Tarihin cilveleri

Page 1


Bathroom Readers _ Hysterical Institute _ Tarihin Cilveleri

Ġçindekiler Büyük Patlama'yı (Big Bang) DuymuĢ muydunuz? ...............................7 Kadın Katil .....................................10 Hastalık Kapınızda................................13 Kanada'nın Kızıl Baron'u ..........................18 Bilgisayarlar Nereden Geliyor? ......................22 Banço'yu Beyinsiz Beyaz Adamlar Ġcat Etmedi..........25 Maraton Nasıl BaĢladı? ............................28 Napoleon'u Yenen Balık ...........................31 SavaĢan Kelimeler: Sömürgecilik.....................33 Haçlı Seferlerine Bayılırım .........................36 Dayanacak Bir Bacağı Bile Yokken...................39 Antik Dünyanın Yedi Harikası.......................45 Mırıl Mini......................................51 Dijital Tarih.....................................53 Simyayla Daha Ġyi Bir Hayat........................56 Yap AtıĢını .....................................61 Dünyanın En Büyük Asparagasları, Artı Bir.............63 Papa Hikayeleri..................................68 Kaz Ana........................................72 Gerçekten Bir Kaz Ana Var Mıydı?...................79 Kadın Korsanlar..................................81 Moğol Sürüsü ...................................88 Napolyon Ne Kadar Kısaydı?........................92 Hammurabi Kanunları.............................94 Bir Kıl Uğruna...................................99 Zıt Kutuplar....................................102 ġifre Kırıcılık: Kriptanaliz.........................105 Tarih YanlıĢlıklarını Kanıtladı: Bölüm I...............110 Topçu, Avukat, Dilbilimci, Casus ...................112 Hazır Kale.....................................116 Lale Fırtınası...................................119 Kelleler Gidiyor! ................................122 Pekmez Kadar Ölümcül...........................126 Wagner'i Bu Kadar Büyük Yapan Neydi? .............129 Hijyen Tarihinin Kirli Sırları Bölüm I: Tuvaletteki Adam...........................-----132 Meraklı Parker..................................136 Bunları Biliyor muydunuz? ........................139 Uzun Yaylar: Kolay ĠĢ Değil .......................141 1844'de Atlantik Üzerinde Bir UçuĢ mu? Yok Ya! ......145 Bu, Ġlerlemenin Kokusu mu?.......................148 Mesmerizm ....................................151 O Basit Bir Firavun Kızıydı........................154 Gerçek Kont Drakula.............................158 Hamilton Davası ................................162 Dreyfus Davası, Yok, Bu Seferki Bir Seks Skandali Değil...........................165 Uğruna Ölünesi Makyaj...........................170 Hitler Serserisi..................................173 En Tiz Notalara Çıkmak...........................176 Nazi Olimpiyatları...............................180 O Bir Gaz .....................................184 Cortes ve Kanatlı Yılan ...........................187


En Garabet Hanedan: Habsburglar...................190 Anna ve Kral: Gerçek mi, Hayal Ürünü mü? ...........195 Madalyamı Vermem!.............................198 Bütün Haçlı Seferlerini Bitirecek Olan Haçlı Seferi......201 tik Süper Star...................................206 Tuhaf Zevkler ..................................209 Ölü Bir Adam Tarafından Kandırıldılar...............212 Hijyen Tarihinin Kirli Sırları Bölüm II: Ta-Ta-Ta-Tam . . .216 Ġyi Bir Basketbol Takımı Nasıl Harcandı? .............220 Philo'nun Yarattığı Canavar........................222 Gerçek Jekyll&Hyde .............................225 Zıplayan ġeyler.................................228 Immanuel Kant Komediyi Deniyor ..................231 Yunanlı Filozoflar...............................233 Pisi Pisine! Ölümsüz Ama Ölü......................237 Ġsraf Abidesi: Magmot Hattı........................240 Tarih YanlıĢlıklarını Kanıtladı: Bölüm II..............245 Sivrisinekler Tarihi Nasıl DeğiĢtirdi?.................247 Marco Polo Olmak Kolay Değil.....................250 Kovboylar mı?..................................254 Boylam ArayıĢı .................................257 Eteklikli Adamlar................................261 Nota Yazmak: Nota Sistemi........................265 Bin Yıl Önce Yiyecekler ..........................268 Olimpiyat TeĢhiri! ...............................272 Masonlardan Ne Haber?...........................276 Casuslukla Alakası Olmayan Mata Hari...............280 Papa Bir Kadındı................................283 Pardon, ġu Polka Yapan Benim Bacağım mı? ..........286 Küfü Parçalamak: Penisilinin KeĢfi ..................289 Gerçek Cesuryürek...............................293 Takma DiĢ Mevzuları.............................298 Tarih! Kötü Tarih!...............................301 Hijyen Tarihinin Kirli Sırları Bölüm III: Gülümse.......308 Gerçek Ceset Avcıları ............................310 Tarihin En Ucuz Turu ............................314 Küçük Caesar...................................317 Tarihsel Retrospektifler...........................320 Büyük Bir Geri Atılım.......................... . .322 Christopher Colombus'un Gerçek Mirası..............325 Kravatın KeĢfi..................................328 Sınav: Ülkeler ..................................332 Dengesiz Bir SavaĢ: Ġspanyol-Amerikan SavaĢı.........335 Haçlı Seferi Çılgınlıkları ..........................337 Kahve Muhabbeti................................341 Kayıp Mücevher ................................344 Bir Cümle Ġle....................................350 BÜYÜK PATLAMA'YI (BĠG BANG) DUYMUġ MUYDUNUZ? Ġster inanın ister inanmayın. Pek çok bilim insanına göre evrenimiz baĢlangıçta mini minnacık bir parçacıkken sürekli geniĢleyen bir evrene dönüĢtü. Büyük arabaları ve sürekli geniĢleyen bir göbeği olanlara müjde. Diğer yandan, yaratılıĢ taraftan bilim adamları büyük patlamanın olduğuna inanmıyorlar ve onlan patlamayı belki de Tanrının gerçekleĢtirdiğine ikna etmek de pek mümkün görünmüyor. HA? Big Bang hakkındaki açıklamalar, videolarını bile programlamaktan aciz insanlarda baĢ ağrısına neden oluyor. Çünkü bu teori temel olarak, "Çok çok uzun zaman önce hiçbir Ģey vardı. Sonra aniden, çok miktarda hiçbir Ģey oldu. Aslında bu bir Ģeydi, ama bu, o sırada orada biri olsa bile kimsenin göremeyeceği bir Ģeydi ki, zaten orada kimse yoktu" diyor. Pöf! PATLAMAYI DUYAN ADAM


Big Bang Teorisi'ni 1948'de Rus-Amerikan fizikçisi George Gamow ilan etti. Teori, Einstein'ın Görecelilik ve Kozmolojik Prensip Teorileri'ne dayanır. (Genel kültür uzmanları bir Aspirin almanızı öneriyor.) ĠġTE TEORĠ 12 veya 14 milyar yıl, hatta belki daha fazla zaman önce, evrenin bugün bizim görebildiğimiz kısmı sadece birkaç milimetre boyunda (bir tatarcıktan biraz daha küçük) ve fazlasıyla sıcaktı. Söz konusu patlama, bu ufak, sıcak ve yoğun durumun, bizim Ģu anda içinde yaĢadığımız çok daha serin ve geniĢleyen kozmosa dönüĢmesidir. Evren hala geniĢliyor ve göreli olarak da galaksimizle diğer galaksiler arasındaki mesafe artıyor. Gökbilimciler bunu gerçekten gözlemlediler ve bulguları teoriyi destekliyor. Bir teorinin gerçek olarak kabul edilmeden önce bir dizi testten geçmesi gerekir. Gamow'un 1948'deki ilk açıklamasından bu yana, bilim insanları teorinin bir dizi önemli gözlemle tutarlılık gösterdiğini fark ettiler: • Gökbilimciler evrenin geniĢlemesini gözlemleyebiliyorlar, • Bilim insanlarının evrenin ilk üç dakikasında sentezlendiği-ni düĢündükleri üç element olan helyum, deuterium (ağır hidrojen) ve lityumdan evrende bol miktarda bulunuyor, • Önemli miktarda kozmik mikrodalga fon ıĢınımının varlığı gözleniyor. Bu sonuncusu, yani kozmik mikrodalga fon ıĢınımı önemli bir gözlemdir, çünkü ıĢınım uzak gaz bulutlarında daha sıcak görünür. IĢık sınırlı bir hızla hareket ettiğinden bu uzak bulutları, evrenin daha önceki bir zamanındaki, daha yoğun ve dolayısıyla daha sıcak hallerinde görebiliyoruz. EVREN YOK MU OLUYOR? Paranoyakları geceler boyu uykusuz bırakan sorulardan biri de, geniĢleyen evrenimizin geniĢlemeye devam mı edeceği yoksa sonunda büzülüp içe doğru mu çökeceğidir. Bu sonuncusu kesin bir olasılık ama hemen yarın olmayacak, söz. 8 DURUMUN YERÇEKĠMĠ Uzay ve zamanın yerçekimi tarafından nasıl değiĢime uğratıldığı ve evrenin olası Ģekilleri (yuvarlak, eyer biçiminde, düz ve hatta belki de simit Ģeklinde bile olabilir) hakkında söylenebilecek daha çok Ģey var. Bunlar da bizi, evrenin açık mı, kapalı mı, yani sonsuz mu sınırlı mı olduğu sorusuna götürür. BU BĠLDĠĞĠNĠZ SĠMĠT DEĞĠL Simit Ģeklindeki modelde olduğu gibi kapalı bir evrende, bir yöne doğru harekete geçerseniz ve eğer yeterince zamanınız varsa sonunda baĢladığınız noktaya geri dönersiniz. Sonsuz evrende ise asla geri dönemezsiniz. Bu durumda Uzay Yolu'nun kahramanları Kirk ve Spock sonsuzca geniĢleyen bir evrende hareket ettikleri için, Pralax V'den Atılgan'a asla geri dönemezlerdi ve biz de tekrar tekrar gösterdikleri diziyi asla izleyemezdik. Ne kayıp! KADIN KATIL Amerikalı çocuklar o hoĢ Betsy Rose ve Ģirin bayrağını öğrenirken... ALTMIġLI YILLAR MÖ birinci yüzyılda Romalılar neredeyse tüm dünyayı yönetirlerken, hakimiyetleri altındakileri barbarlar olarak görüyorlardı. Buna Ġngilizler de dahildi ki daha sonraları Ġngiliz Ġmparatorluğu kendi sömürgeleĢtirdiği halklar hakkında aynı Ģeyleri hissedecekti. Ama bu baĢka bir hikaye. KRAL ÖLDÜ Roma'nın Ġngiltere'yi iĢgali sırasında, bir Kelt kabilesi olan Iceni, Kral Prasutagus ve Kraliçe Boudicca tarafından yönetiliyordu. Kral ölürken Romalıları tatmin edeceğini umduğu bir vasiyet bıraktı. Buna göre, mallarını kızları ve Roma Ġmparatoru Neron arasında bölüĢtürmüĢtü. Kral MÖ 61'de öldüğünde yerel Roma yetkilileri geldiler ve kraliyet ailesine ait her Ģeyi toplamaya baĢladılar. Boudicca buna karĢı çıktı, bu yüzden Romalılar onu kırbaçladılar ve kızlarına, Ġngiliz ders kitaplarında söylendiği gibi "tecavüz ettiler." KRALĠÇEM SEN ÇOK YAġA Boudicca intikamını almaya kararlıydı. Romalılar tarafından benzer bir muameleye maruz kalan bazı komĢu kabilelerle bir10 likte ah-vah etti. Onları ayaklanmaya kıĢkırttı ve sonunda diğer kabileler de bu fikri kabul ettiler. SavaĢa hazırlandılar.


KarĢısına çıkacakları adam Ġngiltere'deki Roma Kuvvetlerinin Komutanı Suetonius'du. Suetonius o sırada baĢka bir sorunla meĢguldü. Kelt dininin rahipleri olan Druidler'e sığınan bazı Ġngiliz isyancıların bulunduğu Mona Adası'na saldırmaktaydı. Romalıların Druidler'i katlettikleri, tüm kutsal mabet ve sunakları yok ettikleri haberleri anakaraya ulaĢtığında Ġngiltere'nin geri kalanı da seve seve Boudicca'nın peĢine takıldı. ĠNTĠKAM Kraliçe at arabasına atladı -evet, gerçekten bir at arabası kullanıyordu- ve on binlerce savaĢçıya önderlik ederek yola çıktı. Ġlk durağı yöredeki Roma kalesiydi. Boudicca'nın birlikleri kaleyi yaktılar ve Romalı tutsakları, Iceni'nin savaĢçı tanrıçası Andrasta'ya kurban ettiler. Romalılar 9. Lejyonu gönderdilerse de Boudicca'nın ordusu tüm piyadeleri hakladı. Sadece süvariler kaçabildi. Boudicca'nın bir sonraki hedefinin Londra olduğunu tahmin eden Suetionius, Druidlerin iĢini bitirip Ģehre yollandı. Ama orada duracağına, geride sadece Romalıların yanında savaĢmayacak ya da savaĢamayacak olan Ġngilizleri bırakarak Londra'yı terk etti. Boudicca ve ordusu Londra'yı yakıp yıktılar ve hiç tutsak almadılar. ĠMPARATORLUĞUN DÖNÜġÜ Boudicca'nın 100 bin adamına karĢılık Suetonius'un sadece 10 bin askeri vardı ama Romalı komutan, idaresi zor bir kalabalığı gördüğünde tanırdı. ġehrin dıĢında pusuya yatıp peĢinden gelmelerini bekledi. Ġngilizler artık Romalı zalimleri yeneceklerinden eminlerdi. Öylesine eminlerdi ki, seyretmeleri için ailelerini bile getirmiĢlerdi. Kendilerini tekrar tekrar Roma birlikleri11 nin üzerine attılar. DüĢmanın daha kurnaz ve daha güçlü olduğunu anladıklarında iĢ iĢten geçmiĢti. Ġngiliz savaĢçılar kaçarak canlarını kurtarmaya çalıĢırken aileleri de tepelerde onların kılıçtan geçiriliĢini seyretti. Bu arada Boudicca ve kızları kaçmayı baĢardılar. Eğer yakalanırlarsa Roma'ya götürüleceklerini ve yenilmiĢ savaĢçılar olarak sokaklarda yürütülüp teĢhir edileceklerini biliyorlardı. Bu onur kırıcı durumu yaĢamaktansa kendilerini zehirlediler. Kraliçenin sadık muhafızları cesedini alıp Romalıların bulamayacakları bir yere gömdüler. Her nereye gömdülerse hiç kimse bulamadı. Ama... ĠNGĠLĠZ ANTĠKASI BĠR DĠPNOT Boudicca'nın son ikametgahının Londra'daki King's Cross istasyonunda 10. Platform'un altında olduğuna dair söylentiler vardır. Ġstasyon, Boudicca'nın Seutonious'la son savaĢını yaptığı yer olduğu söylenen eski Battle Köprüsü köyünün olduğu yere inĢa edilmiĢtir. BaĢkaları ise 'Battle Köprüsü' adının Broad Ford Köprüsü'nün bozulmaya uğramıĢ hali olduğu ve kraliçenin aslında Suffolk ya da Hamstead'deki Parliament Hill'de gömülü olduğunda ısrar ediyorlar. 12 HASTALIK KAPINIZDA Hıyarcıktı vebanın gelip geçmesinden sonra hayatta kalan Avrupalıların birçok Ģeyi tekrar düĢünmesi gerekti ve doğrusu bazı çok parlak fikirler geliĢtirdiler. On dördüncü yüzyılın ortaları yaklaĢtığında, Avrupalılar Asya kıtasında yaygın ölümler ve hastalıklar olduğu Ģeklinde söylentiler duydular. Ama bütün bunlar onlara çook uzak göründü. BĠYOLOJĠK SAVAġ Bazı Asyalılar hastalığı Karadeniz kıyıları boyunca ticaret yapan Cenovalılar'm getirdiğini düĢündüler. Moğollar ya da Tatarlar bir Kırım Ģehri olan ve Cenovalılar'm yaĢadığı Kaffa Ģehrini kuĢatıp, mancınıklar kullanarak veba kurbanlarının çürüyen cesetlerini surlardan içeri fırlattılar. Biyolojik savaĢın bu erken türevi içerideki neredeyse herkesi öldürdü (gerçi kimse bunun nedenini anlayamadı). Ancak birkaç Cenovalı tüccar kurtuldu ve ülkelerine doğru yola çıktılar. Tabii beraberlerinde vebayı da taĢıdılar. ÖLÜM GEMĠSĠ 1347'de Kaffa'dan gelen bir gemi Sicilya'nın Messina limanına yanaĢtı. Mürettebatın çoğu ölmüĢ, kalanı da ölmek üzereydi. Adamların koltuk altlarında


ve kasıklarında hıyarcık denilen yumurta büyüklüğünde tuhaf ĢiĢlikler vardı. ġiĢlikler ve koyu 13 renkli kabartılar kısa zamanda tüm vücutlarına yayılıyordu. Daha sonra aynı belirtiler yerel halkta da görülmeye baĢladı. Ölümleri genellikle birkaç gün içinde, hızlı ve acılı oluyordu. HER LĠMANDA BĠR VEBA Messina doğudan gelen gemileri geri çevirmeye baĢlayınca, gemiler vebayla birlikte Cenova ve diğer Avrupa limanlarına yöneldiler. Ġtalya açıklarında ölülerle dolu gemiler yüzmeye baĢladı. ZOR BĠR YIL 1348'de veba, sadece Ġtalya'nın Floransa kentinde 45 bin ile 65 bin arası insanın ölümüne neden oldu. Aynı yıl veba Fransa'da da yayıldı. Hastalık Almanya'ya ulaĢtığında binlerce Yahudi, kuyuları zehirlemekle suçlanarak öldürüldü. Londra'da ise veba nüfusun yarısını öldürdü. 1349'un ilkbaharına gelindiğinde, hastalık Ġrlanda'ya ulaĢtı. HASTALIĞIN BĠLANÇOSU Kara Ölüm Avrupa nüfusunun dörtte biri ile yansı arasında insanın ölümüne neden oldu ki, bu sayı 20 ile 75 milyon arasındadır. Kurtulanlar genetik bir Ģansla bağıĢıklık sahibi olmalı ya da hastalığın daha hafif bir türüne maruz kalmıĢ olmalılar. Kimse böyle bir dehĢetin nasıl baĢladığını ve nasıl sona erdiğini bilmiyor. Ġnsanlar felaketin sebebinin depremler, durgun göller, yıldızlar, Ģeytan ama çoğunlukla da Tanrının gazabı olduğuna inandılar. Birçok kiĢi bunun dünyanın sonu olduğunu düĢünmüĢtü. PĠS FARELER! Hıyarcıklı veba uzun süredir vardı ve daha önceleri de insanların ölümüne neden olmuĢtu (ama tabii ki bir seferde bu kadar 14 çok sayıda değil). Bakteri, fareler tarafından taĢınıyordu ama onlara zarar vermiyordu. Farelerden beslenen pireler küçük memelilerin kanını insanlarınkine tercih ediyordu. Dünya nüfusu arttıkça fareler ve onların pireleri insanlarla daha sık temas etmeye baĢladılar. Artık pire ısırığı ölüm demekti. HAVAYLA TAġINAN MĠKROPLAR Hastalık enfekte olan bir insanın akciğerlerine ulaĢtığında, öksürük ve hapĢırıkla havada taĢınabilir bir biçim alıyordu. Ġnsandan insana doğrudan temasla da geçiyordu. Farklı biçimler; isilikten hıyarcıklara, kan kusmaktan her nefeste ya da her ter damlasında pis bir kokunun yayılmasına kadar çeĢitli belirtilere neden oluyordu. Ġster inanın, ister inanmayın hıyarcıklı veba hala ara sıra ortaya çıkıyor. Artık erken teĢhis edilirse antibiyotiklerle tedavi edilebiliyor. Hatta bu hastalığın gelecek kuĢaklara önemli bir armağan bıraktığı da iddia ediliyor: HlV'e bağıĢık olanlar, Kara Ölümden kurtulan atalarından genetik bir mutas-yon miras almıĢ olabilirler. TAM BĠR KAOS Kara Ölüm tam bir kabustu ve ondan uyanan dünya sonsuza dek değiĢti. 1350'de artık hastalık yavaĢ yavaĢ kaybolmaya baĢlamıĢtı. Önceleri kaos hüküm sürdü. Yasa ve düzen geçmiĢte kalmıĢtı. Okullar ve üniversiteler kapandı. Kiliselerde günah çıkaranları dinleyebilecek papaz kalmamıĢtı. Borçlular ölmüĢtü dolayısıyla alacaklıların alacaklarını toplayabilecekleri kimse kalmamıĢtı. ĠnĢaat projeleri durmuĢ ve ortada birkaç zanaatkar kalmıĢtı. Ahlaka gelince... O da geçmiĢte kalmıĢtı. ÖlmemiĢ olanlar da yakında öleceklerini düĢünüyor, veba onları almadan, mümkün olduğunca iyi vakit geçirmek istiyorlardı. 15 m VEBANIN YARARLARI DA OLDU Hayatta kalanların düĢünecek çok Ģeyleri oldu. Artık her Ģey farklıydı. • Derebeyleri köylüleri tekrar iĢe koĢmaya çalıĢtılar ama ortalıkta pek köylü kalmamıĢtı. Ġlk kez, çalıĢanlar daha iyi muamele ve daha hafif iĢler talep edebildiler. TaĢrada, daha önceleri duyulmamıĢ olan isyanlar baĢ gösterdi. Birçok köylü daha iyi iĢler bulmak için Ģehirlere göç etti. • ġehirlerde de pek fazla çalıĢacak insan kalmamıĢtı. MaaĢlar yükseldi. Ortalıkta fazlasıyla satılacak mal vardı, bu yüzden fiyatlar düĢtü. Bunun


sonucunda ise hayat standartları yükseldi. ÇalıĢan insanlar ilk kez kendilerini, bir önemi olan bireyler olarak hissettiler. • Gayrimenkul fiyatları düĢtü. Daha önceleri mal sahibi olabileceklerini hiç düĢünmemiĢ olan insanlar artık mülk satın alabiliyorlardı. • Vebadan beĢ yıl sonra Ġngiltere'nin Cambridge kentinde üç tane üniversite kuruldu. Tüm Avrupa'da üniversiteler ortaya çıkmaya baĢladı. Öğretmenlerin çoğu ölmüĢtü, bu yüzden yenilerinin bulunması gerekiyordu. Bunlar yepyeni fikirler getirdiler ve sınıflarını Latince ya da Yunanca değil yerel dilde eğitmeye baĢladılar. Ġlk kez, sıradan insanlar eğitim alabiliyorlardı. (Büyük ihtimalle Rönesans'ı hazırlayan en önemli faktörlerden biri de bu olmuĢtur.) • Ġnsanlar yeni sorular sormaya baĢladılar. Hayatta kalanların çoğu vebanın Tanrının iĢi olduğuna inanamıyordu. Ama eğer öyle değilse bundan kim ya da ne sorumluydu? Bunun gibi sorular vebadan önce hiç söz konusu olmamıĢtı. VEBA GERĠ DÖNÜYOR Kara Ölüm hıyarcıklı vebanın sonu değildi. Geri geldi ama küçük alanlarla sınırlı kaldı. Son büyük salgın Ġngiltere'de, 16 Londra'da 1665'te meydana geldi. Ġnsanlar salgın olduğunda Ģehirden uzaklaĢmayı öğrenmiĢlerdi -tabii gidebilecek yerleri varsa. Onlardan biri olan Isaac Newton adlı genç bir profesörün, bazı fikirlerini geliĢtirecek zamanı olmamıĢtı. Veba geri döndüğünde Newton, Londra'dan kır evine kaçarak, kendini yerçekimi kanunuyla ilgili çalıĢmalarına verdi. '/;• 17 KANADA'NIN KIZIL BARONTJ Billy Bishop olağandıĢı bir zamanda yaĢamıĢ olağanüstü bir adamdı, gerçek bir Kanadalı kahramandı. Birinci Dünya SavaĢı'nın, uçan makineleri içindeki cesur genç adamları, askeri hikayelerin sararmıĢ yaprakları arasında (ya da kendi okunmamıĢ anılarında) unutulmuĢtur. Örneğin Kızıl Baron adıyla bilinen Baron Manfred Von Richtofen'i ele alalım. Bugün, Almanya'nın bir numaralı pilotu olarak değil, Sno-opy'nin baĢ düĢmanı olarak tanınıyor. SNOOPY'NĠN ATALARI SavaĢ yıllarında 'kanlı Kızıl Baron'un, Brown ailesinin köpeğinden daha önemli sorunları vardı. 1917 yılının baĢlarında, siperlerin ötesinde, Kızıl Baron'un karĢısında, 18 ay sonra bitecek olan savaĢta, Ġngiliz Ġmparatorluğu'nun en iyi pilotu olarak kabul edilecek olan bir Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotu vardı. En beklenmedik kahramanlardan biri olan bu pilot Billy Bishop adlı bir Kanadalıydı. UÇMAK ĠÇĠN DOĞMUġ BĠR ADAM Baron'un Ģansına bu, Billy'nin uçmaya baĢladığından beri ilk göreviydi. UçuĢ eğitiminde sadece dört saat tek baĢına uçmuĢtu ve anlatılanlara bakılırsa bundan fazlasına da ihtiyacı olmamıĢtı. Bu savaĢta terfiler, uçaklardan bile hızlı gidiyordu. 18 Billy için iyi olmuĢtu ama atıĢ alanına giren Ģanssız Alman pilotları için aynı Ģey söylenemezdi. SavaĢın sonunda Billy, kendinden sonraki en iyi pilot olan bir diğer Kanadalı Raymond Collisaw'dan 11 fazlayla 72 leĢe sahipti. BABAYLA HAYAT Billy Bishop babasının büyük beklentilerinin gölgesinde büyümüĢtü: Ġyi bir evlilik, muhafazakar bir hukuk eğitimi, düzgün, konformist bir aile. Ama genç yaĢlarda bile baĢına buyruk biriydi. Her neyse, Billy'nin müteĢebbis ruhu hayli geliĢkindi. Para karĢılığında kız kardeĢinin arkadaĢlarıyla çıkıyordu. Margaret Burden adındaki bir kızla 5 dolar karĢılığında çıktı. Daha sonra bu kızın çekiciliğine kapıldı ve onunla evlendi. Meğerse kız Ka-nada'da, (Türkiye'deki Migros ya da Gima kadar tanınmıĢ, ç.n.) bir mağaza zincirinin sahibi olan Timothy Eaton'un torunuydu. KAYZER TARAFINDAN KURTARILIġ Böylece Billy savaĢa gitmeden önce, babasının 'iyi bir evlilik yapma' beklentisini gerçekleĢtirmiĢti. Ama hukuk eğitimi konusunda o kadar baĢarılı olamamıĢ, babası da onu Kanada Kraliyet Askeri Akademisi'ne yazdırmıĢtı. Billy ilk yılında sınıfta kalmıĢ, ikinci yılında kendini toparlamıĢ ve final


sınavlarında kopya yakalatana dek idare etmiĢti. ġansına, sene 1914'tü ve Kayzer onu okuldan atılmaktan kurtardı. Billy doğru savaĢa gitti. KOVBOYLUKTAN PĠLOTLUĞA 1915'de Billy Kanada süvari birliğinin bir üyesi olarak Ġngiltere'deydi. Billy daha savaĢa katılmadan, makineli tüfeklerin, tankların ve diğer korkunç araçların kullanıldığı bir siper sava19 Ģında, at üstünde ortalıkta dolaĢmanın pek akıllıca olmayacağını kavramıĢtı. Kahramanımız göklerin özgürlüğünün ve uçan bir savaĢ makinesini idare etmenin büyüsüne kapılmıĢtı bile. Tek sorun Kanada'nın hava kuvvetlerinin olmamasıydı. Billy bağlantılarını kullanıp Ġngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne topçu gözcüsü olarak katıldı. Uçaklar yavaĢtı ama iyice silahlandırılmıĢlardı. Bir kamyon kazası, apseli bir diĢ, sakatlanmıĢ bir diz ve baĢına düĢen bir uçak parçası yerde ve emniyette kalmasını sağladı. Sağlığının düzelmesi için bir yıllığına Kana-da'ya geri gönderildi. 1916'nın sonlarında Ġngiltere'ye dönüp pilotluk eğitimine baĢladı. 1917 ġubatında Fransa'ya gönderildi. Oraya vardıktan beĢ hafta sonra 17 Alman uçağını indirmiĢti. BĠLLY'NĠN EN ĠYĠ DÖNEMĠ 1917 Haziranında Billy en cüretkar baskınını yaptı- tek baĢına, Almanların Estourmel Havaalanına saldırdı. Havada iki uçağı vurdu, üçüncüsü ona saldırma telaĢıyla bir ağaca çarptı ve dördüncüsünü de yerde yok etti. Bu baĢarısı ona Ġngiltere'nin en büyük askeri madalyası olan Victoria Haçı'nı kazandırdı. BaĢarısı, fazla hırslı olduğunu düĢünen meslektaĢlarının küçümsemelerine de neden oldu. Ġngilizler onu göklere çıkardılar ama Kanadalı yetkililerin onu fark etmesi daha uzun zaman alacaktı. 1918 Mayısında kahramanlarının ölmesini istemeyen Kanada onun ülkeye dönmesini istedi. Billy savaĢtaki son gününü, üç uçağı vurup iki tanesini de çarpıĢtırarak kutladı. Eve dönüĢte, Billy bazı konferans turları yaptı ama sonunda bundan sıkıldı. En nihayetinde, bu, tüm savaĢları sona erdiren savaĢtı; refah ve barıĢ artık tepenin ardında değil, tam karĢıların-daydı. Günün haberleri artık, akvaryum balığı yutanlar, dans yarıĢmaları ve Niagara üstünde telde yürüyenlerdi. Ama Billy Bis-hop tekrar uçmak istiyordu. 20 BĠLLY ĠFLAS EDĠYOR Billy bir savaĢ arkadaĢıyla iĢ kurdu: Zenginleri Toronto'dan, 200 mil kuzeydeki yazlıklarına götürecek bir hava taĢımacılığı servisi. Ama iĢ battı. Billy ve ortağı akrobatik uçuĢun eğlenceli olacağını düĢünerek ülkenin ilk yaz fuarı olan Kanada Ulusal Sergisi'ne katıldılar. Kalabalığın üstüne dalıĢa geçmek ve standları titretmenin de dahil olduğu gözü pek gösterileri seyircileri fevkalade heyecanlandırdı, hatta paniğe yol açtı ve güya seyirciler arasındaki hamile bir kadının bebeğini kaybetmesine neden oldu. Ortaklar ilerlemeye devam ettiler. Bu sırada, Billy pilot olduğu kadar doğuĢtan satıcı olduğunu da fark etti. Tam zamanında, çünkü 1929 piyasa çöküĢü karısının hisselerini eritmiĢti. BĠLLY KENDĠNĠ YENĠ BĠR SAVAġA SOKUYOR Uçmaktaki ünü ve madalyaları, Kanada'nın askere almadan sorumlu Hava MareĢali olarak atanmasını sağladı. Hatta bir James Cagney filmi olan Captain of the Clouds'da (1942) askere almadan sorumlu subay rolü oynadı. BĠLLY BARDA KuĢkusuz Billy Bishop gerçek bir Kanadalı kahramandır. Ontario'da doğduğu Ģehir olan Owen Sound'da bir Billy Bishop müzesi vardır. Öyle büyük bir efsane oldu ki Ottawa'lı bir barmen Billy Bishop KurĢunu adını verdiği, Kanada'nın Anma Günü 11 Kasım'da sadece gazilere servis edilen bir kokteyl yarattı. Ġçinde ne mi var? Fransız ve Ġngilizler için sırasıyla yarım cin, yarım cointreau, Kanadalılar için üstüne bir ölçü çavdar viskisi, Amerikalılar içinse (savaĢa en son girenler olduklarından) hafifçe tadına baksınlar diye biraz portakal suyu. 21 BĠLGĠSAYARLAR NEREDEN GELĠYOR? Kıyafetlerinizle bilgisayarınızın ortak yanı nedir? Uzun bir geçmiĢ, ama görünen o ki ortak bir gelecek de... 7.000 yıl kadar önce birisi iplikleri sırıklara bağlayarak kumaĢ yapılan dokuma sistemini icat etti. 5.000 yıl kadar önce ise Asya'da biri, insanların bir


çerçeveye geçirilmiĢ teller üzerinde boncukları kaydırarak hesap yapabilmesini sağlayan abaküs sistemini geliĢtirdi. On dokuzuncu yüzyılda dokumaya ve hesap yapmaya yarayan bu iki basit makine bir araya getirildi... ve bu dünyayı değiĢtirdi. DOKUMA TEZGAHI BAġINDA GEÇEN ÇOCUKLUK Joseph Marie Jacquard on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Fransa'da yaĢadı. On yaĢında dokuma iĢine verildi. Görevi belirli iplikleri dokuma tezgahına takmaktı. Tezgaha takılı bazı iplikler yükselirken bazılarının aĢağıda kaldıklarını görüyordu. Bir mekik ikisi arasındaki boĢluktan bir atkı ipliğini çekiyordu. Ardından baĢka iplikler yükseliyor ve iĢlem tekrarlanıyordu. Yükselen ipliklerin sırası kumaĢta desen oluĢturuyordu. Süslü kumaĢlarda sıra karmaĢıklaĢıyordu. 22 UFUKTA GELĠġĠM VAR Bu iĢlem genç Jacquard için hem karmaĢık, hem de sıkıcıydı. KumaĢ yapmanın daha kolay bir yöntemi olmalıydı. Jacqu-ard büyüdüğünde, zımbalı kartların tezgaha talimat verdiği otomatik bir dokuma tezgahı yaptı. Her ip farklı bir metal iğneye bağlıydı. YerleĢtirilen zımbalı bir kartla, sadece deliklere uygun iğneler hareket edebiliyordu, yani sadece belirli çözgü ipleri yükseliyordu. BaĢka bir kart, yükselmesi gereken her ip grubunu idare ediyor ve devamlı bir döngüyle gelen kartlar deseni sürekli tekrarlıyordu. Belli ki Jacquard gibi birçok insan da elle dokumadan sıkılmıĢtı. 1812'de Napoleon'dan bir madalya aldı ve kendisine maaĢ bağlandı. Otomatik dokuma tezgahı yaygın bir kullanım alanı buldu. MATEMATĠKSEL APTALLIKLAR Charles Babbage adlı bir Ġngiliz matematikçi vardı. Babbage 1830'larda, denizde yön bulmakta kullanılan yıldız haritalarında yapılan hatalardan bunalmıĢtı. Çark ve diĢlileri kullanarak hesap yapan mekanik hesaplayıcılar icat edilmiĢti ama hiçbirinin hafızası olmadığından karmaĢık hesaplar yapamıyordu. KarmaĢık hesaplan insanlar yapıyor ama bu arada hata da yapıyorlardı. Yıldız haritalarında yapılan hatalar gemi ve insan kaybı anlamına geliyordu. ÖNEMLĠ BĠR ÇABA Babbage bu haritaları otomatik ve hatasız olarak yapan bir makine imal etmeye çalıĢtı. 20 yıl sonra daha iyi bir proje olan Analitik Motor için bundan vazgeçti. Analitik Motor Jacqu-ard'ın zımbalı kart sistemini kullanıyordu. Babbage kartları makineye herkesin yerleĢtirebileceğini fark etmiĢti. Kullanıcının vereceği basit direktiflerle makine kartlarda programlanmıĢ her görevi yerine getirebilirdi. Kartlar tekrar tekrar kullanılabilecek 23 bir tür hafızaydılar. Ancak prototipinin iĢe yaraması için 20 yıl bekledi, kimse Babbage'ın yeni makinesini fazla önemsemedi. Fikrinin tekrar keĢfedilmesi ve anlaĢılması için bir asır daha geçmesi gerekti. Çok yazık. Çünkü sonunda, modern bilgisayarlara onun tasarımları öncülük etti. KAFA SAYMAK ĠÇĠN YEPYENĠ BĠR YÖNTEM Zımbalı kartla hesaplama, 1889'da Amerikalı mucit Herman Hollerith'in ABD nüfus sayım sonuçlarını kaydetmek ve saklamak için kartları kullanmasıyla pratikleĢti. Sayım sonuçlarının derlenmesi için hesaplanan tahmini süre on yıldı. Zımbalı kartlarıyla Hollerith bu süreyi altı haftaya düĢürdü. Hollerith 1896'da Tabulating Machine Company'yi kurdu. Bu Ģirketin ismi daha sonra değiĢerek International Business Machines (IBM) olacaktı. UFUKTA DAHA NELER VAR? Günümüzün ticari geleceği bilgisayarlarca yönetiliyor. Hatta gözlükler veya kontak lenslerdeki minyatür ekranlarla ve hatta her hareketinizde bilgi üreten algılayıcılara sahip dokumalarıyla "giyilebilir bilgisayarlardan söz edenler var. Yakında bilgisayarınızı giyebilecek ve yürürken, koĢarken veya araba kullanırken çalıĢabileceksiniz! Ne yazık ki geri dönüp dokuma tezgahını yakmak imkansız. 24 BANÇO'YU BEYĠNSĠZ BEYAZ ADAMLAR ĠCAT ETMEDĠ


Kamuya açık bir yerde bir banço taĢırsanız Ģüphesiz biri çıkıp "Seni Deliverance filminde görmüĢtüm! Tanrım, ne kadar büyümüĢsün" diyecektir. Ama çoğu insanın bilmediği, banço-nun dünyanın diğer ucunda en az 400 yıl önce icat edildiğidir. Çoğu banço müzisyeni, enstrümanlarının en yaygın imajının, Deliverance filmindeki tuhaf cücenin sürüklediği beĢ telli banço olmasına dövünürler. BANÇONUN KÖTÜ ġÖHRETĠ Keman ya da gitarın aksine bançonun sade görünüĢü bile, normalde gayet kibar olan insanların alaycılığını harekete geçirir. Bu, büyük ihtimalle bançonun, Amerikan eğlencelerindeki komedyenlerin sahnede aptal rolü yaparken tıngırdattıkları evrensel aksesuar olmasındandır. Ama bu sevimsiz çağrıĢımlara rağmen banço Amerika'da doğmamıĢtır. Yapımının, herhangi bir ulustan bir beyazla alakası yoktur. RAPTĠYE KAFALARA GEREK YOK Üzerine teller gerilen davulların (ki banço bundan ibarettir) izlerine Uzakdoğu kadar Batı Afrika ve Ortadoğu'da neredeyse kayıtlı tarihin baĢından beri rastlanır. Bu ilkel enstrümanlar ay25 nen banço gibi, müziğin türüne bağlı olarak keman gibi bir yayla veya harp gibi parmaklarla çekilerek çalınabilir. AFRĠKA KÖKLERĠ Bugün bildiğimiz banço, büyük olasılıkla güneybatı Afrika'da ortaya çıkmıĢtır. Orijinal enstrümanın 'akonting' olarak adlandırıldığına inanılmaktadır. Ancak bilim insanları, on yedinci yüzyıl Ġngiliz kaĢiflerinin günlüklerinde bançoya yakın adlarla anılan enstrümanların kayıtlarını bulmuĢlardır: Banjar, banza, banĢav vb.. TELLER(E) TAKILDIKTAN SONRA Bu çalgının en eski Afrika versiyonunda, ikiye bölünmüĢ bir su kabağının açık tarafına hayvan postundan bir zar gerilir ve buna bağlı tahta bir sap üzerine sicim veya hayvan bağırsağından teller takılırdı. Bu teller yerel geleneğe bağlı olarak en az iki, en fazla on tane olurdu. Batılılar bançoyu ilk olarak 1600'lerin baĢında köle ticareti sırasında gördüler. TIRNAK ÇEKĠÇ STĠLĠ Avrupalıların telli enstrümanları çalma stili, gitarda olduğu gibi parmakla çekmedir. On dokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın baĢlarında, ABD'deki Appalachian Dağları'nda yaĢayan Afrika kökenli Amerikan topluluklardan edinilen bilgiler, Afrikalı kölelerin enstrümanları oldukça farklı bir stilde çaldıklarını gösteriyor: Onlar tırnaklarını aĢağı doğru bir 'tıklatma' hareketiyle tellere vurarak çalıyorlardı. Bu banço çalma stili bugüne kadar süregelmiĢtir ve 'tırnak çekiç stili' olarak anılmaktadır. Güneyli yerfıstığı üreticisi Joel Sweeney, dört telli banjarı on dokuzuncu yüzyılda ailesinin Virginia'daki plantasyonunda büyürken kölelerden öğrendiği iddiasında. Çoğu tarihçinin inandığı üzere kendisi 1853'te beĢinci teli ekleyerek bugün bilinen 5 26 telli bançoyu yaratmıĢtır. Svveeney öğrendiklerini sahneye de taĢımıĢ, folklorik gösterilerde çalgıyı Etiyopya stili bir bançocu olarak, kölelerden öğrendiği 'tırnak çekiç stili'nde çalmıĢtır. FOLKLORĠK GÖSTERĠLER 1830'larda, folklorik gösterilerde yüzlerini siyaha boyamıĢ banço çalan beyazlar boy gösterir. Bu gösteriler, beyazların, Afrika kökenli Amerikalıların kültürlerinin gizemini keĢfetme çabaları olarak ortaya çıktı. Önceleri kötü niyetli değillerdi, ırkçı parodiler 1890'lardan sonra 1900'lerde baĢladı. 'Etiyopya (Afrika) karakteristikleri' olarak adlandırılan bu dans, müzik ve komedi gösterileri, köle hayatının gerçeklerinden çok beyazların Afrikalıları algılayıĢlarını yansıtıyordu. Bu folklorik gösterilerin maskara torunları 'aptal bançocu' tiplemesini yirminci yüzyıla taĢıdılar. Mısır tarlalarından çıkan, banço müzisyeni ve komedyen Stringbean ve Büyükbaba Jones'u anıyoruz. Bu arada Steve Martin banço çalarken tepesinde duran oku fark eden oldu mu? Banço konusu kapanmıĢtır. 27 MARATON NASIL BAġLADI? ...Pheidippiedes adlı koĢucunun yüreği buna dayanmamıĢtı.


Maraton bir yarıĢ olmadan önce bir yerin adıydı: Atina'nın kuzeydoğusunda on altı kilometre karelik açık bir alan. MÖ 490 yılının yazı boyunca Yunan askerlerinin Persler'le savaĢtığı bir savaĢ alanı. 10 bin kiĢilik Yunan ordusuna karĢı Persler neredeyse bire iki üstünlüğe sahipti. PERSLERĠN AVANTAJLARI Yunan generali Miltiades zor durumda olduklarını fark etti. Yunanistan'ın en ateĢli savaĢçıları olan Spartalılara ihtiyaçları vardı. Ordunun o günün seçkin atletlerinden oluĢan, zorlu arazileri kısa sürede aĢabilen güvenilir habercileri vardı. General en sağlamlarından Pheidippides'i Spartalıları getirmesi için gönderdi. DERE TEPE DÜZ KOġMUġ Pheidippides tepelerden inip çıkarak yaz sıcağında, Sparta kampına kadar düĢman toprağını aĢarak 160 kilometre koĢmuĢ ve onları dinsel bir törenin ortasında bulmuĢtu. Takviye kuvvetler için Yunan ordusunun birkaç gün beklemesi gerekecekti. Pheidippides Miltiades'e kötü haberi vermek için tekrar kampa koĢtu. Ġki günde neredeyse 320 kilometre koĢmuĢtu. 28 DÖRT YILDIZLI GENERAL Cesur Miltiades sayıca üstün ama hantal olan Persleri kuĢatmak için daha ufak, hafif ve hızlı birlikleri kullanarak parlak bir saldın düzenledi. Yunanlılar toplam 192 adamlarını kaybederken Persler 6.000'den fazla kayıp vererek gemilerine çekilmek zorunda kaldılar. Spartahların aynı gün, daha geç saatlerde oraya varması ise tam bir ironidir. ZAFER HEYECANI Zaferinden memnun kalan Miltiades bir kez daha en iyi koĢucusuna müjdeli haberleri sadece 41,6 kilometre uzaklıktaki Atina'ya ulaĢtırma görevi verir. Pheidippides Atina'ya koĢar, Ģehre girer "Nike!" (Zafer anlamına gelir, zaten bu yüzden spor ayakkabısı Ģirketinin adıdır) diye bağırır, sonra da yere yığılıp ölür. MODERN MARATON SKANDALLARI Modern maraton Pheidippides'in onuruna düzenlendi. Tam mesafesi 42 kilometredir. Katılımcılar Pheidippides kadar yürekten ve cesaretle koĢmaya özendirilirken bitiĢ çizgisini geçince ölme fikri ise tabii ki cesaret kırıcıdır. • Ġlk Olimpik maraton 1896 yılında Pheidippides'in koĢtuğu yol izlenerek yapıldı. Bu mesafeyi Spiridon Louis adlı bir Yunanlı 2 saat, 58 dakika, 50 saniyede aĢarak birinci oldu. Ġkinci koĢucu da bir Yunanlı olan Spiridon Belocas'dı. Gerçi dördüncü olan yarıĢmacı Macar Gyula Kellner, Belocas'ın kendisini geçtiğini hatırlamıyordu. Sonunda Belocas'ın maratonu bir at arabasına binerek tamamladığı anlaĢıldı. Böylece o diskalifiye edildi ve ikincilik Kellner'e verildi. • 1909'da, Boston Maratonu'nda yanĢan Howard Pearce ilk sekiz mili koĢtuktan sonra yarıĢın kalanını "koĢmak" için bir arabaya atladı. Görevliler kendisini durdurmaya çalıĢtı ama o 29 kalabalığın tezahüratından cesaret alıp finiĢe kadar devam etti. Pearce daha sonra diskalifiye edildi. • 1980'de, yine Boston Maratonu'nda yanĢan Rosie Ruiz yarıĢın çoğunu metroda geçirdi. FiniĢ çizgisine bir mil kala geçmekte olan bir grup koĢucuya katılarak kadınlar arasında resmi birinci olan Jacqueline Gareau'yu geçti. Ruiz daha sonra diskalifiye oldu. VE KAZANAN... ÖLDÜ! Eski Yunanlılar yarıĢmalarını ciddiye alırlardı. Hem de ölesiye... MÖ 564'te Phigalia'lı Arrachion Olimpiyat Ģampiyonu oldu ve bu sırada da öldü. Ölümü, neredeyse her Ģeyin serbest olduğu, boksla güreĢ karıĢımı bir pankration müsabakasında oldu. Çok zorlu bir dövüĢten sonra Arrachion yerde seriliyken rakibi havlu attı. Arrachion'un öldüğünün farkında değildi. Arrachion böylece, bir Olimpiyat müsabakasını kazanan tek ölü oldu. 30 NAPOLEON'U YENEN BALIK Bir kalkan balığı nasıl olmuĢ da Kopenhag savaĢının gizli silahı haline gelmiĢtir.


1800'de Ġngiliz Donanması Fransa'yı ablukaya almıĢ, düĢmana malzeme ulaĢmasını engellemek için tarafsız gemilerin mallarına bile el koymuĢtu. Bu, Rusları kızdırdı, onlar da ablukayı kırmak için Ġskandinav ülkeleriyle ittifak kurdular. HYDE NELSON'DAN SAKLANIYOR Napoleon'a karĢı zaferleriyle tanınan Donanma kahramanı Amiral Horatio Nelson daha fazla zarara uğramadan saldırıya geçmek istiyordu. Ama savaĢı yöneten Amiral, 62 yaĢındaki Sör Hyde Parker'dı. Kısa süre önce 18 yaĢında bir kızla evlenmiĢti ve bu yüzden denize açılmaya gönülsüzdü. Sonunda bunu yaptığında da ittifak güçleriyle görüĢmekte ısrar etmiĢ ve Nelson'la konuĢmamıĢtı bile. NELSON BĠR ÇÖZÜM BULUYOR Ne var ki Nelson, Hyde'm tek zevkinin, cazibeli eĢi olmadığını aynı zamanda oburun teki olduğunu öğrenmiĢti. Karanlık ve fırtınalı bir gecede, Nelson mürettebatını kalkan avına çıkardı. Daha sonra bu balık, iltifatlarla birlikte Hyde'a gönderilecekti. 31 HYDE SAKLANMAKTAN VAZGEÇER Lezzetli hediyeden hoĢnut kalan Hyde yumuĢayıp Nelson'u bir sonraki toplantıya çağırdı ve genç amiralin önerilerini dinledi. Nelson istediğini yaptırdı ve Ġngilizler için müthiĢ bir zafer kazandı. BALIK PULLARI FRANSIZLARA KARġI Rus ve Ġskandinavların yenildiğini duyduğunda Napoleon küplere bindi. Ġttifak dağılmıĢtı. Abluka baĢarıyla sürecek ve sonunda onu Waterloo yenilgisine kadar götürecekti. KĠMSE HABERLERDEN HABERDAR DEĞĠL Aslında ittifakı kıĢkırtan Rus Çarı I. Paul suikasta kurban gitmiĢti. Ġngilizler bu haberi almıĢ olsaydı savaĢ hiç olmazdı. Ama o zaman da bizim balık hikayemiz olamazdı. 32 SAVAġAN KELĠMELER: SÖMÜRGECĠLĠK Avrupalı uluslar 1870'den itibaren, dünyada ne varsa aralarında paylaĢırmısçasına, özellikle de Afrika ve Asya'da yeni sömürgeler edinmeyi hızlandırdılar. 1905'e gelindiğinde neredeyse Afrika'nın bütün gözde parçaları Belçikalılar, Ġngilizler ve Fransızlar tarafından kapıĢılmıĢ-tı, izleyen elli yıl boyunca buralardaki hakimiyetlerini sürdürdüler. 1950'lerin sonlarında Afrika sömürgeleri bağımsızlık talep etmeye baĢladılar. Kimi zaman Nijerya ve Gana'da olduğu gibi barıĢçıl yollardan kimi, zamansa Kongo ve Mau-Mau isyanında olduğu gibi Ģiddet yoluyla. trek ĠĢgal genellikle barıĢçı olmaz. Sürekli savaĢlara sahne olan yerlerden biri de, Ġngilizlerin Cape bölgesini Hollandalılar'dan aldığı 1806'dan itibaren, ilk Hollandalı yerleĢimcilerin torunları olan Boerlerle Ġngilizler arasındaki ihtilafın sürdüğü Güney Afrika'dır. Boerler Ġngilizlerle bir arada yaĢamaya katlanamayarak 1835'de kuzeye ve doğuya doğru toplu göçe baĢladılar. Bu olay Büyük Trek olarak bilinir. Trek Flamanca'da öküz arabasıyla yapılan yolculuğa verilen addır, bugün ise zorlu yolculuklar için kullanılıyor. Sözcüğün bu anlamı, uzay yolculuğu üzerine yapılmıĢ meĢhur televizyon dizisi ve sinema filmi Star Trek'in adında da içerilidir. 33 komando Yerli kabilelerle yaĢadıkları kaçınılmaz sorunlar Boerlerin yerli köylerine hızlı baskınlar yapabilen küçük askeri birlikler ya da komandolar organize etmelerine neden oldu. Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında Ġngilizler komando kelimesini ĠngilizceleĢ-tirdiler ve özellikle bazı tehlikeli saldırılarda kullanılmak üzere eğitilen küçük seçkin birliklere bu adı verdiler. Ġlk komando baskını, 7 Mart 1941'de oldu. Komandolar iĢgal altındaki Norveç'te, Almanlar için gliserin üreten bir fabrikayı yok ettiler. Amerikalılar bu kelimeyi, komanda taktiklerinde olduğu gibi, ani ve Ģok edici askeri eylemleri nitelemek için sıfat olarak da kullandılar. haki


Boerlerle çatıĢmaları sırasında Ġngiliz ordusu aktif görev üniformalarının rengini haki olarak kararlaĢtırdı. Kahverenginin yeĢilimsi tonu için kullanılan bu sözcük, 1800'lü yıllarda Hindistan'da bulunan Ġngiliz birliklerinin Urdu dilinden aldığı toz veya toz rengi anlamında bir kelimeydi. Ama Boer SavaĢı sırasında gönüllü anlamında argo bir laf olarak kullanılıncaya kadar fazla yaygınlaĢmadı. Kelime sonraları bu anlamını kaybetti ama renk olarak, sadece Ġngiliz ve Amerikan askerlerinin üniformaları için değil, askeri olmayan kıyafetler için de kullanılmaya devam ediyor. konsantrasyon (toplama) kampları Hem Transvaal, hem de Orange Free Eyaleti Ġngilizlerin iĢgali altındaydı. Kumandanları F. S. Roberts daha sonra Ġngiltere'ye geri döndü ve son çarpıĢmaları yardımcısı Horatio Kitche-ner'e bıraktı. Boerlerin güçlü gerilla direniĢlerini kırmak için Kitchener sistematik olarak Boer topraklarına girip sadece düĢman askerlerini değil, askerlerin karılarını ve çocuklarını da top34 lamaya baĢladı. Tüm esirler derme çatma toplama kamplarına atılıyorlardı. Terimin ilk kullanılıĢı buradadır. Esirlerin çoğu berbat koĢullar nedeniyle hastalanarak ölmüĢlerdi. apartheid Boerlerin teslim olmasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra, 1902'de imzalanan barıĢ anlaĢması, Ġngiliz Ortak Pazarı (Com-monwealth) dahilinde özerk bir hükümetin kurulmasını teĢvik ediyordu. 1910'da Güney Afrika Birliği kuruldu ama Boer SavaĢı'nın mirası olarak Boerler ve Ġngiltere kökenliler arasındaki gerginlik yirminci yüzyılda da sürdü. Boerler hükümetin kontrolünü bir kez ele geçirince, beyaz olmayanlara karĢı katı bir ayrımcılık politikası gütmeye baĢladılar. Bu politikaya dilimize de giren apartheid adı verilmiĢtir. Anlamı insanları ırk ya da kast temelinde ayırmaktır. Cristine Ammer'in Fighting Words (SavaĢan Kelimeler) adlı, Ġncil'den günümüze, yüzyıllar boyu silahlı mücadelelerin dil-bilimsel mirasını inceleyen kitabından. SÖMÜRGECĠLĠKTEN MĠRAS KALAN DĠĞER KELĠMELER Ġngiltere Hindistan'ı aldığında, askeri terimler dıĢında kelimeler de Ġngilizce'ye geçti. Bunlardan Calico, bir tür kumaĢ olup adını Hint Ģehri Kalküta'dan alır. KaĢmir ise bir tür keçi yününden üretilen kumaĢ türüdür ve adını Hindistan'ın bir bölgesi olan KeĢmir'den almıĢtır. Bir sosyal kast olan Parya ise festivallerde alt sosyal sınıftan olanların çaldığı bir davulun ismidir ve Tamil dilinde bir kelime olan paraiyandan gelir. Baharatlı bir yemek ya da sosun adı olan körinin kökeni ise hemen hemen aynı anlamdaki Tamil sözcüğü karidir. 35 HAÇLI SEFERLERĠNE BAYILIRIM Haçlı Seferleri 1095 ile 1291 arasında yapılmıĢtır. 200 yıl süren bir kutsal savaĢ. ĠĢte size Birinci Sefer'den bir kesit: 'Halkın Haçlı Seferi' olarak da bilinen, gayri resmi ve berbat bir giriĢim. HAÇLI SEFERLERĠNĠ BAġLATAN ADAM Odo de Largery, yani Papa II. Urban, 1095 Kasımında Fran-sa'daki bir kilise meclisinde bir konuĢma yaptı. Bu, belki de insanlık tarihindeki en etkili konuĢmaydı. Ekselanslarına göre Kutsal Toprakları iĢgal eden kafir Türkler Hıristiyanların kutsal yerlerini kirletiyor ve Hıristiyan hacılarını taciz ediyorlardı. Papa bu toprakları Hıristiyanlık için tekrar ele geçirmek üzere savaĢ çağrısında bulundu. HEY, ARANIZDA HARĠTA GETĠREN VAR MI? Ortalama Joe, aceleci ve fevri bir tavır aldı. Fransız Ģövalyeleri ve prensleri daha kuvvetlerini toplayamadan, Fransa'nın tüm kentlerinden gelen köylü ayaktakımı Kudüs'e doğru tahmini bir yönde yola düzüldü. Kötü silahlanmıĢ ve savaĢ eğitiminden yoksun bu insanların, ne Türklerle savaĢmak hakkında, ne de Anadolu'nun coğrafyası hakkında en ufak bir fikirleri vardı. Sadece imanla kafirleri yeneceklerine inanıyorlardı. Böylece 36 Kutsal Topraklan tekrar almak için ilk sefer olan Halkın Haçlı Seferi baĢladı. HALKIN TERCĠHĠ


Kadın, erkek ve çocuklardan oluĢan 100 bin kiĢilik bu periĢan ordu Münzevi Peter (Peter the Hermit) gibi popüler vaizlerin önderliğinde yola koyuldu. Peter, Gandi tarzında, çıplak ayaklarla yürüyen ve kendine ait hiçbir Ģeyi olmayan ufak tefek çirkin bir adamdı. AteĢli taraftarları yürürlerken topluca popüler Kutsal Ayinleri okuyorlardı. Hepsi Ġsa'nın taĢıdığı ağır çarmıhı hatırlatması için tek omuzlarına X biçimli kumaĢ parçaları kuĢanmıĢlardı. LANET HAÇLILAR Ġlk büyük Haçlı çarpıĢması Kutsal Topraklarda değil Macaristan'da, Hıristiyan dostlarına karĢı oldu. Belli ki bazı Haçlılar tüm Macar mahsul ve mallarına el koyma hakkını kendilerinde görmüĢlerdi. Böylece daha yeni Aziz Stephen tarafından Hıris-tiyanlaĢtırılmıĢ olan Macarlarla aralarında savaĢ çıktı. 100 kadar Haçlıya karĢılık 4.000 civarında Macar öldü. SANA GELĠNCE, PETER... Bu arada, Peter'in de benzer sorunları vardı. Bizanslı Hıristiyan kardeĢleriyle aralarındaki savaĢta Peter'in 10 binden fazla adamı öldürülmüĢ ya da tutsak düĢmüĢtü. Tam bu Haçlı Seferinin pek de iyi bir fikir olmadığını düĢünmeye baĢlamıĢtı ki iĢler bir süreliğine iyi gitti. Ordusu nihayet 1 Ağustos 1096'da Kons-tantinopol kapılarına ulaĢtığında Peter da Bizans Ġmparatoruyla barıĢ yapmayı baĢardı. Ġmparator, Peter'in berbat görünen birliklerine Ģöyle bir bakmıĢ ve ona Ģövalyeleri ve prensleriyle gerçek ordunun gelmesini beklemesini söylemiĢti. Peki ya Peter onu dinledi mi? 37 ANADOLU'DA BÜYÜK FELAKET Peter ordusuna düĢman topraklarında komuta etmesi için bir vekil tayin etti ve çok akıllıca davranıp kendisi geride bekledi. UçuĢan flamalar ve çalan trampetlerle Haçlılar, Türklerin elinde gayet iyi durumda olan ve iyi korunan Ġznik Kalesine yürüdüler. Tesadüf eseri Türkler de aynı gün Hıristiyanlara saldırmaya karar vermiĢlerdi. Kalelerinden çıktıklarında bir de ne görsünler? Haçlılar kurbanlık koyun gibi üzerlerine geliyor. YETER KĠ SON OLSUN Ġlk Türk saldırısından sonra Hıristiyan ordusu paniğe kapıldı ve canını kurtarmak için kaçmaya baĢladı. Üç bin Haçlı kaçıp deniz kıyısındaki eski bir kaleye sığındılar. Türkler onları izleyip saldırdılar ve çoğunu öldürdüler. Bizans Ġmparatoru filosunun bir kısmını gönderip kalanları kurtarmasa iĢlerini tamamen bitireceklerdi. Böylece Peter'in taraftarlarından bir kısmı kurtuldu ama yenilmiĢlerdi. En azından Halkın Haçlı Seferi diye bilinen felaket sona erdi. 968 KIYAMETĠ 1000 yılı yaklaĢtıkça Hıristiyan alemi dünyanın sonunun geldiği korkusuyla asabileĢti. 968'de Yüce Roma Ġmparatoru I. Ot-to birliklerini Calabria'daki Sarakenlerin üzerine gönderdiğinde bir güneĢ tutulması oldu ve askerler korku içinde kendilerini balıklama fıçıların içine ve at arabalarının altına attılar. Bunun öteki taraftan bir iĢaret olduğuna eminlerdi. 38 DAYANACAK BĠR BACAĞI BĠLE YOKKEN Meksikalı lider Santa Atına, iktidarı tekrar tekrar elde etme konusunda gelmiĢ geçmiĢ en baĢarılı kiĢidir. Santa Anna, hayatında iniĢ çıkıĢlardan nasibini fazlasıyla almıĢtır ama bacağının -ki hikayenin asıl kahramanı odur- ayrı bir öyküsü vardır. Antonio Lopez de Santa Anna, on dokuzuncu yüzyılın baĢlarında Meksika devlet baĢkanıydı. Aslında bir kereden fazla baĢkan olmuĢtu. Daha kesin konuĢmak gerekirse, 1833 ile 1855 yılları arasında tam 11 kez. Hatta bir süre diktatörlük bile yaptı. BaĢkan olmadığı zamanlarda ise Meksika'nın en fazla aĢağılanan adamı oldu. ALAMO'YU HATIRLAR MISINIZ? Evet doğru bildiniz, Alamo'ya saldıran ve hiç esir almayan Santa Anna'dan söz ediyoruz. O zamanlar Teksas bir ABD eyaleti değildi, hala Meksika'nın parçasıydı. 1836'da, biraz da Santa Anna Meksika anayasasını lağvettiği için Teksas vatandaĢları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu yüzden General Santa Anna oldukça büyük ordusunu Rio Grande ırmağından geçirdi. Eski bir Ġspanyol misyonu olan Alamo'ya vardığında az sayıdaki


39 Teksas askerinin ĢaĢırtıcı direniĢiyle karĢılaĢtı. General, Ala-mo'yu alınca karĢısına çıkan herkesi kırıp geçirdi. Dolayısıyla bacağının baĢına gelenleri hak etmiĢti. EL PRESIDENTE Santa Anna ilk kez Meksika baĢkanı seçildiğinde görevi devralması için yapılan törene katılma zahmetine bile katlanmadı. Hükümeti yönetme görevini yardımcısına bıraktı. Ama kimse yardımcısının yaptığı reformlardan hoĢnut kalmayınca, Santa Anna ve bir grup komplocu kendi hükümetine karĢı darbe yaptı. Santa Anna iktidarı tekrar ele geçirmiĢti. Bu sefer, 1834-1836 yılları arasında Meksika'nın diktatörüydü. SĠESTA VAKTĠ Diktatör olmak Santa Anna'ya müthiĢ bir özgüven kazandırdı, böylece Santa Jacinto'daki savaĢta, muhafızlarına haber bile vermeden bir siesta yapmaya karar verir. Bu durum, Teksas kahramanı Sam Houston'un ve "Alamo'yu unutma" diye çığlıklar atan birliklerinin zaferini oldukça kolaylaĢtırdı. Santa Anna esir düĢtü ve Washington'a götürülerek BaĢkan Andrew Jackson'in karĢısına çıkarıldı. Teksas'a bağımsızlığını veren barıĢ anlaĢmasını imzaladı. Ama ülkesine geri döndüğünde Meksika anlaĢmayı tanımadığını açıkladı. Santa Anna hain ilan edildi ve gözden düĢtü. Ama sadece bir süreliğine. FRANSIZ PASTA SAVAġI Halkının sevgisini geri kazanmak için ilk fırsat 1838'de karĢısına çıktı. Meksiko Ģehrindeki bir Fransız fırıncı, bazı Meksikalı askerlerin dükkanını yağmaladığı gerekçesiyle Meksika hükümetine dava açmıĢtı. Bu ufak olay Meksika'nın Fransız ordusuyla çarpıĢtığı Pasta savaĢına kadar vardı. Askerlere önderlik edecek bir generale ihtiyaç vardı, bilin bakalım kim seçildi? 40 BACAĞA GELELĠM Santa Anna, Fransızlara karĢı birliklerine kumanda etmekten fazlasıyla memnundu. General Vera Cruz'da öyle kötü yaralandı ki, bacağının dizinden aĢağısının kesilmesi gerekti. Santa Anna reklam yapmak için bu olayı son damlasına kadar kullandı. Törenler düzenledi, konuĢmalar yaptı, hatta kesilen bacak için kahramanlar için yapılan türden bir cenaze töreni bile düzenledi. Bacak askeri törenle gömüldü. FĠESTA ZAMANI Mantardan yapılmıĢ, deri kaplı takma bir bacak kullanmaya baĢlayan Santa Anna tekrar baĢkan oldu. Ama 1842'den itibaren, çoğu kendi onuruna, öyle çok parti verdi ve kendi özel ordusunu donatmak için öyle çok para harcadı ki, Meksika hazinesini son pesosuna kadar tüketti. Birliklerinin paralarını ödeyemez hale düĢtü, onlar da Santa Anna'ya karĢı ayaklandılar. El Presidente yok oldu, hatta o kadar iyi saklandı ki Meksika halkı onu bulamadı. SALDIRIN BACAĞA Meksikalılar hırslarını Santa Anna'dan alamayınca gömüldüğü yeri kazıp bacağı çıkarttılar, etrafta atıp tuttular ve sonunda paramparça edip parçalarını dört bir yana savurdular. BU SEFER DE PAÇAYI KURTARIR! Meksika hükümeti Santa Anna'yı birkaç yıl sonra yakaladığında, hala onu Küba'ya sürgün edecek kadar kızgınlardı. 1846'da Meksika-Amerika savaĢı patlak verdiğinde Santa Anna iktidara gelmek için yeni bir fırsat doğduğunu sezdi. ABD baĢkanı James Polk'a daha fazla kan dökülmeden her Ģeyi düzelteceğine söz veren bir mektup yazdı. Polk buna bayıldı. Santa Anna Meksika'ya varır varmaz sözünden döndü. General tekrar iĢ baĢındaydı. 41 ÖN SAFLARDA SavaĢ devam ediyordu. YüzbaĢı Robert E. Lee (evet, Ġç SavaĢta güney ordularının baĢındaki aynı Robert E. Lee) öncülüğündeki ABD federal güçleri Santa Fe'ye yaklaĢıyordu. Onlar Meksika savunmasına ön cepheden saldırırken, Illinois'den gelen bir gönüllü birliği de arkalarından saldırmak için etraflarından dolanıyordu. SANTA ANNA BACAĞINI TEKRAR KAYBEDĠYOR


Bu arada Santa Anna eski alıĢkanlıklarına geri dönmüĢtü. II-linois'li gönüllüler gelip ormandan yaylım ateĢine baĢladığında, takma bacağını çıkarmıĢ, fırında kızarmıĢ tavuk yemenin tadını çıkarıyordu. Bir Meksika süvarisi generali çekip aldı ve güvenli bir yere taĢıdı. Ama o telaĢ içinde Santa Anna mantar bacağını yine kaybetmiĢti. Illinois'li gönüllüler tavuğu yiyip takma bacağı da evlerine hatıra olarak götürdüler. ARDIMDA BIRAKTIĞIM BACAK Amerikan birlikleri Santa Anna'nın bacağı hakkında bir Ģarkı da yaptılar. (Sözleri Kansas Üniversitesi kütüphanesindeki belgeler arasında bulunabilir.) ġarkının sözleri "The Girl I Left Behind Me" (Ardımda bıraktığım kız) Ģarkısının ezgisine uydurulmuĢtu. ĠĢte birkaç mısrası: Vurulduğumdan beri biraz köksüz kaldım Cerro Gordo savaĢında Ardımda General Scott'a ödemek üzre Bıraktım yemeğimi ve verdim bacağımı. Dönüp bakmaya cesaretim yok Yanki düĢmanlarım gelip de bulur beni diye, Yüzlerinde alaycı bir gülümsemeyle Ardımda bıraktığım bacağım. 42 General Taylor kokudan takip etmeli izimi, Ya da General Scott yok etmeli kıĢlamı. Ben memnun olurum yine de Gitsem bile okyanuslar ötesine. Ama kısmetim var yine, Terk etmez beni kader Görürüm diye bir müzede, Bıraktım bacağımı geride. SANTA ANNA'NIN SONU Santa Anna Meksika'yı yönetme Ģansını bir kez daha yakaladı, bu kez askeri bir diktatör olarak. Ama Amerikan hükümetine 48 bin kilometre karelik bir araziyi, Ģu anda Güney Arizona ve New Meksiko'nun bir parçasını satmasından sonra bir grup öfkeli Meksikalı politikacı onu koltuğundan indirip tekrar sürgüne gönderdi. Meksika'ya dönmek için uğraĢıp durduysa da ancak 1874'de çok yaĢlı ve tehlikesiz olduğuna karar verildiğinde geri gelmesine izin verildi. Hemen ulusa vermiĢ olduğu hizmetlerden dolayı kendisine maaĢ bağlanması talebinde bulundu ancak talebi reddedildi. Ve Santa Anna 84 yaĢında fakir, yarı kör ve hala tek bacaklı olarak öldü. SANTA ANNA'NIN BACAĞI NEREDE? Belli ki tahta bacak pek kıymete binmiĢti. ÇeĢitli tarihlerde, Meksika hükümeti, Santa Anna'nın kendisi ve Teksas Eyaleti onu Illinois'den almaya çalıĢtı. 1942'de bacak ABD'de politik bir sorun haline geldi. Chicago'lu Demokratlar bacağı Meksika'ya geri vermenin bir jest olacağını iddia ettiler. Cumhuriyetçiler bunu reddettiler. Bu ünlü bacağı -eğer isterseniz tabii- bugün Illinois Eyaleti Askeri Müzesinin, Camp Lincoln, Springfi-eld'deki koleksiyonunda görebilirsiniz. 43 CENNETE ÇIKAN MERDĠVEN Santa Anna biraz Ģanssızdı ama sizin öyle olmanız gerekmez. Merdiven altından geçmekle ilgili gerçekleri öğrenin. Merdivenler eski Mısırlılar zamanından beri ruhların cennete çıkmasına yardımcı olmak için kullanılırdı. Ortaçağda merdiven altından geçmek Ģanssızlık olarak kabul edilirdi çünkü bir duvara dayanmıĢ olan bir merdiven üçgen oluĢtururdu. Bu da, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsünü sembolize ettiğinden, içinden birisi geçince onu bozmuĢ oluyordu. Ama merdivenlerden uzak durmak için önemli bir neden daha vardı. Darağacı icat edilene kadar mahkumlar merdivenlerin tepesinden aĢağı sallandırılırdı ve onların öfkeli ruhları hala etrafta dolanıyor olabilirdi. Meraklanmayın. Merdiven altından geçince uğursuzluk geleceğine inanıyorsanız bunun çok eski bir çaresi var. Basamaklara üç kez tükürün. Büyük ihtimalle Ģeytani ruhlar bundan iğrenecek ve sizi rahat bırakacaklardır. 44 ANTĠK DÜNYANIN YEDĠ HARĠKASI Eski dünyanın harikalarının nesi harika diye merak ediyorduk, bu yüzden biraz araĢtırma yaptık. Ġste yapılıĢ sıralarına göre harikalar. 1. BÜYÜK GĠZA PĠRAMĠDĠ


Nerede: Mısır'da Kahire büyük Ģehir alanı içinde. Kim inĢa ettirdi ve neden: Firavun Khufu kendi mezarı olarak yaptırdı. Ne zaman: MÖ 2500 civarlarında. Ayrıntılar: Yedi harikanın en eski ve hala ayakta olanıdır. Piramidin dört yüzünden her biri güney, kuzey, doğu ve batıya dönüktür. Tabanı 53 bin altı yüz metrekareyi kapsar. Büyük Piramit, 1889'da, aslında uzun ve sıska bir piramit olan Eyfel Kulesi inĢa edilene kadar, 4.000 yıldan fazla bir süre dünyanın en yüksek yapısı olmuĢtur. Geriye ne kaldı: Orijinali 146,6 metreydi. Zaman ve doğa, piramidi 137,1 metreye kadar kısalttı. Hala dünyada en fazla turist çeken yerlerden biridir. 2. BABĠL'ĠN ASMA BAHÇELERĠ Nerede: Eski Babil'de, günümüzde Irak'ın Bağdat kentinde. Kim inĢa ettirdi ve neden: Babil çok düz bir yerdi, Kral Na-bukadnezar onu kendi ülkesinin dağlarını özleyen karısı Amyi-tis için inĢa ettirdi. 45 Ne zaman: MÖ 600 civarlarında. Ayrıntılar: Kat kat yükselen, ağaçlar, çiçekler, çeĢmeler ve Ģelalelerle donatılmıĢ bir bahçe tahayyül edin. Tahminlere göre 30'a 45 metrekarelik bir alanı kaplıyordu. ġimdi tüm bunların, 23 metre yüksekliğinde sütunlarla desteklendiğini düĢünün. Bahçeyi sulamak için yakındaki Fırat nehrinden su taĢıyan köleler yirmi dört saat çalıĢırlarmıĢ. Ne oldu: Bahçenin varlığına dair somut bir kanıt yok, eğer gerçek idiyse, zamanın etkisiyle yok olmuĢ olmalı. Geriye ne kaldı: Neredeyse hiçbir Ģey ama durun; arkeologlar hala kazıyorlar. 3. EFES'TEKĠ ARTEMĠS TAPINAĞI Nerede: Türkiye'de Selçuk yakınlarındaki antik Efes kentinde. Kim inĢa ettirdi ve neden: "Karun kadar zengin" sözünü borçlu olduğumuz Kral Karun, Yunan av ve vahĢi doğa tanrıçası Artemis'in tapınağının inĢası için en fazla katkıyı yapan kiĢidir. Ne zaman: MÖ 550 civarlarında. Ayrıntılar: Çatısı hariç tüm tapınak tamamen mermerden yapılmıĢtır. Yazarlar; altın sütunları, duvarlarındaki muhteĢem freskleri ve en önemlisi de Artemis'in en sadık takipçileri olan kadın savaĢçıların, Amazonların dört bronz heykeliyle dünyanın en güzel yapısı olduğundan söz ediyorlar. Ziyaretçilerin tanrıçaya hediyeler sunması beklenen tapınak, turistlerin akın ettiği bir yer. Tapınağın dıĢındaki hediyelik eĢya tezgahlarında tanrıçanın ufak heykelcikleri satılır. Formlarından birinde Artemis ay tan-rıçasıdır. Babası Zeus ve erkek kardeĢi güneĢ tanrısı Helios'un da onuruna yapılmıĢ harikalar mevcuttur. Ne oldu: Hıristiyanlık öncesi dönemde MÖ 356'da, dikkat çekmeye çalıĢan birinin çıkardığı yangın tapınağı yok etti. Tek46 rar inĢa edildi ama iĢgalci Gotlar tarafından yakıldı. Geriye kalanları ise ilk Hıristiyanlar yıktı. Geriye ne kaldı: Kazılar, temeli ve bir sütunu ortaya çıkarttı. Kazılarda çıkarılan diğer sütunları Londra'daki British Muse-um'da görebilirsiniz. 4. ZEUS HEYKELĠ Nerede: Yunanistan'da Antik Olimpiyat oyunlarının yapıldığı Olimpia'da. Kim inĢa ettirdi ve neden: Antik Olimpiyat oyunlarına gelen ziyaretçileri etkilemek isteyen Yunanlılar, daha önce varolan mütevazı Zeus tapmağını, Yunanistan'ın en güçlü Tanrısının devasa bir heykelinin olduğu bir mekana çevirdiler. Ne zaman: MÖ 450 civarlarında. Ayrıntılar: Bir tahtta oturan Zeus'un 12 metre yüksekliğindeki heykeli, tapınağı bir oyun evine çevirdi. Zeus'un baĢı neredeyse tavana değecek gibiydi. Böylece sanki ayağa kalksa tavanı delip göğe eriĢecekmiĢ havası verilmiĢti. Bedeni fildiĢinden-di, sakallan, cüppesi ve sandalları altından yapılmıĢtı. Tahtı da altından yapılmıĢ ve üzerine değerli taĢlar kakılmıĢtı. Ne oldu: MS 462'de yandı. Geriye ne kaldı: Heykelden geriye hiçbir Ģey kalmadı. Tapınak ise tatilinizde gezebileceğiniz en pitoresk kalıntılardan biridir. 5. HALĠKARNAS'DAKĠ MOZOLE


Nerede: Türkiye'nin güneybatısında. Kim inĢa ettirdi ve neden: Kraliçe Artemisia kocası Kral Ma-usolus'un onuruna yaptırdı. Ne zaman: MÖ 353 civarlarında. Ayrıntılar: Artemisia'nın sadece kocası olmakla kalmayıp aynı zamanda erkek kardeĢi de olması dıĢında Kral Mausulus'un 47 tek ilginç yanı ölümüdür; yer üstündeki büyük mezarlar için kullanılan mozole onun adından gelmektedir. Geriye ne kaldı: Temellerinin bir kısmı. Bir kez daha British Museum mezardan çalınan heykellerde önde gidiyor. 6. RODOS HEYKELĠ Nerede: Ege denizindeki Yunan adası Rodos'un limanına tepeden bakar. Kim inĢa ettirdi ve neden: Rodos halkı onu güneĢ tanrısı He-lios'un Ģerefine askeri bir zaferi kutlamak için yaptırdı. Ne zaman: MÖ 282'de. Ayrıntılar: Abide, Artemis'in erkek kardeĢi Helios'un muazzam büyüklükte bir heykelidir. Kimse neye benzediğini bilmiyor ama rekonstrüksüyonu yapan sanatçılar onu çıplak veya çok az giyimli olarak betimlemiĢlerdir. Ayak parmaklarından güneĢ biçimindeki tacına kadar yüksekliği 36 metre kadardı. Fransız heykeltıraĢ Frederic Bartholdi Amerika'nın Özgürlük Heykeli, Yeni Colossus'u tasarlarken ondan esinlenerek tacını aynı Ģekilde yapmıĢtır. Ne oldu: MÖ 262 yılında bir deprem oldu ve heykel zayıf noktası olan dizlerinden kırılarak yıkıldı. Geriye ne kaldı: Hiçbir Ģey. 7. ĠSKENDERĠYE FENERĠ Nerede: Mısır'da Ġskenderiye Limanında, antik Faros adasında. Kim inĢa ettirdi ve neden: ĠĢte bir iĢleve sahip olan tek harika. Limana gelen gemilere rehberlik etmek için tasarlandı ve Kral II. Ptolemaios döneminde tamamlandı. Ne zaman: MÖ 270 civarında. Ayrıntılar: Bu öyle, ahĢaptan ufak tefek bir fener değildi. Burada muhteĢem bir Ģeyden söz ediyoruz: Mermer kaplı, 120 met48 reye yakın yükseklikteki (40 katlı bir gökdelen) fener öylesine ünlüdür ki, Romalılar MS ikinci yüzyılda Ġskenderiye'de bastıkları paraların üstüne resmini koymuĢlardır. Gün boyunca dev bir ayna güneĢi yansıtırdı; geceleri ise aynı iĢi tepede yanan ateĢ görürdü. Bol turist çekiyor olmalı ki, ilk katta yiyecek satılıyordu ve üstte manzarayı izlemek isteyenler için bir balkonu vardı. Fener olarak 1500 yıl kadar iĢ gördükten sonra yok olan altı harikanın sonuncusu oldu. Ne oldu: Yine bir deprem. Bu kez on dördüncü yüzyılda. Geriye ne kaldı: Derin su dalgıçları 1996'da kalıntıları bulmuĢ olabilirler. Tekrar turistik bir cazibe merkezine çevirme planlan var ama ziyaretçilerin en iyi parçaları görebilmesi için Ģnorkel takması gerekebilir. VE ġĠMDĠ DE KAZANANLAR Bu harikaları yaratan insanlardan o kadar etkilendik ki, biz de Tabiat Ana ve Zaman Baba'nın ev sahipliği yaptığı bir ödül töreni yapmaya karar verdik. ĠĢte alkıĢlarınızla kazananlar: En iyi inĢaatçılar: Mısırlılar. En Ģatafatlı Ģekilde Tanrılarına tapınanlar: Yunanlılar. En Romantikler: B abuliler. BaĢkalarının kalıntılarını toplayan en uzak görüĢlü koleksiyoncular: Ġngilizler. Antik tarzı en iyi kopya edenler: Fransızlar. BAġKA HARĠKALAR The UN World Heritage (BirleĢmiĢ Milletler Dünya Mirası), dünyanın doğal harikalarından oluĢturduğu bir listede Ģunlara yer vermiĢtir: Venezuela'daki Angel ġelalesi; Nova Scotia'daki 49 ^p Fundy Koyu; Arizona'daki Büyük Kanyon; Avustralya'daki Büyük Bariyer Resifleri; Nepal'deki Everest Tepesi; Brezilya/Arjantin'deki Iguassu ġelalesi,


Endonezya'daki Krakatoa Adası; Japonya'daki Fuji Dağı; Tanzania'daki Klimanjaro Dağı; Ontario ve New York'daki Niagara ġelalesi; Meksika'daki Pa-ricutin Yanardağı ve Zambia/Zimbabwe'deki Victoria ġelaleleri. Evet tam 12 tane! Tabiat ananın ihtiĢamı karĢısında kimse yedi sayısında ısrar edemez. 50 MIRIL MIRIL Ġnsanlar okumaya ilk baĢladıklarında çoğu, yüksek sesle telaffuz etmedikçe kelimeleri anlayamazlardı. Bunun ne kadar kısa zaman önce değiĢtiğini bilseniz ĢaĢardınız. Ġnsanlık tarihinin büyük kısmı boyunca, bilinen her Ģeyi nesilden nesile hikaye anlatıcılar aktarmıĢtır. Uyak ve ritim hatırlamayı kolaylaĢtırır, bu yüzden hikayeler çoğunlukla Ģiir ya da Ģarkı halinde okunurdu. HĠKAYE VAKTĠ ġarkı söyleyen hikaye anlatıcıları Ortaçağ boyunca bilginin koruyucularıydılar. On üçüncü yüzyılda Ġrlanda'da onlara Bard adı verilirdi. En iyileri sarayda kralın yanında otururdu. Ülkeyi baĢtan baĢa dolaĢıp Ģarkı söyleyerek hikayeler anlatan ozanlar da vardı. Ve tabii günlük haberler de bu Ģekilde iletilirdi. Bu yüzden insanlar okumaya baĢladıklarında, bunu hikaye anlatımında olduğu gibi yüksek sesle ve birbirlerine dönerek yapmaları ĢaĢırtıcı değil. Okuyanlar kelimeleri görmenin yanı sıra duymak ihtiyacındaydılar. On beĢinci yüzyıla kadar insanlar sessiz okumaya geçemediler. AYIP KĠTAPLAR Bir kez sessiz okumaya baĢlayınca da artık kimse ne okudu51 ğunu ve ne düĢündüğünü baĢkalarına belli etmek zorunda değildi. Sessiz okuma kiĢisel düĢüncelere yer açtı. Bu da, dinsel olmayan ve erotik hikayeler de dahil, farklı türde kitaplara talep yarattı. On altıncı yüzyılda baskı makineleri ortaya çıkıncaya kadar birçok insanın elyazması kitaplardan oluĢan kütüphaneleri vardı. Giderek daha çok insan -muhtemelen sizin Ģu anda yaptığınız gibi- özel bir köĢeye çekilip okumanın keyfini çıkarmaya baĢladı. 52 DĠJĠTAL TARĠH Kim demiĢ tarihi değiĢtiremezsiniz diye? Tarihi temaları olan video oyunlarından en sevdiğimiz bazıları. Tahmin edeceğiniz gibi, video oyunları tarih öğrenmenin en iyi yolu sayılmaz. Güçlü tarihsel temaları olanlar bile, oyuncuları sonuçlan değiĢtirmeye yöneltirler. Böylece bir Ġç SavaĢ si-mülasyonunda Konfederasyoncular olarak yer alan akıllı bir oyuncu, Gettysburg SavaĢını kazanabilir. Bunun gibi tarihi dekor olarak kullanan ya da bir dönemi doğru canlandırmak için tarihsel verileri kullanan birçok ilginç oyun var. PC'ye uygun yapılmıĢ, en iyilerinden beĢ oyunu aĢağıda veriyoruz. AGE OF EMPIRE II: AGE OF KINGS Yardım edin! Roma düĢtü ve kalkamıyor! Avrupa kıtasında Feodalizm Çağı böyle baĢlar ve oyuncular tüm toprakları ele geçirip yönetmek için, Türklerden Vikingler'e kadar 13 farklı medeniyetten birini seçerler. Oyun tüm bu ortaya çıkan medeniyetlerin güçleriyle tutarlı keĢifler ve kültürel avantajlar içerir ve oyuncunun oyunda ilerleyebilmesi için tarihsel dersleri kullanır. Örneğin oyunun eğitim kısımda Cesuryürek William Wallace'ın savaĢlarını tekrar yaratan bir oyuncu bulunmaktadır. Bu da yetmezmiĢ gibi, oyunda geçen her medeniyetin gerçek ve doğru tarihsel bilgileri de verilmektedir. 53 RAILROAD TYCOON II ġapkanızın tozunu silkeleyip kaytan bıyıklarınızı mumlayın, Ģimdi bir demiryolu baronunu oynayacaksınız. Oyuncular yedi kıtadan birinde, tarihsel gerçeklere dayanarak yaratılmıĢ rakiplerini yola getirerek demiryolu yapmak ve onları yönetmek zorundalar. Ama iĢ sadece trenleri çuf-çuf sesleriyle yürütmekten ibaret değil, oyuncular rakiplerini yenmek için borsa oyunlarında da baĢarılı olmalılar. Oyuncular yol döĢer, demiryollarını idare eder, savaĢ ve hastalık


gibi 'gerçek hayat' sorunlarıyla uğraĢır ve bir istasyonda bekleme süresi içinde dünyayı ele geçirmeye çalıĢırlar. ROWAN'S BATTLE OF BRITAIN Ġkinci Dünya SavaĢı'nın baĢlangıcında Nazilerin Ġngilizleri bir yumrukta teslim almasına birinin engel olması lazım ve bu kiĢi de sizsiniz. Oyunda, oyuncular RAF güçlerinin Almanlara karĢı mücadelesine kumanda ediyor (ya da eğer Luftvvaffeler'e karĢı zaafınız varsa diğer tarafta oluyorsunuz) ama asıl aksiyon, uçuĢ simülasyonu modunda. Bu mod bir Supermarine Spitfire veya Messerschmidt Me-109'ı ateĢ altında uçurmayı oldukça gerçekçi biçimde canlandırıyor (ilk çıkıĢınızda bir as olmayı beklemeyin yine de). Havada sizinle aynı zamanda kapıĢan düzinelerce baĢka uçak göreceksiniz. Bunlar size gerçek hayatta bu savaĢların nasıl yapıldığı konusunda bir fikir verecektir. SHOGUN: TOTAL WAR Tarihsel video oyunlarının bir eksiği varsa o da hepsinin Batı yankürede geçen, Avrupa ya da Amerika tarihindeki olayları canlandırmasıdır. Shogun bu açığı kapatıyor. Oyun Japon tarih ve kültürüne dayanıyor. Shogun birlikleri ve manevraları on altıncı yüzyıl gerçek Japon birliklerinden örnek alınarak yaratılmıĢ ve hikayenin örgüsü bazı tarihsel dönemleri, örneğin Budist 54 Shogunların Hıristiyan Shogunlarla savaĢını tekrar canlandırıyor. Eğer Japon tarihi bilgileriniz Godzilla filmlerinden geliyorsa oyunun on altıncı yüzyıl Japon tarihi konusunda iyi bir temel kitapçık gibi bilgilendirici olduğunu da söylemeliyiz. SID MEIER'ĠN GETTYSBURG'U! Tarihsel oyun türünün en iyilerinden biri. Oyunun yaratıcısı, Civilization serisinden dolayı tarihsel oyun meraklıları için zaten bir efsane olan Meier, Amerikan Ġç SavaĢı'ndaki çok önemli muharebeleri titizlikle yeniden canlandırmıĢ. Oyuncular bir tepeyi almak ve ellerinde tutmak için iki taraftan birini seçebiliyorlar. Eğer Konfederasyoncular tarafını seçerseniz, aslında hikaye zincirinde yeni ekler ve kurgular açılıyor sizin için. Yetmedi mi? Antietam SavaĢı'nın sonucu değiĢiyor. "Ġnsan, oynayan hayvandır. Her zaman bir Ģeyde ya da diğerinde daha iyi olmaya çalıĢmak zorundadır." Charles Lamb 55 simyayla daha iyi bir hayat Simyanın tarihi; muazzam, bitmek bilmeyen, sonsuz, toptan ve eksiksiz bir baĢarısızlıktır. Ġki bin yıldır (en azından!) simyacılar bütün güçleriyle iki hedefe ulaĢmaya çalıĢmaktadır: Temel madenleri altına dönüĢtürmek ve içene ölümsüzlük sağlayacak olan YaĢam Ġksirini keĢfetmek. Tüm bu zaman boyunca hiçbir simyacı, kurĢunu veya herhangi baĢka bir metali altına çeviremedi. Ve çeĢitli iksirleri içmiĢ olan herkes öldü. Hatta önemli bir kısmının ölümü bizzat iksirden oldu. Toplamda, bugün çok az insanın takdir edebileceği çapta olağanüstü bir baĢarısızlık tarihidir bu. ÖNERMELER, ÖNERMELER... Nasıl olur da bu kadar insan, bu kadar sık ve bu kadar uzun süre baĢarısız olur? Nedenler çok çeĢitli ama yine de Ģöyle özetlenebilir; simyacıların -hepsininevrenin gerçekten nasıl iĢlediği konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Sebatkar deneyciler ve ateĢli araĢtırmacılar (hatta zaman zaman dolandırıcılar) olmalarına rağmen, simyacılar her zaman yanlıĢ önermelerden yola çıkmıĢlardır. Bilimde ve simyada (ki ikisi ayrı Ģeylerdir) yanlıĢ önermeler sizi yanlıĢ sonuçlara götürür. ĠġTE BÖYLE YAPILIR? Örneğin, Ģu altın yapma konseptini ele alalım. Simyacıların 56 haksız olmadığı bir nokta vardı: BaĢka elementlerden altın yapabilirsiniz. Bakın, nasıl? Evrende dolanan hidrojen bulutundan büyük miktarda alırsınız. Onu dev bir yıldıza çökertirsiniz. Bırakırsınız yıldız doğal hayatını sürsün, bu arada çekirdeğindeki termonükleer füzyon sürecinde hidrojen helyuma, helyum karbona, sonra oksijene, silikona, demire dönüĢür. Kısa zamanda (nispeten tabii)


yıldız tamamen çökecek ve bir süpernova olarak nihai patlayıĢında milyonlarca ton altın ve diğer ağır elementi püskürtecektir. ĠĢte bu kadar, hidrojenden altın elde ettiniz. Gerçekten, bundan daha basit olamaz. NE BĠLĠYORLARDI? Ne yazık ki simyacılarımızın yıldız çekirdeği bulma imkanları yoktu. Gerçi olsaydı da ne yapacaklarını bilemezlerdi ya, neyse. Simyacılar atom teorisi, periyodik tablo ve uzay fiziği konusunda korkunç derecede cahillerdi. (Bu tamamen onların hatası değildi, aslında en azından on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllara kadar kimsenin bu konularda bilgisi yoktu.) ONLAR BĠR ROCK GRUBU DEĞĠLLER MĠYDĠ? Metaller ve maden cevherleri konusunda metalurjistlerin ve diğer metal iĢçilerinin deneyimlerinden edinilmiĢ bazı pratik bilgilere ve evrendeki her Ģeyin dört elementten -ateĢ, su, hava ve toprak- oluĢtuğu inanıĢına sahiplerdi. Eğer biri her Ģeyin bu dört unsurdan oluĢtuğunu varsayıyorsa, bir metali diğerine çevirmenin sadece oranları değiĢtirmekle mümkün olacağına ina-nabilirgenellikle asidik çözücülerin ve alaĢımların kullanımıyla. Çok mantıklı görünüyor, eğer her Ģey bu dört elementten oluĢuyorsa tabii. Ama böyle bir Ģey yok. AY YEDĠNCĠ EVĠNDEYKEN Madde hakkındaki bu yanlıĢ kavrayıĢın üstüne, bilinen yedi 57 elementin; altın, gümüĢ, bakır, demir, kalay, kurĢun ve cıvanın göklerdeki yedi büyük gezegenle; GüneĢ, Ay, Venüs, Jüpiter, Satürn, Mars ve Merkür ile iliĢkili olduğu inancı durumu daha da zorlaĢtırdı. Astroloji iĢin içine girince Simya pratik bir uğraĢ olmanın ötesinde mistik bir sanat haline de geldi. Simya antik Yunanlılarda, Çinlilerde ve Hintlilerde sanat olarak kabul edilirdi. Simya sözcüğü ortaçağa kadar bilinmezdi. Simyacılara kılavuzluk eden ilkeler bunlar olunca, simyacıların neden altın yapmayı baĢaramadıklarını anlamak zor olmasa gerek. BOLOS NE DEMĠġTĠ Bütün bunlar Simyacıların iyi bir Ģov yapmadıkları ve altın yaptıklarını iddia etmedikleri anlamına gelmiyor. MÖ üçüncü yüzyılda Democritus adıyla yazan Mende'li Bolos, (atomların varlığına inanan gerçek Democritus'la karıĢtırmayın) Physica et Mystica adlı tezinde, altın yaptığını iddia etti. Maalesef meraklıları için baĢka metalleri altına çevirme talimatları, astrolojik gevezeliklerle dolu ve çıldırtıcı derecede muğlaktı. PARA HER ġEY DEĞĠLDĠR Daha da sonraları, bir on dördüncü yüzyıl simyacısı olan Raymond Lully'nin Ġngiltere Kralı II. Edvvard için altın yaptığı rivayet edildi. Tabii bunu kanıtlamak olanaksız, ayrıca gerçek olsa bile Edward'a pek bir yararı olmuĢa benzemiyor. Edward karısı tarafından tahttan indirildi ve bir kazığa geçirilerek öldürüldü. EN ĠYĠ ZEKALARDAN BAZILARI Simyayla ilgilenen herkes düpedüz dolandırıcı değildi: Ġngiliz filozof Roger Bacon, Hollandalı Astronom Tyco Brahe ve Isaac Newton simyayla da ilgilenmiĢ gerçek bilim adamlarının örnekleridir. Diğer baĢarılan ne olursa olsun, simyacı olarak boĢa kürek çekip durdular. 58 ALTIN HASTALIĞI Simya ile altın üretme merakı bir Batı saplantısıydı. Yunanlılarla baĢlayıp, Araplar ve Müslümanlarla sürdü ve on ikinci yüzyılda Avrupa'da tekrar ortaya çıktı. Çin ise kendi simya geleneğini oluĢturdu. Çinlilerin üstünde durduğu konu baĢka metalleri altına dönüĢtürmekten çok, ölümsüzlük veren YaĢam Ġksirini keĢfetmekti. YA ġĠMDĠ YA DA HĠÇBĠR ZAMAN Neden? Olası açıklamalardan biri, Batı dinlerinde ölümden sonraki hayat uzun uzadıya ve hatta bazen sadistçe detaylarla tasvir edilmiĢken, Budizm öncesi Çin teolojik düĢüncesinin, ölümden sonrasına iliĢkin sorulan cevapsız bırakmıĢ olmasıdır. Çinliler bahislerini bu dünyada hayatta kalmaya yatırdılar. Avrupalıların ölümsüzlükle pek ilgilenmemelerinin nedeni, Ortaçağ Avrupası'nın dayanılmaz bir lağım çukuru olması da olabilir.


KĠMSE SONSUZA KADAR YAġAMAZ Ölümsüzlüğe olan merakın nedeni ne olursa olsun, Çinli simyacılar YaĢam Ġksiri geliĢtirmek konusunda, Avrupalı simyacıların altın üretmekte olduğu kadar baĢarısızdılar. Aslında, Çinli simyacıların Ģüpheli iksirleriyle çok sayıda önemli Çin vatandaĢının ölümüne neden olduklarına dair bol kanıt mevcut. Hatta Ġngiliz tarihçi Joseph Needham muhtemelen simyacıları tarafından zehirlendikleri için ölen Çin imparatorlarının bir listesini derlemiĢtir. Çin imparatorlan zamanla akıllandılar ve Çin simyası da yok olup gitti. KĠMYA SAYESĠNDE DAHA ĠYĠ YAġAM KOġULLARI Batı simyası da on sekizinci yüzyıla kadar unutuldu. GeliĢen kimya bilimi, simyacı düĢüncenin altın saplantısını ve mistik 59 görüĢlerini eleyip bazı pratik görüĢlerini devralarak dünyanın gerçek kimyasal yapısını çözmeye baĢladı. Simyadan geriye kalanlar Hermetizm adı verilen yarı dini bir disiplin içinde eridi. (Hermetizm adını, kimya bilgisi atfedilen Trismegistus adlı Yunan tanrısından alır.) JUNG'UN DÜġÜNCESĠ Simyadan son bahseden Cari Jung'dan baĢkası değildi. Jung 1920'lerde, simya literatürünün, özellikle de mistik yanının "kolektif bilinçsizliğin" bir manifestosu olduğunu ilan etti. Sen nasıl istersen Cari. AHMAKLIK VE ÖTESĠ Bu zamana kadar, ne altın üretmenin, ne de ölümsüzlüğün pratik bir yolu bulunmuĢ durumda. Bunun birazcık da olsa simyacıları rahatlatabileceğim tahmin edebilirsiniz. Evet, yanlıĢ ağaca havlayıp durdular, muazzam bir baĢarısızlık. Ama biz, evrenin nasıl iĢlediğine dair bütün bildiklerimizle, daha iyisini yapmıĢ değiliz. ROMA YANARKEN NERON'UN LĠR ÇALDIĞI DOĞRU MU? Efsaneye göre iktidar manyağı Ġmparator MS 64'te Roma'yı yakar ve Ģehir alevler içindeyken Ģehrin ortasındaki bir kulede oturup huzur içinde lir çalar. Oysa tarih bundan oldukça farklı bir hikayeden söz ediyor. Birinci yüzyıl tarihçisi Tacitus'a göre, yangın baĢladığında Neron 80 kilometre ötede Antium'daki villasın-daydı. Haberi aldığında lirine uzanmak yerine Roma'ya koĢup umutsuzca yangını kontrol altına almaya çalıĢtı. Hatta yangına kızdığı için, günah keçisi olarak seçtiği Hıristiyanlara zulmetti. 60 YAP ATIġINI Amerikan ordusu yemeklerini lezzetli kılmak için bir Ģeyler yapmak zorundaydı. Vden 14'e kadar sıralanmıĢ yiyecek ve içecekleri Ġkinci Dünya SavaĢı askerlerinin onlar için uydurduğu a'dan n'ye sıralanmıĢ argo terimleriyle eĢle sürebilir misiniz? Cevaplar aĢağıda. 1. Fasulye 2. Ekmek 3. Konserve süt 4. Kahve 5. Kraker 6. Kuru üzüm 7. KızarmıĢ patates ve et 8. Ketçap 9. Akçaağaç pekmezi 10. Rulo köfte 11. Krep 12. Süt tozu 13. Tuz ve karabiber 14. Çorba a. Cephanelik 61 b. Zırhlı inek c. TebeĢir d. Köpek bisküvisi e. Silah sıkısı f. Sıcak su


g. Makine yağı h. Esrarengiz tabak i. Pil asidi j. KokmuĢ biftek k. Kauçuk topak 1. Kum ve pislik m. ġarapnel n. Transfüzyon Cevaplar: 1-a; 2-e; 3-b; 4-i; 5-d; 6-m; 7-h; 8-n; 9-g; 10-j; 11-k; 12-c; 13-1; 14-f. TITANIC'ĠN REKLAMI BATMAZ DĠYE YAPILMIġTI Ġlk seferinde batan geminin batmaz diye reklam edildiği hikayesi pek doğru değildir. White Star Line, Titanic ya da kardeĢ gemisi Olympia hakkında hiçbir zaman batmaz diye reklam yapmadı. Aksine, promosyonları iki geminin "dünyadaki en büyük ve en iyi gemiler" olduklarına odaklanmıĢtı. Geminin bat-mazlığına dair sözüm ona reklamı ise bir gazeteci Titanic battıktan sonra icat etti. Ġroni, söylentinin yayılmasına neden oldu. 62 DÜNYANIN EN BÜYÜK ASPARAGASLARI, ARTI BĠR Asparagasları severim o yüzden sizi aldatmak için bir tane de ben uydurdum. AĢağıdaki dört hikaye de gerçek birer asparagastır, yani gerçekten yaĢanmıĢtır. Sadece biri gerçek değildir. Yapmanız gereken, sizi aldatmak için koyduğum hikayeyi bulmak. En sondaki cevaba bakın. Kopya çekmek yok ama. COTTINGLEY PERĠLERĠ Kurgu: 1917'de, iki genç kız, Elsa Wright ve kuzeni Frances Griffiths, Ġngiltere'de, Cottingley'deki evlerinin bahçesinde perilerle oynadıklarını iddia ettiler. Hatta ispatlamak için perilerin fotoğraflarını bile gösterdiler. Etkileri: Fotoğraflar tüm dünyada gazetelerin ilk sayfalarında çıktı ve kızların hikayesinin ateĢli savunucusu haline gelen, Sherlock Holmes'ün yaratıcısı Sör Conan Doyle dahil, birçok insan hikayeye inandı. Her Ģey bir asparagastan ibaretti: 55 yıl sonra artık yaĢlı birer kadın olan kızlar her Ģeyin bir asparagas olduğunu ve bir kitaptan peri fotoğrafları çekip onları kağıt ataçlarıyla dallara ve Çalılara taktıktan sonra fotoğraflarını çektiklerini itiraf ettiler. Frances Griffiths hikayelerine inanılmasına duyduğu ĢaĢkınlığı, 63 "Onların gerçek olduğuna inanacak kadar saf insanların olması benim için her zaman bir sır olarak kalmıĢtır" diye ifade etti. CARDIFF DEVĠ Kurgu: 1869'da, New York'un kuzeyinde, Cardiff'in hemen dıĢındaki bir çiftlikte kuyu kazıcıları taĢlaĢmıĢ bir adam cesedi buldular, ama buna adamdan ziyade dev denilebilirdi; çünkü boyu 3 metreydi. Kazıcılar çiftlik sahibinin bir akrabası olan New York'lu puro üreticisi George Hull tarafından tutulmuĢlardı. Etkileri: Bu ĢaĢırtıcı keĢfin haberleri kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı. Hull, deve bakmak isteyenlerden 50 sent almaya baĢladı. Uzmanlar bunun sahtekarlık olduğunu söyleyip durdular ama kökten dinciler zokayı yuttu. Sergilendiği yerlerdeki halk da öyle. P. T. Barnum'un devi almak için 150 bin dolar teklif ettiği iddia ediliyor. Bu rakam daha düĢük olabilir ama bir teklif yapılmıĢtı. Hull satmayı reddetti, Barnum da kendi kopyasını yapıp Hull'unkinin sahte olduğu iddiasıyla onu dava etti. Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Mahkemede çapraz sorgu altında Hull devin karmaĢık bir asparagastan baĢka bir Ģey olmadığını itiraf etti. AlçıtaĢından yapılıp eski görüntüsü vermek için sülfürik asitle yıkanmıĢtı. Bu fikri, kökten dinci bir vaizle yaptığı bir tartıĢmadan sonra bulmuĢtu. Vaizi Ġncil'de söz edildiği gibi "dünya devleri" olduğuna ikna edip edemeyeceğini merak etmiĢti. Tabii ki, bu iĢin mali bir yanı da vardı. Hull 30 bin dolar kadar para kazanmıĢtı. P. T. BARNUM'UN FEEJEE DENĠZKIZI Kurgu: 1842 yılının Ağustosunda Dr. J. Griffın adlı bir Ġngiliz New York'a geldi. Yanında gerçek bir denizkızı olduğunu söylediği ilginç bir yük taĢıyordu. Veya en azından bir denizkı-zından geriye kalanlar. Griffin denizkızının


(Splash'da olduğu gibi güzel bir sarıĢın değil, kurumuĢ bir maymun gövdesi ve bir 64 balık kuyruğundan ibaret çirkin bir yaratıktı) Fiji adalarında yakalandığını iddia ediyordu. Etkisi: Griffin denizkızını Londra'ya götürmeden önce bir hafta sergiledi. Sergi büyük bir olay oldu; hikaye dünyanın her yerinde gazetelerde yayınlandı. Denizkızı ülke turuna çıkmadan önce bir ay daha sergilendi. Küçük yaratık Barnum'un hilkat garibesi gösterileri üstadı olarak ününün pekiĢmesinde çok önemli bir rol oynadı. Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Halk kısa sürede denizkızının aslında sıra dıĢı bir giriĢimci olan P. T. Barnum'un ürünü olduğunu ve Dr. Griffin'in aslında onun yanında çalıĢan biri olduğunu anladı. Griffin'in Feejee denizkızı Güneydoğu Asyalı balıkçıların çok sayıda yapıp denizkızı diye sattığı bir el iĢiydi. Büyük ihtimalle Barnum'un orijinal Feejee denizkızı 1860'da çıkan bir yangında yanmıĢsa da benzerleri onun, tutkalla karıĢtırılmıĢ ve ĢekillendirilmiĢ kağıt topaklarına, sazan balığının çenesi, diĢleri, omurgası ve yüzgeçleri eklenerek yapıldığını gösteriyor. KONUġAN EġEK WILLARD Kurgu: Cleveland Plain Dealer'daki bir ilan, meraklıları 15 Eylül 1873'de mahalli bir toplantı salonuna davet ediyordu. Burada Ohio'lu çiftçi George Hampton'un "insanlarla iletiĢim kurma yeteneğine sahip bir eĢek" olarak adlandırdığı hayvanı görebilirlerdi. Çiftçi Hampton hayvanın "daha aĢağı türlerden geldiğimizin bir delili" olduğunu söylüyordu. Etkisi: Söz konusu tarihte 2.000 kiĢilik bir kalabalık -adam baĢı 50 sent ödeyerek- salonu doldurdu. Tabii ki Willard gerçekten konuĢmuyordu. Onun yerine sağ ön ayağını yere vurarak sorulara cevap veriyordu. Willard evet-hayır sorularını her seferinde doğru olarak cevaplayabiliyordu. Willard'ın ünü ve Hampton'm banka hesabı git gide büyüdü. Aylar sonra Willard Lond65 ra'da Ġngiltere Kraliçesi Victoria'ya Palladium'da gösterisini yapmaya giderken ağır bir kalp krizi geçirdi. ÖlmüĢtü. Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Yapılan otopsi Willard'ın kalp krizine, sürekli elektrik Ģokuna maruz kalmasının neden olduğunu ortaya çıkardı. Hampton'un sahnenin dıĢındaki yardımcısı, patisini vurması gereken her seferde eĢeğe bir kablo aracılığıyla elektrik akımı veriyordu. Bu süreğen elektrik Ģoku 'konuĢan eĢek' meselesinin aslını ortaya çıkarmıĢtı ama bir kez daha dünya iyice uyutulduktan sonra. TAVġAN DOĞURAN KIZ Kurgu: 1726'da genç bir Ġngiliz kadın Mary Toft, olağanüstü derecede Ģehvetli ve uzun boylu (1.80 boyunda) bir tavĢanın saldırısına uğradığını iddia etti. Halk buna gerçekten inandı ve karılarını ve kızlarını benzer bir durumdan korumak amacıyla uzun mesafeleri aĢıp yanlarına gittiler. BeĢ ay sonra Mary bir tarlada yere yıkılıverdi. Yerel bir doktor olan Howard, Mary'nin hamile olduğunu açıkladı. Kız dört hafta sonra ölü bir tavĢan doğurdu, sonra bir tane daha. Birkaç gün içinde, Howard, Mary'nin yedi ölü tavĢan daha doğurmasına yardımcı oldu. Etkisi: Haber hızla yayıldı. Kral I. George Ġngiltere'nin en iyi hekimlerinden ikisini gönderdi. Mary hala tavĢan doğuruyordu ve hepsi de ölüydü. Doktorlar hayvanlar üzerinde testler yaptılar. Birinde, tavĢanlardan birinin akciğeri suya konulmuĢtu. Eğer suda yüzerse bu, doktorlara tavĢanın 'doğumdan' önce nefes aldığını gösterecekti. Hayvanların bağırsaklarında yiyecek buldukları gibi rektumlarında da dıĢkı buldular. Doktorlar doğumların gerçek olduğunu ilan ettiler. Her Ģey bir asparagastan ibaretti: Üçüncü bir uzman Mary'nin sürekli gözetim altında olabileceği Londra'daki bir hastaneye taĢınmasını sağladı. TavĢanların arkası kesildi. Ardından bir bahçıvan ortaya çıkıp, Mary'ye yeni doğmuĢ tavĢanlar 66 sağladığını iddia etti. Mary çözülüp itiraf etti. Her Ģeyi kendisi ayarlamıĢ, dölyatağına ölü tavĢanları yerleĢtirmiĢ, sonra onları doğuruyor numarası


yapmıĢtı. Neden mi? Kocası iĢini kaybetmiĢti ve böylesi bir reklamın kralın kendilerine maaĢ bağlamasını sağlayacağını düĢünmüĢlerdi. Mary'nin eline geçen dolandırıcılıktan hapse atılmak oldu. SÖR WALTER RALEIGH PALTOSUNU SERER! Kraliçe I. Elizabeth Londra sokaklarında bir geçit alayının baĢını çekiyordu. Bir çamur birikintisinin önünde durdu ve maiyetine bir Ģeyler bekler gibi baktı. Aniden centilmen bir denizci kalabalığın arasından sıyrıldı ve pelerinini çıkarıp gösteriĢli bir hareketle birikintinin üzerine serdi. Durum kurtarılmıĢ ve on altıncı yüzyıl tarihinin önemli iki figürü yüz yüze gelmiĢti. Bu masal, aksi takdirde sıkıcı olacak olayları bu tür anekdotlarla süsleyen on yedinci yüzyıl tarihçisi Thomas Fuller'in bir uydurmasıdır. Sör Walter Scott öyküyü 1821'de romanı Kenilworth'a alıp iki ünlü Ģahsiyet arasına kısa bir konuĢma da eklemiĢtir. Ra-leigh sözde paltoyu hiç temizletmemiĢ bunun üzerine kraliçe terzisine adam için bir takım yaptırtmıĢtı. HoĢ hikaye ama hiç yaĢanmadı. Bizim asparagasımız hangisi? Bizimki KonuĢan EĢek Willard'ın hikayesiydi. 67 PAPA HĠKAYELERĠ Ġnsan üstü papalar hakkında pek bilinmeyen hikayeler. ÜÇ TANE OLUVERDĠLER Geleneksel olarak papalık Roma'dadır, ama 13O9'da Papa V. Clement papalığı Fransız Ģehri Avignon'a taĢıdı. Papa XI. Gre-gory 1377'de Roma'ya dönene kadar orada kaldı. Fransa bundan hoĢnut kalmayıp, kendi Papasını seçti. Bu da Büyük HizipleĢmeyi baĢlattı. Artık birbiriyle itiĢip kakıĢan iki ülkenin iki resmi papası vardı. Bu durum 1409'da Pisa Konsülü'nün sorunu çözmeye davet edilmesiyle doruğa ulaĢtı. Konsül V. Alexander'ı yeni papa seçerek Ġtalyan papası XII. Gregory'yle, Avignon papası XIII. Be-nediet'i feshetmeye çalıĢtı. Tabii ki papalardan hiçbiri koltuğunu bırakmak istemedi, böylece toplam üç papa oldu. Sonunda Ġtalyan papa istifa etti ve Avignon papası azledildi (dedikodulara bakılırsa sarayın penceresinden aĢağı atıldı), böylece 1417'de 39 yıl süren papa karıĢıklığı, Büyük HizipleĢme sona erdi. LANETLERĠM SENĠ Papa IX. Gregory kafirleri temizlemeye kararlıydı, bu yüzden 1232'de Engizisyonu kurdu. Sapkınları temizlemenin en sevilen yolu onları ateĢte yakmaktı. Gregory'nin 1241'deki ölü68 münden sonra Papa IV. Innocent iĢkenceyi akıl etti, ama onun da kuralları vardı. Engizisyoncuların rehber kitaplarından Book of Death'e (Ölüm Kitabı) göre sapkınlar, itiraf ederlerse, onlara karĢı bir Ģahit varsa veya suçlarını inkar ediyorlarsa (çünkü suçlarını inkar edenler muhakkak ki Ģeytanın hizmetkarlarıydılar) suçlu bulunuyorlardı. MAĞARAMA HOġ GELDĠNĠZ Papanın kim olacağına karar vermek pek de kolay değildi. Papa IV. Nicholas'ın 1292'deki ölümünden sonra Roma'nın önde gelen aileleri (Orsinisler ve Colonnaslar) kendi adamlarının seçilmesi için lobi faaliyetlerine baĢladılar. Bir kardinal Ģaka olsun diye, bir dağ kovuğunda münzevi hayatı süren kara cahil bir köylü olan Moron Peter'ı önerene kadar iki aile de tatmin edici bir aday bulamamıĢtı. Fikir çok beğenildi. Kardinaller Peter'ın mağarasına gidip, ĢaĢkına dönen münzeviye papa seçildiğini anlattılar. Peter, V. Celestine adını aldı ve halkın gönlünü fethetti. Bu makama uygun olmadığı baĢtan belli olan Peter beĢ ay sonra istifa etti. Yeni seçilen Papa VIII. Boniface (tarihteki en az sevilen papalardan biridir) halkın Peter'a olan bağlılığından korkarak onu hapse attırdı. Melek gibi biri olan münzevi, pis bir hapishane hücresinde öldüğünde açlıktan öldüğüne dair söylentiler çıktı. ĠLGĠ ÇEKĠCĠ PAPA ÖLÜMLERĠ • Ġlk papa Saint Peter, MS 67'de Ġmparator Neron tarafından baĢ aĢağı çarmıha gerildi. • VIII. John bir zehirleme giriĢiminden kurtulduktan sonra 882'de bir çekiçle ölene kadar dövüldü.


• XXI. John uyurken Viterbo'daki papalık sarayının bir parçasının üzerine çökmesi üzerine 1277'de öldü. 69 • Borgia papası Papa VI. Martin Roma'da hapse attığı Cate-rina Sforza'dan gizli bir mesaj aldı. Mesaj bir veba kurbanının elbisesinden bir parçayla bağlanmıĢ bambu bir kamıĢın içine konulmuĢtu. MüthiĢ acılar içinde öldüğü söylenir. PAPALARLA ĠLGĠLĠ ĠLGĠNÇ GERÇEKLER • Tek Ġngiliz Papa IV. Adnan'dır. (1154-1159) • VIII. Boniface (1294-1303) zehirlenme korkusuyla yaĢamıĢtı. Bir dizi zehir tarayıcısına sahipti, bunlara zehrin varlığını tespit ettiği varsayılan bir dizi büyülü bıçak da dahildir. • Papa X. Leo olağanüstü bir güce sahip MuhteĢem Leron-zo'nun oğlu olan bir Medici'ydi. Hiçbir zaman papaz olmamıĢ olmasına rağmen 1513'de 37 yaĢında papa seçildi. Seçilebilir olmasının nedeni 13 yaĢından beri kardinal olmasıydı. Roma'nın Ģüpheci insanları haberi duyunca "Palle! Palle!" diye bağırdılar. Bunun anlamı "TaĢaklar! TaĢaklar!" idi ve "Palavra!" anlamına geliyordu. • Kardinal Fregnese on altıncı yüzyılda Papa III. Paul olmadan önce 'Uçkuru gevĢek Kardinal Fregnese' olarak tanınırdı. Birçok çocuğu olduğu söylenir ama bunlardan sadece üçü bilinir. • Napoleon Ġtalya'yı fethettiğinde VI. Pius'u (1775-1799) Si-ena'dan Ġtalya üzerinden Fransa'ya uzun bir yürüyüĢe zorlamıĢtı. Siena'daki La Pisciata del Papa (Papa'nın Sidiği) adlı taverna adını bu olaydan almıĢtır. • Papa IX. Pius'nun (1846-1878) sadece bakarak baĢkalarına zarar veren bir 'Ģeytan gözü' olduğuna inanılırdı. Ama bundan kendisinin haberi yoktu. Papa Ġtalya'da Ģehirlerde ve kasabalarda gezerken aileler çocuklarını saklar ve kimse onun gözlerine bakmaya cesaret edemezdi. • Çok tanınmıĢ bir papa olan XXIII. John, yani Angelo Ron-calli papalık ismini, babasının adı John olduğu için seçmiĢti. 500 70 yıldan fazla süredir hiç Papa John olmamıĢtı ve aslında bir önceki de resmi papa değildi. Resmi olmayan papalar Vatikan Ģeh-rince sayılmadığından, Roncalli (ikinci) Papa XXIII. John oldu. KOMġUNUN BĠTKĠ ÇAYI 1775'de Ġngiltere'de, Dr. William Withering bacaklarının alt kısmında ciddi ĢiĢlikler olan yaĢlı bir kadını ödem için tedavi ediyordu. Hastalık, kalbin az kan pompalamasından, yeterli kan dolaĢımı olmamasından kaynaklanan bir damar tıkanıklığı sorunuydu. Dr. Withering'in tavsiye edebileceği bir ilacı yoktu ve kadının yakında öleceğini düĢünüyordu. Ama birkaç hafta sonra doktor, kadının iyileĢtiğini ve bunu bir komĢusunun bitki çayına borçlu olduğunu duydu! Withering bitki çayının reçetesini istediğinde, Ortaçağdan beri bilinen eski bir ilaç olan yüksükotu içerdiğini fark etti. Dr. Withering deneylere baĢladı ve sonuçlar doktoru ĢaĢırttı. Ekstre ödemi olan hastaların bacaklarındaki ĢiĢliklere iyi geliyordu. Kalp atıĢını artırıyor ve dolaĢımı güçlendiriyordu. Bugün, ilaç damar tıkanıklığında yaygın olarak kullanılıyor ve yüksükotu diğer bitki türleriyle birlikte hala ilacın ana bileĢeni. 71 KAZANA Çocuklardan uzak tutun! Hakkındaki hikayelerin gerçekle ilgisi yok. ARANIYOR! Tatlı yüzlü, kaz süren bir nine. Ezgilerle silahlanmıĢ ve tehlikeli olduğu düĢünülüyor. Kaz Ana takma adını kullanıyor. Çocukların beyinlerini geçmiĢ çağların kralları, kraliçeleri ve dini liderlerini karalayan Ģiddet hikayeleri ile dolduruyor. Kaz Ana çocuklar için yazılmamıĢ masallar da biliyor. Aritmetik ve Alfabe öğreten masum tekerlemeler arasında tavernalardan ve sokaklardan gelen eski Ģarkılar da var: SavaĢ Ģarkıları, romantik Ģarkılar ve hakim sınıflarla ilgili skandalları konu eden siyasi hicivler. CĠNAYET VE KARGAġA Her Kaz Ana kitabının içinde kırılan kafalar (Jack ve Jill), açlıktan kıvranan köpekler (Hubbard Ana), caniler (Üç Kör Fare), ağaçların altında ezilen bebeklerle (Bebek Ninnisi) ilgili sevimli ezgiler bulunur. Kimdir bu vahĢi kaz nine?


FRANSIZ MIYDI? Bilinen ilk Kaz Ana kitabı 1697'de Fransa'da yayınlanan Charles Perrault'nun Contes de Ma Mere L'Oye veya Kaz Ananın Masallan'dır. Perrault'nun kitabı, içinde Uyuyan Güzel ve Kırmızı ġapkalı Kız'in da olduğu bir peri masalları derlemesiydi. 72 Kaz Ana 'hikayeleri' ingiltere'de ilk olarak 1765'de Kaz Ana'nın Melodileri veya BeĢik Soneleri adında bir kitapla baĢladı. Kitap, adına en iyi çocuk kitapları ödülü Newbery Madalyası verilen John Newbery tarafından basıldı. 1785 civarında ABD'de kitabın korsan basımı yapıldı. KAZ TARTIġMASI Çoğu insan bu ezgileri bilse de, folklor bilimcilerin Kaz Ana'nın dizelerinin kökenleri konusunda hala tartıĢtıklarını bilmezler. Kaz Ana'nın suç, ölüm ve vergilerle ne ilgisi vardı? Jack Ġngiltere'de mi tepeyi aĢıyordu, Ġskandinavya'da mı? Mas-sachusetts'te bir Kaz Ana mezarlığı mı vardı? Tüm bu tartıĢmaların saçmalık olduğunu düĢünüyorsanız bu ezgilerin tarihine bir göz atın. Borazancı Küçük Jack: Meğerse Küçük Jack pek de iyi bir çocuk değilmiĢ. Aslında, suçun iĢe yaradığını ispatlayan bir bü-rokratmıĢ. Borazancı Küçük Jack bir köĢede oturuyor Noel turtasını yiyormuĢ. Ansızın durmuĢ Ve bir erik çıkarmıĢ. Ve demiĢ ki "Ben ne iyi çocuğum." Borazancı Jack 1540 civarında kilise mallarının tapularını Kral VIII. Henry'ye teslim etmek üzere gönderilen bir hizmetkardır. Tapular yoldaki soygunculardan saklanmak için bir turtanın içine konulmuĢtur. Efsaneye göre, tapulardan biri krala ulaĢmamıĢtır. Borazancı onu turtadan çıkarıp çalmıĢ ve kendine saklamıĢtır. Bu "erik," Mells Malikanesi'nin tapusudur. Borazancının torunları bu mülkte asırlar boyu yaĢamıĢtır. Onlar Ģiirin 73 sözlerinin doğru olmadığını ve Mells Malikanesinin yasal yollardan satın alındığını iddia ediyorlar. Mee mee, Kara Koyun: Bu dizeler Ortaçağa kadar izlenebilir ve ihracat vergisi hakkında sert bir Ģikayettir, koyunla ilgisi yoktur. Mee mee Kara Koyun, Yünün var mı? Evet, evet var. Üç çanta dolusu: Biri efendim için, Biri hanımım için, Ve bir de ufak oğlan için Patikada yaĢayan! Ağır iĢlerde çalıĢan köylü gelirinin üçte birini krala veriyordu ki burada "efendim" diye geçiyor, diğer üçte birini, soylulara veriyordu ki o da burada aĢağılayıcı bir ifadeyle "hanımım" diye adlandırılıyor. Gelirinin üçte biri ise köylünün ta kendisi olan "ufak oğlana" kalıyor. Rosie'nin Çevresinde Dönelim: Hıyarcıklı vebadan daha eğlenceli ne olabilir? Çocuklar bir daire olup oynamaya baĢladıklarında Ġngiltere ve Ġskoçya'daki Kara Ölüm hakkında Ģarkı söylüyorlar. Rosie'nin çevresinde dönelim Cepleri çiçek dolu Küller, küller Hepimiz düĢeriz. "Rosie" vebanın semptomu olan döküntülere gönderme ya74 pıyor. "Çiçek dolu cepler" insanların hastalığın kokusuyla baĢ etmek için getirdikleri çiçekler ve bitkiler, belki de havadaki hastalık yapan maddelerdir. Küllere gelince hastalığın yayılmasını önlemek için yakılan ateĢ veya hastaların öksürürken çıkardıkları koyu renk kan lekelerini betimliyor olabilirler. Ezginin


sonunda çocuklar "düĢtüğünde" ise veba kurbanlarının ölümlerini canlandırıyorlar. ^P Georgie Porgie: Bir kraliyet skandalıyla dalga geçen bir ezgiGeorgie Porgie puding ve pay, Kızları öper ve ağlatır. Oğlanlar oynamaya geldiğinde, Georgie Porgie kaçıverir. Ġngiltere Kralı IV. George, Galler Prensi'yken içki, kumar ve zamparalığıyla ünlüydü. 1780'de, 18 yaĢındaki "Georgie"nin Perdita Robinson adında bir aktrisle gönül macerası oldu. Bunu da Leydi Melbourne'la olan baĢka bir iliĢki izledi. Kısa zamanda George'un metres hikayeleri efsaneye dönüĢtü. Çoğu insan ezgideki Georgie Porgie'nin o olduğuna inanır. Humpty Dumpty: Bu ezgi Kaz Ana etrafında süren tartıĢmalar için çok iyi bir örnektir. Humpty Dumpty'nin gerçek kimliği hakkında henüz bir fikir birliğine varılamamıĢtır. Duvarda oturuyordu Humpty Dumpty, Paldır küldür yuvarlandı Humpty Dumpty; Kralın tüm adamları ve atlan Toparlayamadı bir daha Humpty'yi. 75 1930'de Katherine Thomas'ın kitabı The Real Personages of Mother Goose'da (Kaz Ana'daki KiĢilerin Gerçek Kimlikleri) Humpty Dumpty'nin Ġngiltere Kralı III. Richard olduğu açıklanır. 1485'deki Bosvvorth SavaĢında, Richard bir tepenin üzerinden (ezgideki duvar) kumanda etmektedir. "Bütün adamlarının ve atlarının" gayretlerine rağmen, Richard atından düĢer ve öldürülür. Diğer folklor bilimciler Humpty'nin geçmiĢinin 1648 Ġngiliz Ġç SavaĢına uzandığını ve Humpty Dumpty'nin bir kilise kulesinin duvarına monte edilmiĢ I. Charles'a ait devasa bir top olduğunu iddia ederler. Duvar havaya uçurulduğunda top yere yuvarlanarak paramparça olmuĢ ve kralın adamları onu tamir edememiĢlerdir. Bir de Humpty Dumpty'nin Charles'ın ta kendisi olduğuna inanan bir grup vardır. SavaĢı kaybettiğinde "paldır küldür düĢmüĢtür". DüĢmanları tarafından kellesi vurulmuĢ, bu yüzden de adamları onu toparlayamamıĢlardır. Uzmanlar kırılmıĢ bir yumurtanın parçalarını toplamak için hala tartıĢmalarını sürdürüyorlar. Jack ve Jill: Hakkında en fazla tartıĢma yaĢanan ezgi bu olsa gerek: Ġngiltere'deki ufak bir kasaba olan Kilmersdon olay üzerinde hak iddia ediyor, ama diğerleri Kilmersdon ahalisinin saçmaladığını düĢünüyorlar. Jack ve Jill tepeye tırmandılar Kovayı suyla doldurmak için Jack aĢağı düĢtü ve kırdı tacını Ve Jill de ardından yuvarlandı Londra'nın 320 kilometre batısındaki Kilmersdon bir Jack ve Jill komitesi oluĢturup on beĢinci yüzyılda Jack'in tacını kırdı76 ğjnı iddia ettikleri tepeyi bakıma aldılar. Bazıları Jack ve Jill'in tepeye su getirmek için değil, ee.. Ģey... yalnız kalmak için çıktıklarını söylüyor. Güya Jill oğlunu doğurduktan sonra kırık bir kalple ölmüĢ. Ama Ġskandinavlar on üçüncü yüzyıla dayanan bir efsaneden söz ediyorlar. Ġki çocuk Ay tannçasmdari iki kova çiy çalmaya giderler. Ama Ay onları yakalar, iki çocuğun ve ortalarındaki kovanın silueti dolunayda ayın üzerinde görülebilir. Bazı folklor bilimcilere göre Ģiirin kaynağı ne bu efsane ne de Kilmerdon'da-ki kaza. BaĢka bir yoruma göre Jill diye bir kadın yoktu ve hikaye, aslında koydukları bir savaĢ vergisinden dolayı nefret edilen Kardinal Wolsey ve Piskopos Tarbes olan Jack ve Gill adındaki iki adamla dalga geçiyor. Diğer bazı folklor bilimciler ise Jack ve Jill'in insan bile olmadıklarını düĢünüyorlar. 'Bir jack ve jill* bir sıvı ölçü birimiydi ve içkiler buna göre vergilendiriliyordu. Bazı tarihçilere göre I. Charles (Ģu kafası uçurulan Charles) vergilendirmeyi sürdürürken Jack'in ve Gill'in ölçülerini küçülterek vergileri artırmayı denedi. Humpty Dumpty'de açıklandığı gibi Charles tacını kaybetti... ve hatta kellesini de. Hey, Diddle, Diddle: On yedinci ve on sekizinci yüzyıllar, seks skandallanndan nasiplerini almıĢlardı. Meraklı Kaz Ana da bu skandallardan bazılarını dizelerinde iĢledi. Hey, Diddle, Diddle Kedi ve keman


Ġnek ayın üstünden atladı Güldü bunu gören küçük köpek Ve yemek de kaĢıkla beraber kaçıverdi Kraliçe I. Elizabeth ki Bakire Kraliçe olarak da bilinir, ezginin bazı yorumlarına göre bu fahri bir unvandır; sarayında "ke77 di" diye anılırdı ve bazılarına göre ezgi Elizabeth'in aĢıklarını nasıl "aldattığından" söz eder. Ayrıca deniliyor ki "küçük köpek" o zamanlar kraliçenin gözdesi olan Leicester Kontu'nu temsil ediyormuĢ. KaĢıkla beraber kaçan yemek ise sarayda o sıralarda gizlice evlenen genç bir çifti anlatıyor olabilirmiĢ. Sırası gelmiĢken, bu evlilik Elizabeth'i çileden çıkarmıĢ ve çifti Londra Kulesi'ne kapattırmıĢ. 78 GERÇEKTEN BĠR KAZ ANA VAR MIYDI? Kaz Ana efsanesinin kendisi bile tartıĢmalıdır. YaĢlı Kaz Ana Gezinmek istediğinde Havada uçardı Güzel bir kazın üstünde KAZ AVI Bazı folklor bilimciler Kaz Ana'nın köklerini sekizinci yüzyıldaki bir Fransız asilzadesi olan Loan'lı II. Bertrada'ya bağlıyorlar. Kraliçe Bertrada Avrupa'nın çoğunu birleĢtiren Ġmparator Charlemagne'ın annesiydi. Ġmparatorun annesi Kraliçe Ka-zayak adıyla anılıyordu. Sekiz yüzyıl sonra 1650 yılında bir Fransız Ģiirinde "Kaz Ana'dan bir masal" hakkında bir dize vardır. Charles Perrault'nun Le conte de Ma Mere L'Oye'u çıktığında ĢaĢırtıcı hikayelerle çocukları eğlendiren yaĢlı bir kadın hakkındaki Fransız söylencesi çoktan yerleĢmiĢti. KAZ GÖÇ EDĠYOR Nihayet Kaz Ana, Amerikan çocukları tarafından iyi bilinen, kaza binen bir masalcı nine haline geldi. Massachusetts, Boston'da turistler hala sürüler halinde Tramont Sokağı'ndaki Eliz79 beth Foster VerGoose'un mezarını ziyaret ediyorlar. Turistlere bu dul kadının torunlanna söylediği ninnilerin, damadı Thomas Fleet tarafından 1719'da Çocuklar için ġarkılar veya Kaz Ana'nın Melodileri adıyla basıldığı söyleniyor. Ama böyle bir kitap hiç bulunamadı. 80 KADIN KORSANLAR Eğer korsanlık çocuklukla erkeklik arasındaki eĢikse, nasıl oluyor da en iyi korsanlar kadınlardı? Korsanlık erkek iĢiydi ve korsanlar esir aldıklarının haricinde gemiye kadın sokmazlardı. Bazı hanımefendiler korsan olmayı baĢardılar ve yağma oyununda erkekleri yendiler. ANNE BONNY Korsan Benjamin: Sertliği ve öfkesiyle tanınan kadın korsan Anne Bonny'dir. Evlenmeden önceki adı Anne O'Malley'di ve önemli bir servetin varisiydi. Güney'de bir çiftlikte Ģımarık, kibar bir dilber olarak yaĢayabilirdi, ama o bunları bir pala ve pantolon uğruna elinin tersiyle itiverdi. Kimdi: Ġrlanda'da bir avukatla hizmetçisinin gayri meĢru çocuğu olarak doğmuĢtu. Babası onun akrabalarından birinin çocuğu olduğunu söylerdi. Sonunda karısını Anne'in annesi için terk edip yeni ailesini Güney Carolina'ya götürdü. Anne'in babası Amerika'da zengin oldu. Babası Anne'in eĢ seçimine itiraz edince her Ģey değiĢti. James Bonny daha sonraları "beĢ para etmezdi" diye bahsedilen bir denizciydi. Anne babasının isteğine uymak yerine James'le birlikte Bahamalar'a kaçtı. Leydilikten korsanlığa: Anlatılanlar James'in çok yüreksiz çıktığı ve ona layık olmadığı Ģeklinde. Nedeni her ne idiyse, An81 ne isyan etti ve evi terk etti. Yalnız bu kez bir hovardayla, Cali-co Jack Rackham adında bir korsanla kaçmıĢtı. Ne Zaman, Hangi Denizlerde DolaĢtı: Anne ve Calico Jack on sekizinci yüzyıl baĢlarında Karayip'teki korsan patlamasının bir parçasıydılar.


Zamanının Efsanesi: Anne'ın öfkesi ve cesareti efsaneviydi. Bir keresinde bir adam ona tecavüz etmeye kalktığında onu öyle bir dövmüĢtü ki adam uzun zaman hasta yatmıĢtı. Korsan Modası: Anne savaĢta erkek kıyafetleri giyiyordu ama diğer zamanlarda kadın kıyafetleri giyerdi. SavaĢ kıyafeti bir erkek ceketi, uzun pantolon, baĢına sarılmıĢ bir mendil ve bir elinde bir tabancayla diğer elindeki bıçaktı. Anne Kendini Ġspatlıyor: 1720'de Karayip'teki kolonilerinde korsanlığın kökünü kazımaya kararlı olan Ġngilizler Calico Jack'i izlediler. Ġngilizler gemiye borda ettiklerinde güvertede sadece üç korsan kalıp savaĢtı. Bunlardan biri Anne'di. Calico Jack dahil olmak üzere korsanların hepsi ambarlara saklandılar. Ġngilizler Calico Jack'i yakalayıp hapse attılar. Asılmadan önce Calico Jack'e hapiste Anne'i ziyaret etme izni verildi. Eğer Anne'den bir son dakika Ģefkati bekliyorduysa hayal kırıklığına uğramıĢ olmalı. Anne ona açık açık üzgün olduğunu "ama eğer adam gibi dövüĢmüĢ olsaydı Ģimdi köpek gibi asılmayacağım" söyledi. Anne denizdeki son günlerinde yiğitliğini ispatlamıĢtı. Son günleri: Anne aĢığının yanında asılacaktı ama "karnının ĢiĢini mazeret gösterdi" yani "hamileydi". Asılmadı ve baĢına ne geldiği konusunda hiçbir kayıt yok. Bazıları zengin babasının gizlice kaçmasını ayarladığını söyler. BaĢkalarıysa kurnaz ve cesur Anne'in bir Ģekilde kendini kurtarmayı baĢardığından eminler. MARY READ Erkek Kıyafetleri Ġçinde Bir Kadın: Hayatının çoğunu sa82 vaĢçı bir adam rolünde geçirdi. Bazı tarihçiler romantik iliĢkilerinde Anne Bonny de dahil olmak üzere kadınları tercih ettiğini söyler. Liman iznini her nasıl değerlendirdiyse değerlendirdi ama biyografisi onun cesur ve sadık, iyi bir dost ve korkunç bir düĢman olduğunu anlatır. Kimdi: Mary Read Londra'da doğmuĢtu. Anne Bonny gibi Mary de gayri meĢru bir çocuktu. Annesi evliydi ama Mary'nin babasıyla değil. Babası öldüğünde annesi Mary'yi oğlan gibi giydirerek kocasının kısa süre önce ölen oğlunun yerine geçirdi. Mary 16 yaĢına vardığında bir Ġngiliz savaĢ gemisinde denizci olmuĢtu. Daha sonra bir süre orduyu denedi. Önce büyük bir gayretle savaĢtıysa da bir asker arkadaĢına aĢık olunca görevlerini ve erkek gibi davranma gayretlerini savsakladı. Mary adamını elde etti, hancılık yapmak için askerliği bıraktılar. Hancılıktan Korsanlığa: Mary kocası ölüp de fakirliğin nefesini ensesinde hissetmeye baĢlamasaydı belki de kamarotları doğramak yerine bira dağıtmayı sürdürürdü. Tekrar askerliği denedi ve son görevinde Batı Hint Adaları'na gitti. Yolda, korsanlara yakalandı. Kısa sürede korsan bayrağı altında savaĢmıĢ en cesur 'adamlardan' biri oldu. Ne Zaman, Hangi Denizlerde DolaĢtı: Dünya küçük. Mary'nin gemisine borda eden gemi, Kaptan Calico Jack'in gemisiydi. Mary onlara katıldı ve 1720'ye kadar Revenge'de onlarla yelken açtı. Zamanının Efsanesi: Mary korkusuzluğu ve sadakatiyle ünlüydü. Revenge'deyken yine aĢık oldu. Bu kez aĢık olduğu korsan arkadaĢının baĢı dertteydi çünkü bir diğer adi ve acımasız korsana düello sözü vermiĢti. Mary'nin sevgilisi yenilecekti. Mary onu korumak için adamla kavga çıkardı. KorkmuĢ erkek arkadaĢı düello için ortaya çıktığında, Mary adamı öldürmüĢtü. Mary Kendini Ġspatlıyor: 1720'de Ġngilizler kaptanını ve mürettebatını hapse atmak için Revenge'e yanaĢtıklarında gü83 vertede Anne'le birlikte dövüĢenlerden biri de Mary'ydi. Diğer korsanların kaptanla birlikte geminin ambarlarına kaçtıklarını görünce Mary tiksinti ve öfkeyle üzerlerine ateĢ açtı. Yakalandıklarında Anne gibi o da hamile olduğunu söyledi. Yine de idamın gerekliliğine inanıyordu. ĠĢin ucunda asılmak olmasa "bütün korkaklar korsan olmaya kalkıp denizi pisletir, cesur adam-larsa açlıktan ölür" diyordu. Son Günleri: Mary Read hapiste hummadan öldü. CHENGISAO Korsanların vaftiz anası: Tarihin en baĢarılı korsanı ne Ka-rasakal ne de Kızılsakaldır, Çinli bir kadın olan Cheng I Sao'dur.


Kimdi: 1775'de doğan Cheng I Sao ailelerin Çin Yelkenlilerinde oturduğu Güney Çin Denizinin kıyılarında yaĢadı. Bu yel-kenlilerdeki kadınlar balık tutar, ticaret yapar ve erkekleriyle birlikte korsanlık yaparlardı. Gençliğinde, yoksulluk merdiveninin alt basamaklarındaki Cheng I Sao, bir fahiĢeydi. FahiĢelikten Korsanlığa: Ġyi bir evlilik yapma Ģansı oldu; kocası bir korsan yelkenlisi filosuna sahipti, böylece o da bu iĢe girmiĢ oldu. Korsanlık, bir giriĢimcilik fırsatıydı o da buna dört elle sarıldı. Ne Zaman, Hangi Denizlerde DolaĢtı: Yeni evliler on dokuzuncu yüzyılda, Çin'in Kwangtung bölgesinde kıyılarda ve iç denizlerde dolaĢan çok sayıda korsanın arasındaydılar. Zamanının Efsanesi: Çinli korsanların çoğu birbirleriyle kavgalı çeteler halinde yaĢıyorlardı. Cheng I Sao ve kocası bir aile iĢi yapıyorlardı. Korsanların birbirleriyle kavgayı bıraktıkları takdirde gerçek bir güç olabileceklerini fark ettiler. Cheng I korsanları bir konfederasyonda topladı. 1807'de öldüğünde yerine Cheng I Sao geçti. Kocasının evlatlık oğlu Cheng Pao'yu sevgilisi ve güvendiği 84 vekili yaptı. Daha sonra altı tane, her biri 400 adamlık ve toplarla donatılmıĢ filo yaptırdı. Ambarlar, korsanlar için yeterli malzeme ve silahla tıka basa dolduruldu. Yağma paylaĢılıyordu. Ganimeti çalan korsan ilk defasında kırbaçlanıyor ikincisinde öldürülüyordu. Kaçakların kulakları kesiliyordu. Zina yapanlar da kellelerini yitirebiliyorlardı. Ama disiplin sayesinde korsan konfederasyonu sadece gemileri soyan değil, balıkçılara, tüccarlara ve hatta tüm bir köye "korunma" satan bir güç ve para makinesi haline geldi. Cheng I Sao Kendisini Ġspatlıyor: Çin hükümeti örgütü dize getirmeye çalıĢtığında Cheng I Sao, güçlenmek için düĢmanlarının kalplerini pilavla yiyen korsanlarını, ulusu ve yöneticilerini korkutmak üzere üstlerine yolladı. Korsanları mahvetmek için yola çıkan hükümet filoları, kendileri mahvoldular. Yakalanan bir hükümet görevlisi güverteye çivilendi ve öldürülmeden önce korkunç bir Ģekilde dövüldü. Son Günleri: Hükümetle pazarlık edip yargılanmamayı garanti ettikten sonra 1810'da emekliye ayrıldı. Cheng Pao'yla evlendi ve o ölene kadar baĢını belaya sokmadı. Daha sonra kumar ve kaçakçılıkla ilgili yasadıĢı bir iĢin baĢına geçti. Hırslı Cheng I Sao için bu sakin bir hayat sayılırdı. 1844'de doğal nedenlerle öldü. GRACE O'MALLEY Ġsyan Eden Genç Kız: Eğer bir korsanlar kraliçesi vardıysa o, on altıncı yüzyılda yaĢamıĢ Ġrlandalı bir kadın olan Grâine O'Malley'dir. (Grania veya Grace olarak da bilinir.) Ġngilizler onu tehlikeli bir isyancı olarak nitelerler. YandaĢları ise onu, sofralarına yemek koyan, Gal dilini hayatı pahasına savunan, korkusuz ve kurnaz bir lider olarak görürlerdi. Kimdi: Grace 1530 civarında, Ġrlanda'nın Mayo bölgesinde Gal aristokrasisi içinde doğdu. Zengin babası Owen O'Malley, 85 O'Malley klanının seçilmiĢ Ģefi ve filolarının kaptanıydı. Grace denizi severdi ama kızların denizci olamayacağı düĢünülüyordu. Söylenceye göre, denize açılabilmek için saçlarını kesti ve erkek kıyafetleri giydi. Aile ona alayla "kel Grace" anlamına gelen "Grâinne Mhaol" lakabını taktı ve babasıyla denize açılmasına izin verdiler. Bu, hayat kurtaran bir karar oldu. Owen O'Malley'in gemisi saldırıya uğrayıp, bir korsan hançe-riyle arkasından ona yaklaĢtığında, küçük Grace iplerden korsanın üzerine atladı. Korsanın ĢaĢkınlığı Owen'ı kurtardı ve adamları korsanları yendi. Ne Zaman ve Hangi Denizlerde DolaĢtı: 16 yaĢına gelince Grace politik bir evlilikle O'Flaherty klanının varisi Donal O'Flaherty'ye verildi. BirleĢen klanlar Ġrlanda'nın batı kıyıları dıĢındaki suları kontrolleri altına aldılar. Çift denizlerde olmadıklarında Ģatolarda yaĢadılar. Korsan Kraliçesi: Donal 19 yıllık evlilikten sonra, Cork Kalesini düĢman bir klana karĢı savunurken öldü. Grace artık üç çocuğun dul annesiydi. Kaleyi bastı ve geri aldı. Cork Kalesi gösterdiği cesaretin onuruna, bugünkü adı olan Hen's Castle (Tavuk Kalesi) olarak yeniden adlandırıldı. Grace O'Malley topraklarına ve denizlere geri döndü. Batı kıyısından güvenli geçiĢ için para almaya baĢladı


ve haracı vermeyen gemileri talan etti. Sonunda, tekrar evlendi ve yeni kocasının evi olan Rockf-leet Kalesine taĢındı. Clew Adasından Galvvay'e kadar denizleri kontrolü altında tutarken ikinci kocası Richard Burke'e de hükmetti. Zamanının Efsanesi: Söylencelere bakılırsa Grace dördüncü çocuğunu, Türk korsanların saldırısından bir gün önce gemide doğurmuĢtu. Mürettebatı Türklerin dövüĢü kazandığını haber verince onlara "Bensiz bir gün bile idare edemeyenin her günü bin beter olsun" diyerek, bir battaniyeye sarınıp dövüĢe katıldı, korsanları yenip gemilerini filosuna kattı. 86 Korsan Kraliçe Bakire Kraliçeyle KarĢılaĢıyor: 1586'da Grâine, nefret ettiği düĢmanı, Sör Richard Bingham tarafından yakalandı. Bingham sığırlarına ve atlarına el koyup onu bağlattı ve asılması için özel bir darağacı yaptırdı. Grâine ipten kurtulup evine döndü. Bingham ülkedeki geçim yolunu tıkamıĢtı ve adamın kendisini denizden de koparmasından korkuyordu. Kurnaz korsan, Kraliçe I. Elizabeth'e adalet isteyen bir dilekçe yazıp, davası için ifade vermek üzere Londra'ya yollandı -öldürülmeyi göze almıĢtı çünkü Elizabeth ayaklanan Ġrlandalı Ģeflere merhamet göstermiyordu. Kimse toplantıda iki kraliçenin aralarında ne konuĢtuğunu bilmiyor ama 1593'ün Eylülünde Kraliçe Elizabeth, Bingham'a, Grace'i ve ailesini affetmesini emreden bir mektup yazdı. Üstelik Kraliçe validen "yaĢlı kadına" yaĢaması için maaĢ vermesini de istedi. Elizabeth mektubunda Ġrlandalı lideri "savaĢta bizim için tüm dünyaya karĢı dövüĢeceğine inandığım bir dost" olarak tanımlar. Son Günleri: Grâine yetmiĢli yaĢlarındayken bir gemi filosunu yönetiyordu. 1603'de Rockfleet Kalesinde öldüğüne inanılır. ™ 87 MOĞOL SURUSU Moğollarla diğer herkes arasındaki fark onların uğradıkları her Ģehir, kasaba ve köyde bir iz bırakmıĢ olmalarıdır. Diğer bahse değer iĢgalci ordular, sizin zavallı, küçük, fare deliği köyünüze aldırmazlardı bile. Onlar için sadece yoldaki, ee evet, üyelim ki Rusya yolundaki tümseklerden biri olurdu. Onları yed'np içirip gönderebilir ve yine de zamanında hasadınızı kaldırabilirdiniz. Herkes memnundu, yani en azından kıĢın sonlarına doğru, ordu St. Petersburg dıĢında dona a kadar. Ama canım, bu da sizin probleminiz değil. NE FARKLARI VARDI? ĠĢ Moğollara gelince durum farklıydı. Er ya da geç Çin'in canına okuyacaklardı. Ama o ıcadar da aceleleri yoktu. Çin bir ye-ra gitmiyordu. O duvarın arkasında duruyordu. Bu arada, onlar da dikkatlerini bütünüyle size yöneltmekten memnunlardı. Ama en azından durun u basitleĢtirmiĢlerdi. Ġki seçenek vardı: Diren ve bıçaklanıp dörtnala giden bir atın ayakları altında ezilerek korkunç bir ölüme razı ol, ya da teslim ol ve köylülerin, yolun aĢağısındaki diğer küçük, zavallı, fare deliği köyü iĢgal edecek Ģok birlikleri olarak kullanılmasına boyun eğ. Tabii eğer sizi taktik nedenlerle zaten öldürmeye karar vermemiĢlerse. 88 KĠMĠN TARĠHĠ? Tarihçiler Moğolları "sürü" olarak betimlerler. On binlerce Asyalı savaĢçı taĢkın bir at denizinin üstünde, uluyarak, mızrak-larıyla üzerinize gelirken, bu çok uygun bir tanım olabilir. Ancak Moğollar hem ĢaĢırtıcı derecede disiplinli, hem de ulu liderlerinin amaçlarına çok sadıktılar. Liderlerini biz Cengiz Han diye tanıyoruz ama arkadaĢları ve ailesi ona Timuçin diyordu. TĠBET OKUZU ġUTU GĠBĠ GEÇTĠ Cengiz'in hikayesini anlatmadan Moğollannki anlatılamaz. Cengiz'in hikayesi yeteneksiz bir metin yazarıyla üçüncü sınıf bir yönetmenin elinden çıkmıĢ bir filmi andırıyor. Bir klan liderinin Ģımarık oğlu olarak büyürken, asil babası Yesügey'in Tatarlar tarafından zehirlenmesiyle hayatı altüst olur. (Zehir tibet öküzü sütünün içindeydi!) Klanı tarafından terk edilen Cengiz'in ailesi kök ve balıkla beslenmek zorunda kalır. Cengiz bir daha asla aç kalmayacağına yemin eder! ĠġGALLER BAġLIYOR


Cengiz'in babası oğlu daha küçücük bir çocukken ona bir niĢanlı bularak geleceğini hazırlamıĢtır. Cengiz niĢanlısını almaya gittiğinde onun, menfur Merkitler tarafından kaçırıldığını öğrenir! Öfke içindeki Cengiz babasının eski bir kan kardeĢiyle müttefik olur ve beraber bir ordu kurup niĢanlısını kaçıran Merkit-leri ezip geçerler. O yokken müttefiki olması gereken Yürkinler topraklarını yağmalamıĢlardır! Ah Ģu Yürkinler! Cengiz onları da ezip geçer ve boyu bel hizasını geçen herkesi öldürüp sadece çocukları hayatta bırakır. CĠNAYET, YAĞMA VE ÖTESĠ Böylece Cengiz kendi fetih yöntemlerini geliĢtirmeye baĢladı. Bunlar sadece, adam öldürme ve yağmadan ibaret değildi. 89 Cengiz'in aslında bir planı vardı. Eski klan sistemi babasının ölümünde pay sahibiydi ve Moğol insanlarını birbirlerine düĢürüyordu. Cengiz tüm bunları fethettiği klanların üyelerini kendi birlikleri arasında dağıtarak ve birlikleri klanlara göre değil, sayısal olarak düzenledi. Orduda yükselmek artık klana değil Cen-giz'e gösterilen sadakate bağlıydı. Böylece kısa sürede herkes Cengiz'e yağcılık etmeye baĢladı ki o da bundan gayet memnundu. BEBEK YEME SÖYLENTĠSĠ 1206'da artık Cengiz ve sıkı bir düzene sokulmuĢ olan ordusu yabancılara ait ganimetleri toplamaya hazırdı, yola çıktılar. Neredeyse hep at üstündeydiler ve bu onlara müthiĢ bir hareket kabiliyeti ve menzil sağlıyordu. Çünkü atlara gereken tek Ģey ottu ve yollarda bol bol vardı. Moğollar buldukları her tür teknolojiden yararlanıyorlardı; bir ulusun teknolojisini bizzat onlara karĢı kullanmaktan özel bir zevk alırlardı. Cengiz çılgın, bebek yiyen bir diktatör olarak ün kazanmasına rağmen iyi nasihatleri kullanmayı bilirdi. Örneğin, Kuzey Çin'in tamamını bir otlağa çevirmek niyetindeydi, sonra kendisine burada tarım yapılmasına izin verip, vergi ve ticaretten gelir elde etmenin daha akıllıca olacağı söylendiğinde fikir değiĢtirdi. ĠĢte bundan sonra da bebekleri yemeye karar verdi. (ġaka, Ģaka.) BAġARININ SIRRI Moğolların tüm tarihin en baĢarılı iĢgalcileri olmalarının nedeni acımasızlıkları ve farklı koĢullara kolayca uyum gösterebilmeleriydi. Daha zeki ve daha saldırgandılar ve o küçük atlarıyla etrafınızda çemberler çizebiliyorlardı. Ġmparatorlukları sonunda Çin'den Rusya steplerine kadar ulaĢtı. Gemileri tayfuna yakalanıp batmasaydı Japonya'yı da alacaklardı- Ġkinci Dünya '90 SavaĢında Japon avcı pilotlarının patlayıcı yüklü uçaklarıyla Amerikan savaĢ gemilerine çakılmalarına ilham kaynağı olan, efsanevi kamikaze veya ilahi rüzgar. PEKĠ HANGĠ KONUDA BAġARISIZDILAR? Moğolların sorunu, imparatorluklarını yönetmekten ziyade yeni yerler fethetmekte baĢarılı olmalarıydı; Cengiz'in torunu Kubilay'ın 1294'deki ölümünden sonra her Ģey dağıldı. Ama kimin umurunda? Kapıyı çalıp "Selam! Biz Moğol SürüĢüyüz!" dediklerinde üniversiteye gidebilmek için dergi aboneliği satmadıklarını bilirdiniz. Ayvayı yerdiniz. Bu da, Cengiz'le kafiye yapar ki tarihteki en iyi iĢgalciler olmalarının sırrı da budur. ASIN ġUNLARI Linç, Amerikan Devrimi sırasında ortaya çıktı. SavaĢ öncesi dönemde sulh hakimi ve çiftçi olan Albay Charles Lynch (linç diye okunuyor, ç.n.), haydutları ve Ġngilizleri destekleyenleri, kendi baĢlarına cezalandırmak isteyen bir gruba önderlik etti. Böylece birini yargılamadan asmak linç olarak adlandırılmaya baĢlandı. 91 NAPOLYON NE KADAR KISAYDI? Herkes Napolyon Bonaparte hakkında en azından iki Ģey bilir. Birincisi Waterloo'da baĢına gelenler, ikincisi ise kısa boylu olduğu. Gerçekten ne kadar kısaydı acaba? Fransa Ġmparatoru Napolyon Bonaparte, ayakkabısız olarak 5 ayak 6,5 inç, yani 1 metre 68,9 santimdi. Bugünün standartlarına göre kısa olsa da o günün standartlarına ve kendi vatandaĢlarına göre kısa değildi.


BOYU ORTALAMA PARĠSLĠ'DEN BĠRAZ UZUNDU 1800'lerde ortalama bir Parisli'nin boyu 5 ayak 6 inç yani 1 metre 67 cm kadardı. Bu da Napolyon'u birazcık da olsa ortalamanın üzerine çıkarır. Ġyi de neden bütün dünya onu cüce sanıyor? TAKIMIN KISA BOYLU ADAMI Çoğunlukla birlikte göründüğü adamlar, yani Ġmparatorluk Muhafızları alayı, çok uzun boylu adamlardı. Dedikoduların baĢlangıç noktası bu olabilir ve o günün Ġngiliz siyasi karikatürlerinde bu yüzden kısa boylu çizilmiĢ olabilir. Ama asıl cevap bu değil, çünkü Napolyon'un boyu, ancak öldükten sonra tarihe geçti. 92 HER ġEY NASIL BAġLADI Napolyon'un boyu otopsisi sırasında eski bir Fransız ölçü sistemi olan 'kralın ayakları' olarak tercüme edilebilecek 'pieds de roi'yla ölçüldü. Fransızların 5 ayak 2 inci (özel bir ölçü olduğu bilinmediği takdirde 1 metre 57 cm diye hesaplanabilir) aslında Ġngiliz ölçülerinde 5 ayak 6,5 inç yani 1 metre 68,9 cm eder. YELEĞĠNE SOKTUĞU ELĠN SIRRI Napolyon çoğu resminde, eli yeleğinin içinde görünür. Bazı tarihçiler onun ülserden muzdarip olduğu ve elini ağnyan yere bastırdığına inanırlar ama o dönemde beyefendilerin el-ceketin-içinde poz vermeleri de sık görülen bir Ģeydi. Bu yüzden, zaman makinesi icat edilip de biri gidip "Pardonnez moi, Ġmparator Efendimiz Ġmparatorluğu yönetme stresi midenizi mi ağrıtıyor?" diye sormadıkça, gerçeği bilemeyeceğiz. 93 HAMMURABI KANUNLARI Hammurabi ahlaki çöküntü ile eĢ anlamlı tutulan Babil Ģehrinin kralıydı. Olaya Ģöyle bir göz atmayı görev bildik. Tabii ki tamamen tarihsel nedenlerle. KANUNLARI YAPMAK MÖ 1780 civarlarında Babil Kralı Hammurabi en sevdiği 281 kanunun 2,5 metrelik bir taĢ sütuna kazınmasına karar verdi. En tepeye, büyük kralın tahtına oturmuĢ bir resmi oyulmuĢ-tu. Altında Hammurabi'nin kendinden "yüce prens" diye söz ettiği ve "kötülerle, Ģeytanlık yapanları yok etmeye" yemin ettiği dolambaçlı mesajıyla baĢlayan metin vardı. Sütunun kalanına l'den 282'e kadar Hammurabi Kanunları olarak bilinen kanunların bir listesi kazılmıĢtı. Kanunların Ģehir meydanı gibi dikkat çekici bir yerde sergilendiğine inanılır. Böylece, kimse kanunlara karĢı gelmek için mazeret bulamayacaktı. Kanunlar gruplar halinde sıralanmıĢtı: Köleleri yönetmekle ilgili kurallar Ģurada, evlilik ve mirasla ilgili olanlar burada vb. Kanunlardan bazılarını zaten biliyorsunuz: Örneğin, göze göz. 196. Kanunda bu Ģöyle düzenlenmiĢtir: "Eğer bir adam diğer bir adamın gözünü çıkarırsa, gözü çıkarılacaktır." Oldukça açık. DiĢe diĢ ise 200. Kanunda açıklanmıĢtır. Hapis söz konusu değildir. Seçenekler para cezası, ölüm cezası veya göz ve diĢ durumlarında "bir parça et". 94 SUÇLUYA GÖRE CEZA Suç ve cezaların sosyal statüyle doğrudan iliĢkisi vardı. Suç ciddi olmadıkça, sosyal merdivenin ne kadar yukarılarındaysa-nlz cezanız da o kadar hafif oluyordu. Merdivenin alt basamaklarında kümelenen zavallıların cezaları ise çok ağır oluyor, genellikle hayatlarına mal oluyordu. Çiftlik hayvanları çalanlarla ilgili 8. Kanun çok iyi bir örnektir. Diyelim ki biri bir keçi çaldı. Eğer keçi örneğin "bir tanrıya ait" ise ve bir tapınaktan çalın-mıĢsa -en yüksek sosyal seviye- hırsız keçinin değerinin 30 katını ödemeliydi. Eğer keçi "özgür bir adama ait" ise -normal bir vatandaĢtan bir seviye üstün- o zaman hırsız, keçinin değerinin 10 katını öderdi. Hırsız para cezasını ödeyemeyecek kadar fakir ise öldürülürdü. KAFALARI UÇURUN! Ortalama bir Babilli'nin ölüme mahkum edilmesi için bol bol fırsat vardı. AĢağıda ölüm cezasını gerektiren suçların listesi bulunuyor. ġu suçlardan ölüme mahkum edilirdiniz: • Delil olmaksızın birini suçlamak • Birini haksız yere suçlamak • Bir tapınağın ya da sarayın malını çalmak


• Bir tapınağın ya da sarayın çalıntı malını almak • Köle çalmak • Bir kölenin kaçıĢına yardımcı olmak • Bir köleyi saklamak • Meskene tecavüz etmek • Soygun yapmak • Komplocuların meyhanenizde toplanmasına izin vermek • Bir baĢkasıyla evlilik sözü olan bir bakireye tecavüz etmek 229. Kanun'a göre ev inĢa eden birinin inĢa ettiği ev yıkılıp 95 ev sahibini öldürürse inĢaatçı ölüme mahkum ediliyordu. Bir sonraki 230. Kanun ufak bir ek yapıyordu; "Eğer ev sahibinin oğlu ölürse inĢaatı yapanın da oğlu öldürülecektir." NEYE YOL AÇTILAR? Çoğu durumda öldürme Ģekli hayal gücüne bırakılmıĢ ise de bazı durumlarda ayrıntılarıyla tanımlanmıĢtır. Örneğin: • Eğer bir kadın ve aĢığı, eĢlerini (kadının kocası ve diğer adamın karısı) öldürtürlerse "her ikisi de kazığa oturtularak öldürüleceklerdir." • Bir soygun eğer yangın sırasında yapılmıĢsa, suçlu "o ateĢe" atılacaktır. Bu durumda mahkeme için pek de uzun bir süre kalmıyordu. • Eğer bir rahibenin meyhanesi varsa ya da herhangi bir meyhaneye girerse yakılarak öldürülecektir. UFAK KABAHATLER AĢağıdaki durumlarda eliniz kesilirdi: • Ameliyat sırasında hastası ölmüĢ bir cerrahsanız • Babanıza vurursanız • Kendisi için çalıĢtığınız çiftçinin mısırını veya hasadını çalarsanız. ġu durumda ise kulağınız kesilirdi: • Eğer bir köleyseniz ve efendinize "Sen benim efendim değilsin" derseniz. DENE VE GÖR Belli ki Babilliler "yüzmek" diye bir Ģeyden haberdar değillerdi. Eğer bir suç ispatlanamıyorsa sanık suya atılırdı. Eğer kadın (genellikle bu kiĢi bir kadın olurdu) suyun üzerinde kalırsa masumdu. Aksi takdirde boğulup giderdi. 96 ġu durumlarda suya atılırdınız: • Kocanız sizi sadakatsizlikle suçlar ama zina halinde yakalayamazsa. • Nedensizce kocanızla tartıĢırsanız, sonra da onu terk eder ya da ihmal ederseniz. Bir de suyun üzerinde kalma Ģansının verilmeyeceği durumlar vardı. Örneğin, Ģu durumda suya bağlandıktan sonra atılırdınız: • Kocanız sizi baĢka bir adamla basarsa veya koca bastığında kadının yanındaki diğer adamsanız. Belki Ģimdi ahlaki çöküntü bunun neresinde diye düĢünüyor olabilirsiniz. Babilliler bugünkü toplumumuzda her gün yaptıklarımızdan farklı bir Ģey yapmıyorlardı. Tanrıça Ishtar, namı diğer "Babil'in Yüce FahiĢesi"nin adından söz edilene kadar biz de öyle düĢünüyorduk. BOġUNA BABĠL DEMEMĠġLER Ishtar, savaĢ ve cinsel aĢk tanrıçası olarak Mezopotamya dininin en güçlü tannçasıydı. Onun kültünün bir parçası olmak isterseniz (herkes de isterdi) sizin de katkıda bulunmanız gerekirdi. Her kadın vatandaĢın hayatında en azından bir kez Ishtar'm tapınağına gitmesi ve gerekli bağıĢta bulunmuĢ herhangi bir erkek ibadetçiye kendisini sunması gerekirdi. Ishtar'ın fahiĢesi olmanın hiçbir utanılacak yanı yoktu, hatta bu, erkekle tanrıçanın tanrısal birleĢmesinin kutsal bir yolu olarak kabul edilirdi. Ya, evet. Ġngiliz yazar Sör James Frazer The Golden Bough'da bunu yapamayan kızlardan söz eder: Ishtar'ın tapınağı kalabalıktı Geleneğe uymaya gelen kadınlarla Bazılarının beklemesi gerekti orada yıllarca. 97


Sanıyoruz ki onlar Ishtar'ın geçici fahiĢelerinin daha az çekici olanlarıydı. Ömürleri boyunca tapınakta bir ahmağın gelip kendilerinden bir randevu istemesi için bekleĢen zavallı duvar kağıdı çiçekleri. TÜM BUNLARI NASIL BĠLĠYORUZ Fransız bir bilimcinin önderliğindeki bir grup arkeolog MS 1901'de bizim Hammurabi Kanunları dediğimiz sütunu, Ġran'da, iyi korunmuĢ bir halde buldular. Tarihsel merak açısından öneminin yanı sıra Kanunlar bize eski Mezopotamya'nın gelenekleri ve ahlak kuralları hakkında epey bilgi sağladı. Bir daha Paris'e gittiğinizde, sergilendiği Louvre Müzesi'nde siz de kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Etrafında Ģöyle bir dolaĢıp Hammurabi Kanunları'yla ilgili bildiklerinizle arkadaĢlarınızı etkileyin. 13. Kanunun olmamasından yola çıkarak Babilliler'in de bizim kadar batıl inançlı olduklarını söyleyebilirsiniz. ġEYTANĠ KĠMONO Modern insanın Ģeytani ruhlara saygısı kalmadı. Ama Japon efsanesine bakılırsa Tokyo'daki bir papaz, geldiklerini haber ve-rebiliyormuĢ. 1867 Ģubatında bu papazın lanetlenmiĢ olduğuna inandığı bir kimonodan, Ģeytani ruhları çıkartması gerekmiĢti. Masum görünüĢlü kimononun sahipleri üç genç kızdı ve üçü de hastalanıp ölmüĢtü. Genç kurbanların babası seyrederken papaz kimonoyu bir meĢaleyle ateĢe verdi. Ama kumaĢ yanmaya baĢladığında sert bir rüzgar esti. ġeytani rüzgar alevleri kontrolden çıkarınca Ģehrin ahĢap konutları tutuĢtu. MeĢhur uzun kollu kimono yangını söndürülene kadar 100 bin kiĢinin ölümüne ve Tokyo'nun üçte birinin yanıp kül olmasına neden oldu. 98 BĠR KIL UĞRUNA TıraĢ edilmiĢ, makasla kırpılmıĢ, örülmüĢ... tarih boyunca çok sayıda farklı saç modası ortaya çıkmıĢtır. Kim demiĢ erkekler modaya uymaz diye? Favorileri ve lüleleri en az kadınların etek boyları kadar değiĢikliğe uğramıĢtır. Coğrafya ve tarihsel dönem, size saçların bir adamın tepesinde nasıl durduğunun ipucunu verecektir. Kısa saç, GüneĢ Kral'in sarayının modaya uygun yakıĢıklılarına, bugün onların pudralı peruklarının bize göründüğü kadar komik görünecektir. BAK ANNE, CASCAVLAK OLDUM! Eski Mısırlılar tüm vücut kıllarını tıraĢ ederek, cımbızla veya bal ve terebentinle yapılan bir macunla alırlardı. Arkeologlar birçok mezarda mücevherlerle süslü peruklar bulmuĢlardır. Firavunların süslü, uzun sakalları da takmaydı. HEY, KIRPIK! Saint Paul'ün zamanında kısa saç modaydı. Özellikle de Paul, uzun saç hakkında "erkekler için ayıp" dedikten sonra. On ikinci yüzyılın ortalarında Fransız Kralı VII. Louis, Paul'ün tavsiyesini dinledi ve uzun saçlarını kesti. Maalesef kraliçesi Aqu-itane'li Eleanor, Louis'nin kesilmiĢ saçlarına görünce, geniĢ topraklarını da yanma alıp arkasına bakmadan kaçıp gitti. 99 PERUK MODASI Kısa saçın modası bir ya da iki yüzyıl sürdü. Rönesans sırasında klas erkekler Tanrının kendilerine verdiği saçı perukla süslediler. Fransa'da modaya yön veren Kral XIII. Louis'ydi. Oldukça genç yaĢta kel kalan kral kalan saçlarını bir peruğun altında gizledi. XIII. Louis kelliğini ve peruk tercihini XIV. Lo-uis'ye de geçirdi. Aslında, XIV. Louis, yani GüneĢ Kral kelliğinden o kadar nefret ediyordu ki kel kafasını sadece berberi görmüĢtür. Kralın kelini kimse görmesin diye, Louis yatağından çıkmadan önce, hizmetkarlarının yatağının kapalı perdelerinin arasından peruğunu vermesini isterdi. UN MODA OLDUĞUNDA GüneĢ Kralın hükümdarlığı boyunca erkekler, kadınlar ve hatta çocuklar büyük, beyaz peruklar takardı. Kraliçenin nedimelerinden biri "Herkes akıllı görünmek için olabildiğince yaĢlı olmaya çalıĢıyor" yorumunu yapmıĢtır. Zenginler saç aksesuarları için özel dolaplar yaptırıyorlardı. 1700'lerde Ġngiliz askerlerin peruklarını pudralayabilmeleri için haftalık yarım kilo un istihkakları vardı. NATÜREL Fransız devrimi pudralı peruklar dönemine son verdi. Zaten kral saçını ve hatta onunla birlikte baĢını da kaybetmek üzereyken kim bir krala benzemek ister ki?


Ġngilizlerin peruk merakı da 1795'de peruk pudrasına vergi konulunca söndü. Kısa sürede Lort Byron uzun, vergisiz, doğal lüleleriyle erkeklerin yeni modeli oldu. UĞRUNA ÖLÜNECEK SAÇLAR Bu arada Amerikan kolonilerindeki erkekler de kendi saç modellerinden muzdariptiler. 1600'lerde Püritenlerde kısa tas gibi kesimler modaydı. Onlarla "tas kafa" diye alay ediliyordu. 100 Ama 1776'dan ve Amerikan Devrimi'nden sonra uzun saç nıoda oldu. Erkekler Ģu yakıĢıklı adama benzemek istiyordu... Ben Franklin. Franklin ABD'nin Fransa elçisiydi. Saraya çıktığında peruk takmak istedi ama peruk kafasına uymadı. O da uzun saçlarının üstüne basit bir kunduz kürkü baĢlık takıp gitti. Yüksek sosyete onun bu doğal halini bir devrim savaĢçısına çok yakıĢtırdı. (Ben'in uğruna ölünecek saçları olduğunu düĢündüler.) Bugün Amerikalılar Ben'in dağınık, lüleli saçlarını 100 dolarlarının üzerindeki resmiyle kutluyorlar- yine de her Amerikan erkeği uzun yeĢil saçları olsun istemez. "Para tüm kötülüklerin kaynağıdır." Aziz Paul Kutsal metinlerin belki de en sık yanlıĢ aktarılmıĢ kısmı, aslında "Para aĢkı tüm kötülüklerin kaynağıdır" der. Paul bununla sahip olunan zenginliğe değil, ona eĢlik eden duygu durumuna dikkat çekmek istemiĢti. 101 ZIT KUTUPLAR Norveçli kaĢif Roald Amundsen Güney Kutbu'na gitmeyi istememiĢti. Norveçli kaĢif Roald Amundsen, Robert Peary'nin Kuzey Kutbu'na ulaĢtığını öğrendiğinde yıkıldı. Oraya ilk kendisi gitmek istiyordu. Gerçek bir kaĢif olduğundan oturup kendine acıyarak zaman harcayacak biri değildi. Kuzeybatı Geçidi'ne ilk deniz yolculuğunu yapan oydu. Hemen hedefini dünyanın diğer ucuna ulaĢmak olarak değiĢtirdi. Güney Kutbu'na ulaĢan ilk insan o olacaktı. GÜNEYE GĠDĠġ Kendisi ve mürettebatının nereye doğru gittiklerini sadece erkek kardeĢine söyledi. Norveç Antarktika KeĢif Gezisi, 39 yaĢındaki Kaptan Amundsen ve dört vatandaĢının 1910 yılının haziranında gemileriyle güneye doğru yola çıkmalarıyla baĢladı. Ana kamplarını kurdular ve Ekim'de artık hazırlardı. Ana kamptan 52 köpek, yiyecek ve mühimmat dolu dört kızakla yola çıktılar. Günde 24 kilometre yol alıyorlardı. Kısa süre içinde ne kadar zor bir hedef seçtiklerini anlamıĢlardı. En soğuk günde ısı -77JC'a kadar düĢmüĢtü. BAYRAK YARIġI 8 Aralık 1909'da Ġngiliz Ernest Shackleton'un daha önce, 102 Kutba ulaĢma giriĢiminden vazgeçtiği noktaya ulaĢmıĢlardı. KeĢif gezisi Norveçlileri, Amundsen'in Norveç kraliçesinin Ģerefine Kraliçe Maun Dağı adını verdiği 3048 metre yüksekte bir baĢka dağ bölgesine götürmüĢtü. 14 Aralık'ta sonunda Kutba ulaĢtıklarında, 5 bitkin kaĢif ulusal bayraklarının etrafında toplanıp soğuktan donmuĢ parmaklarıyla bayrağı hep birlikte tutarak kara diktiler. BÜYÜK SCOTT! Ama Amundsen'in ekibi orada yalnız değildi. Ġngiltere Antarktika Terra Nova KeĢif Gezisinin baĢındaki Ġngiliz kaĢif, Kaptan Robert Falcon Scott'la yarıĢ halindeydiler. Bu, Scott'un ikinci Antarktika seyahatiydi. Ama o ana kampını, Amundsen'inkinin 96 kilometre gerisine kurmuĢtu, böylece Amundsen, Scott'a bir ay fark attı. TRAJĠK SON Ġngiliz kaĢifler 17 Ocak 1912'de hedeflerine ulaĢtıklarında Norveç bayrağını orada bulmuĢ ve büyük hayal kırıklığına uğramıĢlardı. Geri dönüĢte yiyeceklerinin azlığı ve yakalandıkları tipi beĢ adamın tümünün ölümüne neden oldu. Scott'un günlüğü seyahatin son günlerinin ayrıntılarını veriyordu. Günlük ertesi yıl Kasım'da, arama-kurtarma ekibi tarafından bulundu. ZOR ULAġAN MEKTUP Dayanıklı Norveçlilerin Güney Kutbu'na ulaĢmaları 53 gün sürmüĢtü. 14 Aralık 1911 tarihli baĢarılarının haberinin Ġngiltere'ye ulaĢması ise daha uzun sürüp üç buçuk ayı buldu.


103 1 ġANS GETĠREN ĠÇ ÇAMAġIRINA ĠNANIR MISINIZ? tç çamaĢırı en büyük baĢarısını Güney Teksas'ta elde etmiĢtir. 184O'ın Ağustos ayında Juliette Watts, gümrük memuru Hugh'le evleneli henüz bir aydan az zaman olmuĢtu. Bir Ağustos sabahında bir Komançi savaĢçı grubu dörtnala sürdükleri atlarıyla, kasabaya sürpriz bir saldırı düzenleyip, yakıp yıktılar, yağmaladılar ve insanları öldürdüler. Ġnsanların çoğu sudaki teknelerine atlayarak kaçtılar ama Wattslar Hugh'un altın saatini kurtarmak için evlerine koĢtular. Ortalığı yakıp yıkan Komançiler Hugh'u öldürüp karısını kaçırdılar. Anlatılanlara bakılırsa Juliette'e tecavüz etmeye de kalkıĢmıĢlardı. Elbisesini yırtmıĢ ama korsesini görünce donup kalmıĢlardı! Kanca ve bağcık labirentinden ĢaĢkına dönen savaĢçılar vazgeçip, kasabayı talan edip yağmaladıklarını katırlara yüklemeyi yeğlemiĢlerdi. Yanan kasabayı terk ederken Bayan Watts'ın da dahil olduğu bir grup esiri de yanlarına aldılar. Bir grup, Komançilerin peĢinden gitti ve Plum Creek'te yapılan savaĢta onları yendiler. Komançiler geri çekilirken esirlerinin çoğunu öldürdüler ama Bayan Watts'ın göğsüne bir ok at-tılarsa da ok kadının korsesini tam olarak delemedi! Sımsıkı bağlanan korseler giyenlerin kan dolaĢımına ve hatta iç organlarına zarar verdikleri için eleĢtirilmiĢti ama bu acımasız moda Bayan Watts'ın hayatını kurtardı. Ġç çamaĢırı sayesinde hayatta kaldı ve tekrar evlendi. 104 ġĠFRE KIRICILIK: KRĠPTANALĠZ Göründüğünden daha zor, zaten inanılmaz derecede zor görünüyor. Ġnternet aramıza katılıncaya kadar, sadece ordular, bankacılar ve casuslar Ģifre kullandılar. ġimdi çok satan bir kitabı veya video oyununu satın alıĢınızı Ģifreleyen 128-bit algoritmleri var, böylece kimse sizin ne aldığınızı bilemiyor. Casuslar tarafından gönderilen bir mesajın Ģifresini çözerseniz ciddi bir iĢ üzerinde olduğunuzu garanti ederim. Biliyorsunuz, Naziler Ģifreli mesajlarıyla CD satın almıyorlardı. Kriptanaliz neredeyse kriptoloji (bilgiyi Ģifreli hale getirmek) kadar zordur. Ġnsanlar birinden bir haberi saklamak için bir nedenleri olduğundan beri bilgileri Ģifreliyorlar, yine de ilk yöntemler oldukça basitti. KONUNUN CĠDDĠ BĠR TARĠHĠ Yunanlılar mesajlarını belirli bir kalınlıktaki bir sopanın üzerine spiral Ģeklinde sarılmıĢ kumaĢa yazarlardı; kumaĢtan Ģerit açıldığında yazılanlar anlamsız hale gelirdi. Romalılar belirli bir düzene göre tüm harflerin yerlerini değiĢtirirdi. Kaç harfi çevirmeniz gerektiğine Julius Caesar karar verirdi. ARAP KNOW-HOW'I Ciddi Ģifrelemelerin yapılabilir hale gelmesi on beĢinci yüz105 yılı bulmuĢtur. Araplar (Avrupa o karanlık çağa gömülmüĢken onlar Batı bilimine sahip çıkıp geliĢtiriyorlardı) kriptolojinin de, kriptanalizin de temellerini sistemleĢtiriyorlardı. Bazı harflerin (sesli harfler gibi) diğerlerinden daha sık kullanıldıklarını ilk fark eden onlardı ve bazı harflerin kullanım sıklığına bakarak Ģifreyi kolayca kırabiliyorlardı. Biliyorum, "Hıh, kriptanalizde harf frekansı dağılımını kim bilmez?" diyorsunuz. Ama unutmayın o zamanlar her Ģey daha basitti. YANKĠ MAHARETĠ Kriptolojinin kendi baĢına kazandığı bir savaĢ yoktur ama savaĢların kazanılmasına yardımcı olmuĢtur. Bu da savaĢan tarafların, düĢman Ģifrelerini çözmeye öncelik tanıması için yeterlidir. Konfederasyon ordusunu ele alalım. Konfederasyon ordusu Kuzeylilerin Ģifrelerini çözmekte o kadar zorlandı ki, insanlar evlerinde bunları çözmeye uğraĢsınlar diye Ģifreli mesajları gazetelere bastılar. Ama Kuzeyliler görece daha basit bir Ģifreleme kullanan Konfederasyonculann Ģifrelerini çözmekte hiçbir güçlük çekmiyorlardı. HER ġEY KONTROL ALTINDA Büyük olasılıkla kriptanalizin önemiyle ilgili en iyi örnek; Ġkinci Dünya SavaĢı'nda Ġngilizlerin, Ultra adlı programlarıyla, Almanların Enigma adlı Ģifreleme sistemini kırmalarıdır.


Ünlü matematikçi Alan Turing'in baĢında olduğu Ultra projesi, Müttefikleri Almanların planlarından haberdar ederek büyük bir avantaj sağlıyordu. Bu avantajı her zaman kullanmadılar. Eğer Müttefik kuvvetleri Almanların her hamlesine cevap verselerdi tahmin edeceğiniz gibi Almanlar Ģifrelerinin kırıldığını anlarlardı. NE BOMBASI Bu durum, çok çetrefilli manevraların yapılmasını gerektiri106 1 yordu. Örneğin Ģifreyi çözdüklerinden Ġngilizler Alman konvoyunun yerini biliyorlardı, sonra konvoyu "keĢfetmek" için bir uçak gönderiyorlar ancak ondan sonra konvoyu bombalayabiliyorlardı. Bazen bu yüzden kurban verdikleri de oluyordu: Bir keresinde Ġngilizler, Coventry Ģehrinin bombalanacağını öğrendiler ama Ģehri boĢaltmak yerine (Ģifreyi çözdüklerini belli etmemek için) bombalanmasına izin verdiler. POLONYA FIKRASI DEĞĠL Ġngilizlerin Ultra projesiyle ilgili az bilinen bir gerçek de, iĢin önemli kısmının Ġngilizler yerine Polonyalılar tarafından yapılmıĢ olmasıdır. 1930'lar boyunca Polonya hükümetinin Almanlar hakkında haklı sayılabilecek karanlık görüĢleri vardı ve Marian Rejewski, Jerzy Rûzycki ve Henryk Zygalski'yi Enigma Ģifresini kırmak üzere görevlendirdiler. Ekip, eski moda yöntemler kullandı: Önce artık kullanılmayan Enigma Ģifrelerini ve bir Enigma'nın nasıl hazırlanacağını açıklayan bir kitapçığı ele geçirdiler. Sonra da Enigma makinesinin bir kopyasını yaptılar. Ardından Ģifreleri çözüverdiler ve yeni Ģifreleri çözecek Ģekilde Enigma makinesini yeniden yaptılar. TĠPĠK ĠNGĠLĠZ TAVRI Polonyalılar 1939'da Almanya'nın Polonya'ya saldırılacağı-nı anlayınca Ġngilizlerle gizli bir toplantı yapıp Enigma üzerine yaptıkları araĢtırma sonuçlarını onlara verdiler. Kibarca ifade etmek gerekirse Ġngilizler hayretler içinde kalmıĢlardı. Peki ya Rejewski, Rûzycki ve Zygalski'nin projeyi sürdürmesine izin verdiler mi? Tabii ki hayır. Biliyorsunuz onlar yabancıydı. Bildiklerini Amerikalılarla paylaĢmak zaten yeterince zordu. Sırası gelmiĢken, onlar da kendi Ģifre kırma operasyonlarıyla meĢguldüler: Japonların kullandığı "Enigma" benzeri bir Ģifreleme olan "Purple". Bu pek kolay bir iĢ sayılmazdı ama çok yararlı oldu. 107 11 Purple'm kırılması sayesinde Amerikan savaĢ pilotları, Japon deniz kuvvetlerinin kumandanı Isoku Yamamoto'yu taĢıyan uçağı "tesadüfen" vurdular. Biliyorsunuz Pearl Harbor'a saldırmayı öneren Yamamato'ydu, bu yüzden ardından pek az gözyaĢı dökülmüĢ olmalı, aslında bu düpedüz, uçakla gerçekleĢtirilmiĢ bir infazdı. MATEMATĠKSEL MESELELER Enigma'yı kırma ihtiyacı, insan bilgisini önemli ölçüde geliĢtirdi demek pek de abartı olmaz. Bu geliĢmenin büyük kısmı matematik alanında yaĢandı. Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında krip-tanaliz yüksek matematikten ayırt edilemeyecek bir Ģeydi, bugün bu daha da imkansız- ama baĢka alanlar da iĢin içine girdi. BĠLGĠSAYAR KARTLARINA YENĠLMEK Ġlk programlanabilir bilgisayar, sanıldığı gibi savaĢtan sonra ABD'de yapılmadı. Ultra projesinin merkezi Bletchley Park'ta yapıldı. 'Devasa' anlamında 'Colossus' diye adlandırılan bilgisayar, Ģifreleri insanların yapabileceğinden daha hızlı kırmak için tasarlanmıĢtı. Bilgisayarınızın baĢına geçtiğinizde Colos-sus'un spiritüel torunundan yararlanıyorsunuz -spiritüel, çünkü savaĢ sırasında gizli olan makine, savaĢ bittiğinde de gizlice yok edildi. Ġngilizlere paranoyak demek yanlıĢ olmaz sanırız, çünkü makinenin izlerini bile sinsice silmiĢlerdi. Dünya Enigma veya Ultra'dan ancak 1970'lerde haberdar oldu. ĠĢte o zaman Arjantin semaları, eski Nazilerin alınlarına vurdukları Ģaplağın sesiyle inledi. GERÇEK SIR Enigma ve Purple Ģifrelerinin kırılması çok önemli bir entelektüel baĢarı olmakla beraber, aynı zamanda akıllı insanların sonuç almak için, aptalların aptalca yanlıĢlar yapmasına ihtiyaç duyduklarının da hikayesidir.


108 Enigma Ģifresinin kırılması kısmen de Alman ordusu askerlerinin Ģifrenin kırılamazlığına fazlasıyla güvenerek basit ön Ģifreler kullanmalarından kaynaklanır. Bu, yayının baĢlangıcında, karĢı tarafın mesajı almak için makinesini "ayarlamasına" fırsat veren üç harflik bir Ģifreydi. Ġngilizlere fırsat penceresini aralayan da bu olmuĢtur. Alman donanması Ģifreler ve gönderdiği mesajlar konusunda daha tedbirliydi ve sonuç olarak, donanma Ģifreleri ordu Ģifrelerinden yıllar sonra kırılabildi. Bu da her mükemmel sistemin en büyük sorununun, onu kullanan insanların mükemmel olmayıĢı olduğunun ispatıdır. DÜNYA KÜÇÜK Kendisinden önceki ve sonraki çoğu yazar gibi, Geoffrey Chaucer'ın da gündüzleri çalıĢtığı baĢka bir iĢi vardı. Ġngiltere Kraliyet Sarayı'nda memur olarak çalıĢırken, Kral III. Ed-ward'ın torunu ve Prens Gaunt'lu John'un kızı Philippa'yla arkadaĢ oldu. Philippa Chaucer'ın ilgi alanlarından birinin denizcilik olduğunu fark etti. Bu konu ilgisini çekti ve Chaucer ona bildiği her Ģeyi öğretti. Daha sonraları Philippa Portekiz kraliçesi olduğunda öğrendiklerinin hepsini oğlu Denizci Henry'ye aktardı. 109 TARĠH YANLIġLIKLARINI KANITLADI: BÖLÜM I Konuya kıyısından köĢesinden de olsa bulaĢtıkları için, daha iyi fikir sahibi olması gereken kiĢilerin teknoloji hakkındaki yanlıĢ yorumları. "Sanırım beĢ bilgisayarlık bir dünya pazarı var." —Thomas Watson, IBM BaĢkanı, 1943 "Gelecekte bilgisayarlar belki de 1,5 tonun altında olacaklar." —Popular Mechanics, 1949 "Peki ama... ne iĢe yarar bu?" —IBM'in Ġleri Bilgisayar Sistemleri Bölümünden bir Mühendisin Mikroçipler hakkındaki yorumu, 1968 "Ġnsanların evlerinde bilgisayar olmasını istemeleri için bir neden yok." —Ken Olson, Digital Equipment Corporation BaĢkan ve Yönetim Kurulu BaĢkanı, 1977 "Böylece Atari'ye gittik ve dedik ki 'Hey, elimizde harika bir Ģey var, hatta bir kısmı sizin parçalarınızla yapıldı, bizi fı110 nanse etmeye ne dersiniz? Ya da, onu size vereceğiz. Bunu istiyoruz. MaaĢımızı ödeyin, gelip sizin için çalıĢalım.' Onlarsa 'Hayır' dediler. Bu yüzden HewlettPackard'a gittik, onlar da 'Size ihtiyacımız yok, daha üniversiteyi bile bitirmemiĢsiniz' dediler." —Apple Computer Inc. Kurucusu Steve Jobs, Steve Wozniak'la beraber icat ettiği kiĢisel bilgisayar için Atari ve Hewlett Packard'ın ilgisini çekme çabalarını anlatıyor "640K herkese yeter." -BillGates, 1981 111 TOPÇU, AVUKAT, DĠLBĠLĠMCĠ, CASUS Moe Berg birçok yeteneği ve tuhaflığı olan bir adamdı. Herkes casuslukta beysbol oyunculuğundan daha baĢarılı olduğunu söylüyor. Morris "Moe" Berg, New York Ģehrinde 1902 yılında Rus bir göçmenin oğlu olarak doğdu. Liseden iyi dereceyle mezun olup Princeton'a kabul edildi. Babası avukat olmasını istiyordu, bu yüzden hukuk diploması aldı. Ama Berg hukukçuluktan daha ilginç baĢka meslekler de edindi -beysbol oyunculuğu, dilbi-limcilik ve casusluk gibi. Ġkinci Dünya SavaĢı nedeniyle çok önemli bir görevde casusluk yaptı. LATĠNCE KONUġAN TOPÇU Berg Princeton beysbol takımında oyuncuydu. Ama farklı bir oyuncu olduğu ortaya çıktı; bilinen el iĢaretlerini kullanmak yerine Berg ikinci meydancısıyla Latince haberleĢiyordu. Moe Princeton'da diğer dillerin yanı sıra eski Hint Sanskritçe'si ve Mısır hiyeroglifleri üzerine eğitim almıĢtı. 1923'de mezun olduktan sonra, daha sonra Brooklyn Dodgers olan Berg Brooklyn Robins takımına


katıldı. Beysbolden aldığı maaĢ, Paris'te Sor-bonne Üniversitesi'ndeki dilbilim eğitimini ve ardından Colom-bia Üniversitesi'nde hukuk okumasını finanse etti. 112 HER DĠLDE ATIġ 16 yıllık beysbol kariyerinde Moe Berg ligin beĢ önemli takımında oynadı. 19321933 sezonunda Washington Senators'da oynadığı sırada art arda 117 kez hatasız oyun çıkararak Ameri -jcan Lig rekorunu kırdı. Ama isabet oranı o kadar berbattı ki (tüm yaĢamı boyunca averajı .243'tü) Ģu baĢlığın atılmasına ilham kaynağı oldu: "Moe Berg 12 dil konuĢabiliyor ama hiçbirini vuramaz." ÜNLÜ BĠR CASUS 1934'de bir Japonya turnesi için bir Amerikan Ligi ünlüler takımı toplandı. Bu takımda Babe Ruth ve Lou Gehrig gibi seçkin oyuncular vardı. Bazıları Berg'in takıma alınma nedeninin Japonca bilmesi olduğunu söyler. Moe ayrıca Japon kültürünü ortalama bir Amerikalının anlayabileceğinden daha iyi tanıyordu, bu yüzden Japonlar arasında çok popüler oldu. JAPON FĠLMLERĠ Bu avantajını kullanarak bir hastane binasının çatısından; liman, tersane, endüstri bölgeleri ve askeri tesisler dahil Tokyo'nun filmlerini çekme fırsatını buldu. Bazı kaynaklar Berg'in daha o zamandan Amerikan istihbaratı için çalıĢtığını söyler. BaĢkaları ise Berg'in bu film çekme iĢini kendiliğinden yaptığında ısrarlıdır. Berg'in bu amatör filmlerinin değeri konusunda da anlaĢmazlıklar vardır. Çokça anlatılan bir hikayeye göre, bu filmlerin 1942'de General Jimmy Doolittle'ın Japonya'ya yapılan bombalı saldırının planlarında kullanıldığı iddia edilir. BaĢka tarihçilerse resimlerin büyük ihtimalle çok az yararı olduğunu söylerler. SOL KANATTAN GELEN CASUS Her iki durumda da o filmler Berg'i baĢka bir kariyere yön113 lendirdi. Stratejik Hizmetler Ofisi'nin (CIA'nin selefi The Office of Strategic Services- OSS) baĢındaki "Çılgın Bili" olarak tanınan William J. Donovan, Moe Berg'in iyi bir casus olacağını düĢündü. Berg birçok dil konuĢuyordu, olağanüstü zekiydi ve insanları konuĢturmakta da çok maharetliydi. Bunların tümü bir casus için iyi niteliklerdi. ĠNDĠR O SĠLAHI! Böylece, beysbol kariyeri 1939'da sona erdiğinde OSS, Moe Berg'e iĢ önerdi. Berg ilk baĢlarda biraz beceriksizdi. Silahını nereye koyacağını bilemiyor, ceketinin içine, kemerine ve çorabına sokuĢturmaya çalıĢıyordu. Bir keresinde, silahını bir arkadaĢının tutması gerekmiĢti. Dünyayı dolaĢtı. Casablanca'ya, Cezayir'e, Roma'ya, Yugoslavya'ya ve Norveç'e gitti. Üzerinde sürekli, geleneksel casus kıyafeti olan bir trençkot vardı. VUR EMRĠ 1944'de ABD'li bilim insanları, atom bombasını Almanlardan önce üretmek için Manhattan projesi üzerinde çalıĢmakla meĢguldüler. Berg o yılın Aralık ayında Ġsviçre'ye, Zürih'e bir bilimsel konferansa katılmak üzere gönderildi. Görevi Almanların bombanın üretiminde hangi aĢamada olduklarını bulmaktı. Eğer sonuca çok yaklaĢmıĢlarsa, Almanya'nın en önemli atom fizikçisi Werner Heisenberg'i hemen oracıkta öldürecekti. AJAN BERG Ġġ BAġINDA Ġsviçreli bir fizik öğrencisi rolünde, güvenilir silahı (sonunda nasıl taĢıyacağını öğrenmiĢti) ve intihar hapıyla (her ihtimale karĢı, siyanür tableti) Berg, Heisenberg'i temel fizik dersi verirken izledi. Çok sönük bir dersti: Berg'in daha fazla araĢtırma yapması gerekiyordu. Dersten hemen sonra bir fırsat çıktı. O akĢam, yemekte Berg Heisenberg'le sohbet fırsatı buldu. Fizikçi eteğindeki taĢları döktü: Almanların projesinin Mütte114 fiklerinkinin gerisinde kaldığından Ģikayet etti. Güya Berg'e "Utanç verici, Almanlar savaĢı kaybetmiĢ sayılırlar" demiĢti. (Evet!) VAY BE!


Böylece Berg'in silahını ya da intihar hapını kullanması gerekmedi. Ġyi haberleri Washington'a OSS'ye iletti; onlar da bunu BaĢkan Roosvelt'e ilettiler. BaĢkanın cevabı "Topçuya hürmetlerimi iletin" oldu. TEġEKKÜRLER AMA TEġEKKÜR ĠSTEMEZ Moe Berg OSS için, hatta belki FBI için baĢka iĢler de yaptı. (Bu çok gizli, peki biz nasıl biliyoruz?) Özgürlük Madalya-sı'yla ödüllendirildi. Ama ödülü, "teklif ediliĢine" saygı duyduğunu söyleyerek reddetti. HALA BEYSBOL TARAFTARI Berg'in haber vermeden ortadan kaybolmak ve sonra aniden ortaya çıkmak gibi bir huyu vardı. SavaĢtan sonra, belli ki avarelik etmeye baĢladı ama gidebildiği kadar sıklıkla beysbol oyunlarını izlemeyi sürdürdü. Bazen gerçekleri hafifçe saptıran, iyi bir hikaye anlatıcısıydı, bu yüzden tarihçilerin, yaĢamındaki gerçek olayları ayıklaması güç oldu. 1972'de öldüğünde birçok yeteneği ve gizleri olan bir adamın efsanesinden gayri miras bırakmadı. SADECE LEONARDO Leonardo da Vinci soyadını doğduğu Ġtalyan kasabası Tosca-ni'deki Vinci'den almıĢtır. Ġtalyanca'da da, lı anlamına gelir bu yüzden tam ismi "Vinci'li Leonardo"dur. ĠĢte bu yüzden ansiklopedilerde onu L harfinde bulabilirsiniz. 115 HAZIR KALE Koca bir kalenin birkaç saatte in§a edilmesi büyük bir baĢarıdır ama bunu Romalılara kimse söylememiĢti. Her günün sonunda, taĢınabilir kalelerini söker sonra da tekrar inĢa ederlerdi. Gün boyunca süren uzun bir yürüyüĢün sonunda Romalı piyadeler güzel bir ateĢin baĢında yemek yemeyi akıllarına bile getiremezlerdi, çünkü önce inĢa etmeleri gereken bir kaleleri olurdu. Lejyon, keĢif birliğinin seçtiği alana vardığında, askerler sırt çantalarını indirip küreklerini ve kendi duvar parçalarını çıkararak (vallahi doğru söylüyoruz) kazmaya baĢlarlardı. TIKIR TIKIR ĠġLEYEN BĠR MAKĠNE GĠBĠ Her asker kendi iĢini bilirdi. Kumandanının emirlerine uymamanın bedeli kırbaç ya da daha beter bir Ģey olduğundan askerler hemen iĢlerine koĢardı. Önce kaleyi çevreleyen bir hendek kazar, sonra kare biçiminde toprak bir duvar örerlerdi. Sonra her adam kendine ait duvar parçasını -boylamasına birbirine bağlanmıĢ tahtalar- toprak duvara yapıĢtırırdı. Ve kale bitmiĢ oldurdu, hendek pek derin olmasa da iĢ görürdü. HAZIR ġEHĠR Kale biter bitmez, birlikler içeri dolar ve bir çadır kent kurarlardı. Ama yolları olmayan bir Ģehir tamamlanmıĢ sayılmaz tabii. Bundan dolayı, çadırlar askeri bir Ģema titizliğinde sıralanır116 di. Ana caddeye, evet ana cadde denirdi ve karargah, malzeme çadırları gibi en önemli çadırlar buraya kurulurdu. Arka sokaklarda ise hastane, generalin muhafızları ve Romalıların fethettiği Ģehirlerden alınmıĢ tutsaklardan oluĢan yedeklerin çadırlarını bulabilirdiniz. Kampı takip edenlerin de (subayların hizmetkarları, köleler, doktorlar ve hatta bir tür seyyar pazar iĢleten tüccarlar) çadırları vardı. Her gün aynı kalede kalmak gibiydi, tek fark değiĢen manzaraydı. KAMPIM, GÜZEL KAMPIM Piyadeler kendi çadırlarını kurmadan önce, bütün kumandanların ve marangozlar, topları kullanan makineciler, kuĢatma sırasında duvarların altını kazan istihkamcılar ve çeĢitli diğer destek personelinin çadırlarını kurmak zorundaydılar. FAZLA UMUTLANMAYIN Bütün bunlar yapıldıktan sonra bile daha çok iĢ olurdu. Bazı askerler baĢını saman yatağına koyabilirdi ama tutulması gereken nöbetler vardı. Ayrıca yiyecek toplamak, yakacak toplamak, su taĢımak gibi gece gündüz devam eden iĢler vardı. DüĢük rütbeli piyadelerin bütün bu iĢleri yapması gerekiyordu. HAYDĠ YEMEĞE! Trampetler yatma, kalkma ve nöbet değiĢim zamanlarını haber verirdi -meseleyi yavaĢ yavaĢ anlamaya baĢlamıĢsınızdır. Ha, bir de yemek zamanını. Yemekte ekmek ve ekĢi Ģarap vardı. O kadar.


AġAĞI VE YUKARI Her sabah tüm askerler subaylarına, tüm subaylar üst rütbeli subaylarına, tüm üst rütbeli subaylar da konsüllerine rapor verirlerdi ki bu sonuncular emirleri verirdi. Sonra, tüm bu süreç, yu117 kardan aĢağıya doğru emirlerin bildirilmesi için tekrarlanırdı. Yetkili kiĢi emir vermeden hiçbir Ģey yapılamazdı. Her Ģeyin bir prosedürü vardı ve buna her zaman harfiyen uyulurdu. TEKRAR YOLLARDA Kampı toplama vakti geldiğinde trampetler baĢka bir iĢaret verirdi. Birlikler çadırları toplar ve her Ģeyi paketlemek için ko-ĢuĢtururlardı. Ġkinci iĢarette çadırları, duvar parçalarını ve bagajları atlara, katırlara ve kendilerine yüklerlerdi. Ardından, askeri bir disiplinle, kamptan geriye kalanları ateĢe verirlerdi. Böyle ustalıkla kurdukları kamplarını baĢkalarının kullanmasını hiç istemezlerdi. Üçüncü iĢarette gruplar halinde askeri düzene geçerlerdi. Moral yükseltmek için yapılan selamlamadan sonra, o gece her Ģeyi yeni baĢtan yapmak üzere yola çıkarlardı. BUNCA ZAHMETE DEĞER MĠYDĠ? Dünyayı fethetmek Romalılara özgü bir yetenekti ve bunu organizasyon yetenekleri izlerdi. Bunların üstüne bir de seyyar kaleleri oldu mu artık her Ģeye hazırdılar. Bir de her zaman inisiyatifi elde tutma politikalarını eklediğinizde neredeyse yenilmez hale gelirlerdi. 118 LALE FIRTINASI Lale baĢarının tadını aldığında. Ġnternet'in 90'larda borsadaki hızlı yükseliĢinin benzersiz olduğunu mu sanıyordunuz? Hiçbir zaman kar getirmeyen Ģirketlere yatırımcıların borsada yüksek fiyatlar ödemeleri garip görünse de .com çılgınlığı riskli spekülatif yatırımlar tarihinde sadece en son örnektir. Hollandalıların borsa çöküĢleri hakkında yeni yatırımcılara söyleyecek bir iki çift lafı olsa gerek. AĞIRLIĞINCA ALTIN DEĞERĠNDE Rengarenk laleler herhangi bir çiçek serasından tanesi 2 dolara alınabilir, daha nadir bazı türleri ise belki 10 dolar edebilir. Bu sıradan çiçeğin bir zamanlar altından daha değerli olduğuna ya da on yedinci yüzyılda Hollandalı borsa tüccarlarının lale ticaretine kaptırıp borsanın çökmesine neden olduklarına inanmak zor. SAKSIDAKĠ CAZĠBE Lale çılgınlığı 1600'lerde, lalelerin, özellikle de nadir olanların Hollanda'da statü sembolüne dönüĢmesiyle baĢladı. Zenginler, Amiral Leifken veya Semper Augustus lale çeĢitlerini akĢam yemeğinde davetlilerine göstererek hava atıyorlardı. Zen119 ginleri taklit eden orta sınıf lale hayranları lale soğanlarını kapıĢıyordu. LONDRA'DA LALE SOĞANI TĠCARETĠ Kısıtlı arza karĢılık yüksek talebin neden olduğu fiyat enflasyonu kısa zamanda bir lale borsası oluĢturdu. Lale soğanları Amsterdam, Rotterdam, Haarlem, Leyden ve sonunda Paris ve Londra'daki borsalarda listelenmeye baĢlandı. Ġlk önceleri, tüccarlar değerli soğanların peĢinde koĢan Hollanda vatandaĢlarıydı; daha sonraları yabancılar da oyuna katıldı. Yatırımcılar lalelerin nadir türleri üzerinde çılgınca spekülasyonlara giriĢtiler. Lale soğanlarının değeri hızla yükseldi. "Gelecekteki" ürünler bile alınıp satıldı ve tüccarlar lale yetiĢtirmek için iĢlerini güçlerini değiĢtirdiler. 1635'de bir adam tek bir Semper Augustus cinsi lale soğanı için Ģehir içindeki 5 hektarlık arsasını teklif etti. Spekülatörler soğan alıp satmak için ev ve iĢyerlerini ipotek ederken, nadir türleri için 20 bin dolara varan teklifler oluyordu. Nadir bir lale soğanı bir gelin için yeterli bir drahomaydı. KÖKLERĠNE GERĠ DÖNÜYORLAR Ama 1637'de bir soğan tüccarları konsorsiyumu, soğanlarını her zamanki yüksek fiyatlardan satamayınca piyasa dibe vurdu. Hisse fiyatları düĢtü. Tüm birikimlerini soğanlara yatıran binlerce Hollandalı tüccar iki ay içinde dilenecek duruma düĢtüler. Hollandalıların laleyle aĢkları azalmaksızın sürdü


ama bu çöküĢ Hollanda ekonomisi üzerinde onlarca yıl hissedilecek derin izler bıraktı. BĠR VAZO DOLUSU ĠSRAF Borsada Ġnternet'e yatırım yapanlar karlarının uçup gitmesini seyrederken düĢkün laleyi hatırlayabilir ve biri size riskli bir borsa tüyosu verirse ona bir ahmak olmadığınızı söyleyebilirsiniz. 120 NALLIġEYTAN Paslı bir nal çivisine basarsanız ödülünüz tetanos iğnesi olur. Peki nallar neden uğurlu kabul edilir? Paganlar nalı uğurlu bulurlardı çünkü çok güçlü kutsal bir metalden, demirden yapılmıĢlardı. Eski Ġskandinavya savaĢ tanrısı Thor demir bir çekiç kullanırdı. Yunanlılar ise nalın uğurlu bir biçimi olduğunu düĢünürlerdi çünkü bereketin simgesi olan hilale benziyordu. Nal Ortaçağda da uğurlu bulunurdu. Ortaçağ kiliselerinin bir kısmının kapıları hilal biçimindeydi. Ama nalların Ģanslı yazgısına damgasını vuran, onuncu yüzyılda Dunstan adlı nalbandın efsa-nesiydi. Bir adam gelip nallanmak istediğinde, zeki bir adam olan Dunstan bu talebin tuhaflığını fark etmiĢti. Ardından müĢterisinin yarık ayaklı olduğunu fark etti, Ģeytanın ta kendisini nallıyordu! Daha sonra Cantenbury baĢpiskoposu olan Dunstan, Ģeytana kızgın demir ve çivilerle iĢkence ederek bir daha nal tarafından korunan bir binaya kendisinin de iblislerinin de girmeyeceğine söz verdirdi. Nal binaya ters olarak aĢılmalıydı ki Ģans kaçıp gitmesin. 121 KELLELER GĠDĠYOR! Gayet nazik bir adamın ismi nasıl olur da bir ölüm makinesiyle özdeĢleĢir? Dr. Joseph Ignace Guillotin (tahmin edebileceğiniz gibi Giyotin diye okunuyorç.n.) Ģefkat dolu bir adamdı. Bu yüzden 1789 Ekiminde Fransız Kurucu Meclisi'nde konuĢmak için ayağa kalktığında, tüm idam mahkumlarının infazlarının, bir kelleyi "göz açıp kapayıncaya kadar" kopanverecek bir makine ile yapılmasını önerdi. NASIL BĠRĠ? Guillotin bu konuyu hayatının meselesi yaptı; idama mahkum insanlar da hızlı ve acısız bir ölümü hak ediyordu. O zamana kadar sıradan Fransızlar asılarak idam ediliyordu. Asiller ise tabii ki daha soylu bir biçimde, kılıçla öldürülüyorlardı. NASIL BĠR MAKĠNE? Guillotin'in aklındaki daha kibar ve insaflı kafa kesme makinesi; Ġtalya, Ġngiltere ve Almanya'da zaten kullanılıyordu. Fransız hükümeti 'Olur' dedi, 'deneyelim'. Alman bir piyano yapımcısı olan Tobias Schmit'ten bir prototip hazırlamasını istediler. Yaptığı makine Fransız hastanelerinden sağlanan cesetler üzerinde baĢarıyla denendi. Böylece giyotin, onu Fransız Devrimi'nin simgesi haline getirecek bir zamanlamayla kullanıma sokuldu. 122 MAJESTELERĠNĠN ĠDAMLARI Kral: XVI. Louis Fransız halkı isyan halindeydi; hedefleri ise asillerdi. XVI. Louis 1791'de kraliyet ailesinin geri kalanıyla birlikte Fransa'dan kaçmaya kalkıĢtığında hain ilan edilmiĢti. Bu yüzden 1793'te yapılan mahkemesi sadece bir formaliteydi; mahkum olacağından kimsenin Ģüphesi yoktu. Sonuç belli olduğundan, 72 saat süren dava boyunca salondaki canı sıkılan dinleyiciler bir Ģeyler atıĢtırıp aralarında Ģarap ve brendi alıĢveriĢi yaptılar. Kalabalığın kalanı dıĢarıda, çevredeki kafelerde davanın sonuçları üzerine bahis oynuyorlardı. Louis'nin Büyük Günü Ġri yarı bir adam olan XVI. Louis hapishane hücresinden büyük yeĢil bir at arabasına doğru yürürken Paris'te hafif bir yağmur yağmaya baĢlamıĢtı. 1.200 muhafızdan oluĢan bir alay, kalabalıkla tıka basa dolmuĢ büyük bir meydana doğru ilerledi. Kral, iĢi babasından devralmıĢ ve oğluna aktaracak bir profesyonel olan cellat Charles Sanson'un önüne getirildi. Asalet BaĢa Bela Dik durumdaki iki direğin arasındaki ağır bıçak inerken kralın hizmetkarı korkunç bir çığlık attı. Kral -kilo problemi olduğundan söz etmiĢ miydik?yıllardır hamur iĢini biraz fazla kaçırmıĢtı ve boynu "bir darbede kesilmedi."


Kalabalık sessizlik içinde bekledi, sonra mendillerini ve kağıt parçalarını Louis'nin kraliyet kanına batırmak için koĢturdular. Çok önemli bir günden mükemmel bir hatıra. Kraliçe: Marie Antoinette Marie Antoinette Fransız Devrimi'nden önce de Fransa'nın en nefret edilen insanıydı. Siyasi düĢmanları; Ģarkılar, Ģiirler ve karikatürlerde Avusturya doğumlu kraliçeyi huysuz ve rezilce 123 alıĢkanlıkları olan biri olarak tasvir ederlerdi. Kraliçenin kötü alıĢkanlıkları arasında yoksullar açlıktan ölürken Fransa'nın baĢ düĢmanı olan Avusturya'ya para göndermesi ve hem kadınlara, hem de erkeklere karĢı doymak bilmez cinsel iĢtahı vardı. 1791'de kralla birlikte ülkeden kaçma giriĢiminin baĢarısız olması, sadece halkın kraliçeye karĢı kuĢkularını ve nefretini alevlendirmeye yaramıĢtı. Ona yöneltilen suçlamaların doğru olup olmaması önemli değildi. Karar çoktan verilmiĢti. 1793 sonba-harındaki hızlandırılmıĢ yargılanmasının sonunda suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. Kraliçenin Son Kıyafeti 1793'de, Louis'nin ölümünden dokuz ay sonra bir sabah, Marie Antoinette son kez giyindi. Her zaman modaya uygun giyinen kraliçe beyaz bir elbise, beyaz bone, siyah çoraplar ve mürdüm rengi yüksek topuklu ayakkabılarını giydi. Kralın giyotininin ipini çeken adamın oğlu Henri Sanson hücresine girdi ve kraliçenin ellerini arkasından vahĢice bağladı. Ardından, bonesini çıkarıp saçlarını kesti ve belki de hatıra olarak satmak için cebine attı. DıĢarıda, siyasi tutukluları giyotine götürmekte kullanılan, "tumbril" adı verilen ufak bir at arabası bekliyordu. Tumbrili görünce Marie titremeye baĢladığından, avlu duvarının köĢesinde iĢeyebilmesi için ellerinin çözülmesi gerekti. Ama arabaya oturduktan sonra soğukkanlılığını korudu. Araba yoğun kalabalığın arasından yavaĢça giyotine doğru ilerledi. Ġdam sehpasına çıkarken tökezledi ve celladının ayağına bastı. "Mösyö" dedi, "Affınızı dilerim. Kasten yapmadım." Bunlar son sözleri oldu. DĠĞER HERKESĠN ĠDAMI 1793'ün sonbahar ve kıĢı boyunca Paris'te yaklaĢık üç bin kadın ve erkek giyotine gitti. 14 bin kiĢi de taĢrada infaz edildi. 124 Kurbanların çoğu, o sırada güç dengesi hangi devrimci grubun lehindeyse onun görüĢleriyle uyuĢmadığı için "halk düĢmanı" ilan edilmiĢlerdi. Ama yüzlerce baĢka davada, birçok masum insan kıskançlık veya kindar komĢuların ihbarları gibi nedenlerle giyotine gönderildiler. Birkaç davada ise insanlar kilise veya idarenin hatasına kurban gitti. Son notlar: Dr. Guillotin'in 1814'deki ölümünden sonra çocukları giyotinin adını mahkeme kararıyla değiĢtirmek istediler. Çabaları sonuçsuz kalınca kendi adlarını değiĢtirdiler. Giyotinle yapılan son infazın üzerinden o kadar uzun süre geçmedi. Cinayetten hüküm giyen Hamida Djandoubi isimli Tunuslu bir göçmen, 10 Eylül 1977'de Marsilya'daki Baumetes Hapishanesi'nde giyotinle idam edildi. "Hırsızlar mülkiyete saygı duyar. Sadece daha çok saygı duyabilmek için mülkün kendilerinin olmasını isterler." G.K.Chesterton 125 PEKMEZ KADAR ÖLÜMCÜL 1919'da 21 kiĢiyi öldüren, 5 metre 22 cm boyunda, saatte 56 kilometre hız yapan Ģey nedir? 15 metre 24 cm yüksekliğindeki tank, Massachusetts, Boston'daki Purity Distilling Company tarafından ağzına kadar doldurulacaktı. Tam kapasite doldurulduğunda, 7 milyon 580 bin litre buharda ısıtılmıĢ, kısa süre sonra rom ve endüstriyel alkole dönüĢecek olan Ģeker pekmeziyle doluydu. O ılık Ocak gününde Purity çalıĢanları ve Boston'lular baĢlarına gelecek trajik ve tuhaf felaketin farkında değillerdi. ĠLK BELĠRTĠLER


Daha sonra Ģahitlerin verdikleri bilgilere göre tanktan önce takırdama ve bangırtı sesleri gelmiĢ. Tanıkların duydukları sesler tankın patlayan perçinlerinin sesleriydi. Hemen ardından tank patladı ve -7 milyon litreden söz etmiĢtik değil mi?- sıcak, yapıĢkan Ģeker pekmezi saatte 56 kilometre hızla Boston sokaklarına yayıldı. Tankın sivri uçlu kocaman parçalarını da beraberinde sürüklemese belki de komik bulunabilirdi. OCAK AYINDA SICAK ġEKER PEKMEZĠ Aslında durumda bir ironi de vardı, o da olayın Ocak ayında gerçekleĢmesiydi. ĠĢin kötüsü o gün hava normalin üstünde sıcaktı ve ısı sıfırın epey üzerindeydi. Eğer hava mevsim normal126 lerinde olsaydı, kurbanların yaklaĢan felaketi fark edip, eĢyalarını toparlayıp Ģeker pekmezinin kahverengi duvarı kendilerine ulaĢana kadar kaçacak zamanlan olabilirdi. KABARCIK Boğuk bir homurtuyla hareket eden 5 metre 24 cm yüksekliğindeki yapıĢkan kahverengi madde kabarıp guruldayarak Boston'un Kuzey Ucu'na ulaĢtı. Tramvayları ezdi, kamyonları, atları ve at arabalarını ezdi, binaları yerle bir etti. ĠNANILMAZ KURTARIġ ġeker pekmezinin sürüklediği tankın parçalan, Atlantic Meydanı'ndaki tramvay üst geçiĢ yolunun kolonlarını yıktı. Çelik köprünün iskelesi büküldü ve tam tren yaklaĢırken çöktü. Durumu hemen kavrayan vatman inanılmaz bir soğukkanlılıkla motorları tersine çark etti. Tren durdu ve aĢağıda hala kaynayan pekmezden kurtuldu. YAPIġ YAPIġ ÖLÜM O gün en çok ölüm belediye çalıĢanlarının o sırada öğlen yemeklerini yedikleri binada meydana geldi. Pekmez dalgası binaya çarparak tuzla buz etmiĢ, parçalarını 50 metre havaya fırlatmıĢtı. ġEKER PEKMEZĠ ĠNSANLARI YUTUYOR Bu gerçekten de, düzinelerce insanı yutan, kahverengi kütlesi altında yuvarlayıp ezen bir dalgaydı. Düzinelerce insan, bu yapıĢkan maddenin sürüklediği enkaz tarafından ağır yaralanırken, diğerleri de ağır pekmezin altında ezilerek ölmüĢtü. KURTARMA HAREKATI Sonunda, pekmez soğuyup donmaya baĢladı. Dalga yavaĢla127 yıp durdu. Ġlk kurtarma grubu geldi: Nantucket adlı sahil koruma gemisinin denizcileri. Kurtulanları çekip çıkarmaya baĢladılar. Hemen arkalarından maviler içinde yerel polis, onlardan sonra da yakınlardaki askeri üsten askerler geldi. Sonra beyaz üniformaları içindeki Kızıl Haç görevlileri ulaĢtı, ama kısa süre sonra herkes diğerinden ayırt edilemez olmuĢ, hepsi aynı kahverengi yapıĢkan maddeye bulanmıĢtı. TEMĠZLĠK KOMEDĠSĠ Sonuç 21 ölü ve 150 yaralıydı. Temizlik ekibi denizden hortumlarla su pompaladı. Ama pekmez tuzlu suyla karıĢmadı ve kısa sürede tüm alan kahverengi bir köpüğün içine gömüldü. Boston'un bildik pis gri rengine kavuĢması aylar aldı. Nasıl olup da pekmez gibi zararsız ve tatlı bir Ģey böylesi bir yıkıma neden olmuĢtu? 128 WAGNER'Ġ BU KADAR BÜYÜK YAPAN NEYDĠ? Aslında, her Ģeyi. Operaları. Etkisi. Günahları. Egosu. Wagner'in operaları her açıdan büyüktür. Bilirsiniz; saçları örgülü devasa sarıĢın bir bayan göğüs zırhı giyip miğfer takmıĢtır ve komĢu kasabada ses bombası etkisi yapabilecek Ģekilde do notasını bas bas bağırır. TARZI Richard Wagner müziğinin, büyük, gürültülü ve uzun olmasını istemiĢti. Sesler yüz enstrümanlık orkestrayı bastırabilmeli, üç ya da dört saat sonra boğuklaĢmamalı, yetersiz ciğerlerden gelmemeliydi. Wagner'in operalarında müzik sonsuz bir ezgi ırmağında akar; ayrı müzikal parçalar, alkıĢlar için duraklamalar yoktur, sadece sürekli "müzikal dram" vardır. ESERLERĠ


Wagner operalarını epik öyküler üzerine kurdu. En büyük ÇalıĢması Der Ring Des Nibelungen'i 1874'de bitirdi. Bu dört operalık bir seriydi ve üç tanesi dörder saat sürüyordu. (ĠĢte size bir ipucu: Sakın tuvalete gitmeden bir Wagner operasını seyretmeye oturmayın.) 129 ġOVMENLĠĞĠ Bugünlerde özel efektlere kabarık bir bütçe ayıran her Holly. wood yönetmeni, size deniz altında Ģarkı söyleyen denizkızları, kanatlı atlara binen savaĢçı kadınlar veya bir adamın büyülü miğferi sayesinden gözlerinizin önünde istediğiniz hayvana dönüĢmesini gösterebilir. Wagner tüm bunları ve hatta fazlasını alıp Der Ring Des Nibelungen'e koymuĢ ve bunun sahnede, canlı ve gerçekçi görünmesini beklemiĢtir. Pratik bir adammıĢ değil mi? SAVURGANLIĞI Hikayesi mi? Anlatacak fazla bir Ģey yok. Tanrılar, insanlar, birkaç dev, cüceler ve ateĢ saçan ejderhalar arasında korkunç bir güç savaĢı; bunların hepsi takana dünyayı yönetecek gücü veren büyülü bir yüzüğü elde etmek için entrikalar çevirirler. Bu size Lord of the Rings'i (Yüzüklerin Efendisi) hatırlatıyorsa, bunun nedeni iki eserin de aynı Eski Ġskandinav efsanelerine dayanmasıdır. Wagner kült yandaĢları da dahil, çağının J.R.R. Tolki-eni'ydi. KEYFĠNE DÜġKÜNLÜĞÜ Wagner soylu temalar üzerine yazmıĢ olabilir ama gerçek hayatta çok bencil bir insandı. Sizden bir beklentisi varsa yüzünüze güler ve odadan ayrıldığınızla da arkadaĢlarınıza sizin hakkınızda lanet okurdu. Kirasını ödemeye yetecek parası yokken arkadaĢlarından büyük miktarlarda borç alır, sonra parayı Ģık ipek kıyafetlere saçardı. Yüklü faturaları birikince Ģehirden ayrılır, hapse atılmamak için baĢka ülkeye kaçardı. Sonra aynısını gittiği ülkede de yapardı. KARISI Ondan çok çeken karısı Minna uzun açlık ve itibarsız yılları 130 boyunca ona destek oldu. Ödülü ise kocasının baĢka kadınlarla bitmek tükenmek bilmeyen maceralarıydı. Sonunda para akmaya baĢladığında Wagner Minna'yı terk edip Franz Lizst'in kızı ve en iyi arkadaĢlarından birinin karısı olan Cosima von Bü-lovv'la kaçtı. Minna'nın ölümünden sonra onunla evlendi. BÜYÜK FIRSAT II. Ludvvig 1864'te 18 yaĢında Bavaria kralı oldu. Olağanüstü zengin ve biraz çılgın olan Ludwig, Wagner'in müziğinin hayranıydı. Artık 50'lerine varan Wagner diller dökerek Ludvvig'i borçlarını ödemeye ve Almanya'nın Bayreuth kentinde operalarını sahneleyeceği yeni bir tiyatronun inĢası için sponsor olmasına ikna etti. Ludvvig'in himayesi sayesinde Wagner hayatının kalanını rahat geçirdi. Kim demiĢ iyiler geç ölür diye? Çünkü bu vakada onlar haklı çıktılar. 131 I HĠJYEN TARĠHĠNĠN KĠRLĠ SIRLARI BÖLÜM I: TUVALETTEKĠ ADAM Yüzyıllar boyu insanlar hayattaki en hassas sorunlardan birine farklı çözümler bulmaya çalıĢtılar -insan dıĢkısının yok edilmesi. Çoğu tarih kitabında bulamayacağınız gerçekleri gün yüzüne çıkardık. Antik bir Mısır evi kazılırken arkeologlar oturulmaya müsait bir klozet buldular. KireçtaĢından yapılan klozet sıcak Mısır havasında serinlik de veriyordu. Konforlu görünüyor -daha fazlasını öğrenmek istedik. "YENĠ BĠġEY VAR MI MAXĠMUS?" Romalılar için tuvalete gitmek sosyal bir törendi ve geleneklerini Ġmparatorluklarının uzak köĢelerine kadar yaymıĢlardı. Örneğin Kuzey Afrika'da antik Roma tarzında, 25 oturağın odanın üç yanına yerleĢtirildiği geniĢ bir apteshane yapılmıĢtı. Mahremiyet yoktu: her oturağı bir yunus oyması ayırıyordu. BU ARADA, ROMA'DA Halka açık tuvaletleri kullandıktan sonra Roma vatandaĢları içinde tuzlu su ve bir ucu süngerli bir sopa olan kovayı aranırlardı. Alt tarafını süngerle ovalayan, kovayı sıradakine uzatırdı. 132


I SEZAR'IN HAKKI Halk tuvaletleri idrarı toplatan Ġmparator Vespasian için bir gelir kaynağıydı; amonyak kumaĢ boyası yapımında kullanılıyordu. BENĠ NEHRE GÖTÜRÜN Sıhhi tesisatçılık mesleğini Romalılar geliĢtirdiler ve sonunda kendi kanalizasyon sistemlerini inĢa ettiler. Forum'u Tiber Nehrine bağlayan Cloaca Maxima (büyük lağım) 2500 yıl sonra bugün hala kullanılıyor. ÇÖKÜġTEN SONRA Roma'nın gerilemesi ve çöküĢünden bin yıl sonra Avrupa sağlık açısından felaket durumdaydı. Ev içindeki tek sıhhi tesisat, yatak odası lazımlıkları ve yatakların altında ya da inĢallah odanın köĢesinde tutulan taĢınır kaplardı. Ġnsan dıĢkıları lazımlıklardan doğrudan sokağa ya da nehirlere dökülürdü. Hastalıklar dıĢkılar aracılığıyla yayılıyordu. GÖTÜR ġU BOKU! Kral bile durumu fark ettiğine göre durum hakikatten kötüydü. Ġngiltere kralı II. Richard 1388'de dıĢkıların arklara, nehirlere veya her türden suya dökülmesini yasakladığını ilan etmiĢti. Yasağa uymayanlar ya döktüklerini temizleyecekler ya da 20 sterlin ceza ödeyeceklerdi. Uygulama devam etti. 1500'lerde Kral VIII. Henry Cambridge'e yaptığı bir yolculuğu anlatırken hem ana yolların, hem de ara sokakların kenarlarının büyük pislik kümeleriyle dolu olduğunu anlatır. Londra'da halk tuvaletleri içme suyunun da sağlandığı Thames Nehrinin üzerine inĢa edilmiĢti. FRANSA'DA "BAġLAR YUKARDA!" Ġngilizlerin tuvalet için kullandıkları argo sözcük 'loo' 133 Ortaçağdaki Fransız geleneğinden kaynaklanır. Fransızlar lazımlıklarını dökerken gayet düĢünceli davranıp, geçenlere 'Suya dikkat!' anlamında "Gardez l'eau" diye bağırırlardı. NEDEN KĠMSE KALE HENDEĞĠNDE YÜZMEZ? Kalelerin, kale duvarlarının dıĢına çıkıntı yapacak Ģekilde inĢa edilmiĢ gerçekten mahremiyeti olan tuvaletleri vardı. Daha sofistike türleri taĢ kanallar veya yeraltı çukurlarına akardı. Ġlkel türlerin sadece bir deliği vardı ve dıĢkılar doğrudan aĢağıdaki hendek ya da nehre düĢerdi. Daha da lüks olan Ģehir evlerinin ise sokağın üstünde asılı özel bölmeleri olurdu. BANA GÜLDÜLER Ġlk sifonlu tuvaleti 1596'da Sör John Harington icat etti. Ha-rington Kraliçe I. Elizabeth'in vaftiz oğluydu ve icadını kiĢisel kullanımı için kraliçeye sundu. Alet alayla karĢılandı ve hiçbir zaman tutmadı. Ġlk sifonlu tuvalet patentini Londralı Alexander Cummings almıĢtır. Ama çoğu insan lazımlık kullanmaya devam etmiĢtir. ZENGĠN VE ÜNLÜLERĠN LAZIMLIKLARI VII. Henry'nin oda tuvaleti "yakın tabure" adı verilen kraliyet lazımlığının oturtulduğu bir sandalyeydi. Siyah kadifeyle kaplanarak yumuĢaklık verilmiĢ, Ģeritler ve saçaklarla süslüydü ve bunların hepsi 2000 yaldızlı çiviyle sabitlenmiĢti. Kızı I. Eli-zabeth ise kırmızı kadifeyi tercih ediyordu ve seyahatlerinde yanında götürdüğü bir de taĢınabilir tuvaleti vardı. ÇILGIN VĠCTORIANLAR Bazı Victoria dönemi lazımlıklarında, iskemledeki gizli bir çekmece açılınca müzik çalardı. Bazılarının ise ortasına çizilmiĢ Napolyon ya da Benjamin Franklin gibi siyasi bir Ģahsiyetin 134 portresi olurdu, böylece onların hakkında ne düĢündüğünüzü yüzlerine söyleyebilirdiniz. Popüler modellerden birinde tek bir göz vardı ve üzerinde "Beni iyi kullan, temiz tut ki ben de gördüklerimi kimseye söylemeyeyim" yazıyordu. AMERĠKAN SAHNESĠ Thomas Jefferson'un birçok icadından biri de ev içi tuvaletti. Hizmetçileri BaĢkan Jefferson'un lazımlığını üstünde delik olan tahta bir kutu Ģeklindeki oturağından bir makara sistemi kullanarak alırdı.


ġair Henry Wadsworth Longfellow sifonlu tuvalete sahip ilk Amerikalı olabilir. Tuvaleti 1840'da taktırmıĢ ve misafirlerine gururla göstermiĢtir. THOMAS CRAPPER Thomas Crapper 1872'de yeni bir tür sifonlu tuvalet geliĢtirdi. Bu baĢarısının sonucu olarak Kraliçe Victoria'nın oğlu Gal-ler Prensi Edvvard'm sıhhi tesisatçısı oldu. Bu arada, baĢka bir modern gereklilik olan tuvalet kağıdı ancak 1857'de icat edildi. 135 MERAKLI PARKER* Meraklı Parker bir on altıncı yüzyıl Canterbury baĢpiskoposuydu. 1504 yılında VII. Henry hala sıkı Katolik olan Ġngiltere'nin kralıydı. Yün ve pamuklu kumaĢları "calender" adı verilen bir aletle yumuĢatan William Parker da o sırada baba olmak üzereydi. Çocuk, babasınınkinden çok daha dikkat çekici, bazılarının deyiĢiyle daha göz kamaĢtırıcı bir mesleğe sahip olacaktı. ĠġTE HUZURLARINIZDA MERAKLI! Matthew Parker olağanüstü parlak bir delikanlı oldu. Uzun ince bir yüzü ve ona uygun uzun bir burnu vardı. Bilin bakalım ona okulda ne derlerdi? Cambridge'deki St. Mary Hostel'inde ve ardından da ünlü Corpus Christi College'de lakabı Meraklı'ydı. Hayatının geri kalanında da Meraklı Parker olarak anıldı ve bu öldükten sonra bile bitmedi. Ne zaman birine "Seni Meraklı Parker" diye bağırılsa Matthevv'yu anmıĢ oluruz. VIII. HENRY HAKKINDA Meraklı, altı hükümdarın iktidarı boyunca yaĢadı: VII. Henry, VIII. Henry, 16 yaĢında 16 günlük bir hükümranlığı olan Leydi Jane Grey, Mary Tudor ve Elizabeth. Ama Ģimdi biz kendi konumuza dönelim. *Nosy Parker, 'meraklı Melahat' gibi bir deyimdir- ç.n. 136 Meraklı 1527'de vaiz olarak, 1537'de ise, kısa süre sonra baĢsız kalacak olan VIII. Henry'nin altı karısının ikincisi olan, bahtsız Anne Boleyn tarafından, papaz olarak atandı. Anne Bo-leyn öldürüldükten sonra Meraklı mezun olduğu Corpus Christi ! College'in baĢına geçti. Meraklı Cambridge'i sevdi, VIII. Henry Ġngiltere'yi Papa'dan ve Katolik Kilisesi'nden koparmak, güç odaklan olarak gördüğü eski üniversiteleri bölmek ve ganimetlerine el koymak istediğinde, Cambridge'i deli gibi savundu. ÖNCE MARY, SONRA ELĠZABETH Kokteyle de adını veren Kanlı Mary 1553'de kızgın ve saldırgan bir Katolik kraliçe olduğunda Meraklı için zor günler baĢladı. Mary, Katolik olmadığı için Meraklı'nın ayrıcalıklarını elinden aldı. ĠĢkence edilmek üzere Kule'ye atılmak istemeyen Meraklı, akıllıca davranıp Mary'nin beĢ yıllık hükümranlığı süresince gizlendi. Ama Mary'nin yerine Virginia eyaletine adını veren, (votka ve domates suyuyla yapılan bir içki adı olmaktan iyidir) Bakire Kraliçe (Virgin, bakire demektirç.n.) geçince iĢler değiĢti. Bakire Kraliçe Protestanlığı ve istikrarı getirdi. Bizim Meraklı hemen saklandığı delikten çıktı ve Elizabeth ondan Cantenbury BaĢpiskoposu olmasını istedi. ADINA LAYIK BĠR HAYAT ĠĢte bundan sonradır ki ismi gibi huyu da meraklı oldu. Elizabeth ondan, zevk düĢmanı Protestan Püritenler ve duygusal ve tehlikeli Katolikler arasında bir orta yol bulacak Anglikan bir grup kurmasını istedi. Zor iĢ. Ajanları, iğrenç buldukları Püriten pratiklerini izlemeye aldılar. Meraklının bir tür Tudor (Ġngiliz kraliyet ailesi-ç.n.) anti-Püriten düĢünce polisi Ģefi olduğu söylenebilir. Güç Meraklı'yi dejenere etti. 137 Söylemeye gerek yok pek sevilen biri değildi. 1575'deki ölümünden 73 yıl sonra, hakimiyeti ele almaya baĢlayan Oliver CromvveH'in önderliğindeki Püritenler zavallı Meraklı'nın Lam-beth Palace'daki Ģapelde yer alan mezarını kazdılar ve onu bir gübre yığınının altına gömdüler. Sanırız bunu, cennetten aĢağı merakla bakıyorsa ya da öte dünyadan sinsice izliyorsa, hakkında ne düĢündüklerini görsün diye yaptılar.


MERAKLI HALA ARAMIZDA Meraklı Parker bize, insanlara kendi iĢleriyle uğraĢmalarını söylememizi kolaylaĢtıran bir deyimden baĢka Ģeyler de bıraktı. Çok sevdiği Cambridge'de varlığını hala sürdüren bir miras bıraktı. Mezun olduğu okula katkıları ve yaptırdığı Üniversite Sokağı dıĢında, Ģehir içindeki geniĢ park da hala Parker'in Yeri olarak anılıyor. 138 BUNLARI BĠLĠYOR MUYDUNUZ? Gelin banyomuza bir göz atalım. Bakalım oradaki ıvır-zıvı-rın ismi nereden geliyor? En uygun bulduğunuz cevabı seçin, sonra da yan sayfadaki cevaplarla karĢılaĢtırın. 1. ASPĠRĠN a. Nefes almayı rahatlatmak veya "aspirasyon"dan, b. Latince adı "spirea" olan söğüt ağacından, c. Ġlacın mucidinin adına, ilk kutusunda yazan A.S. Pirin'den. 2. LAKSATĠF a. Eski markası olan "reLAX AcTIVE"den, b. Lüksembourg'dan gelen bir hintyağı olan "Lüksatif'ten, c. Latince "Laxus"dan. 3. IBUPROFEN a. Kimyasal ismi olan "izobütilfenilproponik asif'ten, b. Almanya'daki Uluslararası Bale Topluluğu için üretilmiĢtir ismini onlardan alır: "IBU-proven" c. Ġsveççe'deki "kar amacı güdülmemiĢtir" anlamındaki "ibu profen"den, çünkü mucidi patentinden vazgeçmiĢtir. 4. ġAMPUAN a. Köpek yıkamakta kullanılan bir sabunun anlamsız marka adından, 139 b. Hintçe'de "masaj yapmak" anlamına gelen "champo" kelimesinden, c. Fransızca'da "su ülkesi" anlamına gelen "champ eau"dan. 5. KOLONYA a. Ġlk örneğinin üretildiği Colongus türü orkide çiçeklerinden, b. Ġtalyanca "buket" anlamına gelen "cologna" kelimesinin çoğulundan, c. Ġcat edildiği Alman kenti Cologne'dan. 1- b. Aspirin (asetilsalisilik asit) eski bir ilacın tekrar yapımıdır. 1893'de babasının romatizma ağrılarını geçirmeye çalıĢan bir Alman kimyager tarafından yeniden keĢfedilmiĢtir. Dus-seldorf Bay er'deki (evet, Bay er) kimyagerler karlı bir Ģey gördüklerinde tanırlardı, asetilden "a"yı, "spirea'dan "spir" i aldılar bunlara bir de "in" eklediler. 1921'de bir mahkeme kararıyla tescilli marka statüsünü kaybetti. 2-c. Latince'den geliyor, bu kadar basit. 3-a. Ġbuprofen adı kimyasal isminin kısaltmasıdır. 4-b. 1870'lerde Hint modası, sanatı ve deyimleri çok modaydı bu yüzden de Ġngiliz kuaförler bu kelimeyi dağarcıklarına katmıĢtır. 5-c. Almanya'nın Cologne kentinde yaĢayan Ġtalyan bir berber olan Jean- Baptiste Farina limon ruhu, portakal kokusu ve bergamot yağı kullanarak bir karıĢım icat etmiĢtir. Ġlk adı "Cologne suyu" anlamındaki "eau de Cologne" daha sonra kısaca "Cologne" dan. 140 UZUN YAYLAR: KOLAY Ġġ DEĞĠL Doğru kullanılan bir uzun yay hala etkili bir silahtır. ĠMPARATORLUĞUN ġAFAĞI Yayın kullanıldığı on üçüncü ve on altıncı yüzyıllar arasındaki dönemde, yay sadece bir silah değil, her ciddi cephaneliğin en önemli parçası, silahın ta kendisiydi. Avrupa ülkelerinin, özellikle de Fransa'nın hayretle açılmıĢ gözleri önünde Ġngiltere'yi Avrupa'nın süper gücü yapmıĢtı. Hem de bir dakikadan az sürede. HEM UZUNU HEM DE KISASI ġimdi, gelin biz önce uzun yaya bir bakalım. Tarihçiler uzun yayın orijinal uzunluğu hakkında bir karara varmıĢ değiller ama genel olarak 1,5 metreden kısa olmadığı konusunda hem fikirler. Ġdeali, yayın onu kullanan kiĢi boyunda ya da


ondan birazcık uzun olması ve esnekliğiyle bilinen porsuk ağacından yapılmasıydı. KULLANMAK HER BABAYĠĞĠDĠN HARCI DEĞĠL Uzun yay kullanması zor bir silahtı. Bir uzun yayı çekmek için kullanılması gereken güç 36 ile 55 kilogram arasıdır; bu da ciddi bir aerobik egzersizi demektir ki eminim Ġngiliz okçulan bunu gayet iyi bilir. On dördüncü yüzyıla dönersek bu iĢte iyi olmayanlar adamdan sayılmazdı. 141 KALÇAYA BAĞLANIRDI Bir uzun yay okçusu olmak için bütün varlığınızı bu iĢe ada-malıydınız, gerçekten. Uzun yay okçularının iskeletleri yayın kullanımına bağlı olarak deformasyona uğrardı: Omurgaları yayı çeken kolun tarafına eğilir, kol kemikleri sertleĢir ve parmak kemikleri yayı germekten kalınlaĢırdı. Bu sadece bir silah değil, bir yaĢam biçimiydi. UZUN YAY Ġġ BAġINDA? îĢin iyi yanı, tüm bu zorlu çalıĢmaların uzun vadede karĢılığını vermesiydi. Tecrübeli bir uzun yay okçusu 183 metre uzaklıktaki bir nesneyi öldürücü bir güçle vurabilirdi. Dakikada altı ile on defa arasında atıĢ yapılabilirdi, on dokuzuncu yüzyıla kadar bununla rekabet edebilecek bir silah yoktu. Bir uzun yayın oku, bir Ģövalyenin zırhını delmekle kalmaz Ģövalyeyi -kürdana geçirilmiĢ yengeç gibi- delip geçerdi. Birkaç bin kiĢilik uzun yay okçusunu toplayın, onlarla aynı veya daha fazla sayıda zırhlı Ģövalyeyi hedef gösterin, sonuç ne olacaktır biliyor musunuz dostlar? Katliam. 80 YILLIK DERS... Fransızların Yüzyıl SavaĢlarını belirleyen üç önemli muharebede öğrendiği, daha doğrusu öğrenmediği Ģey buydu: 1. Crecy Muharebesi Bunların ilki 1346'daki Crecy Muharebesidir. Ġngilizler 10 bin okçu ve 4.000 askerle geldiler. Fransızların da 12 bin askeri ve onları destekleyen süvarileri vardı. Fransızlar sürekli Ġngiliz birliklerinin ortasına atları ve Ģövalyeleriyle dalmaya çalıĢtılar; iĢin kötüsü Ġngiliz okçuları iki yana yerleĢmiĢti ve gelenleri avlıyordu. Tam bir kıyım oldu. Fransızlar 1.500 Ģövalyelerini yitirdiler ve Kral VI. Philip yaralandı. Ders: Uzun yaylara dikkat et yoksa seni fena yaparlar. 142 2. Poitier Muharebesi Bundan yirmi yıl sonra Poitier Muharebesi oldu. Fransızlar kalabalıktı ama Ġngilizlerin okçuları vardı ve çalılık ve bataklık arazi onlardan yanaydı; yarım akıllı Fransızlar ağır zırhlarıyla at ..üstünde hantalca saldırdığında uzun yay okçuları onları topal koyun peĢindeki kurtlar gibi avladılar. Bu kez Fransız kralı yaralanmadı, sadece esir alındı. Acaba baĢlarına gelenlerden ders almayı hiç becerebilecekler mi? 3. Agincourt Muharebesi Ġngiliz okçularının üstünlüğü ve Fransızların onlarla baĢa çıkmaktaki inanılmaz beceriksizliklerinin üzerinden altmıĢ yıl ya da daha uzun süre geçti, geldik 25 Ekim 1415'deki Agincourt Muharebesine. Ġngiliz Kralı V. Henry 5.000 hasta ve yaralı adamını Ġngiltere'ye geri götürmeye çalıĢıyordu. Bu sırada 30 bin kiĢilik taptaze ve savaĢmaya hevesli Fransız'ın ortasına daldılar. V. Henry ve bitkin durumdaki adamları belanın ortasına düĢmüĢtü, büyük bir yenilgiye yaĢayacaktı ya da yaĢamalıydı-eğer Fransızlar mekan olarak Agincourt'u seçerek büyük bir taktik hata yapmasalardı. a. Durum Muharebe alanı iki koruluğun arasındaki oldukça dar bir koridordu; Fransızların Ġngilizlere ulaĢmak için ordularını dar bir boğazdan geçirmeleri gerekiyordu. Böylece manevra yapamaz hale gelerek, askerlerinin sayıca üstün olması avantajını yitirdiler, ayrıca süvarilerin çok sayıdaki ağır zırhlı adamlarının için-deri*güçlükle geçmesi gerekti. b. Katliam Fransızlar Agincourt'a girdiler ve binlercesi 5.000 Ġngiliz okçunun attığı otlarla iğnedenliğe çevrilerek öldü. Ġngilizlerin kayıpları Shakespeare'in V. Henry'de söz ettiği kadar az olmasa


143 da (ki onda ölü sayısı asilzadeler hesaba katılmaksızın 25 olarak belirtilir), yine de inanılmaz derecede azdı. Fransızların 1.500'ü zırhlı Ģövalye, en az 6.000 kiĢilik kaybına karĢılık 500 kiĢi. Bu kadar az kayıp vermelerinin nedeni, tabii ki, uzun yay okçularıydı; V. Henry, zırhlı birliklerine savaĢ emri verdiğinde Fransızlar çoktan kaos içinde yenilmekteydi. UZUN YAYLARIN SON OKLARI Uzun yayların kullanımdan kalkması on altıncı yüzyılın sonlarında, modası geçtiğinden değil -1500'lerin sonlarında hala ona rakip silah yoktu- okçuluğu meslek olarak seçenlerin çok azalmasından kaynaklandı. Uzun yaylar bizi baĢarısızlığa uğratmadı, biz onları baĢarısızlığa uğrattık. Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! DüĢüncemizin katlanması mı güzel, Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, Yoksa diretip bela denizlerine karĢı... (Hamlet, Sabahattin Eyuboğlu çevirisi, Remzi Kitabevi, 1974- ç.n.) 144 1844'DE ATLANTĠK ÜZERĠNDE BĠR UÇUġ MU? YOK YA! Sıcak havanın ĢaĢırtıcı gücünü ispatlayan olağanüstü bir hikaye. 13 Nisan 1844'de New York Sun gazetesi ilk balonun Atlantik'i geçtiğini duyurdu. Anlatılana göre Monck Mason adındaki bir adam ve mürettebatı Ġngiliz Kanalı'nı geçmek istemiĢ ama güçlü bir rüzgara yakalanınca kendilerini Güney Carolina'da bulmuĢlardı. Hikayede bu öncü balon, safra kullanımı üzerine bir tartıĢma ve hatta kullanılan gaz miktarı gibi ince ayrıntılarıyla anlatılıyordu. GÜNEġ SICAKTI Balon hikayesi çıktığında Edgar Alan Poe adında bir yazar bir Sun almak için deli oldu ama kalabalık o kadar yoğundu ki gazetenin basıldığı binaya yaklaĢamadı bile. Ġnsanlar gazetenin bir nüshasını almak için inanılmaz fiyatlar ödüyorlardı ve dalavereci gazete bayileri müthiĢ karlar elde etmiĢlerdi. ġanssız Bay Poe alacak tek bir gazete bile bulamadı. BALON PATLIYOR 15 Nisan'da Sun tüm hikayenin atmasyon olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Aslında, 1919'a kadar transatlantik balon se145 yahati gerçekleĢmeyecekti. Bununla birlikte, Sun'ın hikayesinde oldukça fazla doğru ayrıntı vardı. Monck Mason adında bir adam ve mürettebatı hikayede anlatıldığı gibi 1837'de Ġngiliz Kanalı'nı geçmiĢti. Daha da ĢaĢırtıcı olanı, nihayet baĢarıldığında, Atlantik'i geçiĢ süresi tam Sun'ın açıkladığı kadar oldu: bir kıyıdan diğerine yetmiĢ beĢ saat! KĠM YAPTI? Atmasyon haberin yazarı, Sun gibi gazetelerin bu tür haberleri ilk yayınlayan olmak isteyeceğini biliyordu. Olayları doğrulamak için telefon ya da telgraf olmadığından, gazete önce haberi basar, doğruluğundan sonra Ģüphe ederdi. Ayrıca yazar, bilim ve hikaye yazımı hakkında çok Ģey bilen biriydi. Bu yazar Edgar Alan Poe'ydu. ĠYĠ AMA NEDEN? Poe'nun o sıradaki tüm serveti 5 dolardan azdı. (1844'de bile çok az miktarda bir paraydı bu.) Ailesiyle beraber New York'a taĢınmıĢlardı ve Poe'nun bakması gereken hasta bir karısı ve mali desteğe ihtiyacı olan bir annesi vardı. Yazarın "eski ve böcek dolu" diye tarif ettiği kiralık odalarda kalıyorlardı. Bariz ihtiyaçlarının dıĢında, Poe edebi Ģakalardan hoĢlanıyordu. Bir astronomun, ayda yaĢayan (kürklü ve yarasa kanatlı) insan benzeri yaratıkları görebildiği yeni bir teleskop icat ettiğiyle ilgili asparagastan çok etkilenmiĢti. YĠNE O "Balon asparagası" Poe'nun tek Ģakası olarak kalmadı. 1845'de yayınladığı "Bay Valdemar Davasının Gerçekleri" adlı makalesiyle, birçok okuru, hipnotizmanın insanların ölülerle iletiĢim kurmasını sağladığına inandırdı. Poe ölmeden gömülen insanlar ve duvarların arasına kapatılan soylular gibi hikayeleriy146 le ünlendi ama o sadece okurlarının sevdiği Ģeyleri yazıyordu. Edgar genellikle tasvir edildiği gibi karanlık biri değildi. Gülmekten hoĢlanırdı -özellikle de baĢkalarına. 147


BU, ĠLERLEMENĠN KOKUSU MU? Konu," Ölüme neden olmayan silah geliĢtirilmesi" olarak adlandırılıyor ama siz, ABD ordusunun Ġkinci Dünya SavaĢı'ndan beri ciddi bir bomba araĢtırması içinde olduğunu söyleyebilirsiniz. ĠĢte size yirmi birinci yüzyıl için koku bombası yapma uğraĢının pis kokan hikayesi. Yurtsever savaĢ Ģarkıları ve filmler bir yana, gerçek savaĢ kan, bağırsaklar ve ölümün çeĢitli iğrenç biçimleriyle pis bir iĢtir. Bu yüzden askeriyenin düĢmanı öldürmek yerine silahsızlandıran silahlar araması iyi bir haber olabilir- yine de burnunuzu tıkasanız iyi olur. ÖLÜNESĠ KOKULAR On yıllardır ABD ordusu ölümcül olmayan silahlarla ilgili araĢtırmalar yapıyor. DüĢmanı mide bulantısı yüzünden savaĢa-mayacak hale sokan ses bombaları, zemini araç kullanımına izin vermeyecek kadar kayganlaĢtıran veya tank camlarını görüĢü engelleyecek Ģekilde karartan çeĢitli caydırıcı spreyler denediler. Bu tuhaf ötesi silahların bazıları burnumuzu hedef alıyor. BirleĢik Öldürücü Olmayan Silahlar Kurulu'nun Kokulu Maddeler Projesi, yirmi birinci yüzyılın koku bombasını imal etmek için canla baĢla çalıĢıyor. KOKUġMUġ BĠR FĠKĠR Çürüyen bir ceset, kokmuĢ yumurta veya insan dıĢkısı koku148 sunda bir kimyasal madde, silahlar arasında yerini almaya hazırlanıyor. Açık bir kanalizasyonun yanında vakit geçirmek ister miydiniz? Kimyasal pis kokular, özellikle de Fransız DireniĢi tarafından tasarlanan Who Me adlı madde Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında ordu tarafından denendi. Who Me cebe sığacak bir kaba doldurulabilen, kokmuĢ eti hatırlatan, sülfürlü bir karıĢımdı. Who Me'yi taĢımaktaki amaç Paris'i iĢgal eden Alman subaylarına rastlandığında üstlerine sprey sıkarak onları koku geçene kadar (ki bu dikkatli bir temizliğe rağmen günler, hatta haftalar sürüyordu) görev yapamaz hale getirmekti. KOKU BOMBASI Yine de, Who Me iĢgal altındaki Paris'e çok yararlı olmadı, çünkü üstüne sıkılan kiĢi kadar kokuyu sıkanı da zengin kokusundan mahrum bırakmıyordu. Ama ABD ordusu Who Me ile etkisini iki katına çıkarmak için deneyler yapacak kadar ilgilendi. ABD Japon askerlerinin berbat bir ter kokusu yaymalarına neden olacak kimyasal bir karıĢım üzerinde de araĢtırmalar yaptı ama maddenin tatbikiyle ilgili benzer sorunlarla karĢılaĢtılar. TEST! Son dünya savaĢında ABD ordusu çeĢitli koku bombalarını denedi ama kullanımları pratik olmadığı için vazgeçti. Örneğin 1970'lerde, ordu tavuk yumurtalarının içini boĢaltıp içlerini pis kokulu kimyasallarla doldurmayı ve etkisini anlamak için askere yazılan adamların üzerine fırlatmayı denedi. (Hizmet her Ģeyin üstünde ve ötesindedir.) Bu proje hiçbir zaman uygun bir zemin bulamadı. Ancak silahlar geliĢip halkın aĢırı güç kullanımı konusundaki eleĢtirileri arttıkça, ordu pis koku araĢtırmalarına geri döndü. 149 DÜġMANI BURUN FARKIYLA YENMEK Hangi kokular düĢmanı silahını atıp cehennemden kaçar gibi kaçmaya ikna edecek kadar iğrençtir? Philadelphia'daki Monell Chemical Senses Centre'den Pam Dalton'ın ABD ordusunun finanse ettiği projesiyle bulmaya çalıĢtığı da bu. Nihayetinde, gübre kokusu bir Amerikan Ģehirlisini kaçırabilir ama gübrelenmiĢ topraklara alıĢık bir Japon köylüsü için aynı etkiyi yaratmaz. DENEMEYE DEVAM GeniĢ kapsamlı testler dünya çapında en etkili maddelerin bizim eski Who Me ve koku/koku giderici maddeler endüstrisinde kullanılan bir kalite kontrol test kokusu. Tuvalet kokusu denilen bu madde, standart olarak koku gidericilerin testinde kullanılıyor. Kokular iğrenç olsa da savaĢa hazır oldukları söylenemez. Bilim insanları pis koku bombalarının yolda olduğunu söyleyebilirler ama henüz nefesinizi tutmanız için bir neden yok. MESMERIZM 150


Ġsmi hipnotizmayla özdeĢleĢtirilmiĢse de aslında o hiç kimseyi hipnotize etmemiĢtir. Peki Franz Anton Mesmer böyle bir onuru elde etmek için ne yapmıĢtır? Franz Mesmer bir tür astrolojik psikoterapist ve Ģifacı karıĢımıydı. Ġmparatorluk Ahlak Polisi'nin (evet, böyle bir örgüt vardı) dikkatini çektiğinde Viyana'da çalıĢıyordu. Birisi, evine kızların girdiğini ve uzun zaman -günlerce, bazen haftalarca!- çıkmadıklarını ihbar etmiĢti. Mesmer, kızların çeĢitli sinirsel sorunlardan muzdarip olduklarını ve tedavi için evde kaldıklarını söylüyordu. Kızlara masaj yapmak da tedaviye dahildi. Hımm. Ünlü olmasını sağlayan olay, birkaç günlük ovalanmanın sonunda iyileĢtiğini söyleyen kör bir kızdı. Ama bu tür Ģeyler, bugün olduğu gibi 1760'larda da Ģüpheyle karĢılanıyordu. Bu yüzden Viyana tıp çevreleri ona karĢı cephe alıp tedavilerini aldatmaca olarak ilan edince, o da soluğu Paris'te aldı. HAYVANĠ ÇEKĠCĠLĠK Mesmer, hastalığın vücuttaki blokajlardan kaynaklandığını iddia ediyordu ve bunu gidermenin yöntemini bilen çok az insandan biri kendisiydi. Tüm kainat, "hayvani manyetizma" olarak adlandırdığı, yıldız ve gezegenlerin hareketleri tarafından kontrol edilen, görünmez bir enerjiyle doluydu. MüĢterilerini "manyetize ederek" ki bu onları ovalamak oluyordu, kötü blokajı kaldırıyor -ve yaĢasın!- hasta iyileĢiyordu. 151 MANYETĠK BĠR KĠġĠLĠK PopülerleĢtikçe, onu görmek isteyenlerin sayısı artıyordu. Yeteri kadar vakti (ya da eli) yoktu, bu yüzden tüm kalabalığı bir kerede manyetize etmeye baĢladı. Bu iĢ için üzerine metal kolların bağlı olduğu tahta bir su haznesi Ģeklinde bir alet de icat etmiĢti. Böylece bir grup insan toplanıp metal kolları tutarak manyetizmalarını suya geçiriyordu. Daha sonra Mesmer suyu bir hortumla seyircilerin kalanının üzerine püskürtüyor ve iyileĢtiklerini söylüyordu. "Ağaçları" bile manyetize ediyordu. Ardından onlara halatlar asıyordu. Hastalar halatlara dokununca mucizevi enerji onlara akıyordu. Mesmer bu enerji akıĢının telepati, göze görünmeyen Ģeyleri görmek ve geleceği görmek gibi psiĢik fenomenleri açıklayabileceği iddiasındaydı. MESMER'ĠN SUYU ISINIYOR On sekizinci yüzyıl Paris'i Mesmer'e iyi geldi. Kral XVI. Louis onun en büyük hayranlarından biriydi- bir süreliğine. Kral Mesmer'e bir Ģartla hayat boyu maaĢ bağladı: Mesmer çalıĢmalarını bilimsel araĢtırmaya açacaktı. Mesmer "teĢekkür ederim ama hayır" dedi. Kral, kral olduğundan, Mesmer'in iddialarını araĢtırmak üzere 1784'te bir kraliyet komisyonu atadı. Komisyon en büyük bilim adamlarını Paris'te bir araya getirdi. Bunlar arasında elektrik uzmanı (ve Amerika'nın Fransa büyük elçisi) Benjamin Franklin; modern kimyanın babası Antoine Lavoisier ve giyotinin mucidi Dr. Joseph Guillotin de vardı. Komisyon Mesmer'in dolandırıcı olduğu sonucuna vardı. Bazı insanlar iyileĢmiĢ görünüyordu ama Mesmer'in bilimsel astrolojisi, ağaçlar, kollar, su tüpleri ve diğer aletlerin bu konudaki katkısıbulunamıyordu. Hayvani manyetizma bir aldatmacadan ibaretti. Mesmer yenildiğini biliyordu. Fransa'yı ve manyetizmacılığı bırakıp Avusturya'ya yerleĢti. O emekliliğin tadını çıkarırken 152 Fransızlar, Mesmer'in eski dostları ve düĢmanları da dahil bir dolu insanı öldürüyorlardı: Kral Louis, Marie Antoinette ve La-voiser giyotinle idam edildi. "PUYSGURĠZE" EDĠLMEK Devrimin baĢladığı 1789'da, Mesmer'in müritlerinden biri olan Marki de Puysgur, Mesmer'in "hayvani manyetizma" yöntemini genç bir delikanlıya uyguluyordu. Marki ĢaĢkınlıkla oğlanın transta olduğunu fark etti: talimat üzerine ayağa kalkıyor, yürüyor, oturuyor ve uyandığında hiçbir Ģey hatırlamıyordu. ĠĢte bu yüzden hipnotizmayı gerçekten keĢfeden Puysgur'dur. Onu hatırlayan hatta adını telaffuz edebilen var mı? "UYKUNUN GELDĠĞĠNĠ HĠSSEDĠYORSUN..." Mesmer'in peĢinden gittikleri iddiasındaki sahne illüzyonistleri hemen bu yeni numarayı gösterilerine katıverdiler. Hayvani manyetizmanın, bunun dıĢında tamamen unutulması ve mesme-rizm ile hipnozun eĢanlamlı hale gelmesi çok


ĢaĢırtıcıdır. Yanına çekici bir kadın yardımcı al ve bugün hala popüler olan sahne hipnozculuğunun seleflerinden biri ol. 153 O BASĠT BĠR FĠRAVUN KIZIYDI ... delifiĢek italyan oğlanların gözlerim kamaĢtırabilir miydi? GENÇ KRALĠÇE VII. Cleopatra MÖ 69'da doğmuĢ ve MÖ 30'da ölmüĢtür. 17 ya da 18 yaĢındayken, o ve küçük erkek kardeĢi XIII. Ptolemy, babalarının ölümü üzerine Mısır tahtının varisi oldular. Geleneğe göre ülkeyi karı koca olarak yöneteceklerdi. Ama hükümranlıklarının daha üçüncü yılında 15 yaĢındaki Ptolemy, kız kardeĢini sürgüne yolladı. Tahtı yeniden ele geçirmeye kararlı olan Cleopatra, Mısır'ın hemen sınırında Suriye'de bir ordu topladı. ĠLK GÖRÜġTE ġEHVET Cleopatra'nın görünüĢüyle ilgili tartıĢmalar hala devam ediyor: Ya kısa ve çirkin ya da sırım gibi ve güzeldi. Her halükarda belli ki çekici ve baĢtan çıkartıcıymıĢ, zekasını da unutmayalım. Julius Caesar ve Roma ordusu Ġskenderiye'yi ele geçirdikten hemen sonra Cleopatra rulo edilmiĢ bir Ģark halısının içinde Ģehre sızdı. Bir kez saraya girince halı açıldı ve bu Ģirin Mısırlı dıĢarı çıktı. Dedikodulara göre birbirlerini gören Cleopatra'yla Caesar daha o gece sevgili oldular. Doğal olarak bu durum kraliçeyi Caeser'ın favorisi yaparken, ordusuyla kaçan erkek kardeĢinin de suyu ısındı. Bunu altı ay süren Ġskenderiye SavaĢı izledi ama kimse Roma birlikleriyle baĢ edemezdi. Ptolemy onlardan kaçmaya çalıĢırken Nil nehrinde boğuldu. MÖ 48 yılıydı ve Cleopatra yirmi bir yaĢındaydı. 154 GEZĠLERĠ Caesar Cleopatra'yı tekrar tahta çıkardı ama bu kez tahtı daha da genç yaĢtaki erkek kardeĢi XIV. Ptolemy ile paylaĢması gerekiyordu. Caesar ve Cleopatra bu arada iki ay kadar Nil'de gemiyle gezdiler. Sonra Caesar Roma'ya ve karısı Calpurnia'ya geri döndü. Ama Cleo'yu özlemiĢ olmalı ki bir yıl sonra onu Roma'da yaĢaması için davet etti. Romalı dostları bu aĢk karĢısında ĢaĢkınlık içindeyken Cleo'nun oğlu Caesarion'u doğurmasıy-la daha da Ģoka girdiler. Her ne hal ise, bundan iki yıl sonra, Caesar Roma Senatosu'nda suikasta kurban gidince Cleopatra Mısır'a giden ilk trene atladı. Tarihçilere göre, ülkesine varır varmaz büyük ihtimalle erkek kardeĢi firavunu zehirledi ve oğlu Caesarion'un tahtı kendisiyle paylaĢmasını sağladı. KENDĠMĠ YENĠDEN DOĞMUġ GĠBĠ HĠSSEDĠYORUM! Caesar'ın yerine üç kiĢiden oluĢan bir Roma komitesi geçmiĢti; Marcus Lepidus, Gaius Octavian ve Marc Antony. Anto-nius güya diplomatik nedenlerle, Cleopatra'yla Anadolu'da Tarsus'ta bir buluĢma ayarladı. Ġçin için Roma'yı tek baĢına yönetmek istiyor ve Cleopatra'nın iĢine yarayacağını umuyordu. Bu buluĢma kraliçeye bir kez daha dramatik giriĢlerinden birini yapma imkanını sağladı. Bu kez nehir yoluyla mor yelkenleri olan altın rengi bir tekneyle süzüldü. (ĠĢleri biraz abartıyor muydu? Neyse okumaya devam edin.) Hizmetçileri su perileri gibi giyinmiĢlerdi ve kendisi de aĢk tanrıçası Venüs kılığındaydı. Altın bir karyolaya uzanmıĢtı ve Cupis kostümleri içindeki oğlan-larca yelpazeleniyordu. Birkaç gün içinde Marcus Antonious ile sevgili olmuĢlardı. Büyülenip her Ģeyi unutan Antonius kıĢı Mısır'da geçirdi. ROMA'YA DÖNÜNCE Ama yönetmesi gereken bir imparatorluk vardı ve sonunda Roma'ya geri döndü. Altı ay sonra Cleopatra kız olana Cleopat155 ra Selene, erkek olana ise Alexander Helios adını verdiği ikizleri doğurdu. Böylece Cleopatra sevgilisini görmeden dört yıl geçirdi. Bu arada Antonius evlenmiĢti. Yeni karısı Octavia Gaius, Octavian'm üvey kız kardeĢiydi -siyasi olarak uygun bir evlilik olmuĢtu ama Antonius'un kalbi hala Mısır kraliçesindeydi. YENĠ BULUġMA MÖ 37'de artık Antonius'un sabrı tükenmiĢti. Romalı karısını terk etti ve kalmak üzere Mısır'a dönüp Cleopatra'yla evlendi. Kısa süre sonra bir çocukları daha oldu, Ptolemy Philadelp-haos adında bir oğlan. Bu arada Antonius'un


kayınbiraderi Oc-tavian arkalarından entrika çeviriyordu. Antonius Kıbrıs, Girit ve Suriye'yi Cleopatra'ya (ne hoĢ bir hediye değil mi? Gerçi paketlemek biraz zor) ve daha önce Büyük Ġskender'e ait olan geniĢ toprakları da çocuklarına verince, Octavian Cleopatra'nın Antonius'u küçük parmağında oynattığına ve Roma için tehdit oluĢturduğuna dair bir delil elde etmiĢ oldu. Roma Mısır'a savaĢ açarak Antonius ve Cleopatra'nın birleĢik güçlerine karĢı savaĢmak üzere bir filo gönderdi. CLEO YAN ÇĠZĠYOR Antonius'un birlikleri Roma Donanması'yla baĢa çıkamazdı. Cleo'nun ise kendine ait 60 gemisi vardı ama askeri olarak kendisinden üstün olunup olunmadığını bilirdi. Bu yüzden MÖ 31'de Actium SavaĢı'nda, Roma Antonius'un birliklerini ezip geçerken o, savaĢ meydanından kaçtı. Antoı ius adamlarını onun peĢinden gitmekte serbest bırakınca daha da zor duruma düĢmüĢtü. Romalılar bunu aĢkın kölesi olduğunun delili olarak kabul ettiler. Antonius suratını asıp derin derin düĢünürken yürekli Cleopatra Roma iĢgaline hazırlandı. CLEO TEKRAR YAN ÇĠZĠYOR Belki Antonius birlikleriyle daha çok ilgilenmiĢ olsaydı, do156 nanması ve süvarileri onu terk etmezlerdi. Piyadeleri Octavian'ın karĢısında baĢarısızlığa uğrayınca, Cleopatra'yı bulmak için Ġskenderiye'ye geri döndü ve Cleopatra'nın ona ihanet ettiğini haykırdı. Korkudan ödü kopan Mısır kraliçesi saklandı ve hizmetkarlarına, Antonius'a kendisinin öldüğünü söylemelerini emretti. HER ġEYĠNĠ KAYBETTĠ Hikayenin nasıl sona erdiğini bilmeseniz bile trajik sonun yaklaĢtığını hissetmiĢ olmalısınız. Tamam, hikayeyi anlatmaya devam ediyoruz. Antonius kendini bıçakladı ama iĢi tam olarak bitiremedi, bu yüzden Cleopatra'nın hala yaĢadığı haberini aldığında kendisini ona götürmelerini istedi. Cleopatra'nın kollarında da öldü. Fazla mı trajik? Sabredin. Cleopatra Octavian'ın kendisini Roma'ya götürüp zincirleyerek sokaklarda dolaĢtırmak istediğini biliyordu. Böyle bir Ģeye izin veremezdi. Bu yüzden bir ziyafet, son bir yemek hazırlattı ve sarayına bir incir sepetinin içinde gizlice çok zehirli bir yılan sokturdu. Octavian onu ölmüĢ halde buldu. KIZGIN FĠRAVUNLARIN SONUNCUSU Cleopatra'nın göz kamaĢtırdığı günler sona ermiĢti. Cleopatra Mısır'ın son firavunu oldu; onun ölümünden sonra Mısır bir Roma eyaleti oldu. Daha bitmedi: Caesarion, Julius Caesar'ın oğlu olduğundan, Octavian tehdit oluĢturmaması için oğlanı öldürttü. Cleopatra'nın hayatta kalan diğer üç çocuğu Octavia tarafından büyütülmek üzere Roma'ya gönderildi. Kızı Cleopatra Selene, Moritanya kralıyla evlendi ve iki çocuk doğurdu. Ama Cleopatra'nın iki oğlu Alexander ve Ptolemy'nin baĢına gelen-Jeri bilmiyoruz. 157 GERÇEK KONT DRAKULA Kont değil bir prensti. Transilvanya'da yaĢamadı sadece orada doğdu. Gecelerini tabutunda geçirmiyordu ama yine de oldukça korkutucu bir adamdı. Ona "Kazıklı Voyvoda" derlerdi çünkü... nasıl desek... insanları kazığa geçirmeyi severdi. Bram Stoker kitabının adını Romence vampir anlamına gelen Wampyr koyacaktı, ama araĢtırmaları sırasında kendini Dra-kula diye adlandıran, Kazıklı Voyvoda denilen bir on beĢinci yüzyıl prensi ile karĢılaĢtı. Ġlk baskısı 1897 yılında yapılan Dra-kula'nın daha sonra sayısız baskısı yapıldı. Ama kitabın dünya çapında tanınması ancak kont hakkındaki ilk filmlerden, özellikle de 1931 tarihli Bela Lugosi filminden sonra oldu. EJDERHALARA KATILIYOR Drakula'nın gerçek ataları Ģimdi Romanya sınırlan içindeki bir bölge olan Wallachia'nın savaĢ lortu prensleriydi. Drakula'nın babası Basarab taht için sıradaydı ama yolunun üstünde birçok akrabası vardı. Basarab bu nedenle Transilvanya valiliği göreviyle yetinmek zorundaydı. 1431'de Ģövalye olarak Kraliyet Ejderler Topluluğuna alındı. Kendine Romence'si Drakul olan Ejder adını yakıĢtırdı. Ġkinci oğlu Vlad bundan birkaç ay sonra doğdu ve ufaklık da ejderin oğlu anlamına gelen Drakula lakabını aldı.


158 i I KÜÇÜK PRENS Vlad durmaksızın entrikaların çevrildiği, iktidar çatıĢmalarının ve savaĢların olduğu bir dünyaya doğmuĢtu. Üç yaĢlarındayken babası Ejder, kuzenlerinden birini öldürdükten sonra Wal-lachia tahtını ele geçirdi. Artık küçük Vlad gerçek bir prens olmuĢtu. Babası minik Drakula ve iki erkek kardeĢini savaĢçı olarak yetiĢtirdi. Oğlanlar, babalarınınki gibi minik zincir zırhlar kuĢanıp Ortaçağ askeri sanatlarını; okçuluk, kılıç ustalığı ve at binmeyi öğrendiler. Vlad büyüyünce beyaz atlı bir prens olabilirdi ama babası, Vlad'ın hayatını tümüyle değiĢtirecek ölümcül bir hata yaptı. O günlerde Osmanlı Türkleri dikkate alınması gereken bir güçtü ve Osmanlı Sultanı Ejder'i çağırdığında atlayıp gitti. Bunun bir ateĢkes durumu olduğunu düĢündüğünden Vlad'ı ve küçük erkek kardeĢini de yanına almıĢtı. Sultan oğlanları rehin aldı ve Ejder'den, zamanın siyasi köpek balıklarından Beyaz ġövalye'ye karĢı kendi yanında yer almasını istedi. SERT TÜRK Oğlanlar bir zindana kapatılmıĢlar, aç bırakılıyor ve her gün kırbaçlanıyorlardı. Ama Vlad'ın Ģeytani bir kiĢiliğe dönüĢmesine neden olan Ģeyler hücrenin dıĢında gerçekleĢiyordu. Zindanın penceresi haftada birkaç kez gerçekleĢen infazların yapıldığı avluya bakıyordu. Genç Drakula, suçlarına göre okla-narak ya da mızraklanarak, kelleleri kesilerek, asılarak, tekerleklerin altında ezilerek ve hatta bazen hayvanlara yedirilerek öldürülen kurbanları izliyordu. Çoğu kazığa çakılıyordu... bu tavukların ĢiĢlenmesine benzer bir iĢlemdi. BEYAZ ġÖVALYE GELĠYOR Çoğu hikayede, Beyaz ġövalye beyaz atının üzerinde gelir ve günü kurtarır. Ama bu gerçek hayat. Bizim Beyaz ġövalyemizin hayatta en çok istediği Ģey Macar kralı olmaktı. Wallachia'yı bir 159 atlama tahtası olarak görüyor ve Ejder'in kendisi için bir engel olduğunu düĢünüyordu. Beyaz ġövalye Vlad'ın babasını, annesini ve ağabeyini öldürdü ve Wallachia tahtını eline geçirdi. Neler olduğunu öğrenen Vlad intikam yemini etti. Sultan onu serbest bırakıp Beyaz ġövalye'yle savaĢması için birlikler verdi. Yıllardan 1448'di ve Vlad 17 yaĢındaydı. SONRADAN GÖRME Vlad bir çocuk için gayet baĢarılı oldu. Arkasına aldığı Türklerle Beyaz ġövalye'nin üzerine yürüdü ve Wallachia tahtına geçti. Ama iĢler bu kadar kolay olmayacaktı. Tahtta sadece iki ay kalabildi. Sekiz yıl sonra, Beyaz ġövalye Türklerin elindeki Sırbistan'ı iĢgal ederken, Vlad nihayet tüm Wallachia'yı kontrolü altına almayı baĢardı. Beyaz ġövalye Türklerle savaĢırken öldürüldü. Ġntikam fırsatını kaçıran Vlad önüne çıkan herkesi yok etmeye baĢladı. GÜZELĠM WALLACHĠA Çoğu köylü olan NVallachia'nın nüfusu 500 bin kadardı. Dra-kula taç giyme töreni sırasında sıkıyönetim ilan etti. Ġlk intikam hareketi Ejder'e karĢı Beyaz ġövalye'nin yanında yer alan asillere yönelikti. Aileleriyle birlikte yüzlercesini Paskalya gününde katedralin önünde topladı. Önce en yaĢlıları kazığa geçirtti, sonra diğerlerini kale inĢa edecekleri yere kadar 80 kilometre yürüttü. Asiller harç karıĢtırıp, kaya ve kereste taĢıyıp, hendek kazdılar. Yüksek sınıflar için zor iĢler yani. EġĠTLĠKÇĠ KAZIKÇI Drakula alt sınıfları da ihmal etmedi. W.allachia'nın fakir ve hastalarını toplayıp onlara Ģatosunda bir ziyafet verdi. Söylemeye gerek yok, bu tabii ki son yemekleriydi. Bazen özel bir neden yokken tüm bir köyü yakıp yıkardı ama sadece kendi halkını öl160 dürmekle kalmadı. Yabancı kodamanlar ve tüccarlan, keĢiĢleri, vaizleri, Türkleri de öldürdü -herkesin öldürülme riski vardı. Seyyahlar Wallachia'nın etrafından dolanmaya baĢladılar. ĠĢte bu sıralarda Türkler onu Kazıklı Voyvoda olarak adlandırdılar. Neredeyse her suçun cezası kazığa çakılmak olabilirdi. Bazen Vlad


sadece sıkıldığı için öldürdü. Ġnsanlara iĢkence etti, sakatladı, astı, yaktı, canlı canlı kaynattı... ama favorisi kazığa çakmaktı. Kazıklı'nın yaklaĢık 100 bin kiĢinin ölümünden sorumlu olduğu sanılıyor. SON... MU? Tüm bu cinayet ve kargaĢa Wallachia'nın baĢkenti Tirga-vist'i dünyanın en emniyetli yeri yaptı. Bunu ispatlamak için Vlad, Ģehir merkezindeki meydana güya susayan gezginlerin su içmesi için altın bir tas koydurdu. Drakula'nın iktidarda olduğu altı yıl içinde o tasın yerinden kıpırdamadığına iddiaya girebilirsiniz. Vlad BükreĢ dıĢında, en eski düĢmanı Türklere karĢı bir çarpıĢmada öldürüldü ama Türkler tarafından mı, yoksa kendi askerlerince mi öldürüldüğü hala muammadır. Türkler kellesini kesip Ġstanbul'a gönderdiler. Böylece "Kazıklı" adını verdikleri adamın kellesini sergileyerek öldüğünü kanıtladılar. Cesedi BükreĢ yakınında bir manastıra gömüldü ama oradan da kayboldu. Arkeologlar 1930'larda Drakula'nın gömülü olması gereken mezarın kapağını açtıklarında boĢ bir çukurla karĢılaĢtılar. DüĢünün artık. 161 HAMĠLTON DAVASI ĠĢte size politikacıların hiç değiĢmediğinin ispatı. Bugün Amerikalılar adi politikacılar ve onların skandalların-dan bıkıp usanmıĢ durumdalar. Amerikan anayasasının taslağını hazırlayanlara benzer liderleri özlüyorlar. Durun, durun o kadar acele etmeyin... BÜYÜK VATANSEVER Alexander Hamilton Amerika'nın en büyük kurucularından biridir. Amerika'nın kuruluĢuna çalıĢkanlığı, kararlılığı ve parlaklığıyla damgasını vuran Hamilton hem fikir, hem de eylem alanında üretken biriydi. Bağımsızlık SavaĢı sırasında George Washington'a yaveri olarak hizmet etti. Anayasanın önde gelen mimarlarından, ilk hazine bakanı ve merkez bankasının kurucusuydu. Ġyi bir özgeçmiĢ değil mi? BÜYÜK VATANSEVER VE ÖTEKĠ KADIN... 1791'de gücünün doruğundaki (ve mutlu bir evliliği olan) Hamilton Maria Reynolds'la karĢılaĢtı. Bu çekici genç kadın, zampara kocasının kendisini terk ettiğini söyleyerek ondan para istedi. Hamilton daha sonraları zavallı kadının hikayesinin kendisine dokunduğunu söyleyecekti. O kadar dokunmuĢtu ki aralarında bir iliĢki baĢladı. Birkaç ay sonra Maria'nın kocası Ha-milton'un kapısına dayandı. (O-oo) 162 ...VE ÖTEKĠ KADININ KOCASI EndiĢelenen Hamilton öfkeli kocanın 'tatmin' yani ölümüne bir düello isteyeceğini sanıyordu. Ama adamın zedelenen kocalık gururu ve çektiği acılara karĢılık 1000 dolar istemesi Hamilton 'u ferahlattı. Hamilton ödemeyi yaptı ve James cömertçe, yeni ödemeler karĢılığında Maria'yla iliĢkisine karıĢmamaya razı oldu. BÜYÜK VATANSEVER VE BĠR ÇĠFT DOLANDIRICI Hamilton her zamankinden daha tutkulu olan Maria'yla iliĢkisini kadının pençesinden kurtulana kadar sürdürdü. Bir karı koca dolandırıcı çiftle karĢı karĢıya olduğunu anlamıĢtı. Bay ve bayan Reynolds'dan kurtulmak için birkaç bin dolar feda etmeye hazırdı. BÜYÜK VATANSEVER HENÜZ KURTULAMAMIġTI Hamilton 1792'de tekrar ziyaret edildi, bu sefer gelenler, aralarında James Monroe'nun da olduğu ABD senatörleriydi. Senatörler Hamilton'a, James Reynolds diye bir dolandırıcıya para ve Hazine Dairesi hakkında gizli bilgiler verdiğine iliĢkin bir dedikodu olduğundan söz ettiler. (James o sıralarda Philadelphia hapishanesindeydi.) Hamilton bu suçlamadan aklandı. Ma-ria'yla iliĢkisini itiraf etti ama gizli bilgiler verdiğini reddetti. Senatörler ona inandılar ve geri çekildiler. Hamilton güç bela kurtulmuĢtu. (Ya da kurtulmuĢ muydu?) BÜYÜK VATANSEVER SĠYASETLE SIRLARIN KARIġTIRILAMAYACAĞINI ÖĞRENĠYOR Birkaç yıl sonra Hamilton Hazine Dairesi'nden ayrılarak özel avukatlık yapmaya baĢladı. Skandalları gizli kalmıĢtı ve ulusal politikada etkili bir kiĢilikti. Hatta 1800 seçimlerinde baĢkanlığa aday olmayı bile düĢünüyordu. Ardından 1797'de bir 163


broĢür bütün Reynolds Meselesi'ni tekrar ortaya döktü. Yüksek mertebelerde yaĢanan seks ve para hikayesi sansasyon yarattı. Hamilton, ofisine gelen senatörlerden biri olan James Mon-roe'nun hikayeyi sızdırdığından Ģüphelendi. Monroe, Hamilton'un baĢkanlık yarıĢındaki rakibi Thomas Jefferson'ın (aslında onun da kölesi Sally Hemings'le ilgili kirli çamaĢırları olabilirdi, ama bu baĢka hikaye) destekçilerindendi. "BEN BĠR SAHTEKAR DEĞĠLĠM" Hamilton her Ģeyi açıklamaya karar verdi. Hemen Maria'yla seks iliĢkisi olduğunu ama Hazine'yle ilgili hiçbir suç iĢlemediğine dair barut gibi bir yazı yazdı. Hamilton herkesin, karısını aldatmıĢ olabileceğini ama sahtekar olmadığını bilmesini istiyordu. Kariyeri sürdü ama zor bela. DüĢmanları iliĢkisi hakkında konuĢmaya devam ettiler ve dostları bundan utandı. Hamil-ton'un baĢkanlık Ģansı kalmamıĢtı. 1800'de Thomas Jefferson seçimi kazandı. PEKĠ YA BETSY? Hamilton'un çilekeĢ karısı Betsy'nin, kocasının ortaya saçılan skandahna tepkisinin ne olduğu bilinmiyor. Hamilton'un ünlü 1804 düellosunda Aaron Burr tarafından öldürülmesinden sonra kocasının bütün yazıĢmalarını yaktı. Bu arada, Maria Rey-nolds'un daha sonra Aaron Burr'la da iliĢkisi olacaktı. 164 DREYFUS DAVASI, YOK, BU SEFERKĠ BĠR SEKS SKANDALĠ DEĞĠL Fransız ordusu Almanlara defalarca teslim olmuĢ olabilir ama bazı meselelerin peĢini hiç bırakmamıĢtır. îĢler, bu tür durumlarda sıklıkla olduğu gibi, birinin çöpleri karıĢtırmasıyla baĢladı. Bu özel çöp kutusu 1894'de Fransa'da-ki Alman askeri ataĢeliğinin çöpüydü. Oradaki elyazması bazı belgelerden anlaĢıldığına göre, Fransız SavaĢ Bakanlığı'ndaki birisi Almanlara Fransız askeri sırlarını veriyordu. Tabii ki bu iĢ burada kalamazdı, birinin suçlanması lazımdı. BARĠZ SEÇENEK Ve o biri, SavaĢ Bakanlığı'nda çalıĢan Alfred Dreyfus adında Yahudi bir yüzbaĢı olacaktı. Bakanlıktaki tek Yahudi'ydi. Dahası, ailesi, 1871'de Almanların, Fransızların kıçına sıkı bir tekme indirdikleri Fransız-Alman SavaĢı'ndan sonra ilhak ettikleri eski bir Fransız bölgesi olan Alsace'dan geliyordu. Dreyfus'tın Yahudi oluĢu, o dönemde tutucu ve genellikle Yahudi düĢmanı olan Fransız ordusunun gözünde suç iĢlemeye yeterli nedendi. ġEYTAN ADASINA TEK GĠDĠġ Dreyfus 15 Ekim 1894'de tutuklanarak ihanetle suçlandı. Kendisine ait olduğu iddia edilen elyazması belgeler sayesinde 165 22 Arahk'ta, ġeytan Adası ceza kolonisine (evet, böyle bir yer gerçekten vardı; Güney Afrika'daki Fransız Ginesi sahillerinin açığında) müebbet hapis yatmaya gönderildi. MERSĠ, BU ÇOK ĠYĠ OLDU Dreyfus'un ihanetten mahkum edilerek apar topar gönderilmesi ordunun iĢine gelmiĢti; ayrıca Fransız toplumunun tutucu kesimlerine, 1870'de ordunun Sudan SavaĢı'ndaki aptalca baĢarısızlığından sonra kurulmuĢ olan Üçüncü Cumhuriyet hükümetine saldırma fırsatı verdi. Yahudi düĢmanı basın da bu olayı, Fransız Yahudilerinin hain itler olduğuna kanıt diye göstererek sonuna kadar kullandı. CASUSLUK ÖLMEDĠ Yine de ufak bir sorun vardı. Alfred Dreyfus mahkum edilmiĢ ve Güney Afrika'ya yollanmıĢtı ama Fransız sırları Almanlara ulaĢmaya devam ediyordu. Dreyfus çok uzun mesafelerden iĢe yarayan tele kinetik yeteneklere sahip değilse, Almanlara sırları veren baĢka biri olmalıydı. ġEY, EXCUSEZ-MOĠ! Dreyfyus'un mahkumiyetinden birkaç yıl sonra Fransız karĢı casusluk örgütünün baĢına getirilen Yarbay Georges Picquart olaya el attı. Picquart'ın kendisi de bir Yahudi düĢmanıydı ve Dreyfus'a sempati duymasına imkan yoktu, ama Dreyfus'a karĢı kullanılan belgeleri inceledikten sonra çok büyük bir hata yapıldığını fark etti. ÖNEMLĠ BĠR OYUNCU


Belgelerdeki el yazısı Dreyfus'a değil BinbaĢı Ferdinand Walsin Esterhazy'ye aitti. Esterhazy ihanet eylemlerine baĢlamadan önce de dikkat çekici biriydi. Kendine asil süsü veriyor166 du, 1866'da Avusturya ordusunda hizmet etmiĢ ve 1892'de orduya katılmadan önce Fransız Yabancılar Lejyonu'na girmiĢti. Gırtlağına kadar borca batmıĢ ve bu yüzden de Fransız sırlarını satıyordu. Esterhazy'nin mali sorunları Picquart'ın umurunda değildi, 1897'de onu askeri mahkemeye verdi. ÖNEMLĠ BĠR YENĠLGĠ ĠĢte bu noktada birileri devreye girdi. Esterhazy, hain olduğuna dair açık deliller bulunmasına rağmen asker dostları tarafından suçsuz bulundu. Picquart ise verdiği rahatsızlıktan ötürü tutuklandı ve hapse atıldı. Komplocu kafalar, bu noktada Fransız ordusunun arkasına yaslanıp, Dreyfus meselesinin kapandığına ikna olmuĢ halde Ģarap kadehlerini tokuĢturduğunu hayal edecektir. YO, HAYIR, YAPAMAZSINIZ! Ortalığı karıĢtıran entelektüeller olmasa böyle yapacaklardı zaten. Yazar Emile Zola, 13 Ocak 1898'de, Esterhazy'nin askeri mahkemede suçsuz bulunmasından birkaç gün sonra, J'accu-se! (Suçluyorum!) baĢlıklı ünlü mektubunu gazetede yayınladı. Zola, Fransız ordusunu, Dreyfus'un suçsuz olduğunu bildikleri halde ört bas etmeye çalıĢmakla suçladı. Dava dolayısıyla zaten bir miktar gerilmiĢ olan Fransız toplumu; bir yanda Dreyfus'u destekleyen sanatçılar ve entelektüeller, diğer yanda ordu ve kilise olmak üzere (bu grupların hep aynı Ģekilde ayrıĢması tuhaftır) kutuplaĢtı. TaĢrada Yahudi düĢmanı ayaklanmalar patlak verâi ve Zola yayın yoluyla hakaret suçundan mahkum edildi. Bunun üzerine Ġngiltere'ye kaçtı. . DREYFUS KOMPLO KURBANIYDI! ġimdi siz, ayaklanmalar, sınıf çatıĢmaları, kaçan yazar ve tropik ada hapishanesinde çürüyen masum bir adamla, bu hika167 yenin daha da heyecanlı hale gelemeyeceğini düĢünüyor olmalısınız ama yanılıyorsunuz! Bütün olayı baĢlatan belgeleri bulan kiĢi olan BinbaĢı Hubert Joseph Henry'nin, Dreyfus'un ihanetini gösteren sahte belgeleri hazırladığı ortaya çıktı. BinbaĢı Henry sahtekarlığını itiraf edip 1898 ağustosunda intihar etti. Gerçek hain olan Esterhazy ise aniden Belçika'da acil iĢleri olduğunu hatırladı ve tüyüverdi. 1899 haziranında kurulan Dreyfus yanlısı hükümet, Drey-fus'u ġeytan Adası'ndan geri getirdi ve ona yeniden yargılanma fırsatı verdi. Bu askeri mahkemede, Henry, Esterhazy ve sahte belgeler konusundaki bütün bilgilerin ıĢığında... HAYIR, O DEĞĠLDĠ! ...Dreyfus tekrar suçlu bulundu, belli ki Fransız ordusu leb denince bile gerisini anlamıyordu. Bu noktada, Fransa devlet baĢkanı araya girip Dreyfus'u affetti. O da kendini aklamak için dava açma hakkı saklı kalmak üzere affı kabul etti. Dreyfus bu fırsatı nihayet 1906 yılında, her Ģeyin baĢlamasından 12 yıl sonra elde etti. Sivil bir mahkeme Dreyfus'u akladı ve önceki mahkumiyet kararını bozdu. 22 Temmuz 1906'da resmen orduya geri döndü ve tüm çektiklerine karĢılık Legion d'Honeur niĢanıyla (ġeref Madalyası) ödüllendirildi. OLAYDAN SONRA Dreyfus kendini mahvetmeye çalıĢan kurumda kalarak yarbaylığa kadar yükseldi ve Birinci Dünya SavaĢı'nda cephane birliğine komuta etti. 1935'de öldü. Sonunda Alman casusu olduğunu itiraf eden Esterhazy ise Ġngiltere'ye göçüp çevirmen ve yazar olarak çalıĢtı. 1923'de hak ettiği gibi ġeytan Adası'nda değil, Hertfordshire'da öldü. Esterhazy'nin suçluluğunu ortaya çıkaran ve araĢtırmalarından dolayı hapse giren Picquart 1906'da Dreyfus'un suçsuzluğunun kanıtlanmasından sonra generalliğe terfi etti. 168 Emile Zola 1902'de baca tıkanması sonucu boğularak öldü, bazıları bunun AntiDreyfusçuların intikamı olduğunu düĢünür. 1908'de Zola'dan geriye kalanlar Pantheon'a gömüldü; törende sağ görüĢlü bir gazeteci Dreyfus'u öldürmeye çalıĢtı


ama sadece yaraladı. Gazeteci Dreyfus'u vurmaktan mahkemeye çıkarıldı...ve (ne bekliyordunuz?) serbest bırakıldı. ORDU BOZGUNA UĞRADI Fransız toplumu gözündeki prestiji çok sarsılan Fransız ordusu, onunla birlikte Dreyfus davasında kaybeden tarafta yer alan kilise, Yahudi düĢmanı hareketler ve diğer tutucu çevreler ve hatırlayacağınız gibi Dreyfus'u ikinci kez suçlu bulmuĢlardı, sonunda, biliyorsunuz iĢte, onun aslında suçsuz olduğunu itiraf ettiler. Ne zaman mı? "Suçlayıcı" belgelerin çöp sepetinde bulunuĢundan 101 yıl sonra 1995'de. Ve sonra ordunun tarih dergisi pek de öyle gizlemeden Fransız ordusunun hala Dreyfus'un suçlu olduğunu düĢündüğünü yazdı. Bu da haklı değilsen bile en azından haksız olmakta tutarlılığın gerekliliğini ispatlar. 1972 tarihli, Papillon (Kelebek- ç.n.) adlı filmde Steve McQueen, 1930'larda Fransız Guyanası'ndaki hapishane kolonisi ġeytan Adası'ndan gerçekten kaçmaya çalıĢmıĢ olan Henri Charriere'i canlandırmıĢtır. 169 UĞRUNA ÖLÜNESĠ MAKYAJ Bugün etrafımız en yeni kıyafetler ve makyaj malzemeleri için iflas etme riskini göze alan cesur kadınlarla dolu. Ama cesaretleri tarihte güzellik için hayatlarını feda eden kadınlarınki-nin yanında hiç kalır. Kar beyazı bir cilt, on altıncı yüzyılın moda meraklısı kadınları için asalet, zenginlik ve zarafet simgesiydi. Gözleri tıpkı Kraliçe Elizabeth'inkiler gibi parlak, dudakları ve yanakları onunkiler gibi kıpkırmızı olmalıydı. Bu boyanmıĢ oyuncak bebek görüntüsüne pek az kiĢi doğuĢtan sahip oluyordu. ĠĢte size o dönemin popüler güzellik reçetelerinden birkaçı ve bazen ölümcül olan yan etkileri. VENEDĠK KURġUN BOYASI Ġçeriği: Sirke ve beyaz kurĢun. Beklenen etki: Cildi soluk ve beyaz göstermesi. Yüze, boyna j ve dekolteye sürülüyordu. Yan etkisi: YetiĢkinlerde yüksek tansiyon, sindirim sorunla-' rı, sinir bozuklukları, böbrek harabiyeti, uyku sorunları, kas ve eklem ağrıları ve mizaç değiĢikliklerine neden olabilen kurĢun zehirlenmesi. Cilde hastalıklı gri bir renk verdiğini belirtmedik bile. SÜLEYMAN SUYU Ġçeriği: Cıva süblimesi. 170 Beklenen etki: Sivilceleri, çilleri ve siğilleri yok etmesi. Yan etkisi: Cildin dıĢ tabakasını bir çırpıda temizliyor ama alttaki tabakayı da aĢındırıyordu. DiĢler erken yaĢta dökülüyor, diĢ etleri çekiliyor ve metabolizmada cıva miktarı arttıkça deliliğe neden oluyordu. Ucuz alternatifi: Elizabeth dönemindeki bütçesi kısıtlı kadınlar için de her zaman bir alternatif vardı. Sülfür ve boraks karıĢımı. Yan etkisi: Boraks ciltte soyulmaya, kabarcıklar oluĢmasına, yüzde seğirmelere, yüksek miktarları ateĢ, kusma ve sonunda komaya neden oluyordu. BELLADONNA, GÜZELAVRATOTU Ġçeriği: Öldürücü it üzümü olarak da bilinen güzelavratotu özü. Beklenen etki: Gözlere damlatıldığında ıĢıltılı bir parlaklık veriyordu. Dudakları ve yanakları kırmızılaĢtırmak için de kullanılırdı. Yan etkisi: Belladonna, yüksek dozlarda hezeyana, havale ve komaya neden olan atropin içerir. Çok zehirlidir. KALICI KIRMIZI VEYA YÜZ BOYASI Ġçeriği: Kırmızı cıva sülfid. Beklenen etki: Dudakları ve yanakları kırmızılaĢtırması. Yan etkisi: Cıvadan üretildiğinden yan etkileri Süleyman Suyuyla aynıdır. Yani diĢler erken yaĢta dökülüyor, diĢ etleri çekiliyor ve metabolizmadaki cıva miktarı arttıkça deliliğe neden o/uyordu. Ucuz alternatifi: Ġyi piĢirilmiĢ yumurta akıyla bir Güney Amerika böceğinin kurutulup ezilmesiyle elde edilen, cochineal adı verilen koyu kırmızı bir boya ve Arap sakızı. Yan etkisi: Bu seferki zararsız.


171 KOKUġMUġ KRALĠYET Leydiler ölümcül krem ve iksirlerle güzelleĢirken, herkes leĢ gibi kokuyordu çünkü o zamanlar banyo yapmak yılda bir gerçekleĢen nadir olaylardandı. Yine de bazıları diğerlerinden daha kötü kokuyordu. Rus çarı Deli Pedro nadiren yıkanırdı ve bir on sekizinci yüzyıl rock yıldızı gibi, arkasında leĢ gibi kirlettiği mekanlar bırakırdı. Bir Ġngiliz beyefendisi, Pedro ve ekibi evinde kaldıktan sonra hükümete 350 sterlinlik (bugünün parasıyla 47 bin dolar) fatura çıkarmıĢtı. Grup mobilyaları parçalamıĢ, duvarları ve yerleri kusmuk ve dıĢkıya bulamıĢ ve tabloları hedef tahtası olarak kullanmıĢlardı. Ev sahipleri için oldukça sinir bozucu olmalı çünkü Pedro'nun hamam böceği fobisi vardı ve bir eve girmeden önce pırıl pırıl temizlenmesini ve böcek olmadığına dair güvence verilmesini isterdi. 172 HĠTLER SERSERĠSĠ BeĢ parasız bir Avusturyalı. 1930'lar ve 40'larda Batı dünyasında büyük tahribata neden olan AdolfHitler, kariyerine bir berduĢ olarak baĢladı. 16 yaĢından 25'ine kadar tam bir serseriydi. Hitler'in ailesi, babası gibi devlet memuru olmasını istemiĢti ama onun baĢka planları vardı. Büyük bir sanatçı olacağına inanıyordu, bu yüzden talihini denemek için Viyana'ya gitti. BAġARISIZ BĠR GENÇ Ġki kez Güzel Sanatlar Akademisi'ne baĢvurdu ama kabul edilmedi. Bina çizmeyi seviyordu, bu yüzden mimarlık okuluna yazılması önerildi. Ama lise mezunu olmadığından oraya da kabul edilmedi. Evden aldığı para tükenmiĢ ve Hitler sokaklara düĢmüĢtü. Otobiyografisi Mein Kampf'da (Kavgam- ç.n.) bu dönemi öğrencilik yılları olarak anlatır. Oysa gerçek farklıydı. BADANACI • Hitler bir süre boyacılık ve çeĢitli geçici iĢler yaptı ama çoğunlukla meteliksizdi. Evsizlerin barındığı bir yurtta kalıyordu, topluluk önünde konuĢma yeteneğini burada geliĢtirdi. SANATÇI Hitler'in bina resimleri yapabildiğini fark eden daha yaĢlı bir 173 serseri onu Viyana sokaklarının kartpostallarını çizmeye teĢvik etti. YaĢlı serseri bunları alıp satacaktı. Karlarını paylaĢtılar. HATĠP Ġkili, iĢliklerini hostelin geniĢ gündüz salonunda kurdular. Ama pek fazla iĢ çıkaramıyorlardı, çünkü Hitler dinleyici buldu mu dayanamıyor nutuk atmaya baĢlıyordu. Ortağı onu sürekli oturup kartpostallara konsantre olması için ikna etmeye çalıĢıyor, Hitler ise habire Yahudiler aleyhine ateĢli konuĢmalar yapmak üzere ayağa fırlıyordu. Dinleyicileri, akĢamdan kalma, uyuklayan ya da bedava yemek yemeğe gelen diğer serserilerdi. O milliyetçiliğin coĢkusuyla kendinden geçerek anlatırken tezahüratlarıyla onu cesaretlendiriyorlardı. Zamanla serseriler arasında ünlendi. SAVAġ KAHRAMANI Birinci Dünya SavaĢı patlak vermeden önce Münih'e taĢındı. Orduya katıldıktan sonra hayatı tümüyle değiĢti. OnbaĢı rütbesine yükseldi ve Demir Haç niĢanı kazandı. Daha sonra Nazi lideri olarak baĢarısı, en çok Viyana'daki uzun serserilik yıllarında geliĢtirdiği konuĢma becerisine dayanır. KÜÇÜK SERSERĠ Charlie Chaplin, Hitler'in alameti farikası haline gelen bıyığını, kendi 'Küçük Serseri' karakterinden kopyaladığını ve kitleler nezdinde popülerleĢmek için kullandığını öne sürdü. CANAVAR Her Ģeye rağmen baĢardı. Adolf Hitler toplumun en alt kesimindeki insanlara yirminci yüzyıldaki tüm liderlerden daha baĢarılı biçimde ulaĢtı. Zaten ilk ve en iyi taraftarlarını oradan buldu. 174 NEDEN ONA 3. REĠCH DENĠR?


Reich Almanca'da imparatorluk anlamına gelir. Bugünkü Ġtalya ve Almanya'nın büyük kısmını birleĢtirmiĢ olan Kutsal Roma Ġmparatorluğu Ġlk Reich'tı. Ġkinci Reich, Otto Von Bis-marck tarafından 1871'de kuruldu. Hitler'in 1000 yıl sürmesini umduğu 3. Reich'ı sadece 12 yıl sürdü. Hitler hakkında bunları biliyor muydunuz? • Charlie Chaplin'i 'Yahudi' diye yasakladığını (ki değildi). • Üst düzey Nazi subaylarının müdavimi olduğu bir barın iĢletmecisinin, yarıkardeĢi olduğunu. • Ġnsanlara ellerinin, kahramanı olan Büyük Frederick'e ne kadar benzediğini göstermekten hoĢlandığını. • 1938 yılında Time dergisi tarafından yılın adamı seçildiğini. 175 EN TĠZ NOTALARA ÇIKMAK 'Castrati' müzik uğruna hadım edilen erkek Ģarkıcılardı. Bu ĢaĢırtıcı uygulama nereden kaynaklanıyordu? Aileleri böyle bir sakatlamaya nasıl gönüllü olarak razı oluyorlardı ? Koro Ģarkıcılığı Roma Katolik kilisesi hizmetlerinde her zaman önemli bir rol oynadı. BaĢlıca dayanaklarından biri de hep oğlan bir soprano olmuĢtu. Sorun, oğlanların sesinin ergenlik çağının baĢlarında çatlaklaĢması, sonra da kalınlaĢmasıydı. Bir çocuğun eğitimiyle geçen onca zaman ve emekten sonra her Ģeye yeniden baĢlamak gerekiyordu. RÖNESANS OĞLANLARI On altıncı yüzyılın sonlarında bazı dahiler bu sorunu nasıl halledeceklerini buldular. Bariz bir çözüm olabilecek kadın sopranoların kullanılması, seçenekler arasında değildi. Kadınlar ve Katolik kilisesi korosu o zamanlar bir arada düĢünülemezdi ama bir alternatif daha vardı. ERGENLĠĞĠN TEDAVĠSĠ Hıristiyan alimlerinin kısıtlı bir yaĢamları olabilir ama eğer bir oğlan hadım edilirse sesinin çatallanmayacağını biliyorlardı. Böylece göğüs ve diyafram normal olarak geliĢirken, hadım edilme sonrasında ses telleri yavaĢ geliĢecekti. Ama bu imkansızdı, değil mi? Kim müzik uğruna böyle bir sakatlanmaya katlanırdı ki? 176 Tabii ki Roma Katolik kilisesi. Hem sonra bir çocuğun o lanet Ģeylere ne ihtiyacı vardı ki? Onlar sadece baĢlarını belaya sokmaya yarardı. PAPANIN ONAYI Papa V. Sixtus oğlanların koro için hadım edilmesini 1589 yılında onayladı. Arkasına kiliseyi alan hadım etme (kastrasyon) furyası fırtına gibi esti. Handel ve Rossini gibi ünlü besteciler bu tiz seslere sahip oğlanlar için özel besteler yaptılar. Hepsine birden castrati denilmeye baĢlandı. (Ġtalyanların kelimeleri çoğul yapmak için kullandıkları komik yönteme bakarsak bu kelimenin tekili castrato olmalı. Bize güvenebilirsiniz.) SIRADAKĠ ġehirlerde berberler ek iĢ olarak kastrasyona baĢladılar: Dükkanlarının vitrinindeki tabelalarda "Oğlanlar burada hadım edilir," yazardı. ġehir dıĢında ise bu konuda tecrübeli olan domuz çiftçileri aynı hizmeti birkaç kuruĢa veriyorlardı. Tabii ki o zamanlar bir uyuĢturucu filan kullanılıyor değildi. En yaygın uygulama karotid artere kompres yapılmasıydı ki böylece dolaĢımı durdurarak oğlanı operasyon sırasında koma durumuna sokuyorlardı. Bazen oğlan ayılamıyordu. Kanama ve enfeksiyon, strerilizasyonun bilinmediği o günlerde sıklıkla karĢılaĢılan problemlerdi. On çocuktan üçünün masada kaldığı tahmin ediliyor. Ama sanat uğruna değer. Değil mi? 'ZOR HAYAT Castratilerin çoğu fakir ailelerin çocuklarıydı. Bir oğlan müziğe yetenek gösterirse bir müzik kurumuna satılırdı. Bunlar çoğunlukla castratiden para yapmak isteyen yetimhaneler veya yardımsever okullarıydı. Castratinin yanı sıra, hala donanıma sahip müzisyen ve bariton Ģarkıcıları da eğiten müzik okullarıy177 dılar. Opera toplulukları düzenli olarak buralara uğrayarak yeni yetenekler arıyorlardı.


Ailelerin hadım edilmiĢ çocukları hakkında, ünlü olup anne ve babalarına yaĢlılıklarında bakacaklarına dair büyük umutları vardı. Ama bu nahoĢ operasyon garantili değildi. Ve tabii ki operasyondan önce müzik yeteneği olmayan oğlanların aniden iyi Ģarkıcılar olmaları da mümkün olmuyordu. Hadım edilen oğlanlarla -hatta Ģarkı söyleyebilenlerle bile-'hilkat garibesi' diye alay ediliyordu. Ġyi Ģarkıcı olmazlarsa müzik kurumlan kıçlarına tekmeyi vuruveriyordu. Peki ya nereye gideceklerdi? Artık aileleri için bir utanç kaynağıydılar ve toplum dıĢına itilmiĢlerdi. BĠR AKIMIN SONU Her iyi Ģeyin olduğu gibi bunun da sonu geldi ve böylece tüm castrati, geçen sezonun Ġspanyol paça pantolonları gibi demode oldular. Çok azı dünya çapında üne kavuĢmuĢtu. Artık önemsizdiler ve hilkat garibesiydiler. 1825'de son castrato opera performansında gazeteler okuyucularına "doğanın travestilerinden" uzak durmalarını tavsiye ediyordu. Bu içler acısı uygulamanın üzerinden 300 yıldan fazla zaman geçtikten sonra 1903'de Papa X. Puis, castratiyi Papalık Kiliselerinde resmen yasakladı. Son profesyonel castrato olan Alessandro Moreschi 1922'de öldü. ġarkılarının kayıtları Son Castrato adıyla CD'ye aktarıldı ve on-line olarak dinlenebiliyor. Ne kültür Ģoku ama? ÜNLÜ CASTRATĠ Carlos Broschi- Daha çok 'Farinelli' olarak tanınır, aralarında en ünlü olandır. Çoğu castratinin aksine Farinelli oldukça varlıklı bir aileden gelir (artık ne düĢündülerse?). Büyük besteci Nicola Porpora tarafından eğitildi. Aryaları kalabalıkları kendinden geçirirdi. Üstün nitelikli trampetçilerle düello halinde Ģarkı söyler ve onları bastırırdı. 178 Gaetano Majoramo- Geatano 'Cafferelli' adıyla ünlüydü. Çok iyi bir opera Ģarkıcısıydı ama söylenenlere göre pek de iyi huylu sayılmazdı. Ani mizaç değiĢiklikleriyle (haksız sayılmaz), hiddetten tepinmeleri ve hanımefendilerle yaĢadığı romantik maceralarıyla (biyolojik durumunu düĢünürseniz bayağı büyük baĢarı) ünlüydü. Giovanni Battista Velluti- Velutti asla bir castrato olmak niyetinde değildi, subay olmak istiyordu. Çocukken hastalandı ve ameliyata alındı. Ne yazık ki doktor, Giovanni'nin kastre edilmek için getirildiğini zannetti ve olaylar böylece geliĢti. Velluti sesinden çok yakıĢıklılığıyla tanındı. Her toplulukta öyleleri çıkar değil mi? Giusto Tenducci- Bu ünlü castrato 1750'lerde yaptığı bir Avrupa turundan sonra Londra'ya yerleĢti. Kendisi için parçalar yazan büyük besteci Mozart'la arkadaĢ oldu. Tenducci'nin sesi onu Ġngiltere'de bir yıldız yaptı. On sekizinci yüzyıl yazan To-bias SmoUet imgesel çalıĢması The Expedition of Humphrey Clinker'da Tenducci'nin sesinden büyülenen dinleyicilerinden biri olarak, onu ilk kez dinlediğinde "Sesi kesinlikle ne kadın, ne erkekti ama her ikisinden de daha ahenkliydi; ve öyle bir Ģakımaydı ki dinlerken kendimi gerçekten cennette hissettim" der. O ses aralıklarında Ģarkı söyleyen erkekler bugün kontrtenor ya da sopranist olarak adlandırılıyorlar. Bu aralıkta Ģarkı söyleyebilmeleri ise genetik ve çalıĢma sayesinde. 179 NAZĠ OLĠMPĠYATLARI 1936 Yaz Olimpiyatları'nın amacı, Almanya'yı Birinci Dünya SavaĢı sonrasında yeniden uluslararası camiaya sokmaktı. Ama Hitler'in kendine özgü fikirleri vardı. Bir de Jesse Owens adında bir Amerikan atletin yaptıkları olmasaydı... 1931'de Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) 1936 Olimpiyatlarının Berlin'de yapılmasına karar verdi. Bu, Almanya'nın Birinci Dünya SavaĢı sonrası itaatkarlığı üzerine uluslararası arenaya gayri resmi kabulü anlamına da geliyordu. Ama IOC 1933'de yükselen Nazi dalgasını ve Oyunları, Ari ırkın üstünlüğünü gösterecek bir Ģov olarak gören ġansölye Adolf Hitler'in iktidara geliĢini öngörememiĢti. DER ġOV Oyunlar Hitler için, umutsuzluğun derinliklerinden çıkardığı ulusunu, doğal Alman üstünlüğünün yeĢermesini sağlayan, tıkır tıkır iĢleyen bir makineye


dönüĢtürüĢünü Ģüpheci dünyaya gösterme fırsatıydı. Oyunlar da Almanya gibi mükemmel olacaktı. MARĠFETLERĠNĠ TEMĠZLĠYOR Ġlk olarak Berlin'i temizlemesi gerekiyordu. Sokaklar evsizlerden temizlendi ve Yahudi düĢmanı simgeler kaldırıldı. Hitler'in mimarlan dört büyük stadyum ve Ģahane bir Olimpiyat 180 Köyü tasarladılar. Almanya hazırlıklar için toplam 25 milyon dolar harcadı- o günler için müthiĢ bir rakam. Ve tabii ki, Alman (amatör) atletleri yıllardır tam gün çalıĢırken destekleniyorlardı. HAYIR, GĠTMEYECEĞĠZ Bu arada, Alman hükümetinin Yahudi düĢmanı politikalarından dolayı boykot hareketi dünya çapında büyüyordu. Bir alternatif, Barselona'da yapılacak Halkın Oyunları'nı düzenlemekti. Ama Ġspanyol Ġç SavaĢı bu fikri ortadan kaldırdı. Sonunda, 1936'da Olimpiyat Oyunları daha öncekilerden daha çok ülke (49) ve oyuncunun (4.066) katılımıyla baĢladı. ALMAN ÜSTÜNLÜĞÜ Aslında, sonunda madalyalar hesaplandığında Almanya toplamdaki 41'i altın 101 madalyasıyla öndeydi. En yakın rakibi olan ABD (ki nüfusu Almanya'nın üç katıydı) 25'i altın 66 madalya almıĢtı. Ama Almanya'nın tüm baĢarılarını gölgeleyen, bir Amerikan atletinin inanılmaz performansı oldu. Bu adam Ari ırkın üstünlüğü efsanesini yıkıvermiĢti. Ġsmi tabii ki Jesse Owens'dı. JESSE JAMES OWENS Ovvens'a Kara Kasırga deniliyordu ve o da ülkesi için dört madalya kazanarak bu ismin hakkını vermiĢti: 100 metre, 200 metre (dikkatinizi çekerim dünya rekoruydu), 400 metre bayrak ve uzun atlama. feĠR DOST TAVSĠYESĠ Owens uzun atlamaya kötü baĢlamıĢ, ilk iki hakkında çizgiyi aĢtığı için atlayıĢları geçersiz olmuĢtu. Sadece bir tek Ģansı kalmıĢtı. Son atlayıĢına hazırlanırken yanına en önemli rakibi, Hitler prototipi, iriyarı sarıĢın bir oğlan yaklaĢtı. Bu adamın adı Luz Long'du ve Owens'a centilmence bir tavsiyede bulundu: 181 Owens'a kafasında asıl çizgiden birkaç santim geride bir çizgi çizmesini ve atlarken bu çizgiyi göze almasını önerdi. Tavsiye iĢe yaradı. HĠTLER'ĠN AġAĞILADIĞI EFSANESĠ Hitler Jesse Owens'u siyah olduğu için gerçekten hakir görmüĢ müdür? Hayır, görmedi. Hitler Oyunların ilk gününde, kazanan Alman ve Finlandiyalı sporcuların elini sıktı. Ama o akĢam, Uluslararası Olimpiyat Komitesi BaĢkanı Kont BailletLa-tour'dan, ulusal bir liderin atletleri tebrik etmesinin protokol açısından uygun olmadığına dair nazik bir mesaj aldı, orada sadece bir seyirci olarak bulunuyordu. Bu yüzden Jesse Owens, Hitler tarafından Ģahsen kutlanmadı. Ama zaten baĢka hiçbir sporcu da kutlanmamıĢtı. ĠĢte Ovvens'ın birkaç yıl sonra konu hakkında bir röportaj sırasında söyledikleri: "ġansölyenin önünden geçtiğimde, o ayağa kalktı, bana el salladı, ben de ona karĢılık verdim." AFFEDĠLMEZ HAKARET Gerçek hakaret Jesse Owens ABD'ye döndüğünde yapıldı. Kendi baĢkanı Franklin Roosevelt üstün baĢarısı hakkında onunla yüz yüze görüĢmeyi ve mektupla ya da telefonla tebrik etmeyi reddetti. Bu arada Ģunu da belirtmek gerekir ki Hitler Al-manyası'nda Jesse otobüste istediği yere oturabiliyordu. NOT: ABD BAYRAK YARIġI SKANDALĠ Spor spikeri Marty Glickman o yıl Olimpiyatlardaydı -katılımcı olarak. Herkesin söylediğine göre ABD bayrak ekibinin en hızlısıydı. Büyük olaydan bir gün önce 18 yaĢındaki Marty ve diğer koĢucular takım toplantısına çağırıldılar. Koçları, Dean Cromvvell açıkladı: Marty koĢmayacaktı; yerine müthiĢ çocuk Jesse Owens koĢacaktı. 182 Glickman'ın arkadaĢı atlet Sam Stoller da çıkarılarak yerine Frank Metcalfe alınmıĢtı. Bu tuhaf değiĢiklik için hiçbir gerekçe gösterilmemiĢti. Ama herkes anlamıĢtı. Glickman ve Stoller Yahudi'ydi. ABD Olimpiyat Komitesi, Jesse ve


diğer siyah atletlerin Alman Ari ırk imajına verdikleri zarardan sonra, Yahudi çocukların bu etkiyi artıracağından korkmuĢtu. Jesse Owens karĢı çıktı, "Üç altın madalya kazandım ve kazandığımı gösterdim. Bana yeter. Yoruldum. Bırakın Marty'yle Sam koĢsun. Onlar bunu hak ediyorlar." Owens'a söyleneni yapması söylendi. Ve böylece bayrak koĢusu Glickman ve Stollersız koĢuldu. ABD ekibi yarıĢı 14 metre önde bitirdi. ACI ZAFER Ama ABD ekibindeki kimse kutlama yapmıyordu. 100 yıllık modern Olimpiyat Oyunları geçmiĢinde baĢka hiçbir atlet bu Ģekilde yarıĢtan çekilmemiĢti. Öldüğü güne kadar Marty Glickman'ın ağzında acı bir tat kaldı -Almanya'nın Aldolf Hitleri'nin değil de kendi Amerikan Olimpiyat Komitesinin neden olduğu bir acı. Themistocles'e Asil mi yoksa Homer mı olmak isterdi diye sorduklarında cevabı: "Siz neyi tercih ederdiniz?" olmuĢ. Ya siz? Olimpiyat Oyunları Ģampiyonu mu, yoksa kimin olimpiyat Ģampiyonu olduğunu anons eden bir çığırtkan mı? -Plutarch 183 o bir gaz Az maharet ve bol sıcak havayla on sekizinci yüzyıl mucitleri ayaklarını gerçekten yerden kestiler. On sekizinci yüzyıl mucitleri çok miktarda, normal havadan hafif bir Ģeye örneğin sıcak havaya- ağır bir Ģeyler iliĢtirmeye baĢladılar. Sıcak hava balonları 1709'da bir Brezilyalı vaiz ve mucit olan Bartolomeu Lourenço Gusmo tarafından keĢfedilmiĢ olabilir. Ama insanların uçması daha doğrusu havada süzülmesi yüzyılın sonlarına doğru mümkün olacaktı. 1782'de Joseph ve Etienne Mongolfier kardeĢler Fransa'da sıcak hava balonlarıyla deneyler yaptılar. 1783'den itibaren yolcularını -bir horoz, bir ördek ve bir koyun!- göndermeye hazırdılar. Horozun koyun teptiğinde ufak bir sakatlık geçirmesi haricinde her Ģey iyi gitmiĢti. Bir sonraki uçuĢta Mongolfier kardeĢler, yere iple sımsıkı bağlı balonlarıyla bir adamı taĢıdılar. 1783 Kasımında Jean François Piulatre de Rozier ve Marki d'Arlandes beraber uçtular, balonlarının yerden bağlantısını kesip Paris'in 915 metre kadar üzerinde uçtular. Yün ve saman yakarak sıcak hava sağladılar ve 25 dakika kadar uçup 9 kilometre kadar bir alanı dolaĢtılar. Bundan hoĢlanan Parisliler balon çılgınlığına kapıldılar. Aslında balon modası tüm Avrupa'ya hızla yayılmıĢ ve balonunu diken havaya fırlamıĢtı. NE YARARI VAR? 1783 Arahğı'nda mucit J.A.C. Charles gaz dolu bir balonla 184 ilci saat uçup 372 kilometrelik bir alanı gezdi. YaĢlı Amerikan filozofu (ve mucit) Benjamin Franklin Paris'teydi ve uçuĢu "en güzel gösteri" olarak tanımladı. Ama herkes bu heyecanın nedenini anlamıyordu. Biri Franklin'e bu havada süzülen Ģeylerin ne amaçla kullanılacağını sormuĢtu. Franklin'in cevabı "Yeni doğan bebeğin ne yararı var?" olmuĢtu. Yararı kısa sürede keĢfedildi, 1793'de ilk hava yoluyla giden mektup balonla Londra'dan Paris'e gönderildi. Mektup Benjamin Franklin'eydi. BaĢka bir Amerikan vatanseveri, Abraham Lincoln, 17 Haziran 1861'de havadan bir telgraf mesajı alınca, balonlar ilgisini çekti. Thaddeus Lowe adındaki bir balon meraklısı, American Telegraph Company'nin (Amerikan Telgraf ġirketi- ç.n.) Washington'daki birkaç temsilciliğini almıĢtı. Sepete bir kablo koymuĢlar ve ilk havadan yere telgrafı göndermiĢlerdi. Bu telgraf da Lincoln'e iletilmiĢti. YÜKSEKLERDEN CASUSLUK O gece Lowe'un balonu Beyaz Saray'ın çimenlerine bağlıyken Lincoln bu iĢin askeri olasılıklarını sordu. SavaĢ sırasında Lowe, Kuzey güçlerine değerli bilgiler iletti. Yere bağlı balonlar düĢmanı gözlemek için yüksek bir platform sağlıyordu. Psikolojik yararı ise balonların savaĢ alanının tepesinde süzülürken korkutucu görünmeleriydi. Kuzeylilerin balonlarını defalarca vurmaya çalıĢıp baĢarılı olamayan Güneyliler kendi balonlarını yapmaya karar verdiler. Zarif Güneyliler ipek balon sepetleri yapma savaĢı verdiler. Bu, Güneyli güzellerin en güzel giysilerini hava kuvvetlerine bağıĢladıkları dedikodularına yol açtı. GAZIN VAR MI?


Mucitler balonlar üzerinde çalıĢmayı sürdürüyordu. Sıcak hava bir balonu yerden yükseltebiliyordu ama hava soğuyor, yakıt bitiyordu -ve balon da orada yere iniyordu. Havada bir ateĢi 185 yanık tutmak zor ve tehlikeliydi. Fransızlar bir buhar makinesi, kas gücü ve ufak bir elektrik motoru denemelerinde sınırlı baĢarı göstermiĢlerdi. 1880'lerin sonunda Gotlieb Daimler'in yeni hafif benzin motoru her Ģeyi değiĢtirdi. Elementlerin en hafifi olan hidrojen gazı çok yanıcı olmasına rağmen iĢe yaramıĢtı. Hidrojen metalin asit içinde erimesiyle açığa çıkıyordu. Bazı kentlerin aydınlatmasında kullanılan kömür gazı (havagazı) gibi baĢka gazlar da kullanıldı. KUġLAR ĠÇĠN Maalesef balonlar hala yönlendirilemiyordu. Safra atılarak yükselmesi, gaz kesilerek inmesi sağlanabiliyordu ama bir yöne gitmesi ya da hızı konusunda bir Ģey yapılamıyordu. Bağı kesilince bir balon rüzgarların insafına kalıyordu ve pilot sadece bir yolcu haline geliyordu. Mucitler pilotun aracı istediği yöne götürebilmesi için çalıĢmalara baĢladılar. Kürek, yelken, kanat, paraĢüt hatta pervane eklemeyi bile denediler ama hiçbiri iĢe yaramadı. Birisi akbaba sürüsüne koĢum takmayı önerdiyse de bu fikir pek kabul görmedi. Yine de on sekizinci yüzyılda hala iyi bir baloncuyu yerde tutmak imkansızdı. 186 CORTES VE KANATLI YILAN Çok öfkeli bir tip olan Cortes'in bir Aztek tanrısına yüklü miktarda borcu var. Ya öyle, ya da o bir Aztek tanrısıydı. KANATLI YILAN ġu anda Mexico olan yerde MS 300 civarlarında Kanatlı Yılan tanrısına tapılıyordu. Aztekler ona telaffuz edilmesi neredeyse imkansız bir Ģekilde Quetzalcoatl diye hitap ediyorlardı. Özveri, bilgelik, bilim tannsıydı ve insan ırkının babasıydı. Oldukça önemli bir tannymıĢ. Ama karanlık bir tarafı da vardı; bu yüzden bu hikayede olanlar özellikle Aztekseniz sizi ĢaĢırtmayacaktır. EFSANENĠN KÖKENĠ Onun hakkındaki antik hikayeler açık renk teni, kızıl saçları ve açık renk gözleri olduğunu söyler. Efsaneye göre, insan ya da hayvan, canlıların kurban edilme ritüelini yasaklayan nazik ve düĢünceli bir yöneticiymiĢ. Ama halkından ayrılması gerekmiĢ. Neden mi? Farklı hikayeler var: Ya gözden düĢüp gitmiĢ ya da gitmeye zorlanmıĢ. Ama hikayelerin hemfikir olduğu tek bir Ģey var o da Quetzalcoatl tahtını yeniden ele geçirmek ve halkına yardım etmek için geri döneceğine söz vermiĢ. Bin yıl kadar sonra açık renk tenli, kızıl saçlı ve açık renk gözlü bir adam Aztek dünyasına ayak basmıĢ -tesadüfen de onların takvimine göre Quetzalcoatl'ın doğum gününde. Adamın 187 adı Hernan Cortes'miĢ ve genç bir Ġspanyol soylusuymuĢ. Beraberinde 11 gemi, yaklaĢık 600 adam ve 16 at varmıĢ. O zamanki insanları etkilemek için yeterli donanım. KRALLAR VE KÖLELER Montezuma -onu hatırlarsınız- Azteklerin baĢ yöneticisiydi. Eski söylencenin belirttiği gibi Kanatlı Yılan'in geri döndüğünden emindi. Montezuma Cortes'i bir tanrı gibi karĢıladı. Cortes bunun hoĢ bir karĢılama olduğunu düĢünüp Aztek baĢkentine barıĢ içinde girdi. Cortes'e Tabasco'da bir köle verdiler. Ġspanyollar ona Dona Marina diyorlardı (aslında, kadın köle edilmeden önce bir prensesti) ve Cortes'in el altındaki tercümanı, yaveri ve bazen de baĢ pazarlıkçısı oldu. Aynı zamanda ilk Meksikalı olarak kabul edilen oğlunun da annesiydi. Ama Ģimdi iĢimize dönelim. Kızılderililer Cortes'e Malinche ve Marina'ya da La Malinc-he yani 'kaptanın kadını' adını verdiler. (Çok sevimli bir çift olmalılar.) Neyse, Kızılderililer Marina'yı hain olarak gördüler. Oysa büyük ihtimalle Marina'nın pazarlık yeteneği birçok yerlinin de hayatını kurtarmıĢtı. Ama bu iĢler nasıldır bilirsiniz. ALTIN KALPLĠ


MuhteĢem Tenochititlan, yapay bir gölün ortasında, birçok geçitle kıyıya bağlanmıĢ bir adanın üzerine kurulmuĢtu. Nüfusu 150 binden fazlaydı (bazılarına göre 300 bin) ve Ģehir 13 kilometre kareyi kapsayan bir ağ Ģeklinde yayılmıĢtı. Merkezde tapınaklar, okullar, rahiplerin ikametgahları, top oyunları için sahalar ve Montezuma'nın sarayı vardı. Çikolata, değerli taĢlar, jaguar postları ve altın da vardı. Hem de çok miktarda altın. Ya çikolatadan, ya da altından Cortes gerçek yüzünü gösterecek kadar etkilenmiĢti: Montezuma'yı esir aldı. Bu tabiidir ki savaĢa yol açtı. Cortes potansiyel avantajlarını kullanmakta ge188 cikmedi. Örneğin, Aztek Ġmparatorluğu'nun vergi ödemeye zorlanan isteksiz vatandaĢlar gibi ciddi iç sorunları vardı. Bazıları hemen Cortes'e katılmaya razı oldu. Sonunda 200 bin Kızılderili onun yanında savaĢtı. FATĠHLER Ġspanyolların lehine olan bazı önemli Ģeyler daha vardı. Çok fazla atları yoktuysa da, bu hayvanlar Aztekler için yeni ve korkutucuydu. Cortes ve adamları arbalet, tüfek ve çelik kılıçlar gibi Avrupa silahlarına da sahiptiler. Hatta hastalıklar bile Ġspanyolların lehine çalıĢıyordu. Çiçek hastalığı, kızamık ve diğer Avrupa hastalıkları Kızılderili nüfusu periĢan etti. Aztekler savaĢ kadar hastalık dolayısıyla da azaldılar ve sonunda yenildiler. PEKĠ SONUÇ? Cortes Kanatlı Yılan'm karanlık yanının insanda vücut bulmuĢ hali miydi? Öyleyse, Quetzalcoatl'ın döneceğine dair antik söylence, aslında, Aztek imparatorluğunun yok olmasına yol açmıĢtı. Oldukça ürpertici. 189 EN GARABET HANEDAN: HABSBURGLAR Akraba evliliğinin alt sınıflara özgü olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Aslında, bu kralların sporudur. Avrupa'daki tüm kraliyet aileleri, reality show düĢkünlerini bile irkiltecek bir akraba evlilikleri programına dahilerdi. Bunun bedelini de ödediler, tabii kaç kraliyet ailesi kaldı ki geriye? Ama önce neseplerini tahammül edilemeyecek ölçüde kirlettiler. Beyaz atlı prensle evlenmeyi düĢleyen her küçük kıza prensle değil atla evlenmesi tavsiye edilebilir. Atın DNA'lan büyük ihtimalle daha iyidir. KRALĠYET USULÜ Avrupa'daki kraliyet ailelerinin kuzeninizle evlenmenin yanlıĢ olacağını kestirdiklerini sanırsınız. En azından, bir kraliyet törenine gittiğinizde, herkes akrabasıyla evli olduğundan bir gariplik sezersiniz. Ama kraliyet bizden farklıdır ve bunun nedeni sadece ergenlik çağındaki çocuklarının hala ağızlarının salyasını toplayamaması değildir. Kraliyet ailesi sadece krallar ve kraliçelerden ibaret değildir, aileler ve hanedanlar vardır. Birkaç ülkeyi veya Hapsburglar'da olduğu gibi kıtanın neredeyse tamamını yöneten tek aile. Her önüne gelenin evlenip hanedanlığa 190 girmesine izin verilemez. Genetik riskler taĢısa da bazı standartlar olmak zorundadır. GELELĠM HABSBURGLAR'A Avusturya kökenli Habsburglar, bu tedbiri aĢırı uçlara, hatta Avrupa'daki kraliyet ailelerine kadar götürmüĢlerdi. ArĢidük Franz Ferdinand olayını ele alalım örneğin. (Onu Birinci Dünya SavaĢı'nın nedeni olarak tanırsınız, bir Sırp milliyetçisi zavallı adamı Saraybosna'da öldürmüĢtü hani. Ne, tanımıyor musunuz? Ah, Ģu eğitim sistemimizin harikaları.) DÜK VE DÜġES Franz suikasttan uzun zaman önce Hohenburg düĢesi Sophia von Chotkovva und Wognin'e aĢık olmuĢtu. Çoğu erkek için düĢes Hohenburg'la evlenmek büyük entrikalar sistemine adım atmak ve aile meclisinde övünülecek bir konu olurdu. ("Bir doktorla mı evlendin? Ah ne hoĢ! Ben bir asilzadeyle evlendim. Bak, bunlar da minik dük ve düĢeslerimiz.") FRANZ AġK ĠÇĠN NE YAPTI? Halbuki Fransz'ın ailesi paniğe kapıldı. Franz Avusturya-Macaristan imparatorluğunun varislerindendi! Kendisine göz kırpan her utanmaz düĢesle


evlenemezdi! Bu bir skandaldi! Franz sonunda Sophie'yle evlendi ama çocuklarının tüm haklarından feragat etmesi gerekti. (Yani küçük Franz ve Sophie'ler imparator olamayacaktı.) Son bir aĢağılama olarak, bu fındıkkı-• ran Sophie devlet görevleri sırasında kocasıyla aynı arabaya bi-nemeyecekti. Bugünden bakınca aslında oldukça iyi bir fikir; Sophie Saraybosna'da kocasıyla aynı arabadaydı (herhalde bir devlet görevinde değildi) ve kocasıyla birlikte öldürüldü. Ama o sırada herhalde sadece acımasızlık olsun diye alınmıĢ bir karardı. 191 YARIN, TÜM DÜNYA Hayır, o günün büyük tertibi içinde, Habsburglar, eğer evle-nebiliyorsan bir Hapsburgla (olmazsa da artık dejenere bir Fransız ya da Ġtalyan Bourbonla) evlenmenin iyi olacağına karar vermiĢlerdi bir kez. Hükmettikleri bölgeye bakılırsa, bu iyi iĢleyen bir sistemdi: Aile ihtiĢamının doruğundayken, Kutsal Roma Ġmparatorluğunu ve Ġber Yarımadası'nı (Portekiz ve Ġspanya'yı) yönetiyordu ve Ģu anda Fransa olan yerin de büyük bölümünde hak iddia ediyordu. BAġARILARININ SIRRI Ne ilginçtir ki aile ilk baĢlarda bunu, kendi soyundan olmayanlarla evlenerek baĢarmıĢtı. On beĢinci yüzyılın sonlarında aile çok sayıda uygun evlilik ayarlamıĢtı. Hatta Hapsburglar için, "Bella gerant alii, tu felix Austuria nube" (Bırakın baĢkaları savaĢsın, sen ise Ģanslı Avusturya, evlen) denirdi. Bir kez topraklar ele geçirildikten sonra, tabii ki, önce kuzenler kuralı iĢlemeye baĢladı. O DUDAKLAR, O... KULAKLAR? Kısa vadede, akraba evlilikleri belirgin ama önemsiz fiziksel özelliklere yol açtı: ünlü Habsburg dudağı ki bunun anlamı dolgun alt dudağın ileri fırlak olup ince bir üst dudakları olmasıdır. Bu tür ayırt edici özellikler diğer kraliyet ailelerinde de görülürdü ve hala görülüyor. Bourbonlar'ın, örneğin, kendilerine özgü çok iri burunları vardı, bugün Ġngiliz Windsor ailesinin (yani kraliyet ailesinin) kepçe kulaklarıyla tanınması gibi. EVLĠLĠK, UÇLARA GĠDĠYOR Sorun da buradaydı. Kendisi de kuzen çocuğu olan kuzen çocuklarının çocuğu olan ve böylece sürüp giden soyunuzdan bir kuzenle evlendiğinizde olanlar olur. Habsburglar'da da 192 olan, 1665'den 1700'e kadar ispanya kralı olan II. Charles'a olacaktır. SOYUN SONU Charles'in sorunu, neresinin eğri olduğu değil neresinin doğru olduğuydu. Bir yerden baĢlamak gerekirse; Habsburg dudağı ayırt edici bir özellik olmaktan çıkmıĢ ve artık Charles'in kendi yiyeceklerini çiğneyebilmesine engel olan bir çene deformasyo-nu haline gelmiĢti. Charles'daki deformasyon aklı baĢında birini bunalıma sokabilirdi, ama maalesef! Charles aynı zamanda zihinsel engelliydi de. Neyse, bu Charles'in sahip olduğu en büyük sorun değildi. Nesillerdir yapılan akraba evlilikleri Char-les'ın yeni nesiller üretmesini imkansız kılmıĢtı. Ġspanya'yı yöneten kiĢinin bir hilkat garibesi olması yeteri kadar kötüyken; daha da kötüsü gelecek yeni hilkat garibeleri olmamasıydı. HOġÇA KAL, CHARLĠE Daha iyi bir fikir çıkmadığından, Charles mal varlığını bir akrabasına vasiyet etti. Ne yazık ki, bu akraba da bir Bour-bon'du. Ardından, Ġspanyol SavaĢlan'nın sonunda Avrupa'daki topraklarının çoğunu örneğin Hollanda'yı kaybettiler ve Habsburglar Birinci Dünya SavaĢı ile son bulacak olan düĢüĢ dönemlerine girdiler. KISSADAN HĠSSE Açıktır ki, Habsburglar kromozomlarının düzgün kalması için ara sıra aralarına sıradan insanları da alsalardı, bütün bunlar olmazdı. Gen havuzuna birkaç köle karıĢtırılsaydı Kutsal Roma Ġmparatorluğu hala sürüyor olabilirdi. Büyük olasılıkla Habsburglar bunu komik bulmuyorlardır. Ama zaten mizah duygusu, üreme nedenlerinden biri değildir. 193 ġĠMDĠ DE GELELĠM DÜSTURLARINA


ĠĢ üremeye geldiğinde Habsburgların beyinleri fasulye kadar olabilir ama iyi bir slogan gördüklerinde hemen tanırlardı. Habsburg hanedanının incilerini dinleyin: • Österreich Über Alles- Avusturyalı Habsburglar'ın anadili olan Almanca'dan kelimesi kelimesine çevirirsek "Avusturya Her Ģeyin Üstünde" anlamına gelir. Bu temenni, Habsburg Ġmparatoru III. Frederick'in gizli arzusu "A.E.I.O.U."dan gelir (aĢağıya bakın). • A.E.I.O.U.- Genellikle Austuria Est Ġmperare Orbi Univer-so veya Austuria Erit in Orbe Ultima'nın kısaltması Ģeklinde yorumlanır. Ġlkinin Latince'den tercümesi kabaca "Avusturya dünyayı yönetecektir" ve ikincisinin ise "Avusturya dünyanın sonuna kadar var olacaktır" Ģeklindedir. Latince'nin esnekliği. Komik olan, Latince'nin bol çekimli grameriyle farklı yorumlara açık olmasıdır. Birisi, Prusyalı II. Frederick'in yorumunun aslında daha uzak görüĢlü olduğunu öne sürebilir: Austuria Erit in Orbe Ultima, "Avusturya bir gün dünyanın en dibinde olacaktır." Dünyanın dibinde olmadığı kesin olan günümüz Avusturya'sı yine de fiziksel çapı, ya da siyasi itibarı açısından Habsburg iktidarı altındaki Avusturya'yla karĢılaĢtırılamaz. 194 ANNA VE KRAL GERÇEK MĠ, HAYAL ÜRÜNÜ MÜ? Hollyyvood onu romantik bir kadın kahraman olarak canlandırdı. Yoksa sadece dikkat çekmek için yalanlar kıvıran biri miydi? Ġlk önceleri buna inanmak istemedik. Yoksa Anna Leono-wens, Kral ve Ben'in kahramanı, tapılası Deborah Kerr ve heyecanlı Jodie Foster'ın canlandırdığı, Siyam kralını ehlileĢtiren inatçı mürebbiye Anna ahlaksız bir yalancı mıydı? Gerçekler ve uydurmacalar aĢağıda. Uydurmaca No. 1: Anna'nın otobiyografisi Anna Crawford olarak 1834'de Galler'de doğduğunu söylüyor. Gerçek: Kızlık ismi Anna Edvvards'dı ve 1831'de Hindistan'da doğmuĢtu. Uydurmaca No. 2: Babası o altı yaĢındayken Hindistan'daki bir Sih ayaklanmasında ölen bir yüzbaĢıydı. Gerçek: Babası onun doğumundan üç ay sonra ölmüĢ bir marangozdu. Uydurmaca No. 3: 17 yaĢındayken BinbaĢı Thomas Leno-wens'la evlenmiĢti. Kocası Singapur'daki bir kaplan avı sırasında güneĢ çarpması sonucu ölmüĢtü. 195 Gerçek: 18 yaĢında evlenmiĢti. Kocasının adı Thomas Leon Ovvens'dı. Thomas'ın bir iĢte dikiĢ tutturması pek mümkün olmamıĢ ve çift çok sık taĢınmıĢtı. 1859'da beyin kanamasından Malay, Penang'da ölmüĢtü. Uydurmaca No. 4: Çok saygı duyulan bir Ġngiliz mürebbi-yeydi. Gerçek: Siyam sarayında mürebbiyelik geniĢ kapsamlı bir iĢti, Anna sadece Ġngilizce öğretmeniydi. Kral Monghut ona bu nedenle iĢ vermiĢti. Uydurmaca No. 5: The Romance of the Harem adlı kitabında. Kral Mongkut'un bir despot olduğunu ve onu memnun edemedikleri zaman karılarını yer altı zindanlarına attırdığını iddia eder. Gerçek: Siyam'da yeraltı zindanı yoktu. Uydurmaca No. 6: Anna'nın kitabında, Kral Mongkut'un, ?ir keĢiĢe aĢık olan cariyesine halkın önünde iĢkence ettirip baĢını vurdurduğu anlatılır. bir Gerçek: Bütün hikaye uydurma olmalı. O sıralarda Siyam'da yaĢayan birçok muhabir vardı ve hiçbiri böylesi bir olaydan söz etmedi. Uydurmaca No. 7: Anna kralla çok yakınlaĢmıĢtır; hatta film aralarında romantik bir Ģeyler olduğunu ima eder. Gerçek: Kral Mongkut, Anna Leonovvens'ı neredeyse tanımıyordu bile. Kral ayrıntılı günlükler tutardı ve Anna'nın kraliyet sarayında çalıĢtığı beĢ yıl süresince kral ondan sadece bir kez ve çok kısaca söz etmiĢti. 1% Uydurmaca No. 8: Anna, Kral Mongkut'a saygı duymaya baĢlar ve sağduyulu olmasından övgüyle söz eder. Gerçek: Anna yazılarında kralı tutucu, hoĢgörüsüz, geçmiĢe takılmıĢ tepkisel bir bağnaz olarak tanıtır. Modern politikalarına ve Batı bilgisine sahip olmasına hiç saygı duymaz. Uydurmaca No. 9: Anna Ġngiltere'nin Siyam'a karĢı emperyalist tavırlarına karĢıydı ve cesaretle, halkın yanında Ġngiliz otoritelerinin karĢısına dikildi.


Gerçek: Anna aslında emperyalizm yanlısıydı ve Ġngiltere'nin Uzak Doğu'daki sömürgeci teĢebbüslerinin büyük bir destekçisiydi. Ġngiliz müdahalesine ve "aydınlanmasına" destek sağlamak için kasıtlı olarak Siyamlı insanları çocuksu ve geri kalmıĢ olarak betimledi. Uydurmaca No. 10: Anna Siyam'la ilgili bütün konularda uzmanlaĢtı ve geri kalan yıllarını saygı gören bir emekli olarak geçirdi. Gerçek: Ġlk kitabının basılmasıyla Anna hakkında, edebi eser hırsızlığı ve yanlıĢ bilgi yaymaktan dava açıldı. Kitapları arttıkça, davalar da arttı. Akademik dünya yazdıklarını görmezden geldi ve kendisi sansasyon düĢkünü bir kurgu yazarı olarak kınandı. • GERÇEK... Anna efsanesinin tek doğru yanı Siyam Sarayı'nda beĢ yıl çalıĢmıĢ olmasıdır. 197 MADALYAMI VERMEM! Mary Edwards Walker'ın hikayesi, ġeref Madalyası'nı kazanmıĢ tek kadının ve madalyayı ondan geri almak isteyen adamların hikayesidir. BAYANLAR BAYLAR, KARġINIZDA DOKTOR MARY EDWARDS WALKER! Mary Edwards Walker New York'un kırsal kesiminde büyüdü ve 1855'de Syracuse Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Babası 1800'lerin ortalarında kuzey New York'ta geliĢen reform hareketlerine etkin olarak katılan bir özgürlükçüydü. Bu yüzden kızının, ilk kadın hakları savunucularından olması ĢaĢırtıcı değildi. Mary özellikle kıyafet reformuyla ilgiliydi. "Korseler tabuttur," diye ilan etmiĢti. Zamanının kısıtlayıcı kadın kıyafetlerini giymek yerine feminist Amelia Bloomer'ın tasarlayıp adını verdiği, aslında hiçbir yeri açıkta bırakmayan ve o sıralarda büyük skandal sayılan etek-pantolonu giymeyi tercih ediyordu. Mary kadın hakları hakkındaki konferansını, silindir Ģapka ve smokinle vermiĢti. Erkek kıyafetleri giydiği için defalarca tutuklanmıĢ olmakla gurur duyardı. DR. WALKER AġIK OLUYOR VE SAVAġ Üniversiteden sonra, okul arkadaĢı Albert Miller'la evlendi, ama tabii ki kendi soyadını korudu. Mary ve Albert New York'da bir muayenehane açtılar ama buralılar bir kadın dokto198 jiı kabullenmeye hazır değillerdi ve iĢleri pek iyi gitmedi. Çift 13 yıl sonra boĢandı. iç SavaĢ sırasında Walker Kuzey ordusuna yazıldı ama komisyon ordu cerrahlığı yapmasını reddetti. Bu yüzden o da hemĢirelik yaptı; ama sonunda neredeyse iki yıl ön saflarda çalıĢtığı orta kademe cerrahlığa terfi etti. Nihayet, yardımcı cerrah olarak Ohio 52. Piyade Birliği'ne atandı. Bu görev sırasında büyük ihtimalle casus olarak da çalıĢtı. (Ama bu çok gizli bir konu ve kimse bu konuda konuĢmak istemiyor.) DR. MARY "CESUR" WALKER Sivilleri tedavi etmek için (ya da diğer tarafta casusluk yapmak için) bizim karĢıdan karĢıya geçerkenki rahatlığımızla Güney hatlarına geçti. 1864'de bir gün, kendi tasarladığı hafifçe değiĢtirilmiĢ subay üniforması kıyafetini giymiĢken, Georgia-Tenessee sınırının güneyinde tesadüfen bir asi birliğiyle toslaĢ-tı. Komutan, doktorumuzu Virginia, Richmond'daki bir hapishaneye gönderdi. Dört ay sonra bir esir değiĢimi sırasında serbest bırakıldı. Adam adama bir değiĢim sırasında bir Güneyli subaya karĢılık olarak değiĢ tokuĢ edilmek Mary'nin çok hoĢuna gitti. Serbest bırakıldıktan sonra savaĢın kalanını Ken-tucky'daki bir kadınlar hapishanesinde ve Tennessee'deki bir yetimhanede pratisyen hekim olarak çalıĢarak geçirdi. ONLARA GÜNÜNÜ GÖSTER DR. WALKER! Ġç SavaĢ sırasındaki hizmetinden dolayı BaĢkan Andrevv Johnson, Mary Walker'ı Kongre ġeref Madalyası'yla ödüllendirdi. Ancak '1917 Temizliği' adı verilen dönemde federal hükümet, ġeref Madalyası standartlarını revize ederek madalyanın sadece "düĢmanla gerçek bir vuruĢma" için verileceğini kararlaĢtırdı. Mary Walker'ın madalyası iptal edildi. "Kahretsin," dedi 85 yaĢındaki Mary. Madalyayı orduya geri vermeyi reddetti 199 fi


ve arkadaĢlarının söylediğine göre iki yıl sonraki ölümüne kadar onu her gün gururla taktı. BaĢkan Jimmy Carter 1977'de Mary'nin madalyasını geri verdi ve Mary Edvvards Walker hala bu Ģerefe sahip tek kadındır. DR. WALKER BAġKA ġEKĠLLERDE DE ONURLANDIRILDI 1982'de Mary Edvvards Walker adına 20 sentlik bir pul basıldı. Pul, ilk defa Kongre ġeref Madalyası alan ve bir tıp okulundan mezun olan ikinci kadının anısınadır. 19. düzenlemeyle kadınlara oy hakkı verilmesinin hemen öncesinde ölmüĢtür. TIPTA KADINLARLA ĠLGĠLĠ ĠLKLER Elizabeth Blackwell- 1949'da ABD'de tıp mezunu olan ilk kadın. Gerty Radnitz Cory- 1947'de Nobel Tıp Ödülünü alan ilk kadın Louise Brown- Ġlk tüp bebek. Elizabeth Oliver- doğumunu Ġnternet'te yayınlayan ilk kadın. Mary Lund- Yapay kalp takılan ilk kadın. 200 BÜTÜN HAÇLI SEFERLERĠNĠ BĠTĠRECEK OLAN HAÇLI SEFERĠ 1096'da Halkın Haçlı seferi her anlamda iflas ettikten sonra gerçek bir ordunun harekete geçme vakti gelmiĢti. Bu aslında 'ikinci' Haçlı Seferi olsa da 'birinci' diye adlandırılır. ġövalyeler ve prensler, tecrübeli savaĢçılar, Hıristiyanlığın Kutsal Toprakları'nı kafir Türklerin elinden almak için bir dizi sefer düzenlediler. Bu resmi seferlerin ilki tahmin edeceğiniz gibi Ġlk Haçlı Seferiydi (1096-1099). KÖTÜ ÇOCUKLAR 25 binle 30 bin kiĢi arasındaki, bugün için mütevazı ama o gün için önemli sayıdaki Hıristiyan güçlerinin çoğunluğunu, Fransızlar ve Normanlar oluĢturuyordu. Normanlar on birinci yüzyılda Avrupa'nın cüretkar ve maceraperest kötü çocuklarıydılar. 1066'da Ġngiltere'yi fethetmiĢ ve Bizans Ġmparatorluğu'ndan Ġtalya'nın güneyinin büyük kısmını almıĢlardı. 1097 * Mayısında gözlerini Balkanlara, oradan da Konstantinopolis'e çevirmiĢlerdi. BĠZANSLILAR Konstantinopolis bir refah ve kültür kentiydi. Aynı zamanda Kutsal Topraklara saldırı düzenleyecek Haçlıların da üssüydü. 201 Ama baĢtan beri Haçlılar ve Yunan Ortodoks Hıristiyanlan olan Bizanslı müttefikleri arasında uyuĢmazlık vardı. Bütün Bizanslılar kafirlere kaptırdıkları Anadolu'daki topraklarını geri almak istiyorlardı. Haçlılar da en azından Hıristiyanlık için en kutsal kent olan Kudüs dahil Kutsal Toprakları (Filistin ve Suriye'yi kapsayan bölge) ele geçirmek istiyorlardı. SU VE YAĞ GĠBĠ Bizanslılar ve Haçlılar arasındaki uyuĢmazlık o kadar da kötü değildi: Liderler arasında hep bir gerilim ve çekiĢme olurdu zaten. Bir Norman ve o günlerin en büyük maceraperestlerinden biri olan Bohemond 40 yaĢında korkusuzluğu, yaratıcılığı ve acımasızlığıyla haklı bir üne sahip tecrübeli bir savaĢçıydı. O da bir baĢka Haçlı lideri, Toulouse Kontu'yla neredeyse sürekli anlaĢmazlık içindeydi. Bohemond'un tam tersine Kont nazik, dürüst ve çok dindar olmasıyla ünlüydü; öngörü ve mucizelere derinden inanırdı. GÖREV: ANTĠOCH Haçlılar Konstantinopolis'ten Suriye'ye, Antik Antioch (Antakya -ç.n.) Ģehrine doğru güney-doğu yönünde harekete geçtiler. Antioch, Filistin sahilindeki en zengin ve güçlü Ģehirdi. AĢılması güç duvarların içine, etraftan yaklaĢanların kilometrelerce öteden görülebildiği dört yüz kule inĢa edilmiĢti. ġehrin savunma gücü açıktı, bu yüzden Ģehir ancak içerden birilerinin ihanetiyle ele geçirilebilirdi. (Antioch o zamanlar ilk fırsatta düĢmanın üzerine atılacak geniĢ Rum ve Ermeni nüfusuyla hala bir Hıristiyan Ģehriydi.) TÜRK KIZARTMASI Haçlılar stokları gitgide azalırken orada aylarını harcadılar. Soğuk, yağıĢlı bir kıĢ sonrasında yeni malzemeler geldi ve mo202 railer yükseldi. Bohemond da kendini daha iyi hissediyordu. Antioch'tan çok fazla Türk casusunun çıktığına karar verdi. Yakalanan casusları öldürtüyordu,


daha sonra aĢçılarına casusları ĢiĢe geçirip kızartmaları emrini verdi. O gece, yakalanmamıĢ olan tüm casuslar sessizce Antioch'a geri döndüler. YÜKSEK MEVKĠLERDEKĠ ARKADAġLAR Bohemond'un kendi casusları da vardı. Büyük bir Türk destek birliğinin Antioch'a doğru yola çıktığını öğrendiğinde harekete geçme zamanının geldiğini anladı. Kente casuslarını gönderdi; casusları, Hıristiyan davasına bağlılığını gizlice sürdüren Firuz adındaki Ermeni bir kaptanla bir plan yaptılar. Bohemond'un adamları Firuz'un kontrolündeki üç kuleden birinden sarkıtılacak deri bir merdivenden tırmanacaklardı. HADĠ TIRMANIN ÇOCUKLAR! AltmıĢ adam merdivenden tırmanıp üç kuleyi ele geçirdiler ve ilk kapıyı açtılar. Kısa süre sonra diğer kapılar da açıldı ve Haçlılar ĢaĢkınlık içindeki savunma güçlerinin üzerine aktılar. Türk destek birliği hızla yaklaĢtığından Haçlılar çabuk hareket etmek zorundaydı. Ve ettiler de: Günün sonunda Antioch'da neredeyse canlı tek Türk kalmamıĢtı. DAHA DA YÜKSEK MEVKĠLERDEKĠ ARKADAġLAR Ertesi gün, Türk destek birliği Antioch'a geldi ve hemen Ģehri kuĢattı. Artık kuĢatanlar kuĢatma altındaydı. ġövalyeler ve piyadeler arasında panik yayılmaya ve birçoğu kaçmaya baĢladı. Ama Haçlılar mucizelerin gerçekliğine inanan iman adamlarıydı ve Tanrı iĢaretler ve vizyonlarla konuĢurdu. Böylece hemen Kutsal Mızrak biçiminde bir mucize yaratıldı, Çarmıha Germe sırasında Kurtarıcıyı yan taraftan delen mızrağın aynısı. Ġsa'nın siluetini pek çok kez gördüğünü iddia eden Peter Bartholemew 203 adında fakir bir Fransız köylüsü Mızrağı Antioch Katedralinde gömülü olduğu yerde buldu. ġAH MAT Bu mucizevi buluĢtan etkilenen Haçlılar 28 Haziran 1098 sabahı Türklerle çarpıĢmak üzere Ģehrin kapılarına yürüdüler. O sırada satranç oynayan Türk kumandanı, Hıristiyan güçlerini yeneceğinden emin olduğundan, üzerlerine gelmelerine izin verdi. Yardımcıları hemen saldırıya geçmeyi önerdiyse de o satranç oynamayı sürdürüp bekledi. Haçlılar durmadan yaklaĢırken bir grup da gizlice Türklerin arkasına dolanıp saldırdı. Türk kumandanın birden asabı bozuldu ve ordusu karmaĢa içinde kaçtı. Antioch artık emin bir Ģekilde Hıristiyanların ellerindeydi. KUDÜS KUġATMASI Bunlar Haçlıların Kudüs üzerine yürümesinden altı ay önce oldu. Yaz baĢında Ģehrin kapılarına dayandılar. KuĢatma güçleri Antioch'daki savaĢ kayıplarından, aĢırı yorgunluktan, açlıktan ve hastalıklardan dolayı azalmıĢlardı; 1.200 Ģövalye ve 12 bin piyadeden oluĢuyordu. HER ġEYĠ DÜġÜNMÜġLERDĠ Kudüs'ün Müslüman kumandanı Haçlılar için fazlasıyla hazırdı. Uzun bir kuĢatma için bol bol yiyecek ve içecek stokları ve sadık askerlerden oluĢan büyük bir garnizonları vardı. ġehrin etrafındaki tüm kuyular zehirlenmiĢ, komĢu tepelerdeki tüm koyun ve keçiler yakalanarak Ģehre getirilmiĢti. Kumandan Ģehirdeki kulelerin pamuk ve saman balyalarıyla doldurulup Haçlıların mancınık atıĢlarına karĢı güçlendirilmelerini emretmiĢti. Son olarak da, Kudüs etrafındaki tüm ağaçları keserek Haçlıların yakıcı güneĢten korunmalarını engellemek istemiĢlerdi. 204 YA DA ÖYLE ZANNETMĠġLERDĠ 13 Temmuz 1099 gecesi Haçlılar saldırılarını baĢlattılar. Karanlıkta kuĢatma araçları, adamların duvarların ötesine atlamasını sağlayan köprüleriyle tekerlekli kuleler Ģehre iyice yaklaĢtı. CEPHEDEN SALDIRI Birkaç günlük Ģiddetli çarpıĢmadan sonra Haçlılar kuĢatma araçlarından birini uygun pozisyona getirmeyi baĢardılar. Ġlk önce, sadece birkaç adam kulenin köprüsünü geçip duvara tırmanmayı becerdi. Ama kısa süre sonra bir-ikiden düzinelere çıktılar. Duvarlara daha çok merdiven dayandı ve çok sayıda Haçlı tırmandı. Saldırı tam bir baĢarıydı; Kudüs artık Hıristiyanların elindeydi. HIRĠSTĠYANLAR: 1, DĠĞER HERKES: ÖLÜ


3 yıllık mahrumiyet, hastalık ve ölümden sonra Hıristiyan askerleri büyük zaferlerini kutlamaya hazırdı. Bunu Kudüs'ü yağmalayıp Müslüman halkı katlederek yaptılar. Yerli Yahudilerin hepsi sinagoga koĢtular ama Haçlılar Kudüs'ü tam anlamıyla bir Hıristiyan Ģehri yapmakta kararlıydılar. Sinagogu yaktılar ve içerideki herkes öldü. SONRAKĠ SEFERDE GÖRÜġÜRÜZ Ġlk Haçlı Seferi amacına ulaĢmıĢtı. Gelecekteki hiçbir Haçlı Seferi bu baĢarıya ulaĢamayacaktı. (Ha, siz bittiğini sanmıĢtınız değil mi? Hayır, daha dökülecek çok kan vardı.) Sonraki iki "yüzyıl boyunca, Kudüs dahil olmak üzere Kutsal Topraklardaki fetihler yavaĢ yavaĢ kaybedilecekti. 205 w ilk süper star Kızlar viyolonistlerden hoĢlanır. En azından Nicolû Paganini ünlüyken öyleydi. Nicolü Paganini dünyanın en iyi viyolonisti olarak adlandırılabilecek kadar yetenekli bir virtüözdü. Hayranları ona tapardı. Ama Paganini Ģöhretin karanlık yanlarının kurbanı oldu -cinsel taciz, aĢırılıklar ve Ģeytanla arkadaĢlık dedikoduları. OLAĞANÜSTÜ GENÇ 1800'lerin baĢlarında Paganini bir süper stardı. Ġtalya, Ceno-va'da 1782'de doğan keman dehası 15 yaĢında turnelere baĢlamıĢtı. Kısa sürede olağanüstü, neredeyse doğaüstü yeteneğiyle ünlendi. Bach, Mozart gibi haleflerinin aksine bir arĢidükün himayesinde saray müzisyeni olmadı. Konser turnelerinde çaldı ve bilet satıĢlarıyla geçindi. 1828'de efsanevi altı yıllık Avrupa turnesine baĢladı. Büyük baĢkentler onun büyüsüne kapıldı: Viyana, Berlin, Londra ve Paris. PAGANĠNĠ TUTKUSU Biletler fahiĢ fiyatlara satılıyordu ama Paganini'nin konserleri hayranları için hayatlarını değiĢtiren bir deneyimdi. Bayanlar bayılıyor, erkekler ağlıyordu ve eleĢtiriler müthiĢti. Paris gazeteleri okurlarını "Paganini'yi dinlemek için mallarını satmaya, 206 ya da rehine vermeye" teĢvik ediyordu. Bir eleĢtirmen "Paganini'yi dinlemeden ölene yazıklar olsun," diye yazmıĢtı. Hakkındaki efsane büyüdükçe Paganini'nin yeteneğini ruhunu Ģeytana satarak elde ettiği dedikoduları da yayılmaya baĢladı. GörünüĢü de bu hikayeye çok iyi uyuyordu. Paganini yaĢamının çoğunda sağlık sorunlarıyla boğuĢtu, ölü gibi soluk bir teni vardı ve çok sıskaydı. Ama bu ıstıraplı görünüĢü ona daha da Ģeytani bir romantizm veriyordu. PAGANĠNĠ PRESLEY? Bazen uzun siyah saçları arkasında vahĢice uçuĢurken etrafında kanat gibi dönen siyah bir pelerin giyerdi. Keman çalarken, esnek parmaklan baĢka hiçbir viyolonistin taklit edemeyeceği bir hızla perdelerde koĢuĢurken uzun bacakları sahnede onu fırıl fırıl dolaĢtırırdı. KIRILMA NOKTASI Paganini bazen birbiri ardına kemanının üç telini kırma oyunu oynar ve sonunda konseri kusursuz bir Ģekilde sadece tek bir telle bitirirdi. Bu tür teatral çılgınlıklar tutucu eleĢtirmenleri kızdırır ve onu, vasat bir yetenek, cafcaflı numaralan olan bir müzisyen olarak küçümsemelerine neden olurdu. EleĢtirmenler Paganini'yle "akrobat, sahtekar, kadın avcısı... ve iğrenç derecede zengin," diye de alay ediyorlardı. Dedikodulara göre, yaĢlı, genç, halktan ve asil bir sürü kadının, üstadın gönlünü eğlendiriyordu. Konserlerinden çok büyük miktarda para akıyordu. ġÖHRETĠN KARANLIK YÜZÜ Aslında Paganini sık sık parasız kalırdı. Büyük ama talihsiz bir kumarbazdı. Bir ajans ve bir biyografi yazarı da dahil kalabalık bir ekibi geçindiriyordu. Turne ilerledikçe üstündeki baskı 207 F onu yıpratıyordu. Sağlığı bozuluyor ve bazen hastalık dolayısıyla konserleri iptal etmesi gerekiyordu. Bazen de en ufak bahaneden etkilenen Paganini'nin


alınganlığı yeterli oluyordu. Ġrlanda'da iptal ettiği bir konserden sonra öfkeli bir kalabalık otelin önünde toplanıp onu programlandığı gibi çalmaya zorlamıĢtı. ġÖHRETĠN KAPKARANLIK YÜZÜ Turneden vazgeçen Paganini, Paris'te bir Paganini Casino'su inĢa etmekle ilgili büyük bir entrikanın içine çekildi. Paris'teki kumarhane çok büyük bir baĢarısızlık oldu. Eski ortaklarıyla mahkemelerde geçirdiği yılların sonunda bir frankını bile geri alamadı. Amerika'da müthiĢ bir turneyle yeniden ortaya çıkmayı planladı ama bozulan sağlığı buna izin vermedi. 1840'da ölüm yatağındaki Paganini, daha çok yaĢayacağını düĢünerek günah çıkartmayı reddetti. YanılmıĢtı. BaĢpiskopos bir Hıristiyan cenazesi yapılmasını yasakladı. Hatta o kadar ileri gitti ki Paganini'nin doğduğu yer olan Cenova'daki yetkilileri bile uyardı. Oğlu dava açtı, mahkemenin kararı beklenirken mumyalanmıĢ cesedi cam içinde sergileniyordu. Binlerce ve binlerce insan ilk süper starı son bir kez görmek için sürüler halinde toplandı. Cesedi, 1845'e kadar kutsanıp toprak altına giremedi. TUHAF ZEVKLER 208 Jeffrey Dahmer'in suçları iyi bilinir; ama tuhaf zevklere sahip bilmediğiniz daha birçok suçlu var. BEANE'NĠN YAMYAM AĠLESĠ Bazıları bu yamyam Ġskoç klanı hikayesinin doğruluğu üzerine yeminler ediyor. BaĢkaları ise bunun, kent efsanelerinin sonuncusu olduğunu söylüyor. Ama Sawney Beane ve ailesi hakkındaki hikayeler durmak bilmiyor. Söylenceye göre, Sawney Beane on beĢinci yüzyılda, Ġskoçya'nın Gallow kıyılarında akraba evlilikleriyle üç nesil yetiĢtirdi. Dev ailesinin geçimini, ailenin mağarasının yakınından geçen yolculara saldırarak, soyarak, öldürerek ve yiyerek sağladı. Ġlk baĢlarda Beane sadece yalnız yolcuları alıyordu. Ama yıllar geçtikçe klanı büyüdü ve ölü sayısı yükselmeye baĢladı. Yöredeki köylüler, mağaranın yakınlarındaki sahilde ceset parçalan bulunca katilin peĢine düĢtüler. Beane ve ailesi keĢfedildi ve Ġskoçya Kralı James'in emriyle halk önünde yakılarak öldürüldüler. Hikayeye inanmak zor belki ama Ġskoç ve Ġngiliz çocukların iyi bildiği bir hikayedir. Anneleri, Beanelerle ilgili bu hikayeleri onları korkutmak için anlatır. LEWĠS KESEBERG: DONNER KAFĠLESĠ DESPERADO 1846 kıĢında Donner kafilesi Sierra Nevada dağlarında kapana kısılmıĢ ve açlıktan ölürken yamyamlığa baĢladılar. Kurtu209 lanların çoğu affedildi. Toplum açlığın korkunç umutsuzluğunu anlamıĢtı. Ama hiç kimse Lewis Keseberg'i affetmedi. Kese-berg göl kıyısındaki kulübelere Tamsen Donner adında bir kadınla beraber ulaĢıp hayatta kalan çok az sayıdaki kafile üyesinden biriydi. Kimse daha sonra tam olarak ne olduğunu bilmiyor ama Keseberg cinayetle suçlandı. Kurtulanlar onu kulübede ateĢteki bir tencerede Bayan Donner'ın parçalarını kaynatırken buldular. Keseberg sükunetle kadını yediğini itiraf etti ve onu lezzetli bulduğunu, o zamana kadar yediği en güzel et olduğunu söyledi. Keseberg bu suçtan mahkum olmadı ama hayatı yine de kötüye gitti. (Sürpriz, sürpriz.) Bir Sacramento lokantası açtı. (Ne ilginç bir meslek seçimi!) Ama kısa süre sonra lokanta yanıp kül oldu. Keseberg hayatını utanç ve fakirlik içinde, aĢağılanarak geçirdi. ALFRED PACKER: COLORADO YAMYAMI 1874 Nisanında hastalıktan sendeleyen ve yarı donmuĢ haldeki Alfred Packer kapıdan girdiğinde Colorado, Cochetopa Creek'deki Los Pinıs Kızılderili Dairesinin memurları gözlerine inanamadılar. Kurtulan adamın anlattığı hikaye oldukça vahĢiydi. 1873 sonbaharında Packer altı kiĢiyle beraber yola çıkmıĢ ve kıĢ fırtmalarıyla kapana kısılmıĢlardı. Packer'a bakılırsa, dönüĢ yolu aramak için yanlarından ayrıldığı sırada yolcu arkadaĢlarından biri herkesi öldürmüĢtü. Zavallı Packer döndüğünde katili insan eti yerken bulmuĢ ve nefsi müdafaa için yamyamı öldürmek zorunda kalmıĢtı. VahĢi doğanın ortasındaki Packer öldürülen arkadaĢlarının cesetlerinin yanında yatmak zorunda kalmıĢtı.


Memurlar kamp yerine vardıklarında Packer'ın eski yol arkadaĢlarının öldürülmüĢ, parçalanmıĢ, yarı yenmiĢ cesetlerini buldular ve hikayesine inanmadılar. Packer hemen hapse atıldı. 210 Kaçtı ve yakalanarak 17 yıl hapis yattı. ġartlı salıverilmesinden sonra Packer hayatının geri kalanını nispeten huzur içinde geçirdi. Öldüğünde -buna dikkatinizi çekeriz- kararlı bir vejetaryendi. HAVA ATMAK Söz insanların yenilmesinden açılmıĢken biraz da yemeklere isimleri verilen insanlardan söz edelim. Ritz-Carlton Otelinin baĢ aĢçısı Escoffıer bazı ünlü bayanlardan esinlenerek birçok tatlı yaratmıĢtı: Ünlü opera divası Nellie Melba'nın adına PeĢ-melba; ünlü aktris adına Sarah Bernhardt çilekleri ve Kraliçe Victoria'nın tahta geçiĢinin 50. yılı Ģerefine ViĢne Jübilesi. 1914'de Almanya'nın Belçika'yı iĢgal ettiği gece, Escoffıer'nin Ho Chi Minch adında genç bir Vietnamlı yardımcısı vardı. Es-coffier bu çalıĢkan yardımcısında farklı bir Ģeyler gördü ve onu daha sonra pasta Ģefi yaptı. Ama Ho Chi Minh pastadan çok politikaya ilgi duyuyordu ve sonunda ismini taĢıyan bir Ģehri oldu. Escoffier'nin ismi ise sadece bir sosa -evet, lezzetli bir sos ama ne de olsa sadece bir sosa verildi. 211 ÖLÜ BĠR ADAM TARAFINDAN KANDIRILDILAR Müttefiklerin Sicilya'yı ele geçirmesinde kritik bir rol oynayan Ġngiliz askerin bundan haberi yoktu; çünkü öleli günler olmuĢtu. SIRADA NERESĠ VAR? Müttefiklerin Ġkinci Dünya SavaĢı sırasındaki baĢarılı Kuzey Afrika seferlerinden sonra, Ġngiliz istihbaratı bir sonraki hedefleri konusunda Almanları ĢaĢırtmak için karmaĢık bir aldatmaca planladılar ve bunu uyguladılar. Winston Churchill daha sonra sözünü sakınmadan Ģöyle demiĢti: "Düpedüz aptal olmayan herkes bunun Sicilya olduğunu anlardı." Ada Ġtalya'nın iĢgali için mükemmel bir üstü ama zorlu arazisi adayı savunanların iĢini kolaylaĢtırıyordu. Müttefikler, Hitler'i Sicilya savunmasını güçlendirmekten alıkoyacak bir plan yapmalıydı. EWEN VE ARCHĠBALD'IN DÜZMECE MACERALARI Almanlar, Müttefiklerin baĢka bir yeri iĢgal edeceğine inanmalıydı. Önce Balkanlarda bir saldırı ve Sardinya'nın iĢgaliyle ilgili sahte bir plan hazırlandı. Bu planın Alman Ġstihbaratı tarafından öğrenilmesi gerekiyordu. Bu iĢi iki genç asker hallettiler; Ewen Montagu ve Sör Archibald Cholmondley. Her ikisi de Ġngiliz Ġstihbaratının karĢı casusluk birimi XX (Double Cross- Çift Haç) üyesiydi. 212 ONA BOġUNA ĠSTĠHBARAT DEMEMĠġLER Fikir, bir ölüyü kurmay subay kılığına sokup, üzerine sahte iĢgal planlarını yerleĢtirmek ve cesedin Almanların eline geçmesini sağlamaktı. Cesedi bir uçaktan yarı açılmıĢ bir paraĢütle Almanların iĢgal ettikleri topraklara atmayı düĢündüler ama otopsi yapıldığı takdirde cesedin çok daha önce öldüğü anlaĢılacağından bu fikirden vazgeçtiler. Çift Haç ekibi cesedin denize düĢen bir uçakta boğulmasına karar verdiler bu Ģekilde denizde uzun zaman kaldığı düĢünülecekti. Montagu ve Chaolmondley zatürreeden ölen bir adam seçtiler çünkü adamın ciğerlerinde sıvı olacaktı ve otopsi yapılırsa adamın boğularak öldüğü sanıla-caktı. Sonunda otuzlu yaĢların baĢında, ölmeden önce vücudu formda olan bir ceset buldular ve kimliğinin hiçbir zaman açıklanmayacağını garanti ederek ailesinden izin aldılar. KARġINIZDA BĠNBAġI MARTĠN Adam için bir kimlik uydurdular: 1907'de Galler'de, Car-diff'de doğan William Martin, Kraliyet Deniz Kuvvetlerinde yüzbaĢıydı ve BirleĢik Operasyon Karargahına tayin olmuĢtu. Cesede askeri kimliğine uygun hizmet Ģeritleri olan bir üniforma giydirildi. Kimliğini daha inanılır kılmak için, BinbaĢı Martin'e birkaç aĢk mektubunun yanı sıra niĢanlısının resmi ve hatta niĢan yüzüğünün faturası bile verildi. Ayrıca yanında eski tiyatro biletleri, kira ödemesinin banka dekontu, bazı faturalar, kağıt ve madeni paralar ve babasından gelen mektuplar da vardı. Ġçinde sahte iĢgalin planlarını incelikle açığa vuran ve


Binba-Ģı-Martin'in Ġngiltere'den Kuzey Afrika'daki Karargaha uçtuğunu gösteren resmi belgeler bulunan kilitli bir çantayı bileğine kelepçelediler. DENĠZE GÖMÜLÜYOR 30 Nisan 1943'de HMS Seraph denizaltısı Ġspanya kıyılann213 dan bir mil kadar açıkta yüzeye çıktı. DüĢüĢ için Ġspanya seçil, misti çünkü orada Alman askeri istihbarat ağı mevcuttu ve Müttefik istihbaratı, Ġspanya hükümetinin Almanlarla iĢbirliği içinde olduğuna güveniyordu. Buz dolu bir sandığa yerleĢtirilmiĢ olan BinbaĢı Martin güverteye çıkarıldı. Kaptan, subayları hariç herkesin denizaltının içinde kalmasını emretti. BinbaĢıya kendisine uygun bir can yeleği giydirdiler ve bir dua okuyup cesedini denize attılar. Ceset birkaç saat sonra bir Ġspanyol balıkçı tarafından bulundu. TOPRAĞA GÖMÜLÜYOR Diplomatik nedenlerden kaynaklanan bir gecikmeden sonra Ġspanyol hükümeti sonunda Martin'in çantasını görünüĢte açılmamıĢ olarak iade etti. Belgeler Londra'ya döndüğünde mikroskop altında yapılan incelemeler çantanın aslında açıldığı ve kağıtların fotokopi edildiği anlaĢıldı. BinbaĢı Martin birkaç gün sonra Ġspanya, Huelva'da tam bir askeri törenle, kalbi kırık niĢanlı ve aileden gelen çelenklerle gömüldü. Londra'da ise The Times gazetesinin 4 Temmuz tarihli nüshasında ölümü ilan edildi. ĠSĠMSĠZ KAHRAMAN HAZIRLANIYOR Alman istihbaratı zokayı tamamen yutmuĢtu. "Ele geçirilen belgelerin gerçekliği Ģüphe götürmez" diye rapor vermiĢlerdi. Müttefiklerin Sicilya iĢgali 9 Temmuz 1943'de baĢladı. Mont-gomery'nin Ġngiliz 8. Ordusu ve Patton'un Amerikan 7. Ordusu Sicilya'nın güney ucundan saldırdılar ve sınırlı direniĢle karĢılaĢtılar. Alman savunması kuzey kıyılarına odaklanmıĢtı. Alman Yüksek Kumandanlığı kandırıldıklarını anladığında Sicilya'nın iĢgali neredeyse sona ermiĢti. SavaĢtan sonra aldatmaca açığa vuruldu ve BinbaĢı Mar-tin'in kimliği konusunda epey bir spekülasyon yapıldı. Ölünün 214 kimliği hiçbir zaman açıklanmadı ama Montagu'ya göre, "biraz tembel biriydi ve ...yaptığı tek diĢe dokunur iĢi de öldükten sonra yapmıĢtı." ĠKĠNCĠ DÜNYA SAVAġI ĠLE ĠLGĠLĠ 10 GERÇEK 1. Ġkinci Dünya SavaĢı, Almanya'nın 1 Eylül 1939'da Polonya'yı iĢgali ile baĢladı. 2. Hitler'in Ġngiltere'yi iĢgaliyle ilgili baĢarısız planının adı Deniz Aslanı operasyonuydu. 3. Mercan adası savaĢı, sadece uçak gemileri arasında geçen ilk deniz savaĢıydı. 4. Okinavva Ġkinci Dünya SavaĢı'nın son savaĢıydı. 5. Sayıca üstün olan Kanada birlikleri 1941 Noel gününde Hong Kong'u Japonlara teslim ettiler. 6. Ġkinci Dünya SavaĢı'nın en ağır tankı Alman Tiger II'ydi. 7. Rus güçleri Berlin Muharebesini kazanarak Avrupa'daki savaĢa son verdiler. 8. Avrupa'nın kurtuluĢ günü olan D Günü'nde Kanadalılar Juno Sahili'ne çıktılar. 9. Japonlar Ġkinci Dünya SavaĢı'nın en büyük savaĢ gemilerini inĢa etmiĢlerdi: Yamato ve Musashi. 10. Son Führer, Amiral Kari Donitz'dir. 215 HĠJYEN TARĠHĠNĠN KĠRLĠ SIRLARI BÖLÜM II: TA-TATATAM Modern yaĢamın düsturu "Bize günlük banyomuzu ver Tanrım" olabilir. Ama banyo alıĢkanlıkları insanlık tarihi boyunca çok büyük değiĢikliklere uğramıĢtır. Antik Roma banyolarının haklı bir ünü vardır. Devasa mermer ve fayans yapılardı: En lüks olanlarının bahçeleri, kütüphaneleri ve hatta konferans salonları vardı. En büyük banyolara onları yaptıran imparatorların adı verilmiĢti. Caracalla banyosu 11 hektarlık bir alana yayılmıĢtı. SOSYAL BĠR AKTĠVĠTE Roma banyoları haberleĢilen, oyunlar oynanan veya egzersiz yapılan toplantı yerleriydi. Ġnsanlar Disneyland'da olduğu gibi, tüm günlerini orada geçirirlerdi. GiriĢ ücretleri çok ucuzdu ve çocuklara bedavaydı (demek ki Disneyland'a o kadar da benze-miyormuĢ).


SICAK VE SOĞUK SU Yıkananların çeĢitli türde banyo seçenekleri vardı. Frigida-rum (brrrrrrr!) soğuk su banyosuydu. Tepidarium tahmin edeceğiniz gibi ılık su banyosuydu. Caldarium is çok, çok sıcaktı. Yıkanan biri Tepidariumla baĢlayıp, Caldariumda iyice ısınabilir ve banyosunu canlandırıcı Frigidariuma dalarak bitirebilirdi. Su 216 kemerleri Roma'ya sürekli su sağladığı için havuzların suyunu her gün tazelemek sorun olmuyordu. ĠYĠ HALDEN Julius Caesar döneminde (MÖ 100-44) erkeklerle kadınların birlikte banyo yapmaları yasaktı. Daha sonraları kurallar gevĢedi ve iki cins bir arada banyo yapmaya baĢladılar. Ama düzeni korumak için bazı kurallar vardı. Bir numaralı kural "Gözlerini dikme!" idi. Ġkinci kural ise sanki tümüyle giyinikmiĢ gibi davranmaktı. Bazı insanlar bunu gerçekten baĢarabilmiĢ olabilirler. Ama Roma'nın gerileme dönemi baĢladı ve banyolar ahlaksızlık ve grup seks partilerinin verildiği yerler haline geldiler. Belki de ilk Hıristiyanlar, bu yüzden banyo yapmanın günah olduğunu düĢünmüĢlerdir. Gerçekten de Roma Ġmparatorluğu'nun beĢinci yüzyıldaki gerilemesi ve çöküĢünden sonra, banyo yapmak nadir bir olay haline geldi. ÜNLÜ TÜRK BANYOLARI Bu sırada Doğu'da insanların farklı tutumları vardı. Ġslam yıkanmayı bir arınma ritüeli olarak kabul ediyordu. Banyo, yani hamam çoğunlukla Muhammet'e inananların tapındıkları camilerin yakınında olurdu. Muhammet'in kendisi de, sıcak banyoyu hem kiĢisel temizlik için hem de doğurganlığa yardım eder diye tavsiye ediyordu. Ama ortak banyolar yoluyla değil: Türkiye'de o zaman da, Ģimdi de kadınlarla erkeklerin beraber yıkanması yasaktır. « Osmanlılar, kubbeli tavanları ve mermer çeĢmeleri olan çok güzel hamamlar inĢa etmiĢtir. Evlerde banyo yoktu, bu yüzden zengin fakir herkes Roma'da olduğu gibi halk hamamlarına giderdi. Ve Roma'da olduğu gibi Türk hamamlarında da bir soğuk oda, bir sıcak oda ve serinleticilerin içildiği bir dinlenme odası vardı. Zengin orta yaĢlı kadınlar tüm günlerini orada, dedikodu 217 yaparak ve evlilik çağına gelen oğullarına gelin adayı araĢtırarak geçirmeleriyle ünlüydüler. BAZI KOKUġMUġ AVRUPALILAR Böylece dünyanın geri kalanı (Araplar, Çinliler ve Japonlar) kültürel ve ruhsal alıĢkanlıklarından dolayı düzenli banyo yaparken Ortaçağ Avrupalıları pis pis kokmayı tercih ediyorlardı. Asisili Aziz Francis yıkanmamıĢ bir bedenin dindar bir beden olduğunu ilan etmiĢti. Aziz Francis'in bir yandaĢı olan Aziz Ag-nes ise 13 yaĢında bir kez bile yıkanmadan ölmüĢtü. Castile'li Kraliçe Isabella (Ġsabella ve Ferdinand dindarlıklarıyla ünlüydüler) hayatında sadece iki kez banyo almıĢ olmasıyla övünürdü, biri doğduğunda diğeri ise evlenirken. Kraliçe Isabella kokusunu parfümlerle örtmüĢ olabilir ama diğer Avrupalılar o derece dindarca pis olmayı tercih etmiyorlardı. Ortaçağ resimleri zengin aileleri büyük küvetlerde hep beraber yıkanır, müzisyenleri de onlar için çalarken tasvir eder. ESKĠ ġEHĠRLERDE EN SEVĠLEN ZAMANLAR On ikinci ve on üçüncü yüzyıl Avrupalılarının çoğu banyo evlerine giderdi. Bu banyo evlerinin geniĢ sıcak su havuzları olurdu ve Ģehirlerin çoğunda iĢçi ücretlerinin içinde banyo parası da yer alırdı. Banyoları, diğer iĢleri olduğu gibi, bir lonca idare ederdi. Banyolara yapılan ziyaretler düzenli aile gezileri haline gelmiĢti. Su ısındığı zaman oğlan çocukları sokaklarda koĢarak haber verirlerdi. DAYANILMAYACAK KADAR SICAK Ġki cins birlikte banyo yapardı. Buna bir de içilen bol içkiyle ziyafeti ekleyin ve bir Ortaçağlının ne kadar eğleniyor olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Yıkanmak zamanın en popüler eğ-lencesiydi. Ama er geç her Ģey biraz fazla ısınır, bu yüzden erkeklerle kadınların birlikte yıkanması aniden yasaklandı. On 218


dördüncü yüzyıldan itibaren 'Banyo evi' 'genelev' ile eĢanlamlı kullanılmaya baĢlandı. Banyo evi sahipleri konuklannı frengi kontrolünden geçirirlerdi ve açık belirtilere sahip olanları içeri almazlardı. Böylece banyo evleri kaldı ama eski eğlencelerini yitirdiler. AMERĠKAN BANYOSU Dört yüzyıl ve birçok bilimsel geliĢmeden sonra doktorlar insanları yıkanmaya teĢvik etmeye baĢladılar. Metodist kilisesinin kurucusu John Wesley "Temizlik Tanrısallığa yaklaĢmaktır" diye vaaz verdi. Ama eski alıĢkanlıklar Yeni Dünya'da da zor öldü. Amerika'nın ilk zamanlarında birçok insan yıkanmayı sağlık tedbiri zannediyordu. 1837'de Boston sadece bazı tıbbi gereklilikler haricinde yıkanmayı yasakladı. Ġlk Amerikalılar mutfaklarına bir küvet koyup, nehirden ya da kaynaktan getirdikleri suyu odun ateĢinde ısıtarak yıkanmak zorundaydılar. Tüm aile aynı suyla sırayla yıkanırdı, böylece son yıkananın temizlendiği mi, yoksa kirlendiği mi Ģüpheli olurdu. WASHĠNGTON'DA YIKANMAK John Quincy Adams'ın baĢkanlığı sırasında baĢkanlık küveti, Potomac Nehri idi. BaĢkan Adams gün doğmadan hemen önce nehirde banyosunu yapardı. Bir sabah biri baĢkanın kıyafetlerini alıp kaçınca Bay Adams bir çocuğun dikkatini çekene kadar bağırmak zorunda kalmıĢtı. Çocuk daha sonra baĢkan Beyaz Saray'a koĢup baĢkana kıyafet getirmiĢti. * TOZLU ĠZ VahĢi Batı'da küvet nadiren bulunurdu. 1871'de Arizona, Tucson, 3.000 kiĢilik nüfusu, bir gazetesi, bir bira imalathanesi, iki doktoru ve çok sayıda salonu olmasıyla övünüyordu. Ama sadece bir tane küvetleri vardı. 219 f IYI BĠR BASKETBOL TAKIMI NASIL HARCANDI? Prusya kralı kısa boy kompleksinin üstesinden nasıl geldi? I. Frederick William görülesi bir tip olmalı. Prusya kralı olarak "Avrupa'nın matkap ustası" adıyla tanınan psikopat, çok kısa boyluydu. Bel geniĢliği 255 santim olup 126 kiloydu. Bir tereyağı topağına benziyordu. Patlak gözleri, morumsu ten rengi ve katil tavırları yetmezmiĢ gibi bir de yüzünü domuz pastırma-sıyla yağlardı. Elinde bir hintkamıĢıyla dolaĢır karĢısına çıkan -ya da yakınındaki artık hangisi önce gelirse- herkesi bununla döverdi. Yani her haliyle keyif verici bir adamdı. UZUN BĠR HĠKAYE AMA GERÇEK 1713-1740 yılları arasında hükümranlık süren Frederick, kısa boyluluğunu kapatmak için bir hobi geliĢtirdi: Dev cüsseli Potsdam muhafızları. Muhafızların Berlin'in kıyısında Pots-dam'daki kraliyet sarayı yakınında karargahları vardı. Bu özel onura layık olan adamlar en azından 1.80 boyundaydı ve çoğu 2.10'un üzerindeydi, bazıları 2.70'e bile varıyordu. Frederick'in huyunu düĢünürseniz muhafız olmaya pek fazla gönüllü çıkmadığını tahmin edersiniz. Bu yüzden Avusturya, uzun boylu adamları kaçırmak için her tarafa ajanlar yolladı. Onlar da doktorlar, avukatlar, diplomatlar, keĢiĢler ve hatta baĢ220 ka ulusların ordularının askerleriyle döndüler. Uzun boylu Ġtalyan bir vaiz ayin sırasında kaçırılmıĢtı. Frederick'in en pahalı ödüllerinden biri bir Ġrlandalı devdi, Ġngiltere'den kaçırılması o günün parasıyla 1.000 sterline mal olmuĢtu (bugün 100 bin dolardan fazla ediyor). BĠR POTSDAM MUHAFIZI OLARAK YAġAM VE ÖLÜM Frederick'in bu dev adamları, iĢbirliğine pek yatkın değillerdi. Muhafız olarak hayat berbattı ve her yıl 250 kadar muhafız kaçıyordu. Yakalananların burunları ve kulakları kesiliyordu. Muhafızlar birçok kez Potsdam'ı yakmaya çalıĢtılar ama Alay, ancak kralın ölümünden sonra merhamet gösterilerek dağıtıldı. 221 PHĠLO'NUN YARATTIĞI CANAVAR BuluĢu dünyayı değiĢtirdi, iyi yönde mi? Philo T. Farns-worth'un öyle düĢünmediği kesin.


Modern toplumda en fazla değiĢikliğe yol açan buluĢ, kimsenin bilmediği bir buluĢtur. KaĢifini de kimse tanımaz. Bu keĢif, televizyonunuzun çalıĢmasını sağlayan ayırıcı tüptür ve mucidi de Philo T. Farnsworth'dür. BĠR OĞLAN ÇOCUĞU VE ELEKTRĠK DÜĞMESĠ Philo bir çiftçinin oğluydu. 1919'da ailesi Utah'tan Idaho'ya taĢındığında 11 yaĢındaki Philo yeni evlerinin elektriği olmasına çok sevindi, sifonlu tuvaletten ise oldukça ürktü. Ġlk kez elektrik düğmesine basmasıyla birlikte elektrikli aletlere kafasını taktı. BAY TAMĠRCĠ 13 yaĢında kendi kendini yetiĢtirmiĢ bir elektrik mühendisiydi. Ve bir çiftlikte olabilecek en yararlı kiĢiydi. Jeneratör arızalandığından Philo imdada yetiĢirdi. Yedek parçalardan, kolayca bir motor yapmıĢtı. Gazete ve dergilerdeki elektronik konusundaki haberlerin hiçbirini kaçırmaz, bu fikirleri geliĢtirmeye uğraĢırdı. BAZI ġEYLERĠ BĠR ARAYA GETĠRĠNCE Philo'nun dikkatini çekip, hayatının iĢini yapmasına neden 222 olan, Ġskoç mucit John Logie Baird ve onun katot ıĢınları çalıĢması hakkındaki yazıydı. Baird bir ekranda gerçek görüntüler oluĢturmak istiyordu ama tüm baĢarabildiği, belirsiz ıĢıklardı. Philo, Baird'in çalıĢmasını okuduğu andan itibaren kafasını görüntülerin bir ekrana iletilmesine taktı. BaĢka hiçbir Ģey düĢünmüyordu. Bu yüzden bir gün tarla sürerken, aklına elektronların bir görüntüyü, sabanın tarlayı sürdüğü gibi çizgi çizgi tarayabileceği düĢüncesinin gelmesi doğaldı. ONU TARLADA TUTMAK MÜMKÜN MÜ? Philo'nun fikrini, çalıĢan bir televizyona dönüĢtürmesi yedi yılını aldı. 7 Eylül 1927'de görüntü ayırıcısı olarak adlandırdığı kamerasından, arkadaĢlarının baktıkları cam bir alıcı tüpe tek bir çizgi göndermeyi baĢardı. ArkadaĢları, ilk elektronik televizyon görüntüsünün ilk tanıkları oldular. BÜYÜK ÇOCUKLARLA BOĞUġMAK Philo'nun buluĢuyla ilgili sevinci kısa sürdü. Birkaç yıl içinde kendini Radio Corporation of America (RCA) ile bir hukuk savaĢının içinde buldu. ġirket, televizyon üretimi için Farn-worth'a patent ücreti ödemek istemiyordu, bu yüzden televizyonun mucidinin kim olduğu, iĢe aldıkları bir Rus göçmeni olan Vladmir Zvvorykin mi yoksa bizim Philo T. Farnsworth mu konusunda bir hukuk mücadelesi baĢlattılar. Birçok analiz ve ifadeden sonra ABD patent ofisi önceliği Farnsworth'a verdi. TELEVĠZYONA ÇIKIYOR 1957'de Philo, What's My Line adındaki bir yarıĢma programında esrarengiz bir konuk olarak televizyona çıktı. Esrarengiz konuk, bir alandaki tek Ģöhretti. Dört kiĢilik bir tartıĢmacı grubu sorular sorarak, bunun hangi alan olduğunu bulmaya çalıĢıyor223 du. Mucidi olduğu Ģeyin kullanımının acı verici olup olmadığı sorulduğunda Philo, "Evet. Bazen çok acı verici olabiliyor" diye cevap verdi. Philo bir canavar yarattığını düĢünüyordu -insanların yaĢamlarının önemli bir bölümünü boĢa harcaması için bir araç. Kendi çocuklarının televizyon izlemesine izin vermedi çünkü televizyonun, çocuklarının 'entelektüel geliĢimlerini' mahvedeceğini düĢünüyordu. • • • BĠRAZ DA SAĞLIKLI ALIġKANLIKLARDAN SÖZ EDELĠM Henry Ford'un bir vejetaryen olduğunu biliyor muydunuz? O zamanlar et pahalıydı; sebze yeme kararı mütevazı yaĢam tarzından kaynaklanıyordu. Ama o kadar da mütevazı değildi: Otomobil imparatorluğu büyüyünce, o ve karısı Clara 525 hektarlık bir malikaneye taĢındılar. Tabii burada kocaman bir sebze bahçeleri de vardı. 224 GERÇEK JEKYLL&HYDE On dokuzuncu yüzyılın en dikkat çekici edebi yaratığı, on sekizinci yüzyıl Ġskoçyasının en olmadık suçlusuna dayanıyor...


1886'da Ġskoçya'nın en tanınmıĢ edebiyatçısı Robert Louis Stevenson dünyayı ünlü hikayesi Dr. Jekyll ve Bay Hyde'la tanıĢtırdı. Saygın bir doktorun, tehlikeli bir suçlu ve bir çılgına dönüĢmesi hakkında, artık çok kliĢeleĢmiĢ olan kiĢilik bölünmesiyle ilgili kurgunun ilk ortaya çıktığı hikayeydi bu. Stevenson, insanların karanlık yönleriyle ilgili araĢtırmasında, çok saygı duyulan bir Ġskoç'tan esinlenmiĢti. PAPAZ YARDIMCISI BRODIE'NIN IKI YUZU William Brodie, on sekizinci yüzyılda varlıklı bir ailenin oğlu olarak Edinburgh'da doğmuĢ ve bir saygınlık timsali olarak büyümüĢtü. Marangozluk iĢinde babasını takip etti ve yirmili yaĢlarının ortalarında, iskoç toplumunun üst tabakalarında yer edindi. Mason Loncasının yerel birliğinde papaz yardımcılığının ,yanı sıra Edinburgh belediye meclisi üyesiydi. Brodie kumar oynamayı seviyordu ve iki fahiĢeyle süre giden iliĢkisi vardı. Kaçınılmaz bir Ģekilde kumar borçları yığılmaya, iki metresi de küçük Brodie'ler üretmeye baĢladığında iyi kalpli papaz yardımcısı da kendini ümitsiz mali sıkıntıların içinde buldu. 225 BATAĞA SAPLANIYOR MeĢru gündüz aktiviteleri sırasında Brodie zengin müĢterilerini evlerinde ziyaret ediyordu. Gittiği evlerin anahtarlarının balmumuyla kopyalarını alıyor, ilgisini çeken Ģeyleri inceliyordu. Geceleri ise gördüklerini toplamaya gidiyordu. Suç hayatı iki amaca hizmet ediyordu: Hem para sorununu çözüyor, hem de iĢin heyecanından hoĢlanıyordu. Brodie, George Smith adında bir çilingirle ortak oldu ve birlikte Edinburgh'da yerine çakılmamıĢ her Ģeyi çaldılar. Zarif ve kültürlü ortağının aksine Smith, ufak bir sahtekardı. Aynı mizaçta iki suçlu daha aralarına katılınca William Brodie'nin mah-voluĢ süreci baĢladı. SOYGUN Brodie beceriksizlikten nefret ederdi ama en cüretkar iĢi, Scottish Customs and Excise (Ġskoç Gümrük ve Vergi Dairesi-ç.n.) soygunu baĢarısızlıkla sonuçlandı. Bir törendeymiĢ gibi siyahlar giyinmiĢ olan Brodie, diğer ikisi içerideyken dıĢarıda Ainslee'yle birlikte gözcülük yapıyordu. Ainslee tırstı ve Brodie iĢi iptal etti. Ġskoç halkının parasını çalmaya kalkıĢanların baĢına büyük bir ödül kondu. John Brown suç ortaklarını ihbar etmeye karar verdi. Kendisine inanmayan yetkililere soygun giriĢiminin arkasındaki kiĢinin, pek saygın papaz yardımcısı William Brodie'den baĢkası olmadığını anlattı. Bu akıl almaz iddianın abesliğini ispat için, polis Brodie'nin dairesine gitti. KANIT Ama Brovvn'un suçlu olduğunu gösteren kanıtlar buldular. Maymuncuklar, siyah soygun kıyafeti ve birçok tabanca soruĢturmanın derinleĢtirilmesi için polis merkezine götürüldü. Brodie bulunamamıĢtı. Amerika'ya gitmek için gemiye binmek 226 üzere Hollanda'ya kaçmıĢtı. Ama silindir Ģapka ve smokinle gemiye binmesiyle Hollanda polisinin yanma gelmesi bir oldu. Yargılanmak üzere iade edildi. Üç parçalı takımı ve silindir Ģapkasıyla Brodie, gözlerini kendisini suçlayanlara dikmiĢti. Sorulara kibirli bir kayıtsızlıkla cevap verdi. Kendisini bekleyen kader, asılarak idam karĢısında tamamen sakindi. ĠDAM Brodie Ģehir meclisi üyesi olarak kendi tasarladığı darağacında dikilirken, kendi duasını okudu. Sonra da cesaretle celladına iĢaret ederek görevini yapmaya çağırdı. Son ana kadar bir dolandırıcı olan Brodie'nin oynayacak son bir kartı daha vardı. Bir gece önce kıyafetini, ipin ani silkelemesine karĢı boynundan bileklerine kadar tellerle donatmıĢ; gırtlağına boynunun kırılmasını önlemek için gümüĢ bir tüp bağlamıĢtı. Ama bu numarası baĢarılı olmadı ve papaz yardımcısı Brodie 1 Ekim 1788'de son nefesini verdi. 227 ZIPLAYAN ġEYLER Kauçuktan daha yararlı bir malzeme düĢünmek zordur. Ayakkabılarımızın tabanında, arabalarımızın tekerleklerinde ve yaĢ günü partimizdeki balonlarda hep o vardır.


Christopher Colombus'un kauçuğu keĢfeden ilk Avrupalı olduğuna dair bir hikaye vardır. Colomb Haiti'deyken çocukların lastik bir topla oynadıklarını fark etmiĢti. Yerli halk Colomb'u ormana götürüp, bazı ağaçların kabuğunu kestiklerinde sütümsü beyaz bir sıvının aktığını gösterdiler. Bu madde (lateks) donduğunda sert ve süngerimsi oluyordu. Yerliler bu tuhaf maddeden, çocukların oynadığı topların yanı sıra, su geçirmeyen ayakkabılar ve ĢiĢeler yapıyorlardı. Colomb bunlardan Ġspanya'ya götür-müĢse bile bundan hiç söz etmez. KAUÇUK SIÇRIYORDU... AMA YAVAġÇA On altıncı yüzyılda bazı Portekizli ve Ġspanyol yazarların yazılarında kauçuktan bahsedilir. 1730'ların bilim adamları Charles de la Condamine ve François Fresnau, Fransız Bilimler Aka-demisi'ne kauçuğun özellikleri hakkında resmi bir rapor sundular. Artık Avrupalılar bu malzemeden biraz daha bulabilmek için Amazonlara gezi düzenleme sevdasına düĢmüĢlerdi. YENĠLĠKLER 1770'de Joseph Priestly adındaki bir Ġngiliz kimyager bu maddenin, kurĢunkalemin izlerini sildiğini fark etti. 228 1 Ardından 1832'de Charles MacKintosh adlı Ġskoç kimyager kısa sürede ünlenecek mackintosh yağmurluklarını üretmeye baĢladı. Ama kauçuk sadece elementlere verdiği tepkiden ötürü ilgi çekmeye devam etti; soğuk onu fazlasıyla kırılganlaĢtırıyor ve sıcak yapıĢkan hale getiriyordu. GOODYEAR'IN ĠYĠ YILI Tüm bunlar 1839'da Charles Goodyear adlı mucidin, bir kauçuk karıĢımı ve sülfürü kazayla kızgın ocağın üzerine dökme-siyle değiĢti. Artık kauçuk ister soğuk ister sıcak olsun, gergin kalabiliyordu. Kauçuğun bu Ģekilde ısıtılması iĢlemine, Roma ateĢ tanrısı Vulcan'dan esinlenerek vulkanizasyon adı verildi. BREZĠLYA'DA BOL MĠKTARDA VAR Vulkanizasyon mucizesi kauçuğu çok aranan bir mala dönüĢtürdü. Ġlk baĢlarda neredeyse tüm kauçuk Amazon havzasından geliyordu. GiriĢimciler dünyasının geri kalanı aç gözlerle seyrederken Brezilyalı tüccarlar sıkı bir servet kazandılar. GERÇEK HIRSIZLIK SAYILMAZDI Bu durum, 1876'da Ġngiliz botanikçi Sör Henry Wickham Ġngiltere'ye biraz kauçuk getirene kadar sürdü. Brezilya gümrük memurlarına, taĢıdığı 70 bin kauçuk tohumunun Ġngiliz Kraliyeti Bitki Türleri Koleksiyonu için olduğunu söylemiĢti. Onlar da buna inanacak kadar salaklık etmiĢlerdi. HĠLE, DOLAN Kauçuk filizleri yeterince güçlenince Ġngiliz hükümeti onları toprağa ekilecekleri Seylan ve Malaya'ya gönderdi. On dokuzuncu yüzyılın sonunda, Pasifik kıyısındaki geniĢ kauçuk plantasyonları dünya doğal kauçuk ihtiyacının çoğunu karĢılar hale gelmiĢti. 229 AYAĞINIZA GĠYDĠĞĠNĠZDEN DEĞĠL Kauçuk insanların yaĢam tarzlarını değiĢtirdi- doğum kontrolü alanındaki katkısı bunun ufak bir parçasıydı. 1860'larda Edvvard Bliss Foote adındaki bir tıp giriĢimcisi herkese uyacak boyda bir 'rahim zan' icat etti. Bunu 'prezervatif denilen koruyucular izledi. GERÇEK KAUÇUK MU? Birinci Dünya SavaĢı sırasında Müttefikler Almanları tekerlek için kullanabilecekleri kauçuktan mahrum bırakmak için ablukaya alınca Alman bilim adamları yerine kullanılabilecek yapay bir madde araĢtırmaya koyuldular. Ġkinci Dünya SavaĢı patlak verdiğinde kauçuk stratejik olarak daha da önemli hale gelmiĢti ama iyi kalite sentetikleri hala çok pahalıydı. Japonya, Pasifik kıyılarındaki kauçuk üreten adaların çoğunu ele geçirip ABD'nin malzeme yolunu kesince, sentetik araĢtırmaları daha da hızlandı. Birkaç yıl içinde petrolden yapılan iyi sentetikler geniĢ çaplı kullanım alanı bulmuĢtu. Bugün artık gerçek malzemeyi bulmak çok zor, kullanılan kauçuğun neredeyse tamamı sentetik. 230 IMMANUEL KANT KOMEDĠYĠ DENĠYOR Büyük bir filozof sizi güldürmeye çalıĢıyor.


Filozof Immanuel Kant, insanoğlunun gerçeğin nihai doğasını asla kavrayamayacağını iddia ettiğinde, felsefenin çehresini sonsuza dek değiĢtirdi. En azından, böyle olduğu söylenir. BÖÖĞ Kant gerçeğin yapısı üzerine akıl yürütmediği zamanlarda kafasını gülme konusuna yorardı. Yargının EleĢtirisi'nde "Gülmek bastırılan beklentilerin aniden boĢa çıkması sonucu meydana çıkan histir" der. Sonra bazı fıkralar anlatarak bunu ispatlamaya çalıĢır: • Bir Hint kenti olan Surat'ta, bir Ġngilizin sofrasında oturan Hintli, bir bira ĢiĢesinin açıldığını, tüm biranın köpüğe dönüĢüp akıp gittiğini görünce hayretle bazı sesler çıkarmıĢ. "Seni bu kadar ĢaĢırtan nedir?" diye sormuĢ Ġngiliz. "Yo, ben ona ĢaĢırma*dım" demiĢ Hintli, "benim merak ettiğim hepsini nasıl içine soktuğunuz." ("Buna gülüyoruz" diye ekler Kant, "ve bu bize içten bir zevk verir.") • Fırtınada tüm mallarını güverteden aĢağı atmak zorunda kalan denizci tüccarı duydunuz mu? "O kadar üzülmüĢ ki peruğu bir gecede bembeyaz olmuĢ." 231 • Zengin bir adam ölmüĢ. Varisleri, cenazesini idare etmekte sorunlar yaĢamaya baĢlamıĢlar. ġikayetçi varis diyormuĢ ki: "Üzgün görünmeleri için yas tutanlara para verdikçe, onlar daha da sevinmiĢ görünüyorlar." Sen kendi iĢine bak Immanuel. 232 YUNANLI FĠLOZOFLAR Tanımaya değer on Yunan filozofu. Üniversitenizin Felsefe Bölümü'nde havadan sudan konuĢmaya çalıĢıyorsunuz. Paniğe kapılmayın: Birazdan öğreneceklerinizle, kitap kurdu arkadaĢınızı Yunan filozofları hakkındaki bilginizle ĢaĢırtabilirsiniz. Hızlı ve kolay, hem kimsenin bu bilgileri nereden edindiğinizi bilmesi gerekmiyor. Hazır mısınız? Hadi bakalım. Thales: Çoğu felsefeci tarafından 'Ġlk Filozof (yaklaĢık MÖ 625-547) olarak kabul edilir. Bir devlet adamı, gökbilimci ve matematikçiydi. Bir güneĢ tutulmasını önceden tahmin etmiĢ ve denizcilere yönlerini belirlemek için Küçük Ayı takım yıldızından yararlanmalarını önermiĢti ki, Kuzey Yıldızı burada olduğundan bu iyi bir fikirdi. Ama en önemlisi, her Ģeyin nihai olarak sudan oluĢtuğu düĢüncesiydi. Ayrıntılar yanlıĢtı ama her Ģeyin ortak bir yanı olduğu fikri önemliydi; bu, evrensel bir her Ģeyin teorisine ilk adımdı ve bugün bile bilim adamlarını motive ediyor. Anaximander: Thales suyun evrensel element olduğunu düĢünmüĢtü; Anaximander (MÖ 610-yaklaĢık 545) ise bu elementin, sıcak veya soğuk, ıslak veya kuru gibi belirli nitelikleri üretebilen bir tür tuhaf hiçlik, aperion adlı bir madde olduğunu söy233 ler. Bu garip ve soyut bir düĢünceydi ve tam da bu nedenle ilginçti; doğayı elle dokunulup gözle görülebilen bir Ģeyle değil de teori yoluyla açıklama giriĢimiydi. Anaximander, Darvvin'e birkaç bin yıl fark atarak insanların balık benzeri yaratıklardan evrildiğini söylemiĢtir. Pisagor: Evet, geometri dersinde üçgenler hakkındaki teorisiyle kafanızı ĢiĢiren Pisagor. Pisagor (MÖ 580-500) evrendeki her Ģeyin, temelde matematiksel olduğunu ilan etmiĢti; hatta ona göre ruhlarımız istisnai derecede saf rakamlardı. DüĢünün, cennete gidiyorsunuz ve bir 3 olduğunuzu öğreniyorsunuz. Hayır, bize de anlamsız geliyor ama etkili olmadığı söylenemez; eğer bir "Ģanslı rakamınız" varsa Pisagor'un öğretilerinin cılız bir yankısıyla oynuyorsunuz demektir. Heraclitus: Heraclitus (MÖ 540-480) karĢıtların birbirini tanımladığını söyleyen ilk Batılı filozof olarak tanınır. 'Soğuk' olmaksızın 'sıcağın' ne anlamı olur ki? 'Mutsuzluk' olmaksızın 'mutluluğun'? Bunu okul dıĢında da, Pink Floyd'un Dark Side of the Moon'unu dinlerken anlamıĢtınız. Ama bunu ilk olarak Heraclitus anladı ve karĢıtların etkileĢiminin evrenin biçim almasına ve dengede olmasına yardım ettiğini düĢündü. "Her etki için her zaman eĢit ve ters yönde bir tepki vardır" diyen New-ton'un fikrine oldukça yaklaĢmıĢtır. Bu sadece bir gözlem değil, aynı zamanda hareketin yasasıdır, ahbap.


Empedocles: Bu adam bir tanrı olduğu iddiasındaydı. Söylenceye göre bunu kanıtlamak için bir volkanın ağzından içeri atlamıĢ ve tabii ki ıstırap içinde, alev alev ve çığlık çığlığa ölmüĢtü. Söylence doğru değil ama fark etmez adam artık ölü. Neyse, Empedocles (MÖ 490-430) bize klasik dört elementi, toprak, hava, ateĢ ve suyu veren adamdır. Bu teoriye göre her 234 Ģey, bu dört elementten farklı miktarların karıĢımıyla oluĢmuĢtu. YanlıĢtı ama insanlar Ģöyle ya da böyle, bu fikre birkaç bin yıl boyunca inanmaya devam ettiler. Empedocles retorik ve tıbbın da babası olarak bilinir. Democritus: Democritus (MÖ 460-370) hocası Leucip-pus'la beraber bir atomcuydu. Gördüğümüz her Ģeyin, çok sayıda göremeyeceğimiz boyutta küçük ve bölünemez parçacıklardan oluĢtuğuna dayanan bir teorisi vardı. Ortaya çıktı ki Democritus her açıdan oldukça haklıymıĢ, elementlerin en küçük parçasına atom dememiz tesadüf değil yani. Gerçi kimyager-filozof John Dalton'un bu fikrin ayrıntılarını açıklayabilmesi iki bin yıl kadar aldı. Bunu da Karanlık Çağlara bağlayabiliriz. Protogoras: TartıĢmıĢ olmak için tartıĢan biriyle karĢılaĢırsanız bilin ki, tarihe ilk Sofist olarak geçen Protogoras'in (MÖ 490-421) spiritüel bir torunuyla baĢ baĢasmız. Sofistler objektif bir gerçek'in olmadığını ve her Ģeyi insanla olan iliĢkisi içinde ele almak gerektiğini öne sürdüler. Protogoras'in Ģiarı "Ġnsan her Ģeyin ölçütüdür" idi. Bu tür pervasız bir relativizm Protagoras'ı pek de popüler yapmadı; fikirleri yüzünden Atina'dan kovuldu. Yine de bu, Atinalıların bir filozofa yaptıkları en kötü Ģey sayılmaz. Socrates: ĠĢte size Atinalıların bir filozofa yaptıkları en kötü Ģey: onu bir tas zehir içmek zorunda bıraktılar. Gerekçeleri, Socrates'in (MÖ 469-399) Atina gençliğini, onlara sorular sorarak yoldan çıkarttığı Ģeklindeydi. Aslında Socrates'in büyük buluĢu, soru sormasıydı. Bu soruları kullanarak diyalektik olarak adlandırılan bir süreçte, gerçekleri tartıĢma içinde, farklı görüĢlerin eleĢtirel incelemesiyle ortaya çıkarmaya çalıĢıyordu. Bu yöntem hala kullanılıyor. Socrates hakkındaki tüm bildikleri235 miz, çağdaĢlarının onun hakkında yazdığı bol miktarda yazıdan gelir. Plato: Yunan felsefesinin en büyük ismi, Plato'nun en önemli fikri, formlar kavramıdır. Formlar, bizim yaĢamımızda ancak daha soluk kopyalarını gördüğümüz her Ģeyin, mükemmel, tamamen gerçekleĢmiĢ biçimleridir. Eflatun (MÖ yaklaĢık 427-347) bu fikri ünlü Mağara Meseli'nde dile getirdi. Bu hikayede, bir mağarada sadece bir duvara yansıyan gölgeleri görecek Ģekilde zincirlenmiĢ adamların, bunları gerçek sanırken aslında titreĢen gölgeleri görüyor olmaları anlatılır. Buradaki fikir, hepimizin zincirlenmiĢ mağara adamları, gerçek dünyanın titreĢen gölgeler ve formların gerçek nesneler olduğudur. Teorik olarak, formları algılayabilecek Ģekilde eğitilebilirsiniz ama bu sahip olduğunuzdan fazla zaman alır. Aristo: Aristo'yla (MÖ 384-322) ilgili iyi haber, göz kamaĢtırıcı bir düĢünür olup astronomiden mantığa, siyasete, teolojiye kadar çok geniĢ bir yelpazede durmadan yazması ve bu gün bile bilim ve felsefeyi ilgilendiren tonlarca ilginç fikrinin olmasıdır. Kötü haber ise, her konuda haklı olmamasına rağmen Avrupa'nın (daha doğrusu Skolastızm olarak bilinen felsefesi için Aristo'dan bol bol yararlanan Katolik Kilisesi'nin) onun fikirlerini Rönesans'a kadar mutlak doğru olarak kabul etmesidir. Sonunda bunun üstesinden gelindi ama büyük ihtimalle bu arada birkaç yüzyıl geride kaldık. ġu anda hala kendimize ait, aya gidebilen bir otomobilimizin olmamasının nedeni budur. 236 PĠSĠ PĠSĠNE! ÖLÜMSÜZ AMA ÖLÜ Ünlü insanların ölümlerini çevreleyen garip ve anormal olaylar. Asil: MÖ 456 Yunan tragedyasının kurucusu, bir kartal, kel kafasını kaya zannedip kabuğunu kırmak için bir kaplumbağayı üzerine attığında öldü. Söylenceye göre kaplumbağanın kabuğu kırılmamıĢ. Atilla: MS 453


Hunların Kralı burun kanamasından öldü. Bir gece önceki düğün ziyafetinde çok yiyip içmiĢti. Gecenin bir saatinde kendi kanıyla boğularak öldü. Bazıları genç gelinle kendini fazla yorduğu için öldüğünü söyler. Kral John: 1216 Ġngiltere kralı öyle oburdu ki fazla meyve ve elma Ģarabı yüzünden dizanteri olup öldü. Korkunç Ġvan: 1584 Kötü üne sahip Rus çan, bir kuyruklu yıldız gördü ve bunu öleceğinin bir iĢareti olarak kabul etti. Bedeni ĢiĢti ama doktorları nedenini bulamadılar. Esrarengiz hastalığından kısa bir süre sonra öldü. 237 Tyco Brahe: 1601 Danimarkalı gökbilimci masa adabı konusunda öyle titizdi ki sonunda bu, ölümüne neden oldu. Bol içki içerek geçen birkaç saatten sonra kendini rahatlatması gerekiyordu ama onun yerine akĢam yemeği için konuklarıyla masada oturmaya devam etti. Kendini gitgide daha kötü hissetti ama zamanın görgü kuralları, akĢam yemeği sırasında masadan ayrılmayı yasaklıyordu. Mesanesi patladı ve 11 gün sonra öldü. Jean-Baptiste Lully: 1687 Fransız besteci orkestrasını öyle ateĢli bir Ģekilde idare ediyordu ki batonunu ayak parmağına batırdı. Yara enfekte oldu ama doktorunun parmağını kesmesine izin vermedi. Birkaç hafta sonra doktorlar yaĢayabilmesi için tüm bacağını kesmeleri gerektiğini söylediler ama bunu da kabul etmedi. Kısa süre sonra öldü. ABD Generali John Sedgwick: 1864 Amerikan îç SavaĢı sırasında General Sedgwick ön saflarda-ki birlikleri dolaĢarak askerlerini sakinleĢtirmeye çalıĢıyor, "Bu mesafeden bir fili bile vuramazlar, diyorum size" diyordu. Tam o anda baĢından vuruldu ve bir keskin niĢancının kurĢunuyla ölmüĢ oldu. Chang ve Eng Bunker: 1874 Ünlü 'Siyam ikizleri' aslında Çinliydi. P.T. Barnum'la karĢılaĢtıktan sonra Amerikan vatandaĢı oldular ve Bunker soyadını aldılar. Chang bronĢial sorunlardan ölünce, End korkudan öldü; çünkü kendisinin de öleceğine inanmıĢtı. P. T. Barnum: 1891 Amerika'nın "Her dakika bir enayi doğuyor" sözleriyle ünlü 238 büyük Ģovmeni, ölmeden kendi ölüm ilanını okumak istemiĢti. New York Evening Sun bunu memnuniyetle kabul ederek Ģu baĢlıkla yayınladı: "MuhteĢem ve eĢsiz Barnum kendi ölüm ilanını okumak istedi; iĢte karĢınızda." 80 yaĢındaki Barnum iki hafta sonra öldü. John Jacob Astor: 1912 Mültimilyoner, Titanic'in ilk seferine katılma Ģanssızlığında bulunmuĢtu. Az sayıdaki cankurtaran filikalarından birinde karısının yanındaki yerini centilmence bırakmıĢ ve "HoĢça kal tatlım, sonra görüĢürüz" demiĢti. Harry Houdini: 1926 Efsanevi gözbağcı, karnına yumruk yiyebilme yeteneğiyle bilinirdi. Konferanslarından birine katılan bir öğrencinin darbesi Houdini'yi ĢaĢırttı. Apandisit patlamasından öldü. Isadora Duncan: 1927 Her zaman çok abartılı giyinmekten hoĢlanan modern dansın ilk uygulayıcısı, spor arabayla çıktığı bir gezide uzun eĢarbı tekerleklerden birine dolanınca boynu kırılarak öldü. Elvis Presley: 1977 Rock and Roll kralı, kız arkadaĢı tarafından banyosunun zemininde embriyon pozisyonunda yatarken bulundu. AĢırı dozda uyuĢturucu kullandığı için tuvalette otururken kalp krizi geçir-jniĢti. 239 ĠSRAF ABĠDESĠ: MAGINOT HATTI En iyi saldırı, iyi bir savunmadır ama kötü savunma berbat bir Ģeydir. Maginot hattının ne kadar lüzumsuz olduğunu anlamak için önce Zaman Makinesine binip tarihi 21 ġubat 1916'ya ayarlamamız gerekiyor. O gün Alman birlikleri Meuse nehri boyunca Verdun'a saldırmaya baĢladılar. Gerekçeleri (yani süren


savaĢ ve bir yere saldırmaları gereği dıĢında) Alman General Erich von Falkenhayn'ın Verdun'a yapılacak bir saldırının, Fransa'nın kaynaklarının tükenmesine yol açacağına inanmasıydı. Kısa sürede pilleri bitecek ve Paris düĢecekti. ANITSAL ĠKĠNCĠ Almanlar kendilerinin de asker kaybedeceklerini hesap etmemiĢlerdi ki öyle oldu, hem de çok sayıda. Yekun olarak 800 bin insan Verdun'da yaĢamını kaybetti. Ġki taraf da benzer bir kayba uğradı ve sonunda Verdun Fransa'da kaldı. Birinci Dünya SavaĢı'nın kendisi de böyle değil miydi? Çok sayıda insan öldürüldü ama sonuç koca bir sıfır oldu. MAGINOT DA KĠMDĠ? Bu ve benzeri muharebeler Birinci Dünya SavaĢı'ndan sonra Fransızların ruhunda derin izler bıraktı. Versaille AnlaĢması'nın Marie Antoinette'in kellesiyle aynı kaderi paylaĢacağını ve Al240 manların bir kez daha kapıya dayanacağını sezen Fransızlar bu kabusu önlemenin en iyi yolunu araĢtırmaya baĢladılar. Cevap 1920'lerin sonlarından 1930'lann baĢlarına kadar SavaĢ Bakanlığı yapan Andre Maginot'dan geldi: Gelin bir duvar örelim ve Ģu kindar Almanları dıĢarıda bırakalım! GÖZLE GÖRÜLMÜYOR Yani, tam olarak bir duvar değil de bir hat, Maginot Hattı Se-dan'dan Wissembourg'a kadar Fransa'nın Almanya sınırı boyunca uzanan, yaklaĢık 240 kilometre uzunluğunda bir dizi tahkimattı. Bu hatta her biri diğerine bir top atımı uzaklıkta, aralarına savunulması kolay ufak binalar serpiĢtirilmiĢ 50 kale vardı. Bu kalelerin her biri en kalın betondandı ve o sıralarda bulunan en güçlü silahlarla donatılmıĢ olup çok iyi bir savunma tasarımına sahipti. GELĠN BĠR TUR ATALIM Her kalenin 1.000 personeli vardı ve yer altı bağlantı tünelleri labirenti sayesinde adamlar ve malzemeler düĢman ateĢine çıkmadan hareket ettirilebiliyordu. Yeraltında kıĢlalar, depolar ve dinlenme mekanları vardı; hatta klima bile mevcuttu. Maginot hattının her hangi bir Fransız Ģehrinden daha rahat olduğu söylenir. En azından kimse, tuvalet bulamadığı zaman duvara iĢemiyordu. EURODISNEY'DEN DAHA MI ĠYĠ? Maginot hattı hem mimari hem de askeri açıdan bir harikaydı. Aslında Avrupa tarihindeki en büyük inĢaat olayıydı. Panama Kanalının Fransız versiyonu olduğu söylenebilir; özellikle de Panama Kanalı'nın gerçek Fransız versiyonunun, 1880'lerde kalkıĢılan ama mali sorunlar ve sıtma gibi nedenlerle güme giden koca bir fiyasko olduğu düĢünülürse. 241 BÜTÜN YUMURTALAR AYNI SEPETE Herkesin görebileceği gibi Maginot hattının bir-iki ufak problemi vardı. Birincisi tamamen felsefiydi: Bu kadar adam ve kaynak savunmaya harcandığından, Fransızların sahte (ve kibirli) bir güvenlik hissine kapılmaları riski. Saldırı için de hazırlanmaları gerekirdi. Charles de Gaulle üstlerine Fransa'nın, sığınaklarda oturup düĢmanın görüĢ alanına girmesini bekleyen bir ordu yerine, mekanize ve hareketli bir orduya sahip olması gerektiğini söylemiĢti. Bunu daha 1940'ın baĢlarında söylemiĢti ve pek iyi karĢılandığı da söylenemez. HATTIN UÇLARI Ġkinci ufak problem Maginot hattının sadece Alman sınırını kapsamasıydı; doğuda Ġsviçre'de batıda ise Belçika'da sona eriyordu. Kimse Ġsviçre tarafında olabilecek bir Ģeyden endiĢelenmiyordu. Ġsviçre tarafsızlığıyla ünlüydü. ġiarı "Herkesten para kabul ederiz" Ģeklindeydi ve her halükarda tanklara Alpleri aĢırmak bayağı zordu. NE! ENDĠġELENMEK MĠ? Peki ya Belçika? Neyse, görüyorsunuz, Fransızlar tüm bu Belçika meselesini düĢünmüĢler ve bu konuda endiĢelenmeme-ye karar vermiĢlerdi. Ġngilizlerle konuĢmuĢlar ve herkes, eğer olur da Almanlar çılgınca bir nedenle Belçika'ya girmeye kalkarlarsa, Müttefiklerin orada bir saldırı hattı açarak sorunu çözeceklerini söylemiĢti. (Birinci Dünya SavaĢı'nda bu taktik pek de güzel iĢlemiĢti!) Zaten Fransa'ya Belçika üzerinden girmek Ardennes'in tepelik


ormanlarından geçmek anlamına geliyordu ki burası tanklar, ağır silahlar ve ekipman için zorlu bir alandı. ĠĢte böyleydi. EndiĢelenecek hiçbir Ģey yoktu. ALMANCA'DA "ÇANTADA KEKLĠK" NEYDĠ? Fransızlar Maginot hattının geçilmezliğine o kadar takmıĢ242 lardı ki, onlara göre yenilgi imkansızdı ve Almanlar (soykırımcı olabilirlerdi ama aptal değillerdi) Mayıs 1940'da bunu kendi avantajlarına kullandılar. Almanlar önce C Grubu Ordularını, Fransız hattının 41 birliğini yerlerine mıhlamak için ĢaĢırtmaca olarak Maginot hattının karĢısına diktiler. Ardından, 10 Ma-yıs'ta Belçika üzerinden saldırıp, birkaç gün içinde tüm direniĢi kırarak, Maginot hattı etrafından dolanacakları koridoru açtılar ve nihayet Ardennes üzerinden Fransa'ya girdiler. Peki ya geçilmez ormanlar? Eh onlar da o kadar geçilmez değillermiĢ demek ki; Alman birlikleri ağaçların arasından geçerken, tank ve toplar yollan kullandılar. Nehrin üzerinden, ormanların içinden Maginot hattını aĢtılar. HEPSĠ HARĠTA ÜZERĠNDE Almanlar 12 Mayıs'ta Fransız toprağına ayak bastılar ve çok az direniĢle karĢılaĢtılar. Fransa-Belçika sının Fransa'nın savunmasının en zayıf, topçu birliklerinin ve uçaksavarlann en az olduğu yerdi. Ertesi gün Alman birlikleri Meuse'yi geçiyordu; birkaç gün sonra tüm Fransa'ya girmiĢlerdi. Fransızlar sonunda birliklerinin bir kısmını Maginot hattından çektiler ama çok geçti. Almanların 5 Hazirandaki Somme saldırısında, 49 Fransız birliği, karĢısında 10 tank birliğinin yanı sıra 130 Alman piyade birliğini buldu. FRANSIZ TOSTU 9 Haziran'da Almanlar Maginot hattında kalan birlikleri tamamen tecrit ederek Ġsviçre sınırına doğru ilerlemeye baĢladılar. Hattaki birlikler bunu durdurmak için hiçbir Ģey yapamadı. Fransızlar Maginot hattının geçilmez olduğunu düĢündüklerinden tüm büyük silahlar Almanya'ya çevriliydi. Geri döndürülemiyorlardı. Almanlar 14 Haziranda Paris'e girdiler ve bundan sonrası, Nazi iĢbirlikçisi Vichy Fransası'ydı. Charles de Gaulle'e "Ben söylemiĢtim" demek kaldı. 243 TESLĠM OLMAK MI? ASLA! Maginot hattının birkaç savunucusu (hala birkaç tane var,) hattın söylendiği gibi iĢe yaradığına iĢaret ettiler, Almanlar bu nedenle Fransa'ya girecek baĢka yol bulmak zorunda kalmıĢlardı! Ama Maginot hattının amacı sadece Almanların Fransız sınırından girmesini önlemek değil, Alman iĢgalini önlemekti. Bu nihai ve konuyla ilgili tek kritere göre Maginot hattı, muazzam bir fiyaskoydu ve hayal gücü yoksunluğuyla kendini beğenmiĢliğin bileĢiminin zararlarını gösteren bir anıt oldu. Maginot hattı, tanımlanmıĢ, somutlaĢmıĢ ve yere çakılmıĢ hırsın ta kendisiydi. NEYE NĠYET... Maginot hattı hala yerinde duruyor, 240 kilometrelik bir beton kaleyi yok etmek kolay değil. Aradaki ufak ahĢap ve beton kaleler Ģu anda evden Ģarap mahzenine ve diskoya kadar çeĢitli amaçlarla kullanılıyor. Tahmin edersiniz ki Andre Maginot, büyük fikrinin bütün gece içip duran ayaktakımına hizmet etmesinden utanç duyuyordur. 244 TARĠH YANLIġLIKLARINI KANITLADI: BÖLÜM II Sözde uzmanların baĢka yanılgıları. TELEFON "Telefonun iletiĢim aracı olarak ciddiye alınmak için çok fazla kusuru var. Bu aletin bizce hiçbir değeri yoktur." —Western Union'ın iç yazıĢması, 1876 UÇAK "Havadan ağır uçan makine imkansızdır." —Fizikçi Lort Kelvin, Kraliyet Topluluğu BaĢkanı, 1895 "Uçaklar ilginç oyuncaklar ama askeri bir değerleri yok." —MareĢal Ferdinand Foch, SavaĢ Yüksek Okulu Strateji Profesörü "Ġnsanlar bin yıl daha uçamayacaklar." -Wilbur Wright, 1901'de baĢarısız bir uçma denemesinden sonra kardeĢi Orville'e yazdığı mektuptan.


ROKET "Profesör Goddard etki ve tepki iliĢkisini bilmiyor, tepki için vakumdan daha iyi bir Ģeye ihtiyaç olduğunun farkında değil. 245 Liselerde öğretilen bazı temel bilgilerden yoksun." —1921'de New York Times'ın Robert Goddard'ın çığlr açan roket çalıĢması hakkındaki editöryel yazısı RADYO "Kablosuz müzik kutusunun ticari bir değeri yok. Belirsiz birine gönderilen bir mesaj için kim para verir?" —1920'lerde David Sarnoff un radyo araĢtırmalarına yatırım talebine ortaklarının cevabı. BOMBA "Bu bomba asla patlamaz. Bunu konunun bir uzmanı olarak söylüyorum." —Atom bombası projesi sırasında Amiral Daniel Le-athy'nin BaĢkan Harry Truman'a tavsiyesi, 1945 246 SĠVRĠSĠNEKLER TARĠHĠ NASIL DEĞĠġTĠRDĠ? Küçük olabilirler ama çok güçlüler. Sivrisinekler en basından beri insanlık tarihini istedikleri gibi değiĢtiriyorlar? MÖ 1.600.000 Afrika- Atalarımız dik pozisyonda ilk adımlarını atıyorlar. Sinekler sayesinde sıtmaya yakalandılar bile. MÖ 500 Hindistan- Brahman vaizi Susruta sivrisineklerin sıtmadan sorumlu oldukları sonucuna vardı. Gelecek 2.400 yıl boyunca bu fikri ipleyen olmadı. MÖ 323 Babil- Büyük Ġskender bir sivrisinek tarafından yere serilip, 33 yaĢında sıtmadan öldü. BirleĢik Yunan Krallığı hayali, birkaç yıl içinde yıkıldı. GeniĢ çaplı sıtma salgınının Yunan uygarlığının gerilemesinde önemli payı vardır. MS 410 Roma- BaĢkenti çevreleyen deniz seviyesindeki bölgelerde, sıtma yayan sivrisinek ordusunun zayıflattığı Roma Ġmparatorluğunun iĢini çapulcu Vizigotlar bitirdiler. Kısa süre sonra, onları yenen Vizigotlarm baĢı Alaric de hain sivrisinekler tarafından yenilgiye uğratılacaktı. 1593 Afrika- Sivrisinekler köle ticareti aracılığıyla Yeni Dünyadaki akrabalarına sarıhumma ve sıtma gönderdiler. Böylece hem kolonicileri, hem de yerli halkı kırıp geçirdiler. 247 1658 Ġngiltere- Kralcı bir sivrisinek tarafından ıĢınlan Oli-ver Cromvvell sıtmadan ölerek Ġngiliz MonarĢisine geri dönüĢ yolunu açtı. 1690 Barbados- Sivrisinekler Kanada'da Fransızlara saldırmak üzere yola çıkan Ġngilizleri sarıhummayla durdurdular. 1802 New Orleans- Napolyon Fransa'nın Louisiana üzerindeki hak taleplerini desteklemek ve Haiti'deki bir köle ayaklanmasını bastırmak için birliklerini gönderdi. 33 bin askerin 29 bini sivrisineklerin yaydığı sarıhummadan öldü. Lousiana ABD'ye dahil oldu, Haiti ise bağımsızlığını kazandı. 1902 Stockholm- Ġngiliz ordu cerrahlarından Dr. Ronald Ross sivrisinekler ve sıtma arasında kurduğu bağlantıdan dolayı Nobel ödülünü kazandı. 1905 Panama- Sivrisinekler, sarıhumma salgınından paniğe kapılan iĢçilerin kaçması yüzünden neredeyse Panama kanalının yapımını engellemeyi baĢarıyorlardı. 1939 Colorado- DDT sivrisinekleri ve diğer haĢaratı engellemek amacıyla denendi. Sivrisinekler sonunda bu kimyasala bağıĢıklık geliĢtirdiler, insanlar geliĢtiremedi. 1942 Hollanda Doğu Hint Adaları- Japon birlikleri dünya kinin ihtiyacının çoğunu karĢılayan adaları ve böylece bilinen tek güvenilir sıtma ilacını ele geçirdiler. Müttefik birliklerini uzaklaĢtırmakta en iyi dostları sivrisinekler oldu. 1942-1945 yılları arasında Doğu'daki ABD birliklerinin yaklaĢık 500 bini sıtma dolayısıyla hastaneye yattı. 248 I 1965-1975 Vietnam- Sivrisinekler her gün 1.000 Amerikan askerinden 53'üne sıtma bulaĢtırıyordu.


1995 Cenova- World Health Organisation (Dünya Sağlık Örgütü- WH0) Deng Humması denilen tropik hummayı "dünya çapında salgın" ilan etti. Aynı sırada sıtma dolayısıyla ölümler de 2.5-3 milyona çıkmıĢtı. • • • Sivrisineklerin sıtma, Deng humması ve sarıhummanın yanı sıra kanla bulaĢan yeni ve ölümcül hastalıklar taĢıdıkları ortaya çıktı. Nil Nehri ovasından kaynaklanan Batı Nil virüsü, Batı yarıkürede 1999'a kadar belgelenmemiĢti. Virüs beyin iltihaplanmasına neden oluyor ve sivrisinekler tarafından taĢınabiliyor. 2000'in baĢlarında Batı Nil sivrisineklerinin kıĢı New York Ģehrinde geçirdikleri ortaya çıktı; bu, virüsün ABD'ye yerleĢtiği anlamına geliyordu. 2000 yılında New York Ģehri bölgesinde ikisi ölümle sonuçlanan 21 hastalık vakası rapor edildi. 249 MARCO POLO OLMAK __________KOLAY DEĞĠL__________ Maceralarını yazdığı kitabı olmasaydı Marco Polo'nun adını hiç duymamıĢ olurduk. Bu kitap onu dünya çapında ünlü yaptı ama umduğu Ģekilde değil. MACERA BAġLIYOR Marco Polo 1254'de Ġtalya'da, Venedik'te doğdu. Seyyahlık virüsünü o daha küçük bir çocukken Asya'yı dolaĢan babası ve amcasından kaptı. Orada Marco'nun hayatında çok önemli bir figür olan Kubilay Han'la da karĢılaĢmıĢtı. Marco 17 yaĢlarındayken o, babası ve amcası en ünlü yolculuklarına çıktılar. Önce gemiyle seyahat ettiler, ardından karadan Ermenistan, Ġran, Afganistan üzerinden Çin'e gittiler ve Go-bi çölünü geçtiler. Dört yıl sonra tüm Çin'in fatihi ve Moğolların hükümdarı Kubilay Han'ın yazlık sarayının bulunduğu Sahgtu'ya ulaĢtılar. POPÜLER ADAM Büyük ve güçlü Han, Marco'dan hemen hoĢlandı. Onu öyle sevdi ki tüm ailenin kalmasında ısrar etti; ne kadar süreyle kalmalarını istediğini de söylemedi. Bu reddedebilecekleri bir öneri değildi, Pololar kaldılar. Marco açısından bunun bir sakıncası yoktu. Geri dönüĢ planlarını bir baĢka bahara ertelediler. Ġmparator onlara büyük ilgi gösterdi ve her türlü konforları250 nın olmasını sağladı. Marco'nun babası ve amcası büyük ihtimalle askeri danıĢman olarak Han için Ģevkle çalıĢtılar. Marco üç ya da dört lisanı çok iyi konuĢuyordu, bilgi toplamak için Çin'in bir ucundan diğerine sürekli gidip geldi. ĠĢinin bir kısmı da yeni fethedilen yerlere gidip oralar hakkında Han'a rapor vermekti. Ama Pololar Han'a ömürleri boyunca orda kalmak istemediklerini hep hatırlattılar. EVĠM GÜZEL EVĠM 17 yıl sonra Kubilay Han evlerine dönmelerine izin verdi. DönüĢte bir Ġran prensiyle niĢanlı olan bir Moğol prensesini müstakbel kocasına teslim edeceklerdi. Ġran'a ulaĢmaları o kadar uzun sürdü ki -tam iki yıl- vardıklarında damadın ölmüĢ olduğu söylendi. Ama sonra oğlunun hayatta olduğu ortaya çıktı, prenses de onunla evlendi. Pololar Venedik'e 1295 yılında ulaĢtılar. Ayrıldıklarından daha zenginlerdi ama eğer dönüĢ yolunda Türkiye'de soyulmamıĢ olsalardı çok daha zengin olacaklardı. 24 yıl ülkelerinden uzakta kalmıĢlardı ve anadillerini neredeyse unutmuĢlardı. Onların çoktan ölmüĢ olduğunu düĢünen akrabalarını döndüklerine ikna etmeleri zor oldu. BĠR MACERA DAHA Marco'nun maceraları henüz sona ermemiĢti. Ġtalya iki düĢman Ģehir devlete bölünmüĢtü ve Venedik, Cenova'yla savaĢtaydı. 1298'de Marco savaĢa katılıp esir düĢtü ve Cenova hapishanesine atıldı. Orada romantik yazar Pisa'lı Rusticano'yla tanıktı. Ġkisi iyi anlaĢtılar; Marco kısa süre sonra ona seyahatlerinin hikayesini yazdırmaya baĢlamıĢtı. Bir yıl sonra hapisten çıkarken el yazmalarını alıp Descripti-on of the World adıyla yayınladı. Marco bunun bir coğrafya kitabı olmasını istemiĢti. Çoğu Moğolistan'daki ilk elden tecrübe251 lerine dayanıyordu ama Japonya ve Etiyopya gibi ilginç bazı yerlerle ilgili bilgileri, akrabalarından ya da seyahatlerinde karĢılaĢtığı kiĢilerden duymuĢtu.


O zamanlar henüz baskı makinesi icat edilmemiĢ olduğundan her kopya elle yazılıyordu; yine de kitap çok sükse yaptı ve sonunda tüm Avrupa ülkelerinin dillerine çevrildi. Çok iyi değil mi? Yanılıyorsunuz. SORUN... Kimse tek kelimesine bile inanmamıĢtı. Böyle Ģeyler nasıl doğru olabilirdi ki? Kitaba bakılırsa Çin'deki her Ģey daha büyük, daha hızlı, daha zengin, daha Ģahane ve daha medeniydi. Nasıl olur da Kubilay Han 40 bin kiĢilik bir ziyafet verebilirdi? Nasıl olur da kimsenin yaĢamadığını bildikleri ekvatorun güneyinde insanlar yaĢıyordu? Belli ki kitap fantastik, romantik bir masaldı. Öylesine fantastik, hayal gücü öylesine zengindi ki ünü her yana yayıldı. Herkes kitabı okumak istiyordu. Kubilay Han, efsanevi kral kahramanlar arasında yerini almıĢtı. Kendi isteğinin aksine Marco da büyük masalcılar arasına katıldı. Söylediği hiçbir Ģey kimseyi aksine inandıramadı. Kitap o kadar uzak mesafelerden, o kadar büyük zenginliklerden söz ediyordu ki Milyonlar diye anılmaya baĢlandı. Mar-co'ya da kendisini utandıran bir Ģekilde Marco Milyonlar lakabı takıldı. Bundan sonra Avrupa'daki bütün karnavallarda, en olmadık palavraları atan Marco Milyonlar adlı bir palyaço tipi ortaya çıktı. MACERA SONA ERĠYOR Marco bütün bir ömre yetecek kadar macera yaĢamıĢtı. Kalan 20 yılını Venedik'te karısı Donata ve üç kızıyla sakin bir Ģekilde geçirdi. Zamanını, öldüğünde ironik bir Ģekilde böbürlendiğinden çok daha küçük olduğu ortaya çıkan servetini idare ederek geçirdi. 252 Marco Polo'nun laneti onu, hayatının kalanında da izledi. 70 yaĢında ölüm yatağına yattığında arkadaĢları tüm yazdıklarını uydurduğunu itiraf etmesi için yalvardılar. Marco öfkeyle "Anlattıklarım gördüklerimin yarısı bile değildi" diye cevap verdi. YÜZYILLAR SONRA Tarihçiler Marco Polo'nun anlattıklarının çoğunlukla doğru olduğunu ispatladılar. Aslında, Christopher Colombus kitabın bir kopyasına sahipti ve ondan o kadar etkilenmiĢti ki, kitabı Ġspanya Kraliçesi Isabella ve Kralı Ferdinand'ı Asya seyahatinin finansmanına ikna etmek için kullandı. Seyahatinin amacı Marco Polo'nun anlattığı hazineler ve Büyük Han hakkında kanıt bulmaktı. Marco Polo Cenova'da (Christopher Colombus'un doğduğu Ģehir) hapse atılmamıĢ olsaydı belki de seyahatlerini hiç yazmayacaktı. Yeni Dünya da baĢka biri tarafından keĢfedilecekti. Amerikalılar Marco Polo'ya çok Ģey borçlular. Peki minnetlerini göstermek için ne yapabilirler...? DAHA FAZLA YÜZYIL SONRA 1928'de Eugene O'Neil'in Marco Polo adlı oyunu New York Guild Tiyatro'sunda sahneye konuldu. Women's Wear Daily'ye bakılırsa Marco Milyonlar karakteri "kendine yeterliliğin abartıldığı bir kendini beğenmiĢlik idolüydü..." Bazen insan ne yapsa kendini beğendirmeyi baĢaramaz. 253 KOVBOYLAR MI? GüneĢin kavurduğu ciltleriyle eğerlerinin üzerinde dimdik duran kovboylar erkekliğin timsalidirler. Bazen, güneĢ battıktan sonra dansetmeyi sevdiklerini söylesek? Haftalar, aylar boyunca at üstünde gezip, inek bokundan yakılmıĢ ateĢin üzerinde piĢmiĢ fasulye ve bisküvi yiyip, iĢçi yatakhanelerinde veya yerde uyuduktan sonra bir kovboy biraz eğlenmeye hazırdır. Kovboyların en çok sevdiği eğlence dansa gitmektir. Evet. Dansa. KULAĞIMA GELDĠ Batı'nın konukseverliği gökyüzü kadar engindir. Birisi dans partisi vermeye karar verdiğinde mesaj veya davetiye göndermez. Laf etrafta dolaĢır o kadar ve bir kovboy bunu duyarsa kendini davet edilmiĢ sayar. Eğer gerekiyorsa 100 kilometre at sürüp oraya gider; ama önce iki dirhem bir çekirdek giyinmesi gerekir. YATAKHANEDE Kovboyların çoğu "Pazar ayini kıyafetleri" içindedir. Bunlar bir yerlerden bulunup çıkarılmıĢ ve temizlenmiĢtir. Çizmeler parlayana kadar yağlanmıĢtır.


Kovboylar tıraĢ olmuĢ ve birbirlerinin saçlarını kesmiĢtir; oraya gidene kadar tekrar toza bulanır-lar ama olsun. Dansa gitmek için yola düzülen lOO'lerce adamın arasında kimse buna dikkat etmez. 254 IZGARA BĠFTEK Cazibenin bir kısmı yemektir. Bu özel mangalın hazırlığı günler öncesinden baĢlar. Etraftaki tüm kadınlar yeni piĢmiĢ börekler, pastalar ve halka çörekler getirirler. Bir kovboy ordusunu doyurmaya yetecek kadar. Bir kap kahve tüm gece ocak üstünde kalır. Ama kovboylara kilometrelerce yol teptiren, yemek değildir. EġĠNĠ DÖNDÜR Yemekten sonra masalar ve sandalyeler yana çekilir ve kemancı kemanını akort eder. Bu dansın baĢladığının iĢaretidir. Dansçılar yerlerini alır ve biri baĢlıyoruz diye anons eder. Dans pistindeki çiftler bir Ģekilde Ģu tür direktiflere uyarlar: Halkadan bir eĢ seçin, Sekiz çevirin ve iki çift L dönüĢ yapın, Bir kez döndürün ve bırakın, Herkes sola, sırt sırta verin. Sen beni döndür ben de seni Hepimiz aynı ayakla cennete gideceğiz. EĢ değiĢtirmeden önce eĢinizi döndürün Tekrar yakalayın ve gezmeye çıkın. Ġlk baĢta herkes biraz çekingendir ama bir süre sonra en sıkılgan kovboy bile bakarsınız sıçrayıp tepiniyor. DANSA KALDIRILMAYAN KALMAZ Eski Batı'da, etrafta hiçbir zaman yeteri kadar kadın yoktur. Her kadın yaĢı ve cazibesi ne olursa olsun ayakları acıyana kadar dans eder ama yine de yetmez. Kovboylar dansetmeyi o kadar severler ki oturarak 'tepinme' fırsatını kaçırmak istemezler. 255 Danslar 'dörtlü yapılan danslardır' ve belirli sayıda çift gerekir. Ne yapmak lazım? GÖNÜLLÜ VAR MI? Basit bir çözüm var. Etrafta yeteri kadar kadın yoksa sapına kadar erkek erkekler bir kollarına bir bandana bağlarlar. Bu kadın dansçı yerine dans edecekleri anlamına gelir. Böylece gece sürer gider. 256 BOYLAM ARAYIġI Coğrafi bir ölçüm birimi aramak, bir ejderhanın peĢine düĢmek kadar romantik değildir. Ama ejderha öldürmenin hiçbir yararı yokken (en azından ejderhalara) uygun bir ölçü birimi bulmak dünyayı ulaĢılır kıldı. ġimdi, boylamı hatırlıyorsunuz, değil mi? Evet, biliyoruz. Biz de dördüncü sınıfı bitireli çok oldu. Bakın, önce bir dünya küresi bulun. ġimdi, kürede, iki farklı yönde bir sürü çizgi olduğunu görüyorsunuz. Yatay çizgilere 'enlem' deniyor. Bunlar size ekvatorun kaç derece güney ya da kuzeyinde olduğunuzu söyler, hatırladınız mı? Hah! Eleme yöntemiyle gidersek, dikey çizgiler ise boylamdır. Ġngiltere'deki Greenwich'ten geçen (ki bunun bir nedeni yok) meridyeni ilk meridyen olarak alarak, ne kadar batı ya da doğuda olduğunuzu söylerler. Enlem ve boylam koordinatlarını kullanarak dünyadaki her noktayı bulabilirsiniz. BOYLAM-MOYLAM Olay koordinatların tam olarak okunmasıdır. Enlem hiçbir zaman fazla sorun olmadı. Ġnsanlar çok eskiden beri, belli bir günde gezegenin ne kadar kuzeyinde veya güneyinde olduğunuza bağlı olarak güneĢin gökyüzünde daha yukarıda veya aĢağıda göründüğünü keĢfetmiĢlerdi. Hangi günde olduğunuzu biliyorsanız öğle vakti GüneĢ en tepe noktadayken, hesabınızı yapar ve hemen nerede olduğunuzu anlardınız. 257 NEREDEYĠM BEN? Bir süre bu yöntem iĢ gördü ama gemiler kıyıdan uzaklaĢtıkça baĢka bir Ģeylere daha gerek olduğu ortaya çıktı. Boylamı hesaplamakta kullanılan geleneksel yöntemler komik derecede yanlıĢtı. Örneğin, 28 saniyede, 15 metre aralıkları olan halat düğümlerinden kaçının denizcinin parmağından çıktığını sayarak yapılan uzaklık ölçümleri.


Dümdüz bir hat üzerinde sabit hızla gidiliyor olsaydı bu yöntem iĢe yarayabilirdi; ama gemide kimse bunu yapamaz. Bir kere dalgalar, akıntılar ve rüzgarlar vardır ve sonra ne bileyim, denizciler deniz Ģarkıları söylemek ya da dansetmekle meĢguldürler. Bu yöntem 'ölü saymak' diye bilinir. Büyük ihtimalle bu yöntemi kullandığınızda sonunuzun ölüm olmasından. SAAT ARANIYOR Enlemi bulmak için sadece tarihi ve güneĢin açısını bilmek gerekiyordu, boylam içinse baĢka bir belirleyici boyut vardı: Bir yerdeki (buraya Greenwich, Ġngiltere diyelim) tam saat. Dünyanın dönüĢüne bağlı olarak, gezegenin doğusunda ve batısında farklı zamanlarda öğlen olur. Bulunduğunuz yerde tam öğle vaktinde Greenwich'le aranızdaki saat farkını hesaplayın, kaç boylam uzakta olduğunuzu hesaplayabilirsiniz. Ġhtiyacınız olan tek Ģey bir saat ve o sırada Greenwich'te saatin kaç olduğunu bilmektir. Ġnsan karada olduğunda bu yöntemin hiçbir sorunu yoktur. On yedinci yüzyıldan itibaren sarkaç prensibi sayesinde Avrupa'da dakik saatler yapıldı. Yine de, sarkaçlı saatler seyir halindeki gemilerde pek pratik değildir, özellikle de o zamanlar insanların denizlerde kullandıkları çürük çarık, sarsıntılı gemilerde. Dalgaların üzerinde sallanıp yuvarlanan bir gemi sarkaç sa-lınımıyla çalıĢan bir saate pek uymaz. 258 ÖDÜL 1707'de binlerce denizcinin ölümüne neden olan bir aksilikten sonra (Ġngiliz Donanma gemileri kendilerini oldukları yere göre daha batıda zannettiklerinden gemilerin karinaları kıyı kayalıkları tarafından parçalanmıĢtı), Ġngiliz parlamentosu boy-lamsal hesaplama için etkin bir yöntem bulan kiĢi veya kiĢilere 20 bin sterlin (bugünün 10 milyon dolarıyla karĢılaĢtırabilirsiniz) bir ödül vereceğini açıkladı. Aralarında Sör Isaac New-ton'un da olduğu koordinatörler, aptalca fikirlerle kuĢatıldılar. EN APTALCA FĠKĠR Örneğin, biri Atlantik boyunca sürekli pozisyonda savaĢ gemileri yerleĢtirmeyi ve Greenwich'de saat tam gece yansı olduğunda 160 kilometreden görülebilecek havai fiĢekler atmalarını önerdi. Tabii ki, bu yöntem havai fiĢek atan savaĢ gemilerinde Greenwich'teki zamanı belirleyecek etkili bir metot olduğunu varsayıyordu ki bu durumda gemilere gerek kalmayacaktı. Fikirleri o kadar komik bir hal aldı ki boylam arayıĢı sözü çılgınlık anlamında kullanılmaya baĢlandı. KAHRAMAN ORTAYA ÇIKIYOR Boylam arayıĢının kahramanı hiç beklenmedik biriydi: Kendi kendini yetiĢtirmiĢ bir saat yapımcısı ve marangoz olan John Harrison. Harrison üç Ģey yapmıĢtı. Ġlk olarak, sarkacı dengeli yayların arasına yerleĢtirmiĢti. Ġkinci olarak, yaylan çekme ve geniĢlemeye dirençli bir metal karıĢımından yapmıĢtı. Son olarak da tahta çerçeve ve diğer ahĢap parçalar için sürtünmeyi azaltan kaygan bir tropik ağaç kullandı. Harrison denizde de güvenilir olan ilk saati üretmiĢti Ġlk versiyonu Hl'i alıp, 1734'de Lisbon'a ilk deniz seyahatine çıktı. Kazanan alet H4'ü yapmadan önce Harrison üç versiyon daha üretti. 1761'de H4 Ġngiltere'den Jamaika'ya gitti ve 259 döndü; sadece beĢ saniyelik bir sapması oldu. YarıĢma kurulu o kadar Ģüpheliydi ki saatin bunu tekrar yapmasını istediler. O zaman bile Harrison'a ödülün yarısını verdiler. Onu alabilmesi için de Kral III. George'un araya girmesi gerekti. ZAMANI GELMĠġTĠ Harrison sadece denizde pozisyon belirlemekle kalmamıĢ ayrıca dünyaya o zamana kadar var olan en etkin zaman ölçücü-sünü sağlamıĢtı. Olay sadece nerede olduğunuz değil, ne zaman orada olduğunuzdu. Bu anlamda boylam arayıĢı aynı zamanda zaman arayıĢıydı. Dünyadaki yerinizi bulmaya çalıĢırken en önemli Ģey zamanlamadır. 260 ETEKLĠKLĠ ADAMLAR Bildiklerinize aykırı gelecek olsa da Ġskoç kilti eski bir gelenek değildir, üstelik bir Ġskoç'un değil bir Ġngiliz'in icadıdır.


Sadece Ġskoçya'da değil dünya çapında kaç erkek Ġskoç klanlarının plili eteklerini giymekten gurur duyar? Kaç erkek bu eski gelenekten duydukları gururu göstermek için zaman zaman kütlerini giyer? Bunların hepsi yenilikçi bir sanayici ve iki becerikli dolandırıcının kurbanlarıdır. KĠLT NE ZAMAN KĠLT DEĞĠLDĠR? Kilt olarak adlandırılan modern kıyafet 1727 civarlarında Thomas Rawlinson adında bir Ġngiliz tarafından icat edildi. O zamana kadar Ġskoçyalıların geleneksel kıyafeti, bele kemerle bağlanan, diz boyunda battaniyeyle gömlek arası bir Ģeydi. Rawlinson bir demir dökümhanesi sahibiydi ve hantal battaniyelerin iĢçilerinin iĢlerini zorlaĢtırdığını düĢünüyordu. Bu yüzden kilti icat etti. ĠĢçilerini yüreklendirmek için de önce kendisi giymeye baĢladı. Kilt o kadar tuttu ki 1745'de Parlamento onu Ġngiliz yaĢam tarzına bir tehdit olarak ilan etti. Aniden bütün Ġskoçlar onu giymeye büyük bir heves duymaya baĢladılar. Bu arada, Ġngilizler Ġskoç mitolojisi ve kostümüne aĢık olmuĢlardı. Sör Walter Scott'un Ġskoçya'yla ilgili macera romanları en çok satan kitaplardı ve Londra'daki Ġskoç sosyetesi çok etkin hale gelmiĢti. Gerçek Ġskoçlar alt sınıf sayılıyor ve hor gö261 rülüyordu ama Ġngiliz ordusu generalleri, büyük lortlar ve toprak sahipleri kütler giyiyor ve gayda dinliyorlardı. Ġngiliz Kraliyet Ailesi bile kilt giymeye baĢlamıĢtı - ki bu gelenek bugün bile sürüyor. PRENS NE ZAMAN PRENS DEĞĠLDĠR? Kendilerine John ve Charles Edvvard Stuart adlarını veren aristokrat tavırlı, uzun boylu, yakıĢıklı adamlar olan iki dolandırıcı iĢin içine girdi. 1800'lerin baĢında Londra'ya gelmiĢler ve insanlara Bonnie Prens Charlie'nin gizli ama yasal torunları olduklarını söylemeye baĢlamıĢlardı. Onun içkiciliğinden kaçan karısı Prenses Louise bir manastıra kapanmıĢtı. Kadının orada olduğu sırada gizlice babalarını doğurduğunu iddia ediyorlardı. Sevgili babalan bunu onlara anlatmıĢtı ve onlar da miraslarını almaya gelmiĢlerdi. Amaçlan Londra sosyetesini bu acayip hikayelerine inandırmaktı ama baĢaramayıp daha iyi karĢılandıkları Ġskoçya'ya döndüler. Kısa zamanda Ġskoçya'nın bazı önemli aristokratları onlara kraliyet üyesi gibi davranmaya baĢladı. Artık kendilerine So-bieski Stuart adını veriyorlardı. Sobieski, Polonya kraliyet ailesinin adıydı ve sözde babaanneleri Prenses Louise'le bağlantılıydı. Kendilerini Ġskoç geleneği uzmanı olarak tayin etmiĢler ve bu konuda kendi icat ettikleri fikirlere dayanarak kitaplar yayınlamaya baĢlamıĢlardı. Tarih kitapları ve geleneksel kitapları vardı ama en büyük vuruĢları babalarının, Ġskoç klanlarının kıyafetlerini tanımlayan on altıncı yüzyıldan kalma, Latince el yazması bir kitabının olduğuydu. Sözünü ettikleri kitabın kopyası olduğunu iddia ettikleri bir kitap üretmiĢlerdi ve kısa zamanda tüm Ġskoçya otantik Ġskoç kıyafeti sandıklan kostümü giymeye baĢladı. Sonunda, 1842'de bu materyalin resimlendiği pahalı bir kitap bastılar ve o zamandan beri onların bu fantezi dünyaları gerçek Ġskoçya geleneği olarak kabul ediliyor. 262 EKOSE KUMAġ NE ZAMAN EKOSE KUMAġ DEĞĠLDĠR? O zaman, bir aile ya da klana atfedilen bir ya da iki ekose deseni olurdu. Sobieski Stuartlar kitaplanna 'aile' ekoseleriylevil-gili bir katalog eklemek fikrini buradan edinmiĢlerdi. Resimledikleri 76 ekoseden 50'sini kendileri yaratmıĢlardı, diğerleri ise Ġskoçya'da bulduklan çeĢitli desenlerdi. Yarattıkları desenler bugün dünya çapında yüz binlerce insan tarafından aile tarihinin gururu olarak kabul ediliyor ve kullanılan ekose çeĢidi 2.000'e kadar ulaĢtı. Aslında, kimseyi yenilerini icat etmekten alıkoyan yok. 1838'de minnettar bir Ġskoç aristokratı Lort Lovat, onlara mülkleri içinden her hangi bir yeri evleri olarak seçebileceklerini söyledi ve onlar da, kocaman bir av köĢkü tasarlayıp inĢa ettirdikleri romantik Eilan Aigas adasını seçtiler. Burayı silahlar, geyik boynuzları, zırhlar ve tabii ki ataları Stuart krallann büst-leriyle donattılar. Kitapları çıktığı zaman zaferleri tamamlanmıĢtı. Ġskoç aristokrasisi onların icat ettikleri kostümlerini giyinip önlerinde diz çökerken, isimleri hariç her Ģeyleri tam krallar olarak, tahtlarına oturuyorlardı. KRAL NE ZAMAN KRAL DEĞĠLDĠR?


Gerçi hala tatmin olmamıĢlardı. Kraliçe Victoria'yı iddialarına inandırmaya karar verdiler ama bu, kraliçeyi hiç eğlendirmedi. Onları herkesin önünde reddedince Ġngiliz sosyetesinden dıĢlandılar. Yalancı ve Ģarlatan ilan edildiler, kurdukları dünyaları parçalandı ve ortaya çıktıkları gibi hızla kayboldular. Son olarak Prag'da oldukları duyuldu, daha sonra da tarih sahnesinden çekildiler. Son ironi: Eğer bir gün Ġskoçya bağımsızlığını ilan ederse seçtiği ulusal imaj muhakkak ki Sobieski Stuart'ın eseri olacaktır. 263 BÜYÜK ĠSKOÇ! Alexander Graham Bell sağırlar konusunda yaptığı çalıĢmasıyla anılmak istemiĢse de, biz onu telefonun mucidi olarak tanırız. Alexander, 1847'de Ġskoçya, Edinburgh'da doğmuĢtur. Büyük babası kekemelere yardımcı olan bir konuĢma terapistiydi. Bell'in dedesi, sağırlara nasıl ses çıkaracaklarını öğreten resme dayalı bir sistem olan 'görsel konuĢmayı' icat etmiĢti. Nasıl doğru konuĢulacağı hakkında kitaplar yazmıĢtı. Alexander'ın annesi 12 yaĢında sağır olmasına rağmen bir müzisyendi. Küçük yaĢta duyduğu melodiyi çalabilen, müzik yeteneğine sahip Alexander müzisyen olmayı planlıyordu. Hatta erkek okulunda müzik ve retorik okumuĢtu. KonuĢma ve iĢitme iĢi bir Ģekilde aile mesleğiydi. Daha 29 yaĢındayken telefonu icat etmesinde müzik bilgisi ve iĢitme konusundaki tecrübesi etkili olmuĢtur. Ġlk telefon konuĢması 10 Mart 1876'da yapıldı. Bell yan odadaki yardımcısı Watson'ı arayıp "Bay Watson, buraya gelin. Sizi istiyorum" demiĢtir. 264 NOTA YAZMAK: NOTA SĠSTEMĠ Bir müzisyen değilseniz, bir müzik sayfasındaki nota sistemi size cebir kadar karmaĢık görünür. Ama müzisyenler için bu, yol gösteren kısa ve açık bir haritadır. ĠĢinin ehli her müzisyen notaları olduğu sürece daha önce hiç duymadığı bir parçayı çalabilir. Bugünkü nota sistemi yüzyıllar içerisinde önemli ölçüde geliĢme gösterdi ama temelleri tek bir kiĢiye kadar izlenebilir: 990-1050 yılları arasında yaĢamıĢ bir Ġtalyan keĢiĢ olan Arezzo-lu Guido. GUIDO'DAN ÖNCE Guido bir gün kafasında mükemmel bir nota sistemiyle uyanmadı. Batı'da yüzyıllardır nota sisteminin az geliĢmiĢ bir modeli kullanılıyordu. Guido'nun zamanında neume olarak bilinen bir nota sistemi Gregoryen ilahilerde rehber olarak kullanılıyordu. Neume, Ģarkıcılara "Ģurada yüksek okuyun" veya "burada alçak okuyun" gibi direktifler veren küçük notasyonlardı. O müzik parçasını önceden bilenler için idare ederlerdi ama Ģarkıcı veya müzisyen parçayı bilmiyorsa yararsızdı. Müzisyenler müziği kulaktan, baĢka müzisyenlerden öğrenmek zorundaydı. Bir repertuar oluĢturmak yıllar alırdı. DAHA ĠYĠ BĠR FARE KAPANI Guido'nun yeniliği özel bir perdeyi belirtmekte kullanılan 265 porteyi rafine etmekti. Yaygın biçimi, sadece do ve fa notaları için kullanılan iki çizgiydi. Guido, biri do'nun altına diğeri do ile fa'nın arasına iki çizgi daha ekledi. Presto- böylece her ne-umenin (ve her müzik notasının) diğerleriyle arasındaki bağlantı açıkça görülebiliyordu. Guido buluĢu sayesinde, bir kilise sadece on yıl yerine (çünkü her Ģey ezbere bağlıydı) sadece bir yılda yetiĢtirmenin mümkün olduğunu söylemekten hoĢlanırdı. KEġĠġ BANDOSUNDAN ATILIYOR Guido'nun yenilikçi fikirleri Mozart'tan Eminem'e kadar müziğin asileriyle aynı tepkiyi aldı: Eski nesil bundan hoĢlanmadı. Diğer keĢiĢler stilini sevmediği için iki manastırdan atıldı. YETENEK KENDĠNĠ GÖSTERĠR Ancak Guido ünlenmeye baĢlamıĢtı. Papa XIX. John, Guido'nun yeni fikirlerini duymuĢ ve onu Roma'ya davet etmiĢti ama iklim Guido'nun sağlığına iyi gelmedi. Bu yüzden artık kendisine kucak açan manastırlardan birine geri döndü. (Tahmin edebileceğiniz gibi papanın hayranlığı bayağı yararlı oldu.) DO, RE, MĠ, FA, VE BÖYLECE SÜRER GĠDER


Guido baĢka bir buluĢ daha yapmıĢtı: Gam derecelerini adlandırdı: re, mi, fa, sol ve la. Guido bunu Aziz Baptist John'un ilahisini bestelerken ve her satırın ilk hecesini farklı bir tona denk düĢürürken yapmıĢtı. Onları: ut, re, mi, fa, sol, ve la olarak adlandırdı. Ut Rogers&Hammerstein'ın muhakkak ki beğendiği Ģekilde sonunda do oldu; sonuncu ton si daha sonra eklendi. GUIDO'DAN SONRA HAYAT Bir kez Batı nota sisteminin temeli yerleĢince ardından diğer buluĢlar da geldi. BeĢ çizgilik porte on altıncı yüzyılda standart hale geldi; on yedinci yüzyılda notalar bugünkü biçimini aldı. 266 Tempo ve dinamikleri betimleyen kelime ve iĢaretlerin çoğu on sekizinci yüzyılda standartlaĢtı. Besteciler, mikrofonlar ve elektronik müzik gibi yeni müzikal buluĢları tarif etmeye giriĢtikçe yeni notasyonlar ekleniyor. TEġEKKÜRLER GUĠDO! Ama bununla birlikte, bugün ifade edilen her müzik bin yıl önceki Ġtalyan keĢiĢe çok Ģey borçlu. 267 BĠN YIL ÖNCE YĠYECEKLER Ortalama bir Ortaçağ köylüsünün tarlada ağır bir iĢ gününden sonra, sofrasında bulmayı umabilecekleri üzerine bir hikaye. YEMEKTE NE VAR? ÇOK AÇIM! MS 1001 'de yeterli yiyecek bulmak çok zordu. Özellikle kıĢın, taze yiyecek buimak mümkün değildi. Onuncu yüzyıldaki, bazıları üç, dört yıl süren 20 kıtlık dönemini saymıyoruz bile. Sonuç olarak, insanlar bir sonraki fırsatın ne zaman ortaya çıkabileceğini bilemediklerinden ne zaman fırsat bulurlarsa o zaman yiyorlardı. SELAM, YULAF LAPASI DÜNYASI! Köylü Joe'nun temel gıdası yulaf lapasıydı- bugün diyetisyenler bunun kırmızı ete dayalı beslenmeden çok daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar. Sebzenin mevsimine göre insanlar lahana, havuç, bezelye ve çeĢitli yeĢillikleri yiyorlardı. Elma, armut ve kabuklu yemiĢleri ağacından topluyorlardı. HAYATIN GAĠLESĠ Ekmek, buğday, arpa veya çavdardan yapılıyordu ve un, kepeği alınmadan piĢiriliyordu. Kulağa sağlıklı geliyor değil mi? Maalesef, bin yıl önce tüketilen ekmek yabancı maddelerle doluydu. Bu yüzden sadece yavan değil, aynı zamanda buğday bi268 ti ve küf doluydu. Dolayısıyla, herkesin diĢleri çürüktü ve çoğu insan ağız kokusundan muzdaripti. EKMEK ĠÇĠN ÇILDIRANLAR Her Ģeyden kötüsü bir mantar paraziti tarafından enfekte olmuĢ çavdarın yenilmesinden dolayı sık sık ergotism salgınları patlak veriyordu. Ergotamin içeren mantar piĢtikten sonra ölümcül bir halüsinojene dönüĢüyordu. Enfekte olanlar delilik benzeri semptomlar gösteriyor ve kendilerine ne olduğunu anlayamıyorlar, sonra da ölüyorlardı. BAHARATLI AT KÖFTESĠ Bin yıl önce atlar temel çiftlik hayvanı olarak öküzün yerini almaya baĢladı. Ama protein kaynağı olarak da zevkle yeniliyorlardı- bol miktarda hardalla birlikte. Tuz, biber ve diğer baharatlar Karanlık Çağlar'da çok revaçtaydı; sadece eti korumakla kalmıyor aynı zamanda bozuk etin kokusunu da bastırıyordu. ORTAÇAĞ USULÜ MĠNĠMALĠZM Bir Ortaçağ sofrası kurmak çok kolaydı, çünkü tabak yoktu. Asiller bile tabak kullanmazlardı. Yemekler yuvarlak, düz ve kalın ekmek dilimlerinin üzerinde servis edilirdi. Ekmek tabakların avantajı, yemeği yağlarını emerek yenilebilir hale getirmesiydi. Tabaklar moda olduğunda tabağınızdaki yemeği yanınızda oturanla paylaĢmanız adetti. Davetlilerin kendi bıçaklarıyla gelmeleri istenirdi, çatal ve kaĢık ise Avrupa'ya çok daha sonraları girmiĢtir. Doğu Akdenizliler iki uçlu çatalları yüzyıllardır kullanıyorlardı ama bu gelenek ancak 1071'de bir Yunan prensesinin Venedikli bir donla evlenmesiyle yayıldı. Zengin Venedikliler bunu bir moda


olarak kabul ettiler ama Avrupa'nın kalanı bunu fark edene kadar çatal sadece Venedik'te kullanıldı. 269 ġAMPĠYONLARIN KAHVALTISI Köylüler yavan yemeklerini yutmak için içerler de içerlerdi. Aslında, bin yıl önce alkollü içecekler her sınıftan ailenin eğlence ve rahatlama aracıydı. ġarap asillerin ve zengin orta sınıfın gözde içkisiydi. Ama herkes bira içerdi, hatta kahvaltıda bile... Alkol oranı da bugünkünün üç-dört katıydı. MayalanmıĢ baldan yapılan mead kuzey Avrupa'da revaçta olan bir tür biraydı ve insanı katır tepmiĢ gibi yapacak kadar sertti. BU BĠR MUCĠZE! Bira o zamanlar o kadar aranan bir maldı ki bir Ġsveç kralı en iyi bira yapanı seçmiĢti. Bir Ġsveç kraliçesi olan Aziz Brigitte'in, Ġsa'nın mucizesini bir farkla, suyu Ģaraba değil de biraya çevirerek tekrarladığı söylenir. ELLERĠNĠ TAVUK KEMĠĞĠNDEN AYIRMA, DOSTUM! Masa terbiyesi söz konusu olduğunda görgülü insanların (kraliyet, asiller ve genel olarak zengin sınıflar) kurallar gereği yemekte gaz çıkarmamaları, yere sümkürmemeleri ve tükürme-meleri, burunlarını karıĢtırmamaları ve bit bulmak için baĢlarını kaĢımamaları lazımdı. YEDĠĞĠMĠZ YEMEK ĠÇĠN ġÜKÜRLER OLSUN Her gün monoton yemeklerini elde etmek için yırtınan ve bardakları dolduğunda kendilerini Ģanslı sayan zavallı köylülerin bu kuralları taktığı yoktu. • • • TAVUKLARIMI SERBEST BIRAKIN! Leonardo da Vinci insanların hayvanları yemesine o kadar 270 I karĢıydı ki bazen canlı kümes hayvanları satın alıp onları serbest bırakırdı. "Genç yaĢlarımdan beri et yenilmesine karĢıyım ve bir gün insanların hayvanları öldürmesinin insan öldürmek gibi cinayet olarak kabul edileceğine inanıyorum" diye yazmıĢtı. 271 OLĠMPĠYAT TEġHĠRĠ! Atletlerin madalya yerine oyun aĢkıyla çabaladıkları, sportmenliğin gözde olduğu antik Olimpiyatlara dönebilmeyi diliyorsanız... Maalesef hayalleriniz yıkılacak. Ġlk Olimpiyat Oyunları MÖ 776 yılında yapıldı ama gerçek baĢlangıcı mitolojide yatar. Efsaneye göre Herakles (Romalı-lar'da Herkül) Olimpia adındaki kutsal bir Yunan ovasında bir yarıĢ kazandı. Sonra da Olimpiyat koĢusunun her dört yılda bir tekrarlanmasını buyurdu. ÇIPLAK OYUNLAR Antik Olimpiyatlar ve modern Olimpiyatlar arasındaki en büyük fark o zamanlar atletlerin formalarına reklam almamalarıydı çünkü zaten reklam alabilecek bir formaları yoktu, antik oyunlar çıplak oynanıyordu. Ġlk yarıĢmacılar MÖ 720'ye kadar Ģort giyiyorlardı. Sonra, Pausanias adlı antik bir yazara göre bir adam daha hızlı koĢmak için Ģortunu fırlatıp attı. Bu Ģortsuz adam yarıĢı kazandıktan sonra giysiler kaldırıldı. SERT, DAYANIKLI VE HEP EN ÖNDE Bazı tarihçiler çıplaklığı teĢvik edenin savaĢçı Spartahlar olabileceğini düĢünüyor. Erkek ve kadınları çıplak olarak egzersiz yaparlardı -ki kadınlarınki oldukça tartıĢmalı bir konuydu. 272 I Ama en iyi atletler Spartalılar'dı ve diğer Ģehirler bu yüzden onları taklit etmek istemiĢ olabilirler. DĠĞER ÇIPLAK OYUNLAR Ġlk Olimpik oyunlar sadece koĢulardı ama daha sonraki yıllar içerisinde yeni oyunlar da eklendi: pentatlon, at yarıĢları, at arabası yarıĢları ve boksla güreĢ karıĢımı pankration. Zamanla oyun sayısı yirmi üçe kadar çıktı. Çıplaklık koĢucuların iĢine ya-ramıĢsa da jokeylere pek iyi gelmediği söylenebilir. BARIġÇIL DÜġMANLAR


Kıyafet giymeme kuralının önemli bir nedeni daha vardı: Kıyafetleri olmayınca atletler silah saklayamıyorlardı. O zamanlar Yunan Ģehirleri çoğunlukla savaĢ halindeydiler. Ama Olimpiyat Ģenlikleri sırasında ateĢkes yapıyorlar, böylece herkes Olim-pia'ya emniyet içerisinde gelebiliyordu. DüĢmanlık, silah ve ordu yasaktı. Hatta ölüm cezası bile geçici olarak durduruluyordu. Bununla birlikte, kimse baĢkasına güvenmiyordu. Oyunların kökeni savaĢa dayanıyordu ve atletler spor karĢılaĢmalarının yanı sıra savaĢa da hazırlanıyorlardı. AteĢkese genellikle uyuluyordu. KADINLARIN KATILMASI YASAKKEN Kadınların erkeklerin oyunlarını izlemesi ve yarıĢlara katılması yasaktı. Güya bunun çıplaklıktan ziyade Zeus'a hizmet gibi dinsel nedenleri vardı. Kadınların da Olimpia'da Zeus'un karısı Hera Ģerefine kendi yarıĢları vardı zaten. Onlar da soyunup yarıĢabilir ve defneden örülmüĢ çelenklerini kazanabilirlerdi. Ha aklıma gelmiĢken, bir kadın, erkek Olimpiyatlarını seyrederken yakalanırsa, baĢ aĢağı Typaeum dağından atılırdı. ANTĠK ELLER SavaĢ ve kadınlar, antik Olimpiyatlarda yasaktı ama Ģiddetin 273 bir sakıncası yoktu, ilk Olimpiyat oyunlarının bazıları profesyonel güreĢçilerin gayet nazik olduklarını düĢündürebilir. YarıĢmacılar rakiplerine çelme takabilir, nasıl desek, nazik yerlerine yumruk ya da tekme atabilirdi. Pankration yarıĢçıları hızlı bir zafer için parmak kırabilirdi, hatta bir pankrationcu bu iĢte o kadar baĢarılı olmuĢtu ki 'Parmak Kıran' lakabını almıĢtı. ZENGĠN ATLETLER Günümüzün milyoner profesyonelleri antik Olimpiyatçıların kuzenleridir. Bizler Yunan atletlerinin idealist amatörler olduklarını düĢünmekten hoĢlanıyorsak da atlet sözcüğü Yunanca'da ödül için yarıĢan anlamına gelir. Aristo, Eflatun ve Sokrat paranın oyunlara getirdiği ahlaki düĢüĢten Ģikayet edip durmuĢlardır. Yunanlı hekim Galen "Büyük gelirleri dolayısıyla atletlere krallar gibi tapmak mı gerekir?" diye sormuĢtur. Hım. ġEHRĠN ANAHTARINDAN DA FAZLASI Olimpiyat yarıĢmacılarına oyunlara katılmaları için para ödenirdi- ve az para değildi. MÖ 6'da Atina, bugünün 600 bin doları civarında bir ikramiye ödemiĢti. Atinalı Ģampiyonların tiyatronun ilk sıralarında yerleri ve hayat boyu belediyede bedava yemek hakları vardı. Hatta baĢka Ģenliklerde görünerek de para kazanırlardı. DĠYET Atletler sıkı çalıĢırdı. Altıncı yüzyıldan itibaren çalıĢtırıcı tutmaya baĢladılar. Bugün olduğu gibi diyet ve egzersiz modası vardı. Ġtalya'da, Croton'lu atletler et diyetine inanırlardı ve baklagiller yasaktı. Antik Olimpiyatların en büyük güreĢçisi Croton'lu Milo'nun bir oturuĢta 18 kilo et ve ekmek yediği bunları da 7,5 litre Ģarapla yuttuğu söylenir. Kariyeri boyunca 32 Ģampiyonluk kazanmıĢtır. 274 UCUZ POLĠTĠKALAR Biliyorsunuz politikayı oyunların dıĢında tutamazsınız. Politikacılar yarıĢmalar arasında konuĢmalar yaparlardı, ama insanların onları dinleyip dinlemedikleri bilinmiyor. Kampanya yürüten politikacılar popülerliklerini artırmak için at arabalarına sponsor olurlardı. Hatta oyunların yapıldığı Olimpia'daki Ze-us'un tapınağının hangi Ģehrin kontrolü altında olacağı üzerine Ģiddetli politik tartıĢmalar bile yapılırdı. DAHA ÇOK ġEY DEĞĠġĠYOR Tüm sorunlarına rağmen Olimpiyatlar barıĢçıl yarıĢma ve kiĢisel baĢarı ideallerini destekledi. MS 395'de Ġmparator I. The-odosius pagan Ģenliklerini tasfiye ederken Olimpiyatları da yasakladı. Ama Olimpiyatların ruhunu öldüremedi ve 1896'da Atina'da modern Olimpiyatlar baĢladı. Bu kez herkes giyinikti ama antik atletlerinkinden farklı olsa da hala sorunları vardı. ONLARA DAHA SONRA GELMELERĠNĠ SÖYLEYĠN


Antik Yunanlılar için Olimpiyatlar her Ģeyden önemliydi. Hatta MÖ 3 80'de Ġranlılar saldırırken ve Yunan Ģehir devletlerinin bağımsızlığı tehlikedeyken bile binlerce seyirci Olimpiyat stadyumundaki boks finallerini izledi. 275 MASONLARDAN NE HABER? Ha, evet, masonlar. ġu, tapınaklarına girdiklerinde ne yaptıkları meçhul esrarengiz topluluk. Muhtemelen iyi bir sey yapmıyorlardır- ürkütücü üyeliğe kabul ayinleri, pagan tanrıları kutsama ve strip poker... Kimdir bu adamlar ve içerde ne yapıyorlar? Dünyayı gerçekten onlar mı yönetiyor? Evet, aslında olabilir. Ya da çılgınca bir teori olabilir ama bir an için böyle olduğunu farz edelim, kendi söyledikleri gibi, Ģu anda dünya çapında milyonlarca üyesi olan masum bir sosyal kardeĢlik organizasyonu oldukları doğrudur. En iyisi gelin kendimiz bir göz atalım. MASONLARIN KÖKENĠ Masonların kökeni büyük ihtimalle, 1475 yılında Edin-burgh'da kurulan, duvar ustaları (Ġngilizce'de mason- ç.n.) ve marangozları birleĢtiren bir organizasyona dayanır. 1489'dan itibaren fıçı yapımcılarından baĢlamak üzere baĢka zanaatkarlar da, bu organizasyona katılabilir oldular. Modern masonluğun 1717'de Great Lodge of London'm (Londra Büyük Locası) kuruluĢuyla baĢladığı kabul edilir. Yüzyıl boyunca örgüt, baĢlangıçtaki mesleki birlik özelliğinden uzaklaĢtı ve daha ziyade, çeĢitli meslekler ve iĢlerden bir erkekler kulübü haline geldi. Sadece sembolleri ve resmi kıyafetleri (duvarcı ustasının önlüğü) ilk günleri çağrıĢtırıyor. 276 ÜYELĠK LĠSTESĠ Soru kimin mason olduğu değil kimin olmadığıdır. Benjamin Franklin, George Washington, Albay Harland ve Micheal Ric-hards (Seinfield dizisinin Kramer'ı). Çok sayıda senatör, temsilci ve Yüksek Mahkeme yargıcının yanı sıra en sonuncusu Ge-rald Ford olmak üzere birçok Amerikan baĢkanı masondu. Bu yüzden masonlar dünyayı yöneten grup olsalar da olmasalar da ellerinin direksiyonda olduğu söylenebilir. Ġnsanları masonlar konusunda Ģüpheye düĢüren, üyelik kayıtları değil; yıllardır grup içinde sürdürdükleri 'üyeliğe kabul ayinleri' ve masonların bu aĢamalardan geçerek elde edebildikleri derecelerdir. Bu ayinler gizli ve paganistiktir. Masonların 'Evrenin Büyük Mimarı' kavramı en fazla kafalara takılan konudur. Masonlara karĢı olanlara göre 'Büyük Mimar' masonların iddia ettiği gibi daha yüksek bir varlığın genelleĢtirilmiĢ tanımı değil, Canaaniteler'in (Eski Samiler) tanrısı Baal'in tezahürüdür. Masonlar bu iddia karĢısında gözlerini devirirler. Masonlar yıllar boyunca çok fazla tepki çektiler ve hatta An-ti-Mason Parti adında bir parti bile kuruldu. Partinin kuruluĢu 1826'da, güya masonların tüm gizleri ve ritüellerini anlatan bir kitap hazırlamakta olan duvarcı ustası William Morgan'ın esrarengiz bir Ģekilde ortadan kaybolmasından sonraya denk gelir. Morgan bulunamadı ve onu masonların öldürdüğü söylencesi yayıldı. HER TAġIN ALTINDAN BĠR MASON ÇIKIYOR Anti-Mason Partisi eyaletler ve yerel düzeyde baĢarı sağladı, hatta eski BirleĢik Devletler BaĢkanlardan John Quincy Adams'ın 1830'da Temsilciler Meclisi'ne seçilmesine yardımcı oldu. Yine de ulusal çapta baĢarısız oldular. 1832'de baĢkan adayı William Wirt sadece Vermont'u aldı ve dört aday arasında dördüncü olabildi. Kazanan, iki dönem Tennessee Masonları 277 Üstadı Andrew Jackson'dı. En büyük rakibi ise Kentucky Üstadıydı. Ġroniktir ki Anti-Mason Parti'nin desteklediği Wirt de bir masondu! Görüyorsunuz, bu adamlar her taĢın altından çıkıyor. MASONLAR ġÖVALYELERE KARġI Bugün bile Hıristiyanlığın birçok kolu, özellikle de yakın zamana kadar Mason kulübüne katılan üyelerini aforoz eden Roma Katolik Kilisesi, masonluğa Ģüpheyle bakıyor. Her ne kadar masonlukla Roma Katolik Kilisesi birbiriyle bağdaĢmasa da artık kimseyi aforoz etmiyorlar. (Bir sosyal kardeĢlik bağı için yanıp tutuĢan Katoliklerin, kiliseyle aleni bağı olan Colombus ġövalyeleri vardı.) Masonlar elbette, topluluklarının dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan pagan bir hizip olduğu


iddiasına hararetle karĢı çıkıyorlar. Ama dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan bir pagan hizbi de böyle yapmaz mıydı? Kim Gerçek Kilise ile dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan pa-gancı bir hizbin kavgasının ortasında kalmak ister ki? Kene gibi ezilirsiniz. Bu konuda taraf olmaktansa, biz size bazı Web linkleri veriyoruz ve sizi kendi kararınızı vermeye davet ediyoruz. ĠĢte Katolik Ansiklopedisinin masonluk bölümü http://www.newadvent.org/cathen/09771a.htm Ve mason bakıĢ açısından, bir Mason olan Edward L. King'in bilgilendirici sitesi: http://www.masoninfo.com/ KAFĠR KOTASI Engizisyon on ikinci yüzyılda, Hıristiyan olmayan dinsel mezheplerin Avrupa'da yayılacağından endiĢelenmeleriyle baĢladı. Fransa, Ġngiltere ve Ġtalya'daki dindar asiller Gerçek Kili-se'ye karĢı potansiyel tehditleri ortaya çıkarmaya baĢladılar; itiraf eden kafirleri evlerinden ve iĢlerinden atıp, evet, canlı canlı 278 . yaktılar. Dört yüzyıl boyunca Engizisyonun yöntemleri değiĢti ama itiraf eden kafirin mallarının müsadere edilmesi geleneği hiç değiĢmedi. On üçüncü yüzyıla kadar ölüm cezası kural değildi. Belki o sırada, Kilise kafirlerin cezalandırmasının iyi bir iĢ sahası olabileceğini fark etti. Aniden ölüm oranları patlama yaptı ve Vatikan hesap defterindeki kar hanesi de aynı oranda yükseldi. 1184'de III. Lucius'tan baĢlamak üzere Katolik Papalar, Avrupa'nın farklı bölgelerindeki Engizisyon haklarını, fast food mümessilliği gibi dağıtmaya baĢladılar. Vatikan yerel Engizisyona belirli sayıda kafiri yakması için kota koyuyor ve her sezon belirli bir paraya el koyuyordu. 279 CASUSLUKLA ALAKASI OLMAYAN MATA HARĠ Mata Hari tarihe, Birinci Dünya SavaĢı'nda Almanlar için birçok dili çözen egzotik dansçı olarak geçti. Bu sınıf atlamak isteyen kadın, Fransızların hiçbir sırrını Almanlara vermemiĢti; yine de 1917'de kendisine atfedilen suçlarından dolayı kursuna dizildi. Mata Hari'nin ismi, Jezebel ve Delilah gibi güzelliklerini güçlü adamları köleleri yapmak ve ihanet etmekte kullanan fem-me fatallerle birlikte anılır. Ama Mata Hari'nin gerçek hikayesi onun hakkında bilinenlerden farklıdır. HOLLANDALI KÜÇÜK KIZ Asıl adı Margaretha Geertruida Zelle olan Mata Hari, Hollanda'nın Leeuvvarden kentinde doğdu. Görünen o ki baĢtan beri çılgın biriydi. Kocası Rudolph MacLeod'la gazeteye verdiği bir ilan aracılığıyla tanıĢmıĢ ve Java'daki görevine giderken ona katılmıĢtı. Birkaç yıllık birlikteliklerinin ardından egzotik dans kariyerine baĢlayacağı Paris'e kaçtı. KÖTÜLÜK PEġĠNDE BĠR YAġAM Kısa zamanda baĢarı kazandı. Parisli seyirciler açık saçık, iç gıcıklayıcı gösterilerini, Oryantal dansçının tüller altına gizledi280 ği güzelliğini bir an için olsun görebilmek için akın ettiler. Ma-ta'nın gözü yükseklerdeydi ve kendisine dans-tiyatro karıĢımı ciddi bir meslek edinmeye çalıĢtı. Hatta birkaç Ġtalyan opera tiyatrosuna bile yazılmıĢtı ama insanlar sadece tüllerini açmasını istiyorlardı. Kötü ün salmıĢ birçok özel partinin de ziyafetiydi. 39 VE SONRASI 1915'den itibaren Hari'nin kariyeri hızla düĢüĢe geçti. Sahnede gittikçe daha az dans ediyor ve yatağından gittikçe daha fazla adam geçiyordu. Kısa süre önce ortaya çıkan belgeler, Mata Hari'nin aralarında besteci Giacomo Puccini, Baron Henry de Rothschild, Fransız SavaĢ Bakanı Adolphe-Pierre Messimy, Fransız SavaĢ Bakanı Adolphe-Pierre Messimy, zengin Alman toprak sahibi Alfred Kiepert ve son olarak da Alman askeri ataĢesi BinbaĢı Arnold Kalle'nin de olduğu düzinelerce aĢığı olduğunu gösteriyor. SÜRTÜKLER KAZANAMAZ Büyük olasılıkla, onu öldüren bu son aĢk iliĢkisi oldu. 1917'de Mata Hari Fransızlar tarafından tutuklanarak Almanlar için casusluk yapmakla suçlandı. Mata Hari'nin casus olduğuna dair bir Alman planının deĢifre edilmiĢ mesajlarını


üretmiĢlerdi. Fransızlar casusluk yaptığını kanıtlayamadılar; ayrıca birçok üst düzey Fransız subayı Mata Hari'nin defalarca Almanların eylemleri hakkında Fransız karĢı casusluk örgütü ajanlarına bilgi vermeye çalıĢtığını söylediler. YANLIġ HESAP Mata Hari Almanların mesajlarının, söz konusu BinbaĢı Kalle'nin kendisine askeri harcamalara ayrılmıĢ hesaptan para ödemesinden kaynaklandığını iddia etti. Adam hesabını ĢiĢiriyor-muĢ! Ne gam. Mata Hari adamlar için casusluk yapmaktan mah281 kum oldu ve 1917'de kurĢuna dizildi. Söylentiye göre manganın dikkatini dağıtmak için bluzunun düğmelerini sökerek göğsünü açmıĢtır. Aslında cesaretle ilerlemiĢ ve düğmeleri ilikliymiĢ. ÇOK GEÇ Savcı Andre Mornet 40 yıl sonra "Bir kediyi kamçılatmaya yetecek kadar bile delil yoktu" diye itiraf etti. Fransızlar bu benzetmeleri nerden bulurlar? Dava sırasında Mata Hari'nin sivil tanık çağırmasına izin verilmemiĢti ve mahkum olmasına neden olan deliller tutarsız ve çeliĢkiliydi. Tarihçiler olayı Alman karĢıtı histeriye ve Mata Hari'nin Almanlarla da yatmasından hoĢlanmayan davacılarının kindarlığına bağlıyorlar. Fransızların seks (ve diğer her konu) hakkında tuhaf fikirleri var. ÇETĠN CEVĠZ Nancy Hart Amerikan Ġç SavaĢı'nda bir Güney casusuydu. 20 yaĢındayken yakalandı ve Yankiler tarafından hapse atıldı. Gardiyanlardan biri ona güvenip, dikkatsizlik edince adamın silahını çaldı, onu vurdu ve kaçtı. 282 PAPA BĠR KADINDI Dokuzuncu yüzyıl Papası VIII. John parlak, nazik, müziğe yetenekli biriydi... ve kadındı. En azından bazı tarihçilere göre böyle. Diğerleri ise bunun tamamen efsane olduğunu söylüyor. Kadın papa hikayesinin çeĢitli versiyonları varsa da size en bilinenini aktarıyoruz. Joan (ya da Jeanne) adlı bir Ġngiliz kadın eğitim alamaması gerçeğine sinirlendi. O zamanlar, kitabi eğitimin kadınlar için gereksiz ve hatta zararlı olduğu düĢünülüyordu. Bu yüzden Joan erkek kıyafetlerine, büyük olasılıkla da keĢiĢ kıyafetlerine büründü ve kendine Ġngiliz John (baĢka hikayelerde Mainz'li John) adını verdi. ÇOK ÖZEL BĠR HANIMEFENDĠ Eğitim almak için, bilgeliğiyle herkesi etkilediği Atina'ya gitti. Daha sonra bilim öğreteceği Roma'ya geçti, Roma Katolik Kilisesi'nin merkezi idari birimi Curia'da sekreter oldu ve sonunda kardinal yapıldı. Daha önce olduğu gibi, yetenekleri alimlerin dikkatini çekti. Ġdaresi kusursuz kabul ediliyordu. Hala erkek kıyafetleri içindeki Joan papa seçildi. Daha sonraki iki yıl beĢ ay dört günde pozisyonunu gayet iyi idare etti. Ama bir gün kendini ele verdi. Roma sokaklarındaki dini bir tören sırasında papa atından indi ve seyircilerin dehĢet içindeki bakıĢları arasında oracıkta bir çocuk doğurdu. Burada hikaye farklılaĢıyor: Bazılarına göre çocuğu doğurur283 ken veya hemen sonrasında ölür. Diğerlerine göre ise öfkeli kalabalık onu atının kuyruğuna bağlar ve Ģehirde dolaĢtırır, sonunda da ölene kadar taĢlar. Bir diğer versiyonda hemen papalıktan azledilir ama uzun bir yaĢam sürer- günah çıkarır, hem de bol bol. Bu sonuncu hikaye ironik bir ayrıntıyla sona erer: Oğlu büyür ve bir piskopos olur. KĠMDĠ O? Kadın bir papadan ilk olarak dokuzuncu yüzyıl tarihçilerinden Kütüphaneci Anastasius söz eder. Joan'ın adı ilk papaların listelerinde geçer. Hikaye hakkında daha gerilere gidildiğinde on üçüncü yüzyıl Dominikli tarihçiler tarafından yazılmıĢ çeĢitli biçimleri vardır. Bunlardan biri, Polonyalı bir rahip olan Trop-pau'lu Martin tarafından 1265'de yazılmıĢ bir rapordur. Martin isimler, ayrıntılar vermiĢ ve Joan'ın papalığını dokuzuncu yüzyıla yerleĢtirmiĢtir. Curia'da papaz olarak hizmet ettiğinden onun hikayesi en çok inanılanıdır. Martin gibi Dominik rahipleri, Avrupa üniversitelerinde ünlüydü ve Dominik rahibeleri de alim kategorisindeydiler, bu yüzden eğitimli bir kadın fikri o zamanki çoğu insanın aksine Dominiklilere fazla yabancı gelmedi. Ama


zaman geçti ve on yedinci yüzyıldan itibaren Katolik tarihçiler hikayeyi kabul etmediler ve Joan'ın varlığını sorguladılar. (Ama Ģu kahrolası Protestan tarihçiler hikayeyi anlatmayı sürdürdü.) Papa Joan hikayesini destekleyenler çeĢitli tuhaf ayrıntılar sundular. Güya, Joan'ın hükümranlığının hemen ardından, papa adayları için yeni bir kontrol zorunlu hale getirildi. Papa adayı, aĢağıdan elle veya gözle cinsiyetinin kontrol edilebileceği tuvalet benzeri bir sandalyeye oturmak zorundaydı. BaĢka bir hikaye Papa Joan çocuk doğurduğundan beri papalık ayinlerinin sokaklarda yapılmasından vazgeçildiğini söyler. Katolik Ansiklopedisi ise bu değiĢikliğin nedeni olarak, papalık ayini için sokakların dar olmasını gösteriyorlar. 284 SAHNE, EKRAN VE KURGU YILDIZI MI? Gerçek ya da hayali kahramanımız 1972'de Papa Joan adlı filmde Liv Ulman tarafından canlandırıldı. Joan ayrıca Tarot destelerine ve oyun kağıtlarına da yansıdı. Aslında, Victoria döneminde Ġskoçya'da Papa Joan adlı bir kağıt oyunu oldukça popülerdi. Hikayenin kadınları papazlıktan uzak tutmak için kullanıldığı söylenir. Daha sonraları bu hikaye Katoliklik karĢıtları tarafından propaganda olarak kullanılmaya baĢlandı. Vatikan kayıtlarına göre tüm papalar açıklanmıĢtır ve aralarında Joan yoktur. Listede yer alan VIII. John'un ise tam bir biyografisi mevcuttur: Roma'da doğmuĢ, 872-882 yılları arasında papa olarak hizmet etmiĢ, politikayla yoğun olarak uğraĢmıĢ, Roma'yı iĢgal etmesinler diye Müslümanlara rüĢvet vermiĢ ve akrabaları tarafından öldürülmüĢtür. 285 PARDON, ġU POLKA YAPAN BENĠM BACAĞIM MI? 1278'de, sıradan bir Alman köylüsüsünüz. Toprak sahiplerinin, papazların, varlıklı tacirlerin, çıldırmıĢ komĢuların, karınızın ve çocuklarınızın canınıza okuduğu sıradan bir gün geçiriyorsunuz. Bundan sonra ilk hatırladığınız sokaklarda dansettiğinizi? Alkol mü çarptı? Ya da daha uğursuz bir nedeni mi var? Gün gayet sakin baĢladı. BeĢte kalktınız, inekleri sağdınız, damı bir kez daha gübreyle kapladınız. ġimdi biraz alıĢveriĢ ve belki de kasabada birkaç saat eğlenme vakti. Kendinize çeki düzen verdiniz ve oğlanlarla bir bira içmek ve akĢam kumanyası almak için kasabaya yollandınız. HOPPAA! Kasaba yolunda, MaaĢ Nehri Köprüsü'nde neredeyse 200 kiĢiyle karĢılaĢtınız. Tuhaf bir nedenle çılgınca dans ediyorlar. Aniden siz de onlara katılmaya ikna oluyorsunuz! Dakikalar içinde, bir bakıyorsunuz hep beraber çırpınıyor, baĢınızı dövüyor, ister istemez bacaklarınızı sallıyorsunuz ve bedenleriniz yerlerde sürünüyor. Hanım bunu bir duyarsa diye düĢünüyorsunuz. AZĠZ VITUS'U ZĠYARET Aniden, köprü dansçıların ağırlığıyla çöküyor ve grup nehre 286 dökülüp telef oluyor. Ama siz ve 10 kiĢi daha kurtuluyor! Haklı olarak "Merhametli Meryem!" diye çığlık atıyorsunuz. Kasabanın papazı sizi ve diğerlerini peĢine takıp hızla takdis etmek ya da baĢka bir nedenle kiliseye götürüyor. Aziz Vitus'a adanan kiliseye ziyaretiniz mucizevi bir etki yaratıyor. Sakin, karanlık kiliseye girmenizle üzerinizdeki çılgınlık aniden yok oluyor. Papaz, "Düzeldiler!" diye bağırıyor. Dans edenlerden sağ kalanlar, "Düzeldiler!" diye tekrarlıyor. SADECE VEBA O sabahki deneyiminiz tarihe Aziz Vitus'un Dansının esrarı diye geçecektir. Vitus da bundan böyle Dans Vebası olarak adlandırılan Ģeyden acı çekenlerin azizi olacaktır. TARĠHĠ HĠSTERĠ Ama bu olay sadece Almanya'nın o lanetli bölgesinde görülmedi. Ortaçağ boyunca Avrupa'nın çeĢitli yerlerinde çok sayıda insanın baĢına geldi. Bunlar, insanların büyük gruplar halinde sergiledikleri, histeriden baĢka bir adla tanımlanamayacak bir tür ruhsal sıkıntıdan kaynaklanan fiziksel belirtilerdi.


Dans çılgınlığı bu histerinin semptomlarıydı. Psikiyatrik dergi ve kitaplar, kendini öldüresiye dans eden insanların hikayeleriyle dolup taĢarak olayı belgeledi. HASTAYIM Bu hastalığı tanımlamak için kullanılan dans etmek terimi Latince'deki chorea sözcüğünden geliyor ve kollar ve bacakların kontrolsüzce savrulmasını niteliyor. Chorea olarak adlandırılan tıbbi bir durum da söz konusu, ama çoğu uzman Ortaçağda görülen bu istem dıĢı dans etme davranıĢının psikolojik bir fenomen olduğunda hemfikir. 287 KOYVER GĠTSĠN! Ama yine uzmanlara göre dans etmenin bulaĢıcılığı, Ortaçağın baskıcı ortamından kaynaklanan bir toplu histeri semptomu; dans, hayattan bezmiĢ köylülerin boĢalma yöntemi. TONY VE TĠNA'NIN DÜĞÜNÜ Tarantella adlı hareketli Ġtalyan dansının kökleri de dans cinnetine uzanır. Tarantella isminin iki kaynağı olabilir: tarihçiler, ilk salgınların patlak verdiği Taranto kasabasından mı, yoksa tarantula ısırığı kurbanlarının dans eder gibi davranmasından mı geldiğine karar veremiyorlar. Her halükarda, tarantella artık Atlantik'in iki yakasında da Ġtalyan düğünlerinin vazgeçilmez dansı. 288 KÜFÜ PARÇALAMAK: PENĠSĠLĠNĠN KEġFĠ En yakın rakibi, günün en sıcak saatlerinde 8 kilometrelik trafik sıkıĢıklığında oturabilmemize olanak veren vulkanize kauçuğun keĢfidir. Bu, gerçekten çok eğlenceli olsa da, bir bakterinin elinde kokuĢarak ö'memek her zaman bir numaradır. ġaĢırmayın yirminci yüzyılın baĢlarına kadar insanların bakteri kaynaklı bir rahatsızlıktan kokuĢarak ölmeleri gayet ciddi bir olasılıktı. On dokuzuncu yüzyılda (diğer Ģeylerin yanı sıra, doktorları uzmanlık rozeti gibi sürekli taktıkları kanlı önlüklerinin, bir hastadan diğerine mikrop taĢıdığına ikna eden Joseph Lister sayesinde) genel sağlık önlemlerinde önemli geliĢmeler oldu ama sorunlar devam etti. BAKTERĠNĠN ÜREYĠġĠ Bakteriler minicik Ģeylerdir ve hiç beklenmeyen yerlere girip sizi öldürene kadar orada üremekten zevk alırlar. Bu, bakteriler için pek de akıllıca sayılmaz. Ev sahibini öldürmek gıda kaynaklarının da tükenmesine yol açar; ama bakterilerin aklı yoktur ve zaten topu topu 20 dakika yaĢadıklarından bunu önemsemeleri için bir sebep de yoktur. SAVAġAN ENFEKSĠYON ġimdi birlikte Birinci Dünya SavaĢı'nın savaĢ alanlarına ba289 kalım. Bu acımasız savaĢta, birçok asker çamurların içinde yuvarlanıyor, vuruluyor, süngüleniyor ve ara sıra da gazla zehirleniyordu. ġanslıysalar, hemen çamurun içinde ölürlerdi, aksi takdirde büyük ihtimalle ölüm onları hastanede bekliyor olurdu; yaralarından dolayı değil, yaralarının enfeksiyon kapması kaçınılmaz olduğu için. Doktorlar çoğu askerin ölümünden bakterilerin sorumlu olduğunu biliyordu, bu yüzden araĢtırmacılar antibiyotikleri keĢfetmek için uğraĢıp duruyorlardı. Ġskoçyalı Ale-xander Fleming de onlardan biriydi. LABORATUARDA ÜRÜYOR Fleming Birinci Dünya SavaĢı sırasında antibakteri cephesinde pek fazla ilerleme gösteremedi (zaten baĢkaları da gösterememiĢti) ama 1928'de kültür ürettiği, çıbandan toksik Ģoka kadar birçok hastalığa neden olabilen Staphylococcus mikrobu sürülmüĢ kaplardan birinde tuhaf bir Ģey fark etti. Fleming üstünü kapatamadan önce kaptaki maddeye havadan gelen bir Ģey bulaĢmıĢtı ve bu her ne idiyse staphylococcusu vahĢice yok ediyordu. Eğer Fleming ahmağın teki olsaydı kültür örneğini fırlatıp atardı çünkü mikrop bulaĢan numuneler çöpe atılıyordu. Ama Fleming bir bilim adamıydı ve neyse ki bir Ģey bulduğunun farkındaydı. ARAMIZDA BĠR MANTAR VAR Penicillium notatum'u bulmuĢtu. Penicilli, mikropları öldüren; sadece birkaç tanesini değil her tür bakteriyi öldüren bir tür kimyasal salgılıyordu ve


Fleming bunu ĢaĢkınlık içinde penisilin olarak adlandırmaya karar verdi. Peki ama penisilin bunu nasıl baĢarıyordu? Bakterilerin birleĢme sürecini engelleyerek. Bakterilerin yaĢamlarını sürdürebilmeleri için, yeniden ürerken 290 bir hücre duvarı örmeleri gerekir; penisilin bakterilerin bu duvarı oluĢturmalarına engel oluyordu. Böylece bakteri ölüyordu. Sizi öldürmeye çalıĢıyor olmasalar acıklı bir durum bile denebilir. ANTĠBĠYOTĠKLER ÜRÜYOR Antibiyotikler sizi, bu birleĢme sürecini engelleyerek iyileĢtirirler. Bakterilerin vücudunuza arsa muamelesi yapmalarını engellemenin en iyi yolu vücudunuza adım atmalarına izin vermemektir. BAġARI ÖYKÜSÜ Bu iĢin bit yeniği ki bu tür durumlarda hep bir bityeniği vardır, doğal penisilinin pek kalıcı, dolayısıyla da pek yararlı olmamasıdır. Fleming mucize ilacı bulmuĢtu ama onunla bir Ģey yapamıyordu. Hayal kırıklığı içinde 1931'de penisilin araĢtırmasını rafa kaldırdı. Oxford'lu araĢtırmacılar Howard Florey ve Ernst Boris Chain penisilinin kalıcı sentetik bir türevini üretin-ceye kadar beklemek gerekti. 1940'da beklenen oldu ve penisilin mikropların kıçına tekmeyi bastı. Fleming, Florey ve Chain 1945'de Nobel Tıp Ödülü'nü kazandılar. Ayrıca Sör unvanını da aldılar. Penisilin onlara iyi gelmiĢti. CIK, CIK, CIK... Penisilin bize de çok iyi geldi; artık ağrıyan bir boğaz pek azımızın ölümüne neden oluyor. Yine de, kendinize fazla güvenmeyin. Yapılmaya değer her Ģeyi aĢın yapma eğilimindeki insanlık, son 60 yılını antibiyotikleri yanlıĢ kullanmakla geçirdi. Antibiyotikleri anlamsızca viral enfeksiyonlar için de kullanıyoruz. Antibiyotikleri hasta olmayan hayvanları daha iri ve ĢiĢko yapmak için kullanıyoruz. Antibiyotikleri prospektüslerinde belirtildiği Ģekilde değil de kendimizi iyi hissedene kadar alıyoruz. (Kendinizi daha iyi hissediyorsanız, daha iyisinizdir değil mi?) 291 TÜBERKÜLOZ OLMAK YA DA OLMAMAK Sonuçta ilaca inanılmaz derecede bağıĢıklık geliĢtirmiĢ bakteriler ürettik. Bugünlerde etrafta dolanan her antibiyotiğe bağıĢık bazı tüberküloz mikropları, hatta mikroplara zarar verdikleri kadar size de zarar verecek toksik antibiyotikler var. SABUN YOK Sorun sadece tüberküloz değil tabi ki; Staphylococcus, Streptococcus ve Pneumococcus kısacası bildiğimiz bütün coc-cus'lar bağıĢıklık geliĢtirdiler. Enterococcus faecalis ve Pseudo-monas aeruginosa kanınızı zehirlemek için tetikte bekliyorlar. ĠĢte size düĢünmeniz için bir konu: Bugünün bebek bezlerinde streptomisine bağıĢık e.koli bulundu. Sorun Ģu ki; streptomisin otuz yıldır hastalık tedavisinde kullanılmıyordu. Buna evrim diyorlar ahbap. Bu sürece inanmayanlar, bir gün bir kulak enfeksiyonu yüzünden kendilerini morgda bulunca çok ĢaĢıracaklar. Ġyi de ben ne yapabilirim diye soruyorsunuz değil mi? Ġlk olarak, Ģu aptal antibakteriyel sabunları kullanmayı bırakın. Onunla sadece iĢleri daha da kötüleĢti-riyorsunuz. EN ACISI Antibiyotikleri kasıtlı olarak yanlıĢ kullanmamız onlardan elde ettiğimiz bütün faydayı ortadan kaldırmıĢ olabilir. Bu durum, Prometeus'un insanlara ateĢi verip, insanların alevleri seyretmek için birkaç orman yaktığını gördükten sonra, geri alması gerektiğine karar vermesine benziyor. Antibiyotikleri kaza eseri bulduk ama kaybediĢimiz kendi hatamız olacak. 292 GERÇEK CESURYÜREK Film meraklıları Mel Gibson'un Braveheart'ta (Cesuryürek) büyük bir baĢarıyla canlandırdığı Ġskoç asilerinin lideri William Wallace'ı hiç unutmayacaktır. Ama Hollywood efsaneyi kurtarana kadar, Wallace Ġskoçya'da neredeyse unutulmuĢtu. 1995 tarihli Cesuryürek filminin yapımcısı Randall Wallace araĢtırma için Ġskoçya'dayken Renfrewshire, Elderslie'deki Wallace Anıtı'nı ziyaret etti. Yapımcı heykelin yanında oturan gençlerle konuĢtu ve onlara kasabalarının


kahramanı hakkında ne düĢündüklerini sordu. Çocukların heykelin William Wallace'ı temsil ettiğinden haberleri yoktu ve adamın adını bile duymamıĢlardı. WILLIAM KĠM? ġimdi Wallace'ın kim olduğunu biliyorlar. Ama bu arada Wallace'ın Ġskoçya'yı özgürleĢtirmek için verdiği savaĢın karanlık ve kanlı yönleri kolayca unutulabilir. Wallace Ġskoçların Ġngilizlere karĢı direniĢinin büyük lideriydi. - Diğer taraftan köyleri yıktı, kiliseleri yaktı ve savaĢ süslemeleri yapmak için düĢmanlarının derilerini yüzdü. ÖLÜM, YALANLAR VE FĠLMLER Artistik yaklaĢım Cesuryürek'de Wallace'ın aile hikayesini epey değiĢtirdi. Erkek kardeĢlerinden biri tümüyle iptal edildi, 293 diğeri ayağa dolaĢmaması için Wallace'ın babasıyla birlikte erkenden öldürüldü. Wallace'ın yaĢamöyküsü anlatımı kolaylaĢtırmak için eğilip büküldü. Ġskoçya'da yazılanlar Wallace'ı asil dev bir fatih yaparken; Ġngiltere'de yazılanlar ise onu bir kanun kaçağı ve katil ilan etti. WALLACE'IN ÖYKÜSÜ DĠZELERE DÖKÜLÜYOR Cesuryürek, Wallace'ın Walter Bower'ın Scotichorum'unda yer alan tasvirine dayanır. Bower onu 1440'larda, Wallace'ın ölümünden 135 yıl sonra yazmıĢ ve Wallace'ı mükemmel gösteren ama her zaman doğru bilgi vermeyen Ġngiliz karĢıtı propagandayı esas almıĢtır. Bower'ın anlatısı, romantik epik bir Ģiire, Kör Harry'nin The Wallace'ına esin kaynağı oldu. Bu Ģiir birkaç yüzyıl boyunca Ġskoçya'nın ulusal efsanesiydi. Bazı Ġskoç evlerinde Ġncilin yanına konuldu. GERÇEK WILL AYAĞA KALKAR MISIN LÜTFEN? Peki Wallace'ın mitolojiden arındırılmıĢ hikayesi nedir acaba? Birincisi, heykelini hatırlıyor musunuz? O yanlıĢ kasabada olabilir örneğin. On üçüncü yüzyıl Ġskoçyası'yla ilgili bilinenler genellikle muğlaktır; ama modern araĢtırmalar bu büyük adamın Ayrshire, Ellerslie'de doğduğunu gösteriyor. 'Wallace' ismi 'Welsh' (Galli- ç.n.) anlamına gelir, ataları büyük ihtimalle Batı Ġskoçya'ya göç eden Galce konuĢan göçmenlerdi. Wallace bir Ģövalye ve küçük toprak sahibi olan bir adamın oğluydu. Asil değildi ama zengin Ġskoç üst sınıfının iyi eğitim görmüĢ bir üyesiydi. Cesuryürek'te Mel Gibson iyi giyimli, zengin, parlak bir on üçüncü yüzyıl savaĢçısının portresini çizebilirdi ama bu durumda hayranları vahĢi saçlı, boyalı yüzlü halini kaçırmıĢ olurdu. STĠRLĠNG ZAFERĠ Wallace parlak bir kumandandı. Ġskoçların sayıca çok zayıf olduğu 1297'deki Stirling Köprüsü SavaĢı, askeri kariyerinde 294 önemli bir noktadır. Stirling Köprüsü çok dardı, bu yüzden bir seferde çok az sayıda asker geçebiliyordu. Sayıca kötü durumda olan Wallace Ġngiliz birliklerini ikiye bölmeyi baĢardı; böylece köprünün kuzey yanına geçmiĢ olan Ġngilizlerin manevra yapacak alanı kalmadı ve geri çekilmelerinin de yolu kesildi. Walla-ce'ın adamları o gün , orada 5.000 kadar Ġngiliz'i katletti; Ġngiliz hazinedarının yüzülen derisi de Wallace'ın kılıcının kemerini süsledi. WALLACE DA MELEK SAYILMAZ Wallace ordusunu Ġngiliz sınır bölgesi Northumberland'a kadar götürdü. ĠĢte burada Wallace'ın hikayesinin karanlık yanı ortaya çıkar. Ġngiliz kumandanları Ġskoçya'yı yakıp yıkarak boyun eğdirmeye çalıĢmıĢlardı. ġimdi açlıktan kıvranan Ġskoçya'ya yiyecek götürmek için Wallace ve adamları Ġngiliz Ģehirlerine yağmaya gidiyorlardı. Kasabaları yaktılar ve sakinlerini öldürdüler ki Ġngiliz askerleri dönerlerse yardım alamasınlar. (Wallace geri dönmeye çalıĢacaklarını biliyordu.) Büyük Walla-ce ve adamları Northumberland'da Ġngilizlerin Ġskoçya'da oldukları kadar acımasız davranmıĢlardır. WALLACE APTAL DEĞĠLDĠ 1298'in yazında Kral I. Edward Ġskoçya içlerine doğru ilerleyen büyük bir ordunun baĢına geçti. Northumberland'ı yakmıĢ olan Wallace sayesinde, yaklaĢan Ġngiliz ordusu neredeyse açlıktan ölüyordu. ASĠL BĠR ġÖVALYE AMA BĠR ASĠL DEĞĠL 1298'in baĢlarında bir zamanda Wallace, büyük olasılıkla Carrick Kontu Robert Bruce tarafından Ģövalye ve Ġskoçya'nın tek koruyucusu ilan edildi. Ortaçağda


sade bir Ģövalye için tüm asillerden daha güçlü bir pozisyon elde etmek çok önemli bir ba295 sarıydı ama Wallace ĢaĢırtıcı baĢarıların adamıydı. Yine de, ts-koçya'daki en güçlü adam olarak hızlı yükseliĢi kendisine düĢmanlar da kazandırmıĢtı. Wallace sayesinde Ġskoçya tekrar bağımsızlığını kazandı ve Robert Bruce tahta geçti. 1305'de Wallace'ı Ġngilizlerden daha tehlikeli bulan Ġskoç asilleri onu Ġngiltere'ye, I. Edward'a teslim ettiler. ĠNGĠLTERE'DE ġEHĠT OLUYOR Ġngilizler Wallace'ı halka açık bir yargılama için Londra'ya götürdüler. Belki de Kral I. Edvvard'ın yaptığı en büyük hata Wallace'a iĢkence yaptırmak, sakat bıraktırmak, iç organlarını söktürmek ve halkın önünde parçalatmak oldu. I. Edward, Wal-lace'ı Ġskoçya'da bir Ģehit ve Ġskoç bağımsızlık mücadelesinin bir sembolü yapmıĢtı. Wallace'ın hayatı (karanlık yanı da dahil) cesaret ve özgürlük mücadelesi olarak kabul edildi. On sekizinci yüzyıl Ġskoç Ģairi Robert Burns Ģöyle der: "Wallace'ın öyküsü damarlarıma, zamanın bentleri sonsuz uyku için kapanıncaya kadar kaynayacak olan bir Ġskoç taraftarlığı akıttı." Vay canına. Üstelik Burns Mel Gibson'u görmemiĢti bile. Bir zamanlar Ġskoçlar tarafından dönek olarak kabul edilen Robert Bruce sonunda Wallace'dan da büyük bir kahraman oldu. Defalarca Ġngilizlerle barıĢ yapıp bozdu. Bruce 1304'te Ġskoç tahtını ele geçirmek ve halkın desteğini almak için kiliseyle bir anlaĢma yaptı. 1305'de tahtta hak iddia etmek için Scone'a gitti ve Ġskoçya Kralı I. Robert olarak taç giydi. Bunu farklı sonuçları olan bir sürü savaĢ izledi. Kanlı bir yenilgi sonrasında Ġngiliz ordusundan kaçıp karanlık bir mağaraya saklanmıĢtı. Ünlü efsaneye göre, orda yenilginin sıkıntısıyla otururken, ipeksi ağına tırmanmaya çalıĢırken tekrar tekrar yere yuvarlanan ufak 296 bir örümcek gördü. Örümcek yine de vazgeçmiyordu. Bruce örümceğin kararlılığından öyle etkilendi ki kılıcını kaptı ve "Ġlk seferinde baĢaramadıysan, tekrar tekrar dene!" diye bağırdı. 297 TAKMA DĠġ MEVZULARI Takma diĢin tuhaf hikayesini çiğneyin bakalım. Ġster birini ısırmak isteyin, ister akĢam yemeğinizi diĢlemek, sahte bile olsalar diĢlere ihtiyacınız var demektir. Takma diĢler, tek diĢler, tam damak veya ara köprüler, hepsinin geçmiĢi 2.000 yıl öncesine, Etrüskler'e kadar dayanır. MÖ 700'lerde su aygırı veya balina diĢleri, ustaca yapılmıĢ takma diĢlerde kullanılan materyaller olmuĢtu. Maalesef, Etrüsk dönemi, 1800'lere kadar ağız donanımı tarihinin zirvesi olarak kaldı. ANTĠK DĠġÇĠLER Antik Yunanlılar sahte bir diĢin gerçek diĢe altın bir telle bağlanmasından oluĢan takma diĢleriyle aĢırı gurur duyarlardı. Gururlu ama, bu iĢ bir servete mal olduğundan daha fakirlerdi. (Bazı Ģeyler hiç değiĢmiyor.) Gerçekten çok zengin olanlar altın, gümüĢ, akik ve sedeften takma diĢler yaptırırlardı. UĞRUNA ÖLÜNECEK TAKMA DĠġLER Kraliçe I. Elizabeth kraliyet sırıtıĢındaki boĢlukları kumaĢla kapatırdı. Daha ileriki yıllarda ölülerin diĢlerini kullanmak gibi nahoĢ bir uygulamaya gidilecekti. Waterloo SavaĢı sırasında ölen askerlerin diĢleri toplanmıĢtı. 298 YENĠ GELĠġMELER 1774'de Fransız diĢ sihirbazları Duchateau ve Dubois de Charmant ilk porselen takma diĢ setini imal ettiler. Ġnsanlar yayla tutturulan ve insanın ağzından fırlamak gibi utandırıcı alıĢkanlıkları olan takma diĢlerden sonra bu geliĢmeyi memnuniyetle karĢıladılar. AHġAP GÜLÜCÜK Maalesef yeni teknoloji, diĢlerinden çok çektiği söylenen George Washington'un pek iĢine yaramadı. Ve 'tahta' olarak bildiğiniz Ģu ünlü baĢkanlık protezleri tahtadan yapılmadı. ÇeĢitli materyallerden yapıldı ama tahtadan değil. Bu 1999'da ispatlandı, Washingtön'un gezici sergiye konulan kalıntıları arasında 'takma diĢleri' de vardı. DĠġ ECZACISI


1808'de Giuseppangelo Fonzi çelik bir çiviyle yerine tutturulan tek bir porselen diĢ yaparak büyük ilerleme gösterdi. Cla-udius Ash 1837'de orijinal porseleni geliĢtirdi ve takma diĢlerin kullanımı ABD'de yaygınlaĢtı. Anestezinin keĢfiyle birlikte diĢçilik mesleği sıçrama yaptı. Azot oksit ilk olarak 1790'larda tanımlanıp denenmiĢ olmasına rağmen eter, diĢçi William Morton tarafından 1846'da ağrı kesici olarak baĢarıyla kullanıldı. SUÇ ARAġTIRMALARINDA DĠġLER DiĢ sağlığı hizmetlerindeki geliĢmeler sayesinde takma diĢ kullananlar azaldı. Ama takma diĢler hakkında bilinenler suç araĢtırmalarında büyük yarar sağladı. 1849'da Dr. George Park-man'ın cesedi takma diĢlerinden teĢhis edildi. Yapay diĢler çoğunlukla asitte erimez, bu da 1949'da Bayan Durand Deacon'u asit banyosunda öldüren John Haigh'in mahkum edilmesini sağladı. Kadın öldürüldüğü sırada takma diĢlerini takıyormuĢ. 299 PARILTILI GÜLÜMSEMELER Ġnsanlar kısa süre içerisinde patentli incilerinin o kadar güzel parlamasının nedeninin uranyum içermesi olduğunu keĢfettiler. 1942'de yapay diĢlerde uranyum kullanımının patenti alındı. Neden mi? Çünkü doğal diĢler gibi içinde uranyum olanlar da ültraviyole ıĢığı altında fosforlu gibi parlıyordu. ABD'de yapay diĢlerdeki uranyumun diĢ ağırlığına oranı yüzde 0.05'tir. Yine de ağzın içine normal düzeyin sekiz katı radyasyon yayıyorlar. Kullanımının devam etmesi, insanları güzelleĢtirdiği gibi yanlıĢ bir fikre dayanır. Bu teori, bazı yapay diĢlerin ıĢık altında beyaz değil de kırmızı, sarı ve yeĢil parladıkları anlaĢıldığında kapı dıĢarı edildi. Hükümet 1980'lerin ortalarında diĢlerde uranyum kullanımını yasakladı. ÇĠP TAKILMIġ DĠġLER Hisashi Kishigami adında, çok miktarda diĢ protezi temizleyen Japon bir diĢçi, onlara mikroçip takmaya baĢladı. Böylece sadece doğru kiĢiye takılacaklarını garantilemekle kalmıyor ayrıca kaybolan akıl hastaları ve Alzheimer kurbanlarının (takma diĢlerini takmayı unutmamıĢlarsa) bulunmasına ve ölülerin teĢhis edilmesine de yarıyorlardı. (Öldüğünüzde takma diĢleriniz ağzınızda olsun.) 300 I TARĠH! KÖTÜ TARĠH! Ya da, tarih bilginizi neden Hollywood'dan edinmemeniz gerektiğine dair 10 neden. Sinemaya gitmek, eğlenmek ve Amerika'nın yıllık 6 milyar dolarlık film endüstrisini desteklemek için iyi olabilir ama tarih öğrenmek için berbat bir yöntemdir. Hatta tarihsel olarak yanlıĢ olduğu açık komedi filmleri veya özel efektlerle bezenmiĢ fantezileri bir kenara bıraksak bile, güya daha yetkin olan tarihsel drama türü filmler de yanlıĢ tarih bilgileriyle doludur; hikayesi daha basit, daha heyecanlı veya Mel Gibson'a uygun olsun diye gözden geçirilmiĢtir. Oscar kazanmıĢ filmler bile tarih öğretmeninizi yerinden hoplatacak yanlıĢlarla doludur. Kanıt olarak, iĢte size tarihi hafife alan en yeni tarihsel dramlardan on tanesi. Pearl Harbor (2001): Filmde, Japon Zero'ları Pearl Harbor saldırısından önce, beysbol oynayan sevimli Amerikan çocuklarının üzerinden alçak uçuĢ yaparlar; bu çocuklar top oynamak için oldukça erken kalkmıĢ olmalı, çünkü saldırı sabah 8'de gerçekleĢmiĢti. Pasifik Filosu BaĢkumandanı Amiral Husband Kimmel, hazırlıksız yakalandığının altını çizmek istercesine golf oynamaktadır. Oysa baskın gerçekleĢtiğinde yeĢilliklerin yakınında bile değildi. (Donanmanın Ģamar oğlanı Kimmel baskından sonra görevden alınmıĢ, daha sonra temize çıkmıĢtır.) Filmin kahramanları Ben Affleck ve Josh Hartnett uçakları301 na atlayıp Japon pilotlarıyla savaĢırlar; gerçek hayatta, havala-nabilen pilotlar Kenneth Taylor ve George Welch'dir. Daha sonra Affleck ve Hartnett, Doolittle'ın Tokyo baskınına katılırlar; gerçekte her iki muharebeye de katılan pilot yoktur. Affleck ayrıca Ġngiliz Hava Filosu'nda hizmet verirken gösterilir. Gerçi hava filosunda Amerikalılar vardı ama bunların hepsi sivillerdi. Son bir yanlıĢ daha: Filmin bir sahnesinde, bir denizci üzerinde 'HAWAIF yazan bir dolar


gösterir; Japonlar Hawaii'yi iĢgal ederse tedavül dıĢı sayılabilmeleri için basılan o banknotlar, 1942 Temmuz'unda, Pearl Harbor baskınından epey sonra çıkarılmıĢtır. On Üçüncü Gün (Thirteen Days) (2000): Kevin Costner'ın Domuzlar Körfezi'nde, John Fitzgerald Kennedy'nin de (JFK) yardımıyla nükleer savaĢı engellediği film. Çoğu tarihçi ve olay sırasında orada olanlar, Costner'ın canlandırdığı JFK'in danıĢmanı Kenny O'Donnell'ın filmde gösterildiği gibi önemli bir role sahip olmadığını ileri sürüyorlar. Aslında filmdeki birçok kritik sahne, O'Donnell'ı gerçekte yapmadığı birçok Ģeyi yaparken gösteriyor: Bobby Kennedy'yi Sovyet elçisiyle görüĢmeye götürmek, pilotlara Küba'ya uçmalarından önce ajitasyon çekmek ve Kennedy'nin bir televizyon konuĢmasından önce onunla birkaç dakika geçirmek gibi. Filmin bir de gazete reklamlarında kullandığı F-15 Eagle savaĢ jetleri ve Spruance sınıfı destroyer fotoğrafları var. Bunların ikisi de 1970'lere kadar ordu hizmetinde değillerdi. Hata film yapımcılarına değil reklam ajansına aitti. Gladyatör (Gladiator) (2000): Bu Oscarlı Roma filmi baĢtan sona hatalarla dolu. Öncelikle Russell Crowe'un canlandırdığı Maximus'a uyan hiçbir tarihi general yok. Tabii ki Commo-dus adında bir oğlu olan gerçek bir Marcus Aurelius var. Ama, Commodus, imparator seçilmeyeceğini anlayıp Marcus Aureli302 us'u öldürtmedi. Babası MS 180'de öldüğünde zaten kendisi imparatordu. Dahası, Commodus üst sınıflar açısından bir skandal olsa da gladyatör diye geçinmekten memnundu ama intikam hırsına kapılmıĢ eski bir general tarafından dövüĢ sırasında öldürülmedi. 192'deki gerçek ölümü daha da tuhaftır: DanıĢmanlarının tuttuğu Ģampiyon bir güreĢçi tarafından boğuldu. Bir de Roma Ġmparatorluğu, filmde anlatıldığı gibi Commo-dus'un ölümünden sonra tekrar cumhuriyet olmadı. Commodus'un yerine imparator olarak Publius Helvius Pertinax geçti ve öldürülmeden önce üç ay hükümranlık sürdü. Vatansever (The Patriot) (2000): Ne Mel Gibson'ın canlandırdığı Benjamin Martin, ne de kötü adam Wiiliam Taving-ton gerçekte varolan karakterler, ama her ikisi de gerçekte yaĢamıĢ iki karaktere hafifçe benziyorlar. Sırasıyla; Francis 'Bataklık Tilkisi' Marion ve Ġngiliz Yarbay Banastre Tarleton. Hafifçe terimini kullandık çünkü Francis Marion'un köleleri vardı ve iyi bir dövüĢten hoĢlanırdı (Gibson'un savaĢa gitmeye gönülsüz ve tarlalarında çalıĢması için özgür siyahlara para ödeyen Mar-tin'inden epey farklı). Tarleton 'Kanlı Ban' lakabını kazanmak için insanlar içindeyken kiliseleri ateĢe vermedi. Ayrıca filmin heyecanlı finali olan Covvpens SavaĢı'nda ölmedi; 1833'e kadar yaĢadı. Dikkatinizi çekeriz Covvpens SavaĢı sırasında filmde gösterildiği gibi ağır top gücü mevcut değildi. Sadece Ġngilizlerin getirdiği iki hafif top vardı. Bundan baĢka tüfek ve kılıçlar vardı ki bunlar da yeterince öldürücüdür. Aklımıza gelmiĢken, filmde resmi edalı yaĢlı bir adam olarak tasvir edilen Ġngiliz kumandan Lort Cornvvallis o sırada aslında 42 yaĢındaydı ve o savaĢa katılmamıĢtı. Ġngiliz güçlerine Tarleton tarafından kötü bir Ģekilde komuta edildi. 1.500 adamının 600'ünü kaybetti; kolonicilerin kaybı ise sadece 72 idi. 303 U-571 (2000): Filmin ABD baskın ekibi askerlerinin bir Alman denizaltısına ani bir baskın düzenledikleri ve Enigma Ģif-releyicisini çaldıkları bölümü hatırlıyor musunuz? Böyle bir Ģey hiç olmadı. ABD, Enigma makinesinin ele geçirilmesinde hiçbir rol oynamadı; bu Ģeref 9 Mayıs 1941'de Alman U-110 denizaltlısına tırmanarak Enigma makinesini, Ģifre anahtarlarını, anahtar kitapları ve diğer kriptolojik kayıtları ele geçiren Ġngilizlere aittir. Almanlar sonradan kendi donanma Enigma makinelerini daha karmaĢık hale getirdiler ve Ġngilizlerin aynı manevrayı tekrarlayarak 30 Ekim 1942'de U-559'a çıkmaları gerekti. Enigma makinesini ele geçirme harekatında iki denizci boğuldu ama sinyal anahtar kitapları ele geçirildi, böylece müttefikler Ģifreleri kırabildiler. Amerikalılar Alman U-505 denizaltısına 1944'de çıktılar. Bu sırada hassas belgeler, haritalar ve bazı önemsiz (ekibin lideri Teğmen Albert David'e Kongre ġeref Madalyası kazandıran) Ģeyleri ele geçirdiler ama bu aynı Ģey değil.


ABD'nin doğu kıyısı sularında devriye gezen ve 1942-1943 yılları arasında birçok ticari gemiyi batıran U-571 adında bir Alman denizaltısı vardı. 28 Ocak 1944'de Kuzey Atlantik'te bir Müttefik uçağıyla çatıĢmaya girdi ve battı. Elizabeth (1998): Bu filmdeki birçok insan yanlıĢ zamanda yanlıĢ yerde bulunuyor ya da asla olmadıkları yerlerde ortaya çıkıyorlar. Filmde Katolik Kilisesi'nin Kraliçe Elizabeth'e muhalefetine önderlik eden Piskopos Stephen Gardiner, Elizabeth'in taç giymesinden üç yıl önce ölmüĢtü. Filmde 38 yaĢında çevik bir adam olan Sör William Cecil, Elizabeth tahta çıktığında yaĢlı bir adamdı; 1598'deki ölümüne kadar kraliçenin en yakın danıĢmanlarından biri oldu. Kraliçeden yirmi-otuz yaĢ büyük canlandırılan sinsi Francis Walsingham, aslında ondan sadece bir yaĢ büyüktü. Filmde Elizabeth'in savaĢta ölen aĢığı Robert Dud304 P ley gerçekte savaĢta ölmedi ve 1588'deki ölümüne kadar kraliçenin yakın arkadaĢı olarak kaldı. Filmdeki baĢka bir tarihsel hata ise Elizabeth'in papa tarafından aforoz ediliĢi ile ilgilidir; bu çok daha sonra 1570'de olmuĢtur. Amistad (1997): Bu ünlü köle gemisi isyanım anlatan filmdeki karakterlerin çoğu gerçek insanlara dayanıyorsa da Morgan Freeman'ın canlandırdığı Theodore Joadson öyle değildir. Amistad'ın kıĢın limana girdiği gösterilir; gerçekte, limana 1839 Ağustosunda girmiĢtir. Ġlginçtir, 1839'da Amistad'ın limana girdiği Connecticut'ta kölelik hala yasaldı; 1848'deki genel affa kadar da devam etti. Film ayrıca aralarında eski baĢkanlardan John Quincy Adams'ın da olduğu avukatlarını yasalarla ilgili soru yağmuruna tutan ve savunmanın hazırlanmasına yardımcı olan, Afrikalıların lideri Cinque'i de gösteriyor. Ama onun bunu yaptığına dair hiç kanıt yoktur. Cesuryürek (Braveheart) (1995): Burada da çok fazla Ģikayetimiz var ama konuyu kısa tutmak amacıyla gelin önce filmin karakterlerinden William Wallace (yakıĢıklı Mel Gibson) ile Prenses Ġsabella (Ģehvetli Sophie Morceau) arasındaki iliĢkiye odaklanalım. Filmde Ġsabella, Wallace'la birlikte olup oğlunu III. Edward olarak tahta geçirmeden önce, Ġngiliz kralı I. Ed-ward adına pazarlık eder. Wallace Ġngilizler tarafından ele geçirilip 13O5'te paramparça edilerek öldürülür (Film bu konuda haklıdır). 1292'de doğan isabella ise Wallace öldürüldüğü sırada henüz 13 yaĢındadır. O sırada zaten kral olan II. Edward'la ancak 1308'de evlenir. (Ama Elizabeth'in, kocasının 1327'deki tahtan indiriliĢinde önemli bir rolü vardır.) Film, I. Edward'ın Wallace'ın ölümünün hemen ardından gelmeyen ve kesinlikle bir gün bir Ġskoçyalının tahtını ele geçi305 receği korkusundan kaynaklanmayan 1307'deki ölümünü de hayli değiĢtirir. Hem, Ģunu da belirtmekte yarar var; I. Ed-ward'ın oğlunun, eĢcinsel sevgililerini pencereden atmak gibi bir huyu yoktu. Hoffa (1992): Jimmy Hoffa'nın yönetmen Danny De Vito tarafından canlandırılan samimi arkadaĢı Bobby Ciaro, sendika baĢkanının iniĢli çıkıĢlı kariyeri boyunca hiç yanından ayrılmaz. Bu, sadakatin ta kendisidir ya da Bobby Ciaro diye biri gerçekten olsaydı -gerçek yaĢamdaki birçok insanın bileĢimiyle yaratılmıĢ bir karakterdir- buna sadakat denirdi. Film ayrıca, Hoffa ve Ciaro'nun arabada öldürüldüklerini, daha sonra hareket halindeki bir kamyonun arkasına atıldıklarını gösteriyor. Kimse gerçekten Hoffa'nın baĢına neler geldiğini (bunu ona yapanlarla kendisi haricinde) bilmiyor, bu da tamamen kurgu. JFK (1991): O kadar çok tarihsel yanlıĢ var ki nereden baĢlamak gerektiğini kestirmek zor. Örneğin filmde David Ferrie (Joe Pesci) Kennedy cinayeti hakkında bilgisi olduğunu itiraf ediyor; gerçekte Ferrie bir Ģey bilmediğini tekrarladı. Dealey Plaza kanıtı sunulurken filmde, 51 kiĢi, silah sesinin Grassy Knoll'dan geldiğini duyduğunu iddia ediyor. Halbuki ABD Meclis AraĢtırma Komisyonu sadece 20'sini not etmiĢ. Filmde tanık Lee Bower Warren Komisyonu'na "bir parıltısı" ve "duman" gördüğünü söylüyor; aslında Bowers bunu Warren Ko-misyonu'na ifade vermesinden epey sonra, yazar Mark Lane'e söylemiĢti. Filme göre Dallas belediye baĢkanı konvoyun güzergahını değiĢtirir; aslında yol günler öncesinden belirlenmiĢ, hatta gazetelerde bile yayınlanmıĢtı. Böylece sürüp gidiyor. Ġnsanlar bu konuda önümüzdeki yıllarda da tartıĢmayı sürdürecekler.


ġiĢman Adam ve Küçük Çocuk (Fat Man and Little Boy) (1989): Nükleer bombanın doğumunu anlatan filmdeki bir sah306 nede, bilim adamı Micheal Merriman'ın bombanın yapımından önce diğerleriyle birlikte çalıĢırken, bir nükleer reaksiyonu durdurduğu görülür. Ancak bu sırada yüklü miktarda radyasyona maruz kalarak ölür. Eğer 'Micheal Merriman' gerçek olsaydı oldukça üzücü bir durum olurdu ama değil; o da konuyu hareketlendirmek için tasarlanmıĢ bir baĢka 'bileĢik' karakter. Bu tür bir olay daha önce yaĢandı ve Manhattan Projesinde çalıĢan bir bilim adamının ölümüne neden oldu: Kanadalı fizikçi Louis Slotkin. Ama bu 1946'da bombaların Japonya'ya düĢmesinden altı ay sonra gerçekleĢti. 307 HĠJYEN TARĠHĠNĠN KĠRLĠ SIRLARI BÖLÜM III: GÜLÜMSE DiĢ çürümesinin dizginleniĢi. DiĢ fırçalarından önce ağaç dalları kullanılırdı. Bir dal parçası alır ucunu tirfilleninceye kadar diĢlerdiniz. Tirfiller gittiğinde keser aynı iĢlemi tekrarlardınız. On dokuzuncu yüzyıla kadar insanlar diĢlerini bir dal parçası ve masa tuzuyla fırçalardı. FIRÇA En eski diĢ fırçaları 1500 civarlarında Çin'de icat edilmiĢ (baĢka nerede olabilirdi ki?) ve 1600'lerde oldukça rağbet göreceği Avrupa'ya gelmiĢtir. Ondan önce, Avrupalılar diĢlerini sülfür yağı veya tuz solüsyonuna batırılmıĢ bez parçalarıyla veya süngerle temizlerdi. Bazen bez ya da sünger bir sopaya bağlanırdı (geliĢme diye buna denir). Çin versiyonu ise bir bambu parçasına ya da kemiğe bağlanmıĢ domuz kıllarından oluĢurdu. 1938'de DuPont tarafından geliĢtirilen naylon lif, mükemmel diĢ fırçası kılı oldu. DĠġ MACUNU En lezzetli diĢ macunlan, eskiler tarafından kullanılan toz haline getirilmiĢ meyve, bal veya kurutulmuĢ çiçeklerdi. Ama diĢlerinizi Ģu iğrenç reçetelerle yapılmıĢ macunlarla fırçaladığı308 nızı bir düĢünün: fare, tavĢan kafası veya kertenkele karaciğeri. On dördüncü ve on beĢinci yüzyıl Ġspanya ve Hollanda el yazmaları, idrarın saklanarak diĢleri temizlemekte kullanıldığını ileri sürüyor. 1850'lerde tebeĢir diğer bir popüler maddeydi. 1800'lerin baĢlarında diĢ macunlarına sabun eklendi. Bir miktar deterjan eklenerek köpürmesi sağlandı. O ZAMANLAR VE ġĠMDĠ FLUORĠD 1931'de, Colorado'lu bir diĢ hekimi olan Dr. Frederick McKay fluorid ve diĢ çürümesindeki azalma arasındaki bağlantıyı teyit etti. 1956'da Proctor&Gamble, Crest marka diĢ macununa fluorid ekleyen ilk Ģirket oldu. Yıllar süren tartıĢmalardan sonra fluorid tüm diĢ macunu üreticileri tarafından kabul gördü. Nereden nereye? 309 GERÇEK CESET AVCILARI Gidip mezarımda ağlama, Ve bekleme orada olmamı, Geriye bir atom bile bırakmadılar, Bedenimden. Eğer tıp bilimi ilerleme gösterecekse -Aydınlanma Döneminden söz ediyoruz- bu, doktorların insan anatomisi konusundaki bilgilerinin artmasıyla gerçekleĢecekti. Tıbbi kuruluĢların uygulama ve eğitim için kadavraya ihtiyacı vardı. Çoğu ülke, tıp fakültelerinin sahipsiz suçluların cesetlerini almalarına izin veriyordu. Ama bu yeterli değildi. Peki o zaman ne yapmalı? ÇÖZÜM ĠÇĠN EġĠNMEK Hırslı insan zihni bir kez daha muzaffer oldu! Çözüm, ceset avcılığı; yani yeni ölen birinin mezannın kazılıp anatomi sınıfı için cerrahlara satılmasıydı. Bazen tıp öğrencileri ve cerrahlar kendi kazılarını kendileri yapıyorlardı ama çoğunlukla mezarlıklarda dolanacak zamanlan yoktu. Böylece ceset avcıları ortaya çıktı. Kibarca 'ölü diriltenler' amiyane tabiriyle 'ceset hırsızı' olarak adlandırıldılar. 1700'lerin sonlarında Londra ve Edinburgh, Büyük Britanya'nın ceset avcılığı merkezleri haline geldiler. Ġġ TANIMI Nispeten güvenli bir meslekti. Tek gerçek risk cesetlerden


310 bulaĢıcı bir hastalık kapmak veya öfkeli kalabalıkların saldırısına uğramaktı. Neredeyse hiçbir ceset avcısı hapse girmedi: Ġngiliz kanunlarına göre, bir ceset mülk olarak kabul edilmez, bu yüzden onu almak hırsızlık değildir. Ölü diriltenler ancak mezardan kefen gibi bir eĢya alırlarsa veya özel mülk olan bir mezarlığa girmiĢlerse mahkemeye çıkarılabilirlerdi. Ancak çoğu, zengin ve tanınmıĢ doktorlarla ya da üniversitelerle iĢbirliği yaptıklarından kolayca iyi avukatlara ulaĢabiliyorlardı. MODUS OPERANDI Genellikle gruplar halinde çalıĢırlardı. Cenazeleri takip eder, ağıtçı numarası yapar böylece mezarın tam yerini bilirlerdi. Dar ağızlı bir tahta kürek kullanarak metal sesinin duyulma olasılığını azaltıp sadece cesedin baĢının bulunduğu tarafın üstünü kazarlardı. Tabuta ulaĢtıklarında kapağı manivela yöntemiyle kaldırıp kadavraya ip bağlar ve çekerlerdi. Sonra da çukuru tekrar doldururlardı. HER Ġġ GĠBĠ BĠR Ġġ Londralı Ceset Kralı Ben gibi giriĢimciler, çaylak ceset avcılarına bu karanlık mesleğin inceliklerini öğrettiler. Ekipleri Londra'nın mezarlık bölgelerinde devriye gezerek yeni gömülenleri arar ve bu berbat anonim Ģirketlerinin kayıtlarını bile tutarlardı. Her kapitalist giriĢim gibi bu konuda da rekabet kızgındı, çeteler yeni mezarların baĢında birbirleriyle kavgaya tutuĢurlardı. Bazı giriĢimci ceset avcıları belirli okullar ve cerrahlarla özel anlaĢmalar imzalardı. YENĠ BĠR YÖNTEM Ünlü Burke ve Hare ekibi, iĢi daha canavarca yöntemlerle modernize etmiĢlerdi. Operasyonun zahmetli bölümü olan mezar kazmayı aradan çıkarıp, insanları doğrudan kendileri öldür311 meye baĢlamıĢlardı. 1828-29'da bu iki iblis, Edinburgh'da 16 kadın, erkek ve çocuğu öldürüp Ģehrin en iyi cerrahlarından biri olduğu kadar belli ki kolay aldatılabilen biri olan Dr. Robert Knox'a sattılar. GÜNAH KEÇĠSĠ Kolay aldatılabilir veya değil, Burke ve Hare sonunda yakalandığında gözleri fal taĢı gibi açılan Dr. Knox onların bu cinayet tezgahından habersiz numarası yaptı ama insanları ikna edemeyip Edinburgh'dan kaçmak zorunda kaldı. Hare ortağına karĢı ifade verip kurtuldu. Burke cinayetten mahkum olup idam edildi. Kaderin bir cilvesi, cesedi tıp fakültesine verildi. Ġskeleti Edinburgh Üniversitesi'nde sergileniyor ve derisinden yapılan bir cüzdan hala Kraliyet Cerrahi Fakülte-si'nin müzesini Ģereflendiriyor. HERKESE YETECEK KADAR KADAVRA Burke ve Hare'in korkunç suçları halkın infialine neden oldu ve Ġngiliz Parlamentosu'nu 1832'de Anatomi Yasası'nı geçirmeye mecbur etti. Bu yasa tıp fakültelerinin yasal kadavralara ulaĢmasını kolaylaĢtırdı ve ölü dirilticileri büyük ölçüde tasfiye etti. AMERĠKAN YÖNTEMĠ Birçok eyaletin bu tür kanunları geçirmeyi reddettiği ABD'de bu uygulama devam etti. Ġngiliz kardeĢleri gibi Amerikan ceset avcıları da fakirleri ve garibanları avlamaya meraklıydılar çünkü etrafta fazlasıyla vardı. Cesetlerine sahip çıkacak birilerinin olma ihtimali de daha düĢüktü ve çoğunlukla fazla derin olmayan mezarlara gömülüyorlardı. HER CESET EġĠT YARATILMAMIġTIR Ama demokrasi, yüksek sınıftan insanların da ölü dirilticile312 rin dikkatini çekebilmesi anlamına gelir. Ünlü davalardan biri, 1878'de, Kongre Üyesi J. S. Harrisson'un kayıp cesedinin Ohio Tıp Fakültesi'nde bulunmasıdır. Harrisson, BaĢkan William Henry Harrisson'un oğlu ve BaĢkan Benjamin Harrisson'un babasından baĢkası değildi. Bu olay bazı eyaletleri anatomi yasasını çıkarmaya zorladı. Ama sadece bazılarını. Diğer birçok eyalet bu tür bir konuyu yasallaĢtırmanm kendi iĢleri olmadığında ısrar etti. Bu yüzden mezar soyguncuları ABD'nin çeĢitli yerlerinde hükümranlıklarını sürdürdüler. Birtakım Amerikan tıp fakülteleri 1920'lerin sonlarına kadar kadavralarını soru


sormaksızın Ģüpheli ceset avcılarından alıyorlardı. Kim bilir, belki de çok daha yakın zamanlara kadar. AĢağıya karanlığa, yukarı merdivenlere, Biz Burke ve Hare ikilisiyiz, Burke kasap, Hare hırsız, Knox da eti alan adam. Mezar güzel ve kiĢisel bir yerdir, Ama orada kimse sizi kucaklamaz. 313 TARĠHĠN EN UCUZ TURU GüneĢli plajlarda, bozulmamıĢ çam ormanları arasında tüm masraflarını ingiliz hükümetinin karĢıladığı bir deniz yolculuğu. Ġnsan daha ne ister? 1780'lerde Ġngiliz vatandaĢları Parlamentodan, Thames Nehri üzerindeki hapishane olarak kullanılan hurda gemi sorununa bir çözüm bulunmasını talep ettiler. Hükümet daha fazla suçluyu asmak istiyordu ama bunun tepki toplamasından korkuyordu. Mahkumları 'kolonilere' gönderme uygulaması da Ģu allahın belası Amerikan Devrimi'yle sona ermiĢti. ĠYĠ YOLCULUKLAR Avustralya bir Ġngiliz kolonisiydi ama yerleĢimcileri yoktu. Bu yüzden ticari potansiyeli de yoktu. Neden Ģanslı mahkumlar hava değiĢimi için oraya gönderilmesin ki? 13 Mayıs 1787'de 11 gemi, dünyanın yarısını kat edecek bir yolculuk için Ġngiltere'den ayrıldı. Bu ilk filo, 100'den fazlası kadın olan 730 mahkum taĢıyordu. Ertesi yılın Ocak ayında mahkumlar New South Wales'de karaya ayak bastılar ve Avustralya'nın Sydney kenti olacak yerleĢimi kurdular. O KADAR ġANSLI OLMAYAN KAZANANLAR Survivor filminden kötü bir sahne gibiydi. Mahkumlar ailelerinden ayrılmıĢ ve tanıdıkları her Ģey okyanusun binlerce mil 314 gerisinde kalmıĢtı. Yeteri kadar giysileri, stokları ve araçları olmaksızın bu geniĢ, vahĢi topraklara bırakılmıĢlardı. Bu öncü mahkumlar kimlerdi? Amaç ağır suçluları göndermektiyse de, çoğu fakirlikten yiyecek ya da giysi çalmıĢ insanlardı. CENNETTE ZORLUK ĠÇĠNDE Daha sonraki 50 yıldan fazla süre boyunca binlerce mahkum Avustralya'ya gönderildi. Hükümet için çalıĢmak üzere tahsis edilmiĢlerdi ve özel yerleĢimcilerin, tüccarların ve ilk göçmenlerin yerleĢimlerini kurup, yeni zirai ekonomi için iĢgücü sağladılar. New South Wales'deki mahkumlar için hayat zordu. Ġngiltere'ye gönderilen kayıtlar, sistemin mahkumları köleye çevirdiğini iddia eder. 1830'lara gelindiğinde mahkum gönderilmesi yavaĢladı ve sona erdi. Mahkumların Ģartlı olarak serbest bırakılması ve tahliye olması sonucunda artık nüfusun çoğunluğunu onlar oluĢturuyordu. TASMANYA CANAVARLARI Avustralya yerleĢim planına Ģeytani Ģöhretini kazandıran, Ģu anda Tasmanya olarak adlandırılan Van Diemen Bölgesi'dir. 'Sorun çıkaranların' gittiği pitoresk Port Arthur Ģehri, bir zamanlar 'yeryüzündeki cehennem' olarak bilinen bir ceza kolonisidir. Orada mahkumlar ağır iĢe mahkum edildiler. Zincire vurulmuĢ gruplar kereste taĢır ve taĢocaklarında çalıĢırlardı. En ufak kural ihlalinin cezası bile çok ağırdı ve ünlü dokuz kuyruklu kedi (bir tür kırbaç ç.n.) cezası çok yaygındı. Hayat o kadar acımasızdı ki bazı adamlar aralarında intihar anlaĢmaları yapardı. Bir adam bir diğerini öldürmeyi kabul eder sonra darağacına giderek kendini kurtarırdı. ÜNLÜ KAÇIġ HĠKAYELERĠ Doğal olarak, kaçmak en büyük eğlence haline geldi. 1822'de Alexander Pierce adında bir mahkum baĢka bazı mah315 kumlarla birlikte kaçtı. Medeniyete ulaĢtığında ona diğerlerinin nerede olduğu soruldu. O da onları yiyerek hayatta kaldığını itiraf etti! Bazı mahkumlar silah çalar ve vahĢi topraklara kaçıp 'çalı korucuları' denilen haydutlar (ve kültürel kahramanlar) olurlardı. Halkın desteğini almak için pek bir Ģey yapmaları gerekmezdi, çünkü onlar da bir zamanlar mahkumdu. KURGUDAN DA TUHAF Charles Dickens'ın ünlü romanı Büyük Umutlar'da Pip adlı kahraman Avustralya'da servet yapan bir mahkumdan para alır. Dickens'in kurgusu gerçeğe dayanır. Birçok eski suçlu Avustralya'dan baĢarı hikayeleriyle dönmüĢtür. Çiftlikler ve hayvan


çiftliklerinden gazetelere ve büyük mimari eserlere kadar her Ģeyi onlar yaratmıĢlardır. ĠNANILMAZ HURDA GEMĠLER Avustralyalılar yıllarca Ġngiltere'nin hurda gemilerinden gelen atalarının kökeni hakkında sessiz kaldılar. Ama zaman değiĢiyor. Artık o ilk filonun torunları, 'Oz' olarak adlandırdıkları bitkin mahkumların karaya çıktığı yerde tarihsel kostümler giyip kutlamalar yapıyorlar. Bir zamanlar kralın nezaketinden faydalanıp yolculuğa çıkan atalarımızı sergilemek çok moda oldu! 316 KÜÇÜK CAESAR Caligula MS 37-41 arasında Roma Ġmparatoruydu. Tehlikeli ve acımasız bir despot, bir sadist ve bir megalomanyak olarak bilinir. Gaius Caesar askeri bir kampta büyüdü. Babasının askerleri, küçük askeri çizmelerinden dolayı ona 'Caligula' (Küçük Çizmeler) lakabını taktılar. Babası Germanicus, büyük bir Roma generali ve Ġmparator Tiberius'un evlatlığıydı. KÜÇÜK YETĠM CALĠGULA Öylesine Roma tarzı bir senaryo ki neredeyse Hıristiyanları hapur hupur yiyen aslanların kükremelerini duyabilirsiniz: Ger-manicus'un askeri baĢarıları onu Roma halkı tarafından o kadar sevilen biri yaptı ki Tiberius kıskandı ve onu öldürttü. Daha sonra, Tiberius Caligula'nın annesi Agrippina ve Caligula'nın diğer erkek kardeĢlerini de öldürttü. BĠR GENERALĠN SĠNSĠ KÜÇÜK OĞLU Tarihçiler tarafından bilinmeyen nedenlerle Caligula bağıĢlandı ve Capri adasına Tiberius'un yanma gönderildi. Caligula sonunda Tiberius'un güvenini kazandı, böylece imparator öldüğünde Caligula ve torunu Gemellus'u tahtın ortak varisleri yaptı. Caligula'nın gücü paylaĢmak gibi bir niyeti yoktu, bu yüzden Roma Senatosu'nu Tiberius'un vasiyetini geçersiz sayıp kendisini imparator seçmeye ikna etti. 317 SELAM, CALĠGULA! Ġlk altı ay boyunca iyi bir hükümdar oldu ama 'beyin humması' denilen hastalığa yakalanınca her Ģey değiĢti. Hastalığı, karakter değiĢimine neden olarak Ģizofrenik davranıĢlara yol açan bir ensefalitis (beyin iltihabı- ç.n.) atağı olabilir. Neyse, hastalıktan sonra Caligula'nın karakteri değiĢti: Caligula tehlikeli bir tirana dönüĢtü. Tarihçiler onun büyük olasılıkla delirdiğine inanıyorlar. Kendiniz karar verin. BEYĠN HUMMASI ĠÇĠN MÜKEMMEL BĠR ÖRNEK O zamandan sonra, ancak tam bir kaçığın düĢünebileceği Ģeyler yaptı. • Akrabalarının çoğunu ya sürgüne gönderdi ya da öldürttü, insanları gözünün önünde iĢkence ettirip öldürttü. Bazen bu sırada akĢam yemeğini yerdi. • Kendini tanrı ilan etti ve tapınaklar diktirip kendine kurbanlar kestirdi. • Atı Incitatus'u senatör yaptı. • Roma Senatosu ondan nefret ederdi çünkü ihanet ettiler diye birçok senatörü suçlu ya da suçsuz ölüme mahkum etti. ġanssız bir memur Caligula seyrederken günlerce zincirlerle kırbaçlandı ve bu iĢkenceden ancak kangren olan yaralarının kokusu Caligula'yı rahatsız ettiği için kurtulabildi. • Debdebeli yaĢantısını sürdürebilmek, projeler yapmak ve düzenlediği yarıĢmalarla Roma hazinesini kısa sürede boĢalttı. Tekrar doldurmak için yeni vergiler çıkardı. Bazı zengin Roma vatandaĢlarını miraslarını kendisine bırakan vasiyetler yazmaya zorladıktan sonra öldürttü. • Dört kez evlendi ve tüm kanlarını gözlerinin önünde, hem kadınlarla hem de erkeklerle aldattı. Üç kızıyla ensest iliĢkiye bile girdi. Caligula ne zaman bir karısının veya metresinin boynunu öpse "Bu güzel boyun ben istediğim an kesilecek" derdi. 318 • Napoli Koyu'na yüz geminin tepesinde 4.5 kilometre uzunluğunda bir köprü inĢa ettirerek denizlerin hakimi olduğunu ilan etti. Sonra da bir at arabasıyla denizi geçip tanrı Neptün gibi suların üstünde gittiğini iddia etti. • Ġngiltere'yi iĢgale karar verdi ve birliklerini Gaul'ün kuzey kıyılarına yürüttü. Ama karĢı kıyıya geçmek yerine, adamlarına denizin ganimetleri olarak


adlandırdığı deniz kabuklarını toplamalarını emretti. Sonra da muzaffer bir edayla, kahraman olarak karĢılanacağını düĢündüğü Roma'ya döndü. ELVEDA, CALĠGULA! Roma halkının sonunda canına tak etti ve Küçük Çizmeler'e tekmeyi basma vakti geldi. Caligula ve dördüncü karısı kendi muhafız subayları tarafından öldürüldüler, acımasızlığın sadece antik Roma imparatorların tekelinde olmadığını ispatlamak istercesine, küçük kızını baĢını duvara çarparak öldürdüler. Yerine daha merhametli ve yumuĢak huylu bir imparator olan amcası Claudius geçti. Ama Caligula'yla karĢılaĢtınlırsa kim daha merhametli olmaz ki? 319 TARĠHSEL RETROSPEKTĠFLER Bazı gayet zeki insanlar da tarih hakkında çok müstehzi olabiliyor. "Tarih hiçbir zaman olmamıĢ olaylar hakkında orada olmayan insanlar tarafından anlatılan bir sürü yalandan ibarettir." -George S an tay ana "Tarih Ģöyle ya da böyle saçmalıktır." "Tarih suçlar ve felaketlerin geçit resmidir." -Henry Ford -Voltaire "Sık sık tarihin bu kadar sıkıcı olmasının, genellikle uydurma olmasından kaynaklandığını düĢünüyorum." -Jane Austen, Northanger Abbey "Tarih. Çoğu hilekar hükümdar ve çoğu aptal askerlerin yarattığı, çoğu önemsiz olayların çoğu yanlıĢ bir dökümü." -Ambrose Bierce, The Devil's Dictionary "GeçmiĢ gerçekten oldu ama tarih sadece birinin yazdığı bir Ģey. -A.Whitney Brown 320 "Tanrı geçmiĢi değiĢtiremez ama tarihçiler değiĢtirebilir. -Samuel Butler "Tarihçi: BaĢarısız bir romancıdır." -H. L. Mencken "Tarih aslında insanlığın suç, çılgınlık ve Ģanssızlıklarının kayıt defterinden baĢka bir Ģey değildir." -Edward Gibbon "Tarih çoğunlukla tahmindir; gerisi ise önyargıdır." -Will ve Ariel Durant "Tarih kitaplarına geçmeyen insanlara ne mutlu." -Thomas Cariyle "Stepnen, Tarih, uyanmaya çalıĢtığım bir kabustur, der." -James Joyce 321 BÜYÜK BĠR GERĠ ATILIM Çin çelik iĢine girer ve bunu "Büyük bir atılım" olarak adlandırır. 1950'lerin ortalarında Çin'in baĢkanı Mao Tse-Tung geri kalmıĢ bir ülkenin lideri olduğunu fark etti. Ġngiltere'ye, Fransa'ya, Amerika ve Sovyetler Birliği'ne baktı ve oralara kıyasla • Çin'in çok geride kaldığı bir alan fark etti, çelik üretimi. Çin modern bir ülke haline gelecekse rakipleri kadar çelik üretmeye baĢlamalıydı. ÇELĠK GĠBĠ ADAM Zamanının çoğu Çinlisi gibi Mao da bilim ve teknolojiden pek anlamıyordu. DanıĢmanlarıyla görüĢtü ve aralarından biri parlak bir fikirle çıkageldi. Her köye ufak bir maden eritme ocağı kuracaklardı. Köylüler demirden yapılma saban ve oraklarını, savaĢ gemileri, köprüler ve fabrikaların yapımında kullanılabilecek yüksek kalitede çeliğe dönüĢtürecekler ve Çin yirminci yüzyıla öyle girecekti. Mao on beĢ yıl içerisinde Çin'in çelik üretiminin Amerika'nınkine eĢitleneceğini öngördü. BÜYÜK ERĠME


Köylülerin de bilim ve teknoloji hakkında pek bilgileri yoktu ama söyleneni yaptılar. Kısa zaman içinde her köy meydanında uzun, konik bir maden eritme ocağı oldu. Tonlarca değerli 322 yakıt, gayet yararlı aletlerin siyah cüruf topağına dönüĢmesi için harcandı. Ama heyecan doruktaydı. BAġKAN ZĠYARETE GELĠYOR BaĢkan Mao zamanının çoğunu lüks villasında yatağında kitap okuyarak veya havuzunun kıyısında uzanarak geçiriyordu. Ama ara sıra özel bir trenle çelik iĢinin nasıl ilerlediğini görmek için bazı taĢra köylerine giderdi. Kimse büyük planının iĢe yaramadığını söylemek istemiyordu bu yüzden önden, ithal edilmiĢ çelik putrel dolu baĢka bir tren gönderiyorlardı. Çelik putrelleri baĢkan gelmeden önce köy meydanına yığıyorlar ve tüm köylülere yığının önünde gururla poz vermelerini söylüyorlardı. Mao ülkesinin gösterdiği ilerlemeden gururluydu. Etrafa kısa bir göz atıyor, herkesi her Ģey iyi gittiği için kutluyor sonra da trenine dönüyordu. SONUÇLAR Hasat zamanı geldiğinde tüm aletler eritilmiĢti ve Çinlilerin çelik üretiminden kalan zamanda yapabilecekleri en iyi Ģey ürünü elleriyle toplamaktı. Çoğu ürün tarlalarda çürüdü; böylece 1960'a kadar süren bir açlık baĢladı ve 30 milyon insanı öldürdü. GÖRÜNDÜĞÜ KADAR AKILSIZ DA DEĞĠL Mao sonunda ortada çelik olmadığını fark etti. Artık yiyecek ve zirai araçlar da yoktu. 1949'daki devrimden beri oldukça iyi bir geliĢme gösteren Komünist Çin ani bir gerilemeye girmiĢti. Büyük Atılım Çin'in ekonomik geliĢimini 15 yıllık tam bir durgunluğa sürüklemiĢti. ÇĠN TEKNOLOJĠSĠ Bununla birlikte, Çinlilerin icat ettikleri Ģeyler: 323 Barut ve silahlar Manyetik pusula Matbaa Deprem detektörü Yelpaze Havai fiĢek Futbol Hayvanlara koĢum vurmak Uçurtma Dünyanın ilk robotu El arabası Pik saban Spagetti Dümen 324 CHRISTOPHER COLOMBUS'UN GERÇEK MĠRASI Colombus' un bildiğiniz büyük kahraman olarak kalmasını tercih ediyorsanız bu bölümü okumayın. Christopher Colombus'un gerçek mirası Colombus Günü değildir. Hatta Ohio'daki Colombus Ģehri bile değildir. Hayır. Christopher Colombus Yeni Dünya'yı keĢfederek eskisinin ölüm çanlarını çaldırmıĢtır. ĠĢte size ilkokul tarih derslerimizde anlatılmayanlar. ESKĠ DÜNYA YENĠSĠYLE BULUġUYOR 12 Ekim 1492'de kocaman tuhaf görünüĢlü bir gemi pastoral plajlarına yanaĢtığında, Arawak Kızılderilileri Bahama Adalarında kendi iĢleriyle meĢgullerdi. Gemiden çıkan adamlar çok etkileyiciydiler: Beyaz tenleri ve parlak metal kıyafetleriyle tanrılara benziyorlardı. Liderleri sert konuĢsa ve tehditkar görünümlü uzun metal bir Ģey çekmiĢ olsa da Arawaklar misafirlerini nezaketle karĢılamak için ellerinden geleni yaptılar. Yabancılara papağanlar, pamuk yumakları ve iyi niyetlerini gösteren pek çok Ģey sundular. Kaptanları Christopher Colombus bu olağanüstü nezaketi fark etmekte gecikmedi. Seyir defterine yerlilerin ne kadar cömert olduklarını yazdıktan


sonra "50 adamla hepsini buyruğumuz altına alıp her istediğimizi yaptırabilirdik" diye eklemeyi ihmal etmedi. 325 MĠSYON SAHĠBĠ BĠR ADAM Colombus altın istiyordu. Bu yüzden yerlilerin kulaklarında ufak altın süsler olduğunu fark edince bazılarını (altınları değil, yerlileri) zorla alıp gemisine götürdü. Kendisini altına götürmelerini istedi. Aravvaklar onu, altın bulmalarını emrettiği 39 mürettebatını bıraktığı Hispaniola'ya götürdüler. Ardından daha fazla Kızılderili'yi esir alıp, Ferdinand ve Ġsabella'ya "büyük altın ve diğer metal madenleri" bulduğu Asya'ya (aptala bakın) ulaĢtığını rapor etmek için Ġspanya'ya döndü. YANLIġ ÜSTÜNE YANLIġ Tabii ki baĢtan sona hatalıydı. Ama raporu, yeni bir sefer için yeteri kadar cesaretlendiriciydi. Bu kez sefer 17 gemi ve 1.200 adamla baĢlıyordu. Bu seyahatinin amacının mümkün olduğu kadar çok altın ve esir elde etmek olduğunu itiraf ediyordu. GERĠ DÖNÜġ Colombus Hispaniola'ya ulaĢtığında, kadınları ve çocukları seks ve iĢ kölesi olarak kullandıkları için 39 adamının yerliler tarafından öldürüldüğünü öğrendi. Colombus orada çok az altın olduğunu öğrenince daha da kızdı. Bu pahalı seyahatin kar etmesi gerektiğini bildiğinden, adamlarını baskınlar düzenleyip köle toplamaya gönderdi. 500 Kızılderili esir alındı, 200'ü Ġspanya yolunda öldü. EVET, SERT BĠR ADAMDI Ama Colombus'un hala altın bulmak gibi bir niyeti vardı. Güney Amerika'ya geri döndü ve Haiti adasında 14 yaĢ ve üzerindeki herkesin, bulabildikleri her altın parçasını toplamasını istedi. Altın bulamayanların elleri kesilecek ve kanamadan ölmeye terk edileceklerdi. Etrafta, akarsu kıyılarındaki toz altın dıĢında altın yoktu. 326 MANYOK ALACAĞIM Kaçmaya çalıĢan yerliler köpeklerle avlanıp öldürüldüler. Adada büyük çaplı intiharlar gerçekleĢti. Yüzlerce yerli, Ġspanyolların (Colombus'un durumunda, Ġtalyan) ellerine düĢeceğine manyok zehri almayı tercih ettiler. Colombus'un ilk karĢılaĢtığı Aravvaklar çocuklannı Ġspanyolların zulmünden korumak için öldürdüler. HOġÇA KAL ESKĠ DÜNYA Yeni Dünya'yı bilmeden keĢfeden Colombus böylece eskisinin de kaderini belirledi. Binlerce yıl boyunca Amerikan yerlileri göreli bir barıĢ ve uyum içinde yaĢamıĢtı. Christophus Colombus'un gerçek mirası bu yaĢam tarzının ölüm çanlarını çalmak olmuĢtur. 327 KRAVATIN KEġFĠ Erkek pantolonlarının ağına takılan kese ve uçkurlu pantolonun modası çoktan geçti ama boyun bağı ve torunları erkeklerin boynunda sallanmayı sürdürüyor. Boyun bağı sadece bir yere asılmak, orada sallanmak ve kullanılmayı beklemek için yaratılmıĢ anlamsız bir kumaĢ parçasıdır. Sanki birini çekseniz, kullananın ağzından bir bilet çıkacak hissine kapılırsınız. KĠBĠR, BENĠM ADIM LOUIS Aslında, kravatların izi birçok gereksiz Ģey gibi aylak bir kralın kibrine kadar takip edilebilir. Bu vakadaki kral gelmiĢ geçmiĢ en aylak ve en kibirli GüneĢ Kral XIV. Louis'dir. 1660'da Louis bir Hırvat askeri alayını teftiĢ ediyordu ve hepsi boyunlarına parlak renkli ipek mendiller bağlamıĢlardı. Neden? Kim bilir? Belki Hırvatlar (izci çocuklar gibi) sarayda ayrı düĢeceklerini ve daha sonra birbirlerini bulmak için belirgin bir iĢaretlerinin olmasını istemiĢlerdi. Nedeni her neyse, Louis alayı ve mendillerini görünce "ben de isterim" dedi. Mendili değil alayı istiyordu, çünkü mendili vardı. KRALIN ALAYI Böylece bir alayı oldu; kim Louis'ye hayır diyebilirdi ki? Onlara Kraliyet Kravatları adını (Kravat Fransızca'da Hırvat an328


lamına gelen Croat'tan geliyor) ve boyunlarına takmaları için süslü mendiller verdi. ĠĢte bu kadardı. Kral konuĢmuĢtu. Herkes kravat takmaya baĢladı. Bugün olsa Hırvatlar büyük olasılıkla telif hakları için mahkemeye giderdi. Ama bu, on yedinci yüzyıldı. ĠFRATA VARDIRMA Erkekler kravatlara çıldırdılar. 1800'lerin baĢlarından itibaren kravatlar boynun etrafına iyice dolanıyordu, sanki baĢ, taĢınmak için kutuya konmadan önce iyice sarılmıĢ gibi görünüyordu. Bazı adamlar boyunlarını hiç kımıldatamıyorlardı bile; kamçılanmıĢ gibi, etrafa bakmak için tüm bedenleriyle dönmeleri gerekiyordu. Bu oğlanların bazıları aynı zamanda iki kravat takıyorlardı; bunların sokakta yürümek için bir hizmetkar ordusu ve bir ayna sistemine ihtiyaç duydukları düĢünülebilir. Bir kravatı bağlamanın, bazıları saatler süren yüzlerce değiĢik yolu vardı. Belki de bu nedenle birinin kravatıyla oynamak düello nedeniydi. KRAVATLAR BĠLE MODA KURBANI OLABĠLĠR Bugün boyun bağlarının neden hala takıldığına iliĢkin söyleyebileceğiniz en iyi Ģey, en azından artık o kadar aptalca olmadıkları olabilir. Kimse onları çenesine sarmıyor ya da aynı anda birden fazla takmıyor. Hatta 1970'lerin korkunç derecede geniĢ kravatlarının bile yanlamasına geniĢ oluĢunun mantıklı bir nedeni vardı; dönemin geniĢleyen klapalarına ayak uyduruyorlardı. 70'lerin kravatlarıyla alay etmek kurbanı suçlamaya benzer. O kadar geniĢlemeyi onlar istemediler. BaĢka seçenekleri yoktu. ĠYĠ AMA NE ĠġE YARIYORLAR? Her ne hal idiyse, bütün bunlar yine de kravatın Ģimdi ya da daha önce yararlı bir amaca hizmet etmemiĢ olduğu gerçeğini 329 değiĢtirmiyor. Ġspanyol paçalar ve Nehru ceketler bile en azından kollarınızı bacaklarınızı sıcak tutuyordu. Kravat üreticileri ürünlerinin gereksizliği hakkındaki bu yorumu tartıĢacaklardır tabii. Hiçbir endüstriye, ürününün evrendeki yerinin objektif bir gözlemcisi olarak güvenilemez. HAYAT MEMAT MESELELERĠ Erkekler kravatın yaĢamlarındaki tüm önemli olaylarda yanlarında olduğunu hiç fark etmiyorlar. Liseden ve üniversiteden mezun olduklarında yanlarındadır. Evlendiklerinde de. Çocuklarının takdis töreninde de oradadır, sünnetinde de. Ölünce de boynunuza takarlar ve öte dünyaya onunla beraber gidersiniz. Erkeklerin kravatlı doğmamalarının tek nedeni, Windsor düğümü atılmıĢ bir kravatın fetusta beyin hasarına yol açma ihtimalidir. SADIK MUHALEFET KONUġUYOR Kravat heveslileri, erkek giyiminin hainleri, kravatların bir örnek iĢ giysilerine bireysellik getirdiğine iĢaret ediyorlar. Ama gerçekten, bu kadar da olmaz ki. Kravatların sağladığı bireysellik filan... BU SĠZĠN AĞZINIZI KAPAR Jerry Garcia marka kravat taksanız da, üç oda aĢağıdaki üç kuruĢluk sentetik kravat takan arkadaĢınızla aynı raporları hazırlamak zorundasınız. Edvard Munch'ın The Scream (Çığlık) filmindeki desenli, dar ipek kravat bile, iĢe yeni baĢlayan herifin sizin yarı deneyiminizle iki katınız maaĢ aldığına dair karanlık Ģüphelerinizi yok etmeyecektir. Kravat heveslileri, kravatın bir erkeğin dikeyliğini vurguladığına iĢaret ediyorlar. Dikeyliğinizi vurgulamak istiyorsanız öldürücü bir rejime baĢlayın. 330 BĠR UMUT IġIĞI Erkekler kravat takıyor, çünkü Ģimdiye kadar böyle gördüler. Erkekler hep kravat takar; bu erkeklerin yaptığı bir Ģeydir. Eğer kravatın Avrupa'nın Büyük Krallarının en züppesinin geçici bir merakı nedeniyle baĢladığını bilselerdi, büyük ihtimalle hiçbir Ģey değiĢmezdi; giyim kuralları her zaman tepeden aĢağı zorla kabul ettirilir. Peki bir gün giymekten vazgeçecekler mi? Büyük olasılıkla hayır. En büyük umudumuz kravatların tekrar boyun hareketlerini engeller hale gelmemeleri. Öyle bir Ģey olursa da o kravatları takanları kolayca yok edebiliriz. GörüĢ açılan pek geniĢ sayılmaz biliyorsunuz. Ruhları bile duymaz. PANTOLON KESESĠ


Pantolon keseleri ancak kadınların pedli sutyenleriyle karĢı-laĢtırılabilir. Gördüğünüz Ģey, alacağınız Ģey değildir. Her Ģey masumca baĢladı... Kese, erkeklerin pantolonlarının uçkurunu, daha açıkçası jenital organlarını kapatan düz bir kumaĢ parçasıydı. Ceketler kısaldıkça erkeklerin bacaklarının arasındaki bölgeye odaklanma arttı. Artık korunmaları için fazladan bir Ģeyler lazımdı. Kese, erkeklerin diğer 'kıymetli eĢyalarını' da koymalarına yaradığından büyüdü. Pantolonlar geniĢledikçe keseye olan ihtiyaç azaldı. Pantolonlardaki fazlalık ceplere dönüĢtü. 331 SINAV : ÜLKELER Herkes bir yerli ama bu yerler adlarını nereden aldılar? En beğendiğiniz açıklamayı seçin sonra da diğer sayfadaki doğru cevapla karĢılaĢtırın. 1. FĠLĠPĠNLER a. Tagalogça'da 'püsküren volkanlar' anlamına gelen flip'pi kelimesinden. b. Macellan 1542'de bu ismi Ġspanya Kralı II. Philip'in onuruna verdi. c. Ġncilin Yeni Ahit'inde Filipinyalılar. 2. BOLĠVYA a. Güney Amerikalı devrim lideri Simon Bolivar'dan. b. Efsanevi Ġnka cenneti Bolvana'dan. c. Ġspanyolca'da 'Bolina' parlak, 'via' yol anlamına gelen sözcüklerden. 3. HĠNDĠSTAN a. Ülkenin en yüksek kastı olan 'Indian'dan. b. Ġkiz doğurganlık tanrılarından Ġndio'nun diĢil formundan. c. Indus Nehri, Sanskritçe nehir anlamındaki sindhuh kelimesinden. 332 4. ARJANTĠN a. a. Gabriel Marquez adındaki bir Brezilyalı Ģairin ' Argenis' adlı Ģiirinden. b. b. GümüĢ anlamına gelen Latince Argentino kelimesinden. c. c. Orada bir kahraman olarak ölen Ġspanyol kaĢif Juan Ar-gento'nun adından. 5. PORTEKĠZ a. Latince liman anlamındaki portus cale'den. b. Ġspanyol hanedanının 'kapısı' anlamındaki porch kelimesinden. c. Lizbon'dan Hunları kovan efsanevi Ġspanyol Ģef P'Ortu-ga'dan. 6. ÇĠN a. Bu ismi Cengiz Han, karısı Ka'çina Ģerefine vermiĢtir. b. Çin'i birleĢtiren Çin (Kin) hanedanı adına. c. Farsça 'çini' denilen porselen burada yapıldığı için. 7. FRANSA a. Ġlk Cermen iĢgalciler olan Franklardan. b. Ġlk hükümdarı Ġmparator I. Francis'ten. c. Papa Franciscus'tan. 8. AMERĠKA a. Latince'de bereketli anlamındaki americ kelimesinden. b. Yerli dilinde uzun gemi anlamındaki Mer ika'dan. c. Ġtalyan denizci Amerigo Vespucci Ģerefine adlandırılmıĢtır. 1-b. Macellan, Filipinlere ispanya kralının adını verdi. Malay takımadalarını oluĢturan 7.100 ada 1521'den 1898'e kadar ispanyol kolonisiydi. 333 2-a. 'Kurtarıcı' adıyla tanınan Venezüella doğumlu popüler asker ve devlet adamı on sekizinci yüzyılda Peru vatandaĢlarına bağımsızlık savaĢlarında önderlik etti. 3-c. Gezegenimizdeki ilk insanlardan bazıları Hindistan'in kuzey batısındaki Indus Nehri kıyılarında yaĢadılar. 4-b. Ġspanyollar 1500'lerde bölgede hak iddia ettiler. Yeraltı madenlerinde bulunan ve GümüĢ Nehir'in (ispanyolca 'Rio Plata') taĢıdığı binlerce ton gümüĢ dolayısıyla Latince bu adı verdiler. 5-a. Romalılar burayı MÖ 200 civarında fethettiler. Onların kullandığı isim kaldı. 6-b. Çin (Kin) hanedanı Çin'i MÖ 221'den 205'e kadar yönettiler. 7-a. Gal, Cermen boyu Franklar tarafından ele geçirilene kadar Roma Ġmparatorluğu'nun bir parçasıydı. (Oraya 'Galya' derlerdi).


8-c. Alman haritacı Martin Waldseemuller Amerika'yı haritaya geçirdi ve buraya Vespucci' nin adını verdi; Vespucci o zamanlar herkesin aksine, Amerika kıtasının Hindistan' in bir parçası olmadığını düĢünüyordu. "Her ülkenin tarihi, bir adam ya da kadının kalbinde baĢlar." O Pioneers!, Willa Cather "Ulusal adaletsizlik bir ulusu çöküĢe götüren en garantili yoldur." William Gladstone 334 DENGESĠZ BĠR SAVAġ: ĠSPANYOL-AMERĠKAN SAVAġI Hey, onlar baĢlattı. Aslında öyle. Ġspanyol-Amerikan SavaĢı hakkında çok az bilinen gerçek 24 Nisan 1898'de Ġspanyolların ABD'ye savaĢ ilan ettiğidir. Gafil avlandığı için çok sinirlenen BirleĢik Devletler hemen ertesi gün savaĢ ilan etti ve savaĢ ilanının tarihini 21 Nisan olarak geriye çekti. Gördünüz mü, sizi pislik Ġspanyollar! ADĠOS, DONANMA! Bu savaĢ ilanı savaĢı, Ġberlilerin kazandığı tek zaferdi. Bir hafta sonra George Dewey ve bir Amerikan savaĢ gemisi filosu Manila limanına saldırdı ve Ġspanyol Pasifik filosunu fıçıda balık avlar gibi kolayca batırdı. Ġspanyol filosu demir atmıĢtı ve karĢılık veremedi. KOVBOY TEDDY! Bundan birkaç ay sonra Amerikalılar Küba'ya çıktı. Teddy Roosvelt, savaĢta Rough Riders denilen (VahĢi at terbiyecileri-ç.n.) alaya kumanda etmek için Donanma Bakanlığı görevinden istifa etti; bu da rütbe kaybetmenin insanın kariyeri için her zaman kötü bir Ģey olmadığını kanıtlar. Rough Riders Küba sahilindeki Ġspanyol filosunu geri çekilmeye zorladı. SavaĢ dört ay335 dan kısa sürdü ve sonunda Amerika, Guam ve Puerto Rico'yu bedavaya, Filipinleri ise ucuza kapattı. Tüm bu hayhuy arasında Havvaii'yi kapmayı da baĢardı. Belli ki, bazıları bundan dolayı hala kırgın. SENĠ KOCA ZORBA! Ġspanya'nın hiç Ģansı yoktu. Tabi bağımsızlık isteyen Küba'yla uğraĢmak kolaydı. Ama anaokulu çocuklarına efelenen üçüncü sınıfların kabadayısının, altıncı sınıfların kabadayısı karĢısında kuyruğu kıstırması gibi, Ġspanya da kendinden üstün askeri bir güç karĢısında ayvayı yedi. Bu savaĢla ilgili olarak pek bilinmeyen baĢka bir konu da, Ġspanyolları Batı Yarıküreden atmak için BirleĢik Devletler'in yıllardır fırsat kolladığıdır. Bu planın adı 'Kimball Planı' idi. Altıncı sınıfların kabadayısının, üçüncü sınıfların kabadayısının harçlığına el koymak için, onun küçük bir çocuğu hırpalamasını beklemesi gibi. KOLAY ZAFER Ġspanyol-Amerikan SavaĢı, Amerika'nın sahneye ilk çıkıĢıydı. O zamana kadarki savaĢlar (Ġngiltere'yle yapılan birkaç savaĢ, eyaletler arasındaki sürtüĢmeler) tarafların aĢağı yukarı eĢit olduğu arbedelerdi. Ġspanyol-Amerikan SavaĢı ise ezici bir zaferdi. Amerikalıların ülkelerini 20 milyon dolara satın almasından hoĢlanmayan Filipinlilerle savaĢırken bile daha çok adam kaybedildi, Filipin-Amerikan SavaĢı üç yıl sürdü ve 4.200 Amerikalı öldü. "Bütün mücadelelerimizi savaĢarak ve fethederek kazanmak mükemmellik değildir; mükemmellik düĢmanın mukavemetini savaĢmadan kırmaktır." SavaĢ Sanatı, Sun-Tzu 336 HAÇLI SEFERĠ ÇILGINLIKLARI Ġlk Haçlı Seferi'nin sonunda Kudüs'ü ele geçirdikten sonra (1096-1099) sorun yeni Kudüs Hıristiyan Krallığının ne kadar süreceğiydi. Ġlk Haçlı Seferi'nin liderleri muzaffer bir Ģekilde Avrupa'ya dönüp ele geçirdikleri kutsal emanetleri sergiledikleri sırada, Kutsal Topraklardaki Müslümanlar savaĢları kazanıyor ve geride kalan haçlılardan topraklarını geri alıyorlardı. Haçlılar hala Kudüs'ü ellerinde tutuyorlardı ama diğer toprakların kaybı önemli bir sorun olmaya baĢlamıĢtı bile. YETĠġ YA AZĠZ BERNARD


Bu durum karĢısında, iyi bir hatip olan ve batı Kilisesi'nin lider kiĢiliklerinden Clairvaux'lu St. Bernard'dan (köpeğe adını veren o değildir) esinlenerek 1147'de Ġkinci Haçlı Seferi düzenlendi. Fransız kralı VII. Louis (15 bin adamıyla) ve Alman kralı III. Conrad (20 bin adamıyla) Kutsal Topraklara doğru yola koyuldular. Her ikisi de mükemmel yöneticilerdi ama iĢ yabancı topraklara askeri sefer düzenlemeye gelince, ne yaptıkları hakkında en ufak fikri olmayan tiplerdi. ALMANLAR ĠÇĠN KOLAY LOKMA Fransızlar acele etmediler, bu yüzden Konstantinopolis'e ilk 337 varanlar Almanlar oldu. Almanlar Yunan Ortodoks dostlarından her istediklerini aldılar ama ödemeyi unuttular. Köyler, her Ģeylerini yitirmemek için pılı pırtılarını toplayıp Conrad'ın ordusunun yolundan çekildiler. BECERĠKSĠZ CONRAD Louis ve ağır aksak adamları Konstantinopolis'e vardığında Almanlar çoktan Ġstanbul Boğazı'nı geçmiĢ ve Anadolu'ya varmıĢlardı. Bizans Ġmparatoru, Manuel Conrad'a kıyıya yakın kalırsa, Bizans filosunun ihtiyaçlarını tedarik edebileceğini söylemiĢti. Ama imparatorun tavsiyesi dikkate alınmadı. Aksine, Conrad ordusunu doğrudan Anadolu'nun göbeğine, Türklerin tam ortasına sürmeye karar verdi. Daha kötü bir tercih yapamazdı. TÜRKLER ĠÇĠN KOLAY LOKMA Habire Türklerin saldırısına uğrayan, aç, susuz ve bitkin haldeki Conrad'ın adamları, sonunda gözlerine vaha gibi görünmüĢ olması gereken bir akarsuya rastladılar. Aslında daha çok tuzağa benziyordu. Hiçbir disiplin belirtisi göstermeyen Almanlar saflarını bozup suya doğru atıldılar. Allah'ın onlara iyi bir fırsat sunduğunu düĢünen Türk kuvvetleri bunu bekliyordu. Conrad'ın ordusu paramparça oldu ve onda dokuzu öldü. Conrad'ın kendisi canını zor kurtardı. HAÇLI SEFERĠ YAPMAK KOLAY DEĞĠLDĠR Alman güçlerinin kalıntılarıyla birleĢen Kral Louis, Ġmparator Manuel'in tavsiyesini dinleyip akıllıca davrandı ve kıyı Ģeridinden uzaklaĢmadan Filistin'e doğru ilerledi. Yine de, ordusu sarp dağ tırmanıĢlarından ve Türklerin tekrar eden saldırılarından dolayı çok zorlandı. Hala Hıristiyanların elinde olan Anti-och'a vardıklarında Haçlıların sayıları yarıya inmiĢti. 338 ġAM'I ALACAĞIM 1148 Temmuzunda ġam'a doğru yola çıktılar. Haçlı Seferinin liderleri Louis, Conrad ve Filistin'in Hıristiyanların elindeki kısmının hükümdarı Kral III. Baldwin, Ģehre batıdan saldırmaya karar verdiler. Haçlıların kamplarını kurduğu Ģehrin batısındaki meyve bahçeleri onlara kereste, yiyecek ve içecek sağladığı gibi saldırı baĢlatmak için de uygun bir yerdi. ASKERĠ ZEKA Büyük bir taktik hata yapana kadar (evet, bir tane daha) çok iyi gidiyorlardı; ġam'ın düĢmesi an meselesiydi. ġehrin batı duvarının daha güçsüz olduğuna dair raporlar aldılar. Büyük bir Müslüman takviye birliğinin de yolda olduğunu öğrenmiĢlerdi; bu yüzden kamp yerini ġam'ın doğusuna taĢımaya karar verdiler. Kendilerini apaçık bir alanda, susuz ve az miktarda yiyecekle oturur buldular. Ġstihbaratın yanlıĢ olduğu ortaya çıktı. Böylece Müslümanlar Haçlıların yaptığı taktik hatadan yararlanıp Ģehrin batısına yerleĢtiler. Kendilerini, sadece geri çekilebilecekleri bir pozisyona sokmuĢlardı, öyle de yaptılar. KAYBEDENLER Haçlıların dört gün süren ġam kuĢatması aniden sona erdi. Yapabilecekleri tek Ģey, utanç içinde, elleri boĢ olarak ülkelerine geri dönmekti. Ġkinci Haçlı Seferine baĢlayan 35 bin kiĢiden çok azı geri dönebildi. Ġkinci Haçlı Seferine harcanan kaynaklar çok fazlaydı. Bu yatırımın geri dönüĢü ise kocaman bir sıfır oldu. SON YAKLAġTI! MS 999'un sonlarında, saatler 1000 yılına yaklaĢtıkça, bütün 339 Avrupa'da insanlar hep birlikte nefeslerini tuttular. Yeni yıl ve yeni bin yıl neler getirecekti? Çoğu insan bunun Kıyamet gününün habercisi olduğuna


inanıyordu ve hacılar Ģeytanla tanrı arasındaki savaĢın gerçekleĢeceğine inandıkları Kudüs'e yönelmiĢlerdi. Bu hacıların bazıları yolculuğun ortasında gök gürültülü sağanak yağıĢ baĢlayınca kendilerini dizlerinin üzerine atmıĢtı. Gelecek nesiller için bu olayı, yani gök gürültülerini, Tanrının Hesap Günü'nün geldiğini duyuran sesi olarak kayda geçtiler. Bu arada, 999 Eylülünde Ġngiltere göklerinde bir meteor belirdi. O kadar parlaktı ki geceyi gündüze çevirdi. Bu geliĢme, kıyamet konusunda Ģüpheleri olanların da inanmayanlar kulübünden ayrılıp karĢı tarafa geçmelerine neden oldu. En azından kimse bilgisayarların bozulacağı paniğine kapılmadı! 340 KAHVE MUHABBETĠ Saat sabahın altısı ve çapaklanmıs gözlerinizle yatağınızdan sürünerek kalkarken aklınızdaki en acil soru: Sabah kahvemin kökeni neresi? Tamam, belki öyle değildir. Ama biz yine de anlatacağız. Uzun zaman önce insanlar birbirlerine kahvenin kökeni hakkında söylenceler anlatırlardı. 1. Hikaye: Antik bir Etiyopya efsanesine göre Kaldi adlı bir keçi çobanı hayvanlarını otlatırken kahveyi keĢfetmiĢ. Çoban keçilerinin belirli bir ağacın meyvelerini yedikten sonra yerinde duramadıklarını fark edince, bunu kendi üzerinde denemeye karar vermiĢ. Kaldi bu meyvenin etkilerinden öyle memnun kalmıĢ ki manastırda baĢkalarına da anlatmıĢ. Manastırı yöneten baĢ keĢiĢ 'sihirli meyvelerin' Ģeytan iĢi olduğunu düĢünmüĢ ve onları ateĢe atmıĢ. Yanan meyveler öylesi güzel bir koku salmıĢ ki keĢiĢler onları ateĢten kurtarmıĢlar. KeĢiĢler bu taneleri dinsel törenlerde ve tıbbi amaçlarla kullanmıĢlar. 2. Hikaye: Arap efsanesi Etiyopya'nınkine çok benziyor, yalnız bu hikayede Kaldi Afrikalı değil ve tabii ki bir Arap. Yine keçiler bu meyveleri yiyip hareketleniyorlar ve Kaldi de biraz deniyor. Ama bu hikayede, yorgun ve aç bilge kiĢi Aucuba o sırada oradan geçiyormuĢ ve Kaldi ile keçilerinin oradan ora341 ya zıpladıklarını görmüĢ. Aç olduğundan meyveleri yemiĢ ve -mucizevi bir Ģekilde- artık yorgun olmadığını fark etmiĢ. Aucu-ba bundan çok etkilenmiĢ ve biraz meyve alıp satmıĢ ve zengin bir adam olmuĢ. Kimse giriĢimci bir ruha sahip olmayan Kal-di'ye ne olduğunu bilmiyor. KAHVE YER MĠSĠNĠZ? Kahve hakkındaki en eski yazılı belge MS 900 civarlarında bir Arap fizikçifilozof olan Rhazes tarafından yazılmıĢtır. Rha-zes kahvenin (ondan "bançam" diye söz ediyor) hastalık iyileĢ-tirebilen bir madde içerdiğini düĢünüyordu. Ama kahvenin bu en eski hali içilmiyordu; meyveler kurutuluyor, eziliyor ve yağlanıp top Ģekline getirilerek yeniliyordu. SADECE TIBBĠ AMAÇLARLA Böylece kahve ilk baĢta halk tarafından ilaç olarak kullanıldı. Sadece dindar Müslümanlar onu içecek olarak kullanıyordu. On üçüncü yüzyıldan sonra Arap kahvehaneleri içecek olarak satmaya baĢladı. Müslümanların çoğu bu "kutsal içeceğin" aleni kullanımından rahatsızdı ve bu günahı sıklıkla iĢleyenleri ölümle tehdit ediyorlardı. Ama bir fincan kahve içtiğinizde neler olduğunu bilirsiniz. Tehditler kahve müdavimlerini uzaklaĢtıramadı. O kahve tutkunları taneleri yaymıĢ olmalılar ki kahve dünyaya yayıldı. KAHVENĠN ĠZLEDĠĞĠ YOL Avrupa: Avrupalı seyyahlar kahve adı verilen siyah tuhaf bir içeceğin haberleriyle döndüler. Kahvenin geliĢi, onun'Ģeytanın acı keĢfi' olduğunu düĢünen Ġtalyan papazlar (nedir bu dindarlardan çektiğimiz?) arasında karıĢıklığa neden oldu. Papa VI-II. Clement sonunda izin verdi. Sonraki 80 yllda kahve içmek ve kafeler Ġtalya'dan tüm Avrupa'ya yayıldı. 1690'da Hollandalılar 342 bir miktar bitkiyi Hollanda'ya kaçırdılar ve böylece Avrupa'da-ki ilk kahve tarımı baĢladı. Bu da kahve ticaretindeki Arap tekeline son verdi. Yeni Dünya: 1723'de Gabriel Mathieu de Clieu adındaki sinsi bir adam Paris'teki botanik bahçeci Jardin des Plantes'den Amerika'ya götürmek amacıyla bir kahve bitkisi çaldı. Tarihsel kayıtlar yolculuk boyunca Ģiddetli fırtınalar, korsan


saldırıları ve ciddi susuzlukla karĢı karĢıya kalındığını söylüyor. Gabriel ve değerli bitkisinin yolculuktan canlı kurtulmaları neredeyse mucizeydi. Kahvenin Yeni Dünya'ya yayılması bu tek bitkiden olmuĢtur. Brezilya: Kahve sonunda 1727'de Brezilya'ya vardı. Brezilyalı bir teğmen olan Francisco de Melo Palheta, Fransız ve Hollanda Guyanası'ndaki bir sınır sorununa hakemlik etmek üzere gönderilmiĢti. Her iki ülke de kahve yetiĢtiriyordu (Clieu'nün çaldığı kahve bitkisinin torunları) ama bitkinin tohumlarının dıĢarı çıkarılmasına izin vermiyordu. Palheta ülkesinin bu karlı kahve ticaretine girmesini istiyordu, bu yüzden Fransız Guyana'sının valisinin eĢinin gözüne girmeyi baĢardı. Kadın onun hakemliğinden öyle etkilenmiĢti ki giderken Francisco'ya bir buket sundu. Buketin içinde kahve tohumları ve fideler gizliydi. Palheta onları Brezilya'ya götürdü, böylece ünlü Brezilya kahve endüstrisi doğdu. 343 KAYIP MÜCEVHER ikinci Dünya SavaĢı'nın en büyük hazinesini arama çalıĢmaları hala sürüyor. Onun Ģimdiye kadar yaratılan en büyük mücevher parçası olduğu söyleniyor. Bazı uzmanlar değerinin 100 milyon dolar kadar olduğunu tahmin ediyorlar; diğerleri ise paha biçilemez olduğunu söylüyor. Hazine avcıları onu Baltık Denizi'nin dibinde, Lituanya'da bir lagünün dibinde, bir gümüĢ madeninde ve sanat hırsızlarının tehlikeli dünyasında aradılar. Elmas ya da altın değil! Ġkinci Dünya SavaĢı'nın en zorlu hazinesi bir ağaç reçinesi! Bilim adamları onun yok edildiğinde ısrar etse de kehribar odanın parçalan yakın zamanda polislerin eline geçti. Komik. Bir odayı bulmanın bu kadar zor olacağı kimsenin aklına gelmez. ĠLGĠNÇ BĠR FĠKĠR On sekizinci yüzyılın baĢlarında Prusya kralı I. Frederick ve mimarı, değiĢik bir iç mimari buldular. Frederick'in Berlin Kraliyet Sarayı'ndaki çalıĢma odasının kehribar kaplanmasına karar verdiler. Hep rağbet gören kehribar, çok yaĢlı ağaçların taĢlaĢmıĢ reçi-nesidir. Antik Mısırlılar onu takarlardı; gerileme döneminde Romalılar kehribar zarlarla kumar oynarlardı; Frederick'in dönemindeki zengin Avrupalılar da kehribar mücevherler takar 344 ve kehribar tas ve tabaklarda yemek yerlerdi. Ama kehribardan bir oda - bu tarihte bir ilkti. ASLINDA EBEDĠYEN Projenin tamamlanması yıllar aldı. Avrupa'daki en iyi zanaatkarlar kehribarı iĢlediler ve mozaikler halindeki parçaları Frederick'in odasını kaplayacak dört duvar halinde bir araya getirdiler. 1713'de itibaren Frederick dünyanın gördüğü en görkemli kehribar koleksiyonuna sahipti. Maalesef keyfini sürmek için fazla vakti olmadı; aynı yıl öldü. Bir sonraki kral I. Frederick Wilhelm'e "asker kral" denilirdi. Askerleri bilirsiniz: Sanat harikalarıyla pek fazla ilgileri yoktur. Bu yüzden Rus Çarı Deli Pedro 1716'da Berlin'e gelip Kehribar Oda'ya hayran kalınca kral onu söktürüp Pedro'ya hediye etti. KALDIRIN ġU ODAYI Pedro da onu ancak I. Frederick Wilheim kadar kullandı: Odayı depoya kaldırttı. Pedro'nun kızı Elizabeth 1741'de tahta çıkana dek oda orada kaldı. Çariçe bir sanat ve moda insanıydı; Kehribar Oda'nın kıymetini anladı. Onu PuĢkin kentindeki Cat-herine Sarayı'na yerleĢtirdi ve baĢına çalıĢması için mimarı Bartolomeo Francesco Rastrelli'yi koydu. BAROK'A YÖNELĠġ Yeni Kehribar Oda göz kamaĢtırıcıydı: Her tarafında yaldızlar, duvar aynaları, avizeler vardı. Catherine Sarayı'ndaki oda Frederick'in çalıĢma odasından daha geniĢ bir yerdi, bu nedenle mücevher kaplı paneller eklenmiĢti. Bunlara mermer, yeĢim, oniks ve kuvarstan yapılmıĢ dört Floransa mozaiği de dahildi. Daha sonra bu mozaiklerin gayet Ģüpheli durumları olduğu ortaya çıkacaktı. Mobilyalar arasında sergi sandıkları içinde satranç takımları, Ģamdanlar ve mücevher kutuları gibi değerli keh345


ribar eĢyalar vardı, ama misafirlerin esas nefesini kesen odanın kendisi oldu. Bir Ġngiliz elçi onu dünyanın sekizinci harikası olarak adlandırdı. BARBARLAR KAPIDA Ġkinci Dünya SavaĢı'nın baĢına gelindiğinde Kehribar Oda neredeyse 200 yıldır Catherine Sarayı'nın gururuydu. Ani ısı değiĢikliklerinden kaynaklanan hasar dolayısıyla periyodik olarak tamir görüyordu. Neyse, bir nedenle -ya kehribarın hassaslığı ya da Almanların yaklaĢma hızı dolayısıyla- 1941'de Sovyet hükümeti Kehribar Oda'nın içindekileri boĢaltıp Sibirya'da gizli bir yere gönderdi ama panelleri bıraktı. ĠĢçiler duvarları kağıt, pamuk ve gazlı bezlerle gizlediler. Ama Almanlar ne aradıklarını biliyorlardı. Kağıt, pamuk ve gazlı bezler onları aldatamadı; Hitler Kehribar Oda'nın 'anayurduna geri götürülmesini' istiyordu. Kısa sürede Wehtmacht tankları PuĢkin'e yöneldi, Alman uzmanlar saraya ulaĢtı. Panelleri beraberlerinde götürdüler. Paneller daha sonra Doğu Prusya'da Königsberg'de görüldü. Dört yıl içinde Sovyetler Königs-berg'e yaklaĢtıklar ve Almanlar da 'Kehribar Oda'yı sakla' oyununa baĢladılar. Sakladılarsa kimse onu bulamadı: Kehribar Oda'yı bir daha gören olmadı. MÜLTĠMĠLYON DOLARLIK SORU Kehribar Oda'nın akıbeti hala merak konusu. Baltık Denizi'nin dibinde mi? Ya da bir lagünün? Bir gümüĢ madeninde mi gömülü? Ya da sanat hırsızlarının eline mi düĢtü? Yoksa tamamıyla yandı mı? ÇeliĢkili senaryoların destekleyici delilleri ve görgü tanıkları var. Bazı Kehribar Oda avcıları, düĢman birlikleri Königsberg'i sardığında Almanların hazineyi deniz yoluyla kaçırdığını düĢünüyorlar. Bu senaryoyu destekleyen ipucu, 1945'in baĢlarında Ģüpheli bazı sandıkların Wilhelm 346 Gustloff vapuruna yüklendiğini gören tanıklar. Gemi bir Rus denizaltısı tarafından batınldı, bu yüzden Gustloff (ve belki de Kehribar Oda da) Baltık Denizi'nin derinliklerinde yatıyor. Suya odaklanmıĢ diğer avcılar hazinenin Königsberg'den uzakta olmadığını savunuyorlar. Lituanya kasabası Neringa'nın yerlileri bazı SS askerlerinin çok miktarda sandığı Baltık kıyısına sakladıklarını görmüĢler. Su seviyesi yükselmiĢ ve sandıklar (belki de kehribar doluydular) Ģimdi kasvetli bir lagünün dibinde yatıyor. BĠLĠNMEYEN BĠR YERE YOLCULUK Diğer avcılar kendilerini yeraltına götüren deliller buldular. Doğu Prusya'da görevli Nazi subayı Erich Koch, Kehribar Oda'yla çok ilgiliydi ve onu memleketi Weimar'a göndermiĢ olabilir. Kanıtlar sanatsever Nazi'nin, Königsberg'in değerli sanat eserlerinin yarısını Weimar'a gönderdiğini gösteriyor. Bazıları Weimar'da sanat hazinelerinin sahte Kızıl Haç kamyonlarına doldurularak madenlere ve sığınaklara gömüldüğüne inanıyor. Müttefikler Koch'u hapse attı, tanıklar "hazinelerimin olduğu yerde Kehribar Oda da var" dediğini söylüyorlar. Koch 1986'da öldü ve bu konuda hiçbir Ģey söylemedi. KEHRĠBAR ĠÇĠN KAZILAR BaĢka bir kanıt da Nazi belgelerinde yer alan, Kehribar Oda'yı Almanya'da Saksonya'ya gönderme emri. Aralık 2000'de Alman ve Çek araĢtırma ekipleri, Saksonya'da baĢlayan ve Çek Cumhuriyeti sınırını geçen eski bir gümüĢ madeni olan Nicolai Stollen'e tünel açtılar. Ekipler 1945'de SS'leri madende gördüğünü hatırlayan tanıklarla birlikte farklı SS kaynakları tarafından aktarılan bilgileri izlediler. Ġki ekip de hala uğraĢıyor. 347 APTALLAR! Bazı sanat tarihçileri Kehribar Oda avcılarının zamanlarını boĢa harcadıklarını düĢünüyorlar. Kimsenin hazineyi bulamayacağını çünkü odanın yok olduğunu söylüyorlar. Kehribarın erime derecesi 148(C'dir; bu yüzden Müttefik bombalan Königsberg'i viraneye çevirdiğinde kehribar paneller de yandı. ÇAT BURADA, ÇAT KAPI ARKASINDA Catherine Sarayı için yapılan ve 1941 'de Sibirya'da saklanan dört Floransa mozaiğini hatırlıyor musunuz? Alman polisi onlardan birine 1990'ların ortalarında Bremen'de el koydu. Bir emekli, onu 2 milyon dolara satıyordu; panel Wehrmacht'ta Hit-ler'e hizmet eden babasından miras kalmıĢtı. Uzmanlar mozaiğin 1944'den önce çalındığını tahmin ediyorlar öte yandan bu konuda kopan yaygara, bir ev kadınının Doğu Almanya'dan aldığı kehribar sandığın Kehribar Oda'ya ait


olup olmadığını merak etmesine yol açtı. Eski fotoğraflar bu kuĢkuyu doğruladı. Aynı zamanlarda, bir müzayede Ģirketi kehribardan yapılmıĢ bir asker büstü sattı, bunun da Kehribar Oda'dan olduğuna inanılıyor. Yani Fred ve Elizabeth'in malları pazara geri döndü. GELĠN BUNA "CATHY'NĠN SARAYI" DĠYELĠM Bu arada, Catherine Sarayı'nda zanaatkarlar Kehribar Odayı yeniden yaratıyorlar. I. Frederick Wilhelm'in jestinden 300 yıl sonra, Almanya ve Rusya, bu kez baĢka bir Ģaheserin yapımı için bir aradalar. Yeni Kehribar Oda 2003'de bitmiĢ olacak ve eğer umuma açılırsa, ortalık kısa sürede Bermuda Ģortlu turistlerle dolacak. 348 "Arı çevrelendi ve kehribarın içinde göründü, kendi usaresi içinde gömülmüĢ gibiydi." Martial "Bir kehribar boncuğun içinde tertemiz gömülmüĢ bir sinek gördüm." Robert Herrick "Güzel! Kehribarın içinde Ģekilleri gözlemek, saçlar, saman çöpleri, toz, larva ya da kurtçuklar." Papa Alexander 349 bir cümle Ġle... • Gelir vergisi ilk kez Ġngiltere'de, Napolyon'la yapılan savaĢın finansmanı için toplandı. • Lev Bronstein gardiyanının pasaportunu çaldı; bu yüzden Le-on Troçki olarak tanınır. • Garibaldi Ġtalya'yı tekrar birleĢtirmeden önce kısa bir süre Staten Adası'nda yaĢadı ve mum yapımcısı olarak çalıĢtı. • Amerikan baĢkanlarının hiçbiri ailenin tek çocuğu değildir. > Amerika kıtasında köleliği kaldıran son ülke ABD değil Küba'dır. • Bağımsızlık Bildirisi'nin taslağı kenevir kağıdı üzerine yazılmıĢtı. > Ho Chi Minh kelime anlamıyla "aydınlatan kiĢi" demektir. • Rusya'daki ġubat devrimi Martta, Ekim Devrimi de Kasımda olmuĢtur. • Mayflower'da doğan ilk çocuğa Oceanus Hopkins adı verildi. • Lenin ölmeden önce komünizmin despotluğunu ve bürokrasisini eleĢtirdi. 1 BirleĢmiĢ Milletlerin hiç Kuzey Amerikalı bir genel sekreteri olmadı. ¦ 1923'de Viyana'da kurulan Ġnterpol, Nazi döneminde Gesta-po'ya dahil oldu. ¦ Seçilen 42 Amerikan baĢkanından 26'sı hukukçuydu. 350 Ġsveç 1709'a kadar Avrupa'nın büyük askeri güçlerinden biriydi. ¦ Pers Kralı I. Xerxes fırtınalı denizi 300 kırbaçla cezalandırdı. ¦ Kari Marx bir ara Horace Greeley'nin New York Daily Tribüne gazetesine muhabirlik yaptı. ¦ Kaiser II. Wilhelm, Çar II. Nicolas ve Ġngiltere Kralı V. Ge-orges, Ġngiltere Kraliçesi Victoria'nın torunlarıdır. < Kanada BaĢbakanı Lester Pierson'un Ġngiliz Olimpiyat hokey takımında oynaması istenmiĢti. • Ho Chi Minh, Vietnam Bağımsızlık Bildirisi'nin giriĢi kısmını Amerika'nınkinden aldı. > Büyük Frederick Almanya topraklarını iki katına geniĢletti ama Almanca bilmiyordu. > Gerçekten bir Kral Macbeth vardı, 1040-1057 yılları arasında Ġskoçya'ya hükümdarlık etti. • Çariçe Büyük Katerina tuvalette otururken kalp krizi geçirerek öldü. «En uzun süre hükümdarlık eden kiĢi II. Pepi idi. 90 yıl Mısır'ı yönetti. • Fransız imparatoru XIV. Louis gençliğinde hevesli bir baletti. • Ġngiltere Siyonistlere, Yahudi ülkesi olarak önce Kenya'yı önermiĢti. • Ġngiliz Avam Kamarası'ndaki ilk kadın olan Nancy Astor, Virginia, ABD doğumludur. • Disneyland'deki Sinderella'nın Ģatosu Bavyera Kralı II. Lud-wig'in Ģatosu model alınarak yapılmıĢtır. • 26 ABD eyaleti ve 4 Kanada bölgesinin ismi yerli Amerikan aslından alınmıĢtır.


• Amerikan Ġç SavaĢı baĢladığında, Robert E. Lee'nin kölesi yoktu ama Ulysses S. Grant'in vardı. • 1971'e kadar Ġsviçre'de kadınların oy hakkı yoktu. 351 • Japon Ġmparatoru Akihito, MÖ birinci yüzyıldan beri kesintisiz süren bir soyun 125'inci kiĢisidir. • Polonya kralı 'Güçlü' Augustus'un 300'den fazla çocuğu vardı ama sadece biri meĢru idi. • Ġspanya Kralı XIII. Alfonso'nun müzik kulağı o kadar kötüydü ki Ġspanya'nın milli marĢını bile tanıyamazdı. • Finlandiya'nın baĢkenti Helsinki 155O'de Ġsveç kralı tarafından kuruldu. • Deli Petro karaya oturan bir gemiden insanları kurtardıktan sonra öldü. • Fransız Bourbonlar Ġspanya tahtını ele geçirdi, hala ayakta olan tek Bourbon monarĢisi Ġspanya'dadır. • Norveç Kralı X. Christian 1918'den 1944'e kadar aynı zamanda Ġzlanda kralıydı. • Ünlü aĢık Giovanni Casanova hayatının son döneminde kütüphaneciydi. • Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında orada bir Hollanda prensesi doğduğu için Kanada Ģehri olan Ottowa'nın bir kısmı Hollanda toprağı ilan edildi. • Thomas Jefferson ve John Adams Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin 50'inci yıldönümünde öldüler. • Kanada'nın 1880 tarihli Kızılderili Yasası "kiĢiyi" "Kızılderili olmayan birey" olarak tanımlar. • Frankenstein'ın yazarı Mary Shelley feminist yazar Mary Wollstonecraft'ın kızıdır. • Ġlk kez 1980'de Ġzlanda'da bir kadın devlet baĢkanı seçildi. • Jean D'Arc aslında Ġngilizler değil Fransızlarca yakalandı. • Mata Hari aslında Margarete Gertruce Zelle adında bir Hollandalıydı. • Yeni Zelanda 1893'te, kadınlarına genel seçimlerde oy hakkı veren ilk ülkedir. • Woodrow Wilson 9 yaĢına kadar okuyamıyordu ama doktorası olan tek Amerikan baĢkanı o oldu. 352 • Ġsrail BaĢbakanı Golda Meir, Mihvaukee'de büyüdü. • Pakistan BaĢbakanı Benazir Butto, bir Ġslam ülkesinde seçilerek baĢa gelmiĢ ilk kadındır. • Elizabeth Blackwell hem ABD hem de Ġngiltere'deki ilk kadın doktordur. • Fransız Kralı VI. Charles'in kıyafetlerinin içine, cam bedeni kırılmasın diye demir çubuklar konulmuĢtu. • Charlemagne ve Otto von Bismarck Ġlk ve Ġkinci Reich'ın liderleri olarak tanınırlar. • Andrew Bonar Law adında bir Kanadalı 209 gün Ġngiltere'ye baĢbakanlık etti. • Jean-Paul Marat ve Agamemnon kuvetlerindeyken bir kadın tarafından öldürüldüler. > Abel Tasman Tasmanya, Yeni Zelanda ve Fiji'yi keĢfetti ama Avustralya'yı hiç fark etmedi. > Ġngiliz Ġmparatorluğu, Ġngiltere'nin ilk denizaĢırı kolonisini kurduğu Newfoundland'de baĢladı. • Macellan dünyanın etrafını dolaĢan ilk kiĢi değildi, zaten yarı yolda öldürüldü. > Miranda Stuart, Kanada'da askeri doktorluk yapmak için erkek numarası yaptı. • Leydi Jane Grey neredeyse 400 yıl sonra Ġngiltere'nin ilk kraliçesi oldu ama bu sadece dokuz gün sürdü. • Ġngiltere Kralı I.George Alman'dı ve neredeyse hiç Ġngilizce konuĢamıyordu. ¦ Fatih William öldükten sonra, uyluk kemiği hariç tüm kemikleri çalındı. ¦ Ġngiltere Kraliçesi Anne çok ĢiĢman bir kadındı ve makaralarla yürütülmesi gerekiyordu. ¦ Winston Churchill'in annesi Amerikalı'ydı, babası da baĢarısız bir siyasetçiydi. 1 2000 yılının Ağustos ayında Yeni Zelanda'da, siyaset ve yargı görevlerinde ilk beĢ sırayı kadınlar doldurdu. 353


Ütopya sözcüğünü ilk kullanan Thomas More, VIII. Henry tarafından öldürtüldü. Marki de Lafayette Fransız Devrimi sırasında hain olarak damgalandı. Ġngiltere'nin Stonehenge'i Roma'nın Coliseum'undan 1500 yıl daha eskidir. En güçlü döneminde Sparta'nın 25 bin yurttaĢı ve 50 bin kölesi vardı. 1892'de Ġtalya, kızlar için asgari evlenme yaĢını 12'ye yükseltti. ¦ 1787'de ABD'nin resmi parası dolar oldu. • Wright kardeĢlerin ilk uçağının adı Bird of Prey (Alıcı KuĢ) idi. ¦ Kraliçe Anne'in 18 çocuğunun 13'ü ölü doğdu, yaĢayan tek çocuğu da 11 yaĢında öldü. ¦ 1929'da ABD BaĢkan Yardımcısı olan Charles Curtis yarı Kızılderili'ydi. 1 Kral John, Magna Carta'yı imzaladı ama Papa Innocent'e onu feshettirdi. • VIII. Edvvard'ın ünlü tahttan çekilme konuĢmasının çoğunu Winston Churchill yazmıĢtı. • Görevi 1893'de bırakan Benjamin Harrison, sakalları olan son Amerikan baĢkanıydı. > Diana 1659'dan beri bir taht varisiyle evlenen ilk Ġngiliz'di. > Kediler insanlar tarafından ilk olarak MÖ 8000'lerde evcil-leĢtirildi. • Kleopatra Mısırlı bile değildi, Yunanlıydı. • Charles Lindberg'in ünlü yolculuğuna baĢladığı alan bir alıĢveriĢ merkezidir. • Charlemagne'ın ebeveynleri Kısa Pepin ile Koca Ayak Bert-ha'ydı. • Exodus'da bir firavun sanılan II. Ramses'in mumyası British Museum'dadır. 354 • Teddy Roosevelt'in San Juan Tepesi 'süvari hücumu' yayan yapılmıĢtı. • Ho Chi Minh bir zamanlar Paris'te fotoğraf rötuĢçusu olarak çalıĢtı. • Kadınlara içki yasağını atlatmak için, Büyük Katerina'nın sarayında travesti balolar yapılırdı. • Ġngiliz BaĢbakanı John Major'ın babası bir trapez ustasıydı. • Gregory Pincus dünyayı değiĢtirdi, ilk doğum kontrol hapım buldu. • Sherlock Holmes'ün yazarı Arthur Conan Doyle bir göz hekimiydi. • Jungle Book'un yazarı Rudyard Kipling sadece siyah mürekkeple yazardı. • 1982'ye kadar Kanada tam olarak bağımsız bir devlet değildi. • Sadece bir tek boĢanmıĢ adam Amerikan baĢkanı oldu - Ro-nald Reagan. • Lech Walesa DayanıĢma'nın lideri olmadan önce bir gemi elektrikçisiydi. • 1522'den beri Ġtalyan olmayan ilk papa II. John Paul oldu, 1978'de. • Kanada'nın ilk pulunu tasarlayan Sanford Fleming saat dilimlerini de düzenlemiĢti. • Fransa'nın ġiĢko, Kel, Basit ve Ġyi Hizmet Eden Charles adlı kralları oldu. • George Washington ulusunun babası olabilir ama kendi çocuğu yoktu. • Boston Çay Partisi'nden önce Ġngilizler aslında çay vergisini yükseltmemiĢ, düĢürmüĢlerdi. • Kraliçe Elizabeth'in soyadı Mountbatten-Windsor'dur. • 1946'ya kadar Kanada vatandaĢı diye bir Ģey yoktu, sadece Ġngiliz tabiiyetliler vardı. 355 Fransız Devrim takviminde Patlıcan, Gübre ve Ispanak adlı günler vardı. Kanada Kızılderilileri 1960'a kadar ulusal seçimlerde oy ve-remiyorlardı. Ġkinci Dünya SavaĢı'nda Sovyetler Birliği'nin can kaybı 7,5 milyondu. Hem Indra Gandi hem de oğlu Rajiv suikasta kurban gitti. Hatshepsut kendi adına hükümdarlık yapan tek kadın firavundur. Ġngilizler Çjuebec'i iĢgal ettikten sonra Guadeloupe ile değiĢ tokuĢ etmek istediler ama Fransa kabul etmedi. XIV. Louis Fransa'dan kaçabilirdi ama paraların üzerindeki resminden tanındı. Julius Caesar "Geldim, gördüm, yendim" dediğinde, gelip görüp yendiği yer bugünkü Türkiye'ydi. Kral Edward tahttan çekilmiĢ olsa da yönetmeye devam etti, Bahamalar'ın valisi oldu. Aquitaine'li Eleanor hem Ġngiltere, hem de Fransa'nın kraliçesi olan tek kiĢidir. British Columbia'nın ilk baĢbakanı kendine "Evrenin AĢığı" adını taktı. Eski Mısır'da kedi öldürmek genellikle idamla cezalandırılan bir suçtu. Kızıl Baron'u düĢürenin, Roy Brown adlı Kanadalı bir pilot olduğu sanılıyor. 1700'lerde Ġngiltere'de cehenneme gitmeye karĢı sigorta yaptırmak mümkündü.


En parlak döneminde, MS 117'de Roma Ġmparatorluğu 4 milyon kilometrekareyi kapsıyordu. Sifonlu tuvaletin tarihi MÖ 2000'lere kadar uzanır. 1700'lerde Ġngiltere'de kumarda hile yaptığınız için asılabilirdiniz. 356 30 yaĢından sonra insanlar kısalmaya baĢlar. 1752'ye kadar Ġngiltere yeni yıla 25 Mart'ta girerdi. VI. George'un 1939'daki ziyaretine kadar hiçbir Ġngiliz hükümdarı Kanada'yı ya da ABD'yi ziyaret etmemiĢti. Aslında iki tane St. Valentine vardı, ikisi de Roma'da Ģehit oldu. VIII. Henry Greensleeves adlı Ģarkıyı yazmıĢtır. Cincinnati adını, 9 gün sonra istifa eden Romalı bir diktatörden almıĢtır. 1 Oy veremiyor olmasına rağmen feminist Victoria Woodhull 1872'de baĢkanlığa aday oldu. ¦ Yer yüzeyinin engebeli oluĢu ve binek hayvanları olmadığından hiçbir Amerikan yerli halkı tekerlek kullanmamıĢtı. 1 Newfoundland Kanada'ya katılmadan önce teknik olarak bağımsız bir ülkeydi. ¦ Lincoln Ġç SavaĢ'a kadar köleliği kaldırmak değil sınırlandırmak istiyordu. ¦ Mitterand, Thatcher'da "Caligula'nın gözleri ve Marilyn Monroe'nun dudakları" olduğunu söylemiĢtir. ¦ mdira Gandhi'nin Mahatma Gandhi ile akrabalığı yoktu, Nehru'nun kızıydı. 1 Spencer Perceval suikastta öldürülen tek Ġngiliz baĢbakanıdır. 1 Hitler'in 'Bin Yıllık Reich'ı sadece 147 ay sürdü. ¦ Avustralya BaĢbakanı Harold Holt, Port Philip Koyu'nda yüzerken kayboldu. • 1867'de Kanada'nın federal politikacıları günde 6 dolar kazanıyorlardı. • John Adams ABD hükümeti hakkında utandırıcı haber yapmayı suç haline getirdi. > Benjamin Disraeli Yahudi kökenli tek Ġngiliz baĢbakanıdır. • Amerika'yı 'keĢfettiğinde' Colombus'un tam olarak nerede olduğunu kimse bilmiyor. 357 I • Antik Mısır'ın son kralı, Cleopatra'nın oğlu XV. Ptolemy idi. ¦ Nazi Rudolf Hess dört gün kaldığı Londra Kulesi'nin son mahkumu oldu. ¦ ABD BaĢkanı William Howard Taft 141 kiloydu ve bir defasında küvete sıkıĢtı. ¦ Tony Blair bir zamanlar Ugly Rumours (Çirkin Söylentiler) adlı bir rock grubunun üyesiydi. ¦ Sadece on kiĢiden biri solaktır ama son altı Amerikan baĢkanının üçü solaktı. ¦ 1980'lerde baĢbakan David Lange Yeni Zelanda'yı nükleerden arındırılmıĢ bölge ilan etti. ¦ Teknik olarak, ilk Amerikan baĢkanı Maryland'h John Han-son'dır. ¦ Winston Churchill bir zamanlar Küba, Hindistan ve Sudan'da savaĢ muhabirliği yaptı. ¦ Kanada'nın 36 Konfederasyon kurucusundan ikisinin adı John Hamilton Gray'dir. ¦ Kanada'nın kurucularından biri Amerikandı: New York Pa-ulins'li William P. Hovvland. ¦ 1926'da Goebbels, Hitler'in Nazi Partisi'nden atılmasını istedi. ¦ Hitler ve Mussolini Ġspanya'da, her ikisinden de uzun yaĢayan faĢist bir hükümet kurdular. ¦ Teknik olarak, Amerika'yı 'keĢfeden' Colombus değil gözcü Rodrigo de Triana'dır. > Voltaire Fransa'nın Kanada kolonilerini "birkaç kilometrelik kar" diye küçümsemiĢti. ¦ Ġngiltere Gregoryen takvime geçince 4 Ekim 1582'yi 15 Ekim 1582 izledi. ¦ Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında Alman U-botları Kanada'nın St. Lawrence Nehri'nde 23 gemiyi batırdı. • ABD Rusya'ya Alaska'nın bir kilometrekaresi baĢına sadece yarım sent ödedi. 358 Union Ironclad Monitör sifonlu tuvaleti olan ilk gemiydi. Amerika'nın ilk çıplaklar derneği üç erkek tarafından kuruldu. ABD, Fransa'ya Louisiana'mn bir kilometrekaresi baĢına sadece 0,75 sent ödedi. Robert E. Lee ve Ulysses S. Grant, bir savaĢta aynı taraftaydılar... Meksika SavaĢı. ¦ 1812 SavaĢı'nda ABD Toronto'yu, Ġngiltere de Washing-ton'u yaktı.


Ananas Baronu Sanford Dole, Hawaii Cumhuriyeti'nin ilk ve tek baĢkanı oldu. ¦ Bir Amerikalı, William Walker 1856'da Nikaragua baĢkanı oldu. • ABD'nin Panama kanalını yapabilmesi için Panama, Kolombiya'dan bağımsızlığını ilan etti. >1812 SavaĢı sırasında Ġngilizler Detroit'i ateĢ bile etmeden aldılar. ¦ 1620'lerde Hollanda'nın, Manhattan'ın alt ucunda bir kolonisi vardı. • Dünyanın en eski parlamentosu Ġzlanda'nın Althing'idir, MS 930'da Vikingler tarafından kurulmuĢtur. > ABD Kanada'yı iki kez iĢgal etti, biri Devrim sırasında, diğeri de 1812 SavaĢı'nda. ¦ Hem Hitler, hem de Mussolini vejetaryendi. • Amerikan Devrimi'nden sonra John Paul Jones, Rus donanmasında görev yaptı. > Benjamin Franklin Amerikan ulusal kuĢu olarak hindi yerine kartalı tercih etti. > Rudolf Hess 20 yıl boyunca, Berlin Spandau Hapishanesi'nin tek mahkumuydu. • Trenlerde yolculuk edenlerin sadece binde biri Kızılderililer-ce öldürüldü. 359 > Herald Fairhair bir kadını etkilemek için Norveç'i birleĢtirdi. ¦ Ġlk Kanadalı bağımsızlıkçılar Quebec'te değil Nova Scota'da seçildiler. ¦ Ġrlanda'nın Dublin ve Ġngiltere'nin York kentlerini Vikingler kurdu. ' Geranimo'nun asıl adı Govathlav'dı ve anlamı 'Esneyen Adam' idi. Bunker Tepesi SavaĢı aslında Breed Tepesi'nde yapılmıĢtı. 1 Nazi Almanyası Ġngiltere'yi iĢgal etti ama sadece Channel Adaları 'na kadar. General George Patton 1912 olimpiyatlarında pentatlonda 5. oldu. Sadece dört Batı Yarıküre ülkesi Ġkinci Dünya SavaĢı'na birliklerini gönderdi. Papa XXIII. John Birinci Dünya SavaĢı'nda yüzbaĢıydı. John Quincy Adams'ın evcil bir timsahı vardı. ¦ 4 Temmuz'da Bağımsızlık Bildirgesini sadece iki kiĢi imzaladı. 1 Ġngiliz BaĢbakanı Alec Douglas-Home uluslar arası bir kriket oyuncusuydu. Beatles'in Taxman (Vergi toplayan adam) Ģarkısında iki Ġngiliz baĢbakanının ismi geçer. Christopher Columbus'un üç gemisine de Barcelona'lı fahiĢelerin adları takıldı. Etiyopya Kralı II. Menelik'in tahtı aslında ABD'den ithal edilmiĢ bir elektrikli sandalyeydi. Kore SavaĢı bir jetin diğerini vurduğu ilk savaĢtır. Uruguay donanması bir defasında Montevideo'yu savunmak için peynirden top mermileri kullandı. Cengiz Han; Büyük Ġskender, Napolyon ve Hitler'in fethettiği toplam topraktan fazlasını fethetmiĢtir. Louis Philippe, Fransa kralı olmadan önce bir Philadelphia barının üzerinde yaĢıyordu. 360 Baskı makinesinin babası Johannes Gutenberg aslında altın sarrafıydı. Birinci Dünya SavaĢı'nın son muharebesi Ģimdiki Zambiya'da oldu. Futbolcu Pele Lagos'ta oynayabilsin diye Nijerya iç savaĢı durdurdu. Edmund Hillary, Everest Dağı'na tırmanmadan önce Yeni Zelanda'da arıcılık yapıyordu. Aragon'lu Catherine, VIII. Henry'yle evlendiğinde hem dul, hem de bakireydi. Al Capone sonunda mahkum edildi ama cinayetten değil vergi kaçırmaktan. Birinci Dünya SavaĢı sırasında Almanya, taraf değiĢtirmesi için Meksika'ya Arizona, New Mexico ve Texas'ı önerdi. 1570'lerde Ġspanya, buz patenleri giyen bir Hollanda ordusu tarafından yenildi. ¦ 'Ġyi Kral Wenceslas' aslında Bohemia kralıydı. ¦ BirleĢmiĢ Milletlere ilk katılan ülke Nikaragua'dır. ¦ NATO'nun savaĢtığı tek ülke Yugoslavya oldu. ¦ Anne Boleyn'in kafası uçurulduğunda kurt köpeğininki de uçuruldu. 1 Napolyon'un büyük yeğeni Charles Bonaparte FBI'yı kurmuĢtur. • 1918'de grip, Birinci Dünya SavaĢı'ndan daha fazla insanın ölümüne neden oldu. > 1940'da Alman casusu Josef Jacobs, Londra Kulesi'nde idam edilen son insan oldu. > Benito Mussolini'ye, Meksikalı devrimci Benito Juarez'in adı verildi.


> 1800'lerde Yeni Zelanda hem altın, hem de fahiĢe hücumuna uğradı. 361 ' Isandhlawana'da Ġngilizleri yenen Zulu ordusunda 60'lıklar-dan oluĢan bir alay da vardı. ¦ Boer SavaĢı motosiklet ve kamyonların kullanıldığı ilk savaĢtır. • Pers Kralı I. Darius, Nil ve Kızıl Denizi bir kanalla birleĢtirdi. ¦ Etemenanki adı verilen bir zigurat (piramit biçimli eski Mezopotamya kulesiç.n.) kulesi, Babil Kulesi hikayesine ilham kaynağı olmuĢ olabilir. ¦ Ġnkalar imparatorlarının serbest kalması için 8x5 metrelik bir odayı 3 metre yükseklikte altınla doldurdular. ¦ Atinalı Draco insanları lahana çalmaktan idam ettirirdi. ¦ Noel Baba'nın kökeni olan Santa Claus Türkiyelidir. ¦ 1898'de yayınlanan Futility kitabı tuhaf bir Ģekilde Titanic'in 1912'deki batıĢını öngörür. ¦ Konfüçyüs 'Suç Bakanı' olarak atanmıĢ ve Lu bölgesinde suçu sona erdirmiĢtir. ¦ Paraguay'da 1890'larda bir Yeni Avustralya vardı. ¦ Karayipler'e adını veren Carib Kızılderilileri daha çok Dominik'te yaĢarlar. 1 O zamanlar barut deposu olarak kullanılan Parthenon (At-hena Tapınağı) neredeyse yıkılıyordu. ¦ ġu anda sanat galerisi olan Louvre bir zamanlar kraliyet sarayıydı. 1 Üç Magi'nin (Ġncil'de Ġsa'nın doğumunu kutlamak için doğudan Bethlehem'e gelen üç bilge adam: Caspar, Melchior ve Balthazar- ç.n.) Almanya'da, Köln'de bir katedralde gömülü oldukları söylenir. ¦ Kral Tutankamon'un mezarını açan 22 kiĢiden 21'i on yıl sonra hala hayattaydı. > Stonehenge'i yapanlar Keltler değil Druidlerdir. • Taht kavgasını önlemek için Osmanlı sultanlarının erkek kardeĢlerini öldürtme hakkı vardı. 362 Hemoroit Napolyon'a Waterloo zaferine mal olmuĢ olabilir, atını bile süremiyordu. 1659'da Ġngiltere'de Noel'i kutlarken yakalananlar beĢ Ģilin ceza ödüyorlardı. Dickens, Amerikan Senatosu'nu ziyaretinde senatörlerin tütün tükürdüklerini görünce iğrenmiĢti. Wall Street, Marksist olduğunu fark etmeden önce Fidel Castro'ya borsa fiyatlarını kağıt Ģeride kaydeden bir cihaz vermiĢti.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.