İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:15

Page 1

Haziran 2015

Sayı: 15

“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.”

13 Yaşında Bir Yazar:

ANNE FRANK Dünyanın En Eski Kitapevi:

BERTRAND KİTAPÇISI

“Adamın Biri” :

CAHİT

KÜLEBİ


İncir Çekirdeği Dergisi E

Genel Yayın Yönetmeni Ayşe Bengisu Akdağ

Yazı İşleri Müdürü

Sultan DEMİRTAŞ

Sırdem Kemiksiz

Editör

Editörler Sultan Demirtaş Kübra Tarakçı

Yazarlar Afra Nur Akkayalı Busenur Aslan Hatice Türk Hilal Akarslan Işık Selin Orhuntaş Mehmet Altınova Merve Başol Sema Keser Serhan Demir Süleyman Erkut Tuğçe Erkol Zeynep Tosun Misafirler Özge Yazar

Tasarım Ayşe Bengisu Akdağ

İletişim incircekirdegidergisi@gmail.com facebook.com/incircekirdegidergisi https://twitter.com/IncirCekirdegiD

EDİTÖRDEN... Çok kıymetli İncir Çekirdeği okuyucuları, Haziran sayımız ile yine sizlerleyiz. Yine sizler için güzel bir sayı hazırlamaya çalıştık. Bir sayımızı daha arşivimize eklemenin kıvancını duyuyoruz. Haziran ayı bizler için üniversiteye veda etme, yeni bir hayata merhaba deme ayı oluyor. Biraz buruk, biraz eksik, oldukça umutlu… Buradan, dört yıl boyunca yanımızda olan sevgili hocalarımıza teşekkür edip en iyi dileklerimizi de iletmeyi borç bildik. Bütün hocalarımızın ellerinden öpüyoruz. Bu ay sizleri neler bekliyor kısaca göz atalım; Haziran ayı ölüm yıldönümü olan, kıymetli şairimiz Cahit Külebi’yi misafirimiz Özge Yazar kaleme aldı. Şairin şiirlerine de yer verdik. Busenur Aslan bir türkünün hikayesiyle hüzünlendirirken, Ayşe Bengisu Akdağ sizlere hayatta olan, Dünyadaki en eski kitabevinin kapılarını açtı. Işık Selin Orhuntaş Cadı Avı köşesini Umay Gedikoğlu’na ayırdı. Tuğçe Erkol ise doğum yıl dönümünde Anne Frank’ın hayatını yazdı. Şairlerimiz, güzel şiirleri ile yine sizlerle. Misafir köşemizde yine farklı yazıları ve şiirleri kaleme alan arkadaşlarımızı ağırladık. Sizleri okunmak için bekleyen sayımızla baş başa bırakıyor ve iyi okumalar diliyorum. Esen kalın.

Uludağlı Edebiyatçıların Sesi...


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

İçindekiler “Adamın Biri”: Cahit Külebi / Özge Yazar Şiir- “Hikaye” / Cahit Külebi Şiir – Rüzgar / Cahit Külebi Yüreğimi Yakar Cigaranın Ataşı / Busenur Aslan Şiir - Nesliyar 4 / Süleyman Erkut Şiir – Dönüşü Olmayan Memleket / Sema Keser Kitty: Anne Frank / Tuğçe Erkol Bertrand’ın Kokusu / Ayşe Bengisu Akdağ Eyüp Sultan Şairlerinden Ümmi Sinan / Mehmet Altınova Şiir – Arayış / Serhan Demir Şiir – Turnalar / Sema Keser Cadı Avı / Işık Selin Orhuntaş Şiir – Han Duvarları / Faruk Nafiz Çamlıbel Fotoğraf / Aybige Akdağ Arka Kapak Şiir – Çocuk / Sema Keser


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

“Adamın Biri”:

CAHİT KÜLEBİ

Böyle şiirler yazmaya değmez güzeller , Cahit! Çünkü, sevdaya şiirler ozanın can verişidir. Cahit Külebi Memleket şairi olarak anılan Cahit Külebi’nin edebiyata ve şiire ilgisi doğduğu yer olan Zile’de geçirdiği güzel günlerin etkisiyle başlamıştır. Babası Necati Bey, Külebi ’ye okuması için kitaplar getirir. Okumayı bilmeyen Cahit bu kitaplar sayesinde okumayı öğrenir. Külebi, okuma sevgisinin çocukluk yıllarında nasıl başladığını şu şekilde ifade eder: “Sonraki günlerde Jules Verne’in Dumas’nın romanlarını , İki Çocuğun Devr-i Âlemi’ni döne döne okudum. Sabahları okula koşar koşmaz , o yüce

kahramanlarımın gittikleri yerleri , ad verdikleri dağlar ı, denizleri haritada arar , bulamayınca çok üzülürdüm. İnsanı sanata doğru iten hayıflanma duygusu belki de öylece içimi sardı. İyi ki sarmış.” İlkokulunu okuduğu Artova’da, Atatürk ve Latife Hanımla tanışma fırsatı bulan Külebi’nin hayal gücü, çocukluğunu geçirdiği Artova’da şekillenir. Hayatı boyunca önemli bir yer tutan Artova’dan kendisi şu şekilde bahseder: “Bütün yaşamım boyunca benim tek cennetim varsa o cennet Artova kaldı.”


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Külebi, bir başka ifadesinde de kendisinden şu şekilde bahseder: ‘’Sivas Lisesi’nin orta döneminde ilk şiirimi yazdım. İlk şiirim Sivas Lisesi’nde yayımlanan Toplantı adlı dergide çıktı. Bundan sonra da Toplantı’da birkaç şiirim çıktı. Daha sonraları , 1935 yılında Yücel dergisinde ‘Gidene’ adıyla ve Sivas Lisesi’nden Ahmet imzasıyla çıkan şiirim , büyük dergilerde yayımlanan ilk şiirimdi.’’ diyerek şiire nasıl başladığını anlatır.

İlk şiirlerinde Külebi, Anadolu insanının sorunlarına eğilmiştir. Şiirlerinde topraktan, kadınların emeğinden ve güzelliğinden, coğrafyanın yarattığı insanlardan , yorgun olan emekçilerden , tozlu olan yolardan , kağnılardan söz eder.

Şair, kendinden önceki şiiri çok iyi özümsemiş ancak lise yıllarında okuduğu, şiirlerini ezberlediği Nazım Hikmet de dahil herhangi bir şairin etkisinde kalmamıştır. Külebi ’nin şiir yazma yöntemi diğer şairlerden oldukça farklıdır, bir ressam gibi uzun uğraş sonunda şiirini işleyen fakat az yazan bir şairdir. I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1917 yıllında Tokat’ın Zile ilçesine bağlı Çeltek köyünde hayata gözlerini açmış olan Külebi, büyümüş olduğu dönemin zorluklarından şu şekilde bahseder: “Çeltek Köyü benim için haşhaş çiçeği, mısır tarlası, eşkıya baskını tüten damlarla dolu bir yer. Dayımı bir mısır tarlasında hem vurmuşlar, hem boynuna ip takıp sürümüşler. Bir bunu biliyorum, bir de annemin beni kucağına alıp Zile’ye , babama baskına gittiği bir günü anımsıyorum. Oğlan çocuğu önemlidir, köy yerde. Annem babama karşı beni hep bir tüfek gibi kucağında taşıdı.” Şiirlerinde de sosyal sorunlara yer vermesinin nedeni olarak bu acılı geçmişinin az da olsa etkisinin olduğu söylenebilir.

1940’lı yıllarda şiir dünyasına girmiştir. O dönem de varolan Garip şiirinin dışında şiirler yazmış olan Külebi, kendine has bir şiir tarzı oluşturmuştur. Şiirlerinde yarattığı doğal imgeleri dikkat çeker. Örneğin, İstanbul’a kavun taşıyan kamyonlar, bir sevgiliye “Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.” diye seslenmesi ona hastır. Orhan Veli’de onun bu şiir tarzına karşılık şunları söylemiştir: ‘’ Şiirde mecazlardan, istiarelerden, benzetmelerden nefret ediyorum. Hiçbirini kullanmıyorum ama bunları bol bol kullandığı halde Külebi ‘ nin şiirini seviyorum. Çünkü kullandığı eski, alışılmış mecazlar değil. Halk mecazlarıdır.”


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Külebi, şiirinde kimi zaman peş peşe iki dizeyi yineler sonra başka dizeler ekler. Herkesin bildiği şu ünlü dizeler onun bu şiir biçimine örnek olarak gösterilebilir: Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Niksar'da evimizdeyken Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Eserleri: Şiirleri Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952) Yeşeren Otlar (1954), 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü

Seksen yaşını geçmiş olan Külebi, böbrek yetmezliği nedeniyle Ankara’da 20 Haziran 1997 yılının Cuma sabahında vefat etmiştir. 1938 yılında “Haziran” adlı bir şiir yazmış olan Külebi’nin bu şiiri sanki bir Haziran günü vefat edeceğini hissetmiş bir şairin ruhundan dökülen dizelerdir:

Her akşam bulutlar Bilmez telaşımı Her akşam bulutlar Belki de haziran Bulacak naaşımı Belki de haziran

ÖZGE YAZAR

Süt (1965) Şiirler (1969) Türk Mavisi (1973) Sıkıntı ve Umut (1977) Yangın (1980) Bütün Şiirleri (1982) Güz Türküleri (1991) Bütün Şiirleri (1997) Güzel Yurdum (1996) Zerdali ağacı Kamyonlar Kavun Taşır (1999) Biz Biliriz Bizim İşlerimizi Herkesin Bir Derdi Var Ekin'in Göz Yaşları Sana Borçluyuz

Anı Kitabı İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986) Düz Yazıları Şiir Her Zaman (1985)


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

HİKÂYE Senin dudakların pembe Ellerin beyaz, Al tut ellerimi bebek Tut biraz! Benim doğduğum köylerde Ceviz ağaçları yoktu, Ben bu yüzden serinliğe hasretim Okşa biraz! Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz! Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkıyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz! Benim doğduğum köylerde Kuzey rüzgârları eserdi, Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır Öp biraz! Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin! Benim doğduğum köyler de güzeldi, Sen de anlat doğduğun yerleri, Anlat biraz!

Cahit KÜLEBİ


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Rüzgâr Şimdi bir rüzgâr geçti buradan Koştum ama yetişemedim, Nerelerde gezmiş tozmuş Öğrenemedim. Besbelli denizden çıkıp Kıyılar boyunca gitmiştir, Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu Yüreğini allak bullak etmiştir. Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru Bulutları koyun gibi gütmüştür, Okşayıp otları yaylalarda Büyütmüştür. Köylere de uğradıysa eğer Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır, Güneş altında çalışanlara İmdat eylemiştir. Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru, Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz, Kıraçlarda mavi dikenler... Toz toprak gözlerine gitmiştir. Şehirlere uğramış ki yanımdan geçti, Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür, Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra Alıp gitmiştir. Şimdi bir rüzgar geçti buradan Koştum ama yetişemedim, Soraydım söylerdi herhalde Soramadım.

Cahit Külebi


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Behçet Necatigil’in Cahit Külebi üzerine düşünceleri

“1940-1950 yıllarını kapsayan Yeni Şiir Akımı’nda kendine özel bir yer ayırdı. Aydın bir saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan rahatlığı ve temiz bir dil ile, zaman zaman kötümser, güvensiz, kendi türküsünü söyledi. Yarım kafiyeler, iç sesler, duygu ve düşüncelerine eklediği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlikle en sevilen şairler arasına girdi. Yurt köşelerinin manzara ve insan gerçeklerini modern bir biçim ve yeni bir romantizmle yaşatış, anılarla güçlü içten bir duyarlık; başlıca özellikleridir.”


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Yüreğimi Yakar Cigaranın Ataşı... Busenur ASLAN

Mehmet, hülyalara dalmış sevdiğini düşünüyordu. Eve döner dönmez isteyecekti babasından güzeller güzeli Elif’i. Aylardır süren yorgunluğa inat umutla bakıyordu geleceğe. Tarih, 4 Nisan 1953’tü. Gece, sisli ve soğuktu. Yine de sıcacıktı Mehmet’in yüreği. Elif’in hayali gözlerinde, vatan sevgisi yüreğinde denizaltıda görevlerini yerine getiriyordu. Artık bir süreliğine de olsa paydos deme vakti gelmişti. Dumlupınar adlı denizaltı, Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Nara Burnu açıklarına doğru istirahat etmek üzere çekiliyordu. Mehmet ve geride kalan onlarca vatan evladı, yorgunluklarını biraz olsun dindirebilmek düşüncesindeydiler. Umdukları gibi olmayacaktı ama hiçbir şey… Soğuk, sisli ve karanlık bir geceydi. Mehmet’in bahtı gibi kapkara bir geceydi. Sadece Mehmet’in değil onunla berber olan diğer seksen bir kişinin ve bütün Türkiye’nin kapkaraydı o gecesi.

Mehmet ve arkadaşları gecenin sessizliğini yaran bir sesle sarsıldılar. Kimse önce neler olduğunu anlayamadı. Herkes şaşkın gözlerle birbirine baktı. O sırada denizaltının ön kısmından haber geldi. Bir çarpışma olmuştu. Mehmet’in arkadaşları, can yoldaşları bir bir yok olmuştu. Geriye sadece yirmi iki kişi kalmışlardı. İçlerinden biri, geminin arkasındaki torpido bölümüne gitmelerini tavsiye etti. Böylece yirmi iki Mehmetimiz oraya sığındılar. Soğuktu gece ve batıyordu denizaltı. Çok geçmedi oturdu denizaltı denizin dibine. Karanlık daha da karanlıktı. Dışarıdan kimse anlayamadı ne olduğunu. Kahraman gençlerimiz, gemiyle haberleşmek için su yüzüne telefon şamandırasını fırlattılar. İşte tam bu noktadan sonra başladı tüm Türkiye’nin Mehmetlerimizi kurtarma seferberliği. O gün, o anda durdu hayat herkes için. Gemiden haber geldi denizaltına: “Oksijensizlik sebebiyle Gerek olmadıkça kimse konuşmasın, şarkıtürkü söylemesin ve sigara içmesin.” diye. Mehmet ve beraberinde arkadaşları sustu. O gün orada tüm dünya sustu. Sessizdi


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

denizin dibi ve tek bir umut ışığı görünmüyordu. Yine de sarıldı Mehmetler umutlarına. Öyle ya umut en kuvvetli kaleydi yürekteki. Gözler korkulu ve meraklı, etrafı süzüyordu. Her biri diğerine soran gözlerle bakıyordu. Aradan saatler geçti. Dayanmalarını söyleyen sesler tükendi. Gözler sormaktan yoruldu. Her şey sanki orada ölümsüz oldu. Sessizliği bölen bir kumandan sesi yayıldı sessizliğin içinde. Bu ses kalplerdeki umut kalesinin yıkılış sesiydi. Her şeyi denemişti onları kurtarmak için asker ve millet. Zaman, çok acımasızdı yine. Kimsenin elinde onları kurtaracak güç yoktu. Hiç kimsenin yaptıkları, uğraştıkları bir işe yaramamıştı. Kahrolası teknoloji yetersizdi Mehmetleri çekip çıkarmaya o dipsiz karanlıktan. Şöyle söylüyordu odayı delip geçen ses: “Artık konuşabilir, şarkı-türkü söyleyebilir ve hatta sigara içebilirsiniz.” Mehmet’in gözünden süzüldü bir damla yaş. Elif yaş oldu, ellerine döküldü gözlerinden. Kısa bir süre hiç kimse konuşmadı. Sonra derinden bir ses geldi.

“Buraya kadarmış.” Sonra başla bir Mehmet, “Ah bir ataş ver.” dedi. “Cigaramı yakayım.” Sırayla herkesin dudaklarından bu sözler döküldü.

“Ah bir ataş ver cigaramı yakayım.” Son sözleri bunlar oldu Mehmetlerin. Hep bir ağızdan bağırdı Mehmetler: “Biz ölüyoruz, vatan sağ olsun!” Sonra, bir bir kesildi sesleri. Yine her şey sessizliğe boğuldu. Tüm Türkiye, o gün o anda sesini kaybetti. Herkesin gözünden Elifler süzüldü yerlere. O günden bu güne bir türkü dolandı dillere...

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım Sen salın gel ben boyuna bakayım Uzun olur gemilerin direği Ah çatal olur efelerin yüreği... Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın Arkadaşlar uykulardan uyansın Uzun olur gemilerin direği Ah çatal olur efelerin yüreği...


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Nesliyar IV Issız ve sessiz, nefessiz, Bir merhabası var eşsiz. Kutludur özünün şerbeti, Seni yaratanın rahmeti. Bize de ulaşsın serveti. Âleme sen gibisi gelmedi. Bildik, bugün duyduk, gördük. Feyz aldık uzaktan, sustuk. İzledik, baktık seni yâd ettik. Kalp içinde seni izledik. Ey yar lütfun cezbe hali, Sekaret anlatamaz ahvali. Hani nerde İbnü’l Arabi, Nerde kalmış Bistami? Ne seni bilmiş Fuzuli, Ne ben gibi sevmiş Baki. Anlatmış mı böylesini? Anlatamazdı elbette Nabi. Herkes kendine has zamanda, Biz ise zorda kalmışız bu diyarda. Açılıyoruz yavaştan ummana. Gel dedi mirim gel Süleyman’a Başlasın yavaştan küheylan, Ceylan konuştu ürktü kaplan. Adım adım sesler gelir yavaştan. Adımlar atılır arkalardan bu diyara. Yaralardan geçip sığınalım yaradana. Seninle açılsın kapılar gidelim şaha.

Gel desem gelir misin bu yana? Gülle kaplı yangınlar diyarına. Dilinde şeker, sesinde bülbül nidası, Bilirim ki bu nefes buğday libası. Giydik, gördük nefes dedik içtik. Şerbetli iksirin efsunuymuş şiir. Anladık, baktık, gördük, bildik. İlm-i ledin ilm-i kelam ilm-i selam Selaam Esselaaamun Aleyküm Gavs-ı Azamın himmetiyle Şeyh'ül Ekber kerameti. Gösterirdi eskiler ekili nimetleri. Biçilmez oldu şimdiki ekinler. Bilmek istersen elbette fikirler, Dile gelecek ahir zamanda şiirler. Şifre bitti, sır gizlendi aşk aşikâr. Aşkar dile geldi koştu dörtnala atlar. Sevgi sözün özüydü gerisi efsun, Nefsin yanıltmasın dilin sussun. Anladıysan konuş, buyur sual et. Hikmet illet geçti keramet bitti. Çok şükür dualar dile geldi. Rabbin kulu buğz etti bu da yetti. Gayri nefes aşka gelsin. Gül yetişsin bülbül şakısın. Susalım dinleyelim son kelamı, Küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en u’refe.

Süleyman Erkut


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Dönüşü Olmayan Memleket

Çiseleyen anıları topladığım defterin, Nerelerdeydin diye sorduğum günlerin, Gökkuşağı aralığından gördüğüm güneşin, Bir tahtaya işlenmesi yakındır hepsinin. Ölü bir hayale sarılıyor şimdi. Gelecek tren seferine bilet almış gözlerim Fotoğraflıyor gurbeti, İşlesin aklıma gördüklerim. Öğrendim kuralları, Dönüşü yoktur bu memleketin. Sema Keser


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

KİTTY: Anneliese “Anne” Marie Frank TUĞÇE ERKOL

Korkunç bir son, sonu gelmeyen bekleyişten çok daha iyidir. Anne Frank’in Hatıra Defteri

12 Haziran 1929'da doğup Şubat 1945'de hayatını kaybeden Anne Frank, Yahudi Soykırımı'nın simgesidir. Başta ailesiyle birlikte Almanya'da yaşar. 1929 Ekonomik Krizi'nden sonra Almanya'da hayat zorlaşınca Hollanda'ya taşınırlar. Ardından Hitler, Hollanda'ya girer ve burada yaşayan Yahudilere kısıtlama getirir. Bu kısıtlama onun özel hayatını etkilediği gibi eğitim hayatını da etkiler. On üç yaşına gireceği gün, yani 12 Haziran 1942'de, sabah erkenden kalkar ve doğum günü hediyelerinin başına geçer. İçlerinden bir tanesini seçer. Tesadüf odur ki karşısına ilk çıkan bir hatıra defteridir. Defteri açar ve her

bir sayfasını sanki canlı bir varlıkmış gibi severek “Kitty” der. Kitty, hayatının son iki yılında onun en iyi arkadaşı olacaktır. Hasan Hüseyin Korkmazgil, bu durumdan oldukça etkilenmiş olacak ki bir şiirinde Kitty'den bahseder. Zaten Hasan Hüseyin'den de böylesine utanç verici bir durum karşısında susması beklenmezdi:

“Sen her gün Hitlersin Ben her gün Yahudi Oturur ağlarsın utancından Anne Frank'ın hatıra defterinde.”


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Anne'nin babası Otto Frank, Yahudilerin işletme açması ve açık olan işletmeleri de yönetmeleri yasaklandığı için yıllardır işlettiği ekmek teknesini bir arkadaşına devreder. 1942'nin Temmuz ayında Anne'nin ablası Margot, Yahudi olarak işaretlenir ve eve gönderilen bir celple toplama kampına teslim olması istenir. Margot'un işaretlenmesi, aileyi büyük bir paniğe düşürür. Anne ve baba büyük kızını onlardan kaçırmak isterken bir yandan da küçük kızlarının başına aynı şeyin gelmesinden korkarlar. Bu nedenle ailece kaçmaya karar verirler. Bu kaçışta ailelerine ilk önce Bay ve Bayan Van Daan'la oğulları Peter; daha sonra da yaşlı bir doktor olan Albert Dussel eklenir. Ortak bir korkuyu ve endişeyi taşıyan sekiz kişi Otto Frank'in çok katlı işletmesine eklenen özel bir bölmeye saklanırlar. Bu bölme binanın son iki katını oluşturur. Bölmeye geçilen kapının önüne de bir dolap eklenir ki orada bir bölme olduğu anlaşılmasın. Çatı katında yaşadıkları dönem boyunca onların dış dünyayla bağlantısını gene Otto Frank'ın sekreteri Miep Gies ve Bay Kraler sağlar. Gies ve Kraler birlikte işletmeyi idare ettikleri gibi gizlice yaşayan insanlara da yardımcı olurlar. Onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Anne, çatı katında yaşadığı zaman dilimi boyunca her şeyi en yakın arkadaşına aktarır. Kitty yaşananların en kalıcı şahidi olur. İki yıl boyunca hayatını bu çatı arasında geçiren Anne, her şeyini Kitty adını verdiği defterine yazar. Gelişme çağında olan bir genç kızın 2 yıl boyunca bir tavan arasında hep aynı insanlarla olması, canlı bile olmayan bir defteri en yakın arkadaşı gibi görüp her şeyini ona anlatmasının hüznü eser boyunca gözler önüne serilir.

Anne, yalnızlıktan daralıp ilk defa 9 Ağustos günü konuşmaya başlar arkadaşıyla. Kitty onun için arkadaştan, sırdaştan başka bir şey değildi belki de Kitty elindeki en büyük şanslardan birisiydi. Günlükte Anne'nin sokakta dolaşan Yahudiler'i görüp üzüldüğü, hatta diğer Yahudiler'e ihanet ettiğini düşünüyor oluşu gözler önüne çarpar. Kalın perdelerin ardından onları izlemek, Anne için en büyük acılardan biri olur. Çünkü onlar dışarıdadır, korunaksızdır ve her an birileri gelip onları öldürebilir. Evet, öldürebilir.

Anne, hayatının birçok önemli olayını çatı katında yaşar. Karşı cinsle ilk teması gibi. Van Daag ailesinin oğlu Peter, onun yanağını okşar. Bu okşama Anna'nın hiç hoşuna gitmez ve günlüğüne 25 Eylül 1942'de bununla ilgili yazar: “Sevmiyorum oğlan çocuklarının böyle üstüme varmasını.” Bu ilk yakınlaşmanın ardından bir süre Peter'den kaçar. Ancak elindeki en iyisi olan Peter'e aşık olduğunu iki yıl sonra fark eder. Peter onu ilk defa öper ve gene bunu Kitty'e anlatır, 15 Nisan 1944'te: “Kızların hayatlarında ilk öpüştükleri gün dönüm noktasıdır, biliyorum.” Anne'nin ilk aşkıyla yaşadığı günler belirli bir alanla sınırlı olduğu gibi kısa bir zaman dilimiyle de sınırlı kalır. Maalesef ki 4 Ağustos 1944'te yakalanırlar. Onları Amsterdam'dan uzaklara, Polonya'daki Auscwitz toplama kampına götürürler. Aynı yılın sonuna doğru Anne ve Margot Bergen-Belsen toplama kampına götürülürler. 1945 yılının Şubat ayına


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

kadar abla kardeş orada kalırlar ve her ikisi de kaderlerini aynı devam ettirerek, tifüse yakalanıp ölürler. Hatta Anne'nin ölüm tarihi ilk başta aynı yılın 31 Mart'ı olarak bildirilir. Ancak daha sonra ortaya çıkar ki bu ölüm tarihi yanlıştır. Anne'nin ölüm tarihi, bildirilenden iki hafta daha erkendir. Yani Şubat ayına denk gelmektedir, ancak hangi gün olduğuna dair de kesin bir bilgi yoktur. Anne'nin maalesef ki kampta olduğu dönemde Kitty yanında değildir. Yaka paça saklandıkları yerden götürülürken elindeki Kitty'i düşürür Anne. O dönemde Kitty yanında olmuş olsa belki de insanlara yapılan uygulamaların neler olduğu hakkında daha net bilgi sahibi olurduk. En azından bir kanıt olurdu insanların elinde. “Bize eziyet ettiler, kanıtı da Anne Frank'ın Günlüğü'nde.” diye. Kızıl Ordu'nun Polonya'ya girmesiyle şehir kurtulur, toplama kamplarındaki insanlar bir süre Kızıl Ordu'nun himayesinde kalır. Savaşın ardından serbest kalan vatandaşlar, evlerine döner. Frank ailesinden evine dönen tek insan Otto Frank olur. Eşini ve çocuklarını bir savaşta kaybetmiş acılı bir babadır artık o. Üstelik gidecek tek yeri de saklandıkları binadır. Binaya girdiği gibi onlara yardımcı olan Miep Gies, evdeki hareketliliği fark eder ve patronunun, dostunun, dert ortağının yanına

koşarak ona bir paket verir. Otto Frank'in paketle oyalanacak pek bir hali de yoktur; ama paketi açtığında karşılaştığı manzara onun içine bir umut ışığı olur. En azından elinde ailesinden kalan bir şey vardır artık: Kitty. Kitty'i göz yaşları içinde kucaklar acılı baba. Savaşın sona ermesiyle de defteri, profesör bir arkadaşına gösterir. Arkadaşı, günlüğü edebi bir eser olarak değerlendirir neredeyse ve yayımlama fikrini ortaya atar. Otto Frank, kızının her zaman bir yazar olmak istediğini de bildiği için bu fikri kabul eder. Kitty'nin basım süreci Otto Frank için bir çeşit terapi olur. Günlüğü defalarca okur, gençlere hitap etmesini istediği kitabın bazı yerlerini çıkarır. Anne ve Peter'in ilk aşkıyla ilgili bazı noktalar o dönemin şartları doğrultusunda müstehcen bulunduğu için; Van Daan ailesi ve Doktor Albert Dussel'le ilgili bir takım özel bilgiler olduğu için, özel hayata saygı duyulması amacıyla kesilen yerler olur. Eser defalarca gözden geçirildikten sonra ilk baskıya girer. O günden sonra 16 milyon civarında satılır kitap. 30'dan fazla da dile çevrilir. Türkiye'de müzeleri en çok savunan insanlardan birisidir Sunay Akın. O sadece Türkiye'deki müze sektörünü değil, dünya üzerindeki tüm müzeler için verir savaşını.


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Ancak Türkiye göz önünde bulundurulduğunda savaşın en hareketli cephesinin de kendi memleketi olduğu açıktır. “Eski ve mağrur bir ev Amsterdam'da...” diye başlayan bir şiiri vardır Sunay Akın'ın. Bu mağrur ev, Anne’nin ailesi ve dostlarıyla saklandığı evden başkası değildir.

“Normal insanlar kilit altında yaşayanlar için kitapların ne anlama geldiğini bilemezler. Okumak, öğrenmek ve radyo dinlemek... Sadece bunlarla vakit geçiriyoruz.” Anne Frank - Anne Frankin Hatıra Defteri

3 Mayıs 1960'da Anne Frank'ı yaşatmak adına bir adım daha atılır. Anne'nin günlüğüne kaydettikleri doğrultusunda Amsterdam'da gizlendikleri ev dekore edilir ve müzeye dönüştürülür. Bu müzede genel olarak Anne'nin tarifi geçerli olsa da onun günlüğünde belirtmediği tek şey bir oyuncak ayıdır.

Onun dışında saydığı Leonardo da Vinci ve Rembrandt'a ait tablolar, sinema filmlerine ait afişler, tiyatro afişleri vardır. Bir de Deanne Durbin'in İlk Aşk filminin afişi vardır. Bunu görüp de etkilenen Sunay Akın Ayçöreği ve Denizyıldızı adlı kitabının ilk bölümünde şöyle yazar: “Anne Frank, bu fotoğrafı Peter'le öpüştükten sonra gazeteden kesmiş olabilir mi?” Anne Frank gibi binlerce çocuk savaşlarda hayatını kaybediyor. Hatta artık öyle bir hale geldik ki çocukları öldüren sadece savaş olmuyor, açlık oluyor, parasızlık oluyor, cinnetler oluyor... Anne Frank'a dair ilk bilgisini Sunay Akın'ın kitaplarından almış bir insan olarak, Sunay Akın'ın kitaplarında yer almayan bir cümlesiyle yazımı sonlandırıyorum:

“Savaş çığırtkanlarının her sözü, her yazısı üşütüyor, Anne Frank ve savaşlarda öldürülen nice çocuğu.”


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

BERTRAND’ın KOKUSU

A. Bengisu AKDAĞ

Çoğu kitapseverin hep hayal ettiği şeylerden biridir gelecekte kendi kitap evini açmak. Ben de onlardan biriyim.  “Kitap evi açma hayali olanlar” olarak bu kitap evinin nasıl olacağını, nerede olacağını, içini, dışını, hatta adını bile düşünmüş tasarlamışızdır. Gittiğimiz her kitapçıya bu gözle de bakmış, bir gün kendi dükkanımızın kapısını açacağımızı düşünerek mutlu olmuşuzdur.

Şüphesiz bu hayale sahip olanların çoğu 1998 Amerikan yapımı “You’ve Got Mail” ( Mesajınız Var) filmini de izlemiştir ve aklına geldikçe tekrar tekrar izlemektedir. Film boyunca o “köşedeki dükkan”a imrenerek bakarız. Film mutlu sonla bitse de hatıralarla dolu o tarihi kitapçının boşaltılıp kapandığı sahne hepimizin gözlerini doldurmuştur. O sahneden sonra filmin mutlu sonu pek de mutlu edememiştir bizi. “Neyse ki film” desek de, biz hayalimize kaldığımız yerden devam etsek de aslında bu hayal her yıl köşelerde kalan küçük haberlerde okuduğumuz “Tarihi Kitabevi Kapandı” başlığıyla git gide gerçekliğini kaybetmekte belki de. Son yıllarda İstiklal Caddesi’ndeki birçok tarihi kitabevinin kepenklerini kapattığını duyar olduk. Çünkü bizler dahi kitaba indirimine göre bakıyoruz artık. Kitap satın almaktan uzaklaştık. Ellerimiz günde, haftada kaç defa bir kitabın kapağını açıyor? Sevdiklerimize kaçımız kitap hediye ediyoruz? “Köşedeki dükkan”a gitmektense bir tık ile hallediyoruz çoğu zaman kitap alışverişimizi. Oysa kitapçı dükkanları sadece kitapları değil, bir kültürü de barındırır. Kitapçıya gitmek bir kültürdür, kitapları seçmek bir kültürdür, kitapçıyla dost olabilmek bir kültürdür. Ve sonuçta yıllarca gidip kitap aldığımız, uzun sohbetler ettiğimiz, sahibiyle arkadaş olduğumuz bu kitapçıların kapandığını duydukça pişmanlık duyuyoruz, içimizden bir şeyler kopuyor. Yuvamızı, sığınağımızı elimizden almışlar gibi... Bu düşünceler beni “Şu anda, Dünya’da bulunan en eski kitap evi nerede acaba, ayakta mı, yaşıyor mu, nefes alıyor mu?” diye araştırmaya yöneltti. Ve buldum! Portekiz’in başkenti Lizbon’daki “Bertrand Kitapçısı” şu anda hala hayatta olan Dünyanın en eski kitapçısı. Tam 283 yaşında. Hatta Dünyanın en eski kitapçısı olarak 19 Nisan 2010 tarihinde Guinnes Rekorlar Kitabına da girmiş. 1732 yılında Peter Faure tarafından şehrin kültür sanat merkezi olması için açılmış ve zamanla Bertrand Kitapçı zincirinin köşetaşı haline gelmiş. Ancak bu zincirden hayatta kalma mücadelesini bir tek o kazanmış.


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Ayrıca Bertrand’ların kendi matbaa makineleri de varmış ve yazmak üzerine atölyeler düzenliyorlarmış. Birçok özelliğiyle tarihin, kültürün kenti olan Lizbon’a sırf Bertrand’ı görmek için bile gidilir. Ama “Lizbon uzak şimdi kim kalkıp da gidecek?” diyorsanız o zaman haydi! Kapatın şimdi bilgisayarınızı ve çıkın sokağa. Köşedeki kitapçıya doğru gidin. Önce içerideki kokuyu doya doya içinize çekin, rafların arasında dolaşın ve bir kitap seçin 

“Sahafta çalışırken- eğer sahafta

çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolaybeni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok yeğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu. Örneğin 1897’de çok hoş bir kitap okumuş olan kendisi için o kitabın bir nüshasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış.” George ORWELL Kitaplar ve Sigaralar


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Eyüp Sultan Şairlerinden “ÜMMİ SİNAN” Mehmet ALTINOVA

“İlahi seyrimde bir şehre vardım. Gördüm sarayı güldür gül. Sultanımın tacı tahtı bağı duvarı güldür gül... İlahî erenlerin sohbeti Ele giresi değil İkrar ile gelenler Mahrum kalası değil..." 1 Doğduğumdan beri Eyüp Sultan'da

adı kendisinin Kutbü'l-meânî eserinin sonunda

yaşamaktayım. Eyüp Sultan'ın Düğmeciler

İbrahim olduğunu söyler. Hem Ümmî Sinan

semti gayet hoş ve sakin bir yer. Burası,

hem de Sinan Ümmî biçiminde mahlasını

Osmanlı zamanında düğmeci dükkânlarının,

kullanmıştır. Bu nedenle farklı kaynaklarda

manifaturacıların bol olduğu için bu adı almış.

farklı

Osmanlı zamanında payitahta uzak olduğu için

araştırma yapma olanağı kısıtlanmıştır. Şair ,

-sur dışında- şairler bu taraflara gelmemiş ,

Yunus Emre , Eşrefoğlu Rumî ,Hacı Bektaş-i

padişahlara yakın olmak istemişlerdir. Bu

Veli gibi bir tekke şeyhi olması nedeniyle

nedenden dolayıdır ki İstanbul'un sur dışı diye

mesajlarını

adlandırılan kısımlarında genel olarak şairler

şiirlerinde sanat endişesi taşımadan yazmıştır.

tarafından mesken edilmemiştir.

Bu aslında dîvân şiirine ters düşse de bu

Daha evvel önünden birçok kez

bilgiler

bulunmasını

şiir

yoluyla

sağlamış

iletmiştir.

ve

Bazı

yönüyle onu halk -mutassavıf olması yönüyle

geçtiğim , üzerinde yazının başlangıcında

de tekke türüne- edebiyatına yaklaştırmıştır.

yazılan beytin bulunduğu türbe aslında evime

Halvetîliğin

çok yakın bir yerdedir. Kaynak taraması

şubesinin kurucusu olan Ümmî Sinan'ın (ö.

yaptığımda tesadüfen Ümmi Sinan'a ait bir

958/1551 veya 976/1568) Yunus Emre tarzı

dîvân olduğu gözüme çarptı. Orta hacimli olan

ilâhileri vardır. Türbesi Eyüp'tedir. Birkaç tane

bu divan "Doç. Dr. A. Azmi Bilgin" tarafından

Ümmi Sinan olduğu geçer. Bunlardan örnek

incelenmiş ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

vermek

tarafından da E-kitap biçimde halkın ve

Bursalı Ümmi Sinan , Elmalı Ümmi Sinan'dır.

araştırmacıların kolayca ulaşabilmeleri için

Biliyoruz ki "Ümmi" sözcüğü okuma yazma

yayımlamıştır.

bilmeyen kişilerin sıfatlarıdır. Fakat Ümmi

Dîvân'a

bakmadan

önce

Ümmi

Ahmediyye

kolunun

Sinâniyye

1

gerekirse;

İbrahim

Ümmi

Sinan,

Sinan medresede ilim ü irfan sahibi olmuş bir

Sinan'ın hayatına bakmamızda fayda vardır. Ümmi

Sinan

17.

yüzyıl

mutasavvıf

şairlerimizdendir. Asıl adı Yusuf'tur. Babasının

1

ADRES:Dümeciler caddesi. Ümmi Sinan sokak. Eyüp/İstanbul


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

şairdir.

Bu

bilgiler

yalnızca

tarikatında

Ümmi Sinan , XVII. yüzyılın diğer şairlerin

anlayacağımız gibi dinî içerikli bir anlamdır.

gölgesinde

Velev, fenni ilimler hakkında bilgisi olup

şairlerimizdendir.

olmadığı

bilgiye

sebebi kanımca payitahtın -sur- dışında kalmış

kütüphanelerde şu ana kadar rastlanmamıştır.

olması, şiirlerinin diğer şairlerin metaforlarında

Sanıyorum

biraz

konusunda ki

herhangi

"Ümmî

Sinan

bir bu

sıfatı

daha

kalmış

mutassavıf

Geri

geri

planda

planda

divan

kalmasının

olmasından

almasındaki neden, tarikata bağlı olduğundan

kaynaklanmaktadır. Tasavvuflar ilgilenmiş ,

yola çıkarak İlah-ı Rahim olan Allah'ın bilgisine

şeyhlik yapmış bir zahirdir. Ölüm tarihi tam

tam anlamıyla hâkim olamamaktan dolayı

olarak bilinmemekle birlikte türbesi Eyüp'tedir.

bilgisizliğinden almıştır."

2

Eserlerinde

divanı

ön

plana

çıkmıştır.

Ümmi Sinan daha çok tasavvufî gazeller

Divanında çok sayıda iktibas olmakla birlikte

yazmışsa da aşktan da uzak durmamıştır.

düzenli ve orta bir hacime sahiptir. Divanı hakkında daha çok bilgi almak isteyenler ,sayın

‘Âşıkıñ bir çâresi var zâr u giryândur yanar Yâr elinden yarası var yüregi kandur yanar

Doç. Dr. A. Azmi BİLGİN'in hazırlamış olduğu

3

Tudagı çat çat yarılup sararup beñizleri

konuyla

ilgili

inceleme

ve

metinine

göz

atabilirler.

Taşı fânî cânı bâkî dôsta mihmândur yanar

4

Aynı zamanda bir tarikatın şeyhi olduğundan bazı şiirlerinde tasavvufî öğelerin bulunması çok doğaldır. Hasta-diller derdiniñ dermânı ‘aşku’llâhdur Şol göñüller sıdkınıñ îmânı ‘aşku’llâhdur

5

Lâ-mekân deryâsına bahrî olan ‘âşıklarıñ Her kelâmı gevher-i ‘irfânı ‘aşku’llâhdur

6

Şayret-ile gayr-i hakdan saklayan dil mülkünü Hikmet-ile her nefes mihmânı ‘aşku’llâhdur

7

2

Doç. Dr. A. Azmi BİLGİN'nin bu konuyla ilgili araştırmasındaki "Ümmi Sinan Divanı" eserinde yer alan bilgilere göre çıkarmış olduğum hipotezdir. 3 Sevgilinin elinden yarası var yüreği kandır yanar. Âşıkın bir çaresi var ağlamak ve çok ağlamak. 4

Dudağı çatlayıp yarılır , yüzü sararır , taşı(vücudu) ölümlü , canı ebedi , dosta konuktur yanar. 5

Hasta gönüllerin dertlerinin dermanı, şu gönüller imanının gerçekliği ilahî aşktır. 6 Aşıkların mekansız denizine mensup olan her kelimesi irfan cevheri ilahî aşkdır.

7

Şayet gönül sahibini Allah'tan başkasından saklayan hikmet ile her nefeste konuğu ilahî aşıktır.


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ARAYIŞ Gözün akı da karası da Haktandır Akla kara bir olmadan göz görmez. Karada da akda da Hak görülmeden Görür sandığın göz var ya, kördür görmez. Mürekkep kapkaradır, sayfa apakdır. Divit gönül elçisi, Hak yazar satır satır. Divit çentiğinden Hak sözün çağlanmadan Der sandığın gönül var ya susar söylemez Neyzen Hak sırrın üfürür bir kuru kamışa, Kuru kamış can bulur Hakkın sırrıyla. Kuru kamışın dilinden Hak sırrın çığırılmadan Diri sandığın beden var ya ölüdür bilmez. Serhan Demir


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

TURNALAR Yağmurları salın üzerime, Nefesim olsun rüzgârlar. Ağaçlar kollarımdan tutsun, Uçmaya hazırım, alın beni turnalar. Sema Keser


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

CADI AVI-7

Işık Selin Orhuntaş

KIRIK KALPLER KRALİÇESİ UMAY "Öldüm evet öldüm öldüm acıdım da acıttım da Kanadım kanatttım da parçalara büründüm"* diye başlar şarkıya Umay. Yıllar geçmesine rağmen hala içimizi delip geçen sesiyle. Sadece şarkılarla değil içimizi delip geçişi kitaplarıyla,yazılarıyla bir köşede durup beklemesiyle.

"korkma anne, aşk seni de öldürmedi, hatırla. bıraktım oyun sonsuza dek sürsün. tek tek sökeceğim dolaştığın yerlerdeki acılı yıldızları. işim beş dakika sürer." "Rüya Duvarları"ikinci kitabıdır. İlk kitabı gibi bu da hayranları tarafından başucu kitabı yapılır. Yoğun yalnızlık hakimdir yazılara. Satırlarda gezerken Ece Temelkuran'ı hatırladım birden. "Sen bu dünyaya yatıya gelmedin" diyerek buruk bir yolculuğa çıktığı "Kıyı Kitabı" geldi gözümün önüne. Umay sanki bu yolculuk konusunda daha tecrübeli. Olacakları önceden kestirebiliyor.

Umay Gedikoğlu, bizim bildiğimiz isimle Umay Umay, 1990 yılından beri müzik piyasasının içinde. 2014'te Cem Adrian'la çıkarttığı "Cam Havli" düet albümü dışında üç albümü daha var. Zamanının çok ötesinde "Düşmedim Daha" klibi ve Emre Aydın'ın çıkış albümüne aldığı "Hareket Vakti" şarkısı da Umay'ın imzasını taşır. İlk kitabı "Orospu Kırmızı" hayranları tarafından büyük ilgi uyandırdı. Yakın zamanda 6.45 Yayınları tarafından tekrar basıldı Mavi ve kırmızı üzerine kurduğu dünyasında aşkları acı ve özlem dolu. Lafını esirgemez Umay açık sözlüdür. Kelimeleri özenle seçer.

"Çocukluğundan beri rüyalarını delip geçen, uyandığında yanı başından ayrılmayan bu gizemli ve solgun hüzne bir isim bulacaksın. hikayen bir şehre gidememek değil, bir şehirden dönememek olacak."

Hüznün doğurduğu nefret 2003 Temmuz'unda "Sokaklar Uyudu Artık Öpüşebiliriz" kitabıyla devam eder. Kitap yine kendi okuyucu kitlesi içinde yer alır. Fakat bu defa farklı olan şey


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

eşcinsellere armağan edilmiş olması. Kimisi için reklam kimisi için değil. Ama bir gerçek var ki bunu yapabilecek cesareti gösterecek çok az insan, çok az kadın var edebiyatımızda. Eğer yanlış hatırlamıyorsam trans cinayetlerinin gündemi kaplamasına tepki olarak böyle bir yolu seçmişti Umay. "Sıra kimde, ölümü kim devralacak?" diye soruyor. Haziran'da çocuklar devralıyor demeye gücümüz var mı, sanırım yok. 2003'e sığdırdığı diğer kitap " Bütün Güzel Çocuklar Şüpheli".Kapağındaki kanayan bir çift diz hüznün devam ettiğine işarettir. Sustuklarını yazarak anlatmaya çalışır.Onun için oldukça zordur.

Ağzı bozuk prenses, fotoğraf da çekiyor.Kitap kapaklarındaki fotoğraflar kendisine ait. Denediği hayatta sıradan olmamak için hem kalemini hem de deklanşörü kullanıyor. Onun için silahtan farksız. "Deklanşöre, Kazım ( Koyuncu ) hastalandığında basmaya başladım. Hastaydı… Öleceğini öğrendiğimde, peş peşe basmaya başladım. Her basışımda, 'gitme, n’olur ' diyordum. Durdurmak istiyordum zamanı. Gittikten sonra da, 'n’olur gel' diye devam ediyorum. Fotoğrafçılığım, benim için bir kayıp hikayesi. Susup seyredebildiğim bir hikaye. Yoksa, fotoğrafçılık umurumda değil. Makinemi her yere, herkese 'sen gittikten sonra' diye doğrultuyorum. Onsuz, yalnız ve güzel. Hatalarımızı bile affedemediğim, buruk bir arkadaşlık hikayesi. Sanırım fotoğraf makinelerim de gözyaşı tabancam." Kazım Koyuncu'nun 'Gyuli Çkimi' şarkısı üzerine 'Kalbim acıdı' sözlerini yazmıştır. Böylece bilmediği dilde ağlayanlar kervanında olduğunu itiraf etmiştir. Metin Altıok'un Anka albümünde Çiğdem Erken ve Birsen Tezer'in yanında ismini görmek tarifi imkansız mutluluktur. Umay'a ışıkla Hatırlamayı hatırlıyoruz...

"Cevapsız Ağrı" ve "Veda Busesi" diğer kitapları. Yine özenle seçilmiş kelimeler sayfaları süsler. Altı kitaba baktığımız zaman yazdıklarına şiir mi deneme mi diyeceğimizi kestiremeyiz. Hem hepsi hem de hiçbiri. Bilinç akışıyla yazılmış birer öykü. Öykünün kahramanı da okuyucu. Çoğumuza farklı gelebilir. Çünkü bizler klasik şiire ya da klasik düz yazıya alışmışız. Başka türlüsünü kabullenmek güç. Oysa duyabilsek satır arasındaki tınıyı... Kadınları duymaktan neden aciziz ?

*Cem Adrian - Umay Umay : Bir Şarkı Tut


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Han Duvarları’ndan... “ ... Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince. Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi. Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi. Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine. Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine. Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan. Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

...” Faruk Nafiz Çamlıbel


Fotoğraf Aybige Akdağ


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ARKA KAPAK Bulantı / Jean Paul Sartre CAN YAYINLARI Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre’ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938’de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin’in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin’in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre’ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı. “Varoluş”la yüz yüze gelen Roquentin’in geçirdiği değişimi anlatan Bulantı, varoluşçuluğun kült kitaplarından biri oldu. 20. yüzyıl roman sanatında da önemli bir yeri olan bu kitabı, Selâhattin Hilâv’ın usta işi çevirisiyle Can Yayınları sunuyor.

Aziz İstanbul / Yahya Kemal Beyatlı İSTANBUL FETİH CEMİYETİ YAYINLARI "Yahya Kemal için İstanbul, tabiî güzelliğinin yanında, Türk milletinin fizyolojik olarak kazandığı mükemmeliyeti, kültür ve medeniyette vardığı seviyeyi gösteren bir şehirdir. Bu sebepten olmalı ki o, İstanbul’u çok sever; onun içinde yaşamaktan, onu keşfetmekten büyük zevk duyar. Türk kültür ve edebiyatında İstanbul’un manasını ilk kavrayan yazar Yahya Kemal’dir. İşte "Aziz İstanbul" Yahya Kemal’in İstanbul’a olan sevdasını derinden hissedeceğimiz yazılardan müteşekkil meşhur eseri...


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ÇOCUK Ürkek gözlerle karanlığı süzen çocuk, Öğrenmedin mi düşleri olmadan bakamaz çocuk? Aydınlıkta yürürken karanlığı, Aydınlık yüzlerde görür çocuk. Mutluluktan emekli olmadan , Miş’li geçmiş zamana karışma çocuk. Sema Keser


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bahâr boldu vü gül meyli kalmadı könlüm Açıldı gonce vü likin açılmadı könlüm Yüzün hayâli bile vâlih irdi andak kim Bahâr kelken ü kitkenni bilmedi könlüm Yüzün nezâresi de mahv ü mest idi ya’ni Ki gül çağıda zamâni ayılmadı könlüm Nevai gonce tilep könlüm ağzın etti heves Eğerçi tapmadı likin yanılmadı könlüm

Ali Şir NEVAİ


Haziran’15

İNCİR ÇEKİRDEĞİ

E-Dergiciliğin Hakkını Veriyoruz! İncir Çekirdeği Her Yerde!


Uludağlı Edebiyatçıların Sesi, İncir Çekirdeği...


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.