sal işbölümü hiçbir zaman gerçekleştirilip işletilemezdi. İçer sinde her şey dolaysız bir uygulamaya göre ayarlanmış olan* günlük ayrımlaşmamış davranış, üretici güçlerin gelişmesiyle birlikte giderek daha girift bir konuma gelen sorunları do yurucu biçimde çözmek için tek başına yeterli olamaz. Bü yü döneminin kesin ayrımlaşmamışlığmın bu tür koşulların, baskısı altında nasıl çözülmek zorunda kaldığını ve böyle bir işbölümünün belirttiğimiz ana akımlarının, gerçekliğin bi limsel ve estetik yansıtılmasının nasıl oluştuğunu daha Önce göstermiştik. Bilinç ile özbilinç arasındaki işbölümü, ancak böyle bir temelden yola çıkıldığı takdirde tam olarak açığa kavuşabi lir. Bilinç (Bewusstsein), kendinde (an sich) nitelik taşıyan, başka deyişle kendine dönemeyen, kendini kavrayamayan, dünyayı insan için, insanın yararına egemenliği altına alır. Bu dünyanın kendindeliğini bir bizimiçinliğe (Füruns) dö nüştürerek dünya üzerinde egemenlik kurmaya yarayan uy gulama için, gerçekliğin insanın üretici bir etkinlik alanına dönüştürülebilmesi için gerekli olan asıl devinim alanını ya ratır. Bu durumda bilincin toplumsal gerekliliği apaçık or tadadır. Ancak dünyanın insana ait bir varlığa dönüşmesininkoşullarından biri de —ki bu koşulun önemi, sanatın geliş mesiyle artar— insanın, eylemde ve uygulamada egemenlik altına girmiş dünya ile kendi arasında da bir bağıntı kur ması, bu egemenlikle birlikte aynı zamanda bir vatan kazan masıdır. Bu gereksinim de bilimlerin bağımsız gelişmesine yol açmış olan gereksinim kadar temel niteliktedir. Söz ko nusu gereksinimin yalnızca sanatın araçlarıyla karşılana mamış oluşu, böyle bir olanağın bugün de henüz bulunma ması, sanatın insana dönük bu işlevine, karşı nitelikte bir kanıt anlamını taşıyamaz. Çünkü bilim de kendi alanında, kesin bir tekel konumunda değildir; bilim yalnızca toplumsal gereksinimlerin belli bir karşılanış türünün en uygun biçi midir. Bilim ancak bu gereksinimlere koşut olarak, onları,
178