Mehmet ali aybar türkiye işçi partisi (tip) tarihi cilt ii bds yayınları

Page 1


Türkiye İşçi Partisi Tarihi


Mehmet Ali Aybar

TÜRKİYE İŞÇi PARTİSİ TARİHİ 2

~ BDS


Mehmet Ali Aybar BÜTÜN ESERLERİla


Sosyal mücadeleler-in ucu bucağı belirsizdir. Eskilerin deyimiyle, ezelden-ebede sürer gider. İnsanoğlu odur ki, zamanında yaptığı işi, sevabıyla günahıyla gelecek kuşak­ lara aktarsın... Deneylerinden yararlanma fırsatı versin kendinden sonraki kuşaklara .. , İnsanlar daha iyiyi, daha güzeU ararken, eskilerin gelip geçtikleri yollardan bir kez daha geçmek zorunda kalmasınlar. Sosyal mücadelelerde süreklilik gösteren ülkelerde, bu sürekliliği sağlayan önemli etkenlerden biri de, bilgi ve deney aktarımının sürekli olmasıdır. Türkiye'de ise, böyle bir gelenek yoktur. (Nedenine girmeden sade bir saptama buJ Bilgi ve deney pinkimle­ ri aktarılsaydılaktarılabilseydi, Türkiye'deki sosyal müca­ deleler tarihi bir başka yerde olurdu herhalde. Elbette ak­ tarma biçiminin de ayrı bir önemi var: Gerçekleri yazmak. Her mücadelede bir ütopya vardır, ulaşılmak istenen, hayal edilen. Mücadelede başarıyı belirleyen, çoğu kez, ütopya de­ ğil, dışımızdaki gerçeklerdir. Otopya güzeldir, çekicidir, gerçekler değil. Güzele varmak, güzel olmayanları, yani gerçekleri görmek, onların hakkından gele gele yürümek­ le mümkündür ancak. Bu, ciddi bir iştir. Bilim adamı ti­ tizliğini gerektirir. Elinizdeki kitap, ütopyasına varmayı ciddiye alan, bi­ limsel yöntemi hayatında düstur beZlemiş bir eylem ada­ mının eseridir. Türkiye'nin sosyal mücadeleler tarihinde TİP (Türki­ ye İşçi Partisi), son derece önemli bir yere sahiptir. Sos­ yalizm kavram olarak emekçi halk yığınlarına TİP döne5


mtnde ulaşmış, 1963, 1965, 1966 ve 1969 seçimlerinde hemen her mahalleden, her köyden TİP'e oy çıkmıştır. TBMM'ne ilk kez sosyalist milletvekili girmiş, o güne kadar mec­ lis gündemine gelmeyen konular, mecliste konuşulur ol­ muştur. Mehmet A li Aybar, 1962'den 1970'e kadar TİP'in genel başkanlığı görevini yürütmüş, 1963 - 1973 arasında iki dönem milletvekilliği yapmıştır. Parti, tüzük ve prog­ ramının yazılışından, gündelik politikasına kadar, Aybar'ın damgasını taşır. TİP'in tarihi, onun sorumluluğunu B yıl taşımış genel başkanı tarafından teorisi ve pratiğiyle kaleme alındı. Yak­ laşık 2000 sayfa tutan bu eseri, yayınevimiz beş cilt ola­ . rak hazırladı. Birinci ctlt TİP'in meclise girişine kadar olan dönemi kapsıyor. İkinci cilt 1965 seçimleri ve sonrasını, TİP içindeki çalkantılı dönemi anlatıyor. Oçüncü 'cütte TİP'le ilgili belgeler var. Nihat Sargın, Behice Boran, Sa­ dun Aren, Minnetullah Haydaroğlu ve Şaban Erik'in im­ zaladığı 5'li önergeyle başlayan çatışmalann teyp bant­ lanndan çözülmüş metinleri ve TİP'i kapatan Anayasa Mahkemesi kararını kapsıyor. Dördüncü ve Beşinci ciltler ise TİP hareketinin teorisine ayrıldı. Mehmet Ali Aybar, eserinde çok değişik bir dil kul­ lanmış. Anılarda alışılmış dil değil: bilimsel yayımlar­ daki dil değil; roman dili de değil... Sanki bu üç dilin ka­ rışımı. O nedenle çok rahat ve ilgiyle okunuyor. Yer yer geri dönüşlerle 45 yılık demokrasi, bağımsızlık, sOByaıtzm mücadelelerine dönerek, TİP'in teori ve pratiğinin köken­ lerini ortaya koyuyor. Yayınevimiz, T1P Tarihi'ni yayımlamakla çok önemli bir görevi yerine getirmenin kıvancını taşımaktadır. BDS YAYlNLARI

6


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE

iŞÇi PARTİSİ

MECLİSE GİRİYOR



TİP'in Millet Meclisine 15 milletvekili sokması büyük yankılar uyandırmıştır. Tarihimizde ilk kez bir Sosyalist Parti, parlamentoya giriyor; gurup k�yordu. Bey Takı­ mı şaşkındı: TİP, bir iki milletvekili çıkarabilirdi. Sembolik bir şey yani. Ama 15 milletvekili ile mecliste gurup kur­ ması, ciddi bir tehlike idi Bey Takımımızın gözünde... Ser­

mayedar Vehbi Koç, 1965'in en öneml.i iki olayının, hızlı nüfus artışı ile TİP'in meclise girmesi olduğunu söylüyor­ du.* Bizce bu demeç tehlikenin altını çiziyor ve gerekenin yapılmasını istiyordu. Ama asıl Amerika için şok olmuş­ tu TİP'in başarısı. Seçim konuşmalarında TİP sözcüleri Il. Ulusal Kurtuluş Savaşımı için çağrıda bulunmuşlardı. TİP genel başkanı Sergi Sarayında seçim kampanyasını açarken, Türkiye'deki Amerikan üslerine ağırlık vermiş, bunların bağımsızlığımıza gölge düşürdüğünü vurgulamış­ tl. Seçimlerden sonra, Millet Meclisinde TİP adına yapılan ilk konuşmada da bu gerçek daha açık bir biçimde, bir kez daha vurgulanacaktı ... Türkiye'nin siyasal gündeminde, 20 yıldır Amerikancı iktidartarla kamuoytından gerçek yüzünü saklamayı ba­ şardığı, BİR AMERiKA SORUNU VARDI. Meclis kürsü­ sünden: ·Bugün Türkiye'de 35 milyon m2 lik vatan toprağı,.

ABD'nin egemenliği altındadır. L.J Amerikalıların izni ol­ madıkça, devlet kademelerinde hangi yeri işgal ederse et­ sin, hiçbir vatandaşımız ayak basamaz. L.J Bu üslerden havalanacak uçaklar, füzeler bizim haberimiz olmadan, Büyük Meclisin onayı alınmadan, yurdumuzu her an va* Basın, 3.2.1966.


.him tehlikelerle karşı karşıya bırakabilir, * dediğimiz za­ man kıyamet kopmuştu. TRT bu konuşmaları canlı yayın 9larak verdiğinden, tahmin ederim, asıl kıyamet halkın radyo dinlediği kahvelerde koprnuştu. Dostumuz (!) Ame­ rikanın gerçek yüzü halkımıza böylece ilk kez açıklanmış oluyordu. TİP artık tehlikelerle, mayınlarla dolu bir darbağazda ilerleyecekti. TİP'lilerin, seçimlerdeki başanınızdan sonra, · Am.erika'mn ve ona bağımlı olan egemen çevrelerin, TİP'i yok etmek için her türlü oyunu sahneleyebileceklerini iyice bilmeleri gerekti. Seçimlerden hemen sonra, 25 Ekim gü­ nü yayımladığımız bir genelge ile, partili kardeşlerimizin oynanabilecek oyunlar karşısında uyanık olmalanm iste­ rniştik. Şöyle deniliyordu bu genelgede: «Türkiye İşçi Par­ tisi'nin seçimZerdeki başarısını htikim sınıflarımız ve onla­ rın dışardaki efendileri gereği kadar ciddiye almışlardır. Bundan dolayı bu çevrelerin, Partimizi sarsmak, çökert­ mek ve toplumcu hareketi bölüp parçalamak amacıyla ye­ .ni saldırılara ve tertipZere hazırlanmakta olduklarını göz önünde bulundurmalıyız. Bugüne kadar Partimizin geliş­ mesini durdurmak, hiç değilse yavaşZatmak için iki. taktik kullandılar. • Bunlardan birincisi Partimize dışardan yapı­ lan ve kaba kuvvete, yalan ve ittiraya dayanan saldırılar­ dı. İkincisi de içerde bazı Parti yöneticilerine karşı girişil­ miş olan yıpratma teşebbüsleriydi. Bu taktiklerin ikisi de başarısızlığa uğramıştır. Şimdi bir üçüncü yolun denen­ ınesi ihtimali önemle göz önünde bulundurulmalıdır. Par­ timize sureti haktan görünen birtakım ajanların sokulma­ sı ve bu ajanlar aracılığı ile kışkırtmalar yapılması müm­ kündür. Bunlar iktidara seçim yoluyla geçilemeyeceğini, yani hükümetin Partimizi kapatmaya hazırlandığını, bas­ kı ve terörün geleceğini söyleyerek, üyelerimizi Parti dı­ şında teşkilatlanmaya teşvik edebilirler. Türkiye İş_çi Par­ tisi Anayasa teminatı altında ve her işini· gün ışığında ya­ pan bir partidir. Üstelik Türkiye İşçi Partisi artık sağlam ..

" TBMM

10

Tutanak Dergisi, C. I, s. 176.


temellere oturmuş ve bugün yurt ölçüsünde en az 300 bin yurtta.şımızın fiili desteğine havı:.şmuş demohratih bir hu­ ruluş halindedir. Anayasamızı apaçıh çiğnerneyi göze al­ madıhça, Partimizin hapatılması mümhün değildir. Unu­ tulmasın hi, Türhiye İşçi Partisi'ni bu çevreler, en güçsüz zamanında bile hapatamamışlardır. L.J Şüphesiz Türhiye İşçi Partisi'ni hapatmah isterler, ama istemeh paşha şey­ dir, istediğini yapabilmeh de bambaşha bir şeydir.,.* Nitekim aradan birkaç ay geçti. Mersin'de bir genç Partimize üye oldu ve Suriye'den silah alarak bir terör ör­ gütü. kurmayı önerdi. Tam o sırada İçişleri Bakanı Süka.n, TİP'in Baas Partisi ile gizli ilişhile ri var.. diyordu... «

BAY KOSİGİN 1966'nın son günlerinde Sovyetler Birliği Başbakanı resmi bir ziyaret yaptı. Başbakan Suat Hayri Ürgüplü bir yıl önce Moskova'ya davet edilmişti. Türk- Sovyet ilişki­ lerinde yıllardır süren soğukluğun ortadan kaldırılması için, iki tamf da ölçülü bir çaba gösteriyordu. Sovyetler bir cam fabrikası ile İskenderun Demir Çelik tesislerini ku­ racaklardı, yanlış anımsamıyorsam. Başbakan Demirel, Türkiye Büyük Millet Meclisi salonlannda Kosigin onuru­ na bir davet veriyordu. Bu davette eşimle biz de bulunu­ yorduk. Demirel, Kosigin. Ana muhalefet partisi lideri İnö­ nü, Bakanlar ve eşleri bir perdenin ayırdığı bir salonda bulunuyorlardı. Moskova Büyük Elçisi Hasan Esat Işık ya­ nıma geldi ve Kosigin'in benimle tanışmak istediğini söy­ ledi. Buna fena halde canım sıkıldı. Kosigin benimle ne­ den tanışmak isterdi? Bunun hiçbir nedeni yoktu. Sov­ yet Başbakanı TİP'le nasıl uğraşıldlğını, Sovyetlerden emir aldığının söylendiğini elbet biliyordu. Bize ilgi gös­ termesinin, durumumuzu çok daha zorlaştıracağını tah­ min ederdi kuşkusuz. Evet, fena halde canım sıkıldı, ama * Aybar, Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm, s. 429-430 İstanbul, 1968 ll


yapılacak bir şey yoktu. İster istemez Esat Işık'ı izledile Salona girdiğimizde Kosigin, İnönü ile göıiişüyordu. Orta yerde bir kanape. Arkada ayakta çevirmen Mustafayef. Be­ nim içeri girdiğimi göıiince İsmet paşa vedalaşıp kalktı. Ondan boşalan yere biz oturduk. Benimle tanışıhaktan kı­ vanç duyduğunu söyleyen Ko�igin, çalışmalanmızı izledi­ ğini ve TİP'in başanlanndan memnun olduklannı belir­ terek, bize nasıl yardımcı olabileceklerini sordu. Kan ba­ şıma çıkmıştı. Ama tebessümle teşekkür ettim. Ve konu­ yu değiştirmek için sözü Sovyet - Çin anlaşmazlığına ge­ tirdim. Anlaşmazlık yeni su yüzüne çıkmıştı. Kosigin hiç memnun olmadı. Ama uzun açıklamalara girişti. Sovyet­ lerin bu işte hiçbir suçu olmadığını, Mao ve arkadaşlan­ nın Marksist-Leninist ilkelerle bağdaşmayan bir politika iz­ lediklerini; proletarya enternasyonalizmine ters düşen dav­ ranışlar içinde olduklannı; hatta Partiyi, Partinin öncülü­ ğü ilkesini sarsan işler yaptıklarını, Kızıl Muhafızlar ha­ reketi gibi maceracı yollar izlediklerini uzun uzun anlat­ tı. Sözünü bitirince veda edip kalktım. Ertesi gün Yabancı Konuklar köşkünde bu kez Kosi­ gin'in davetine katıldık. Salona girdiğimda Kosigin, De­ mirel ve İnönü ile konuşuyordu. Beni göıiince onlardan aynldı yanıma geldi. Ve çok yararlı anlaşmalar imzala­ dıklarını, Türk ekonomisinin gelişmesine katkıda bulun­ duklarını anlattı. Olacak iş değildi. Ne yapmak istiyordu saym Kosigin. Aybar bizim adamımızdır imajı yaratmak mı istiyordu? Sözü bitince, nezaketle selamlayarak Sovyet Başbakanının yanından aynldım. Bu tatsız hikaye de böy­ lece noktalandı.

SOKAK SALDIRILARINDAN MECLiS SALDIRILAR!NA... TİP Meclise girmeyi başannca, saidıniann da niteliği değişti. TİP toplantılannı basan eli sopalı kalabalıklara, Meclis'te AP'li milletvekillerinin saldırİlan eklendi. Önce­ leri sözle yapılan saldınlar, 1967'den sonra önceden plan12


lanınış toplu saldırıya dönüştü. Neden 1967? Bu konuyu ilerde daha aynntılı olarak ele alacağız. Kısacası şu: 1967' de Ortadoğu dünya politikasında ön plana çıkıyordu. Ame­ rika'nın ta Uzakdoğu'ya kadar uzanan ve birbirlerine pakt­ lar, ittifaklarla bağlı devletlerden oluşan bir silahlı kor­ donla, Sovyetler Birliği'ni sarma planı, Vietnam savaşın­ daki başarısızlıklar yüzünden suya düşmüştü. Ve Ortado­ ğu Amerikan planlarının ağırlık noktası haline gelmişti. Ne var ki Arap-İsrail savaşı Arap dünyasında Amerika'yı istenmeyen kişi haline getirmişti. Ortadoğu, Sovyetlerin de planlar yaptığı bir stratejik bölge idi. Türkiye bu böl­ genin kilit taşı durumunda bulunuyordu. Oysa birkaç yıldan beri Türkiye'de Amerika'ya karşı bir akım gittikçe güçleniyor, ta köylere kadar yayılıyordu. Türkiye'ye gön­ derilen ve en tizak köylere kadar giden Barış Gönüllülerinin hazırladığı raporlar, Amerika'yı önlem almaya zorluyor­ du herhalde ... Amerika'ya karşı olan akımı başlatan ve başını çe­ ken Türkiye İşçi Partisi idi. Türkiye İşçi Partisi mutlaka susturulmalıydı. Bu görev iktidarda olan Adalet Partisi'ne düşüyordu. Önce sokak saldırıları denenmiş bir sonuç alı­ namamıştı. Şimdi planın ikinci aşaması uygulanıyordu: TİP, Mecliste aşağılanan, horlanan, dövülen, konuşturul­ mayan bir parti haline getirilecek ve düşmanın içimizdeki beşinci kolu olarak iyice teşhir edildikten sonra, kapatıl..: ması için Anayasa Mahkemesinde dava açılacaktı. Bunun için Anayasa Mahkemesini de hazırlamak gerekiyordu. Nitekim, bizim Hodri Meydan! sözümüzü yanıtlayan De­ mirel: Aybar, Anayasa Mahkemesine mi meydan okuyor?* biçiminde yorumlamıştı. Ama TİP Anayasanın ne oldutu­ nu iyi biliyordu. Üstelik Türkiye Tarihi içindeki yerini de doğru saptamıştı. Uygulanmasını içtenlikle. istiyordu. Bu koşullarda TİP'in açık düşürülmesi olanaksızdı. Ama TİP'i safdışı etmek için hazırlanan plan adım adım uygulan­ mıştır. Hemen her kürsüye çıkışimızda, laf atarlar, sataşırlar*TBMM Tutanaklan, C. 14, s. 790. 13


dı. Genellikle AP'lilerden gelirdi bu sözlü saldırılar. Ama bunlar kişisel, kendiliğinden olan tepkilerdi! Ya da biz öy­ le değerlendirirdik TİP'li olmanın kaderi sayardık bunla­ n. Umursamazdık. 1967'den başlayarak bu saldırılar ni­ telik değiştirdi: hüklimetçe dlizenlendiği anlaşılan ve be­ lirli bir amacı olan suçlamalar biçimini aldı. Olaylar sıra­ lanınca, tasarlanmış bir plan karşısında bulunduğumuz or­ taya. çıkıyor. Güdülen amaç da anlaşılıyor.

GENELKURMAY BAŞKANININ EMİRNAMESİ:' 23 Ocak 1967 Pazartesi günü, Milliyet gazetesinin bi­ rinci sayfasını, iri puntolarla şu başlıklar kaplıyordu: «Ko­

münistler Türkiye'yi bir ihtilal yaparak elegeçirmeye ça­ lışmakta, dikkatli olalım.,. «TURAL, , KOMÜNİZM İÇİN ORDUYA EMİR VERDİ» . «Basına. bir kısım öğrenci teşek­ küllerine çatan emir her ayın ilk Cumasında askerlere ders olarak okutulacak.» Bu bir özetti. Kimi bölümleri aktanyorum:

«Dünyada hakim olmak yolculuğuna çıkmış Komünist alemin merkezi önüne asırlardan beri pir mani halinde çıkan Türkiye'miz, uzun ve kanlı savaşlar vermeye daima onlar tarafından zorlanmıştır. Asırlarca süren bu savaş­ lar Türkiye'nin fakir, Türk çocuklarının yetim büyüme­ lerini mucip olmuştur. Bu fakirliğin doğurduğu tevekkül ve dünya milletlerinden geri kalış, hep bu dış savaşlarla. lüzumsuz iç döğüşlerin sonucudur. İstiklal Savaşlarımızda geçici ve oyalayıcı bir dostluğu komünistlerin istismara yönelmeleri karşısında, kesrnek mecburiyetinde kalışımız, topraklarımızı isteyen komünist aleme karşı kendimizi na­ sıl kolladığımızı da göstermektedir.» Bu şaheser rus salatasını şu ilginç satırlar izliyor:

«Türkiye'nin NATO paktına girmesi ile zor karşısın­ da sesi kesilen komünistlerin, Türkiye üzerindeki arzula­ rı NATO'daki bazı boşluklar karşısında yeniden ve fakat bu kere yıkıcı faaliyetlerle Türkiye'yi dize getirmek şek14


linde meydana çıkmıştır. Çok partiler sistemi ve geniş hür­ riyet havasını memleketimiz aleyhine fırsat bilen ve ajan­ larını memleketimizde sağ sol cereyanları istismara sevk eden bu alem, bu aldatıcı havanın içinden muzaffer çıka­ cağı hayali peşindedir.» NATO içindeki kimi boşluklardan yararlanan Komü­ nistler, çok partili sistem ve geniş özgürlük havasını, ajan­ larını harekete geçirmek ve sağ sol kavgaları körüklemek için fırsat bilmişlermiş ... Ne imiş bu savın kanıtlan? Ve ne imiş Tural paşanın önerdiği önlemler? Zamanın Genel­ kurmay Başkanı analizlerini şöyle sürdürüyor: ' «Komünist rejimin kuvvetlenmesi ile Ortadoğu ve yur­ dumuzda uydurma Kürt milliyetçiliği üzerinde sarfedilen gayretler şümullendirilmiştir. Türk milli birliğinin uydur­ ma . Kürtçülük faaliyetleri ile parçalanması, Anadolu, İran, Irak ve Suriye'nin en kısa zamanda Komünist bloku içinde yet almqsı için gizli komunist partilerinin yıkıcı faaliyet­ leri planlı bir şekilde yürütülmektedir.» Tural paşa, Nurculuk, Ticanilik, Babailik, Pilavcılık gi­ bi tarikatlar aracılığı ile Türkiye ve İslam aleminin düş­ man kamplara ayrılarak bölünmesini amaçlayan planların Moskova'da hazıı:landığını ileri sürdükten· sonra, emirna­ mesinde şu görüşlere de yer veriyor: "Memleketimizin çok partili rejime geçişi ile gizli ko­ münist faaliyetleri artmıştır. Ayrıca 1961 Anayasamızın hürriyet ve insan haklanndan istifade eden komünistlerin milli bakamızı tehlikeye düşüren davranışlannın dozajı artmaktadır. Komünistlerin gizli teşvik ve entrikalanyla hergün yeni tertiplerle karşılaşılmakta, milli birliğimiz par­ çalanmaya çalışılmaktadır. L.J Sosyalizm perdesi altın­ da mevcut rejimimizi devamlı surette kötülemek isteyen aşın davranışlan ile memlekette Batı demokrasi sistemi­ ne karşı düşmanlık yaratmaya çalışan bazı şahısların yı­ kıcı faaliyetleri vardır. Yerli ":'e yabancı teşkildtlar, açık veya gizli menfaatler karşılığında bazı şahısları, teşekkül ve neşir organlarını, mevcut demokrasi ve Anayasa niza­ mına karşı bir cephe teşkil etmeye çalışmaktadır.» 15


«Türk milletinin en büyük düşmanı komünizmdir, ne­ rede görülürse ezilmelidir diyen Atatürk'ün bu sözünün geregı yerine getirilmelidir,,. diyen Orgeneral Cemal Tural, aksi takdirde başımıza büyük felaketler geleceğini, bu arada «Türk erkek neslinin Rusya steplerine sürülece­ ğini, buna mukabil komünizmi benimsemiş pir erkek kit­ lesi getirtip yeni bir nesil yetiştiriZerek Türklüğün yok edi­ leceğini• vurgulayarak: «Bütün bu fenalıkları 'bir anda temizlemeye muktedir ve disiplini ile meşhur bir lider, büyük bir komutan zu­ hur edince, planlarının bozulacağını gören komünistler derhal :nenfi propagandalarını bu lidere musallat ediyor­ lar,»* diyor. Bir parantez açacağım: Bu damızlık hikayesini, Cami ve Zekeriya beylerle evine gittiğimizde, Mareşal Fevzi Çak­ mak da anlatmıştı. Anlaşılıyor ki, erat'ın erkeklik duygu­ larına hitap edilerek komünizm düşmanlığı telkin edilme­ si, bizde etkili bir eğitim yöntemi olarak kabul edilmiştir. Komünist damızlıklarla Türk analarından komünist çocuk yetiştirilmesi komünizmi yaymanın biolojik yolu olsa ge­ rek. Parantezi kapatıyorum. Pekçok yönden ilginç bir emirname idi bu. 21 Kasım 1966 günlü olan Tural emirnamesi, Milliyet gazetesind� iki ay gecikme ile yayımlanmıştı. Milliyet gazetesi bunu na­ sıl öğrenınişti? İlginç bir rastlantı olarak Milliyet'in o sa­ yısında, Anayasa Mahkemesinde görülmekte olan Türk Ce­ za yasasının 141 ve 142. maddelerinin iptali ile ilgili dava hakkında da bir ·haber vardı. Anayasa Mahkemesi üyele­ rinden sayın Hakkı Ketenoğlu'nun hazırladığı karar tas­ lağında 141 ve 142. maddelerin ihtilalci sosyalizmi de, de­ molrrati.k sosyalizmi de yasakladığını ileri sürdüğü bildi­ riliyor ve Anayasa Mahkemesi çevresinde bunun Ketenoğ­ lu'nun kişisel görüşü olduğunun belirtildiği vurgulanarak, sayın Hakkı Ketenoğlu'nun Anayasa Mahkemesine Adalet Partisi kontenjanından girdiği açıklanıyordu. Rastlantılar *

Milliyet, 23 Ocak 1967.

16


birbirini kovalamaktaydı. Emirname kamuoyunca öğreni­ lir öğrenilmez, Başbakan Demirel hükümet olarak Tural emirnamesini benimsediklerini söyleyecek, AP Meclis guru­ bu da Başbakanı izleyecektir. Türkiye İşçi Partisi Meclis Gurubu olarak sorunu Mec­ lise götünneye karar verdik. Aşağıdaki Gensoru önergesi­ ni Başbakanlığa sunduk:

TİP'İN GENSORUSU: HÜKÜMET ANAYASAYA KARŞI TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar ve 7 arkadaşı­ iıın. Hükümetin Anayasa çizgisi gerisinde bir politika iz­ lemiş olması sonucunda Anayasaya karşı zihniyet, tutum ve davranışların son zamanlarda büsbütün yoğunlaşmış ol­ duğu iddiasıyla Hükümet hakkında bir gensoru açılmasına dair önergesi (11150) BAŞKAN - Önergeyi okutuyorum. Millet Meclisi Başkanlığına Ankara, 2 Şubat 1967 Türkiye'miz ciddi bir rejim buhranı içindedir. Yıllar­ dır yoğunlrışarak süren buhran, son zamanlarda had bir safhaya gelmiştir. Bunu görmemezlikten gelmek ya da bu­ nun nedenlerini doğru teşhis etmemek, sorumlularını orta­ ya çıkarıp buhranın çözümüne çare aramamak, Türkiye­ miz�n çok vahim olaylara sahne olmasına yol açabilir. Durumun beklerneye tahammülü kalmamıştır. Gerçek­ leri bütün çıplaklığıyla ortaya serme'lı ve buhrana Anaya­ sa içinde çözüm bulmak, Yüce Meclisimize düşmektedir. Burada ödeve başladığımız gün ettiğimiz yemine sadık kalarak ve tarih önündeki sorumluluklarımızın tam bilinci içinde, meseleyi vakit kaybetmeden Yüce Meclisin huzuru­ na getiriyoruz. Gensoru önergemizin bu şekilde anıaşılıp değerlendirilmesini rica ederiz. Bugünkü Anayasamız, tarihimizde yeni bir dönemin 17


hukuk planında başlangıcını teşkil eder. Anayasa ve

hu­

kuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidarın, milletin direnme hakkını kullanması sonu­ cunda. devriZdiğini tescil eden Anayasamız, aynı zehirli to­ humları-n bir daha filizlenemeyeceği yeni bir düzenin. ku­ rulmasını öngörmü.ş, ve pu yeni düzenin menzil taşlarını bir bir tayin etmiştir.

1961 Anayasası «insan hak ve hürriyetlerini, milli da­ yanışmayı,

sosyal adaleti,

ferdin ve

toplumun huzur ve

refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı müm­ kün kılacak demalıratih hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmayı• amaçlayan ve asıl teminatı­ nı «hürriyete, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uya nık

bekçiliğinele bulan• bir yasadır. «Türkiye Cumhuriyeti in­ san haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere da­ yanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devle­ tidir.» Anayasamız, yeni düzenin dayanakları olan temel il­ keleri ve genel kavramları tesbit etmekle yetinmemiş, çok partili sosyal devlet düzeninin kuruluş yollarını., yapılması zorunlu olan dönüşüm ve reformları da bir bir göstermiş, bu konuda Devlete düşen ödevleri saymıştır. Gerçekten sos­ yal devletin emekçi halk kütlelerinden yana olan, onu sa­ vunan bir devlet olduğunu açıklayan Anayasamız, mülki­ yet hakkının kııllanılışının toplum yararına aykırı olama­ yacağını; topraksız ya da toprağı yetersiz olan köylüye top­ rak sağlamak üzere tedbirler alınacağını; kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüslerin kamu yararı gerektirdi­ ğinde Devletleştirilebileceğini; Devletin, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için, sosyal, iktisadi ve mali tedbirlerle çalışanları koruyup destekleyeceğini, işsizliği önleyici tedbirler alacağını; Dev­ letin, çalışanların yaptıkları işe uygun ve insanlık haysi­ yetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlamalarına elverişli, adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli tedbirleri ala­ cağını; herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğunu, bu hakkı sağlamak için Devletin, Sosyal Sigortalar ve sos18


yal yardım teşkilatı kurmak ve kurdurmakta ödevli bulıır nacağını; Devletin herkesin beden

ve ruh sağlığı içinde

yaşayabilmesi için, tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödev­ li olacağını; halkın öğretim ve eğitim ihtiyacını Devletin sağlayacağını, kesin şekilde hükme bağlamıştır. Bunlardan başlw. Anayasamız tabii servetler ve kay­ nakların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulundu­ ğunu, bunların aranma ve işletme hakkının Devlete aidol­ duğunu ilan etmiştir. Ormanların korunması ve ormanlık sahaların genişletilmesi için gerekli tedbirleri alacağı; bü­ tün ormanların gözetilmesi işinin Devlete ait bulunacağı esasını koymuştur. Ve iktisadi, kültürel ve sosyal kalkınmayı plana bağZOr yarak, kalkınmanın

bu plana göre gerçekleşeceğini açıkla­

yan Anayasamız, klasik insan hal?. ve hürriyetlerinin ka­ mu yararı, genel

ahlak, kamu

düzeni,

sosyal adalet ve

milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa, özlerine dokunula­ mayacağını belirterek bunların kağıt üzerinde kalmama­ ları içi":, işçi ve müstahdemden yana dar gelirli yoksul halk kütlelerinden yana olan sosyal devlet düzeni içinde gerek­ li bütün somut tedbirlerin alınmasını zorunlu görmüştür. Beri yandan Anayasamız sosyal sınıflar arasında eşit­ liği öngfirdüğünden bütün bu devrimlerin gerçekleştirilme­ sini emekten ve emekçi halktan yana olan. siyasi partile­ rin de katıldığı çok partili bir demokratik düzen içinde mü­ taıaa etmiştir. Bu demektir ki, sermayeyi, sermayenin hak­ larını temsil eden ve tek başına bırakıldığı takdirde Ana­ yasanın öngördüğü bu köklü dönüşümleri asla hayata ge­ çirmeyeceği şüphesiz olan siyasi partiler karşısında, eme­ ği temsil eden, pundan dolayı da bütün bu köklü dönii.n şümleri gerçekleştirmek, hayata geçirmek amacında olan siyasi parti veya partilerin varlığını, demokratik düzenin vazgeçilmez bir şartı olarak kabul etmiştir. Esasen

Batı

demokrasisi denilen rejim, sermaye kuvvetleri karşısında emeği temsil eden sosyal kuvvetlerin vücuda getirdiği ve tarihin akışıyla boyuna emekten yana, emekçi halktan ya­ na dönüşen bir denge rejiminden ibarettir.

19


Oysa Anayasamızın getirdiği bütü77- bu yeni müessese­ ler, tarihi sürecin yarattığı sosyal birikimin bir sonucu ol­ duğu halde, Devlet makinası henüz çıkarcı sınıf ve z;üm­ relerin tekelinden kurtulmuş olmadığı için, genellikle ka­

ğıt üzerinde kaldılar. Ve 196l'den bu yana Türkiye İşç� Partisi kurulup,

bütün baltalama teşebbüslerine rağmen

hızla gelişmesi; sendika hareketinin yavaş yavaş sarı sen­ dikacıların elinden kurtulması; halkımızın uyanmaya baş­ layarak haklarına,

çülerde

sahip

hürriyetlerine,

gittikçe daha geniş öl­

çıkması sonucunda, çıkarcı

ve

sömürücü

sınıf ve tabakalardan yana işleyen fiili düzenle Anayasa­

mn öngördüğü hukuki düzen arasındaki çelişki ve intibak­ sızlık hergün daha kalın çizgilerle ortaya çıktı.

Bugün bu çelişki ve intibaksızlık had bir safhaya gel­ miştir. Halkın oylarıyla iktidara geldiği halde, emekçi halk kütleleri yararına değil d�, sermayeci. ağalarını koruyucu bir politika izleyen

sınıflarla

toprak

AP iktidarı,

ge­

niş halk kütlelerini kapitalist sisteme entegre etmek, Ka­ pitalist sistem içinde eritmek maksadıyla olayları, Anaya­ samızın kurulmasını öngördüğü demokratik, ldik ve sos­ yal hukuk Devletine ters düşen bir doğrultuya itelemiştir,

Ostelik AP'nin, DP'nin mirasçısı olarak ortaya çıkma­ sı, AP'yi 27 Mayıs'a karşı dolayısıyla silahlı kuvvetlerimize

karşı bir zilıniyet, tutum ve davranış içine sokmuştur. Son

milletvekili seçimlerine tekaddüm eden günlerde AP men­ sııplarının

Türk

Ceza

Kanununun

159.

maddesi

ve

38

sayılı Kanun kapsamına giren fiilleri kabarık bir yekiın tutmaktadır. Bu dosyalardan bir kısmı, hatırlanacağı gibi Büyük Millet Meclisi'ne intikal etmiş ve son Af Kanunuy­ la muameleden kaldırılmıştır. Beri yandan, AP iktidarının çok samimi dostluk ve it­ tifak bağlarıyla bağlı bulunduğu Amerika'nın yurdumuz;­

daki halka malolarak hızla gelişen Amerika aleyhtarı akım­ dan ve sosyaliz;m akımından hoşlanmadığı da bir gerçek­ tir. Bütün bu neden ve etkenlerin bir araya gelmesi ve Hükümetin iktisadi durgunluğu önleyememesi, hatta bunun

20


daha da artmasına sebep olması; hayat pahalılığını-n işsiz­ liğin yükselmesi hergün

üzerine AP'ye oy vermiş vatandaşların

daha büyük

ölçülerde AP'den

kopmalan,

Sayın

Başbakanı ve Adalet Partisi Meclis Grubunu şeklen Ana­ yasaya sahip çıkmış. görünerek, Anayasanın gerçekten uy­ gulanmasını

isteyen

yukarda,

sıraladığımız

köklü

dönü­

şümlerin biran önce hayata geçirilmesi için ısrar eden ve bugünkü kapkaç düzeninin karşısına çıkarak. yapılan yol­ suzluklan açıklayan, halk-ı uyaran, Amerikan emperyaliz­ mine karşı İkinci Milli Kurtuluş.. mücadelesinin bayrağını taşıyan kuruluş ve kişileri, komünist ihtilali hazırlamak, anarşi yaratmak ve Anayasa hürriyetlerini kötüye kullan­ makta suçlamaya sevketmiştir. İktidar çevrelerince sahneye konmalı. istenen ve hiç­ bir inceliği bulunmayan bu politik manevranın başan sağ­ laması mümkün değildir. Ancak bu politikanın bizi çok tehlikeli bir yere getirdiği de muhakkaktır. Basında Sayın Genelkurmay Başkanının

21 Kasım 1966

tarihli emirnamesi olarak takdim edilen beyanlann, Sayın Başbakan ve AP Meclis Grubu tarafından benimsenmesi, Yüce Meclisi ciddi bir Anayasa meselesi karşısında bırak­ mıştır. Gerçekten Sayın Genelkurmay Başkanının Anayasa ile asla bağdaşamayacak mahiyetteki bu beyanının Başbakan tarafından benimsenmiş olması, Başbakan ve Hükümetini ağır bir sorumluluk içine sokmuştur. Bu kadar vahim ve ciddi bir durumda Sayın Başbaka­ nın Anayasa savunucusu, demokrasi savunucusu kesilerek, anarşistlerin, komünistlerin mevcut huzuru bozmak kas­ diyle harekete geçtiklerini Türk Silahlı Kuvvetlerinin iti­ barını zedelemeye yeltendilılerini söylemesi

ve

tehditler

savurması, şüphesiz ne ciddiye alınabilir, ne de Anayasa­ ya, halk-a ve yurduna bağlı olanlan yıldırabilir. Sayın Başbakanın,

sanki

meselemiz

demokrasi

üze­

rinde bir tartışma açmakmış gibi davranarak, demokrasi­ nin tartışılamayacağını beyan etmesini de elbet kimse cid­ diye alamaz. Fakat tekrar edelim bizim meselemiz bu de-

21


ğildir. Bizim meselemiz Anayasaya, Anayasanın getirdiği demokratik müesseselere Başbakanın bağlı bulunmadığı noktasıdır ki, bu bir siyasi ve hukulai sorumluluk mesele­ sidir. Keza Başbakanın bu meseleyi ele alanların Türk Si­ lahlı Kuvvetlerine karşı geldiklerini söylemesi de son de­ rece kaba bir manevradır. Çünkü Sayın Genelkurmay Baş­ kanınca yayımlanan bir emirnamenin Anayasaya uygun­ luk derecesini eleştirmenin, hele bu emimarneyi benim­ semiş olan Sayın Başbakanın sorumluluğu üzerinde dur­ manın, Türk Silahlı Kuvvetlerine beslenen sevgi ve say­ gıyla hiçbir ilişkisi yoktur ve ilişki k urulamayacağı tişi­ kardır. Sayın Baş)Jakan politikayı böyle ters yorumlar ve te}1,ditlerle yürütülen bir sanat haline getirmiş olmalıdır ki, gerçeğe ve mantığa bu derece aykirı bir iddiadan me­ det umulabileceğini düşünmüş olsun. Şimdi biz Başbaka­ nın üzerine aldığı 21 Kasım 1966 tarihli emirname ile bu emirnameye ilişkin beyanlannın hangi yönlerden Anaya­ saya aykırı olduğunu açıklayarak Hükümetin sorumlulu­ ğunu ispata çalışacağız. 1. Gerçekten 30.1.1967 tarihli yazılı demecinde Başba­ kan: «hiç kimsenin ihlaline rıza göstermeyeceği hakların ve Jıürriyetlerin siperi altına girerek huzur bozucu anarşi düzeni yaratıcı bir ortam meydana getirilmeye çalışılıyor. Bunun neticesi olarak kanun ve hukuk Devletinin sağlamış olduğu hürriyet havasını kötüye kullanıp Devleti ve onun müesseselerini itibardan düşürücü, zümre ve sınıf müca­ delesini körükleyici tutum ve davranışlara şahid olmakta­ yız,,. demek suretiyle Anayasa hak ve hürriyetlerinin özel­ likle sosyal devlet ilkesinin kullanılması ve hayata geçiril­ mesiyle ilişkin davranışları Anayasa hürriyetlerinin kötü­ ye kulllanılması şeklinde nitelemeye kalkışıyor.

Başbakanın ve Adalet Partisi iktidarının Anayasamız hükümlerine karşı duyduğu allerji ve hazımsızlık komü­ nizm ihtilali tehlikesinden söz açılmak suretiyle bir kere daha ortaya çıkmış bulunuyor. Gerçekten Sayın Başba­ kanın ima ettiği husus bugünkü Anayasamızın komünizme 22


müsait bir zemin hazırladığı merkezindedir. Zira Anaya­ sa teminatı altında pulunan hakların kötüye kuLlanıldığı ve· mevzuatın bu kötüye kuLlanma fiiLlerini bugüne kadar önleyememiş olması iddiası B'aşbakanın zihninde mevcut Anayasanın boşlukları ifade ettiği, hiç değilse toplumcu­ luğu, demokratik hürriyetleri öldürücü şekilde engeLleyici hükümler ihtiva etmemesinden bir şikciyeti dile getiriyor. Daha açık söylemek lazım gelirse

Başbakanın asıl

şikci­

yeti demokratik hürl'iyetlerin, basın hürriyetinin, ilim hür­ riyetinin, sanat

hürriyetinin, emekçi kütlelerin örgütlen­

mesi hürriyetinin ve sosyal devlet ilkesinin Anayasa tara­ fından sımsıkı teminata bağlanmış olmasıdır. 2. Başbakan Anayasayı Marksizmin veya Komünizmin

koruyucusu şeklinde tefsir etmek küstahlıktır derken, asıl maksadı Anayasanın sözü ve ruhu ile eksiksiz tastamam uygulanmasına. karşı olduğunu ifade ediyor. Zira Anaya­ samızın neleri yasakladığı ve neleri yasaklamadığı gayet açık ve l�esin bir şekilde· bilinmektedir. Anayasamız her türlü dikta rejimini, yani ister kişi diktatörlüğü, ister züm­ re veya sınıf diktatörlüğü şeklinde olsun çok partili

de­

mokra-tik düzeni yok edici iktidarları ve siyasi kuruluş­ lan yasaklamış

bulunmaktadır.

Kaldı ki,

Anayasamızın

Marksizm esaslarına göre hazırlanmış ve komünizmi ön­ gören bir Anayasa olduğunu kimse iddia etmemiştir. Baş­ bakan kendi 'düşüncesini ve hayalinin yarattığı neticeleri karşısındakilere atıf ve izafe ederek bu mevhum iddiaları kolayca çürütmek gibi pek basit ve herkesçe malüm fakat hadisemizde asla başarıya ulaşamayacak olan pir politik nıünazara şekli içinde görünüyor.

3. Sayın Başbakanın son demeçlerinde Anayasayla çe­ lişki ve· intibaksızlık halinde bulunan noktalardan biri ve belki de başlıcası Anayasamızın sosyal Devlet ilkesine ay­ kırı düşen söz ve beyanlarıdır. Bilindiği gibi Anayasamız 2'nci maddesinde sosyal Dev­ let ilkesini benimsemiş, 56'ncı maddesinde de çok parti re­ jiminin demokratila düzenin vazgeçilmez bir unsuru oldu­ ğunu kabul etmiştir. İkinci maddenin gerekçesinde:

·Za-

23


manımızın refah devleti iktisaden zayıf olan kişileri, bilhas­ sa işleri bakımından. başkalanna tabi olan işçi ve müs­ tahdemleri, her türlü dar gelirli ve yoksul kimseleri hima­ ye edecektir. Bu suretle hem insan şahsiyetine hürmet et­ mek vazifesini yerine getirecek, klasik hürriyetlerin ger­ çeklerle alay eden mahiyet almasına engel olacak, hem

de

çalışan geniş halk tabakalannın refaha kavuşması saye­ sinde toplum hayatı için daha verimli olmalan hedefine ulaşacaktır,,. demektedir. Bundan da açıkça anlaşıldığı üze­ re sosyal Devlet, emekçi kütleleri koruyan pir Devlettir, Sos­ yal Devlet ilkesinin kağıt üzerinde kalmaması ve hayata geçirilmesi ise, ancak işçilerin, müstahdemlerin ve her tür­ lü dar gelirli ve yoksul kimselerin politik bir güç halinde örgütlenerek Devlet yönetiminde ağırlıklannı duyurmala­ rı, kendi öz partileri aracılığıyla söz ve karar sahibi olma­ lanyla mümkündür. Anayasamızın Vçüncü bölümünde yer alan ekonomik ve sosyal haklann günlük hayatımızda yer­ leşip kök salması çok partili demokrasi düzeni içinde her­ hangi

bir

başka

yoldan

gerçekleştirilmesi

esasen

muta­

savver değildir. Batı demokrasisi dediğimiz düzen senna­ ye ve emek kuvvetlerinin karşı karşıya gelmelerinden sağ­ 'anmış ve tarihin akışıyla boyuna emekten yana dönüşen politik sosyal bir denge rejiminden ibarettir. Anayasamız: ·Siyasi partiler ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar demoltratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlandır, .. der­ Iten hiç şüphesiz bahsettiğimiz bu denge sistemini kasdet­ mektedir. Demek oluyor ki, emekçi halk sınıf ve tabakalannın hak ve hürriyetleri için mücadele etmek, onlan örgütle­ rnek, toplumda emekçi" halli kütlelerinin ağırlıklanm koya­ bilmeleri için çaba göstermek, Anayasamı.zın

öngördüğü

sosyal Devlet düzeninin ve çok pariili demokratik hayatın kurulması ve kök salıp yerleşmesi, teminata

bağlanması.

yolunda. pir uğraşıdır ki Anayasamızın temel bir emTini yerine getirmektir. Bundan dolayı Başbakanın, bu yolda harcanan çaba­ lan, yurtta anarşi yaratan ve komünizmin gelişmesi isti-

24


karnetinde uğraşılar olarak göstermesi Anayasanın en te· meı ilkelerinden birine, sosyal devlet ve çok partili rejim ilkesine karşı hazımsızlığının ifadesidir. 4. Adalet Partisi iktidara geldiği günden beri Sayın Başbakanın ve bellibaşlı yöneticilerinin 27 Mayıs Anaya­ ;sasına karşı bu hazımsızlıklarıdır ki, yurdumuzda Anaya· sa ile asla bağdaşmayan zihniyet, tutum ve davranışıann gittikçe yayılmasına ve Anayasaya karşı olan kişi ve çev· relerin hergün biraz daha cesarettenerek Anayasa rejimi­ ni tehdit etmelerine yol açmaktadır.

Gerçekten kurulduğu günden beri Anayasaya karşı, bir zihniyet, tutum ve davranış içinde görünen Adalet Parti­ si'nin ters politikasının körüklediği tutucu ve gerici akım­ lar son günlerde ciddi bir buhrana sebep olacak yoğunluk kazanmıştır. DP iktidannın mirasçısı olduğunu ilan eden ve öte­ den beri 27 Mayıs ve Türk Silahlı, Kuvvetlerinin karşısında intikamcı akımların pesleyicisi ve temsilcisi olarak faali­ yet gösteren AP son aylarda Türk Silahlı Kuvvetlerini ken­ di paralelinde göstermeye azami bir dikkat sarfetmekte­ dir. Bunun son tezahürü Sayın Genelkurmay Başkanı tara· fından yayımlanan emirname vasilesiyle pek açık şekilde ortaya çıkmıştır. Bu emirnarneyi tamamen tasvip ettiğini ve benimsediğini ifade eden Sayın Başbakan ve AP'nin Sayın Meclis Grubu böylece Türk Silahlı Kuvvetlerinin tü­ münün bu zihniyet ve anlayışta olduğunu imaya kalkışa­ rak Türk Silahlı Kuvvetlerini yurdumuzdaki Atatürkçü toplumcu akımlarla bütün ilerici kuvvetlerin karşısına lıoymayı ve böylece Anayasa dışı zihniyet tutum ve dav­ ranışıanna güçlü bir destek bulmuş görünmeyi politikala­ nnın mesnedi yaptıkları. anlaşılmaktadır. ·

23 Ocak 1967 tarihli Milliyet gazetesi, Sayın Genelkur­ may Başkanı tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine gönde­ rilen bir emirnameden parçala.r ve cümleler yayımlamış­ tır. Bunun ertesi günü basına verdiği demeçte Sayın Baş­ bakan sözü geçen emirnameden haberli olduğunu ve muh-

25


teviyatını tamamen tasvip ve terviç ettiğini açıklamıştır. Ve hemen akabinde Adalet Partisi Meclis Grubu yayım­ ladığı bildiride, söz konusu olan emirnarneyi desteklediği­ ni ifade etmiştir. Oysa söz konusu emirnamenin

Milliyet

Gazetesinde

yayımlanan özeti ve tırnak içinde verilen kısımlan, gerek ifade ettiği zihniyet, gerekse muhteviyatı bakımından Ana­ yasamızla açıkça çelişmektedir. Gerçekten komünistlerin Türkiye'yi bir ihtilal yaparak ele geçirmeye çalıştıklannı ileri süren bu emirnamede: «Türklerin, Türk, A rap, Kürt, Laz, Çerkez diye bölünme gayretleri, Nurcu, Plavcı, Tica­ ni, Bektaşi, Alevi, Sünni diye gösterilme hevesleri sağcı, solcu, nurcu, gerici, ilerici diye parçalayıp birbiri karşısı­ na sürdürülme gayretleri hep bu komünist merkezin boya­ lan, değişen oyunları,. olduğu ifade edilmektedir. Emirnarnede keza:

«NATO'daki bazı boşluklar

karşı­

sında yeniden fakat bu kere yıkıcı faaliyetlerle Türkiye'yi .dize getirmek şeklinde meydana çıktığı; çok partili sistem ve geniş hürriyet havasını memleketimiz aleyhine fırsat bulan ve ajanlannı memleketimizde sağ - sol cereyanlannı istismara sevk eden bu alemin, bu aldatıcı havanın içinde muzaffer çıkacağı hayali içinde

bulunduğu»

Anayasa teminatı altında bulunan düşünce,

belirtilerek, ilim,

sanat,

basın ve gösteri hak ve hürriyetleri komünist kışkırlmala­ rı şeklinde nitelendirilere1ı ve Anayasamızın 12. madde­ sinin teminatı altında bulunan z.rk, din, dil, mezhep

ve

sınıf eşitliği esasları hiçe sayılmak suretiyle; «Memleketi­ mizin çok parti rejimine geçişiyle gizli komünist faaliyet­ leri artmıştır. Aynca 1961 Anayasamızın hürriyet ve in­ san haklanndan istifade eden komünistterin milli bekdmı­ zı tehlikeye düşüren davranışlannın dozajı artmaktadır,, denilmekte ve bu mantık silsilesi Anayasa hürriyetlerinin ve ·çok partili demokratik rejimin tatilini ve disiplinli bir şahıs yönetiminin kurulmasım telkin eden şu cümlenin mihveri etrafında dönüp bağlanmakta ve bu emirnameye hüviyetini veren temel görüş şu şekilde açıklanmaktadır: «Bütün 26

fenalıkları

bir

anda

temizlerneye

muktedir

ve


disipliniyle meşhur bir lider, bir büyük komutan

zuhur

edince planlarının bozulacağını gören komünistler

derhal

menfi propagandalarını bu lidere musallat ediyorlar.• Emirnamenin temel fikri olan bu cümlede çok partili demokratik

düzenin

ve

Anayasamızın

4.

maddesinde

ifadesini bulan egemenliğin bir şahıs, bir zümre ve bir sınıf tarafından kullanılamayacağı hususundaki kesin hük­ mün bertaraf editmesi görüşünün, şüphe ve tereddüde ma­ hal bırakmayacak pir açıklıkla dile getirildiği görülmek­ tedir. Gerçekten bütün fena,lıkların bir anda temizlenme­ si Anayasa rejiminin tatil edilme isteğinden başka bir an­ lam taşımaz, başka türlü yorumlanamaz. Sayın Başbakanın ve Adalet Partisi Sayın Meclis Gru­ bunun benimseyip savunmasını yaptıklan emirname işte yukarda belirttiğimiz gibi Anayasa düzeninin bertaraf edil­ mesini öngören bir mahiyet

taşımaktadır.

Beri yandan emirnamenin komünist faaliyet ve tahri­ ki olarak gösterdiği davranışlar, Anayasa teminatı altında bulunan

hak ve hürriyetlerimizdir.

Faşizmin her

yerde,

her zaman bu taktiği kullandığı ve komünistlerin demok­ ratik hürriyetlerden istifade ederek

ihtilal

hazırladıklan

gerekçesiyle iktidarı tekellerine aldıkları ve bütün demok­ ratik hürriyetleri kaldırdıkları bilinen bir gerçektir. İtal­ ya'da Mussolini, diktasını bu şekilde kurmuştur. Alman­ ya'da Hitler, aynı taktikle Devleti tekeline geçirmiştir. İs­ panya'da Franko aynı sloganları kullanarak ve bir iç harbe sebep olarak faşist diktatoryasını kurmuştur. Gerçi şartlar I. Dünya Savaşı'ndan sonraki şartlara benzememektedir. Fakat yine de Faşizmin kıpırdanışıarı karşısında milletçe uyanık ve tedbirli olmak zorunda olduğumuza inanıyoruz. Yüce Meclisin Türkiye'de Faşist bir darbe teşebbüsüne as­ la meydan vermeyeceğine ve etiketi ne olursa olsun bu memlehette bir dikta .rejiminin kurulmasına imkan bırak­ mayacağına kaaniiz.

5. Komünist ihtilali hareketi, işçilerin, köylülerin silah­ ıandınıması ve bir yeraltı ordusu olarak teşkildtlandınl-

27


ması demek olduğuncı göre, Hükümetin bu iddicılan bir ihbar scıycırcık, ycı komünist ihtilali hazırlığı içinde bulu­ nanları, silahları ve yeraltı teşkilatlanylcı birlikte ortcıycı çıkarması; ycı dcı bu gibi mesnetsiz iddiaları ileri sürerek yurtta huzursuzluk yaratanlar hakkında kovuşturma aç­ ması gerektiği halde, bu iki şıktan hiçbirini ihtiyar etme­ yerek emimarnede ileri sürülen komünist ihtilali hazırlık­ larının mevcudiyetini tasvip ve terviç ederek Anayasa te­ minatı altındeıki temel hak ve hürriyetleri kısıtlamaya hcı­ zırlcınmcısı Hükümeti Anayasa çizgisinin daha da gerileri­ ne itelemekte ve Yüce Meelise karşı sorumluluğunu bir kat daha ağırlaştırmaktadır. 6. Söz konusu olan emimarnede bazı yazarlar, kişi ve

kuruluşların eleştiri yazıları ve davranışları, kez.a, bazı film­ lerle toplumcu nitelikteki tiyatro oyunlan ve öğrenci der­ neklerinin gösterileri komünist faaliyet ve komünist kış­ kırtması olarak nitelendirilmektedir. Oysa, Ancıycısamızın 20,

21,

22,

23

ve

24.

maddele­

rinde herkes için düşünce hürriyeti, gazete, dergi ve kitap çıkarma

hakkı

tcınındığına

ve 11.

maddesinde: «Kanun,

kamu ycırcırı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hür­ riyetin özüne

dokunamaz,,. deniZdiğine göre,

demokratik

temel hürriyetlerin normal lıullcınılışı mahiyetinde olan bu gibi faaliyetleri komünist kışkırtması olarak niteleyip bun­ ların yasaklanması gereğinin ilham ve telkin edilmiş ol­ ması Anayasa hürı·iyetlerinin tatil edilmesi arzusunun açık bir belirtisidir. Ancıycıscıycı bu derece aykırı telkinlerin Hükümetçe be­ nimsenmiş olması da keza Hükümetin Yüce Meclise karşı sorumluluğunu gerektirmektedir. 7. «Egemenliğin

kullanılması

hiçbir suretle

belli bir

kişiye, züınreye ve sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz,,. diyen Ancıyascımızın

dördüncü

maddesinin

bu açık hükmü karşısında bir kişinin veya bir zümrenin, gerçekten bütün kötülükleri kaldırmaya muktedir olacağı

28


farzı mahal bir an için kabul edilse dahi, bir şahsın bu yolda bir niyet izhar etmesi bile Anayasayı ihlal suçu teş­ kil eder. Oysa söz konusu olan emimarnede disiplinli bir şahıs yönetiminin kurulması açıkça telkin edilmiş ve bü­ tün fenalıklan bir anda temizlerneye muktedir pir lider ve disipliniyle meşhur bir komutan zuhur edince planlarının bozulacağını gören komünistler derhal menfi propagan­ dalarını bu lidere musallat ediyorlar denilmek suretiyle Anayasanın hem kötülükleri önleyemediği, komünistlerin faaliyetlerine meydan verdiği ifade edilmekte hem de bu fenalıkların ancak disiplinli bir şahıs yönetimiyle yani Anayasamız tadil edilmek suretiyle ortadan kaldınlabilece­ ği görüşü savunulmaktadır. Böyle bir beyanı benimseyip tasvip etmek suretiyle Baş­ bakan ve Hükümetinin sorumlu duruma düştükleri açıktır. B. Anayasamız başlangıç bölümünde «Millı Mücade­ le ruhuna, millet egemenliğine, Atatürk devrimlerine bağ­ lılığın tam şuuruna sahip olmayı.. da emretmiştir. Ayrıca üçüncü maddede: «Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bö­ lünmez bir bütündür,,. denilmektedir. Milli bağınısızlığımı­ zı, egemenlik haklarımızı ve ülke bütünlüğümüzü ihlal edi­ ci hükümler taşıyan mahut ve malum ikili anlaşmalara ve bu anlaşmalarla yurdumuzda birtakım imtiyazlar elde etmiş olan Amerikan emperyalizmine karşı milli varlığı­ mızı, haklarımızı, hürriyetlerimizi ve milli şeref ve haysi­ yetimizi korumak için mücadele etmek, tarihimizden gelen en tabii hakkımız olduğundan başka, Anayasamızın da he­ pimize yüklediği kaçınılmaz ve şerefli bir ödevdir. Bun­ dan dolayı dost maskesi ve yardım pahanesiyle yurdumu­ za giren Amerikan emperyalizmini y urdumuzdan söküp atmak için, üç yıldır, gittikçe hızlanarak halkımıza mal­ olan, İkinci Milli Kurtuluş hareketimizi Batı düşmanlığı ve Doğu hayranlığı olarak göstermeye çalışmak ve bu na­ mus ve şeref mücadelesini komünist kışkırtması şeklinde nitelendirmek, milli tarihimizle, Birinci Milli Kurtuluş Sa­ vaşımızla ve Anayasamızla açıkça çelişen bir zihniyet ve tutum olarak belirmektedir.

29


Sözü geçen emirnamede, Amerikan aleyhtarı davranış­ lar,

Batı medeniyeti aleyhtarlığı şeklinde, gösterilmekte­

dir; böylece Amerika'nın yurdumuzda'ki

imtiyazlı

duru­

munun devamında bir sakınca görülmediği anlaşılmakta­ dır. Bundan dolayı bu emirnarneyi benimsemekle Başba­ kan ve Hükümetinin, Milli Mücadele ruhunu temeL. ilke olarak kabul eden Anayasamızla, .bu konuda da çelişik ve intibaksızlık halinde bulundukları ortaya çıkmakta ve Yü­ ce Meclise karşı sorumlu olduklannı ifade zarureti hdsıl olmaktadır. Sonuç: Yukardan beri tafsilen arz edildiği üzere, De­ mirel Hükümetinin Anayasa çizgisi gerisinde bir politika izlemiş olmasının sonucunda Anayasaya karşı zihniyet, tu­ tum ve davranışların son zamanlarda büsbütün yoğunlaş­ ması ve söz konusu emirnamenin Hükümetçe beJ'!.imsenme­ si başta Sayın Başbakan ve Hükümetini sorı:ımlu duruma düşürmektedir.

Bundan

dolayı

Anayasamızın

88 ve 89.

maddeleri uyannca Hükümet hakkında Gensoru açılma­ sına aracıtığınızı dileriz. Saygılarımızla. TİP Grup Başkanı: Mehmet Ali Aybar, Grup Sekreter Üyesi: Tank Ziya Ekinci, Grup Başkanvekili Cemal Hakkı Selek, Konya Milletvekili Yunus Koçak, Hatay Milletvekili Yahya Kanbolat, Urfa Milletvekili Behice Boran, Malatya Milletvekili Şaban Erik. BAŞKAN - Gensorunun gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmeler Anayasanın 89. maddesine göre yannlıi birleşimde yapılacaktır. Gündemin diğer maddelerine geçiyoruz.

Önergeyi açıklayan bir konuşma yaptım. Genellwr­ may Başkanının Anayasadan, çok partili rejimden şikayet­ çi olduğunu, bir dikta rejiminin kurulmasını önerdiğini, Başbakanın da bu öneriyi içeren emirnameye arka çıktı­ ğını belirterek önergenin gündeme alınmasını istedim. Bu konuşmanın kimi bölümlerini aktanyorum. Anayasamızın

30


Sosyal Devlet ilkesini, ekonomik bakımdan zayıf durumda

olan, işleri bakıınınc;ıan başkalanna bağlı bulunan işçile­ ri, ücretlileri, dar gelirlileri, yoksullan koruyan devlet ola­ rak nitelediğini; aynca Anayasaınızın klasik hak ve özgür­ lüklere yer verdiğini vurgulayarak şunlan söyledim: uSayın milletvekilleri, bugün Anayasanın getirdiği .bu hukuk düzeni ile tatbikat intibaksızlık halindedir. Neden bu böyledir? Anayasanın temel hükümlerini açıklarken bu­ nun nedenini de bıt arada söyledim. Çünkü Anayasamız :yoksul halktan, emekçi halktan :yana olan bir Devlet ku­ rulmasını öngörmüştür. (Adalet Partisi sıralanndan gürül­ tüler, daha açık konuş sesleri) Ana:yasamızın ikinci mad­ desi, tekrar ediyorum, bu hususta herhangi bir tereddüde mahal bırakmayacak kadar açıktır. Benim anla:yışım ola­ rak ifade etmiyorum, Anayasanın anlayışı olarak değerlen­ diri:yorum. Halbuki, tatbikatta Devlet mekanizmasını birta­ kım çıkarcı çevreler doğrudan doğruya veya doZaylı ola­ rak etkileyecek durumdadırlar. İntibaksızlık bundan ileri geliyor. Bu intibaksızlığın daha özel nedenleri de var. Biz­ zat Adalet Partisi iktidarı kurulduğu günden beri Anaya­ saya karşı hazımsızdır. M. ZEKİ YÜCETÜRK (Balıkesir) - Haltetmişsin sen. İ (T P sıralarından gürültüler.J BAŞKAN - Lütfen yerinizden

müdahale

etmeyiniz

efendim. YUSUF ZİYA BAHADINLI (Yozgat) - Biz müdahale ettik mi hemen ceza veriyorsunuz Başkan. Bu haddini bil­ mez milletvekiline haddini bildiriniz. BAŞKAN - Sayın hatip, bir dakikanızı rica ediyorum. Arkadaşlar, böyle karşılıklı bağrışmaya başlarsanız ne biz bu görüşmeleri devam ettirebiliriz, ne de doğru bir ne­ tice alabiliriz. Bu sebepten arkadaşlarımın yerlerinden mü­ dahale etmemelerini çok rica ediyorum. O arkadaşımız da Tüm ise,

ondan da sözünü geri al­

masını rica ediyorum. Sayın hatip, lütfen devam edin efendim.

MEHMET ALİ AYBAR WevamlaJ - AP iktidan

27 31


Mayıs Anayasasına harşı hıırulduğu günden beri hazım­ sızdır. Anayasa oylanırhen Anayasayc;z. hayır demekte ha­ yır vardır sloganını, buna itiraz

eden sayın milletvekili

arkadaşlarıma hatırlatmak isterim. Anayasaya hazımsız olan bir partinin iktidara gelme­ si de intibahsızlığı hızlandırmakta daha heskin bir

hale

getirmektedir. Bu ortam içinde Sayın Genelkurmay Başka­ nımız, Türk Silahlı Kuvvetlerine bir emirname göndermiş­ tir. Emirnarneyi basından öğrendik. !Jasında emirnamenin bir özeti verildi ve bazı cümleler tırnak içine alınarak ve­ rildi. Bu emirname basından çıhtıhtan sonra hemen ertesi günü Sayın Başbakan bu emirnarneyi benimsediğini ifade ettiler. (AP sıralarından .bravo sesleri ve alhışlar) Birgün sonra da Sayın AP M ecl�s Grubu aynı istihamette bir bil­ diri yayımladı. (Bravo sesleri) Sayın milletvekilleri, çoh ciddi bir Anayasa meselesi görüşmehteyiz. Anayasa meselesi görüşülürhen Anayasa­ nın ağırlığı ve mütenasip olmayacak tezahürlerden ve mü­ dahalelerden kaçınılması hanaatimce, bu benim hanaatim, herhalde yerinde olacaktır. Bu emirnamade

ne

denilmektedir?

(AP sıralarından

herşey sesleri) BAŞKAN - Çoh rica ederim, yerinizden müdahale etmeyiniz, çoh rica ederim. CELA L NURi KOÇ (Kars) - Soru sordu, cevap verdik. BAŞKAN - Çoh rica ederim beyefendi..

MEHMET ALİ AYBAR (Devamla) - Bu emirnamede, çoh partili rejime geçtiğimizden beri komünist faaliyetleri­ nin arttığı, (AP sıralarından doğru doğru sesleri) ve 1961 Anayasasının temel hah ve hürriyetlerinden homünistle­ rin yararlanarak faaliyetlerini hızlandırdıhları ifade edil­ mektedir, (AP sıralarından doğru doğru, yalan mı? sesle­ ri) Ve bu cümlenin sonunda bu faaliyetlerin milli behamı­ zı tehdit ettiği hükmüne varılmahtadır. (AP sıralarından doğru sesleri.) Sayın milletvekilleri, evvela şu cümleler üzerinde du­ ralım. Sayın Genelkurmay Başkanımız çoh partili rejimi

32


ve 1961 Anayasasını milli bekamız için tehlikeli bir ortam yaratır görmektedir. (Gürültüler.) BAŞKAN -:- Çok rica ederim sayın arkadaşlarım, gü­ rültü ile müdahale etmeyin, hatibin sözünü kesmeyin, çok rica ederim. MEHMET ALİ AYBAR fDevamlaJ - Çünkü komünist faaliyetler, Sayın Genelkurmay Başkanının ifade ettiği şe­ kilde, çok partili rejime başladıktan sonra artmış ve 1961 Anayasasının ha1ı ve hürriyetlerinin himayesi altında ge­ Jişmişse bunun mantıki ve tabii neticesi çok partili rejimin ,,e

1961

Anayasamızın

milli

bekamıza

tehlikeli olan bu

hükümlerinin ortadan kaldınlması merkezindedir. Gerçek­ ten emirnarnede herhangi bir demokraside en tabii davra­ nışlar telakki edilecek hususlar memleketimiz için zararlı faaliyetler ve

komünist kışkırtmalan olarak nitelendiril­

miştir. Mesela gazetede yazılan yazılar, öğrencilerin

yap­

tıklan gösteriler, kovboy filimleri, tiyatro oyunları, bunla­ rın komünist kışkırtmaları ve komünist ihtilalini hazırla­ yıcı bir ortam yarattıkları ifade edilmiştir. Sayın milletvekilleri; bizde ya Anayasa uygulanacak­ tır, ya uygulanmayacaktır. Ya demokratik haklara saygı göstereceğiz, gösterirsek bütün bunlar en tabiı davranışla­ rıdır vatandaşların. Bunun karşısına indi mütalaalarla, bu mütalaalar kime aidolursa olsun, çıkarılamaz yahut Ana­ yasa ortadan kalkacaktır. Şimdi bu emirnamenin mantık silsilesini takibedelim. Çok partili rejimi suçladıktan sonra emirname

mantıki

silsileyi devam ettirerek şu temel fikirde düğümlenmekte­ dir. Temel fiki,. şu: Sayın Genelkurmay Başkanı bütün fe­ nalıkla.rı bir anda temizleyecek kudrette ve disipliniyle if­ tihar etmiş bir lider, bir kuvvetli komutan çıkınca komü­ nistlerin onu hedef aldıklarını ifade etmektedir. (AP sıra­ larından doğru doğru sesleri.) Sayın milletvekilleri, ben ömrüm boyunca Türkiye'de. Silahlı Kuvvetierimize karşı kimlerin geldiğini hatırlaya­ cak bir yaştayım. Ama hafızaları

geriye doğru pek zor­

lamaya ihtiyaç yok; Silahlı Kuvvetierimize pek yakın tarih33


te karşı koymuş, fikren karşı durmuş olanlar bu Mecliste herhalde sayın AP grubu içinde bulunan veyahutta bu par­ tiye mensup olan bazı kimselerdir,

(AP sıralarından şid­

detli gürültüler, 'sözünü geri alsın' sesleri.) BAŞKAN - Sayın hatip .. (Gürültüler.J Muhterenı ar­ kadaşlarım, çok rica ederim, yerinizden müdahale etmeyin, lütfen yerlerinize oturun. MEHMET ALİ AYBAR

CDevamlaJ - Sayın milletve­

killeri, daha bundan bir süre önce Yüce Meclisinizin kabul ettiği Af Kanunu tasarısı üe.. (Gürültüler.J BAŞKAN - Lütfen, çok rica ederim, karşılıklı ixığı­ rışmalarla hiçbir şey lıalledilmez. Eğer İçtüzüğümüze ay­ kırı ve hak!katen muhalif bir beyanda bulunw·larsa, Riya­ set vazifesini yapacaktır. Karşıdan bağırmak suretiyle mü­ dahale ederseniz ben de hiçbir şey yapamam. Görüyorsu­ nuz ki gürültülerden başka bir şey olmuyor, çok riccı ede­ rim, susunuz. NAZMİ ÖZOGUL CEdimeJ - İsim tasrih etsin. Başkcı­ nım. İSM'&T ANGI CEskişehirJ - Sözünü geri alsın. CGürül­ tüler.J CELAL NURİ KOÇ (Kars) - Kimdir bunlar, açıklasın. BAŞKAN - Müsaade buyurun, siz susarsanız ben an­ cak bu suretle yapılan konuşmalarda lazım gelen vazifemi yaparım. Ama bu karşılıklı bağrışmalarıcı hiçbir şey hal­ ledilmez. Çok rica ederim sayın hatipten, grup içerisinde bu gibi insanların bulunup bulunmadığının, hali hazır önerge ile bir ilgisi olmadığına göre bunu tavzih edip lütfen gürültüye mani olmalarını rica ediyorum kendilerinden. Lütfen tav­ zih edin gürültüye sebebiyet vermeyin sayın hatip. (Gürül­ tülerJ MEHMET ALİ AYBAR CDevamlaJ - Sayın Başkan bu­ rada ... CGürültülerJ BAŞKAN - Eğer bağırmaya devam ederseniz, celseyi tatil ederim, bakın onu size söyleyeyim.

34


' MEHMET ALİ AYBAR CDevamlaJ

Sayın Başkan .bu­

rada Anayasanın niçin tastamam uygulanmadığını inceli­ yor ve Sayın Genelkurmay Başkanımızın buna ilişkin emir­ namesini Anayasaya uygunluğu bakımından tahlil e diyo­ rum. Olayları dile getirmek mecburiyetindeyim. Gerçekle­ re hazımlı olmak zorundayız. Hepimizin bildiği bir haki­ kattir ki, Af Kanunu münasebetiyle burada birtakım dos­ yalar,

Ceza

Kanunumuzun

Kanununun

38. maddesine

159.

maddesine

ve

Tedbirler

ilişkin suçlardan ötürü tan­

zim edilmiş dosyalar yürürlükten, muameleden kaldırılmış­ tır. (AP sıralarından gürültüler.J Şimdi sayın milletvekilleri: emirnamenin mantığı, çok parti rejiminin tehlikeler yarattığı ve bu tehlikelerin mem­ leketin bekasını tehdid ettiği mebdeinden hareket ederek bütün bu kötülüklerin bir anda temizlenebileceği bir şahıs yönetimi telkin ederek mantığını bağlamaktadır. Gerçek­ ten düşünelim. .bu sözü, nedir? Çok parti rejimi vardır, Ana­ yasa hürriyetleri vardır. Fakat bunlar. . . HAMİT FENDO GLU (Malatya) - Tavzih edecekti. .. BAŞKAN - Rica ederim, müdahale etmeyin. MEHMET ALİ AYBAR CDevamlaJ - Bunlar komünizm faaliyetlerinin artmasına yol açmıştır. Anarşi vardır, top­ lumun bekası tehlikededir. Ama , beri yandan güçlü

bir

lider de vardır ve bütün kötülükleri bir anda temizleye, cektir... Sorarım size, bütün kötülüklerin bir anda temizlene­ caği, farzı muhal, kabul edilse bile, Anayasa rejimi muha­ faza edilerek nasıl. temizlenebilir? Çünkü bütün kötülük­ lerin temizlenmesi ya bedenen, fiziki olarak kötü beZlen­ miş kimselerin temizlenmesidir. Yahut bunların temel hak ve hürriyetlerden yoksun bırakılmasıdıı· ki, her iki şık da Anayasamızın getirdiği haklara, rejime temelden aykırıdır. Şimdi, bir de Anayasamızın temel hükümlerini hatır­ layalım, emirnamenin bu cümleleri müvacehesinde. Ana­ yasamız, söyledim, çok partili bir rejim getirir, bu parti­ ler arasında emekçi halktan yana partilerin bulunmasını


zaruri kılar. Herkese, 20'den 24. maddeye kadar olan hükümleriyle söz, düşünce, ilim, sanat, haberleşme ve ör­ gütlenme haklan tanır. 56. maddesinin hükmünü düşü­ nelim. 56. maddesi çok partili rejimi öngörür ve 4. mad­ desi dikta rejimlerini yasaklar. İster kişi diktası, ister zümre diktası, ister sınıf diktası bütün dikta rejimlerini, yani kestirmeden iktidara gelip Hükümet etme usullerini yasaklar. NAZMİ ÖZOGUL CEdimeJ - Sizin istediğiniz rejim. MEHMET ALİ AYBAR WevamlaJ - İşte Sayın Baş­ bakan emirnarneyi tümü ile benimsemekle, Anayasaya ay­ kın olan bu hususlardan yana da çıkmıştır. Bundan ötürü biz, Sayın Başbakan ve Hükümeti hakkında gensoru açıl­ masını istedik. Sayın milletvekilleri, Anayasayı korumak üzere, bura­ da. ödeve başlarken. yemin ettik, Anayasayı korumak va­ zifemizdir. Kaldı ki, Anayasa, bu memleketin uyanık ev­ ladının bekçiliğine emanet edilmiştir. Demek ki. bizim Anayasayı korumak görevimiz, iki yöndendir: Bir kere bir vatandaş olarak Anayasayı korumakla ödevliyiz; ikincisi, milletvekili olarak yeminimize hdnis olmamak için, Ana­ yasayı korumakla görevliyiz. Sayın milletvekilleri; Ben, bu gensoru önergesinin kabul edilip gündeme alı­ nacağından eminim. Tarihi sorumluluklarımızı. kaçınma­ dan yerine getireceğiz. Sayın milletvekilleri; hürriyetler ve hayat, onlan hak edenlere aittir. Anayasayı korumak için siz öne atılmaz­ sanız, Anayasayı korumak ltizıı:n geldiği zaman şu veya bu gerekçe ile kaçınırsanız, Türkiye'de demokrasi kurula­ maz, Türkiye'de demokrasiyi kuracağız! (TİP sıralanndan, alkışlar.J Çünkü, Anayasaya sahip çıkan uyan,ık evlatlan vardır bu memleketin. Sayın milletvekilleri; önergemizin kabul edilerek gen­ sorunun gündeme alınması hususunun oylannızla iltifata

36


mazhar olmasını

rından, alkışlar.J *

rica ederim. Saygılarımla.

(TİP sırala­

Guruplann konuşmasına geçildi. İlk konuşmayı Yeni Türkiye Partisi adına Cengiz Ekinci yaptı. Olumsuz oy kullanacaklannı açıkladı. Ondan sonra CHP adına İsmet İnönü kürsüye geldi. Bu eski asker, eski Milli Şef ne söy­ leyecekti? Demokrasiyi savunacak mıydı? Orduyu savuna­ cağını tahmin ediyordum. Ö yle oldu. İnönü, Önergeyi ge­ rekli bulmuyoruz. Reddine oy vereceğiz diye söze başladı ve konuşmasını şöyle sürdürdü:

İNÖNÜ NASIL DEGERLENDİRİYOR? Bu önergede, umumi efkdrın bugün ilgilenmekte

ol­

duğu mesele yanında, Türkiye İşçi Partisi öteden beri Hü-:­ kümete karşı takibettiği dış ve iç politika konularını yeni­ den dile getirmektedir. Bütçe konuşmaları içinde bunlar­ dan bahsedilebilir. Günün önemli meselesi ve önergenin değindiği başlı­ ca konu, Sayın Genelkurmay Başkanının, Orduya yazdığı

emimamedir.

Bu emirnamenin temeli ve teferruatı umumi efkarı hak­ lı olarak ilgilendirmiştir. Ordu emirnamesinin yalnız dağınık

kısımları

bilin­

mekte ve tümü, tabiatiyle, meçhul bulunmaktadır. Sayın

Başbakanın

beyanatından

anlaşıldığına

göre,

kendisi emirnamenin tümünü biliyor ve tasvibediyor. . Emirnamenin intişar eden kısımlarının verdiği mdna üzerinde, fikirlerimizi söyleyeceğiz. Ordu başında .bulunan yüksek soı-umluların, Orduya eğitim konuları bildirmeleri tabii bir olaydır; her zaman, Ordu kadrosu içinde yapılır. Ordu, memleketin en değer­ li ve en yüksek eğitim ve kültür yuvasıdır. Yetişmiş vatan

o:

TBMM Tutanak Dergisi, C. 12, s. 442-445 .

37


çocukları, orada. silahlarını kullanmayı öğrendikleri kadar,

vatansever ve sosyal kültürlerini de artınrlar, Askerlik va­

zifesinin önemi, vatan savunmasını, her feda.karlığı seve seve yapmayı, babalanndan miras kalan milli faziletleri­ ni, askerlik esnasında tazeler ve güçlendirirler.

Ordu eğitiminde kanun içinde kalmak ve ordu dışın­ da. bulunan bütün vatandaşların haklarına ve haysiyetle­ rine

saygılı

olmak

Cumhuriyet

Ordusunun

geleneğidir.

Cumhuriyet Ordusu bu esaslar üzerine kurulmuştur. Milli mücadelenin · başında muntazam ordu teşkiline

gidildiği zaman şu üç esas konmuştu:

ı . Ordu alacağı askeri kendisi seçmez; ona Milli Savun­

madan gönderilir. 2. Ordu mensupları, Ordu ihtiyacı için vatandaştan pa­

ra isteyemezler.

3. Ordu mensupları, Ordu dışında bulunan hiçbir va­

tandaşa ceza tayin edemezler.

Hemen ilave etmek isterim ki, birinci madde o zama­ na mahsus bir müstesna hal idi. İkinci maddenin tatbikat yerini bugünkü vatandaşlar anlayamazlar, Oçüncü maddedeki ceza vermek olayı bir cephe teşki­ latı içinde müstesna olarak işlenilen kusurlardandı.

Her

zaman, her yerde olduğu gibi ve daima görüleceği gibi bü­ yük heyete isnadolunamazdı. Aksine büyük heyet böyle kusur sebebiyle şereflerinin zedelenmiş olmasından mütees­ sir olurdu. Bu eklemeden sonra sözümün sirasına devam ediyorum. Kurtuluş savaşının çok güç olan başlangıç devresinde kahramanca mücadele etmiş ve şerefli büyük başarılar ka­

zanmış halk teşkilatı yerine bu üç esas tesirinde düşmanı

tekrar tekrar yenerek kesin neticeyi alacak gücde Cum­ huriyet Ordusunun temeli olan muntazam Ordu kurulmuş­ tur.

Bundan şu neticeyi çıkarmak lazımdır. Türk Ordusu­

nu içinden, dışından, şahsi bir maksat için kullanmaya im­ kan yoktur.

38

(Orta sıralardan alkışlarJ Türk Ordusunun,


vatandaşın serveti ile alakası tabiatiyle olmadığı gibi, hiç­ bir suçtan veya zandan dolayı sivil bir vatandaşa ceza et­ me yetkisi ve eğilimi tasavvur olunamaz. CBravo, sesleri} Tüı·k Ordusu Anayasa ve kanunlara bağlıdır. 27 Ma­ yıs gibi pek müstesna bir aslaeri harekete ancak meşruiye­ tini kaybetmiş bir iktidara karşı milletin direnmesi olarak girmiş ve tarihte görülmemiş bir süratle milletin

seçim

hakkına iktidarı teslim etmiştir. Bugünkü Anayasa düze­ ' ninin ve demokratik rejimin dayanağı şerefli Ordumuzdur. Bugünkü Anayasaya göre kurulmuş olan çok partili siya­ si düzene itibar, Anayasaya saygılı olan herkesin borcu­

dur. Vatandaşa

karşı

isnatların

değerlendirilmesinde

ve

hükme - ve cezaya bağlanmasında, adaletten ve yargıçlar­ dan başka bir kimsenin hakkı olmadığını kesin olarak bi­

liriz. Cumhuriyet Ordusu milli

mücadelede ilk kurulduğu

günden beri bu anlayışta ve bu gelenektedir. Sayın Başbakanın emimarneyi bütünüyle bilip kabul ettiğini söylemesi

teminat vericidir.

Sayın Genelkurmay

Başkanı, Başbakana karşı sorumludur. Genelkurmay Baş­ kanı ile Başbakanın tam bir afıenk içinde çalışmakta ol­ dukları anlaşılmıştır. Eğer emirnameyi, umumi efkara tam olarak açıklama­ ya lüzum görürlerse daha çok mütalaa söylemek mümkün olabilir. Fakat böyle bir açıklamayı takdir etmek kendile­ rine aittir. Saygılar sunarım. (Sürekli alkışlarJ * ı

Tural'm emirnamesinde savunulan görüşler, demol{ra­ siye ters düşen ve kişi diktatörlüğüne açık bir çağn nite­ liğinde olan şeylerdi. Ama kimse buna karşı çıkmıyordu. İsmet paşa bile, yani Türkiye'ye demokrasiyi getiren adam olarak tarihe geçmeyi amaçlayan bir insan bile yan çizi­ yordu. Tüm parti sözcüleri bizim önergaye cephe almışlar­ dı. Bizde ilkeleri savunmak alışkanlığı, daha önce savun-

.. TBMM Tutanak Dergisi, C. 12, s. 447-448. 39


duğu bir görüşe sadık kalma doğruluğu, henüz yaygın bir hal almanuştır. Küçük hesaplar çoğu zaman ilkelerden ön· ce gelir. Bu kez de öyle olmuştu. TİP gurubu adına Behice Boran konuşmuştu. Bu ko­ nuşmanın önemli bölümlerini aktaracağım: TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO CBORANJ CDe­ vamlaJ - Son defa Sayın Genelkurma:y Başkanının ya­ yımlamış olduğu emirnarneyi Başbakanın benimsemesi, tas­ vibetmesi, önceden haberdarım, demesi ve bilhassa pu emir­ name dolayısıyla verdiği demeçler, y ine Hükümetin Ana­ yasaya aykırı, Anayasa çizgisi dışı bir tutum ve politika­

da olduğunu göstermektedir. Kanaatimizce bu vesileyle Sa­ yın Başbakan ve Hükümeti iki taktik kullanmak istemek­ tedirler. Birincisi; bir komünist tehlikesi, hatta sadece ko­ münist tehlikesi değil,

komünist ihtilali tehlikesi alarmı

yaratarak, ortalığı toz - dumana vermek, meseleyi esas çiz· gisinden esas mahiyetinden bu yöne kaydırmak ve böyle­ ce hazırlamakta olduğu, Anayasaya aykırı antidemokra­ tik kanunlara bir ortam yaratmak, son zamların, ekonomik güçlerin yarattığı havayı bu suretle maskelemek; İkincisi de; bu emirnarneyi .benimsemek ve savunmak suretiyle bu emirnamenin Anayasaya aykırı olup olmadı­ ğını tartışan kimseleri orduya karşı çıkıyor göstermek, bu suretle kendisini ve partisini ordunun savunucusuymuş du· rum�na alarak orduyu kendi yedeğinde bir güç olarak gös· terrnek taktiğidir. Müsaadenizle bu iki hususu kısaca incelemek istiyo· rum. A rtık hepimiz biliyoruz ki, Anayasanın ikinci ' madde­ sının getirdiği esas ilkelerden birisi; Türkiye Cumhuriye­ tinin bir hukuk Devleti oluşudur, Hukuk Devleti Anaya­ sada, mevcut kanunlara göre işleyen ve Anayasanın kanunların uygulanmasını yetkili organıara

bırakan

ve bir

Devlettir. Memleketimizele Anayasamız var, kanunlarımız var, bunları uygulayacak yetkili organlarımız var. Bu mem­ lekette başta Hükümet olmak üzere, bütün resmi organlar, bütün resmi ve hususi teşekküller ve bütün yurttaşlar, ki-

40


şi olarak, herşeyden önce Anayasa hukümleriyle bağlıdır. Anayasanın kendisi, bütün kanunlardan önce gerek

or­

ganlann, kurumlann, gerekse kişilerin Anayasa ile bağlı olduğu hükmünü getirmiştir. Binaenaleyh, gerek kurumlar, partiler,

gerek

kişiler,

dernekler ve saire, Anayasaya

riayet ettikleri müddetçe, kanuna riayet ettik,leri müddet­ çe ve _bunlar hakleında yetkili organlar bir takibata geç­ mediği müddetçe birtakım komünistlik, anarşistlik,

aşırı­

lık; yok pembelik, kızıllık ithamlanyla şahısları, kurulları, teşekkülleri kötülemek, yalnız kötülemekle de kalmak de­

ğil, bu kö hl lemeden sonra tehdit etmek he rhalde Anaya­ sa nizamına uygun olduğu iddia edilemeyecek bir durum­

dur. Yalnız, kanaat ve fikir seviyesinde kaldığı müddetçe belki buna pek

itiraz edilmeyebilir, 'Demokrasidir, fikir,

kanaat hürriyeti vardır. o öyle görüyordur' denebilir. Nite­ kim burada hukuka, mantığa dayanarak tahliller yapacak yerde, birtakım çirkin sıfatlarla hücuma geçen_ sözcü ar­ kadaşımız için ben de pekala mukabil sıfatlar bulabilir. 'Amerikan, emperyalizm uşakları' diyebilirim. O 'uşaklan' tabirini kullandı, tabir kendisinindir. Sonra,

'Faşizm çö­

mezleri' diyebilirim. Fakat punu yalnız demekle ve düşün­ mekle kalmazlar, ik�idarda bir kişiysem eğer, bu iktidanm­ dan, bu mevkiimden istifade

ederek bu suçlamalan bir

tehdit; boğmak, ezmek, öldürmek, bastırmak, gibi tehdit­ ler yolunda kullanırsam, o zaman bu davranışın ne hukuk devletiyle, ne de Anayasanın getirdiği demokratik hak ve hürriyetlerle

telif edilecek bir noktası yoktur.

Ve

şimdi

bakıyoruz ki, bu komünistlik, anarşistlik, aşınlık, kızıllık tehditleri hep Anayasanın eksiksiz, tastamam uygulanma­ sını, Anayasanın özellikle emekçi kütlelere; dar gelirli, yok­ sul halka sağladığı hakların hürriyetlerin gerçekleşmesi­ ni, emekçi halkın da bir siyasi örgüte sahibolarak demok­ ratik yoldan siyasi mücadeleye girmesini, memleket siya­ setine ağırlığını koymasını savunanlara yöneltiliyor. Oysa, dünyada hep biliyoruz, hiçbir çok partili demokratik re­ jim yoktur ki, örnek aldığımız hiçbir Batılı demokratik re­ jim yoktur ki, orada emekçi kütleler kendi siyasi partile-

41


rtne sahibolma,sınlar veya sahibolma hakkına sahibolma­ sınlar. Adalet Partisi Sayın Sözcüsü; «Demokrasi bir denge rejimidir• dedi. Hep arkadaşlar hatırlarlar, herhalde de­ mokrasinin bir denge rejimi olduğunu savunan, bu tdbiri hatta ilk ortaya atan Türkiye İşçi Partisi' dir. Ama bir den­ geden bahsedebilmek için, :yalnız denge kavramı

hangi

manayı ifade ediyor? Denge, iki karşılıklı güç halinde olur, iki kuvvet vardır, biri diğerini dengeler. Eğer Adalet Par­ tisi resmen ifade ettiği gibi, bu memleketi özel sektör eliy­ le kalkındırmak niyetinde ise, milli ekonominin zirveleri­ ne özel sektör müteşebbislerini oturtmak niyetinde ise, bu­ nun karşısına Anayasanın teminatı altında olan emekçi­ lerin grev, toplu sözleşme, insan gibi yaşama, vergi ada­

leti, toprak reformu gibi haklarını müdafaa eden bir par­ ti gelmez ise nasıl bu denge meydana gelecektir? BAŞKAN - Sayın Hatip, bir dakikanızı rica ediyo­ rum.

TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO (BORANJ rDe­ vamlaJ - Adalet Partisi Sözcüsü denge rejiminden bah­ setti. Aynı konuya değiniyorum. Onu susturmadınız, beni de susturamazsınız. Aynı konuya değiniyorum. (AP sıra­

larından, gürültülerı

BAŞKAN - Sayın hatip, bir dakikanızı rica ediyorum. ·rAP sıralarından gürültülerı Müsaade buyurun, çok rica ederim arkadaşlar. (AP sı­ ralarından sadet dışına çıkıyor sesleri} Yerinizden bağır­ ma:yın. Lutfen dinleyin arkadaşlar.

(AP sıralarından gü­

rültülerJ Lutfen bağırma:yın. Başkan olarak sizlerden ricam şudur... (AP sıraların­ dan, 'mevzuun dışına çıkmasın' sesleri) Lutfen müdahale etmeyin. Başkan olarak sizlerden ricam şudur; dinleyin lut­ fen: Grubunuz adına konuşan Sayın Cevat Önder arkada­ şımızı sükutla dinleyen işçi Partisi mensupları karşısında asgari olarak sizlerin de sükutla dinlemenizi rica ediyo­ rum. Eğer sadet haricine hatip çıkarsa Başkanlık elbette

42


müdahale eder ve sözünü keser lütfen yalnız yerinizden müdahale etmemenizi rica ederim. Buyurun sayın hatip.

TiP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO lBORANJ

lDe­

va'mlaJ - Sayın AP sözcüsü Anayasayı marksist bir me­ totla, bir anlayışla tahrif ederek yorumladığımızı söyledi. Ama dikkat ederseniz, biz Anayasayı yorumlarken daima maddelerini ve gerekçelerini belirterek, okuyarak yorum­ luyoruz. Ben bekledim ki, Sayın Adalet Partisi sözcüsü de bizim karşımıza bir yorum koyarken Anayasanın madde­ lerini zikrederek, okuyarak bir yorum koysun. Hayır, bu­ nu yapmadı; çarpık zihniyette olan kişiler, kendi çarpık zihniyetleri, kızıllar, yok Anayasa pembe değildir kırmızı değildir, bembeyazdır, gibi, demogojik yollarla karşımıza çıktı. Yeniden kısaca hatırlatıyorum, yorum değil, madde­ leri

söylüyorum.

Anayasanın

ve 14.

4.

maddeleri . Türk

toplumunun sınıflardan teşekkül ettiğini kabul eder; alın okuyunuz. Bu maddelere göre Anayasa, sosyal sınıfların mevcudiyetini kabul ettiği gibi, bu sınıfların hukuk açı­ sından eşit olduğu hükmünü de getirir. Anayasanın ikinci maddesinin gerekçesinde ve ikinci maddesinde; sosyal Dev­ let anlayışı ve bu sosyal Devlet anlayışının gerekçesi sos­

yal Devletin vazifesinin iktisaden

başkalarına tabi,

saden zayıf zümre ve sınıfları korumak olduğunu

ikti­

kabul

eder. Bunlar bizim yorumumuz değil, gerekçenin şu bir­ kaç satırını bir daha bu meselenin açılmaması için okuma­ ma müsaadenizi rica ediyorum. «Zamanımızın refah Devleti, iktisaden zayıf olan kişi­ leri, bilhassa işleri bakımından başkalarına tabi olan işçi ve müstahdemleri, her türlü dar (/elirli ve yoksul kimse­ leri himaye edecektir. Bu suretle hem insan şahsiyetine hürmet etmek vazifesini yerine getirecek, klasik hürriyet­ lerin gerçeklerle alay eden mahiyet almasına engel ola­

cak, hem de çalışan geniş halk tabakalarının refaha kavuş­ ması sayesinde, toplum hayatı için daha verimli olmaları

hedefine ulaşacaktır,» demektedir. Ayrıca Anayasamız üçüncü

bölümünde,

çalışanlara, 43


yani iş bakımından başkalarına tabi olan işçi ve müstah­ demlere temel insan haklarını, insanca bir hayat seviyesi­ ne kavuşma hakkını tanımaktadır. Ayrıca 47. maddesin­ de grev hakkını tanımaktadır. İşverenZere karşı durumunu muhafaza etmek veya durumunu düzeltmek amacı ile top­ lu sözleşme ve grev yapabilir, demektedir. Grev, bir müey­ yidedir. Grev, işçinin haklarını kabul etmeyen işverene karşı işi tatil etmek, işvereni zarara sokmak suretiyle iş­ çinin kullandığı bir müeyyidedir. Demek, Anayasamız bir denge rejimini gerçek anlamda öngörmektedir. BAŞKAN - Sayın hatip, bir dakikanızı rica ediyo­ rum. Demin Adalet Partisi Grubu arkadaşlarımdan rica et­ tim; sizden de rica ediyorum. Saded dışına çıkmak suretiy­ le tahrik edip karşılıklı konuşmalara sebebiyet vermeme­ nizi rj,ca ediyorum. Çünkü, işçi ve grevlerin pur_ada yeri olmasa gerek. BEHİCE HATKO lBORANJ (Devamla) - Sayın Baş­ kanım ... BAŞKAN - Lutfen mevzu dışına çıkmamanızı tekrar rica ediyorum. BEHİCE HATKO (BORANJ WevamlaJ - Estağfurul­ lah, efendim. Yalnız hatırıatmama müsaade buyurun. Ben burada Adalet Partisi sözcüsünün söyledikleri noktalara temas ediyorum. Siz kendilerine aynı ihtarı yapmış oldu­ ğunuz için, bana bu ihtarda bulunmanızı .ben de sosyal ada­ lete uygun görmüyorum. CAP sıralanndan gürültüler.J BAŞKAN - Rica ederim, tekrar ediyorum. Lutfen din­ lemenizi tekrar rica ediyorum, efendim. TİP GRUBU ADlNA BEHİCE HATKO CBORANJ (De­ vamla) - Şimdi ikinci husus; Başbakan tarafından benim­ senmesi ve savunulması dolayısiyle Başkanın verdiği de­ meçlerde bu meseleyi ele alanlan orduya karşı çıkmış gibi göstermesine gelince; aslında bu iddia, önergemizde de be­ lirttiğimiz gibi, ciddiyetten yoksun bir iddiadır. Bir emir­ namenin muhtevasının Anayasaya uygun olup olmadığı­ nı tartışmanın ordu ile hiçbir ilgisi olmadığı mantık sa44


hibi herkesçe aşikardır. CAP sıralarından, gürültüler.J Bir şahıs, işgal ettiği mevki ne olursa olsun hiçpir zaman tek başına bütün bir müesseseyi, bu htidisemizde pir orduyu temsil edip, onunla aynileştirilemez, eşitlendirilemez ve hiç­ bir kişinin sırf mevkiinden dolayı hatadan münezzeh ol­ duğu iddia edilemez. Demokratik rejimlerin bir hususiye­ U de, kişilerin işgal ettikleri mevki ne olursa olsun, kanu­ ni mevzuat dahilinde demokratik hak ve hürriyetler da­ hilinde eleştirilebileceğidir. Hiçbir insan tenkitten azade değildir demokrasilerde. Orduya kimin karşı olduğu, ki­ min ondan yana olduğu ise çoktan beri herkesçe malum­ dur. Türkiye İşçi Partisi kuruluşundan beri 27 Mayıs'ı tu­ tarlı bir şekilde, içtenlikle, israrla savunmuş, bizim tari­ himizde oynadığı olumlu rolü belirtmiş, yorumla.mış, de­ ğerlendirmiş olan bir partidir. Türk ordusunun, Türk ta1"ihinde daima toplumun ilerleme doğrultusunda, ilerici bir rol oynadığını menşei ve terkibi itibariyle halkçı pir ordu .olduğunu daima belirtmiş bir kuruldur. Ama, acaba bizi bu yönden tenkid etmek isteyen Sayın Başbakan ve onun partisi için aynı şey ·söylenebilir mi? Büyük iddialara, ten­ kidlere lüzum yok, yıllardan beri iktidar partisine mensup şahısların çıkardıkları yayın organlarının yayınları, yazı­ ları ortadadır. (AP sıralarından, 'Akşam Gazetesi var' ses­ leri) 5.4.1963'te Büyük Meclisimizde açılmış olan bir gö­ rüşmede kimlerin 27 Mayıs'a ve orduya karşı gelmiş oldu­ ğuntın belgeleri bu Meclis tutanaklarında mevcuttur. Ni­ hayet, Başkanımızın belirttiği gibi, son Af Kanununda da, Ceza Kanununun 159. maddesi, Tedbirler Kanununun 38. mrıddesi kapsamına giren dosyqların -ki, sayısı bir hayli kabarıktır- hangi parti mensuplarına aidolduğu da hepimi.zin malumudur ve en son olarak Kasım'da Sayın Başbakanın Adalet Partisi kongrelerinde verdiği demeçler, -ki, onu bir gensoru meselesi ile burada eleştirdik--- onlar da hepimizin hatırasından henüz silinmemiştir. Böyle bir kaba taktikle, bu memlekette Atatürk'ün gerçel� mirasçısı olan gerçekten devrimden, halktan yana olan kuvvetleri; gençliği, partileri, emekçi kütleleri, orduya karşı göstermek 45


manevrası kimsenin yutacağı bir manevra değildir ve or­ dunun aydın kadrolan hakikatleri bilecek kadar dirayet sahibi insanlardır. (AP sıralarından, gürültüler.J Binaena­ leyh, böyle suçlamalarla, sıfatlarla meseleler halledilmez. Adalet Partisi her meselede aynı taktiği kullanıyor. Ben de, bizim sözcülerimiz de aynı taktikle onlara çirkin sıfat­ lar kullanabiliriz. Ama bu Meclisin seviyesini o dereceye düşürmek istemiyoruz. Biz, mevzuat hükümlerini ve Ana­ yasayı tahlil ederek yorumlarımızı yapıyoruz. (AP sırala­ rından gürültülerJ Sıfatlar kullanmıyoruz ve kendilerin­ den de emirname muhteviyatını, Anayasa maddelerini akıl ve hukuk kaidelerinin ışığında tahlil ederek yorumlama­ larını ve neticelere varmalannı diliyoruz. Sıfatlar kullanmak, demagojiler yapmak hiçbir ikti­ darı yerinde tutamayacaktır. İktidarlar memleketin ger­ çek problemlerine gerçek çözüm yollarını bularak ancak ayakta kalabilirler, suçlamalarla, tehditlerle, muhalifleri susturmaya · kalkmakla değil. Kanunlar çıkararak, korku­ tarak değil. Böyle olsaydı dünyada bütün diktatörlükler payidar olurdu. Çünkü, muhalifleri, · çünkü halkı sustur­ mak için kanun çıkarmaktan daha kolay pir şey yoktur. (AP sıralanndan, gürültüler.J BAŞKAN - Sayın Behice Boran, bu şekilde konuşur­ sanız sözünüzü kesmek mecburiyetinde kalacağım. TİP GRUBU ADlNA BEHİCE HATKO (BORANJ (De­ vamla) - Ama, tarihte bunun hiçbir misali görülmemiş­ tir. Türkiye'de de bu tip misali olmayacaktır. Saygılanm­ la. (TİP sıralarından, alkışlarJ , (AP sıralanndan gürültü­ ler) .

DEMiREL, TURAL'I SAVUNUYOR BAŞKAN - Lutfen sükuneti muhafaza ediniz, çok ri­ ca ederim. Hükümet adına Sayın Başbakan, buyurun efendim. (AP sıralannclan, 'Bravo' sesleri, sürekli alkışlar.J 46


BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMiREL (İsparta) - Sayın Başkan, Yüce Meclis in, sayin üyeleri, huzurunuza bir gen­ sorunun gündeme alınıp alınmaması münakaşasına iştirak etmek için ve Hükümet adına. fikir ve mütalaalarımızı be­ yan etmek için gelmiş bulunuyorum. Sözlerime başlarken hepinizi saygı ile selamlıyorum. (AP sıralarından, alkış­ lar.J Genson� müessesesi, demokratik sistemin, Parlamento­ ların en müessir ve en kıymetli müessesesi iken, maalesef Parlamentomuzeta Anayasanın 88 ve 89. maddelerinin öl­ çüsüz bir şekilde .kullanılması ve bir hakkın suiistimaline kadar götürülmesi dolayısiyle müessiriyetinden çok şeyler kaybetmiş bulunuyor. Yüce Meclise düşen görevlerden bi­ risi, Yüce Meclisin Hükümetler üzerindeki bir çok kıymet­ li kontml yolunu tekrar itibarlı pir şekle getirmek olmalı­ dır. Aslında, gensoru müessesesinin bir obstrü�siyon, bir engelleme müessesesi olarak kullanılması Hükümetlerin ic­ raatını engellemek değil, bizzat Meclisterin çalışmasını en­ gelleme şeklinde tecelli etmiştir. Muhterenı üyeler, Türk Parlamentosunun faaliyetleri­ nin, kusur ve mazeret gösterilmeden münakaşcı edilebilme­ st halinde, demokratil.ı. nizamın müesseseler zincirlerindeki çok kıymetli bir halkayı zedelemekten kurtuluruz veycihut mazeret ve lıusurlu münalıaşası halinde bu halkayı zede­ leriz. Bunları niçin söylediğimi şöylece arz etmek istiyorum, Genel görüşme ve gensoru müessesesi gündeme alınsın mı, alınmasın mı, münakaşalan yapılırken bu zamana kadar her mevzuda ne söylenmişse, tekrar söylenmek suretiyle insanı bir merak içinde bırakıyor. Acaba, gündeme alın­ sa söyleyecek daha ne kalmıştır, diye. Bu itibarla ll say­ falık bir takrirle huzurunuza gelmiş bulunan gensorunun içinde sadece bir madde değil, birçok maddeler var ve bu maddelerin her .birisi defalarca münakaşa edilmiş ve Par­ lamentonun zabıtlarına geçmiş, seçim meydanlarında mü­ nakaşa edilmiş ve hiçbirisi de icraatla değil, hemen hemen hepsi kaville alakalıdır. Dünyanın hiçbir yerinde kavilden 47


dolayı, niyetten dolayı pir Hükümetin gensoruya tabi tu­ tulduğu görülmüş iş değildir. Anayasamız takbihin, suçun hangi hallerde olabileceğini göstermiştir. Fikir özgürlüğü; şöyle düşünürseniz, kendilerinin şöyle düşünmeye, böyle düşünmeye hakları olacak da, başkalannın şöyle veya böy­ le düşünmeye hakları olmayacak. Bunu anlamaya imktın yoktıır. Huzurunuzda bu meseleyi açışımın sebebi şudur: Gen­ soru önergesinin içinde bulunan mesele, bir husus, iki h�­ sus, üç husus olsa idi, huzurunuzu hiç fazla işgal etmez­ dim. Gelirdim, bu hususlar hakkında gayet kısaca, mücmel fil�irlerimi söyler giderdim. Aslında gensoru müessesesi bu halde, bu hali hususide şu kürsüyü suiistimal etmek için getirilmiştir ve fikirleri bizce ve milletçe malüm olan bir siyasi topluluk bu kürsüyü bir propaganda vasıtası yap­ mak istemiş ve bu kürsünün, milletin bu hür kürsüsünün, defalarca işgal ettiği bu kürsünün tekrar işgalini sağla­ mıştır. Esasen gensoru takriri ile, gensont takTirinin ya­ zılması ile buradan okunmuş olması ile, muhtevası ile, iki hatibinin yanmşar saatten b.ir saat konuşması ile bıı siyasi topluluk tarafından bu gensorudan beklenen fayda yerine gelmiştir. Bu itibarladır ki, huzurunuzu kısa bir mıiddet değil, biraz fazlaca işgal etmek zaruretinde oldu­ ğumdan dolayı konuşmamın başında özür diliyorum. Gensoru önergesinden başlayacağım konuşmaya. Çün­ kü önergede yazılmış bulunan hususlar burada değişik renklerde, değişik tablolar içinde ve değişik üslüplarla tek­ rar edildi. Bu önerge aslında bir fikir anarşisini temsil et­ mektedir. Tezatlar, dolambaçlı yollar, tenakuzlar önerge­ nin karakteristik vasfını. teşkil ediyor; esas söylenmek is­ tenen · bir şey var, bir türlü söylenemiyor. CAdalet Partisi sıralarından bravo sesleri, alkışlarJ . Bir uğraşı, kendi tabirleriyle bir uğraşı var ama, bıı uğraşı bir türlü vuzuha kavuşamıyor. Önergenin ikinci bir hususiyeti de şudur: Bir Anaya­ sa çizgisi tabiri getiriyor, yeni bir mefhumdur, Türk Hu­ kuk sisteminde. Eline bir tebeşir alacak, çizecek bir çizgi,

48


.. Bu çizgiye gelen yanar» diyecek. İstediği zaman çizgıyı istediği şekilde çizecek... Böyle bir hukuk düzeni Türkiye' de mevcut değildir. Çizgi, bu önergenin sahipleri tarafın­ dan istenildiği şektıde çizilemez. Şurada görülen, 'Egemen­ lik Kayıtsız. Şartsız Milletindir' prensibinden bütün kud­ retini, kuvvetini alan Türkiye Cumhuriyetinin, kanun ve hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin kanunları hiç­ bir yanlış anlayışa lii.zum kalmaksızın -çünkü kasdi ola­ rak yanlış anlayış olabilir- bu çizgileri çizmiştir. (AP'den alkışlarJ Yeni birtakım mefhumlar daha geliyor, tabirler geliyor, Anayasaya bağlı bulunmamak fikri. Bu nasıl biı· fikirse; Anayasaya bağlı bulunmamak fikri, ll. Milli Kurtuluş Hareketi, dönüşüm, köklü dönüşüm, Anayasanın prensiplerine bağlı olup olmamak, Anayasanın getirdiği müesseselere bağlı olmamak, Anayasamızın komünizme mü­ sait bir zemin hazırladığı iddialarını ortaya atmak, Türk Silahlı Kuvvetlerini kendi paralellerinde göstermeye gay­ ret etmek, Atatürkçü, toplumcu akımlarla ilerici kuvvetler, tutucu ve erici akımlar gibi, hiçbir zaman Türk Usanın­ da yer bulamayacak birtakım uydurmalarla da karşı kar­ şıyayız. (AP sıralarından alkışlar, bravo sesleri) Önergeye tam teşhis koymak imkanı yok. ihtimaller şöyle olabilir: Türkiye İşçi Partisi herkesçe malüm olan fikirlerini Anayasanın hima;yesi altına almak istemektedir. Bu bir ihtimaldir. Aslında böyle bir talep, bir yarma ve bir zor­ lama gayretidir. Bir denemedir bu. Yarıp da bu duvarın arkasına geçip bir proteksiyon, bir korunma elde edebilir miyiz? İkinci ihtimal şu olabilir: TİP bir vehim içerisindedir. Önerge bir teliişın eseri olabilir, bir suç üstü teldşının eseri olabilir. (Adalet Partisi sıralarından 'bravo' sesleri alkış­ larJ Vçüncü bir ihtimal -ki, onu daha evvel zikrettim, tekrarlayacağım- her vasıtayı propagandaları için mubah kılan bir zihniyetin, bir söylediğini yüz defa daha tekrar etmek şeklinde bir tekniği, kendi propagandalarına usul

g

49


ittihaz etmiş olan bir zihniyetin bu kürsüyü suiistimali ola­ bilir. Dördüncü bir ihtimal; muayyen hedefler vardır, bura­ lara taarruz, aslında yine bu zihniyetin çok iyi bildiğimiz ıısullerindendir. Binaenaleyh bir fırsat çıkmıştır, demokra­ tik sistemin muayyen halkalarına tekrar taarruz edelim, belki zinciri koparabiliriz, olabilir. Bu önerge, AP Grubu Sayın Sözcüsünün de beyan et­ tiği gibi, Hükümet aleyhine açılmış bir önerge değildir, nevi şahsına munhasırdır. Nevi şahsına munhasırlığı da; Anayasa hakkında bir feryattır bu ve Anayasa hakkında verilmiş bir önergedir. Ne demek istenildiği de anlaşılamıyoı·. Gayet dikkatle okudum, çok. dikkatle de dinledim. Komünizm propagan­ dası serbest mi olsun isteniyor, komünizm tehlikesinin ol­ madığı mı iddia ediliyor, komünizmden korkmayın, faşizm tehlikesi vardır, ondan mı korkun denilmek isteniyor, bir yıldırma mak.sadı mı güdülüyor? Açıkçası kimin ve neyin müdafaa edildiği meçhuldür. Hükümetin ve bur_ada şahsen benim fiil ve harekatım, icraatım değil, düşüncelerim bile kendilerinin tahammül edemediği, kendilerinin rahatsız olduğu bir husustur. Öner­ ge bunu da tesbit ediyor. Önergenin diğer bir hususiyeti de şudur: Buraya gelip Anayasanın muayyen maddelerini istedikleri gibi, muay­ yen yeı·lerini atlayarak dile getirip, kendi fikirlerini sa­ vunmak. ve bunları Anayasanın himayesine almak duru­ munda olanların, Anayasanın bir maddesini değil, Ana­ yasanın tümünü birden nazarı dikkate almaları lazımdır. Anayasanın 63. maddesi, MeclisZere kanun Çıkarmak., af çıkarmak yetkisini veriyor. Buraya geZiniyor, deniliyar ki, önergede de ve şifahen Tıonuşan hatipler de diyorlar ki; ..Efendim, 159'dan şu kadar, filanca maddeden bu kadar affoldu. Bunu Parlamento yaptı. ,. Acaba Parlamentoyu ku­ surlu mu buluyorsunuz? Görülüyor ki, teşhis ettiğimiz za­ man bu zihniyet şöyle bir zihniyettir: Bir defa Meclisin üstündedir. Çünkü diyor k.i, «Af Kanunu çıkardınız,. bunso


dan dolayı takbih ediyor Meclisi. Afta suçun cinsi müna� kaşa edilmez. Suç işlendikten sonra, hangi suçtan cezalıdır diye bir mesele, affın umumi prensibinin dışındadır. Bu­ raya geZiniyor. Meclisin üstünde Milletin üstünde, her me­ sul makamın üstünde Millet, bir avııç aldatılmış, soyulmuş, sömürülmüş, menfaatlerini -bilmeyen, reyinin kıymeti ol­ mayan bir topluluk! .. İşte zihniyet bu, bunu teşhir ediyo­ ruz. Esas dikta zihniyeti bu, esas dikta burada! (AP sıra­ larından bravo sesleri) Türkiye İşçi Partisi milletin menfaatlerinin bekçisi ve İkinci Milli Kurtuluş hareketinin de alemdan ve bayrak­ tan... Nasıl olduğunu da söylemiyor, nasıl alemdandır İkin­ ci Milli Kurtuluş hareketinin? Türk Milleti Milli Kurtuluş hareketini 1920'lerde tamamlamıştır. Türk Milleti esaret içinde mi ki, ikinci bir milli kurtuluş hareketine, üçüncü bir milli kurtuluş hareketine ihtiyaç vardır? Eğer böyle ise, önümüzdeki bütçe geliyor, bu Türk Milletinin izzett nefsini rencide eden bir husustur, değerli muhalefet men­ suplannın bu hususta gelip fikirlerini söylemelerini hassa­ ten rica ediyorum. Şimdi gelelim önergenin bazı yönlerine. Evveld şunu tesbit edelim: Genelkurmay Başkanının Orduya yayımZadı­ ğı emir, zannediyorum ki, 40 küsur senelik Türk Parlamen­ to tarihinde ilk defa münakaşası M eclis kürsüsünde yapı­ lan bir emirdir. Tahmin etmiyorum ki, bundan evvellai Genelkurmay Başkanlannın Silahlı Kuvvetlerimize yayım­ ladığı emirlerden hiçbirisi burada münahaşa edilmiş ol­ sun. Neden burada münakaşa ediliyor bu emir? Münal�a­ şa edilebilir, ona hiçbir şey demiyorum. Meclisler herşeyin üstündedir. Şimdi, «Bu emirname, Anayasaya aykırıdır,,. diyor. Ne· den aykırıdır onu söylemiyor. Neden uygun olduğunu biz söyleyelim. Bir defa Anayasanın 110. maddesi diyor ki: «Başkomu­ tanlık, TBMM'nin manevi varlığından ayrılmaz ve Cum­ hurbaşkanı tarafından temsil olıınur. Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetle·

51


rin

savaşa

hazırlanmasından,

TBMM'ne

karşı,

Bakanlar

Kurulu sorumludur. Gene lkurmay Başkanı, Silahlı, Kuvvetlerin Komutanı­ dır. Gene.lkurmay Başkanı Bakanlar Kurulunun teklifi üze­ rine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanun­ la düzenlenir. Genelkurmay Başkanı bu görev ve yetkilerin­ den dolayı Başbakana karşı sorumludur . .. Anayasanın 1 1 0 . maddesi,

Türkiye' nin

savunma so­

rumluluğunu ve milli güven� iğin sağlanması sorumluluğu­

nu Meclise karşı Hükümete vermiştir. Genelkurmay Baş­ kanı da Başbakana karşı mesuldür. Bunun aksini düşün­ me halinde, o zaman demokrasiyi düşünmek imkanı yok­ tur. Çünkü, siviL idarenin kontrolunda olmayan silahlı kuv­ vetlerin demokrasi ile hiçbir ilgisi olamaz. Silahlı Kuvvetler demokratik idarelerde sivil kuvvetin, siyasi kuvvetin emrindedir. Şimdi ne yapmış Genelkurmay Başkanı, ne imiş kusuru? Yıkıcı. hareketlere karşı uyanık olun demiş. Muhterem üyeler bundan dolayı mı gensoru­ ya muhatabız? Bu, taacübediıecek bir iştir. «Yıkıcı kuvvet­ Zere karşı uyuyun» deseydi, o zaman şu maddeye

göre

gensoruyu gelip bizim talebetmemiz lazımdı. (AP sırala­ nndan alkı,şlarJ «Yıkıcı kuvvetZere karşı uyanık olun» de­

miş. Bunu kusur olarak bu Meclisin önüne getirineyi an­ lamaya imkan yoktur. Milli Güvenlikten mesul . . . Sonra n e olmuş? Ben demişim ki, Başbakan olarak: «Evet,

gazetelerde

neşredilmiş

bulunan

emirnarneyi

ben

ta8viple kar_şı,lıyorum. . .. Böyle demişim. Bundan dolayı da mesuliyet bana da geliyormuş. Gayet tal:Jiıdir ki, Anayasa­ nın

105.

maddesine göre, aslında idarenin eylem ve iş­

lemlerinden ilgililer sorumludur. Karşınıza,

bir sorumlu-­

luk varsa, biz geleceğiz. Benim Genelkurmay Başkanının beyanlannı veya emirnamesini tasvibediyorum dememele yadırganacak bir şey yoktur. Çünkü hükümetlerin birinci vazifesi memleketin güvenliğini,

emniyetini

sağlamaktır,

Devletin emniyetini sağlamaktır. Devletin emniyetini sağlayamadığımız takdirde, parUi­ mentoların veyahut Devletin emniyetinin

53

üzerine

şüphe


düşürdüğümüz takdirde o zaman parlamentoların hükü­ metleri alaşağı etmesi lazımdı-r ve bu bir zarurettir. 110. maddeye göre sorumluluğumuzu, 105. maddeye göre sorumluluğumuzu mısı-Z karşılayacağız, şayet yıkı­ cı kuvvetZere karşı mücadele etmezsek? Evet muhterem üyeler, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak, Adalet Par­ tisi'nin ortaya çıkardığı bir iktidar olarak, Devletin iç ve dı-ş emniyetinde fevkalade hassasız ve hassas olmaya de­ vam edeceğiz! (AP sıralarından alkı-şlar.J Emir, Ordunun -Komünizm de diıhil- bütün yıkıcı kuvvetlere ve faaliyetlere karşı · uyanık bulunması gerekti­ ğini ihtiva ediyor. Böyle bir emri ne zaman ve kim verirse tasvipçisi olacağımı huzurunuzda açıkça beyan etmek isti­ yorum. Şimdi burada (Ordunun içine siyaset karı-şmış mıdır, karışmamış mıdır?J münakaşasını yapalım. Muhterem üye­ ler, Türk Devletinin emniyeti, Türk Emniyet kuvvetlerinin · kanun tatbikçisinin vazifesidir. Binaenaleyh «Devleti yıka­ cak, yıkmaya teşe_bbüs edecek kuvvetZere karşı uyanık olun,. demenin siyasetle değil, vazife ile alakası vardır. İkinci bir husus burada söyleniyor; AP orduyu kendi paraleline almak istiyormuş. Türk Ordusu, Hükümet, TC. Hükümeti, Parlamento, TC. Pariamentosu, aralarındaki iliş­ kileri Anayasa 1 1 0 ve 105. maddelerinde belirtmiştir. Düşünebilir misiniz ki, Hükümeti tanımayan bir ordu? .. O zaman anarşi olur. Gayet tabiidir ki, Anayasanın 1 1 0 ve 105. maddelerine göre demokratik müesseselerin birbir­ leriyle olan münasebetleri ve demokratik müesseselerin yerleri iyice tayin edilmiştir ve herkes bu yerin içinde kal­ maya mecburdur. Bunu alıp, ordu Adalet Partisi paraleline getiriliyor şeklinde bir iddiada bulunmak, doğrudan doğ­ ruya memlekette nifak yaratmak, memlekette bir gocun­ ma yaratmak, memlekette gönül huzuru içinde çalışan in­ sanlara karşı töhmetler tevcih etmektir. Ordu, ne şu par­ tinin malıdır, ne bu partinin malıdır, Türkiye Cumhuri­ yeti Silahlı Kuvvetleri Türk Milletinin göz bebeğidir, Türk Parlamentosunun, Türk Milletinin, Türk .E:fükümetlerinin 53


emrindedir. Siyasetle ilişki kurmadan, siyasete. bulaştınl­ madan Türk Tarihine yeni şanlı sayfalar ilavesi için ken­ di kumanda zinciri içerisinde disiplini ile ve talimi ile, ter­ biyesi ile meşgul olmakta ve kendisine kanuni merciler vatan vazifesi verdiği zaman bunu yerine getirebilmenin mesuliyet duygusu içinde bulunmaktadır (AP sıralarından alkışlar.J Biz politikayı meydanlarda yapacağız; kahveler­ de yapacağız, salonlarda yapacağız, . bu Parlamentonun ça­ · tısı altında yapacağız. Ama, kimse heveslenmesin, biz po­ litikayı, kışlalarda, mekteplerde, camilerde ve temiz Türk işçisinin günlük ekmeğini çıkarmak için çalıştığı yerler­ de, onu fesada uğratmak için yapmayacağız. CAP sıraların­ dan brava sesleri, alkışlar.J Evvela bir kaideye razı ola­ lım. Hem buraya gelip yemin edeceğiz, «Hakimiyet kayıt­ sız şartsız milletindir" diyeceğiz, ondan sonra da ilerici kuvvetlerden, tutucu kuvvetlerden, zinde kuvvetlerden, bas­ kı gücünden bahsedeceğiz. Esas bunu, bu yeminle telif et­ menin imkanı yoktur. (AP sıralarından brava sesleri) Büyük Türk Milleti ve Türk Parlamentosu, bugün bu­ rada iftiharla görüyorum ki, sayın muhalefet hatipleri de ordunun üstüne toz kondurulmasına razı olmadıklarını be­ yan ettiler. Büyük Türk Milleti burada gensoru olarak ge­ tirilmiş mevzuu üzüntü ile, esefle ve taaccüple karşılamak­ tadır. Bugünkü Anayasa düzeni ile TİP'in anladığı Anaya­ sa düzeni birbirinden farklıdır. TİP hiçbir zaman Anaya­ sanın bütün maddelerini bir arada mütalaa etmiyor. «Efen­ dim, diyor; biz geliyoruz buradan madde söylüyoruz, ge­ rekçe söylüyoruz.» Biz de bunu yüz defa söyledik. Yine aynı maddeleri, aynı gerekçeleri söylüyorsunuz. Şimdi geçen sene, Hükümet programı müzakerelerin­ de bundan 15 ay evvel 9 Kasım 1965 tarihinde tamamen aynı münakaşa harfi harline cereyan etmiştir. Şurada za­ bıt, burada . . Bugün yine meseleyi dile getiren sözcüler, ta­ mamen aynı şeyleri dile getirmişlerdir, burada da kendi­ lerine cevap verilmiştir. Diyor ki, «maddeleri vermediniz, gerekçelerini söylemediniz .. ,. Lüzum yok, isterseniz yüz 54


defa söyleyin, muayyen bir şeyi mütemadiyen tekrara me· mur edilmişler gibi CAP sıralanndan al"kışlar bravo sesle­ ri). doğrunun, yanlışın peşinde değillermiş gibi, aynı şey­ leri yüz defa tekrar edeceklerdir. Bakınız ne demişiz? De­ ınl,şiz lıi, TİP sözcüsünün Anayasa anlayışı ile aynı fikirde olmaya, 27 Mayıs Anayasasının ruhu ve metni imkan ver­ memektedir. Anayasamız demokratik, laik, hürriyetçi ve sosyal bir hukuk Devleti esasını almıştır. Maddedeki «SOS· yal» kelimesi, TİP sözcüsünün iddia ettiği, gibi, doktiriner. sosyalizme açık bir anayasanın ifadesi değildir. Nitekim bu hakikat, Anayasa Komisyonu Sözcüsü Muammer Ak­ soy'un «Bu Anayasada asla doktrin yoktur. Ne devletçilik vardır, ne liberalizm, ne sosyalizm. ne de herhangi bir (izmJ vardır» tarzındaki beyanlan ile sabittir. Diğer taraftan Anayasanın tümü üzerinde cereyan eden müzakereler esnasında Anayasa Komisyonu Sözcüsü Tank Zafer Tunaya Anayasamız için, «Anayasamız şu veya bu iktisadi görüşü empoze etmeyen bir kadrodur. Ana­ yasa bir parti programı değildir. Öyle ki, bu tasan içinde bir devletçi de, bir liberal de halk oyu ile kendilerini iş başına getirdiğinde programlarını uygulamak imkanlarını bulacaklardır• demek suretiyle iddialanmızı teyit ve TİP sözcüsünün, yalnız sosyalizme açık bir Anayasa olduğu tezini tekzip etmektedir. Zannederim ki Sayın Aybar, Anayasamızın ikinet mad­ desinde ifadesini bulan, Devletin sosyal vasfı, ibaresini sos­ yalizm mefhumu ile karıştırmaktadır. Anayasamızın ruh ve esprisine eğildiklerinde anlayacaklardır ki, Devletin sos­ yal vasfı esasında demokratik nizamın devamlı ve ömür­ lü olmasını sağlayan bir vasıtadan ibarettir. Kaldı ki, Ana­ yasa Komisyonu Başkanı Enver Ziya Karaı, «Anayasanın birinci vasfı inkilapçı oluşu, ikinci vasfı da doktrinci bir Anayasa olmayışıdır. Anayasamız Milletimizin geleneksel teamüllerini bir defa daha burada tesbit etmiş olmakta­ dır.» Geleneksel teamüller tesbit edilmiş. Bu Anayasa •dö­ nüşümcü» imiş, Anayasa, 'Devlet kişisinin temel hak ve hürriyetlerini fert huzuru, sosyal ve hukuk devleti ilke-

55


leriyle bağdaşamayacak surette sınırlayan, siyasi, iktisadi ve sosyaL bütün engelleri kaldırır, insanın maddi ve md­

nevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar' hük­

münü vaz'etmek suretiyle Devletin temel haklar ve gör�v­

ler

hususundaki

ll. maddesinde de

vazifesini

göstermiş

olmakla

«Devlet bu vazifelerini

beraber,

yaparken

k.a­

nun, kamu yaran, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal ada­ let ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve

hürriyetin özüne .dokunamaz.. diyerek, Devletin temel hak­ lar ve ödevler mevzuundaki fonksiyonunun hududunu gös­

termiştir. Böylece Devletin karşısında ferdin sahibolduğu temel hak ve ödevleri de teminat altına almış bulunmak­ tadır. Nedir bu temel hak ve ödevler? Bu temel haklann

içinde

mülkiyet vardır, bu temel hakkın içinde hürriyet

vardır, bu temel haklann içinde hür teşebbüs vardır, ka­ zanç vardır, veraset vardır, aile vardır. Bunların hepsi ·var­

dır. İşte haklann özü bu, dokunamayacağınız hakların özü bu. {AP sıralarından bravo sesleri, alkışlarJ

Aslında Anayasanın _bu iki maddesini beraberce oku­

dukları zaman ·kendileri de bu tezadı k.oyuyorlar. orta ye­

re. Fukaradan yana Anayasa imiş. Peki fukaranın dışında. kalanlar bu memleketin vatandaşı değil mi, onlann hakkı. hukuku olmayacak mı?. RIZA KUAS {Ankara) - Fakiri biz, onları siz. Denge,

denge!..

BAŞBAKAN SVLEYMAN DEMiREL {DevamlaJ - Şu Türkiye İşçi Partisi isminden başka işçi ile hiçbir alakası olmayan bir teşekküldür. {AP sıralarından _bravo sesleri, alkışlarJ Sadece ismi Türkiye İşçi Partisi'dir. Kaç rey al­ mıştır, Türkiye'nin işçi bölgelerinden? Sorunuz kendileri­

ne. 60 bin işçisi olan Zonguldak'tan kaç rey almıştır? {AP

sıralarından alkışlar, bravo sesleri)

Burada siz Türk işçisinin temsilcisi değil, Türk· işçisi­ nin hakiki temsilcileri sizin dışınızda oturan insanlardır. {AP sıralanndan Bravo sesleri) RIZA KUAS {Ankara) - Bravo, sizi tebrik ederim.

56


AP sıralarından bir üye CTiP'e hitabenJ - Siz kimi temsil ediyorsunuz? BAŞKAN - Sayın Kuas, lütfen müdahale etmeyin efendim. Çok tica ediyorum. RIZA KUAS (Ankara) - O tarafı görmüyor musunuz Sayın Başkan. BAŞKAN - Evvela siz sebebiyet verdiniz. Lütfen mü­ saade edin de susun, rica ederim. Lütfen bağırmaya devam etmeyin efendim. Bağırmaya devam etmemenizi rica edi­ yorum. CGürültüler.J BAŞBAKAN SVLEYMAN DEMiREL ·cnevamlaJ - Türk işçisine, Türlı köylüsüne · ve Türk fukarasına sahipolmaya kalkmayını�. Onların, şu sıralarda oturan herkes sahibi­ dir. CAP sıralarından ' bravo' sesleri, alkışlarJ Bu itibarla zaten onbeş kişi ile Türk işçisinin. Türk fukarasının. Türk Milletinin hiçbir derdini halledemezsiniz. Eğer millet, sizin ortaya koyduğunuz hususları kabul etseydi sizi buraya Bakiye Kanuna rağmen ıs kişi ile değil. daha çok gönde­ rirdi. CAP sıralarından alkışlar, bravo sesleri) Neden bu katdeye razı olmuyorsunuz? Neden olmuyorsunuz? .. RlZA KUAS (Ankara) - Dolar saysak biz de gelirdik. BAŞKAN - Sayın Kuas, süküneti ihlal ediyorsunuz. Tüzü{Jü tatbik etmek mecburiyetinde kalacağım, çok rica ederim. RIZA KUAS (Ankara) - Onları görmüyorsunuz. hep bizim bu sıraya bakıyorsunuz. BAŞKAN - Her tarafı gözüm göl"ür, ama siz sebebiyet verdiniz. çok rica ederim tekrar etmeyin. BAŞBAKAN SOLEYMAN DEMiREL (Devamla) - Şim­ di şu hususlan da kaydetmeye mecburum; AP'nin politi­ kasını böyle birtakım basmakalıp, tekrarlana tekrarlana çürümüş, millet tarafından yüzlerine fırlatılmış sloganlar­ la değil, AP'nin programıyla, seçim be?'annamesiyle, Hü­ kümet Programıyla mütalaa ediniz geliniz deyiniz ki, _şun­ ları şunları yanlış yaptınız. şunları şunları şunları yap­ madınız. Bunun dışında bir esas düşünmeye imkan yok. Çünkü, partilerin, siyasi iktidarların angaje olduğu şeyler

57


sızın kendi zihninizde yarattığınız dünyanın kuralları de­ ğil; kendilerinin seçim beyannamelerinde, programlarında ve Hükümet programlarında millet önüne serdiği husus­ larıdır. Bunun dışındaki şeylerden mesul addedemezsiniz. İktidarları kanunların içinde mesul addedersiniz. Kanun­ lar tatbik edilmiş mi, edilmemiş mi? Kanunlar hüsnüniyet­ le, enerji ile tatbik edilmiş mi edilmemiş mi? Geliniz bun­ ları söyleyiniz, bunların cevabını verelim. Önümüze bütçe geliyor. Şayet gensoruyu açmazsanız, önümüzdeki bütçede Allah aşkına geliniz bunlan söyleyi­ niz ve bunların cevaplarını alınız. (AP sıralarından bravo sesleri ve alkışlarJ YUNUS KOÇAK (Konya) ·- Merak etmeyin Sayın Baş­ bakan, söyleyeceğiz. BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMiREL WevamlaJ - Me­ rakı aslında sen etme, benim merak ettiğim bir şey yok. Bir 27 Mayıs istismarını şimdi görüyorum. Türkiye İş­ çi Partisi de tekrar ele almış ve bundan medet umuyor. Bu istismarı bırakın. Bu istismar Türkiye'ye hiçbir fayda sağlamayacak bir istismardır. Gelin geriye değil, ileriye bakalım ve memleketin atisini Türk vatandaşları için, Türk çocukları için bu güzel vatan için düşünelim. 27 Ma­ yıs istismarı yapıp bizi münakaşaların.. içine çekemezsiniz. Çekemezsiniz çünkü, bu münakaşalardan korktugumuzdan dolayı değil, bu münakaşaların memleketin hayrına olma­ dığını düşündüğümüzden dolayıdır. (AP sıralarından al­ . kışlar, bravo sesleri} Bu, Adale t Partisinin orduya karşı ol­ duğu, orduya karşı gösterilmek istendiği için ortaya ko­ nuyor. Bu, yine aslında hiçbir şekilde mesnedi olmayan ve yalandan da büyük bir iftiradır. Bu itibq,rla AP'nin orduya karşı olduğu şeklindeki iddiaları söyleyenleri, yayanları müfterilikle itham ediyorum. Ne ümidediyorsunuz; bir memlekette düşününüz ki, memleketin yüzde 57 reyini al­ mış bir parti, milletin gözbebeği olan subayı ile, eratı ile, erbaşı ile, kumandanı ile milletin çocukları olan insanla­ ra karşı gelecek, onlara karşı olacak... Bu düşünülebilir mi? Bunu düşünmeye imkan yok. Bunu vatanperverlik öl-

58


çüleri içinde mütalaa etmeye imkan yok. Bırakın bu iddia­ ları, memleketi nifaka götürmek istiyorsanız, bu yollardan götüremezsiniz. Buna

ne

Türk

Silahlı

Kuvvetleri,

ne

de

Türk Milleti razı olur... (AP sıralarından bravo sesleri, al­ kış lar) Yine önergede 'AP iktidarının çok samimi dostluk ve ittifak bağlarıyla bağlı bulunduğu Ame rika' tabiri kulla­ nılıyor. Şimdi muhterem üyeler, gelin bir hususta daha an­ laşmaya varalım: Yine

herkes bu kürsüye gelsin, Türk ­

Ame rikan münasebetleri hakkında fikrini söylesin, açık ve net söylesin. istemiyoruz diyenler, istemiyoruz, desin. Türk­ Amerikan münasebetleri Türkiye'nin fdydalıdır,

demeyenler böyle

desin.

milli

menfaatlerin_e

Hergün bunları mü­

nakaşa etmenin manası yok ki. Bunun altında birtakım saf­ satalar

aramanın

mandsı yok

ki.

Bu munasebetleri AP

olarak biz de kurmuş değiliz. Ama .biz defaatle söyledik ki:

Türk - A merikan

münasebetle rinde

Türkiye'nin

milli

menfaatleri, Amerika'nın da menfaatleri vardır. Karşılık­ lı menfaatlere dayanmayan dostluk olmaz, Bunu defaatle söyledik. Yine de söylüyoruz. Bunu bir suçmuş gibi, bir na­ kisa imiş gibi, bize yapıştırmaya çalışanların ne maksat güttükleri bellidir: anlamaya imkan yoktur diyemeyiz, bel­ lidir. Türkiye bizim iktidarımız za.nıanında olmayan bir­ takım tehditler ve tehlikeler karşısında muayyen dostluk­ lar kurmuş, kendisini kolektif bir savunma düzeninin içi­ ne almış, savunma düzeninin icabettirdiği birtakım karşı­ lıklı şartların içine girmiş. Bunları koparıp atmak mı isti­ yorsunuz? .. Bu politikada olanlar buradan gelip söylemeli­ dir. AP olarak Hükümet programımıza koyduk, biz Tür­ kiye'nin milli menfaatlerini icabettiren hiçbir şeye karşı değiliz. Bu arada

Türk - Amerikan

dostluğu

Türkiye'nin

milli. menfaatleri icabıdır. Burada Türkiye'nin milli

men­

faatıeri hangi dostluktan rencide olmaya başlarsa, o nok­ tada mesul hükümetler işin icabını clüşünür. Bunu böyle anlayalım, böyle anlamayanlar da gelsin açıkça söylesin. Bir. İkincisi, muhterem üyeler, bu dostluk 1947'den beri ge59


liyor. Biz burada aslında Devletin temadiyet esasına. hü­ kümetlerin temadiyet esasına, Türkiye'nin milli menfaatle­ rine uyarak birtakım hususların müdafaasını yapıyoruz. Türkiye, birtakım kapkaççıların, birtakım soyguncuların, sömürücülerin elinde imiş. Adalet Partisi iktidara gelince mi böyle oldu? Bunları kabul etmeyenler de gelip buradan söylemeye mecburdur. Biz bunları kabul etmiyoruz. Tür­ kiye fakir bir memleket, çeşitli iktisadi sıkıntıları var, çe­ şitli içtimai sıkıntıları var, çeşitli dertleri var. Bu sıkıntıla­ rın hepsi hepimizin kalbini kanatıyor. Ama }Junları alıp, gelip birisinin omuzuna yafta diye takmanın manası yok ki. Bununla da hiçbir mesele halledilmez. Şimdi burada bir hususu tekrarlıyorum. Biz, TC. Hü­ kümetiyiz. Adalet Partisi'nin ortaya getirdiği oy çoğun­ luğuna dayanırız. Ama gayet dikkat ve itina ile söylüyo­ rum, Cumhuriyet Hükümetiyiz. Bu takdirde bir muhale­ fet Hükümeti mevcut değil ki, İktidar Hükümeti, muhale­ fet Hükümeti desek. Türkiye'de bir tek Hükümet vardır ve 32 milyon vatandaşın Hükümetidir. Dostlukları, parti ile milletler veya devletler arasında, partilerle milletler ve­ ya devletler arasında, aramak fevkalade acayip ve fevkald.­ de yadırganacak bir iştir. Aslında ne akla, ne mantığa, ne de beynelmilel hukuka sığar. Hiçbir Hükümet gelip, bir memlekette bir parti ile dost olmaz. Hiçbir hükümet bu budalalığı yapmaz. Hükümetler hükümetlerle dost olur, imzalanmış bulunan niuahedeler hükümetleri bağlar; dev­ letleri bağlar, partileri bağlamaz. Milletler milletlerle dost olur, devletler devletlerle dost olur. Binaenaleyh bu acayip iddianın altındaTıi imayı safsatadan ibaret bulduğumu hu­ zurunuzda söylemek istiyorum. (AP sıralarından, brava sesleri) Şimdi beyanat vermişiz., Bir defa birçok şeyleri birbi­ rine karıştırırlar. Benim yazılı olarak verdiğim beyanatta ne emirname vardır, ne şu vardır, ne bu va1·dır. Ben Sayın Genelkurmay Başkanının vermiş bulunduğu emri vazife­ si icabı buluyorum, vazifesini yerine getirdiği için de, tak­ dir ediyorum kendisini ve .bana karşı sorumlu bir vazU'eli

60


olarak da vazifesini yapmış bir insan olarak karşımda gö­ rüyorum. Peşinen söylüyorum, bir kabahatli görmüyorum. Türkiye'de, «Komünizme karşı uyanık olunuz,,. demenin bir kabahat olduğunu tasavvur etmeyi mümkün bulmuyorum. Bunun akla mantığa, Türkiye'nin hukuk düzenine, Türk kanunlanna uyar bir yerini görmüyorum. AP'den vatan­ daşlar kopmuş da, AP'den vatandaşlar soğumuş da, elle­ rinde nerde ise termometre, ölçü aleti; bunları nasıl ölçtü­ lerse, neye dayanarak bunları söylüyorlarsa... (TİP sıra­ larından, .. şeker zammı,. sesleri) Böyle olmuş da ondan dolayı biz bundan iki ay evvel çıkarılmış bulunan bir emir­ narneyi desteklediğimizi beyan etmişiz. Buyurun; .. şeker zammı», diyorlar oradan. Şekerin hi­ kayesini anlatayım. Evvelci şunu koyalım orta yere. («İs­ temez, istemez», sesleri) Anlatayım, anlatayım müsaade buyurun. Ne zannediyorsunuz Devleti? Devleti elinde dibi bu­ lunmayan pir hazinenin sahibi mi zannediyorsunuz? ÇETİN ALTAN (İstanbul) - Programda yolı. BAŞKAN - Sayın Çetin Altan, lutfen müdahale etme­ yiniz, çok rica ederim. BAŞBAKAN SVLEYMAN DEMiREL WevamlaJ - Şe­ ker Şirketinin 600 milyon lira teı-aküm etmiş borcu var. Nereden ödeyeceksiniz bunu, nereden ödeyeceksiniz? İçti­ mai istikrar, iktisadi istikrara bağlıdır. İktisadiyatını ve ma­ liyesini sağlamlaştıramamış hiçbir Devlet ayakta duramaz. Herşeyin izahı var. Siz şekeri bedava da dağıtsanız Türk Milletine Türk Milleti size rey vermeyecektir. (Adalet Par­ ti sıralarından, bravo sesleri, alkışlarJ TİP'in Adalet Partisi hakkındaki bir iddiasına da bu­ rada cevap vermeden geçemeyeceğim. Diyor ki; «Halkın oyları ile iktidara geldiği halde, emekçi halk kütlelerinin yaranna değil de, sermayeci sınıflarla, toprak ağalarını ko­ ruyucu bir politika izleyen A dalet Partisi iktidarı . . Nasıl korumuşuz? Bunlar meçhul. .. Adalet Partisi İktidarının çok samimi dostluk ve it.

»

61


tifak bağlanyla bağlı bulunduğu Amerika, Adalet Partisi' nin ters politikasının körüklediği tutucu ve gerici akım­ lar..... Şimdi geliniz muhterem arkadaşlar, şu ·üç beyanı bir vesikayla karşılaştıralım, Vesika şudur: «Toprak ağalan­ nın ve zenginlerin, gericilerin partisinin Başkan ve lideri olarak, iç siyasette halk tarafından benimsenmeyen bir hattı hareket takibetmiştir. Onun emri ile Türkiye Komü­ nist Partisi ve diğer işçi teşekkülleri kapatılmıştır. Sovyet Rusya ile dostane ilişkiler devam ettirmek istediğine dair demeçler vermesine rağmen, Kemal Atatürk esasta emper­ yalist · devletlerle yaklaşma politikası gütmüştür. Kemal'in bu siyaseti Başkanlığının son yıllarında özel bir parlak­ hiıla kendini göstermiştir.» Bu nedir biliyor musunuz? Bu, Büyük Sovyet Ansiklopedisinin 20'nci cildinin 504'ncü say­ fasınqaki «Kemal Paşa" bahsinden bir paragraftır. Ne demiş Genelkurmay Başkanı? Milleti şu diye, bu diye, o diye bölmeyin, bölücülüğe razı olmayın. İşte Ana­ yasanın 12. maddesi. Milletin bölünmesine razı değiliz. Şimdi diyor ki TİP, «Biz fukaraların partisiyiz. » Şimdi, ba­ kınız bunun Anayasaya ve Türk kanunlarına nasıl aykırı olduğunu size göstereyim. Partiler Kanunu madde 84; ·Si­ yasi partiler Türk Milletine aidolan egemenliğin belli bir kişiye, zümreye veya aileye, yahut sınıfa bırakılması amacını güdemezler.» Türkiye'de, fukaralann partisi, zenginlerin partisi di­ ye bir şey olmaz. Türkiye'de, vatanperver siyasi partiler vardır. Vatandaşlar, fukarasıyla, zenginiyle tasvibettikleri programların esası üzerinden o partiler içinde yer alırlar. Devam edelim 88. maddeye; «Siyasi partiler Türki­ ye Cumhuriyetinin dayandığı Devlet tekniği ilkesini de­ ğiştirmek amacını güdemezler.• Devam edelim, 89. madde: «Siyasi partiler Türk di­ linden ve kültüründen gayrı, dil ve kültürleri korumak ve­ yahut yaymak yoluyla Tür:kiye Cumhuriyeti ülkesi üzerin­ de azınlıklar yaratacak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler.» ·

62


91. madde; «Siyasi partiler Türk vatandaşlan ara­ sında, kanun önünde diL, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felse­ fi inanç, din veya mezhep aynmı gözetmek yahut belli ki­ şi, aile veya zümreZere yahut sınıfZara imtiyaz tanımak amaçlarını güdemezler.» Belli kişi, aile, zümre veya ce­ maat esasına veya adına dayanan siyasi partiler kurula­ maz. Şimdi bütün bu hükümler yok; Anayasa fukaradan yana bir Anayasa imiş, Türk vatandaşlannın hem eşitliği­ ni; 12. maddede iddia edeceksiniz; ondan sonra da hem gelip, Anayasa fukaradan yanadır, diyeceksiniz. Niye? Fu­ karayı istismar etmek mümkün, fukaralığı istismar etmek mümkün. Gelip, fukaralığı ortadan kq,ldırmanın çarelerini söyleyin; ama bu hukuk düzeni içerisinde. Mülkiyeti kal­ dırarak, serveti taksim ederek, vata.ndaşı refahta değil, se­ falette eşit kılarak değil. (Adalet Partisi sıralarından bra­ vo sesleri, alkışlarJ Şimdi bakıyoruz, bu öneryede komü­ nizme karşı tek bir ima yok. Şöyle bir durum v ar: Yani deniyor ki; bir komünizm terörü mü yaratmaya çalışıyor­ sunuz? Muhterem üyeler, huzurunuzda şunu söylemek is­ tiyorum; Adalet Partisi ve ona dayanan iktidar olarak ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak, .biz hiçbir şekilde bir terör yaratmak hevesinde değiliz. Biz Türkiye'de bir Mc Carty'zm açılması taraftan değiliz. Ama, bu demek değildir ki, Türk Ceza Kanununun 141, 142 ve 312. mad­ delerine göre suç sayılan fiilleri işleyen kimseleri, yani aşın cereyanlan yayma propagandası yapanlan, yani ko­ münizm propagandası yapanlan da, bu propagandalan ya­ pın, biz size bir şey demeyeceğiz, bu propagandalan yap­ maya devam edin, diyemeyiz. Bu takdirde memleketi anar­ şiye götürürüz. Muhterem üyeler, . çok nazik bir konuya dokunmak is­ tiyorum. Despotizmden, faşizmden mi korkuyoruz? Evet. Türkiye'de meselelerin her şeklinin görüşüldüğü Parlamen­ ter düzen varken, her şeyin açıkta, aleni cereyan etmesi imkanlan varken, bu düzenin dışında bir düzeni aramayı akılla bağdaştıramayız. Akılla bağdaşamaz bu. Niçin he-

63


ves edecek Türk halkı komünizme; niçin heves edecek Türk halkı faşizme. Türk halkının heves etmediği bir şeyi de, Türk halkının tasvibetmediği bir şeyi de, Türkiye'de hiç kimse gerçekleştirmeye muktedir olamayacaktır. {AP sı­ ralarından bravo sesleri alkışlarJ Rey ile gelip, rey ile gi­ den hükümetler vardır. Niçin heves etsin Türk halkı dik­ taya veya komünizme? H er ikisi de dikta. Şimdi faşizmden veya komünizmden mi korkuyoruz, buna dair endişemiz mi var? Bu endişe devamlı bir endişedir. Cumhuriyet ku­ rulduğundan beri vardır ve Cumhuriyet tarihinde muhte­ lif zamanlarda bu memlekette komünistler takibedilmiş, cezalandırılmıştır. Bunu Türk mahkemeleri yapmıştır ve bugünkü Türk kanunlan ile yapmıştır. Şayet mesele yin? aynı noktaya gelirse, hiç kimsenin tereddüdü olmasın Türk adaletinin pençesinden, Türk Devletini yıkmaya kalkan­ lar hiçbir şekilde kurtulamazlar. {AP sıralarından alkış­ larJ Şimdi, aslında komünizm, faşizm her ikisi de dikta­ dır. Birisi şahıs diktası, birisi zümre diktasıdır. ÇETİN ALTAN {İstanbul) - İkisi de sınıf diktasıdır. KEMAL BAGCIOGLU {Ankara) - Kes sesini, ÇETİN ALTAN {İstanbul) - Doğruyu söylüyorum, iki­ si de sınıf diktasıdır. BAŞKAN - Şimdi doğrusunu söylemek burada size yakışmaz beyefendi. Siz söz almadınız ki. Çok rica ediyo­ rum kaç defa rica ettim Sayın Çetin Altan. Hepinize ayrı ayrı rica etmeye mecbur değilim arkadaşlar. BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL WevamlaJ - Doğ­ ru, onların inhisarındadır, hergün yalan söylerlerse, bu kür­ süye gelip «sosyalist yalan söylemez,. derler. {AP sırala­ rından bravo sesleri, alkışlarJ ÇETİN ALTAN {İstanbulJ - İkisi de sınıf diktasıdır bunların.. BAŞKAN - Sayın Çetin Altan, çok rica ediyorum; müdahale etmeyin, gürültüZere sebebiyet vermeyin, 184. madde sarih, beni mecbur etmeyin. {GülüşmelerJ BAŞBAKAN SVLEYMAN DEMİREL {Devamla) - Fu­ karalık istismarını yaparak diktaya gidenler, fukaranın hiç 64


sesının çıkamayacağı bir ortamı yaratırlar ve milleti fu1ıaralıktan kurtaracağız, diye

handınp,

neticede milleti.n

sırtına binerler. Gereyan eden hddiseler budur. Fuharanm, zenginin, herkesin müsavi haklara, müsavi fırsatıara ve ho­ nuşabilme, _söyleyebilme, şikayet edebilme, hakkını araya­ bilme hürriyetlerine sahibolduğu bir düzendedir hi: ancak memleket en kestirme yoldan fukaralıktan kurtulur. Demek istediğim şudur: Dihtanm yolu anarşiden geçer. Binaenaleyh: eğer anarşi yaratabilirseniz hiç şaşmayınız, arkasından dikta gelir. Bu sosyal bir kanundur. Onun için­ dir ki: dikta heveslileri dihtacı görünmezler, anarşici gö­ rünürler.

Binaenaleyh; hep

bütün

numal'aları

biUyoruz.

EvvPla anarşi yaratmak, sonra da meseleyi dihtaya götür­ mek. Şimdi benim tenhide hedef olan beyanım şudur: Muhterem üyeler, vaktinizi alıyorum ama, mecburum bu meseleyi bu şekilde hapatamam. «Memleketimizdeki huzur ve sühimu hasretini çektih­ leri ortama uygun bulmayanların ve bunu milletimize çola görenlerin bir süredir yeniden kesin bir faaliyet içine gir­ diklerine şahidolmahtayız. " Niye üstünüze alıyorsunuz canım? Burada biz himse­ ye bir şey demiyoruz ki, böyle olanlara diyoruz. Hiç himsenin ihlaline rıza gösteremeyeceği hakların ve hürriyetlerin siperi altına girerek huzur bozucu, anarşi dü­ zeni yaratıcı bir

ortam meydana getirilmeye çalışılıyor.

Cumhu;·iyetin her devrinde buna çalışılmıştır. Bunun neticesi olarak kanun ve hukuk devletinin sağ­ lamış olduğu hürriyet havasını kötüye

kullanıp,

devleti

,,e onun müesseselerini itibardan düşürücü zümre ve sınıf mücadelesini hörühleyici tutumlara ve davranışlara şahit :olmaktayız. Muhterem üyeler, bu Devletin Genelkurmay Başkanı Cumhuriyet Hükümetinin ve Türkiye_ Cumhuriyeti Devle­ tinin Genelkurmay Başkanıdır. Türkiye Cumhuriyetinin Ge­ nelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı­ dır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanlarını da, erlerini de, eri:ıaşlarmı da, subaylarını da, astsubaylarını da, hiç-

65


birinin üzerine toz kondurmadan itinayla korumaya mec­ buruz. Ama, görüyorsunuz ki, birtakım yazılar, birtakım benzetmeler hakikaten bugün üzücü ve hatta iğrenç

bir

mahiyettedir. Bunların misallerini verecek değilim burada. Ben diyorum ki, bu arada günlük ve aktif politikanın dı­ şında kalması ... Buna mı razı olamıyorsunuz, yani Türk Si­ lahlı Kuvvetlerinin günlük ve aktif politikanın dışında kal­ masına mı razı olunamıyor? Görevlerinin tabiı bir özelli­ ği olan bazı müessese ve makamların yersiz hücumlarla siyasi münakaşalar içine çekilmek istendiğini de görmek­ teyiz. Kendi kumanda zinciri içinde Devletin emniyetine, mil­ letimizin bütünlüğüne yöneltilebilecek her türlü tehdit ve tehlikeyi yok etmeye, şerefle muktedir Türk Silahlı Kuv­ vetlerine ve

emniyet mensuplanna vakı satışmalar üzü­

cü bir hal almıştır. Bu kabil faaliyetler kitapZara geçmiş, ilim haline getirilmeye çalışılmış, malum taktiklerdir. Ve asla itibar ve iltifat görmeyeceklerdir. Demokrasiyi yıkma­ ya mdtuf her türlü maceracı teşebbüslerin karşısına, ha­ yatlarını istihkar ederek dikilenleri ve

mert göğüslerini

siper edenleri, gizli emellerinin tahakkukuna engel saya­ rak kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplanna yö­ neltilmeye çalışılan alçakça tdrizlerin sahipleri kanunla­ rımızın ve Türk Adliyesinin pençesinden kurtulamayacak ve mukadder akibetlerini bulacaklardır. Anarşi heveslileri­ nin karanlık emelleri ve hainane maksatları cümlece ma­ lüm, kanun ve hukuk devleti olan ülkemizde bıı faaliyet­ lere asla fırsat ve imkan bırakılmayacaktır! Bütün vatan­ daşlanmızın, milleti birbirine düşürmek isteyen hayasızla­ ra karşı ne kadar tiksinti içinde bulunduklarını biliyorum. Bu gibi sapık arzulara ümit ve gönül bağlamış olanlar hiç­ bir zaman umduklarını

bulamayacaklardır.

Hürriyetleri

ortadan kaldıran, milletimizin hayat tarzı olarak seçtiği demokratik düzenin baş düşmanı olan komünizme karşı uyanık bulunmaktan üzüntü

duyanlardır ki,

komünizm

aleyhine yapılan beyanların savunmasını fahri olarak üzer­ lerine alırlar. Bunlar gayelerine aykırı her çalışmaya kar66


büyük bir telaş ve heyecan içindedirler. Burada yine şu­ nu beyan etmek istiyorum: Türkiye' de açık veya kapalı ko­ münizm propagandasr, yapmak hevesinde olanlar veya ko­ münizmi müdafaa durumunda bulunanlar, milli menfaat­ lerimize aykırı bir davranışın içindedirler ve yakalarını Türla Devletinin elinden kurtaramayacaklardır. (AP sıra­ lanndan bravo sesleri) Komünizme karşı uyanık bulun­ mayı tavsiye edenler vatani ve kanuni bir vazife yapmak­ tadırlar. Bu kutsal hizmete yönelenleri de hiçbir kuvvet yıldıramayacak tır. Türk Anayasasını marksizmin veya komünizmin koru­ yucusu şeklinde tefsir etmek küstahlıktr,r... Evet böyledir. Yani, bunun ayıplanacak bir yeri var mı? Bunun müdafaa­ sı nasıl yapılabiliyor «hayır öyle değildir» diye. Hürriyet nizamı, Türk. Devletinin emniyet ve bekası

şı

üzerinde tehlikeli oyunlar oynamak için hazırlanmış bir meydan değildir. Devlet itibarına, silahlı kuvvetlerimizin bütün kadernelerindeki mensuplarına, her vesileyi fırsat bularak sataşma heveslilerine bu hareketlerin, millet vic­ danında nefret uyandırdığını ve bir . hukuk ve kanun Dev­ leti nizarnı içinde muhakkalı nedamet ve pişmanlıkla so­ nuçlanacağını hatırlatmak istiyorum. Türk demokrasisini yanlış istikametlere sürüklemek isteyenlerin sonu mutlaka hüsran olacaktır. Komünizme karşı uyanık bulunmaktan tedirgin olanların hüviyet ve maksatları nıilletçe malum­ dur. Bu gibilerin kirli işlerden ellerini çekmeleri lazımdır. Bunların Türk Silahlı Kuvvetlerine, Türk gençliğine, Türk köyl'Usüne, Türk işçisine bulaştırabilecekleri bir şey yok­ tur. Ülkemizde hukuk, nizam, hürriyet, hala, kardeşlik, sevgi, huzur ve sükun hakimdir ve hakim olmaya devam edecektir. » Benim beyanını bu muhterem üyeler. Tekrarlıyorum, böyle olacaktır, ülkemizde hukuk, nizam, hürriyet, hak, kardeşlik, sevgi, huzur ve sükıln hakimdir ve hdkim ol­ maya devam edecektir. Çünkü, bunda bütun milletin men­ faati vardır, çünkü Türk Anayasası bu temel üzerine ku­ ruludur. 67


Şimdi, bir ibareye takılınıyor; emirnamede, « bütün fe­ nalıkları temizleyecek bir kimse çıkarsa, bu hedef olur,. şeklinde bir beyan varmış. 36 sayfalık emirname; bir cüm­ lesi alınacak; başı belli değil, sonu belli değil ve bu cümle memlekette komünizm tehlikesi yoktur, niye bunu bir bas­ kı havası haline getirmek istiyorsunuz, aslında faşizm teh­ likesi vardır, şeklinde getirilecek. Bu, mantıkla kabili telif değil, hiçbir şekilde kabili telif değil. Ama aslında bundan tedirgin olmak, fenalıkların temizleneceğinden tedirgin ol­ mak demektir. Şurasını açıklıkla söyleyelim; kanun ve huku1a devleti olan Türkiye'de hiçbir şekilde bizzat ihkakı hak olamaz. Kimse Taendi hakkını kendisi alma durumunda değildir. Kanun ve hukuk Devleti içinde hiç kimse, temizlenirim, endişesi içinde olmasın. Kanun gelecektir, suçu varsa ya­ kasına yapışacaktır, şerefli Türk hakiminin önüne çıkara­ caktır ve şerefli Türk hdkimi karar verec�ktir; suç var mı, yok nıu, diye. Böyle olmadığı takdirde, Devlet yoktur. Se­ nelerdir kurmaya çalıştığımız, tekamül ettirmeye çalıştı­ ğımız, ilerletmeye çalıştığımız Cumhuriyeti artık pir aşiret devleti gibi görmeye kimsenin haklıı olamaz. ·rAP sırala­ rından bravo sesleri) Burada aslında, kanunlara ve Cum­ huriyete inansızlık yatmaktadır. Bir antika mevzuu daha işlernek istiyorum, bu da: ko­ münist ihtilali hareketi, söylentisidir. Şimdi, aslında bu zihniyetin sahipleri, putu kendileri yaparlar ve döner ona taparlar. J(omünist ihtilali hareketi iddiası kendileri tara­ fından ortaya atılmış ve takip görmüştür; o bildiğiniz bir şey varsa gelin söyleyin diye. Türkiye'de işçi, köylü çıka­ cakmış da, nasıl olacakmış komünist ihtilal hareketi?. Böy­ le bir tane komünist · ihtilali hareketi gösteremezsiniz. Türk köylüsüne, Türk işçisine ihtilal yapacakmış gözüyle bak­ mak ancak, kör gözlü olmaktan farklı bir şey değildir. ·rAP sıralarından alkışlar ve bravo sesleri) ÇETİN ALTAN (İstanbul) olmaz üstadım.

68

-

O zaman da komünizm


BAŞBAKAN SOLEYMAN DEMiREL (Devamla) - Evet, Bulgaristan'da 12 bin kişi komünist hareketini yaptı, Ro­ manya'da 18 bin kişi yaptı. O zaman komünizm ol­ ÇETİN ALTAN (İstanbul) maz... BAŞBAKAN SOLEYMAN DEMiREL (Devamla) - Ad�­ dır onun, adı. (GürültülerJ BAŞKAN - Lütfen karşılıklı konuşmallınız efendim. Sayın Çetin Altan; gürültüZere sebebiyet veriyorsunuz, lüt­ fen. BAŞBAKAN SOLEYMAN DEMiREL (Devamla) - Şim­ di, bu, uzun izahatımı bazı neticelere bağlamak istiyorum. Bir defa, Türk Anayasası sosyalizmi veya komünizmi der­ p;;ş eden bir 4nayasa değildir. Türk Anayasası, sınıf mü­ cadelesini derpiş eden bir Anayasa değildir, Türk Anaya­ sası komünizmi yaymak hürriyetini sağlayan bir Anayasa değildir. Türk Anayasası anarşiyi ve neticede despotizmi yaratmaya müsait bir Anayasa değildir. Türk Anayasası çok partili düzeni bir nifak ve yıkıcılık faaliyeti için zemin olarak addeden bir Anayasa değildir. Evet, siyasi hayatı­ mız çok partili düzene bağlı, çok partisiz bir demokratik düzen düşünmeye imkan yok. Ama, siyasi partilerin hiçbir mesuliyetı olmadığını, kanunlara karşı mesuliyet taşıma­ dıklarını, istediği şekilde hareket içinde bulunabilecekleri­ ni, milleti dil esası üzerinden, din esası üzerinden, inanç esası üzerinden, varlık esası üzerinden parça parça etme­ ye hakları olduklarını da kimse iddia edemez: Türk Ceza Kanunu bölücü, aşırı cereyanları suç saymış ve cezalan­ dırmıştır. Önerge sahibi parti Anayasa Mahkemesine mü­ racaat etmiş, 141 ve 142. maddeleri ve Türk Ceza Kanu­ nunun '312. madde.c:inin, sadece sınıfla ilgili olan kısmı­ nı ortadan kaldırmak için ve Anayasa Mahkemesi bunu reddetmiş tir. ÇETİN ALTAN (İstanbul) - Gerekçe yok. BAŞBAKAN S0LEYMAN DEMİREL lDevamlaJ - Şim­ di bu zihniyete bakın: 'Karar var ortada, gerekçe olmadığı için kararı muteber addetmeyecek... Bu düşünülebilir mi? -

69


ÇETİN ALTAN Cİstanbul) - Anayasa

c

Gerekçesiz kar

rar olmaz,. der.

BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL (Devamla) - İşte

söyledik, Anayasa Mahkemesinin üstünde, TBMM'nin üs­ tünde, Milletin üstünde, herkesin üstünde akıldane. CGü­

lüşmeler.J Türk Anayasası hür teşebbüsü, mülkiyeti, mira­ sı, meşru kazançlan, Türk vatandaşının istediği işi tuta­ bilmesini,

Türk

vatandaşının tabii hakkı addeder. Türk

Anayasası kamu yaran sloganı altında demokratik mem­ leketlerdeki demokratik insan haklarının çiğnenmesini der­ piş etmez. Şimdi, bir hususu daha tasrih etmeden geçemeyece­ ğim: Diyor ki; sayın hatiplerden birisi, önerge sahibi parti­ nin hatiplerinden birisi; cAnayasaya kırmızı oy verilmiş.• <��Hayır deyin, hayır vardır,,. propagandasını yapan parti­ nin adamlan imiş gibi gösteriyor, benim arkadaşlanmı ve benim partimi. Reyden dolayı, reyinden dolayı bir suçun

mevcut olduğunu kabul eden hiçpir düzen mevcut değil­ dir. CAP sıralanndan alkışlarJ Bu itibarla, Anayasaya har yır deyin, demiş. O hak tanınmış mı kendisine? O hak- tar nınmış ise, · o şekilde propaganda yapmışsa, bunda günah nerede? Bunun günahı neresinde? O zaman rey müesse­

sesini temelinden göçürürsünüz. Rey müessesesinde neti­ ceyi münakaşa etmeden kabul etmeye mecbursunuz. Bi­ naenaleyh, bunu burada gelip Adalet Partisi için bir na­ kısa olarak göstermeyi demokratik zihniyetle, hür düşün­ ce ile bağdaştırmaya imkan yoktur. Şimdi şu hususu da belirtmek istiyorum: Kanunlar, ka­ nun haline geldikten sonra hiç kimse .biz buna rey verme­

diydik, demek hakkına sahip değildir. Onlara uymaya mec­ burdur. Eğer bunu bu şekilde vaz'edemezsek, demokratik

parlamentolarda karar meselesini

halledemeyiz.

Karann

kendisi münakaşa edilmez artık. Şimdi şu hususları da belirtmek istiyorum: Türkiye'de, Türk Anayasasının himayesine girip, bunu suiistimal et­ meye çalışanlann, her ne nam altında olursa olsun, Türk

Devletine ve Türk Milli bütünlüğüne zarar vermesine im-

70


kan bırakılma:yacaktır. Türk Devletinin düzeni, hukuk dü­ zenidir ve her ne nam altında olursa olsun komünizme ka­ palıdır. Çok partili hayat Türkiye'nin bütünlüğünü bOzma manasında hiçbir şekilde anlaşılamaz. Türk Silahlı Kuv­ vetlerini herkes rahat bırakmak mecburiyetindedir, Türk Silahlı Kuvvetlerini ve onun kumandanlarını huzur içinde, vatan müdafaası için çalışırken kimse kimseyi tedirgin et­ me hakkına sahip değildir. Komünizm ihtilali arzusunda olanların veya faşizm ih­ tilali arzusu içinde olanların şu veya bu şekilde isyan ar­ zusu içinde olanların, ihtilal arzusu içinde olanların bu. arzulan bu memlekette kursaklarında kalacaktır. (AP sı­ ralarından brava sesleri) Niçin olacaktır? 1961 Anayasası orta yerde. Bu Anayasa bütün düzenlerini kurdu, diyoruz. Kurmadı ise gelin bu düzenleri kuralım, diyoruz; geçen. sene de söyledik. Yani, illa ki milletin istediğine karşı bir netice alınmak için mi olacaktır? Bunu hiçbir şekilde ne anlamaya, ne de mümkün görmeye imkan vardır. Komü­ nizme karşı uyanık bulununuz, diyen . kumandanın sözleri­ nt vesile ittihaz ederek reaksiyon gösterilmesini anlamak imkanı yoktur. Kulaklarınızı tıkayınız, deseydi bunu an­ lamak mümkündü. _Türkiye'de ne komünizm, ne de fa­ şizm olacaktır. Cumhuriyet ve hür demokratik sistem ilele­ bet payidar olacaktır. (Alkışlar, brava sesleri.J Muhterem üyeler, grupları adına ve kendi adlanna konuşmuş olan üyelerin söylediklerine teker teker cevap vermeyeceğim. Önerge sahibi önergesini izah ederken, ha­ kikaten pir zeka spekültisyonu yaptı; karşınıza öyle bir mesele koydu ki, aslında boşluklarla doludur. Bu boşlukla­ rı yer yer işaretledim. Tekrar dönüp son söylediği sözler üzerinde yeniden boşluklar ortaya koymayacağım. Niyet şudur: Bir vakıa ihdas etmek istemişlerdir ve böy­ lece Parlamentonun bir gününü almalt istemişlerdir. Par­ lamentonun bir gününü aldıklan doğru. Ama; Türk Parla­ mentosu bütün vatanperver partileri ile gelmiş bu kürsü­ ye, sözünü söylemiştir ve bu Türk Parlamentosunun, Türk Milletine gurur verecek bir hususiyetidir. Milli meseleler 71


etrafında Türk Parlamentosunda münakaşalar

prensipler

üzerinde olmaz, detaylar üzerinde olur ve budur ki, Türk Milletinin bütünlüğünün ve kudretinin hiçbir şekilde ih­ lal edilemeyeceğinin ve Türk Devletinin bakasının te.mina­ tını içine alır. Huzurunuzda Partimi, Hükümetimi ve şahsımı müda­ faa için konuşmadım. Huzurunuzda gerçekler bunlardır, demekle gerçekler onlar olmaz. Buraya gelip gerçekleri se­ riyoruz ortaya, deyip hiçbir gerçek söyleyememek zaaf de­ mektir. Huzurunuzda, gerçek nedir, diye sorduğumuz za­ man bir şey söyleyemeyenlerin ve pir münakaşayı, bir mü­ nazarayı yaparak bundan propaganda menfaati umanla­ rın durumunu teşhir ettim. Şöyle demek istiyorum: Bu önerge, komünizm safsata­ sı etrafında örülmüş, cüretli bir siyasi demagoji örneği­ dir. Gensoru açıp açmamak takdiri Yüce Meclisindir. Şa­ yet Yüce Meclis gensoru açmaya karar verirse söyleyece­ ğimiz daha çok şeyler vardır. Ve bunları Türk efkan umu­ miyesinde aydın latmak fırsatını bulduğumuz zaman ancak memnun oluruz. Beni dinlediğiniz için hepinize saygılarımı ve şükran­ larımı sunuyorum, takdir sizlerindir. (AP sıralarından, bra­ vo, sesleri ve sürekli alkışlarJ BAŞKAN - Muhterem arkadaşlarım, gensoru üzerin­ deki konuşmalar bitmiştir. Gündeme alınıp alınmaması hususunu oylarımza arz ediyorum. Gündeme alınmasını kabul edenler... (Yalnız TİP milletvekillerinin el kaldırması üzerine AP sıralann­ dan ... yuh.. sesleri duyuldu.) Kabul etmeyenler... Gündeme alınması TİP Grubunun muhalefetine. rağmen, ekseriyeti Jaahire ile kabul edilmemiştir. CAP sıralanndan alkışliı.rJ Muhterem arkadaşlar, bir dakikanızi rica edeceğim; se­ çim neticelerini okutacağım.

72


OLAYlN SONUÇLARI Olayın kendisi önemliydi. Ama Meclisteki konuşmalar belki daha önemliydi; İsmet paşanın sözleıi, Başbakan'ın

konuşması. . . Paşa emimarneyi bir ·yana itiyor, Ordunun Kurtuluş Savaşından beıi ulusun hizmetinde olduğunu an­ latıyordu. Tural'ın çok partili rejimi suçladığmdan, güçlü bir komutanlll her , kötülüğü bir anda temizleyebileceği hakkındaki görüşünden hiç söz etmiyordu. Başbakan da Anayasanın sosyalizme kapalı olduğunu söylüyor ve Ame­ rika ile ittifakı savunuyordu. Herkes TİP'e karşı birleşiyor­ du: Doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulacağını bize anımsatmak istiyorlardı. Türkiye İşçi Partisi yalnızlığını bir kez daha görüyordu. Ama bir şeyi daha görmeye, anla­ maya başlayacaktı. Türkiye İşçi Partisi'nin suyu ısıtılıyor­ du. Tabioyu tümüyle o gün görüyor muyduk? Bu olanak­ sızdı. Ama fırtınanın yaklaştığını görmemek de olanaksız­ dı. CHP'den AP'ye kadar, bir uçtan öbür uca, tüm partiler TİP' e karşı cephe almışlardı. Yani · TİP'i dışlıyorlardı. Büt­ çe konuşmalan bunun daha açık biçimde aniaşılmasına olanak verdi: Hükümet katmda bir senaryo hazırlanıyor­ du. TİP, Moskova'nın uzantısı olarak gösterilecek, bunun kamuoyunda yaratacağı olumsuz etkiler gözlanecek ve ka­ patılması yollan araştınlacaktı TİP'in . . . Başbakan emir­ name ile ilgili olarak yaptığı konuşmada, Sovyet Ansiklo­ pedisinden bir bölüm okuyar ve buradaki değerlendirme­ lerle bizim izlediğimiz politikanın, bizim değerlendirmele­ rimizin aynı doğrultuda olduğunu söylüyordu. Böylece TİP' in komünistliği belgelenmiş, tescil edilmiş oluyordu. Suç­ lamalar ilk kez hükumet adına dile getirilmiş bulunuyor­ du. Sergilenen bu tablomin çizgileri İçişleri Bakanı tara­ fından, birkaç gün sonra daha belirgin hale getirilecekti. SoL'u saf dışı etmekte, kimin, kimLerin çıkan vardı? Bu soruya veriLecek yanıt çok şeyi aydınlatacaktı. Biz Türki­ ye'nin sosyo-ekonomik yapısının yanısıra, stratejik konu­ numunu da göz önünde tutarak şu yanıtıarı veriyorduk:

Türkiye 1947' den sonra yakın tarihi ile iLişkiLerini kesmiş73


ti;

Ulusal Bağımsızlık, devlet adamlarının

söylevlerinde,

artık gerçek içeriği olmayan bir edebiyat formülü haline _gelmiştir.

«Türkiye halkını, emperyalizm ve kapitalizmin

tahakküm ve zulümünden kurtaracak ifade ve hakimiye­ tinin sahibi

kılmakla

gayesine vasıl olacağı kanaatinde­

·dir» diyen Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin Bildiri­ .sindeki anlamlı amaç, çoktan unutulmuştu ve anımsatılma­ .sına ne Bey Takımı, ne Burjuvalar, ne de Türkiye'de üsler kurmuş, yeni müttefikimiz Amerika razıydı. Türkiye İşçi Partisi ise ulusal bağımsızlığı, demokrasinin ve sosyalizmin koşulu olarak görüyor, İKİNCİ ULUSAL KURTULUŞ için savaşım bayrağını açıyordu, TİP artık pir hükumet sorunu ·olmuştu. Gensoru önergesi üzerindeki tartışmalardan sonra, büyük taarruz Bütçe konuşmalarında başlayacaktı. İçişleri Bakanlığı bütçesi konuşuluyordu. Yunus Koçak arkadaşımız TİP adına eleştirilerini dile getirirken, jandarma ve polis ta­ rafından kimi yurttaşianınıza işkence yapİldığını, olayla­ rın nerede, hangi gün olduğunu belirterek ve işkence gö­ renlerin adlannı vererek, konuşmasını şöyle sürdürmüştü: .. ( .. .J Oysa 31 .12.1966 günü Köyceğiz ilçesinin Demirli köyünde Yılbaşı münasebetiyle 15 arkadaş o köyde katran­ cılık yapan Mehmet Demirel'in evinde toplanmışlar, radyo dinlemişler, kendi hallerinde eğlenirlerken ve hiçbir ma­ kul sebep yok iken Aklıöprü jandarma karakolundan uzat­ malı çavuş M ehmet Aktaş'ın ve arkadaşlarının baskınına uğramışlar, dipçiklenerek küfürlerle ve vurulmak tehdidi altında karakoZa götürülmüşler, coptan geçirilmişler, fala­ kaya yatırılmışlar, uzatmalı çctvuş Hasan ve yine uzatmalı çavuş Mehmet Aktaş ve onlara yardımcı olan jandarma erleri tarafından Yılbaşı gecesini böylece Demirli köyün­ den 15 kişi dayak ve işkence içinde karalıolda geçirmişler­ dir. Yine Mardin vildyeti dahilinde bir katil olayından ötü­

rü katili aramak için 1966 yılının 7'nci ayında Silvan ka­ zası jandarma kumandanı başçavuş Turgut Çapanoğlu ve jandarmalar pikapla Pilakan köyüne girmişler, köye giren jandarrna.lar süngü ucuyla kadınları ayrı, erkekleri ayrı sı74


ıı-aya dizmişler, suçluyu köylüden istemişler, muhtara ha­ karet ve küfür, kadınların bacakları arasına, e rkeklerin göz­ leri önünde sopa ile dürterek erkeklere en ağır kelimelerle hakaret etmişlerdir. Başbakana v e İçişleri Bakanlığına ya­ pılan şikayetlerin bir fayda vermediği ve bu sebeple suçlu olması gereken Başçavuş Turgut

Çapanoğlu'nun

Merkez Jandarma Komutanlığına

atandığı

Silvan

bildirilmekte­

dir. ( ... ) 28 Kasım 1966 tarihli gazetelerden: A dapazarı'n­

da yapılmakta olan TMTF Kongresi iki otobüsle Ank ara'

dan gelen ve AP gençlik kolları yönetim kurulu üyesi Atilla Karamın'ın başlarında bulunduğu 60 kişi tarafından ba­ sılmıştır. Çıkan kavgada dördü ağır yaralı olmak üzere

18 kişi yaralanmıştır. (. .. ) Olaydan sonra karalıola götürü­

len gençler, bilhassa Atilla Akman, İçişleri Bakanı ile giJ..

rüşmek istemiş, polisler tehdit edilmiş, kongre basanlar geç vakit İçişleri Bakanının telefon talimatı ile serbest bıra­ kılmışlardır."

Yunus Koçak arkadaşımız Adalet Partisi iktidarını ve İçişleri Bakanı'nı suçlayan konuşmasım şöyle tamamla­ mıştır: TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK (devamla) «Arkadaşlar, bunlar İçişleri Bakanlığı'nın emniyet ve huzur yerine suç tasnii, iftiralar tertibi yoluyla, emniyetsizlik, hu­ zursuzluk yaratmak, anarşi yaratmak, vatandaşı tedirgin etmek yoluna, gayretlerini teksif

ettiğini göstermektedir.

Biz Parti olarak Anayasaya içtenlikle bağlıyız. Ve Anaya­ saya «hayır» dedirtmek isteyenlerle, bütün uyanık vatan­ daşlarla birlikte bu meşru mücadele içindeyiz. (...) Bütün bu huzursuzlukların, polis baskı ve terörünün sorumlusu hükumettir. Özellikle Dr. Faruk Sükan'dır. ( J Artık isna­ ...

dı, iftirayı, tehdidi, Anayasayı ve kanunları hafife almayı bir yana bırakıp, demokratik rejimin kaderi üzerinde cid­ diyetle düşünmenin ve olumlu davranışlar yoluna girme­ nin zamanı gelmiştir. L.J Otobüsleri soyan şakilere, Do­ ğuyu haraca kesen eşkiyaya gücü yetmeyen hükumet ve İçişleri Bakanlığı, Meclis basarak, İşçi Partililere tertipler yaparak, İşçi Partisi binalarına saldınlar tertipleyerek ve75


ya teşvik edecek bir tutum içinde bu saldırıları takip etme­ yerek, bir zulüm ve baskı makinası halinde işlemektedir. L . J Ama yer yer iktidar organlannın yazdıklarına bakılırsa, yakında Meclise teşrii masuniyetlerimizin kaldırılması için dosyalar gelecek ve Adalet Partili milletvekillerinden, İşçi Partili milletvekilleri hakkında karar istenecektir. Bütün tertiplerin amacı, İçişleri Bakanının ve emniyet teşkilatı­ nın faaliyetleri bunu sağlamak içindir. İşçi Partisi vuruZ­ mak suretiyle Anayasanın Sosyal haklan bölümünün ger­ çekleştirilmesini isteyenlerin sesi kısılmak veya uzun sü­ re iktidann savunduğu sömürü düzeninin devamı sağla­ nacaktır. Savcılar, mahkemeler ve Anayasa Mahk emesi bu yoğun propagandanın tesiri altında bırakılmak istenilerek ve Siyasi .Partiler kanununun ne yapıp pazı maddelerinin kapsamına, bazı tertiplerle Türkiye İşçi Partisi de sokul­ mak istenerek Partimiz hakkında birtakım gayretler yapıl­ dığı aşikardır. Ve gayretler bu istikamettedir. f...J Türkiye İşçi Partisi Anayasaya ve demokratik il­

kelere

saygılıdır. Anayasanın öngördüğü kanunlann bü­

tün vatandaşZara ve kendisine verdiği haklan hiçbir teh­ dide kulak asmadan sonuna kadar kullanmaya kararlıdır. Ve Anayasanın insan haklarının iktidar tarafından da say­ gı görmesi ve uygulanması için kanun yollanndan sonuna kadar savaşacak ve bu konuda demokratik düzenin korun­ ması için, yapılan her gayret, nereden gelirse gelsin, par­ timizden anealı destek görecektir. Anayasa düzenini, de­ mokratik düzeni sarsıcı, baltalayıcı, Türkiye'nin bütünlü­ ğünü,

demokratik yoldan kalkınmasını önlemeye matuf bütün davranışlarda, karşısında Türkiye İşçi Partisi'ni bu­ lacaktır. İSMET ANGI (Eskişehir) - Halt etmişsin. TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK (devamla) Halt eden sensin. BAŞKAN - Efendim çok istirham ediyorum; .bu şekil­ de hitap etmeyiniz, bunlar zapta geçiyor. İSMET ANGI (Eskişehir) - Sen lıalt ediyorsun.

76


TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK '(devamla) Halt eden sensin. BAŞKAN - Sayın Koçak, kürsüyü bu şekilde işgal et­ meyiniz efendim. Sözünüz bitti. İnin istirham ediyorum efendim.

TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK (devamla) Efendim nasıl hitap ediyor? BAŞKAN - Sayın Koçak,

ben vq,zifemi yapıyorum.

Efendim, ihtar ettim size o şekilde

hitabeden arkadaşa.

Siz bunları başkanlığa bırakın, istirham ederim.• *

Daha sonra kürsüye gelen İçişleri Bakarn Sükan, ko­ nuşmasımn büyük bölümünü Türkiye İşçi Partisi'ne ayu-­ dı. Birkaç gün önce Başbakan'ın yaptığı gibi, o da, Mos­ kova kökenli kimi belgeler sergileyerek, karşılaştırmalar ve yorumlar yaptı. Bu konuşmanın kimi bölümlerini ve­ relim: İ ÇİŞLERi BAKANI . FARUK S ÜKAN CKonyaJ - « L . .J Peşinen arzedeyim ki, Türkiye'de komünist faaliyetleri ve komünist propagandası kanunen yasaktır. Anayasaya gö­ re, 1961 Anayasasına göre, 1924 Anayasasına göre de öyle idi, Türkiye'de sınıf hakimiyetine müstenit bir nizam kur­ mak, mevcut nizarnı bozmak ve tağyir etmek bu hususta faaliyet göstermek suçtur. Bunun propagandasını yapmak da suçtur.

Arkadaşlar, denilebilir ki, Anayasanın bahset­

tiği fikir özgürlüğünden, vicdan ve kanaat özgürlüğünden ve hürriyetlerinden bilistifade Anayasanın teminat altına almış olduğu temel hak ve hürriyetlerden hareketle bu fik­

ri hareketler yapılabilmektedir. Hatta günün basın konu­ su olarak bazı kıymetli yazarlar Türkiye'deki fikir hare­ ketlerini birçok gurup memleketlerinde olduğu gibi Mark­ sist bir felsefenin ancak filıir hareketi olarak değerlendi­ rilmesi iktiza ettiğini, bunun aksiyon olarak veya Anaya­ sanın. ve kanunlarımızın yasak ettiği propaganda mahiye­ tini alırsa,

*

bunların vesikaya

istinadettirilmesi

suretiyle

TBMM Tuta.nak Dergisi, C. ı�. s: 433-437. 77


ancak bunun mürevviçlerinin veya bunlan organize etmek durumunda olan teşekküllerin suçlandınlması iktiza etti­ ğini beyan ederler. Zannediyorum ki, benim bugünkü, bu maseledeki maruzatım bu

hususta kıymetli Meelise bazı

döküman mahiyetinde ip uçlan vermek olacaktır. »

TİP MOSKOYA'DAN EMİR ALIYORMUŞ! İçişleri Bakanı Moskova'da toplanan Bl Komünist Par­ tisi delegelerinin 6 Aralık 1960 günü yayımladıklan. bildi­ riden kimi bölümler okuyor; Kanada'da yayımlandığını söy­ lediği bir dergide Yakup Demir ve Halis Okan takma adla­ n ile kaleme alınmış bir yazıdan söz ediyor; bunlan Tür­ kiye İşçi Partisi'nin Malatya'da yapılan ikinci Genel Kon­ gresinin 24.11.1966 günü yayımlanan bildirisi ve benim ı Aralık 1966 günlü Dönüşüm dergisinde yayımlanan bir demecimle karşılaştınp yorumluyor. Böylece Türkiye İşçi Partisi'nin Moskova'dan emir aldığı kanıtlanmış oluyor... Ne kadar basit ve inandıncı. Moskova Bildirisinde: «Her bir ülkede sosyalizme geçişin şekli o ülkenin ta­ rihi şartlarına bağlıdır. (...) Komünistlerin inancına göre demokrasi mücadelesi, sosyalizm için mücadelenin bir par­ çasıdır. Bu mücadele işçi sınıfı ile bağlann sürekli olarak kuvvetlendirilerek, bunların politik şuurlannın arttınlma­ sı suretiyle olur» deniyorrnuş. Malatya Kongresi bildirisin­ de de: «Türkiye İşçi Partisi ikinci büyük kongresi gerek po­ litik, gerek ekonomik bağımsızlığın son tahlilde sosyalizm­ le gerçekleşeceğine ve Türkiye'de sosyalizmin genel sosya­ list ilke ve gelişme kanunlanna dayanmakla beraber, mem­ leketimizin tarihsel şartıanna

milli

özelliklerine

uygun,

milli bağımsızlığına kıskançlıkla bağlı ve aşağıdan yuka­ n demokratik bir yoldan, yani örgütlenmiş emekçi sınıfla­ rın işbirliği, bilinvli, cesur çabası ile gerçekleşeceğine olan teyideder» denilmekteymiş. Aybar'ın Dönüşüm dergisinde yayımlanan demecinde de şunlar dile getirili­ yorrnuş; deniliyormuş ki: «Sosyalizmin Türkiye'ye özgü tainancını

78


rih koşulları içindeki uygulanışına ve bu koşullarla bu ko­ şullar içindeki uygulanışın teoride

değerlendirilmesinden

meydana gelen Türkiye'ye özgü sosyalist teori/eylem siste­ mine Türkiye sosyalizmi adını veriyoruz ...

»

Behice Boran yerinden bağırrnış: «Bağımsız ve milli» diye. İçişleri Bakanı ise suçlamalarını sürdürüyor. Gene Ma­ latya Kongresine dönüypr: «Gerçekten Türkiye'nin bir mil­ li kurtuluş savaşı verdikten sonra bugün ikinci bir milli kurtuluş mücadelesi içinde bulunması; halkımızın Osman­ lı tipi ceberut devlet anlayış� ve yöntemine karşı olması ve oy hakkına sahip çıkması; halktan yana sosyalizme açık bir Anayasanın varlığı gibi etkenler, Türkiye'de sosyalizme alelade uygulanış özelliklerinden ötede bir nitelik kazan­ dırmaktadır... Türkiye Sosyalizmi teori ve eylem olarak, İşçi Partisi'nin milli bağımsızlık, emekçi halkımızın hor­ lanma ve sömürülmeden kurtulması, Anayasanın eksiksiz, ta.<Jtamam uygulanması yolunda beş yıldır vermekte oldu­ ğu mücadele ile kurulmaktadır. Türkiye Sosyalizmi oluş halindedir. Bu oluş, yukarda işaret olmasına rağmen hür­ metle ve takdirle karşılardık. Ama kendi fikirleri ile ilgisi olmayan doğrudan doğruya başka istikametlerden, tama­ men aynı sloganlarla, aynı dialektik, aynı kelimeler, aynı üslup, ama kanunlar müsaade etmedi diye onları başka sloganlar ve mefhumlan.n arkasına almak suretiyle, ora­ dan aldıkları emir istikametinde propaganda ve tatbikat yapmaya herhalde ... CTİP sıralanndan gürültülerJ İÇİŞLERi BAKANI: .. (...) Cepheleşme hareketinin emir­ namesi 6 Mayıs 1965 tarihinde Kanada'da Halis Demir ve Zeki Baştırnar tarafından kaleme alınmış, verilen direkti· fin Türkiye' de uygulanması 12 Kasım Kızılay hadiseleri ile bizzat sizin neşriyatınız ve beyanlarınızla aynı. şekilde tat­ bikat görmüştür. (...) Bunlar TİP'in Malatya tebliğinde ve TİP liderinin basma verdiği çeşitli beyanlannda bütün bu esaslar yer almış bulunmaktadır. ,.*

* TBMM Tutanak Dergisi , C. 13, s. 439-452, özellikle: 441-446. 79


Bu konuşma, TİP'in hükümet adına, kornünistlilde ve dışardan aldığı direktiflerle hareket eden bir parti olarak, ilk kez resmen suçlanınası idi. Belki size garip gelecek: faz­ la önernsernerniştik sayın Sükan'ın konuşmasını. Ama biz­ den nasıl rahatsız olduklarını, adeta elle tutarcasına, somut olarak kavrarnarnıza yol açmıştı bu iddialar. Bir şey yapa­ mayacaklarını biliyorduk. Bizi kapatamazlardı. Anayasa Mahkemesi bunu y�prnazdı. Son yıllarda birçok yasanın ip­ tali için Anayasa Mahkemesinde dava açrnıştık. Layiha­ lanmızı ciddi bulduklannı öğreniyorduk. 141 ve 142. mad­ delerin iptali için aynca sözlü savunu'da da bulunmuştuk. Bu kaba kuvvet gösterilerinin olsa olsa halkı etkilernesi dü­ şünülebilirdi. O konuda da her geçen gün bizim kazancı­ rnızdı. Hükümetin kuru gürültü koparrnası, halkın bize ü­ tira edildiğini anlamasına neden oluyordu. 1966 yılı örgütlenme için küçürnsenmeyecek çalışınala­ nınızla geçmişti. Örgütlendiğimiz il sayısını 59'a çıkarmış­ tık. Milletvekillerinin bağışiarına karşın, haJ.a sıkıntı için­ deydik. Yani örgütlenmelerin gerektirdiği masraflar, hılla örgütlediğirniz İl'deki arkadaşlarırnız tarafından üstlenili­ yordu. Onlarda varlıklı kişiler olmadıklarından, rnütevazi de olsa bu alandaki ilerlemeler bizi çok sevindiriyordu. Partimiz tam anlamda, gerçekten tabandan kuruluyordu. O yıl kısmi Senato seçimleri yapıldı. Biz Kocaeli'den bir senatörlük kazandık: Fatrna İşrnen, Parlarnentoya girdi. Böylece sesimizi İkinci Mecliste de duyurabiliyorduk. Sanı­ yorum Varto depreminden hemen sonra deprem bölgesi­ ne gitmemiz, felaketzedelerle birlikte yaşamamız, ızdırap­ larını paylaşmarnız da sanının TİP'in tüm Doğuda sempa­ ti ile görülmesine, benimsenmesine yol açtı. Yol açtı der­ ken sözlerim yanlış anlaşılrnasın. Milyonlar TİP'i bağrına bastı demek istemiyorum. Ama küçürnsenmeyecek kalaba­ lıklar bize yakınlık duydu. Yapılan yardımların yeterli ol­ madığım yerinde görrnüştük. Meclis tatilde idi: Olağanüs­ tü toplanmasını istedik. Samyorum deprem haberi duyu­ lur duyulrnaz, genel sekreterlerimizle birlikte hemen yola çıkmamız ve ertesi gün Varto'da olmamız, Varto'luların .so


birkaç gün dertlerini acılarını paylaşmarnız, ve her hali­ mizden bunu politik amaçla yapmadığıınızın anlaşılmış ol­ ması, bize yurdun o yöresinde pekçok dost kazandırmış­ tı.

İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞ!

1966, İkinci Kurtuluş Savaşı çağrısında bulunduğumuz ve AmerikalıZara Karşı Pasif Direnme kampanyasını baş­ Iattığımız yıl olmuştur. Egemen çevrelerin ve onların dı­ şardaki c:t"endııc:ıri Amerika'nın yıldınmlannı üzerimize çek­ tiğimiz, Burjuvazinin ve Amerika'nın büsbütün boy hede­ fi haline geldiğimiz yıl olmuştur 1966. Bütün bunlar yet­ miyormuş gibi, bir de Başbakan tarafından yanıtlanması istemi ile, Amerika ile ilişkiler hakkında Meclis Başkan­ lığına bir sözlü soru önergesi vermiştik. Amerika'nın Kuzey Vietnam'da sivil halka karşı gi­ riştiği hava bombardımanlan ve bilyalı bomba, Napalm bombası gibi vahşi silahlar Avrupa'nın ilerici çevrelerin­ de büyük tepkilere yol açıyordu. Ünlü İngiliz filozofu Bert­ rand Russell, Amerika Başkanı Johnson'u savaş . suçlusu olarak yargılayacak, uluslararası bir özel mahkeme kur­ duğunu açıkladı. Çeşitli ülkelerden 15 kişiyi, yargıç ola­ rak Londra'ya çağırdı. Russell'den ben de bir çağrı teli aldım. Konuyu M.Y. Kurulunda görüştük. Gitmeme karar verildi. Böylece Amerika'ya bir kez daha meydan okuyor­ duk: TİP'in genel başkanı Amerika'yı yargılayacak bir mah­ kemede görev alıyordu. Amerika'ya karşı verdiğ�miz sa­ vaşımda, bu, Amerika'yı rahatsız edecek önemli bir adım­ dı. Yanıtsız kalmayacağını da elbet düşünüyorduk. Ancak TİP'in Avrupa'da sesini duyurm.ası_nın, bizim için bir ka­ zanç olacağına inanıyorduk. Russell Mahkemesine ilerde yeniden döneceğiz.* "' Tribunal

Russell, 2 Cilt, Gallimard, 1967/66. 81


Türkiye, Amerika ve bizim sermaye çevreleri için di­ kensiz bir gül bahçesi haline gelıneliydi. Oysa bu bahçe­ deki deve dikeni dal-budak salıyordu. Sökülüp atılmalıy­ dı. İçişleri bakanının konuşmalan, bu görevin ilk belirti­ leriydi. Adalet Partisi hükümeti, TİP'i kapatmaya hazırla­ nıyordu. Korkmuyorduk. Bu işin üstesinden gelemeyecek­ lerini biliyorduk. Anayasa Mahkemesinden karar alamaz­ lardı. Adalet Partisi hükümetine yanıtımız şöyle oldu: BAŞKAN - Türkiye İşçi Partisi Grubu adına

Sayın

Mehmet Ali Aybar, buyurun efendim. TİP GRUBU ADlNA MEHMET

ALİ

AYBAR

( İstan­

bul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Hükümetin gelecek bir yıllık icraatıııın rakamla ifade­ si demek olan 1967 bütçe kanunu tasarısı ile bu kanunun hazırlanmasına yön vermesi gereken 1967 programı üze­ rinde, Türkiye İşçi Partisi Meclis Grubunun son görüş ve eleştirilerini

Cıç ıklayacağım.

İ ki haftadır süren bütçe görüşmeleri poyunca arkadaş­ larım,

partimizin olaylara dayanan ve rakamlarla ifade

edilen görüş ve eleştirilerini açıklamışlardır. Bu eleştirile­ re hükümetten beklenen cevaplar alınmamıştır. Milletve­ kili seçimlerinden önce

Devletin

koalisyonlarla yönetile­

meyeceğini söyleyen Sayın Başbakan, şimdi de, •beş mu­ halefet partisi olmasının, Türkiye'de iktidar olmayı güç­ leştirdiğini»

söylemiş,

«Türk Milleti birtakım düşünceler­

den rahatsız olmaktadır,,. demiştir. ( .. .J Sayın Maliye Bakanı ise: «Rakamlar yanlış tarzda kul­ lanılıyor; yanlış iddialarda bulunuluyor,. demekle yetiıımiş; fakat ileri sürdüğümüz rakamların, iddialann neresi yan­ lış olduğunu ve doğrusunun neden ibaret bulunduğunu söylememiştir. Aren arkadaşımızın, Hükümetin, çıkışı olmayan kapi­ talist yoldaki tirilerine,

iflasını

bilmem

rakamlarla ispatZayan bilimsel eleş­

belki Başbakan yadırgar «eleştiri• sö­

zunü, •tenkid» demektir, Sayın Maliye Bakanı: «Ben basü -

82


badelmevte inanırım. Bugün esefle bu kürsüden Marks'ın ve Engels'in dirildiğini ibretle seyrettim... Biz iktidarda kal­ dığımız sürece esir kamplarına müsaade etmeyeceğiz,. şek­ linde, asla ciddiye alınmayacak, demagojilerle cevap ver­ miştir. Günler ilerledikçe sayın bakanların ve AP Grubu söz­ cülerinin, bize verdikleri cevapların, gittikçe daha boş ol­ duğu, demagoji dozunun daha da arttığı görüldü. Sayın İçişleri Bakanı da, 1960'ta Moskova'da. toplanan

81 komünist partisi temsilcisinin toplantısından sonra ya­

yımlanan bildiri ile, Kanada'da yayımlanan bir derginin ya­ zıları üzerinde durarak, bunlarla bizim beyan ve bildirile­ rimiz arasında paralellik olduğunu ileri sürmüş: «Oradan aldıkları emir istikametinde propaganda yapıyorlar» de­ miştir. Bakanların üstü kapalı şekildeki kapatma tehditlerin­ den sonra, bıizı milletvekilleri de, Türkiye İşçi Partisi'nin kapatılmasını açıkça istemişlerdir. Kısacası, Türkiye İşçi Partisi sözcülerinin bilimsel eleş­ tirilerine, AP iktidarı sözcüleri, artık iyice foyası meydana çıkan «Komünistlik» suçlaması ile cevap vermişler ve böy­ lece bu bozuk düzeni sürdürme sorumluluğundan kurtula­ caklarını sanmışlardır. Birazdan bunlara gerekli karşılığı vereceğim. Şimdi Hükümeti bu kadar hesapsız konuşmalara sevkeden neden­ ler üzerinde duracağım. Mecliste 250 sandalyaZık şişkin bir çoğunluğa sahibo­ .lan Hükümet, 15 kişilik bir sosyalist grubun eleştirilerine dayanamıyor ve; «Bu kadar çok muhalefet partisi iktidar olmayı zorlaştırıyor» diyerek, sosyalist muhalefeti sustur­ ma çareleri arıyorsa; bütçe eleştirilerine suçlamalar ve teh­ ditlerle karşılık veriyorsa; bunun hiç şüphesiz Hükümetin aczine ilişkin birtakım ciddi objektif nedenleri olması ge­ rekir. Gerçekten dünyanın hiçbir parlamentosunda, bütçe e!eştirilerine, iktidarın muhalefeti suçlayarak karşılık ver-

83


diği görülmemiştir. Bu gibi manevraZara ancak Faşizme ortam hazırlandığı sıralarda rastlanır. 1922 - 1925 yıllan arasında, Mussolini diktasını kurmak için bu yola başvur­ muştur. 1933'te Hitler ve adamları, Rayştah'ta aynı oyunu oynamış lardır. Demokratik denge kendi aleyhine dönmeye başlayın­ ca, burjuvazi, demokrasiyi tatil etme ve iktidarını Faşist dihta rejimiyle yürütme yolunu tutar, Demokratik denge­ nin burjuvazi aleyhine dönmesi, kapitalizmin zorluklarla karşılaşması; halhta uyanış hareketinin, sendikaların, Sos­ yalizmin güçlenmesi demek olduğundan, burjuvazi bu ge­ lişmeleri Komünist ihtilal hazırlıkları şeklinde göstermek bahanesini kolayca bulur. Hatta tertiplere, hışhırtmalara başvurarak kargaşalıkları pizzat çıkartır. Kurduğu, silah­ landırdığı Faşist örgütlerine saldırılar, suikastlar yaptır­ tır. Yangınlar çıharttırır. Evet yang'ınlar çıkartır. Nazileri hatırlarsınız Rayştağı, solcuları suçlamak ve bertaraf et­ mek için, bizzat hendilerinin yahtığını biliriz. Kimi zaman diiı duygulcı:nnı, kimi zaman milliyet duygularını sömüre­ reh, şövence sömürereh orta tabaha.lan, işçilere, köylüZere karşı hışhırtır. imkan ve fırsat bulursa, orduyu da kendi paraleline çeker. İtalya ve Almanya gibi, hadroları aris­ tohratih olan ülkelerde, ordu Faşizmin kuruluşunda kesin bir rol oynamıştır. Geri kalmış toplumlarda bu oyun biraz değişik şekilde oy1Uınır. Bu ülkelerde milletlerarası ilişkiler, Faşizmin ku­ ruluşunda, gelişmiş ülkelere göre, daha ağır basar. Geri kalmış ülkelerde, büyük toprak sahipleriyle bü­ yük tüccarlar, bankerler ve montaj sanayicileri, hakim sı­ nıf durumundadırlar. Bunlar çıharlanyla milletlerarası ka­ pitalizme bağlıdırlar. Emperyalizmin aracısı ve ortahlan­ dırlar. Ve genellikle emekçiler politik bir güç olarak ya hiç örgütlenmemiştir bu geri ülkelerde,, ya da örgütleri za­ yıftır. Bundan dolayı demokrasi varsa sadece şekilden ibarettir. Fakat buna karşılık sömürü içerden ve dışardan olduğu için, hatmerlidir ve milli bağımsızlık fikri son dere-

84


ce canlıdır. Gençlik uyanık ve hareketlidir, Bu etkenler ge­ ri kalmış ülkelerde halkın hızla uyanmasını ve örgütlen­ mesini sağlar. Halk uyanmaya ve demokratik haklarına sahip çık­ maya başladı mı, geri kalmış ülkelerin, emperyalizmin des­ teği ile ayakta duran kültürsüz, çıkarcı ve bencil burju­ vazisi ile toprak ağaları. şekli demokrasiyi bile imtiyazlı durumlan için tehlikeli bulurlar. Hele dış borçlanmalar yetersiz olduğu ve ekonomik ve mali. zorlukların başgöster­ diği dönemlerde, demokrasiyi büsbütün tatil edip faşizmi kurmaya heveslenirler. Bu iş için yabancı dost ve ortak­ larının. yani emperyalizmin askeri desteğini de isterler. Emperyalist kuvvetler, ittifaklar ve anlaşmalarla zaten yurtta üslenmiş bulunuyorsa, bunlar davete lüzum kalma­ dan yardımlarını esirgemezler. Hatta milli kurtuluş ve sos­ yalizm akımı güçlenmeye başlayınca, emperyalistler içer­ deki adamlarını, ortaklarını harekete iterler: Komünizm umacısı canlandınlır;. dış tehlikeden söz açılır; demokratik hakların Jıullanılışı, hürriyet rejimini içerden yıkma te­ şebbüsleri olarak nitelendirilir; ve besleme dernekler, gaze­ teler, dergiler aracılığıyla iftiralar, yalanlar, suçlamalar, taşlı, sopalı saldınlar. suikastlar başlar. Hükümet tertiple­ re girişir: Düzme beyannameler, silah depoları bile keşfo­ lunur. İşçiler grev mi yapıyor; bastırmak için asker gön­ derilir ve grevi gizli komünist ajanlarının · kışkırttığı ilan olunur. Gençlik örgütlerine ajan sokularak gençler birbi­ rine düşürülür ve olaylar komünistlerin işi olarak göste­ rilir. Ö� retmenler komünistlikle suçlanır; namuslu sendi­ kacılar keza komünist olarak ilan edilir. Kim ki, emper­ yalizmin boyunduruğuna karşıdır; kim ki, iislerin temiz­ lenmesini ister; kim ki, ne şu devletin, ne bu devletin uydu­ su olmayalım, bağımsız yaşayalım der; kim ki, toprak re­ formu yapılsın, sömürgeye son verilsin, Anayasa eksiksiz tastamam uygulansın diye, yazar, çizer, söyler; hepsi de komiinistlikle suçlanır. Yürürlükteki Faşist Jıanunlar az gelir; yeni yeni terör kanunları hazırlanz.r. Halktan, emek­ ten yana bir parti varsa kapatılması yoluna gidilir. Mili-

85


tanlar, sendikacılar, yazarlar, karilıatürcüler, hatta 15 ya­ şındaki çocuklar tevkif edilir. Bu işe en uçtakilerden baş­ lanır. Ve en uçtakiler yok edildikten sonra, sıra geride ka­ lan en uçtakilere gelir. Tabii bütün bunların, vatanı komü­ nizmden korumak; demokrasiyi, hürriyetleri kurtarmak için yapıldığı söylenir. Ve bu işler enerjik bir yönetim is­ tediğinden, çoğu zaman emperyalistlerle işbirliği eden pir komutan, bir subay hükümeti ele alır, Güney - Vietnam'da faşizm aynen bu anlattığımız şekilde lıurulmuştur. Sayın milletvekilleri, Demirel hükümetinin, bütçe görüşmeleri sırasında büs­ bütün artan hırçın çırpınışlarını, biraz önce anaçizgileri­ ni belirttiğiı-n faşizme orta� hazırlamanın gayreti olarak nitelendiriyoruz. Türk burjuvazisi, Anayasamızın kurul­ masını öngördüğü emekten yana bir demokrasi düzeni için­ de, bugünkü imtiyazlı durumunu sürdüremeyeceğini anla­ mıştır. Bugünkü aşırı sömürünün ve millı gelirin adaletsiz .bö­ lüşümünün devam etmesi, kötülüklerin serbestçe ortaya se­ rildiği, halkın uyanıp örgütlendiği demokratik bir ortam­ da mümkün değildir. Sosyalizm yurdumuzda hızla geliş­ mektedir. TİP hemen bütün köylerden oy almıştır. Kapi­ talist yoldan yurdu kalkındırmanın mümlıün olmadığı, ola­ mayacağı artık halk sınıf ve tabakalarınca da kavranmak­ tadır. Bakınız bu yıl AP sözcüsü Papenek'ten, kundura bağ­ ıarına asılarak havalanmak mucizesinden söz etmedi. Top­ rak ağalarının, aracı burjuvazisinin umurunda değil Tür­ kiye'nin kalkınması. Fakat kapitalizm dolabı döndürüle­ mezse, imtiyazlarının, çıkarlarının bozulacağını biliyorlar. Sayın Başbakan bu kürsüden «Anayasa kazanç hakkını temel hürriyet olarak ilan etmiştir» diye boşuna haykırma­ dı. Fakat ne var ki, kapitalizmin bozuk işleri feryattarla düzelmiyor. Nasıl ki, Amerika'nın yurdumuzda kurduğu üsler de «yalan! Yok öyle şey/ .. diye bağırmakla ortadan kalkmamıştır. Anayasa çizgisinin gerisinde Hükümet et­ menin de elbet bir sınırı vardır. Ve bu sınırın, derinleşen buhranla, Demirel Hükümetine manevra imkanı bırakma-

86


dığı nihayet bizzat Başbakan tarafından anlaşılmış olma­ lıdır ki, Hükümet yeni törer kanunları hazırlatıyor. Sayın milletvekilleri, Türkiye bugün mali ve ekonomik bakımdan 1 957-1958 yıllarını; politilı bakımdan ise 1959 - 1960 yıllarını yeniden yaşar görünüyor. Demirel Hükümeti Türk burjuvazisinin o tarihlerdeki ters talihinin, faşizme göz kırprnakla önlene­ biıeceği., umuduna kapılmıştır. Senaryoyu buna göre ha­ zırlatma.lı istiyorlar. Yalnız bir nolıtayı ihmal . ediyorlar: Türkiye, Güney - Vietnam değildir. Hazırladıkları 'terör' kanunlarını Meclisten geçirebile­ ceklerini bimn için düşünsek bile, bunlar Anayasa Mah­ kemesi tarafından mutlaka iptal edilecektir. Anayasa Mah­ kemesinde namuslu, bilgili yargıçlar var. Anayasayı Ame­ rika'nın nüfuzunu korumak hürriyeti ve vurguncuZara kazanç hürriyeti şeklinde yorumlamaya asla yanaşmaya­ cak, ya.rgıçlardır bunlar. Ama olacak şey değil ya, biran için olduğunu farzetsek ve bu terör kanunlarının iptal edil­ mediğini düşünsek, bu takdirde bile amaçlarına ulaşama­ yacaklardır. - Çünkü yargıçlar, savcılar ve zabıta memur­ ları 'terör' kanunlarını vicdanlarınca yorumlayarak, Hü­ kümetteki bayların istediği şekilde uygulamayacaklardır. A nayasanın fiilen tatili demek olan bu kanunları ha­ zır·layanlarda, olayları görme ve değerlendirme yeteneği, acaba hiç mi kalmamıştır? Cidden merak ediyorum. Baylar, elinizde Ceza Kanununun 141 ve 142. madde­ leri gibi, Mussolini diktatörlüğünü yıllarca ayakta tutmuş müeyyideler var. Hem de bunlar faşist İtalya'dan alındık­ tan sonra beş kere değiştirilerek, daha da ağırlaştınlmış­ tır. Eğer bugün bunlarla dilediğiniz sonuçları alamıyoı·­ sanız, bunun bir sosyolojik anlamı olacağım aklınıza getir­ miyor musunuz? İleri sürdüğünüz gibi bu maddelerin boşluğu falan yoktur. Bu maddeler o derece elastikidir ki, dilenen doğ­ rultuya çekilebilir ve Türkiye'de bu maddelerle bir anda on binlerce kişi hapse atılabilir. Ama göl'üyorsunuz ki, atı­ lamıyor. Neden? Çünkü Türkiye'nin ortamı değişmiştir.

87


Kara koyunla ak koyun artık ayırt edilir olmuştur. Türki• ye' de ihmal edilemeyecek güçte bir so831alist akım vardır. Güçlü sendikalar vardır. Devrimci öğrenci dernekleri var­ dır. Örgütlenmiş Atatürlaçü öğretmenler vardır. Anayasa­ yı korumaya azimli güçler vardır, ve de Türkiye İşçi Par­ tisi vardır. Polisi, savcısı, yaı·gıcı da çoğunlukla uyanmış­ �ır; uyanmaktadır. Baylar, Yargıtay Başkanının adalet yı­ lını açış konuşmasında neler söylediğini unutuyorsunuz herhalde. Hazırladığınız 'terör' kanunlarını habeı· vereyim, yü­ ı·ütemeyeceksiniz. Çünkü toplumun kanunları kendisine ters düşen kanunlardan daima daha güçlüdür. Sayın milletvekilleri, Demirel Hüküme,ti, zihniyet, tutunı ve davranışlariyle, Anayasa çizelgesinin gerisindedir. 1967 programı ve 1967 Bütçe kanım tasarısı bunun son ve açık delilidir, İki - üç noktayı belirtmekle yetineceğim; yetineceğimde iktifa ede­ ceğim demektir, belki anlamayanlar bulunur. Anayasanın 2. maddesine göre: «Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, layik ve sosyal bir hukuk Dev­ letidiı'.» Başlangıçta: «Bütün fertlerini, kaderde, kıvançtcı ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, milli şuur ve ülkeler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara. sahip şerefli bir üyesi olarak, milli birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk mil­ liyetçiliğinden hız ve ilham alarak» denildikten sonra, «)'Urt­ ta sulh, cihanda sulh ilkesine, milli mücadele ruhuna, mil­ let egemenliğine Atatürk devrimlerine» atıfta bulunulmak­ ta; ve Anayasamızın: «İnsan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı müm­ kün kılacak demokratik hukuk Devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmayı,. amaç bildiği ilan edilmekte­ dir.

88


Demek ki, hükumetler Türk Milletinin bütün fertleri­ ni kaderde, kwançta, tasada ortak, bölünmez bir bütün ha­ linde görecekler ve aynı milletin fertleri olduğumuz halde kaderde, kwançta, tasada ortak olmayışımızın ekonomik, sosyal, politik nedenlerini ortadan kaldıracak bir politika izleyeceklerdiı-. Bu husus Anayasanın 10. maddenin 2. fıkrasıyla te­ yid edilmiştir: «Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk Devleti ilkeleriyle bağ­ daşmayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bü­ tün engelleri kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazu·lar,. denilmektedir. Devletimizi nitelendiren biraz önce okuduğum 2. mad­ denin gerekçesinde ise, sosyal Devlet ilkesi şöyle açıklan­ maktadır: «Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Devlettir. Baş­ ka bir deyimle çalışma ve sosyal adalet ilkelerine dayanır. Sosyal Devlet, fertlere yalnız klasik hürriyetleri sağlamak­ la. yetinmeyip, aynı zamanda onların insan gibi yaşamala­ rı için zaruri olan maddi ihtiyaçlarını karşılarnalarını da lıendisine vazife edinen Devlettir. Modem Anayasa, asgari geçim şartlarından, sıhhi bakımdan, ·öğrenim imkcinların­ dan ve hele barınacağı bir konuttan yoksun bir kişinin ger­ çek anlamda hür olamayacağını kabul eden zamanımızın hukuk ve siyaset ilmine, Devlet görüşüne uygun olarak, fertlere ve vatandaşZara sosyal birtakım haklar tanımak zorundadır. Her sınıf halk tabakaları için refah sağlama­ yı dikkat buyurun, her sınıf halk tabakaları için refah sağ­ lamayı kendisine vazife edinen zamanımızın Devleti ( refah Devleti) iktisaden zayıf olan kişileri, bilhassa işleri bakı­ mından başkalarına tabi olan işçi ve müstahdemleri, her türlü dar gelirlileri ve yoksul kimseleri himaye edecektir. (Bunları Türkiye İşçi Partisi'nin yorumları sanmayınıZ; okuduklarım Anayasamızın gerekçesidir. Gerekçeyi okuma­ ya devam ediyorum.) Bu suretle hem insan ş·ahsiyetine hür­ met etmek vazifesini yerine getirecek, klasik hürriyetlerin gerçeklerle alay eden bir niahiyet almasına mani olacak, hem de çalışan geniş halk tabakalarının refaha kavuşma-

89


sı sayesinde toplum hayatı için daha verinıli olmaları he­ define ulaşacaktır. Gerçekten maddi (mali ve iktisadi) im­ kanlardan mahrum olan halk tabakalan için, klasik hürri­ yetler yalnız kciğıt üstünde kalan parlak, fakat boş leiflar­ dan başka bir değere sahib olamaz.» Sayın milletvekilleri, dernek ki, Türkiye hükümetlerinin mutlaka uymal.arı icabeden birtakım kurallar vardır. Tür­ kiye Cumhuriyetinde her halde hükümetler 'sandıktan çık­ tık' gerekçesiyle diledikleri politikayı izlemekte serbest de­ ğillerdir. Cumhuriyet hükümetleri milli mücadele ruhuna sadık kalacaklardır. Milli bağımsızlığımızı, egemenlik hak­ larımızı sınırlayıcı anlaşmalar imzalamayacaklar; bu so­ nucu doğuracak ittifakıara girmeyeceklerdir. Halktan, emekten yana olacaklardır; «iktisaden zayıf olan kişileri, bilhassa işleri bakımından başkalarına tabi olan işçi ve müstahdemleri, her türlü dar gelirlileri ve yoksul kimse­ .leri» himaye edeceklerdir. Hükümetlerin, emekÇi sınıf ve tq,bakaları nasıl ve ne yoldan koruyacaklarını da, Anayasamız üçüncü bölümün­ de göstermiştir. Bu bölümde yer alan maddeler, iktisaden zayıf olanların, işleri bakımından başkalanna tabi olan iş­ çi ve müstahdemlerin, her türlü dar gelirli ve yoksul lıim­ selerin korunması için sevk edilmiştir. Yani Anayasamız .emekçi sınıf ve tabakalardan yana, sol karakterde, sosya­ lizme açık bir yasadır. Sosyalist bir yasadır demiyorum ,,e hiçbir zaman da demedim. Sosyalizme açılı, yani sos­ yalist gelişmeye elverişli bir Anayasadır. Sayın milletvekilleri, Anayasaları anlama ve yorumlama bir uzmanlılı işi­ dir. Bunun temel kurallarını şöyle özetlemek mümkündür. Anayasalar önce toplumun tarih çizgisine göre anlaşılıp yorumlanır. Toplumların tarih çizelgeleri sosyal sınıflar arasındaki mücadelelerden ve millet olarak bağımsız ya­ şamak için, yabancı uluslara karşı yürüttükleri mücadele ve savaşlardan meydana gelir. Anayasalar önce bu tarih çizgisi doğrultusuna oturtula.rak yorumlanır. Yorumda baş­ vurulacak ikinci kural, Anayasanın tarih çizgisine göre 90


belirtilen temel ilkelerinin açıklanmasıdır. Örneğin: 1961 Anayasamız, XIX. yüzyıldan beri, toprak rantına tasarruf edenlerin geleneksel iktidanna luırşı, yeni doğan iki sı­ nıfın, burjuva sınıfı ile işçi sınıfının ve yoksul köylülerle b"ir dönüşüm içinde bulunan orta tabakaların mücadele­ leri ve bu mücadelelerin muhassalasının çizdiği kalın ge­ lişme çizgisi hesaba katılmadan; ve bir milli kurtuluş sa­ vaşı vererek emperyalizmin ve kapitalizmin boyunduru­ ğundan kıırtulmak için, milletçe yaptığımız hamleler, bir nıiheng olarak kullanılmadan, asla anlaşılamaz, yorumla­ namaz. Nihayet itçüncü bir kural olarak, Anayasanın her maddesinin bu temel . tarih ve sosyoloji çizgisine ve bıı te­ mel ilkelere göre yorumlanması gelir. Anayasanın her so­ mut hükmü temel ilkeler ve tarih çizgisinin ışığında an­ lcışılmak gerekir. Bir noktaya önemle işaret edilmelidir. Temel iikeler arasında olsun, maddeler arasında olsun, tarih çizgisine göre bir silsileler mertebesi kurıılur. Yani Anayasanın bü­ tün maddeleri aynı değerde değildir. Sayın milletvekilleri, Anayasamızdaki özel teşebbüs serbestliğine ilişkin hü­ kümlerilı bu lıurallara göre değerlendirilmesi gerekir. Sa­ yın Maliye Bakanı gibi özel teşebbüsü milli ekonomimizin temeli saymaya katiyen cevaz yoktur. Türkiye'nin tarih çiz­ gisi, Anayasamızın milli mücadele ruhuna dayanan temel ilkesi ve 2. maddede açıklanan «Sosyal Devlet» kavramı ile, «mülki.yet hakkının kullanılması toplıım yararına aykırı olamaz,. diyen 36. maddenin 2. fılarası; ve «Devlet, özel te­ şebbüslerin milli iktisadın gereklerine .ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışması­ nı sağlayacak tedbirleri alır,,. hükmünü koyan 40. madde­ nin 3. fıkrası; ve «iktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam ça­ lışma esasına ve herkes için insanlık haysiyetine �araşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzenlenir,,. diyen 41. maddenin 1. fıkrası; özellikle «Devlet, dikkat bu-

91


yurun, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatı­ nın kararlılık içinde gelişmesi için, sosyal, iktisadi ve ma­ li tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı destekler; iş� sizliği önleyici ted.birleri alır,» şeklindeki 42. maddenin 2. fıkrası hükümleri k.a rşısında, özel teşebbüsün milli eko� namide tali bir kesim olduğu hususunda şüpheye yer bı­ ra.kmaz. Anayasamıza göre özel teşebbüsler, kamu yara­ rına aykırı olmadığı ölçüde serbesttir. Ve herhalde 39. mad­ denin açık hükmü: «Kamu hizmeti niteliği taşıyan özel te­ şebbüsl�rin, kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılığı kanunda gösterilen şekilde ödenmek şartiyle dev­ letleştireceği" merkezindedir. Anayasamızın 39. maddesinin mefhunı muhalifinden özel teşebbüsün esas olduğu sonucu çıkarılamaz. Çünkü birincisi teorik bir sebepten dolayı çıkarılamaz. Türkiye geri kalmış bir toplumdur ve geri kalmış bir toplumun çağımızda kapitalist yoldan kalkınması mümkün değildir. İkincisi Anayasamızın tarih çizgisi başlangıç kıs­ mı ve özellikle 2. maddesi buna engeldir ki, bu neden bi­ rinci teorik nedenle bağlanır. Oçüncüsü, Anayasamızın 38. maddesinin 2. fıkrası 'ge­ nel olarak mülkiyetin kamu yararına aykırı olarak kulla­ nılamayacağı' diyor zararına demiyor, esasını koymuştur. Bütün bu nedenler karşısında kapitalist gelişmelerini ta­ mamlamış Batı toplumlarında cari olan ekonomik sistem­ den bizim gibi geri kalmış toplumlar hakkında hüküm çı­ karmak yanlıştır. Telırar edelim: Anayasamız mucahesinde özel teşebbüs ancak tali bir kesimdir. Fakat hemen söyleyelim TİP an­ cak büyük teşebbüslerin kamulaştırılmasını ister. Buna karşılık milyonlarla mülkiyetin sağlanmasından yanadır ve orta ve küçük teşebbüslerin devletleştirilmesini d(il dü­ şünmemektedir. Çünkü bunların devletleştirilmesinde ka­ mıı hizmeti ve kamu yararı niteliği esasen yoktur. Buna karşılık büyük özel teşebbüslerde daima kamu hizmeti do­ layısıyla devletleştirmelerde kamu yararı vardır. Kaldı ki, kamu hizmeti ı.•e kamu yararı kavramları statik, değişmez


kurumlar değil, zaman içinde değişen ve somut olarak her işletme kolu için ayrı ayrı mütaldası gereken kavramlar­ dır. Sayın milletvekilleri, Anayasamız bir denge rejimi kurmuştur, Bu denge, iç ve dış çevreli olarak iki yönlüdür. ı Anayasamız, Anayasanın üstünlüğü ve görev ayrılığı ilkeleri gibi; tarafsız Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahke­ mesi, Danıştay ve Sayıştay gibi, özerk üniversite, özerk TRT ve ajans gibi müesseselerle iç çevre dengesi sağlamış­ tır. Anayasamız demokrasiyi teminat altına almak için, bir de dış çevre denge unsurları meydana getirm'iştir. Ana­ yasamız son tahlilde bu dış çevre dengesinin varlığı ile günlük hayatta uyguianan. yaşayan. bir kural niteliği ka­ zanır. Halkın hakları, asıl bu dış denge sayesinde teminat altına girer. Dış çevre dengesi, emek kuvvetleriyle sermaye kuvvet­ leri arasındaki doğal mücadelenin, Anayasa sınırları içi­ ne alınmasıyla sağlanır. Anayasamızın 56. maddesinde hük­ me bağlanmış olan çok parti rejimi, aslında böyle bir den­ genin ifadesidir. Anayasanın sosyal Devlet ilkesi ve 3. bö­ lümündeki sosyal hak ve ödevler ancak emekçi sınıf ve tabakalarını temsil eden sosyalist partilerin varlığı ile, ka­ ğıt üzerinde kalmaya mahkum güzel; fakat boş sözler ol­ maktan kurtulur. Anayasamızın sınıfların eşitliğini ilan eden 12. mad­ desi; Devletin emekçi sınıf ve tabakaları korumakla ödev­ li olduğunu söyleyen 2·. maddesi ve grev hakkını tanıyan. 47. maddesi, sosyal sınıflar arasındaki mücadelenin Ana­ yasa sınırlqrı içine alınmış olduğunda şüphe bırakmaz. Batı demokrasisi esasen böyle ' bir denge rejimidir. Sos­ yal sınıfları, sınıflar arasındaki doğal mücadeleyi, Ana­ yasa içinde hukuki müesseseler haline getirecek yerde; bun­ ları inkara saptınız mı, demokrasiyi de inkar etmiş olur­ sunuz. Böyle bir rejim demokrasi etiketi altında sermaye­ dar sınıfların diktasından başka bir şey değildir. Bugün

93


Filipin'deki Güney Vietnam'daki rejimler, bu çeşit demolı­ rasilerdir. Türkiye'delıi demokrasi: İngiltere'deki, Fransa'daki, İtalya'dakiler gibi bir demokrasidir. Anayasamız açıkça çiğ­ nenilmedikçe rejimimizin bu niteliği değiştirilemez. Hal böyleyken Demirel Hükümeti, gerek yerli, gerek yabancı özel teşebbüslere, daima öncelik tanımıştır. Ana­ yasanın yukarda belirtilen açık hükümlerine rağmen iş­ çileri, müstahdemleri, dar gelirlileri ve yoksulları koru­ mak görevini ihmal etmiş, sistemli bir şekilde işverenleri, büyük toprak sahiplerini, büyük tüccarları, yani yoksulu değil varlılılıyı korumuştur. 1967 programı ve Bütçe kanunu tasarısı ile, bütçe açı­ ğını kapatmak için başvurulan Vasıtalı Vergi yolu, Hükü­ metin Anayasaya aykırı zihniyet, tutum ve davrantşının, son ve canlı örnekleridir. Gerçekten Birinci Beş Yıllık Plan stratejisinde vergi adaletinin sağlanması için, vasıtalı vergilerin oranının azal­ tılması buna karşılık gelir ve servetlerin müterakki vası­ tasız vergiZere tabi tutulması öngörülmüştür. Demirel Hü­ kümeti son zamlarla, hem Anayasaya, hem Birinci Beş Yıl­ lık Plana karşı gelmiştir. Hükümetten sormak isteriz: Bütçe açığını kapatmak için neden büyük toprak sahiplerinin tarımsal gelirlerinin gereği gibi vergilendirilmesine veya büyük servetlerin ver­ gilendirilmesine gidilmemiştir de, ağır yükünü yoksul emekçi halkın taşıdığr- Vasıta. lı Vergi demek olan zaruri ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını yükseltmeye veya ayarla­ maya gidilmiştir? Buna Anayasa sınırları içinde makul bir karşılık bulmak mümkün değildir. Bu sorunun cevabı De­ mirel Hükümetinin halktan yana bir iktidar olmadığı, ser­ mayedeırın çıkarlarını koruyan bir Hükümet olduğu mer­ kezindedir. Gene düşünülmelidir ki, Gelir Vergisinin de ağır yü­ kü işçi, müstahdem, memur gibi emekçi ve dar gelirli va­ tandaşların omuzlarındadır. Gelir Vergisinin yaklaşık ola­ rak· % 60'ını. beyannameye tabi olmayan bu vatandaşları94


mız öder. Tüccarların, fabrihatörlerin ve serbest meslek sa­ hiplerinin ödedikleri vergi % 40 oranındadır.

Oysa milli

gelirin adaletsizce bölünüşünde büyük payları da bunlar· almaktadır. Son zamların zincirleme bir fiyat yükselişine yol aça­ cağı şüphesizdir. Ekonominin enflasyoncu bir döneme gir­ diği anlaşılmaktadır. 'Hükümet bu ·gidişi önlemek niyetin­ de

olmadığı

Emekçi

gibi,

bunu

yapacak

halhımızı gittikçe

gücden

de

yoksundur.

artan geçim sıkıntılan

bekle-·

mektedir. Bütün bu nedenlerle

1967 yılının ihtisaden zayıf du­

rumda olan bütün emekçi sınıf ve tabahalar için, dar ge­ lirli yoksul vatandaşlarımız için son derece sıkıntılı geçe­ ceği,

milli ekonomtdel�i istikrarsızlığın daha da artacağı

kanısındayız. Refah devleti kurmak vaatleriyle iktidara geln:ıiş olan Adalet Partisi, birbuçuk yılda tam bir acze düşmüştür. De­ mokrat Parti aynı politikayı onların

elinde

başka

6 - 7 yıl sürdürmüştü. Ama

olanaklar vardı: Merkez Bankasın­

da 137 ton altın ve önemli döviz rezervleri bulunuyordu:: Amerika'dan sağlanan borçların henüz taksit ve faizleri­ nin vadesi gelmemişti; birkaç yıl üst üste iyi mahsul alın­ mıştı; ve Kore Savaşının pamuk gibi bazı ü rünlerimiz için yarattığı elverişli satış imkanlarından yararlanılmıştı. Bü­ tün bu olanaklara rağmen

Demokrat Parti

iktidan da

uyarlı bir gelişme sağlayamamış, ilk yılların aldatıcı bol­ luğundan sonra Türkiye'yi iflasa sürüklemiştir. Bu iflcisın asıl nedeni, pekçoklannın sandığı gibi, sa­ dece plansızlık, israf ve suiistimaller değildir. Asıl neden geri

kalmış

bir ülkenin kapitalist yoldan

kalkınmasına

imkan bulunmamasıdır. Adalet Partisi iktidarı, bu gerçeği yoksul Türk Milletinin sırtından bir kere daha isbat etme­ ye kalkmıştır. Sayın milletvekilleri. Demirel Hükümetinin Anayasanın temel ilkelerine ters· doğrultuda iktisadi ve mali bir politika · izlemesine paralel

95


olarak, sosyal kültürel alanlardaki politikası da, hergün daha çok Anayasa çizgisinin gerisine düşmektedir. Faşizme ortam hazırlayan bu politikanın zehirli ürünlerinden ba­ .zı örnekler vermek istiyorum. Önce şu noktayı belirteyim: Adalet Partisi emekçi halk yığınlarının oylarını almasına rağmen, büyük toprak sa­ hiplerini_n, büyük sermayedarların çıkarlarına hizmet eden bir partidir. Anayasa çizgisinin gerisine düşmesinin asıl nedeni budur. Demirel Hükümeti milli tarihimizle, 27 Mayıs Anaya­ .sasıyla intibaksızıılı halindedir. Bu durum Adalet Partisi'ni, partizan bir yönetime ve giderek faşizme itelemektedir. Partizanlık gayretleri bütün Devlet dairelerinde, sen­ dikalarda, öğrenci derneklerinde, öğretmenler topluluğun­ da, esnaf derneklerinde kendisini şiddetle hissettirmekte­ dir. Halk çocuklarının bilinçlenmesini önlemek için Milli Eğitim Bakanlığı sistemli şekilde çalışmaktadır. Bakanlı­ ğın kilit noktalarına Atatürk düşmanlığı, devrim düşman­ lığı ile tanınmış kimseler getirilmiştir. Bunlar öğretmenle­ ri kendi tutucu ve çağdışı zihniyetlerine göre derecelen­ dirm�ktedir. Atcıtürk'çü devrimci, toplumcu öğretmenler, komünist­ likle suçlanarak, ya Bakanlık emrine alınmakta, ya başka ödevlere nakledilmekte, ya da istifaya zorlanmaktadırlar. Türkiye Öğretmenler Sendikası yönetici ve üyelerine sis­ temli şekilde baskı yapılmaktadır. Bu kuruluşun başına yeni seçilen bir öğretmen, Ankara'daki ödevinden alına­ rak Elazığ'ın uzak bir köyüne atanmıştır. Milli Eğitim Ba­ kanı, bu hukuk dışı işlemin nedenlerini açıklayabilir mi? Milli Eğitim Balıanlığı ırkçı, mukaddesatçı ve her tür­ lü gerici ve tutucu yayınların adeta dağıtım merkezi ha­ line gelmiştir. Bu gibi yayımlar okullara, öğretmenZere gön­ derilmekte ve bunların okunması ve okutulması için okul yönetim kurulları, öğretmenler üzerine baskı yapılmakta­ dır . .96


Devlet Tiyatrosunun oynayacağı eserler, çağdaş mede­ niyet zihniyetiyle çelişen pir şekilde sansür edilmektedir. Öğrenci dernekleri, gençlik ve fikir kulüpleri arasın­ da ayrım yapılmakta, faşist komando çömezlerinin yuva­ landığı kuruluşlar Devlet Hazinesinden beslenmektedir. Özerk kuruluşlar olması gereken TRT ve Anadolu Ajan­ sı gibi kuruluşlar da, tarafsızlıktan ayrılmaları, Hüküme­ tin p ropaganda organlan haline gelmeleri için baskı ya­ pılmaktadır. Sayın Milletvekilleri, Yurdun Doğusu ile Batısı arasındaki farlıı hızla azalt­ malı için gerekli gayret gösterilmiyor. Doğulu vatandaşa Anayasanın: «Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, fel­ sefi inanç, din ve m·ezhep ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir, , diyen 12. maddesi uyannca muamele edil­ miyor. Keza Alevi v.atandaşlarımızı huzura kavuşturacak tedbirler alınmıyor: Diyanet İşleri Başkanlığında Alevilere temsi.l hakkı tanınmıyor. TİP GRUBU ADlNA MEHMET ALi AYBAR WevamlaJ Tekrar ediyorum. Bütün bu işler milli birliğimizin ve toprak bütünlüğümüzün korunması balıımından son dere­ ce ters sonuçlar verebilecek kısa görüşlü bir politikadır. Bu topraklar üzerinde yaşayan ve Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan herkese eşit muamele edilmelidir. Edilmelidir ki, onlar da bu vatanı daha can­ dan benimsesinler. Doğudaki son deprem felaketinden son­ ra, imar ve İskan Bakanının felaketzedelere: «Beğenmiyor­ sanız, gidin kendinize bir başka Hükümet bulun,. demek hafifli{Jini ve sorumsuzluğunu gösterdiği bilinmektedir. (Soldan müdahaleler) BAŞKAN - Çok rica ederim, bağrışmayın efendim, lutfen susun. TİP GRUBU ADlNA MEHMET ALİ AYBAR fDevamlaJ imar ve İskan Bakanlığının felaketzedelere gazetelerde yazıldığı gibi «Beğenmiyorsanız. gidin kendinize bir baş­ ka Hükümet bulun» demek hafifliğini ve sorumsuzluğunu 97


gösterdiğini bilmekte:yiz. Bunlar kötü tutum ve davranış­ larçlır. Hükümetçe alınan tedbirlerin son derece :yetersiz olduğu belirtilmelidir, Aradan bunca zaman geçtiği halde felaketzade vatandaşlarımızın ıstıraplarının dindirilmedi­ ği, hala arlıası kesilmeyen şika:yetlerden, protestolardan an­ laşılmaktadır. Hükümeti zamanında u:yardık. Bizi temin etmişlerdi. Şiddetli geçen bu kış aylarında felaketzede va­ tandaşlarımızın özellikle dağ köylerinde :yaşayanların, için­ de emni:yetle barındıkları konutlara kavuşturulmuş olduk­ larını biz sanmıyoruz. Sayın Milletvekilleri, Demirel Hükümeti, her işi ters :yürütmekte adeta ka­ rarlı görünüyor. Her vesileyle anarşistlikten, komünistlik­ ten söz açan, Anayasa haklarının kullanılışını anarşistlik olarak nitelendiren Hükümet, izlediği bölücü ve partizan politikası:yla, bizzat kendisi anarşik bir ortam :yaratmıştır. Demirel hükümetinin bu politikası akla ister istemez 5 Mart 1959 tarihli ikili anlaşmayı getiriyor. Başbakan ve Dışişleri Bakanının böyle bir anlaşmanın varlığından ha­ berdar olmadıklarını defalarca tekrarlamış olmalan da ş'üphe ve endişelerimizi arttırıyor. Başbakana ve Dışişleri Bakanına sözünü ettiğimiz ikili anlaşmanın düstur 3. ter­ tip, cilt 41, sayfa 1 025'de yayımıanmış olduğunu haber ve­ relim. Bıı anlaşmanın başlangıç kısmında Amerika'nın Tü'r­ ki:ye':yi doğrudan veya dola:ylı saldınlara karşı koru:yacağı ifade edildikten sonra, 1 . maddede: Bir saldırı olunca -bu saldırı dola:ylı da olabilir -Amerikan Hükümetinin, Türk Hükümetinin çağrısı üzerine, Silahlı Kuvvetlerin kullanıl­ ması dahil bütün gücüyle, Türkiye'ye :yardım edeceği bil­ dirilmektedir. Dola:ylı saldırı terimi, devletler hukukunda, içerde baş­ gösteren :yıkıcı faaliyetler karşılığı olarak kullanılmakta­ dır. Faaliyetlerin :yıkıcı olup olmadığına ise, Hükümet ka­ rar verir. Görülüyor ki, sözü geçen anlaşmanın bu hükmü, bir :yabancı devletin içişlerimize karışması imkanını sağ98


ladığı için, milli varlığımız bakımından son derece tehlike­ lidir. Terör kanunları çıkarmaya hazırlanan Demirel Hükü­ metinin, başı darda kalınca bu anlaşmaya sarılmayacağın­ dan; hele Amerikan aleyhtarı akımların daha da gelişmesi karşısında, Amerikan'ın Hükümeti bu yola sürüklemeye kalkışmayacağından emin değiliz. Dünyanın her yerinde Amerika askeri müdahalelerini buna benzer anlaşmaların gölgesinde yapmıştır. Bu anlaşmanın milli savunmamız bakımından he"rhan­ gi bir önemi bulunduğu da ileri sürülemez. Amerika'sız ken­ dimizi savunamayacağımız kanısında olanların elinde NA­ TO ve CENTO ittifakları vardır. Amerika'ya içişlerimize karışmak yetkisi tanıyan 5 Mart. 1959 tarihli İkili Anlaşma­ nın derhal feshini isteriz. Bu vesileyle Amerikan Büyükelçisinin bütçe tartışma­ ları başladığı sırada yaptığı konuşmayı egemen devletler arasında cari olan kurallara aykırı ve içişlerimize açık bir müdahale saymaktayız. Egemen bir devlet nezdindeki el­ çiler o devletin içişleriyle ilgili demeç veremezler. Oysa Mister Hart Türkiye'nin kapitalist yoldan kalkınma gay­ retlerini övmüş ve garip bir tesadüfle, AP sözcüsünün, Do­ ğu blokunda da kapitalist metotZara dönülmekte olduğu hakkındaki görüşüne paralel sözler sarfetmiştir. Türkiye'de Demirel Hükümetinin izlediği kapitalist yö­ netime karşı olan partiler, kuruluşlar ve kişiler vardır. Büt­ çe münasebetiyle Hükümetin iktisadi ve mali politikası Bü­ yük Mecliste tartışılırken Amerikan elçisinin bu konudaki beyanlarını, Devletler hukukuna aykırı bir davranış ve İç­ işlerimize müdahale sayıyoruz. Sayın milletvekilleri, Amerika ile imzalanmış ikili an­ laşmalar, milli güvenliğimizi tehdit eden, egemenlik hak­ larımıza karşı duran- nitelikleriyle hala yürürlükte duru­ yor. Türkiye İşçi Partisi'nin inkar edilemeyecek hukuki de­ lillere, olaylara dayanan açıklamaları karşısında, önce ..yok öyle şey! yalan!» diye bağırarak tepki göstermiş olan De­ mirel Hükümeti, nihayet bu anlaşmaların bağımsızlığımız,

99


milli menfaatlanmızla bağdaşmayan hükümlerinin değişti­ rilmesi için Amerikan Hükümetine başvurduğunu açıkla· mak zorunda kalmıştır. . A radan hemen bir yıia yakın bir zaman geçtiği halde Amerika ile bu konuda müzakereler başlayıp başlamadığı, başlamışsa bugüne kadar ne sonuç alındığı hakkında pir fikrimiz yoktur. ( . . .) Dışişlerine ilişkin görüşlerimizi sunarken, Hükümetin Güney Vietnam'a bir Türk askeri heyeti göndermek husu­ sundaki kararının tehlikelerine ve isabetsizliğine, Yüce Mec­ lisin dikkatini çekmek isteriz. Mali sıkıntı içinde bulunan Demirel Hükümetinin, Ame­ rika'dan sağlanacak kredi ve yardım karşılığında, · Viet­ nam'daki müşahitler heyetinin kadrosunu genişletmeye ya­ naşması ve Türkiye'yi, tarihin yazdığı ilk milli kurtuluş savaşını yapmış olan bu milletin evlatlarını, kurtuluşları için savaşan VietnamZıleıra karşı Amerikan emperyalizmi emrinde savaşa sokması, ihmal edilemeyecek bir ihtimal olaral1. belirmektedir. Her ne kadar basında gidecek heye­ tin asla savaşa katılmayacağı, sadece gerilla savaşının na­ sıl yapıldığını izleyeceği yazılmışsa da, asıl maksadın -hiç değilse Amerika'nın bu işte güttüğü asıl maksadın- bu ol­ duğundan şüphe ettirecek sebepler vardır. Bir kere geril­ la savaşı Amerikan karargcihlanndan nasıl izlenecektir? Gerilla savaşını Amerikalılar yapmıyor ki; ikincisi, öteden beri bilindiği üzere Amerika müttefiklerinin Vietnam'da kendisine yardım etmelerini istemektedir. Bir heyet gön­ derilmesinin bu yolda ilk . adım !Jlmayacağını, ileride heye­ tin genişletilip daha aktif bir role sokulmayacağını, bir askeri birlik haline getirilmeyeceğini kim temin eder? Bu mülahazalarla, Türkiye İşçi Partisi son derece tehlikeli ge­ lişmelere yol açabilecek olan .bu karann kesinlikle karşısın­ dadır. Sayın milletvekilleri, oturduğu koltuğun sorumluluğu­ nu idralıten aciz bir kişi, bizler . için ·Moskova'dan emir alırlar» demiştir. Bu sözleri sahibinin yüzüne bir tokat gi-

100


bi çarpanm. (GürnltilıerJ . Türkiye İşçi Partisi'nin yöMti­ ctıeri kimseden emir alacal3 tiynette olmadıklarını ömür­ leri boyunca ispat etmişlerdir. Ama kamuoyunun. daha dün denecek kadar kısa bir zamandan .beri tanımaya ça­ lıştığı bazı kişiler hakkında, aynı hüküm verilemez. Karü ki.sp peşinde olanların neyi. ne zaman. kime sa­ tacaklan belli olmaz. (AP sıralarından •ne demek bu?» sözleri. sıra kapaklarını vurmalarJ (TİP sıralanndan ·Baş­ kan, niye müdahale etmiyorsun?» sesleri) BAŞKAN - Siz sebebiyet veriyorsunuz. lutfen susun. rica ederim sükutu muhafaza edin. (Karşılıklı müdahale­ ler. gürültülerı Bağırmakla ne istiyorsunuz efendim? Lut­ fen susun. rica ederim. gürültüye sebebiyet vermeyin. İHSAN ATAÖV tAntalyaJ - Burası TBMM'dir, Mos­ kova kürsüsü değildir, lutfen sözlerini tavzih etsin. BAŞKAN - Ataöv rica ederim oturun. (GürültülerJ (·Sözlerini tavzih etsin» sesleri) Lutfen oturun efendim. YUNUS KOÇAK (Konya) - Anlamaya çalışın. (Kar­ şılıklı müdahalelerJ . BAŞKAN - Karşılıklı bağırmayın. muhterem aı·kadaş­ lar. Eğer gürültüye devam edecek olursanız celseyi tatil ederim. Açık söyleyey�m; lutfen sükutu muhafaza edin. Sayın Aybar siz de o cümleyi tavzih edin. tavzih edin Beye­ fendi. TİP GRUBU ADlNA MEHMET ALİ AYBAR WevamlaJ Tekrar edeyim Beyefendi: Kdrü kisp peşinde bulunan­ lar... (AP sıralarından gürültüler, •Tavzih etmedi Sayın Başkan» sözleri) RlZA KAUS (Ankara) - Neyi tavzih ediyor, bir daha okusun bakalım. bunların anlama kabiliyeti kıtlaşmış. BAŞKAN - Oturun rica ederim, sizin pağırmanızla anlamak kabiliyeti artacak mı efendim. Lutfen oturun. TİP GRUBU ADlNA MEHMET ALİ AYBAR Wevam­ laJ - Kdrü kisp peşinde olanların neyi ne zaman kime satacakları belli olmaz. (AP sıralanndan gürültülerJ . TİP dışardan emir alırmış. Dışardan beslenen komü­ nistler varmış? (Gürültüler, müdahaleler)

101


BAŞKAN - Rica ederim susun; bu şekilde müzakere devam edemez, Oturumu kapatırım, lıltfen dinleyin. (AP sıralanndan «kapat, kapat» sesleri) Vakit kaybetmekten başka neye yarar oturumu kapatmak? ... Lutfen susun, ne­ ticeye varalım. AHMET ÇAKMAK (Bolu) - Sayın Başkan, tavzih edin dediniz, hatip tekrar etti, tavzih etmedi, ALİ İHSAN BALIM (İsparta) - Amerikan kolejinde öğretmenlik yap, ondan sonra gel burada böyle konuş (AP sıralarından «tavzih etsin» sesleri) BAŞKAN - Rica ederim, biz şimdi vazifemizi yapıyo­ ruz, siz de onun üzerine mütemadiyen yürürneyin efendim. Bu şekilde müzakere devam edebilir mi? Lütfen susun efen­ dim. Devam edin efendim, gürültüyü keselim. TİP GRUBU ADlNA MEHMET ALİ AYBAR (Devam­ la) - TİP dışardan alırmış. (GürültülerJ BAŞKAN - Çok rica ediyorum efendim, bu şekilde devam edilemez, müzakerelere. ( aTavzih etsin,. sesleri) Ne yapalım biz de tavzih edin dedik? Beyefendi elimizde ne yetki var, ya celseyi kapatırız, ya ortadan kalkarız. Biz tavzih edin dedik, etmemiş ne yapalım. Başka bir çare bulun bakalım? (GürültülerJ Lutferı susun efendim, gü­ rültüyle bu iş olmaz. ŞEVKET BOHÇA (Kastamonu) - Haysiyetli insanlar açık konuşur, haysiyetli ise tavzih etmeye mecburdur? ( «Tavzih etsin" sesleri) BAŞKAN - Efendim, eğer böyle müda,haleler devam. ederse celseyi kapatırım. Fazla bağıranlara da ceza ver­ meye başlarım. Lutfen susun. Bakın açık söylüyorum, İç­ tüzüğü tatbik etmeye mecburum, beni mecbur bırakmama­ nızı sizlerden rica ediyorum. Susun, siz de devam edi111o buyurun Sayın Aybar. ( aTavzih etsin• sesleri) Rica ederim, biz tavzih etmesini istedik, bu kadar ko­ nuştu, icbar edecek elimizde kuvvet yok. Devam edin efen­ dim. 102


HAMİT FENDOGLU CMalatyaJ - Tavzih etmediği tak­ dirde müdahale edeceğiz. J'.İP GRUBU ADINA MEHMET ALİ AYBAR CDevam­ .laJ - Türkiye İşçi Partisi dışardan emir alırmış; dışar­ dan beslenen komünistler varmış; komünistler bir ihtilal hazırlığı içindelermiş... Peki ne duruyorsunuz baylar, ne duruyorsunuz? Elinizde belgeler vardır elbet, döksenize bunlan ortaya. Hayır! Hiçbir delilleri, ispatlan yoktur. Ama bu baylar söylerler bunlan. Terör rejimi kurmak için söylerler bunları; halk uyanmasın diye söylerler bu yalan­ lan. Talihsizliği Türkiye'nin, bugün sorumluluk yerlerinde bu gibilerin de bulunmasıdır. Gene bu kürsüden Türkiye İşçi Partisi'nin kapatılaca­ ğı tehdidi savrulmuştur. CGürültüler, müdahaleler) BAŞKAN - Ali Rıza Bey lutfen siz de başlamayuı, Başkanlık Divanına dahil olan arkadaşlar hiç olmazsa ya­ tıştırmaya çalışsınlar, rica ediyorum. TİP GRUBU ADINA MEHMET ALİ AYBAR CDevam­ laJ - Bu, Anayasa tadil edilecek demektir. Kimin had­ dine bunu yapmak! Kimin haddine Anayasayı tadil etmek. Türkiye İşçi Partisi'nin kimse kılına dokunamaz! (TİP sv ralanndan alkışlarJ TİP'in kimse kılına dokunamaz. Türkiye İşçi Partisi Anayasanın dışındaymış. cAna­ yasaya hayır demekte hayır vardır,» diye propaganda ya­ panlar; bir avuç çıkarcının imtiyazlı durumlan için Ana­ yasayı engel olarak görenler; Anayasayı değiştirecek ye­ terli çoğunluğa sahip olmadıklan için yakınanlar; Ana­ yasa müesseselerine öteden beri sövenler, bu iddiada bu­ lunuyorlar. Baylar, özellikle sizlere hitap ediyorum, Hükümet kol­ tuğunda oturan baylar. Anayasayı sizlere çiğnetmeyece­ ğiz. (Gürülti),lerJ Sizlerin mantığı ile hükümetler sandık­ tan çıkar; ama şunu iyi belleyiniz: Milletlerin tarihi san­ tlılıtan çıkmaz. Akıllar başZara devşirilmelidir: Biz de Adalet Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mah103


hemesine başvurabiliriz. Hem bizim delillerimiz geçerli şeylerdir, bu nokta unutulmasın, Ama biz sizin hapanma­ nızı değil, Anayasa sınırları içine girmenizi isteriz. Çii.nhü emekçi halkımızın hergün gözünden düşen, düşmeye mah­ kum olan bir partisiniz. Kaldı hi, toprak ağalarının, bü­ yük sermayedarların çıkarlarını savunan bir partinin, de­ mokratik ortamda seçim mekanizmasının hahemliği ile günbegün eridiğini görmek zevhinden mahrum olmak da istemeyiz. Tüı·hiye İşçi Partisi'ni hapatacahlarmış! .. Kimin had­ dine!.. Bunu başardıklarını farzımuhal biran için kabul etseh bile, millı kurtuluş hareketinin, sosyalizm için mü­ cadelenin duracağı, hatta duraklayacağı düşünülebilir mi? . Bu hareket, kaynağını tarihsel gelişmemizden almaktadır. Mücadele devam edecektir ve üstelik sizler «Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybet­ miş bir iktidar» durumuna düşmüş olacaksınız. (Gürül­ tülerJ Faşizm geçmeyecehtir, baylar!.. Anayasayı horuyan kuvvetler sizden kat hat güçlüdür. Çünkü onlar, haklı bir davayı savunmanın yenilmez ma­ nevi gücüne de sahiptirler. Akıllaı· başZara de vşirilmelidir!. Türkiye İşçi Partisini kapatacaklarmışi .., Hodri Meydan!. Saygılarımla. (Mehmet Ali Aybar Adalet Partililerin «yuh!• sesleri ve Türkiye İşçi Partililerin alhışlan arasında hürsüden in­ di)!" .

1967 YILININ ÖZELLİGİ 1967 çok önemli bir yıldır. Ortadoğu savaşı, Türkiye' yi gene Ön plana çıkarmıştır. ABD - SSCB ilişkileri bakı­ rnından Türkiye'nin stratejik önemi, Ortadoğu savaşı ne*

TBMM Tutanak Dergisi, C. 14, Sa. 744-755.

104


deniyle artmıştır. Bu da ister istemez içişlerimizi olumsuz yönde etkilemiştir.

Gelecek yıllara kayan birtakım siya­

sal nitelikte olayların, 1967 yılında sahneye çıktığını gözar­

dı edemeyiz. İçişleri Bakanının yukarıdaki konuşması ne­ den 1966'da, 1965' de yapıtmamıştır da, 1967' de yapılmıştır? Oysa TİP 1962'de ne idiyse gene o idi. Programı, tüzüğü değişmemiştir. İkinci ulusal kurtuluş hareketi de 1965'de başlatılmıştır. Osler sorunu da 1965'de hem de Mecliste ortaya atılmıştır. Komünist Partilerinin Moskova Toplan­ tısı da 1960' da yapılmıştır. AP iktidarı, neden 1967 ve 1968 yıllarına kadar beklemiştir saldırıya geçmek için? Besbel­ li Ortadoğu sıcak bir bölge haline gelince, Amerika askeri üsler kurduğu Türkiye'nin, kendisi için tam güvenilir bir ·

ülke olmasını istemiştir.

1967'den başlayarak Batı - Doğu ilişkilerini yeni bir den­

geye yöneiten bir dizi olay olmuştur. Vietnam savaşında­ ki tırmanma, Arap-İsrail savaşı bu olayların başında ge­ lir. Ancak ABD eski dışişleri bakanlanndan Foster Dulles'in Sovyetler Birliği'ne karşı . uygulanmasını istediği katı po­ litikanın, umulan sonuçlan vermeyeceği de

ortaya

çık­

mıştır. Sovyetler Birliği'ni Atıantik kıyılanndan Pasifik kı­ yılanna uzanan askeri ittüaklarla sarıp sıkıştırma ve ge­ riye

itme politikasının

gerçekleştirilemeyeceği,

ABD'nin

Vietnamda Güney ile Kuzey arasındaki savaşa eylemli ola­ rak katılması ve Kuzey Vietnam kentlerini, su bentleri.ni, ulaşım şebekesini, savunma tesislerini ağır ve sürekli bi­ çimde havadan bombalamasımn, Kuzeyllleri dize getirarne­ yeceği anlaşılmıştır. Bunun üzerine ABD'ıiin politikasın­ da kimi değişiklikler sezilmeye başlanmıştır. SSCB'yi

ku­

şatma girişimlerinden, büsbütün vazgeçilmese de, önemli değişikliklerle bu P.Olitikanm küçülen boyutlarda uygula­ nacağı görülmüştür. Böylece Ortadoğu giderek öncelik ka­ zanmaya başlamıştır. Bunda füze silahı a1anında, hızlı ge­ lişmelerin olması da etkili olmuştur elbet. Dolayısıyla her

iki süper-devlet, egemenlikleri altındaki ülkelerde karşılık­

lı olarak, hiç değilse bir süre için, statükonun korunmasını

fiilen kabul etmişlerdir. Bu, her iki süper-devletin kendi

105


-egemenlik bölgelerinde alacaklan güvenlik ( ! ) önlemleri­ ne, karşılıklı olarak göz yumacaklan anlamına da gelmiş­ tir. Nitekim Çek lideri Dubçek ve arkadaşlarının ülkelerin­ de halka açılma girişiinieri ve Sovyet modeline göre biraz daha liberal bir sosyalizm uygulamaya kalkışmalan, Sov­ yetlerin Çekoslovakya'yı işgal etmelerine neden olmuştu. Ancak ABD'nin bu olay karşısında sudan protestolada ye­ tindiği gözden kaçmamıştır. 1967 ve sonraki yıllarda, ABD'de kendi bölgesindeki ül­ kelerde benzer güvenlik önlemleri almıştır: Yunanistan' da faşist albaylar iktidan, Türkiye'de 12 Mart darbesi. . . Her ikisinde d e amaç demokrasinin askıya alınması ve Amerika'ya karşı olan SOL muhalefetin saf dışı edilmesi idi. Yukardan beri açıklandığı gibi Türkiye'de bu, .öncele­ ri TİP'in sindirilmesi ve dağıtılması amacını güden, taşlı sopalı saldınlar biçimini almıştır. Bunda başan sağlana­ mayınca TİP'in kapatılması için gerekli ortamın hazır­ lanmasına geçilmiştir: AP iktidan Mecliste TİP'in Mosko­ va'dan emir aldığını ileri sürmüş; bunu sözde kanıtlayan belgeler okumuş, yorumlar yapmıştır. Bu belgelere daya­ nılarak TİP hakkında dava açılacağı söylenmiştir. Aynca Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da demeçlerinde Anayasa­ mızın Sosyalizme kapalı olduğunu vurgulamış, hatta TİP'e şimdilik tahammül edildiğini söyleyecek kadar ileri gitmiş­ tir. Hürriyet ve Anayasa Bayramının yıldönümü dolayı­ sıyla yayımlanan uzun mesajının bir bölümünde, Cum­ hurbaşkanı Cevdet Sunay aynen şöyle diyordu: «Anayasamız (...) ayrıca ve bilhassa millet hayatında bir zümrenin veya sınıfın hakimiyet ve iktidarını öngören aşırı akımlarla, yani Sosyalizme, Komünizme ve Faşizme ·karşı Devletimizin kapılarını kapamış Pulunmaktadır. .. "' Cumhurbaşkanının mesajı tepki ile karşılandı. Ana­ yasa profesörleri, özellikle Anayasanın hazırlanışında emek­ leri geçen profesörler, Sunay'ın Anayasanın sosyalizme ka*

Cumhuriyet, 28.5.1967.

106


palı olduğu hakkındaki sözlerine karşı çıktılar. DİSK, Genç­ lik kunıluşlan olayı protesto ettiler. Ve tabii Türkiye İşçi Partisi... Sunay'ın mesajına Basın aracılığı ile verdiğimiz yanıt şöyledir: «TBMM'de bir Sosyalist partisi bulunurken, Sayın Cum­ hurbaşkanının Anayasamızın Sosyalizme kapalı olduğu yolundaki beyanları, çok partili siyasi hayatımızın inkarı anlamına gelen esef verici bir müdahaledir. Sayın Cum­ hurbaşlaanının bu beyanı Anayasamızın hüviyetini de tağ­ yir etmektedir. Gerçekten eski bir Anayasa hacası olarak kendilerine Anayasanın sol karakterde ve sosyalizme açık bir belge olduğunu kesinlikle ifade ederim. Kaldıki, Anayasa'yı yorumlamak Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini çok aşan bir iştir. Nihayet bu peyanlarıyla Sa­ yın Cumhurbaşkanı kapitalizmin savunucusu durumuna da düşmüş oldukları cihetle, Atatürk'ün ifadesiyle: emper­ yalizm'e ve kapitalizm'e karşı mücadele ederek kurulmuş bulunan Türk devletinin azi� varlığı ile de telifi zor bir du­ rum yaratmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı'nın tarafsız hüviyetini bir an evvel iktisap etmelerini temenni ederiz.•>*

Bu tepkiler Sayın Sunay'm �u konudaki görüşünü bir kez daha açıklamasma engel olmadı. İngiliz Kraliçesinin konuğu olarak Londra'da bulunduğu sırada, Cumhurbaş­ kanı Anayasamızın Sosyalizme kapalı olduğunu gene açık­ ladı. Akşam Gazetesi muhabirine verdiği demeçte, Sayın Sunay, Türkiye İşçi Partisi'ne şimdilik tahammül edildiği anlamına gelen sözler de söylemişti. Kendisine şu yanıtı verdik: ·Sayın Cumhurbaşkanının Londra'da Akşam Gazete­ si muhabirinin Anayasa, Sosyalizm ve Türkiye İşçi Partisi ile ilgili sorularına verdiği cevaplar, · Türkiye'mizde demok­ ratik Anayasa rejiminin yerleşmesini isteyenlerce hayret ve üzüntü ile karşılanacak mahiyettedir. Vstelik sayın Sunay, bu demeci ile demokratik .bir hukuk devletinde Cumhur"' 28.5.1967 günlü Basın Bülteni. 107


başlıanlığı malıamına tanınan görev ve yetlıi sınırlarını da a§mış bulunmalıtadır. Bu vesileyle bazı gerçelıleri bir lıeı-e daha ısrarla belirt­ a isteriz: lı m ı . Anayasa'mız sosyalizme açılıtır. Anayasa uzmanları­ nın görüşü budur, Anayasa Mahlıemesintn 141 ve 142. mad­ deler münasebetiyle verdiği lıarar ve başta Yargıtay olmalı üzere mahlıemelerimizin tatbilıatı da bu doğrultudadır. Bü­ tün bunlardan dolayı sayın Sunay'ın bu lıonudalıi indi mü­ lahazalarına itibar ve iltifat edilemez. 2. Siyasi partiler, sayın Sunay'ın temsil ettiği Türlıiye Cumhuriyeti'nin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu husus Ana­ yasamızda açılıça belirtilmiştir. Türlıiye İşçi Partisi lıanun­ ' larımıza göre lıurulmuş ve Anayasa teminatı altında faali­ yet gösteren bir partidir. Bundan dolayı sayın Cumhur­ başlıanının, herşeyden önce, herhangibir siyasi partiden ve bu arada hallıın oylarıyla Meclise giren ve Mecliste gru­ bu bulunan Türlıiye İşçi Partisi'nden bahsederlıen taraf­ sız · ve saygılı olması ve yetlıilerini aşaralı işgal ettiği ma­ lıamın yüceliğini gölgeleyecetı lıonuşmalardan titizlifıle sa­ lıınması gerelıir. Sayın Sunay'a atfedilen ve Türlıiye İşçi· Partisi'ne «Şim­ rl.ililı• tahammül edildiği anlaniına gelen sözler gerçekten söylenmişse, bu son derece vahim bir durum qrtaya çılıa­ rır. �u sözler demolıratilı hulıufı devletini hedef alan ni­ telilıte olup aslında Anayasamıza 'şimdilifı' tahammül edildiği anlamını taşımalıtadır.,.*

Türkiye İşçi Partisi'ni hedef alan yüksek düzeydeki suç­ lamalar, Genelkurmay başkanı Tural'ın emirnamesi ile baş­ lamıştı: Sonra devreye Başbakan Demirel girmiş, Gensoru önergemiz dolayısıyla yaptığı konuşmada, , emirharneyi sa­ vunurken TİP'i suçlamayı da ihmal etmemişti. Arkadan İçişleri Bakanı suçlamaları sürdürmüştü. TİP'in sert _tep­ kisi üzerine Başbakan yeniden devreye girerek şu ilginç konuşmayı yapmıştır: Önce «Hodri meydan! diyen Aybar * 3.11.1967 günlü Basın Bülteni.

108


kime meydan okuyor? Anayasa Mahkemesine mi?,. gibi so­ rularla ve kaba mantık oyunlan ile başladığı konuşmasını sonradan açık suçlamalarla sürdürüyor. TİP'le ilgili bölüm­ lerden örnekler vereceğiz: .. Yine TİP buraya geliyor, diyor ki, gayet celalli ve bü­ yük bir haşmetıe diyor ki, «TİP'i kapatacaklarmış, hodri meydan, kapatsınlar görelim .. diyor. Acaba kime meydan okuyor, kime?. . (TİP sıralarından bir milletvekili «kapat­ mak isteyenlere.») Anayasa Mah�emesine mi hodri mey­ dan? Bu, anarşi . düzeninin ta kendisidir. Anarşinin ispatı bu. (AP sıralarından şiddetli alkışlarJ Bunların hepsini Anayasa bağlamış, bu meseleleri halletmiş. TARlK ZİYA EKİNCİ WiyarbakırJ - Tehditlere hodri meydan. (AP sırasından bir milletvekili, ..J(es sesini hergele»J YUSUF ZİYA BAHADINLI (Yozgat) - Hergele senin baban. C Gürültüler) . BAŞKAN - Lütfen karşılıklı bağırmayın. Bağırınca n e oluyor sanki? YUSUF ZİYA BAHADINLI (Yozgat) - Seviyenizi gös­ teriyorsunuz. B-4ŞBAl{AN SÜLEYMAN DEMİREL (Devamla) - Gö­ rülüyor ki, Tür1ıiye İşçi Partisi Anayasanın 57. maddesi­ ni okumamış. Eğer okudu da hodri meydan diyorsa aslın­ da Anayasaya hodri meydan diyor, dediği bu. YUNUS KOÇAK (Konya) - Hayır, tedbirlere diyor, kuru tedbirler için diyor. BAŞKAN - Yunus Koçak rica ederim, bir parçacık hiç olmazsa karşılık vermeyin. Siz konuşurken müdahale olmadı. Dinl.emeye mecbursunuz efendim. BAŞBAKAN S LEYMAN DEMİR.EL Weva.mlaJ - Za­ bıtlarda var, isterseniz okuyayım, diyor ki: «TİP'ni kapata­ caklarmış hodri meydan! Saygılarımla. » Böyl.e bitiyor nu­ tuk. Şimdi merci neresi, merci. Yani burada tecavüzü mer­ cii yapamazsınız. Veyahutta yanlış mercie müracaat yapa­ mazsınız, Anayasa tarif etmiş. Anayasa, parti kapatma işi­ ni A na.yasa Ma-hkemesine vermiştir.

ÇJ

109


Şimdi bu sözcülerin bütçenin başından beri büyük bir rahatsızlığın, büyük bir kuşkunun bir nevi suçüstü haleti ruhiyesinin içerisinde olduğunu, bir telaşın, bir vehmin içerisinde olduklannı görüyoruz. Hiç merak etmeyiniz. Tür­ kiye kanun devletidir. Kanunların içerisinde kalan eşit hak­ lara sahip herkes kim kanunların dışına çıkarsa, Türk Dev­ leti kanunların dışına çıkanı kanunların içerisine sokar. (TİP sıralanndan 'bravo' sesleri, alkışlarJ Şimdi burada 'demokratik sosyalizm', 'Doğu usulü sosyalizm' münakaşalanna girmeyeceğim, sadece bir hu­ susu belirtmek istiyorum: Biz bir 1961 Anayasası yapmışız. Devleti, rejimi, Devletin vazifelerini, vatandaşın hakkını, vatandaşın vazifelerini, Devletin müesseselerini, bu mües­ seselerin haklarını, vecibelerini, tayin etmişiz. Bunda bir noksanlık varsa pu noksanlığı yine düzeltmek elbetteki teşrii organın vazifesi içindedir. Yine Anayasa bunu böy­ le yapmıştır. Plan yapmışız, plan stratejisi yapmışız, ver­ gi düzeni koymuşuz. Şimdi bunların hepsini atacağız, bir düzen kurmuşuz, bu düzenin işlemeyen beğenmediğimiz yerleri varsa düzelteceğiz. Ama bunu yıkıp da yerine yeni­ sini yapmayacağız.,. Kurulduğu günden beri Anayasanın eksiksiz tastamam uygulanmasını savunan TİP'i Anayasaya · karşıymış gibi gösterıneye ve hele Anayasa Mahkemesine meydan okudu­ ğunu, sapık mantık oyunlarıyla kanıtlamaya kalkışmak, bu savlann, hiç değilse o günkü oturumda, yanıtlanma­ yacağının bilinmesi halinde başvurulabilecek bir kısa gö­ rüşlü taktikti. Parti gurubu adına söz isteyen arkadaşımız Sadun Aren'e ve öteki partilerin sözcülerine söz verilme­ di. Başbakanın dayanaksız savlanna gereken yanıtlan na­ sıl olsa ilk fırsatta verecektik. Başbakan konuşmasım şöy­ le sürdürüyordu: «Şimdi TİP sözcüsünün bu kürsüye getirdiği m13sele, bu kürsüde daha evvel, bir iki defa değil, defalarca müdafaa­ sını yaptığı hususlardır. Bu, bugünkü üslubu en hırçın ve hemen hemen birçok yerlerinde yalanlarla, iftiralarla do­ lu bir hezeyan manzarası arz ediyor. (AP sıralanndan 110


'bravo' sesleri, alkışlarJ . Birbiriyle hiç birleşemeyecek, bir­ biri ile hiç irtibatı olmayacak meseleleri sabit bir mantık ölçüsü içinde, daha doğrusu bir mantıksızlık ölçüsü için­ de birleştirmek gayreti güdülmüştür. Ben burada ne Ana­ yasanın 39. maddesinin, ne 40. maddesinin, ne 2. madde­ sinin, ne 12. maddesinin münakaşasını.. yapacak değiıim. Zaten bu maddelerin 1. ve 2. fıkraları değil, çok kere, IJa­ zan 2. bazan 3. fıkrasını almışlardır ki, demin de arzetti­ ğim şekilde prototipten model çıkarmaya uğraşıyorlar, zor iştir bu. Modelden prototipte gidersini:ı; de, prototipten mo­ del çıkarmak zordur. Şimdi çok şayanı dikkat bir şey var, burada diyor ki, te­ mel hak ve hürriyetleri koruma kanunlarını çıkanrsanız bunu Anayasa Mahkemesi bozar. Çünkü Anayasa Mahke­ mesi şerefli hakimlerden vatanperver hakimlerden müte­ şekkildir. Şayet Anayasa Mahkemesi bozmazsrı, savcılar, hakimler bunu tatbik etmez. Peki şimdi bu mantığı IJir tahlil edelim. Eğer Anayasa Mahkemesi şerefli hakimler­ den müteşekkil olduğu için bunu bozacaksa, bozmama ih­ timali karşısında, bozmadığı takdirde Anayasa Mahkeme­ sinin durumu nedir? O zaman nedir Anayasa Mahkeme­ sinin durumu, gelin konuştuğunuzu bilin, sonra, gelip de buradan Anayasa Mahkemesi hcikimine, savcıya, hakime kurnanda edemezsiniz. Onun iradesi, vicdan hürriyeti man­ tık hürriyeti sizin cebinizde mi? (AP sıralanndan alkışlarJ . 141.-142. maddeler faşist damgası yer. Çünkü burada 141 ve 142. maddeleri geçen defa tahlil ettik. Sınıf kavgası olsun. nifak olsun, Türkiye birbirine girsin, Türkiye'nin milli bü­ tünlüğü bozıılsun. Yok, bu hususta size müsaade etmezler. kimseye müsaade etmezler. Bir de .. sandıktan çıktık» lafı var. Şandıktan çıktık bazan birtakım böyle kelimeler alınır espiri haline getiri­ lir, sirküler edilir, dağıtılır. Evet, şurada yazıyor. ..Egemen­ lik Kayıtsız Şartsız Milletindir. işte sandık bunun işare­ ti. Bundan sonra sandık geliyor. Şimdi sayıyorsunuz bu­ rada birtakım güçlerden bahsediyorsunuz, talebeler, öğret.»

lll


menler, şunlar, bunlar. Peki nerede halk (Adalet Partisi sıralarından 'brava' sesleri, şiddetli alk ış larJ . Şimdi burada bir mantık mugalatası daha vardır. Di­ yor ki: «1959'da bir iki anlaşma yapılmış, eğer Türlliye do­ laylı veyahut direkt olarçık bir hücuma maruz kalırsa Ame­ rika'dan yardım isteyecekmiş. Dalaylı mandsı da, Türki­ ye'nin içinden geçmesi ihtimali olan bir şeymiş.» Şimdi dalaylı manasını Türkiye'nin içinden gelecek bir şey almak, yani Türk Devletinin kendi halkından, kendi müesseselerinden korku içinde olduğunu söylemek gafletin ta kendisidir. fAP sıralarından 'B1·avo' sesleri, alkışla.rJ Türk Devletinin karşısına neyi koyuyorsunuz dolaylı? Hiç­ bir şeyi koyamazsınız, onun için aklını başına toplayacak birisi varsa bu tavsiyeyi yapandır alalım başına toplayacak olan. ('Brava' sesleri alkışlarJ Şimdi bakınız mantık sakatlığına: 1959'da yapılmış bu ·

anlaşma. 27 Mayıs 1960 olmuş. O günün Hükümeti acaba bunu dalaylı bir nevi mesele addetmiş mi? Yardım talebet­ miş de yardımına kimse mi gelmemiş. BAŞBAKAN S OLEYMAN DEMİREL WevamlaJ - Ge­ ne burada 1\.ıbrıs'la ilgili birta1um safsatalar... Yok ikili gö­ rüşmeler gizli olmuş, yok herkesin önünde olacaktı. Ney­ miş? Makarios beyanat vermiş de, buradan Enosts ihtima­ li çıllıyormuş. Eğer Makarios'a dayanarak Türkiye'de ftkir yürütüyorsanız devam edin yürütmeye. Bunlar safsata. Ya­ ni demek mi istiyorsunuz Türk Hükümeti Enosise razı olu­ yor gibi bir tavrın içinde? Bizim söylediklerimize inanmı­ yorsunuz da, Makarios'ıın söylediklerine niçin inanıyor­ sunuz. (AP sıralarından alkışlarJ Eğer bizim söyledikleri­ mize inanmayacaksanız bi.ze bu sualleri niye soruyorsu­ nuz? Söylüyoruz, gene soruyorsunuz, söylüyoruz yine so­ ruyorsunuz. Niye soruyorsunuz inanmıyorsanız?,

Başbakan asıl konuya geliyor konuşmasının sonunda: Amerika ile ilişkilerimize. Bu dostluğu biz kurmadık diyor ve «27 Mayıs 1960 sabahı ihtilal kuvvetleri NATO'ya, GEN­ TO'ya bağlı olduklarını ilan ettiler» diye, TİP dışında he­ pimiz aynı geminin yolculanyız anlamına gelen bir tüm112


ceyi, sıkıştınveriyor konuşmasına. Amerika ile ilgili bö· lüm şöyle: ..şimdi bir de Amerika safsatası vardır. Biz söylüyoruz, biz dostluklanmıza bağlıyız, hükümetler arasında. değil· dir, dostluklar, devletler arasındadır. 27 Mayıs 1960 saba· hı ihtilal kuvvetleri NATO'ya CENTO'ya bağlı olduklarını ildn ettiler. Biz yapmadık bu, dostlukları, milli menfaatler, geçen gün de bu kürsüde söylendi, bir hesap meselesidir. Biz dostluklarımıza bağlıyız. Karşılıklı menfaatler olma· dıkça dostluklar olmaz. Yani hep siz alan durumunda ola­ caksınız. Kim verecek size, hep alan durumunda? Gayet tabii ki, karşılıklı menfaatler olacak. Tek taraflı dostluk olmaz. Dostluklar menfaatlere daya.nır, karşılıklı men· faatlere ve itimatlara dayanır. Biz açık ve aleni olarak söy­ lüyoruz, Amerika bizim NATO içinde dostumuz, Amerika 1947 anlaşması ile bizim dostumuz, Fransa da dostumuz, Almanya da dostumuz. Bunun altında birtakım imalar ara· mak, yüz defa söyledik, hatta artık bunları mantık ölçü­ leri içinde değil, bu kürsüye yakışmayan bizim taşıdığımız mesuliyete yakışmayan elfaz içinde söylemeye bizi mec· bur etmeyin. Şimdi burada arkadaşlarımın tepkisine mucibolan bir şey daha var. Zannediyor ben o meseleyi halledeceğim, di­ yor ki, «Biz tanınmış adamlanz,. öyledir. (AP sıralarından alkışlarJ Ama diyor, dün çıkanlar var ortaya, biz belliyiz diyor. (GürültülerJ Şimdi onlara sonra diyor ki, terör re· jimi kurmak için söylerler, halk uyanmasın diye söyler­ ler bu yalanları. Uyuyor mu Türk halkı, bir uyuyan var· sa sizsiniz, açın gözlerinizi (AP sıralanndan şiddetli alkış­ larJ Ama bundan evvelki bütçenin tümü üzerindeki söz­ cü Türk halkının uyanık olduğunu söyledi. İşte böyle te­ zatların içindedirler. Muhterem milletvekilleri, burada bir misal daha var. İtalya, Fransa, İngiltere misali, Almanya misali yok, bura­ larda komünist partileri serbesttir. Marksist düşüncenin girdiği meclislerde burada konuşan ses aynı taktiklerin, aynı sedama içindedir. Ortalığı kanştırmak büyük iddia-

113


lar ortaya atıp her defasında kendinden bahsettirmek bun­ lar taktiktir. Onun için bundan sonra sözlerinize .bu ölçü içinde cevap verecek değilim. CAP sıralarından 'Bravo' ses­ leri) Şimdi bir defa daha söyleyelim bunları

da sözlerinizi

söylemeye yine siz devam edeceksiniz, Bizden ciddiye alın­ madığınız zaman da artık kusura bakmayın (AP sırala­

rından 'Bravo' sesleri sürekli alkışlarJ . Şimdi benim hal­ ledivereceğim 'şudur muhterem arkadaşlarım: kar ve kisp peşinde olanların neyi, ne zaman, kime satacaklart 'Jıelli. olmaz. Şimdi zannediyorlar ki biz bunun üzerine varma­ yacağız. Türkiye'nin bir şeyini kimse satamaz, siz bile sa­ tamazsınız. kurtuluş

CAP sıralarından alkışlarJ

hareketinden bahsediliyor.

Yine .burada milli

Şunu

«Milli kurtuluş hareketi kim, siz kim?»

diyeceğim ki,

CAP sıralarından

'bravo' sesleri, alkışlarJ Muhterem arkadaşlarım, çok sayin milletvekilleri: size daha toprak üzerinde, size daha başka meseleler üzerinde malumat arzetmek isterdim.

Balııyorum,

uzun saatlerdir

sabahın onundan beri dinliyoı·sunuz. Onun için ümidedi­ yorum ki, bir başka vesile ile bütün balonları delecek cüm­ lede bilgi vardır. Bu itibarlu Türk hallıı zaten bütün bu ba­ lonları 10 Ekim 1985'te deldi Şükran onadır .. Hepinize saygılar sunarım.

CAP sıralarından sürekli

allıışlar, 'Bravo' sesleri) *

ORTADOCiU'DA SAVAŞ Ortadoğu savaşı, önceleri kısa sürede sona erecek ye­ rel bir çatışma olarak görülmüştü pek çoklannca. Oysa are.dan uzun yıllar geçtiği halde hala sürüyor. İki süper devletin dünyaya egemen olma savaşlannda, Ortadoğu eş­ siz stratejik değeri ile, her ikisi için vazgeçilemez bir böl* TBMM Tutanak Der. Dev: 2, Top. 2, C: 14 , S: 789-790, 795-797.

114


gedir. Bu bölgenin kuzey duvannı oluşturan Türkiye'nin Amerika açısından önemi, Sovyetler Birliği'ni, Avrupa'dan Güneydoğu Asya ve Kore'ye dek uzanan askeri üsler zin­ ciri ile kuşatma planının suya düşeceği ortaya çıktıktan sonra, daha da artmıştır. Ortadoğu'nun stratejik önemi­ nin yanında, petrol bölgesi olması da başlıbaşına önem taşımaktadır. Ne var ki, İsrail'i desteklemesi, Amerika için ciddi bir handikap olmuştu. Arap hükümetleri Ame­ rika ile yakın ilişkiler içinde görünmeyi göze alamazdı. Amerikan petrol sermayesi ile içti dışlı olan Suud prens­ leri bile, Amerika'dan yana görünmekten çekinmişlerdir. Bu durumdan yararlanan Sovyetler Birliği Suriye ve Mı­ sır'la dostluk ilişkileri kurmayı başarmıştır. 1967 ve sonra­ ki yıllarda, yani Mrika'nın Vietnam'da zafer kazanama­ yacağı gittikçe netleşen çizgilerle ortaya çıkmaya başla­ yınca, Ortadoğunun bir hareket üssü olarak kullanılması görüşü, Amerikan siyasi ve askeri çevrelerinde gittikçe ağırlık kazanan bir görüş haline gelmiştir. Böyle olunca da, Türkiye'de demokrasinin bir Amerikan ileri karakolu­ na yaraşacak biçime sokulması, yani Türkiye İşçi Parti­ si'nin her ne pahasına olursa olsun saf dışı edilmesi, Ame­ rika bakımından bir zorunluk haline gelmiştiı::-. Başbakan yukarıdaki konuşmasında size mi kalmış milli kurtuluş savaşı yapmak derken, sadece bizim iş çevrelerinin değil, Amerikan emperyalizminin de çıkarlannı savunuyordu. Amerika'nın sanıyorum dah�. o yıllarda Türkiye hakkın­ da ileriye dönük bir planı vardı: Türkiye aracılığı ile Arap dünyasına girmek. . . Oysa Türkiye İşçi Partisi tüm bu he­ sapları altüst etmeye kararlı olduğunu gösteren adımlar atıyor, AmerikalıZara karşı pasif direnme kampanyasını başlatıyor ve yurt düzeyinde, özellikle Doğu ve Güneydo­ ğuda mitingler düzenliyor, 6. Filonun Türk .!imanlarını her ziyaretini protesto ediyordu. Hele Amerika'ya karşı ha� reketin başka bir partiye de bulaşma istidadı göstermesi, hükümeti çileden çıkarmıştı. Başbakan yukarıya bölüm­ lerini aldığımız konuşmasının Millet partisine ayırdığı ye­ rinde, bu partiyi TİP paraleline düşmekle suçlayacaktı. «Fi-

115


kirleriniz TİP'ne benzedi demişiz, bu alınganlığın içerisin­ de ellerine ne geçirmişlerse, Maliye Bakanı arkadaşımZa bana fırlatmışlardır. ( .. .J Buradaki mesele bir Amerikan özentisidir. Bu aslında MP"nin Amerikan düşmanlığına girdiğinden beri böyle imaları, böyle tarizleri yapar ve onun altında da devam ediyor, L.J Bir tabir ctaha var: Zen­ gini daha zengin, fakiri daha fakir yapmak.»* Böylece Adalet Partisi iktidarının Sağ Sol ayrımı gö­ zetmeden Amerika

ile imzalan.mış

sözleşme ve ittifakla­

rm savunucusu ve koruyucusu görevini üstlendiği pek açık

olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. Başbakanın konuşmasında geçen bir türnce de ilginç­ ti.

Başbakan

dostluklarm

hükümetler

arasmda

olmayıp

devletler arasmda olduğunu belirttikten sonra, şöyle bir türnce kullanıyor: «27 Mayıs 1960 sabahı ihtilal kuvvetleri Nato'ya Cento'ya bağlı olduklarını ilan ettiler.. diyor. Ne demek istiyordu sayın Demirel? Neden hiç ilgisi yokken

27 Mayıs'tan söz etmişti. önce hemen şunu belirtelim ki, 27 Mayıs bir ihtilal değil, bir askeri darbe idi. Bu darbeyi gerçekleştirenler dileselerdi, kuşkusuz Amerika ile imza­ lanmış

antlaşmaları

yürürlükten

kaldırabilirlerdi.

Tabü

böyle bir kararın hukuksal ve siyasal sonuçlanna katlana­ rak. Acaba Başbakan bize; Ordu Amerika ile imzalanmış

antlaşmalara bağlıdır, Amerika'ya, NATO'ya karşı çıkabir leceğini hiç düşünmeyin; Ordunun, sizi desteklemesine ola­ nak yoktur demek mi istemişti? Türkiye İşçi Partisi hiçbir zaman darbe yanlısı olmamıştı. Evet 27 Mayıs'tan sonra beliren umutlara ve 1961 Anayasasma içtenlikle sahip çık­ mıştık. Ama bu daha öteye gitmezdi. Çünkü biz sosyallst­

tik ve sosyalizmin darbe ile tepeden inme kurulamayaca­ ğını biliyorduk. Bu alandaki deneylerimiz öğretmişti bunu bize. Silahlı Kuvvetlerin politikaya yön vermeye kalkışma­ sına oldum olası karşıydık; hala da karşıyız. Demokrasi ve Sosyalizm ancak aşağıdan yukan, yani bu sistemlere halkın sahip çıkması ile kurulur. Başka bir yol, bir kestir-

* TBMM Tutanak Dergisi, C. 14, S. 286-287.

116


me yol yoktur. Türkiye İşçi Partisi'ne girdiğimiz ilk gün· den beri halkın söz ve karar sahibi olması için çalışıyor­ dulc Halkın sorunları kavramasma, politik bilince ulaşma· sma yardımcı olmak için uğraşıyorduk. Bir noktayı daha her vesileyle vurgulamıştık: Bağımsızlığımızı; bağımsız sosyalistlerdik Sadece organik anlamda değil, düşün ala­ nmda da bağımsızlİk. Bunları yıllardır dilimizin döndüğü kadar anlatıyorduk. Ama işte Başbakan, İçişleri Bakanı çık­ mışlar Türkiye İşçi Partisi'nin Moskova'dan emir aldığını söylüyorlardı. Biz Amerika'ya karşı çıkıyorduk ulusal Ba­ ğımsızlık adına. Onlar da diyorlardı ki: bu direkilli Mos­ kova'dan aldılar. Moskova Türkiye'yi Amerika'nın askeri şemsiyesi dışına çekmek istiyor. Türkiye İşçi Partisi'ni bu­ na alet ediyor. İçişleri Bakanı: Bunların sosyalistliği Batı­ lılann anladığı anlamda değil; bunlar Guy Mollet gibi, Willy Brant gibi sosyalist değiller,"" diyordu. Sükan'ın Willy Brant ve Mollet türü bir sosyalizme yeşil ışık yakılabile­ ceği anlamına gelen sözlerinin aslında sosyalizmle bir il­ gisi yoktu. Sorun Amerika'ya karşı olup olmamaktı. Biz Amerika'ya karşıydık, çünkü ülkesinde Amerikan askeri üslerini barındıran bir Türkiye savaşta ilk hedef olacak­ tı. Yani yok olacaktı. Bloklar dışı Türkiye'nin ise, savaş dışı kalabilme olasılığı vardı. Amerika'nın ileri karakolu durumunda olan bir Türkiye, atom savaşının ilk kurbanı olmaya mahkumdu. Oysa bağımsız bir Türkiye inandırıcı bir yansızlık politikası izleyerek paçasmı kurtarabilirdi. Saldırıya uğrarsa, Amerika, NATO, bize yardım etmek zo­ rundaydılar. Burada bunun tartışmasını yapmak istemi­ yorum. Bu sorunun askeri yanı. Ama bizi Amerikan em­ peryalizmine, kapitalist sisteme karşı olmaya iten neden­ lerin başında, Türkiye'nin uluslararası tekellere bağlı kal­ dığı sürece, benliğini koruyarak kalkmmasının olanaksız olması gelmektedir. Türkiye lrapitalist yoldan kalkınamaz. Bunu Cumhuriyet tarihimiz yadsınamayacak bir kesinlik­ le kanıtlamıştır. Uluslararası Sermaye ahtapotunun· kanı* TBMM Tutanak Dergisi, C. 14, S. 444. 117


mızı emen vantuzlu kollan arasında, onunla rekabet et­ meye kesinlikle olanak yoktur. Tek çıkar yol emperyalizm ve kapitalizmin zincirlerini kırarak, hepimizin kardeşçe dayanışarak, ortaklaşa özveride bulunarak bağımsız bir sosyalist düzen kurmamızdır. Emekçilerin söz ve karar sa­ hibi olacağı bir yeni düzen . . . İçinde bulunduğumuz du­ rumda bunun ilk adımı, Amerikan emperyalizmine karşı ikinci ulusal kurtuluşun bayrağını açmaktı, açmaktır. Tür­ kiye'de böyle bir partinin varlığına ve gelişmesine, özel­ likle Ortadoğu'nun stratejik önemi 1967'de ön plana çık­ tığı bir sırada, Amerika göz yumamazdı. Yummuyordu. Adalet Partisi'nin hırçınlığıda bunu gösteriyordu. Nitekim Adalet Partisi iktidannın sözcüleri, Başbakan, İçişleri Ba­ kanı ve Gurup sözcüsü Aydın Yalçın, Millet Partisi ile Cum­ huriyet Halk Partisi'ni de Amerikan düşmanlığı ve Tür­ kiye İşçi Partisi paraleline düşmekle suçlayacaklardır. *

İşimizin zor, çok zor olduğunu biliyorduk. Bilim dü­ şüncesine, akla dayalı politika yapmak ve bilinçlerıecek halk yığınları ile iktidara gelmeyi amaçlamak, Türkiye gi­ bi duyguları ile düşünen, duyguları ile karar veren bir toplumda, ürünlerini uzun vadede verecek bir piiyük sa­ bır işiydi. Biz böyle çetin bir yolun yolculanydık.

1967. Türkiye İşçi Partisi için hareketli ve bir ölçüde başarılı bir yıl oldu. Bir yil önce başıattığımız Amerika­ lılarla yurttaşların ilişki kurmaması, ilişkileri varsa kes­ melerini amaçlayan Pasif Direnme yurt düzeyine yayılı­ yordu. Aynca 6. Filonun ziyaretleri İzmir'de, İstanbul'da gençlerin tepkisi ile karşılanıyordu. İstanbul'da tıbbiyeli Şafak Kutal ve arkadaşlan Dalınabahçe'de 6. Filoya karşı çadır kurmuş, açlık grevine yatımşlardı. Telle beni de ara­ larında görmek istediklerini bildirmişlerdi. Çok istediğim halde gidememiştim. Güneydoğuda Hakkari'ye, Kuzeydo* TBMM Tutanak Dergisi, C. 14, S. 760, 762, 764 ve 787.

llS


ğuda Posof'a kadar uzanan uzun . bir yolculuğa çıkmıştık Kalabalık mitinglerde İkinci Ulusal Kurtuluş için Ameri­ kan emperyalizmine karşı mücadelenin neden zorunlu ol­ duğunu anlatmaya çalışmıştık Van'da, Kars'ta, Ağrı'da, Iğdır'da, Sankamış'ta, uğradığınuz her kasaba ve köyde, yurttaşlanmız bizi dikkatle dinlemişler, sorular sormuşlar­ dı. Biz de Amerikan üslerinin bizi savaşın ilk vurulacak hedefi haline getirdiğini anlatmıştık Emperyalist sistemin ne olduğunu, kapitalizmin ne olduğunu, tarihimizden ör­ nekler vererek anlatmak fırsatı bulmuştuk. Amerika'dan ve Sovyetler'den aynı uzaklıkta, bağımsız bir dış politika izlemenin tek çıkar yol olduğunu açıklamıştık. 1967'de Ame­ rika'dan söz edilmeyen bir konuşmamız, bir demecimiz, bir bildirimiz yoktur desem yalan olmaz. Ortadoğu kanş­ maya başlayınca Amerikan üsleri sorunu bizi daha çok tedirgin ediyordu. Bununla ilgili olarak, Genel Yönetim Kuruluna su� nulmal{ üzere Merkez Yürütme Kurulunun ı Mart 1967 gü­ nü kabul etmiş olduğu, Dünya ve Yurt olayıanna ilişkin rapordan, ·ortadoğu üzerindeki değerlendirmeleri buraya aktannak istiyorum. Dünya Barışı ve Vietnam; Çin'de Olup Bitenler; Avrupa'da Durum; başlıklan altmda sunulan ana­ liz ve değerlenmalerden sonra, Ortadoğu ve Kıbns başlık­ lı bölüm geliyor. Biz bu bölümün Ortadoğu ile ilgili kıs­ mını sunuyoruz:

..A.merika'nın Ortadoğuda sürdürdüğü etkin saldırgan politika, yurıt olaylarında da kendini kuvvetle hissettirmek­ te, Amerikanın nüfuzu altına düşmüş bir memleket ola­ rak, cereyan eden bütün olaylarda ve politik hayatın her kesiminde ön planda rol oynamaktadır. Birbirinden bağım­ sız ve ilişkisiz görülen hadiseler, ancak Amerika'nın etkisi açısınd.an değerlendirildiği zaman bir mana kazanmakta­ dır. "Türkiye'de Amerikan aleyhinde hareketin daha da gelişmesi halinde buradaki menfaat ve imtiyazlarını koru­ yabilmek için Amerika'nın doğu ve güneydoğu illerimiz­ de kışkırtmalar yaparak merkezi hükümete karşı, hatta 119


silahlı bir çatışmayı hazırlaması. daima gözönünde tutul� ması gere.ken bi1· büyük meseledir. «Amerikan emperyalizminin gerelı dünya hegemonya� sı kurma strateji ve planları bakımından, gerekse Ortad� ğu'daki petrol menfaatleri bakımından bu kışkırlmaları yalnız Türkiye'de değil, hatta Irak, İ ran ve Suriye'de yü� rütmesi, keza gözden uzak tutulmaması gereken bir konu� dur. Bu tehlikelerin Türkiye'miz açısından önlenmesi için, herşeyden önce Amerikan emperyalizminin içişlerimize mü� dahale sayılacak bu gibi kışkırtmalarına ve gizli faaliyetle� rine son vermek gerekmektedir. Ayrıca Doğu ve Güney­ doğu'da yaşayan vatandaşlarımıza farklı muamele yapıl­ masına kesinlikle son verileralı ve Anayasa hak ve hürri­ yetleri eksiksiz, tastamam uygulanarak, bu kardeşlerimizin lıendilerini, ülkemizin tam haklarına sahip vatandaşlan olarak görmeleri sağlanmalıdır. Böylece bu kardeşlerimizi kendi öz yurtlarına karşı kışkırtma umutları tamamiyle suya düşecektir. » *

Bu arada silahlı sopalı saldınlar sürüyordu. Partimi­ zin Sakarya'da düzenlediği kapalı salcin toplantısını. kimi İmam�Hatip'li öğrencilerle Komünizmle Mücadele derne­ ğinden kimi zorbalar, engellemeye kalkmışlar, olay çıkar� mışlar, birkaç yurttaşın yaralanmasına neden olmuşlardı. Biz bu saldın olaylanndan Adalet Partisi iktidarını so� rumlu tutuyorduk. Basın Bültenimizde Hükumeti sorumlu tutmamızm nedenleri şöyle belirtiliyordu: ·Anayasa, kanun ve nizamın bu açık ihlallerinden AP iktidarı sorumluduı·. Sorumludur, çünkü Komünizmle Mü­ cadele derneklerinin, taşlı sopalı saldırılar, baştan başa küfür, yalan ve iftira dolu yayımlarla Anayasanın hima­ yesindeki temel hak ve hürriyetleri tahribe çalıştıklan de­ falarca sabit olmuşken, AP iktidan bu dernekleri kapata­ cak yerde bunlara bütçeden yardım yapılmasını sağla­ mıştır. AP iktidarının gerek Büyük Meclisteki sözcülerinin tutum ve davranışları, gerek İçişleri Bakanının Türkiye İş*

Başkanlık Bürosu, 3 Mart 1967 gün ve 155 sayılı bülten.

120


çi Partisi ile ilgili ve Meclis kürsüsünden hak ettiği cevabı alan kışkırtıcı yalan beyanları, kanundışı olaylara zemin hazırlamıştır ve hazırlamaktadır. AP iktidarının bıı genel mahiyetteki sorumluluğundan başka, Demirel hükümeti ve ona izafetle Sakarya Valiliği Sakarya olaylarından doğrudan doğruya sorumludurlar. Mani zabıta tedbiri almamışlardır. Böyle bir olayın hazır­ lıklarından bilgileri olmal� gerektiğine göre önleyici tedbir almayanlar sorumludurlar. Beri yandan gazetelerden öğrendiğimize göre, nezaret altına alınanlardan hemen hepsi Türkiye İşçi Partilidir. Kanuni bir toplantıyı sabota etmek için türlü zorbalıkZara başvuran, bıçak çekip hatipZere jilet atanlar yakalq,nacak yerde, saldırıya uğrayan ve nefis müdafaası durumunda bulunanların nezarete alınması, Sakaryalı idare amirleri­ nin ve Demirel hükümetinin sorumluluğunu ortaya koy­ maktadır. Demirel hükümetine ve onun yarattığı tahrikçi ortam­ dan yararlanarak, Türkiye'de orman kanununun hüküm sürdüğünü sanan bilcümle beyinsiz zorbalara Türkiye' de halktan yana bir Anayasa olduğunu ve bu Anayasayı ko­ rumaya azimli, hızla uyanan bir halk bulunduğunu ha­ tırlatırım. Türkiye İşçi Partisi altı yıldır bu gibi saldırılara çok kere göğüs germiş ve her saldırıdan biraz daha azimli, bi­ raz daha güçlenmiş olarak çıkmıştır. Zira emekçi halkımı­ zın uyanışı bu gibi zorbalıklarla daha da hızlanmaktadır. Hükümete ve onun tutum ve davranışından cesaret alan bilcümle halk düşmanı zorbalara Türkiye İşçi Parti­ si'nin hakları çiğnetmeyeceğini ve meşru müdafaa halin­ de bırakılacağı bir durumda saldırıya ayni vasıtalarla mu­ kabelede bulunarak kendi gücüyle saldıryanı zararsız ha­ le getireceğini ihtar ederim. Toprak ağaları, aracı sermayedarlar ve adamları. emekçi halkımızın haklarına sahip çıkmasını engelleyeme­ yeceklerdir. Zafer, tam bağımsız, demokratik ve sosyalist 121


Türki-ye'-yi kuracak olan emekçilerin ve onlann biricik si­ -yasi örgütü Türki-ye İşçi Partisi'nin olacaktır. ,.

CİDDİ ve YENİ BİR SORUN İşçi Partisi kurulduğu günden beri Anayasanın eksik­ siz, tastamam uygulanmasını istiyordu. Kimden istiyordu? iktidan ellerinde tutanlardan, yani günün hükümetlerin­ den. Oysa bu hükümetler Anayasanın öngördüğü yollar­ dan iktidara gelmişlerdi. Bunlar yasal, meşru iktidarlardı. Ne var ki, TİP'e göre bu iktidarlar Anayasanın kimi temel ilkelerini, kimi temel maddelerini tam anlamıyla uygula­ mıyorlardı. Örneğin: Türkiye Cumhuriyetinin Sosyal bir Hukuk Devleti olduğu hakkındaki 2. maddenin gerekçesin­ de belirtilen esaslara uymuyorlardı. Gerekçede belirtildiği gibi, Sosyal Devlet biçimsel hak ve özgürlüklere bağlılığı­ nı ilan etmenin ötesinde, ekonomik bakımdan zayıf durum­ da olan ve başkalanna bağlı olarak yaşayan kişilerden, yani emekçi halktan yana olan Devletti. Yani emekçilerin hak ve özgürlüklerini eylemli olarak güvence altına alan bir Devletti. Oysa Bey Takımının ve Burjuvalann Devleti elinde tutan iktidarlan, Sosyal Devlet ilkesinin emekçile­ rin günlük yaşamlannda gerçekleşmesi için hiçbir şey yap­ mıyor, hiçbir somut adım atınıyorlardı. TİP'in görüşü, bun­ lar sınıf karakterlerinin gereği olarak bu yönde herhangi bir adım atamazlardı. Sosyal Devlet ilkesinin soyut bir il­ ke olmaktan çıkıp, gerçek bir düzenleme haline gelebilme­ si için, Bey Takımı ve Burjuva partilerinin karşısında bir İşçi ve Emekçi Partisinin varlığına gerek vardı. TİP bu boşluğu doldurmuş . ve şimdi Anayasanın ihmal edilen, as­ kıya alınan tüm ilke ve maddelerinin uygulanmasını isti­ yordu. Adalet Partisi'nin rahatsızlığı ve hırçınlığı buradan kaynaklanıyordu. Demirel Mecliste: 'TİP sözcüsü kendi Ana­ yasa yorumlanna uygun davranılıncaya kadar, Anayasa­ nın eksik uygulandığını, çiğnandiğini söyleyecektir. Bizim onlann yorumunu kabul etmemiz beklenemez. Kaldı ki, 122


Anayasalar semavi

metinler değildir;

değiştirilir'

derken

çağdaş Devlet Hukukunun yeni ve ciddi bir sorununa bil­ meden değinmiş oluyordu. Halkların kendi kaderlerini be ­

lirleme hakkı Birleşmiş Milletler Yasası ve Genel Kurulun

1514 sayılı karan ile ve daha başka belgelerle Pozitif Hu­ kuka girmiştir. Ancak bu hak bir halkın yabancı boyundu­ ruğundan kurtulması halinde

sözkonusudur.

Bizim soru­

numuzsa başkadır: Devletin Anayasal düzeni içinde hakla­ rı yadsınan emekçi halkın bu haklarını tanıtma savaşımı­ dır. Zor ve ince bir sorundur. Çağdaş Hukukta buna D ev ­ ıim Haklıı adı veriliyor. Yani kurulu düzeni değiştirme hak­

kı. . .

Evet, biz yukarda altını çizdiğimiz Anayasanın Sos­ yal Devlet ilkesine dayanarak, emekçilerin ekonomik, sos­ yal, kültürel ve politik haklarını bağımsız bir politik par­ ti içinde örgütlenerek ve onun aracılığı ile fiilen elde et­ meleri ve kullanmaları için, Anayasa düzeni içinde iktidar savaşımı yapmaya ve kendi bilinçli oyları ile iktidarı ele alıp düzeni gene Anayasa doğrultusunda daha adil, daha hakh, daha özgür bir düzen haline getirmeye haklan ol­ duğunu savunuyorduk. Yani Anayasanın eksiksiz ve tas­ tamam uygulanmasını istiyorduk. Bunun için de, bir an­ lamda Anayasayı eksiksiz ve tastamam uygulamayanlara karşı Anayasanın başlangıç bölümünde yazılı olan 'diren­ me hakkını' kullanıyorduk. Ama bu hiç de kolay olmuyor­ du. Şimdi Mecliste bir gurup kurmayı başardığımız halde,

istenmeyen bir parti olduğumuz imgesini yaratmak için, yabancı buyruğunda olduğumuz ileri sürülüyor ve saldı­ nlara uğruyorduk.

Hasımlanmızın

elinde

güçlü

silahlar

vardı . Bunlann belki en güçlüsü, emekçi halk yığınlarının büyük çoğunluğu ile, henüz egemen sınıflarm sömürdüğü duygusal dünya görüşlerine bağlı olmalan, gerçekleri he­ nüz görmemeleri ve gerçek anlamda politik bilince ulaş­ mamış olmalan geliyordu. S özcükler, kavramlar, zaman­ la gerçek içeriklerini yitirebilirler. Buna karşın gene de kullanılırlar.

Örneğin

bizde ulusal

yıllardır toplumsal gerçeklerimizle

bağımsızlık

kavramı,

hiçbir ilgisi kalmadı123


ğı halde, belki de bundan dolayı, eskiden olduğundan da­ ha yaygın biçimde kullanılıyor. Devlet adamlannuz, poli­ tikacılanmız ulusal bayram günlerinde yaptıkları konuş­ malarda, ulusal bağımsızlığın Devletimiz, ulusumuz için nasıl vazgeçilmez bir yaşam biçimi olduğunu vurguluyor­ lar. Öğretmeniere öğüt veriyorlar: öğrencilerinize ulusal bağımsızlığın ne zor koşullarda ve ne büyük özverilerle ka­ zanıldığını öğretin diyorlar. Bu Atatürk'ün onlara en de­ ğerli, en büyük armağanıdır diyorlar. Oysa Türkiye artık illusal Kurtuluş günlerinin Türkiye'si değildir. Ülkesinde Amerikan askeri üslerinin bulunduğu, dışa bağımlı, borca batık bir ülkedir. Atatürk'ün Tam Ba�ımsızlık dediği ve politikada, ekonomide, maliyede, askerlikte, kültürde . . . ve başka alanlarda tam serbestlik olarak tanımladığı bağım­ sızlıktan eser kalmamıştır . . . İşçi Partisi halkımızı bu aldatmacanın tutsağı olmak­ tan kurtarmaya uğramıştır. illusal Bayramlarda resmi söylevlerle gerçekler arasındaki tezadın altını çizmeye ça­ lışmıştır. Atatürk'ün 29. ölüm yıldönümünde Basma şu demeci vermiştik: «Atatürk öleli 29 yıl oluyor. Onu derin saygı ve yürek­ ten sevgi ile anıyoruz. «Atatürk her şeyden önce HALASKA R GAZi MUSTA­ FA KEMAL PAŞADIR. Emperyalizme karşı tarihin ilk mil­ li. savaşının önderidir. Bütün mazlum esir milletZere hürri­ yet yolunu göstermiş olan büyülı kurtancıdır. Sevgimizin, saygımızın asıl nedeni budur. Ününün sınırlarımızı aşma­ sının nedeni de budur. ,.Q hayatL boyunca 'Ya İstiklal, ya ölüm' parolasına sadık kaldı. Bütün Atatürk devrimlerinin temelinde, ka­ yıtsız Şartsız istilaldl ilkesi yatar. «15 yıl bağımsız yaşadık. Hiçbir devletin nüfuzu altına girmedik. Güvenliğimizi kendi gücümüzle sağladık. Türki­ ye, 15 yıl dostun düşmanın saydığı, itibarlı bir varlık ol­ du. Sözüne kulak verilen bir varlık. 15 yıl esir milletierin umut gözü ile baktığı bir ülke ... "Ve de 15 yıl hepimiz umutla yaşadık: Emperyalizmin

124


kaba boyunduruğundan kurtulmuş olmanın sevinci ile, yerli kapitalizmin emperyalizmi tekrar davet edeceğini düşünmeden ve politik bağımsızlığı ekonomik ve sosyal ba­ ğımsızlık temellerine oturtmadan, yedisinden yetmişine, hepimiz umutla yaşadık. ·A tatürk hayattayhen herşey yolunda gibi göründü. Fakat O'nun ağırlığı ortadan kalkınca sihir bozuldu. Ya­ vaş yavaş emperyalizmin yeniden boyunduruğuna girdik. «29 yılda Türkiye, A merikan üslerinin kapladığı; Ba­ kanlıklarında Amerikan 'danışmanlannın' çalıştığı; en üc­ ra köylerinde Amerikan ajanı 'Barış gönüllülerinin' dolaş­ tığı; dı.ş borca boğulmuş; ekonomisi, maliyesi 'Duyunu Umumiye'yi andıran kurumların denetiminde; 30000'den çok Amerikan askerinin ve personelinin, kapitülasyonlar zamanındakilere benzer imtiyazlardan yararlanan bir ül­ ke haline gelmiştir. «Atatürk'ü saygı ve sevgiyle anmanın, ona. en yara­ şır şekli, bu acı gerçekleri ortaya koymak, Amerika'ya kar­ şı yürütülen İkinci Milli Kurtuluş Mücadelemize hız ver­ mektir. «Aziz Atatürk, «Cumhuriyeti gençliğe emanet etmekle ne kadar isa­ bet etmişsin. İzmir'in Kordon boyunda ve Dolmabahçe'de, körpecik göğüslerini düşmana siper edenler, senin genç evldtlanndır. Onlar sana ihanet etmediler. Biz sana iha­ net etmedik. ,. "'

1947'de tarihin bir sayfası çevrilmişti: Ulusal Kurtuluş Savaşı Türkiye'si ile bağlarımız kopanlmış; bağımsızlığın sadece sözü kalmıştı. Amerika ile imzalanan ilk iki anlaş­ mayı, Demokrat Parti iktidan yıllannda, sayısını belki ken­ dilerinin bile bilmediği, yazılı ve de sözlü bir sürü anlaş­ ma izlemişti. 1960'lı yıllara gelindiğinde içi boş bir sözcük haline dönüşen 'Bağımsızlık' ancak Bayramlarda gürültü­ lü söylevlerin vurguladığı bir tarih olayı idi. Ne siyaset * rtP Haberleri, Yıl 1, Sayı 1, 15 Kasım 1967.

125


adamlan, ne basın, bu uyutma operasyonuna tepki göstt:­ riyordu. Türkiye İşçi Partisi Meclis kürsüsünden gerçek­ leri açıklayınca kıyamet kopmuştu. Biz olayın ardını bı­ rakmadık. Bir soru önergesi ile Amerika antlaşmalarm

ile

imzalanan

sayısını sorduk. Yanıt alamıyorduk. Aylar

sonra Dışişleri ·Bakanı Çağlayangil, Amerika ile bir çerçeve

anlaşması imzalanacağını açıklarken, bunlardan bir lns­ mının sözlü anlaşmalar olduğunu söylemişti. Çerçeve an­ laşması ile Amerikan üslerinin adı değişti, NATO ile or­ tak tesisler oldu. Bir de yanılmıyorsam Amerikalı nöbetçi­

lerin yerini Mehmetçikler aldı. Aradan yirmi yıl daha geç­ ti:

durumda esaslı bir değişiklik olduğunu sanmıyorum.

Bu üsler Amerikan üssüdür. Pentagona bağlı ileri karakol­ lardır. NATO'ya bağlıdır demek bir şeyi değiştirmez. NA­ TO başkomutanı Amerikalıdır. Kaldı ki İncirlik ve Çiğli üsleri ABD'ye aittir. Ama asıl önemlisi ister NATO'ya, is­ ter ABD'ye ait olsunlar, topraklarımızda bu üslerin var­ lığı Türkiye'yi ilk hedeflerden biri haline getirmiştir. Bundan başka Dünya Kapitalist sistemine bağlı kal­ dıkça, Türkiye'nin, gerçekten bir endüstri ülkesi olmasına, temel sosyal sorunlarına gerçekten çözüm bulmasına ola­ nak yoktur. Türkiye bir kısır döngü içindedir: Dış borçlar Devlet hazinesinin bellibaşlı bir gelir kaynağıdır. Devletin askeri ve sivil alanlardaki görevlerini yerine getirmesinde dış borçlanmalar yıllardır kabarmış, vazgeçilemez bir hal almıştır. Beriyandan yeni borçlanmalarm önemli bir kıs­

mı faizlerin karşılanmasına aynlmaktadır. Aslında dış borç­ lar Türkiye'ye Emperyalizm tarafından dayatılmıştır. Cum­ huriyet Türkiye'si, Atatürk'ün ölümünden sonra,

Osmanlı Devletinin, . dış borçlanmalarla ayakta durmaya çabalama

politikasına dönmüştür. Daha önceki küçük borçlanmalar bir yana bırakılırsa, Gürekli ve artan · tutarlarda borçlan­ ma kısır döngüsünc Truman doktrini uyannca

1947 ve 1948'

de Amerika ile imzalanan ikili anlaşmalarla girmiştir. Bu kısır döngüden kurtulmadıkça, Türkiye'nin ulusal bağım­ sızlığına yeniden kavuşması ve kalkmıp ilerlemesi olanak­ sızdır. Bu gerçeklerin tam bilincinde olan Türkiye İşçi Par-

126


tisi ulusal bağımsızlık için savaşımı, başta gelen, vazgeçil-· mez bir amaç olarak göruyordu. Ve ilk hedefimiz

bizi

borca bağlamış ve üslerle bizi bir ileri karakolu durumu­ na sokmuş Amerika idi . . . Bizdim başka bu gerçekiere par­ mak basan yoktu. Bu da ayrıca anlamlıydı. Demek ki bu gerçekleri bilip de söylemeyenierin bunda bir çıkarları var­ dı. Biz olayların üzerine gitmek!�. onlann da maskelerint

düşürüyorduk. Politikanın böylece rayına oturmasına hiz­ met ediyorduk.

127



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ViETNAM SAVAŞI VE RUSSELL MAHKEMESi



Daha önce gelen daveti kabul ettiğimizi yazmıştım. Ha­ zırlık toplantısı

13 - 15 Kasım 1966'da Londra'da

yapıldı.

Russell Mahkemesi ünlü matematikçi ve filozof Lord Hert­ rand Russell'in girişimi sonucunda kuruldu. Devletler Huku­ ku kuralları karşısında, Amerika'nın Vietnam'da sürdür­ düğü savaşın değerlendirmesini yapacak ve Hukuka göre hüküm verecekti. Dünya tarihinde ilk kez 1945'te Nuren­ berg'de kurulan Mahkeme, savaşta işlenen suçlardan do­ layı Nazi iktidan sorumlularını yargılamış ve sanıkların büyük

çoğunluğunu

ölüm

cezasına

çarptırmıştı.

Aynca

Nurenberg Mahkemesi, Barışa karşı işlenen suçlar, Savaş

suçlan ve İnsanlığa karşı işlenen suçlar olmak üzere üç suç kategorisinin

tanımlarını yapmıştı.

kemesinin kuruluşu,

bu Mahkemenin

Nurenperg tanımladığı

Mah­ suçlar

ve Nazi Savaş suçlulannın hüküm giymesi İnsanlık tari­ hinde

yepyeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Birleşmiş

Milletler Örgütü de, ll Kasım 1946 günlü kararı ile Soy­ kınm'ı, (genocide> tanımlamış ve suç olarak ilan etmişti... Bu dört kategori suç o günlerden beri pozitif Devletler Hu­ kukunun bir parçasıdır. Russell Mahkemesi, Amerika'nın Vietnam'da sürdürdüğü savaşı, bu dört suç kategorisi açı­ sından ele alacak; olayları yerinde gözlemlayerek inceleye­ cek ; tanıklar dinieyecek ve bir karara varacaktı. Londra'da 13 Kasım'da başlayan toplantıda önce

bu

esas saptandı. Mahkemenin 15 yargıcı ve Başkanlan seçil­ di. Yargıçlar şu kişilerden oluşuyordu: Gunther Anders, Filozof ve yazar,

(Alman> .

Mehmet Ali Aybar, İstanbul Üniversitesi Devletler Hu131


kuku eski doçenti, Türkiye İşçi Partisi genel başkanı, mil­ letvekili. (Türk> Lelio Basso, Roma Üniversitesinde sosyoloji profesörü, İtalyan parlamentosu üyelerinden, Devletler Hukuku uz­ manı. ( İtalyan> Simonne de Beauvoir, yazar, (Fransız> . Lazaro Cardenas, Meksika eski Cumhurbaşkanı. Stokley Carmichael, Amerikan Yurttaşlık Hakları hareketinin lideri. Vladmir Dedijer, Tarihçi, (Yugoslavl . Dave Dellinger, Liooration gazetesi başyazan lAmeri­ kalıl . İssak Deutscher, Tarihçi, C İngiliz) . Amado Hernandez, Şair, Filipin Demokratik İşçi Par­ tisi lideri. Mahmud Ali Kasuri, Pakistan Yargıtay Mahkemesi Avukatlanndan. Kınju Morikava, Hukukçu, Yurttaşlık Haklan Japon Birliği Başkan yardımcısı. Bertrand Russell, İngiliz filozof, Nobel ödülü sahibi. Sholchi Sakata, Fizikçi, Nagoya Üniversitesi profesörlerinden. Jean-Paul Sartre, Fransız yazar. Laurent Schwartz, Fransız Matematikçi. Sonradan seçilen üyeler de şunlardır: Wolfgang Abendorth, Alman Hukuk Doktoru. James Baldwin, Siyah Amerikalı Yazar. Lawrence Daly, Sendikacı, ( İngiliz) . Karl Oglesoy, Amerikalı Yazar. Melba Hernandez, Dünya Banş Konseyi üyesi, (Kü­ balı ) . Peter Weiss, İsveçli yazar. Russell, Sartre, Dedijer ve Schwartz Mahkemenin baş­ kanlığına seçildiler. *

*

Tnbunal Russell, T. ı, pp. 19-20, Gallimard, 1967.

132


Devletler Hukukunda önemli Mahkemeleri. Ne var

bir

adıındı

Nurenberg

ki, savaşı kazanan devletlerin Nazi

sorumlulannı cezalandırmak için kurduklan bir mahke­ me oluşu, onun 'yansızlığına' kuşku düşürebilecek bir ol­

gu idi. Üstelik görevi bitince yaşamının sona ermiş olma­ sı da, bu alandaki boşluğun sürüp gitmesine neden ol­ muştu. Banşa karşı suçlar, Savaş suçlan, İnsanlığa karşı suçlar ve de Soykınmlar, birbirini izliyor; suçlulardan he­ sap sorulmuyordu. Nurenberg Mahkemesini kuran devlet­ lerden biri olan Amerika, Vietnam'a saldınnış, Nazi Al­ manya'sı gibi savaş suçlan, insanlığa karşı suçlar işliyor, çocuk, kadın erkek, genç ihtiyar gözetmeden, Vietnam hal­ kını yoketmek için, bilyalı

bom balar

,

Napalın bombalan

kullanıyordu. Bu, ulusal kurtuluşlan için, bağımsızlıklan için savaşan; Emperyalizme başkaldırma cüretini gösteren, ya da gösterecek olan tüll). yoksul halkiara gözdağı veren bir savaştı. Ama bu vahşete karşı olan insanıann sayısı her ülkede gözle görülecek biçimde, hem de hızla artıyor­ du. Hatta Vietnam savaşını başlatmış olan ve sürdüren­ Ierin karşısına pekçok Amerikan yurttaşı çıkıyor, savaşın durdurulmasını istiyordu. Hemen her yerde Vietnam hal­ kına yardım komiteleri kuruluyordu.

Böylece

Nurenberg

Mahkemesi gibi İnsanlığa karşı işlenen suçlann hesabını soracak bir Mahkemenin kurulması düşünü, zihinlerde ve vicdanlarda yerediyordu. Ama o günün koşullannda hiç­ bir Devlet böyle bir Mahkeme kuramazdı. Nurenberg Mah­ kemesinin boşluğunu dolduracak Mahkemenin onun zaaf­ larını taşımaması gerekirdi. Yeni Mahkeme İnsanlığın Viet­ namda işlenen korkunç cinayetlerin, insanlık vicdanında uyandırdığı isyandan güç alan yansız ve de gayrıresmi bir girişimden doğmalıydı. Bertrand Russell'in girişimi, dün­ yanın tüm namuslu insanlannın sessiz çağrılanna, bek­ ledikleri yanıt olmuştur. Mahkeme ilk oturumunu Paris'te yapacaktı. Londra'da böyle karar alınmıştı. Fransız hükumeti izin vermeyince, ilk oturum 2 Mayıs 1967 sabahı Stockholmda, Sartre'nin açış konuşmasıyla başladı. 10 Mayıs'a kadar çalışan Mahkeme,

133


Kuzey Vietnamlı kimi yöneticileri

tanık

olarak

dinledi.

Vietnam'a gönderilen ve olaylan yerinde inceleyen göz­

lemcilerin raporları

incelendi.

Sivil

halktan

yaralanan

pekçok kişiyi' dinledi. Amerika Birleşik Devletlerinin mah­ kemede

temsil

edilmesi

için yapılan çağnlara doğrudan

yanıt vermediği, ancak D. Reask'ın bir basm toplantısm­ da mahkemeyi tanımadıklarını açıkladığı öğrenildi. Mah­ keme bu oturumda, Amerika Birleşik Devletleri hükumeti ile Avusturalya, Yeni Zelanda ve Güney Kore hükümetle­ rinin,

Devletler Hukuku bakımından saldırı olarak nite­

lenen davranışlarda bulunup bulunmadıklarını; ikinci ola­ rak da, hastahane, sanatoryum, baraj gibi sivil karakter­ de hedeflere saldırıda bulunulup bulunmadığı sorularını yanıtladı. Birinci soruya da, ikinci soruya da yargıçlar oy­ birliği ile 'evet' dediler. Yani mahkeme, Amerika'nın ve yukarda adı geçen öteki devletlerin, Saldırı Savaşı Suçu işlediklerini, sivil hedeflerin bombalandığmı, toplanan de­ liller ve tanık ifadeleri ile kanıtlanmış olduğu sonucuna vardı.

Mahkemenin kararı

10 Mayıs'ta açıklandı.

Dinle­

nan tanıklar arasında 9 yaşında bir çocuk da vardı.. Kuang Binh ilinin Vinh Tuy köyündendi. Çobandı. Her yanı yara izleri ile }{aplıydı.

Bunlardan

bazılan

taze görünüyordu.

Mandaları otlatırken, uçaklarm attığı Napalm bombaları ile yanmıştı. Aradan bir yıl geçtiği halde kimi izleri taze görünüyordu. Bu küçücük çocuğun yaralan ve hele sakin, kararlı hali beni çok etkilemişti. Adı Do Van Ngoc'tu. Viet­ nam'a gittiğimda nice Do'lar görec�ktim.

BOMBALAR ALTINDA VİETNAM Kuzey Vietnam'da bir ay kaldık. İstanbul'dan 24 Tem­ muz'da uçakla Beyrut,

Karaşi,

Bnom-pen.

Kamboçya'nm

başkentinde bir iki gün uçak bekledik. 28 Temmuz'da Laos' un başkenti Vientian'e geçtik. Oradan Hanoy . . . Ertesi sa­ bah sirenler ve uçaksavarlarla uyandık Amerikan uçak­ ları ile 134

ilk karşılaşmamız. Kaldığımız otel Fransızlardan


kalma geçen yüzyılın binalarından . . . Herhalde şarap malı­ zeni idi. Şimdi sığınak olarak kullanıyorlardı. Oraya indik. Otelde çalışanlar makinalı tüfeklerini tılar.

Vietnam

yöneticilerinden

kapıp

birkaç

dama çık­

kişiyi

tanıyoruz:

Stockholm'da tanıklık etmişlerdi: Albay Ha Van Loo, Sağ­ lık Ba.kanı Dr. Tach, Yargıtay Başkanı Phan Van Back . . . Birkaç gün burada yetkililerin açıklamalarını, tanıklan din­ leyeceğiz. Sonra Güney'e ineceğiz, yani Hanoy'un güneyi­ ne: Nam Dinh, Thai Binh, Phu Ly, Ninh Binh, Kuang Dai. . . Yanmış yıkılmış ve hala bombalanan kentler, kasabalar, köyler . . . Uzmanlarca

verilen

konferanslarda,

Amerikahlann

kullandığı yeni silahlarla tanıştık: Napalın bombası, fos­ for bombası, bilyalı bomba. . . Yüzlerce savaş sakatı ile ta­ nıştık; insana benzemez olmuş insanlar; kavrulmuş, büzül­ müş, yüzleri, elleri parçalanmış insanlar. . . Eller, ayaklar balon gibi şişmiş. . .

Bunlar napalın'ın kurbanlan. Güney

zindanlarında işkence görmüş genç kızlar, delikanlılar. Bu sakatlar geçit resmi aradan yıllar geçtiği halde gözlerim­ den hala silinmiş değil. Meme uçlan kesilmiş bir genç kız. Sol gözü baloruaşarak evinden fırlamış bir delikanlı . . . Her­ yeri yanmış, yüzü yüz olmaktan, elleri el olmakta:n çık­ mış bir başkası . . . Hepsi gözümün önünde . . . Amerikalılar sivil halkı öldürmeyi amaçlayan silahlar kullanmışlardır. Napalın bombasının,

fosfor

bombasının,

bilyalı bombaların cephe gerisi için üretildiği ortadadır. Korunmasız çocuklara, kadınlara, yaşlılara karşı silahtır bunlar . . .

Amerikan uçakları

özellikle

miryolu şebekesini, hastahaneleri,

Su Bentlerini, De­

okullan bombalıyordu.

Biz oradayken Hanoy'un ünlü köprüsü de bombalandı. Halk kızıl nehri sallarla geçmeye başladı. Ormanlan, pirinç tar­ lalannı yakıyorlardı . . . 5 Ağustos 1967. Hanoy'dan Phuly ve Nam Dinh'e gidi­

yoruz. Uçak saldınlanndan korunmak için gece yolculuğu yapacağız. Nam Dinh, Hanoy'un 110 kilometre güneyinde. O günlerde tuttuğum 'notlara' göz atıyorum: ne çok kon­ ferans, açıklama. Ne çok rakam . . . Hanoy'daki günlerimiz 135


toplantılarla geçti. Şimdi kentleri kasabalan geziyoruz; ge­ ne toplantılar, gene açıklamalar . . . Hanoy'dan saat 19'da yola çıktık; Nam Dinh'e gidiyoruz. Kafilemiz üç jeep, Sov­ yet yapısı j eep'ler . . . Benim bindiğim arabada Pham Van Back

( Yüksek Mahkeme Başkam) , Fransız gazeteci. milı­

mandar Thiyu var: Hesapça 22 sulannda Nam Dinh'de ola­ cağız.

Yollarda koca koca bomba

'krater'leri . . .

Kızlı er­

kekti gençlerden oluşan ekipler bu çukurlan taşla doldu­ ruyorlar,

karanlıkta.

Herşey karanlıkta

Iann dikkatini çelınıemek için. Yolun

yapılıyor.

Uçak­

iki yanında, Hanoy

sokaklanndaki gibi kişisel sığınaklar sıralamyor. Birazdan, üstüroüzden bir uçak geçince hepimiz bu sığınaklara gi­ receğiz. . Ama benim boyuma göre değil: kafam dışarda kalıyor. Uzakta bir yeri bombalıyor uçaklar. Phuly ( Fulil diyorlar. Phuly'de taş taş üstünde kalmamış, ama demir­ yolu kavşağı olduğundan durmadan bombalamyor. Gece­ nin karanlığında uçak saldınsı, uzaktan 'donanma' liklerini

andınyor.

şen­

iz bırakan mermiler; uçaksavarlann şa­

rapnelleri; zincirleme patlayan bombalar korkunç güzellik­ te bir tablo oluşturuyor . . . O gece Nam Dinh'e gitıniyoruz, bombardıman yüzünden. Bir köy misafirhanesinde kalıyo­ ruz. Nam Dinh, yıkık, yamk bir kent. 1965 Mayısından be­ ri hergün bombalanıyormuş. Tonlarla bomba. Biliyormu­ sunuz ki, Amerika'nın Vietn�·a yağdırdığı bombalar, ikin­ ci dünya savaşı boyunca atılan bombalardan daha faz­ ladır. Nam Dinh, Tonkin körfezine 30 kilometre mesafede. 7. Filonun uçak gemilerinden havalanan uçaklar göz açıp kapayana kadar kentin üstündeler. Amerikalı pilotlar can­ lan sıkıldıkça samyorum, atlıyerlar uçaklanna, Nam Dinh'i bombalayıp viski kadehlerinin başına dönüyorlar. . . Nam Dinh'de iki gün kaldık. Köylere gittik; yerle bir edilmiş köyler. Ama insanlar orada; sağ kalanlar yani. . . Phuly'de bile

ha.la 125 kişi yaşıyor. . . Köylerde kadınlar, erkekler,

çeltik

tarlalarında

tüfekleri

sırtlannda çalışıyorlar.

Her­

kes silahlı 'Paraşütçülere karşı tetikteyiz' diyorlar. Yedi­ sinden yetmişine, halkın tümü Kurtuluş savaşçısı . . . Daha 136


güneye ınıyoruz: Nih Binh, Phat Diem, Yen Lam . . .

Hep·

aynı görüntü . . . Ve aralıksız hava akınlan. . . Bir sığınak­ tan, bir başka sığınağa geçiyoruz . . .

Ama gene

de kon­

ferans vermeye, açıklamalar yapmaya vakit buluyor Viet­ namlı

dostlanmız.

Herkes

canla-başla savaşıyor.

Herkes.

gönüllü; kuşku yok bunda . . . Ama gene de Parti Tann gibi

«her yerde hazır ve nazır. . . Bir olay beni çok etkiledi. «Size Yen Lam'ı göstereceğiz; yerle bir edilmiş, fosfor ve na­ palm'la yakılıp kül edilmiş bir köyümüz,. dediler. Şafak ..

sökmeden yola koyulduk. Çukurlar ve tümsekler

aşarak

ilerliyoruz. Jeep'lerimiz, yanmış bambulann, küllerin kap­ ladığı geniş bir alanın önünde durdu.

«Yen Lam burası"

dediler. Arabalardan indik, küllerin içinde ilerliyoruz. Yen Lam Parti Örgütünün Başkanı yol gösteriyor. Alaca ka­ ranlıkta bir şeylerin önünde durduk: sedye üzerinde bir kadın. Yaşıyor mu? Ölü mü? Her bir yanı yanıklarla kap­ lı. Başucunda bir genç kız ağlıyor, bir de delikanlı . . . Par­

«Sizleri görmek ve sizlere Amerika­ lıların vahşetini anlatmak istedi» diyor. «Hastaneden ge­ tirdik» diyor. . O anı hiç unutaıruyorum. «Hastaneden çık­ masına nasıl izin verdiler? Doktor yok mu hastanede?" di­

ti başkanı konuşuyor:

.

ye sordum. Ve yürüdüm. Başkan ardımdan geldi. Aynı şey­ leri tekrarlıyordu. Gece yemekte

gene

söylevler verildi.

Parti başkanı napalın ve fosforlu bombalar hakkında., pi­ rinç üretimi hakkında rakamlar verdi. Savaş içinde bile

«Sosyalizm insanlar içindir; insanlar sosyalizm için değil» dedim . . .

üretimin arttığını belirtti. Ben de konuşmamda

Bu olay beni çok etkiledi. Sade insan dramı olarak da, rejimin dramı olarak da düşündürücü idi. Sosyalizmin te­ peden inme yöntemlerle kurulmaya kalkışılması ne dram­ Iara neden oluyordu! . . . Hanoy'a döndüğümüzde Başbakan Phan van Dong heyetimizi kabul etti. Adalet Bakanı Tach da vardı toplantıda. Tach'ı Stockholm'da tanımıştık Bizim Heyet, Denis Berger, Finlandiyalı

Dr. Forss ve Aybar'dan

oluşuyordu. Bizimle birlikte dolaşan bir de Fransız gaze­ teci Bertolino . . . Başbakan uzun yıllar Fransa'da yaşamış. ÇeviriDensiz konuşuyoruz. Uzun bir masanın bir yanında

137


·onlar, bir yanında biz. Konuşma iki saatten çok sürdü. Bu arada bir de hava akını oldu. Pencerenin demir kepenk­ lerini kapattılar. Konuşmamız kesilmedi. Başbakan: «Ame­ rikalılar hava bombardımanlanyla bizi dize getiremezler. Yurdumuzu işgal edip hepimizi öldürmeden bizi teslim ala­ mazlar. Bunu yapabilmeleri olanaksız,. dedi. Konuşmaya Başkan Hochi Minh'in selamlanm ileterek başlamıştı. Has­ ta olduğu için bizi kabul edemediğinden üzgünmüş. Bana bir fotoğrafını göndenniş. Başbakan Kuzey Vietnam'ın ba­ nş için ileri sürdüğü dört koşulu açıkladı. Bir hava akını daha oldu. «Halkımız köle olmayı kabul etmez. Savaş uzun .sürecektir. Sonunda biz kazanacağız,. dedi. «Amerika Viet­ nam'ı boşaltmadıkça banş olmaz,. diye ekledi. «Güney ille­ rimizi, köylerimizi gördünüz ne halde. Ama halkımızın na­ .sıl kararlı olduğunu da gördünüz,. dedi. Hanoy'da son günlerimizi geçiriyorduk. Konferanslar, açıklamalar sürüyordu. Artık bomba uzmanı olrn.uştuk. Napalın bombasının 1300 derece bir ısı verdiğini, fosforla karıştınlınca 2500 derecede yandığını biliyorduk. Yanıkia­ nn derecelerini ve ne gibi ihtilaflara yol açtığım da bili­ yorduk. Ama konferanslar sürüyordu. Akşamlan da ziya­ fetler. Ve sonunda nutuklar . . . Heyetin başkanı olarak bun­ lan yanıtlamak bana düşüyordu. Yen Lam'daki sedyeli ka­ dını unutamıyordum. Zavallıyı hastaneden alıp evinin kül­ leri arasına getirmişlerdi. Bizi etkileyeceğini düşünmüş ol­ malıydılar. Etkilemasine etkilemişti, ama umduklan gibi değil. . . Halkta bir tepki işareti yoktu. Canla-başla her gö­ reve koşuyordu halk. Disiplinliydi. Parti yetkililerinin bir işaretine bakıyordu. Herhalde Yen Lam'daki yaralı kadı­ nın da bir itirazı olmamıştı. Ama sosyalizm, benim düşün­ düğüm sosyalizm, halkın piyonlar gibi şuraya buraya ite­ lendiği bir rejim değildi. İnsanlar kullanılamazdı. Sosya­ lizmi aşağıdan yukan emekçi yığınlan kuracaktı. Profes­ yonel yöneticiler değil. Sosyalizm insanlar içindir; insan­ lar sosyalizm için değil formülünü her vesileyle kullanma­ ya başlamam, sanıyorum o günlere rastlar. Not defterime bakıyorum: konuşmalanmda İnsan konusunu işlemeye baş-

138


lamışım. Hatta bir keresinde olumlu bir de yanıt almışım. Ulusal Kurtuluş Güçleri

lF.N.LJ

temsilcisi Nguyen Phu

Soaı:

«Aybar'ın dünkü konuşması bizi çok düşündürdü. Sosyalizmin somut insan için olduğu hakkındaki sözlerine biz katılıyoruz. Ben köylüyüm ve cepheden geliyorum. So­ mut insanın ne olduğunu biliyorum» diyecektir. Ne var ki gene de aynı şeyleri düşündüğümüzü sanmıyorum. Artık Hanoy'da son günlerimiz. İşimiz bitti. Uçak bek­ liyoruz. Hava saldırılanndan Vietlanne'den uçak gelemi­ yor.

Hanoy'dan ayrılmadan bir basın konferansı yaptık.

150 - 200

gazeteci

temsilcileri vardı.

katıldı.

Hemen

hemen

tüm ajansiann

Savaşın yasadışı ilanı için sürdürülen

çalışmalann bir tablosunu çizerek konuya girdim. Güney illerinde

gördüklerimizi

anlattım ve Vietnam Savaşının

tüm insanlık için taşıdığı anlamı belirttim. «Bu savaş

..

de­

dim, «bir yerel savaş değildir. Amerikanın dünya halkla­

rından bir kesimini ezerek tümünü köleleştirmek için yü­ rüttüğü bir savaştır.» Basın konferansı hava akını yüzün­ den kesildi. Hep birlikte sığınaklara girdik. Akın sona erin­ ce devam ettik. Tanık olduğumuz son hava saldınsı 22 Ağus­ tos'ta oldu. Hanoy'un en işlek caddesine 6 bomba düştü. Yüzlerce ölü ve pekçok da yaralanan oldu. Binalar yıkıl­ dı. Dünkü akında da bir hastane isabet almıştı. Altı porn­ harun patladığı caddeye gittik. Herkes büyük bir soğukkan­ lılıkla ölüleri, yaralıları kaldırmaya koşuyordu. Enkaz kal­ dırılıyordu. Oradan havaalanına gittik. Hanoy'da son gü­ nümüz de böyle geçti. Uçak 20.30'da havalandı. Yürekli iyi insanlar tanıdım Vietnam'da. Yürekli ça­ lışkan bir halk gördüm. Kimileri ile konuştum. Yönetici­ ler sade halka yakın insanlardı. Başbakan'ı sokaktaki in­ sandan ayırdedemezsiniz. Giysileri aynı: gömlek/pantalon; bulıız/etek. En düşük gelir: 40 dong. En yüksek gelir: 240 dong,

lHo chi Minh'in

aylığı l . Bakanlar: 190 - 220 dong,

genelmüdürler 150 - 160 dong alırlar. Kara işçi: 40, kalüiye işçi: 150 dong ücret alır. Çalışma yaşamı hakkında

bilg�

veren prof'a şöyle bir soru yönelttim: Sendikaların planın

hazırlanış

ve

uygulanışındaki

rolü nedir? diye

sordum.

139


Aslında teorik olarak yanıtın ne olacağını biliyordum: Sen­ dikalar ulaştırma <transmission) kayışlarıdır. Yani parti­ nin emrinde iş görürler. . . Üretim normlan işyerlerinde sap­ tanıyormuş; yani işçiler söz sahibi görünüyor. Nevar ki, gerçekte normlar Merkez Plan komisyonunca saptanıyor. Merkez Plan Komisyonu da Merkez Komitesinin karar ve direktiflerine göre hareket ediyor. Son söz Merkezin. An­ cak şöyle bir yol izleniyormuş: Anlaşmazlık olursa Merkez­ deki yöneticiler işyerlerine gidip tartışıyor, tabanın itirazla­ rını gözönünde tutarak soruna bir çözüm getiriyorlarmış . . . Ama uygulamada bu işler nasıl yürüyor? Bunun hakkın­ da bir bilgi verilmedi. Partinin herşeye egemen olduğu ap­ açık belli oluyordu. Belki üslup biraz farklıydı. Yönetici­ ler yumuşak sesle konuşan güleryüzlü insanlardı.

SOYKIRIM RAPORU Heyetimizin gözlemlerini mahkemeye rapor olarak bil­ dirdik Ben aynca bir de Soykırım'la ilgili bir rapor sun­ dum. Soykınm (genocidel suçu işlendiği nasıl kanıtlanır? Amerikalıların amacı Vietnam halkını tümüyle yok etmek miydi? Elbette hayır. Zaten bugün buna olanak da yoktur. Amerikalılar, Vietnam'da halkın bir kesimini yokedip, öte­ ki kesimini dize getirmek amacı gütmüşlerdir. Soykınm su­ çu her zaman tasarlanmış bir suçtur. Ve Devlet tarafm­ dan işlenir. Demek ki, bir halkın bağımsız yaşamına son vermek için girişilen büyük ölçüde silahlı saldın (savaş) soykınm karşısında bulunulduğunu kanıtlar. Amerikalılar Vietnam'da kentleri, kasabaları, köyleri yoğun biçimde bombaladılar. Sivil halkı yokedecek silahlar kullandılar: napalm, fosfor, bilyalı bomba . . . Yerle bir edilmiş köyleri, kasabalan ardarda bombalamaya devam ettiler. Örneğin Nguthuy köyü 1154 kez, Vinh Quang 6 günde 195 kez, Banh

Duong 289 kez bombalandı. ı 7. paralel dolayındaki (Ku­ zey'le Güney arasındaki sınır) , Badon, Hoxa, Quang Binh, Vinh Linh kentleri yerle bir edildi ve gene de bombalandı.

140


Nam Dinh, Phuly, Nih Binh de öyle . . . Sağlık merkezleri, hastaneler hedef ahndı.

1 12 sağlık

merkezi

bombalandı.

Sağlık merkezleri de üstüste hedef alınmıştır. Su tesisleri, bentler bombalanmıştır. Sanayi bölgeleri, tarım bölgeleri, yol şebekeleri ısrarla bombalanrnıştır. Tapınaklar, sanatsal yapıtlar, okullar saldınya uğradı. . . Bombalama yöntemleri de soykırım amaçlandığını ortaya koyuyor: örneğin Hoxa köyünün yüzölçümü 3 km2 dir. Küçücük bir köy. Buraya 22.500 tahrip bombası, ıo.ooo bilyalı bomba, 6.000 roket, 70 napalın bombası atıldı . . . Ayrıca saldınların yapıldığı saat­ ler de ilginç: Okullar ders saatlerinde, tapmaklar dua saat­ lerinde ya da bayramlarda, fabrikalar vardiya saatlerin­ de . . . Tarama yöntemi fRatissage) . . . Güvenilir kaynaklara göre savaşın başından 1967 sonuna dek 250.000 çocuk öl­ dürülmüştür. Senatör Kennedy raporunda her ay 150.000 kişinin yaralandığını belirtmektedir. Mahkemenin Kopanbag'daki ikinci oturumuna Soykı­ rımla ilgili olarak sunduğum raporda, bu suçun tasarlan­ mış bir suç olduğunu ve genellikle devlet tarafından işlen­ diğini belirttim. Bu suç ya azınlık halkianna karşı içer­ de işlenir; ya da bir saldırı savaşı ile ülke dışında işlenir. Amerikalılar'ın Vietnam'da yaptıkları gibi . . . Mahkeme he­

«Failin nıaksadı olaylardan anlaşılır. Ve B. Aybar'ın dediği gibi bu suç mutlaka tasarlanmıştır. ,. *

yeti bu görüşümü benimsedi. Sartre açıklamasında:

20 Kasım'da açılan ikinci oturumu mahkemenin, ı Ara­ lık

1967

günü açıklanan kararla son buldu. Amerika altı

noktadan suçlu bulunmuştu: ı . Soru: Tailand, Filipinler, Japonya hükümetleri, Ame­ rikanın Vietnam halkına karşı açtığı saldırı savaşında suç ortağı mıdırlar? Oybirliği ile evet.

2. Soru: Birleşik Devletler hükümeti, Laos halkına kar­ şı Devletler Hukuku anlamında saldırı suçu işlemiş midir? Oybirliği ile evet. *

Tıibünal Russell, C. 2, s. 364, Gallimard, 1968.

141


3. Soru: Birleşik Devletler silahlı güçleri savaş yasala­ rının yasakladığı silahları kullanmışlar mıdır? Oybirliği ile evet. 4. S oru: Birleşik Devletler silahlı güçlerince ele geçiri­ len savaş tutsakları savaş hukukunun yasakladığı eylem­ Zere hedef olmuşlar mıdır? Oybirliği ile evet. 5. Soru: Birleşik Devletler silahlı güçleri sivil halklara, insanlıkdışı ve savaş yasalarının yasakladığı eylemler uy­ gulamışlar mıdır? Oybirliği ile evet. 6. Soru: Birleşik Devletler hükümeti Vietnam Halkına karşı Soykırım suçu işlemiş midir? Oybirliği ile evet.* Russell Mahkemesinin kuruluşu önemli bir ileri adım­ dı. Bir yıl süren çalışmalar sonucunda aldığı karar da ta­ rihsel değeri olan ve de çığır açıcı bir karardı. Ne var ki bu karan Türkiye İşçi Partisi genel başkanı olarak imza­ lamış olmam, Türkiye'nin Amerika ile ilişkileri bakımın­ dan partimiz için rizikolu bir davranıştı. Oyun içinde oyun­ lar hazırlanıyordu. Ve Russell Mahkemesinde görev almış olmam da terazinin bir kefesine konmuştu mutlaka . . . Vietnam günlüğünde şöyle bir not var: Nih Binh'de bir yönetici durum hakkında rapor veri­ yor. Nih Binh halkı tarımla uğraşır. İki Devlet Çiftliği var-· dır. 123 Komün. İlk kez 22.5.1967'de bombalanmış. O günden beri uçaksavadar 53 Amerikan uçağını düşürmüş. 123 ko­ münden 98'i yerlebir olmuş. Phat Diem, Nho Quan da öyle... Bunu biz de gördük: heryer yakılmış yıkılmış . . . Şimdi ge­ liyorum nota: «ölülerin ve yaralıların toplamı hakkında kesin rakam yok. Fakat birkaç yüz ölü ve soo kadar yara­ lı. . . Bu cevap üzerine Genocicle'clen bahsedip ele senelerce süren bir savaşta birkaç yüz ölü olduğu söylenince, iş cid­ diyetini kaybeder. Rakamlar yoksa mutlaka doğrusunu bulmalı.,. Gerçi Ninh Binh küçük bir yerleşim merkezi sa­ yılır. Ama iki yıldır bombalandığma göre, ölü sayısının daha çok olması beklenirdi. Vietnam halkı kendisini koru­ mayı öğrenmiş. Bilmem yazdım mı? Kişisel sığınaklar yap-

* a.g.e., s. 368-369. 142


ınışlar. Yol kenarlannda, tarlalarda, heryerde . . . künkler göınmüşler. Birde beton kapale

Toprağa

Sirenler ötmeye

başlayınca halk bu sığınaklara giriyor. Bomba tam. üze­ rine, ya da çok yakınına düşmezse, bombardımandan sağ salim çıkıyor. Kaldı ki, Soykırım'da kasıt, rikalıların, kasdıyla

Vietnaınlıların

tasarım ağırbasar. Ame­

büyük

davrandıkları açık.

çoğunluğunu

Yerlebir

ettikleri

yoketme yerleşim

merkezlerini tekrar tekrar bombalamaları, amaçlarını açık­ aç ortaya koyuyor. Şimdi şu notu da okuyalım:

« Genocide kavramının temelinde beşeri ve hürriyetçi bir fikir yatar. Tabii katliam gibi korkunç suçları sözkonu­ su bile etmiyorum. Fakat halkın normal ve geleneksel ya­ şayış şartlarını, gurubu imha istikametinde değiştirmek.. suç sayılmaktadır. Sürgünler bu yüzden genocide sayılmış­ tır.,. Kaldı ki Vietnam savaşının kanlı tablosu ortadadır. Açıktır.

Amerikalılar

kentleri,

köyleri

bombalaınışlardır ..

Hem de hergün defalarca. Hastaneleri, okulları bombala­ mışlardır. Kalabalık sokakları bombalamışlardır ve onbin­ lerce insanı öldürmüş ve bir o kadannı da sakat bırakmış­ lardır. Ninh Binh'li yöneticinin ölüler ve yaralılarla ilgili kesin rakam yok demesini yadırgamış ve bu konuda ger­ çeğin öğrenilmesi gerektiğini vurgulaınıştım. Tahkikat Ko­ misyonunun başkanı olarak doğruyu öğrenmekle görevliy­ dim.

Yerlebir edilmiş Yen Lam köyünde, yanmış evinin kül­ leri üstündeki yaralı kadından yukarda kısaca söz etmiş­ tim. Şimdi Günlükten aynen aktaracağım. Çok önemli say­ dığım bir olay. Birtakım sorunlara ışık tutan bir olay. Gün­ lükte şöyle yazılmış:

«8.8.1967. Nin Binh (misafirhaneJ . Sabah saat 0.04'te kalk­ tık. Nin Binh, Phat Diem ve Yen Lam komününe gidip dön143.


-dük. Bunları birazdan yazacağım. Şimdi saat ticinin genel raporunu dinliyoruz. L.J

10,

bir yöne­

•Nin Binh Jl.erçekten yerlebir edilmiş. Oradan Phat Diem'e geçtik. Orası da Yen Lam komünü gibi kül olmuş... a Bir kadın sedye üzerinde. Başucunda bir kadın ve bir erkek. Kadının kolu bacağı, vücudunun görünen yerleri, yüzü yanmış. Öldü ölecek. Yanan evinin külleri üzerine koymuşlar sedyeyi. Bize ifade vermek için gelmişmiş... İn­ lemeye bile mecali yok. Yaralarına sinekler konuyor. Ora­ da sedyenin üzerinde yatıyor. Yaralan görünsün diye sar­ gılarını çıkarmışlar. Bize ifade vermek için getirilmişmiş!... isyan ediyor insan. İstemiş olsa bile, hangi cani doktor izin vermiş buna!.. Kadın öldü ölecek; derin yaralar yanıklar .kaplamış vücudunu. Konuşmuyor. Gözleri sabitleşmiş. Bi­ zi görmek?! .. Haydi canım! «Biraz ötede bir genç kız. Bir ayağı yanmış dizkapa­ ğına kadar. Sargılar. Ağlıyor, çömelmiş... O da yanmış evi­ .nin külleri üzerinde... «Biraz ötede bir kadın iki çocuğu ile. Kızının eli yan­ mış. Kendisi ve öteki çocuğu da hafif yanıklar almış... «Bu insanlar mahkemeden cani Amerikalılann mah­ k.üm edilmelerini istiyorlar! .. {Yönetici tercüman oluyor bu isteklere. Hangi doktor izin verdi diyorum. O basmakalıp sözler sıralıyor) . Köyden çık.ıyoruz... Askerler tüfek omuz­ da tarlada çalışıyor. Milisli kızlar makinalı tüfekler başın­ da uçak gözlüyor... «Ve Distrik Komitesi Merkezinde aynı 'Büyüklerin' fo­ toğraflan ve sloganlar ve bayraklar altında meyveli, ztmo­ natalı, biralı bir ziyafet. Tuhaf bir his var içimde. Şüphe­ siz yöneticileri giysilerinden, halktan ayırdedemiyorsunuz. Ama kaskatı bir hiyerarşinin olduğu da ortada. Yen Lam' da gördüğümüz manzara hepimizi çok fena etkiledi: de­ mek bir köy yöneticisi, ya da bizimle birlikte gelen yöne­ ticilerden biri, hastaneye haber yollayınca, .bu derece ağır yaralı bir insan sedyeye konup ıo kilometre öteye götürü­ .lebiliyor! ... .,.

144


Bı,ı olay sosyalizmin bugünkü uygulanışı bakırnından dava karşı­ sında insanın hiçbir değeri, hiçbir ağırlığı yoktur. Herhan­ gi bir parti yöneticisi, dava adma bir insanın yaşamını hi­ bir gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor;

çe sayabilir ve harcadığı insana hiçbir şey söylernek ge­ reğini duymadan . . . Böyle bir sisternin sosyalizmle hiçbir ilişkisi olamazdı. Yen Lam'daki sedyeli kadın bu gerçeği tüm çıplaklığı ile önümüze seriverrnişti. O günden sonra her konuşmamda Vietnarnlı yöneticile­

re Sosyalizmin insan için, somut insanlar için olduğunu söyledim. Bir işe yaradığmı sanmıyorum.

ERMENi SORUNU Russell Mahkemesi bölümünü noktalarken, Sartre'nin, Soykınrn'la ilgili açıklamasının neden olduğu bir tartışına­ dan kısaca söz etmek isterim. Buna tartışına denrnez

as­

lında; olayın değerlendirilmesinin farklı bir açıdan yapıl­ ınası

demek

daha

doğru

olur.

Sartre

hazırladığı

metni

bizlere okudu. hısanlık tarihinde soykınnun eski bir suç olpuğu belirtiliyor ve bu arada Ermeni Soykınmından da söz ediliyordu: Olayiann Soykırım suçu olarak nitelenerne­

Soykırım kasıtlı bir suçtı.i.r, üstelik tasarlanmış bir suçtur. Yani etnik bir gurubun yok edilmesini amaçlayan, bunun başarılması için izlenecek yo­ lun ve maddesel eylemlerin önceden tasarıanarak saptan­ dığı bir suçtur. Tasarlanmış olma keyfiyeti, suçun işlen­ mesi için vazgeçilmez bir koşuldur. Bir etnik gurup üç beş kişiden ibaret değildir. Onbinlerce, hatta milyonlarca ki­ şiden oluşur. Bunların tümünü, hiç değilse büyük çoğunlu­ ğunu yok etmedilıçe amaca varılamaz. Binlerce kişiyi öl­ dürmek için silahlı örgütlerin kurulması, bunların eğitil­ mesi gerekir. Ya da bu işi orduya yaptırmak gerekir. Yok edilmesi tasarlanan etnik gurup, yurdun belirli bölgelerin­ de yaşıyorsa, bu bölgelere karşı savaş operasyonlarına ben­ zer silahlı saldırılar düzenlemek gerekir. Çoğunluğun arasıyeceğini söyledim. Dedim ki,

145


na karışmış bir halde yaşıyorlarsa, yok edilmeleri için da­ ha değişik operasyonZara başvurulur. Her ikisi de ancak Devlet eliyle yürütülüp sonuçlandınlacak operasyonlardır. Oysa Türklerle Ermeniler yüzyıllar boyunca yanyana, içiçe yaşan:ıış bu yüzden pekçok ortak yanları bulunan iki etni' dir. Sürtüşmeler XIX. yüzyılın sonlarına doğru, büyük dev­ letlerin Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasını amaç­ layan kışkırtmalarla · başlamıştır. Sözü edilen olaylar Bi­ rinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında kimi Doğu ve Güneydoğu illerimiz­ de toptan öldürme olaylan olmuştur. Rus ordularının iler­ lemesinden yararlanan kimi Ermeni çeteleri Türk köyleri­ ni basmış, kadın, çocuk, genç, ihtiyar ayırdetmeden ma­ sum insanlan öldürmüşlerdir. Türkler de Ermenileri ka­ dm, çocuk, genç, ihtiyar ayırt etmeden öldürmüşlerdir. Bun­ dan başka bu illerde yaşayan Ermeniler 'tehcir' edilmiş, ya­ ni göç ettirilmiştir. Ve göç sırasında öldürmeler, kötü işler olmuştur. O yıllarda çocuktum. Ermen! dostlanmız vardı. Onlar bize biz onlara giderdik. Bu olaylar babamı, anamı, ailemizin tüm kişilerini pekçok üzmüştü. Sık sık konuşup tartışırlardı. 'Tehcir' sözcüğünü ilk kez bu tartışmalarda duymuştum. Ama şunu da belirtmek gerekir: Bu iller dı­ şındaki Erm.enilerle Türkler arasında herhangi bir çatış­ ma, bir kanlı olay olmamıştır. Doğu ve Güneydoğu illerin­ deki karşılıklı kıyımlar, toptan adam öldürmeler, Türk-Rus savaşının bir uzantısıydı. Osmanlı devletinde Türklerle Er­ meniler yüzlerce yıl banş içinde yaşamışlardır. Yüksek Dev­ let hizmetlerine atanmışlardır. Bu olaylar sınır illerinde savaş ortamında oluşmuştu. Savaşın bir uzantısı idi. Nite­ kim başka illerde olmamıştır. Bundan dolayı, bu kanlı olay­ lar Soykırım olarak nitelenemez. Devletçe bir Soykınm po­ litikası izlendiği ileri sürülemez. Oysa Soykırım olayları­ nın arkasında, dalaylı biçimde de olsa, her zaman Devlet vardır.

Mahkemede bu mantık ve gerekçelerle Ermeni Soykı­ rımı deyimine karşı çıkmıştım. Soykırım'ın tasarlanmış ve genellikle Devlet tarafından işlenen bir suç olduğu hak146


kındaki goruşum haklı bulunmuş ve Sartre, Ermeni Soy­ kınını ile ilgili bölümü raporundan çıkartmıştı. * Göçettirme CTehcir) sırasındaki olayların, İ ttihat ve Terakki iktidarınca tasarlanıp gerçekleştirildiğini kanıtla­ yan herhangi bir olay, bir belge de yok ortada. Ama İtti­ hat ve Terakki Genel Merkezinin olayı onaylamadığı izle­ niini veren bir belge var. İmparatorluğun Çöküşü adlı ki­ tabında Partinin genel sekreteri Mithat Şükrü Bleda.

Doğu

illerimizde görevli kimi valilerin davranışlan kaygı uyan­ dırdığından bunlann Merkeze çağnldığını ve yerlerine baş­ kalannın atandığını kaydettikten sonra, Diyarbakır Valisi Doktor Reşit beyle,

aralannda şu konuşmanın geçtiğini

Doktor Reşit bey M erkezi Umumiye gelmiş ve benimle görüşmek istediğini bildirmişti. Derhal kendi­ sini kabul ettim. Karşımdaki koltuğa oturduğu zaman her ikimizin de sinirli olduğu göze batıyordu. Kendisine ciddi bir lisanla sordum: Siz, dedim, hekimsiniz... Ve bu sıfatla can kurtar­ makla vazifelisiniz. Nasıl oldu da bunca insanın yakala­ nıp ölümün kucağına atılmasına göz yumdunuz? «Doktor bey yüzüme baktı ve uzunca bir süküttan son­ ra, en az benim kadar sert bir lisanla cevap verdi: «- Hekim - olmak bana milliyetimi unutturamazdı. Re­ şit, elbette bir doktordur ve doktorluğun getirdiği çerçeve içinde davranışlarını ayarlamalı zorunda idi. Ne var ki Doktor Reşit herşeyden önce dünyaya. bir Türk olarak gel­ mişti. Milliyetim herşeyden önce gelir. Diyarbakır'da bulun­ duğum süre içinde o bölgedeki Ermeniterin dışandan ve içerden nasıl yardım gördüklerini ve kendilerine nasıl vaat­ lerde bulunularak zehirlendiklerini, aldıklan yardımlarla nasıl refah içinde yaşadıklannı, bütün bunların sonucu memlekete karşı korkunç duygularla beslenip vatanımızın hayatına kastettiklerini benim gibi yakından görüp tetkik etmek imkanını ve fırsatını bulmuş olsaydınız, bugün buyazmaktadır:

..

•-

* Les Temps Modernes, Kasım 1968, s. 773. Ancak gerekçelerim çarpıtılarak; İslamiyetde soykınm yoktur biçimine sokulmuş­ tur. CM. A. Aybar)

147


rada bana böyle tarizlerde bulunmazdınız. Doğudaki Er­ meniler aleyhimize öylesine kışkırtılıyorlardı ki şayet on­ lar yerlerinde bırakılmış olsalardı çevremizde canlı olarak bir tek Türk bulmak, bir tek Müslümanın yaşadığını gör­ mek imkansız olacaktı. Diyarbakır'da bulunduğum zaman süresinde bunların sicillerini inceledim, yaşantılarını ta­ kip ettim, düşüncelerini öğrendim. EMerinde yaptırdı{;ım araştırmalar gayeleri hakkında bana kesin kararlar ver­ me imkanını bahşetti. Bazı evlerde elegeçirdiğimiz silah ve cephane koca bir orduyu bir anda yokedecek sayı ve vasıflarda idi. Korkunç ve müthiş bir teşkilatları var ve yalnız bulundukları bölgede değil, memleketin dört bir yanına uzanan kolları ile bu teşkilat, serbest bırakıldığı takdirde, çok geçmeden Anadolu'da Türk'ü mumla ara­ mamız gerekecek. Yani ya onlar bizi, ya biz onları. . . C. . J Yani anlayacağınız, bizleri meşru müdafaa için harekete sevk eden onlardır. (...) Bu iki ihtimal arasında mütered­ dit kalamazdım. ihtimallerden birisini tercih etmek zaru­ reti vardı ve seçimimi yaptım. Türklüğüm hekimliğime ga­ lebe çaldı, bu başka türlü olamazdı ve olmadı da, sonun­ da, 'Onlar bizi ortadan kaldıracaklarına biz onları orta­ dan kaldırmalıyız' dedim.»"' .

Sartre'nin raporundaki Ermeni Soykırımı ile ilgili bö­ lüme karşı çıktığım günlerde, Mithat Şükrü Bleda'nın Anı­ lan henüz yayımlanmamıştı. İttihat ve Terakki Partisi'nin bir no.lu sorumlusunun ağzından 'tehcir' karan alındığı­ nı ve bu zorunlu göçler sırasında Ermenilerin öldürüldü­ ğünü öğreniyoruz. Mithat Şükrü bey Doktor Reşit beye: ( . . .J nasıl oldu da bunca insanın yakalanıp ölümün kuca­ ğına atılmasına göz yumdunuz?• diyor. Demek ki göç sı­ "

rasında Ermeniler öldürulmüştür. O yıllarda en yetkili ki­ şilerden birinin ağzından öğreniyoruz bunu. Ben Mithat Şükrü beyi tanıdım. Sakin, güven veren bir kişiliğe sahip­ ti. Mithat Şükrü beyle Doktor Reşit bey arasında geçen ko­ nuşma da inandıncıdır. Bir gerçek karşısındayız: Göç sı­ rasında herhangi bir yargılama yapılmadan, haklannda

"' İmparatorluğun Çöküşü, s. 57-58, 1979. 148


bir hüküm bulunmadığı halde öldürülmüşlerdir. Bu emri Diyarbakır Valisi doktor Reşit

beyin verdiği anlaşılıyor.

Reşit bey şöyle konuşuyor: «Oysa onların mütecaviz dav­

ranışlarıyla bizleri ortadan kaldırmalı için hazırladıkları artık gizlenemez hale gelmişti. Yani anlayacağınız bizleri meşru müdafaa için harekete sevk eden onlardır, Vaziyet bu merkezde olunca kafamı ellerimin arasına alıp düşün­ düm. .. Hey doktor Reşit, dedim kendi kendime, ortada iki ihtimal var. Ya Ermeniler Türkleri temizleyecek ve mem­ lekete sahip çılıacak veya Türkler tarafından temizlene­ cekler... Bu iki ihtimal arasında mütereddit kalamazdım. ihtimallerden birisini tercih etmek zarureti vardı ve seçi­ mimi yaptım. Türklüğüm hekimliğime galebe çaldı, !:>u başka türlü olamazdı ve olmadı da, sonunda, «Onlar bizi ortadan kaldıracaklarına biz onları ortadan kaldırmalıyız dedim. ( . . .J -Ya tarihi mesuliyetiniz? -Şayet bu hareke­ timden dolayı tarih huzurunda mesul tutulursam ona da eyvallah. Başka milletlerin hakkımda yazdıkları ve yaza­ cakları benim umurumda değil.» * Mithat Ş ükrü beyin açıklamalanndan, hükümetin c şüp­ heli Ermenilerin» sınır bölgelerinden uzaklaştırılması için, sadece uzaklaştınlmaları için karar aldığı anlaşılıyor. Mit­ hat Şükrü bey şunları yazıyor bu konuda: «Ermenilerin dış

etkilerle ayaklandığını ve dışardan yardım gördüklerini biliyorduk. Bu noktayı gözönünde tutarak hudut şehir. ve kasabalarımızda bazı şüpheli Ermenileri o bölgelerden ge­ ri çekiyorduk. Bu konularda aşırı davranışlarıyla Merkezi Umuminin dikkatini çeken doktor Bahaddin Şakir'in** tu­ tumu endişe yaratmıştı. İ ttihat ve Terakki'nin bu güçlü elemanı öylesine tarizlerde bulunuyordu ki, zaman zaman kendisini ikaz etmek ihtiyaç haline geliyordu. Durumu da­ ha iyi incelemek ve bazı radikal tedbirler almak gayesiy­ le Doğu vilayetlerimizdeki bazı valileri merkeze davet edip yerlerine başkalarını göndermeyi münasip bulmuştuk. (...) * a..g.e., s. 58-59. ** Bu da. bir başka. vali ve bir başka. doktor. (M. Aİi Aybar)

149


Bu arada Diyarbakır Valisi doktor Reşit be:y de geri çağ­ nıanlar arasında :ver almıştı. » " Bunlan rejimin başta gelen yetkililerinden genel sek­ reter Mithat Şükrü bey yazıyor. Yazış biçiminden, üslup­ tanda başlıca yetkililerden biri olduğu belli oluyor. Bunla­ rı gerçek olarak kabul etmek zorundayız. Bu yazılanlar­ dan, şayet Makyavelce bir tertip karşısında değilsek ki hiç ihtimal verilemez, Erıp.eni Soykırımı diye bir Devlet poli­ tikası yoktur. Üstelik kanlı olayiann sorumluluğunu üst­ lenenler arkadaşlandır, onlar da rejimin ileri gelen kişi­ leridir. Demek ki mahkemedeki tutumumuz doğrudur. Olay­ lar savaşın uzantısıdır. Ve Soykırım olarak nitelendirile­ mez: Devletçe tasarlanmış ve gerçekleştirilmiş olaylar de­ ğildir bunlar. Devlet şüpheli görülen Ermenilerin bölge­ den uzaklaştırılınasını istemiştir.. Bu kadar. Ama kimi va­ liler bu önlemi, bölgede yaşayan tüm Ermenileri içeren bir göç biçimine dönüştürmüşler ve bunlann, kadın, çocuk, ihtiyar aynmı yapılmadan yok edilmelerini, ya açıkça, ya kapalı biçimde emretmişlerdir. Doktor Reşit beyin itiraf­ lanndan çıkan sonuç budur. Gerçek budw·. Bu da ağır bir suçtur. Ceza yasalannda yeri olan ağır suçlardır. Oysa başta adı geçen valilerden başlanarak, sorumlular hakkın­ da hiçbir işlem yapılmamış, bu ünlü kişilerin hiçbiri mah­ kemeye verilmemiştir. Çünkü üst düzeydeki yöneticilerin arkadaşlandır bu valiler. Aynca olaylan onayiayan yöne­ ticiler de vardır bunlann arasında. Mithat Şükrü bey: o devirde doktor Reşit gibi düşünenler az değildi, ne var ki Devlet ağır şartlar altında tam bir bunalım içindeydi,» * * diyor. Her konuda olduğu gibi, politikada da gerçekçi olmak şarttır. Gerçekler herzaman insanın karşısına çıkar. Ger­ çek devlet adamlan, gerçek politikacılar, olaylara, hele ya­ kın bir geçmişteki olaylara sırt çevirmezler. Gerçekiere sırt çeviren, gerçekleri yadsıyan bir politika devlete, ulu­ sa asla yarar sağlamaz. Gerçekler kabul edilir ve sonra ..

*

a.g.e.,_ s. 56-57. a.g.e., s. 59.

150


yorumlanır; ters yorumlar yapanların karşısına gerçekler­ le çıkılır. Gerçekçi yorumlarla... Örneğin göç sırasında .bir­ kaç kişi hastalıktan ölmüştür. Durum bundan ibarettir di­ yerek işin içinden çıkılamaz.

Şimdi de Talat paşanın anılarına bakalım. 'Tehcir' ola­ yı ile neler yazıyor görelim. İttihat ve Terakki'nin bu ünlü lideri o günlerde İçişleri Bakanı idi. Savaşın başlaması ile birlikte Muş, Bitlis ve Van illerinde, Ermeni Komitelerinin vermiş oldukları talimat uyarınca isyanlar çıkanldığını be­ lirttikten sonra şunlan söylüyor:

·Bunun üzerine umumi harargahta Ermenilerin tehci­ ri hakkında bir kanun hazırlanarak heyeti vühelaya ar­ zedildi. Ben bu hanunun tamamile tatbiki aleyhinde idim. Janelarmalar tamamen, polisler ise kısmen ordu hizmeti­ ne alınmış ve yerlerine milisler konmuştur. Tehcirin bu vasıta.Zarla yapılması halinde çok çirkin neticeler elde edi­ leceğini biliyordum. Einaenaleyh istihbali düşünerek, bu hanunun tatbik edilmemesinde ısrar ettim ve meriyete gir­ mesini de gecihtirmeye muvaffak oldum. Bir müddet sonra Van, Ruslar veya daha doğrusu Er­ meni gönüllü çeteleri tarafından işgal edildi. Bu çetelerin Taşnah komitesinin, Osmanlı meclisi me.busanında da aza bulunan iki reisi olan Pastırmacıyan ve Papazyanın emri altında olduklan sonradan öğrenildi. Canlarını kurtarma­ ya muvaffak olan bazı himselerin verdikleri ifadeden Van' ın işgali sırasında haçamamış olan İslam halkın öldürül­ dühleri, kadınların şerefleriyle oynandığı ve birçok genç evli kadın ve hızların evlerde toplattınlarah bu evlere umumhane nazarile bahıldığı anlaşılıyor. Van'dan kaçan ve binlerce kadın, erkek ve çocuktan ibaret olup silahları bulunmayan halk üzerine Ermeniler tarafından mahineli tüfek ateşi açılmıştır. Van'daki bu hddiseleri dahildeki diğer isyanhar hare­ ketler takip etmiştir; hıtalanna iltihah etmek üzere gön­ derilen bazı münferit askeri birliklerin pu çeteler tarafın151


dan öldürüldüğü anlaşılmıştır. Kumandanlar tarafından karargahı umumi;ye gönderilen raporlardan anlaşıldığına göre Müslümanlara karşı şehirlerde, köylerde ve şoselerde ;yapılan katliam ve taarruzlar Rus cephesinde o civar hal­ kından teşkil olunan askerler üzerinde çok kötü tesirler bırakmıştır. Ordu idaresi yeniden telıcir kanununun tatbikinde ısrar etti. Ben tekrar kabul aleyhinde bulundum. Müteaddit ve çok acı haller bana göstermişti ki, Hıristiyanların Müslü­ manlara ;yaptıkları zulümler Avrupa'da büyük bir müsa­ maha ve sükünetle karşılandığı halde Müslümanların. en ufak bir hareketi haddinden fazla bü;yütülü;yordu. Ve bu itibarta Rusların bu harpte Ermeniterin ;yanıbaşında bu­ lunması yüzünden çıkacak olan intizamsızlıkların bizim ale;yhimize istismar edileceğini önceden biliyordum . Bu müzakereler esnasında meslekdaşlarımdan bazı­ lan beni hissizlik ve vatana sadakatsizlikle itham edecek kadar ileri gittiler. Filhakika ordu, azami derecede tehli­ keli bir vaziyette bulunuyordu. Ordunun, bu hususta bir kanun çıkmadan önce dahi icap eden tedbirleri alması imkanı mevcuttu. Bu bakımdan kanunu daha fazla uzat­ makta fayda ;yoktu. Bu kanun ordu ve kolordu kuman­ danlarına isyan eden halkı münferiden veya toplu bir hal­ de başka mıntakalara sevketmek salahi;yetini veriyordu. Harp ;yüzünden memleketin her tarafında örli idare ilan edilmiş olduğundan sivil idare .de askeri kuvvetin elinde bulunuyordu. Tehcire evvela Erzurum'da başlandı. Erzu­ rum valisi Tahsin Bey Dahiliye Nezaretine sevkiyat sıra­ sında Ermenilerin, Kürtlerin taarruzlarına uğramış olduk­ larını bildirdi. Valiyi telgraf başına çağırarak ;yardım için orduya müracaat etmesini, ve faiZlerin . de şiddetle cezalan­ dırılmasını emrettim. Filhakika ordu kumandanlığı bir ta­ bur asker gönderdi ve ele geçirilebilenler kurşuna dizil­ rnek suretiyle cezalandırıldılar. Sevkiyat sırasında Karahisar ve Urfa'da isyan çıkmış­ tır. Bu hcidiseler hakkında aşağıda mufassal izaluıt veri­ lecektir:

152


isyan hareketleri önce Zeytun'da başlamıştıı·. Seferber­ Liğin ilanını müteakip Ermeniler alenen isyana başlamış, vergileri ödemekten imtina etmiş ve asker toplanması hu­ susunda verilen emirZere muhalefet etmişlerdir. Askerlik vazifelerini ifa zımnında askerli/ı şubelerine giden müs­ lümanlara sokakta taarruz edilmiş ve bunlar soyulmuş ve öldürülmüştür. Zeytun halkı subay ve kumandanları em­ ri altında bir milis teşkil etmişti: bu suretle .,zeytun ihti­ lalci alayı,. ismi altında şehirleri müdafaa etmek istiyor� lardı. Tabii bu imkanı bulmadıklarından mavzer ve mar­ tin silahlariyle dağa çıkmışlar· ve Müslüman köylerine taar­ ruz ve askeri nakliyatı iz'aç etmeye başlamışlardır. 17 Ağustos 1914'de yani seferberlikten birkaç gün son­ ra Enderunlu Müslümanlar taarruza uğramış, paraları ça­ lınmış ve içlerinden bir çoğu da öldürülmüştür. Aynı gün istimvaZ yapmakta olan bazı jandarma subayları üze­ rine ateş edilmiş ve Maraş yolu üzerinde Beşanlı köyün­ den birçok Müslümanlar öldurülmüştür. Günlerce süren takipten sonra bu haydutlardan altmış beşi, üzerlerinde birçok bomba, dinamit, martin ve gıras tüff?kleri olduğu halde yakalanabilmiştir. Bir müddet için sükünet teessüs ettikten sonm, müte­ akip senenin kanunusani ayında isyan harekatı yeniden canlanmıştır: bu seferki taarruzlar doğrudan doğruya Os­ manlı memurların ikametgahıarına ve jandarma kıtaları­ na karşı yapılmıştır. Zeytun'da Hinçak komitesi reisi Ça­ kıroğlu Patos'un reisliği altında yapılan toplantıda hükü­ met konağına hücum edilerek cephanenin ele geçirilme­ sine, bütün memurların a.ile efradı ile birlikte öldürülme­ sine ve telgraf hatlarının tahribine karar verilmiştir. Tah­ rikçiZer başka başka evlerde oturduklarından ve işaret de vaktinde verilemediğinden bu korkunç komplo icra edil­ meden önce öğrenilmiştir. 1915 sene_sinde Zeytun Ermenileri, Maraş'tan Zeytun' daki jandarmaZara cephane gönderildiğini haber almış­ lar; cephane nakliyatını soymak üzere yollara gizlenmişler fakat nakliyat başka bir yoldan yapıldığı için bu niyetle153


rini tatbik edememişlerdir. Bunun üzerine onyedi kişiden ibaret bir jandarma koluna hücumla altısım öldürüp iki­ sini yaralamışlardır. Bundan başka Zeytun ile Maraş ara­ sındaki telgraf hatlarını tahrip ederek bu suretle bu yol­ larda hakimiyeU elde etmişlerdir.

27 Şubat 1915'te Maraş vali muavini sükuneti iade maksadiyle Zeytun'a gelmiştir. Gece devriye ile birlikte şe­ hirde dolaşırken asiler tarafından öldürülmüştür. Ertesi günü askerlik şubesine gitmekte olan bir Müslüman da öl­ dürülmüştür. Komitenin talimatı üzerine kaçmış olan birçok Erme­ ni, asilerle birleşmiştir. Bunlar yeniden jandarmaların cephanesini ele geçirmek istemiş ve kışlaya hücum etme­ ye karar vermiştir. Bunlar, evvelemirde hükumet konağı­ na giderek bir asker ve bir jandarma öldürmüşler, memur­ ları ve ailelerini tehdit etmişler ve gerek adi ve gerek siya­ si bütün Ermeni suçluları hapishaneden kurtarmışlardır. Bunlardan altı yüz ila yedi yüz kadarı Zeytun'un en yük­ sek noktası olan Tekke manastırına yerleşmiş ve burası­ m tahkim etmişlerdir. Takip esnasında jandarma binba­ şısı Süleyman Bey ile yirmi asker öldürülmüştiir. Her ne kadar asilerin bazıları ele geçirilmişse de, diğerleri karan­ lıktan istifade ederek kaçmışlardır. Kaçanlar askerle­ re, memurlara, jandarmaZara ve bilhassa Müslüman aha­ Uye hücumla cinayetler işleyen çeteler teşkil etmişlerdir. Bu çetelerden biri beş Müslüman öldürmüş, bir diğeri bir Ermeni köyü olan Odicak'a sığınarak bir jandarma ve on dört Müslüman öldürmüştür. Zeytun isyanında reislik et­ miş olan Melkon ismindeki bir Ermeni tevkif olunduğu zanıan komitenin İngilizlerin, İskenderun' a çıktığı haberi­ ni yayarak Osmanlı hükumetine mümkün olduğu kadar fazla müşkülat çıkarılması emrini vermiş olduğunu bil­ dirmiştir. Melkon'un diğer ifadelerine nazaran isyanın tahrikçiterinden bir çoğu Osmanlı hükumeti tarafından iyilik görmüş kimselerdir. Hükumet onlara ait birçok si­ lah, _ bundan başka komitenin mührünü ve aleyhlerine de­ lil teşkil eden bir sürü vesikayı müsadere etmiştir. 154


Bitlis, Erzurum, Mamuretülaziz, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Ankara ve Van vilayetlerinde komite kezalik merkezler teşkil etmişti. Bunlar daha harp başlamadan önce teşkilatlarını kurmuş ve komitenin emirleı·i dairesin­ de harekete geçmeye hazırlanmışlardı. VAN. Harp ilanını müteakip Rus orduları Ermeni gö­ nüllülerle birlikte hücuma geçtikleri zaman Van'daki Er­ meni halkının durumu değişti. Bazılarının memur ve as­ kerlere hücum etmek üzere birleşmiş olmalarına rağmen, müessir bir harekette bulunabilmeleri için zaman lazım­ dı. Muhtelif kısırnlara gönderilen emirler Ruslarla birlikte harekete geçilebilmesi için Ruslar gelinceye kadar bekle­ menin zaruri olduğu yolunda idi. Derhal harekete geçil­ ,mesi çok kan dökülmesine se.bebiyet verecek, karlcı kaplı olan yollar ise Rusların çabuk ilerlemelerine imkan verme­ yecekti. Rus subayları ile yapılan andlaşmalar mucibince Ruslar hududa tecavüz eder etmez Ermenilerin Ruslara iltica edeceği açık olp,rak itiraf ediliyordu. Bu yeni anclla§­ malardan haberdar olmayan bazı Ermeni köylüleri. kadı İsmail Efendi ile birkaç jandarmayı öldürerek telgraf hat­ larını kesmişlerdir. 1915 senesinde Kirnar köyünde koyunların sayıldığı bir sırada bir isyan hareketi başgöstermiş, bin kadar Er­ meni meydana çıkarak Müslümanlara hücum etmiş ve jan­ darmalan kumandanlan Süleyman efendi ile birlikte öl­ dürmüştür. Kendilerini müdafaa maksadiyle, iki Müslümarı köyü arasında bulunan köylerdeki Ermeniler, Ermenilerle mes­ kürı yerlere taşınmış ve ihtilale hazırlanmaya ba§lamış­ tır. Genç Ermeniler esaslı noktaları işgal ederken komite­ nin diğer azaları silah altına davet ediliyordu. Bitlis, Van ve Şatak arasındaki telgraf hatları tahrip edilmiş, hükü­ met merkezleri taarruza uğramış ve iki kişi öldürülmüş­ tü. Köylerde ise Müslüman halkı öldürmeye teşebbüs edi­ liyordu. Ermeniler, Şatak, Havasur, Timur ve Kadeş'tekt isyan hareketlerini bastırmak üzere vilayet merkezinden kıtala-

155


rın yola çıkarılmış olduğunu öğrenen Van'lı Ermeniler Ha­ mit ağa kışlasını ve jandarma ve polis binalannı ateşe ver­ miş ve şehir içinde vahşi bir katlidmda bulunmuşlardır. Yalnız Van şehrinde isyan eden Ermenilerin sayısı beş bini geçiyordu ve hepsi de en yeni silahlarla teçhiz edil­ mişti. Bunlar mevkilerini son hadde kadar müdafaa edi­ yorlardı. Şehirdeki hükümet konağını, askeri müessesele­ ri, Düyunu-umumiye binasını, Osmanlı Bankası şubesini, ve diğer binalan tahrip etmiş ve Müslüman mahallelerini ateşe vermiştir. Yedi yüz kadar asi Van müstahkem mev­ kiini el bombalariyle uçurmuştur. Bu isyan hareketleri Ni­ sana kadar devam etmiştir. Nisan ortalarına doğru asgari dörder yüz kişilik Ermeni çeteleri Rus zabitlerinin kuman­ dasında hududu geçmeye başlamıştır. Yapılan çarpışma­ lar neticesinde 'Müstakil Ermenistan' ibarelerini ta,ıyan bayraklar ve 'intikam' gibi kelimeleri havi levhalar ele geçirilmiştir. ,. Talat paşa örnekleri sıralıyor: İzmit, Adapazan, Bur­ sa, Adana, Samsun, İzmir, Urfa, Şarkı Karahisar, Yozgat. Adlannı vererek hangi köylerin basıldığmı, kaç kişi öl­ düıiildüğünü, bir bir açıklıyor. Silahlı Kuvvetlerin karşı harekatını aynntılan ile anlatıyor ve anılannı şöyle sür­ dürüyor:

aM emleket dahilindeki umumi isyan üzerine ordu ida­ resi tehciri her yerde tatbika başlamıştır. Bunun üzerine her iki kuvvetler arasında hakiki bir dahili harp şeklini alan şiddetli çarpışma ve döğüşler başlamıştır. Türk as­ kerleri ve halkı Ermenilerin Türk nüfusunu ortadan kal­ dırmak niyetinde bulunduğuna ve Türk devletinin istik­ ltiline son vermek için Ruslarla birleşmiş olduğuna kani idiler. Anadolu'nun muhtelif yerlerinde sevkiyat başlayın­ ca bu İstanbul'daki Ermeniler arasında ve bilhassa ko­ mitelerde fevkaltlde heyecanı mucip oldu. Ermeni komi­ telerinin idare merkezi, yani dış teşkilatın dimağı İstan­ bul'da bulunuyordu. Bu şehir ayni zamanda .bütün aske­ ri hareketlerin de merkezi idi. Binaenaleyh umumi ka­ raı·gah evvelemirde İstanbul'da bir isyan hareketi imkti156


nını

önlemek

ve Boğazların müdafaasını

teşkilatlandır­

mak üzere emri altında olan polis müdüriyetine komite işleriyle uğraşan herkesi tevkif etmek ve örfi idare mın­ tıkası dışına götürmek emrini vermiştir. Bu emir verilir verilmez polis müdürü beni haberdar etti. Mevzubahis şahısların bir kısmı Kafkasyalı idi; hepsi bir gecede tev­ kif olunarak Konya'ya gönderildiler. Sonradan gönderilen tah1ıikat komisyonu tarafından bunların kendilerini An­ i�ara'ya divanı harbe götürmekte olan jandarmalar tara­ fından vuruldukları tesbit edilmiştir. Bunun üzerine bu jandarmalar divanı. harbe verilmiş ve muhtelif cezaZara ve hatta ölüm cezasına mahkum edilmişlerdir. Vartakes Efendiye müteaddit defalar İstanbul'u terk­ etmesini tavsiye ve hatta kendisine nakdi yardım vddet­ tim. Bundan ailesi dahi haberdardır. Fakat kendisi git­ medi. Sonradan İstanbul'daki komite teşkilatında olduğu için yerini terketmediği anlaşıldı. Divanı harbin kararı üzerine sürgünler Diyarbakır'dan geri getirildiler. Bunlar tehcir komisyonuna dahil olduk­ lan için sevklerine mani olmak istedim. Fakat askeri ma­ kamlar tarafından :yola çıkarılmışlardı. Yapılan tahkikat­ tan. anlaşılıyor ki, kendileri Ahmet ve Hilal adında iki se1'serinin hücumuna uğramışlardır: bu sonuncular diva­ nı harp tarafından ölüme mahkum edilmiştir. Gerek resmi tahkikat dosyalarında ve gerek ilıtiha.p dairelerinden geri gelen mebusların verdiği malumattan anlaşılıyor ki, vicdansız, ahlaksız ve Cidi bazı kimseler va­ ziyetten şahsen istifade etmek istemişler ve bu gibiler bir çok cinayetlerin işlenmesinde amil olmuşlardır. Umumi valiler ve valiler mesuliyet korkusuyla hadiseleri mümkün olduğu kadar ehemmiyetsiz göstermeye ve kabahati kıs­ men Kürt ahaliye yüklemiştir. Mebusların verdiği malu­ mat cidden feci idi. Birçok geceler uyku uyuyamadım. Bir taraftan sivil makamlara icap eden tedbirleri almaları içi1� emir verdim, diğer taraftan askeri makamlardan fa­ iZleri cezalandırmak ve ahaZiyi korumak üzere kıtalar gön­ dermelerini şiddetle talep ettim. Bundan başka devletin 157


en yüksek mercilerinden, temyiz mahkemesi ve devlet şü­ rası azalanndan ve ceza mahkemeleri reislerinden

dört

tahkikat komisyonu teşkil edip Anadolu'ya gönderdim. Bu komisyonlar birço� memurları

azlederek

mahalli

divanı

harpZere verdiler. Tahkikat zabıtlarının bir sureti komis­ yonlar tarafından Babıcili'ye ve rildi: bu su ret (arşiv J ha­ zinei evrakta mahfuzdur. Gerek tehcirler ve gerek isyan yüzünden Ermeniler çok zaraı· vermiştir. Bunu itiraf etmek lazımdır, fakat şark vila­ yetZerindeki Müslümanların da Ermeni vatandaşlarımız yü­ zü?"'den aynı miktarda zayiata uğradıklan bir vakıadır. Rusların Van'ı, Bitlis'i, Muş'u ve Erzurum'u işgali sıra­ sında yapılan ve bizzat Ruslar tarafından itiraf olunan zu­ lüm ve cinayetler ve o derece vahşicesine yapılmıştı ki, Müslüman halk artık ikametgahlannda kalmaya cesaret ederneyerek aç ve çıplak olarak hicrete başlamıştır.

Bu

suretle hicret eden Müslümanlardan altı yüz pin kişi öl­ müştür. Ermeni fırkacılan tarafından kendi programlan lehine istismar edilen ve bütün mesuliyeti hükümete yük­ letilrnek istenen bu Ermeni meselesi izah ettiğim şekilde cereyan etmiştir. Esas itibariyle askeri bir ihtiyat tedbirinden başka bir şey olmayan tehcir, vicdansız ve seeiyesiz insanların elinde bir facia şeklini almıştır. Maksadım bt!- hareketlerin çirkin­ liğini gizlemek değildir. Sadece bu hadiselerden dolayı bü­ tün hükümeti ve İttihat ve Terakki komitesi idare merke­ zini ve bu işle hiçbir alakası olmayan azalarını itham et­ menin haksızlık ve keyfi hareket olduğunu söylemek isti­ yorum. İttihat ve Terakki komitesi azaları ErmeniZere kar­ şı yapılan hareketlerden dolayı son derece müteessirdirler ve daima bu hadiseleri önlemek üzere hükümet üzerinde müessir olmaya çalıştılar. Bazı faillerirı divanı harpler tarafından mahküm edil­ medikleri iddialarına karşı ihtilal sırasında İrlanda'da bir çok irlandalıyı kendi eliyle öldürmüş olan bir İngiliz suba­ yının İngiliz divanı harbi tarafından mecnun olduğu es­ babı mucibesiyle

158

serbest bırakıldığını, kezalik katil Jau-


cas'ın jüri tarafından beraat ettirildi,ğtni zikretmek kifa­ yet eder. Belki bazı Türk divanı harpleri karar verirken �ahsi hislerine kapılmışlardır. Buna mukabil hükümetin bu faiZlerin harpten sonra daha sıkı bir takibe maruz tutula­ caklarına dair bir lıaran vardır. Ben sevkleri sırasında Er­ menilere yapılan muameleleri tamamtyle itiraf ve hadise­ leri olduklan gibi nakletmek cesaretini gösterdim. Hakika­ ti söylemek cesaretini göstermek ve Ermenilerin Müslü­ manlara yapmış olduğu cinayet ve zulümleri adil bir şe­ kilde itiraf etmek sırası ş·imdi hasımlarımızdadır. Ben sevk­ leri sırasında ErmeniZere yapılan muameleleri tanımışsam da Ermenilerinkinden henüz hiç bahsedilmemiştir. Bundan iki netice çıkmaktadır: ya itildf devletleri Müslümanların hıristiyanlar tarafından öldürülebileceği hususunda pro­ pogandacılara hak veriyor, yani Müslümanların kanının haklı olarak aktığını kabul ediyor, yahut da fırsatçılar ta­ rafından siyası menfaat temini maksadıyla işlenmiş cina­ yetleri haklı buluyorlar. Mütarekeden sonra da bu mak­ satlarını Jön Türkleri takip etmek suretiyle ispat etmiş­ lerdir. Bu Jön Türkler arasında Ermenilerin tehciri aley­ hine rey vermiş, hatta ErmeniZere yapılan zulüm karşısın­ da gözyaşı dökmüş ve buna rağmen Malta'ya gönderilerek orada hapsedilmiş olan komite azaları da vardır. Diğer ta­ raftan, öldürülmüş olan yüzbinlerce Müslümanın bir kıs­ mını kendi eliyle katıetmiş olan ANTRANİK isimli (...) Ermeni murahhası olarak Londra'da ve Paris'te hürmette karşılanmıştır. Ancak yukarda çıkardığımız neticeler kabul edilmek şartıyla insaniyetperver İngiliz ve Fransızların bu kanlı elleri nasıl sıktıklarını anlamak mümkündür. ,.* Talat paşanın bu yürekli açıklamalan, gerçek bit dev­ let adamının olaylar karşısında ulusal çıkariann nasıl sa­ vunulacağını gözler önüne seriyor. Gerçek bir devlet ada­ mı gerçeğe sırt çevirmez. Gerçeği yadsıyarak yurt çıkar­ lannı savunmak olanaksızdır. Günümüzün devlet adamla-

*

Talat Paşanın Gurbet Hatıraları , 3. cild, 3. Kit. S. 1179-1192, Cemal Kutay. . 159


rına belki ders olur diye Talat paşanın anılarından kimi bölümlerin bir kez daha altını çizmek istiyoruz. Tehcir ola­ yını Talat paşa şöyle değerlendiriyor:

«Memleket dahilinde umumi isyan üzerine ordu ida­ resi tehciri her yerde tatbike başlamıştır. Bunun üzerine her iki kuvvet arasında hakiki bir dahili harp şeklini alan şiddetli çarpışma ve döğüşler başlamıştır. L.J Esas itiba­ riyle askeri bir ihtiyat tedbirinden başka bir şey olmayan tehcir, vicdansız ve seeiyesiz insanların elinde bir baskı şek­ .lini almıştır. Maksadzm bu hareketlerin çirkinliğini gizle­ .mek değildir. Sadece bu hadiselerden dolayı bütün hükü­ meti ve İ ttihat ve Terakki komitesi idare merkezini ve bu işle hiçbir alakası olmayan azalarını itharn etmenin hak­ .sızlık ve keyfi hareket olduğunu söylemek istiyorum. İt­ tihat ve Terakki Komitesi azaları ErmeniZere karşı yapılan hareketlerden dolayı solt derece müteessirdirler ve daima bu hadiseleri önlemek üzere hükümet üzerinde müessir ol­ maya çalıştılar.» Mithat Şükrü Bleda ve Talat paşa, o dönemin en yet­ kili iki yöneticisi, olaylan böyle anlatıyor. Tarih yadsma­ rak politika yapılmaz. Birinci Dünya Savaşında Ermeni ko­ ınitacıları isyanlar çıkarmış, köylere saldırmış, Türkleri öl­ dürmüştür. Bir önlem olarak kararlaştırılan 'tehcir' sıra­ sında da Türkler Ermenileri öldürmüşlerdir. Ayrıca, özel­ likle Rus sınırı yakınlannda karşılıklı çatışmalar olmuş­ tur. Gerçek bu merkezdedir. Kimi yetkililerin olaylan yad­ sıyan tutumlan Türkiye'ye bir şey kazandırmaz. 'Tehcir sı­ rasında ölenler hastalıktan ölmüşlerdir" gibi çocukça tavil­ ler de kimseyi inandırmaz. Gerçek devlet adamlan olay­ ların üzerine gider, onları tarihsel boyutlan içinde değer­ lendirirler. Türkiye Soykınm'la suçlanıyor. Yüzyıllar bo­ yunca yanyana, içiçe yaşamış olduklan, en yüksek görev­ Iere getirdikleri Ermeni asıllı yurttaşlannı, Türk hükume­ tinin 1915 yılında toptan yok etmeye kalkışmış olması ve bu işi, sınırlı boyutlan olan bir "zorunlu göç" eylemi için­ de gerçekleştirmesi, inandıncı bir sav değildir. 'Tehcir'in bir ölüm göçüne dönüşmesi, bir iki sorumsuz valinin ve

160


vicdansız kimi görevli ve kişilerin işidir. O günlerin Tür­ kiye'sinde haberleşmenin ve ulaşırnın ne durumda olduğu da unutulmamalıdır. Olaylar yadsınamaz. Bunlar başlan­ gıçta karşılıklı saldırılar biçimindedir. 'Savaş fiili'dir. Ama adına ister «genocide ,. Csoykırıml , ister başka bir şey de­ nilsin, ermeni yurttaşlanmız 1915 yılmda kitlece öldürül­ müşlerdir. Ermeniler de Türkleri öldürmüşlerdir.

Gerçek

budur. Anılannda Mithat Şükrü Bleda ile Talat paşa, bu gerçeği

TİP

açıklamışlardır.

KÖK SALlYOR VE DIŞA AÇlLlYOR Türkiye İşçi Partisi'nin kısa yaşamında, daha önce de

belirttim, 1967 önem li bir yıldır. Türkiye İşçi Partisi, emek­ çi halk yığınlarının biricik partisi olarak ve de ulusal ba­ ğımsızlığımızın gerçek savunucusu

olarak

gittikçe daha

çok ağırlık kazanıyordu. Halk arasmda Partimizi benimse­ yenlerin sayısı gün geçtikçe .çoğalıyordu. Bunu

yurt gezi­

lerimizde pek açık olarak gözlüyorduk: Köy kahvelerinden kalabalık miting alanianna kadar, bizi ilgi ile izleyen, bi­ ze umutla bakan yurttaşlanmızın sayısının hızla arttığına tanık oluyorduk. TİP'in öteki partilerden akın kara gibi ayrıldığını

görenler çoğalıyordu.

Kuşkusuz bu kamuoyu­

nun bize kaydığı anlamına gelmez. Ama ciddi bir uyanış vardı. Nitekim bu uyanış seçimlerde rakamlaşacak, TİP oy­ lannı bir kat arttırarak

%

3'ten,

%

6.44'e yükseltecekti. Ege'

de ve Güney illerimizdeki geziler Partimizin kök salmaya başladığını ortaya koyuyordu. Ekim ayında Doğu illerimiz­ de yaşayan yurttaşlanmızın üst üste düzenledikleri ve TİP'i çağırdıklan

Doğu

Mitingleri gerçekten önemli bir olay­

dı. Halk, sorunlarını dile getirmek için mitingler düzenli­ yordu. TİP çağnlı olarak bu mitinglerde hazır bulunmuş­ tur. Bu mitingiere TİP'in bakış ve değerlendiriş açısını vur­ gulamak için Ağn'da yaptığım konuşmadan, ilerde bölüm­ ler sunacağım. devam edelim:

Şimdi

1967

yılının önemini vurgulamaya

AmerikalıZara .karşı pasif direnme kampan161


yamız yaygın bir biçimde benimsenmekteydi. Bunu NATO' ya. Hayır Kampanyası izleyecektir. Halktan çok sayıda mek­ tup geliyordu Genel Merkeze. Partinin politikasını benim­ sediklerini yazıyordu yurttaşlanmız; isteklerini dile getiri­ yordu yurttaşlanmız. Cumhurbaşkanı Anayasa Sosyalizme kapalıdır deyince, binlerce mektup almıştık. Diyalog kuru­ luyordu. Bunlar Cumhurbaşkanını protesto eden mektup­ lardı . . . Meclisteki çalışmalarımızdan da söz etmek isterim. Meclise TİP'in girmesi ile hava temelden değişmişti: Dış politika konuları, sosyal gerçekler, sömürü sorunu günde­ me geliyordu. Yürekli bir muhalefet yapıyordu bir avuç TİP'li milletvekili. Yasa teklifleri veriyorduk. Gensoru ve Soru önergeleri veriyorduk. Bellibaşlı yasa teklülerimiz şunlardı: Toprak yasası teklifi, (Topraksız ya da toprağı yetmeyen köyiiliere toprak dağıtılması hakkındal ; Petrol yasası teklifi, (Petrol kaynaklanmızm yabancı tekellere açılmaması hakkındal ; Yabancı Sermayeyi teşvik yasası­ nın yürürlükten kaldınlması hakkında yasa teklifi; İşsiz­ lik Sigortası yasası teklifi; Tanmda ortakçılığı ve kira­ cılığı düzenleyen yasa teklifi; Araziye çıkan işçilerin yol­ luklannın arttınlması hakkında yasa teklifi; 275 sayılı ya­ sayı değiştiren yasa teklifi (Lokavtın kaldırılması, grev yasaklannın asgariye indirilmesi, hükümetin grev yasak­ lama yetkisinin sınırlanması hakkında) ; Muhtaç çiftçile­ re tohumluk verilmesi haklandaki yasanın büyük top­ rak sahiplerince istismar edilmesini önleyen yasa teklifi; Halk çocuklannın ilk öğrenim masraflannın Dev­ letçe üstlenmesi hakkında yasa teklifi; Köy Bölge Okulla­ n ile ilgili yasa teklifi; Emekçi halkın vergi yükünü hafif­ leten ve meydana gelecek gelir kaybını yabancı şirketler ile büyük gelir sahiplerinden almacak vergilerle kapatıl­ ması hakkında yasa teklifi; Tasarruf bonolannın kaldıni­ ması hakkında yasa teklifi, Türkiye İşçi Partisi'nin Meclise sunduğu kimi yasa teklifleridir. Bunlar arasında Yabancı Sermayenin yurdumuza elini kolunu saliaya saliaya gir­ mesine olanak veren yasanın yürürlükten kaldınlması için 162


sunduğumuz yasa teklifi de vardır. Bu önemli bir adımdı. Komisyonda reddedildi. Bu teklifin gerekçesini sunuyorum: Milli kurtuluş savaşı vermiş ülkelerde, bağımsızlık ve kalkınma bakımından en önemli engel olarak karşılarına yabancı sermaye dikilnıektedir. Çünkü yabancı sermaye az geli.Jmiş ve milli kurtuluş savaşı vermiş ülkelerin geliş­ nıelerini engellemekte birinci derecede yararı bulunan em­ peryalist ülkelerin nüfuzunun birer temsilcisidirler. Ya­ bancı sermaye şirketleri milli. bağımsızlık havasını yozlaş­ tırmakta, milli kalkınmayı yavaşlatıp engellemektedir. Büyük Atatürk bu gerçeği ilk gören de''let adamla­ rındandır. Bu maksatla kapitüldsyonları kaldırmış, yaban­ cı şirketleri millileştirmiştir. Yabancı şirketlerin millileşti­ rilmesi Atatürk döneminde birer bayram vesilesi sayılır, okullar tatil olunurdu. Ne yazık ki milli sermaye ile kal­ kınma yolunun isabeti daha sonraki dönemlerde gözden uzak kalmıştır. 1947 ve 1948'den itibaren yurdumuza nü­ fuz etmeye başlayan yabancı sermaye, 1954 yılında Demok­ rat Parti iktidarınca çıkarılan 6224 sayılı kanunla milli bün­ yemize yerleşmeye ve kendi memleketlerinin çıkarına siya­ sal etkiler yapmaya başlamıştır. Yabancı sermayenin yurdumuzdaki kapital ve yatırım eksikliğini tamamlayarak kalkınmaya yararlı olduğu da söylenemez. Devlet Planlama Teşkilatı gibi resmi kurum­ larca hazırlanan ayrıntılı raporlar bunu ispatlamakta ol­ dıığu gibi milli sanayiciler de yabancı. sermayenin milli ser­ mayedeırın yatırım alanlarına girerek milli ekonomiye za­ rar verdiğini sanayi kongrelerinde ısrarla beyan etmişler­ dir. Biz bu incelemeler ve beyanlara fazla bir şey üdve edecek değiliz. Telılifimiz milli sanayie ve bağımsız milli politikaya zararlı olacalı 6224 sayılı kanunun kaldırılmasını öngör­ mektedir. Halen yürürlükte o_ıan kanuna göre yurdumuza gelmiş bulunan yabancı sermaye bundan böyle genel ver­ gi ve kambiyo nizamı içinde çalışacaktır. Ancak pu du­ ı-umdaki sermayenin sahipleri Maliye Bakanlığı ile anla­ şarak, tesislerinin bedellerinin ödenmesi suretiyle tasfiye163


sini isteyebilirZer. Bu devletleştirmenin şartları Maliye Ba­ kanlığı ile sermaye sahipleri arasında pa.zarlıkla tesbit edi­ lecek ve 2,5 milyon lirayı aşan anlaşma ve pazarlıkıar, Tür­ lıiye Büyük Millet Meclisi'nin onayı ile yürürlüğe girecek­ tir. * ' Bugün Özal Hükümetii le doruk noktaya ulaştığına. ta­

nık olduğumuz Yabancı Sermaye ile işbirlikçilik politika­ sının tohumlan çok eskiden atılmıştır. Cumhuriyet döne­

minde bu politika çok partili rejime geçilmesi ile yeniden gündeme gelmiştir. 1960'lar ise, bugünü hazırlayan adım­ lann atıldığı yıllardır. Evet, Türkiye İşçi Partisi Yurt düzeyinde yoğun ve yay­

gın bir çalışma içinde idi. Kapalı salon toplantılan,

mi­

tingler, köy gazileri birbirini izliyordu. Halkın bize yakm­ laştığını görmek bize cesaret ve güç veriyordu.

Zor çok

zor bir davanın ardındaydık. Ekmek parası ile oy pusula­ sının aynı şey olduğunu emekçi insanımıza anlatmak ko­

lay olmuyordu, ama umutlar belirmişti. Genel Yönetim Ku­ rulumuzun

1968

Şubat'ı 'başında yaptığı toplantıyı açar­

ken bu konuya parmak basarken, Türkiye'de egemen sınıf durumunda olanıann bu gerçeğin açıklanmasından ne de­

rece. tedirgin olduklannı, korktuklannı ve bu korkunun onlan büsbütün Amerikanın kucağına ittiğini açıklamaya

çalışmıştım. Bu konuşmadan bölümler sunuyorum.

Halkın Ekmeği ve Hürriyeti İçin, Yani Gerçek Demokrasi İçin Direniyoruz: Türkiye İşçi Partisi Büyük Mecliste bir meydan sava­ şı vermektedir. Bu savaşı, halkın menfaatlerini, demokra­ siyi ve Anayasayı korumak için veriyoruz. Emekçilerin ek­ meği, ·işi, çocuklannın yarını için direniyoruz. Hükümet, Anayasanın 89. maddesini işlemez hale ge­ tirerek, muhalefeti figüran haline sokmak istiyor. 89. mad* TİP

164

Haberleri, ı Şubat 1968.


de Gensoru Önergeleriyle muhalefetin hükümeti denetle­ mesini sağlar ve çoğunluğun istibdadını bir ölçüde fren­ ler. Anayasanın bu teminatını doZaylı yoldan kaldırmak, parlamentoyu iktidarın buyruklarını tescile memur bir ka­ lem seviyesine indirmelı istiyorlar. Biz bunu önlemek için direniyoruz ve direnen tek mu­ halefet partisi biziz.»

Hitler'in Hatlı Anlayışı İle Demirel'in Demokrasi Anlayışı: Konuşmasına yukardaki sözlerle başlayan Aybar, hü­ kümetin maksadının yalnız seçim kanununu geçirmek ol­ madığını, 89. maddeyi işlemez hale getirmek suretiyle di­ lediği bir kanunu parlamentodan kolayca çıkarmak ola­ naklarına kavuşmak istediğini açıkladıktan sonra. serma­ ye güçleri karşısında emek güçlerinin bir denge kurma.sı ve bu dengeyi boyuna emekten yana dönüştürmesi demek olan Demokrasinin, parlamentoda muhalefetin, özellikle sosyalist muhalefetin dengelernesiyle gerçekleştiğini l>elir­ terek konuşmasına şöyle devam etmiştir: cSayın Başbakan'ın demokrasi anlayışı son derece ilkel; o derece ilkel ki, Hitler'in veya Mussolini'nin halk ve çoğun­ luk anla.yışları ile sayın Demirel'in «sandıktan çıkma... tezi areısında hiçbir fark yoktur. Hitler ile Mussolini de büyük çoğunlukların desteğini ka.­ zanmışlardı. Referandumlarda Alman halkının % 90'ından çoğu Hitler'e 'evet' demiştir. Ama bu çoğunluk ne Hitler'i, ne de Alman halkını kurta.rdı. Demokrasilerde azınlığın, ço­ ğunluk olma olanakları bir hak ve hürriyet olduğu için değer taşır. Gene demokrasilerde 'hayır!' demek ve bu 'hayır'ı geçerli kılacak olanaklara sahip olmak da bir hak­ tır. Meseleyi Türkiye gerçekleri içinde görelim. Henüz sı­ nıf bilincine tamamen varamadığı için gerÇekleri göreme­ yen halkımızdan, milyonlarca lira. ha.rcanıp, aldatıcı, göz 165


boyayıcı bir propagandayla oy avcılığı yapılmaktadır. Böy­ le toplanmış bir oy çoğunluğunu ileri sürerek, bir de mu­ halefeti figüran haline getirecek tedbirler alınacak olursa Demokrasiden eser kalmayacağı muhakkaktır. Yüzlerce yıl halkı politika dışında bıra�ılmış, fakat dev­ let tecriibesi büyük olan Türkiye'de halkın uyanışı, bilinç­ tenişi -son derece hızlı oluyor. 1950'de merkezci, tekelci, ce­ berrut Osnıanlı Tipi Devlet yönetimint devirmiş olan hal­ lıımız Komprador Tipi Demokrasi'yi de elbet kısa zamanda düşürecektir. Demokrasi elbet halk çoğunluğunun rejimidir. Ama bu çoğunluk, halk için ve halk tarafından bir yönetim için gereklidir. Yoksa halk tarafından olmayan, halk için değil, kompradorlar, ağalar için olan bir çoğunlukla demokrasi, ancak halkın sırtında oynanan bir oyun olmaktan öteye geçemez. Biz, demokrasinin bir halk yönetimi; soyguna, sömü­ rüye karşı emekten, emekçiden yana bir rejim olduğunu bilerek Büyük Mecliste tek gerçek muhalefet partisi ola­ rak, ağalar - kompradorlar iktidarının tertiplerine karşı tek başımıza savaşıyoruz. Bazı hallerde kanunların çıkma­ sı için değil, çıkmaması için direnmek bir milli vazifedir. Türkiye İşçi Partisi, seçim kanununu ve giderek Anayasa­ yı değiştirmek teşebbüsleri karşısında bilinçte ve cesaretle direntyor, milli menfaatlerimizi konıyor. »

Amerika - Yunanistan - Türkiye : Konuşmasına devam eden Aybar, AP iktidannın bu zorlamalara neden lüzum gördüğünü açıklamıştır. Ağa komprador - Amerikancı bürokrat üçlüsünün, Amerikanın Türkiye' deki mevcudiyeti ile ayakta durahildiğini söyleyen Mehmet Ali Aybar, cseçim kanunu ve Anayasayı değiştir­ me doğrultusundaki zorlamaları, Ameril?.anın dünya hege­ monyası planlanndaki başarısızlıktarla açıklamak gerekir• diyerek sözlerine şöyle devam etmiştir: 166


«Arap - İsrail savaşı, Amerikanın tahmin etmediği bir sonuç vermiş ve Sovyetler Birliği'nin Ahdeniz' e inmesine yol açmıştır. Askeri uzmanların ifadelerine göre, İskent;le­ riye'yi sık sık ziyaret eden Sovyet Deniz kuvvetleri, Ame­ rikan 6. filosunun gerek savaş, gerekse tehdit gücünü den­ gelemiştir. Mısır silahlı kuvvetlerinin donatım- ve eğitimi artık tamamiyle Sovyet uzmanlarına bırakıldığı-ndan, Or­ tadoğunun bu son derece önemli bölgesinde, denge Sovyet Rusya lehine bozulmuştur. İngilizlerin Aden' den kuvvetle­ rini geri çekme kararı almaları da Amerikanın durumunu büsbütün güçleştirmiştir. Haritaya bir göz atılırsa manzara şöyle görünmektedir: Suriye'de sosyalist bir hükümet iş başındadır. Mısır'ın durumunu belirttik. Hiçbir A rap devleti, hatta Suudi Arabistan, hatta Ku­ veyt, Amerika ile yakın ilişkiler kurmaya cesaret edeme­ mektedir. Amerikan dışişlerince ortaya atılan Orta Doğu Paktı fikrini hepsi reddetmişlerdir. Amerikanın gerek stra­ tejik, gerek ekonomik çıkarları iyice tehlikeye düşmüştür. Gözlerimizi Uzak Doğuya çevirelim. Amerikanın yenil­ gisi daha açık olarak görülmektedir. Vietnam'a saldırı ve tırmanma politikası Anıerikaya çok pahalıya malolmaya başlamıştır. Kuzeye tırmanırken Amerika şimdi Saygon'da elçiliğini korumak durumuna düşmüştür. Kuzey Kore, kü­ çücük pir devlet; Anıerikaya meydan okumaktadır. Kara sulannda casusluk yapan Amerikan savaş gemisini suçüs­ tü yakalamış, Amerikanın tehditlerine aldırmadan bağım­ sız, haysiyetli bir devlete ne yakışırsa · onu yapmaktadır. Çin'e gelince, Amerikan emperyalizminin Asya'da uykula­ rını kaçıran asıl odur. Mc Namara son konuşmasında orta menzilli nükleer Çin füzelerinin çok kısa zamanda operasyonel hale geleceğini ve Sovyetlerin kıtalar arası füzelerinin sayısını iki katına çıkardıklarını açıklamıştır. Ama Amerikanın Sovyetlerden dört kere daha güçlü oldu­ ğunu da sözlerine eklemiştir. Dört kat daha güçlü olmasının Vietnam'da, Kore'de ne­ ye yaradığını Mc Namara'dan sormak gerekir. Hem Viet167


nam'la kıyaslanırsa, bu dört kat değil şüphesiz yiiz kat, bin kat şeklinde beliren bir güçlülüktür. Ama bu gücü el­ çiliğini korumaya veya Pueblo'yu kurtarmaya hiç de yet­ miyor. Vietnam'da yenildi mi, - ki yenilecektir - Amerika' nın dünya hegemonyası planları suya düşecektir. Yeni bir hamle yapabilmesi için bütün bu bölgede iki üssü kalmış­ tır: Türkiye ve Yunanistan. . Oysa Yunan halkı Amerikancı albaylar cuntasına bo­ yun eğmeyecek tir. Türkiye'de ise halkımız ikinci milli kur­ tuluş mücadelesini vermektedir. Türkiye ve Yunanistan'ın Amerikan nüfuzundan çıkmamaları için Vaşington sonu­ na kadar direnecektir. Yunanistan'da Sol'un önü bir hü­ kümet darbesiyle kesildi. Türkiye'de Amerika'ya satılmış asker yoktur. Bundan dolayı Amerika başka yollar aramak zorunda kalmıştır. Amerikan planının şu olduğu anlaşılmaktadır: Seçim kanunu değiştirilecek; üçte iki çoğunlukla iktidara gele­ ceği tahmin edilen AP, sosyalizme açık demokratik Ana­ yasamızı yürürlükten kaldıracak, Türkiye'de «Saygon de­ mokrasisi» kuracaktır. Bundan başka sosyalizmin, demok­ rasinin yolunu kesmek için adi polis tertiplerine de giriş­ meleri, halkı sindirrnek için geniş tevkifZere başvurmaları da ihtimal dışında değildir. Ağalar - kompradorlar - Amerikancı bürokratlar üçlüsü­ nütı Amerika hesabına oynamak istedikleri oyun budur. Ama ne yapsalar nafiledir, buna izin verilmeyecektir. Türlıiye İşçi Partisi'ne verilmiş oyları seçim kanununu değiştirerek Adalet Partisi'ne aktarmak, ne ikinci milli kur­ tuluş savaşımızı, ne sosyalizm akımını durdurabilecektir. Tersine, oylarının saptırıldığını ve parlamentoda temsil edilmediğini gören halkla Amerikan emperyalizmi, ağa­ lar - kampradarlar ve Amerikancı bürokratlar arasındaki zıtlaşma, temel çelişi büsbütün derinleşece�. haksız aylar­ la iktidarda bulunanlar tutunamayacaklar ve bizi kurtu­ luşa, sosyalizme götüren yol daha da kısalacaktır.,. 168


Aybar, daha sonra NATO'nun ve ikili anlaşmaların mil­ li güvenliğimiz, bağı.msızlığımız ve haysiyetimizde açtığı derin rahneler üzerinde durarak, «Güvenliğimizi NATO içinde sağlıyoruz; NATO bize faydalıclır, diyenlerin, Vietnam ve Pueblo olaylarından son­ ra ne düşündüklerini öğrenmek eğlenceli olacaktır,,. dedik­ ten sonra, Türkiye'nin milli savunma politikasını, milli kur­ tuluş savaşı gereklerine göre temelden değiştirmesi , gerek­ tiğini açıklamıştır. Genel Başkan Aybar, Türkiye sosyalizminin özellikle­ rini belirterek konuşmasını bağlamıştır. Aybar'ın ·Türkiye Sosyalizminin Özellikleri» ve «İşçi Sınıfının Öncülüğü» konularına değinen ve daha sonra ıo Şubat Pazar günü Ankara İl Başkanlığı'nın düzenledi­ ği bir konferansta da tekrarladığı konuşmasını, önümüz­ deki sayıda tam olarak yayımlayacağız.,.* Ulusal bağımsızlık için savaşımı doruk noktasına

karmıştık.

Her yerde, her konuşmada

kiye'deki varlığına karşı

çıkıyorduk.

çı­

Amerika'nın Tür­

Deniz feneri

gibiy­

dik. Karanlıklarda sürekli çakıyorduk. Taşlı sopalı saldı­ rılar; Cumhurbaşkanının ve hükümetin komünistlik suçla­ malan Türkiye

İşçi Partisi'nin ilerlemesini

durdurmaya

yetmiyordu. Maya tutuyordu. Aslında bu, demokrasiye ya­ vaş yavaş ısınmamızı simgeleyen bir olaydı.

İki kanatlı

demokrasi ilk kez gerçekten uygulanmaya başlıyordu. Sal­ dırılar bunun doğum sancılarıydı.

TİP, AKDENİZ İLERİCİ PARTİLER KONFERANSINDA Türkiye İşçi Partisi, Russell Mahkemesi dolayısıyla yurt dışında da tanımaya başlamıştı. Lellio Basso ile tanışma­

mız, dost olmamız TİP'in Akdeniz ilerici Partiler Konfe­

ransına çağrılmasına yol açtı. Lellio Basso tanınmış bir

* TİP Haberleri, 16 Şubat 1968. 169


Devletler Hukuku hocasıydı. İspanya içsavaşında Franko­ ya karşı dövüşmüştü. İtalyan Sosyalist Proleter Birliği Par­ tisi kurucularındandı. TİP Roma konferansına bu partinin çağrılısı olarak katılmıştı. Kqnferansın 22-23 Ocak 1958 günlerindeki hazırlık toplantısına katılmak üzere Genel sekreter Rıza Kuas ile Merkez Yürütme Kurulu üyesi Sa­ dun Aren, Roma'ya gönderildi. Roma'dan dönen arkadaşla­ rımız Basma şu açıklamayı yaptılar: 1 Partimiz bahis konusu toplantıya İtalyan Sosya­ list Partisi tarafırıilan ve bir üyeleri gönderilmek suretiyle davet edilmiştir. Bu zatla yapılan konuşmalarda toplan­ tının Akdeniz'i emperyalist üsler ve müdahalelerden ann­ dırmak ve böylece Akdeniz'i bir banş gölü haline getirmek hedefini güttüğü tesbit edilmiştir. -

Bilindiği gibi Partimiz öteden beri emperyalist üsleri ve müdahaleleri memleketimizin bağımsızlığı, emniyeti ve demokratik bir ortam içinde hızla kalkınması için en bü­ yük bir tehlike olarak görmekte ve buna karşı devamlı bir mücadele vermektedir. Aynca toplantıda Kıbrıs meselesi­ ninde bahis konusu edileceği düşünülmüştür. Bunlardan ötürü Partimizin toplantıya iştirak etmesinin, mahsurlu olmak şöyle dursun, memleketimiz için yararlı olacağı so­ nucuna vanlmıştır. 2 Toplantının maksadı, Akdeniz'deki bütün antiem­ peryalist ve barışçı güçlerin iştirak edecekleri büyük bir konferansın gündemini hazırlamaktı. Tespit edilen günde­ min tam metni ilişik,tedir. -

Toplantıya Akdeniz'de kıyısı olan 11 memleket­ 3 ten 15 Parti iştirak etmiştir. Bunlann dört tanesi Komünist Partisi'dir. Fransız Komünist Partisi de bir müşahit gön­ dermiştir. Diğer 10 Parti, Arap devletlerinin Milli Kurtu­ luş Partileri ile Sosyalist Partilerdir. -

4 Toplantı 'Gizli' değil. 'Kapalı' olmuştur. Kapalı ol­ masının nedeni de ihzari mahiyette olması ve özellikle kon­ feransa davet edilecek diğer kuruluşlar hakkında, üyelerin bu kuruluşlan incitebilecek sözler söylemeleri ihtimalidir. -

170


Nitekim 3 ay kadar sonra toplanması kararlaştırılan asıl konferans açık olacaktır. s - Toplantıda Partimiz aJ?.tif bir rol oynamış, Ame­ rilaan emperyalizmi, NATO, Arap-İsrail Savaşı, Kıbrıs ve faşizm hal?.kında kamuoyumuz tarafından iyice bilinen fi­ ki-rlerini açıklamış -ve gündemin tespitinde katkıda bulun­ mu-ştur. 6 - Toplantıda Kıbrıs meselesi tarafımızdan ortaya atılmış ve çözümün «üslerden ve askerlerden a rınmış, ta­ rafsızl_aştırılmış, güvenliği milletlerarası garantiye bağ­ lanmış bağımsız ve federatif bir Kıbrıs-. olacağı ifade edil­ miştir. Türkiye İşçi Partisi, devlet olarak da, Parti olarak da yüzde yüz bağımsızlığı herşeyin üstünde tutar. Görüş ve fikirlerini yurt içinde de yurt dışında da aynı açıklık ve samirniyetle savunur. Dostun ve düşmanın bunu böylece bilmesi lazımdır. Hazırlık toplantısında saptanan gündem de şu idi: - Arap memleketlerine karşı yapılmış olan İsrail sal­ dırısının sonuçlarını ortadan kaldırmak, işgal edilmiş top­ raklardan askerlerin çekilmesi, özellikle Filistin halkının haklarını garanti eden bir çözüm: - Yunanistan, İspanya ve Portekiz'deki faşizmle ve halkların serbest gelişmelerine ve demokrasiye karşı ya­ pılacak dış müdahalelerle mücadele etmek. - Akdeniz'deki NATO üslerinin ve diğer Amerikan üslerinin kaldırılması, 6. fiZonun çekilmesi, Atlantik Paktı ve Akdeniz memleketlerini Amerikan emperyalizmine bağ­ layan bütün diğer paktlarla mücadele etmek. - Ekonomik ve sosyal alanda yeni ilişkiler için gay­ ret etmek, sömürgeciliğin ve yeni sömürgeciliğin her çeşi­ diyle mücadele etmek. Akdeniz Ülkeleri herici Partiler Konferansı 1968 Ni­ san'ında Roma'da toplandı. Partimiz adına gene Genel Sek­ reterimiz Rıza Kuas'la Prof. Sadun Aren katıldılar. Ayrı­ ca Roma'da bulunan Merkez Yürütme Kurulu üyesi Behi­ ce Boran'a da yetki verildi, yanılmıyorsam. Rıza Kuas ve 171


Sadun Aren arkadaşlanmız, ı 7.4.1968 günü Basma şu açık­ lamayı yaptılar: «Roma konferansına katılmamız Partimizin barışçı bir dünya kurulması için öteden beri izlediği anti-emperyalist ve milli bağımsızlık politikasının tabii bir icabıdır. Çünkü Roma Konferansı; Akdeniz'i Amerikan emperyalizminin ta­ sallutundan kurtarmak ve giderek bu bölgeyi bütün aske­ ri bloklar ve ya_bancı kuvvetlerden arınmış bir barış gölü haline getirmek için toplanmıştır. Konferansı-n. nihai bildirisinde Amerikan emperyaliz­ minin Akdeniz'den çekilmesi lüzumu belirtildikten sonra aynen şöyle denmektedir: 'Bu, Akdeniz'de yeni bir devrin başlangıcının ön şar­ tıdır. Böylece Akdeniz bir barış ve işbirliği, nükleer siltih­ lardan, askeri blok ve üslerden arınmış, askeri ittifaklar­ dan çıkmış bir bölge olacak ve burada yaşayan halklara barış ve bağımsızlıkları garanti edilmiş olacaktır.' Memleketimizin menfaatlerini Amerika ve Rusya'yı ay­ nı uza1ılıkta tutan bağımsız bir dış politika izlemekte gö­ ren Türkiye İşçi Partisi, yukanki metni şu şekilde anla­ dığını ayrıca zabıtlara geçirmiştir. Yaptığımız ve zabıtla­ ra geçirttiğimiz müdahale aynen şudur: 'Biz bu paragrafı şöyle anlıyoruz: Akdeniz'de Sovyet Donanmasının mevcudiyeti de şayanı arzu değildir. O da Akdeniz'den çekilmelidir. Bunun şartı 6. FiZonun ve diğer Amerikan askeri güçlerinin Akdeniz'den çekilmesidir. Tür­ kiye İşçi Partisi; ewelce de ifade ettiğimiz üzere, bloklar dışı kalma lehindedir ve emniyetini askeri blokların kuv­ vet dengesinde değil, blokların lağvedilmesinde veya Ak­ deniz'den çekilmesinde bulur.' Türkiye İşçi Partisi hakkında her türlü tezvir, yalan ve iftiraya başvurarak kamuoyunu bulandırabileceklerini sanan çevrelerin bu son yalanlan da böylece yüzlerine çar­ pılmıştır. Bu çevrelerin en büyük derdi, sıkıntısı ve endişesi, Tür­ kiye İşçi Partisi'nin yurdumuzun mutlak bağımsızlık ko­ nusunda gösterdiği titizlik ve bu alanda kamuoyunu ken172


di etrafında toplayan başarılı çalışmalarıdır. Baldırı ve if­ tiraların asıl nedeni budur. Fakat Amerikan emperyalizmi ve onun yerli ortakla­ rı şunu iyice bilmelidir ki, Türkiye, İkinci Bağımsızlık Sa­ vaşını da kazanacak ve ne Amerika'nın, ne Sovyetlerin, ne de herhangi pir yabancı devletin bayrağı Türkiye'de dalgalanmayacak tır. " .. Türkiye İşçi Partisi dışpolitikada ilke olarak iki sü­ per devletten, yani ABD ile SSCB'den, aynı uzaklıkta iliş­ kiler sürdürilimesini kabul etmişti. Bu ilkenin doğal sonu­ cu olarak Roma Konferansı'nın yayımladığı bildiriyi bu doğ­ rultuda

anladığımızı belirten bir

kaydı

tutanaklara

ge­

çirttik. Akdeniz Konferansı'na katılma·mız

iktidar

partisinin

yeni iftiralanna, yeni suçlamalarına neden olacaktır. 1968 bütçesi dolayısıyla yaptığı konuşmada, İçişleri Bakanı Sü­

kfı.n, Roma'daki toplantının gizli bir toplantı olduğunu ve komünist partileri ile aşın sol partilerin katıldığı bu top­ lantının amacının, Akdeniz'de Amerika'ya karşı bir birle­ şik cephe oluşturmak olduğunu söyleyecek ve bu vesiley­ le

TİP'in Moskova'dan emir alan bir kuruluş olduğunu bir

lmz daha vurgulayacaktır. Bütçe konuşmalannı ele aldığı­

mızda bu konuya yeniden değineceğiz. Şimdi 1967 yılının demokrasi Devrimci

bakımından

kuşkusuz

İşçi Sendikalan

en ' anlamlı

Konfederasyonu'nun

olayı

olan

lDİSK> in

kuruluşundan söz etmek istiyorum.

DEVRİMCİ İŞÇİ SENDiKALARI KONFEDERASYONU miSKl TİP'i kuran sendikacı arkadaşlarımız,

Türk-İş'in tutu­

mundan giderek rahatsız olmaya başlamışlardı. Yeni bir konfederasyon kurma düşünü zihinlerde yol alıyordu. Sen­ dikacı arkactıışlar Türk-İş'in

hiçbir

işe

yaramadığı,

işçi

* TİP Haberleri, ı Şubat 1968 ve 16 Nisan 1968. 173


haklannı savunamadığı kanısındaydılar. Sonunda partinin ilkeleri doğrultusunda bir konfederasyon kurulmasını ka­ rarlaştırdılar.

1967'nin Ocak ayındaydık.

Kuas,

Türkler,

Güzelce eve geldiler. Kuracakları konfederasyonun partiye bağlı olması elbet söz konusu değildi. Yasa buna olanak vermiyordu zaten. Ama ben organik bağlılığa ilke olarak karşıydım. Partinin egemen bir merkez olmasını doğru bul­ muyordum. İlkelerde birleşrnek yeterliydi. Bizim işimizle sendikaların işi ayrıydı. Kuas, Türkler ve Güzelce ile ilke­ ler üzerinde anlaşınanuz zor olmadı. TİP'li olarak hepimiz bağlıydık. Yeni konfederasyon tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesine dayalı ve sınıf uzlaşmacı­

aynı ilkelere

lığına karşı çıkan bir yol izleyecek, sınıf sendikacılığı ya­

Demokrasinin kök salması, tabana malolması ba­ kımından da, sendikacılann girişimlerini önemli bir katkı olarak değerlendiriyordum. Sınıf sendikacılığı Türkiye İşçi Partisi'nin siyasal savaşımını tamamlayacak, Türkiye'de Sağ ve Sol kanatlı. demokratik rejime işlerlik kazandıra­ caktı. Demokrasiyi kurmanın başka yolu yoktur. Halk bu pacaktı.

rejimi

benimseyip

savunmadıkça

demokrasi

Bey Takımı

arasında bir 'tahterevalli'den ileri gidemez. Her şeyin tepe­ den inme buyruklarla yürütülmek istendiği ülkemizde, de­ mokrasi de aynı yoldan kurulmaya kalkışılınıştır. Türkiye İşçi Partisi buna karşı savaşım veriyordu. Bu yapay uy­ garlıkçılığa karşı çıkıyorduk. Halkın sahip çıkmadığı sos­ yal hareketlerin yozlaşacağını tarihimiz kaç kez kanıtla­ mıştı. Ama aynı çıkmaz yolda ısrar ediliyordu. Elbet bu­ nun da nedenleri var. Her ne ise, sendikacı arkadaşlan­ ınız önce

Sendikalararası Dayanışma

( SADA)

örgütünü

kurdular. Bu adıını kısa bir süre sonra .DİSK'iiı kuruluşu izledi. 12 Şubat 1967'de Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda­ İş ve Türk Maden-İş

sendikalan

kongrelerini

toplayıp,

DİSK'in kurulması için karar aldılar. Ve sendikalan adı­ na hareket eden Türkler, Kuas, Güzelce, Nebioğlu ile Alp­ dündar 13 Şubat 1967 günü, yani TİP'in kuruluşunun al­ tıncı yıldönümünde, DİSK'in tüzüğünü ve kuruluş bildir­ gesini İstanbul Valiliğine verdiler. Kurucular Basma yap-

174


tıklan açıklamada: 1872'de Tersane işçilerinin Babıali'ye yürüyüşünden beri haklan için savaşım veren işçi sınıfı­ nın tüm haskılara karşın bu savaşımını aşamalardan ge­ çerek sürdürdüğünü vurguladıktan sonra, açıklamalarını şu sözlerle bağlıyorlardı: «Türk işçi sınıfının tüm çıkarları, hakları ve özgürlükleri ve de onuru için bi;- araya geldik. Emperyalizmin, devletimizin ve milletimizin hayatına ye­ niden kasdetme çabalarının ve bir avuç aracının, kapkaç­ çının ve sömürücünün bu çabalara katıldığını gören biz­ ler, Büyük Atatürk'ün 1921'de ilan ettiği gibi 'bizi mahvet­ mek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapita­ lizme karşı' savaşmaya and içmiş sendikacılarız. * DİSK, işçilerin haklarını sonuna kadar savunmak ka­ ran ile kurulmuştu. Gerçekten, ödün vermeden savaşım vermeye kararlıydı. Batılı ülkelerdeki sendikalar gibi ödün­ süz bir sınıf sendikacılığı yapacaktı. Ne var ki, herşeyi ki­ taba uydurma alışkanlığı içinde olan bir ortamda, bu ko­ lay bir iş değildi. Sermaye çevrelerinin istediği TÜRK-İŞ gibi bir sendikacılıktı. Yani kağıt üstünde demokrasiye uy­ gun bir sendikacılık. Oysa DİSK alışılmadık bir savaşım örneği verecekti. Toplu sözleşme masasında dişe diş dövü­ şüyor. Greve gidiyor. Patronlann grev kırma girişimlerini işyerini boşaltınayarak sonuçsuz bırakıyordu. DİSK işçile­ re diledikleri sendikayı serbestçe seçmeleri olanağını da. getiriyordu: Gizli oy, açık sayım ilkesine dayalı referan­ dum uygulamalan hızla yaygınlaşıyordu. Tabii bu başa­ rılar türlü zorluklar göğüslanerek elde ediliyordu. Nite­ kim işveren çevreleri günün iktidarını sendikalar yasasını. istekleri doğrultusunda değiştirmek için harekete geçirmiş­ ti. DİSK böylece etkisiz hale getirilecekti. Durumu pro­ testo için DİSK İstanbul'da görkemli bir miting düzenledi. Miting sorumsuz kişilerin araya girmesi ve belki de gö­ revli provokatörlerin kışkırtmalan ile, 15-16 Haziran olay­ lan diye anılan şiddet olayianna yol açtı. DİSK yönetici­ leri tutuklandılar. Sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı· lar ve sonunda aklandılar. ..

* Disk Nedir, Disk Yayınlan, S. 14, İst. 1979.

175


Kemal Türkler kişisel yönetime eylimli bir başkandı. Bu önemli bir kusurdur kuşkusuz. Ama akıllı, yürekli, ka­ rarlı bir başkan olmuştur. Ödün vermeyen savaşımı yaşa­ mına malolmuştur: faşist komandolar tarafından

öldürü­

len Kemal Türkler'i burada saygı ve sevgi ile anıyorum. 12 Eylülden sonra DİSK yöneticileri yine Sıkıyönetim

Mahkemesine verildiler. Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar, Ali Rıza Güven, Celal Küçük, Kemal Nebioğlu CTİP kuru­ cularından) , Mukbil Zırtıloğlu, birlikte

Tuncer

Kocamanoğlu ile

52 yönetici hakkında 'ölüm cezası' istemi ile açı­

lan dava, dört yılı tutuklu olmak üzere, hala sürmektedir.

iddianamenin sanıkiara yüklediği suç:

«Marksist-Leninist illegaZ bir ihtilal örgütünün üyeleri olarak işçi sınıfının iktidanna dayalı proletarya diktatörlüğü kurmak, prole­ tarya sosyalizmini gerçekleştirmek amacıyla, işçi sınıfı­ nın siyasi örgütü durumuna gelmiş bulunan DİSI{ öncü­ lüğünde diğer emekçi ve ortak katmanlarla birlikte dev­ let nizamını, anayasa düzenin_i, devletin temel kuruluşla­ rııır ihtilalci yöntemlerle yıkmaya teşebbüs ettikleri, yu­ lıarda tafsilatlı olarak belirtilen ve açıklamalan yapılan delillerden anlaşılmış olduğundan, fiil ve hareketlerine uyan Türk Ceza Kanununun 14611 maddesi gereğince ayn ay n .tecziyeleri, Kısa adı DİSK olan Devrimci İşçi Sendikalan Konfede­ rasyonunun 1402 sayılı yasanın 15/1 . maddesi delaletiyle 274 sayılı sendikalar yasasının 30/4. maddesi gereğince ka­ patılması, L . J kanun adına talep ve iddia olunur * ...

* iddianame, s. 815-817, 25.6.1981. 176


BEŞİNCi BÖLÜM KOCA AP GURUBUNUN BİR AVUÇ TİP'LİYE SALDlRlSI. . .



1968 bütçe konuşmalan elektrikli bir hava içinde baş­ ladı. Tural paşanın emirnamesi ile ilgili gensoru önergemiz AP'lileri tedirgin etmişti. Bütçe konuşmalanna hazırlıklı gelmişlerdi. Gurubumuzun sesini kesrnek için bir plan ha­ zırlamışlardı. Planlan bir yıl önceki bütçe konuşmalann­ da uyguladıklan taktiğin aynısı idi: Partimizin Moskova' dan emir aldığı ileri sürülecek, 1960 yılında Moskova'da toplanan komünist partilerinin yayımladıklan bildiri ile bizlerin konuşmalarımız arasında paralellikler olduğu id­ dia edilecekti. Ama bu kez İçişleri Bakanı'nın yapacağı kış­ kırtıcı konuşmaya AP'li milletvekillerinin TİP'lilere saldır­ ması, kavga çıkarması ve TİP'lileri, sille tokat salondan at­ malan eklenmişti eski plana . . . İçişleri Bakanının konuşma­ sında Doğu Mitingleri, Akdeniz ilerici Partiler Konferansı özellikle üzerinde durulan ve TİP'in dışardan emir aldı­ ğını kanıtlayan olaylar olarak ele alınmıştı.

Bütçe konuşmalannda artık kanıksadığımız suçlamala­ ra, sözlü saldınlara tanık olacağımızı düşünüyorduk. Ama böylesine alçakça bir tertip ve saldırıyı beklemiyorduk. İki­ yüz kişilik bir kalabalığın, ondört kişiye saldırması gibi küçültücü, üstelik akılsızca bir davranışı, Adalet Partili karşıtıanınıza bile yakıştırmamıştık.. Kaldı ki, böyle bir saldınyı tahmin etseydik, durumda ne değişirdi? Hiçbir şey. Bu akıldışı ve yakışıksız saldınyı TİP'liler göğüslemakle gö­ revliydi ve öyle yapıldı. . . Konuşmalar Maliye Bakanı Cihat Bilgehan'ın 1968 büt­ çesini sunuş konuşması ile başladı. Maliye bakanından son­ ra CHP adına Bülent Ecevit, GP adına Tuhan Feyzioğlu,

179


MP adına Seyit Faruk önder, YTP adına Kasım Küfrevi söz aldılar. Küfrevi' den sonra TİP adına Sadun Aren ko­ nuştu.

Son konuşmacı AP adına Mesut Erez'di. Aren'in

konuşmasından bölümler sunacağım. Ancak daha önce sa­ yın Küfrevi'nin konuşrpası üzerinde durmak istiyorum. Ağ­ n milletvekili Kasım Küfrevi Aşiret Başkanı ve İstanbul

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerindendi. Kül­ türlü, zeki, ince bir insandı. Yeni Türkiye Partisi Gurubu

adına yaptığı konuşmada Türkiye İşçi Partisi'nin Program ve tüzüğüne dayanarak ilginç bir eleştiri ortaya koydu.

1961 Anayasasının Türk milleti için getirmiş olduğu dü­ zenin ne olduğunu açıklayarak konuşmasına başlayan Küf­ revi,

«düzen değişmelidir» sloganının siyasal yaşamımıza

Türkiye İşçi Partisi tarafından sokulduğunu belirterek, dü­

zen değişikliğinden TİP'in ne anladığını, Partimizin Mark­

sizmle ilişkileri açısından değerlendirmeye çalıştı. Küfrevi konuya şöyle girdi:

«Bu itibarla evveld yüksek müsade ve müsamahanıza iltica ederek ilmi sosyalizmin anameselelerini ve doktrin­ lerinin ne olduğunu kısaca arzetmek istiyorum. L.J Marx' tan evvel de sosyalistler gelmiştir, Marks'tan evvel de bu­ lundukları düzende huzursuzluk duyarak düzeni değiştir­ mek isteyen karakterler zuhur etmiştir. Fakat Marks'a ka­ dar düzenin değiştirilmesi teşebbüslerinde muvaffakiyet­ sizlikler elde edilmesi Marks tarafından bazı prensiplerin vazedilmesini icabettirmiştir. ( .. .J Bilhassa Paris Komünü­ ne yazmış olduğu mektupta ve aynı zamanda da Komünist Manifestosunda işaret ettiği vechile bu noktaları eleştir­ miş ve kendi vazetmiş olduğu mezhebin anaprensipZerin­ den biri haline getirmiştir. ( .. .J Sosyalistler herşeyden ev­ vel burjuva sınıfını ortadan kaldıracaklardır. Burjuva sı­ nıfının dayanmış olduğu kapitalist ekonomiyi ortadan kal­ dıracaklardır. C . J Şuhalde burjuva sınıfının karşısında bu­ lunan bir sınıfa dayanmalı, onu güçlendirmeli, burjuva .

sınıfının karşısına onu çıkarmalı ve böylece burjuva sını­ fının islah edilmesi imkanı hasıl olur ve bunun husulüne çalışıımalı diyor. İşte Marks'ın aksiyon diye vasıflandı·

180


rılan hareket noktası budur. İşçi sınıfı Marks'a nazaran güçlendirilecek, ayaklandınlacak, burjuva sınıfını devire­ cek ve burjuva sınıfının dayandığı ekonominin yerine Marks'ın bilimsel düzeni gettrilip oturtulacak. İşte bu kı­ sım Marks'ta teoride ihtilal olarak tavsid edilen kısımdır.,. Bu girişten sonra Kasım Küfrevi bilimsel sosyalizmle, TIP'in programı arasındaki bağlantılan araştınyor ve şun­ lan söylüyor: «İşçi Partisi'nin program ve tüzüğüne baktığımız va­ kit bir büyük anlayışta Marks'tan ayrıldığını görüyoruz. İşçi Partisi'nin programında ve tüzüğünde aksiyon mevcut değildir. Marks'ın tespit etmi.J olduğu hareket, ayaklanma, ihtilal aksiyonu mevcut değildir. Bu görüş İşçi Partisi'nin bahis konusu ettiğimiz dökümanlarında işçi ve emekçi sı­ nıfına hitabederek, onları örgütlayerek seçim yoluyla ikti­ dara gelme şeklinde tecelli etmiştir. Şu halde büyük bir noktada İşçi Partisi Marks'tan ayrılmaktadır. Marks'ın pi­ limsel sosyalizminin aksiyon safhasında Marks'tan ayrıl­ maktadır. LJ İşçi Partisi'nin dökümanlarında materyaliz­ me makam verilmemiştir. L.J Aksine Anayasanın vicdan hürriyetine ait hükümleri en ·tatlı bir ifade ile cazip bir şekle getirilmek suretiyle o dökümana ·ı�azedilmiştir. I...J İktf,sadi yönden 500 dönüm kadar bir araziyi kabul etmek suretiyle mülkiyeti kabul etmiştir. Fakat mülkiyet konusuna geldiği­ miz vakit de, tüketim araçlannda özel mülkiyet, üretim araçlarında, istihsal araçlarında lıamu mülkiyeti p;ensibini benimsemiş olduğunu görüyoruz. İşte bu noktada bilimsel sosyalizmin en esas ekonomik görüşüne sadık bir program olarak tecelli ediyor. L.J Biran için tüketim araçlannda özel müllıiyet, üretim araçlannda kamu mülkiyetini kabul eden bir ekonomi, 500 dönümlülı bir toprakta mülkiyet yo­ luna gitse dahi, istihsal araçlarını kamulaştırdığına göre, zamanla bu mülkiyetin bir istihsal unsuru olarak mülkiyet vasfının kaybalacağı kendiliğinelen zahir olur. Yine özel te­ şebbüse kendi programında yer verdiğine göre; özel teşebbü­ sün dayanmış olduğu artı değer hükmünün tamamıyla aley­ hinde olduğuna göre �e üretim araçlarını özel teşebbüsün ısı


elinde bulunduramayacağına göre, özel teşebbüsün zaman­ la ortadan kaybolup gittiğini söylemek mümkündür: Bu iti­ barla bilimsel sosyaliznı ister aksiyon yönünden Marks'a da­ yansın ister dayanmasın, hangi yönden ele alınırsa alınsın, Türk toplumu için mutluluk getirici bir düzen olarak ka­ bul edilemez kanaatindeyim. Bilimsel sosyalizmin bütün yön­ leri ile YTP olarak karşısındayız.• Sayın Küfrevi daha sonra CHP'yi ve bu partinin «dü­ zen değişikliği,. konusundaki tutumunu ele alınış, kimi Halk Partililerin TİP'in sloganlannı tekrarlamaktaki ısrar­ larının sonuç olarak CHP oylannın Türkiye İşçi Partisi'ne kaymasına yol açacağını belirterek, CHP'nin düzen deği­ şikliği isteminin kapitalist düzen içinde bir iyileştirme an­ lamına gelmesi gerektiğini ileri sürerek sözlerini şöyle bağ­ lamıştır: " L .J bilimsel sosyalizmin tabiri ile demokratik sosya­ lizmin kurulmasına çalışmak çok yanlış neticelere mün­ cer olabilir. Korkarız ki, YTP olarak Halk Partisi bilim­ sel sosyalizmin tabirlerini 1ıullanmak suretiyle hız vermiş olduğu propagandasında meydandan veciz hitabeler ilan ederken, vatandaş oyunu kendisine gösiererek, tıpkı Hürri­ yet Partisi karşısında yaptığı gibi götürüp İşçi Partisi'nin sandığına atmasın. ,. ,. Sayın Küfrevi'nin konuşması seviyeli bir konuşma idi. Türkiye İşçi Partisi'ne saldıran kimi milletvekillerinin, özel­ likle İçişleri Bakanının konuşmalan ile karşılaştırıldığın­ da seviye farkı açıkça görülmektedir. Ancak bu seviyeli ko­ nuşma da, belirli bir düşüneeye tahammülsüzlüğü sergile­ mektedir. Bir düşüneeye karşı olmak hakkımızdır. Ama kimi düşünlerin yasaklanmasım savunmak, yada yasak­ �ann sürdürülmesinden yana olmak, ilke olarak demokra­ si ile bağdaşmaz. Oysa demokrasi tarihimize göz atıldığm­ da, Bey Takımımızm SOLSUZ BİR DEMOKRASi ( ! ) icat etme gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır. Batı demok-

*

TBMM Tutanak Dergisi, Cilt: 24, s. 605-616.

182


rasisi tüm düşüncelere açık, bunlann serbestçe örgütlen­ melerine açık bir denge r�jimidir.

1968 bütçesi üzerinde TİP gurubunun görüşlerini Sa­ dun Aren arkadaşımız açıkladı. Aren'in rakamlara dayalı konuşmasını AP'liler ses çıkarmadan dinlediler. Yabancı sermayeye karşı çıkması, NATO'dan çıkılınası hakkındaki sözleri bile tepki uyandırmadı. Adalet Partisi gurubu adı­ na konuşan Erez, bu görüşlerimizin altını çizmekle yetin­ di. Sonradan anlaşıldı ki, bu sessizlik fırtınadan önceki ses­ sizlikmiş. . . Aren'in konuşması şöyle idi: «Sayın milletvekilleri ve sayın başkan, Adalet Partisi iktidarının bu üçüncü bütçesi ve ikti­ sadi politikası üzerinde Türkiye İşçi Partisi'nin eleştirile­ ı·ini ve görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Hükümetin teraatını değerlendirirken kendi düşünce sistenıleri içinde kalacak, kendi başarı ölçülerini kullana­ cağız. Çünkü görülecektir ki, hükümet, kendi görüşünün, kendi kalkınma felsefesinin mihengine vurulduğu zaman da başarısızdır. Ve bu başarısızlığın nedeni sadece bece­ riksizlik değil, fakat asıl, tutulan kapitalist yolun, özel sek­ törcii.lüğün yurt ve dünya gerçeklerine uygun olmayışı, ay­ kın oluşudur. Sözlerimin başında şunu hemen belirtmek isterim ki, bizim yolumuz yani Sosyalizm, memleketteki sosyal geliş­ meleri görmek ve bunları tutarlı bir şekilde birbirine, bağ­ layarak anlamak demektir. Yani gerçeklerle ilgisi olma­ yan mücerret bir fikirler manzumesi değildir. Bundan ötü­ rü eleştirilerimizin ve değerlendirmelerimizin Sosyalist açı­ yı ihtiva etmemesine imkan yoktur. Ve elbetteki asıl .bil­ açıdan yapılan eleştiri ve değerlenclirmelerimiz, gerçek pa­ şan ölçüsüdü.rler. Adalet Partisi iktidannın kalkınmamız konusundaki temel görüşünü özetleyelim: Kalkınmanın temel unsurlan­ nı teşkil eden sanayileşme, ihracat ve ithaldt gibi büyük işler, müteşebbis bir sınıf tarafından «özel sektör tarafın-

183


dan• yapılacaktır. Ayrıca kalkınma konusunda yabancı­ tarla işbirliğL yapılacak, bunlardan bol Tıredi alınacak ve yabancı kapitalistlerin yurdumuza yatırım yapmaları ve ihracatımızı geliştirmeleri sağlanacaktır. iktidarın kalkınma konusundaki temel görüşü, hiçbir değer yargısı lıatmadan, özet olaralı budur. Şimdi biz diyoruz ki, iktidarın bu hedefleri gerçekleş­ mişse, yani sanayici müteşebbis sınıf memleketteki yatı­ rım kaynaklarını kontroluna almış ve bunları yatırımlara. yöneltmişse, ihracatçı.lar mallanmızı dış piyasalarda da­ ha iyi değerlendirmeye ve yeni yenı piyasalar bulmaya başladılarsa, yabancılardan bol ve ucuz Tıredi elde edili­ yorsa, yabancı özel seımayenin yurda alıışı hızlanmışsa ve ürettiklerini dışanya ihraç etmeye· başladılarsa hükü­ meti kendi ölçüleri içinde olsa da başarılı sayacağız. Sayın milletvekilleri, Bilindiği gibi hükümetin kendi anlayışına göre yap­ ması lazım gelen en önemli iş, tarım kesiminde meydana gelen yatınlabilir fazlanın sanayici sınıfın eline ve kont­ roluna geçmesini sağlamaktadır. Çünkü sınai yatırımlar anealı bu fonlar sayesinde artınlabilir. Oysa, gene hepi­ miz biliyoruz ki, tarımdaki bu fazla, bu yatınlabilir fon­ lar; büyük topralı sahiplerinin, tefeci tüccarların, ihra­ catçıların ve kasaba eşrafı dediğimiz kimselerin eline geçmektedir. Bunlar, feodal düzenden kalma sınıflar ol­ duğu için ellerine geçen .bu fonlan sınai yatırımlara yö­ neltmezler; fakat kendi yaşayış anlayışları içinde, yani ısrarlı bir şekilde Lstihlalı ederler. Demek oluyor ki, bu geri sınıf ve zümreterin ekonomik güçleri lıınlmadan, ya­ ni yatınlabilir fazla fonların kontrolları bertaraf edilme­ den bir sanayici müteşebbis sınıfın gelişmesine imkan­ yoktur. Bu geri sınıf ve zümreterin ekonomik hakimiyet­ lerini kırmanın ki kapitalıst yoldan kalkınma bunu zorun­ lu kılar tek yolu, topralı reformu yapmalı, tefecitilıle etken şekilde mücadele etmek, ı müstahsilin mahsulünü değerle­ nirken soyulmasını önlemek için devlet alım ofLsleri veya kooperatifler lıurmalıtır. Bu ekonomik tedbirlerin yanısıra, 184


köylünün bu kimselere, devlete olan ilişkilerinden ötürü yani mahkemelerdeki, tapu dairelerindeki, sağlık konusun­ daki işlerden ötürü muhtaç duruma düşmelerini önlemek ·için, devlet idaresinde tam halkçı bir tutum ve uygulama sağlamak lazımdır. Oysa hükümet bütün bu konularda hiçbir şey yapma­ mıştır ve yapmak niyetinde de değildir. Toprak reformu­ na karşıdır. ·Tefecilik ve vurguncu aracı ticaretle mücade­ le etmemektedir. Halkın kendi hakkını kendisinin araması, ağalara, beylere muhtaç olmaması da tam ters bir tutum içindir. Partizanlık yapmaktadı.r. Halka bu konuda yar­ dımcı olan idareciler, yol gösteren öğretmenler işlerinden alınmakta, sürülmekte, cezalandınlmaktadırlar. Bütün bu değişikliklerden yararlanacak olan, memle­ keti kalkındıracağına iktidarın ümit bağladığı müteşeb­ bis sınıfın tutumuna gelince: bahsini ettiğimiz feodal sı­ nıflarla mücadele etmeyi bu sınıf aklından bile geçirme­ rrıekte, yani devrimci ya da daha hafif bir ifadeyle, mem­ leketi modernleştirici bir davranış içinde bulunmamakta­ dır. Bu sınıfın bütün arzusu devletin halk sırtından sağ­ layacağı paratarla zahmetsizce sermaye sahibi olmak v e bununla derme çatma bir imalat sanayii kurmaktan iba­ rettir. Odalar Birliği tarafından geçen ay toplanan Sana­ yi Kongresi'ne sunulan Sanayiyi Koruma ve Geliştirme Kanun Tasansı, bu sözlerimizi teyid etmekte, bu sınıfın da ne kadar hazırcı ve sömürücü olduğunu ortaya koymakta­ dır: Halkın sırtındaki eski sömürücüler, indirilmeden, bir de bu sözde modern sanayici sınıf bindirilecektir. Bu tah­ liller gösteriyor ki, memleketimizde gerçekten devrimci, kalkınmayı başaracak bir kapitalist sınıf, böyle bir sınıfın zihniyetini ve dinamizmini taşıyan ve öncü olabilecek bir zümre yoktur. Zaten müteşebbis sınıf XVIII. ve XIX. yüz­ yılıann özel şartlan içinde Batı Avrupa'da doğmuş ve ar­ tık tarihi görevini bitirmiştir. Memleketimiz için böyle bir sınıfın gayretlerine bel bağlamak, yani özel sektörcülüğe beZ bağlamak, abesle iştigal etmek, tarihin şartlannı geri döndürmeye çalışmak demektir. Zaten objektif şartıann ıas.


böyle olmasından ötürüdür ki, hükümet de bu konuda, me­ selenin izah etmeye ça.lıştığımız sınıfsal özüne inen ciddi adımlar almamış atamamıştır. Çünkü unutmak ve hatır­ da tutmak lazımdır ki, Adalet Partisi yalnız kapitalistlerin değil, fakat aynı zamanda bu geri ve sömürücü feodal sı­ nıfların da partisidir. Sayın Milletvekilleri, Şimdi dış kredilere ve yabancı sermaye yatırımlarıncı geliyorum. Hükümetin bol kredi elde etme ve bol yabancı sermaye cetbetme hesapları da gerçekleşmemiştir. Bilindi­ ği gipi 1967'de 800 milyon dolarlık ithalat yapılması plcin­ Lanmıştı. Oysa gerçekleşen ithalat, ilk muvak1ıat rakamla­ ra göre 690 milyon dolardan ibaret kalmıştır. Bu miktar 1966 yılındaki ithalattan 28 milyon dolar, plan hedeflerin­ den ise 110 milyon. dolar geridedir. Bu gerilemenin, 1967 planlarını ve yatırımlarını bir hayli etkilemiş ve kısıtlamış olması gerekir. Bu gerilemenin sebebi, umulan miktarda dış kredi sağlanamaması ve yabancı sermaye gelmemiş ol­ masıdır. Bu arada özellikle döviz kazan.cımızı artırmasına hü­ kümetin bel bağlamış olduğu yabancı sermaye yatırımıa­ nna dikkatinizi çel�mek isterim. Petrol dahil durum şöy­ ledir: Gelen CMilyon doları 1965 1966 1967

(On aylıkl

Kar transferi (Milyon dolar)

22 30

15

11.1

20,4

16

Göriilüyor ki, şu en basit görüntüsüyle bile, yabancı özel sermaye aleyhimize işlemektedir. Gelenden daha çok heir transfer edilmektedir. Bunlar ihracat yapıp memlekete dö­ viz kazandırmak şöyle dursun, döviz yükü olmaya başla­ mışlardır ve aşırı heirlar sağladıkları için, emme basma tulumbalar gibi, memleketin kıt ve çok değerli imkanları­ nı, hem de döviz olarak dışarı aktarmaktadırlar. Kaldı ki, 166


yabancı sermayenin sebep olduğu döviz kaybı bundan da ibaret değildir. Bunların kurdukları işletmeler hammad­ deleri itibariyle dışarıya bağlıdırlar. Bundan ötürü bir de ithalatı arttırarak döviz kaybına sebep olmaktadırlar. De­ mek oluyor ki, hükümetin yabancı sermaye konusundaki ümitleri, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, ister sosyalist is­ ter kapitalist açıdan bakılsın, boşa çıkmıştır ve yanlıştır. Dış iktisadi ilişkilerimiz konusunda bu rakamları da dikkatierinize sunmak isterim.

1965 1966 1967*

Borç taksidi Faiz (Mil. dolar) (Mil. dolar) 161 30 119 29 83 21

Kar trans. CMil. dolar> ıs

16 20

Toplam CMil. dolar) 206 164 124

Demek oluyor ki, memleketimiz, dış iktisadi ilişkileri do­ .layısiyle son üç yılda ortalama olarak 1 70 milyon dolar ci­ varında bir ödeme yükü taşımıştır. Bu meblağ ihracat geli­ rimizin üçte birinden daha fazladır. Bugünkü tutum devam ederse bu durum da gittikçe daha kötüleşecektir. Sayın Milletvekilleri, Şimdi kalkınmamızın en önemli unsuru olan ihracat J�onusuna geçiyorum. 1967 yılı ihracatımız, fındık ve tütün­ deki büyük artıktan ötürü ve hemen hemen bütün diğer ka­ lemlerin düşmüş olmasına rağmen, plan hedefi olan 510 milyon doları geçmiş, 520 milyon dolara ulaşmıştır. Ancak bu durumu bir başarı. saymaya imkan yoktur. Çünkü ar­ tık sıhhatli değildir. Özellikle sınai mamullerde gelişme görülmemektedir. Hükümetin ihracat konusundaki politikası ananevi ih­ raç mallarımızı gerçekten ananevi ihracatçıların satması ve mamul madde ihracatının da başlıca vergi iadesi tedbir­ leriyle teşvik edilmesidir. Şimdi gerçek duruma bir baka­ lım: İhracatçı zümresi mahsullerimizi dış piyasalarda de­ ğerlendirmekten acizdirler. Ya yabancılar gelip mahsulle*

ıo

aylık.

187


rimizi bizzat satın almaktadırlar, ya da' bizim sözde ihra­ cat tacirlerimiz bunların basit bir komisyonculuğunu yap­ maktadırlar. Bazan bu komisyoncuZuğu bile becerernedik­ leri görülmüştür. Zeytinyağı rezaleti ortadadır ve bu reza­ letin diğer bir yanı da. zeytinyağlarımızı nihai alıcıya de­ ğil de, rakip bir müstahsil memlekete, İtalya'ya satıyor ol­ mamızdır. Bunca yıllık ihracatını yaptığımız zeytinyağla­ rımızı .bu şekilde ancak toptancıya satabilmek, tecrübeli (! J ihracatçılarımız için yüz karası olmak gerekir. Bu ihracat tacirleri, yeni ihracat maddelerini, mesela yaş sebze ve meyveyi, gayret istediği için, risk göze almak gerektiği için, zekti ve kabiliyet istediği için potansiyelimiz­ le kıyaslanabilecek ölçüde ihraç etmemekte, ihraç edeme­ mektedirler. Mamul madde ihracatına gelince, paşlıca kurtuluş yo­ lumuz olan bu konuda hükümetin aldığı ve başlıca vergi iadesinden ibaret olan teşvik tedbirleri, sonucun ispat etti­ ği üzere hiçbir etki yapmamıştır. Çünkü bu ted.bir zaten geç kalmış bir tedbirdir. Bu tedbirle ihmcat teşvik edilmiş olmamakta, sadece bir engel ortadan kaldırılmaktadır. Ma­ mııl madde ihracatını teşvik etmenin asıl yolu yeni pazar­ lar bulmaktır. Sosyalist memleketlerle ve Oçüncü Dünya memleketleriyle ticaretimizi geliştirmek için ciddi gayret­ ler sarledilmelidir. Bu menıleketlerle olan ticaretimizi si­ yasi nedenlerle frenlememeliyiz. Çünkü diğer memleketler böyle yapmamaktadır. Pazar bulunduktan sonra fiyat me­ selesi önemini kaybeder. Hangi fiyata satabiliyorsak o fi­ yata satmalıyız. Yol�sa böyle ileri memleketlerin koyduğu kurallaı·da, kendi ihracatımızı kendi elimizle engelleme­ meliyiz. Ama hiç şüphe yok ki, böyle bir ihracat politikası ihracatın devlet eliyle yürütülmasini gerektirir. Aksi hal­ de ihracatı desteklemek için milletçe katlanılacak feda­ ktitlık, bazı ihtiyaçların zengin olması sonucunu verir. Demek oluyor ki, geçen yıl, birkaç kalemdeki fevkala­ de sayılacak artışlar hariç, diğer bütün kalemlerin ihra­ catı azalmıştır. Mamul madde ihracatında hiçbir gelişme olmamıştır. Bu bir başarısızlıktır. Ve bu başarısızlık, ihra-

188


cat böyle başıboş bırakıldığı müdde�e devam da edecektir. Sayın Milletvekilleri, Şimdi hükümetin iktisadi başarısızlığının genel bir gös­ tergesinden, fiyat istihrarsızlığından, hayat pahalılığından bahsedeceğim. Ticaret Bakanlığı Konjonktür Dairesinin ha­ zırladığı fiyat endehslerine göre, 1966 yılının Kasım ayın­ dan 1967'nin Kasım ayına geçen bir yıllık süre içinde; Toptan eşya fiyatları Ankara geçinme endeksi İstanbul geçinme endeksi Yalnız gıda maddeleri fiyatları ise Ankara'da İstanbul'da

% % %

5,6 8,7 15,8

% %

11,9 17,4

oranında artmışlardır. Bunlar büyük cırtışlardır. Memle­ het bir enflasyona girmiştir ve bunun önümüzdeki yılda daha da şiddetlenmesi için sebepler vardır. Oysa halkımı­ zın büyük çoğunluğunun, işçilerin, köylülerin, memurların gelirlerinde yıl içinde bu oranda artışlar olmamıştır. Bun­ ların geçim sıkıntıları daha da artmış, buna �arşılık ser­ mayedar, bir azınlık, zaten ihtisaden güçlü olan bir kimse haksız kazançlar sağlamıştır. Bu konuyla ilgili olarak dihhatlerinizi, tütün, üzüm, incir, pamuk, fındık, gibi ihraç mahsulleri üreten milyon­ larca höylümüzün durumuna özellikle çekmek isterim. Bu mahsullerin fiyatları dış piyasaZara bağlıdır. Yurt içindeki fiyat artışlarını takip etrrJ.ezlsr. Bu sebepten, enflasyon bu üreticileri bilhassa ezer. Nitekim bu yıl hepsi perişan ol­ muşlardır. İ}ıraç fiyatlarının yükselmemiş olması bunla­ rın mahsullerine düşük fiyat vermek için sebep olarak öne sürülemez. Çünkü geçimleri itibariyle iç fiyatlara bağlı­ dırlar. ihraç mahsulü yetiştirmenin hülfeti ve riski yalnız bu mahsullerin üreticilerine yühlenemez. Oysa yıllar yılı bu hep böyle olmuştur. Bu gurup halk ezilmiş, ihracatçılar harlarını almakta devam etmiş ve bu ezilme bahasına el­ de edilen dövizler ucuz fiyatlarla ithalatçılara devredilmiş189


tir. Bu durumu önlemenin yolu bugünkü ihracat ve itha­ lat düzenine son vermek, bunlan devlet eliyle yapmaktır. Fiyat artışlanndan, ya da aynı şey demek olan ha­ yat pahalılığından «enflasyondan ayn olarak, geçim sıkın­ tısından bahsetmek istiyorum. Türkiye'de kar hadleri çok yüksektir. Bu her yerde, fakat özellikle sanayi mamullerin­ de böyledir. Bunun sebebi, rekabetin yokluğu, aralannda anlaşabilecek kadar az sayıda firmalann hatta bazan tek bir firmanın piyasaZara hakim oluşudur. Otomobil, otomo­ bil lcistiği, ampul, buzdolabı, diş macunu, ilciç. gazoz, mar­ yarin ve ilah... misaller verilebilir. Bu durumda olan fir­ malar mallannı monopolcü dediğimiz fiyatlarla yani çok yüksek fiyatlarla satabilmekte ve normal üstü karlar elde etmektedirler. Hükümetin tek tük bunlarla uğraşmaya kal­ kıştığını görüyoruz. İlciç fiyatlarının, akü fiyatlannın indi­ 'rilmesini isternek gibi... Şüphesiz ki, bunlar başansız ol­ maya mahkum çocukça sayılabilecek çabalardır. Kapitalis­ tin nasıl bir kişi olduğunu, kann insana neler yaptırabile­ ceğini, kısacası özel sektörcülük zihniyetini gerçekliği için­ de tanımamış olmanın belirtileridir. Dünyanın hiçbir mem­ leketinde bu gibi teşebbüsler başanlı olmamıştır. Unutma­ malı lazımdır ki, hükümet özel sektöre değil, özel sektör hükümete hakimdir. Bugünkü teknolojik seviye, işletme ünitelerinin büyük olması zorunluğu, hele az gelişmiş memleketlerde yeni ku­ rulan her sanayi tesisini zorunlu olarak tekel durumuna .<Jolımalıtadır. Rekabet artık lafta kalmıştır. İşte, büyük fabrikalann devlet eliyle kurulmasının lüzumunun bir baş­ lıa nedeni de budur. Sayın Milletvekilleri, Kısaca vergi konusuna değinmek istiyorum. Hükümet geçen yıl içinde bu konuda başlıca iki tedbir almıştır. Biri­ si asgari geçim indiriminin genişletilmesi ve hesaplamada dekont sisteminin uygulanmasıdır. Bu, dört yıl önce atıl­ ması kanunlaşmış olan doğru bir adımın, dört yıl ertelen­ dikten sonra gerçekleştirilmesinden ibarettir. Hükümet bu geciktirmenin vebali altındadır. 190


Diğer tedbir bilindiği gibi, tasarruf bonolarıyla ilgili­ dir. Bu tedbirle, aylık 1200 efiilen 1362» liranın üstünde ge­ liri olanlardan vergi yerine borç almak devamlı bir usul haline getirilmiştir. Oysa bilindiği gibi, borçlanma devam­ lı bir gelir kaynağı olarak düşünülemez. Bir zaman son­ ra, ana para ödenmeye başlanınca hazinenin çarkı boşa. dönmeye başlar. Ayrıca yüksek gelirden borç, düşük gelir­ lerden vergi almak vergi adaletiyle hiçbir şekilde bağda­ şamaz. Bu aı-ada vergi sistemindeki adaletsizliğin ne derecede artmış olduğunu şu rakamlarla dikkatlerinize sunmak is­ terim. Beyannameli mükelleflerin beyan ettikleri yıllık or­ tclama safi kazançları şöyledir:

Yıllar

Beyan edilen ortalama safi kazanç 14.213 13.445 11.597 11.530 12.143 12.970 15.000

1960 1961 1962 1963 1964 1965 1966

Rakamlar bunlardır. Oysa bu aynı devrede nakdi ge­ lirler ve toptan eşya fiyatlan % 30'dan daha fazla artmış­ tır. Bu artış hesaba katılırsa 1966'da beyan edilen ortala­ ma safi gelir 10.000 lira olur ki, bu 1960 yılının da altında­ dır ve kaçakçılık oranının artmış olmasından gayri bir se­ beple izah edilmesi zordur. Kaldı ki, her zaman söylediği­ miz gibi vergi adaleti tek başına gelir dağılımını değiştire­ mez, sadece mevcut gelir dağılımı üzerinde rötuş yapabi­ lir. Sayın Milletvekilleri, Hükümetin iktisadi icraatı hakkında, bu alandaki ba­ şarısızlıkları

hakkında

söyleyeceklerimiz

ana

hatlarıyla

bunlar. Şimdi diğer bir alandaki icraatından söz edece­ ğim:

191


Memleketin personel davasına hükümet el. sürmemiş­ tir. Geçen yıl bütçeden maaş ve ücret alanlara yapılan cüz'i zam hem yetersiz kalmış hem de İktisadi Devlet Teşekkül­ lerinde ve mahalli idarelerde çalışan memurlan kapsamı dışında bıraktığı için adaletsiz olmuştur. Ayrıca çıkanl­ ması gerekli tüzükler hala sürüncemededir. Buna karşılık geçen yıl içinde çeşitli memur guruplarına tazminat veren, ek görev almalannı sağlayan birçok kanunlar çıkanlarak ücret düzeni daha da içinden çıkılmaz bir hale sokulmuş­ tur. Perakende olarak yapılan bu zamlar, personel refor­ munun mali yanının -ki bütünüyle sıkı sıkıya. bağlıdır­ gerçekleştirilmesi için gerekli ödeneğin aynlabilmesini ve rasyonel ve adil bir şekilde kullanılmasını da önlemektedir. Personel davasını böylece olduğu gibi yüzüstü bıra­ kan hükümet, işlerini yürütmek için, devlet idaresi fikriy­ le katiyen bağdaşamayacak ve ilerde sayısız güçlükter çı­ karacak olan bir yola sapmıştır. Bu yol, Başbakanlık etra­ fında mümtaz ve mukaveleli bir personel gurubu topla­ mak ve önemli işleri bu personele gördürmektir. Bu yol çok kötü bir yoldur. Personel davasına el atmayan hükümet memurZara kar­ 'şı her türlü partizanca baskıyı yapmaktan çekinmemekte­ dir. Her kademedeki memur bu baskıya maruzdur. Öğret­ menZere yapılan baskı ise burada üzerinde durulmayacak kadar malüm ve meş'umdur. Bütün bunların sonucu olarak devlet daireleri işlemez hale gelmiştir. Vatandaşların dairelerde işlerini gördüre­ bilmeleri herzamandan daha güç ve sıkıntılı bir iş olmuş­ tur. Sayın Milletvekilleri, Kısaca rejim meselesine de değinmek istiyorum. Yur­ dumuzda çeşitli sınıf ve tabakaların hareketlendiği ve Ana­ yasadaki haklarını savundukları memnuniyetle karşıladı­ ğımız bir oluşumdur. Bunları bir rejim buhranının belir­ titeri ol.arak görmek yanlıştır. Tersine, bu hareketler saye­ sinde Anayasa düzenimiz sağlamlaşmakta ve yerine otur­ maktadır. Rejim için tek tehlike irticai akımlardır. Yalnız 192


bu akım, Anayasa düzenini bütün temel müesseseleriyle de­ ğiştirmeyi hedef almıştır. Bu akımın teşvikçilerini, geri­ sinde yatan kuvvetleri din adamlarında aramamak lazım­ dır. Dindarlık başka şey, irtica başka şeydir. İrticanın ge­ risindeki kuvvetler Anayasa düzenimizden, halkın hakla­ rını almak üzere uyanmasından zarar gören ve teldşa dü­ şen

sömürücü

sermayedarlar,

ağalar,

tefeciler,

yabancı­

larla işbirliği yapan kimselerdir. Bunların arkasında da Amerikan emperyalizmi vardır. Hükümetin rejim düşman­ larını bu çevrede araması ve onların nefes alış verişlerini dinlemesi lazımdır. Sayın Milletvekilleri, Şimdi hükümetin önümüzdeki yıl için yapmayı tasar­ ladığı işlere geliyorum. Bilindiği gibi AP hükümetinin ik­ tisadi doktrini kapitalizm. yani özel sektörcülüktür. Bun­ dan ötürü hazırlamış olduğu planın

ve bunun uygulama

esaslarının özünü, özel sektörü çeşitli yollarla desteklemek ve teşvik etmek tedbirleri teşkil etmektedir. 1968 progra­ mında yer almış olan bu teşvik tedbirlerinin başında özel sektöre

kamu

sektöründen

fon

aktanlması

gelmektedir.

Bu suretle aktarılacak olan fonların tutarı, 347 milyon lira teşvik fonu

100 milyon lira karma teşebbüslere katılma payı 198 milyon

lira

karşılık

paralardan özel sektöre ak­

tarına olmak üzere 465 milyon liradır. Plan uygulama kanunu müzakere edilirken bu fon ak­ tarılması işine itiraz ettiğimiz zaman Sayın Başbakan _bu fonlarla büyük sermayedarların değil, hayvancılık, tarım ürünlerinin değerlendirilmesi gibi küçük ve yaygın işle­ rin destekleneceğini ifade etmişti. Şimdi bakalım hangi çe­ şit üretim faaliyetleri için bu fonlar verilecektir. Bu hu­ su.'l yıllık programın 52 ve 53 sayılı tablolarında gösteril­ miştir. Gerçekten bu üretim faaliyetleri arasında hayvan­ cılık, balıkçılık ve meyvecilik de vardır. Ancak, bunlar için ayrılan fon tutarı 60 milyon liradan, yani toplarnın % ll' inden ibarettir. Geri kalanı gemi inşaatı, motor sanayii, 193


kimya sanayii, turizm gibi konulara harcanacaktır. Bun­ lar ıse büyük işletme konularıdır. Şimdi bir de bu kredilerin faiz ve şartlarına bakalım. Bu hususta kararnameye ekli bir sayılı listede bilgi veril­ miştir. Buna göre azami faiz % 3 - % 9 arasında değişmek­ tedir. Vade 10 veya 12 yıldır. Ayrıca sektörlerin ekserisi için 3 yıllık bir de ödemesiz devre vardır. Görülüyor ki bu fonlar büyük sermayedarıara ve fev­ kalade uygun şartlarla verilecektir. Herşeyden evvel hü­ kümetin böyle bir işi daha doğrusu bu yağmayı çeşitli söy­ lentiZere yol açmadan nasıl yürüteceğini cidden merak edi­ yoruz. Kaldı ki- vergi hasılatından özel sektöre kredi vermek için para aktarmaya kimsenin hakkı yoktur. Anayasamı­ zın 61. maddesinin birinci fıkrası aynen şöyledir: «Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gü­ cüneı göre vergi ödemekle yükümlüdür.» Yani vergi hasılatı ancak kamu giderlerini karşılamak için yapılabilir. Özel sektöre, büyük müteşebbislere. piya­ sadaki normal kredi imkanlarından ayrı olarak ve özel şartlarla kredi vermek bir kamu hizmeti değildir ki vergi hasılatından bu maksat için harcama yapılabilsin. Bu fon­ lar Anayasaya aykırıdır, bu fonlardan para vermek de pa­ ra almak da suçtur. Programda özel sektörü yatırım yapmaya teşvik için başka tedbirler de vardır. Zaten iktidar teşvik tedbirlerinin bahsettiğim yapısal sebepten (müteşebbis sınıfın yokluğundan) ötürü. fon trans­ fer·i mekanizmasına ağırlık vermiştir. Çünkü fon mekaniz­ ması müteşebbisleri teşvik etmemekte bizzat müteşebbis yaratmak hedefini gütmektedir. Ancak özel müteşebbis devri kapanmış, fonksiyonu kalmamış bu yüzden de neslt tiikenmekte olan bir mahluk olduğundan bu gayret de bo­ şuna gitmektedir. Kaldı ki: bu kadar destektenerek zengin edilen insanlar müteşebbisliğin niteliklerinden de yoksun olurlar.

194


Sayın Milletvekilleri, Bilindiği gibi, ödemeler dengesinde ifadesini bulan dış iktisadi ilişkilerimiz ekonomik hayatımızın düğüm nokta­ sını teşkil eder. 1968 programındaki ödemeler dengesi tah­ minlerine göre önümüzdeki yıl içinde, 184 milyon doları başlıca borç öde1!J.e ve kar transferi, 835 milyon doları da ithalat olmak üzere 1019 milyon dolar döviz sarliyatımız olacaktır. Buna karşılık döviz kazancımız 540 milyonu ih­ racat, 120 milyonu işçi dövizleri ve 2.5 milyonu da diğer görünmeyen kalemlerden olmak üzere 685 milyon dolar olarak tahmin edilmiştir. Aradaki fark (açıkJ 334 milyon dolardır ve bunun 284 milyon doları dış kredilerle karşıla­ nacaktır. (Rezervlerin 30 milyon dolar artmasını ihmal edi­ yorum) . Şimdi bir de dünya dunımuna bakalım: Amerikan eko­ nomisi şiddetli bir bulıran içindedir. Enflasyon vardır ve ödemeler dengesi açık vermektedir. Bu yüzden, turist har­ camalarını, iktisadi yardımlarını, Avrupa'ya olan yatırım­ larını, dış ülkelerdeki personelinin harcamalarını kısmış ve ayrıca ihracatını artırıcı tedbirler almıştır. Bu tedbir­ �erin bir kısmı bizi doğrudan doğruya, bir kısmı da Av­ rupa memleketleri vasıtasıyla, doZaylı olarak etkileyecek­ tir. Batı Avrupa memlelaetleri zaten bir buhran içindedir. Amerika'nın aldığı tedbirler bu buhranı daha da şiddetlen­ direcektir. Bu durumda öngörülen krediler sağlanamadık­ tan başka, ihracatımızın ve işçi dövizlerinin de önemli öl­ çülerde azalması çok muhtemeldir. Sonuç olarak 835 milyon dolarlık ithalatı gerçekleştir­ mek şöyle dursun, 1967' deki 690 milyonluk seviyeyi bile tut­ turmamız güç olacaktır. ithalatın böyle iki sene üst üste plan hedeflerinin bu derece gerisinde kalması, hiç şüphe­ siz ekonomiyi çok sarsacaktır. ithalatın hesaplanan hedef­ lere ulaşamaması yalnız yatırımların kısılmasına değil, ca­ ri sınai üretimin kısılmasına ve dolayısıyla bu yönden de işsizliğe sebep olur. Çünkü Türkiye'de sanayi dışa bağlı olarak kurulmuştur. ithalatımızın yarısı bu sözde sanayi­ mizin hammaddesini teşkil etmektedir. ·

195


Dış alemle ilgili olan bu gelişmeler kendi doğrultula­ rında uzatılırsa şu veya bu şekilde bir develüasyona gidil­ mesini de zorunlu kılacaktır. Böyle bir hareketin zaten içinde bulunduğumuz enflasyonu daha da hırbaçlayacağı açıktır. Kısacası önümüzdeki yıl güç bir yıldır. Fakat hü­ kümet aşırı bir iyimserlik içindedir. Tedbirsizdir. Sayın Milletvekilleri, Bu noktada bir hususu önemle belirtmek isterim. Tür­ kiye gibi halkınmak ve modernleşrnek durumunda olan memlehetlerde, ekonomik ve sosyal yapıda köklü değişik­ likler yapılmadan halkınma gayretlerine girişilirse gelir dağılımı ve sbsyal denge bütün pütün bozulur ve halkın­ ma kendi hendini höstekler. Yapı değişikliği, toprak re­ formu yapmak başlıca devlet ofisleri ve kooperatifler vası­ tasıyla köylüyü tefeci ve sömürücü aracının elinden kur­ tarmak, ithalatı, ihracatı, banka ve sigortacılığı devletleş­ tirmeh, büyük işleri devlet eliyle kurup yürütmek demek­ tir. Bunlar yapılmadan, bugünkü köhne sosyal yapı içine modern halkınma tedbirleri sohuşturulmaya hal.hılırsa tam ters bir sonuç alınır. Örneğin bir köye yol yapılınca derhal o köydeki mev­ cut sosyal farklılaşma artar ve köye huzursuzluk. girer. Çünkü toprağı fazla olan, hayvanı fazla olan, kısacası var­ lığı fazla olan bu yeni yoldan çok faydalanır, diğerleri hiç veya daha az faydalanır. Yeni sulama tesisleri, gübre da­ ğıtımı, tohum dağıtımı, kredilerin dağıtılması da aynı se­ bepten ötürü hep aynı sonucu verir. Yani farhlılaştırmayı artırır, dengeyi ve huzuru daha da bozar. Tarım dışı sektörlerde de durum aynıdır. Sanayileşme özel sektör 'eliyle yürütülünce, bu mahsatla teşvikler yapır lınca, küçük bir zümre zorunlu olarak bundan yararlan­ mahta, mahallelerde milyonerler türernekte ve geri kalan halk bu ölçüde halhınamamahta, hatta birçok hallerde bu durumdan zarar .bile görmektedir. Yani şehirlerde de fark­ lılaşma ve huzursuzluk artmaktadır. Son yirmi yıllık tarihimiz bu oluşumun örnekleriyle doludur. Hiç şüphe yol�tur hi, Türkiye bugün yirmi yıl ev196


velinden çok daha zengindir. Ama, açıklamaya çalıştığım nedenlerden ötürü, çok daha huzursuzdur. Sadece son bir yılın bazı olaylarını hatırlayalım: Te­ mizlik iŞçilerinin, üniversite öğrencilerinin yürüyüşleri, Vi­ ranşehir, Elnıalı, Bafa Gölü olayları, Doğu mitingleri, son Zongulqak olayları. Bunların hepsi çeşitli nedenlerle, çeşit­ li halk guruplarının mevcut düzene ve gidiŞe karşı protes­ to hareketleridir. Anayasayı savunma hareketleridir. Bun­ lar satıhta münferit ha.reketlermiş gibi görünmekte iseler de, özde birdir: Halkın istekleriyle düzenin ve hükümet po­ litikasının intibak etmemesi ve gittikçe ayrılmasıdır. Sayın Milletvekilleri, Yurdumuzun kalkınması için yapılması zorunlu diğer önemli bir hamle, gerek ekonomik gerek politik alanda memleketimizi Batı kapitalizminin ve özellikle onun öncü­ sü durumunda olan Amerikan emperyalizminin yörünge­ sinden çıkarmaktır. Gerek ticari ilişkilerimizde gerekse sözde yardım ve yabancı sermaye yatırımlarında Batı tarafından sömürül­ mekteyiz. Ticari iliŞkilerimizdeki sömürü, halen Hindistan' da milletlerarası bir konferansın da konusudur. Çok açık ve herkesçe kabul edilmiş bir gerçektir. Bunun üzerinde ayrıca durmayacağım. Yardım şeklinde aldığımız krediler de bir sömürü va­ sıtasıdır. Bu borçlai-ın karşılığı · olarak bugün ödemek zo­ runda olduğumuz yıllık faiz ve taksit miktarları hakkın­ da demin rakamlar okumuştum. Borç ödeme mükellefiye­ timiz kar tı·ansferleri de dahil yılda ortalama 170 milyon dolar civarındadır. Bunu soo milyon dolarlık ihracat geli­ rimizden çıkarırsak 3-30 milyon dolar bize kalır ki, 1950'le­ rin başında da ihracatımız bu kadardı. (1951'de 314, 1952'de 363 milyon dolarJ Eğer doların da bu uzun devre içinde de­ ğerinden kaybettiğini hesaba katarsak bugün elimizde ka­ lan ihracat 1�azancı 1951 - 1952 yıllarındaki ihracat kazan­ cımızdan daha azdır. Demek ki, bunca kredi, yardım, ya­ bancı yatırım furyasının sonucu döviz kazancı olarak 1 5 yıl evvelki duruma itiZmiş bulunuyoruz. Demek k i hem sö-

197


mürülmüşüz, hem de sömürünün devamını sağlamak üze­ re daha bağımh, daha yardıma muhtaç bir hale getirilmi­ şiz. Bu sonucu «Amerika bizi kalkındınr, Amerikasız ya­ şayamayız,. diyenlerin, dış y ardıma bel bağlayanıann dik­ katine, daha doğrusu böyle diyenlere inanmış olanların dikluıtine sunarım. Bu konuyla ilgili, açıkladığımız bu sonucun nedenle­ rini ortaya koyan bir hususu daha dikkatlere sunmak is­ terim: Yakınlarda bir kitap yayımlanmıştır. Adı Türkiye Elektrik Mühendisleri III . Teknik Kongre Tebliğleri'dir. Bu tebliğlerden birisi bir elektrik tesisinin maliyetini he­ saplamaktadır. Bu maksatla tesisin her parçasının çeşitli memleketlerdeki satış fiyatları tesbit edilmiş ve sonra bü­ tün tesis için toplam fiyat bulunmuştur. Tesbit edilen fi­ yatlar serbest dövizle alındığı takdirdeki fiyat 1 kabul ediı­ diğine göre şöyledir :

İtalya Fransa İngiltere Avusturya Belçika ABD

1 .35 1.75 2.02 2.06 2.18 3.49

Bu fiyat oranlannı diğer çeşit mallara da teşmil et­ mekte büyii.k bir hata yoktur. Demek oluyor ki, her mem­ leket verdiği kredinin kendi memleketinden mal almakta kullanılmasını şart koştuğuna göre, mesela Amerikadan 349 milyon dolarlık borç aldığımız zaman aslında sadece 100 milyon dolarlık mal almış oluyoruz. Yabancı şirketlerin sömürüsüne de .bir örnek vererek değineceğim. Sayın Maliye Bakanının Petrol Komisyonunda sorulan bir suale vermiş olduğu cevaptan öğreniyoruz ki, yabancı şirketler memleketimizde çıkardıklan ham petrolün tonu başına dışanya 10.88 dolar transfer etmektedirler. Oysa hcim petrolün ithal fiyatı da aşağı yukan bu kadardır. Bu

198


durumda yabancı petrol şirketlerinin ne gibi bir yararın­ dan bahsedilmektedir, anlamak mümkün değildir. Sayın Milletvekilleıi, Türkiye'nin kalkınmak için sermayeye, özellikle döviz şeklinde sermayeye büyük ihtiyacı vardır. Ortalama ola­ rak 3 liralık yatırımın 1 lirası döviz şeklinde olduğundan, meseld. 50 milyon dolarlık yani 500 milyon liralık bir döviz kaybı, 3 misli 1,5 milyarlık bir yatırım imkanını yok eder. Bundan ötürü yabancı sömürü ekonomimiz üzerinde ha­ camat lkan almaJ görevi ifp, etmekte, canlanmamıza, kal­ kınmamıza imkan vermemek üzere döviz şeklindeki serma­ ye imkanlarımızı alıp götürmektedir. En önemli olduğu için değil, fakat somut ve apaçık olduğu için bir örnek verece­ ğim. Bilindiği gibi halen memleketimizde döviz satın almak isteyen kimseler üç ayrı fiyat ödemektedirler. Bu fiyatlar, dolar hesabıyla, seyahat için; 13.50, ithalat için 9.90, bunla­ rın dışında kalanlar için de 9.00 liradır. 9 liralık kurun uy­ gulandığı hemen hemen yegane kalem yabancı şirketlerin kô.r transferleridir. Yani bir yabancı şirket karını dışarı çı­ karırken 9 lira verip 1 dolar almaktadır. Oysa bir doların Türkiye'ye fiili maliyeti 9 lira değil, kaba bir hesapla 9.50 liradır. Çünkü ihracatçılardan bir doları dokuz liraya, fa­ kat işçilerden yuvarlak hesap 12 liraya almaktayız. 1967'nin ilk on ayında 20,4 milyon dolar kar transferi yapılmıştır. Eğer bu transfer doların gerçek maliyeti olan 9.50 liradan yapılsaydı bu on ayda 1.1 milyon dolar eksik ttansfer yapmış yani bu miktarda döviz kazanmış olurduk. Bu hususu dciha evvel de ifade etmiştik. Cevap olarak kah farklı kurlar bulunduğu gerçeği anlaşılır sebeple redde­ dilmiş kah yabancı sermaye gelirken 9 kurunu uyguluyo­ ruz, transfer yaparken daha yüksek bir kur uygulayama­ yız denmiştir. Açıktır ki, bunlar tatminkar cevaplar de­ ğildir. Hükümet pek haklı olarak transferlere, doların he­ sap edeceği gerçek maliyetinin tekabül ettiği kuru rahatça uygulayabilir. Ama hükümet ikazlarımıza rağmen gerekli 199


adımı atmamış, yabancı sermaye karşısında utangaç, şef­ katli ve tavizkar olduğunu göstermiştir. Sayın Milletvekilleri, Batı kapitalizmine ve onun lideri durumunda olan Amerika'ya bu aşırı bağlılığ�mızın zararlan saydıklanmız­ dan ibaret de değildir. Aynca bu memleketlerin ekonomi­ lerinin işleyişini idare eden kurallar bizim kalkınmamıza engeldir. Mesela menfaatlerimize uygun bir döviz kuru po­ litikası gütmemize Para Fonu, ihracatımızı menfaatlerimi­ ze uygun şekilde teşvik etmemize GATT manidir. Ortak Pazar'ın kuralları da üyelerinin ellerini kollannı bağlar. Bu gelişmiş kapitalist alemin mantığına ve ekonomileri­ nin işleyişine Türkiye'nin kalkınması, gerçekten sanayileş­ mesi için özel gayretler göstermesi uygun düşmez. Bundan ötürüdür ki, 20 yıla varan çok sıkı siyasi, askeri ve elwno­ mik işbirliğine rağmen memleketimizde hiçbir ciddi sana­ yi kurulamamıştır. Bu memleketlerin bize tavsiyeleri tu­ rizmi ve bahçe ziraatini geliştirmemizden ibarettir. Sayın Milletvekilleri, Amerikan emperyalizminin yörüngesinden çıkmak, dı­ şa bağlılıktan kurtulmak için kalkınmamızı tamamlamayı ya da dışa muhtaç durumdan çılımamızı bekleme/ı mese­ leyi hiç anlamamak, tam bir zihni çelişme içine düşmek de­ mek olur. Çünkü emperyalizmin yörüngesinde kaldığımız müddetçe kalkınamayacağız, dışa bağımlılığımız da azal­ mayacak, bellıi daha da artacaktır. Yani o beklenen mü­ sait gün gelmeyecektir. Daha doğrusu en müsait gün bu­ gündür. Bu konuda hemen yapılacak işler şunlardır: Yabancı Sermaye Kanunu ve Petrol Kanunu kaldınlmalı ve memle­ kete gelmiş olan yabancı sermaye bir sıra izlenerek dev­ letleştirilmelidir. Dış kredilerin şartlan üzerinde titizlikle durmalı ve şimdiye kadar almış olduklanmız gibi ağır şartlı krediler reddedilmelidir. Bunlann yanısıra ihracar tı ve diğer döviz kazançlarımızı artırıcı ve ithalatı ve dir ğer döviz sarfiyatımızı kısıcı ciddi tedbirler alınmalıdır. 200


Şüphesiz ki bunlara paralel olarak dış politikada da tekrar tam bağımsızlık ilkesine dönülmeli, NATO' dan çı­ kılmalı ve yurdumuz Amerikan üslerinden ve askerlerin­ den temizlenmelidir. Sayın Milletvekilleri, Bütün bunları hükümet yapsın diye ya da yapar ümi­ diyle söylemiyorum. Böyle düşünmek büyük saflık olurdu. Çünkü emperyalizmin yörüngesinden çıkmak, tıpkı toprak reformu yapmak, dış ticareti, banka ve sigortacılığı dev­ letleştirmek, büyük işleri devlet eliyle kurup işletmek gi­ bi emekçi halk yararına, fakat toprak ağalarının, tefecile­ rin, yabancılarla ortaklık yapanların, fonksiyonsuz serma­ yedarların ve bunların adamlannın zarannadır. Oysa Ada­ let Partisi bu sınıf ve zümrelerin etkisi ve kontrolu altın­ da bir partidir-. Böyle bir pa.rtiden bu işleri yapması elbet­ te ki beklenemez. Bunları ancak emekçilerin partisi olan, onların etki ve kontrolu altında bulunan Türkiye İşçi Par­ tisi yapabilir ve yapacaktır. Sayın Milletvekilleri, Bütçe, hükümetin kamu hizmeti dediğimiz faaliyetleri­ nin programıdır. Bu bakımdan değerlendirmek için her­ şeyden evvel hacmine ve bunun çeşitli hizmetler arasında­ ki dağılımına bakmak gerekir. Bilindiği gibi çağımızda devletin sorumluluğunun artmasına paralel olarak kamu hizmetlerinin kapsamı genişlemiş ve hizmetlerin nitelikleri de yükselmiştir. Bu yüzden devlet bütçeleri de büyük bi.r hızla artmışlardır. Bu durum adeta sosyal kanun niteli­ ğinde bir temayüldür. Oysa önümüzdeki bu bütçe bu

temayüZe

aykırıdır.

Hacmi küçüktür, dolayısıyla hizmet gücü zayıftır. Gerçek­ ten, konsolide bütçe geçen yılkine oranla % 14 bir artış göstermiştir. Ancak bütçenin gerçek hizmet gücündeki ar­ tışı bulabilmek için, bu yılki bütçeye girmiş olan fakat bir hizmet artışı ifade etmeyen bazı kalemleri çıkarmak la­ zımdır. Bu kalemler şunlardır:

201


400 105 347 852

milyon milyon milyon milyon

lira lira lira lira

personel reformu bekçi ücretleri Özel Sektör transfer toplam

Bu rakamı çıkçırdığımız takdirde artış % 9.8'e in­ mektedir. Ancak bu da bütçenin hizmet gücündeki ger­ çek artışı göstermez. Bundan da önümüzdeki yıl içindeki muhtemel fiyat artışlarının bütçeye yansıyacak kısmını çı­ karmak lazımdır. Gelecek yıl içinde fiyat artışlarının or­ talama olarak asgari % 6 olacağını tahmin edebiliriz. Per­ sonel masrafları konsolide bütçenin üçte biri kadar oldu­ ğundan fiyat artışları geri kalan üçte ikiye tesir edecek, yani % 4 oranında yansıyacaktır. Bunu da çıkarınca ar­ tış oranı % 5.8'den ibaret kalır ki, bu oran planlanan mil­ li gelir artışının ( % 7J bir hayli altındadır. Oysa pir hayli üstünde olması gerekir. İşte bütçenin bu küçüklüğüdür ki, hiçbir meselenin çözümlenmesine ve halka hizmet edilme­ sine imkan vermemektedir. Hükümet yalnız bu konuda sö­ zünü tutmuş kamu hizmetlerini gerçekten en asgari sevi­ yeye indirmiştir. Terslik yalnız bundan ibaret değildir. Bütçenin çeşit­ li hizmetler arasındaki dağılımı da kötüdür, halka hizmet endişesinden ·uzaktır. Milli Eğitim Bütçesindeki artış % 13, Sağlık bütçesin­ deki artış ise % 1 1 'dir. Buna karşılık Jandarma % 15, Ta­ pu ,Kadastro % 18, Başbakanlık % 21, Emniyet % 30 oran­ larında artmıştır. Hiç şüphesiz bütün kamu hizmetlerimizin ıslaha ihtiyacı vardır. Halkımızın yarısı daha okur yazar bile değilken ve halkımızın büyük çoğunluğu en basit sağ­ lık hizmetlerinden yoksunken, halka hizmet endişesi için­ de bulunan bir hükümetin en yüksek artışları bu hizmet 'k.ollarında yapması gerekirdi. Bu bütçede de personel reformu ciddi şekilde ele alın­ mamıştır. Bütçeye pu maksatla konulmuş olan 400 milya­ nun yetersiz olduğu açıktır. Oysa özel sektöre devredilrnek üzere bil.tçeye konulmuş olan ve miktarı en az 247 milyon lira tutan yersiz, gereksiz, Anayasa dışı bir ödenek, var202


dır. Bu ödeneğin de ilave edilmesi suretiyle personel me­ selesinin daha olumlu bir yöne sokulması mümkündür. Ya da bu ödenekle sağlık ve eğitim hizmetleri biraz daha artınlabilir. Gelir tahminlerine gelince: Bu konuda aynı hüküme­ tin hazırladığı iki belgedeki, yani bütçe ve yıllık progra­ mındaki tahminler farklıdır. Bütçedeki konsolide gelir tah­ mini 21 .680 milyon, programdaki tahmin 20.395 milyondur. A radaki fark 1 .285 milyon liradır. Eğer programda yapıl­ mış olan tahmin doğruysa, bütçe dökümanında kabul edil­ miş olan 500 milyon liralık açığın da ilavesiyle bütçenin açığı 1.785 milyon lira olacak demektir. Bu önemli bir açık­ tır ve zaten gelişmekte olan enflasyonu daha da kamçılı­ yacaktır. Sayın Milletvekilleri, Bu bütçe Adalet Partisi iktidarının zihniyetine

tam

uygun bir bütçedir. Siliktir, mevcudu bile zor sürdürecek niteliktedir. Halk için hiçbir hamle ve yenilik getirmemek­ tedir. Ama büyük sermayedarıara en az 347 milyon lira da­ ğıtılacaktır. Saygılarım la."'

Biz Batı ülkelerindeki gibi bir demokrasi istiyorduk. Bi­ ze göre bir demokrasi değil. İngiltere'de, Fransa'da, İtalya' daki gibi her türlü düşüncenin serbestçe açıklanmasını ve serbestçe örgütlenmesini istiyorduk. Hukukun üstünlüğü ilkesinin gerçekten uygulanmasını istiyorduk. Anayasanın gerçekten uygulanmasını istiyorduk. İnsan hak ve özgür­ lüklerinin egemen çevrelerin çıkarianna göre sınırlandı­ rılmasına karşı çıkıyorduk. Batı demokrasisi Sağ ile Sol arasında, yani Sermaye ile Emek arasında bir denge re­ jimidir; bu denge tarihin ileriye akışı içinde boyuna ge� lişen, değişen bir dengedir diyorduk. Bunu 27 Mayıs ha­ reketinin lideri Cemal Gürsel paşaya yeni Anayasanın ha­ zırlıklan sırasında yazdığım mektupta da belirtmiştim. Oysa AP iktidannın demokrasiye yeni çelmeler hazırladı* TBMM Tutanak Dergisi, D. 2, Top 3, c. 24, s. 619-630.

203


ğını öğrenmiştik. Özgürlükleri konıma bahanesi ile öz­ gürlüklere yeni sınırlamalar getirecek bir Temel Hak ve Hürriyetleri Koruma tasansından ısrarla söz ediliyordu. Aynca Seçim Yasası da değiştirilecekti: Ulusal artık sis­ temi bırakılacak, Adalet Partisi'ne avantaj sağlayan bir sisteme geçilecekti. Adalet Bakanlığı Bütçesi üzerinde TİP gurubunun görüşlerini dile getiren Yunus Koçak arkadaşı­ mız, Adalet makinasını güvenilir, çabuk ve ucuz işleyen bir makina haline getirrnek için nelerin yapılması gerekti­ ğini belirtirken savcılık kurumunun işleyişinde gördüğü­ müz aksaklıklara, ceza ve tevkif evlerindeki yürekler acı­ sı duruma da değindikten sonra, yeni yasa hazırlıkları ko­ nusunda şunlan söylemişti: " ( .. .J Adalet Bakanlığının demo1�ratik anayasamıza gö­ re asıl görevi, Anayasaya aykırı olan mevzuatı ayıklamak ve Anayasaya uygun mevzuat getirmeye çalışmaktır. Oy­ sa Adalet Bakanlığının ve Bakanın bu yolda bugüne ka­ dar olumlu bir icraatını görmüş ve duymuş değiliz. Şayet varsa, bilmiyorsak kendilerinin burada ifade etmeleri biz­ leri memnun edecektir. «Muhterem arkadaşlar, ancak duyduğumuz ve ısrarla ' söylenen şu ki, Adalet Bakanlığı Anayasaya uygun, Ana­ yasa haklarını teminat altına alacak kanunlar şöyle dur­ sun, Anayasa haklarını daha kısıtlayacak çalışmalar içine girmiş durumdadır ve bu beyan edilmektedir. Bu konu Adalet Bakanlığının 2 seneden beri hazırlığı ile meşgul ol­ duğu, zaman zaman metni gazetelere akseden «Temel hak ve hürriyetleri koruma kanunu tasarısı» üzerinde çalışma­ lardır. «Muhterem arkadaşlar, Anayasayı ihlal yalnız Anaya­ saya aykırı kanun yapmakla olmaz. Anayasayı ihlal, A na­ yasaya uygun kanunları yapmamakla da olur. Adalet Ba­ kanlığı bugüne kadar bu taammüd içindedir. Şimdi de açık­ ça Anayasaya aykırı bir tasarı getirmekle bu inadını taç­ landırma durumundadır. * ..

* TBMM Tutanak Dergisi, C. 25, s. 300.

204


TİP'li milletvekillerinin bu alışmadıklan hoşgörü ve sessizlik havasını kasırgaya dönüştüren İçişleri Bakanı sa­ yın Faruk Sükan'ın konuşmasına geliyorum. Daha önce Yunus Koçak arkadaşımızın bu bakanlık bütçesine ilişkin konuşmasından bölünller sunacağım: TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK (Konya) - Sa­ yı.n Başkan, sayın milletvekilleri; TİP Gurubunun İçişleri Bakanlığı Bütçesi üzerinde görı1şlerimizi arz ederken bu yıl da Türkiye'de emniyetin, asayişir:ı. huzurun sağlanama­ dığını, bu yıl da memleketin va'dedilen refah devleti sevi­ yesine yaklaşmak şöyle dursun, türlü nedenlerle, ekono­ mik sosyal nedenlerle Anayasaya aykırı zihniyetin hergün daha bariz uygulanması ile, memleketimizin daha geriye gittiği., huzursuzluğun daha fazla arttığı ve günden güne vatandaş ıstırabının yoğunlaşarak yer yer ufak da olsa indiiaıar halinde kendisini göstermeye başladığını üzün­ tü ile ifade etmeye mecburiyet ve zaruret hissediyorum. CAP sıralarından müdahaleler ve gürültülerJ BAŞKAN - Muhterem arkadaşlar, lutfen müdahale et­ meyin. Muhalefet övecek değil, elbette muhalefet tenkidde l:lulunacak. Buna lıarşı not alacaksınız icra makamlarında bulunan makam not alacak, cevaplandıracak g rup sözcü­ nüz not alacak cevaplandımcak. Buyurun Sayın Koçak. TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK (Devamla) Ülkemiz bu yıl da insanların işsizlikten, çaresizlikten, yalı­ sulluktan ve bu nedenlerle memleketi terkedip gitme ar­ zusıı.ndan bir türlü kurtulamamış, vatandaş hiçbir suretle huzura, ·tarafsız bir idareye ve tarafsız idarenin vatanda­ şa vereceği teminata kavuşmaktan hergün daha fazla uzak­ ıaşır duruma gelmiştir. Muhterem arkadaşlar, İçişleri Bakanlığı büyük bir teş­ kilattır. İçişleri Bakanlığı Hükümet icraatının vitrini ma­ hiyetindedir. İçişleri Bakanlığı yaptığı uygulamalarla mem­ lekette dürüst, tarafsız, Anayasaya ve kanunlara bağlı ic­ raatın mevcudolduğunu veya olmadığını, davranışı ile va­ tandaşlara ispat etmesi gereken bir Bakanlıktır. Fakat İç­ işleri Bakanlığı Teşkilatının zaman zaman müşahede etti-

205


gımız tarafsız kalmak istemesine rağmen İçişleri Bakanlı­ ğı'nın başında bulunan zatın ve özellikle Adalet Partisi mi­ litanlarının idareye yaptığı tazyik ve baskı zaman zaman idare timirlerini, zabıta kuvvetlerini ister istemez ka.nun­ suzluklara ve kanuiısuzluklara müsamahaktir davranmaya zorlamaktadır. Muhterern arkadaşlar, bir küçük olaydan bahsetmek is­ tiyorum. Bu sözlerim üzerine bazı zihinlerden şöyle pir sual geçebilir: «Misalin var mı?» Geçen yıl Suşehri'ne gittik. Oç milletvekili arkadaş bir kahveye oturduk, biraz sonra Su­ şehri'nin Belediye Başkanı olduğunu sonradan öğrendiği­ miz bir zat yanında üç tane kabadayı kılıklı; böyle tasvir edeceğim, daha ağır kelime kullanmayı doğru bulmuyo­ rum, üç kişi_ ile içeri girdiler, sandalyeleri yere vurarak kırmaya başladılar ve buradan çıkın:ız, birşey dinlernek is­ temiyoruz dediler. Halk oturuyor ve dinlemek istiyordtt. Polis görevini yapmaya çalışıyordu, fakat partizanlar poli­ si nerdeyse enterne etmişlerdi. Kaymakamla görüştük. Kay­ makam da aynı ıstıraba katıldığını ve elinden birşey gel­ meyeceğini lisanı hal ile bize ifade etti. Savcı ile görüş­ tük, savcı aynı şeyden şikayetçi idi, polis memurlan ça­ resizlik içinde idiler. İşte arkadaşlar, bunlar partizanların idareye yaptığı baskı örnekleridir. Muhterem arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığı Teşkiltitına, Emniyet ve Jandarma Teşkilatına .bu sene bütün bütçenin geçen yıla nazaran artış oranına nisbetle çok büyük tah­ sisat aynlmıştır. Mesela Emniyet Genel Müdürlüğünün bütçesi geçen yıla oranla % 30 nisbetinde artırılmış, Jandarma Genel Kumandanlığı bütçesi % 15 oranında artırılrnış, fakat buna rağmen vatandaş kaçakçılıktan, yok­ sulluk nedeni ile işlenen cinayetlerden ve soygunlardan, her türlü vurgunculuk ve sosyal hakları kullananlara kar­ şı baskıdan şikayetçi olmaktan bir türlü kurtulamamıştır. Arkadaşlar, baskı o kadar ileri gitmiştir ki, Emniyet Genel Müdürlüğünün asıl görevi, bütün zabıta kuvvetle­ rinin asıl görevi Bakanlığın uygulamasına göre suçlulan takibetmekten ziyade Anayasayı savunanları, yurt gerçek206


leri üzerinde düşünenleri ve Anayasaya göre hak arayan­ lan tehdideder bir duruma gelmiştir. İçişleri Bakanlığının emniyet ve zabıta teşkilatının bütçelerinin artırılması, sa­ yılannın artırılması maalesef vatandaşın bu ıstırabına ça­ re bulacak bir durum yaratmamıştır. Toprak reformu is­ teyen bir kişi Adalet Partililer taraf.ından öldürülmüştür. (AP sıralarından gürüıtüler, «Nerede olmuş?» sorusu) Emir­ dağ'da öldürülmüştür. lAP sıralanndan gürültülerı BAŞKAN - Muhterem arkadaşlar, çok rica ederim, müdahale etmeyiniz. (AP sıralarından gürültülerJ TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK Wevamlal 975 numaralı makbuzıa iadeli taahhütlü olarak İlhan Sel­ çuk'a Hacı Ahmet Özgüler tarafından Belediye Meclisi AP

-

Bütçe Encümeni üyesi; mahsus tarih numarasını veriyo­ rum ki, tetkik imkanını bulasınız. Muhterem arkadaşlar, işte Anayasa dışı tutum ve dav­ ranışı kendisine prensibedinen uygulaması bu suretle mem­ lekette huzur yaratmak yerine, huzuru kaçıran bir teşkilat haline gelmiştir. (AP sıralarından anıaşılmayan müdaha­ leler.) BAŞKAN - Sayın Özoğul, çok rahatlıkla müdahale ediyorsunuz, mukabil müdahaleye geldiğiniz zaman reak­ siyon gösteriyorsunuz, çok rica ederim, müdahale etmeyin lıi, bu kabil müdahale de olmasın. TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK WevamlaJ Butün bu huzursuzlukların. memlekette vatandaşın hergün daha fazla sıkıntıya düşerek bir yolunu bulup yurt dışı­ na gitmek arzusunun ve memlekette kanun hakimiyetinin bir türlü sağlanamamasının tarafsız idarenin bir türlü ku­ rulamamasının ve irticaın hergün daha desteklenmesinin gerekçesi olarak ve bunları maskeleme.k için hükümet mev­ hum tehlikelerle halkı oyalamaya ve halkın dikkat naza­ rını birtakım asılsız tehlikelere çekmeye çalışmaktadır. Muhterem arkadaşlar; her fırsatta denilir ki, «aşırı sol­ cular, Türkiye İşçi Partililer şöyle yapmaktadır, böyle yap­ maktadır. huzuru bozmaktadırlar. » Şimdi arkadaşlar, bir bakan, bir hükümet mensubu birgün sonra yalan olduğu. 207


meydana çıkacak şeyleri söylemekten kaçınmalıdır. Mesela, Sayın Bakan buyuruyorlar ki, «her yerde, her fırsatta efen­ dim, aşırı sol şöyle tahrikler yapıyor, anarşik tahrikler ya­ pıyor. Bu güzel memlekette kanun hakimiyeti sağlanamı­ yor, huzur sağlanamıyor ... Arkadaşlar, aslında hükümetin huzursuzluğu anayasadan gelmektedir ve hükümeti hu­ zursuz edenler anayasaya bağlı kuvvetler ve zihniyetliler­ dir. Rakam veriyor İçişleri Bakanı; diyor ki, «Türkiye'de 1967 yılı içinde sol hareketten 111 kişi takibata uğramış; kişi hüküm giymiş .. ve öğünerek söylüyor; «bunlardan ikisi de Türkiye İşçi Partisi mensubu,. diyor. Yani bütün Türkiye'de huzursuzluğu yaratan işte bu Türkiye İşçi Par­ ll

tisi'nden mahküm olan iki Eskişehir'li vatandaş ve arka­ daşlar, şunu hemen söyleyeyim ki, Bakan burada da kas­ den söylüyor demeye dilim varmıyor, hakikati ifade etmi­ yor. Çünkü, Türkiye İşçi Partisi'nden mahküm olan tek kişi yoktur ve bu mahküm oldu dediği iki vatandaş da bir polis tertibine kurban gitmiştir, dosya halen Yargıtaydadır. Bakanın .. mahkum olmuştur.. demesi şunu hatırımıza ge­ tiriyor; acaba Yargıtayın kararı Bakanın cebinde midir? Herhalde değildir arkadaşlar. lAP sıralarından «senin ce­ bir.de midir» sesi) BAŞKAN - Efendim, arkadaşlar, müdahale etmeyiniz. Gurup adına beyanda bulunan arkadaşımza malzeme ve­ riniz rica ederim. TİP GRUBU ADlNA YUNUS KOÇAK WevamlaJ Muhterem arkadaşlar, buna karşılık yani huzur bozucu hareketlerin aşırı soldan geldiği iddialarının bu şekilde kendi verdikleri rakamlarla tekzibi yapıldıktan sonra, hu­ zur bozucu olayların, asayiş bozukluğunu gösteren olayla­ rın ne şekilde cereyan ettiğini ve bunların miktarını arz ederek huzurunuzda huzursuzluğun nereden geldiğini gös­ termeye çalışacağım. ŞADİ PEHLİVANO GLU COrduJ - Sayın Başkan, ..aşı­ rı soldan gelmiyor» diyor. BAŞKAN - Sayın Pehlivanoğlu, bu noktada bazı fi­ kirleriniz varsa grup adına beyanda bulunacak arkadaşı·

208


rııza malzeme veriniz, Bakana malzeme veriniz. Müdahale

{3tmeyin rica ederim. ŞAD İ PEHLİ VANO GLU COrduJ - Koç niye pireleni­ yor? BAŞKAN - Bu . şekilde muhaverenizi dışarda yapın. TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK WevamlaJ Yalan söylemediğimiz için, yalan söyleyenıerin de yalanı­ .nı meydana çıkanyoruz.

ŞADİ PEHLİVANO GLU COrduJ - Düzeniniz yalan si·

_zin. BAŞKAN - Sayın Pehlivanoğlu ... İBRAHiM AYTAÇ (Balıkesir) - Hayatınız yalan. BAŞKAN - Sayın Aytaç, sizlere Tüzük kaidelerini tatbike mecburiyet duyacağım. Çok rica ediyorum, bu şekil­ .de müzakereyi devam ettiremem. TİP GRUBU ADINA YUNUS KOÇAK lDevamlaJ İçişleri Bakanlığının özellikle Bakanın bütün övünmeleri­ · fte rağmen, toplum polisini genişletmesine rağmen, bu yıl p.dam öldürme suçlan geçen yıla nazaran 2189'dan 2302'ye çıkmıştır ve yine İçişleri Bakanlığının emniyet ve jandar­ manın raporlannda bildirilcliği�e göre bu sene zabıta mo­ dern araçlarla teçhiz edilmiştir, modern taşıt araçlarına kavuşm�ştur ve bu taşıt araçlarına kavuşmasına rağmen geçen yıl bu katillerin yakalanma oranı % 98 iken bu se­ ne % 90'a dilşmüştür. Burada başarının ve başarısızlığın mevcudolup olmadığını takdirlerinize bırakıyonım. Yine arkadaşlar, kalpazanlık suçlan da artmıştır. Ha­ ni ya «Vatandaş para kazanacak, vatandaş kazanmasın mı?» Vatandaş da kolay kazanmanın yollarını buluyor. Sah­ te para basma suçları; yakalanan miktar olarak para 431720 lira, yakalanan bunlar. Silah kaçakçılığı: Arkadaşlar 1967 yılında yakalanan kaçak silahlar, yakalananlar diyorum, bir tümeni teçhiz edecek kadar. Mesela, 4188 tabanca, 1079 tüfek, 50 maki­ nalı tüfek, 401 tabanca, 651622 me1·mi, 40 kasatura ve ar­ kadaşlar şunu da söyleyeyim, bu sene kaçakçılık olaylan yerilen rakamlara, göre azalmış, fakat yakalanan kaçak

209


mal miktarı geçen seneye oranla % 30 artmış. Yani ka­ çakçılık artık falıir fukaranın, küçük esnafın hayatını ka­ zanmak için tehlikeyi göze alarak yaptıklan ufak işler ol­ maktan çıkmış, teşkilatlı, organize ve hakikaten sermaye­ darların yaptığı ve yapacağı bir iş haline gelmiş, % 30 mik­ tarında artmış. Muhterem arkadaşlar; bütün bu rakamlar neyi göster­ mektedir? Bu rakamlar İçişleri Bakanlığının bugüne kadar yaptığı işlerde başanya ulaşamadığını göstermektedir, fa­ kat İçişleri Bakanlığı bütün bu başarısızlığı bir grubun, birtakım kimselerin üzerine yüklemenin yolunu bulmuş ve her söylendiğinde «efendim, huzuru bozan aşırı solcular­ dır, üniversite talebeleridir, üniversite hocalarıdır,. diye­ rek işin içinden sıyrılmaya kalkmıştır. Yı;:ıni İçişleri Bakan­ lığı Anayasa haklarını kullanan insanlara karşı hareket edenleri koruma durumuna düşmüştür. Muhterem arkadaşlar; bütün bunlar huzursuzluğun ne­ reden geldiğini, nasıl işlediğini göstermektedir. Yine size bugünkü Hürriyet Gazetesinden bir başlık okuyorum: uAlmanya'ya gitmek isteyen beş kişinin tevkifi sahtekarlığı ortaya çıkardı. Polis 5000 liraya sahte pasaport satan şebekeyi arıyor.» Arkadaşlar, vatandaş yoksulluktan, işsizlikten, çaresizlikten artık demek ki, bu memlekette hu­ zura kavuşamayacağını anlamış, ne yapıp edip dışarı çı­ kıp bir iş bulmanın yollarını arıyor ve tabii her ihtiyacın karşılığı olarak birtakım teşkilatlar doğar; buna karşılık da sahte pasaport yapan pir şebeke doğuyor. Muhterem arkadaşlar;

işte

huzursuzluğun nedenleri,

işte huzursuzluğun misalleri, işte kolay para kazanma tel­ kininin sonuçları. Bütün bunlarla birlikte iktidar geldiği günden beri açıkça irticaı teşvik eder, irticaa taviz verir bir tutum içindedir. Muhterem arkadaşlar... BAŞKAN - Bir dakikanız var. TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK ( Devamla) Sayın Başkan, söz attılar mütemadiyen, siz de susturdunuz onları. Beş dakika ben sustUm, onlarla siz konuştunuz.

210


BAŞKAN - Hayır efendim, siz konuşurhen de onları susturdum Sayın Koçah. TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK (Devamla) Efendim, ben sustum, siz onlarla honuştunuz Sayın Baş­ han. BAŞKAN - Siz sustunuz, ben onlarla konuştum, böy­ le bir şey vahi olmadı. Bunu tahrif ediyorsunuz. Devam edin honuşmanıza. TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK (Devamla) Hayır ben tahrif etmiyorum. BAŞKAN - Bir dakikanız var, devam edin honuşnıa­ nıza, rica ederim. Bir dakika içerisinde konuşmanızı biti­ riniz lutfen. TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK (Devamla) Sayın Başkan, iktidarın irticaa taviz veren olayları Muğla olaylarında, Elbistan olaylannda ve Osmaniye olaylarında açıkça meydana çıkmıştır ve Türkiye &1enemen' e doğru, 31 Mart vakasına doğru süratle gitmektedir. Bu tehlikeye dik­ katinizi çekmek gerekir. Bu tehlikenin üzerinde her cid­ di iktidarın önemle durması. gerekir. CAP sıralarından mü­ dahaleler) BAŞKAN - Lutfen cümlenizi tamamlayınız. TİP GURUBU ADINA YUNUS KOÇAK CDevamlaJ Bizim görevimiz bunları zabıtlara geçirmehtir. Muhterem arkadaşlar; ayrıca partimizin Roma'da ile­ rici partilerin yaptığı konferansa katılmış olması da ten­ hid konusu olmaktadır. Bu konferansa Akdeniz ilerici Par­ tileri, Ahdeniz'i yabancı üslerden ve askerlerden temizle­ mek için toplanmışlcırdır. Bütün yabancı askerleri; Ame­ rika ve Rus askerlerini temizlemek için toplanmışlardır ve Türkiye İşçi Partisi barışçı bir parti olduğu için, bağımsız­ Zıht.an yana bir parti olduğu için, sosyalist partilerin, mil­ li kurtuluş partilerinin düzenlediği bu hazırlık toplantısı­ na katılmıştır ve burada Kıbrıs meselesini dile getirmiş­ tir. Arkadaşlar, bu partilerin birçoğu da ihtidardadır. Biz bu partilerden Birleşmiş Milletlerde oy isteyeceğiz.

211


BAŞKAN - Tamamdır. TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK WevamlaJ Onun ·için yapılan konuşmaları dikkate almak lazım. Doğu meselesinde Türkiye fşçi Partisi Anayasanın... BAŞKAN - Bitirin dedim.. TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK WevamlaJ Bağlıyorum. BAŞKAN - Bu nasıl bağlamadır. Lütfen bağlayınız, son noktasını koyunuz efendim. TİP GURUBU ADlNA YUNUS KOÇAK (Devamla) Doğu meselesinde de Türkiye İşçi Partisi'ne yapılan büh­ tanlar, isnatlar basit iftiradan ibarettir. Doğu'da Tür!aiye :İşçt Partisi'nin yaptığı doğu halklarının Anayasa haklan­ na sahip çıkmasına öncülük etmek ve Doğu halkının sö­ mürülmesinin Batı halkının sömürmesi ile gelişmesinden ileri geldiğini söyleyerek Doğu halkına karşı yapılan bö­ lücü, ayırıcı. telkinleri tesirsiz bırakmaya çalışmaktır. BAŞKAN - Tamamdır Sayın Koçak .. (Başkan tarafın­ dan hatibin mikrofonu kesildi.J Sayın Koçak siz Riyasete saygı göstermez misiniz, ta­ mam diyorum. YUNUS KOÇAK WevamlaJ - Nafnütenahi saygım vardır. Sözümü bağlamadım. BAŞKAN - Sözüniizü bağladınız efendim. İki dakika fazla zaman geçti. Tamamdır efendim. YUNUS KOÇAK (Devamla) - Hepinize saygılar su­ nanm.* Eleştirileri yanıtlamak için İçişleri Bakanı kürsüye gel­

diginde, gecenin bu ilerlemiş saatinde kanlı bir ::;aldın ola­ yı yaşanacağını,

Sükan ve arkadaşlarından

başka, sanı­

nm kimse düşünmemektc::ydi Bakanlık kürsüsünde Adalet Partili Nurettin Ok vardı. Salon tenha idi. Genellikle gece oturumlannda böyle olurdu. Öteki guruplara oranla Ada­ let Partisi gurubu daha kalabalıktı. Saat 21'de başlayan gece oturum�da Ulaştırma Bakanlığı bütçesi üzerindeki

* TBMM Tutanak Der. C. 25, s. 365-369. 212


konuşmalar tamamlanmış, İçişleri Bakanlığı bütçesi de, ba­ kanın konuşması ile tamamlanacaktı. Bakandan önce AP gurubu adına sayın Orhan Eren kısa bir konuşma yaptı. Türkiye İşçi Partisi'nden hiç söz etmedi. Bu da planın bir parçasıydı herhalde. Saldın işaretini sayın Sükan verecek­ ti. İçişleri Bakanının konuşması geçen yılki konuşmasın­ dan pek farklı değildi. Akdeniz Konferansı, Doğu miting­ leri eklenmişti. Aradaki fark kışkırtıcı sözcüklerde ve eda­ da idi. Bakan her haliyle: ••Ne duruyorsunuz, saldırın! " di­ yordu. İçişleri Bakanı konuşurken salonda yoktum. Olay­ ları sonradan arkadaşlar anlattılar. Yukarda Gurup' oda­ sında çalışıyordum. İçişleri Bakanının konuşması, hazırla­ nan tertibi pek açık olarak ortaya koyuyor. Adalet Parti­ liler eşe dosta karşı bir eeladet gösterisinde bulunmak is­ temişler. Konuşmayı ayn�n veriyorum: BAŞKAN - Sayın İçişleri Bakanı buyurunuz.

içiŞLERi BAKANI FARUK SOKAN (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının 1968 yılı pütçesi münasebetiyle serd edilmiş bulunan kıymetli mütalaa, tenkid ve temenniler dolayısıyla İçişleri Bakanı ve bakanlık camiası adına şükranlarımı arzederim. Sözlerime başlarken şu hususu sarahatan belirtmek ye­ rinde bir hareket olur. Geçen yıl İçişleri Bakanlığı bütçe­ si münasebetiyle yapılan tenkidlerle 1968 yılının tenkidleri arasında büyük ölçüde farklılık müşahede edilmektedir. Geçen yılki, tenkidler umumiyetle yurt emniyet ve asayi: şi meselesine teksif edilmiş, yurdun iç huzur ve güvenliği konusuna arkadaşlarımız bilhassa dikkat nazarlarını çek­ miş ve bakanlığın bu istikamette çalışmada bulunması hu­ susunda çok kıymetli tenkidlerde bulunmuşlar idi. Bu sene bir tek parti hari,ç, diğer partiler zannediyorum ki, İçişleri Bakanlığının geçen seneki bu konudaki faaliyetlerini tat­ minkar ve ümitli bulmuşlardır. Ve müşahede etmişlerdir. ' Esas itibarıyla yurt emniyet ve asayiş i konusunda İçişleri Bakanlığının umumi zabıta kuvvetlerinin çalışmalarını ki­ fayetli bulmayan partinin görüşleri ve tenkidi bizim için muvaffakiyetin en doğru ölçüsü olarak değerlendirilmesi 213


iktiza eder. (AP sıralarından hravo sesleri) Onlar, yurtta huzur ve asayişin, yurtta sükimun, yurtta kardeşliğin tees­ süsünden ve idamesinden maalesef hıızur duymamaktadır­ lar. Bu kürsüden mii.taaddit defalar bu ifade ve beyanları arz etmiştik. Bugün yine bunları tekrarlamak mecburiye­ tindeyim. Çünkü TİP'in sayın temsilcisi burada yine va­ zıh olarak düşüncelerini, kafalanndaki tasanlannı, tahay­ yüllerini, emellerini cesaretle bu millet kürsüsünden söy­ lemek istemediler. Bu cesareti gösteremediler. Konuşmala­ rında daima bir endişeni-n, bir suçluluk psikolojisinin ha­ kim bulunduğunu, bir pisko - patolojik vetirenin hdkim pu­ lunduğunu zannediyorum ki, burada TİP temsilcisini, söz­ cüsünü dinleyen herkes tesbit ve müşahade etmiş bulunu­ yor. Kıymetli arkadaşlarım, bütün partiler 1968 yılı bütçesi münasebetiyle geçmiş hadiselerin ve Türkiye'nin iç huzur ve emniyeti bakımından, bilhassa doktirin münakaşalan­ nın, aşın cereyanlann Türkiye'de endiş€' verici mahiyette bulunduğunu ve bunların ön�enmesi, vatandaşın sulh ve sükun içerisinde endişesiz yaşaması ve memlekete fa.ydalı olması için bu cereyanlarcf,an masun kalması istikametinde tedbir talebinde bulundular. Bu itibarla konı.tşmalann merkezi sikletini bu cereyanlar teşkil etmesi hasebiyle mü­ saade buyurursanız çok kısa zaman içerisinde cereyan eden, yurdun huzur ve emniyetini ihlal eden aşın solun su sathına çıkmış, kanunları ihlal edici mahiyette bazı vesi­ ka ve dokuman mahiyetindeki vakıalan arzetmek istiyo­ rum ve tescil ettirmek istiyorum. Gayet tabiı bunlardan sonra yine kanunların icabının yapılması hususunda, kanunların Bakanlığımıza verdiği yetkiler ve Hükümetin yapması iktiza eden hususat da alakaZı mercilere intikal ettirilecektir. Onun için bunlan buraya tescil ettirmek lüzum ve zaruretini hissediyorum. 7 Ocak 1968; İstanbul TİP İl Kongresinde, TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar konuşması sırasında aynen «Marksizm pir bilimdir, kapitalizmin zıddıdır, bilimden ya­ rarlanmak da Anayasada vardır. Şu halde Marksizm Ana-

H4


yasamıza aykırı değildir. Elbette biz sosyalist partiyiz, sos­ yalizme inanıyoruz derhen bilimsel olmayan sosyalizmi hasdetmiyoruz. Zaten sosyalizm birdjr, başka türlüsü yok­ tur, bilimseldir ve bilime dayanır.,. Bu 7 Ocak 1968 günü Tİ P'in İstanbul İl Kongresinde Mehmet Ali Aybar tara­ fından söylenmiş sözlerdir. Bu beyanlar gayet vcizıh şe­ kilde bir Marksizmin, hollehtivizmin, dolayısiyle komüniz­ min müdafaasıdır ve bu propagandasının ta kendisidir. (AP sıralarından 'bravo' sesleri) Bilimsel sosyalizmin tarifi ho­ münizmden başka nedir? Materyalist felsefede Marksizmin tarifi. olarak, karşılığı olarak komünizmden başka izahı var­ sa, komünizm değil ise gelirler, beyan ederler ve aksini is­ pat ederler. Elbette hi bunları .birer suç telcihhi ettiğimiz ci­ hetle aldhalı makama tevdi edilecektir. Ama Büyük Mecli­ sin zabıtlarına bunları tescil ettiriyoruz, kaldı hi, hemen bu­ radan şunu arz edeyim: Anayasamız Marhsizme sureti ka­ tiyede kapalıdır. Kesin şekilde, bilimsel sosyalizm adı altın­ dahi, yani ilmi sosyalizm denen Marksizm yani homünizme de kesin şekilde kapalıdır. Anayasanın müzaheresi sırasında burada Başhan ve sözcülerin bu konudahi beyanlarını da bu münasebetle tescil ettirmeh istiyorum: (Temsilciler Mec­ lisi Tutanak Dergisi, cilt 2, sayı 5 DJ Anayasa Komisyonu Başh dnı, evvelci Başkanın sözlerinden başlamak suretiyle arz edeyim. Anayasa Komisyonu Başkanı Temsilciler Meclisindeki tasarıyı sunarken: «Anayasamızın ikinci özelliği dohtrinci bir A nayasa olmayışıdır. Anayasamız bu gibi müfrit tema­ yüllere hapılarını sıkı sıkı kapatmıştır. Bu suretle milleti­ mizin geleneksel temayüZlerini bir defa daha burada tesbit etmiş bulunmahtayız.» Yine aynı şekilde Anayasa tasarı­ sının tümü üzerindeki müzakereler sırasında Anayasa Ko­ misyonu Sözcüsü: «Arkadaşlar, b'u Anayasada asla dohtrin yoktur. Bu Anayasada hiçbir partinin programı yoktur. Ne Devletçilik vardır, ne liberalizm, ne sosyalizm ve ne de her­ hangi bir (izm) vardır.» Yine . Anayasanın 4. maddesinin müzaheresi münase­ betiyle Anayasa Komisyonu Sö.zcüsü Sayın Turan Güneş

215


bir soru üzerine, 4. maddede sosyal Hukuk Devleti anla· yışı ve tesiri münasebetiyle sorulan suale karşılık şu beı­ yanda bulunmuştur: «Bu madde egemenliğin bir sınıfta tecelli etmesini doktrin olarak müdafaa eden, daha sarih bir ifade ile arz edeyim, proleterya diktatörlüğünü savunanlara karşı ko� nulmuş olan bir hükümdür. Seçim olur, işte milli hakimi� yet tecelli etti denir, fakat iktidarı alan idarenin rejimi pro� leterya diktatörlüğünü andıran bir rejim olursa Türk Ana� yasası bu rejimi kabul etmez. Bir sınıf adına iktidara et koy­ mak isteyen partileri bu Anayasa kanun dışı kabul etmek� le kalmıyor, 1 hudutlar dışına sürüyor. .. Şimdi arkadaşlar, TİP'in kendi beyanları: Mehmet Ali Aybar Bey ifade ederler, kendi beyanlarında da vardır. «Biz diyor, 1910 senesinden beri Türkiye'deki sosyalist hareket­ lerin son halkasıyız.» 1910 senesinden beri Türkiye'deki sos­ yalist hareketlerin hepsi Türk hakimleri tarafından mah­ kum edilmiş komünist hareketleridir. YUNUS KOÇAK (Konya) - Tamamını okuyunuz lüt­ fen. İşinize gelen yeri okumayınız. BAŞKAN - Sayın Koçak, efendim tam okur, yarım okur, hiç okumaz. Müdahale yok. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN (Devamla) - Mü­ saade edin, hepsinden bahsedeceğim, acele etmeyi" . ALİ KARCI (Adana) - Fikir planında diyor. BAŞKAN - Sayın Karcı gürültü çıkarmayın, müdaha­ le etmeyin. HAMiT FENDO GLU (MalatyaJ - Sen bir Bakatıa na­ sıl müdahale edersin? İ ÇİŞLERi BAKANI FARUK S ÜKAN WevamlaJ - TİP' 'in Türfıiye'ye özgü şartlardan doğmuş bulunduğunu ve programı ile Türk toplumunun sorun ve ihtiyaçlarına ce� vap verdiğini, Türkiye'de 1910'dan beri süregelmiş sosya­ list hareketin ancak tarihi anlamda bir devamı, son hal­ kası olduğunu söylemektedir. 1910'dan beri Türkiye'deki

216


sosyalist hareketlerin hepsi mal:ıkeme kararı ile kapatılmış komünist hareketleridir. fBravo sesleri, alkışlarJ 1910'da, 1920'de Mustafa Suphi, ondan sonra Şefil?. Hüsnü, 1924, 1926, 193B, 1944, 1946 ve 1960'a kadar 24 defa komünist tevkifatı olmuştw·. Bunların hepsinde de sosyalist parti, sosyalist emekçi parti, köylü partisi adı altında Şefik Hüsnü, Mus­ tafa Suphi, Serteller, Hasan Ali Ediz ve saire, Sevim Tarı ve şimdi içinde bulunan bazı zevat da J:ıunlann içerisine karışmak suretiyle Türk hakimi tarafındq,n mahkum edil­ miştir. 1910'dan beri mevcudolan, sizin bahsettiğiniz sos­ yalist hareketlerin hepsi Türk kanunlarına göre yasaklan­ mış ve mahkum edilmiş komünist lıareketleridir. fAP sıra­ larından 'Brava' sesleri) Bu, mahkeme kararlarıyla da sa­ bittir. TİP çalışmalarında, Rus Komünist partisinin Enternas­ yonale dahil olabilmesi için esas ittihaz ettiği bazı pren­ sipleri ve kuruluşları da esas almıştır. Mesela bunlardan bir tanesi; Demokratik Santralizm, yani Demokratik Mer­ keziyetçilik adı altında, komünist partilerde disiplini, ku­ ruluşu sağlayan bir müessese vardır. Bu 1907'den beri, Le­ nin'in ortaya koyduğu ve Lenin'den beri devam eden 1917, 1919, 1957, 6. ve 19. komünist kongrelerinde tescil edilmiş ve en son defa bugün 1960 senesinde, Bl komünist partisi­ nin Moskova'da yaptığı kongrede de, sureti katiyede De­ mokratik Merkeziyetçilik sistemini kabul etmeyen partiler Enternasyonale dahil olamaz ve komünist partisi olamaz, diye tescil edilen Demokratik Merkeziyetçilik sistemi Be­ hice Boran ağzıyla - şimdi size arz edeceğim. Bl komünist parti temsilcilerinin 1960 A ralık ayında Moskova'da yaptıklan toplantı sonunda yayımladıkları bil­ diride, «Marksist, Leninist partiler, Demokratik Merkeziyet­ çilik prensibine uyarak, parti hayatında Leninist standart­ Zara uymayı ve parti birliğini gözbebekleri gibi korumayı: faaliyetlerinin yasası sayarlar.» Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tüzüğü keza, «Partinin teşkilat yapılışında dayan­ dığı esas prensip, Demôkratik Santralizm'dir» der, Türki­ ye Komünist Partisi Tüzüğü, Doktor Şefik Hüsnü'nün meş-

217


hur komünist partisinin tüzüğün:de de, «Partimizin teşki­ lat kuruluşu prensibi, Demokratik Santralizm' e dayanır. Bu şu demektir ki, Türkiye Komünist Partisi aynı zaman­ da hem santralizm, hem, demokrasi arası "üzerine kurul­ muştur. Burada santralizm'in ifade ettiği şey, partinin bü­ tün ideolojik, siyasi faaliyetlerinin ve teşkilat işlerinin tek bir merkezden idare edilmesidir . .. Şimdi, Behice Boran'ın, TİP'in 1966 Kasım ayında Ma­ latya 2. kongresinde yaptığı konuşmadan bununla ilgili pa­ . sajı alıyorum: «Arkadaşlar, her zaman diyoruz, bizim parti öbür par­ tiler gibi değil. Amacı bakımından değil, olayları kavrama bakımından değil, çalışma metotları bakımından değil, teş­ .kilat bakımından da değil. Bizim partimiz bugün din çer­ çevesi içinde oy avcılığı ile iktidara gelmeyi düşünmedi­ ğini, emekçi halkı demin anlattığım anlamda devrimci yönde teşkilatlandırıp bilinçlendirmek, uyandırmak sure­ tiyle iktidara gelmek istediği için, ya bugünkü düzeni te­ melinden değiştirmek amacını açıkça söylediğinden dola­ yı hakim çevrelerin baskısı, tecavüzü altında bulunduğu için her sosyalist parti gibi bizim partimizin safları birbi­ rine çok sıkışmış, kenetlenmiş, disiplinli olarak çalışmak mecburiyetindedir. Kısaca bizim parti de demokratik mer­ .keziyetçilik prensibine göre çalışmak mecburiyetindedir. Öyle çalışır ve organlarının kuruluşu öyledir, bunu böyle­ ce bilelim, bu bütün sosyalist partilerin çalışma şartlarının doğurduğu bir zorunluktur, demokratik merkeziyetçililı. .»

Demokratik merkeziyetçilik Troçki'yi Rusya'dan atmış­ tır. TİP'de aynı sistemi kabul ettiği için kendilerine muha­ lif olan, işlerine gelmeyen grubu aynı sistemden dolayı at-. mıştır. Demokratik merkeziyetçilik, enternasyonale ddhil komünist partilerinin esas prensibini vaz' eden bir sistem midir, değil midir? Bunu TİP kabul etmiş midir, etmemiş midir? İşte kendi beyanları ... O halde tamamen «1910'dan beri biz Türkiye'deki sosyalist hareketlerin tarihi manada devamcısıyız» derken o bir kalıptır, kamuflajdır, esasında şimdi biraz evvel iki tane misalini arz ettim, «Bilimsel sos218


yalistıik» diyorlar. Yani ilmi sosyalist. Materyalist felsefe­ de bu, komünizmdir, Marksizmdir. Başka türlü izah tarzı yoktur. Aynı tarzda 1910'dan beri bütün enternasyonal ko­ münist partilerinin kabul ettiği sistemi, demokratik merke­ ziyetçilik sistemini vazıh şekilde ortaya koyuyor ve bunu benimsiyorsunuz ve tatbik ediyorsunuz. Bu da 1910'dan be­ ri Türkiye' deki sosyalist hareketler, komünist hareketler ol­ duğuna göre ve enternasyonal komünizmin de kabul ettiği bu sistemi benimsediğinize göre sizin başka türlü bir par­ ti olduğunuzu, hangi hukuki, hangi fiili delillerle isbat ede­ bileceksiniz? Gayet tabii, bunlan teemmül etmek iktiza eder. YUNUS KOÇAK lKonyaJ - Bütün partilerde merke­ ziyetçilik vardır. BAŞKAN - Sayın Koçak, sabahtan beri size vukubu­ lan müdahaleleri önlemek için burada ter döktüm. Aynı muameleyi kendiniz yapmayınız ve o döktüğüm terin mu­ kabilinde biraz susunuz rica ederim. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SÜKAN WevamlaJ - Yine enternasyonal, komünist teşkilatı militanıanna ve komü­ nist · partilere muayyen sloganları vermek suretiyle onların tatbikçiliğini_ ve takipçiliğini yapmasını emreder. Geçen se­ ne bunlardan bir kısmını burada arz etmiştik, bu sene de bunların bir kısmını tekrar etmek istiyorum. Şimdi anti emperyalist bir cephe birliğinden biraz ev­ vel Yunus Ko_çak da Roma toplantısı münasebetiyle bu cep­ he birliğinin Akdeniz bölgesine sirayet ettiğinden ve TİP' in de bu işbirliğine katıldığından bahsettiler, doğrudur. Çünkü yine Bl komünist pa;·tisinin Moskova'da yaptığı top­ lantıda komünist partilere direktif; «Sosyalizme geçmek için, o aşamaya varmak için mutlak surette bir cephe bir­ · liğine varmanız lazımdır.» Bugünkü şartlar içinde anti emperyalist cephedir, milli demokratik cephedir, anti em­ peryalist cephedir. Anti emperyalist cephe kurtuluş sa­ vaşlanyla sosyalizme geçecektir. Sizin bütün tebliğleriniz­ de gerek bir senelik faaliyetiniz, hele 1964'ten sonra son 1967 senesindeki faaliyetinizde bu anti emperyalist cephe 219


ve kurtuluş hareketine ait tatbikatınız Türkiye'deki her türlü anarşik hareketin içerisinde mevcut bulunmaktadır ve vazıh şekilde ilan edilmiş tarzdadır. Mesela, 81 komü­ nist partisi 1960'da şu emri veriyor; Bizim Radyoyu, Yeni Çağı falan bahsetmiyorum, keza Yakup Demir'i, Zeki Baş­ tımar'ı, Türkiye Gizli Komünist Partisi'nin enternasyona­ Ze dahil olmuş genel sekreteri, ki mahküm komünisttir, bi­ ral- evvel saydığım Türkiye'deki komünist hareketlerinin içerisinde bulunan kaçak komünistlerden bir tanesidir, bi­ ze, tabii milli menfaatlerimiz ve bunun yanında olanları teşhir etmek için... (Ortadan «bize ne" sesleri.) Bize ne? Onu yapıyoruz. CCHP sıralarından, ·Bunlardan bize ne?" sesleri.J Alınanlara ben soruyorum, size ne? Madem ki, si­ zinle alakası yok, niye reaksiyon gösteriyorsunuz? Mehmet Ali Aybar, 1 Aralık 1966 tarih ve B sayılı Dö­ nüşüm'de; «Günümüzde emperyalizme karşı savaşı sosya­ lizm için mücadeleden ayırdetmek mümkün değildir, Bu, tam bağımsızlığımıza kavuşmanın şartıdır. Milli kurtuluş mücadelesi, sosyalizm için mücadeleyle birlikte yürütülür demek şüphesiz milli kurtuluş mücadelesini yalnız sosya­ lizmlerin yapacağı anlamına gelmez. Milli kurtuluş müca­ delesi, emperyalizme karşı bütün kuvvetlerin, milli bir cep­ he kurmaları şeklinde yürütülecektir, .. demektedir. Komünist partileri toplantısında aynen şu emir veri­ liyor; «Bütün pu mücadele süresince milletin tüm demok­ rasici yurtsever güçleri gerçek milli bağımsızlık ve demok­ rasiye ulaşmak amacında yapılacak bir ihtilalin zaferi uğ­ runda bir tek cephede birleşirler, çünkü sosyalist ihtilcili­ ni eritmek .için en önce bu koşullan gerçekleştirmek gere­ kir.» Oslü.p, ifade, terim tamamen yüzde yüz paralel, tam bir plak sadakatiyle aynen oradan alınan emirler, Türki­ ye'de tatbik mevkiine konu·r ve söylenir. Türkiye'de bir tek tip, dünyada bir tek tip sosyalizmin olduğunu Sadun Aren Bey de çeşitli konferanslarında, ya­ zılarında tektip sosyalizm, yani onların tabirleriyle bilim· sel sosyalizm, ancak bunların uygulama ve tatbikatı, şekli milli hüviyetle değişebilir, ama aslolan sosyalizmdir, o da 220


tek tip sosyalizmdir. Başka türlü, diğer sosyalizmler; di­ ğer türlü sosyalizm hareketlerini burjuva yutturması ola­ rak bizzat kendileri beyanlarıyla ifade etmişlerdir. Sosyal demokratların, demokratik sosyalistlerin, Zürih'teki 1967 senesinin sonlarına doğru yaptıkları toplantıya bütün garp memleketlerinde'ki sosyalistler iştirak etmiştir. En meşhur sosyalistler iştirak etmiştir. Yani İtalya'nın meşhur Nenni' si, Fransa'nın Guy Mollet'i, Almanya'nın Willy Brandt'ı, İs­ viçre Hariciye Nazırı, Avusturya Başbakan Yardımcısı, ki, bunlar meşhur sosyalistlerdir, sosyal demokratlardır ama demokrasiyi esas telakki ederler, insan hak ve hürriyetle­ rini esas telakki ederler, Rusya'dan emir almazlar, seçim müessesesini, mülkiyeti, manevi kıymetleri esas ittihaz ederler. Bu kongreye katılmazlar bizim, sosyalistler, çün­ kü burjuva, emperyalist sosyalist onlar. Onlar, garp sos­ yalistleri emperyalisttir, katılmazlar. Nereye giderler? Ro­ ma:daki 22 Ocak toplantısındaki, Roma toplantısındaki, Ro­ ma Akdeniz bölgesindeki toplantıya. Şimdi onu da açıklayacağım. Roma toplantısı: Arkadaşlar. Akdeniz bölgesindeki Roma toplantısı, Mehmet Ali Aybar'ın ifade ettiği tarzda diyor ki, " bu ko­ münist toplantısı değildir.» Ama şimdi göstereceğim, şim­ di bizzat Roma'da Komünist Partisi'nin organı olan Unita gazetesinden aynen nakledeceğim: bu, İtalyan Komünist Partisi ve D'İtalian Proleter Partisi tarafından tertibedil­ miştir. Bu kongre gizlidir. Size göre kapalıdır. Gizlidir. Bu Roma toplantısına iştirak eden partiler, sizin ifadenizle, beş tane komünist partisi vardır, mütebakisi ilerici, prog­ resist partidir. Ama bütün bunlar aşırı solda olan, sureti katiyede garplı manada sosyalizmi kabul eden Marksçz, fel­ sefeyi uygulayan partilerdir. Onları da müsaade ederseniz arz edeyim: Roma toplantısına katılan partiler: Kıbrıs Prog­ resist İşçi Partisi, yani AKEL. AKEL herkesçe malümdur ki, Komünist Partisidir. Cezayir Kurtuluş Cephesi, Fran­ sız Birleşmiş Sosyalist Partisi, Fransız Komünist Partisi, Yu­ nan Sol Demokrat Birliği, EDA, Yugoslav İşçi Halk Sosya­ list Birliği, Fas Komünist Partisi, Birleşik Arap Cumhuriye221


ti, Arap Sosyalist Partisi, Suriye Baas Partisi, İtalyan Ko­ münist .Partisi, İtalyan Proleter ve Sosyalist Birliği Partisi, ispanya Komünist Partisi, Türkiye İşçi Partisi. Roma toplantısı İtalyan Komünist Partisi'nin organı olan Ünita'da çıkan tebliğlerinde, müsaade ederseniz oku­ makta büyük fayda vardır: «22 - 23 Ocak tarihlerinde Ro­ ma'da Akdeniz ülkeleri progresist parti ve zümrelerin bir toplantısı yapılmıştır. İtalyan Komünist Partisiyle İtalyan Proleter Sosyalist Partisinin düzenledikleri bu toplantıya şu teşekküllerin temsilcileri katılmıştır. Biraz evvel oku­ duğum partiler. Son aylarda Akdeniz havzasında meydana gelen ciddi olaylar dikkatli bir incelemeye tabi tutulmuş­ tur. İsrail'in Arap ülkelerine karşı saldırısı ve Arap top­ raklarını halen işgali altında bulunduruşu; Yunanistan' da hükümet darbesi; Kıbrıs buhranı; NATO'nun faaliyetle­ rini artırması . Bazı temsilciler bu neviden olayların se­ bebinin Amerikan emperyalizminin saldırganlığı olduğun­ da ittifak etmişler ve bu empe1·yalizmin Vietnam halkına karşı yapılan saldırıda en yüksek noktasını bulan genel bir taarruza yeniden geçmiş bulunduğunu müşahede et­ mişlerdir. .

»

Uzun görüşmelerden sonra temsilciler, Akdeniz bölge­ sinin bütün progresist kuvvetlerini bir araya getirecek bir konferansın toplanması zarureti üzerinde mutabık k-almış­ lardır. Bu konferans emperyalizme karşı savaşa girişmiş veya girişmeye hazır olan kuvvetleri muhtariyetlere ve mü­ Şahhas politik realitelere riayet etmek suretiyle Akdeniz'i bir barış ve barış içinde bir işbirliği bölgesi haline getir­ mek üzere faaliyetlerini birleştirmek gayesini güdecektir. Bu hazırlık toplantısı. Esas toplantısı Nisan ayında ce­ reyan edecektir. Kapalı olan bu toplantıda daha neler gö­ rüşüldüğünü bilmiyoruz. Yalnız Ünita'nın tercümelerinden elde ettiğimize göre toplantı İtalyan Komünist Partisi ida­ reci üyesi Yoldaş Ugo Peccioli tarafından açılmış ve İtal­ yan Proleter Birliği · Sosyalist Partisi Parlamento Grubu Başkanı Yoldaş Milletvekili Lucie Lussa.to tarafından ka­ patılmıştır. 222


Yani, ttibirler de orada tamamen, bizzat Unita'da ve yine İtalyan Komünist Partisi'nin sözcüsü olan bir · dergi­ de -Sadun Aren Bey bilir bunu, oradalardı- Rinasita'da çıkan beyanlardır. Şimdi, bu iştirak eden partilerin, Akdeniz bölgesi ko­ münist ve progresist partileri, bir kısmı iktidarda olan par­ tiler. Yani Yugoslav Partisi gibi, Cezayir Kurtuluş Partisi gibi, Ntisır ve Suriye BAAS Partisi gibi bir kısmı hakika­ ten iktidarda olan partiler. Bir kısmı legal komünist parti­ ler, muhalefette, Fransız Komünist Partisi gibi, İtalyan Komünist Partisi gibi. Ama bir de illegaZ olan, yer altında olan, kanunlarla yasaklanmış olan partiler de bu toplan­ tıya katılıyor. Bir kısmı davet edildiği halde gelmiyor, me­ s�lti Arnavutluk Komünist Partisi gibi, mesela Portekiz, me­ sela İsrail, mesela Tunus.. Bunlar gelmiyor, belki ilerideki toplantıya katılır. Ama bunların içinde illegaZ olan, kanu­ nen memlekette yasaklanmış olan ve bizim gizli Komünist Partisi gibi dışarda Zeki Baştımar, Yakup Demir'in idare ettiği parti ve kollarının da Türkiye'de bağlandığı gibi ta­ rihi 1910'dan beri devam eden bu sosyalist illegaZ olan par­ tiler de var, Fas ve İspanyol Komünist Partileri gibi. Böyle gizli kapaklı ve kanunlarımızla yasaklanmış siyasi hare­ ketlere nasıl olur da, hem de hükümete bir kere dahi ne­ zaketen, « Biz şu kabil toplantıya gidiyoruz., diye haber vermek lüzumunu dahi duymadan oraya katılırlar? Akde­ niz bölgesinde anti emperyalist ve anti Amerikan hareket­ lerine karşı bölge sulhunu koruyucu... Biraz evvel Yunus Koçak bir beyanda bulundu: Bütün üslerin, Akdeniz bölgesindeki sorunu. Böyle değil, işte be­ yanı okudum, Amerikan esas olan; çünkü son btr sene içe­ risinde, altı ay içerisinde, sekiz ay içerisinde büyük hadi­ seler oldu Akdeniz bölgesinde. Yunanistan'da Darbei Hü­ kümet oldu. Arap - İsrail harbi Orta - Doğu'yu büyük ölçü­ de bir hayli sıcak bölge haline getirdi. Kıbrıs hadiseleri alevli bir safhaya girdi. Bu bakımdan orası, gayet tabii Rusya için ehemmiyetli bir bölge haline geldi. Çünkü, ya­ ni Yunanistan'daki Darbei Hükümet, Kıbrıs htidiseleri, Or223


ta - Doğu hadiseleri, bütün bu hareketler, bir emperyalizm oyunu olarak ve tamamen Amerika'ya bağlanmıştır bir za­ viyeye· göre, bir görüşe göre. Sırf onu önlemek için Rus­ ya'ya yardımcı bir politika temin maksadıyla, gizli mana­ da komünist ve progresist partiler toplanmıştır. Bundan evvelki 1967 Nisanında Karl Marks Toplantı­ sının Aralık 1967'de toplanan Belgrat'taki gizli Komünist partileri toplantısının, Polanya'da toplanan gizli komünist partileri toplantılannın neticesinde, bu toplantının yapıl­ madığını kimse iddia edemez. Çünkü enternasyonal komü­ nizmin bütün hareketleri planlıdır. Daha önceden tesbit edilir, onun icabı uygulanır. Bu, bu üç toplantıdan mülhem .olarak yapılmıştır. Bizimkiler. de zaten enternasyonal ko­ münizm faaliyetleri bakımından kendilerini tescil ettirmiş durumdadır. Çünkü demokratik sosyalizmi inkar ederler·. Bilimsel sosyalizmin, Marksizmin aleni şekilde aynı slogan­ ları, yani ideolojik bütün argoları (ki bunlar umumiyetle anlaşılmaz, hakikaten bir ideoloji argosudur kullanılan te­ rimler, uslüp ve beyanlarJ ve onlann bütün icaplarını ye­ rine getirmiş ve enternasyonale dahil olmak hakkını kazan­ mış gözükmektedirler, alakaZı şeyler bakımından. Onlar bu itibarla, şimdi Nisan toplantısına hazırlanıyorlar. Nisan toplantısına gidecekler, Nisan toplantısına ı9 Akdeniz ül­ kesine dahU devletlerin progresist ve komünist partileri de, bilmiyorum 19'u da dahil olabilecek mi? Ama, TİP bunda kararlı görünür. TİP'in orada diğer bir faaliyeti gayet açık; elimde yine Şam' da çıkan gazetelerin kupürleri mevcut­ tur. BAAS partisi ile daha Roma'da ve yine keza İtalyan Komünist Partisi ile yakın münasebetleri olmuştur. BAAS Partisi hakkında maliımat vermeyi zait addede­ rim, kıymetli milletvekillerine. BAAS Partisi aşın solcu ve bilimsel sosyalizmi kabul eden bir partidir ve bütün mü­ nasebetleri pemirperde memleketleridir. Gerek fikri müna­ ı;ebetleri, gerekse siyasi ve ekonomik münasebetleri, kuru­ luşu vesairesi tamamen ora ile ilgilidir ve demokratik sos­ yalist memleketlerle sureti katiyede bir münasebeti kalmı­ yan bir parti hüviyetindedir bizim TİP... 224


CEMAL HAKKI SELEK CİzmirJ - TİP değil, Türkiye İşçi Partisi... İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN IDevamlaJ - Affe­ dersiniz, affedersiniz. TİP, Türkiye İşçi Partisi, yani 1910' dan beri Türkiye'deki sosyalist hareketlerin son halkası olan Türkiye İşçi Partisi'nin BAAS Partisi ile yakın müna­ sebetleri var, gidip gelip yapılanları Türkiye'de TlP'in, Tür­ kiye İşçi Partisi'nin yaptığı fikri hazırlıkları ve hareketle­ ri onlara gösterecekler, bizimkiler de oraya gidecekler, ora­ da BAAS'ın yaptıklarını müşahede, tesbit edecekler, bun­ da büyük fayda mütalaa ve mülahaza ederler... CYTP Hak­ kari milletvekili Ali Karahan'ın anıaşılmayan bir müdaha­ lesil BAŞKAN - Sayın Karahan, müdahaleye hiçbir suret­ le hakkınız yok. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN rDevamlaJ - Af­ federsiniz ... BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan, siz dinlerneyin efen­ dim, rica ederim, siz beyanatımza devam buyurun. (TİP milletvekilleri ve YTP Hakkari milletvekili Ali Karahan'ın anlaşılmayan müdahaleleri) Sayın Karahan ne hakkınız var müdahale etmeye? Sayın Karcı teşvik etmeyin, kendi yapmadığınız hareketi başkasını alet ederek yaptırmaya çalışmayınız. Gözümden kaçmıyor. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN rDevamlaJ - Top­ lantıya dahil olan diğer... ÇETİN ALTAN CİstanbulJ - BAAS Partisiyle ilgimiz­ den bahsediliyor .. CGürültülerJ BAŞKAN - Sayın Altan, hakkınız yok efendim. Şim­ di kendiniz anlaşılan prensip kararına vardınız, müdaha­ le etmeyeceksiniz, çok teşekkür ederim, lütfettiniz. Fakat orada ... ÇETİN ALTAN CİstanbulJ - BAAS'la ilgimiz... BAŞKAN - Dinleyin bir dakika. Orada Ali Karrıhan'ı tahrik etmeye yeltenmeyin. Görüyorum. CTİP sıralarından gürültüler J Müdahale etmeye hakkınız yok efendim. 225


ÇETİN ALTAN (İstanbul) - Aman efendim, onun ka­ dar konuşacak dilimiz yok mu? (GürüUüler, AP sıralann­ dan 'Sarhoşsun' sesleri) BAŞICAN - Müdahale etmeye hakkınız yok efendim. Hiçbir şelıilde edemezsiniz efendim. (GürültülerJ Hiçbir şey söylemeye hakkınız yok. fTİP sıralarından gürültülerı Meclisi bu şekilde işgal etmeye hakkınız yok. Düzeni boz­ maya hakkınız yok, oturunuz ve dinleyiniz. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SÜKAN CDevamlaJ - işti­ rak eden diğer partilerin hüviyeti de farklı değildir. Mesela Yugoslav Sosyalist Birliği Partisi komünistliğine dahil en fazla üyesi olan bir komünist teşekkülüdür, iktidardadır. O halde Roma toplantısını bir komünist hareketi olardk kabul etmemek herhalde çok safdillik olur. . Bunun, ga­ yetle tabii iç hukukumuz pakımından meselenin münaka­ şa.ı:ını alakaZı merciler yapacaklardır, gerekli bütün dokü­ man objektif şekilde detaylarıyla. birlikte alakalı mercilere tevdi edilecektir... YUNUS KOÇAK (Konya) - Tamam, onlar kararı. ve­ recek siz vermeyeceksiniz. BAŞKAN - Sayın Koçak... Muhterem arkadaşlarım. bundan sonra en ufak bir müdahaleyi tespit ettiğim tak­ dirde cezaya geçeceğim. (AP sıralanndan müdahalelerJ RlZA KUAS (Ankara) - Bunlar müdahale değil mi Sayın Başkan? BAŞKAN - Eğer siz imkan vermeseniz bunlar olma­ yacak tabii. CGürültüler, karşılıklı müdahaleler) İÇİŞLlıRi BAKANI FARUK SOKAN fDevamlaJ - TİP sosyalizme geçmek için, yani lıendi anladıkları manada sosyalizme geçmek için tek cephe hareketinde ve Kurtuluş Savaşında öncü olarak işçi sınıfını kabul eder. Anayasa­ mızın ve kanunlarımızın bir sınıf tahakkümünü reddetme­ sine rağmen bütün konuşmalan ve faaliyetleri TİP' in, işçi sınıfını, emekçi sınıfını hakim kılmaya matuftur. Çünkü gayet . tabii onların hedefi proleterya hakimiyetidir. biraz evvel okuduğum bütün beyanlar ve şimdiye kadarki hare­ ketleri bunun müşahhas, müdellel vesikalarını teşkil et226


mektedir. Türkiye'deki ne kadar bozguncu hareket varsa Türkiye İşçi Partisi elemanları vardır. İçişleri Bakanı ola­ rak söylüyorum, mesuliyetinin ağırlığını hisseden .bir hü­ kümet azası olarak beyan ediyorum. YUNUS KOÇAK (Konya) - Mahkeme söyleyebilir, siz söyleyemezsiniz. BAŞKAN - Sayın Koçak, size bir ihtar cezası veriyo­ rum. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN WevamlaJ - Mah­ kemeye de tevdi ettik. Doğu mitinglerinin hepsi TİP tara­ fından tanzim edilmiştir ve Doğulu masum Türk vatandaş­ larına, her zerresinde Türklülı kokan ve milli tarihte bü­ yük hissesi bulunan Doğulu vatandaşa ırk ayrımını telkin suretiyle siyasi istismar vasıtasıyla anarşi yaratmak mak­ sadıyla bu işt tertibedenler Türkiye İşçi Partisi'dir, mah­ kemelerce tesbit ve tescil edilmiştir, mahkemeleri derdesti rüyettir. 33 dava açılmıştır haklarında. 76 lıişi konuşmuş­ tur, 63'ü TİP'lidir. Ayrıca son günlerde devlet bütünlüğü­ nü bölmeye matuf faaliyet Türk emniyet kuvvetleri, Milli Emniyeti ve Emniyeti Umıımiye tarafından ortaya konmuş, mührüyle, vesikalarıyla, mektuplanyla adalete tevdi edil­ miş ve 9 kişi de tevkif edilmiştir. Bunlar aynı zamanda mitinglerin tertipçisi bulunan kimselerdir? Tarık Ziya Bey, bunları bilmekte fayda vardır. BAŞKAN - Sayın Bakan, siz de lutfen Heyeti Umu­ miyeye hitabediniz. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN WevamlaJ - Ama çok şükür Türk halkı yapılan ve ortaya konmak istenen oyunun mahiyetini anlamış, Diyarbakir'dan itibaren en son Ankara'da işi tam manasiyla bir halk şuuru, milli şuur ha­ linde kösteklemesini bilmiştir. Bu iş tabii böyle olacaktır. Bizim vazifemiz şu, bizim vazifemiz bunları anlatmak. Elbette ki, İçişleri Bakanı ola · ra bugünl�ü Anayasa ve hürriyet ı·ejimi içerisinde, demok­ ratik hürriyet rejimi içerisinde tedhişle, tazyikle, tehditle devlet idare sistemi çoktan geçti. Biz bunun temsilcisi de­ ğiliz. 227


Arkadaşlarım buyururlar, «bu hareketleri biliyor, ama neden laiki veçhile cezalandırmıyorsunuz?,. Bizim vazife­ miz Anayasa nizamına son derece hürmetkar olmak kayıt ve şartıyla hak ve hürriyetleri suiistimal ettirmeden ve onları tam manasıyla kultandırma vasat ve imkanını ver­ mek suretiyle bu kabil hareketleri takip ile adlı mercilere tevdi etmektir. Biz bunu yapıyoruz. 1967 yılında elimde vesika vardır, komünizm faaliyetinden 117 kişiyi mahke­ melere tevdi etmişiz. Geçen senelerde sayısı 35 - 20 - 30 ka­ dar, yani yarı nisbetinde; 117'ye baliğ olmuştur, 1967 yı­ lı içerisindeki komünizm faaliyeti propogandasından dola­ yı mahkemeye tevdi edilen... (AP sıralanndan «kaç kişi• sorusu) 117 kişi. YUNUS KOÇAK (Konya) - Kaçı mahkum olmuştur? BAŞKAN - Şu ağzınıza hakim olun lutfen. İÇİŞLERi BAKA NI FARUK SÜKAN WevamlaJ - Mahkum olanlar da va.r... Eskişehir'dekiterin mesela iki tane­ si .. Eskişehir TİP il sekreteri bir tanesi. öbürü de TİP'li... YUNUS KOÇAK (Konya) - Mahkum oldu mu? Onu söyle... İÇİŞLERi BAKANI FARUK SÜKAN WevamlaJ - Es­ kişehir mahkemesi tarafından mahkum oldu, avukatlığını da sen yapıyorsun orak - çekiçin ... BAŞKAN - Beyefendi, bu şekilde bir Bakana cevap vermeye hakkınız var mı efendim? Burada müzakere ya­ pıyoruz, musahabe yapmıyoruz, rica ederim. Sayın Bakan, siz de lutfen muhatap almayınız müda­ haleleri. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN WevamlaJ - Kli­ şeleriyle, bütün dokumanlarıyla Eskişehir'deki hareket bir komünist hareketidir. Eskişehir mahkemesi de mahkum et­ miştir. YUNUS KOÇAK (Konya) - Bizimle ilgisi sabit olmuş mu? BAŞKAN - Sayın Koçalı size bir ihtar cezası daha ve­ riyorum. Ağzınızı her açtığınızda ceza vereceğim. İçtüzük bana bunu emrediyor. (GürültülerJ Müdahale etmeyin, sü228


kimeti bozmayınız, meclisin müzakeresini ihlal etmeye hak­ kınız yok efendim. YUNUS KOÇAK (Konya) - Bana o kadar sataşıldı, kimseye ihtar vermediniz Sayın Başkan. BAŞKAN - Tekerrür de var, size buradan ikaz etme­ min haddi hesabı yok, hiçbirini dinlemiyorsunuz. Otunmuz ve ağzınızı kapayınız, dinleyiniz rica ederim. İÇİŞLEHİ BAKANI FARUK SOKAN WevamlaJ - Bi­ zim vazifemiz devlet bütünlüğünü, milli beraberliği, mües­ ses Anayasa nizanıını bozucu her türlü faaliyeti takip et­ mek, hükümet ve devlet olarak. İçişleri Bakanlığının me­ suliyeti altında biz bu tarzda davranışta bulunanları, han­ gi cepheden gelirse gelsin, takip ederiz ve adalete tevdi ederiz. Türkiye'de aşırı sol bugün geçen seneye nazaran daha vuzuh kesbetmiştir. Aşırı sol kelimesini ağzına almayan­ lar bugün aşırı solun tehlikesinden baluıder hale geldi. Yine sarih cepheleşme hareketi vardır, yani milli ma­ nada aşırı solun tehlikesi karşısında, elbette ki, kanun ya­ nında olanlar hiçbir endişeye düşmesinler. Çünkü kanun­ ların tanıdığı hakları ve hürriyetleri meşru hudutlar içe­ risinde ve meşnı zihniyetle takip edenler için, tatbik eden­ ler için ve onun icabını yapanlar için hiçbir tehlike mevzuu­ bahis değildir, hiçbir · endişe mevzuubahis değildir. Ama, Anayasa nizanıını değiştirmek, Sadun Aren Beyin biraz ön­ ce mecliste yaptığı bütçe konuşmasında arz edeceğim, Ana­ yasa nizanıını kökten değiştirmek, müesses nizamı boz­ mak, insan hak ve hü1·riyetlerine saygılı olan rejimi, insan haysiyetine saygı gösteren rejimi yıkmaya matuf olan faa­ liyetleri takip etmekle beraber, bu tarzda davrananlar kim olursa olsun endişe ederler. Endişe etmekte de haklıdırlar, çünkü onlar suç işlediklerini bilirler. Devlet olarak bizim vazifemiz bu tipte olan insanların, gayet tabii endişelerini artırmak ve takip etmektir. Takibimiz, tekrar ediyorum, Senatodaki konuşmamı tekrar ediyorum, burada da arz ettim, çok dikkatli, soğukkanlı, sabırlı, suçluyu suçsuzdan ayıracak tarzda, vicdanlı ve itinalı, günahsızı günahkar229


dan ayıracak tarzdadır ve devlet aleyhinde faaliyette bu­ Lunanlara, nizamı bozmaya yeltenenlerin her türlü faali­ yetlerini, evet nefes alışlannı dahi takip etmekteyiz. Meşru hudutlar içetisinde ve kanunların t.anıdığı hak ve salahi­ yetler içerisinde ... (Soldan 'Bravo' sesleri şiddetli ve sürek­ li alkışlarJ Bilhassa bu nefes alanların nefeslerinde eğer votka kokar, kanunlarında hakiki ve mecazi manada vot­ kadan mütevellit ciğerleri kıpkızıl konjesyona uğrarsa, onr lan milli musibet olmaktan korumak, fizyolojik manada da, sosyolojik manada da bizim vazifemizdir, bu memle­ keti sevenler için. (Soldan• 'Bravo' sesleri, alkışlarJ Bun­ dan kimsenin şüphesi olmasın. (Soldan brı.zı sesler) BAŞKAN - Sayın Akay ... İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN WevamlaJ - Yap­ tığımız işleri gayet dikkatle ve bilerek yapmaktayız. Ted­ hişle değil, telefon dinleme, mektup açma hikayesi boş ldf-. tır, yarası olan gocunur. Vehmi olan varsa çekinir. Nizam­ perver insanlar, kanunu seven insanlar sureti katiyede meş­ ru hükümetlerin takibinde olamazlar, onlar rahat hareket ederler. Ama ard düşünce sahipleri, nizanı düşmanları, mil­ let düşmanlannı da takip etmek bizim vazifemiz her yönü ile. Şahsen İçişleri Bakanı olarak ben, bunun vebal ve mesu­ liyetini taşıyorum ve icabını yapmaya da gayret ediyorum ve bu gayretimizde de geçici olan makamımız devam etti­ ği müddetçe yapmayı vazife sayıyoruz. Bundan kimsenin de endişesi olmasın. Arkadaşlar, Türkiye'de her türlü hareket, ne kadar bozguncu hareketler varsa içinde, sokak hareketlerinin için­ de TİP elemanları ve militanlan vardır. «NATO'ya hayır, işçiler, köylüler bağımsızlıktan yana olanlar. .. Köylere 500.000 tane, milyon tane bunlar gider. Çünkü NATO'dan Nisan'da ayrılma, NATO'yu çözme ihtimali vardır ve o imkan hazırlanmalıdır; çünkü Nisana kadar ihbarda bu­ lunup «acaba NATO' dan nasıl sı,yrılır? Acaba Türkiye na­ sıl böyle kuvvetlerden, meşru kuvvetlerden, kolektif müda­ faa kuvvetlerinden mahrum kalır ve muayyen istikamete gidebilir?• Bunun .bütün yollan her şekli aranır. Bu emir 230


de Moskova emridir, siz bunu reddedersiniz ama bu bir gerçektir. Bütün söyledikleriniz ile, efali harekatınızla .bu böyledir. ÇETİN ALTAN (İstanbul) Böyle konuşamazsın. 'cSol­ dan, bağrışmaları BA.ŞKAN - Sayın Çetin Altan, Meclisi çalışmaktan im­ tinaya mecbur bırakıyorsunuz, size bir takbih cezası ve­ riyorum, ne hakkınız var müdahale etmeye? (Sağdan, sol­ dan gürültüler, bağrışmalarJ İÇİŞLERi BAKANI FARUK SOKAN rDevamlaJ - Siz Türk mahkemelerinin ... BAŞKAN - Bir dakika Sayın Bakan. Ne hakla müdahale ediyorsunuz, rica ediyorum efen­ dim. Ne hakkınız var müdahale etmeye beyefendi? ÇETİN ALTAN (İstanbul) - Böyle konuŞamaz. BAŞKAN - Efendim, böyle konuşur, öyle konuşur, ko­ nuşmayı biz mi öğretelim? İÇİŞLERi BAKANl FARUK SÜKAN rDevamlaJ - Çe­ tin Altan siz, Türk mahkemelerinin mahkum ettiği... ÇETİN ALTAN (İstanbul) - Evet. İÇİŞLERi BAKANI FARUK SÜKAN rDevamlaJ - Na­ zım Hikmet'i, milli şair, vatan şairi olarak gösterdiniz mi? ÇETİN ALTAN ristanbıılJ - En büyük şair idi Nazım Hikmet. (AP sıralarından bağrışmalar ve TİP sıralarına doğru. koşuşmalarJ BAŞKAN - Arkadaşlar, rica ederim, kavga çıkarmak için bahane arıyorlar. (TİP sıraları önünde döğüşmeler, TİP'lilerden de bağırarak AP'lilere karşı çıkışlar, yumruk­ laşmalar, bağırmalar ve bir kanşıklık .. .J (Başkan mütemadi olarak kampana çalar.J BAŞKAN - Celseyi tatil ediyorum. Kapanma saati: 1 .55"" ·-

Bir tertiple karşı karşıya olduğumuz gün gibi açıktı.

* TBMM Tutanak Dergisi, C. 25,

s.

372-381. 231


Demirel, Sükan ve arkadaşları, Türkiye İşçi Partisi'nin Mos­ kova'nın buyruğunda ve Meclis'in dışladığı bir yabancı unsur olduğu imajını yaratacak bu komployu planlamışlar­ dı. İçişleri Bakanı AP gurubunun duygularını gıcİklayan bir konuşma yapacak; Moskova'daki Komünist Partileri toplantısı ile İşçi Partili yöneticilerin konuşmalan arasın­ da gene paralellikler kuracak; Akdeniz Konferansı ve Do­ ğu mitingleri TİP'in dışa bağımlılığının kanıtlan olarak sergilenecek ve Nazım Hikmet bardağı taşıran son damla olacaktı. . . Ve de öyle oldu. 1968'in 20 Şubatı. Sabaha karşı saat: 02. Millet Meclisi toplantı salonu. Saldırı başlayınca Başkan Nurettin Ok oturumu kapatıp savuşmuştu. AP'li milletvekilleri saldırı­ ya geçmezden hemen önce Başbakan Demirel'de salondan çıkmıştı. AP'liler �ıraların üzerinden atlayarak saldırmaya başladıklan sırada salonda bulunan arkadaşlanıruz şunlar­ dı: Cemal Hakkı Selek. Rıza Kuas, Sadun Aren, Tank Zi­ ya Ekinci, Yunus Koçak, Çetin Altan, Kemal Nebioğlu, Ali Karcı. . . Saldınyı TİP Haberleri şöyle anlatıyor: «İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, grupları adına ko­ nuşan sözcülerin kürsüde bulundukları sırada, Adalet Par­ tisi grubunda garip bir havanın estiği görülmüştür. Ada­ let Partisi milletvekillerinin, gece saat 02'de ilk defa ola­ rak kalabalık bir gnıp halinde Meclis'de hazır bulunma­ ları, gürültü edilmemesi konusunda, birbirlerini neş'eli bir şel�ilde uyarmaları, her zaman alışılanın dışında bir tutum olarak nitelenmiş, diğer parti gruplarında hayret uyandır­ mıştır. Ancak, bu arada, kavgacılıkları ile ün yapan bazı AP milletvekillerinin gizlice işaretleşmeleri de gözden l�açma­ mış, olayın önceden düzenlendiği yolunda bir süre önce ortaya çıkan söylentiler, kuvvet kazanmıştır. Diğer üyeleri grup odasında çalışmakta olan TİP gru­ bunun sekiz milletvekili, İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerin­ deki görüşmeleri bu hava içinde izlemeye başlamışlar ve kürsüye çı1�an Sükan'ın tahrik edici konuşmasını sükunet­ le dinlemişlerdir. Birbuçuk saatlik konuşması sırasında de232


vamlı olarak ve hemen sadece Türkiye İşçi Partisi'ni konu olarak alan Sükan, bir ara, TİP milletvekillerine ismen kür­ süden seslenmeye başlamıştır. Bu arada, kavga mizansenine Başkanlık Divanı'nı iş­ gal eden Başkan Vekili Nurettin Ok'un da katıldığı şüp­ helerini uyandıracak bir tutum dikkati çekmiştir. Ok, İçiş­ leri Bakanı'nın hakaret derecesine varan suçlamalanna se­ yirci kalmış, TİP'e yöneltilen çok ağır bir ithama yerinden «Bu şekilde konuşamazsın . cevabını veren Çetin Aıtan'a ise 'takbih' cezasını reva görmüştür. Tecavüz başladığı an­ da da tedbir alacağı yerde oturumu tatil eden Ok, salon­ dan ayrılmıştır. Kavgayı ateşleyecek kıvılcım, TİP milletvekillerinin sabrı sayesinde ancak 02'de parlamış, kavgaya önceden ha­ zırlıklı AP grubu, Sükan'ın Çetin A ltan'a bir soru sorma­ sı ve Altan'ın da cevabı üzerine, üç koldan, sekiz TİP mil­ letvekiline saldırmıştır. .

»

En önlerinde, AP Bursa milletvekili Kasım Önadım ve Eskişehir milletvekili İsmet Angı'nın pulunduğu kavgacı­ lar, önlerine ilk çıkan Yunus Koçak'ı yumruklamaya baş­ Lamışlardır. Saldıranların arasında AP milletvekillerinden Şadi Pehlivanoğlu, Kemal Bağcıoğlu, Hamit Fendoğlu, Ata Bodur, Şevki Yücel; Koçalt ve Çetin Altan'ı sürükleyerek yere atmışlar ve tekmelemeye başlamışlardır. Bu arada, Hamit Fendoğlu, tabanca kabzasıyla Yunus Koçak'a arka­ dan saldırmış ve başını yarmıştır. Kanlar içinde kalan Ko­ çak'ın tekmelenmesiyle olay bitmemiş, İstanbul Milletveki­ li Prof. Sadun Aren, Genel Sekreter Rıza Kua.s, Tekirdağ Milletvekili Kemal Nebioğlu, Diyarbakır Milletvekili Tank Ziya Ekinci ve Adana Milletvekili Ali Karcı, hırpalanmış­ tır. İzmir Milletvekili ve TİP Grup Başkan Vekili Cemal Hak­ kı Selek de tartaklanmıştır. Yaralı TİP milletvekillerinden akan kanlar, özel bir ekip tarafından uzun süre silinerek temizlenebilmiştir. Grup odasına yaralıların taşındığı asansör de kan içinde kal­ mıştır. Olaydan sonra derhal Gülhane Askeri Tıp Akademi233


.si'ne kaldırılan Yunus Koçak'a ilk tedavisi yapılmış, çeki­ len rontgen sonucunda, mutlak istirahat kaydıyla evine yol­ .lanmıştır. Koçak ve Aren, halen evde istirahatdedirler. • Olaydan sonra gurup odasında toplandık. O gece Mec­ liste bulunmayan arkadaşları çağırdık. Hepimiz olayın şo­ ku altındaydık. Durumu değerlendirdik Ve bir bildiri ka­ leme aldık. Tokat gibi olması gereken bildiri öyle olmadı. Saldırı olayı dolayısıyla «Kuvvetler aynlığı• ilkesinden söz edilmesinin hiçbir anlamı yoktu. Bu korkunç ve iğrenç sal­ dınyı tertiplerneye Demirel hükümetini ne gibi nedenle­ rin ittiği çok açık olarak ortaya konmalı, yalnız İçişleri Bakanının değil, hükümetin istifası istenmeliydi. Bunu hiç­ birimiz düşünernedik Ama tabandaki yönetici arkada.şla­ rııruz düşünmüşlerdi: TİP Fatih ilçe örgütü adına Başba­ kan Demirel'e ve Meclis Başkanına tel çeken arkadaşlan­ mız, Başbakan'ı istifaya çağırmış, Bozbeyli'ye de teessüfle­ nnı bildirmişlerdi. Bizim yayımladığııruz bildiride tek önemli tümce: «Yunanistan'da oynanan oyunun başka bir ray üzerinden Türkiye'de de oynanmak istendiği; Ameri­ ka_n emperyalizmi ile onun içerdeki ortaklannın, emekçi halk kitlelerinin biricik siyasal örgütü TİP'e karşı giriştik­ leri iftiralar, te.zvirler, şantajlar ve saldınlar, bunun en kesin belgesi olduğu• hakkındaki yorumdu. Sanki Meclis Gurubumuz önümüzdeki yıllarda salınelenecek oyunları önceden haber veriyordu. Amerika'ya karşı çıkan, üslerin hesabını soran ve emekçileri iktidara getirmeyi amaçlayan bir partinin ABD'nin ileri karakolu durumunda olan bir ülkede yeri olamazdı. ABD ve Amerikancı çevrelerimiz ka­ ba kuvvet gösterilerinden sonra, daha ince hesaplara da­ yalı yöntemler kullanacaklardı.

• TİP Haberleri, 23 Şubat 1968. :!34


Tepkiler Fatih ilçe örgütümüz adına çekilen telleri sunmak is­ tiyorum: SÜLEYMAN DEMİREL BAŞBAKAN ANKARA 20.2.1968 tarihinde yüce mecliste meydana gelen olay­ lar biz İşçi Partilileri mücadelemizde daha da güçlendir­ mektedir. En yüce mealisimizde anarşinin kol gezmesi devrin başbakanının istifası için yeterli nedendir. TİP Fatih İlçesi Ferruh BOZBEYLİ TBMM BAŞKANLIGI ANKARA Başkan bulunduğunuz yüce mecliste demokrasi adına oynanan kirli oyunlann seyircisi kalmamza teessüf eder, bu tür davranışıann biz emekçileri daha güçlendireceğini bir kere daha belirtiriz. TİP Fatih İlçesi Olay yurt çapında tapkilere yol açtı. Genel Merkeze binlerce tel geldi. Tek tek yurttaşlanmız, yurttaş topluluk­ lan, mahalle halkı adına, gençlik dernekleri, işçi sendika­ lan adına, köy halkı adına, telyazılan, mektuplar aldılı::. Bunlardan kimi örnekler sunacağız daha sonra. Şimdi ola­ yı izleyen oturumda yapılan konuşmalan ele almak isti­ yorum. İlk konuşmayı CHP gurubu adına Sayın İnönü yaptı. Olayın bir tertip olduğunu vurgulayan sert bir ko­ nuşmaydı bu. İsmet paşa şöyle konuştu: CHP GURUBU ADlNA İSMET İNÖNÜ '(Malatya) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, dün gece Millet Mec235


lisinde esef verici olaylar cereyan etmiştir. Az - çok sınır­ ler yatışmış olması lazım; bugün vaziyeti bir defa gözden geçirmeyi vazife sayıyoruz. Dün gece olan hadiseler her manasiyle esef vericidir, herhangi bir sebep, bahane ve ittiham ile izah olunacak, hazmalunacak yeri yoktur. Hükümet tasmim ettikleri, za­ rarlı gördükleri bir partinin hareketi aleyhinde Meclisi tahrik etmek için bütün çabasını sarf etmiştir. İçişleri Ba­ kanı bu kürsüde türlü misaller getirmeye çalışara k bir partiyi insanları ile, mevcudiyeti ile ittiham etmiştir. Bu ittihamlar vicdanının hakimiyeti altında bulunan aklı ba­ şında hiç kimseyi ikna etmez. Sebep aşikardır. Anayasa­ mız siyasi partilerin kaderi nasıl hallolunur, bunu tayin etmiştir. Her memlekette, her Mecliste vazifesini aşan, iyi niyetten uzak insanlar bulunabilir, bu şüphe altında olan­ lar bulunabilir. Bunların kaderi ve mesuliyetinin nasıl ta­ yin olunacağını Anayasa bir büyük Mahkeme kurarak hal­ letmiştir. Anayasa Mahkemesinden karar alınmayan, ora­ dan bir hüküm istihsal edilmeyen hiçbir ittiham meşru değildir ve böyle bir ittihamı zor kuvveti ile yürütmeye ça­ lışan bir idare mahkümdur. (CHP ve TİP sıralarından al­ kışlar ve bravo sesleri) Şimdi, dün gece olan hadise iki karakter gösteriyor. İktidar Partisi; Hükümet ne kadar baştadır, ne kadar teş­ vikçidir, ne kadar yatıştırmak istemiştir, buralar meçhul­ dür. Yalnız bizim bildiğimiz Hükümet temsilcisi olan büt­ çe sahibi Bakan tahrik etmek için, ittiham etmek için her delilden istifade etmiştir. Bundan daha hazin olan tarafı; Riyaset Divanının, vaziyete hakim olması vazifesi icabı olan Riyaset Divanının, bu ittiham tasavvurlarını tahrik ederek en hedef tutulan insanlar üzerinde taarruzları toplamak için ayrıca gayret göstermesidir. Neye istinadedeceğiz? Hükümet başında bulunan her­ hangi bir partinin, elbette, dün akşam da söyledikleri gi­ bi, şimdi sıra size geliyor, deniyordu, bütün tecavüz eden­ ler bizim arkadaşlara, şimdi sıra sizindir, demişlerdir. Bu­ nu söylemelerine de hacet yok, işlerin gidişi, bütün bura-

236


da ittiham olunan partilerin hepsinden fazla hedefin bi­ zim olduğumuza şüphe bırakmamaktadır. Gerçi emniyet müşterek bir nimettir, bozulduğu zaman bugün yanında­ ki arkadaşa, komşundaki aileye yapılan herhangi bir hak­ sız tecavüz, amme kuvveti tarafından durdurulacak, tan­ zim olunacak bir düzen yok ise, yarın mutlaka bizim eve gelir, öbürgün mutlaka sizin eve gelir. (CHP sıralarından alkışlar, brava sesleri) Şimdi, bunları, cemiyet idaresini tanzim edecek olan, düzen içinde tutacak olan müesseseler korur. Meclisimiz­ de bu müessese Riyaset Divanıdır. Şimdi tasavvur ediniz, Meclisimize Riyaset etmek şerefinde, mevkiinde bulunan bir arkadaşımız; YTP'den birisi, bir arkadaş itiraz ediyor, onu derhal aşarak, TİP'den birisini gösteriyor, sen tahrik ediyorsun bunu, sen söyleyeceklerini Karahan'a söyletiyor­ sun, diyor. Bu ne kadar tasmimdir, ne kadar etrafı düşü­ nülmüş gözü karanlık bir zulüm tertibidir. CCHP ve TİP sı­ ralarından alkışlar ve bravo sesleri) Vakanın huldsası bu. Bir parti aleyhinde ittiham hazır­ lanıyor, bunun için tertipler yapılıyor, tasarlanıyor. Bir­ çok insanlar hiddetlenir, Hükümetin haberi vardır. Şimdi­ ye kadar her müşkül zamanda sağduyusuncı büyük ehem­ miyet ve rdiğim, onun pekçok güçlükleri halledeceğini ümid­ ettiğim Başbakan hali tavrı ile çalışır görünmüş, yatıştır­ maya çalışmış, ondan sonra anlaşılıyor ki, bırakmış. Arka­ daşı, en mühim arkadaşı, ağzına gelebildiği kadar, bulabil­ diği kadar bütün delilleri, ittiham vesikalarını toplamış ve tevcih etmiş. Bırakmış .. Riyaset Divanı müsamaha etmiş, yardım etmiş, değil, tahrik etmiş, hedefini tayin etmiş, ay­ rıca zorlamış üzerine yürütmüş. (CHP sıralarından alkışlar ve bravo sesleri) İnsaf, insaf. . İnsaf yok mu? Emniyet ner­ de, em niyete hakim olan nerde? Sonra. deniliyar ki, taarruz edilmiştir, işte onlar tahrik ediyorlar falan. İnsaf edelim. Ortada olan tahriki bir defa düşünsenize .. İlan ediyorlar, mesela, karşımızda bulunan aciz arkadaşınızı, «İslamiyet düşmanıdır» diye gazeteler açıktan yazıp ilan edebiliyorlar. Bunlar bana dokunmaz, ama bunlar; bir siyasi parti içinde 237


ittiham etmek istediğiniz siya.si parti içinde, insanların kanı akabilir, şöyle olabilir, böyle olabilir, ama bunlar o adamın hayatına da malolsa bir zulmü yerleştirecek müeyyideler değildirler. (CHP sıralarından alkışlar ve bravo sesleri) Ak­ sine, böyle irtica, zorbalık ve zulüm teşebbüslerinin alııbe­ tini tacil eden, biran evvel akıbetlerin meydana çılımasznı, yalnız sizin akıbetinizin biran evvel meydana çıkmasını ta­ cil eden sebeplerdir. CCHP sıralarından alkışlar, bravo Sf!S­ leriJ Bugün meşru olarak iktidardasınız, Adalet Partisi'ne hi­ tap ediyorum, meşru olarak iktidardasınız ve meşru olarak sonuna kadar iktidarda kalacaksınız. Meşruiyetini kaybede­ rek iktidarda kalmak hevesinden vazgeçmelisiniz. CCHP sı­ ralarından alkışlar ve bravo sesleri) Şimdi bakınız, irtica ile uğraşıyorsunuz, dinle, imanla uğraşıyorsunuz. Bu karşınızda bulunan adam Milli Müca­ delede bütün bir cephenin kumandanı idi. Sonra dışarı git­ ti, İmparatorluğun . . ŞEVKi YÜCEL (Samsun) - Samanlık kahramanı . (Şid­ detli gürültüler, ve AP ve CHP sıralarından karşılıklı sataş­ malarJ BAŞKAN - Muhterem arkadaşlar, lütfen süküneti mu­ hafaza edelim efendim. fGürültülerJ Muhterem arkadaşlar, lütfen süküneti muhafaza ede­ lim efendim .. Sayın Nazif Arslan, Sayın Şevki Yücel otu­ run yerinize efendim. CGürültülerJ Muhterem arkadaşlar oturun yerinize efendim. CHP GURUBU ADlNA İSMET İNÖNÜ WevamlaJ Dinleyin arkadaşlar, dinleyin. CGürültülerJ BAŞKAN - Muhterem arkadaşlar, yerinize oturun. Sa­ yın Akbıyıkoğlu, lütfen yerinize oturun. CHP GURUBU ADlNA İSMET İNÖNÜ CDevamlaJ Dinleyin arkadaşlar. . BAŞKAN - Muhterem arkadaşlar, sözlerimin başında hangi kayıt ve şartla söz vereceğimi arz etmiştim. Bu ve­ cibeyi yerine getirmek sizlere aittir, istirham ediyorum sa­ kin olun ve oturun. Ayakta hiçbir arkadaş kalmasın. 238


FAHRİ UGRASIZO GLU (UşakJ - Sayın Başlıan, tahrik ediliyoruz. BAŞKAN - Onun da cevabını verirsiniz. (GürültülerJ Efendim, süklmeti muhafaza edin, lutfen. İSMET İNÖNO WevamlaJ Benim maksadım, hadi­ seleri sükunetle tahliı edip hepinizi sağduyu içinde aklı başında insanlar, cemiyetin mesulleri olarak doğru yolu bulmamızı kolaylaştırmaktır, yardımcı olmaktır. ·-

Şimdi, size zulüm, şiddet ve irtica yolunun verimli, çı­ karlı bir yol olmadığına tarihten misal ·getiriyorum. Ben Ordular Kumandanı olduğum zaman ve ondan sonra İm­ paratorluğun, Türk Milletinin hakkını müdafaa ettiğim za­ man, Şeyhül İslamın ve Emirül Mümi'nin idam fermanını boynurnda taşıyordum, para etmedi. Boynumuzda idam fermanı, memleketin kurtanlması yolunda sonuna lıadar uğraşabildik. Böyle olur. Bakınız, bu geçen iktidar, m.eşruiyetini kaybetmiş olan iktidar, tamamı iktidardan gitmemek için sonuna kadar uğraştı. Ondan sonra askeri ihtilal oldu. Bu askeri ihtilali yapanlarla biz uğraşıyorduk, muhalefet olarak; ihtilali ya­ panların .en küçük rütbelisinden, en büyük rütbelisine ka­ dar, bir tekini, bir tek, tekini daha evvel tanımıyorduk, da­ ha evvel kendisiyle hiçbir yerde görüşmemiştik. ihtilal ne­ den oldu? Millet o seviyeye gelmiştir, millet tarihin o te­ kamülünü yapmaktadır ki, haksız davranış, en kuvvetli ol­ duğunu zannettiği zamanda bile devamlılığını sağlayamı­ yor. Meşruiyetini kaybetti, ondan sonra, o, seçimle gelen iktidar bizle başlamıştır. Geçmiş yaralan saralım demiş­ ük. Onlar da geçmiş yaraları saralım ümidi içinde nerede ise, meşruiyetini kaybedenleri tekrar milletin başına geçi­ recek kadar cömert davranmaya çalıştı, bir raddeye geldi, kuvveti yetmedi. Sonra, bizdeki ihtilallerin irtica kuvvetlerine karşı is­ tisna olan yüksek bir değerini hiç hatırdan çıkarmayalım ve bunu kötüye kullanmaya heves etmeyelim. Nerede bi,. iktidar devrilmiş, Cumhuriyet kurulmuş ve o Cumhuriyetin konmasında hesabolarak, eski idareden 239


yalnız 150 kişiyi hükmen, kanunen memleket dışı etmek­ le geçmiş devrin hescibı tamamlanmış? 1960'da ihtilal oldu. Meşruiyetini kaybetmiş bir iktida­ rın mahkümiyeti ile ihtilal oldu. Dava bu idi. Ne yaptılar? Milletin gözü önünde açık bir mahkeme kurdular, bir se­ ne muhakeme ettiler, ne hüküm verdilerse verdiler. On­ dan sonra tekrar geçmiş zaman unutuldu, en kısa yoldan, en çabuk zamanda Anayasa yapıldı, umumi seçime gidildi ve iktidar yapıldı. Var mı etrafımızda askeri ihtilal yapılmış, milletin ida­ re tarzı altüst olmuş, askerler gelmiş ve ilk günü, «biz, en laısa yoldan demokratik rejime gideceğiz,. denilmiş? Son­ ra, hakikaten demokratik rejime gitmişler. Var mı etrafı­ mızda, Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da askeri ihtilalle gel­ miş olanların bir sene sonra seçimle gidip, kendi boyunla­ rını Meclis içinde haydutların dişlerine uzatacak kadar teh­ likeye maruz bırakıp gitmeleri başka bir yerde var mı? (CHP sıralarından 'bravo' sesleri, alkışlarJ . Bizim milletin tekamülü, demokratik rejim içinde mil­ letin kalkınmasını, idaresini arzu etmesi arzusu, istidadı bu istikamettedir. İnsaf etmez misiniz, bu istidatta olan milletin kaabiliyetini irticaın taarruzu ile, Anayasa Mah­ kemesinin vereceği hükümleri zorla Meclis içinde vermek hevesiyle, tamamiyle iptidai bir cemiyet haline getirince­ ye kadar zorlayacaksınız. Ayıp değil mi? Giinah değil mi? Millete acımaz mısınız? Memleketi idare edenlere söylüyo­ rum. (CHP sıralarından 'bravo' sesleri, alkışlarJ İdare eden partiye söylüyorum. (CHP sıralarından alkışlarJ . Yol hak­ sızdır. ittiham hiçbir vicdan sahibini ilzam etmez. Mahke­ me vardır, oraya gidersiniz. Burada toplanacaksınız, taar­ ruz edeceksiniz. Sırası gelmişken bir de şunu söyleyeyim: Dün taarruza uğrayan partinin insanları sizden ziyade bizim hasmımız­ dırlar. Asıl kendi programlarının yürümesine mani olan sizin kuvvetiniz değildir. Bu kuvvet, nihayet Mecliste rast­ geldiği, bulduğu iki üç zavallıyı döver veya öldürür. Bun­ dan ibarettir ve nihayet memlekette kuvveti, iki müftüyü 240


yer yer dolaştınr, �ortanın solcuZarı şöyledirler, bunlar böy­ le fenadırlar, şöyle fenadırla.r», diye söyletirler. Bu, patla­ dığı zaman nasıl patlar, ne vakit patlar, kime zarar verir, bilinmez ve bu sefer de patlar ve ·biz gelecek hafta de­ mokratik rejime gideceğiz» n.ıi der, ne der; onu kimse td.­ yin edemez. Aklınız başır.ızda ise, iktidardasınız. sonuna

kadar kullanacaksınız, seçim,ı;te ne kadar söylesem, siz bil­ diğiniz vasıtalan gene kullanacaksınız, tekrar iktidarda ka­ lacaksınız veya kalmayacaksınız. Esas maksat; « iktidardan

gitmemek için her tedbiri alacağız.. kanaatinin yanlış oldu­ ğu, bunun zararlı olduğu, bu zarann büyüğü bu politikayı benimseyenZere olduğu anlaşılıncaya kadar devam edecek­ tir. Yalnız hepimizin müşterek olarak yüreğimizin sızıama­ sı lazımgelen bir nokta şudur: �Türk M illeti asırlardan be­ ri, ilk günden beri bir büyük kyanusu * ortasında hayat mücadelesi yapan bir ada sakin!eri mi dersiniz, bir gemi içine bannmış insanlar mı, dersintz, böyle bir millettir. Teh­

b

likelerle çevrilmiş bir okyanus arasında, asırlardan

beri

varlık mücadelesi yapan bir millettir. Tabiatındaki kıw­ vetli yüksek hassaZariyle her deı,irde, yani dinin başlıca ' idare vasıtası olduğu yerde bile etrafındaki millete naza­ ran adalette en ileri seviyeli olmuş bir millet olduğundan dolayı kalabilmiştir, dünya devletlerinden biri olmuştur ve bugüne gelmiştir. Türk Milleti gene o millettir. Zülum ida­ resine, irtica idaresine bugün. · tahammül eder, bugün al­

:

danmış görünür, ama nihayette yaşatmaz. Yaşatmaz, bu­ na zerre kadar ümit beslemeyiniz. · i rticaa sapmış olanlar, iktidardan gitmemek için her ifti�yı yapacaklar, her te­ cavüzü yapacaklar ve o sayede yerlerinde kalacaklar; bu­ nun imi'ıdnı yoktur. (CHP sıralanndan alkışlarJ . Milletler şahıslanmızla kaim değil, bizim heveslerimiz­ le kaim değildir. Umumi seyri itibariyle gittiğimiz istika­ met; demokrasimizin içinde bu milletin kendini idare et­ mesini, kalkınmasını, adalet içinde yaşamasını istiyoruz. Beğendiğiniz veya beğenmediğiniz siyasi careyanların ya­ şayıp yaşamaması bir büyük mahkemenin karanna pağ­ Zıdır. Sizin keyfinize bağlı olamaz. Bakın, ben bir baba-

241


nın kusurunu oğluna, veya bi_r! kardeşin meylinden dolayı diğer bir kardeşi mesul tutmak itiyadında değilim. Yok bende böyle bir itiyat. Böyle iken, söylüyorum size, niçin söylüyorum; çünkü bütün kuvvet elinizde, Hükümet olarak elinizde, tahrik ediyorsunuz, haksız olarak ittiham ediyor­ sunuz ve Meclisten ne istiyorsunuz? Meclisten karar al­ maya mı çalışıyorsunuz? Me elisin karar verme salahiyeti yoktur. Riyaset Divanı olarak tahrik ediyorsunuz. Kime sı­ ğınacağız? Meclis bu, Büyük Meclis. Bu Meclis anarşi için­ de bulunursa. bunun Hükümeti anarşinin, taarruzun ve zorbalığın haksız olarak isnatçısı olursa, ittihamcısı olur­ sa, Riyaset Divanı tahrikçisi olursa nasıl yapacağız? Bu se­ fer, Büyük Millet Meclisinde emniyeti tesis etmek için dı­ şından yardımcı isteyeceğir�? Bu yanlış pir yol'dur arkar daşlarım. Bütün 'bu sistemi değiştirmek lazımdır. Bütün bu siyaset anlayışı, vicdan hürriyeti anlayışı, siyasi parti­ lerin emniyeti anlayışı, Meclis içinde çalışma usulünü an­ layışı, bu anlayışlarda bugün cari olan düzen sakat dü­ zendir, bu düzeni değiştirmek lazımdır. (CHP sıralarından 'bravo' sesleri, alkışlarJ Milletin istidadı, demdkratik rejim içinde, emniyet için­ de kalkınmadır. Din bezirganlığı ile ve beğenmediğimiz siyasi kanaatterin ittihamı ile iktidarda kalma hevesi yan­ lış bir hevestir, tehlikeli bir hevestir ve sizin için olduğu kadar, millet için zararlı bir hevestir. Bu hevese iltifat et­ meyiniz. Maruzatım bundan ibarettir. Başkanlık Divanı, em­ niyet içinde çalışmamız "için bundan sonra nasıl bir tedbir alacak, nasıl bir davrıinış yapacak, punu dikkatle izleye­ ce{!iz. Vmidederim ki, mahalleyi zorlayıp, basmak ist�yen­ lere, 'imdat,' diye bağıran insanları, gene zorbaların, 'asa­ yişi bozuyorlar' diye , bağırması gibi, siz de zorlayanları, zorbaları, tabanca ile milletvekilinin başına vura vura öl­ dürünceye kadar çiğneyenZeri önleyecek bir hareket hattı tu­ tarsınız. Aczinizden yapmıyorsunuz, tasvip ettiğiniz için ya­ pıyorsunuz. Bizi koruyacak olanlar korumak için çalışmı242


yor, tahrik edip daha ziyade alevZendirmek için çalışıyor. Bunlar fena yoldur, bunlar zararlı yoldur, bunlar size fay­ da vermez, fakat millete de çok zarar verir, bunlardan vaz geçmenizi istirham ederim. Meclisimizin emniyet içinde ça­ lışmasını, seçimlerimizin insan hakları ve irticaın hakimi­ yeti altında olmaksızın cereyan etmesini arzu ederiz, te­ menni ederiz.. Tarih karşısında her tehlikeyi gördük, onu yapmasınlar diye söyledik diye temenni ediyorum. Omidim az. Meclis içinde bu kadar zorbalık yapan insanların gözle­ ri hakikaten kararmıştır ve 24 saatte giderilmesi için ümit­ ler pek hayalperest olmak lazımdır. (CHP sıralarından ayakta sürekli alkışlarJ .* Paşa'dan sonra sıra bende idi: Buyurunuz Sayın Aybar. TİP GURUBU ADlNA M�'HMET ALİ AYBAR (İstan­ bul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dün gece geç vakit bu Meclis çok üzücü hadiselere sahne oldu. Meclis­ lerin hayatında fırtınalı günler olabilir. Bizim zaviyemiz­ den endişe verici olan, tehlikeli olan olayların hazırlıklı olarak buraya getirilmiş olmasb�ır. Kesin olarak bir hususa karar vermek durumundayız. Türkiye'de demokratik rejim yürüyecek midir, yürümeye­ cek midir? Bu gibi zorlamalarla memleketimizde demokra­ tik rejimin yürümesi ihtimalleri hergün biraz daha azalır, bunu hepimizin iyice bilmemiz lazımdır. Ne olmuştur dün akşam? Dün akşam bu kürsüden par­ tizan olmaması lazımgelen bir makamı işgal eden zat, par­ tironca davranmış ve Meeliste Aftayasa teminatı altında bulunan ve milli iradenin bir kısmını temsil eden bir par­ tiye haksız ve düzme vesikalarla hüçum etmiştir, kendi gu­ rubunu tahrik etmiştir ve burada o sırada yedi sekiz kişi ile temsil edilen bir partiye büyük bir kalabalığın hücum etmesi ve arkadaşlarımıza cana kıyarcasına saldırmasına vesile vermiştiı·. Halbuki Sayın İçişf:eri Bakanının işgal et­ tiği mevl�i bunların üstünde olmak ·icabedeı·. İçişleri Baka� _

* TBMM Tutanak Dergisi, C. 25, s. 397-401.

243


nı Hükümeti temsil etmektedi�. Hükümet Başkanının ağ­ zından her zaman tekrarlandığı gibi, Türkiye'de söz hür­ riyetini, kanunlan, hakkı, hukuku koruduğunu ifade eden ve esasen vazifesi de bu olan bir heyettir. Şimdi dünkü olaylar mıwacehesinde Türkiye' de ha­ len, bugün demokratik düzenin yürürlükte olduğunu id­ dia etmek mümkün değildir.. Demokratik düzen dünkü htidiselerle bağdaşmaz; demokratik düzen .zoru reddeden, nefyeden bir düzendir. Beğenmediğiniz, hoşlanmadığınız fikre tahammül etme ve fikir alanında tartışma düzenidir. Yoksa burada sekiz kişiyi zorla Meclisten çıkarmak için 200 kişinin saidırmasına demokratik düzen ismi verilmez. Sayın milletvekilleri, bu şartlar altında Türkiye'de ne hukuk devleti vardır şu an a, ne temel hak ve hürriyetler vardır, ne de kişi emniyeti,, masunluğu vardır; bunu açıkça ifade etmemiz lazımdır. Burada böyle saldıracaksınız, ka­ ba kuvvet kullanacaksınız ve çıkıp yann gazetelere, radyo­ Zara beyanat vereceksiniz; «Biz memlekette fikir hürriye­ tini istiyoruz.. diyeceksin�z. Arkadaşlar, bu samirniyetle bağdaşmayan bir durumcf.-r. Fakat yalnız ahlak planında, mahiyeti ahlak planında değerlendirilen bir durumdan da ibaret değildir. Memleketimizin, yurdumuzun bütün düze­ nini tehdideden bir fikri cereyanın mümessilliği vardır bu sözlerde. Arkadaşlar, Türkiye'de zorbalık hiç kimseye faydalı ve yararlı olmamıştır, olamaz; yalnız Türkiye'de değil hiçbir yerde olamaz. Hele zorbaca hareketlerin hukuk kılıfına bü­ ründürülmesi ise bugür� artık kimseyi aldatmaz, aldata­ maz. Dünkü manzaradlın sonra iktidar partisi mensupla­ n�ın fikir hürriyetinden yana olduklannı, demokratik dü­ zenden yana oldukZatını söylemeleri hiç kimseyi inandır­ maz, hatta kendi taraftarlarını bile inandırmaz. Demokra­ tik düzende fikir ihtilÇfı olmazsa zaten o düzen demokra­ tik düzen değildir. DeJnokratik düzende bir sağ kanat, bir sol kanat bulunmazsa, yani sermayeyi temsil edenlerle eme­ ği temsil edenler karşı karŞJ,Ya bulunmazsa bu sınıfıann menfaatleri burada barış içinde, Anayasa teminatı altında

244


fikirlerini ifade etmek imhanlarını bulamazlarsa bu reji­ min adı demokrasi değil, bi.!- rejimin adı düpedüz faşizm olur. Faşizm yalnız zannedildiği gibi üniformalı rejimler değildir; faşizmin türlü tezahürleri vardır. İşte böyle bir faşizm olur. Meclisi çok partisi olduğu halde azınlığa ha­ yat hakkı tanınmayan bir ortam faşist bir ortamdır, ama el elden üstündür. Bir kere faşizme kayıldıktan sonra bir yerde durmak mümkün değildir ve bu sathı mail üzerin­ de faşist idareler birbirlerini tasfiye etmek suretiyle mem­ leketi çok karanlık akibetlere doğru sürüklerler. Sayın milletvekilleri, bugünkü şartlar altında samimi olarak içtenlikle demokratik düzeni yürütmekle hepimiz mükellefiz. Demokratik düzenin yürütülmesi her türlü şiii­ benin dışında tutulmalıdır. Bu yalnız dilimizin ucu ile de­ � mokrasiden yana olduğumuzu · lifade etmek şeklinde tecel­ li etmez. Bir İçişleri Bakanı gerçeğe uymadığını bildiği bir­ takım belgeleri burada gerçekmiş gibi ifade eder ve guru­ bunu bir partiye karşı kışkırtırsa bu düzen, kişinin, parti­ lerin ve siyasi akımların teminat altında bulunduğu bir düzen vasfını kaybeder. Arkadaşlar, Anayasamız par:hleri demokratik düzenin vazgeçilmez unsurları saymıştır. Bir partiyi zor kuvvetiyle Meclisten veyahut da memleketten sürüp atmaya kalkmak, haddizatında bu fiil demokratik Anayasayı temelinden tor­ pillemekten başka bir mdna taşımaz. Çünkü Anayasamız bütün partileri, büyük küçük bütün partileri, demokratik düzenin vazgeçilmez unsurları tanıdığına göre, bu partiler­ den bir tanesini, iki tanesini zor k.tıllanmak suretiyle teb'id etmek haddizatında birçok partilerden kurulmuş ve her bi­ ri o düzenin vazgeçilmez unsuru olarak, Anayasaca böyle teldkki edilmiş, o unsurlardan birini yok etmek anlamını taşıyacağı için hiç şüphe etmeyiniz ki o, bizatihi demokra­ sinin tahribidir. Uzun zamandır dinliyoruz; iktida,r partisi partimiz aley­ hinde deliller topladığını ifade ediydr. Her seferinde delil diye ortaya çıkardıkları şeyler, bizim en tabii haklanmı­ zın istimalinden ibaret. Doğu'da mitingler yapılmış, TİP'Zi245


ler bu mitingZere katılmışlar. Kqtılır hakları; Doğulu vatan� daşlarımızın da miting yapmak hakları. Ne söylemiş TİP'li­ ler? TİP'liler Doğu meselesine bir zaviyeden bakmışlar ve o zaviyeden demişler ki: «Doğu meselesi, her şeyden evvel Türkiye' de bu bozuk düzenin değiştirilmesi meselesidir. Bir istismar meselesidir. Doğulu vatandaşla Batılı vatandaşı­ mız aynı istismar çarkı içindedir ve Doğu' daki mahrumi­ yet bölgesine muadiı olarak en mamur şehirZerimizde de mahrumiyet bölgeleri vardır. Binaenaleyh pu düzenin de­ ğiştirilmesi için emekçi vatandaşlarımız. Doğulu, Batılı, elele vermelidir» demiş ve herhal ve karda ve her şa rtta tekrar etmiştir. Biz Doğu meselesini Anayasanın 3. mad­ desi ışığında yani Türkiye'nin milleti ve ülkesi ile bölün­ mezliği prensibinden hareket ederek 12. maddesinin emir­ lerinin yerine getirilmesi şe linde anlıyoruz, diye söylemiş, tekrar etmiş ve bundan başka bir şey söylememiş. Tekrar ediyorum; Doğu'da mitingZere katılmak en tabii hakkımız ve Doğu probleminin çözülmesi için görüşlerimizi ifade et­

mek en tabii hakkımız olduğu gibi Doğulu vatandaşları­ mızın miting yapmak da en tabii hakları. Bunun dışında bize t(ı,L,y cih edilen ittihamlar ne?

..Efendim, siz�n birta li m gizli maksatlarınız var.» Yok arkadaşlar. Bunu söyleyenler de biliyor lıi, bizim gizli mak­ sadımız yok. Biz gayet açık olarak Türkiye'de tamam ni­ zamın değiştirilmesini istiyoruz, bu bozuk düzenin. Ne yap­ mak suretiyle? Toprak reformu yapılması suretiyle, dış ti­ caretin, bankacılığın, sigortacılığın millileştirilmesi sure­ tiyle, gelir dağılımının adil bir şekilde yeniden tanzimi su­ · retiyle . ve memleketin iiızlı sanayileşmesi suretiyle değiş­ tirilmesini istiyoruz, kararlıyız, bunu da ömrümüzün so­ nuna kadar müdafaa : ·edeceğiz ve gerçekleştirmek yolunda uğraşacağız. (TİP sıra larından alkışlarJ

f �

Biz Türkiye'de sos alizmin, halk kitlelerinin uyarılma­ sı, uyandırılması sur tiyle yerleştirilebileceğine samimen inanmış insanlarız. Biltün çabamız o; parti kurulduğundan beri buna sarfı gayret ettik. Gizli maksatlarımız olsa baş­ ka türlü çalışmamız lazım. Yolı böyle bir şey . . .

246


«Efendim, siz antiemperyalistsiniz.,. Evet, antiemperya­ listiz, NATO'ya karşıyız, ikili anlaşmalara karşıyız, Türki­ ye'nin kurtuluşunu bu yolcirt görüyoruz; bu da samimen inancını. Bunu isternek de d.ernokratik bir düzende en ta­ bii hakkımız, bunun için biz. bu Meclisteyiz. Ha, şimdi bu­ na karşı çıkıp birtakım vesikalar toplayıp, sözde vesika­ lar «Ef�ndim Roma'ya gittinizı.p Gizli gitmedik efendim. Roma'ya iki arkadaşımızı açıkça yolladık; antiemperyalist bir toplantıya katılmaları için yolladık. Ha, «komünist top­ lantısı ... ,. Değildir efendim, bakın şimdi teşkil ediliyor ko­ münist toplantısı.. Onlara zaten komünist olmayanlar gir­ mez. Bu, Batının geniş demokratik kanadı içindeki olan partilerin toplantısı idi ve biz buraya katılmakta memleke­ timiz için menfaat umduk. Akdenizin mukadderatı görü­ şüZen bir yerde, Türkiye'den � bir söz ses bulunsun dedik ve Akdeniz'den bütün yabancı kuvvetlerin çıkarılması mev­ zuunda toplandı bu konferans. Kıbrıs meselesi de bu kon­ feransın gündemindedir, biz bu,raya gittik. İçişle-ri Baka­ nının meseleyi bilmediğini sanmıyoruz, meseleyi elbette ki, bilir, ellerinde o kadar istihbjırat imkanları var. Mesela İçişleri Bakanının bir BAAS Pq-.- tisinin komünizmle hiçbir ilgisi olmadığını bilmemesine ihtimal yoktur. BAAS Parti­ si; tavsif etmeyelim nasıl bir parti olduğunu, işte öyle bir par­ tidir... Ama herhalde komünist partisi değildir, punu da İçiş­ leri pekala bilir. TİP'in BAAS Partisiyle bir münasebeti, ilişl�isi olduğunu söylerler. Yoktur arkadaşlar, bilir olma­ dığını... Ama biz isteriz ki, bütün Arap ülkeleriyle, bu ül­ lıelerin sosyalist ve mill;; kurtuluş hareketlerinde kendi tec­ rübelerimizi onlara anlatalım, ol'J!,ann tecrübelerinden de biz bilgi edinelim, bunu isteriz. Par.timiz biraz daha gelişti­ ği zaman bu yola da gideceğiz. Bu �a bizim en tabii hak­ kımız ve bunda Türkiye'nin de me r7ıfaati bulunduğuna ka­ niiz. Şimdi arkadaşlar, bunları ele al:;p, bir partiyi suçlamalı, hem ağır şekilde suçlamak ve ondc:.n sonra bu memlekette demokrasinin savunucusuyuz, demek... Bu, ciddiyetle bağ­ daşmayacak bir tutumdur. Ostelik bu gibi hareketlerin, 247


mahkemeleri etkilemek, efkiirı _umumiyeyi etkilemek, se­ çim arifesinde seçimi muallel . kılacak mahiyette fiiller ol­ duğunu da biliyoruz. Şimdid4n ben diyorum ki, önümüz­ de yapılacak seçimlerin meşruiyetine gölge düŞürmüştür bu hareketlerle. Hiç şüphe etmeyelim, gölge düşmüştür... Bırakalım Seçim Kanununun tadiliitını filan, sırf bunun­ la. Vatandaşın % 3 oranında oy verdiği insanları kaba kuvvetle bu M eclisten dışarı a.tmak istiyorlar ve sonra tek­ rar seçime gideceğiz ... Nasıl olur?... Vatandaştan oy alarak gelmiş efendim... Millı bakiye ... Millı bakiye, vatandaşın oyu demek değil mi? % 3 oy almışız, % 3 sandalyemiz var burada. Şimdi diyor ki, bir daha seçime gideceğiz efen­ dim. E, ne yüzle deriz bunu. % 3 oy almış bir partiye böyle muameleyi reva gören bir heyet, bir daha seçimle ye­ nilenecekmiş ... Bunun bir mpıası olur mu, ciddiyetle kabi­ li telif midir?. Arkadaşlar, birbirimizi aldatmayalım. Btı oyun devam etmez Türkiye'de. Ettirilemez... Bunu iyi bile­ lim, bu oyun devam etmez. Vatandaşı gözü kapalı sannıa­ yınız. Vatandaşın gözü açılmaktadır, sefaZet insanların gö­ zünü çok çabuk açar ve l iz başında bu vatandaşın önün­ de hakikatleri kendisine ylemekle kendimizi vazifeli bi­ len, kendimizi bu davaya adamış insanlarız. Bu yoldan biz de dönmeyiz, bu da iyi bilinsin. Onun için demokratik düzen içinde işlerimizi halledelim. Biz söyleyeceğiz, tenkid edeceğiz. Bakın bütçe konuşmaları var burada. Bütçe ko­ nuşmalarında görüşüyoruz, rakamlar söylüyoruz, bize ce­ vap rakamla olur. Görüşler, nazariyeler ortaya koyuyo­ ruz, bize cevap, mukabil görüş ve nazariyeler ortaya koy­ makla olur ve siz de biz ide vatandaşı ikna edeceğiz, doğru yolda olduğumuza. Amci bizim tuttuğumuz yol size çıkmaz bir yol olarak görünüyorsa ne yapalım? Tarihin akışı böy· ledir. Elbette ki, emekçi sınıflar iktidara gelecektir, bu kim­ se tarafından önlenemez. Ama bunun demokratik bir dü­ zen içinde olması var. 1 birtakım patlamalarla olması var. Bu patlamaya zorlarsarl._ız siz, dün olduğu gibi bu patlama istikametinde hareketler yaparsanız, bu patlamaların da-

1:

248


ha büyükleri yurt çapında da olur ve bundan herhalde siz karlı çıkmazsınız. BAŞKAN - Sayın Aybar, bir gündem dışı konuşma çer­ çevesi içinde söz almış bulunuyorsunuz. İstirham edece­ ğim efendim, gündemimiz hayli yüklüdür. TİP GURUBU ADlNA MEHMET ALİ AYBAR (Devam­ la) - Bağlayacağım. Pek muhterem arkadaşlarım, tekrar ediyorum; bizim için selamet yolu demokratik yoldur. Bu demokratik yolu dilimizin ucuyla değil, kalhimizle pağlı olarak takip edelim. başka selamet yolu yoktur. Hepinizi saygı ile selamlarım. (TİP sıralarından al­ kışlarJ * Benden sonra Ahmet Tahtakılıç konuştu. Ahmet Tah­ takılıç 1946'lardaiı beri demokrasi için savaşım veren na­ muslu bir politikacıdır. Benzerlerine bizde az rastlanan po­ litikacılardan . . . Tahtakılıç'ın konuşmasından bir bölüm su­ nuyorum: •Sayın arkadaşlar, Sayın İnönü'nün en büyük fazileti, dünkü metotlanndan, adım adım olsa dahi dönüp bu nok­ taya gelebilmektir. O halde şimdi Sayın Başvekilden rica ediyorum, Sayın İçişleri Bakanından rica ediyorum, Hükü­ met vasfında aranacak bir numaralı vasıf ciddiyettir, ikin­ cisi objektif olmaktır. Sayın İçişleri Bakanı burada Ana­ yasanın himayesi altında olan Anayasaya hayatiyet veren Türk vatandaşının oylarıyla burada vazife gören bir par­ tiye karşı hiçbir zaman hiçbir vesileyle tahrik yapmak mah­ keme hükümleri haricinde onlan itham etmek hakkını haiz değildir. Hükümet olmak vasfının bir numaralı şar­ tı budur. Elbette davranışlarından kendi kanaatine uyma­ yanlan söyleyecek ama kanaatterin medeni ölçülerde söy­ lenmek seviyesi tahrik değildir, döğüşe sebebiyet verecek bir yol değildir. O halde evveia Hükümetin Anayasa çer­ çevesinde faaliyette bulunduğunu söyleyen Hükümetin Par-

*

TBMM Tutanak Dergisi, C. 25, s. 401-404.

249


lclmento kürsüsündeki davranışlarını gözden geçirmesi şarttır arkadaşlar. Birinci nokta bu. . Başkanlık Divanına geliyorum arkadaşlar. Ben bu dev­ rede Sayın Ferruh Bozbeyli'den bir ihtar aldım. Bu ihtarı şu­ nun için aldım: İşçi Partisinden Sadun A ren kanaatıerime uygun olsun veya olmasın burada bütçe dolayısiyle fikirlerini söylerken bütçe konuşmalarına hudut tayin etmek isteyen, saded dışı fikrini ortaya koyan Başkana, 'haksızsıri' diye direndim, başkalarının fikrini müdafaa için ihtar cezası aldım. Fi­ kir, ister benim fikrime uygun olsun, isterse olmasın bu­ rada milletvekillerinin fikrini söylemek hakkı vardır. (TİP sıralarından alkışlarJ Arkadaşlar fikri biraz taşırdılar, ben bu noktalara gir­ meyeceğim, fakat arkadaşlar, bir şey söyleyeceğim; eğer Mehmet Ali Aybar, Sayın TİP'in lideri sıfatıyla bu kür­ süde söylediği sözler çerçevesinde mücadele ediyorsa., ya­ ni Türk Anayasasının, vatandaşın siyasi haklarını emniyet altında gören ve vatandaşın vicdan hürriyetine, fikir hür­ riyetine saygı gösteren bir metotla sosyalizm fikirlerinin Türkiye' de müdafaasını yapıyorsa, ömrümün sonuna. ka.­ dar kendilerinin mücadelesini yapmasına elbette yardım edeceğim, elbette onları meşru tanıyacağım ve onlara kar­ şı yapılan her hareketin karşısına çıkacağım. (TİP sırala­ rından alkışlarJ Fakat, Türk Anayasasının yasak ettiği sos­ yalizm arkadaşlar, sosyalizm; vatandaş hakkını tanımayan, insanı robot haline getirmek isteyen, tip vatandaş ya.rat­ mak isteyen ve ihtilalci metotlarla fikirlerini icra kudreti­ ne getirmek isteyen sosyalizm şeklidir, biz buna 'komü­ nizm' diyoruz. Bunun haricinde arkadaşlar, sosyal Dev­ letçi Türk Anayasası demokratik sosyalizme açıktır, açık olmalıdır.•* Tahtakılıç'ı kürsüde Nurettin Ok izledi. Olaylı gecenin Meclis Başkanı. Ok oturumu yansız bir başkan olarak yö­ nettiğinL ileri sürdü, İnönü'nün suçlamalanna, sözüm ona * TBMM Tutanak Dergisi , C. 25, s. 404-405. aso


yanıt verdi. . . Ve kürsüye Başbakan Demirel çıktı. Uzun, sıkıntılı ve sıkıcı bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın TİP'le ve saldırı ile ilgili kimi bölümlerini sunuyorum:

BAŞBAKAN SVLEYMAN DEMİREL (İsparta) - Muh­ terem Başkan, muhterem milletvekilleri; bütçe müzakere­ lerinin cereyan ettiği şu anda iki saate yakın zamandır münakaşa edilen hususlar hakikaten elem vericidir.

Dün akşam gece yarısından sonra, saat 2 sulannda meydana gelen bir hadise, hadise olarak kıymetlendirilme­ si Yüce Meclisimizin çalışmalarına biran evvel devamının sağlarıması gerekirken hadise ile uzaktan yakından hiçbir irtibatı bulunmayan ve bu zamana kadar bitçok kere tek­ rarlanmış iddialar huzurunuzda tekrar dile getirildi. Bunlann ma.ksadı, meseleyi büyütmek ve bugün sa­ bahleyin şu kürsüyü günlerdir yapılagelen iddial� rın tek­ ran olarak kullanmak ise, bu bir fırsattır. Bunlann mak­ sadı Meclisin yatışmasını temin etmek, biran evvel çalış­ maya başlamasım temin etmek ise, ki o olmalı idi, bu ko­ nuşmalar bu maksada matuf olmamıştır. Muhterem milletvekilleri, her vesile ile bize söz atıl­ masına, bu atılan sözlerin şiddetine, dehşetine biz alışmı­ şız. Huzurunuzda Yüce Meclisin, milli iradenin sembolü, Türk demokrasisinin temeli ve yüz senelik hürriyet kav­ galarının neticesi olan Yüce Meclisin itibanna toz kondu­ rulnıa.sına hiçbir şekilde Hükümet olarak, Adalet Partisi Gurubu olarak ve Adalet Partisi olarak razı· olmadığımızı ifade etmeliyim. Ne olmuştur dün gece? Dün gece, ben saat 12'ye ka­ dar burada idim, sükunetle müzakereler devam etmekte idi, birçok hatipleri dinledim. 12'den sonra da ertesi günün erken saatleri için tekrar işime başlayabilmek için Mec­ listen ayrıldım. Saat 2'ye doğru bu hcidisenin meydana geldiğini arkadaşlanm bana haber verdiler. Evvelci şunu ifade edeyim, hadise esef vericidir, hadise olarak bizzat. Ama bunun bütün yükünü hakikaten akılla, mantıkla bağ­ daşmayacak şekilde insafsızca Adalet Partisi Gurubuna, Hükümete, Adalet Partililere yüklemek hiçbir şek�lde man-

251


tığa uygun değildir. Meydana gelen bu üzücü hadise Mec­ lisimizde iık defa meydana gelmiyor. Bundan katiyen ha­ diseyi tasvibettiğim manasını çıkarmayınız lutfen. Batı de­ mokrasilerindeki parlamentolarda da görülmemiş işler de­ ğil bunlar. İngiliz Parlamentosunda buna benzer, bundan pekçok daha ağır çok misaller var. Ama hiçbir zaman İn­ giliz Parlamentosunun uyeleri o parlamentonun içinde tem­ sil edilen partilerin sözcüleri, genel başkanları bu hadise­ lerin akabinde kürsüye gelip demokrasiden vazgeçtikleri­ ni ifade etmemişlerdir. (AP sıralarından 'Bravo' sesleri, al­ kışlarJ İngiltere'de demokrasi yaşar mı, yaşamaz mı endi­ şesini izhar etmemişlerdir. Şiddetle, vehimlere, öfkelere, hiddetlere kapılmadan hadiseleri kıymetlendirmesini bil­ medikçe demokrasiyi geliştirmek ve gerçekleştirmek im­ kanı yoktur. Demirel, hükümetinin bir komplo karşısında olduğu inarıcındaydı. Belki de öyle göstermek istiyordu. Aynca ka­ pitalist düzenle özdeşleştirdiği Anayasayı, kendilerinin· sa­ vunduğunu söylüyordu her fırsatta. Aslında bu eski bir oyundur. İktidarlar her zaman kendilerini 'meşru' saymış­ lardır. Demirel de Meclisteki çoğunluğuna bakarak, muha­ lefeti 'meşruiyete' karşı bir tutum içinde görüyordu. Oysa 'meşruiyeti' yadsımak başkadır; sınıfsal muhalefet yapmak gene başkadır. Sınıfsal muhalefet yapan bizlerin, AP ikti­ dannın çoğunlu$U yasal yoldan elde ettiğine bir itirazımız yoktu. Biz emekçi yığınlann çıkarlarına ters düşen bir yol izlediği görüşünde olduğumuz için, Demirel hükümetine karşıydık. Onun iktidannı tarihsel boyutlar içinde Anaya­ sanın temel insan hakianna dayalı sosyal devlet ilkesine ters düşen bir iktidar olarak görüyorduk. Gerçekten de öy­ le davranıyordu Demirel iktidarı. Seçim yasasını değişti­ rerek emekçilerin Mecliste temsil edilmelerini önlerneyi ta­ sarlıyor; Anayasayı koruma bahanesiyle özgürlükleri kısıt­ lamaya yöneliyordu. Oysa Türkiye hızla bir bunalıma. doğ­ ru yol alıyord•.ı. Demirel konuşmasını şöyle sürdürüyordu: Muhterem milletvekilleri, bütçe müzakerelerine başla252


madan hemen hemen 20 güne yakın bu Meclis CHP ve TİP tarafından gensoru müessesesiyle işgal edilmiştir. B tane gensoru getirilmiştir. Hiçbirisinin içinde bir şey yoktur. Maksat Meclisi işgal etmek olmuştur. Acaba bu nereye va­ racak diye ben buna bir teşhis koymaya çalıştım. Bütçe konuşmalarının başladığı ilk günde Meclisin havasının elektrikZendirilmesinde iki partinin fayda umduğunu üzün­ tü ile müşahede ettim. M eclis müzakerelerini takibedenle­ rin gözünden kaçmayacaktır bu husus. Değerli parti söz­ cüleri bu kürsüye geliyorlar, gerçeklerle hiç ilgisi olma­ yan, üslubu, tonu, tarzı bu kürsüye yakışmayan her türlü beyanlarda bulunuyorlar. Bunların maksadı Adalet Partisi Gurubunu ve Hükümeti tahrik etmektir. Yerlerine geçip oturuyorlar, bunlara iktidar gurubunun ağırlığı içerisinde, Hükümet olmanın mesuliyeti içerisinde cevap vermeye bu kürsüye çıkan arkadaşlanmıza karşılıklı konuşma şeklin­ de mütemadiyen ldf atılıyor. Konuşmalar o hale geliyor ki, adeta kürsüde konuşan hatip söyleyeceği şeyi bir kenara bırakıyor, karşılıklı bütün parlamento ile, bütün 445 arka­ daşımızın bulunduğu bir heyetle münazara haline getiri­ liyor. Bunların hepsinin Parlamentoyu engelleme, Parla­ mentoyu baltalama faaliyetlerinin devamı olduğunu ifade etmeliyim. Başbakan suçüstü yakalanmış bir insanın çirpınışı için­ de görünüyor. «Demokrasi varsa, siz varsınız, Millet Mec­ lisi var L.J Parlamento itibarı ü�erine gölge düşürmeye­ Um: Parlamentonun çalışmasına engel olmayalım» diyor. Ve bütçe konuşmalarının muhalefet tarafından, yani Tür­ kiye İşçi Partisi ve Halk Partisi tarafından, yaklaşan se­ çimlere etki, baskı yapmak amacıyla kullanıldığını ileri sü­ rüyor. Ama hemen ardından suçüstü yakalanan AP iktida­ nnı temize çıkannın umud11yla, belki de bunun olanaksız­ lığının farkında olmadan, geeeki kışkırtmalan yinelayerek geeeki komployu bir kez daha gözler önüne seriyor. Şöyle sürdürüyor konuşmasını sayın Demirel: Şimdi huzurunuzda şunu kaydedeyim. Dün akşam vakı olan üzücü hadise bu kürsüye gelen, resmi beyanlarda bu253


lunmak mecburiyetinde olan Hükümet temsilcisine karşı­ dan laf atılarak başlamıştır. Hciclisenin sonu malum.. Ha­ dise Nazım Hikmet'in; o Nazım Hikmet ki, «Benim asıl yur­ dum Rusya'dır, ,. demiştir, o Nazım Hikmet ki, muhterem arkadaşım Kılıçoğlu'nun buradan beyan ettiği gibi, Türk hakimi ve Türk Mahkemesi tarafından haini vatan ilan edilmiştir. İHSAN KABADAYI (Konya) - Babam Stalin'dir de­ miştir. BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMiREL WevamlaJ - Bir üye buradan çıkıyor, Cumhuriyeti, onun temel dayanağı olan Türk Adliyesini, onun verdiği kararlan, hepsini hiçe sayarak Nazım .Hikmet büyük vatan şairidir, diyor. ,Bu­ nun adına ne derler? Bunun adına büyük tahrik derler. Tahrik derler bunun adına. Ondan sonra hadise büyüyor. Böyle şeyleri yapmayın. Böyle şeyler .hakikaten bu Mec­ lisin havasına yakışmaz. Türk Parlamentosunun zabıtlann­ da geçen 45 sene içinde Nazım Hikmet'e hain, diyen yüz­ lerce sayfa bulursunuz, ama Türk Parlamentosunun zabıt­ larına esefle söyleyeyim ki, Nazım Hikmet'i büyük vatan şairi diye tanıyan ilk cümle dün akşam zabıtlara geçmiş­ tir. (AP sıralanndan, 'Bravo' sesleri, alkışlarJ Başbakan bir gece önce Nazım Hikmet konusunun İçiş­ leri Bakanı tarafından, AP gurubuna saldınya yeşil ışık olarak ortaya atılmış olduğunu unutmuş göıiinüyor. Ge­ ne sayın Başbakan, Nazım'ın siyasal inançlan ile şairliği­ nin ayrı şeyler olduğunu, ideolojisine karşı çıkan bir kişi­ nin onun şairliğini beğenebileceğini, bunun son derece do­ ğal bir şey olduğunu da düşünmek istemiyor. Oysa Dışiş­ leri Bakanı Çağlayangil, yani yakın çalışma arkadaşlann­ dan biri, Nazım Hikmet'in büyük şair olduğunu söyleye­ cektir. Ama o günlerde Türkiye İşçi Partisi'nin Moskova çizgisinde bir parti olduğunu, Moskova'dan emir aldığını ileri sürerek, hem kamuoyunu seçimler öncesinde . etkile­ mek, hem de Amerikalı dostlarını memnun ederek bir taşla iki kuş vurmak Sağ kanat politikacılan için marifet sayılmaktaydı. Parlamentonun saygınlığına gölge düşüren254


ler, kendileri idi. Komando kamplan açanlarla koalisyon kurarak terör yangmına benzin sıkan gene kendileri idi. 12 Marta davetiye çıkaranlar da gene kendileri idi. Elbet yalnız onlar değil. Sırası gelince anlatmaya çalışacağız. Başka etmenlerde vardı. Ama AP'nin yurt gerçeklerini bir yana iten 'sandıktan çıkma' politikası bu ters gelişmelerde önemli bir rol oynamıştır. Evet Türkiye hızla bir politik bunalıma sürükleniyordu, oysa Demirel bunu önlemenin çaresi olarak muhalefeti suçlama gibi bir önlem sayılama­ yacak kapalı kapılarda görüyordu. Cüneyt Arcayürek'in Milli Güvenlik Kurulu toplantılarındaki tartışmalar hak­ kmdaki açıklamalan ilginç. 1970 Ocağında M.G.K.'da ko­ nuşan Demirel hala durumu kavramış görünmüyor. San­ ki sorumluluk koltuğunda oturan bir başkasıymış gibi sol­ culan suçluyor: «Bağımsız Türkiye diyorlar: NATO'dan çı­ kaZım diyorlar: Türk halklar, hora Kürdistan diyorlar; al­ tıncı filo defol diyorlar. Sonra düzen bozuktur diyorlar»,. diye yakınıyor. Ve olaylı geceyi izleyen oturumdaki konuşmasını şöy­ le sürdürüyordu: CHP'nin Sayın Genel Başkanı kendi devrinde bu mah­ kemenin cereyan ettiğini herhalde bilırler ve gönül ister­ -' di ki, hadiseye temas ederken bunun ağır bir tahrik oldu­ ğunu da ifade buyursunlar. Yapmadılar. Çünkü, hadise ile ilgili olarak söylemek istedikleri şeyleri söylediler. Biraz sonra eleştireceğim. Hadisenin bir tasmim olduğunu ifade buyurdular. Hükümetin bir tasmimi dediler. Hadisenin üze­ rinden 9 saat geçmiş. Acaba hangi vakıalara dayanarak, neye dayanarak, henüz meydana gelen his atmosferi geç­ meden CHP'nin Sayın Genel Başkanı hadisenin tasmim ol­ duğunu iddia edebiliyorlar? CHP Sayın Genel Başkanının bu şekildeki beyanına şaşmadım. Çünkü bundan evvel de orta yere durup durur­ ken bir Meelisi basma hadisesi çıkarılmıştı. Sonra ne ol­ du? Meclis basma hadisesinin sonu ne oldu? (CHP sırala*

Cüneyt Arcayürek Açıklıyor: 5 , s. 279.

255


.rından 'Örttünüz,' sesleri) Meclisin basılmadığı, Meclisin basılamayacağı meydana çıktı. Sonu bu oldu. (CHP sıra­ larından müdahaleler) Müsaade buyurun dinleyin. Biz çıt çıkarmadan sizi burada dinledik, gurubumuz da dinledi. Aynı yola geliyoruz. İşte böyle başlıyor meseleler, mesele­ ler böyle başlıyor. (AP sıralanndan alkışlarJ BAŞKAN - Lutfen sükuneti muhafaza edelim efendim, hatibe müdahale etmeyelim. BAŞBAKAN S0LEYMAN DEMiREL WevamlaJ - Muh­ terem milletvekilleri, Batı demokrasilerinde aşağıdan laf atma vardır. Bu demokrasinin içinde vardır. Bazan da ko­ nuşan hatibin konuşmasını da güzelleştirir, bazan da şa­ .şırtır hatibi, maksadı da hatibi şa,ırtmaktır. Yalnız bizim demokrasimizde aşağıdan laf atana idam kararı verildi. Bu var bizim tarihimizde buda var bizim tarihimizde. (AP sıralarından alkışlar, 'Bravo' sesleri) . Ben meseleyi büyüt­ mek istemiyorum. Eminolunuz meseleyi iktidar ağırlığının içerisinde bir rayına oturtmak istiyorum. Fakat bizi öyle­ sine yaralayan, bizi öylesine inciten haksız ithamlar yapıl­ dı ki, bu haksız itharnları cevaplandırmadan buradan ay­ rılmak imkanı yok. Muhterem milletvekilleri, CHP'nin Sayın Genel Baş­ kanı Hükümet Başkanı olduğu zaman, arkadaşım Kılıçoğ­ lu söyledi, Adalet Partisi'nin camı, çerçevesi, defteri, eşya­ sı, tabelası, hepsi çatır çatır kınlmıştır. Bir defa da değil, iki defa. Yakılmıştır, tahribedilmiştir. Ve kendisine müra­ caat edildiği vakit de «Ne yapayım ağır tahrikler olmuştur, bu tahrikZere sebebolmayın,. cevabını vermiştir. Kendisine Hükümet Başkanı olarak müracaat edilmiştir. Yani yurtta kanunların tatbikçisi, emniyet ve asayişin müdafii, emni­ yet ve asayişin korunmasından mesul bir insan olarak mü­ racaat edilmiştir. «Tahrik etmeyin, ne yapayım işte tah­ rik oluyor, zaptedemiyorum» demiştir. Şimdi o zaman demokrasi tehlikede değildir, ama Mec­ liste ağır bir tahrikten doğan üzücü bir hadise, esefle söy­ lüyorum, üzücü bir hadise meydana gelir, aradan 9 saat geçmeden Sayın CHP Genel Başkanı bu kürsüye gelir, eBu 256


iş patlar» der. Patlama kelimesi Sayın TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar'ın sözlerinde de var. «Bu iş patlar» der. Ve döner der ki, «Akibetinizi çabuklaştırıyorsunuz,. der. Şimdi bu patlama ile akibet meselesini bir konuşalım. Çün­ kü bunu konuşmazsak bu Meclis hür değildir. (AP sırala­ rından 'Bravo' sesleri, alkışlarJ Meclisin şu kanadında ve­ ya Meclisin bu kanadında oturan bu memleketin çok de­ ğerli evlatları, yetişmelerine milletin milyonlarca lira sarlet­ tiği, ailelerinin çok emek verdiği bu kadar değerli insan .şayet birgün milletin seçip gönderdiği bu müessesede va­ zife görmekten dolayı suçlu addedilme durumunda ise, o zaman Türkiye'de demokrasi yoktur. Bu zaman yoktur, de­ mokrasi. Ama bu devreler geçmiştir. Neden geçmiştir? Ar­ tık bu kürsüden ihtilal ışığı verme imkanı kalmamıştır. (AP sıralarından 'Brcı.vo' sesleri, alkış larJ Şayet, hala öyle bir durum varsa, evvela Türkiye Bü­ yük Millet Meclisinin muhterem azaları ilerde hiçbir şekilde şerik addedilemeyecekleri birtakım suçları omuzlarına yük­ lenmeden bu meseleyi halletmemiz gerekir. Derhal bütçe konuşmalarını tatil edip çünkü bütçeyi bir ay uzatmak mümkündür, memleket bütçesiz kalmasın - derhal bir ge­ nel görüşme açıp, bu Meclisin akıbetini tayin etmemiz la­ zımdır. BaŞbakan konuşmasını sürdürüyor, geeeki olayı TİP'li­ lerin kışkırttığını söylüyor ve AP iktidannın seçim progra­ rnındaki işleri yaptırrnamaya kararlı bir muhalefetin ken­ dilerini " birtakım ,güçlerin» müdahalesi umacısı ile mane­ vi baskı altında tutmaya çalıştığından yakmıyordu. Şöyle diyordu: Şimdi, muhterem arkadaşlar, memleketimizde bir ihti­ lal olmuştur. Bu ihtilcilin, bugün bu kürsüde sebeplerini, şusunu, busunu münakaşa etmenin doğru olduğuna kaani değilim. Bir fayda sağlayacağına da kaani değilim. Ama her defasında işiyle, gücüyle uğraşan vatandaşın elini, aya­ ğını soğutacak bir kargaşalık ihtimali haberini vatan sat­ hına. yaymak, hem Türk ekonomisini, Türk sosyal bünye­ sini harabetmekte, ayrıca şu Muhterem Heyete, bu büyük

257


Meclise, Türk halkının, Türk milletinin iradesinin sembolü, temsilcisi olan bu Muhterem Meclise olan itimadı vatan­ daş gözünde düşürmektedir. Şimdi, muhalefette vaziyet bu, iktidara geliriz, filan şeyi yapamazsın. Niçin yapamayız? Biz size mani oluruz, memleketin birtakım güçleri de size mani olur. Muhterem Milletvekilleri, bu aslında demokrasiye olan inanç ve demokrasi anlayışı ile pağdaşmaz. (AP sıraların­ dan alkışlarJ Şimdi iddia olunuyor ki, bu işin içerisinde bir tasmim vardır. Böyle bir şey yoktur. İddia olunuyor ki; ben böyle bir harekete mani olmamışım. Böyle bir şey de yoktur. Çünkü, rahat rahat sükünet içinde giden bir konuşmada iki saat sonra herhangi bir çatışmanın, herhangi bir ileri derecede münakaşanın kavganın meydana gelebileceğini tahmin etmek imkanından ben mahrumum. Ama, size şu­ nu bütün samimiyetimle arzedeyim ki, muhterem heyeti­ nizin huzur ve sükün içinde olması şarttır. Huzur ve sü­ kün içinde olmak için ewela herkesin hakkına sahip ol­ ması lazımdır. Muhterem Heyetiniz huzur ve sükün için­ de olmazsa, memlekette huzur ve sükünu tesis etmemiz zorlaşır, idame ettirmemiz zorlaşır. Çok çabuk bu gergin havalar vatanın dört köşesine akseder. Huzur ve sükün için­ de olmamak için de sebep yoktur, hiçbir sebep yoktur or­ ta yerde. Şayet muhterem Heyetiniz çok ileri sınırlara gö­ türmeden münakaşa edemezse, o zaman vatandaşın bu me­ seleleri kavga etmeden, gürültü çıkarmadan münakaşa ede­ bileceğini beklemek hakkına malik değiliz. Ama merak etmeyin, Türk Vatandaşı bütün bunları ibretle seyrediyor. En kıymetli müessesesi olan TBMM, ki Türk Milletinin en kıymetli müessesesidir, onu esaretten kurtaran müesse­ sedir, Türkiye Büyük Millet Meclisi onu hürriyete kavuş­ turan müessesedir, üzerinde şu veya bu tahribatı yapma hevesinde olanlan ibretle seyrediyor, büyük millet. Zamanı geldiği vakit bunların gerekli dersini verecektir. (AP sıra­ larından 'bravo' sesleri, alkışlarJ

258


Yanlış anlaşılmasın. bizim sopalı işimiz yok, bizim iş­ lerimizin hepsE nıedeni. Çok medeni, tabanSEYFİ SAD İ PENCAP {MuğlaJ -

ca ile ..

,

DEMİREL VE İKİLİ ANTLAŞMALAR Ve sıra TİP' e geliyordu. Başbakan demokrasi havarili­ ğini bir yana iterek, demokratik rejimin vazgeçilmez den­ ge ögesi olan Sol kanadı, şu ya da bu yoldan yok etmeye kararlı olduğunu açığa vuruyordu. Amerikanın ileri kara­ kolu durumunda olan Türkiye'de, ancak Amerikancı Bey Takımının partileri arasında bir sözde demokrasiye yer olabilirdi. Türkiye İşçi Partisi Meclise girdiği günden be­ ri, partiler arasında 1947'den bu yana gelenek haline gel­ miş bir kuralı çiğnemiş, dış politikadaki birlik ve beraber­ liği bozmuş, Türkiye'deki Amerikan üsleri konusundaki suçlu suskunluk perdesini yırtmış, bu üslerin kurulduğu yurt topraklannın Amerikan egemenliğine bırakılmış ol­ duğunu söyleyerek, Amerika ile sürdürülen dostluk politi­ kasının gerçek yüzünü açığa çıkarmıştı. Bununla yetinme­ miş, bir soru önergesi vererek bugüne dek Amerika ile kaç anlaşma imzalandığının, bu anlaşmalann neleri içerdiği­ nin Başbak�n tarafından açıklanmasını istemişti. Ameri­ kalıya pasif direnme ve NATO'dan çıkılınası için kampan­ yalar açmıştı. Bir yandan da TİP sınıf düşmanlığı propa­ gandası yapmaktan geri kalmıyor, kapitalist düzene kar­ şı işçileri, köylüleri sürekli kışkırtıyordu. · Başbakana gö­ re artık bu duruma bir son vermek gerekiyordu. Gerçekten TİP iktidarın ve Amerikancı egemen çevrele­ rin uykulannı kaçırır olmuştu. Meclise girer girmez l947'de imzalanan ilk 'Yardım' anlaşmasından bu yana, Türkiye' nin ABD ile imzaladığı tüm bağlayıcı belgelerin dÖkümü­ nün Başbakanca açıklanmasını, Meclis Başkanlığına ver­ diği bir soru önergesi ile istemesi hükümeti zor durumda bırakmıştı. Aradan aylar geçtiği halde yanıt verilemiyor259


du. Çünkü ortada antlaşmalar yoktu. İnanılacak şey de­

ğil, ama gerçek bu idi. ABD üsleri hakkındaki Soru Öner­ gesi Meclis Başkanlığına 15.12.1965 günü verilmişti. Ara­ dan yedi ay geçtiği halde Başbakan'dan ses çıkmıyordu. Hükümet mehil istemişti Meclis Başkanlığından, ama ge­ ne yanıt vennemişti. Bunun üzerine Soru önergesini Gen­ soru önergesine çevirdik: Bizim önerge geri alındı ve Çe­ tin Altan'a Gensoru önergesi verdirildL Tabii gensoru açıl­ ması çoğuı::ıluk tarafından reddedildi. Ama açılsın ını? Açıl­ masın ını? tartışmaları ilginç gelişmelere yol açtı. Örne­ ğin CHP'nin tutumu ilgi uyandırdı. Gurup sözcüsü Feyzioğ­ lu ikili anlaşmalar üzerinde farklı şeyler söyleyeceklerini ileri sürerek, görüşme açılmasını istedi. Başbakan Demi­ rel ise, ikili anlaşmalan kendilerinin iınzalamadığını vur­ gulayarak, iktidarlannda bu anlaşınalara «Türkiye'nin aleyhine bir virgül konulmasına rıza göstermediklerini• söy­ ledi. Oysa sorun bu gibi mantık oyunları ile atıatılabile­ cek bir sorun değildi. Anlaşmalar Türkiye Cumhuriyeti adı­ na iınzalanınıştı ve tüm iktidarları bağlayıcı nitelikte ol­

ki, 15 milletvekili ile temsil edilen TİP, tüm kapılan

duğu bilinen basit bir hukuk kuralı idi. Gerçek şu idi Mecliste

zorluyordu. ABD ile kaç antlaşma ya da sözleşme imzalan­ mıştır? Demirel bu soruyu yanıtlamak zorundaydı. Kelime oyunlan ile bu zorunluluktan kurtulunamazdı. Ama çare­ sizdi Başbakan. Çünkü kaç anlaşma imzalandığını kendisi de bilmiyordu. Arcayürek'in kitabından şu satırlan birlik­ te okuyalım:

<

.. çünkü, Türkiye'nin Amerika ile kaç tane 'gizli anlaş­ ma' yaptığını bilen yoktu; kimi bilgiler ise yeterli değildi. Aybar'ın bu önergesini aldıkları zaman, Dışişleri Bakanı Çağlayanyil'le konuştuklarını, sonra Devlet arşivine bir göz attıklarını bana anlatan Demirel şöyle demişti:

«Bir de baktık ki, Amerika ile yapılan gizli anlaşma­ ların tümünü kapsayan bir dosyamız bile yok. Küçük rüt­ beli bir subayın, yüzbaşı düzeyinde bir Amerikalının im­ zaladığı anlaşmalardan tutun da, Türkiye'nin, ABD'ye ne-

260


ler verdiğini içeren önemli anlaşmaların hiçbirinin metni elimizde değil.• eBu durum karşısında, derhal çalışmaya başlanılmış­ tı. Çağlayangil, Amerikalılardan varolan anlaşmaların me­ tinlerini istemiş, devlet arşivinin birçok kesimlerine dağıl­ mış olanların toplanmasına başlanmıştı. «Bir yandan bu araştırmaların ve TİP muhalefetinin ağır baskısı altında anlaşmalar bulunmuş; öte yandan da ABD'ye «ikili anlaşmaları düzene sokacak, Türkiye'nin ba­ ğımsızlığıylc bağdaşmayacak anlaşmaların yeniden gözden geçirilip 'tek metne' bağlanmasını sağlayacak" müzakere istemi duyurulmuştu. ..Amerika, bu istelaten pek memnun kalmadığını bize 'ihsas' etti,, demişti Demirel. inancına göre, bu tür işlemler, SovyetZere ekonomik açıdan yak_ınlaşmalar, yeni anlaşma direnmeleri, sonunda da ABD'de «önemli bir sorun• ola­ rak ele alınan uyuşturucu maddeler karşısında Ankara­ nın kimi terslenrneleri derken, 1971 Martını bulmuştuk. «İhsan Sabri Çağlayangil, 12 Mart darbesinden sonra yayımlanan bir İngiliz Gazetesini gösterdi. Bu gazetede bir dünya haritası yer alıyor, üzerinde hangi ülkelerde Ame­ rikanın darbe yaptırdığı gösteriliyordu. «Adı geçen devletler arasında Türkiye de vardı.•"" Çıkarlannı savunmak için dünyanın dört bir yanında darbeler yaptırtan ABD'nin, Sovyetler Birliği'nin komşusu ve topraklannda Amerikan üsleri bulunan Türkiye'de de darbe yaptırmış olması politik mantığa uygundur. Sözü edilen dergiyi görmedik, ama Arnerikaya karşı olan bir Sosyalist partinin yöneticilerinden biri olarak bu olasılığın her zaman gözönünde tutulması gereğine inandık. Nitekim TİP'in Amerika'ya karşı olduğu, kuruluşundan çok sonra­ lan ve ihtiyatlı bir biçimde; yani güçlenmesi ile orantılı olarak açıklanmıştır. Amerikayı hedef almamız, üsleri, iki­ li anlaşmalan ele almamız, Mecliste bir gurup kurmamız­ dan ve kamuoyunda ve Anayasa Mahkemesinde TİP'in de*

Cüneyt Arcayürek Açıklıyor: 5, Demirel Dönemi, s. 57-58.

261


mokrasiye içtenlikle bağlı olduğu kanisının yerleşmesin­ den sonra olmuştur. TİP'e yöneltilen taşlı sopalı saldırılar ve Meclisteki olaylar, AP iktidannın T.İP'i yasal yoldan .ka­ pattıramayacağını anlamasından kaynaklanan ve Ameri­ kalı müttefike «elimizden geleni yapıyoruz» demek anla­ mında bir tepkiydi. Meclisteki kocaman AP gurubunun bir avuç TİP'li karşısında her seferinde yenik düşmenin ya­ rattığı aşağılık d1,1ygusunun da bu saldınlarda belki payı vardı. Parantezi kapatalım ve Başbakanın

konuşmasına

dönelim. Başbakan, İnönü'ye yanıt verirken, demokrasinin faziletinden,

parlamentonun saygınlığından falan söz et­

mişti. Sıra TİP'e gelince sayın Demirel demokrasinin fazi­ letini, Meclisin saygınlığını falan unutarak, İçişleri Baka­ nının karalayıcı ve kışkırtıcı üslübunu benimsedi:

BAŞBAKAN SOLEYMAN DEMiREL (Devamla) - Bir üye buradan çıkıyor. Cumhuriyeti onun temel dayanağı olan Türk Adliyesini, onun verdiği kararları, hepsini hiçe sayarak. Nazım Hikmet büyük vatan şairidir, diyor. Bunun adına ne derler? Bunu'!- adına büyük tahrik derler. Tahrik derler bunun adına. Ondan sonra hadise büyüyor. Böyle şeyleri yapmayın. Böyle şeyler hakikaten bu Meclisin ha­ vasına yakışmaz. Türk parlamentosunun zabıtlarında ge­ çen 46 sene içinde Nazım Hikmet'e hain diyen yüzlerce sayfa bulursunuz, ama Türk. parlamentosunun zabıtlarına esefle söyleyelim ki, Nazım Hikmet'i büyük vatan şairi di­ ye tanıtan ilk cümle dün akşam zabıtlara geçmiştir. (AP sıralarından, ' bravo' sesleri, alkışlar.J * Olayın üzerinden 24 saat bile geçmemişti. Olaylarm nasıl başlatıldığı herkesin belleğinde idi. Dışişleri Bakam,

«Türkiye'yi NATO'dan ayırıp kollektif savunma sistemini çökertme yolları aranmaktadır. Bu emir Moskova'nın em­ ridir• deyince, Çetin Altan böyle konuşamazsın diye bağır­ mış, İçişleri Bakanı da Çetin Altan'a «Siz Türk mahkeme­ lerinin mahkum ettiği Nazım Hikmet'i milli şair, . vatan şairi olarak gösterdiniz mi?• diye sormuş o da «en büyük

* TBl'viM Tutanak Dergisi, C. 262

25,

s. 417.


şair Nazım Hikmet» yanıtını vermişti. Ölay böyle gelişmiş, .İçişleri Bakanı Sükan, AP grubuna bu parola ile saldın işaretini vermişti. Yani «Nazım Hikmet vatan şairidir» :sözlerini Altan değil, Sükan söylemişti. Nazım, Donanma­ da isyan çıkanna girişiminden hüküm giymişti. Nazım'ın büyük şairliği ile askeri mahkemenin mahkılıniyet kara­ :n ayn şeylerdi. Demirel ve Bakanı demagoji yapıyordu. Meclisin saygınlığı gerçeği ters yüz etmeğe çalışan bu :gibi konuşmalarla zedelenmekteydi. Doğru olmadığı bili­ nen kaba iftiralarla zedelenmekteydi. Elbet Başbakan bun­ ları biliyordu. Bilerek bu yola başvurması durumun ağır­ laşmasına neden oluyor, Türkiye tuzla bir siyasal buna­ lıma sürükleniyordu. Ne var ki Adalet Partisi iktidarının «eli mahk.ılm»du. Amerika'nın ileri karakolu durumunda­ ki Türkiye'de sol muhalefeti ya kendisi silecek, ya da işi başkaları yapacaktı. Durum bu kadar açıktı. Bu konuya

biraz sonra ve daha geniş olarak yeniden döneceğiz. Baş­ bakan TİP'e saldırılannı şöyle sürdürüyordu:

Millet, meselelerini halletmek üzere bizi buraya gön­ dermiştir, burada mesele çıkarmak için göndermemiştir. Onun içindir ki birtakım münferit vakaları alıp, Bakanın konuşmalarını bir tahrik vasıtası alıp, Türk mahkemele­ rinin ve hakimlerinin vatan haini olarak mahkum ettiği Nazım Hikmet'i, vatan şairi haline getirmeyi bir kenara .itip çok i.ndi mütalaalar serd etmek Türk milletinin vic­ danında derin yaralar açacaktır. Muhterem milletvekilleri, TİP Genel Başkanı bu kürsü­ _ye geldi, dedi ki: ·Biz.., aynen tabiri şöyledir; «Emekçi sı­ nıflar iktidara gelecek, bu önlenemez.» Emekçi sınıflar ik­ tidara gelecek, bu önlenemez... Şimdi piz gayet tabii ki CHP'nin Sayın Genel Başkanı gibi sınır dışına çıkan, hudut dışına çıkan, Türk kanunlarının, hukuk düzeninin dışına çıkan partileri kapatma yetkisine sahip değiliz. Türk Ana­ yasası partilerin kuruluşunda izin almayı kaldı..rmış, ka­ patmayı da Anayasa Mahkemesine vermiş. Şimdi bu hu­ sus, TİP için de doğrudur, başka bir parti için de doğru­ dur, bizim için de doğrudur. Yani, CHP'nin Sayın Genel

263


Başkanı ·Bir fikre karşı nıçın heyecanlanıyorsunuz? Eğer bu fikir yanlış bir fikir ise, memleketin anaçerçevesinin dışında bir fikir ise, bunu, bu partiyi kapatacak, bu parti hakkında muamele görecek hukuki merciler vardır" diyor. Doğrudur. Bir taraftan da diyorlar ki; ·AP yine Türk hu­ kuk sisteminin ve Türk devlet nizamının, Türk Anayasa­ sının makul ve makbul addetmediği birtqkım işleri yap­ maktadır. Onun için de akibeti meçhuldür, veyahut da akı­ betine yaklaşıyor. » E, peki TİP için mevcudolan bu kaide yani, TİP mev­ zuubahsolduğu vakit suçu ve suçluyu mahkeme tayin ede­ cek de AP mevzuubahsolduğu vakit suçu ve suçluyu CHP' nin Sayın Genel Başkanı mı tayin edecek? .. CAP sıraların­ dan «Bravo» sesleri ve sürekli alkışlar.J Şimdi diyor ki, TİP'in Sayın Genel Başkanı: ·Emekçi sınıflar iktidara gelecek.» Partiler Kanununa aykın bu be­ yanınız. (TİP sıralarından gülüşmelerı Müsaade buyurun, müsaade buyurun, Partiler Kanununun 89. maddesi­ ne aykırı, 91. maddesine aykırı, birçok maddelerine de aykırı bu beyanınız. Ayrıca Türk Anayasasının 4. ve 12. maddesine aykırı. E, peki biz de diyoruz ki: •Siz eğer bu faaliyetleri burada yaparsanız bunun mü�akaşası yapılır. » E ... Yurt sathında da yapıyorsunuz bu faaliyet­ leri. Sonra geliyorsunuz buraya Doğu mitinglerinin iza­ hını yapıyorsunuz. Doğu mitinglerinde yaptığınız buradan izah ettiğiniz iş değildir. Şu anda zamanınızı almak iste­ mem, ama Doğu mitinglerinde yaptığınızı bir gün izah edeceğiz bu kürsüde ve Türk Anayasasına, devlet bütün­ lüğüne, Türk Anayasasının birçok maddelerine aykırıdır yaptığınız iş. E, peki biz bunları söylemeyeceğiz, ondan sonra da İçişleri Bakanlığı bütçesini tenkid eden arkadaşı­ nız buradan çıkacak diyecek ki; ·Bir hadise olmuştur; ben demiştim ki... E, hadise oldu, şimdi ne yapacağız? Kanun takipçisi bu hadiseyi meydana getirenZerin yakasına ya­ pışacak. Bunu tecrübesizlik olarak göstereceksiniz. Dün akşam bu kürsüden söylendi. Ne yapacaktık biz? Birtakım suç işlemesi ihtimal dahilinde olan adamları, ellerine ke»

294


lepçe vurup zindanlara mı gönderecektik? İşte bu da ge­ liyor Türk Anayasasının suç ve ceza müeyyidesine. Türk. Anayasası diyor ki: cTürk kanunianna göre işlendiği za­ man suç sayılmayan fiiller suç değildir. Bunları tayin ede­ cek merciler de muayyendir.» Böyle yapmıyacaksınız, bun­ ların hepsini bir kenara atacaksınız, biz tecrüpeliyiz di­ ye, suç olması ihtimali var diye vatandaşın üstüne bir bas­ kı vasıtası olacaksınız. Bizim idare anlayışımız bu değil­ dir. Bir taraftan bu tenkidi yapacaksınız, öbür taraftan da fikir hareketleri namı altında memleketin karıştırılma­ sına, anarşi çıkarılmasına hizmet edecek faaliyetlerin için­ de bulunacaksınız. Bunları da size söylemeyip kime söyle­ yeceğiz gelip? Size söylüyoruz ve burada münakaşa edi­ yoruz, yaptığınız doğru değildir, diyoruz, Emekçi sınıfı, Türkiye'de emekçi sınıfı olacak, emekçi sınıfı Türkiye'nin kaderine hakim olacak... Ee peki diğer insanlar ne olacak, diğer vatandaşlar? Esir mi olacak, yoksa herkes emekçi mi olacak? İşte mesele burada başlıyor. Bunların müna­ kaşasını yapacağız, bunların münakaşası yapılacak. Muhterem milletvekilleri, bu münakaşalar 1965 seçim­ leriyle bakiye sisteminin Meclisimize getirdiği Marksist gö­ rüşün neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Dünyanın her par­ lamentosunda komünistler, aşırı solcular, öyle diyelim, da­ ima parlamentolan baltalamanın yollarını ararlar, daima gürültü patırdı çıkanrlar. Şimdi puna karşı biz Parla­ mentoyu çalıştırmaya çırpınıyoruz. Yoksa yaptığımız ha­ reket bir fikri boğma hareketi değildir. Ama Türk kanun­ lan bu fikir Türkiye'ye zararlı hale gelme istidadını aldığı zaman bu fikrin sahiplerinin yakasına yapışacaktır; bun­ dan da herkes emin olsun. Türkiye'de bir oyun falan devam etmiyor. Eğer siz bu oyunun içinde iseniz onu bilmeyiz. Ama Türk devletini bu kadar hırpalamaya, itibarına bu kadar şüphe düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Neye karşı olursanız olun, bun­ ların her gün burada münakaşası yapıldı. Toprağı dağıta­ cağız; ticareti devletleştireceğiz, sigortayı devletleştirece­ ğiz, bank,acılığı devletleştireceğiz. Arkasından basını dev265


letleştirirsiniz, arkasından Parlamentoyu devletleştirirsintz, oraya kadar gider ok. (AP sıralanndan alkışlarJ Ama bu fırsatı bulamıyacaksınız. (AP sıralanndan «Bravo• ses­ leri, alkışlarJ Yani, buraya çıkıp da nezaket olsun diye, Hü­ kümet mesuliyeti, sorumluluğu üstümüzde var diye istedi­ ğiniz gibi yapın, memleketi ne kadar kurcayalabilirseniz kurcalayın, ne kadar tahrip edebilirseniz memleketin mü­ esseselerini edin mi diyeceğiz?.. Onu demiyeceğiz. Anayasa partileri demokratik düzenin vazgeçilmez unsuru saymıştır, ama partilerin sadece bu maddeye sap­ lanıp Anayasanın diğer maddelerini unutmamalan şartı ile. Anayasa bir maddeden ibaret değil ki, küllü var Ana­ yasanın. Şimdi TİP'in Sayın Genel Başkanı buraya geliyor, di­ yor ki: «Biz kendimizi emekçi sınıf namına adadık.» diyor. Aslında emekçi sınıf ile bir alakaları yoktur ama... (AP sı­ ralarından gülüşmelerı Peki siz kendinizi emekçi sınıf namına adadık diyor­ sunuz, bunun doğru olmasına inanmasını herkesten isti­ yorsunuz. Ee, burada 245 mevcudiyle AP grubu var. O da diyor ki; «Bi� Türkiye'yi gerçekçi, ileri, medeni, Türkiye' nin hars ve kültürüne uygun refaha götürmek istiyoruz, Türkiye'yi saadet içinde yaşatmak istiyoruz.,. diyor: E, bu­ na sizin inanıp inanmamanız muhayyer, ama buna inanan insanlar var ki 245 kişi buraya göndermiş. (AP sıralann­ dan «Bravo,. sesleri, alkışlarJ Yine sizin söylediğiniz nassı kaatı. Bu böyledir. Sizden .başkalarının olduğunu kabul et­ meye mecbursunuz. Sizden başkalarının olduğunu kabul etmezseniz başkalanyla başınız derde girer. (CHP sırala­ rından bir milletvekili ·Yani dayağı yersiniz,.) Şu dayak hikayesini bırakın bir kenara. Şu Parlamentoya hiç yakış­ mayan bir iş. Ben bunu muhakemelerime, ben bunu yap­ makta olduğum tahlile, yapmakta olduğum beyana esas almıyorum. Şimdi, •zulüm, şiddet ve irtica çıkar yol değildir• de­ niliyor. Doğrudur... Bu yolda olan kim? Bu, çıkar yol de­ ğil. Bu yolda olanlan kim tasvib ediyor? Ama durup dur· 266


duğunuz yerde, sapasağlam insana kanser teşhisi koyar­ sanız bu gülünç olur. Şimdi, muhterem milletvekilleri; .. zulüm idaresine, ir­ tica idaresine memleketin tahammülü yoktur,» buyuruyor­ lar. Bu doğrudur. Zulüm idaresine memleketin tahammü­ lü olmadığını millet göstermiştir. (AP sıralarından «Bravo ... sesleri, alkışlarJ Şimdi şuraya geliyorum; «irtica irtica ir­ tica ... » Adalet Partisi Meclis Grubunun yaş vasatisi 45 civa­ rında, Cumhuriyetle yaşıt. Eğer Adalet Partisi Meclis Gru­ bunun memlekette irticaa müsaade edeceği düşünülüyor ise, bu, kurucuZuğu iddiasında bulunduğunuz Cumhuriye­ te inançsızlıktır. (AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkış­ ları Onun içindir ki, bu, aslında Türk halkına da inançsız­ lıktır. Bir taraftan geleceksiniz, seçmenden başka çıkar yol yoktur diyeceksiniz. Öbür taraftan diyeceksiniz ki, seçmen irticaa kayıverir. Türk milleti ilericiliğin dşıkı olmuştur. Türk milleti medeni ve güzel vasıtaları daima takdir etmiş­ tir. Sosyal hadiseler hiçbir şekilde geriye gitmez, eğer 45 senelik Cumhuriyet bu memleketi hiçbir yere getirme­ miştir, iddiasında iseniz, -ki bu da gerçek değildir- o za­ man icraatınızı biz savunmak mecburiyatinde kalacağız. Bu iddia gerçek değildir. Bu takdirde, bu inançsızlığı bir kenara atmak lazımdır. Yani Türk milletine güveniyorsa­ nız tam güveneceksiniz: yanlış iş yapwerir, irticaa kayı­ verir, şu istikamette gidiverir, bu istikamete gidiverir... Bunlar Türk milletinin aklı selimi ile, izanı ile kabili telif olmayan şeylerdir. Sayın Demirel'in yukandaki sözleri ilginç. İrtica konu­ su gündeme gelince Sayın Demirel'in birden su katılma­ mış bir demokrat kesiliverdiğine tanık oluyoruz. Kimsenin dinsel inançlarına kanşılamaz. Laik Türkiye Cumhuriye­ tinde hükümet, halkın dinsel inançlannı ne önleyebilir, ne de bu in�çlann güçlenmesine hizmet edebilir. Hele hele dinin siyasaya alet edilmesi anlamına gelebilecek davra­ nışlarda kesinlikle bulunamaz. Başbakan ve Bakanlar, dev­ leti temsil eden kişiler, bu sıfatları taşıdıklan sürece cami­ lerde cemaatın arasına kanşıp namaz kılamazlar, resmi

267


geziler sırasında kutsal yerleri ziyaret ve ibadet edemez­ ler, örneğin Hac farizasını yerine getiremezler. Laik dev­ let ilkesine saygılı davranmak zorundadırlar. Demokrasi­ nin inanç özgürlüğünden hareket ederek, laiklik ilkesinin çiğnenmesine olanak verilemez. Sayın Özal'ın kulakları çınlasın. Sayın Başbakanın AP'li milletvekillerinin yaş ortala­ masını ileri sürerek, yani onların Cumhuriyet çocuğu ol­ duğunu vurgulayarak, irticadan yana olamayacaklannı sa­ vunması, pek basit bir demagojidir. Başbakan konuşması­ nı şu pembe tabioyu çizerek bitirınişti: Muhterem milletvekilleri; bu sabah punları bana söy­ letmek mecburtyetint tahmil ettiler. Gönlüm; müessif bir hadise olmuştur, tekran olmasın, bütün muhterem millet­ vekilleri arkadaşlanmızdan, muhalefet olarak, iktidar gru­ bu olarak bu gibi hadiselere meydan vermeden Türk mil­ letinin gururu, gözbebeği, ümidi olan bu Parlamentonun üstüne gölge düşürmeyelim, çalışmalanmızı o istikamete ayarlayalım temennisiyle gelmtştim, fakat beyanlar, mürı­ ferit bir hadisenin şümulünü çok aştı. O zaman da bun.­ lan söylemek mecburiyetinde kaldım. Sözlerimin sonunda maksadımızın, hem memlekette, hem Parlamentoda ve her yerde sulh ve sükün olduğunu, kavgayı hiçbir şekilde arzu etmediğimizi ifade etmek is­ terim. Muhterem milletvekillerinin yorgun olduklannı, zaman zaman sinirli olduklarını, zaman zaman birbirlerini tahrik ettiklerini biliyoruz. Ama bu gibi hadiselerin tekerrür et­ memesini temenni eder, bütün idarecilerin bu büyük. mtı­ esseseyi yaşatmada, bu büyük müesseseyi güçlü, itibarlı kılmada sarf ettiğimiz gayretZere katkıda bulunmasını te­ menni eder, hepinizi saygı ile selamlarım. (AP sıralann­ dan 'Bravo' sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlarJ *

* TB:MM Tutanak Dergisi, C. 25, s. 415-424. 268


MİLLİ SAVUNMA BÜTÇESi Şaşırtıcı gelişmeler oluyordu son yıllarda. Partimizin Tam Bağımsızlıkçı tutumu, NATO'ya, ABD'ye karŞı oluşu, kimi CHP'liler arasında, hatta Millet Partisi içinde alışıl­ madık kaymalara yol açıyordu. Bu gelişmeler AP'lilerin gözünden kaçmıyordu. 1967 bütçe konuşmaları sırasında AP sözcüsü Aydın Yalçın, TİP'in savunduğu görüşlere pa­ ralel görüşlerin, örneğin, emperyalizme, &ömürücülere kar­ şı ilerici güçlerin tek bir cephe kurmalan yolundaki tel­ kinlerin, CHP içerisinde yandaşlar bulduğunu söyleyecek* Başbakan Demirel de, Millet Partisi sözcüsünün ABD üsle­ rinden havalanacak atom yüklü uçakların Türkiye'yi sa­ vaşa sokacakla:rını, bunun ise Birinci Dünya Savaşma gir­ memize neden olan iki Alman zırhlısının Karadeniz'deki serüvenini akla getirdiğini söylemesini ele alarak, Millet Partisi'ni NATO'ya bağlı olup olmadıklannı açıklama­ ya çağıracaktı..** ABD'nin dümen suyunda bir poli­ tika izlenmesinin rizikolan kavranmaya başlıyordu. Millet Partisi'nin, Göben ve Breslav adındaki Alman zırh­ lılannın Karadeniz'e açılmalan ve Sivastopol'u top ateşi­ ne tutarak Türkiye'nin savaşa girmesini bir oldu bittiye ge­ tirmesi olayı ile Amerikan üsleri arasında bir paralellik görmesi pek yerinde idi. ABD ittifakı, NATO gerçekten Türkiye'nin güvenliğini sağlıyor muydu? Bu giderek her­ kesin kafasını kurcalayan ciddi bir sorun haline gelmişti. Behice Boran'ın Milli Savunma Bakanlığı bütçesi üzerin­ deki konuşması, kafalardaki sorulara açık yanıtlar geti­ riyordu. Bu konuşmadan önemli bölümleri aktanyoruz: TİP GRUBU ADlNA BEHİCE BORAN fHATKOJ (Ur­ fa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin milli savunma politikası ve meseleleri denince akla ilk ge­ len NATO ittifakı ve bu ittifak içinde Türkiye'nin yeri ko­ nusudur. Ardından da ikili anlaşmalar ve Amerikan üsle­ ri meselesi gelmektedir. Zira, 1952'de NATO'ya girdiğimiz­ den beri NATO ve Am&rika, milli savunma politikamızı " TBMM Tutanak Dergisi, C. 14, s. 762. ** a.g.e., s. 789. 269


kuvvetle etkilemiştir. 1969 yılından sonra üyeler bu ittifak­ tan çıkma hakkını elde edeceklerinden, NATO meseles� büsbütün günün meselesi haline gelmiştir. Onun için ko­ nuşmamı bu mesele üzerinde teksif edeceğim. Bilindiği gibi TİP, 1969'dan sonra Türkiye'nin NATO' dan çıkması gerektiği görüşündedir. Bunun gerekçesini şu noktalarda özetleyebilirim: 1 . NATO'ya girmek Türkiye'nin savunma gücünü ar­ tırmamış, zayıflatmıştır. 2. NATO bizi muhtemel saldınlara karşı iddia edtldi­ ğt gibi korumamakta, tersine tehlikeli bir duruma sokmak­ tadır. 3. NATO, Amerika'nın Sovyetlerle muhtemel bir nük­ leer üçüncü dünya savaşını göz önünde tutarak dünya ça­ pında planladığı bir stratejinin bir parçasıdır. Türkiye'nin milli çıkan ise böyle bir savaşın dışında kalmaktır.

Şimdi bu üç noktayı biraz daha ayrıntılarıyla ele al­ mak isterim. İkili anlaşmalar, Amerikan üsleri meselesin­ de olduğu gibi, NATO konusunda da bu ittifaka karşı ilk vaziyet alan TİP oldu. Bu yüzden . bize çok sert çıkışlar, sal­ dırılar yapıldı, hala da yapılıyor. Ama nasıl ikili anlaşma­ lar ve Amerikan üsleri meselesinde yavaş yavaş diğer par­ tiler ve parti dışı çevreler vaziyet almak zorunluluğunu duydularsa, hatta nihayet iktidar partisi ve hükümeti bu meseleleri yeniden gözden geçirmek ve hiç değilse ıslah etmek yoluna gitmek zorunda kaldıysa, NATO'nun da mah­ zurları su üstüne çıkıp görülmeye başladı. uNATO'da ka­ lalım, ama mahzurları giderilsin, ilişkiler yeniden düzen­ lensin, » denilmeye başlandı. İzmir'deki NATO karargahı­ nın Türkiye' den çıkarılması, hiç değilse Türk Silahlı Kuv­ vetlerinin bu komutanlık emrinden alınması, sefer halin­ de dahi olsa NATO Komutanlığına Türk Silahlı Kuvvetle­ rinin bağlanmış olmasının Anayasaya aykırı olduğunu ar­ tık TİP dışındaki çevrelerce de açıkça ortaya sürülmeye başlandı. Bu gelişmeler, TİP'in olumlu bir muhalefet yap­ tığının, memleket kamuoyunu ve siyasi hayatı etküediği­ nin inkar olunmaz delilleridir. 270


Türkiye'nin NATO'ya girdikten sonra nasıl askeri yön­ den Amerika'ya bağlı duruma geldiği, süahlı kuvvetlerinin mi.llı çıkarlar açısından inisiyatifinin zayıfladığı, ikmal usulleri, tabya kaideleri, ordu organizasyonu bakımından nasıl Amerikan örneğinin alındığı ve bunun bizim milli stratejimiz ve milli silahlı kuvvetler ihtiyacımız bakımın­ dari zararlı neticeler doğurduğu gerek geçen yıl Senato ve Millet Meclisi görüşmelerinde, gerekse bu yıl Karma Ko­ misyon çalışmalarında, basında çıkan makale ve etütler­ de uzun uzun ortaya çıkarılmış bulunuyor. Bu sebeple ve de zamanım 30 dakika ile sınırlanmış olduğu için, bu konu üzerinde maalesef arzu ettiğim gibi ayrıntıları ile dura­ mıyacağım. Yalnız şunu belirtmek isterim ki, Karma Bütçe Komis­ yonu raporunda yer alan iki beyan durumun ciddiyetini resmen ortaya koymp,ktadır. Raporun bir yerinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin NATO standartlarına veya kabul edilebilir askeri standarda eriş­ memiş olduğu belirtiliyor. Yani bunca NATO, Amerikan yardımı edebiyatı bizi, güçlendiriyor iddiaları ve sonra, 18 sene sonra resmi raporda ordumuzun maalesef henüz. asgari kabul edilebilir standarda erişmemiş olduğunun be­ yan edilmesi... Sonra bir ele sefer stokları hakkında bir ifade var. 1965 senesinele Milli Güvenlik Kurulunun sefer stokları yapıl­ ması için 200 küsur milyon lira tahsisat kanmasına karar verdiği, fakat kaynak yokluğundan bu tahsisatın konula­ madığı, bu yılki, yani 1968 bütçesinde de yer almadığı be­ lirtiliyor. Dikkatinizi çekmek isterim, karar ancak iki sene önce 1965' yılında alınmış ve alınan karar uygulanmamış. Uzun uzun izaha lüzum yok ki, sefer stokları mevcud ol­ mayan veya yetersiz olan bir ordu kuvvetlerini istediği za­ man, istediği yerde, istediği ölçüde kullanmak imkanına maalesef sahip olamaz. Sonra, bir de hala 1947 Andtaşmasının 4. madde­ si var ki, bu maddeye 1964'te Johnson mektubunda da atıf yapıldığı üzere, bize verilen silahları, Amerika'nın müsaa271


desi olmadan kullanmak yetkisine sahip değiliz. Son Kıb­ rıs buhranında kullandık, deniliyor. Kullandık, Amerika ses çıkarmadığı için. Elimde hukuki belgesi var. Buna da­ yanarak cia, eğer biz söz dinlerniyecek olursak, bize sözü­ nü dinZetecek güce de sahiptir. Diğer NATO üyesi devlet­ lerinde dahi böyle bir madde, böyle bir hüküm yoktur. Bi­ naenaleyh Silahlı Kuvvetlerimizin elindeki araçları ser­ bestçe, gerektiği gibi kullanmak yetkisini sınırlayan, mene­ den bu hüküm mutlak suretle diğer ikili anlaşmalcır Ue beraber ortadan kaldırılmalıdır. Son yıllarda bu durumdan kurtulmak gayretlerine gi­ rişilmiş olduğu görülüyor. Geçen yıl Milli Savunma bütçe­ sinin Millet Meclisinde görüşülmesi sırasında Sayın Savun­ ma Bakanı, «Türkiye'nin kısa zamanda her sahada olduğu gibi harb sanayii sahasında da büyük ölçüde kendine ye­ ter bir hale gelm_esi zorunludur,,. demişlerdi. Bu fikirleri­ ne katılınz. İki yıldır harb sanayiimizi geliştirmek için büt­ çeye ödenek konmasını da memnunlukla karşılarız. Ne var ki bu miktarlar ve tamir, ağır bakım, yedek parça atölye­ lerinin kurulup geliştirilmesi yeterli olmadığı gibi, gerçek anlamda harb sanayiimizin geliştirilmesi için genel sana­ yileşme politikamızın değiştirilmesi gerekir. Bütçe Komis­ yonu raporunda şöyle deniliyor: «Kaynaklarımızın milli güvenlikle iktisadi kalkınma arasında dengeli bir şekilde taksimini öngören bir prensibin mevcud olmayışı, pldnla­ rı -yani Milli Savunma pldnların�t- geniş ölçüde tahdid etmekte veya imkanlara uygun bir plan hazırlanmasına mani olmaktadır. ,. •.

Şüphesiz böyle bir denge şarttır, ama genel kalkınma­ nın niteliği, vasfı, mahiyeti üzerinde de durmak gerekir. Kalkınma her şeyden önce sanayileşme demektir. Genel­ likle sanayileşme, özellikle harb sanayiinin gelişip güçlen­ mesi ise ağır sanayiinin kurulmasına bağlıdır. Montaj ve ambalaj sanayii, özel sektörün tatlı kar gördüğü hafif tü­ ketim sanayii kurmalala ne memleket sanayileşip kalkına. bilir, ne de Milli Savunma sanayiimiz Türkiye'yi büyük öl­ çüde kendine yeter duruma getirebilecek seviyeye ulaşır. 272


Sonra genel bir çelişki var. NATO'nun stratejisi baş­ ka, bizim yurt müdafaası için muhtaç olduğumuz strateji başkadır. Amerika'nın stratejisi ve Silahlı. Kuvvetleri deniz aşırı hedeflere yönelmiştir; çünkü Amerika, kendi sını.rla.­ rı dışında, dünyanın dört köşesinde menfaatleri, nüfuz sa­ haları olan bir memlekettir. Bizim ise böyle dünyanın dört köşesinde deniz aşırı menfaatlerimiz, nüfuz bölgelerimiz yoktur. Yani Amerika kısacası emperyalist bir memleket­ tir, biz ise emperyalist bir memleket almadığımız gibi bi­ ltikis emperyalizmin baskısından kurtulmak çabası, mü­ cadelesi içinde olan bir ülkeyiz. Bunun için bizim ordu­ muz anca.k yurt .müdafaası görecek pir ordu olabilir ve he­ defleri bu kadar birbirinden ayrı olan Silahlı Kuvvetlerin de elbette ki stratejisi ve bünyesi ve donatımı birbirinden tamamiyle ayrı olmak gerekir. Şimdi, Türkiye NATO'nun içinde kaldıkça acaba Milli Savunma Bakanının ileri sürdüğü gibi, kısa zamanda bü­ yük ölçüde kendine yeter bir hale gelebilir mi? Gelemez. Çünkü Türkiye'nin kaynaklan hem Silahlı Kuvvetlerin NATO'nun stratejisine ve isteklerine göre ayarlıyabilecek, o seviyeye getirebilecek, hem de kendi milli ihtiyaçları ba­ kımından ayrıca bir strateji ve ordu meydana getirebile­ cek güçte değildir. Mesela somut bir örnek alalım. NATO teşkilatlanması bize yani Deniz Kuvvetierimize Karadeniz bölgesini, Yunanistan'a ise Ege bölgesini ver­ miş. Oysa, Türkiye kendi savunması bakımından Karade­ niz kadar Ege ile de ilgilidir, hattti Akdeniz'e bakan Güney kıyılanmızın bölgesiyle de ilgilidir. Şimdi, NATO teşkilatı kendi planlan bakımından el­ bette ister ki, Türkiye, Deniz Kuvvetlerini geliştirmeye ayı­ racağı bütün kaynaklarını, hiç değilse büyük kısmını Ka­ radeniz bölgesine hasretsin. Yunanistan da Ege bölgesine hasretsin. Çünkü bir iş bölümü koymuşlar. Oysa Türkiye kendi savunması bakımından bu kaynakları bütün kıyı­ larını koruyacak şekilde kullanmayı tercih eder, tercih et­ melidir. Türkiye'nin kaynakları, imkanlan hudutsuz de­ {Jildir ki her iki gereği de yerine getirebilsin. 273


Bu durum bütün Silahlı Kuvvetlerimiz için varittir. Türkiye, sınırları, kaynaklan ve imkanlarıyla hem NATO stratejistne uygun bir Silahlı Kuvvetler topluluğu. hem de kendi savunması bakımından milli stratejiye uygun, ken­ dine yeter bir kuvvetler topluluğu meydana getiremez. Dış yardımıara bel bağlanamayacağını ise tecrübeler göstermiştir. Türkiye, bir tercih yapma durumundadır ve tercihi elbette ki kendi milli savunma siyasetinin, milli stratejisinin gereklerini yerine getirmek olmalıdır. NATO'dan çıkmamız ge rektiği görüşümüzün ikinci gerekçesi, NATO'nun, bizi, iddia edildiği gibi Kuzeyden gelecek muhtemel bir saldırıya karşı korumadığı. aksine tehlikeli bir duruma soktuğudur. Bu konuya girmeden önce kısaca NATO ittifakı ve NATO ittifakı içinde NATO ile ilgili olarak da Amerika' nın rolü üzerinde durmak isterim. Bir kere üç şeyi birbirinden ayırmak lazım; hukuki bir belge olarak NATO ne getiriyor, ne gibi teminat veri­ yor? Fiili bir askeri teşkilat olarak NATO nedir ve sonra NATO'dan ayrı, bağımsız, egemen pir devlet olarak Ame­ rika kendi milli savunmasını nasıl pldnlıyor, hangi strate­ iiye dayandırıyor? Bir kere açıkça bellidir ki, NATO Andtaşması hukuki bir belge olarak, hiçbir zaruri, otomatik yardım ve koru­ ma sağlamamaktadır. Maddeyi, yanımda getirmemişim, ta­ mamen okuyamayacağım, fakat çok tekrarladığım için he­ men hemen kelime kelime aklımdadır, şöyledir: ııOyeler­ den birine bir taarruz vaki olduğu takdirde, diğer üyeler bunu kendisine yapılmış bir taarruz teldkki edecek ve si­ lahlı müdahale de dahil olmak üzere gerekli tedbirleri münferiden veya müştereken alacaktır." Görülüyor ki, burada, bir saldırı vukuunda zaruri ve otomatik olarak askeri yardım öngörülmüş değildir. Bu va­ ziyette bir saldırıya uğradığımız zaman diğer üyelerin ge­ rekli gördükleri yardım, ilaç ve seyyar hastane gönder­ mek de olur, ekonomik abluka koymak da olur veya nük­ leer mukabele de olabilir. Askeri yardım, amir bir hüküm 274


değUdir NATO Andlaşmasında. Kaldı ki hiçbir yardım da gelmeyepilir. Çünkü saldınnın tarifi verilmemiştir. Bunun bir tecrübesini biz 1964'te geçirdik. Hatırlanacağı üzere, o zaman Johnson gönderdiği mektupta, bize karşı muhte­ mel bir Sovyet taarruzu karşısında nasıl davranacaklan hususunda mealen şöyle diyordu: «Bütün banşçı yollar de­ nenmiş ve tükenmiş değildir. Siz Kıbrıs'a askeri müdaha­ lede bulunur, Sovyetler' de size askeri mukabelede bulu­ nursa NATO üyeleri size yardım edip etmemeyi düşünür.» Yani bütün banşçı yoLlar tüketilmiş olmadığı için ve Sovyetler bize Kıbrıs'a askeri çıkartma yaptığımız için as­ keri müdahalede bulunacağı için, bu Sovyet askeri hareke­ ti Amerika ve NATO'ca bir saldırı telakki edilmeyebilecek­ ti. Son zamanlarda Amerika'nın bu saldırı terimini gittik­ çe daha kaypak hale getirme · eğiliminde olduğuna da işa­ ret etmek isteriz. Şimdi, NATO ile ilgili askeri literatürde saldırıdan ay­ rı olarak, «Mahalli düşmanca faaliyetler», «Local hostile activity»den söz edilmektedir. Böylece ne zaman meydana gelen bir hareket saldın telakki edilecektir, ne zaman ma­ halli düşmanca bir hareket telakki edilecektir, pu Ameri­ ka'nın tefsirine kalmış bir iş olmaktadır. Bununla beraber NATO daha önceki askeri ittifaklardan apayrı bir nitelik göstererek, sadece hukuki bir belge olarcik kalmamış, fiili askeri teşkilat ve tesisler kurma yoluna gitmiş ve kurmuş­ tur. Bir saldırı vukuunda NATO'nun, yani aslında Ameri­ ka'nın, üye devletleri bu arat:la, Türkiye'yi koroyacağı inan­ cı, NATO Andlaşmasının il?-tiva ettiği bağlayıcı hükümler­ den ziyade, NATO'nun bu fiili teşkilat ve tesislerine da­ yanmıştır. Kısacası hukuki belge olarak NATO ile fiili NATO Teşkilatı adeta apayrı şeyler olmuştur. Bir mübayenet hatta çelişki daha var; o da şu: NAT.O ne kadar kollektif bir güvenlik ve savunma sistemi olarak gösterilmek istenirse istensin, NATO'ya böyle bir nitelik kazandırmak için Amerika, diğer üyeZere entegre komu­ tanlık sisteminde, nükleer ve sair planlamalarda yer ver­ meye teşebbüs ederse etsin, NATO son tahlilde Amerika 275


demektir. Çünkü nükleer güce yalnız o sahiptir. En zen­ gin ekonomik ve askeri kaynaklar onun elindedir. NATO' :va en büyük katkıda o bulunmaktadır. NATO'daki kuman­ danlık mevkilerinin dağılımında da Amerika üstün mevkii işgal etmektedir. Amerika ise, bağımsız, egemen bir süper devlet olarak, NATO dışında kendi çıkarları açısından, Amerikan milli savunma siyasetinin gereği olarak strate­ jik kararlar alıyor, değişen şartlara göre stratejisini değiş­ tiriyoı-du ve değiştirmektedir. Amerika'nın kendi milli savunma siyaseti gerekleri açısından aldığı kararlar ve uyguladığı stratejisi ise, Ame­ rika aynı zamanda NATO'nun en güçlü ve tek nükleer üyesi olması dolayısıyla, ister istemez NATO'nun karar ve stratejisini etkiliyor, hatta bir zaman sonra, NATO'nun ka­ rar ve stratejisi haline geliyordu. Hülasa NATO'nun üyelerini bu arada bizi Sovyetlerelen gelecek bir taarruza karşı koruyacağı inancı, NATO And­ laşmasının hükümlerinden çok, NATO'nun fiili teşkilat ve tesislerine ve bunların kullanılması konusunda kabul edi­ len stratejiye dayanıyordu. Bu NATO stratejisi ise, Ameri­ ka'nın tek başına aldığı strateji kararlarına dayanıyordu. Çünkü, NATO'nun hükmi bir şahsiyet olarak, kendi nük­ leer gücü yoktu. Bunu, NATO'nun üyesi olarak Amerika sağlayacaktı. Nükleer silahlar dışında da, en büyük askeri teknik ikmal kaynağı yine Amerika idi. Şimdi, 1950'den bu yana, Amerika'nın ve ardından da NATO'nun değişen stratejisine kısaca bir göz atalım. Bu konuyu da oldukça ayrıntılı olarak notlanmda işlemiştim. Ama, Sayın Başkanın koyduğu 30 dakika sınınnın içinde kalmaya gayret ettiğimden, burada özetliyeceğim. Konuşma süresine ilişkin tartışmalardan sonra Boran, konuşmasını şöyle sürdürmüştür:

TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO (BORANJ (De­ vamla) - Maksadını, yani 30 dakika içinde kalmaya gay­ ret ettiğimi belirtmek idi. Şimdi, daima denilir ki, «1949'da NATO kurulurken Amerika buna -aslında- katılmak istememişti. Avrupa

276


devletleri, Amerika'nın katılmasını istedi ve onu adeta zorladı.» Bu kısmen doğr!!-dur. Ama hatırlamak lazım hi, 1949'a kadar Amerika tek nükleer devlet idi. Binaenaleyh, Sovyetler ile kendisi arasındahi denge, % ıoo kendisi lehine idi. 1949'dan itibarendir hi, Sovyetler de atom ve daha sonra termo-nükleer silahları geliştirmeye başladılar, O zaman Amerika için ve dolayısıyla NATO için, :Amerir ha'nın dışındaki ülkelerde, özellikle Rusya'nın sınırındahi ülkelerde havalanları, üsler, depolar ve bilhassa ileri hat­ larda radar istihbarat tesisleri meydana getirmek önpla­ na çıktı. Binaenaleyh, Amerika'nın bu strateji değişikliği, Sovyetlerin de atom ve nükleer silahları geliştirmesiyle ay­ nı zamanda paralel olarak gelişmiştir. 1957'ye kadar durum bu şekilde devam etti. Amerika, Rusya'yı mevcut sınırları içinde tutmak, yani containement politikasını güdüyor ve «Rusya bu sınırların dışına çıkar­ sa, kütle halinde muhabelede bulunurum . .. diyordu. Stra­ teji bu idi ve NATO'nun bizi horoyacağı inancı -demin de anlattığım gibir- hukuki bir garantiye, bir müeyyide­ ye, bir amir hükme bağlanmıyordu. Amerika'nın bu hara­ rına bağlanılıyordu. Ama, Amerika bU hararını gerçekten tatbik eder mi, etmez mi? bu Amerika'ya kalmış bir hu­ sustu. Tatbik etmeme yoluna gittiği taktirde, NATO'nun -tabii bu arada Türhiye'nin- Amerika'yı böyle kütle ha­ linde mukabeleye zorlayacak elinde ne hukuki bir müey­ yide, ne de fiili bir imkanı vardı. .l957'de, Rusların Sputnihleri atmaları ve sonradan ay'a isabetli bir atış yapmalarıyla be"ıli oldu hi, kıtalararası fü­ zeler geliştirilmiştir ve bu füzeler hedefine isabet etmek­ tedir. Amerika 1955'te, bu kıtalararası füzeleri geliştirme me­ selesini ele almış, fakat buna iltifat etmemiş, .bir tarafa bırahmıştı. 1957'den sonra Amerika da bu yola gitti ve l960'larda Amerika' da kıtalararası ve hedefine isabet et­ tirebilen füzeleri geliştirdi. Amerika bu hususta başka bir şey daha yaptı: Bu füzeler için yeraltı siloları meydana ge­ tirdi. Bu suretle bu nükleer silahla, taarruz neticesi imha 277


edilmek tehlikesinden kurtuldular. Aynı zamanda Ameri­ ka, füze atar ve nükleer enerji ile işler denizaltılan mey­ dana getirdi. Derhal karşı taraf harekete geçerek, o da kendisinin kıtalararası füzelerini yeraltı silolanna yerleş­ tirdi. O da, füze atar denizaltılannı meydana getirdi. Bu suretle, stratejide bir değişiklik meydana geldi. BAŞKAN - Bir dakikanız var Sayın Boran. TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO (BORANJ (De­ va�laJ - 30 dakikadan mı bir dakikarn kaldı efendim? BAŞKAN - Evet efendim. TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO CBORANJ (De­ vamla) - Efendim, ben de bu konuda biraz daha konuş­ mamın terndidini rica edeceğim. BAŞKAN - Bir dakikanızı ikmal buyurunuz, onu ta­ kiben Yüce Heyetin oyuna sunarım. TİP GRUBU ADINA · BEHİCE HATKO CBORANJ (De­ vamla) - Bu durumda, artık termo - nükleer bombalar taşıyan uçak fiZoları ve bu uçaklann üsleneceği yerler, hava alanları eski önemini kaybetmişti. Çünkü füzeler, ha­ va stratejisini arka plana itmişti. Zaten, daha hava filolan önplanda iken dahi, her iki taraf da termo - nükleer silah­ lan geliştirdikçe, bir nükleer harbin her iki taraf için de, yenilen taraf için de, zafere ulaşan taraf için de ne kadar büyük bir felaket olacağını anlamışlar ve yavaş yavaş, ilk hamlede nükleer bir savaşa gitmemek, daha eldstiki bir strateji kabul etmek eğiliminde bulunmuşlardı. BAŞKAN - Sayın Boran bir dakika. Sayın Boran konuşmanızın ne 1ıadar müddet uzama­ sını istiyorsunuz? Önünüzde yazılı bir metin de yok, ya­ zılı okumuyorsunuz ki onu değerlendirebileyim. TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO CBORANJ (De­ vamla) - Okuduklarımı anıatıyorum ve sözlerle kısaltıyo­ rum efendim. BAŞKAN - Anladım efendim, yani konuşmanızın ben ne kadar müddetle uzatılması hususunda oya koyayım? TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO CBORANJ (De­ vamla) - Efendim, bir 15 dakika rica edeceğim. Ama, da278


ha önce bitireceğimi de zannediyorum. lAP sıralarından, «15 dakika fazla,. sesleri) BAŞKAN - Sayın Boran, konuşmasının 15 dakika da­ ha uzatılmasını talebetmektedir. Bu hususu Yüce Meclisin oyuna sunu;yorum. Kabul edenler... Kabul etmeyenler ... Ka­ bul edilmemiştir Sayın Boran. TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO (BORANJ We­ vamlaJ - Yani burada konuşmamı kesiyor muyum efen­ dim? BAŞKAN - Meclisin kararına gerek siz, gerek bende­ niz riayetkar olacağız. TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO CBORANJ (De­ vamla) - Efendim, lutfen 15 dakika ;yerine 10 dakika veya 5 dakika ile o;ylar mısınız? Hiç değilse sözlerimi bağla;ya­ ;yım, ;yani son sözümü, çünkü cümle orada kaldı.

BAŞKAN - Efendim hangisini teklif edersiniz onu oya koyayım. Sahın Behice Boran, konuşmasının 5 dakika da­ ha ıızanuısını talebetmektedir. (AP sıralarından, « Usule aykırı oluyor» sesleri) Bunlar hep usule aykırı oya ko;y­ malar, hep aykırı teklifler haddizatında. 5 dakikal ��- müd­ det temdidi hususunu o;yunuza sunu;yorum. Kabul eden­ ler... Kabul etmeyenler. .. Kabul edilmiştir. Bu;yurunuz efendim, hep ga;yriusuli hadiseler bunlar efendim. ' TİP GRUBU ADINA BEHİCE HATKO (BORANJ (De­ vamla - Amerika bunun üzerine 1962'de daha Kennedy za­ manında, .. Elastiki mukabele» stratejisini kabul etti, Mc Namara bu teklifi NATO'ya getirdi, fakat kabul ettireme­ di. Fransa buna direni;yordu ve Fransa'nın NATO'dan çı­ kışının bir sebebi, Entegre Komutanlığın gerçekten enteg­ re olmayışı, Amerika'nın hakimiyetinde bulunuşu idi. İkin­ ci sebebi de, bu fleksibl, eldstiki mukabele stratejisi uygu­ landığı takdirde, Avrupa'nın konvansiyonel bir harble, nük­ leer silahlar tam kullanılmadan önce tamamen harabala­ cağı kanaatinde bulunması;ydı. Bu durumda, Amerika için, kendi sınırlan dışında olan

279


müttefik ülkeler, iki şey için gerekli veya faydalı hale gel­ mişti: ı.

Radar irtibatı tesisleri için;

2. Kademeli savaş stratejisinde, ilk kademe savaşların,

konvansiyonel savaşların yer alacağı bölgeler olarak.

Bu stratejinin ilk kademesinin deneneceği ülkeler ara­ sında Türkiye başta gelmektedir. Çünkü sımrda bir ülke­ dir. Bu durumda, Türkiye hem bir deneme tahtası olacak, hem de politik temaslar ve müzakereler de yapılacağından, bir pazarlık konusu olacaktı. Türkiye, şüphesiz ne deneme tahtası gibi kullanılma­ yı, ne de pazarlık konusu yapılmayı kabul etmemelidir. Çünkü, pu elastiki mukabalenin bir tarafı da, dengeli ola­ cağıdır. Yani, bir safha askeri savaş yapılacak, ondan son­ ra diplomatik müzakereler, pazarlıklar yapılacak; uzlaşıla­ mazsa ikinci kademeye, yine müzakerede uzlaşılamazsa üçüncü kaderneye geçecektir. İşte, bu durum da gösteriyor ki, NATO stratejisi, hele bugünkü haliyle, Türkiye'yi ne hukuken, ne de fiilen Ku­ zeyden gelecek muhtemel bir saldırıya karşı koruyamamak­ tadır. Türkiye ---daha önce de belirttiğim gibi- denizaşırı he­ defleri, çıkarları olmayan bir ülke olduğu için, az geliş­ miş veya gelişmekte olan bir ülke olduğu için, ancak milli kurtuluş savaşlarını, nereden gelirse gelsin verecektir. Milli kurtuluş savaşlarının ise, yenilmez olduğunu son Vietnam olayları bir kere daha isbatlamıştır. Tarihte Birinci Kurtuluş Savaşını vermiş olan Türki­ ye'nin, aynı durumda kalırsa, ikinci pir savaş vereceği ve mutlaka zafere ulaşacağı, elbette ki, şüphe götürmez bir gerçektir. Binaenaleyh, tekrar edeyim, NATO stratejisi, Amerika' nın bir 3. dünya savaşını gözönünde tutarak, dünya ça­ pında meydana getirdiği bir stratejinin parçasıdır. Bizim böyle bir stratejide yerimiz yoktur. Türkiye'nin çıkarı, üçün­ cü dünya savaşının dışında kaımaktır. 280


•Jeopolitik durumumuz,. deniyor. ikinci Dünya Sava­ şında jeopolitik durumumuz aynı değil miydi? Hatta, ikin­ ci Dünya Savaşında kıtalararası füzeler bulunmadığı için,. bu jeopolitik durum daha da önemli idi. Öyle iken, biz ikin­ ci Dünya Savaşı'nın dışında kaldık. Ama, NATO Blokuna bağlı kalırsak, dünyanın neresinde ihtilaf çıkarsa çıksın, o ihtilaf bir üçüncü dünya savaşına yol açarsa, biz NATO· içinde olduğumuz için, mutlaka o savaşa bulaşacağız. ·NATO ittifakı bölgeseldir. Ancak, bu bölgede bir ih­ tilcif çıkarsa ve pölgesel menfaatler gerektirirse üçüncü dünya savaşına gireriz., iddiası tamamen isabetsizdir. Çün­ kü, bir üçüncü dünya savaşı -mazallah yer alırsa- blok­ lar arasında topyekün bir savaş olacaktır ve herhalde kar­ şı taraf Amerika ile nükleer harbe girdikten sonra ve Ame­ rika'nın da bizde tesisleri, üsleri, nükleer başlıkları, silah­ ları bulunurken, ·efendim Türkiye, NATO ittifakı içindedir� o da bölgesel bir antlaşmadır, bu ihtildf ise faraza Viet­ nam'da çıkmıştır, ben Amerika'nın Türkiye'deki üslerini, silahlarını, havaalanlarını tahribetmem,. demeyecektir. BA.I}KAN - Bağlayınız liıtfen. TİP GRUBU ADlNA BEHİCE HATKO (BORANJ (De­ vamla) - Binaenaleyh bütün bu jeopolitik argümanlar, di­ ğer argümanlar yersizdir, bunların üzerinde durmak ister­ dim ve bunları uzun uzun tetkik etmiştim hazırlıklanmda, ama maalesef yer kalmadı. Aynı zamanda bazı kanun tek­ lifleri ve tasarıları üzerinde de durmak istiyordum. Bunun üzerinde de duramayacağım maalesef zaman kıtlığından dolayı. Çok teşekkür ederim. tTİP sıralarında-,, alkışlarJ ..,.

Türkiye'de İşçi Partisi ABD ve SSCB'den aynı uzaklık­ ta bir politika izlenınesini istiyordu. Bunu Meclise ilk gir­ diği gün

bir kez daha Meclis kürsüsünden açıklamıştı. Tür­

kiye'nin savaş dışmda kalmasını istiyorduk. Bunun olanak­ sız olmadığına inanıyorduk. Nitekim II. Dünya Savaşma

*

TBMM Tutanak Dergisi Dev. 2, Top. 3, C. 25, s. 466-473. 281


girrnemiştik. Ama ülkesinde Amerika'nın askeri üsleri bu­ lunan bir ülkenin savaş dışı kalması olanaksızdı. Bunun için İkili antlaşrnalann feshedilmesi ve üslerin sökülme­ sini israrla istiyorduk. Atatürk'ün TAM BAGIMSIZLIK po­ litikasını s,avunuyorduk. Bir de DEMOKRASi'nin gerçekten uygulanmasında ka­ rarlıydık. Oysa çok partili rejime zoraki geçildiğinden be­ ri, hep demokrasinin sözü edilmiş, ama kendisi yaşanma­ rnıştı. Tek parti rejiminden kalma faşist yasalar hala yü­ rürlükteydi: 141, 142, 163 başta olmak üzere, düşün ve inanç -özgürlüklerini, özünde yok eden Ceza yasası maddeleri ol­ duğu gibi duruyordu. Ve Tek Parti rejimini yürüten aynı Bey ve Paşalar takımı iktidar koltuğuna şimdi sırayla otur­ maya, bu oyunu halkın oylan ile yapmaya ;ırarar vermiş­ lerdi. Demokrasi dedikleri işte bu idi. Biz ise Demokrasinin Bey ve Paşalar takımı ile İşçi sınıfı ve tüm emekçi halk yığınlan arasında, yani Sağ partilerle Sol partiler arasın­ da, bir denge rejimi olduğunu ileri sürüyorduk. Bu tahta­ revaili'nin dürüst, narnuslu olarak oynanrnasını savunuyor­ duk. Örneğin tüm sol partilerin, serbestçe örgütlenmesi en­ gellendikçe, demokrasiden söz edilerneyeceğini söylüyor ve bunu yasaklayan uygularnalara son verilmesini istiyorduk. Başta 141 ve 142 olmak üzere demokrasiye ve Anayasaya aykın birçok yasanın iptali için Anayasa mahkemesinde davalar açmıştık Kaldı ki Demokrasi sadece bir yasa sorunu da değil­ dir. Demokrasi bir felsefe, bir ahlak sorunudur öncelikle. Bir İNSAN anlayışı, bir TOPLUM anlayışı, bir YAŞAM an­ layışı sorunudur. Oysa Amerika'nın gölgesinde sınır bek­ çiliği yapan Adalet Partisi iktidan, Zengini daha Zengin, Fakiri daha Fakir etme yolunda ilerlerken, bununla da ye­ tinmeyip uyanmaya başlayan emekçileri sindirrnek için TİP'e taşlı sopalı saldınlar düzenlerneye devam ediyordu. TİP'in Karadeniz gezisi her ilde zor kullanılarak engellen­ rnek istenmişti. Bir avuç TİP'li milletvekiline Mecliste sal­ dıran, bir arkadaşırnızı hastanelik eden bu pervasız iktidar­ dan demokrasi elbet beklenemezdi. Bunu elbet biz de bili282


yorduk. Ama yüzlerindeki maske indirilebilirdi; indirilme­ liydi. Biz de her vesileyle işte bunu yapmaya çalışıyorduk. (0 günlerin üzerinden tam yirmi yıl geçti: 141, 142, 163 ve tüm anti-demokratik yasalar yine yürürlükte. Sosyalist Par­ tiye ve yöneticilerine dava açıldı. Ve Türkiye ha.la Ame­ rika'nın ileri karakolu.> Her işin başı Demokrasi. Demokrasi insaniann eşitli­ ği ve özgürlüğü demektir. Eşitlik ve özgürlük ise, sömürü ile bağdaşmaz. İnsanlar, üretim aracı sahibi bir avuç in­ san tarafından sömürülüyorsa, yani yarattııdan artı-değe­ re o bir avuç insan elkoyuyorsa, insanlar eşit değildir, öz­ gür değildir. Demokrasi sosyalizmle gerçekleşir. Demokra­ si ile Sosyalizm birbirine sımsıkı bağlıdır. Biri" olmazsa, öbürü de olmaz. Her ikisini de halk kurar, emekçiler ku­ rar. Her ikisi de tabandan kurulur; aşağıdan yukan yani. Bey ve Paşalann buyruğu ile ne demokrasi, ne sosyalizm olur. Bizde Paşalann buyruğu ile kurulan demokrasi eti­ ketli rejimlerin, örtülü dikta rejimi olduğu, faşist yasala­ rın yürürlükte olmasından da bellidir. 1960'da genç subay­ ların darbesi, kimi raslantılann da araya girmesiyle, halka dönük hükümler de içeren 1961 Anayasasını getirmişti. Bey ve Paşalar takımı buna hiç sevinmediler. İnönü ve Demirel hükümetleri, Anayasayı görmezlikten geliyorlardı. Ve TİP ilk günden beri üzerlerine gidiyor, Anayasa'nın uygulan­ masım istiyordu. 1968 Bütçesi üzerinde demokrasi ve sosyalizm ağırlık­ lı bir konuşma yaptım. Konuşma şöyle idi: BAŞKAN - Millet Meclisinin 54. Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. MüzakereZere devam ediyoruz. Söz sırası, TİP Grubu adına Sayın Mehmet Ali Aybar' ındır. Buyurunuz Sayın Aybar; saat: 14,32. TİP GRUBU ADlNA MEHMET ALİ AYBAR {İstan­ bul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri: Demirel Hükümetinin üçüncü bütçe müzakereleri, Tür­ kiye'de demokratik düzenin dar boğazlara sürüklendiği bir döneme rastlıyor. Demokratik düzenin memleketimizde teh283


likelere maruz .bulunmasını tesadüfZere atfetmek mümkün değildir. Bir kere bunun objektif, nesnel nedenleri var. Ge­ ri kalmış ülkelerde, yani ekonomisi, politikası dışarıya bağ­ lı olan ülkelerde, demokratik düzen çoğu kez, bir avuç ser­ maye sahibinin, dışarıyla ilişkileri bulunan sınıfların, gi­ derek diktasına dönüşüyor ve demokrasi aslında, bir «de­ mokrasi karikatürü» haline geliyor. Demek ki bu, geri kal­ mış toplumlarda görülen bir hastalık. Çünkü, demokrasi­ nin temel şartı olan sınıflar arasındaki denge, geri kalmış toplumlarda kurulamıyor. Emekçi sınıflar henüz politik bir güc olarak teşkilatlanmadıklarından dolayı, kurulan de­ mokrasiler şekli ve karikatüral demokrasi niteliğinden öte­ ye geçemiyor. Bundan dolayı, geri kalmış memleketlerde demokrasinin kurulmasında emekçi halkın uyanması ve politik bir güç haline gelmesi, birinci şart olarak görünü­ yor. Fakat Türkiye'mizde demokrasinin kurulması ve tutun­ masını yalnız bu nesnel şart, objektif şart içinde mütalaa etmek doğru değildir. Çünkü Türkiye geri kalmış bir top­ lum olmakla beraber, özellikleri olan, başka geri kalmış toplumZara benzemeyen bir toplumdur, Ve unutmamak la­ zımdır ki, Türkiye'de halkın ·siyasi hayata, politik hayata çıkışı oldukça eski bir tarihe sahiptir. Bilhassa 1946'dan bu yana geçen süre zarfında halkımız, demokratik hakla­ ra sahip çıkmasını bilmiş ve her gün daha güçlenerek, da­ ha bilinçlenerek politika hayatına ağırlığını koyma yönü­ ne doğru hızlı adımlarla ilerlemiştir. Binaenaleyh, geri kal­ mış toplumların örneği, Türkiye için tek başına geçerli bir örnek sayılamaz. Demokrasinin çıkmaza doğru sürüklenmesinde, Ada­ let Partisinin doğuşu itibariyle yapısal varlığı bakımından sorumluluk taşıdığı neticesine varmak zarureti vardır. Ger­ çekten Adalet Partisi, kuruluşu anından itibaren Anaya­ samıza ters düşmüş bir partidir. (AP sıralarından gülüş­ me ler.) Hiç kimse, inkar edemez ki, Adalet Partisi, Demok­ rat Parti'den boşalan yeri doldurmak amactyle kurulmuş bir siyasi teşekküldür. Oysa, Anayasamızın başlangıç kıs284


mında, Demokrat Parti iktidarının hukuk dışı ve Anayasa dışı tutum ve davranışıyla meşruluğunu kaybettiği ifade edilmiş ve Demokrat Parti'yi başka adlar altında da olsa yaşatmanın Anayasa düzeni ile bağdaşmayacağı ifade edil­ miştir. Binenaleyh, Adalet Partisi kurulurhen daha, A na­ yasaya ters düşmüş bir partidir. Nitekim, kurulduktan he­ men sonra, Adalet Partisi Anayasaya karşı cephe almış; Anayasanın halkoyuna sunulduğu sırada, «Anayasaya ha­ yır demekte, hayır vardır» propagandasını yapmıştır. (AP sıralarından «doğru» sesleri) Bu bilinen gerçehlerdir. Bun­ dan sonra bütün 1961 seçim hampanyası sırasında, Adalet Partisi'nin, meşruluğunu kaybetmiş iktidarla mensubiyeti­ ni ortaya koyacak şekilde propaganda yaptığı da bir vahıa­ dır. Nitekim, hep hatırlanZ; «Fazla söyleyemeyeceğim, göz­ lerime bakın. ne demek istediğimi anlarsınız,. propaganr dası, Adalet Partililerin yürüttükleri propagandanın mih­ verini teşkil etmiştir. Demek oluyor hi, bizim için demoh­ rasinin kuruluşundahi talihsizliklerden bir tanesi Ada­ let Partisi'nin böyle olduğundan başka türlü görünmek ve göründüğünden başka türlü olma durumunda bir kuruluş şeklinde ortaya çıkmış olmasıdır, Bundan başka, Adalet Partisi iktisadi felsefesi itibariy­ le, Türkiye'nin halkınmasını sağlayamayacak bir dohtrirıe sahip bulunarak ortaya çıkmıştır. Fakat buna mukabil Ada­ let Partisi büyük kütlelerden oy almaya yönelmiş bir par­ tidir. Yani, yapısında bir çelişi var; bir taraftan halkın oyunu almak zorundadır, yani halka hizmet edecektir, bir yanı ile halka hizmet etmeyen bir ekonomi dohtrinirıe sa­ rılmış bulunmaktadır. Nitekim bugün, Adalet Partisi Hükümetinin Programı ile icraatı arası'fl4ahi çelişimin nedeni ortaya çıkmaktadır. Adalet Partisi programında şu vaitlere rastlıyoruz. «Anayasamızın, Türk Milletinin tümü için öngördüğü sosyal adalet ve sosyal güvenlik tedbirlerinin gerçekleşti­ rilmesi. Artan milli gelirin vatandaşlar arasında sosyal adalet 285


prensiplerine uygun olarak dağttılmasına yarc:J,ımcı olacak maliye politikasının izlenmesi. Kamu masraflarının, gelir seviyesi düşük vatandaşla­ rın ihtiyaçlarını daha geniş ölçüde karşılaması. Gelir bakımından, zümreler ve bölgeler arasındaki dengenin gerçekleştirilmesi. İşçilerin, artan milli gelirden hisselerini alabilmeleri. Her şoförün kendi vasıtasına sahibolabilmesi. Sağlık hizmetlerinin vatandaşın ayağına götürülrnesi. Kabiliyetıi köy çocuklarının öğretime devam ede.bilmesi. Muhtaç durumda olan çocuklara, parasız yatılı öğre­ tim sağlanması. Yoksul ve dar gelirli vatandaştan başlayarak her va­ tandaşın konut sahibi yapılması. Köylümüzün toprağa kavuşturulması... İşte bu vaitlerle iktidara gelen Adalet Partisi, bu. doğ­ rultuda 2,5 yıldan beri ciddiye alınabilecek her hangi bir adım atmamıştır, atması da beklenemezdi. Çünkü bir ta­ raftan kalkınmayı, milli gelir artışını özel sektör eliyle sağ­ layacağını söyleyen bir partinin, aynı zamanda halka hiz­ met vadetmesi, sosyal, adaleti, sosyal güvenliği sağlayaca­ ğını ifade etmesi birbiriyle çelişen bir durumdur. Herkesin bildiği bir gerçektir ki, geri kalmış toplumlarda özel sektör eliyle yapılmak istenen bir kalkınma, bazı ekonomi dalla­ rında nispi bir· büyümeye yol açsa bile, ekonomiyi denge-· siz bir hale soktuğu için, dışarıya bağlı olmaktan kurtar­ maz. Vstelik, böyle bir kalkınmanın birikimi de, ister iste­ mez fukara, emekçi halkın sırtına yüklenir. Binaenaleyh, Adalet Partisi'nin programında, Hükümet programında ifade edilen, şu yukarda okuduğum husu.slar, nasıl olsa tutulmayacak vaitlerdir ve nitekim de bugüne kadar tu­ tulmamıştır. Bu vaitlerin gelir dağıtımındaki adaleti sağlamak ba­ kımından olanları, bugüne kadar Türkiye'de gerçekleşmiş değildir, hatta gerçekleşme yoluna girmiş değildir. Gelir dağılımı yanında, kamu harcamalarının halk ya»

286


ranna kullanılmış olması, va'di de tutulmamıştır. Filha­ kika, incelediğimiz bütçe 1968 Bütçe kanun tasarısı, bu açıdan yani kamu harcamaları açısından kuçük bir büt­ çedir. Bunun yanında, bu küçük bütçe niteliği yanında, har­ camaların vadedildiği gibi, yoksul halka yöneldiği de iddia edilemez. Filhakika, kamu hizmetlerinden halkın yararlan­ ması keyfiyeti geçmiş yıllara nazaran çoğalmış değil, azal­ mıştır. Türkiye'de sağlık hizmetleri ele alınırsa, Türkiye'de· doktor sayısının azaldığı ve hastanelerdeki yatak sayısının ancak % 3 oranında çoğaldığı görülmektedir. Eğitim konusunda da durum aynıdır. Eğitimde eşitliği sağlayabilmenin tek yolu, ortaöğrenimi parasız ve yatılı yapmaktır. Oysa, 1928, 1929 döneminde ı .ooo çocuktan 65'i bu imkdna sahiphen 1964, 1965 döneminde 1 ,000 çocuktan 13'ü ancak bu imkandan yararlanır durumda idi ve bugün halen 3.000 civarında olan parasız yatılı imkanının 1o.ooo'e çıkanlacağı ifade edilmekte, fakat bu hususu karşılayacak ödenek bütçeye konmamış bulunmaktadır. Türkiye'de ha­ la nüfusun % 50'si okur - yazar değildir. Fukara halk ço­ cukları için okuma - yazma imkanı sadece imam - hatip okul­ larıyla, ebe okullan şeklinde tecelli etmektedir. İmam - ha­ tip okullannın artışı ise, özel maksatZara dayandığı şüp­ heden varestedir. Keza, AP Hükümeti Programında vadedilen hususlar­ dan biri de, yoksul vatandaşların konuta kavuşturulmasıy­ dı. Gecekondu miktarı 1960'da 240.000 civarında iken bu­ gün yarım milyona yükselmiş bulunmaktadır. Ankara nü­ fusunun % 60'ı gecekonduda oturmaktadır. Adana'nın, İs­ tanbul nüfusunun % 45'i hala gecekondularda yaşamak­ tadır. Gecekondulara �enüz su, elektrik gibi zaruri ihtiyaç· nesnelerinin götürülmediği de bir vakıadır. Meseld, yalnız bir gecekondu meselesi de değildir. Bu­ nu çok daha geniş planda ele almak zarureti vardır. Ama tekrar edelim; AP iktidan gibi, özel sektöre öncelik veren bir iktidarın bütün bu hizmetleri karşılaması muhaldir. Bugün, İkinci Beş Yıllık Piam hazırlayanlar dahil, söz ko­ nusu edilen tasarrufların sağlanamayacağı noktasında her287


kes hemfikirdir. Yani, özel sektör eliyle kalkınma yolunda gerekli yatırımların yapılamayacağı artık tahakkuk etmiş bulunmaktadır. AP'nin iktisadi felsefesi ile Türkiye'nin kalkınamaya­ cağı ve bağımlı bir ülke olarak kalacağı, bilhassa sanayi­ leşme yönünde kendini gösterir. Filhakika, son zamanlar­ da çok sözü edilen montaj sanayii, hakiki manada bir sa­ nayileşme hareketi olmadığından başka, bir nevi ithalcit sistemi demektir. Türkiye'de sanayi için gerekli ara. malı ithalatı, sanayi üretimine oranla 1958 - 1962 yılları ar'a.-; sında % 28 idi. Bu oran 1962 - 1966 döneminde % 33'e yük­ selmiştir. Yani, sanayileşme ile Türk ekbonomisini bağım­ sız hale getirmek şÖyle dursun, Türk ekonomisi daha ba­ ğımlı bir hale gelmiştir. Çünkü, aslında bu sanayileşme dı­ şarıya bağlı bir sanayileşmedir, a.ra malı dışandan ithal edilen bir sanayileşme türüdür. Genel ithalatımızda, sana­ yi hammalı ithalatı % 50 oranında bulunmaktadır. Bu da. gösteriyor ki, Türkiye'nin tutulan yoldan kalkınması, .bil­ hassa bağımsız bir ekonomiye kavuşturulması mümkün de­ ğildir. Türkiye'nin bugünkü düzeni temelden değiştirilmeden Türkiye' de kalkınma sağlanması mümkün olmayacaktır. Bunu d� ticaret konusu bir kez daha ortaya koyuyor. Dış borçların . faiz ve borç tak.sidiyle, kar transferi toplamı son üç yılda. şöyledir: 1965'te faiz 30.000.000 dolar, taksit 161.000.000 dolar, ·transfer 15.000.000 dolar, toplam 206.000.000 dolar. 1966'da, 164.000.000 dolar, 1967'de 170.000.000 dolar. Üç yılın orta­ laması: 180.000.000 dolar. İhracat gelirimiz de şu: 1965'te 465..000.000 dolar, 1966'da 490.000.000 dolar, 1967' de 520.000.000 dolar. Oç yıllık ortalama; 490.000.000 dolar, 490'dan 180'i çıkanrsa.k geriye kalır 310.000.000 dolar. Ya­ ni ihracattan son on yılda biz,e kalan döviz; 310.000.000 do­ lardır ortalama olarak. Oysa, 1951'de pu miktar 314.000.000 dolardı, 1952'de 363.000.000 dolardı. Demek ki, 17 sene son"288


ra bu seviyenin altmda bulunuyor dış ticaretimizelen bize kalan döviz miktan. Şimdi efendim, demokrasi buhranı meselesini şu eko­ nomik gerçekler dışında mütalaa etmek mümkün değildir. Deminden beri arz ettiğim rakamlar bu neticeye ulaşmak içindi. Demokratik düzen, zorlamaya karşı olan bir düzen­ dir. Demokratik düzenin yürüyebilmesi için, memleketteki sınıflar arasında adaletıi bir dengenin kurulmuş olması şarttır. Bu dengenin kendiliğinden olabileceği düşünülemez. iktidarda olan sınıflar, ister istemez memleketin ekonomi­ sini kendi çıkarlarına doğru yöneltirler. Ve bunun netice­ sinde geniş halk kütlelerinin sömürülmesi ve gittikçe fa­ kirleşmesi dolayısiyle demokratik hak ve hürriyetlerden yoksun yaşaması olur. Hele geri kalmış toplumlarda hdkim sınıflar dışanya dönüş, dışariyle bağlı olduğu için., pu sö­ mürme katmerli olur. iktidarda bulunan sınıfların. emekçi halk sın.ıflanna söz hakkı, demokratik hürriyetterin tanın­ ması şeklinde tecelli edecek olan demokrasi, sömürünün artması yüzünden bir çıkmaza doğru sürüklenir, eğer emek­ çi sınıflar tarihin içinde şu veya bu şekilde tecelli eden bir gelişme sonucu teşkilatlanmak, politik bir güç olarak iktidardaki sınıfları frenlamek imkanından yoksun kalır­ larsa. Şimdi, Türkiye'de 194B'dan beri büyük halk kütleleri demokratik haklarına sahip çıkma yolundadır. 1961 Ana­ yasası ise getirdiği hükümlerle emekçi halk sınıflarını po­ litik bir güç olarak Devlete ağırlıklarını koymalan imkri­ nını. sağlamıştır. Şimdi, yukarda arz ettiğim ekonomik ne­ denler, AP Hükümetini, demokratik hürriyetleri kısmaya zorlamaktadır. Gerçekten, Türkiye'nin servetleri ve halkı dış ve iç sermaye çevrelerince sömürütürhen bunun karşı­ sına emekçi sınıfların uyanarak politik bir güç şeklinde dikilmeleri, bu sömürünün devamını imkansız hale kor. Bu nedenle de demokratik hakların kısıtması iktidar için ade­ ta bir zciruret halini alır. AP iktidara gelince, bir kere Devleti de diğer teşekkül­ leri de kendi doğrultusuna almak için anayasayı zorlama289


ya başladı. Genel müdürler olayı, memur nakilleri, savcı ve öğretmen kıyımı ve bu vesileyle Danıştay kararlannın uygulanmaması bu doğrultuda atılmış adımlardır ki, her­ kesin hatınndadır. Bir yandan, halka karşı bir ekonomi po­ litikası izlediği halde AP'nin halktan oy alma mecburiye­ nnde oluşu bu iktidarı halkın uyanmasını önleyecek ted­ birlere itelemiştir. Filhakika AP iktidara geldikten bu yana, i�·tica olaylannın yoğunlaşması ve sıklaşması bir tesadüf sayılamaz. Burada, TİP Grubu adına konuşan Kanbolat ar­ kadaşım irtica olaylannın, bir e nvanterini verdi. Görülü­ yor ki, irtica olaylan son 2,5 yıl zarfında artmıştır, yoğun­ laşmıştır ve bu hiç şüphesiz AP'nin müsamahası ve teşvi­ kiyle olmuştur. Çünkü bu artışı başka türlü izah etmek mümkün değildir, Kaldı ki, böyle bir artışta AP iktidan­ nın doğrudan doğruya da menfaati vardır, halkı uyand_ır­ mamak bakımından. Keza Adalet Partisi gene halkı uyutmak, .halkın dik­ katini başka tarafıara çekmek bakımından birtakım yan kuvvetlerin gelişmesini de teşvik etmiş, desteklemiştir. Dev­ let Hazinesinden, sözde milliyetçi olan derneklere yardım yapılmıştır. Bunlann saldırı hareketlerine girişmelerine göz yumulmuştur. Bu da Adalet Partisi'nin seçim endişe­ siyle halkın uyanmasını kösteklemek amacıyla giriştiği de­ mokrasiye aykırı hareketlerden .bir başkasıdır. Nihayet üçüncü bir tedbir, yani halkın uyanması ve politik bir güç haline gelmesini önleme yönünden üçün­ cü bir tedbir; Adalet Partisi'nin özel kanunlar getirme te­ şebbüsüdür. Adalet Partisi Seçim Kanunu hazırlamaktadır; Adalet Partisi temel hak ve hürriyetler kanunu hazırla­ maktadır ve keza Askeri Ceza Kanununda birtakım tadilat düşünüldüğü haberleri yayılmaktadır. Bütün bunlar de­ mokrati.k gelişmeyi. durdurma isteğinin, arzusunun b . elirtı­ leridi.r. Filhakika Seçim Kanununun getirilmesi her şeyden ev­ vel Türki.ye İşçi. Partisi'ni.n tasfiyesi amacını güder. Göste­ rilen gerekçe ki.mseyi tatmin edecek bir gerekçe deği.ldir. Deniliyar ki; 1961 Kurucu Meclisin hazırladığı Seçi.m Kanu-

290


nuna dönülecektir. Sa:yın milletvekilleri, 196l'de Kurucu Meclis o kanunu hazırlarken tek parti iktidarını önlemek amacının peşinde idi. Yani koalis:yonlarla Türkiye'nin ida­ re edilmesini istiyordu, kanun bunun için hazırlanmıştır. Ancak sonra gelişme o şekilde oldu ki bu kanun tek parti iktidarını önleyecek nitelikte olmadı. Bundan dolayıdır ki, son derece adil bir seçim sistemi olan .baki:ye sistemine gi­ dildi. Bakiye sisteminin delil olduğu, öyle zannediyorum ki, tartışma konusu olmaz. (AP sıralarından gülüşmelerJ Nispi temsilde bir parti vatandaştan ne oranda o:y almış­ sa M eeliste o oranda sandalyası olur, millı paki:ye siste­ mi:yle de bu oran tıpa tıp uygulanmaktadır. Adalet Partisi oyların :yüzde elliiki virgül, bir rakamını almıştır; yüzde elliüç sandalyesi vardır. Binaenaleyh gayet delil bir nisbet ve bir oran içinde temsil :yapılmaktadır. Şimdi bunun de­ ğiştirilmesindeki maksat gayet açık; Türkiye'de gelişmek­ te olan sol, sosyalist hareketi önlemek, Meclis dışında tut­ maktır. Ama Adalet Partisi'nin bu tasarıları, bu istekleri -göreceğiz önümüzdeki seçimde- gerçekleşme:yecektir. Çünkü halkın uyanma hızı Adalet Partisi'nin o hızı kes� mek için düş4_ndüğü tedbir ve tertiplerden çok daha üs­ tündür. Arkadaşlar, demokrasi düzeni son zamanlarda tehlike­ ye düşüren bir eğilim ve hedefi Türki:ye' deki sol ve sos­ yalist hareketleri saf dışı etmek olan bir eğilim Ana:yasa­ mızın sosyalizme kapalı olduğu yolundaki iddialarla ken­ dini ortaya atmıştır, çıkarmıştır. Anayasamız sosyalizme açıktır. Filhakika Ana:yasa Komisyonu sözcüleri bu hususu pek açık şekilde ifade etmişlerdir. Sayın Başbakan bu kür­ süden, Sayın Muammer Aksoy'un Ana:yasa Komisyonu söz­ cüsü olarak ifade ettiği fikirleri tekrarlamış, fakat mutadı veçhile bu fikirlerin yalnız kendisine elverişli olan kısmı­ nı ele almış, tamamını okumamıştır. Kaldı ki aldığı kısım bile ö:yle :yorumlanmaz. Başbakan bu kürsüden demiştir ki; « işte Ana:yasa Komisyonu sözcüsü Muammer Akso:y di:yor ki: Anayasamızda -izm- yoktur. » Anayasamızda izm yok­ tur demek sosyalizme kapalıdır demek değil, tam tersine

291


bütün izmlere açıktır demek. Yani Anayasa. bir sınır koy­ ma.mıştır. (AP sıralarından gülüşmeler J Şimdi. gülen a.rka.daşla.rıma., Mua.mmer Aksoy'un söz­ lerinin tamamını okuya.ra.k cevap vermek istiyorum. Mu­ a.mmer Aksoy diyor ki: Tutanak Dergisi cilt iki, sayfa. 494: «Arkadaşlar, bu Anayasada. asla doktrin yoktur, bu Ana­ yasada. hiçbir partinin programı yoktur, ne devletçilik var­ dır, ne liberalizm, ne sosyalizm ve ne de her hangi bir izm vardır, Bu Anayasa. renksiz, fakat renksiz dediysek karak­ tersiz değildir, karakter sahibi bir Anaya.sa.dır. XX. asrın ulaştığı medeniyet seviyesine uygun her parti programı­ nın tatbik edilmesine imkan veren bir Anaya.sa.dır. Orada. devletçilik de tatbik edilebilir, liberalizm de tatbik edilebi­ lir, fakat komünistlik asla tatbik edilmez,. (AP sıraların­ dan «Bra.vo» sesleri, a.lkışla.r> Şimdi geliyor ama. şimdi «Sosyalizmi tatbik edebilirsi­ niz çünkü o da. insan haklarına hürmetkardır, demokrasi­ yi tanır, insan haklarını tanır, hukuk Devletini tanır, onun yanında. sosyal zihniyete de sahiptir. Bugün artık sosyal olmak medeni olmanın en başta. gelen şa.rtıdır... »

Demek oluyor ki, Mua.mmer Aksoy Ana.yasa.mızın sos� ya.liznıe açık olduğunu gayet kesin olarak ifade etmiştir. Anayasa. Komisyonu sözcülerinden Sayın Turan Güneş de gene aynı konuda. gayet kesin olarak Anayasanın sosya­ lizme açık olduğunu belirtmiştir. Keza. Anayasanın sınıflar esasına. göre bir Anayasa. olduğunu da Turan Güneş'in söz­ lerinde bulmak mümkündür. Şimdi, aynı doğrultuda., daha Anayasa. Komisyonu sözcülerinin Anayasanın sosyalizme açık olduğunu belir­ ten başka. konuşmaları da. var, fakat onlara. değinmeden Anayasa. Mahkemesinin bu yöndeki kararına işaret etmek isterim. Anayasa. Mahkemesi 1963/173 esas, 965/40 Karar ve 26.9.1965 tarihli kararıyla.; «Anayasa düzenine uygun bu­ lunan derneklerle A nayasanın cevaz verdiği ölçüde sosya­ lizmi tahakkuk ettirmek amacını güden partileri kurma. ve bu amacın propagandasını yapma. hallerinin ise bu hüküm-

292


lerin yani 141 ve 142. maddenin kapsamı dışında kaldığı tesbit edilmiş ... deyip devam etmektedir. Ayrıca Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 30,5.1967 tarihli ka­ rarında sosyalizm şöyle tarif edilmektedir: •Bu durum karşısında dava konusu olan (Sosyalist Türkiye) adlı ki­ tabın incelenmesine geçilmeden önce sosyalistli/ıle komü­ nistliğin mahiyetleri ve bu iki akım arasındaki esas fark­ larla Türk Ceza Kanununun 141 ve 142. maddelerinin bu konuyla ilgili hükümlerinin kısaca gözden geçirilmesi ge­ rektiği kanısına varılmıştır. AJ Sosyalizm iktisadi alanda toplumu tatmin edici bir nizarnı sağlayabilmesi için insanın bütün olarak gelişme­ sine daha elverişli, daha adaletçi sonuçlar meydana ge­ tirecek bir düzeni savunan bir görüş, bir doktrin olarak tanımlamaktadır. Muhtelif memleketlerde çeşitli suretler­ de uygulanan ve her memleketin şartlarına göre farklı şe­ killere bürünmüş olan sosyalizmin mutedil diğer bir de­ yimle demokratik sosyalizmin özelliklerini şöyle özetleye­ biliriz: O retim vasıtalarının devletleştirilmesi, sosyal ada­ letin sağlanması, emek sahiplerinin emeklerinin karşılığı­ nı alabilmeleri, milli gelirin adil bir şekilde ve her ferdin topluma kazandırdığı kadar alabilmesini temin yolunda dağıtılması, sosyalizmin cemiyette işçilerin alacakları yev­ miyeterin umumi seviyesi ürettiklerinin servet miktarına bağlı. bulunmaktadır. Sosyalistler şu formülü kullanmakta­ dırlar: Herkese gücüne göre, her güce eserine göre; herke­ se cemiyete kazandırdığı kadar. Sosyalizm üretim vasıtala­ rının dışında ferdi mülkiyeti kabul etmektedir. Sosyalistler bir ihtilal ve darbeye taraftar olmayıp çok partili demok­ ratik bir Devlet içinde kendi fikir ve görüşlerini halka yay­ maya çalışarak meşru ve kanuni yollarla iktidara gelmek ve Hükümete iştirak ederek işçi menfaatlerini koroyabile­ cek bir siyaset takibetmek ve islahat programlarını böyle­ ce gerçekleştirmek amacını gütmektedirler. ,. Şimdi bu da Yüksek Temyiz Mahkemesinin verdiği bir karar. Sosyalistlik üzerinde söz söylemek için memleketimiz­ deki sosyal gelişmeleri yakından takibetmiş olmak, sosya-

293


lizmin tarihini yak-ından bilmek. lazımdır. Bu vesileyLe he­ men beyan edeyim k.i Türk-iye'de ilk. sosyalist partisi 1910 senesinde k-uruldu, bundan 58 sene evvel. Ve Türk-iye İşçi Partisi o tarihten bu yana k-urulmuş sosyalist partilerin ta­ rih planında bir devamıdır. Sayın İçişleri Balıanı benim bu sözümü almış ve hemen sonra söylediğim sözleri mü­ tatları veçhile mesk.üt geçerek. bu k.ürsüden, Türk-iye İşçi Partisi'nin bundan evvel k-urulmuş olan sosyalist, k-omü­ nist partilerin bir devamı olduğunu itiraf ettiği yolunda yo­ rumlamaya k-alk-mıştır. Başk-an - Sayın Aybar, üç dalıik-anız var efendim. TİP GRUBU ADlNA MEHMET ALİ AYBAR Wevam­ laJ - Ark-adaşlar, demin belirttim, Türk-iye ' de ilk. k-urulan sosyalist partisi 1910'da k-uruldu. Yani henüz daha dünya­ da k-omünist teşek.k.üller yolık-en k-uru ldu, bu bir. İ k-incisi, Türk-iye'de k-omünist partilerin yanında sosyalist partiler de k-uruldu ve nitek-im şimdi vak-it k-alırsa ok-uyacağım bir ilam, Türk.iye Sosyalist Partisi hak.k.ındak.i ilam, bu hususu gayet açık. ve vazıh bir şek-ilde ortaya k-oyar. Kaldı k.i ben o k-onuşmamda, «Türk-iye İşçi Partisi 58 senelik. sosyalist mazinin tarih planında devamıdır• dedik-ten sonra «Tür­ k-iye İşçi Partisi ile bundan evvel k-urulmuş partiler arasın­ da bir organik. bağ bulmak. çabaları beyhudedir» diye ila­ ve ettim. Filhak.ik.a Türk-iye İşçi Partisi yepyeni şartlar al­ tında yeni esaslara dayanaralı k-urulmuş bir partidir. Bi­ naenaleyh, Türk-iye İşçi Partisi'ni suçlamaya k.alk.ışanlar, bizim ifadelerimizi kendi yaptıkları tutarsız ve düzme bel­ gelere dayanan beyanlar bir yana, bizim beyanlanmızı tahrife kalkışmasınlar, çünkü bu tahrifatı yalanlamak, ni­ hayet o gün söz almak imkanı yoksa bile nihayet bir gün gelir yalanlamalı mümkündür. Arkadaşlar, Türkiye' de şunu ifade edeyim ki sosyatizm olmadan demokrasiyi yürütmek hıümkün değildir. Bunu bir kez iyice anlayalım. Türkiye'de sosyalizmi zaten yasak etmek elinizde de değildir, bunu da söyleyeyim. Türkiye' de sosyalizmi yasalı etmeye kalkıştığınız tak-dirde Türki­ ye'nin kaderi üzerinde çok olumsuz sonuçlan bizzat ken294


diniz hazırlamış olursunuz. (AP sı.ralarından, «hadi or­ dan!», «ne demek istiyorsun?» sesleri) Demek istediğim gayet açık; bir kere sosyalizmi yasak­ lama gücünüz yoktur. Bu gücü kendinizde vehmettiğiniz takdirde sizler Anayasa nizamı dışına düşersiniz. Çünkü Anayasa nizamı sosyalizme açıktır. Düznıe belgelerle, düz­ me vesikalarla sosyalizmi suçlamak, Türkiye İşçi Partisi'ni suçlamak ancak Faşist metotlardır. Arkadaşlar faşizm dünyanın her yerinde böyle geldi. İtalya'da faşizm bu yoldan geldi, sizin izlediğiniz yoldan. Yani bir tezvir kampanyası açtı, bunlar komünisttir dedi ve İtalya'da o zaman komünist partisi de vardı, ondan başlamak suretiyle komünist partisini, sosyalist partisini ve sonra liberal partiyi, radikal partiyi velhasıl kelam fa­ şist partisi dışındaki .bütün partileri kapatmıştır. Hatırlar­ sınız; faşizm de böyle bir darbe ile filan gelmedi İtalya'ya. Faşizm 1922'den 1926'ya kadar çok partili bir m.ecliste ikti­ darını uyguladı ve adım adım tıpkı şimdi sizin hazırladı­ ğınız gibi Seçim Kanununu değiştirerek, zorba ekipler mey­ dana getirerek, tıpkı sizin yaptığınız gibi özel kanunlar ve özel mahkemeler kurarak İtalya'yı faşizme götürdü. BAŞKAN - Sayın Aybar vaktiniz tamam efendim, cümlelerinizi tamamlayın. TİP GRUBU ADINA MEHMET ALİ AYBAR CDevam­ laJ - Ama şunu bilin ki Türkiye İtalya değildir. Türki­ ye' de demokrasiyi koruyacak gücler vardır ve koruyacak­ lardır. Türkiye'de demokrasi düzeni sizin anladığınız ma­ nada değil, gerçek anlamında payidaı· olacaktır. Bu güç­ ler vardır. Bunun karşısına çıkacak güçler için istikbal ka­ ranlıktır, hüsrandır. Benim sözlerim bu kadar. Hepinizi say­ gı ile seld.mlarım. CTiP sıralarından alkışlarJ *

"' TBMM Tutanak Dergisi, Dev. 2, Top. 3, C. 26, S. 677-683

295


İÇİNDEKİLER

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TİP MECLiSE GİRİYOR, 7 Bay Kosigin, l l Sokak Saldırılarından Meclis Saldırılarına, 12 Genelkurmay Başkanının Emirnamesi, 14 TİP'in Gensorusu; Hükümet Anayasaya Karşı, 17 İnönü Nasıl Değerlendiriyor, 37 Demirel, Tural'ı Savunuyor, 46 Olayın Sonuçları, 73 TİP Moskova'dan Emir Alıyormuş, 78 İkinci Kurtuluş Savaşı, 81 1967 Yılının Özelliği, 104 Ortadoğu'da Savaş, 114 Ciddi ve Yeni Bir Sorun, 122

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM VİETNAM: SAV AŞI VE RUSSELL MAHKEMESi, 1 2 9 Bombalar Altında Vietnam, 134 Soykırım Raporu, 140 Ermeni Sorunu, 145 TİP Kök Salıyor ve Dışa Açılıyor, 161 TİP Akdeniz İlerici Partiler Konferansında, 169 DİSK, 173

BEŞİNCi BÖLÜM KOCA AP GRUBUNUN BİR AVUÇ TİP'LİYE SALDlRlSI, 1 77 Tepkiler, 235 Demirel ve İkili A ntlaşmalar, 259 Milli Savunma Bütçesi, 269


Bu. kitap

1988 yıl1nın Mayıs ayında

İstanbul'da Özal Matbaası'nda. dizilip basılmıştır.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.