuru otlarla beslenir bozkır çapulcuları mı alacakmış koca Otrar’ı? Duvarlara çarpıp çarpıp dağılırlar! Madem beyin emrine karşı gelirsin, bey hepsini öldürün dedi, çekilmezsen seni de öldürürüz İsfendiyar!” İsfendiyar, vücuduna saplanan kılıçlardan akan kanın üzerinde yansıyan yıldızların üzerine düşerken “Adalet nerede…” diye zayıf bir fısıltı koyuverdi…

SON

_____

144


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

FULLMETAL ALCHEMIST M.K.Immortal | Mehmet Kayhan İLHAM ALINAN ESER: FULLMETAL ALCHEMIST

Not 1: İlk anime serisi ve “Conqueror of Shamballa” filmi temel alınarak yazılmıştır. Not 2: Anime serisi hakkında bilgisi olmayanlar, sayfanın sonunda isimler ve diğer şeyler hakkında bilgilere ulaşabilirler. Öyküden önce bu bilgileri okumanız kısmen faydalı olacaktır.

Elric Kardeşler

145


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

BÖLÜM 1 HİTLER’İN AMACI 19 Temmuz 1934 (Dünya Tarihi) Edward bağlandığı masanın üzerinde nefretle, tepesine dikilmiş doktor önlüklü adama intikam yemini ediyordu. “Size bunları ödeteceğim!” Profesör Kaiser, Edward’ın söylediklerini umursamadan parçalara ayırdığı Automail kolunu ve bacağını inceliyordu. 1934 yılı için fazlasıyla gelişmiş bir teknolojinin nasıl çalıştığını öğrenmek, kesinliği şimdiden belli olan ikinci dünya savaşında Alman halkına büyük yarar sağlayacaktı. Ancak Edward ve kardeşinden elde edecekleri tek fayda sinir sistemine bağlanarak kullanılan bu teknoloji değildi. On yıl önce yaşanan Shamballa faciasını bu sefer daha kontrollü ve sorun çıkmadan tekrar gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı. Kapıyı açan en büyük etkenin ise kapının diğer tarafından gelmiş olan bir ruhun kanı ve ruhsuz bir beden ile yapılacağını öğrenmişlerdi. Alphonse kilitli kaldığı kafesin içinden çaresiz şekilde abisinin kolunun ve bacağının parçalara ayrılmasını izliyordu. Kendi dünyalarının acımasızlığını gayet iyi biliyordu. Özellikle hafızası yerine geldikten sonra abisiyle yaşadığı onca maceranın anısıyla bundan son derece emindi. Ancak bu dünya çok daha acımasız, çok daha bencil ve daha fazla güç uğruna her şeyi göze alabilecek insanlarla doluydu. Üzerine tutulmuş ışıklardan dolayı etrafı göremeyen Edward, gelen kapı sesiyle birlikte kin kusmaya ara vermişti. Yankılı ayak sesleri ile yaklaşan kişinin kim olduğunu gayet iyi biliyordu. Yüzbaşı Gerard, onun yakalanmasını sağlayan ve Hitler’i onlar hakkında bilgilendiren kişiydi. Hitler ilk başarısız girişiminin ardından iktidara çok daha güçlü olarak çıkmıştı ve bunun sürekliliği için her türlü tavsiyeyi almaya hazırdı. Hatta şimdiden yetiştirdiği bilim adamlarına sınırsız denek vaadinde bulunmuş, süper askerler üretmeleri ve düşmanı en etkili nasıl saf dışı bırakabileceklerine dair çalışmalarda bulunmalarını istemişti. Araştırmaların deneysel bölüme geçmeye başlayacakları zaman ise Lebensraum[1] dışındaki herkesi, özellikle Alman ırkını sefalete sürüklediğini düşündüğü Yahudileri, bu bilimsel araştırmalar için kullanmayı şimdiden planlamıştı. Yüzbaşı Gerard, Edward’ın bağlı olduğu masanın önüne geldiğinde yüzünde sinirli bir ifade vardı. Führer’in Alman sanayisindeki devrimi savaşın sinyallerini veriyordu ve diğer tüm ırklardan daha üstün bir teknoloji istiyordu. Onun isteklerini ölüm pahasına dahi yapmaya ant içmiş Gerard için ise her başarısız girişim bir hayal kırıklığı anlamına geliyordu. Profesör Kaiser’e bakarken olumsuz bir cevap duymak istemediği her halinden belliydi.

146


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“İşimize yarayan bir şey var mı?” diye sordu Gerard. Kraiser kendinden emin şekilde soruyu cevaplarken gözünü Automail zırhtan alamıyordu. “Bu mekanik kolu sinir sistemine bağlamışlar. Koluna giden sinyalleri algılıyor ve güçlendirerek kolun çalışması için gerekli enerjiyi sağlıyor. Gelen sinyalin yönüne göre de istenilen hareketi yapıyor.” “Bunu kendi lehimiz için kullanabilir miyiz?” “Şimdiki olanaklarımız ile bunu kullanamayız. Bu sistemi kullanarak bir süper asker yapmak en azından yüz yılımızı alır. Ancak kol için kullanılan mekanik aksan Führer’imizin bahsettiği Blitzkrieg[2]taktiği için üretilecek tanklara öncülük edebilir. Tank ve uçaklarımızın hız ve manevra kabiliyetini arttırabiliriz.” Duyduklarından memnun kalan Gerard’ın yüzündeki gülümseme kaşlarıyla tezat düşüyordu. “Güzel. Peki ya Shamballa?” Edward bu konuşmanın sonunun iyi olmadığını fark etmişti. Tıpkı on yıl öncesi gibi kendi dünyasına bir baskın yapıp simya gücünü kullanmayı hedefledikleri açıktı. Her ne söylerse söylesin onları bu düşüncelerinden vazgeçiremeyeceğini biliyordu ancak bağlı olarak hareketsizce kaldığı masanın üzerinde yapabileceği de pek bir şey yoktu. “Siz aptallar oradan buraya simyayı getirebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Simya sadece oraya ait bir güç. Oraya gitseniz de onu bu dünyada kullanamazsınız.” Yüzbaşı Gerard, Edward’ı ciddiye almamıştı. Edward ve Alphonse’den aldıkları bilgi ile Hubertus Strughold, Shamballa araştırmalarına başlamıştı. Hubertus, bu dünyada ölen her insanın enerjisinin bir kısmının kapı olarak isim verdikleri yerden geçerek Shamballa’da yaşayan insanlara simya gücü olarak dönüştüğünü öğrenmişti. Enerjinin bu dünyada kalan kısmı ise iklimlere etki ediyordu. Hatta büyük sayıda yaşanan ölümler sonunda büyük felaketlerin gelmesine neden olduğuna dair sadece Hitler’in ve bazı üst düzey yöneticinin görmeye fırsat bulduğu bir tez yayınlamıştı. Hitler bu araştırmaya son derece önem vermişti ve bunun gerçekliği söz konusu ise büyük bir avantaja çevirebileceğini biliyordu. Ayrıca Gerard ve diğerlerinin tek amaçları Shamballa’daki simya gücünü araştırmak değildi. Tıpkı Edward’ın kolu ve bacağı gibi oradaki diğer teknolojileri de ele geçirmeyi planlıyorlardı. İlk Shamballa saldırısındaki başarısızlık üzerine daha hızlı ve güçlü roketler geliştirmesi için Wernher Von Braun kolları sıvamıştı. Amaçları daha güçlü ve hızlı araçlar ile tekrar kapıdan geçerek, ölen insanlardan kaynaklı bu gücün bizim dünyamızda nasıl kullanılabileceğini ve Shamballa’nın teknolojisinin ne derecede geliştiğini araştırmaktı. Bütün bu araştırmalardaki kilit rol oynayan kişi ise Edward’ın ta kendisiydi.

147


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Yüzbaşı başını yavaşça Alphonse’nin kilitli olarak kaldığı kafese yöneltmişti. Ona bakarken aklından ne gibi planlar geçtiğini anlamak çok zor değildi. O ve abisi Edward, yüzbaşı için birer hayvandan veya bir çeşit nesneden fazlası değildiler. Güce giden yolda anahtar görevi oynayan insancıklardı. Yeri geldiği zaman Alman halkının yükselişi için her şey yapılabilirdi. Hatta kendi ırkından insanlar dahi bu uğurda katledilebilirlerdi. Milyonlarca insanın refahı için birkaçının ölümü göze alınabilirdi. Bu şekilde düşünen SS subayları birkaç hafta önce 85 SA elemanını katletmişlerdi. Sırf Fürher’in onları birer tehdit olarak görmesi ve bu emri vermesi subayların kendi ırkından insanları katletmesine yetmişti. Bu iki kardeşin ölümü bu yüzden hiçbir önem arz etmiyordu. Yeterli teknoloji bilgisi ve üretim kapasitesi yine de her şeyi çözmüyordu. Hitler, Versay anlaşmasından kurtulmaları durumunda bir dönüm noktası yaşayacaklarından emindi. Şimdiki ekonomik çöküşün ve Alman ırkının ikinci sınıf insan muamelesi görmesinin tek nedeni de bu anlaşmaydı. Edward’ın metalik uzuvları veya Shamballa’nın teknolojisi her ne kadar önemli olsa da onları yorumlayacak veya geliştirecek bilim adamları da Führer için büyük önem taşıyordu. Hubertus Strughold ve Wernher Von Braun gibi önemli bilim adamlarını bünyesinde bulundursa da Einstein’in Amerika’ya kaçması üzerine önemli bir fırsatı da elinden kaçırmıştı. Ayrıca bir süredir takip ettiği Josef Mendele’yi de bünyesine katmak konusunda ısrarcıydı. Yüzbaşı Gerard, Edward’ın sinirli tavrına karşı bir cevap vermek zorunda olmadığını biliyordu ancak yine de onun ne kadar aptal olduğunu anlaması için bunu yaptı. “Simyayı nasıl kullandığınızı biliyor musun? Bu dünyada ölen insanların enerjisi sayesinde bunu gerçekleştiriyorsunuz. Bizi birer madde gibi kullanıyorsunuz yani. Kapı dediğiniz yerden geçen enerji simya gücüne dönüşüyor. Ama… Sizin dünyanızda ölen insanların enerjisi yine sizde kalıyor. Kapıdan geçerken yaşanan güç kaybına uğramadan, saf enerji olarak simyaya dönüşüyor. Tabi bazı sorunlar var. Mesela bizim dünyamızda meydana gelen büyük katliamlar veya ölümler sonucu ortaya çıkan enerjinin hepsi kapıdan geçemiyor. Enerjinin bir kısmı geri yansıyarak doğal felaketlere, yani dünyanın kendi simya gücüne etki ediyor. Shamballa’da aynı şekilde meydana gelen büyük katliamlar sonucu ne oluyor biliyor musun? Evet biliyorsun. Eğer enerji bir yere hapsedilirse Felsefe Taşı dediğiniz şey ortaya çıkıyor.” Edward’ın gözleri büyümüş, şaşkınlığı ve siniri aynı anda yüzüne yansımıştı. “Felsefe taşını nereden biliyorsun!” “Hohenheim kendini öylece feda mı etti zannediyordun? Ölmeden önce bize her şeyi anlattı.” Edward, babası Hoenheim’a karşı olan nefretine iyice hak veriyordu artık. Ölümünden sonra bile hayatını mahvedecek bir şeyler bırakmış olması, şimdi 148


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

keşke yaşasaydı diye dua etmesine neden oluyordu. Keşke yaşasaydı ve ben onu kendi ellerimle öldürseydim… “Amestris’i katledip kendinize felsefe taşı yapmayı düşünüyorsunuz. Sizler canavarsınız.” “Hayır küçük dostum. Canavar olan Alman halkı dışındaki herkes.” Yüzbaşı Gerard odadan yavaş adımlarla çıkarken Edward’ın küfürleri kulaklarında bitiyordu. Ancak onun bu haykırışları bir hayvanın bağırmasından öte değildi. BÖLÜM 2 SHAMBALLA’YA AÇILAN KAPI 28 Temmuz 1934 (Dünya Tarihi) Albay Jürgen, Yüzbaşı Gerard ve Profesör Kaiser ile birlikte 12 rütbeli asker ve 4 bilim adamı, Shamballa’ya açılan kapıya tanıklık etmek için bekliyorlardı. On yıldır bağlı olarak bekleyen Envy adındaki ejderha, daire oluşturacak şekilde yerden on metre kadar yükseklikte bağlanmıştı. Dönüştürme çemberini aktifleştirmek için ruhsuz bir beden ile diğer dünyadan gelen bir ruha sahip insanın kanı gerekiyordu. Envy’nin ruhsuz bedeni ile Edward’ın kanı ise bu etmenleri sağlıyordu. Kapıyı açmak için çizilen dönüştürme çemberinin tam ortasında Edward kendinden geçmiş şekilde oturuyordu. Kolu ve bacağından geriye kalanlar bandajla sarılmıştı ve bir kötürüm gibi görünüyordu. Günlerdir üzerinde yapılan deneyler bitkin düşmesine neden olmuştu. Artık yaşamaktan umudu kesmiş olmasına rağmen, sadece kardeşinin özgür kalması için hala savaş vermeye hazır bir kararlılık içerisindeydi. Yüzbaşı Gerard’ın emri ile ağır, gri bir zırh giymiş asker hareketlendi. Üzerinde çeşitli semboller bulunan büyük bir bıçağı eline aldıktan sonra çemberin ortasına yürüyüp yüzbaşının emirlerini beklemeye başladı. Edward, dibinde biten adama göz ucuyla baktığında heyecanına yenik düşmüştü. On yıl önce kardeşinin ruhunu bağladığı ve sayısız maceraya atıldığı zırh tam yanında duruyordu. Üstelik bu sefer onu korumak için değil, celladı olmak için bekliyordu. Alphonse, elleri arkadan bağlı olduğu için bir şey yapamayacağını biliyordu. Ancak abisini öldürerek kapıyı açmaya niyetli olan bu insanlara karşı böylece durmayı da kendine yediremiyordu. “Sadece kanı yeterli! Onu öldürmek size bir şey kazandırmayacak. Abİİİ! Abİİİ!”

149


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kaiser kendinden emin honse’ye cevap verdi.

şekilde

Alp-

“Kan çemberi aktif edecektir ama kapı diğer taraftan da açılmak zorunda. Diğer tarafa, oraya ait bir ruh göndermek bu sorunu çözecektir.” Gerard hafifçe gülümserken içindeki kötülüğü yüzünden okumak güç olmamıştı Alphonse için. Yüzü bembeyaz kesilip nefessiz kaldığında tek düşündüğü, bu insanların nasıl bu kadar acımasız olduğuydu. “Kapı kurban istiyor. Ona istediğini verin.” “Hayıııırrr!” diye haykırdı Alphonse, Gerard’ın emri üzerine. Cellat elindeki bıçağı havaya kaldırdığında Edward olacaklardan kaçamayacağını biliyordu. Tek umudu kardeşinin yaşamasıydı ve onu teselli etmekten başka bir şey gelmiyordu aklına. Konuşmak için dahi açaAlphonse’nin Ruhunun madığı ağzının kenarıyla gülümsedi kardeBağlandığı Zırh şine içten bir bakışla. Ben zaten senin yaşaman için buradayım der gibi bakıyordu. Ardından celladın kılıcı hızla yere indi. Edward’ın gözleri büyüdü ve ağzından bir avuç dolusu kan geldi. Göğsü teklerken yaşadığı acıyı ondan başka kimse hissedemezdi. Yine de kardeşine son kez bakarak gülümsedi ve olduğu yere yığıldı. Alphonse’nin çığlığı etraftaki sessizliği kesen tek şeydi. Abisinin kanının yerde yavaşça yayılmasıyla dönüşüm çemberi de parlamaya başlamıştı. Envy’nin bedeni ve çember, odanın zemininde büyük, mor bir ışığın yükselmesine neden olmuştu. Edward’ın cesedi ve onu acımasızca öldüren cellat ise ışığın onları aniden yutmasıyla yok olup gitmişlerdi. Odadaki herkesin içini müthiş bir heyecan, şaşkınlık ve korku sarmıştı. Tanık oldukları şey dünya üzerindeki en inanılmaz görüntüydü. Işığın ardında Shamballa olup olmadığı kesin değildi belki ama sihirli bir şeylerin gerçekleştiğine herkes emindi. Alphonse donup kaldığı süre içinde ne yapacağını bilemeden bekledi. Daha önce bu ışığın ardından Amestris’e gelen zırhlı birlikleri görmüş ve onlarla savaşmıştı. Ancak gelen askerler geçitten geçerken ezilip ölmüşlerdi. Yine de bir süre boyunca, kapının onlara verdiği güç sayesinde ruhları bedenlerine hükmetmeye devam etmiş ve hareket etmişlerdi. Aplhonse ise şu anda kapıdan ge-

150


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

çerse aynı trajik sona uğrayıp uğramayacağını düşünüyordu. Bedeni yüksek basınç altında kalmışçasına ezilip yok olur muydu? Ya da abisi öteki tarafa bir parça et yığını olarak mı geçmişti? Bunları öğrenmenin ve hala mümkünken abisini kurtarmanın tek bir yolu vardı. O da bunu yapmakta bir an için bile tereddüt etmedi. Alphonse yerinden sıçradığı gibi mor ışığa doğru koşmaya başladı. Elleri arkadan bağlı olduğu için arada dengesini kaybetse de kapı ile arasında ona engel olacak hiç kimse yoktu. Gerard’ın emri üzerine silahlardan fırlayan mermilerin hemen yanından geçmeleri de bir olmuştu. “Ateş edin!” Alphonse son iki adımını da atarak kendini ışığa bıraktı. Abisi kendi yerinde olsaydı kesinlikle onun da aynısını yapacağından emindi. Sonucunun ne olacağını bilmediği bir yere, sırf abisini kurtarmak için kendini bırakmıştı. Mor ışığın etrafını sarmasıyla birlikte kapının tam karşısında belirmesi de bir olmuştu. İçini saran heyecan, kapının ardında sıkışmış ruhların onu esir alıp parçalayacağı korkusuyla harmanlanıyordu. Gerçeğin kapısı hiçbir zaman güzel yüzünü göstermezdi bildiği kadarıyla. Etrafı saran beyazlığın tam ortasındaki kapı yavaşça açıldığında karanlık ellerin kendisini yakalamasını bekliyordu. Fakat beklediği gerçekleşmemişti. Kapıdan içeriye şiddetli bir rüzgâr ile çekildiğinde tüm bilincini kaybetmişti. Alphonse gözlerini tekrar açtığında hayal olarak hatırladığı ama bir o kadar gerçek olduğunu bildiği bir mekânda buldu kendisini. Amestris’de, Merkez şehrin meydanının ortasındaydı ve yüzlerce insan gözlerini ona dikmişti. Kendi evine gelmiş olmanın verdiği sevinci daha yaşayamadan Edward’ın sesini duydu. “Al.” Abisinin ona seslenme şekliydi bu. Birkaç metre üstünde, halka şeklindeki mor ışığa baktı önce. Ses kapıdan gelmiyordu. Etrafını yokladığı anda ise meydanın tam ortasında abisinin kana bulanmış bedeni ve onu acımasızca kesen adamın giydiği boş zırh yatıyordu. Alphonse yerinden hemen kalkarak abisinin yanına koştu. Gözlerinden akan yaşlara mani olamıyordu. Ancak o sırada fark ettiği tek şey, abisi ve kendisinin on yıl önceki bedenlerine bürünmüş olmalarıydı. Kapıdan geçtiklerinde bu dünyada son kez bıraktıkları formlarına dönmüşlerdi ve abisinin bu görünüşü Alphonse’nun daha büyük bir acı çekmesine neden olmuştu. Dizleri üzerine çöktüğünde önce celladın kılıcını kullanarak ellerindeki ipi kesti. Sonra gözleri yarım açık olan abisine baktı. Ağlayarak ona ne diyeceğini bilemeden beklediği süre içinde Edward çoktan konuşmaya başlamıştı. “Al… Küçük kardeşim… Tıpkı eski günlerdeki gibi…” Edward hafifçe gülümsedikten sonra gözlerini kapattı. Son nefesini vermek üzereyken mutluluğu yüzünden okunuyordu. Alphonse’nin kurtulmasının yanı

151


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

sıra, eski haline ve kendi evine dönmüş olduğunu görmek ona bu sevinci yaşatmıştı. Ancak Alphonse onun kadar mutlu değildi. Onu kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdı. Buna insan dönüşümü de dâhildi. Ama başarısız bir girişimle abisini geri getirmek yerine başka bir Homunculus’un ortaya çıkmasını da istemiyordu. Kan mührü yapılmadan bir insanı dönüştürmek, içi ruhsuz bir bedeni ortaya çıkarmaktan fazlası olamazdı. Sadece Felsefe Taşı ile böyle bir dönüşümü sorunsuz atlatabilirlerdi ancak ne bir felsefe taşı yapmaya vakti vardı, ne de onu yapmak için binlerce insanı katledecek kadar acımasızlığı. Alphonse bir süre ne yapacağını bilmeden öylece abisine baktı. Annelerini hayata getirmeye çalıştıkları sırada abisi kusursuz bir şekilde kendi ruhunu bir zırha bağlamıştı. Hemen yanlarında boş bir zırh bulunması bunu yapmasını kolay hale getiriyordu. Bir ruhu bir nesneye bağlamak için kan mührü kullanmalıydı ve kan en iyi demire yapışabilirdi. Ancak Alphonse’nin aklına çok daha iyi bir fikir geldi. Bedelinin ne olacağını gayet iyi biliyordu. Fakat abisini geri getirecekse bu bedelin ödenmesi umurunda bile değildi. Hiç düşünmeden avuçlarını havada birleştirdi ve Edward’ın göğsüne yapıştırdı. Aklından geçen tek şey onun yaşamasıydı. Kapının ona verdiği bilgi sayesinde dönüşüm çemberi olmaksızın simya yapabiliyordu. İnsan dönüşümü yapmanın ise büyük bedelleri vardı her zaman. Bunun farkındaydı ancak abisinin yaşaması için bu fedakârlıkları göze almaya hazırdı. Ne de olsa abisi de aynısını kendisi için yapmıştı yıllar önce. Edward’ın üzerinden çıkan ışıklar ile Alphonse kendisini yine kapının önünde bulmuştu. Bu sefer kapı onu geri götürmek için değil, isteği uğruna ondan bir bedel almak için açılmıştı. Kapının ardındaki siyah eller uzayarak onu bir çırpıda kapmışlardı. İnsan dönüşümünün bedelini ondan almak için dört bir yanından onu tutmuşlardı ve tüm bedenini kapıdan içeriye sürüklemişlerdi. Edward derin bir nefes alarak gözlerini kocaman açtığında etrafta toplanan halkın meraklı gözlerine maruz kalmıştı. Onların dışında hemen yanında yatan zırhtan başka bir şey yoktu. Kardeşi Alphonse kendisini feda etmişti ve bedel olarak tüm vücudunu vermişti. Edward onsuz yaşayamayacağını biliyordu. Eksik kolu ve bacağı dönüşüm ile birlikte tekrar yerine gelmiş olsa da, kardeşi olmadığı sürece bunların bir anlamı yoktu. Kulakları tırmalayan bir çığlık atarken ne yapabileceğini düşünüyordu. “Alll… AAALLLL…” Edward nasıl diye düşündü önce. Kardeşi onu böyle kusursuz bir şekilde, hem de Felsefe Taşı olmadan nasıl geri getirmişti? Sol elinin üstündeki sızlamayı fark edip oraya baktığında gözleri kocaman olmuştu. Alphonse abisinin elindeki damarları tekrar konumlandırarak kan mührünün şeklini vermişti. Elinin üzerindeki damarlar bir yuvarlak çiziyor ve içinde mührün sembolünü oluşturacak şekilde ilerliyorlardı. Damarların içinden akan kan da mührü sürekli olarak aktif tutuyordu.

152


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Tıpkı kardeşi gibi o da hiç düşünmeden aklına ilk gelen şeyi uygulamaya başladı. Yere yayılan kanını kullanarak hemen yanındaki zırhın içine kan mührünü çizdi. Alphonse’nin bedeni yeni ayrılmıştı. Eğer çabuk olursa onun ruhunu bu zırha bağlayabilirdi. Nasıl olsa bunu uzun yıllar önce, annelerini geri getirmeye çalışırlarken yapmıştı. Çok uzun zaman sonra eksik uzuvlarını hissedebiliyordu ancak onların tadını çıkaracak kadar zamanı yoktu. Hatta onlardan tekrar vazgeçmeye razıydı.

Kan Mührü

Edward mührü tamamladıktan sonra elini çemberin üzerine koydu. Mühür aktifleştiğinde tıpkı kardeşi gibi kendisi de bazı parçalarını feda etmek zorundaydı. Kapının ardından uzanan siyah eller hiç beklemeden onun sağ kolunu ve sol bacağını koparmışlardı. Ardından Edward gözlerini tekrar Amestris’te açtı. Bedel olarak verdiği eksik uzuvlarından etrafa yayılan kan, yerinden sıçrayarak ayağa kalkan zırhın ayaklarına kadar varmıştı. Zırhın kırmızı gözleri Edward’a masumane şekilde bakarken, Edward’ın duyduğu tek şey onun içini huzurla kaplamıştı. “Abi…” BÖLÜM 3 ELRİC KARDEŞLERİN DÖNÜŞÜ 15 Temmuz 1925 (Shamballa Tarihi)

Alphonse’nin yankılı sesi kulağında biterken, hiç uyanmayacakmış gibi hissettiği derin uykusunun sonuna gelmek üzereydi. “Abi?” Edward gözlerini yarım açarak etrafına baktı. Tam tepesinde dikilmiş zırhın tanıdık gözleriyle karşılaşması çok fazla sürmemişti. “Al. Sen misin?” “Abi. Abiii.” Alphonse büyük bir mutlulukla koca bedeni altında ufacık kalan abisine sarıldı. “Kendine geldin.” Edward kendini sıkan kardeşinden kurtulmak için iki elini göğsüne bastırdığında, kardeşinin ruhunu zırha tuttururken feda ettiği sağ kolunun yerinde Automail bir protez olduğunu görmesi, nerede olduğunu anlamasına yetmişti. Yine de emin olmak için sormaktan kendini alıkoyamıyordu. “Neredeyiz Al?” “Armstrong ile Resembool’a getirdik seni.”

153


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kolu ve bacağındaki protezlere bakınca Winry’nin evinde olduklarına kanaat getirmişti. Bu denli iyi bir işçilik, hele ki Resembool’da başka birinin elinden çıkamazdı. Edward garip bir heyecanla etrafına bakındı. “Armstrong ve…” bir süre geride bırakıp gittiği Winry’i sorup sormamak konusunda kararsız kalmıştı ancak dili düşüncelerinin önüne geçmişti. “Winry burada mı?” “Winry az sonra gelir. Armstrong ise Merkez’e gitti. Askerliği bırakmıştı ancak düşmana karşı yine de fayda sağlayabileceğini düşünüyor.” “Düşman mı?” Zoraki de olsa Edward neler olduğunu anımsıyordu. Bu dünyada gözlerini açtıktan sonra tüm yaşananların birer hayalden ibaret olmasını dilemişti ancak her şey gerçekti. Üstelik uzun zaman boyunca kardeşinin bedenini ve kendi eksik uzuvlarını tekrar geri alabilmek uğruna yüzlerce maceraya atıldıkları zamanki hallerine bürünmüşlerdi. Tarihin yeniden yazılıyor olabileceğini aklına getirmişken, tüm düşüncelerini tekrar allak bullak eden ses kapının eşiğinden gelmişti. “Uyandın demek.” Edward sesin geldiği yöne baktığında çok tanıdık ama bir o kadar yabancı bir sima ile karşılaşmıştı. Winry’nin sarı saçları, masumane yüzü, otuzlu yaşlarına merdiven dayamış bu kız ile bütünleşmiş gibiydi. Sesi o zamanların aksine daha olgundu. Aradan on yıl geçmiş olduğuna şimdi daha fazla inanıyordu. Her ne kadar kardeşiyle birlikte geride bıraktıkları hayatta tam kaldıkları yerden başlamış olsalar da, tüm dünya on yıl daha yaşlıydı. “Winry… Sen…” “Yaşlanmış mıyım?” derken samimi bir gülümseme ile karşılık vermişti Edward’ın şaşkınlığına. “Louis seni buraya getirdiğinde gözlerime inanamadım. Hiç yaşlanmamışsın. Ve Al’ı yine o zırhın içinde gördüğümde, her şey garip gelmeye başladı. Bizi geride bırakıp gitmiştiniz ve on yıl sonra sanki hiç yok olmamış gibi, tekrar geriye geldiniz.” Winry gülümserken gözünden akan bir damla yaşa mani olmadı. Hayatının aşkı Edward tekrar önündeydi. Fakat farklı zamanlarda yaşadıkları, gözle görülür bir hayalin kırıklığı olmasından başka bir şey değildi. Edward başına saplanan ağrıya mani olmak için iki elini yüzüne dayadı. Soğuk çelikten yapılma sağ eli kendine gelmesine yeterli olmuştu. Evlerine dönmüş olmaları bir yana, yıllarca Alphonse’nin bedenini ve kendi uzuvlarını geri kazanmak için yaptıkları onca uğraşıdan sonra yine her şey başa sarmıştı. Üstelik bu sefer her şeyi çok daha kötü hale getirmişlerdi. “Armstrong savaşa gitti demiştin Al. Hangi savaş?”

154


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Alphonse başını öne eğdiğinde ne diyeceğini bilemiyordu. Bizim yüzümüzden çıkan savaş demek ona biraz ağır gelmişti. “Şey… Açtığımız kapı. Almanlar kapıdan içeriye tanklar ve askerler sokmaya başlamışlar. Merkez’i ele geçirmişler bile. Tüm şehri kapatıyorlarmış. Sanırım… Felsefe Taşını yapıp diğer tarafa geçirmeyi planlıyorlar.” “Eşit Takas” dedi Edward. “Felsefe Taşı eşit takası hiçe sayıyor diye biliniyor. Saçmalık.” “Ne demek istiyorsun abi?” “Felsefe Taşı’nı bulmak için onca uğraşıdan sonra elimize geçene baksana. Senin bedenini geri kazandığın onca yılın bedeli, yüz binlerce Amestris’linin ölümüne neden olacak.” Alphonse’nin gözleri büyümüştü. Abisinin, şimdiki olanların onların suçuymuş gibi düşünmesine hak veriyordu. Felsefe Taşı en sıra dışı simyanın gerçekleşmesine neden oluyordu sadece. Bir şekilde, bir zaman sonra onun bedeli de ortaya çıkıyordu. Edward yatağından kalkarak, Winry’nin onun için getirdiği giysileri giymeye başladı. Kırmızı paltosu, siyah kıyafetleriyle eskisi gibi uyum sağlıyordu. Winry, Edward’ın aceleci hareketlerini görünce kapının girişinden bir adım ileriye yürüyüp konuşmaya başlamıştı. “Nereye gideceksin?” “O işgalcileri buraya biz getirdik. Onları buradan kovmak da bizim işimiz.” BÖLÜM 4 ROY MUSTANG SAVAŞTA 18 Temmuz 1925 (Shamballa Tarihi) Edward ve Alphonse, Merkez şehrin sınırlarının yaklaşık bir kilometre uzağına kurulmuş siperlere yaklaşamadan askerler tarafından durdurulmuşlardı. Kendilerini tanıtmaları üzerine şaşkınlık içine düşen askerler yine de onlara inanmamakta direniyordu. Yıllar önce anlatılan efsane kardeşler olarak bilinmelerinden başka haklarında en ufak bir delil yoktu çünkü. Edward’ın uzun ve sinirli ısrarları üzerine olay yerine gelen Onbaşı Roy Mustang, iki kardeşi görmesiyle çok daha büyük bir şaşkınlığa düşmüştü. Edward ve Alphonse, kendisi henüz otuz yaşındayken onları tanıdığı gibi genç görünüyorlardı. Bir süre ne diyeceğini bilemeden bekledi. Ardından yüzünde sinirli bir ifade oluşmuştu. “Bütün bunların nedeni sizsiniz, değil mi” der gibi bakan gözleri yaşlanmış olmasına rağmen, hala katı ve dinç görünüyorlardı.

155


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Sizler artık Devlet Simyageri değilsiniz. Ne istiyorsunuz?” “Bu olanlardan biz sorumluyuz. Size yardım edebiliriz” dedi Edward kendinden emin bir tavırla. Mustang dudağının kenarıyla gülümserken çatık kaşlarında en ufak bir hareketlenme olmamıştı. Yine de hala tanıdığı Edward karşısındaysa eğer, her ne yaparsa yapsın onu fikirlerinden veya yapmak istediklerinden alıkoyamayacağını biliyordu. “Pekâlâ. Beni takip edin.” Edward ve ruhu zırha bağlı Alphonse, önlerinden yürüyen Mustang’ı takip ederken etrafta onlarca askerin acı çekişlerini ve inlemelerini duyuyorlardı. Birçoğunun kolu, bacağı veya bir başka bölgesi bandajla sarılmış yatıyordu. Düşmana karşı yeterli asker olmamasından dolayı hiçbiri savaş alanından uzaklaştırılmamıştı. Aksine acil bir durumda tekrar siperlere geçmeleri gerekiyordu. Yüz metre kadar uzaklıktan gelen bomba patlaması sesiyle tüm askerler yerinden sıçramıştı. Mustang, uçan araçlardan atılan bu bombalara artık alışmıştı. On yıl kadar önce bunun benzeri bir alet ile gökyüzünden asker yağdığını görmüştü ve tıpkı şimdiki gibi onlara karşı savaşmıştı. Fakat şimdiki düşman onlardan çok daha güçlüydü. Tankları, uçakları ve yüzlerce metre ileriye ateş edebilen dürbünlü tüfekleri yüzünden, kazdıkları siperlerden kafalarını dahi çıkaramaz hale gelmişlerdi. Merkez şehirde ne yaptıklarından haberleri olmamasına rağmen, Elric kardeşlerin her şeyi anlatacaklarından emindi. Ateş simyageri olarak nam salan Mustang, siperden biraz daha aşağıya doğru inen ve karargâh merkezi olarak kullanılan boşluğa girdiğinde Edward konuşmaya başlamıştı. “Onbaşı ha. Hala rütbe atlamamak için ısrarcısın.” Mustang cevap vermeden masasının önüne geçip, önündeki haritadan birliklerini ve rapor edilip işaretlenmiş olan düşman askerlerinin son görüldüğü noktaları incelemeye başladı. Rütbesinin yükselmesine izin vermemiş olsa da tüm askerler tarafından saygı görüyordu. Şimdiki baskın yüzünden Merkez şehirde esir edilmiş generaller ve komutanlar yüzünden de kendi birliğini yönetecek en yetkili birkaç kişiden birisi olarak kalmıştı. “Geçen sefer sormaya fırsatım olmadı. Ama şimdi her şeyi öğrenmek istiyorum. Bunlar kim? Nereden geliyorlar? Ne istiyorlar? En önemlisi, Al neden hala o zırhın içinde ve sen neden hala küçük bir çocuk olduğun zamanlardaki gibi görünüyorsun.” Edward istemsizce bağırarak Mustang’a karşı çıkmıştı. “SEN KİME KÜÇÜK DİYORSUN!!!”

156


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Boyuna olan takıntısı hala geçmeyen Edward, ani çıkışının ardından derin bir nefes alarak Mustang’ın tüm sorularını yanıtladı. “Buraya çok benzeyen başka bir dünya orası. Almanya denilen bir şehirden geliyorlar. Biz oraya gittiğimizde büyük bir savaş yeni bitmişti. Şimdi ise bir diğerine hazırlanıyorlar ve ikinci savaştan üstün çıkmak için büyük ölçüde teknolojilerini geliştiriyorlar. Olabilecek her türlü gücü de kullanmaya niyetliler.” Edward başını önüne düşürerek sonraki anlatacaklarının kendisi yüzünden olduğunu söylemeden Onbaşının anlamasını sağlamıştı. “Bu dünyadaki simyayı kullanmak istiyorlar. Amaçları Felsefe Taşı’nı yapmak ve onu kendi dünyalarına götürmek.” “Felsefe Taşı mı? Bizim dünyamızda bile efsane olan bir taş peşinde mi koşacaklar.” “Efsane olmadığını biliyorsun. Onlar bizim hayatlarımızı önemsemiyor. Felsefe Taşı için Merkez şehirdeki tüm insanları kurban edecekler.” Mustang’ın korkusu yüzünden okunuyordu. Koca bir şehri sırf biraz güç uğruna nasıl katledeceklerini düşünmüştü önce. Ama kendi dünyasında da buna benzer şeyler yaşandığını hatırlaması fazla sürmemişti. İnsanlar her nerede olursa olsun güç uğruna diğerlerini hiçe sayabiliyordu. “Bu dünyaya nasıl gelebildiler?” diye sorduğunda ise cevabını gayet iyi biliyordu. Sadece detayını öğrenmek istiyordu. “Beni kullandılar. Simyanın nasıl kullanıldığını öğrenmişler. Üstelik bizim bildiğimizden çok daha iyi bir şekilde.” “Bu dünyaya nasıl geldiler!” diyip elini masaya vurduğunda Mustang bu sefer çok daha sinirliydi. “Beni öldürerek.” Mustang ne diyeceğini bilemeden durdu. Daha fazlasını öğrenmek istemediğine karar verdi. Sadece kapıyı nasıl kapatacaklarını ve düşmanı nasıl geri gönderebileceklerini bilmek istiyordu artık. “Tüm bunlardan nasıl kurtulacağımız hakkında bir fikrin var mı?” “Onlara kendi silahlarıyla saldırabiliriz. Kullandıkları araçlar petrol dedikleri kaynaktan üretiliyor[3]. Bu yüzden tankları daha hızlı ve kilometrelerce ileriye fırlatabildikleri patlayıcı roketler yapabiliyorlar. Madem şehre yaklaşamıyoruz biz de onlara aynı şekilde karşılık vermeliyiz.” “Ama önceliğimiz şehirdeki insanları tahliye etmek ve o kapıdan daha fazla askerin gelmesini engellemek olmalı. Yeterince vaktimiz yok.” “Şehrin içine kanalizasyonu kullanarak girebiliriz.”

157


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Düşündük. Çoktan oralarda barikat kurmuşlar. Biz de kendi yolumuzu açmaya karar verdik.” Armstrong’un karargaha girmesiyle Elric kardeşler durumu anlamışlardı. Toprak ile ilgili simyada uzman sayılan Armstrong, şehrin merkezine kadar uzun bir yolu yumruklarıyla kolayca kazabilmişti. Onbaşı Mustang daha fazla ayrıntıya gerek kalmadığına inanarak konuşmasına devam etti. “Siz o kapıyı nasıl kapatacağımızı bulun. Gerisini bize bırakın.” BÖLÜM 5 TEKNOLOJİ SİMYAYA KARŞI 19 Temmuz 1925 – (Shamballa Tarihi) Armstrong’un Merkez şehrin meydanına kadar açtığı tünelden dışarıyı görebildikleri ufak bir delik bulunuyordu. Mor ışık saçan kapıdan içeriye giren tankların üzerindeki roketler, kapıdan geçmeleri için gerekli hızı onlara sağlıyordu. Ardından roketlerin konumlandırılmalarını tankların arkasına doğru çevirerek, gerekli durumlarda tankları hızlandırmak amacına ulaşıyorlardı. Muhtemelen zamanı geldiğinde tekrar kapıdan geçebilmek için bu roketlerin gücünü kullanacaklardı. Kapıdan içeriye giren mühimmat, birleştirilmek üzere dağıtılmış uçak parçaları ve yüzlerce silah sadece Edward ve Alphonse’ye normal gelmişti. Ancak onları şaşırtan en büyük etken ise, kapıdan geçen bazı askerlerin simya gücü elde etmeleri olmuştu. Üstelik tıpkı Edward gibi bir dönüşüm çemberi kullanmadan bunu gerçekleştirebiliyorlardı. Roy Mustang bu görüntünün üzerine Edward’a sordu. “Simya yapamadıklarını söylemiştin?” Edward’ın sinirle dolu bakışları, Alman diktatörün vahşetineydi. “Kapı onlara bilgiyi vermiş olmalı. İnsan dönüşümüne girişenlerin elde ettiği gibi, çember olmadan simya yapabiliyorlar.” Mustang etrafı iyice inceledikten sonra saldırı planını kısmen kurmuş gibiydi. Yine de öğrenmek istediği bazı bilgileri hemen yanında duran Edward’a sormaktan kendini alıkoyamıyordu. “Uçak dediğin şu araçları nasıl durdurabiliriz?” “Yakıtları bittiği zaman yere inmeleri gerekecek. Uçaklar dalışa geçmediği sürece bombaları yeterince isabetli değil. Dalış sırasında ise normal tüfeklerle bile hasar verilebilir.” “Yine de bizim için risk ve onlar için büyük bir avantaj.”

158


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Mustang, hava olaylarına hükmederek hotum ve benzeri etkiler oluşturabilecek kadar yetenekli hangi simyagerler olduğunu düşünürken Edward aklındaki soruyu soracak fırsatı bulmuştu. “Nasıl saldırmayı düşünüyorsun?” “Askerlerimiz ve tanklarımızın bir kısmıyla kuzey ve doğu cephelerinden ani bir baskın yapacağız. Onlar eş zamanlı bir saldırı olduğunu düşünüp birliklerini ikiye böldüklerinde kazdığımız kanallardan çıkarak düşmanı arkadan vuracağız. Bunun için elimizdeki en iyi Devlet Simyagerlerini bu işe almamız gerekiyor. Ve buna sizler de dâhilsiniz.” Ardından kapıyı göstererek “Ama önceliğimiz onlara gelen desteği kesmek olmalı. Bunu nasıl yapacağımız hakkında bir fikri olan var mı?” dedi. Armstrong bu konu hakkındaki fikrini paylaşmakta gecikmemişti. “Simya ile kapıyı örtecek taş bir duvar yapabilirim. Gelen birlikler birkaç saniye bile kapının içinde kalırlarsa canlı çıkamazlar.” “Bu bize sadece zaman kazandırır. O kapıyı tamamen yok etmemiz lazım.” Bu sefer bildiklerini paylaşma sırası Alphonse’ye gelmişti. “Söylediklerine göre kapıyı bizim dünyamızdan bir ruhu, onların dünyasından buraya göndererek açtılar. Yani abimin ruhunu. Belki onların dünyasındaki bir ruhu geri göndermek kapıyı kapatacaktır.” “Onlardan birkaçını öldürdük zaten.” Edward bir anlık duraksamanın ardından ne yapabileceğini çözmüştü. “Eşit Takas kanunu. Kapı buraya bizim ruhumuzu göndermiş olabilir ama kapı kapalıyken biz diğer taraftaydık. Buraya ait bir ruh oraya gitmediği sürece o kapı kapanmayacak.” Herkes bunun ne demek olduğunu biliyordu. Kapının kapanması için birisi kendini kurban edecek ve kapıya bırakacaktı. Edward ise tüm bu sorunların nedeni olarak kendisini gördüğü için bunu yapmaya gönüllü olduğu gözlerinden okunuyordu. *** Aradan geçen birkaç saatten sonra tüm askerler pozisyonunu almıştı. Arkadan yapılacak baskın ekibinde ise Edward, Alphonse, Roy Mustang ve Armstrong’un dışında elli kadar asker tünelde bekliyordu. Kuzey ve doğu cephesindeki askerler saldırıya geçtiğinde, Mustang ve ekibi tünelden çıkarak kapıyı kontrol altında tutacak ve düşmanı arkadan kuşatarak ablukaya alacaklardı.

159


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Düşman askerlerinin bir kısmı uçaklar ile siperleri bombalayıp nöbet tutarak saldırıları engelliyor olsa da, büyük çoğunluğu şehrin üzerinde çizmeye çalıştıkları dönüşüm çemberini tamamlamaya ve halkı kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Şehir sınırları içinde yükselen alarm sesi, askerlerin ilk saldırıya çıktığının habercisiydi. Çemberi tamamlamak için uğraşan askerler ve şehrin sokaklarında gezen tanklar Yüzbaşı Gerard’ın emri ile hemen saldırıların geldiği yerlere doğru yönelmişlerdi. Üst üste bağımsız çift namlulu tanklar aynı anda iki farklı yere ateş edebilme imkânı sağlıyordu ve birkaç tank bile koca siperi topçu ateşine tutarak askerleri olduğu yerden çıkmamaları için zorluyordu. Düşmanın amacı gerçek anlamda savaşmak değil, zaman kazanarak çemberi tamamlamaktı. Şehir içindeki insanları kullandıktan sonra hem Felsefe Taşına sahip olacaklardı, hem de binlerce insanı kontrol altında tutmak için parçalara ayırdıkları orduyu daha düzenli ve birlik hale getirerek güçlerine güç katacaklardı. Ordunun büyük bölümünün sınırlara kaydığını gören Roy, karşı saldırıya geçmek için en iyi fırsatın şimdi olduğunu düşünmüştü. Başını hafifçe öne eğerek verdiği komutu üzerine Armstrong yumruğunu var gücüyle etrafı gözetledikleri deliğe savurdu. Büyük bir patlama ile açılan devasa delikten Roy ve askerleri aniden etrafa saçılarak gördükleri her düşmana ateş etmeye başlamışlardı. Roy’un beyaz eldivenlerine işlenmiş ateş oluşturan dönüşüm çemberi sayesinde, elini her şaklatmasıyla etrafa yayılan alevler düşmanın yanarak koşuşturmasına neden oluyordu. Edward ise ellerini birleştirip yere koyarak gördüğü düşmanları yerden yükselen taş duvarlar arasında hapsediyordu. Alphonse, çelik zırhından seken kurşunlara aldırış etmeden elindeki tebeşirle olabildiğince hızlı magnetik dönüşüm çemberini çiziyor, düşman silahlarından çıkan mermilerin olduğu gibi yere yapışmasına neden oluyordu. İki askerin yaralanması dışında bir kayıp yaşamayan Roy, çok kısa sürede kapının etrafını ele geçirmişti. Armstrong zaman kazanmak adına yumruklarını yere vurdu. Çelik muştaları üzerindeki çember sayesinde, yumruklarını toprağa değdirdiği her seferinde toprağa istediği şekli verebiliyordu. Böylece meydanın ortasından yükselen dev taş bloğunu birkaç metre yukarıda parlayan kapının girişine kadar getirmişti. Şehri kuşatmış askerler ile uğraşırken bir de arkalarından başka takviyelerin gelmesi riskine giremezlerdi. Kapının ele geçirildiğini öğrenen Gerard, tüm birliklerini meydana doğru yöneltmişti. Kuzey ve doğu siperlerinden çıkarak şehre doğru yaklaşan askerleri oyalaması için ise uçaklar gökyüzünden bomba yağdırmaya devam ediyordu. Yirmi kadar tank ve binin üzerinde askere karşı elli adet askerin karşı koyamayacağını biliyordu. Üstelik kendisi de dâhil olmak üzere askerleri arasında da simya kullanabilen kişiler vardı artık. Gerard’ın öğrendiği ilk şey ise, simya kullanmak için kullanıldığı maddenin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin iyi bilinmesi gerektiğiydi. Maddeyi bileşenlerine

160


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

ayırıp tekrar istenilen formda birleştirmek için sadece istemek değil, bu değişimlerin nasıl olacağını bilmek ve ona göre simyayı kullanmak gerekiyordu. Asker olmadan önce aldığı dersler arasında ise patlayıcı maddelerin kimyası, arkeoloji ve anatomide uzmanlaşmıştı. Meydana yaklaşırken pusuya yatmış bir askeri gördüğünde bilgilerini hiç tereddüt etmeden kullanmaya başladı. Ellerini havada birleştirip yere koyduğu gibi, askerin altındaki toprağın içinde bulunan az miktardaki metan gazının tepkimeye girerek patlamasına neden olmuştu. Askerin etrafa dağılan parçaları Gerard için bir zafer ve güç gösterisiydi. Simya şimdiye kadar görülmemiş bir güçtü. Bir maddenin bilgisiyle onu istenildiği gibi değişime sokabiliyorlardı. Ve bu dünyanın, simyanın gücünün farkında olmadığına inanıyordu. Bu yüzden bu gücü hak eden insanların kullanması gerektiğini düşünüyordu. Milyonlarca insanın katledilmesi ile üretilebilecek onlarca Felsefe Taşı ile kendi dünyasına Alman’ların hükmetmesini sağlayabilirdi. Edward, Alphonse ve diğerleri meydana bakan binaların arasında siper almış, askerlerin yaklaşmasına engel olmaya çalışıyorlardı. Tank topları Armstrong’un kapattığı taş bloğa ateş ediyor ve onu yıkmak için uğraşıyorlardı. Mustang’ın yapabileceği tek şey ise diğer cephelerden gelen desteğin bir an önce merkeze ulaşmasını beklemekti. Bazı askerlerini binaların içinde konuşlandırarak yaklaşan askerleri kurşun yağmuruna tutmaları kısmen işe yarıyor gibiydi. Edward, Alphonse ve birkaç iyi simyager ise durmaksızın tüm girişleri taş bloklar ile kapatarak düşmanın yaklaşmasına engel olmaya çalışıyorlardı. Ancak her kapattıkları geçit çok kısa süre içinde tanklar tarafından yıkılıyor ve tekrar kapatmaları gerekiyordu. Dört bir yandan yaklaşan askerlerin bir kısmını uzak tutmayı bir süre başarmış olsalar da, düşman tankları karşısında fazlasıyla çaresizlerdi. Tanklar, roket desteklerini kullanarak oldukları yerden yükselip meydan içerisine iniş yaptıklarını gördüklerinde ise tüm birlik donakalmıştı. Edward ellerini birleştirip hemen yanına inen takın üzerine koyarak, tankın motorundaki tüm ısının dışarıya saçılmasına neden olmuştu. Motoruyla birlikte bütün aksanları donan tank ise hareketsizce orada kalmıştı. Kapalı duvarları teker teker aşan düşman gittikçe yaklaşırken, geriye Roy ile birlikte meydanı savunan bir avuç asker kalmıştı. Kendi birliklerinin de yaklaştığını duyabiliyordu ama çok etkili olamadıkları fazlasıyla belliydi. Armstrong bulduğu her fırsatta kapıyı kapatmak için oluşturduğu sütunun parçalanan kısımlarını tamir ediyor, Edward ve Alphonse ise yaklaşan tankların önünü kesmek için ellerinden gelen her türlü simyayı kullanıyorlardı. Ölen askerlerin silahlarını eline alarak direnişe katılan halkın gücüyle birlikte, Gerard gittikçe çaresiz bir hale gelmeye başladıklarını anlamıştı. Kontrolü eline alması gerekiyordu ve hala halkı zapt etmek adına dağınık duran yüzlerce asker yüzünden bunu yapmakta zorlanıyordu. Üstelik serbest kalan insanlar ellerine

161


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

geçen her şey ile onlara saldırıyor, büyük hasar veremeseler bile kuşatılmak üzere olan askerlerini zor durumda bırakıyorlardı. Gerard başka yolu olmadığını düşündüğünden daha fazla beklemeden emrini vermişti. “Tüm birlikler gördüğünüz herkesi öldürün!” Emir tek tek tüm askerlere yayıldıkça, kontrol altında tuttukları her kim olursa, kadın, çocuk demeden büyük bir katliamın başlamasına neden olmuşlardı. Şehrin dört bir yanından yükselen tüfek sesleri ve acı dolu haykırışlar meydana kadar ulaşıyordu. Gerard için önem taşıyan bu insanlar şimdilik katledilebilirlerdi. Bu dünya ile olan bağlantı kopmadığı sürece, bunlar gibi binlerce insanı bulmak hiç sorun olmayacaktı ne de olsa. Şimdi önemli olan onlara zorluk çıkaran her engelden kurtulmak ve kapının güvenliğini sağlamak olmalıydı. Düşman askerleri fırsat buldukça binaların çatısına çıkıyor ve uzun menzilli silahlarıyla gördükleri askerleri vuruyorlardı. Ekibiyle birlikte iyice oldukları yere sinmek zorunda kalan Roy, bütün bunları sonlandırmanın zamanı geldiğini düşünüyordu. Eğer biraz daha beklerlerse çok daha geç olabilirdi. “Armstrong… Kapıya açılan bloğu yok et.” Emrini verdiğinde Edward ve Alphonse’nin gözleri büyümüştü. Neden böyle bir şey istediğini anlamaya çalışırken, Mustang’ın asla pes etmeyeceğini ve aklında iyi bir fikir olacağını da gayet iyi biliyorlardı. Armstrong yerinden sıçradığı gibi taş bloğun arkasına kadar durmaksızın koştu. Ayaklarının altından seken kurşunlara hedef olmamak için olabildiğince çabalıyordu. Bloğa vardığı anda sıkmış olduğu yumruğunu taşa geçirdi. Aktifleşen dönüştürme çemberi sayesinde koca taş blok bir saniye içinde parçalara ayrılmıştı ve etrafı göz gözü görmeyecek derecede toz bulutu sarmıştı. Toz bulutunu fırsat bilen Edward olduğu yerden çıkarak konumunu değiştirmeye karar verdi. Düşmana farklı bir açıdan saldırmak iyi bir plan olacaktı ve şimdiki duman bunun için uygun ortamı sağlıyordu. Tam istediği konuma varmak üzereyken Alphonse’nin sesiyle olduğu yerde durdu. “Mustang!” Arkasına dönüp baktığında, Roy Mustang meydanın tam ortasında duruyordu. Üstü çıplaktı ve kan ile tam göğsüne çizdiği çemberi gayet iyi biliyordu. Roy kendi bedeninde insan dönüşümünü kullanacaktı ve bunu kapının içinde yaparak onun tamamen kapanmasına neden olacaktı. Edward tüm bunların nedeni olduğu için böyle bir fedakârlığı Roy’un yerine kendisi yapması gerektiğine inanıyordu.

162


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Hayııır. Dur…” Mustang, Edward’a bakarken yüzündeki hafif tebessüm, onların hala ikinci bir şansı olmasından kaynaklanıyordu. Yaşamak için koca bir ömürleri vardı önlerinde ve bunu onların elinden almaya razı gelemezdi. Zaten bu güne kadar birçok acı çekmişlerdi. Artık fedakârlık sırası kendisine gelmişti. “Armstrong, beni kapıya taşı.” Dedi Roy kendinden emin bir şekilde. Louis Amrstrong bir süre tereddüt ettikten sonra yapılması gerekeni yaptı. Yumruğunu yere vurduğunda Mustang’ın altından yükselen taş blok, onu kapının içine kadar sokmuştu. Birkaç saniye sonra ise kapı, büyük bir ışık saçarak yok olmuştu. Edward dizleri üzerine çöktüğünde kaskatı kesildi. Her ne kadar gelecek olan tehlikelerden kurtulmuş olsalar da, Roy Mustang gibi bir adamın bu dünyadan gitmesi büyük bir kayıptı. Bu kaybın nedeni olan tüm düşman askerinden ise bedelini almanın zamanı geldiğine inanıyordu. Sinirli şekilde ayağa kalktığında tam karşısında ne yapacağını bilemeden bekleyen Gerard’ı gördü. Kapı kapandıktan sonra bu dünyada bulunmanın bir anlamı kalmamıştı. Tüm askerler de bunun farkındaydı ve büyük çoğunluğu teslim olmayı kabul etmişti. Sonsuza kadar savaşamazlardı ne de olsa. Hele ki destek ve mühimmat olmadan milyonlarca insana karşı asla savaşamazlardı. Ancak Gerard’ın hırsı ve gururu teslim olmayı kendine yediremiyordu. Yüzündeki sinirli bakışlarını Edward’a çevirdiğinde, bütün bu olanları ona ödetmeye karar vermişti. Nasıl hala yaşadığını veya nasıl bu kadar genç görünüşe kavuştuğunu bilmiyordu ancak o olduğundan son derece emindi. “Seni tekrar geberteceğim pis velet.” Gerard ellerini havada birleştirip yere koyduğunda, Edward da aynı şekilde ona karşılık vermişti. Edward ayaklarının altındaki taş yolun yapısını değiştirerek çeliğe dönüştürdü ve hemen altında gerçekleşen patlamanın etkisini olabildiğince aza indirdi. Yine de patlamanın şiddeti yüzünden yerinden fırlayıp birkaç metre geriye düştü. Gerard’a karşı uzak mesafede kalmanın iyi bir fikir olmadığının farkına varınca, iyi olduğu diğer şeye yönelmesi gerektiğine karar verdi. Ellerini birleştirdiğinde sol elini, Automail sağ kolunun üzerine koydu. Metal kolunun bileğinden uzanan bir bıçağın şekillenmesini sağlamak, Edward’ın simyada yeniden biçimlendirme yeteneklerinden sadece bir tanesiydi. Sağ kolunu bir bıçak gibi kullanarak yakın dövüşe girecekti ve Gerard’a ne kadar yakın durursa, onun patlamalar yapmasına da o kadar engel olmuş olacaktı. Hızla Gerard’a doğru koşarken, hala onun gerçekleştirdiği patlamalardan kaçınmaya çalışıyordu. Duvarlardan ve zeminden saçılan taş parçalarına aldırış etmeden, zikzaklar çizerek Gerard’ın dibine kadar gelmişti.

163


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Bıçağını ona savurduğunda Gerard da aldığı dövüş eğitimleriyle ona karşılık vermeye başlamıştı. Edward’ın boşa savurdu birkaç hamleden sonra metalik kolunu kavrayarak onu kaldırıp yere vurdu. Ellerini birleştirip onun kafasına tutmak için hareket ettiğinde ise amacı, vücudundaki tüm suyu ayrıştırıp ortaya çıkan hidrojeni patlatmak idi. Ancak Edward çok daha hızlı bir manevrayla onun hareketinden kaçtı. Edward o sırada Gerard’ın simya ile ilgili tabulardan haberi olmadığını anladı. İnsan dönüşümü yapmanın sonucunu bilmediği açıktı. Bunu nasıl bir avantaja çevirebileceğini de gayet iyi biliyordu. Tekrar yerinden sıçrayarak Yüzbaşı’nın yüzüne vurmaya çalıştığı bıçağı boşa savrulmuştu. Hiç ara vermeden ardı sıra yumruklarını ona vurmaya çalışsa da Gerard hepsinden büyük bir ustalıkla kaçıyordu. Son hamlesinin üstüne ise Gerard, Edward’ın savunmasız sol boşluğuna tüm gücüyle bir yumruk indirdi. Olduğu yerde iki büklüm kalan Edward’ın nefesi bir süreliğine kesilmişti ancak tam istediği yere gelmiş olması kurduğu planı uygulaması için fırsat vermişti. Kalan son gücüyle bıçağını savurarak Gerard’ın bacağını bileğinden kopararak yere düşmesine neden oldu. Gerard büyük bir çığlıkla bağırırken aynı zamanda Edward’a küfürler yağdırıyordu. “Lanet pislik. Ne yaptın bana?” bir süre acı çekerek haykırdıktan sonra ise deli gibi gülmeye başlamıştı. “Hahahaha… Bana zarar veremezsin.” Gerard ellerini havada birleştirerek kopuk bacağına koydu. Anatomi bilgisi sayesinde kopan bacağının yerine simya ile yenisini getirebileceğini düşünüyordu. Bacağından yükselen ışığın ardından ise bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Yerinden kalkan Edward, Gerard’ın yüzüne acınası şekilde bakıyordu. “Seni aptal. Bu dünyadaki en büyük tabuyu yıktın. Asla insan dönüşümü yapmamalısın.” Gerard’ın büyüyen gözleri neler olacağının korkusunu yansıtıyordu. Ardından kendisini bembeyaz bir boşluğun içinde buldu. Arkasından gelen kapının sesiyle o tarafa yöneldiğinde ise, hayatının en korku dolu anını yaşıyordu. Kapının ardındaki karanlıktan ona bakan yüzlerce göz onun bedenini istiyordu. Olduğu yerden kalkıp kaçmak için koşsa da, kapıdan uzanan siyah eller onu bir çırpıda yakalayıp yerde sürükleyerek kendilerine çekiyorlardı. Kapı kapandığında ise Gerard’dan geriye bir şey kalmamıştı. Edward yorgunluğuna yenik düşerek yere oturduğunda gözlerini açık tutmak için zorlanıyordu. Alphonse koşarak hemen yanına geldiğinde ise yüzünde tatlı bir tebessüm belirmişti. “Her şey bitti Al. Artık evimizdeyiz.”

164


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Yere iyice uzanıp gözlerini bulutlu gökyüzüne çevirdiğinde ise aslında henüz her şeyin bitmediğini gayet iyi biliyordu. Eşit Takas kanunu, her şeyi başa almış, hatta Roy Mustang ve birçok insanın ölümü gibi geri alınamaz bedellerin ödenmesine neden olmuştu. Üstelik kardeşinin bedeni ve kendi kolu ile bacağının yerinde soğuk çelikten başka bir şey kalmamıştı. Bütün bunları tekrar geri kazanmanın bir yolu olmalıydı. Aslında her şey daha yeni başlıyordu.

SON

165


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

FULLMETAL ALCHEMIST SÖZLÜĞÜ KAVRAMLAR Automail: Metalden yapılan ve vücuttaki sinirlere direkt bağlama yoluyla monte edilen bir çeşit protez. İyi yapılmış bir automail, gerçek bir uzvun gücünü ve hareket kabiliyetini karşılayabilir (hatta daha da iyisini). Automailın bazı formları balistik aletler veya diğer gelişmiş aletleri içerir. Gerçek dünyanın sibernetik araştırmalarının oldukça ilerisinde bir çeşit sibernetik teknoloji gibi görünmektedir. Devlet Simyageri: Başkomutanın doğrudan emri altında ordunun özel bir koluna hizmet eden simyacıdır. Devlet Simyacıları bir dizi sınav sonucu seçilirler ve en güçlü ve yetenekli simyacılar olarak kabul edilirler. Devlet Simyacısı’nın pozisyonu hatırı sayılır bir otoriteyi ve etkiyi elinde tutar, (otomatik olarak Binbaşı rütbesini alırlar). Bununla beraber, Devlet Simyacıları halk tarafından küçümsenir, çoğu zaman “askeriyenin köpeği” diye çağrılırlar (özel yetkiler kazanabilmek için ruhunu askeriyeye satan insan anlamında.) Dönüştürme Çemberi/Dönüşüm Çemberi: Dönüştürme çemberleri, simyasal tepkimelerde katalizör görevi görür ve herhangi bir dönüştürme için gereklidir; bununla beraber, bazı simyacılar, Edward Elric gibi, çembere ihtiyaç duymadan dönüştürme yapabilirler. Çember, enerjinin sabit akışını simgeler; desenler, dönüştürme işleminin ne gibi etkileri olacağına karar verir. Bir çember; yere çizilebilir, bir giysi parçasının üzerine işlenebilir veya simyacı kendi üzerine dövme şeklinde bile yaptırabilir. Dönüştürme çemberleri, tebeşirden kana, izi çıkan herhangi bir maddeyle çizilebilir. Eşit Takas Konunu: Bir şey elde etmek için eşit değerde başka bir şeyin verilmesi gerektiğine dayanan kanun. Felsefe Taşı: Sahibine, Eşit Takas prensibini tamamen saf dışı bırakma izni veren efsanevi taştır. Tüm getirileriyle beraber, bir Felsefe Taşı oluşturmak için hammaddenin harcanması gerekmektedir ve bunun için gerekli olan hammadde de insan hayatıdır. Homunculus: İlk anime serisinde Homunculuslar, insan fiziği ve aklı kazanmış, üretilmiş yapay varlıklardır. Bununla beraber, ruhları yoktur ve varlıkları, sayısız ruh kullanılarak yapılan Felsefe Taşı ile bir dereceye kadar değiştirilebilir. Acımasız ve kararlı bu yaratıklar, Fullmetal Alchemist serisindeki başlıca kötü karakterlerdir. Çıkarcıdırlar, olayların arkasından ipleri çekenler çoğu zaman onlardır ve daha fazla işlerine yaramayacağını bildikleri kişileri hemen yok ederler.

166


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

İnsan Dönüşümü: Ölmüş bir insanı canlandırmak için teşebbüs edilen yasak yöntemdir. Bununla beraber, onu uygulayan insandan bir şey alır (ör: kol, bacak veya organ) fakat insanı yaratmak yerine simyacıyı vazgeçtiği şeyle orantılı olarak bilgi elde ettiği Kapı’ya götürür. İlk animede, insan dönüştürme girişiminin son ürünü bir Homunculus’tur. Kan Mührü: Dönüşüm çemberinin bir çeşididir. Bir kişinin ruhunu kanla bir nesneye bağlamak için kullanılır. Bu bir zırh olabilir. Yapılan kan mührünün ruh ile bir bağı olması gerekir ve ruh bu kan ile mühre bağlanır. Mühür silindiğinde ruh da yok olur. Kan en iyi demire yapışabildiği için en etkili kan mührü zırha yapılanlardır. Kapı: Bütün simyasal gücün kaynağıdır. İlk animede denir ki simya için enerji çağrılışının her seferinde Kapı ileri doğru savrulur, herkesin içinde bir Kapı vardır ve Kapı’ya ulaşmak için gerekli olan tek şey nasıl yapacağın bilgisidir. Ayrıca denir ki vücut, akıl ve ruh arasında Kapı diğer bir değişle ölüm denen ince bir bağ vardır. İlk animenin ileri sürdüğü üzere bir bebeğin vücudu, aklı ve ruhu arasında ince bir bağ vardır ve bu nedenle bebek kullanarak Kapı’yı çağırmak kolaydır. Simya: Animede simya basitçe üç adımlı bir metoddur. Bu adımlar, analiz (maddenin dönüştürülebilmesi için maddenin yapısını ve özelliklerini anlamak), yıkım/parçalama (maddeyi temel bileşenlerine ayırmak) ve yeniden yapım (maddeyi başka bir şekilde veya özellikte tekrar oluşturmak).

KARAKTERLER Alex Louis Armstrong: Kaslı Simyacı, simyacılardan oluşan seçkin bir ailede doğmuştur ve kendi ailesinin teknikleri üzerine uzmanlaşmıştır. Ailesinin üyeleri, geçmişte, devletin içinde en yüksek askeri ve politik mevkileri doldurmuşlardır. Simyacı unvanını, simyasını kol gücü ile birleştirmesinden almıştır. Alphonse Elric: Edward Elric’in duygusal ve kibar genç kardeşidir. Simyada çok başarılıdır fakat dönüşüm çemberi olmadan simya kullanamaz. O tüm vücudunu annesini yeniden geri getirme girişiminde kaybetmiştir ve abisinin onun ruhunu bir zırha bağlamasından sonra uzun süre o zırh içinde yaşamıştır. (Animenin 51. Bölümünde tekrar bedenine kavuşmuştur ancak hafızası tam olarak yerine gelmemiştir.) Alphonse genç kardeş olmasına rağmen, zırha sahip olduğundan dolayı Edward’dan daha büyük olduğu zannedilir. Koku, tat, hissetme gibi duyguları yoktur. (Hatta uyumadan yemek yemeden bile yaşar) fakat görebilir duyabilir ve konuşabilir. Abisi gibi bir simyacı olmak ister. Edward Elric: Edward çok güçlü bir simyagerdir. Özellikle annelerini dönüştürme girişimlerinden sonra gerçeğin kapısı’nı(veya simyanın kapısı) gördüğü için, yani insan dönüşümünü denediği için, simya çemberi kullanmadan dönüşüm yapabilir. Edward aslında inatçı ve insani duyguları çok sevecen olan bir karakterdir.

167


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kardeşiyle arada bir tartışsa da birbirlerini çok sevmektedirler. Edward boyu konusunda çok hassastır. Ona kısa denilmesi anında bir anda parlar ve aşırı kızar. Ama her zaman insanlara yardım ederler ve bu sayede yol boyunca gittikleri birçok yerde arkadaşlar edinirler. Envy: Homunculusların en büyük olanıdır. Gerçekte ne gibi göründüğünü unutmuştur ve istediği kılığa girebilmektedir. Tüm insanoğlundan nefret eder ve nefret edebildiği kadar fırsat buldukça birçok insanı öldürebilir. Envy Felsefe Taşını pek önemsemez, diğer Homunculuslar gibi insan olmayı da istemez. Babasından (Hohenheim) nefret ettiği gibi Ed ve Al’dan da nefret etmiştir. Dante’den babasının gittiğini öğrenince onu öldürmenin en doğrusu olacağını düşünür. Envy babasının Kapı’nın diğer tarafında yaşadığını öğrenince onu öldürme duygusu daha da kafasına takılır. Serinin 51’inci bölümünde, kapıdan geçerken bir ejderhaya dönüşür. Hohenheim: Edward ve Alphonse’nin babasıdır (Ayrıca Envy’nin). Simyayı dönüşüm çemberi olmadan kullanabilir ve zamanın bir efsanesidir. Ed, annesini terk ettiği için ona karşı bir kin duyar. Roy Mustang: Ateş simyacısıdır ve Elric kardeşlerin yeteneğini tanıyan ilk kişidir. Edward’ın ulusal simyacı olması için üyeliğe alan kişidir. Winry Rockbell: Edward ve Alphonse’nin çok yakın çocukluk arkadaşıdır. Automail yapma konusunda çok ustadır ve Edward’ın kolu ve ayağı için de Automail yapmıştır. Edward ile Winry arasında romantik havalar estiği de görülür. Elric kardeşler ilk simya denemelerini, Winry’ye bir oyuncak bebek yaparak denerler. Ailesi Ishbal Savaşı’nda doktor olarak görevliydiler fakat ailesi Roy tarafından o zaman öldürülmüştür.

GEÇEN YERLER Amestris: Fulmetal alchemist serisindeki ulus devlettir. Kültürel ve teknolojik olarak 1. dünya savaşındaki avrupasına benzer. Çok geniş arazilere sahiptir. Merkez: Asırlar önce gözden kaybolan, çok eski bir şehrin bölgesinde oluşturdu. Amestris’te hükümet merkezidir. Resembool: Elric kardeşlerin evidir. Amestris’e bağlı küçük bir köy. Shamballa: Bizim dünyamızdaki insanların diğer dünyaya verdikleri isim.

KAYNAKLAR Wikipedia fma.anime.web.tr 168


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

NOTLAR Doğu Avrupa’da Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların, Almanya’nın hâkimiyetinde birleştirilmesi ve yeni toprakların kolonizasyonu ile beraber Alman popülasyonunun bu topraklara yerleştirilmesi politikasıdır. [1]

Yıldırım savaşı, (Almanca Blitzkrieg, okunuşu › Blitzkırig) II. Dünya Savaşı’nda Almanların savaş doktrinidir. Doktrinin amacı hızlı ve ani saldırılarla, düşmanın düzenli bir savunma kurmasını engelleyip sonra da hızlı bir şekilde yok etmektir. [2]

Shamballa’daki araçlar odunun simya ile ayrıştırılması sonucu ortaya çıkan yanıcı gazlar kullanılarak çalıştırılmaktadır. (Kurgusal bilgi) [3]

_____

169


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

170


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

ÇERBZEBAN Melahat Yılmaz İLHAM ALINAN ESER: BİNBİR GECE MASALLARI

Şehrazad odasında aynanın önünde geçmişini ve ölmekle kalmak arasındaki hikâyelerini düşünüyordu, Şehriyar’ını beklerken. Saçlarına sürdüğü fırçadan çıkan huzur verici tını gözlerine uykuyu sürerken balkonundan gelen sesle irkildi. Fırça elinden yuvarlanırken ayağa fırladı Şehrazad. Gözlerinin gördüğü siyah bir kaftana bürünmüş sadece öfkeli kahverengi gözlerini gördüğü bir adamdı. Tam çığlığı koyuverecek iken sultan adam elini kaldırdı. Sakin hatta nazik bir sesle “Dur, sultan! Korkma, sana diyeceklerim var. Niyetim zarar vermek değildir. Hâşâ! Sadece yanlış bildiğinin doğrusunu söylemeye geldim. Dinle!” Şehrazad ne yapacağını bilemeden aynalı konsoluna sapladığı tırnaklarını yavaşça gevşetti. Cesaretini yüreğine koyup konuştu. “Kimsin, önce onu de! Nasıl bir cesaret ki seninki boynunun vurulacağını bile bile buraya böyle gelirsin.” Adam gölgeden ayrılıp kandillerin önüne geçti. Şehrazad, kız güzeli bu yüzü seyretmekten geri alamadı kendini. Bu âdemoğlu güzeldi. Sakin halini gözledi. Derin bir nefes alıp konuşmasını izledi. “Ben bir dervişim. Sense beni yalancı bir büyücü olarak bildin ve anlattın şahına ki kellen yerinde dursun. Hikâyen bitti, sen yaşadın, kocan seni çok sevdi lakin ben, iftiraya uğrayan ben, ruhumun sıkıntısıyla baş başa kaldım. Ve en sonunda kararımı verdim. Geldim sana! Geldim ki doğruyu bilesin, girdiğin vebalden geri dönesin.” Şehrazad, bu derin soluklu sese dalıp gitti önce. Neden sonra dudakları aralandı, adını bilmek istedi bu dervişin. Derviş sakince aralanan dudaklardan ılık sesi akmadan durdurdu kadını. Devam etti. “Sana adımı da diyeceğim lakin önce bir hikâyenin aslını bilmen lazımdır. Alaaddin ve Sihirli Lambası ile ilgili anlattığın hikâyenin aslını!” Şehrazad etrafına bakındı. Her an Şehriyar gelebilirdi. Bir an düşündükten sonra “Kocam her an gelebilir. Hikâyeni dinlemeyi çok istiyorum ama…” Derviş sakince kaftanını savurdu, yere bıraktı. İç cebinden bir kese çıkardı ve mırıldandı. Şehrazad o anda zamanın duruşuna, damlanın havada donuşuna şahit oldu. Adam gülümsedi dolgun dudaklarının arasından. “Zaman durdu, Şehrazad! Artık hikâye anlatma vaktidir. Lakin bu kez sen dinleyeceksin, ben anlatacağım…”

171


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Kendimi bildim bileli okumaya ve ilme büyük ilgim vardı. Garip bir çocuktum. İnsanlar bana bakıp ‘’Vah garibin haline! Kendi kendine halvette, görüyor musunuz?’’ der ve gülerek geçerlerdi. Ailem hep başı önde ahaliye benim halim üzerine dert anlatmakla meşgul olurlardı. Sebebini yaşım büyüdükçe anlayacaktım. Ben, yalnızca yaşayan ahaliyle değil bu diyardan göçüp gitmişlerle de temaşa edebiliyordum ve tabi bu halim aklımın uçuşuyla açıklanıyordu diğerleri için. O günden sonra bu sohbetlerimi gizli yerlerde yaptım ve onları elimden geldiğince dinledim. Yaşım olduğunda ise yol düştü gönlüme. Dergâh dergâh gezip kendime mürşit aradım. Yollarca dolanıp taradım bana ilim verecek yiğidi lakin arayışlarım beni bir kula değil Rabbin en derin ilimlerinden biri olan havas ilmine götürdü. Ölüp de işlerini tamamlayamayan, sevdikleri için endişe duyan biçare ruhlara edindiğim yeni ilimle yardım etmeyi sürdürdüm. Az gittim uz gittim ve yolum Merasi denen ilde son buldu. Kendime bir düzen kurup yaşamaya başladım. Yardımlarım kendimi geçindirecek bir ücret karşılığında devam etti. Akçesi olmayandan ise sadece dua aldım. Alaaddin ile tanış olmam da işte bu şekilde gerçekleşti. Merasi’nin sıcak günlerinden birinde çarşı pazar gezer iken bu âlemden göçen acılı bir ruh yanıma yanaştı. Sesindeki yıkılmışlık beni de tarumar etmişti. Yalvarmaktaydı. ‘’Ey yiğit kişi, sen ki bir ilme sahipsin ve beni üç gözünle birden görebilmektesin. O vakit sana duam sonsuz olsun ki derdimi dinle ve bana bir el uzat.’’ Elimde pamuklu kumaş öylece bekledim. Derin bir nefes alıp içime dolan soğuğu görmezden gelmeye gayret ettim. Ruhlar eğer ki acı içinde ise size soğukluk verirlerdi. Anlardınız. İçinize dolan soğuk bazen öyle yoğun bir his bırakırdı ki kemiklerinize kadar titrerdiniz. Özellikle kalabalık yerlerde olduğunda dişlerimi sıkar ve kısa nefesler alarak atlatmaya çalışırdım. Bu ruh beni soğukla perişan etmişti. O benim halimden anlamıyor, sadece soluk görüntüsü ile yalvarıyordu lakin ben onun halini anlamıştım. Elimdeki kumaşı bırakıp satıcıya başımla selam ettim. İçimde tuttuğum soluğu gözlerim karararak bıraktım ve fısıldadım. ‘’Benimle gel, halinin çaresine bakarız.’’ Ruh peşimden süzülürken halen bana dua etmekte ve sızlamaktaydı. Yüzlerini asla tam olarak göremezdiniz. Yüz, bu âleme özgü bir kıyafetti. Öldüklerinde geçen zamana bağlı olarak dağılır giderdi kıyafet. Bu ruh öleli çok zaman geçmişti. Gördüğüm yalnızca isiydi göçüp gidenin. Soğuk çok yoğundu. Yürümekte zorlanan bacaklarıma söz geçirmek için arada bir gözlerimi kapatıp, dişlerimin arasından nefesimi koy veriyordum. Biraz yürüyüşten sonra kimsenin beni göremeyeceği bir aralığa geldik. Ruh karşıma geçip ağlamaklı sesiyle anlatmaya başladı. ‘’Beyim, dünya adım Harib’dir. Ben pazarda kumaş dokur satar idim yaşarken. Bir oğlum vardır. Adı Alaaddin. Ben göçüp gidince eşim, işimi devralıp kumaş dokuyup satmaya başladı. Fakat sonrasında ona göz koyan bir tüccar yüzünden işini yapmak için pazara gidişi zora düştü. Çünkü tüccar niyetini ona ulu orta açık etmişti. Eşim ise benden başkasına yar olmayacağına dair Rabb’ine ettiği yemini tutuyordu. Tüccara önce bunu güzel bir dille anlatmıştı. Lakin reddedildikçe biçare karımın halinden anlamayan azgın herif daha da açık teklifler sunmaya devam etti.’’ Harib sanki ihtiyacı varmış gibi derin bir iç çekti. Ruhunun isi kabarıp içine çöktü bir anda.

172


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Bende elimi saçlarımdan geçirip ‘’Anlaşılan hikâyen uzun!’’ diye mırıldandım ve bir taşın üzerine oturup yenimden suyumu çıkardım. İçtim. Su bile bu ruhun acısından kekremsi bir tat bıraktı ağzımda. Başımı kaldırıp etrafımı sarana ise ‘’Devam et, Harib!’’ dedim. Harib anlatmaya koyuldu yeniden. ‘’Karım gün olup pazara korku içinde çıkıyor, akşam yüzünü gösterdiğinde evine korku içinde dönüyordu. İstiyordu ki malı, yiyeceği olsun. Yetim kalan oğlum hiç bu derdi bilmeyip medresedeki eğitimine devam etsin. Ama durum giderek kötüleşti. Günün birinde tüccar pazara gelip karımın tezgâhının önünde belirdi yine. Karım; ‘’Yapma beyim ben sana dedim! Var git yoluna…’’ deyince tüccar yüksek oktavdan saldığı sesi ve ona eşlik eden tükürükleriyle ‘’Ey ahali duyunuz beni! Ben bu kadına talip oldum. Ona imkânlarımı saydım ve namuslu bir aile hayatı sundum. Yetim oğluna babalık, kendisine kocalık teklif ettim. Lakin bu hatun başka işler peşinde ola ki beni reddeder. Bilin bu hatun doğru yoldan çıkmıştır!’’ dedi. Karım iki göz iki çeşme eşyasını toplayıp kınayan bakışları görmezden gelerek kendini darla eve attı. Ağladı. Ağladı. Ben de yandım bedensiz sisin içinde.’’ Harib sızlanmayı geçmiş, feryat ediyordu. Yer gök ayaklarımın altında salındı o ağladıkça. ‘’Ey görmeyen gözler!’’ dedim içimden. ‘’Bir bilseydiniz Rabb’in dengesi nasıl?’’ Oturduğum taşta kımıldanıp ‘’Harib, feryadı bırak, de hele ne oldu sonrasında! Derdin nedir?’’ Harib’in isi kımıldanıp devam etti. ‘’Oğlum Alaaddin gelip de anasını gözü şiş, gönlü düş görünce sordu derdini. Anası ucundan kıyısından demek zorunda kaldı. Oğlumda; ‘’Terk edelim buraları ana!’’ dedi. ‘’Bundan gayri ben sana bakacağım! Gönlünü ferah tut. Sen ki babama sadıksın hala, bu benim boyun borcum olsun.’’ Oğlum bunları söyledikten sonra üç parça eşyamızı katıra yükleyip bu ilin yolunu tuttu. Başta her şey güzel idi. Hem tahsiline devam edebiliyor hem de çarşıda getir götür işi yapıyordu. Esnaf sevmişti oğlumu. Kıt kanaat geçinip gitmekteydiler. Ama sonra oğlumun aklına bir iş düşürdü yolsuz arkadaşları. Onu uyarmaya çalıştım. Yapma oğul deyi lakin beni duymuyordu ki! İlk kez o vakti lanet ettim dünyadan göçüp gidişime. Parası artmış fakat ahlakı azalmıştı oğlumun. Anası birkaç kez nereden bu değirmen suyu demişti tabi ama oğlan yalanlar düzüp anasını rahatlatmıştı.’’ Elimi çenemde gezdirip kaftanımı sıvazladım. Isınmak şu an istediğim tek şeydi. ‘’Oğlun hırsız oldu. Ve sen benden onu vazgeçirip ahlaklı hayatına geri döndürmemi mi istersin, ruh?’’ Benim sözümden sonra is hareketlenip feryadını değdirdi göğe. ‘’Beyim, oğlumu yakalayan bir bey var. Adı Haris! İblisin insana bürünmüş halidir bence. Kara mı kara içi. O oğlumu hırsızlık yaparken yakaladı. Oğlum yalvardı yakardı yapma beni verme kolluğa diye.” Haris o vakit beyaz sivri dişlerini gösterip “Bir şartla” dedi. Hikâye gittikçe ilginç bir hal almaya başlamıştı. Dünya garipti her gözü açık olana. Bilirdim o cinsi. Ne üç harfli ne de insandı. Haris! Ne de güzel bulmuştu adını. ‘’Devam et.’’ dedim lafa başlamadan önce. ‘’Haris oğluma bir mağaranın çizimini verdi beyim. Dedi ki; o mağarada bir lamba var imiş. ‘’Onu bana getirirsen hırsız, senin sırrın bende durur ve sende bol akçe kazanırsın!’’ “Oğluma üç gün mühlet biçti beyim. Eğer kabul etmez ise bu teklifi oğlumun yaptıklarını 173


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

bir bir resmedermiş kolluğa. Öldürürler onu beyim. Çok mal kaldırmış milletten. Yardım et. Onu kurtar!’’ Başımı ellerimin arasına alıp bir müddet düşündüm. Sonra cebimden tespihimi çıkarıp birkaç söz mırıldandım ve tahminimin doğruluğu karşısında düşüncelere daldım yeniden. Başımı kaldırıp ‘’Bak Habib’in ruhu oğlun bu yaratılmış tarafından büyülenmiştir. Eğer ki o teklifi kabul etmez ise yapılan büyü sayesinde kendi kendini ele verecek ve başı valinin önüne düşecektir. O lambayı alıp ona götürmekten başka yolu yoktur. Bu yaratılmışı bilirim. Büyüsü, ilimi kuvvetlidir. Geri çevrilemez. Fakat oğlunu da sağ koymaz! Sana yardım ederim. O lambayı çıkarması için bir tılsım yaparım. Oğlun lambayı alır ve ona götürür. Benim tılsımım sayesinde canı kurtulur. Gerisi oğlunun vicdanına kalmış. Ya yolundan döner ya da bir gün bir sebep olur yine başı yere düşer. Sana yapabileceğim budur. Ne dersin?’’ İsin içinde ilk kez renkler gördüm sözüm bitince. İçimin soğuğu yavaşça ılıklaştı. ‘’Rabbim senden razı olsun beyim! Ben sana dua ederim hem de sonsuz kez.’’ Gülümseyip sakince devinen renklere baktım. ‘’Bana oğlunu nasıl bulacağımı göster ve diyarına dön ruh. Yerin orasıdır.’’ Ayağa kalktığımda renklerden biri kara elimin üzerini sardı. Dokunuşu titrememe sebep oldu. Kahverengi gözlerimin buğusunu gidermeye çalışıp elimi saçlarıma götürdüm. Uzun, kıvırcık saçlarım toplanmadığında bir yele gibi yayılırdı omuzlarıma. Kız güzeli yüzümü ve saçlarımı dilber kısmı çok severdi lakin bu sıcakta isilik dökerdi insan bu saçlarla. Saçlarımı arkamdan bağlayıp ‘’Haydi Harib, gidelim!’’ dedim. Renklerle süslü buluta dönüşen is önde ben arkada yol aldık, Merasi sokaklarında. Ben tüm dikkatimi ruha vermiş yürürken çarşı gezen dilberlerin hayran bakışlarını da yanımda götürüyordum. Niyeti pis bir adam olaydım muhtemelen bu dilber kısmının çoğu bu bedene tanış olurdu. Gülümsemem bakışlar karşısında yüzüme yayılınca ruh kırmızı rengi koluma değdirip ‘’Rabbim kısmetini açık bırakmış, beyim. İçeri sızmak isteyen isteyene… Kadının yok mudur?’’ İçten bir kahkaha attım başımı öne eğip. ‘’Yoktur, Harib. Nasip kimse, gönül kimi çekerse o! Benim gönlüm daha çekemedi.’’ Bir anda alnımda boncuk boncuk ter damlaları birikti. Sevmiştim bu ruhu. O da beni. Acısı dinmiş huzuru yerine gelmişti. Sıcağından ve gökkuşağına varan renklerinden anlayabiliyordum. Dar sokaklardan geçip kâh konuşup kâh susarak derme çatma kerpiç bir evin önünde durduk. Harib bir anda yeniden griye çalmaya beni üşütmeye başladı. Sıkıntısı artmıştı. Evin yanında çamaşır düzen, çökmüş süzgün bir kadın durmaktaydı. Teni bu beldenin sıcağına hiç uymayan bir beyazlıkla boyanmıştı. Bakımsızlığı, çektikleri ellerinden, yüzünden okunuyordu. Beyaz yaşmağı başının üstünden bir miktar kaymış, teni kadar beyaz saçlarını gözler önüne sermişti. Hiç kımıldamadan öylece bu hayatın dövmekten beter ettiği kadını seyrettim. Harib fısıldarcasına konuştu. ‘’Beyim, bu benim hatunum. Öyle güzeldi ki bir zamanlar. Yüzüne bakmaya kıyamazdım. Daha on beşinde bir tazeydi ben onu ilk gördüğümde. Camlarında bekledim onu alana dek. Yüzünü bir kez görem diye kapılarında yattım. Aldım. Eşim yaptım onu. O da bana hizmette, sevgide kusur etmedi. Bir de erkek evlat verdi. Gerçi kızı da bir eri de bir ya.’’ Ağlamaklı 174


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

sesi giderek yürek burkan bir sızlanmaya dönüştü. İs bir dağılıp bir toparlandı yanımda. Devam etti sözlerine. “Birde şimdi bak. Belini bükmüş dert, tasa, yalnızlık… O tüccar da tuz biber ekmiş üstüne. İşte görürsün hali budur. Saçlarını ben değil, benden sonra onu dertlere salanlar beyazlattı!” Harib’in hali içimi yakmıştı. Yapabilsem omzuna dokunup teselli ederdim ama dokunulmazdı göçüp gidene. Onun yerine hatuna bakıp “Tasalanma! Dedim ya sana, bulunur bir hal çaresi.’’ diyebildim. İçimden geçen ürperti arttı birden. “Harib, hatununun adı nedir?’’ Harib bir anda durgunlaştı. Ruhlar dünya isimlerini hatırlamakta zorlanırlardı. Bilirdim. Bekledim. Kekeleyerek “Gülçehre!” dedi ve hıçkırıklara boğuldu. Nefesim sıklaşmıştı iyiden iyiye. ‘’Bak, Harib sana yardım edeceğim. Lakin daha fazla bu âlemde kalamazsın. Zayıf düşecek, yok olup gideceksin biraz daha kalırsan. Haydi, git âlemine. Işığına dön, ya ruh!’’ Harib sözüm üzere akıp gitti toprağa. Durduğum yerden son kez kadını süzdüm. Gülçehre, yüzü yerde kalan çehre… Sakin adımlarla bahçeye girdim. Kadın önce elindeki çarşafı sepetinin içine bıraktı sonra ürkek hareketlerle bana doğru döndü. Birden fark ettim ki Gülçehre’nin beyazlığı dertten ziyade üzerine yapılan kara büyüdendi. Aslını bir ben görebiliyordum tabi, çok güzeldi. İçimin kadına ısınmasına engel olamadım birden. Başımı yere eğip kendime bile şaşırarak bana korkuyla bakan kadına seslendim. ‘’Korkma hatun, ben sana zarar vermeye gelmedim. Dinlemeye vaktin var ise sana bir diyeceğim vardır.’’ Gülçehre çekinerek başındaki örtüyü düzeltti. Sesi yorgun, bitkindi. ‘’Kimsin? Beni nereden bilirsin? Kocam yoktur. Oğlum da evde değil şimdi. Ne diyeceksen bekle eve bir er girsin öyle de.’’ İçimde kımıldanan kalbimi görmezden gelip bu ıssız sesin tınısını ruhuma kazıdım. Harib’in helaline hele hele bir de sadakat yemini etmiş bir hatuna iç geçirmek… Fısıldadım kendi kendime “Rabbim içime akanı istememem için bana yardım et!’’ başımı tekrar yere eğip, boğazımı temizledim. “Bak hatun, bilirim eşin göçüp gitmiştir. Bir oğlun var adı Alaaddin. Onun da başı derttedir. Ben size yardım etmeye geldim. Eski bir tanıdığımdır senin eşin. Daha doğrusu ben ondan mal alırdım bir zamanlar. Sordum soruşturdum. Dediler ki buralara atmış yol sizi.’’ Gülçehre öylece durup beni süzdü. Bakışlarında şüphe vardı. Nasıl olmasındı, onca dertten sonra. Erkek kısmı iştahı kabardı mı canavardan beter oluyordu. Çamaşır sepetini eline alıp ‘’Ben kocamın alıcılarının çoğunu tanırdım. Gerçi aradan yıllar geçti ama siz gibisini hiç hatırlamadım. Dediğin doğru olsa bile nasıl yardım edeceksin ki bize? Dilenci değiliz beyim paran kesende kalsın!’’ Kadın bunları söyledikten sonra derme çatma kerpiç eve doğru yöneldi. Yaptığım işin en zorlu kısmı gelip dayanmıştı kapıma işte. Bu kez ona gerçekten ne yaptığımı da söylemeye gönlüm yoktu üstelik. Mecburen yalan düzecektim. ‘’Rabb’im affet!’’ deyip arkasından adımladım bahçeyi. Tam kapı yüzme çarpacağı anda elimle destekledim tahta kapıyı. ‘’Dur hatun ne sen dilencisin ne de ben para verip vicdanı rahatlatmaya çalışan o gafillerdenim. Hele bir adamca dinle beni. Yine istemezsen çeker giderim. Bir daha gelmem kapına.’’ Benim aceleyle neredeyse bağırarak söylediğim sözler işe yaramıştı. Kapı önce durdu elimin altında. Yavaşça elimden ayrılıp eşiğine dayandı sonunda. Gülçehre’nin koyu yeşil gözleri bana dikildi cesaretle. ‘’Derdini demeye vaktin az. 175


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

O da çoktan başladı. Konuş!’’ ufacık bir kadındı kim baksa. Hele şu an ona yapılanla ninemden birkaç yaş küçüktür en fazla derdiniz. Lakin o gözler yok mu, orduyu devirirdi evvel Allah! ‘’Hatun, oğlunun başı yaptığı iş yüzünden kendi açamayacağı kadar sıkı bir şekilde bağlanmış. Doğru mudur?’’ Gülçehre soruma başıyla onay verince devam ettim. ‘’Ben ondan bu belayı savuşturabilirim. Senden beklentim yoktur. Bildiğim birkaç ilim var. Ben sadece vefa borcu ödeme derdindeyim. Senden tek istediğim biliyorsan oğlunun yerini söylemen. Ve yapabilirsen bana güvenmendir.’’ Sözümün sonunda sıkışan ciğerlerim havadan yardım alarak kendilerine içerde yer açarken ben, gözleri gözlerimde bu güzelliğin bana destur vermesini bekliyordum. Kadın gururla çenesini dikleştirip beni süzdü. ‘’Sen kocamın ahbabı olacak kadar yaşa sahip değilsin. Neden sana güveneyim ki?’’ Artık sinirlenmeye başlamıştım. Kadına aramızda birkaç santim kalana dek yanaşıp başımı gözlerini tam olarak görecek kadar eğdim ve dişlerim arasından tısladım. ‘’Sen de kocana eş olacak kadar geçkin değilsin lakin hem ona eş olmuş hem de gömmüşsün. Şimdi derdim başkaca bir şey olsaydı çoktan yapmıştım. Ya bana güven ya da çekip gideyim! Karar senin kadın!’’ Benim çıkışımla sinip yatışacağını düşündüğüm hatun daha da yakınıma gelip tarçın kokusunu içime doldurdu. Dişlerinin arasından tıslama kabiliyetinin bir tek bende olmadığını anladım o anda. ‘’Sen ya körsün ya da berduş. Şu yüzüme bak hele. Şu kar düşmüş saçlarıma. Bu kadar kör olup da bize nasıl el uzatacaksın onu bilemedim şimdi?’’ Sinirden gözüm dönmeye yüz tutmuştu. Elimle kapının eşiğine yapışıp konuştum. ‘’Bak, hatun senin aynada ne gördüğünle değil derdim. Ben senin gerçek halini görüyorum şu anda. Tıpkı oğlun gibi senin de başın, sana yapılan büyü ile derttedir. Aynada gördüğünün de sebebi budur!’’ Gülçehre’nin yüz ifadesi anında değişmişti sözüm üzerine. Öfkenin yerini hüzün almıştı. Bundan cesaret alarak sözüme devam ettim. ‘’Beni tepeleme hevesindeysen eğer yol ver sözümü bitireyim.’’ Başını sallayıp kapıyı açtı Gülçehre, bende o kapıdan ilk kez bu kadar kararsız bir halde içeri girdim. Girdim içeri girmesine de kapılar vardır insanı feraha, kapılar vardır insanı dara çıkarır. Benim kapım beni dalavereci bir büyücü olarak anılmaya ve binbir gece anlatılan o masalın kötüsü yapmaya çıkarmıştı. Bir de olmayacak bir sevdaya… Gülçehre derdini bir de kendi ağzından anlattı. Harib’ten çok farklı değildi sözleri lakin tasa gidene başka, kalana başkaydı işte. Oğlunu nerede bulacağımı söyledi sonrasında. Kapının eşiğine yürürken durdurdu beni “ Beyim, beni bunca dinledin. Yüküme ortak oldun. Sana sorsam acep adını bahşeder miydin bana?” kapının eşiğinde tatminkâr bir gülüşle kalakaldım. Arkamı dönmeden söyledim sözümü lakin o gözlere bir kez daha baksam, nefsim tüm yollarımı tıkayabilirdi. “Sana adımı söylerim Gülçehre kadın ama önce sana söz verdiğimi yerine getireyim. İşte o vakit adımdan daha fazlasını söylerim sana!” Hırsızlar hanı, Alaaddin’i bulduğum yer tabi ki orasıydı. Kötü insanlar vardı hayatta, onlar ne yaparlarsa yapsınlar, kanlarında olan karanlık olduğu için sapmazlardı yollarından. Lakin Alaaddin kanında olmayanı oldurmak istediği için 176


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

yolunu sapıtmıştı. Bir köşeye çekilmiş günün bu saatinde demlenmenin yaptıklarını ve yapacaklarını unutturmasını umuyordu belli ki. Handan içeri girdiğim andan itibaren tüm gözler bana çevrildi. Onlardan olmadığımı anlamaları zor olmamıştı. Kötü olan olmayan, ölen ölmeyen her ruh bana bakıyordu. Yutkunarak geçtim aralarından. Alaaddin’in olduğu masaya doğru ilerledim. Destur beklemeden oturdum karşısına. Zaten destur verecek halde değildi! Söze giriştim. “Adın Alaaddin! Ananı korumak için girdiğin yoldan sapmış, sonunda kendini kurtaramayacağın bir kuyuya atmışsın, doğru mudur?” Genç adam gövdesinin üzerinde zoraki tuttuğu başını kaldırıp hülyalı gözleriyle beni süzdü. Dilinin dolaşmasını aldırmayan kibri konuşuyordu. “Sen kimsin be adam? Benim anamdan ya da kuyumdan sana ne? Senin gibileri buralarda çerez diye yerler kız güzeli! Aklın varsa hemen git!” Kibirin her haline alışıktım lakin hem kibirli hem beyinsiz olan kula tahammülüm pek yoktu. Kadehe sabitlediği elini tutup, beynine kan gidene kadar sıktıktan sonra dişlerimin arasından söktüm cümlelerimi. “Bak beyinden yoksun genç! Benim kim olduğum değil, senin beni nasıl gördüğün kurtaracak seni. Bu sebeptendir ki beynini bulandıran bu sıvıdan kurtul. Ayıl ve benimle gel! Çaren bende…” Moraran elini kadehin üzerinde bırakarak çıktım handan. Arkamdan duvarlara çarpa çarpa geldiğini hissedebiliyordum. Pazarın içinden geçip, kendi evimin avlusuna gelene dek durmadım. Genç hırsız ne yaptığından çok da emin olmadan takip ediyordu beni. Lakin kendinizi kaybetmişseniz ihtiyaç duyduğunuz tek şey bir haritadır. Ve o haritanın sizi nereye götürdüğü çokta önemli değildir o sırada. Ne kadar kaybolmuşsanız o kadar güvenirsiniz o belirsiz haritaya. Takip etmek o denli kolaylaşır kayıp büyüdükçe. O da öyle yaptı! Beni hiçbir tehlikeyi umursamadan takip etti. Büyük ahşap kapıdan içeri adımımı attım. Durakladım. Avlumdaki çeşmenin başına oturup ellerimi kavuşturdum. Alaaddin yalpalayarak yanıma geldi. Gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. Ani bir hareketle başını elimin arasına alıp suya daldırdım. Çırpınışlarına aldırmayarak tekrar tekrar yaptım bunu. Sonra elimi boynuna götürüp tısladım. “Ben kız güzeli olabilirim genç hırsız. Ama işte sana ilk dersim, asla görünene aldanma. Güç görüntüde değil içte yatar! Şimdi ayıldığına göre konuşabiliriz.” Boynuna kilitlediğim elimi gevşetip çuval misali savurdum biçareyi. Arkamı dönüp devam ettim. “Elini yıka. Yüzünü zaten ben yıkadım. Karnına üç beş lokma bir şey gitsin ki yola çıkan dimağın geri dönsün. Sonra seninle işimiz var!” Alaaddin hazırladığım azığı kıtlıktan cıkmışçasına yedi. O an için gözleri pek bir şey görmüyormuş gibiydi. Ne onu perişan eden adamı ne de çıktığı yanlış yolu. Yüzüne baktığımda nereye gittiğini bilmeyen bir genç görüyordum lakin onun ötesinde derisini kaplayan ve içine zuhur etmiş bir karanlık vardı. Kara büyü! Ona bunu yapan sağlam bir ilim almıştı. Büyü öylesine çevrelemiş, öylesine sarmıştı ki biçareyi ona söyleneni yapmadan kurtulamazdı. Nefessiz yediği yemekten başını kaldırıp bana baktı derin derin Alaaddin.”Benden ne istiyorsun yabancı? İşim zaten başımdan aşmış sana el atamam şu anda haberin olsun.” Bakışlarına karşılık vermeden elimdeki taşı çevirerek bir süre düşündüm. Gülümsedim yarım ağız.

177


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Bak delikanlı sen bana istesen de el atamazsın. Ben, sana el atacağım ki düştüğün bu derin ve karanlık kuyudan çıkasın. Sözümü sağlam belle, düştüğün iş senin boyunu aşar. O azıcık aklını başına devşir ve anla! Ben senin canını sana geri veren olmaya geldim.” Alaaddin sözlerimi ağzında yutamadığı lokmasıyla dinledi. Sessizliği çaresizliğinden geliyordu. “Sen bana nasıl yardım edeceksin ki daha derdimin büyüklüğünü bile bilmezsin.” Tasımda kalan son yudum suyumu da içtim. ” Adını da nereden gelip nereye gittiğini de bilirim. Bulman gereken tılsımlı bir lamba var. Bu lamba senin sandığından daha büyük bir güce sahip… İlmini kötülüğe kullanan maharetli bir büyücü var. Zayıfını buldu, seni büyüledi ve lambayı bulmaya zorluyor seni. Buraya kadar var mı bir eksiğim?” Biçare başını salladı, fakirin sessiz yakınmasıydı bu baş hareketi. “Güzel, o vakit o lambayı bulmana ve o iblisten kurtulmana yardım edecek olan duruyor karşında. Şimdi biraz soluklan. Düşün. Bana cevabını gün ışıyınca verirsin. Yatağın hazır. Sana yerini gösterirler. Rabb’im rahatlık versin.” Yanından kalkıp odama seğirttim arkama bile bakmadan. Biliyordum, isteyecekti yardımımı hem de sebep bile sormadan. Fakat benim aklım sormaya başlamıştı bu koca karanlığın sebebini. Haris’ten miydi yoksa çocuktan mı? Bütün gece dönüp durdum döşeğimde. Sabah ezanını duyana kadar bu böylece devam etti. İbadetimi yerine getirip kafamı kaldırdığımda önümde karanlık rengiyle duruyordu Alaaddin. Doğrulup tam gözleri gözlerime değecek şekilde durdum karşısında. Yumruk yaptığı ellerini ve içinde biriken kini sezinledim. Konuştu. “Yola çıkalım derviş. Bana yardım edeceğini söylemiştin ya vakit bu vakittir.” Derin bir nefes alıp kaftanımı giyindim. Arkama son kez bakıp odadan çıktım. Genç adamı ve karanlığını takip ederek düştüm yola. Gittiğimin yol olmadığını bile bile… Havada asılı kalan su yere düştü derin bir sesle. Şehrazad irkildi. Gözlerini hayal kırıklığıyla yere düşürdü güzel kadın. “Ama devamı yok mu?” Derviş kaftanını giyindi. Balkona doğru yöneldi. Kollarını iki yana açıp gülümsedi Şehrazad’a. “Var, sultanım lakin bu gecelik bu kadar. Yarın tekrar geleceğim.” Başını yukarıya gökyüzüne kaldırdı derviş ve tam da o anda yeşil parlak bir ışıkla yok oldu kaşla göz arasında. Balkona doğru koşan Şehrazad ondan geriye kalan bir şey aradı. Fakat gördüğü tek şey, yıldızlardı gökyüzünden ona bakan. Çaresiz yarın geceyi beklemeye koyuldu.

_____

178


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ HÜZÜNLÜ SAVAŞÇI dekadans | Mert Bitmez İLHAM ALINAN ESER: YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

Haladgir taht salonuna açılan koridorun gölgeleri arasında sessizce bekliyordu. Küçük hobbit yeminini bitirmiş ve Lord Denethor’a bağlılığını bildirmişti. “Zavallı küçük adam…” diye düşündü Haladgir. “Ne üstüne yemin ettiği konusunda hiçbir fikri yok.” Gölgelerin arasında bir yaprağı bile kıskandıracak sessizlikte hareket ederek kapıya iyice yaklaştı. Denethor’un sofraya oturuşunu ve hizmetkârların son tabakları da masaya bırakışını seyretti. “Surların dışındaki savunma hatlarımızı bu kadar kolay terk etmememiz gerektiğini düşünüyorum.” dedi Denethor. “Ağabeyin o savunma hattını ele geçirmek için canını tehlikeye atmıştı.” “Ne yapmamı istersiniz Lordum.” dedi Faramir her zamanki ağırbaşlılığıyla. Lord Denethor’un imasını anlamış olmalıydı ki sesi titremişti. İmayı Haladgir de gayet iyi anlamıştı. “Osgiliath’ın canı cehenneme.” dedi içinden ve daha iyi duymak için girişe biraz daha yaklaştı. “Osgiliath geri alınmalı.” dedi Denethor. Tabağını sofradaki zengin yiyeceklerle doldurmaya devam etti. Surların içinde halk açlıktan kırılırken, kendisi karnını tok tutma konusunda fazlasıyla bonkördü. “Osgiliath işgal altında Lordum.” dedi Faramir, babasına karşı çıkarak. Haladgir bulunduğu noktadan Faramir’in sadece sırtını görebiliyordu. Ama sesindeki umutsuzluktan, yüzünün nasıl göründüğünü tahmin edebiliyordu. “Savaşlarda gerekirse büyük riskler alınmalıdır.” Denethor duygusuz bir ifadeyle söylemişti bunu. Tatlı domateslerin fazlalıklarını ayıklayarak tabağına bıraktı. “Lordunun isteklerini yerine getirebilecek bir komutan kalmadı mı bu yerde?” diye iğneleyici bir tonda sordu Faramir’e. Bir süre sessizlik oldu.

179


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Yerlerimizin değişmesini isterdiniz değil mi?” diye sordu Faramir. “Ağabeyimin hayatta olmasını, yerine benim ölmemi isterdiniz.” Haladgir saklandığı yerde yumruklarını ve dişlerini sıktı. Lanetli krallığın deli vekilharcı yine her şeyi berbat etmişti. Faramir’in sorusuna vereceği cevabı, Haladgir çok iyi biliyordu. “Ahmak!” diye geçirdi içinden. Lord Denethor onu yanıltmadı. “Evet… İsterdim.” dedi ve şarabından büyük bir yudum aldı. Kendi öz oğluna karşı nasıl böyle duygusuz olabildiğini Haladgir’in aklı bir türlü almıyordu. Faramir’in yüzünü göremese de gözlerinin dolduğunu anlayabiliyordu. “Boromir aramızda olmadığına göre, onun yerine elimden geleni yapacağım.” derken sesi titriyordu. Eğilerek selam verdikten sonra, lordunun huzurundan ayrılmak üzere arkasını döndü. Ağır adımlarla ilerlerken tekrar dönerek bir zamanlar onu seven babasına baktı. “Eğer oradan canlı olarak dönersem, umarım benim hakkımda daha iyi düşünürsünüz… Baba.” dedi Faramir ve koridora yöneldi. “Bu, zaferle dönüp dönmemene bağlı.” Haladgir, Lord Denethor’un bu son sözleri karşısında yüzünü ekşitti. Kafasını çevirip yere tükürdü ve bulunduğu yere doğru yürüyen Faramir’i karşılamak üzere aydınlığa çıktı. “Komutanım!” dedi ve başıyla selam verdi. Faramir başını öne eğmişti ve Haladgir’in yüzüne bile bakmadı. “Haladgir… Bizi mi dinliyordun?” diye sordu yürümeye devam ederken. Haladgir bir adım arkasından onu takip etmeye başladı. “İstemeden kulak misafiri oldum komutanım.” Yürürken bacağına çarpmasın diye bir eli kılıcının kabzasında duruyordu. “Gerçekten de Osgiliath’a saldıracak mıyız?” Faramir aniden durunca Haladgir şaşırdı ve komutanının önünde kaldı. Dönüp bu bilge savaşçıyla yüzleşti. Faramir’in gözleri kızarmıştı ve her zaman düşünceli olan yüzü şimdi eskisine kıyasla daha da düşünceli vaziyetteydi. Elmacık kemikleri, yüzüne dökülen güneş rengi saçlarının yarattığı gölgelerle gizlenmişti. Çattığı kaşları öfke değil, çaresizlik ifadesi taşıyordu. “Lordumuzun emrettiği gibi olacak.” dedi Faramir. “Her zaman olduğu gibi.” “Bunun intihar olduğunu ikimiz de çok iyi biliyoruz Faramir.” dedi Haladgir. Faramir gözlerini yerden kaldırarak Haladgir’e baktı. “Bunu sana bir askerin olarak değil, bir dostun olarak söylüyorum. Eğer Osgiliath’a elimizi kolumuzu sallayarak

180


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

gidebileceğimizi düşünüyorsa, Lord Denethor gerçekten de keçileri kaçırmış demektir.” Faramir bir süre arkadaşının gözlerine baktıktan sonra koridorun sağındaki geniş pencereye yöneldi. Kollarını pervaza dayayarak sabah güneşinin yüzüne akmasına izin verdi. “Gelmek zorunda değilsin, Haladgir. Bu senin değil, benim savaşım.” dedi Faramir. “Saçmalık! O çarpık yaratıklara karşı yapılan her savaş, benim de savaşım.” Faramir’in yanına gelerek elini omzuna koydu. “Ama bu bir savaş olmayacak. Oraya idam edilmeye gönderiliyorsun.” Faramir dışarıyı seyretmeye devam etti. “Benim kastettiğim savaş o değil. Abimin gölgesiyle savaşıyorum.” Acı acı başını salladı. Kum rengi gözlerinden akan bir damla yaş, dudağının üstündeki ince bıyığına karıştı. “Artık onun emirlerine kulak vermek zorunda değilsin. O sadece Gondor’un vekilharcı ve gerçek kral geri dönmek üzere.” Haladgir’in bu sözleri üzerine Faramir sertçe başını çevirdi. “O benim babam, Haladgir!” Bağırdığını fark ederek utanan Faramir, tekrar dışarıya baktı. “Gondor’un gerçek kralları asırlar önce öldü. Aragorn denilen adam belki kralın soyundan geliyor olabilir, ama bu hiçbir şeyi değiştirmez. Burada sadece biz varız. Ben etrafta kral falan görmüyorum.” Sesinde hiç hiddet yoktu. Sadece çaresizlik ve ümitsizlik vardı. Haladgir başını eğerek, elini Faramir’in omzundan çekti. “Emirleriniz nedir komutanım?” diye sordu. “Osgiliath geri alınacak. Eski garnizondan geriye kalan tüm askerleri bir araya topla. Atlar hazırlansın.” Pencerenin önünden çekilerek güneşe yol verdi. Ortak salona doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladı. “Gondor’un şanına yakışır bir saldırı gerçekleştireceğiz. Atalarımız bizimle gurur duyacak.” Kapıya iyice yaklaştığında kendi kendine fısıldadı. “Umarım babam da gurur duyacak…” Tam kapıdan geçmek üzereyken karşısına beyaz sakallı ve cüppeli dev gibi bir adam çıktı. Elinde tuttuğu uzun asa ile kenara çekilerek Faramir’e yol verdi. Kendisine selam bile vermeden geçen savaşçının arkasından kısa bir süre baktıktan sonra, koridorun ortasında bekleyen Haladgir ile göz göze geldi. Tam o esnada cübbesinin kolundan düşen, küreye benzeyen bir cismi büyük bir panikle havada yakaladı. “Ucuz atlattık!” diyerek anında alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi. “Faramir’in yüzündeki ifadeyi hiç sevmedim. Neler oluyor?” diye sordu ak büyücü.

181


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Mithrandir…” Haladgir saygıyla başını eğerek büyücüyü selamladı. “Lord Denethor bizi ölüme gönderiyor. Bu saçmalığa ancak sen bir son verebilirsin.” Büyücü beyaz kaşlarını öyle bir çattı ki, ikisi bir araya gelip alnının ortasında uzun bir köprü oluşturdular. “Sakın bana Osgiliath’a saldırı emri verdiğini söyleme, Haladgir!” Haladgir büyücünün sözlerine karşılık başını olumlu bir biçimde sallayınca, dev vücut öfkeyle kasıldı. “Bu krallıkta aklıselim hiç kimse kalmadı mı ha?” diyen büyücü Haladgir’i asasıyla kenara iterek taht odasına doğru yürümeye başladı. Haladgir, büyücünün lordu ikna edebilmesi için sessiz bir dua mırıldandı. *** Büyücü, taht salonuna girer girmez önce hobbiti gördü. Yemek masasında sinir bozucu bir gülümsemeyle oturan Denethor’un hemen yanında ayakta bekliyordu. “Pippin! Dışarı!” Hobbit hiç tereddüt etmeden küçük adımlarıyla çıkışa yöneldi. Büyücünün yüzündeki öfkeyi görünce panikleyerek koşmaya başladı. Ayakları birbirine dolanınca tökezlese de, hızlıca salondan ayrılmayı başardı. “Vekilharç Denethor! Derhal bu saçmalığa bir son vereceksin!” Büyücünün sesi her kelimede daha gür çıkıyor, gövdesi uzayarak tüm salonu kaplayacakmış gibi oluyordu. Salon her vurguda daha da karanlık hale geliyor, sanki salondaki tüm ışık korkarak kuytu köşelere saklanıyordu. Denethor’un yüzündeki gülümseme solsa da sakince oturmaya devam ediyordu. “Ak Gandalf… Ben de durduk yere neden midemin ekşidiğini merak ediyordum.” Denethor sandalyesinden kalkarak sakince tahta yöneldi. Gandalf normal görünümüne dönerken yüzündeki öfke yerini şaşkınlığa bıraktı. Salon tekrar aydınlandı. Çabuk toparlanan Gandalf tahtın karşısına doğru yürüyerek, henüz oturmuş olan Denethor’un önünde dimdik durdu. “Midenin ekşimesi, oğlun ölüme giderken umursamazca yediğin bir masa dolusu yemekten olabilir mi?” diye sordu imalı bir şekilde. “Osgiliath geri alınmalı. Burada hiçbir şey yapmadan bekleyemeyiz. Rohan bizi yüz üstü bırakmışken olmaz.” Denethor elini aynı umursamazlıkla sallayarak Gandalf’a bakmaya devam etti. “Oğlan, Boromir’in emeklerini daha önce 1 kez heba etti. Kendisini affettirmeli.” “O senin oğlun!” derken Gandalf’ın sesi titredi. Denethor’un rahatlığı ona çok mantıksız geliyordu.

182


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Benim oğlum öldü, Ak Gandalf!” Denethor tahtından öfkeyle doğruldu. Bağırışı yüzünden salondaki yanmayan şamdanlar titredi ve masadaki boş tabaklar sallandı. Gandalf etrafına bakarken şaşkınlığı iyice artmıştı. “Benim oğlum senin ve sana eşlik eden küçük, değersiz hobbitlerin yüzünden öldü!” Denethor sakinleşerek tahtına geri oturdu. Karşısında ağzı açık duran Gandalf’a tiksintiyle karışık bir ifadeyle bakıyordu. Konuşurken alt dudağı titriyordu. “Oğlumu artık hiçbir şey geri getiremez. En azından ona ait olan topraklar geri alınmalı.” “Sen delirmişsin! Bir avuç adamla Osgiliath’ı geri alamazsın. Karşında nasıl bir ordu olduğunu bilmiyor musun?” Gandalf çaresizce tahta yaklaştı. Denethor güçsüz kollarıyla tahtın yanında yaslı duran kılıcına uzandı. “Daha fazla yaklaşma pis büyücü! Elbette karşımda nasıl bir ordu olduğunu biliyorum. Sen uzun kulaklı elflerin yanında keyif sürerken, ben her gün karşımda büyüyen o korkunç kaleyi ve üzerindeki karanlığı izledim.” Kılıç artık elindeydi ve tekrar ayağa kalkarak Gandalf’ın karşısına yürüdü. “Göz, her geçen gün daha güçlendi. Etrafa yaydığı o habis güç ve çürümüşlük kokusu günden güne daha da arttı. Mordor bizi içten içe yiyip bitirirken sen neredeydin? Elf dostların neredeydi? Gerçek kral dediğin o kolcu neredeydi, Ak Gandalf?” Gandalf ile Denethor’un arasında artık sadece lordun elindeki kılıç duruyordu. Gandalf sakin kalmaya çalışarak önce kılıca sonra Denethor’a baktı. “Bana büyüklük taslama Ak Gandalf. Ben dünyanın geri kalanıyla ölümün arasında hüküm sürüyorum. Hatırlayabildiğimden daha uzun zamandır, her sabah ölümle burun buruna uykudan uyanıyorum.” Kılıcı zorlukla kaldıran Denethor, ucunu Gandalf’ın göğsüne dayadı. “Osgiliath geri alınacak. Son sözümü söyledim!” Gandalf Denethor’un deli gözlerine son kez baktıktan sonra içini çekerek arkasını döndü. Bu adamı kararından döndürmenin bir yolu yoktu. Faramir’i bulması ve gitmemeye ikna etmesi gerektiğini biliyordu. En azından mantığın sesine kulak vermesini diliyordu. *** Asker kışlasındaki ölüm sessizliği dakikalar boyunca sürdü. Umutsuz gözler, ifadesiz bakışlar taşıdılar. Her ne zaman iki çift göz birbiriyle karşılaşsa, utanç içinde başka yönlere çevrildiler. Herkes korkuyordu. Korkmaktan utanıyor, ama bu habis duyguyu önleyemiyorlardı. Korku onların ruhunu yavaş yavaş kemiriyor ve bedenleri içi boş bir tabuta dönüşüyordu. Haladgir kılıcını bilemeye başladığında çıkan iç gıcıklayıcı ses, bazı askerlerin irkilmesine sebep oldu. Önce kılıca ve bileyi taşına, ardından Haladgir’e baktılar.

183


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Ölmekten mi korkuyorsunuz?” diye sordu Haladgir. Bu kez tüm başlar yerden kalktı ve tüm gözler onunkilerle buluştu. “Hayır Osgiliath Şampiyonu. Acı çekmekten korkuyoruz.” dedi Morender isimli asker. Haladgir’e halk arasında bilinen unvanıyla hitap ederek saygısını gösterdi. Savaşçı, bu unvanı orc istilası esnasında Osgiliath Köprüsü’nü yıkarak kuleyi koruduğu için almıştı. Morender, kömür rengi uzun saçlarını tam tepeden ikiye ayırarak taramıştı. Dar ama güçlü omuzları, bu kez çökmüş görünüyordu. Bir süre Haladgir’i izledikten sonra tekrar boşluğa bakmaya başladı. “Acı, hala canlı olduğunuzu hatırlatır. Hala karşı koyabilecek ve savaşabilecek durumda olduğunuzu gösterir.” diyen Haladgir adamların yüzlerine tek tek baktı. “Acı çekmekten korkmayın. Eğer canınız yanıyorsa bu, başkalarını acıdan koruyabilecek gücünüz olduğu anlamına gelir.” Adamlardan bazıları hemen duruşlarını dikleştirdiler. Haladgir’in sözleri, onları kendine getirmiş gibiydi. Bazılarıysa hala sanki kalplerinin üzerinde bir el varmış ve tüm gücüyle sıkıyormuş gibi yüzlerini ekşitiyorlardı. Faramir’in içeri girişiyle herkes ayağa kalkarak komutanlarını selamladı. Faramir askerlerin yüzlerini tek tek incelerken çok sakin görünüyordu. Sanki tüm hırslarından, duygularından arınmış gibiydi. Tam arkasında bulunan kapıdan giren öğlen güneşi, omuzlarında bir inci gibi parlayan ışık huzmeleri yaratıyordu. “Osgiliath…” dedi ve askerlerin arasında yürümeye başladı. “İnsan krallıklarının en yüce başkentiydi bir zamanlar. İlim ve sanatın kalbi o mızrak gibi iki kulenin kanatlarının altında atardı. Cüce kralları bile Osgiliath şehrine hayranlardı.” Bir an duraksayarak kafasını yere çevirdi. Eliyle çenesini kavrayarak, düşünceli bir ifadeyle kışlanın taşlarını inceledi. “O ilim ve sanat yuvası, insanlık tarihinin en güzel anılarının mimarı şimdi işgal altında. Lekelendi…” Kafasını kaldırıp askerlerine baktı. Hepsi dimdik duruyor ve dikkatle komutanlarını dinliyorlardı. Faramir ellerini arkasında birleştirerek tam adamlarının karşısında durdu. “Ama bu hiç önemli değil. İnsanlar yeryüzünde hüküm sürmediği sürece, bir daha ne ilim ne de sanat olacak. Kaybedilmiş her şey geri kazanılabilir. Ama tamamen yok olmuş hiçbir şeyi geri getiremezsiniz.” “Belki Osgiliath’ı geri alıp mirasımızı kurtaramayabiliriz. Ama o lanetlenmiş yaratıklara çekiç gibi bir darbe indirebilir ve insanlığa biraz daha umut getirebiliriz.” Haladgir Faramir’in gözlerinin içine baktı. Tıpkı oradaki diğer askerler gibi, o gözlerdeki samimiyeti ve inancı gördü. Ama o, tüm bunların altında bir hayal kırıklığı da gördü.

184


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Bizim için güneş tekrar doğmayabilir. Ama bizim bu mücadelemiz sayesinde, o güneş bir daha hiç batmayabilir. Ölmekten değil, yenilmekten ve acı çekip acı getirmekten korktuğunuzu görebiliyorum.” Askerler Faramir’e şaşkınlıkla baktılar. Sözlerini daha dikkatle dinlemeye başladılar. Komutanlarının, kalplerinden geçeni bu kadar rahat anlayabilmesi onları heyecanlandırmıştı. “Bunlardan korkmayın. Aksini gerçekleştirme ihtimalinizden dolayı kendinizle gurur duyun. Siz Gondor’un cesur savaşçılarısınız ve insanlığın geriye kalan az sayıdaki umutlarından birisiniz. Omuzlarınızı asla düşürmeyin, korkuya asla boyun eğmeyin. İnsanlık için en asil mücadelemizi vermeye gidiyoruz!” Son sözleri askerlerin coşkulu bağırışlarının arasında kayboldu. Faramir kılıcını havaya kaldırıp askerlerini selamladıktan sonra kışlanın kapı önüne çıktı. İçerdeki askerler birbirlerine sarılıp şans dilerlerken, Haladgir Faramir’in yanına geldi. “İyi konuşmaydı. Zırhını giyerken mi hazırladın?” diye sordu Faramir’e. Faramir hüzünlü bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Bu konuşmanın gerçekleri ifade ettiğini umuyorum. İnanmak istiyorum.” diye cevapladı onu Faramir. Dostuna dönerek elini omzuna koydu. “Benim yanımda ölecek misin?” diye sordu. Haladgir de onun hareketini taklit ederek Faramir’e baktı. “Senin yanında savaşacağım.” dedi ve gülümsedi. Birbirlerine sarılıp, sırtlarına vurdular. Askerler kışladan çıkarken atlarına atlayıp son hazırlıklarına başladılar. *** Minas Tirith’in kuleleri, aralarından geçmekte olan 100 atlı için gözyaşı döktüler ve o gözyaşlarının damladığı toprakta bembeyaz sümbüller açtı. Sümbüller neredeyse boy verdikleri gibi boyunlarını büktüler. Hem askerlere saygılarını sundular, hem de onlar için yas tuttular. Ve o beyaz sümbüller, askerler Minas Tirith kapılarına yaklaşırken karardılar. İnsanların da yüzleri karardı ve gözleri gölgelerin arasına saklandı. Çünkü sonbahar yağmuru gibi dökülen gözyaşlarını bu cesur savaşçıların görmesini istemediler. Onların fedakârlığına gölge düşürmediler. Bir kadın elindeki çiçekle atlılardan birine yaklaştı. Beyaz çiçeği askere uzattıktan sonra geri çekildi. Asırlardır çıkılan her seferde, yapılan her taarruz öncesinde, Minas Tirith askerlerinin üstlerine kulelerden çiçek yaprakları atılırdı. Askerler zafere uğurlanır ve yüzlerde gülümsemeler olurdu. Bu defa her şey çok farklıydı. Askerleri ölüme uğurluyorlardı ve en gencinden en yaşlısına kadar herkes bunun farkındaydı. Haladgir, kalabalığın arasından kendine yol açmaya çalışan büyücüyle göz göze geldi. Çok kısa bir süre sonra kuşatma altına gireceğine emin olduğu Minas Tirith’ten 100 askerin ayrılacağını duyunca adam adeta 10 yaş daha yaşlanmıştı. Sakalları bir karış daha uzamıştı. “Merak etme, Mithrandir. Minas Tirith

185


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

dayanacaktır. Bugüne dek çok zor savaşları hasar görmeden atlattı.” demişti Gandalf’a. “Bugüne dek bu kadar zor bir savaş görmedi Haladgir.” diyen Gandalf öfkeyle yanından ayrılmıştı. Gandalf, Faramir’e doğru koştu. Atını durdurmayan Faramir’in yanında yürürken bir yandan da kalabalığın arasında kendine yol açmaya devam ediyordu. “Faramir! Babanın istediği tamamen delilik. Hayatını bu kadar kolay heba etme.” Faramir büyücüye hiç bakmadan at sürmeye devam etti. Boynu bükük Gondor’luların ne hissettiğini o da çok biliyordu. Ölüme at sürdüklerinin farkındaydı. “Sadakatim buraya değilse nereye ait? Bu şehir Numenor’luların şehri. Onun güzelliğini, hatırasını ve bilgeliğini korumak için gerekirse canımı veririm.” Faramir atını tırısa kaldırarak hızlandı. Sözlerini ve Gandalf’ı geride bıraktı. Gandalf koşturmaktan vazgeçerek Faramir’in arkasından seslendi. “Baban seni seviyor, Faramir.” Son cümlesini ise çok kısık bir sesle söyledi. Tam yanından geçmekte olan Haladgir bu sözü gayet net duyabildi. “Her şey sona ermeden önce bunu hatırlayacak.” Ve büyücü o esnada Haladgir’i fark ederek onun yanına doğru koştu. Cübbesinin altına uzanarak küçük cam bir küre çıkardı ve Haladgir’in eline tutuşturdu. “Buna ihtiyacın olacak. Onu korumak için kullan.” dedikten sonra çekilerek kalabalığa karıştı. Haladgir şaşırarak bir süre elindeki küreye baktı. İçinde sanki kalpmiş gibi atan kırmızı ve şekilsiz bir madde vardı. Haladgir ne olduğunu bilmiyordu ve düşünebilecek durumda değildi. Zırhının içinde kalan boynuna asılı keseye koyduktan sonra Faramir’in sırtını seyretmeye devam etti. Minas Tirith kapılarından çıkan atlılar, yanaşık düzene geçerek atlarını eşkin yürüyüşe geçirdiler. Haladgir göremiyor olsa da, Osgiliath’ı istila eden yaratıkların sinsice sırıttıklarını ve silahlarına davrandıklarını hissedebiliyordu. Tam yanında bulunan Faramir, taştan oyulmuş gibi sert ve ifadesizdi. Hiçbir komut vermeden atını hızlandırdı. Diğer atlılar da ona uydular. Haladgir, Osgiliath duvarlarının arasında mevzilenen orkları gördüğünde nefesini tuttu. Artık 4 nala gidiyorlardı ve ellerinde yaylarıyla, çirkin suratlı yaratıkların hepsi oklarını atlılara doğrultmuşlardı. Haladgir sessiz bir dua mırıldanarak atının sırtına iyice yaslanıp hızlandı. Bir vızıltı duymasıyla yanında at süren ilk askerin atından düşmesi bir oldu.

186


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Ardından bir sürü asker daha atıyla beraber devrildi. Artık Osgiliath’a çok yaklaşmışlardı. Arkasına bakamıyordu ama sayıca iyice azaldıklarını tahmin edebiliyordu. Orklar kendilerine yaklaşan atları görünce şehrin iç taraflarına doğru kaçmaya başladılar. Sokağa ilk Faramir girdiğinde, Haladgir hemen arkasındaydı. Binaların kenarlarından fırlayan orklar, çarpık kılıçlarını sallayarak üzerlerine atıldılar. Haladgir sakince ilk orku ikiye böldükten sonra kılıcını diğer taraftan saldıran ucubeye salladı. Faramir ise önünde sıralanmış orkların üzerine sürdüğü atıyla, etrafı kan gölüne çevirmişti. Haladgir bir an için arkaya bakmaya cesaret etti ve göz ucuyla Minas Tirith’ten çıkan askerlerin hemen hemen yarısının şehre yetişebildiğini fark ederek rahatladı. Tekrar savaşa konsantre olan Haladgir atıyla Faramir’in ardından meydana doğru ilerledi. Meydandaki manzara, hazırlıklı olduklarından çok farklıydı. Binlerce ork sırıtıyor ve kılıçlarını kalkanlarına vuruyordu. Tam önlerinde ise dev kanatlarıyla nazgul ve üzerinde kambur vaziyette oturan binicisi bulunuyordu. Haladgir oturduğu eyerin üzerinde titredi. Faramir ise manzarayı sanki fark etmemiş ya da umursamıyormuş gibi atını kanatlı yaratığa ve binicisine doğru sürdü. Önüne çıkan orkları sanki hiçbir şeymişler gibi kılıcıyla lime lime etti. Haladgir önündeki orklara konsantre olarak nazgul’u aklından çıkarmaya çalıştı. Kanatlı yaratık böğürerek Faramir’e doğru atılınca dikkati dağıldı ve bir ork tarafından atından aşağı çekildi. Bir an için dünyası kararmıştı. Gözleri tekrar görmeye başladığında üstüne zıplayan orku gördü ve kılıcını karnına sapladı. İçinden geçen kılıcı fark eden orkun gözleri irileşti ve kılıçla beraber yana devrildi. Haladgir hemen ayağa kalkarak kılıcını ölü orkun bedeninden kurtardı ve ileri atıldı. Faramir’in atı kanatlı yaratığın ağzından cansız biçimde sallanıyordu. Faramir ise elinde kılıcıyla binicinin karşında dikiliyordu. Angmar’ın cadı kralı, bineğinden inmiş ve Faramir’in meydan okumasını kabul etmişti. Haladgir etrafındaki savaşçıların çaresiz mücadelelerini göz ardı ederek önüne çıkan orkları kesmeye devam etti. Giderek et değil, sanki bir bataklık çamurunu kesmeye çalışıyormuş gibi hissetmeye başlamıştı. Üstü ork kanıyla kaplıydı. Faramir ve cadı kralın kılıçları havada çarpıştı. Arkada bekleyen orklar coşkuyla uluyarak silahlarıyla ritim tutmaya devam ettiler. Faramir korkusuzca ilerliyor ve cadı kralı gerilemeye zorluyordu. Haladgir, Faramir’e arkadan gizlice yaklaşan bir orka tekme atarak yere yıktı. Yerde kıvranan yaratığı kılıcıyla deldikten sonra kendisine saldıran bir diğer orkla çarpıştı ve yuvarlandılar. Ortalık iyice karışmış, Minas Tirith’in askerleri çemberin içine alınmışlardı.

187


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Haladgir, boğazını sıkmakta olan orkun yüzüne okkalı bir yumruk geçirip üzerinden attı. Kılıcını aldığı gibi ayağa kalkarak yaratığın kafasını bedeninden ayırdı. Ve gördüğü manzara karşısında yüreği coşkuyla doldu. Kalkanı kırılmış olan Faramir, üzerinde güneşin parıldadığı zırhıyla dimdik ayakta duruyordu. Cadı kral ise yerde sırt üstü yatıyordu ve kılıcı ortalıkta görünmüyordu. Orklar uluyarak Faramir’e doğru ilerlemeye başladılar. Ve Haladgir, hayatında duyduğu en tüyler ürpertici sesi duydu. Cadı Kral’ın sesini. “Bir nazgul ile avının arasına girmeyin.” Hırıltılı bir sesle söylenmiş bu cümle orkları o kadar korkuttu ki sıralarını bozarak geriye doğru koştular ve öncekinden daha uzakta pozisyon aldılar. Askerlere saldırmakta olan orklar da korkmuş ve gerilemişlerdi. Bir anlık açıklıktan faydalanan askerler tekrar toparlanarak saldırıya geçtiler. Haladgir, savaşçıları takip etmeden bir an önce, cadı kralın doğrulmakta olduğunu gördü. Bineğinin yan tarafında asılı olan dev gürzünü alarak, kendisini korkusuzca bekleyen Faramir’e yönelmişti. Haladgir Faramir için dua ederek önüne çıkan orklara saldırmaya devam etti. Öleceklerini biliyordu. Ama öldürebildikleri kadar ork öldürmeleri gerektiğini de biliyordu. Ve karşılarındaki manzara, ne kadar öldürürlerse öldürsünler yeterli olmayacağını anlatıyordu. Akılsız Denethor’a küfrederek, kendilerine Osgiliath’tan çıkan bir yol açmaya çalışan askerlere katıldı. En öne fırlayarak kılıcını savurmaya devam etti. Faramir’le araları açılmaya başlamıştı. “Faramir! Kaçmamız gerek!” diye bağırdı. Faramir ise cadı kralın bir sağa bir sola savurduğu korkunç gürzünden kaçmaya çalışıyor ve bir yandan da dengede kalmaya gayret gösteriyordu. Hiç oralı değilmiş gibiydi ya da konsantrasyonunu tamamen dövüşe vermiş olmalıydı. Cadı kralı öldürebilse bile, ki bu imkansızdı, oradan kurtulması mümkün olmayacaktı. Askerlere devam etmeleri için cesaretlendirici sözler bağırdıktan sonra geri döndü ve Faramir ile cadı kralın etrafını saran orkların arasına daldı. Kendisini fark etmeyen orklardan bir kaçını anında öldürdü. Orklar çirkin olabilirlerdi ama aptal değildiler. Hemen Haladgir’in etrafını sardılar. Bu sırada Faramir’in kılıcı cadı kralın zırhına gömüldü. Ama Haladgir buna sevinemedi. Çünkü Faramir acı içinde kolunu tutarak kendini yere attı. Yerde kıvranan dostunu gören Haladgir, her şeyin bittiğini anladı. Cadı kral zırhlı ayaklarını yere vurarak Faramir’in başına dikildi. Orklar uluyarak tepinmeye başladılar. Haladgir önündeki son iki orku tek bir hamleyle yere serdikten sonra elini göğsüne daldırdı. Kırmızı küreyi çıkarıp ileri atıldı. “Gondor için!” Ve elindeki küreyi karşısındaki orklara doğru fırlattı. Küre yere çarptığı anda büyük bir gürültüyle ve şiddetle patladı. Cadı kral da dahil etrafında ayakta duran ne varsa havaya uçtu. Kendisi de yere düşerek sersemleyen

188


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Haladgir, göz ucuyla hareketsiz yatan Faramir’i gördü. Hemen kalkarak dostunun yanına koştu. Hiç soru sormadan Faramir’i sırtlayarak koşmaya başladı. Çaresizce debelenen atlarından birini sakinleştirmek için Faramir’i yere indirdiğinde, dostu gözlerini açmıştı. “Haladgir? Ne oldu bana?” Yüzü çok soluk görünüyor ve titriyordu. Haladgir yanıt vermeden atla uğraşmaya devam etti. Birazcık daha sakinleşmiş görünen hayvanı bırakıp Faramir’i yerden kaldırdı. “Lordum. Seni sağa salim Minas Tirith’e götürmeliyiz.” Haladgir, Faramir’i atın yanına getirerek üstüne oturmasına yardım etti. Etrafta hala bir kaos yaşanıyordu. Kürenin patlaması Gondor’lu savaşçıları da afallatmış ve ilerleyişi yavaşlatmıştı. Ama bir açıklık net biçimde görülüyordu. Nihayet Osgiliath’tan bir çıkış vardı. Küre’nin çarptığı yerde ise ayakta hiçbir şey kalmamıştı. Ön saflardaki orkların tamamı ölmüş ve parçalanmış, geride bekleyenler ise yerden yeni yeni kalkıyorlardı. Sadece tek bir vücut haince ayakta bekliyor ve doğruca Faramir’e bakıyordu. Faramir atının üstünde yavaşça dönerek cadı krala baktı. Bir süre bakışlarıyla birbirlerine kenetlendiler. “Babama zafer sözü verdim Haladgir. Osgiliath’ı geri almam gerek.” Güçsüzce atını cadı krala doğru çevirmeye başladı. Haladgir toplanmakta olan orklara ve daralmakta olan çıkışa baktı. Atı sıkıca kavrayarak Faramir’in gözlerinin içine baktı. “Senin yaşaman gerek.” dedi Haladgir. Ve atın sağrısına sert bir şaplak atarak koşmasına neden oldu. At hiç tereddütsüz, Gondor askerlerinin büyük bir çaba göstererek yarattığı o açıklığa yöneldi. Alanı daraltmakta olan orklar ve savaşan askerler, üzerilerine doğru dörtnala gelen atı görünce korkarak çekildiler. “Okları salın.” Cadı kral korkunç sesiyle emri verdi. Yüzlerce ok alandaki askerlerin ve orkların üstüne yağdı. Haladgir vücuduna saplanan oklara bakarken sadece gülümsedi. Bedeni sert toprağa çarparken, oklar iyice derine gömüldü. *** Faramir’in Minas Tirith kapılarına, üzerine saplanmış oklarla gelişinden kısa bir süre sonra Mordor’un orduları kuşatmayı başlattı. Gondor’lu askerler saflarını sıkılaştırıp, yüreklerinde kalan tüm cesareti insanlığı korumak için bir araya topladılar. Surların dibindeki ordudan ilk saldırı gerçekleştiğinde, Minas Tirith duvarlarının üstünden taş değil, daha hafif nesneler geçti ve kalkanlardan sekti.

189


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Bu cisimler, Osgiliath’ı fethetmek için atlarının üzerinde ölüme giden askerlerin kesik başlarıydı. Bir asker korku içinde önünde duran kesik başa baktığında, korkusu silinip gitti. Etrafındaki arkadaşlarıyla birlikte, yerde duran ve cesaret verici bir gülümsemeyle kendilerine bakan başı seyrettiler. Ve hala umut olduğunu hatırladılar.

_____

190


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

HEISENBERG TÜRKİYE’DE Mümin Can İLHAM ALINAN ESER: BREAKING BAD

Ben tehlikede değilim, tehlikenin ta kendisiyim. Walter White

Rüyasında köpeğini görüyordu. Öyle masum bakıyordu ki. Kendi elinde ise bir sopa vardı. Ne zamandan beri elindeydi bilmiyordu. Hava bulanıktı, gece mi gündüz mü anlaşılmıyordu. Dışarıda mıydı yoksa evde miydi? Onu bile bilmiyordu. Sadece elindeki sopadan ve önünde masum şekilde duran köpeğinden haberdardı. Elindeki sopayı kaldırıyordu istemsizce, köpeğin başına indiriyordu, inliyordu köpek acıdan. İçinde müthiş bir nefret vardı. Köpeğe karşı müthiş bir öfke duyuyordu. Neden? Bilemiyordu. Köpeğin kanı dere olmuş dışarı akıyordu. Ama bir türlü de ölmüyordu işte. Sonra içindeki öfkeyi bitiren ve benliğini vicdan azabıyla dolduran son bir inlemeyle ölüverdi köpeği. Ölmüş köpeğine, kan deresine, elindeki sopaya bir bir baktı. Sopa yamulmuştu köpeğe vurmaktan. Sonra öfke tekrar kabardı. Köpek de yeniden canlanmıştı. Ancak hala kanlar akıyordu yamulmuş vücudundan. Sopayı kaldırdı ve tekrar vurmaya başladı. Jesse Pinkman titreyerek uyandı. Nasıl bir kâbustu o öyle? Günlerdir kristal kullanmadığı için mi oluyordu bu kâbus durumları? Ancak kararlıydı. Kristali kullanmayı artık bırakmıştı. Etrafına bakındı ve nerede olduğunu hatırladı. Uçaktaydı, aylar süren kovalamacalar, kimlik değiştirmeler, korkulu bekleyişler sonrasında artık ayrılmıştı ABD’den. Gerçi orayı hala ABD olarak isimlendirmek ne kadar doğruydu, emin değildi. Artık orada askeri bir cehennemin apoletli zebanileri kol geziyordu. Yaklaşık bir yıl önce General Alex Murica, askeri bir müdahaleyle yönetime el koymuştu. Bu öylesine inanılmaz bir şeydi ki, haber sanal âlemde yayılmaya başladığında herkes bunun bir tür internet şakası olduğunu düşünmüştü. Durumun son derece ciddi olduğu anlaşıldığında ise artık olan olmuştu. Alex Murica, Beyaz Saray’ın yeni başkanıydı artık. İlk iş olarak New York’ta patlak veren ente-

191


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

lektüel çevrelerin kışkırttığı isyanı bastırdı. Bu isyan arkasında yüzlerce ölü bırakmıştı. Diğer şehirlerde de ufak tefek isyanlar baş gösteriyordu ama Murica’nın acımasız müdahaleleri çok rahat yıldırmıştı Amerikan rüyasını. Jesse cebinden sigara paketini çıkardı. Şanslı sigarası yıllardır olduğu gibi hala ters çevrilmiş biçimde oradaydı. Yanındaki adam onun paketle oynamasından rahatsız olduğunu belli eden bir bakış attı. Jesse usulca tekrar cebine koydu paketi. Uçak Almanya’ya inmek üzereydi artık. Oradan Balkan ülkelerinden birine, daha sonra da Türkiye’ye geçecekti. Herhangi bir takip olasılığına karşılık Türkiye’ye varıncaya değin olabildiğince çok ülkede dolaşıp izini kaybettirmek istiyordu aslında. Ancak yıllardır görmediği ustası, öğretmeni, patronu diyebileceği Walter White’ın Türkiye’de olması sebebiyle bir an önce oraya varmak en mantıklısıydı. Nasıl oldu da hala kanserden ölmedi bu herif? diye düşündü. Yanındaki adam uyumuştu. *** Walter White gerinerek uyandı. Bu muhteşem uykuların sonu gelmiyordu. Oksijen boldu, çınarların kokusu her yerdeydi. Ev olarak döşenmiş bu mağarada yaşamaktan aldığı haz daha önce yaşadığı bütün tecrübelerden daha hoş geliyordu ona. Heisenberg olarak yaşadığı yılların stresini atıyordu burada. Her ne kadar buraya kendi isteğiyle gelmiş değilse de sonradan sevmişti bu toprakları. Halkla kaynaşması için ise önce Türkçe’yi sökmesi gerekmişti. İlk geldiğinde onun ülkeyi bölmek için gelen bir Amerikan ajanı olduğundan emindiler. Onun mağarada yaşamasını jandarmaya şikâyet edenler bile çıkmıştı. Neyse ki avukatların piri Saul Goodman devreye girmiş ve Türk güvenlik güçlerini White’ın doğa manyağı, marjinal Amerikalı turist tiplerden biri olduğuna ikna etmişti. Zaten ona kaçtığı bu yeri ayarlayan da oydu. ABD’deki darbeden sonra askeri yönetim uyuşturucu işlerini tekeline almak istemiş ve bu sektördekileri tek tek ya avlamaya yahut saflarına katmaya başlamıştı. Heisenberg olarak ülkenin dört bir yanına nam salan Walter’a da elbette epey cazip bir iş teklifi sunmuşlardı. Walter onlarla çalışmamayı seçmişti. Çünkü o uyuşturucu işine ailesi için girmişti. Ailesi ise uzun zamandır güvende ve rahattı. Onları ABD’den uzakta bir okyanus ülkesine götürmüştü, kimsenin bulamayacağı bir yerdelerdi ve Saul Goodman’ın ayarladığı düzenlemeler sayesinde para sıkıntıları yoktu. Alex Murica’nın dehşetli elleri Heisenberg’i kölesi yapamayınca ülke çapında ölüm emri çıkartıldı. Başı için biçilen üç milyon dolar kendisini eski zamanın kovboyları gibi hissetmesine sebep olmuştu. Sonra Türkiye’de son bulan yorucu kovalamaca başlamıştı. Şimdi ise bir kimya dâhisi olarak Dünya için çok önemli bir projenin üzerinde çalışıyordu. Oysa görünürdeki imajı mağarada yaşayan kaçık bir marjinalden ibaretti. ***

192


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Amerikan pasaportu,” dedi Jesse’nin yanındaki adam, “artık o kadar da muteber değil ha!” “Bilmem.” Jesse’nin gözlerinde kuşku vardı. Alex Murica’nın cehennem gibi yönettiği ülkeden yeni çıkmıştı daha, herkes ona bir tür ajan gibi geliyordu. Aslında ilk zamanlar Saul Goodman’a bile güvenememişti. Böyle zamanlarda kim Goodman gibi adamlara güvenirdi ki? Neyse ki Heisenberg’in işin içinde olduğuna ikna olmuş ve bütün kuşkuları silinmişti. Saul, onun ustasına kavuşması için gereken her şeyi ayarlamıştı. Jesse’nin zihninde ise şu soru dolanıyordu? Acaba Heisenberg Türkiye’de de uyuşturucu işine filan girmiş miydi? Eğer girmediyse neyle vakit geçiriyordu? Bir tür kimya işi filan mı yapıyordu yoksa? “Nereye gidiyorsun?” “Efendim?” Jesse anlamamazlığa vuruyordu ama yol arkadaşı pek iştahlıydı, uçak Almanya’dan havalanalı çok olmamıştı ama adamın soruları şimdiden Jesse’yi boğmaya başlamıştı bile. “Varacağın yer delikanlı, onu soruyorum.” “Ha, duymadım, ben Balkanlar’da turistik bir tur yapacağım.” “İllegal türden mi?” dedi adam gülerek. Jesse terlemeye başlamıştı. “Ne kastettiğinizi anlayamadım.” “Sakin ol delikanlı,” dedi adam gülüşündeki ses tonunu arttırarak “karı kız olayları için mi diyorum yani?” “Evet evet,” dedi Pinkman can simidi bulmuşçasına, “kızların methini çok duydum o yüzden.” Bunları söylerken bir yandan da yüzüne yavşak bir gülümseme yerleştirmeye uğraşıyordu. “Anlıyorum,” dedi adam, “senin yaşındayken ben de böyleydim.” Jesse daha fazla konuşmak istemiyordu. Uçağın havası artık onu iyiden iyiye rahatsız etmeye başlamıştı. Tuhaf bir şekilde meth pişirdikleri çölü özlüyordu. Maviliğiyle gökyüzü ve yine maviliğiyle orijinal olmayı başarmış olan kristal; Heisenberg’in kristalleri. Türkiye’ye vardığında ilk işi İstanbul’u gezmek oldu. Alex Murica’nın korku imparatorluğundan sonra bu büyük, kadim şehir iyi gelmişti. Bütün gün şehri gezdikten sonra gece güneye doğru yola çıktı. Çünkü Heisenberg onu küçük bir Anadolu şehri olan Karaman’da bekliyordu. *** 193


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Profesör Chambers üniversite binasından içeri girerken düşünceliydi. Günlerdir kafasında yaptığı muhasebe onu rahatlatmaya yetmemişti. Bu adamların projesinde çalışmasa bu ülkede yaşayamazdı. Tamam belki yaşardı ama rahat edemezdi. İşkence onun göze alabileceği bir şey değildi. Bu projenin insanlığın yararına olduğuna dair vicdanını kandırmaya çalışıyordu. Proje merkezi olarak kullanılan binaya girdiğinde her seferinde olduğu gibi yine ağzı açık kaldı. Bu büyük odayı belki yirminci kez görüyordu ama bir türlü alışamamıştı. Müthiş bir titizlikle hazırlanmış distilasyon kolonları, devasa ayırma kapları, elde edilen tonlarca ürünü depolayabilecek tanklar bir aradaydı. Alex Murica ve arkadaşları bu binayı MIT ve Harvard profesörlerine tahsis etmişler ve onlara yapmaları için bir proje sunmuşlardı. Tüm dünyayı değiştirecek bir projeydi bu. ABD’nin yönetimini ele geçirmek yetmemişti bu hükümdarlık sevdalılarına, hedeflerinde tüm dünyayı adam etmek vardı. *** Jesse Pinkman’ın köye girer girmez ilk gittiği yer kahvehane dedikleri bina oldu. Söylediklerine göre köyün erkeklerinin toplandığı bir tür kafeydi bu bina. İçeri girdiğinde ilk gözüne çarpan uzak köşeye asılmış bir bayrak oldu. Duvarlar naylonla kaplamıştı. Ahşap masalarda oturanlar ekseriyetle orta yaşı geçmiş insanlardı. İçeriye bir yabancının girdiğini gördüklerinde hepsi bir an sustular. Jesse tedirgin olmuştu. Sözlük yardımıyla bozuk bir Türkçe ile konuşmaya başladı. “Merhaba, ben arıyor Heisenberg, şapkalı adam. Siz tanıyor onu?” Kahvedekiler gülüşerek bir şeyler mırıldandılar. “Mağaradaki adamı mı arıyor lan bu?” dedi birisi. Jesse Pinkman’ı alıp bir masaya oturttular, çay ikram ettiler. Genç bir adam geldi. Orta düzeyde İngilizce bilen bir adamdı bu. Köyde öğretmenlik yaptığını söyledi. Jesse’yi birazdan mağaraya götüreceğini belirtti. *** Alex Murica balkondan kendisini bekleyen kalabalığı selamladı. Bir yıl içinde ülkedeki düzeni yeniden oturtmuşlardı. “Amerikan halkını ve onun seçilmiş ruhunu selamlıyorum.” Kalabalık coşkuyla uğuldadı. “Yarın seçilmişlerin günü gelecek ve artık dünya yeni bir düzenle, asil insanların emrine girmiş olacak.” Proje hazırdı artık. Dünya kaosa hazırdı ve onu kaostan çekip çıkaran yine Murica ve diğer Amerikan askerleri olacaktı. 194


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

*** Jesse Pinkman mağaraya vardığında Walter White’ı Stephen King’in Mahşer adlı kitabını okurken buldu. Buluşmaları hem hüzünlü, hem sevinçli oldu. “Stephen King ha!” dedi. “Ben daha kimyasal bir kitap beklerdim Bay White.” dedi Jesse gülerek. “Sabah akşam periyodik tablo okumamı beklemiyordun herhalde.” diye yanıtladı Walter onu. “Hem gündeme uygun bu kitap.” “Ne gündemi?” “Yarın anlarsın.” Mağarayı gezmeye başladı Jesse. Arka tarafta gizlenmiş bir bölmede bir tür laboratuar vardı. “Biliyordum.” diye bağırdı Jesse. “Pişirmeye bir başladın mı vazgeçemezsin.” “Pişirmiyorum.” dedi Walter. “Siz onu külahıma anlatın Bay White. Hadi yine iyisin, yardımcın da geldi. Beraber pişirebiliriz. Buradaki piyasası nasıl kristalin? Alıcısı çok mu?” Walter kahkaha attı. “Burada kristalin ne olduğunu bilen kimse yok. Dediğim gibi pişirmiyorum. Yeni bir maske üzerinde çalışıyordum. Bizi yarınki kıyametten koruyacak bir maske bu. Bir kısmını aileme gönderdim. Aşağıdaki köylülere de durumu anlatıp onlara da birer tane hediye ettim. Saul Goodman ve ekibi de dünya üzerinde maskenin dağıtımını yapıyorlar gizliden.” “Hey!” diye bağırdı Jesse. “Görmeyeli çok farklı sektörlere girdin ha. Neyse yarın ne olacağından haberim yok benim. Saul sürtüğü bana bir şey anlatmadı.” “Dünya üzerinde yüz farklı noktada kimyasal saldırı olacak.” dedi Walter. “Yoğunlaştırılmış çok ölümcül bir gaz kullanacaklar.” “Kim?” diye sordu Jesse ama sorunun saçmalığını hemen anladı. Böyle bir şeyi yapacak tek kişi vardı dünyada: Alex Murica. “Dünya kaosa sürüklendiğinde kurtarıcı gibi gelecekler ve dünyanın kontrolünü ele alacaklar. Aslında çok yeni bir taktik değil bu, ancak bu kadar cesur bir şekilde uygulayanı olmamıştı şimdiye dek. ***

195


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Ertesi sabah tüm haber bültenlerinde aynı olay vardı. Dünya üzerinde müthiş bir terör saldırısı vardı ve Amerikan ordusu Murica önderliğinde olaya el koymuştu. Tahminen üç milyar ölü vardı, sürekli yeni kimyasal saldırılar gerçekleşiyordu. Bazı ülkeler tümüyle yok olmuşlardı bile. Karaman’ın bilinmeyen bir köyünde bir mağarada insanlar televizyondan tüm dünyanın yavaş yavaş ölümünü izliyorlardı. Bir süre sonra televizyon da olayları aktaracak olanlar da öldüğü için televizyon yayını da sona erdi. Normal gaz maskeleri ve geleneksel yöntemler bu kimyasallara karşı etkisizdi. Gün bittiğinde dünya üzerinde sadece yüz milyon kadar seçilmiş insan kalacaktı. Alex Murica tarafından seçilmiş ve ona itaatta kusur etmeyecek olanlardı bunlar. Ancak bir de hesaba katılmayanlar vardı. Heisenberg tarafından kurtarılanlar. Alex Murica’nın yıllarca bulamayacağı bir köyde büyüyüp serpilecek ve intikam için Kral Heisenberg ile birlikte bekleyeceklerdi. *** Jesse rüyasında apokaliptik bir dünyada yürüyordu. Ağaçlar yıkılmış ve bütün canlılar ölmüş ve cesetleri çürümüş, kemikler her yana dağılmıştı. Jesse’nin elinde bir sopa vardı. Yanında köpeğiyle birlikte yürüyordu. İçi öfke doluydu ama köpeğine karşı değil. Dünya’yı ve canlıları tehdit eden bütün zorbalara karşı elindeki sopayla yürüyordu. Yüzüne gaz maskesini takmayı ihmal etmemişti. Sonra huzurla uyandı.

_____

196


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

ASLAN DİŞLİ VAMPİR Daarlan Gardan | Onur Altan İLHAM ALINAN ESER: BUZ VE ATEŞİN ŞARKISI & RAVENLOFT

NOT: Karakter kullamında “Wizards of the Coast” ve “George R. R. Martin” den izin alınmamıştır. Binaenaleyh, yazar kişiden ve Peter Adkison’dan teşekkürlerimizi esirgiyoruz. Okur ve izleyicilerin çokça yakındığı “spoiler çarpması” etkisini yaşamak istemiyorsanız, bunun çözümü fareniz ve birkaç tıktır.

“Bu lanet yeri son ziyaret edişi olmasını diledi. Her gelişinde kafasına saplanan garip ağrı beynini oyuyor, bir taraftan da zihnini anlamsız düşüncelere ve hesaplaşmalara boğuyordu. Dayanılır şey değildi…” Saygın Ersin, “Erbain Fırtınası” 1 BAŞIBOŞ KALAN SİSLER VE GİDİLEN ÜÇÜNCÜ EVREN Yarasalı sisler. El kadar göğü kaplayan, kol kadar bulutların aşağısından gelen yolcular. Kanat vuruşları duruluktan çıldıran insanların solukları kadar büyüleyici, korkutucu. Beyazlıklar onların devletleri. Kim düşleyebilir gezdikleri evrenleri? *** Kızıllar giymiş şeytan. Atalarının kırmızı lavlar kadar yakıcı zekâsından büyük hisse kapmış cüce. Yarım adam olarak elli binden fazla kılıcı düşmanına karşı toplamıştı. Kendinden altı sene önce doğarak, tüm güçleri elinde yuvalamış Jaime Lannister’a karşı savaş bayrağı açmıştı. İç savaşın iç sıkan havası cücenin burnunda alevlendi. “Syrax” adını verdiği gemi ona ejderha yetileri hediye sunmuş gibiydi. Burnundan alevler fışkırabilir ve adı güzel gemiyi yakabilirdi. Bu yazılmış olması büyük olasılıklı kaderi “Urrax” da yaşayabilirdi. Yirmi beş metre aralıklarla yüzen ejderhalar. Gelişkin gemiler. Tyrion ordusunun zekâ ve yönetim kaleleri.

197


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Tyrion parmaklarını birbirine geçirdi. İki kıtanın birbirine birleşerek tek kıta görüntüsü vermesi canlandı gözünde. “İki kıta değil, iki ordu birleşecek ve birleşen bu iki ordunun tek nâmı olacak…” Denizin maviliğiyle büyüyen gürültüye kulak dayadı. “Lannisterlar borçlarını ödeyecekler. Şüphesiz ki Lannister olmayanlara ödenecek borçlar.” Uçuşan sözler, gemilerden beş tanesine ejderha adı vermiş Tyrion Lannister’a bağlı olunca çevredekiler yutkundu. Tywin Lannister’ın ölüm haberinin uğultuları geleli iki gece olmuştu. Yirmi sene aralıksız Kral Eli göreviyle taçlanmış hayatın son saniyeleri iğrençti. Ölümün gökten bu şekilde inmiş olması her beyni zorluyor, her dili karıştırıyordu. “Boğazına eritilmiş altın dökülerek öldürülseydi şerefini bulurdu,” böyle başlamıştı Tyrion adamlarıyla plan masasındayken. “Hâl buyken… Her tuvalete gittiğimde, işimi görürken gözlerimi dinlendirerek onu anacağım,” diyerek noktalamıştı. Burnuna üflenilen kalemin bıraktığı kadar koyu nokta. *** Tyrion başını toparlamak ve bunu başardığı anda, Lannis Limanı’nı gösteren haritasını buruşturmak için odasına çekilmişti. Kamara. “Dar alanda beyin hızlı ve büyük çalışır.” Lannister soyunun üstüne altın döktüğü lâflardan biri. Aslanların köklerinin ulaştığı en son dal da böyle düşünmüş olsa gerek, ailenin temellerini bir kaya parçasının tepesinde atmıştı. Altın sarısı saçlı Lann. Kapı dalgalı vuruldu. Ritim kulaklara asi suları deviriyordu. Kara dalgalar karaları dövüyordu. Bilinmezliği beyninde, kırmızı pelerini omuzlarında bir adam düşüverdi odaya. “Düzülmüşlük kedi olsaydı… Ağabeyin kara bir kedi olurdu,” dedi Bronn. Şeytanın gözleri asırmalık elmaya kesti. “Jaime Lannister. Kime ak kime kara haberi duymuş. Adına sırt dayayıp, atına atlayıp, altın toprakları terk ederken muhafızlar peşine düşmüş. Yarı yolda bir elini düşürmüşler. Kral gitmesine geçit vermiş. ‘Tek elle mastürbasyondan başka bir halt yapılamaz!’ diye eklemiş.” Dışarıda, savaş kanı tatmak isteyen erkeklerin kansızlıkları başlarına vurmuştu. “Hoşluğun içinde hoşluk aramak için cümlelerini tartmak lâzım.” Tyrion mevsim olabilseydi, kuşku götürmez yaz olurdu. Kısa, öz ve parlatıcı. Bronn.

198


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Dikilmekten ağaca dönüşebilirdi. Böylesi durumda binlerce can ve eşit sayıda ruh görebilecekti. Elinde savaşların vazgeçilmezi ışıldadı. Ağaç ruhu dürtüklemişti, kâğıt elindeydi. Mektup. Havaya fırlatıldı. Mektup takla attıkça yüküne daha çok yük biniyor gibiydi. Cüce kapının kapanmasıyla birlikte, okuduğu cümlelerin yorumlarını beynine bırakıyordu. Hasbelkader ruhunun düşebildiği uçurumlara beynini yaklaştırmamalıydı. “Dünyaya karşı birliktelik mi dileniyor?” *** Lannis Limanı. Casterly Kayası’nın açı yüzünden küçük baktığı yer. Westeros’ta liman kenti olmanın önem ve ününü kavramış. Paslaşan dünyada, kendine gelen pası kıtanın en gelişmiş üçüncü kenti olarak gole çevirmiş. Kılıçtan eller görünmez ruh keser. Kesilen parçaların havada uçuşması, askerlerin ellerine kelepçe. Kılıç toprağa düşse, Sur’da duyulacağına inanılacak kadar sessiz. Ağabey ve yandaşları yan ağlara takılmış. Ruhları bedenlerini unutmuş da gelmiş. Uzaklardan, fakat kalbin nefese yakınlığında hissedilen sislerin doğuşundan ürken atlar. Yarasaların tek taraflı savaşından yüzlerini koruyan askerin boşluk ânı. Yıldızlardan gelmeyi başarmış sislerin cüceyi yutuşundaki sersemlik. Barış antlaşması ayyuka çıkmadan yerin dibinde. Cinlerinin önünde beyaz sisle giden şeytan. 2 KAOSA PARALEL VURUR KAOS Hayatını cehennemle müttefik bir yere taşıdı. Havanın her kırıntısı demir ağırlığında gelmekteydi. Ufuklardan uçlar düşmüş, karanlığın karnı çok aç. Karartılar karartıların karnını doyuruyor. Aydınlık egemenliğindeki cenahtan, uğultularla yükselen ayak sesleri kulak çalıyor. Eli ateş tutmaktan yüzünü esmerletmiş kadının… Sahne vakti!

199


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

“Alevin altın olur! Bu emir görünüşlü cümleyi tekrarlatmadan nerede olduğumu söyle! Uykun altından olur!” Altın eşitliğinde bir uykuyu beyin tartmaz. Alev ve altın anılması iyidir. İkisiyle de can alabilirsin. Alevle yanmayacak töre, altınla alınmayacak köle yoktur. “Buradasın, toprak temeli burasıdır ve temelli burasıdır. Bir yere oynayıp durduğu fark edilmedi. Gidip gelmiyor. Duruyor. Gelip giden sensin, değil mi?” İnsanlar şarap içtiklerinde, dillerinde kalan boncuklar böylesi konuşmalarda patlıyor olmalı. Şarap sesli kadın. “Adım kondurduğun noktalar altın küpler kessin istiyorsan… Beni Lannis Limanı’na geri götürmek hayatının kârı olur!” Cümlede dökülen yerleşim yeri kadının yüzünde patladı. “Bedenimi takip et. Gölgeme bağlan.” *** Ev. Karga kanatlarından dikilmiş çatılı. Fışkırır, orta büyüklük bulut eşitliğinde kan kızılı. Ruhun kilo veriş saati. “Savaşın bilmediğim harita üstüne bu şiddetle ilerlediğinden haberim yoktu,” dedi Tyrion, “Buradakiler kimin ateşiyle kaynadı?” Soru selini oluşturacak ilk yağmur bulutu gümbürdemişti. “Strahd von Zarovich.” Cüce beyninin kendi gibi kalmamış bölümlerini zora soktu, zorladı. “Essos’dan gelmiş olmalı. Kafa arşivimde böylesi garip hanedan adı yok. Zarovich.” Cümlede dökülen yerleşim yeri kadının yüzünde patladı. “Dişlerini ve dişlerimi güzel bileyen adam,” dedi kadın ve dişlerini ışıkta sergiledi. Kızıl şeytan şimdiye kadar görmediği yaratıklardan çok, gördüklerinden korkardı. “Burada ilk nefes alışverişimden sonraki gece beni lanetle bağladı. İki dünyada nefes aldım. Eski dünyamla alâkalı öyküler düzüyorum. Zarovich bunların

200


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

geldiğim dünyada sorunlar yaşatacağını söylemişti. Yazıklarım ve orada yaşananlar çarpışarak kara bir yarasa bulutu oluşturabilirmiş. Oldu da, sen geldin! Essos ve Lannis Limanı dedin. Bu dünyanın paralelliğinde sürüp giden iki dünyadan başka bir yer. Kitap şuralarda çürümekteydi. Adında zıtlık vardı.” Lannister, kendini aynada gerçek bir aslan olarak görmüşçesine duraksadı. “Buz ve Ateşin Şarkısı,” dedi kadın. Tyrion kadından adını sunmasını istediğinde aldığı cevap… Joanna Lannister oldu. Cümlede dökülen kadın ve hanedan ismi cücenin yüzünde patladı. 3 KÂBUSLARI YIRTMAK Tyrion, Karasu Savaşı’nda payına düşen darbeyi aldıktan sonra ilk kez uyanıyordu. Annesinin yazdığı öykülerde kendisine yer yoktu, onu hiç soluk almadı sanıyordu… Ölüydü. Böylelikle Tyrion paralellikten yürüyerek hiç olmadığı için hiç ölmeyecekti. Lâkin uyanmış ve düşlerindeki olaylardan daha farklı boyutlara göz gezdiriyordu. Durumların tek uzantısı bir eyleme dayanmaktaydı. Zarovich, Buz ve Ateşin Şarkısı’nı dağ bozar gibi bozmuştu.

_____ 201


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

202


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

AYNA VE KEDİ KADIN Pınar Kumsal Başdağ

İLHAM ALINAN ESER: CATWOMAN

Bu koca şehre işim gereği atanalı tam tamına üçüncü ayın içindeydim. Benim gibi Anadolu’nun herhangi bir şehrinden gelen bir kadın için, bu şehir büyük bazen de büyük olduğu kadar küçüktü. Geçici görev sebebiyle, anne evimden sadece valizimle yola çıktığımdan lojman daireme ikinci el eşyalar almayı uygun görmüştüm. Bu şehrin insanları dâhil her ayrıntısı ile uğraşması, dayanması zor zanaattı. Annem ise bir gözü toprakta olan anneanneme bakmak adına bana yardım etmeye gelememişti. Annemi çok iyi anlıyordum çünkü bağımlılık söz konusu olduğunda annemden kalır yanım yoktu. Bu ihtişamlı şehre gelmeden önce, annemin ayakları dibinde uykuya dalmaya meraklı bir bağımlı nasıl olurda annemi anlamazdı ki? Üç teyzemi anlamadığım gibi… Çünkü annem dışında diğerleri felçli anneannemi sadece haftanın bir günü ziyaretlerinde gözleriyle seviyorlardı. Tüm yaşanmışlıkları film karesi gibi başa sararsak, anne için güçsüz olan evladını diğerlerinden ayırması kaçınılmaz sondu. Anneannemin annemi kayırdığı gibi… Kardeşim iki, ben dört yaşındayken babamın bizi terk ettiği gün işten dönen annemin gözlerinde küllerinden yeniden doğması gerektiğini çocuk aklımla anlamıştım. Kardeşlerinin başında kocaları olan, maddi sıkıntı çekmeyen teyzemler anneme göre hayatta hep öndeyken, evin hem erkeği hem kadını olarak annem kuyruğu dik tutmaya çalışıyordu. Kimi zaman başı kimi zaman sonu belli olmayan bu şehre geleli üç ay olmasına rağmen, lojmanda oturan komşularımla ilişkilerim düzeyli ve iyi seviyedeydi. Çevrede yeni olmama rağmen bulunduğum sokakta yaşayan kedilerle mesaim anneannemden kalma alışkanlıktı. Teknoloji ne kadar ilerlemiş olursa olsun annem ile eski usul haberleşmeyi yani mektuplaşmayı tercih ediyorduk ve mektuplarımızın son noktası anneannemin yadigâr dostu olan kedisi Ayişe ile bitiyordu. Bunun sebebi ise anneanneme bir şey olursa hayvanlarla münasebeti iyi olmayan annemin kediyi ne yapacağı idi. Tabi ki de bana verebilirdi ama işim gereği yerleşik hayatım olmadığı için cesaret edemiyordum.

203


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Günler günleri kovalarken, kimliği kadın olan bu şehre geleli tam bir yılı tamamlıyor iken, yazın sonu sonbahara geçişin ayyuka çıktığı Eylül ayında anneannemi kaybettiğimize dair telefon gece yarısı gelmişti. Ben dâhil altı kuzen, anneannemin cenazesi için memlekette hazır askerdik. Akşam el ayak çekildiğinde, anneannemin evinde avukat dâhil tüm sülale vasiyetnamenin okunmasını bekliyorduk. Herkes heyecan içinde beklerken, ben bitse gitsek modun da anneannemle anılarımın geçmişinde kendi âlemimde sus pus takılıyordum. Anılarımdan koptuğum sırada anneannem iki ev ve üç arsasını beş torunu arasında paylaştırılmasını isterken, eksik olan bana ise altmış yıllık oymalı boy aynası ile toprağı göze bakan AYİŞE adlı kedisi kalmıştı. Ertesi gün iznimin son kullanım tarihi geldiğinden, bana kalanları yanıma katarak yıkık, döküklerin arasından uzay mekiği benzeri, sivrilerek büyüyen çarpık şehrime doğru yola çıktım. Eve geldiğimizden beri, Ayişe yemek ve tuvalet ihtiyacı dışında yatağımın üstünden inmiyor, bana bir şeyler anlatmak ister gibi bakıyordu. Diğer mirasım olan ayaklı, oymalı, beyaz boy aynam yatağımın köşesine ilişmiş ben yokken Ayişe’nin kendisini seyretmesi için tüm gün mesai yapıyordu. Geldiğim Anadolu şehrinden daha farklı boyutlarda olan şehre, komşularıma, işime, iş arkadaşlarıma yavaştan ısınıp uyum sağlamaya başlamıştım. Hayatımın diğer kalan kısmı annemin bana yazdığı mektupları beklemekle şenleniyordu. Annemin mektubunu beklediğim günlerden bir gün, heyecan ile açtığım posta kutsundan kimden ve nerden geldiği belli olmayan mektup vardı. Yukarı eve çıktığımda daha üstümü soyunmadan yatak odamda mektubu hızla açıp, sesli okumaya başladım. Mektupta yazan şuydu; “Hazırlıklı ol. Kimsenin bilmediği bir zaman dilimine yolculuk yapacaksın. O zaman diliminde öyle savaşlar oluyor ki. Açlık, hırsızlık, hastalıklar, hak yeme gibi insanlık dışı her şey. Senin görevin geç olmadan savaşların başlangıç noktasına kökünden çözüm bulmak olacak.” Mektubu bir çocuk şakası olarak algılayıp, salonda masanın üstüne koydum. Mektupların devamı gün aşırı gelmeye başladı. İkincisinde, “Ayişe’yi dikkatli izleyip aynaya kulak vermem.” yazıyordu. Her okuduğum mektup salonda bulunan masanın üstünde birikiyordu. Üçüncü mektup da, zamanın yaklaştığı ve yakın zamanda işlerin nasıl yürüyeceği Ayişe’nin yardımı ile gerçekleşeceği yazıyordu. Dördüncü mektuba fırsat kalmadan, gece yarısını üç saat geçe kulağıma gelen ses hayal gibi olsa da şöyle diyordu, “ Anneannen sana vereceğimiz görevi yıllardır bıkmadan devam etti. Dünyanızdan göç etmek üzereyken, yerine kimin alması gerektiği sorulduğunda, torunları için seni mirasçı seçti. Bedenim ölümsüzleştirildiğinden, aynanın yardımıyla benim içimde ruhumu kullanarak savaşların bitmek tükenmek bilmeyen dünyasına gönderileceksin. Ve orda bu savaşlara son vereceksin. İlk savaşa hazır mısın?” diyip Ayişe’nin cümlesi bittiğinde ince ses tonundan hiç ürkmedim. Çünkü bunun sıradan bir rüya olduğunu sanıyordum.

204


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Ve herhangi bir gece yarısından sonra istem dışı uyandığımda, uzun ince kuyruğum, siyah kedi elbisem ve maskemle kollarımı ön ayak yapıp, bacaklarımı arka ayak olarak kullanmak amacıyla yenidünyaya doğru yola çıktım. Neden yola çıktım? Kim için yollardaydım? Görevim neydi? gibi soruların cevabı için hastaneye gönderilmiştim. Hastanede yatan sayısı saniye hızıyla artış gösterirken aynı hızla vücutlarının çeşitli yerleri açık yaralarla doluyordu. Farkım fark edilemeyecek gibi olmamasına rağmen koridorlardaki karışıklıklar, gelgitler, yanıp sönen ışıklar altında kimsenin umurunda değildim. Çünkü zaman beni durdurmuş, sağımdan solumdan geçenler sesimi duymadıkları gibi yanımdan geçerken bana çarpsalar dahi çarptıklarını fark etmiyor, önlerine çıksam beni görmeyip içimden geçiveriyorlardı. İçimden geçtikleri an aynanın diğer tarafına geçip yatak odamda Ayişe ile kendimi iç içe bütünleşmiş buluyordum. Bu durum üç gün üç gece devam ettikten sonra anlamıştım ki, ben bir görevin içindeydim. Üstelik bu görev anneannemden bana miras kalmıştı. Dördüncü gece, aynaya odaklandığım sırada Ayişe, “Anneanneden sana kalan bu mirası hakkıyla götürmeli ve nefes aldığın sürece yaşadığın toprakları korumak zorundasın. Kuyruğun sana yön verirken, kendini korumanı sağlayacak en büyük silahın. Unutmaman gereken diğer nokta ise aynanın ne tarafındaysan gerçek odur yani geçtiğin tarafta öteki tarafı asla hatırlayamayacaksın. Sadece olduğun yeri ve zamanı bilebilirsin.” diyip, cümlesini bitirdiği gibi aynanın öteki tarafına hastaneye geçmiştim bile. Hastane de dördüncü günüm olmasına rağmen, yaralı ve beni duymayan, görmeyen insanlar topluluğu ile birlikteyken etrafımda dönen olaylardan habersiz dolanırken bir çocuk sesi işitip, sese doğru yürümeye başladım. “Aynanın diğer tarafında kalan yaşam geçmiş aynanın bu tarafında gördüklerin yani şu an yaşadıkların ise gelecek. Ve eğer gelecekte halkın iyi yaşasın istiyorsan şu an yaşanan esareti kaldırman gerekiyor. Bu toprakları yöneten adam aşk yüzünden halkını tuzağa düşürdü. Âşık olduğu kadın ise buzlar kraliçesi. Kraliçe, tüm geri dönülmez bir hastalığı halkın arasında yaymaya başladı bu yüzden salisede öldürücü yaralar insanları sarıyor. Böylece kötü kan taşıyan halkını bizim yerimize yerleştirip, dünyayı kötülüğün idare etmesi için topraklarımızı merkez yapacak.” dediğinde, yatakta yarı baygın yatan çocuğun yanındaydım. “Buzlar kraliçesini nerede bulabilir ve nasıl halkımı esaretten kurtarabilirim?” dedim, sesimin öfkesini kontrol altına almışken. “Yer altı sarnıcının, yedi kat altında bulabilirsin çünkü buzullarının çözülmemesi için topraklarımızın en serin yeri sarnıcın yedi kat altı. Ve şehrin anahtarı özel bir buz kütlesinin içinde saklanıyor. Şehrin anahtarını alıp, güneşe doğru tuttuğun an esaret bitecek. Ayna ile görevini keşfetmen dört gün sürdüğü için tam tamına bir buçuk saatin kaldı.” dediğinde, artık nefes almıyordu. Çocuğun gözlerini, ellerimle kapatıp hastaneden ayrılmamla yarım saat içinde sarnıcın üstündeki çatıdaydım. Çatıdan yerin yedi kat altına inmem ne

205


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

kadra sürdü bilmiyordum ama bildiğim tek şey önümde son kırk beş dakikamın kaldığı idi. Yerin altına iner inmez, yerlere kadar uzanan mavi düz saçları, ölü beyazı suratında tek parlayan zeytin karası gözleri ve vücut hatlarının belli olmadığı şeffaf elbisesinin uzun kollarından siyah uzun tırnaklarının olduğu iki elini bana doğru açıp sessizce hoş geldin dedi. Benimle konuşmayanla konuşmaya niyetim olmadığından, “Mırrrrr…” diye ses çıkarttım. Ama buzlar kraliçesi ile bir şekilde iletişime geçip, zorlu yollardan da olsa şehrin anahtarının nerde olduğuna dair ipucu bulmam gerekiyor diye düşünürken, ilk hamle buzlar kraliçesinden geldi. “Âlemime hoş geldin kedi kadın. Seni öldü diye bilerken canlanmışsın. Hala aklın şehrin anahtarında mı yoksa kaybettiğin aşkını ben elde edip içime hapsettiğim için hırs mı yaptın?” dediği gibi kuyruğumu yay şeklinde kraliçenin suratına doğru savurduğumda ilk çiziğimi attım. Ama konuşmasından anladığım, anneannem şehrin anahtarını alamadan hem işini yarım bırakmış hem de aşkını feda edip gitmişti. Artık şehri, halkı kurtarmaktan başka anneannemin ruhunu rahat ettirmem gerektiğinin bilince vardım. Ben aklımdan bunları geçirirken, buzlar kraliçesi boş durmayıp soğuk, güçlü nefesini donmam için bana doğru üflediğinde ön ve arka ayaklarım sayesinde en üst buzulun üstüne üç hamlede sıçradım. Başaramadığı için çok sinirlendi. Onun buzlarını bana savurması, benim ise karşılık olarak attığım kuyruk hamlelerim ve patilerimin altında istediğim kadar uzattığım tırnaklarımın sık vuruşları buzlar kraliçesini zayıflatmış olmasına rağmen, zaman aleyhime çalışırken kesin çözümüm gün ışığıydı. Gün ışığı için en üst buzulunda üstüne zıplayıp, patilerimin altında sinsice duran en uzun tırnaklarımla iki hamlede buzulun içinden delik açmamla güneş ışığı içeri süzüldüğünde, buzlar kraliçesi eridiği gibi sığınağı olan tüm buzullar erimiş, sadece anahtar ve ben gün ışığında parlıyorduk. Ertesi gün işe gitmek için enerjim yüksek olduğu gibi geleceği kurtaracak yeni görevlere mutlulukla hazırdım…

_____

206


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

AH MİNE’L AŞK VE MİNE’L GARAİB Mr. Hrothgar | Selahattin Samet Demir İLHAM ALINAN ESER: THE WALKING DEAD

Direnecektik, başka çare göremiyordum. Zaten artık Lori’den başka bir şey de göremiyordum. Gözümü kapattığım anda yahut açıkken gördüğüm tek şeydi Lori. Direnecektik, direniyorduk. Yaşama insiyakiyle yaptığım, yapmak zorunda kaldığım şeylerin haddi hesabı yoktu. İnsan kaç kere ölür, biz her gün yüzlerce kez ölüyorduk ama yüzlerce kez de yaşıyorduk. Yorgunluğumu anlatacak cümlelerin kelimelerinin her harfi ezilip büzülüveriyor. Sen hiç yorulmaz mıydın, insanın kendi cümleleriyle başa çıkamaması ne menem bir şey idi. Sen. Hiç. Yorulmak. Artık iyi bir adam değildim ben, yaptığım her şeyin tesirini görüyorum vücudumda, Dorian olmak ne güç. Yaptıklarımın bedelini vücudumun ödemesi, öyle ağır ki. Bir an çıkıp zihnimin hançeriyle kıyıverseydim şu cana. Hani derdi ya Macbeth de “kafamdaki bir hançer misin yoksa? / ateşli beynim mi yarattı seni? […] Yok, hançer falan yok / benim kanlı tasarım bu gözlerin gördüğü” Eski ruh halim yok, halim yok yaşamaya ama direnmek zorundaydık. Canıma kıymayı düşünmedim desem ezilirim bu iddiamın altında, tutup boğazlayıverir beni söylediğim her söz. Hamlet’i ne kadar da iyi anlıyorum şimdi, neler çektiğini “ah bu katı, kaskatı beden bir dağılsa / eriyip gitse bir çiy tanesinde sabahın! / ya da Tanrı yasak etmemiş olsa kendi kendisi öldürmesini insanın!” derken. Evet, ne bunaltıcı bir dünya bu, hiçbir şey aynı değil, hiçbir şey hiçbir şeye benzemiyor. Çok uğraştım bu yabancı dünyada hayatta kalabilmek için, kendim için de grubum için de. Ağır geliyor artık her şey, dünyanın böyle bir yer olabileceğini düşünmedik hiçbirimiz, zaten neyi düşündük ve neyi bulduk ki. İnsan olduğumuz için kendimize çok ağır yükler yükledik, bindirdik kendi omuzlarımıza, ne ki hepimiz birer karbon parçacıklarıyız şunun şurasında. Yaptıklarımdan nedamet duydum, deliler gibi. Kendimle ne zaman baş başa kalsam, zihnimde kurtçuklar ürüyor, yiyorlar, yedikçe yiyorlar; oysa bedenimi yemelerini isterdim. Tanrı’ya da küfrettim beni insan olarak yarattı diye. Düşünmek insanı hayvanlardan ayıran özellik falan değil, beynimdeki kurtçuklar diyorum; iç içeyiz. Bir farkımız mı kalmış. Ah, Lori, elimi uzatsam avucumda yüzün. Görüyorum seni işte, gülümsemelerin kalbimin yerini değiştiriyor sürekli, önümdesin, arkamdasın, sağım ve solum ve soluğum.

207


Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi #48. Hayran Kurguları: “Fan Fiction” Öyküler ________________(Dördüncü Yıl Özel Sayısı)[Haziran 2013]________________

Beni duyduğunu da biliyorum, gördüğünü de. Herkes uyuyor şimdi; ama Rick uykuyu öldürdü işte. Uyku yok. Uyku ölümdür, ölmek için uyumama gerek yok. Beth, Hershel, Maggie ve Glenn, Carol ve Daryl, Carl. Niye bu kadar sakinim yüzlerce aylak buraya gelirken, bilmiyorum. Niye onları uyandırıp, direnişe çağırmıyorum, bilmiyorum. Niye aylaklar üzerimize üzerimize gelirken ben burada oturup, bunları düşünüyorum, bilmiyorum. Çok yakın mesafedeler Lori, hani elimi sana uzatsam sana dokunabileceğim mesafede. İstemsizce kalkıyorum yerimden, geri geri ayağımı sürüye sürüye geri kaçıyorum. Neden insanları uyandırmıyorum Lori, neden sadece kendim gidiyorum. Sen çağırmasan, ellerinle gel işareti yapmasan, gülümsemesen… İnancım var, çağırdığın yere gelsem, vücut bulacaksın yanımda. Kafamdaki Lori misin yoksa kanlı zihnim mi tasarladı seni. Hayır, bu sefer gerçeksin, evet gerçek. Sana doğru koşuyorum Lori, bunca zorlukta, bu yabancı dünyada beraber direndiğim arkadaşlarımı bırakacağım aklıma gelmezdi ama sana geliyorum Lori. Bakıyorum arkadaşlarıma, Glenn! Glenn uyandı Lori, kalktı herkesi uyandırmaya çalışıyor. Ama bak Beth ile Hershel çoktan aylakların yemi oldu, Hershel’in bana yaptıklarını nasıl da hemen unutuverdim ben, nasıl böyle bir şey yaptım. Ama sana geliyorum Lori. Glenn beni gördü uzaktan ve “seni ben kurtardım, sen etrafta ne olup bittiğini anlamazken seni ben çıkardım o aylakların arasından, seni ailene ben kavuşturdum, bu mu karşılığı ha?” dercesine baktı Lori, geri dönmem lazım ama sana geliyorum Lori. Maggie ve Carol da öldüklerini bilemeyecekler Lori, uykularında aylakların oldular, şimdi uykularında aylak olacaklar işte. Hayat neydi Lori, yaşamak neydi, bundan sonra mı anlayacaktım? Daryl uyandı bak yardım ediyor şimdi Glenn’e; kurtulamadılar Lori, kurtulmaktan yorgun düştük artık, hayatımı kurtaran adamı göz göre göre ölümüne yolladım ben, bir kez daha söylüyorum ben artık iyi değilim işte Lori, aklım, duygularım bunlar vücudumun neresinde bilmiyorum. Ah Lori, Carl! Carl da aralarında, kardeşini almış kucağına, kaçıyor oradan Lori. Bana doğru, bize doğru koşuyor. Lori, Lori! Nerdesin Lori? Ah yoksun işte, kanlı zihnimin tasarısısın. Hançer dedim hançer, saplandı göğsüme. Ölmek, uyumak. Ah, Lori, zihni ne kadar yanıltıyor insanı. Ve ah Carl, ne yapacaksın bu bunaltıcı, berbat, tatsız, boşdünyada tek başına. Ve bu dünyada ne varsa ah mine’l aşk ve mine’l garaib…

_____

208


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.