III Taş odanın ıslaklığında bir saattir susuyorlardı. Nöbetçi göz lerini üzerlerine dikmiş, verilen buyruğa aykırı bir davranış göster memeleri için kıpırdamadan duruyordu karşılarında. Halii, ayağına dolanan yumuşak bir yaratığın verdiği şaşkın lıkla: «Vay anasını!» diy* bağırdı, «Nedir bu be!» Gemici fenerinin koyu mavi ışığında ikisinin arasına bir sün gü uzanmıştı hemen: «Yakarım canınızı! Yasak demedik mi konuşmak!» Büyüklükte kediden hiç de aşağı kalmayan bir fare, postalla rına çarparak iki ayağının arasından geçmişti, nöbetçinin. Süngü yü fareye saplayabilmek için ucunu hızla çevirdi ayaklarının dibi ne. Tüfeğin dipçiği duvara çarpmasaydı saplayabilirdi de... Fare çoktan bir deliğe girmişti, ama hangi deliğe?.. Merdivenin üst basamaklarından postal patırdıları duyulu yordu. Demek bu arada merdivenlerin üst başını boylamış ola caktı. Mustafa, taş odanın en azdan dört nöbetçiyle sarılmış oldu ğunu anlamıştı postal patırdılarından. Bu nöbetçiler, hava almala rından başka ne yapmaları gerekirse tümünü yasaklamak için sa rılmışlardı süngülerine. Geçmişini anımsamaktan başka, Musta fa’nın yapacağı hiçbir şey kalmamıştı, şu taş odada. «Sonra?» diye düşündü. Sonra ne olmuştu. Surların önüne
45