Alevilik Araştırmaları Dergisi - Sayi 13

Page 1

Yaz/Summer 2017

SayÄą/Issue 13


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ The Journal of Alevi Studies


II


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ The Journal of Alevi Studies HAKEMLİ DERGİ Yaz/Summer 2017, Sayı/Issue 13 6 ayda bir yayımlanır - Ücretsizdir. ISSN 2146-4421

Ankara, Haziran - 2017


AMAÇ VE KAPSAM: Alevi-Bektaşi düşün-inanç sistemi Anadolu kültür ve tarihinin en önemli dinamiklerinden biridir. 13. yüzyıldan itibaren Anadolu ve eş zamanlı olarak Balkan coğrafyasında temsil edilmeye ve kurumsallaşmaya başlayan Alevi-Bektaşi inancı özellikle Anadolu’nun kültürel, sosyal, siyasi, askeri ve ekonomik yapısına birincil derecede etkide bulunmuştur. Hacı Bektaş Veli başta olmak üzere Horasan kökenli dervişlerin Anadolu’nun farklı bölgelerindeki faaliyetleri ve ocak-tekke adı verilen inanç merkezlerinin çalışmaları Anadolu’nun sosyolojik sisteminde yüzlerce yıl kalıcı tesirde bulunmuş ve bu süreç günümüze kadar devam etmiştir. Alevi-Bektaşi öğretisi Anadolu coğrafyasının düşünkültür evreninin en başcıl değerlerinden biridir. Sosyal bilimler açısından Anadolu kültür ve tarihinin nesnel ve bilimsel olarak ortaya konulması için Alevilik-Bektaşilik olgusunun temel tarihsel argümanlardan biri olduğunu benimseyen Alevilik Araştırmaları Dergisi (ISSN 2146-4421) 2011 yılında yayınlanmaya başlamış olup yılda iki defa neşredilen hakemli bir süreli yayındır. Alevilik Araştırmaları Dergisi’nin temel amacı Alevi-Bektaşi öğretisinin düşünsel ve inançsal değerlerini bilimsel-akademik çalışmalarla ortaya koymak ve yayınlayarak bilim hayatına ve topluma aktarmaktır. Alevilik Araştırmaları Dergisi’nin yayın sahasına Alevi-Bektaşi inançlı topluluklar, Alevi inanç-dede ocakları, Bektaşi tekkeleri, Alevi-Bektaşi inanç ritüelleri, Alevi-Bektaşi edebiyatı, Alevi-Bektaşi müziği ve Alevilik-Bektaşilik ile ilgili yazılı ve sözlü kaynaklar dahildir.

IV


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ İMTİYAZ SAHİBİ Özgür Savaş ÖZÜDOĞRU

YAYIN KURULU Alaattin ATEŞ Ali DİRİL Dursun DİRİL Fikret MİRZAOĞLU Halil ŞAHİN Muzaffer BİLGİN Önder YILMAZ Özgür Savaş ÖZÜDOĞRU Tarkan YILMAZ Teoman TÜRKOĞLU Yılmaz KAYAASLAN Prof. Dr. Medine SİVRİ

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ VE EDİTÖR Yrd. Doç. Dr. Coşkun KÖKEL

Munzur Üniversitesi

İNGİLİZCE EDİTÖRLERİ Arş. Gör. Arzu YETİM Sibel KUŞCA

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi

TARİHİ BELGE ve ARŞİV EDİTÖRLERİ Yrd. Doç. Dr. Ayhan IŞIK Yrd. Doç. Dr. Hasan Hüseyin GÜNEŞ

Karabük Üniversitesi Bartın Üniversitesi

MİZANPAJ-DİZGİ Serap ÜÇPINAR

TÜRKÇE-DÜZELTİ Sibel KUŞCA

ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ YÖNETİM MERKEZİ ADRESİ ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Adres: 1201 Sokak No: 55 Ostim-ANKARA/TÜRKİYE Tel: +90.312 267 35 51 Belge Geçer: +90.312 267 35 59 www.aadergisi.com Elektronik Posta: info@aadergisi.com V


BASKI Hermes Tanıtım Ofset Ltd. Şti. Büyük Sanayi 1. Cad. No: 105 İskitler-ANKARA/TÜRKİYE Tel: +90.312 384 34 32 Belge Geçer: +90.312 341 01 98 Haziran - 2017 / 1.500 Adet

Gönderilen yazılar yayın yönergesi esaslarına göre değerlendirilir ve iade edilmez. Yazı, sahibinin sorumluluğundadır. Dergideki yazılar kaynak gösterilerek aktarılabilir.

Alevilik Araştırmaları Dergisi TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal ve Beşeri Bilimler Veri Tabanı’nda dizinlenmektedir.

* Arka kapaktaki nefes, Eskişehir-Seyitgazi-Üçsaray köyünden Erdebil süreği mensubu Aşık Nuriye Yüksel’in nefes defterinden alınmıştır.

VI


BİLİM-DANIŞMA VE HAKEM KURULU Prof. Dr. Ali DUYMAZ

Balıkesir Üniversitesi

Prof. Dr. Ali TORUN

Dumlupınar Üniversitesi

Prof. Dr. Aynur KOÇAK

Yıldız Teknik Üniversitesi

Prof. Dr. Bilgehan ATSIZ GÖKDAĞ

Kırıkkale Üniversitesi

Prof. Dr. Harun YILDIZ

Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Prof. Dr. İbrahim YILMAZÇELİK

Fırat Üniversitesi

Prof. Dr. İsmail GÖRKEM

Erciyes Üniversitesi

Prof. Dr. Kemal POLAT

Amasya Üniversitesi

Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ

Karadeniz Teknik Üniversitesi

Prof. Dr. Kurtman ERSANLI

Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Prof. Dr. M. Esat HARMANCI

Kocaeli Üniversitesi

Prof. Dr. Medine SİVRİ

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi

Prof. Dr. Mehmet AÇA

Balıkesir Üniversitesi

Prof. Dr. Mehmet Fatih KÖKSAL

Amasya Üniversitesi

Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Gazi Üniversitesi

Prof. Dr. Saffet SARIKAYA

Süleyman Demirel Üniversitesi

Prof. Dr. Saim SAVAŞ

Uşak Üniversitesi

Prof. Dr. Yusuf TEPELİ

Akdeniz Üniversitesi

Doç. Dr. Attila ÖZDEK

Necmettin Erbakan Üniversitesi

Doç. Dr. Ali Kemal ÖZCAN

Tunceli Üniversitesi

Doç. Dr. Alpaslan DEMİR

Gaziosmanpaşa Üniversitesi

Doç. Dr. Banu MUSTAN DÖNMEZ

İnönü Üniversitesi

Doç. Dr. Bayram DURBİLMEZ

Erciyes Üniversitesi

Doç. Dr. Bülent BAYRAM

Kırklareli Üniversitesi

Doç. Dr. Caner IŞIK

Adnan Menderes Üniversitesi

Doç. Dr. Erdal YILDIRIM

Tunceli Üniversitesi

Doç. Dr. Fatih USLUER

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi

Doç. Dr. Halil İbrahim ŞAHİN

Balıkesir Üniversitesi

Doç. Dr. İsrafil BABACAN

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi VII


Doç. Dr. Mustafa ŞEN

Ortadoğu Teknik Üniversitesi

Doç. Dr. Özer ŞENÖDEYİCİ

Karadeniz Teknik Üniversitesi

Doç. Dr. Sadullah GÜLTEN

Ordu Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Abonoz KÜÇÜK

Giresun Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Ali Maruf ALASKAN

Ege Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Ayhan IŞIK

Karabük Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Ayşe DEĞERLİ

Artvin Çoruh Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Berna AYAZ

Bülent Ecevit Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Betül AYDOĞDU

Erciyes Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Birol AZAR

Fırat Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Duygu ULUSOY YILMAZ

Cumhuriyet Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Erdal ADAY

Dumlupınar Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Fahri MADEN

Kastamonu Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Fevzi RENÇBER

Şırnak Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Gülay KARADAĞ ÇINAR

Afyon Kocatepe Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Hasan Hüseyin GÜNEŞ

Bartın Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. İbrahim GÜL

19 Mayıs Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Mahmut SARIKAYA

Ahi Evran Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Metin Hakverdioğlu

Amasya Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Murat HANİLÇE

Gaziosmanpaşa Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLTEKİN

Gaziantep Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Nermin ÖZCAN ÖZER

Marmara Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Nursel UYANIKER

Marmara Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Recep TEK

Karabük Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Salih GÜLERER

Uşak Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Servet YAŞAR

Afyon Kocatepe Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Yaşar ACAT

Şırnak Üniversitesi

Yrd. Doç. Dr. Zeynep ŞİMŞEK UMAÇ

Balıkesir Üniversitesi

Dr. Doğan KAYA

Cumhuriyet Üniversitesi

VIII


İÇİNDEKİLER

EDİTÖRÜN KALEMİNDEN.................................................................................................................................... XI Coşkun KÖKEL

HACI BEKTAŞ VELÎ’NİN İSLAM YORUMU ÜZERİNE BAZI ÇÖZÜMLEMELER................................ 1/10 AN ANALYSIS ON HADJI BEKTASH VELÎ’S INTERPRETATION OF ISLAM Harun YILDIZ

EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNE GÖSTERGEBİLİMSEL BİR YAKLAŞIM...................... 11/24 A SEMIOTIC APPROACH TO EDIP HARABI’S “VAHDETNAME” Medine SİVRİ

ANTİK YUNAN VE ALEVİ EZOTERİZMLERİNE BAĞLI MÜZİK KÜLTÜRLERİ............................... 25/56 ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ A COMPARATIVE ANALYSIS OF MUSIC CULTURES BASED ON ANTIQUE GREEK AND ALEVI ESOTERICISMS Banu Mustan DÖNMEZ

ÂŞIK EDEBİYATININ OLUŞUMU VE GELİŞİMİNDE ALEVİ-BEKTAŞİ.............................................. 57/86 ZÜMRELERİN YERİ VE ÖNEMİ THE ROLE AND IMPORTANCE OF ALEVI-BEKTASHI COTERIES IN THE FORMATION AND DEVELOPMENT OF MINSTREL LITERATURE Bayram DURBİLMEZ

IX


CEM İBADETİNDE MUHABBET ERKÂNI: GÖSTERİMCİ KURAM ANALİZİ................................. 87/104 SPIRITUAL CONVERSATIONS IN CEM WORSHIP RITUAL; PERFORMANCE THEORY ANALYSIS Caner IŞIK, Gülbahar ODABAŞI YILMAZ

VESÂİK-İ BEKTAŞİYÂN’DA YER ALMAYAN RUMELİ’DEKİ............................................................ 105/136 BEKTAŞİ YAPILARI (1400-1826) NON-VESAIK-I BEKTASIYAN BEKTASHI STRUCTURES IN RUMELIA (1400-1826) Ayşe DEĞERLİ, Yusuf KÜÇÜKDAĞ

SELANİK VİLAYETİNDE BEKTAŞİLİK..................................................................................................... 137/184 BEKTASHISM IN THE PROVINCE OF THESSALONIKI Fahri MADEN

SUNNÎ-ŞİÎ ULEMA VE AYDINLARININ İSLAM MEZHEPLERİNİ................................................... 185 /204 YAKINLAŞTIRMA ÇABALARI THE EFFORTS OF SUNNI-SHIAH INTELLECTUALS ON THE APPROXIMATION OF THE ISLAMIC SECTS Hasan Hüseyin GÜNEŞ

TÜRKİYE’DE VE ALMANYA’DA ALEVİLİK YAPILANMALARI ÜZERİNE BİR TARTIŞMA..... 205/230 A DISCUSSION ON ALEVISM STRUCTURES IN TURKEY AND GERMANY İbrahim GÜL

X


EDİTÖRÜN KALEMİNDEN Yrd. Doç. Dr. Coşkun KÖKEL

Alevilik Araştırmaları Dergisi yayımlanmaya başladığı 2011 yılından günümüze kadar Anadolu kültür ve tarihinin en önemli inanç-düşün değerlerinden biri olan Alevi-Bektaşi inancı ile ilgili bilimsel-akademik çalışmaları yayınlayarak desteklemiştir. Yayına başladığı 2011 yılından günümüze kadar dergimiz bilimsel ve akademik zeminde kalarak Alevi-Bektaşi düşün-inanç sisteminin farklı değerlerini bilim dünyasının ve toplumumuzun değerlendirmesine sunmaya çalışmıştır. Bu vesile ile farklı üniversitelerde görevli onlarca bilim insanının bilimsel-akademik katkısı ile Alevilik-Bektaşilik hakkında son derece önemli araştırmaları yayınlayarak bilim hayatına bir nebzede olsa destek vermiştir. Alevilik Araştırmaları Dergisi’nin ana misyonu Alevi-Bektaşi inancının bilimsel analizlerle araştırılması ve topluma aktarılmasıdır. Bu sebeple dergimiz bilimsellik ilkesini yayınlanmaya başladığı tarihten itibaren ana hedefi olarak ortaya koymuş ve bu hedef bağlamında çalışmalar gerçekleştirmiştir. Dergimiz ilk sayısından itibaren hakemli bir dergi olmuş ve yayımlanan her makale gerek içerik gerekse şekli açıdan bilimsel özelliğini korumuştur. Alevilik Araştırmaları Dergisi takip ettiği bilimsellik özelliği neticesinde Mart 2017 tarihinden itibaren TÜBİTAK ULAKBİM tarafından TR Dizin Sosyal ve Beşeri Bilimler Veri Tabanı’na dahil edilmiştir. 2016 yılında yayınlanan sayıları da dahil olmak üzere Alevilik Araştırmaları Dergisi önümüzdeki dönemde artık ULAKBİM’in veri tabanında dizinlenecektir. Dergimizin bu bilimsel-akademik sıfatı kazanmasında öncelikli olarak maddi ve manevi her türlü fedakarlığı yapan yönetim kurulu üyelerimiz sayın Özgür Savaş Özüdoğru’ya, Halil Şahin’e, Muzaffer Bilgin’e, Dursun Diril’e, Ali Diril’e, Yılmaz Kayaaslan’a, Teoman Türkoğlu’na, Alaaattin Ateş’e, Tarkan Yılmaz’a, Önder Yılmaz’a ve Fikret Mirzaoğlu’na çok teşekkür ediyoruz. Bu arada dergimizin kurucularından rahmetli Hasan Altın’ı da rahmetle anıyoruz. Diğer taraftan düşünsel ve akademik katkılarıyla dergimizi bilimsel bir yayın haline getiren bilim-danışma kurulu üyesi bilim insanlarımıza ve değerli yazarlarımıza da bilimsel katkıları sebebiyle ayrıca teşekkür ediyoruz. Unutulmaması gereken bir önemli katkı da dergimizin teknik ekibinin olup ekibimiz Alevilik Araştırmaları Dergisi’ni her yayınlanan sayısında daha da nitelikli bir noktaya taşımak için her türlü emek ve fedakarlığı yapmıştır. Bu vesile ile çalışma arkadaşlarımıza da teşekkür ediyor başarılarının ve hizmetlerinin devamını diliyoruz. Alevilik Araştırmaları Dergisi şimdiye kadar bilimsellik ilkesini temel almış olup önümüzdeki dönemde de aynı çerçevede çalışmalarını ve yayınlarını devam ettirecektir. XI


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Alevilik Araştırmaları Dergisi’nin yeni sayısı olan 13. sayımızda da Alevi-Bektaşi inancını farklı açılardan analiz eden çalışmalara yer verdik. “Hacı Bektaş Velî’nin İslam Yorumu üzerine Bazı Çözümlemeler” başlıklı ilk makalemizde Hacı Bektaş Veli’nin düşün-inanç dünyasının İslam ile ilişkisi üzerine tespitlere değinilmiştir. “Edip Harabi’nin ‘Vahdetname’sine’ Göstergebilimsel Bir Yaklaşım” adını taşıyan ikinci makalemiz de ise Edip Harabi’nin en önemli eseri olan Vahdetname hakkında değerlendirmeler bulunmaktadır. Devamındaki makale “Antik Yunan ve Alevi Ezoterizmlerine Bağlı Müzik Kültürleri Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz” adlı olup ezoterizm ile Alevi müziği arasındaki ilişki incelenmektedir. Ardından “Âşık Edebiyatının Oluşumu ve Gelişiminde Alevi-Bektaşi Zümrelerin Yeri ve Önemi” başlıklı makale gelmekte olup çalışmada aşık edebiyatının tarihinde Alevi-Bektaşi inancının etkisi tartışılmaktadır. Takip eden makale “Cem İbadetinde Muhabbet Erkânı: Gösterimci Kuram Analizi” adını taşımakta olup cem ibadetinde muhabbet olgusu analiz edilmektedir. Devamında “Vesâik-i Bektaşiyân’da Yer Almayan Rumeli’deki Bektaşi Yapıları (1400-1826)” başlıklı çalışmada da Rumeli bölgesinde yüzlerce yıl hizmet vermiş Bektaşi tekkeleri arşiv belgeleri ışığında tanıtılmaktadır. Ardından “Selanik Vilayetinde Bektaşilik” adlı makale gelmekte olup Selanik bölgesinde tarihi süreçte varlık göstermiş Bektaşi tekkeleri tanıtılmaktadır. Diğer çalışma ise “SunnîŞiî Ulema ve Aydınların İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Çabaları” başlıklı olup farklı İslam mezheplerine mensup aydınların mezhepler arasındaki ortak noktalara değinen çalışmaları anlatılmaktadır. 13. sayımızın son makalesi olan “Türkiye’de ve Almanya’da Alevilik Yapılanmaları Üzerine Bir Tartışma” adını taşımakta olup son dönemde Türkiye ve Almanya’daki Alevilik ile ilgili kurumsal yapılanmalar karşılaştırmalı olarak değerlendirilmektedir. 2017 yılının ikinci sayısı olan 14. sayımızda buluşmak dileğiyle…

XII


HACI BEKTAŞ VELÎ’NİN İSLAM YORUMU ÜZERİNE BAZI ÇÖZÜMLEMELER1 AN ANALYSIS ON HADJI BEKTASH VELÎ’S INTERPRETATION OF ISLAM Harun YILDIZ2

pısının onun üzerinde önemli bir etkisi vardır.

ÖZ

Fikrî planda, Hacı Bektaş Velî’nin üzerinde iki önemli eğilimin etkili olduğu gö-

Hacı Bektaş Velî, Anadolu’nun İslam-

rülür. Bunların ilki, gelmiş olduğu Horasan

laşması ve Türkleşmesi sürecinde önemli

bölgesinde etkili olan Horasan Melâmetîlik

rolü olan, bu süreçte kalıcı izler bırakan bü-

anlayışı; diğeri ise, Ahmed Yesevî çevresi-

yük bir düşünürdür. O, XIII. yüzyılda yaşa-

nin fikri yapı ve düşünceleridir. O, bu yüz-

mış, Moğol istilasından dolayı Horasan’dan

den hem İslam düşünce tarihinin hem de

Anadolu’ya gelmiş ve yaşamının önemli bir

Türk düşüncesinin çok yönlü ve komplike

kısmını Anadolu’da geçirmiştir. Onun fikir

bir karakteridir.

ve düşünceleri ile İslam’ı yorumlayış biçimi, yüzyıllar boyunca Anadolu’da yaşayan halk kitlelerini derinden etkilediği gibi, onların sosyal yaşamlarını da yönlendirmiştir. Erken dönem kaynaklara bakıldığında, Hacı Bektaş Velî’nin Horasan erenlerinden olduğu, özellikle ifade edilir. Bu yüzden Horasan coğrafyasının fikrî ve kültürel ya-

Bu çalışmamızda biz, Hacı Bektaş Velî’nin din anlayışı ve İslam’ı yorumlayış tarzı üzerine bazı değerlendirmelerde bulunmaya çalışacağız. Bu çerçevede öncelikle, onun üzerinde fikrî planda etkili olan Horasan Melâmetîlik anlayışı, arkasından Ahmed Yesevî’nin fikrî yapısı üzerinde durulacaktır. Daha sonra ise bu çerçeve içeri-

Makale geliş tarihi: 08.03.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017

sinde Hacı Bektaş Velî’nin İslam’ı yorumla-

1 Bu makale, Bingöl Üniversitesi’nin düzenlemiş olduğu “Geçmişten Günümüze Alevilik I. Uluslararası Sempozyumu”nda (Bingöl: 03-05 Ekim 2013) yazar tarafından sunulan bildirinin yeniden gözden geçirilerek geliştirilmiş olan şeklidir.

yış biçimi, temel parametreleri değişik bo-

2 Prof. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.

yutlarıyla ortaya konulacaktır. Anahtar Kelimeler: Hacı Bektaş Velî, Horasan Melâmetîliği, Ahmed Yesevî, Tevhid, Ahlakı Önceleyen Din Anlayışı. 1


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ABSTRACT Hadji Bektash Veli is an important thinker who has an important role in the

discussed respectively. Afterwards, Hadji Bektash Veli’s interpretation of Islam will be analysed through different dimensions.

process of Islamisation and Turkification

Keywords: Hadji Bektash Veli, Hor-

of Anatolia, and left permanent traces

asan Malamatiyya Understanding, Ahmed

during this process. He lived in the thir-

Yasavi, Unity of God, Ethical Religious Un-

teenth century, migrated from Horasan to

derstanding.

Anatolia due to the Mongol invasion and spent a great amount of his life in Anato-

Giriş

lia. His opinions, ideas and his way of in-

Hacı Bektaş Velî, Anadolu’nun İslam-

terpreting Islam have not only influenced deeply the common people of Anatolia and but also shaped their social lives for many centuries. According to the early sources, Hadji Bektash Veli is one of the Horasan saints. Thus, the intellectual and cultural structure of Horasan region had got an important effect on him.

laşması ve Türkleşmesi sürecinde önemli rolü olan, bu süreçte kalıcı izler bırakan büyük bir düşünürdür. O, XIII. yüzyılda yaşamış, Moğol istilasından dolayı Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş ve yaşamının önemli bir kısmını Anadolu’da geçirmiştir, bu yüzden onun fikir ve düşünceleri ile İslam’ı yorumlayış biçimi, yüzyıllar boyunca Anadolu’da

Two important intellectual schools

yaşayan halk kitlelerini derinden etkilemiş

seem to have influence on. The first one

ve sosyal yaşamlarını yönlendirmiştir. Er-

is the Horasan Malamatiyya understand-

ken dönem kaynaklara bakıldığında, Hacı

ing which was effectual in Horasan re-

Bektaş Velî’nin Horasan erenlerinden oldu-

gion from where he came. The other one is

ğu, özellikle ifade edilir. Bu çerçevede Hil-

the intellectual structure and opinions of

mi Ziya Ülken’e göre, Hacı Bektaş Velî’nin

Ahmed Yasavi and his entourage. There-

Nîşâbûr’da Lokman Perende’nin öğretimin-

fore, Hadji Bektash Veli is a sophisticated

den geçerek, ardından Moğol istilası ile be-

and important character of both the Islam-

raber Anadolu’ya gelip Sulucakarahöyük’te

ic and Turkish thought history.

yerleşmesine kadar geçen süre, onun fikri

The aim of this article is to evaluate Hadji Bektash Veli’s understanding of religion and his interpretation of Islam. In this framework, first of all the Horasan Malamatiyya understanding that influenced him intellectually, and the intellectual structure of Ahmed Yasavi will be 2

ve manevi yapısının teşekkül dönemi olarak değerlendirilebilir (Ülken, 1340/1924:528). Bu noktada fikrî planda, onun üzerinde iki önemli eğilimin etkili olduğu görülmektedir. Bunların ilki, gelmiş olduğu Horasan bölgesinde etkili olan Horasan Melâmetîlik anlayışı; diğeri ise, Ahmed Yesevî çevresinin fikrî yapı ve düşünceleridir.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

1) Horasan Melâmetîlik Anlayışı Adını doğduğu ve geliştiği coğrafya olan Horasan bölgesinden alan Melâmetîlik anlayışı, önemli ölçüde tasavvufî nitelikler taşımakla birlikte, bazı tasavvufî akımlarda olduğu gibi, sadece kuru bir zühd anlayışına önem vermiyor, bununla birlikte cezbeci/coşkun bir karakter de taşıyordu. Bu anlayış, özellikle Fârısî ve Türk sûfîlerin çabalarıyla Horasan çevresinde yayılmıştı. Bu anlayışın bu bölgede yayılması ve yerleşmesinde Hamdûn Kassâr (271/884), Ebû Osman el-Hîrî (290/902) ve Ebû Saîd Ebî’l-Hayr (440/1049) gibi büyük sûfîlerin önemli rolleri vardı. Bu anlayış, daha sonra İbn Arabî, Evhadüddin Kirmânî, Sadreddin Konevî, Fahreddin Irâkî, Necmüddin Dâye ve Mevlânâ gibi sonradan Anadolu’ya gelmiş veya yaşamlarını orada geçirmiş olan

insanın

yet gösterdikleri hususlardır. Bu yüzden bir takım kıyafet, tören, âdet, an’ane ve zikir meclisleri gibi zâhirî ve şekilsel özelliklerden ziyade, kişinin kendi yanlışlık ve aşırılıklarına karşı tavır alması, kendi nefsini suçlaması ve kendi ayıplarıyla meşgul olması gibi niteliklere daha çok önem verilir. Öyle ki bu doğrultuda nefse karşı savaş, nefsi aşağılamak, nefsin iyiliklerini gizlemek, hatta insanların yanında onların kınama ve ayıplamasına sebep olacak derecede dinî öğretilerin zahirine uymayan davranışlar sergilemek, oldukça önemlidir. Bu özelliklerinden dolayı Melâmetîlik, kurumlaşmış bir tarikattan ziyade, her tarikatta belli ölçülerde etkileri olan ve iz bırakan bir anlayış olarak değerlendirilmiştir.3 Hacı Bektaş Velî’nin İslam yorumu, genel anlamda bu hususiyetleri içermek-

pek çok sûfîyi de etkilemişti. Melâmetîlik’te

sûfîlerin aşırı denebilecek şekilde hassasi-

iyiliklerinin

Allah’tan, kötülüklerinin ise kendisinden kaynaklandığı prensibi, merkezi bir öneme sahiptir. Bu anlayışı benimseyen sûfî, işte bu yüzden, yapmış olduğu iyilikleri toplum içerisinde gizlemesine karşılık, kötülüklerini ifşa eder. Burada amaç, özellikle insanla-

le birlikte, sadece kuru bir zühdden ibaret olmayıp ilahi aşkı merkeze alan cezbeci bir karaktere ve dünyayı, dünyevi amaç ve değerleri de küçümseyen bir özelliğe sahipti. Aynı neşe ve özellikleri, günümüz Anadolu Alevîliği ile Bektaşîlik’te görmemiz mümkündür.

rın kınamasına maruz kalarak nefsi tezkiye yoluyla Hakk’a ulaşmaktır. Esasen Orta Asya Türk sûfîliğinin özünde temel olarak bu anlayışın olduğu görülür. Bu noktada, tevekkül, riya ve şöhretten kaçınma, bunlara bağlı olarak, amellerde gizlilik ve kişinin kendi nefsini kınaması gibi özellikler, bu anlayışı benimseyen

3 Melâmet anlayışının yaygınlaşıp gelişmesi ve değişik özellikleri için bkz: Hucvîrî, 1982:143-152; Köprülü, 2009:49-52; Gölpınarlı, 1992:14-15, 22-26; Doğrul, T.y.: 17-78; Sunar, 1975:14-19; İnan, 1976:39-265; Öztürk, 2001:45-79; Bolat, 2003:33-245; Altınok, 1995:173269; Kara, 1987:561-598; Türer, 1985:25-51.

3


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

2) Ahmed Yesevî Çevresinin Fikri Yapı ve Düşünceleri Hacı Bektaş Velî’nin üzerinde Ahmed Yesevî ve çevresinin fikirlerinin de önemli bir etkisi vardı. Bu yüzden onun din anlayışını biçimlendiren esas ortam, tıpkı Ahmed Yesevî’de olduğu gibi, tasavvufi nitelikler taşımakta olup, onun din anlayışının temel karakterini, bu çerçevede tasavvufî bir İslam anlayışı oluşturmaktaydı (Onat, 2007:218). Ahmed Yesevî’nin din ve tasavvuf anlayışı, eski Türk kültür ve inançlarının etkilerini taşımakla birlikte, temelde tevhid merkezli, Allah aşk ve muhabbetini esas alan bir anlayıştı. Bu yönüyle Hacı Bektaş Velî’yi ciddi anlamda etkilemiş olduğu için ona göre Allah inancı, merkezî bir önem ve değere sahipti. Bu noktada Allah inancıyla bağlantılı olarak bu anlayış içerisinde, Hasan Onat’ın ifade ettiği gibi, İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkmış mezheplerden biri olan Mürcie’nin iman-amel ayrımına dayanan görüşlerinin etkilerini de görmek mümkündür. Yine şeriat, tarikat, marifet ve hakikat şeklinde sistematik hale getirilmiş olan Yesevîliğin böyle bir sıralamayı gerçekleştirmesi, iman-amel ayrımına dayalı bir açılım olarak değerlendirilebilir (Onat, 2007:219-220). Hacı Bektaş Velî’nin İslam’ı yorumlayış tarzı, tevhid merkezli olmasının yanı sıra, ahlâkı önceleyen ve ahlâkı merkeze alan bir karaktere sahiptir. Dolayısıyla “burada esas olan öncelikle imandır; imanın da özünü tevhid oluşturur. Daha sonra da amel gelir; onun da özünde ‘doğruluk ve dürüst4

lük’ vardır. İnsanın tâat için yaratıldığına dikkat çeken Ahmed Yesevî, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat olarak sistemleştirdiği tasavvuf anlayışını bütünüyle ahlaki bir zemin üzerine inşa eder” (Onat, 2007:223). Böylece onun benimsemiş olduğu din anlayışının, ahlâk merkezli olup ahlâkı öne çıkaran bir karaktere sahip olduğu ortaya çıkar. Bu noktada temel bir Bektaşî kaynağı olan vilâyet-nâme’de yer alan şu pasaj, Hacı Bektaş Velî’nin iman-ahlak ve amel bütünlüğünü ortaya koyması açısından son derece dikkat çekicidir: “Hacı Bektaş, bütün ömrü boyunca bir kerecik olsun nefsinin muradını vermedi. Hiç kimsenin ayıbını görüp yüzlemedi. Abdestsiz bir an bile yere basmadı. Bir an bile ibadetten ayrılmadı” (Gölpınarlı, 1995:4). Vilâyet-nâme’de geçen bu ve buna benzer ifadeler, Hacı Bektaş Velî’nin din anlayışı ve bu bağlamda tasavvufî hüviyeti ile ilgili bize önemli bazı ipuçları vermektedir. Zira bu durum, onun son derece önemli bir mutasavvıf-düşünür olduğunu gösterir. Öyle ki o, bu anlayışın bir gereği olarak, kendisine yapılan hükümdarlık teklifi dahil hemen tüm dünyevi değer ve istekleri kabul etmeyecek derecede nefsinin isteklerine uymayıp bu tür maddi değer ve zevklerden uzak durmuş, kimsenin ayıp ve kusurunu yüzüne vurmamış ve ibadetlerini de düzenli bir şekilde yerine getirmiştir. Yine özellikle İslam tasavvufunun özü olarak görülebilecek Dört Kapı Kırk Makam anlayışının Hacı Bektaş düşünce sisteminin merkezinde olması, Ahmed Yesevî’nin Hacı Bektaş Velî üzerindeki etkisini çarpıcı


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

bir şekilde göstermektedir (Kutlu, 2012:4142). Ahmed Yesevî’nin öğretilerinin temel hedefi, bu anlayış çerçevesinde “hakikate ulaşmak”tır. Onun amacı, her şeyden önce, insan gönlünü ve ruhunu terbiye etmek, eğitmektir. Gönül denilen şey de sadece insanda olduğu için Yesevîliğin konusu, insandır. Gayesi ise, insanın kalbî, ruhi yönünü eğiterek olgunlaştırmak, onun kemal derecesine ulaşmasını sağlamaktır (Kenzhetayev, 2007:24). Bu noktada Ahmed Yesevî, “ilahi aşka, ihlas ve samimiyete, insan sevgisine, hoşgörüye, kadın-erkek beraberliğine, çalışmaya, iş ve emeği yüceltmeye, ilim ve bilgi öğrenmeye çağırmıştır” (Kenzhetayev, 2007:27). Hacı Bektaş Velî de çevresindeki insanları özellikle incitmeden ve kırmadan eğitip aydınlatmaya çalışmış, İslam dinini ve ahlaki güzelliklerini, etrafındaki insanların anlayacağı düzeyde, onların ruh halini de dikkate alarak, fikrî seviyelerine uygun bir dil ve üslupla anlatmıştır. Bu yüzden olsa gerek, Makâlât’ta çok karmaşık, derin teolojik ve felsefi konulara girilmediği görülür. Yine o, insan ve toplum hayatı açısından ciddi bir tehlike olarak gördüğü için, bilgisizlik ve cehaleti sürekli eleştirmiş, ilim ve doğru bilgiye çok önem vermiş ve insanların cahillikten kurtulması için büyük çaba sarf etmiştir. Ayrıca onun Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetine samimi bir şekilde bağlanmaya titizlikle önem verdiğini görmekteyiz.4

Hacı Bektaş Velî, öncelikle insanı İslam ahlâk ve tasavvufunun temel ilkelerinden hareketle, yeniden inşa ederek kâmil insan denebilecek, güzel ahlak sahibi olan insanlardan oluşan erdemli bir toplum oluşturmayı kendine hedef olarak seçmiş ve tüm yaşantısını bu hedef uğrunda feda etmiştir. Hacı Bektaş Velî’nin bu paradigmayı, hoşgörü, insan sevgisi ve toplumsal barış gibi önemli ahlakî ilkeler üzerinden gerçekleştirmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır. Bu durum, Makâlât’a bakıldığında, hakikat makamlarından ikincisi olan “yetmiş iki milleti ayıplamamak” şeklinde formüle edilmiştir. Bu üç önemli ilkenin, Makâlât’ın bütününe bakıldığında eserin temel örgüsünü oluşturduğu söylenebilir. Hacı Bektaş Velî’nin Makâlât’ı dikkatli bir şekilde incelendiği takdirde, Ahmed Yesevî’nin burada sözünü ettiğimiz fikirlerinin bazı tezahürlerini görmemiz mümkündür. Örnek olarak, Ahmed Yesevî düşüncesinde dürüst ve mütevazi olmaya, insanlara iyi davranmaya ve onları incitmemeye yönelik olarak yapılan vurgu (Eraslan, 1991:57), Hacı Bektaş Velî’nin Makâlât’ında Hakikat kapısının ikinci makamı olan “yetmiş iki milleti ayıplamamak” şeklinde karşımıza çıkar (Hacı Bektaş Veli, 1996:18). Yine bu yüzden Hacı Bektaş Velî düşüncesinde tüm insanlara karşı sonsuz bir sevgi duyulmuş ve yetmiş iki millet, aynı gözle görüldüğünden dolayı onlara

4 Hacı Bektaş Velî’nin Kur’an’a verdiği değer, eseri Makâlât’ta sık sık Kur’an ayetlerinden yapmış olduğu alıntılardan anlaşılmaktadır. Bkz., Hacı Bektaş Velî, Makâlât, 1996:4-7, 8-12, 13-16, 19-20; yine bununla ilgili olarak bkz., Dindi, 2011:55-221.

büyük bir hoşgörüyle yaklaşılmıştır. Dolayısıyla Hacı Bektaş Velî düşüncesi, aynı zamanda insanı merkeze alan bir kültür ve medeniyet vizyonuna sahiptir. Hacı Bektaş 5


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Velî’nin din anlayışındaki vurgu, daha çok

hi olarak düşünmek de mümkündür. Yine

hoşgörü ve insan sevgisi üzerine olduğu

aynı paralelde Türkmenlerin sahip olduğu

için din, dil ve ırk farkı gözetmeksizin tüm

geleneksel kültür yapısını, İslam’ın temel

insanlara saygı ve hürmet gösterilmesini is-

kaynakları olan Kur’an ve sünnetle sentez-

temiş, hatta bununla kalmayıp hayvanlara

lemeye çalışıyordu. O, H. Ziya Ülken’in ifa-

bile kötülük yapılmamasını öğütlemiştir.

de ettiği gibi, “fıkıhla örfü, Oğuz töresiyle

Bu yüzdendir ki yine, Hacı Bektaş düşün-

Kur’an ve Sünnet’i telife çalışmak isteyen”

cesinde insana kıymak ve insan öldürmek,

bir düşünürdü (Ülken, 1340/1924:523). Bu

çok büyük bir günah olarak kabul edilir. Bu

şekilde geleneksel Türk kültürü ile İslam

çerçevede cihad ya da gazâ diye tarif edilen

inanışı, ayrılmaz bir biçimde kaynaştırılıp

şey, her şeyden önce insanın kendi nefsiy-

ortaya yepyeni bir anlayış çıkarılmıştır. Bu

le, yani kendi içinde bulunan kin, nefret ve

noktada Hacı Bektaş Velî’yi halktan kopuk

hırs gibi kötü düşünceler ve kötülüklerle

elit tarzı bir isim ya da özellikle siyasal ik-

yapılan mücadele olarak görülür. Bu nok-

tidar çevrelerine yakın biçimde yaşamını

tada güzel ahlak, alçakgönüllülük, hoşgö-

sürdüren bir düşünür şeklinde değil de Su-

rü, insan ve tabiat sevgisi, barış ve dostluk

lucakarahöyük gibi bir yerde, kırsal alanda

vurgusu ile insanlara hizmet etme aşk ve

yaşayan bir halk adamı, bir mutasavvıf ola-

tutkusu, Hacı Bektaş Velî’nin din anlayı-

rak ele alırsak, bu durumu daha iyi anlarız.

şı ile hayat felsefesini oluşturan en önemli

Bu yüzden O, yoksul halk tabakalarının ve

unsurlar olarak temayüz etmektedir. Bu

güçsüz kesimlerin yanında yer alarak özel-

unsurların temelinde ise, İslam’ın engin

likle, cehalet ve zorbalığa karşı mücadele

hoşgörüsü ile şekillenmiş bir din anlayışı ve

vermiş ve bu mücadelesini İslam’ın ilkeleri

bu anlayışın özünü oluşturan inanç ilkele-

üzerinden gerçekleştirmiştir. Ayrıca onun

ri bulunmaktadır (Korkmaz, 2011:121). İşte

yaşamının neredeyse tamamını, kırsal ke-

tüm bunlar, göstermektedir ki, Hünkâr’ın

simde göçebe ve yarı-göçebe Türkmen çev-

düşüncelerinin asıl kaynağı hem Horasan

releri arasında geçirdiğini göz önüne alır-

kökenli Melâmetîlik anlayışı, hem de Ah-

sak, onun topluma yakın kişiliğini daha iyi

med Yesevî’nin düşünceleri ile Orta Asya

anlarız.

tasavvuf geleneğidir.

Bu çerçevede Hacı Bektaş Velî’nin

Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya gel-

sunduğu İslam anlayışının, her şeyden

dikten sonra Baba İlyas’la olan ilişkisi, dik-

önce yaşadığı çevre icabı, sadece İslam

kat çekici bir öneme sahiptir. O, muhteme-

fıkhının Sünnî kurallarıyla sınırlı bir din

len Baba İlyas gibi, İslam öncesi eski Türk

anlayışı

kültür ve inançlarıyla yoğrulmuş ve yorum-

Melâmetîliği’nin kuru zühd karşıtı olan

lanmış bir İslam anlayışını öğrencileri ile

cezbeci karakterini yansıtan bir özelliğe sa-

geniş taraftar kitlesine öğretmekteydi. Bu

hip olduğunu anlamaktayız. Nitekim bu

bakımdan onu, aynı zamanda bir Babaî şey-

özelliklerine bakarak onun, bütün varlığı

6

olmadığını;

özellikle

Horasan


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ile cezbe ve coşku halinde olan ve sürekli

Asya’daki rol ve misyonunu Anadolu’ya

bu durumu yaşayan bir sûfî olduğu söy-

taşıyıp burada devam ettirdiği söylenebilir.

lenebilir. Vilâyet-nâme’de ortaya konulan Hacı Bektaş Velî imajı da bununla uyuşmakta, hatta bunu desteklemektedir. Yine o, hitap ettiği Türkmen kitlelerine İslamî inançları, -tıpkı Ahmed Yesevî gibi- karmaşık felsefi izahlardan uzak, basit ve anlaşılır bir dille, ahlâkî birtakım öğütlerle de bunları harmanlayarak akılcı bir tarz ve üslupla açıklamıştır. Onun sunmuş olduğu İslâm anlayışı, tasavvufî düşüncenin yapısından kaynaklanan geniş bir hoşgörüye dayalı, özellikle yeni Müslüman olanları birdenbire eski kültür çevrelerinden koparmadan ve bununla birlikte İslam’ın özünü de bozmadan, onların eski inançlarını kuşatıp kendi bütünlüğü içinde değerlendiren uzlaşmacı bir din anlayışıydı. Bu anlayış, özellikle yeni Müslüman olanlar için, geniş ve cazip bir inanç çerçevesi sunmaktaydı. Böylece o, sevgi ve hoşgörü anlayışını sadece mensubu olduğu çevrelerle sınırlı tutmayıp, bunu tüm insanlığa ulaştırmayı hedeflemiştir. O, İslam’ı tasavvufî bir maya ile yoğurup yaşadığı dönemin sosyal şartları içinde, hitap ettiği çevrenin psikolojik ve dinî ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmasını bilmiş, bu yüzden haklı olarak Anadolu’nun “evtâd-ı

Hacı Bektaş Velî’nin ortaya koyduğu bu din anlayışı, hem içinde bulunduğu Türkmen kitlelerini daha sağlam biçimde İslamiyet’e bağlamış, hem de Anadolu’da Türkleşme ve İslamlaşma noktasında ciddi bir rol oynayarak Müslüman Türkmenler ile gayri Müslim topluluklar arasında önemli bir yakınlaşma ortamının doğmasına yol açmıştır. Bu ortamın oluşmasında, onun çevresindeki insanlara, Müslüman olsun olmasın, hoşgörülü yaklaşmayı ve kırıcı olmadan sürekli güzel sözler söylemeyi ve yapıcı olmayı öğütlemesinin ciddi bir rolü vardı. Bu şekilde onun öncülük etmiş olduğu fikirler, Anadolu’da yaşayan tüm toplum kesimlerine ışık tutmuş, bu nedenle sadece Müslüman Türkmenler değil; diğer din mensupları da bu düşünce ikliminin etki alanına girerek bu iklimden faydalanmışlardır. Öyle ki onun yaşadığı bölge olan İç Anadolu bölgesi Hıristiyanları ile iyi ilişkiler geliştirmesinden dolayı Hıristiyanlar, ona yakınlık duyup büyük bir sempati beslemişler, bununla da yetinmemişler, kendisini Aziz Haralambos adıyla takdis etmişlerdir.6

erbaa”sından biri olmuştur (Bkz. Fığlalı, 1994:161-178; Mélikoff, 1998:88-148; Sarıkaya, 2003:177-182; Öztürk, 1997:99-100; Taşğın, 2012:39-62; Ocak, 1996:456).5 Tüm bu yönleriyle onun, Ahmed Yesevî’nin Orta 5 Ayrıca onun inanç ve ibadet konularına yaklaşımı ile Kur’an anlayışı ve yorum yöntemi için bkz. Dindi, 2011:55-221.

6 Bu bölgede yaşayan Hıristiyanlar, bu yüzden yıllar boyunca Hacı Bektaş türbesine girerken haç çıkarmışlardır. (Bkz., Hasluck, 2000:51-52).

7


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Sonuç Hacı Bektaş Velî, İslam’ı daha çok tevhid merkezli ve ahlakı önceleyen bir bakış tarzı ile tasavvufî bir düşünüş ve anlayış çerçevesi içerisinde algılamış ve çevresine de bu şekilde anlatmıştır. Fikrî planda, onun üzerinde iki önemli eğilimin etkili olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Bunlar, yetişmiş olduğu Horasan bölgesinde etkili olan Horasan Melâmetîlik anlayışı ile Ahmed Yesevî çevresinin fikri yapısı ve düşünceleridir. O, bu yüzden hem İslam düşünce tarihinin hem de Türk düşüncesinin çok yönlü ve komplike bir karakteridir. Yetmiş iki milleti ayıplamamak ilkesine çok önem veren Hacı Bektaş felsefesinin, insanı merkeze alan bir kültür ve medeniyet vizyonuna sahip olduğu görülür. Hacı Bektaş Velî’nin din anlayışındaki vurgu, daha çok hoşgörü ve insan sevgisi üzerine olduğundan o, özellikle din, dil ve ırk farkı gözetmeksizin tüm insanlara saygı ve hürmet göstermek gibi evrensel bir mesajı, yaşadığı XIII. yüzyıl Anadolu’sundan günümüze ulaştırmaya çalışmıştır. Hacı Bektaş Velî’nin İslam anlayışının, günümüzde değerini koruyan pek çok önemli ilkeyi halen içinde barındırdığı göz ardı edilmemelidir. Bu önemli ilkeler, onun düşünce yapısında merkezî önem ve değere sahip olan tek Allah inancı, güzel ahlak, insanın olgunlaşması için ibadetlere verilen değer, bu çerçevede insan ve tabiat sevgisi, doğru bilgiye verilen önem, hoşgörü ve yine bu çerçevede farklı anlayışlara taham8

mül göstererek toplumsal barışı sağlama gibi kültürel çoğulculuğu meydana getiren unsurlardan oluşmaktadır. Bu yönüyle o, günümüz dünyasında çok şey ifade etmekte ve bugünün insanına yine çok şey vermektedir.

KAYNAKÇA ALTINOK, Baki Yaşa. (1995). Hacı Bayram Veli Bayramîlik Melâmîler ve Melâmîlik. Ankara. BOLAT, Ali. (2003). Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik. İstanbul. DİNDİ, Emrah. (2011). Alevi-Bektaşi Geleneğinde Kur’an Anlayışı. İstanbul. DOĞRUL, Ö. Rıza. (T.y.) İslam Tarihinde İlk Melâmet. Ankara. ERASLAN, Kemal. (1991). Hoca Ahmed Yesevi ve Divan-ı Hikmetinden Seçmeler. Ankara. FIĞLALI, E. Rûhi. (1994). Türkiye’de Alevîlik Bektâşîlik. İstanbul. GÖLPINARLI, Abdülbâki. (1995). Vilâyetnâme Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî. İstanbul. GÖLPINARLI, Abdülbâki. (1992). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul. HACI BEKTAŞ VELÎ. (1996). Makâlât. Haz: Esad Coşan. Sad. Hüseyin Özbay. Ankara. HASLUCK, Frederick W. (2000). Bektaşîlik Tetkikleri. Çev: Ragıp Hulusi; Sad: Kamil Akarsu. Ankara. HUCVÎRÎ, Ebû’l-Hasan Ali b. Osman. (1982). Keşfu’l-Mahcûb Hakikat Bilgisi. Haz: Süleyman Uludağ. İstanbul. İNAN, Y. Ziya. (1976). İslâmda Melâmiliğin Tarihi Gelişimi. İstanbul.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

KARA, Mustafa. (1987). “Melâmetiyye”. İÜİFM, S. XLIII/1-4, s. 561-598.

ÖZTÜRK, Mürsel. (2001). Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan. Ankara.

KENZHETAYEV, Dossay. (2007). “Hoca Ahmet Yesevi: Yaşadığı Devir, Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. XLIV, s. 11-36.

ÖZTÜRK, Y. Nuri. (1997). Tarihi Boyunca Bektaşîlik. İstanbul.

KORKMAZ, Sıddık. (2011). “Hacı Bektaş Velî Öğretisinde İtikadi Unsurların Menşei”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. LIX, s. 119-134.

SUNAR, Cavid. (1975). Melâmîlik ve Bektaşîlik. Ankara.

KÖPRÜLÜ, M. Fuad. (2009). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara.

SARIKAYA, M. Saffet. (2003). Anadolu Alevîliğinin Tarihî Arka Planı (XI-XIII. Asırlar). İstanbul.

TAŞĞIN, Ahmet. (2012). Klasik Kaynaklarda Heterodoks Dervişler ve Heterodoksi. İstanbul.

KUTLU, Sönmez. (2011). Türkler ve İslâm Tasavvuru. İstanbul.

TÜRER, Osman. (1985). “Melâmîliğe Dair”. Türk Dünyası Araştırmaları, S. 39, s. 2551.

MÉLİKOFF, Irène. (1998). Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe. Çev: Turan Alptekin. İstanbul.

ÜLKEN, H. Ziya. (1340/1924). “Anadolu Tarihinde Dinî Rûhiyât Müşahedeleri”. Mihrab Mecmuası, S. 15-16, s. 515-530.

OCAK, A. Yaşar. (1996). “Hacı Bektâş-ı Velî”. DİA, S. XIV, s. 455-458. ONAT, Hasan. (2007). Ahmed Yesevî’nin Din Anlayışı ve Bektaşîlikteki Bazı Yansımaları. 2. Uluslararası Türk Kültür Evreninde Alevilik ve Bektaşilik Bilgi Şöleni. Ankara. s. 213-226.

9


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

10


EDİP HARABİ’NİN “VAHDETNAME”SİNE GÖSTERGEBİLİMSEL BİR YAKLAŞIM A SEMIOTIC APPROACH TO EDIP HARABI’S “VAHDETNAME” Medine SİVRİ1

bi ise, tasavvufi bakışın “Vahdetname”de oldukça kısa ve yoğun bir biçimde anlatıl-

ÖZ

masıdır. Nitekim varoluşun başlamasından

Asıl adı Ahmet Edip olan, Edip Harabi on dokuzuncu yüzyılın en önemli tasavvuf şairidir. Onun kendi el yazısıyla oluşturduğu divanındaki şiirleri, özellikle de “Vah-

peygamberlerin hayatına dek tasavvufi felsefe eşliğinde bütün insanlık ve evren tarihinin bir şiirde özetlenmesi bunun en büyük göstergesidir.

detname” isimli nefesi tasavvuf edebiyatına

Harabi, “Vahdetname” ile kendisinden

yeni bir soluk getirmiştir. Bilindiği gibi şiir

önce gelen tasavvufçular gibi bize lafzi ifa-

tüm yazınsal türler içinde en katmanlı ve en

de (sadece halkın anlayacağı) dışında bir

derin dilsel örüntülere sahiptir. Söz konusu

anlamsal yorumun kapılarını açmıştır ve

nefes tasavvufla ilgili olunca bu katmanlılık

bunu eserinde güçlü bir biçimde kurgula-

ve derinlik daha da artmaktadır. Dolayısıy-

yarak yapmıştır. Bu bağlamda bakıldığında

la bu katmanlı ve derin yapı çağdaş çözüm-

eser, sadece içinde geçen tasavvuf terimle-

leme yöntemleriyle de okunmalıdır. Bu ne-

riyle açıklanamaz. Tam tersine eserin hem

denle çalışmamızda, Edip Harabi’nin “Vah-

içeriksel hem de biçimsel düzeyinde gön-

detname” adlı nefesi, çağdaş yöntemlerden

dergelerin ve anlamsal bağların ortaya çı-

biri olan göstergebilimsel yöntemle yeniden

karılması, derin yapıda bu göndergelerin

okunmaya çalışılacaktır.

ve anlamsal bağların yeniden okunması

Edip en

temel

Harabi’nin şiirlerinden

“Divanı”ndaki biri

kuşkusuz

Vahdetname’dir. Bunun en önemli sebeMakale geliş tarihi: 18.02.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017 1 Prof. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, FenEdebiyat Fakültesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü.

gerekmektedir. Bunun için de ancak çağdaş yöntemlerden biri olan göstergebilim okuma yöntemi olarak kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Alevilik-Bektaşilik, Edip Harabi, Vahdetname, Nefes, Göstergebilim. 11


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ABSTRACT Edip Harabi whose real name was Ahmet Edip was one of the leading Sufi poets of the nineteenth century. The poems in his hand-written divan, particularly his ‘nefes’ called “Vahdetname” gave a new impulse

form, and to reread these semantic bonds in depth. The most appropriate method for such a study seems to be the semiotic approach. Keywords: Alevism-Bektashism, Edip Harabi, Vahdetname, Nefes, Semiotic.

to Sufi literature. As it is well known, poetry has the most multilayered and the deepest linguistic patterns among all other literary genre. As the nefes poem is on Sufism these features gain strength. Thus, it is needed to analyze this multilayered and deep structure of nefes poems thorough contemporary literary analysis methods. Therefore, it is aimed in this article to reread Edip Harabi’s nefes called “Vahdetname” through semiotic approach.

One of the fundamental poems in

Edip Harabi’s Divan is beyond doubt “Vahdetname”. The main reason of this estimation is “Vahdetname” narrates the Sufi viewpoint quite briefly and intensively. Hence, the poem summarizes entire history of the universe and humanity from the beginning of life till the lives of the prophets.

GİRİŞ Kutsal bir kitaba sahip olan dinlerin hepsinde tefsir (yorumlama yani herméneutique) doğru tanrısal bilgiye ulaşmak için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Her ne kadar kutsal kitapların açıkça mesajı ilettiği söylense de her kitabı dinde, tanrısal mesajın açıklanması için tanrı yolunda uzmanlaşmış bir âlimler sınıfı vardır. On İki İmam’dan altıncısı olan İmam Ca’fer -usSâdın bu uzman sınıfı ve diğerlerini şöyle açıklamıştır: “Allah’ın kitabı dört şey içerir: Onda açıklanmış deyişler, ifadeler vardır (İbârat: İbareler). İşaretler vardır. Mahsus olan, duyumsanabilen âlemin üzerinde bir başka âleme (monde supra-sensible) ilişkin gizli anlamlar, ince anlamlar vardır (letaif) ve

With his “Vahdetname” Harabi, like

yüce manevi öğretiler vardır (Hakaayık,

preceding Sufis, opened a new door into

hakıykatler). Lafzi ifade, dış anlam topluluk

semantic interpretations apart from literal

için, herkes içindir (avam), (belirli bir seviye

expression (only for common people to un-

gerektirmez- HH.) İşaretler, seçkinler, özel

derstand) and did this by building a strong

yetenekte olanlar içindir (Havass). Gizli

structure in his work. In this context, “Vah-

anlamlar, letaif; Allah dostları (evliya- bkz.

detname” cannot be interpreted only thor-

Aşağıya) içindir. Yüce manevi öğretiler (ha-

ough the Sufi terms used. On the contrary,

kıykatler); nebilere, peygamberlere aittir”

it is needed to reveal references and se-

(Enbiya) (Akt: Corbin: 2013:32-33).

mantic bonds both in terms of context and 12


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

İmam Ca’fer-us-Sâdın’ın söylediği bu

ürünleri, gelenekselleşmiş ve kalıplaşmış

sözler, Edip Harabi’nin “Vahdetnamesi”ni

anlam dünyalarıyla çağdaş kuramlarla in-

değerlendirebilmemiz için oldukça önemli-

celenmeye en çok ihtiyacı olan ürünlerdir.

dir. Çünkü Harabi, “Vahdetname” ile ken-

Ama buna karşın, bu eserler hakkında ya-

disinden önceki gelen tasavvufçular gibi

pılan çalışmaların genelinde; eserlerin anla-

bize lafzi ifade (sadece halkın anlayacağı)

şılmayan noktalarının günümüz Türkçesine

dışında bir anlamsal yorumun kapılarını

çevrilmesiyle yetinilmiş ve birkaç yorumsal

açmıştır ve bunu eserinde güçlü bir biçim-

analiz katılarak eserin kendi iç yapısına ve

de kurgulayarak yapmıştır. Bu bağlamda

dinamiğine dönük çalışmalardan kaçınıl-

bakıldığında eser, sadece içinde geçen ta-

mıştır. Böylece tasavvuf ürünlerinin biçim-

savvuf terimleriyle açıklanamaz. Tam tersi-

sel yapılanışının da anlama katkısı göz ardı

ne eserin hem içeriksel hem de biçimsel dü-

edilmiş ve yapılan kuramsal çözümlemeler

zeyinde göndergelerin ve anlamsal bağların

‘öznel yorum’ olmaktan öteye gidememiş-

ortaya çıkarılması, derin yapıda bu gönder-

tir.

gelerin ve anlamsal bağların yeniden okunması gerekmektedir. Bu da ancak çağdaş yöntemlerden biri olan göstergebilim sayesinde yapılabilir.

Bunu aşmak için ele alınan çalışmada, yorumsal analizlerden kaçınarak Edip Harabi’nin “Vahdetname” adlı nefesini göstergebilimin yöntemlerinden yararla-

Göstergebilim, Umberto Eco’nun deyi-

narak yeniden okumaya çalışacağız. Bu

miyle ‘anlam ormanında’ bize yol gösteren

okuma sırasında nefesin öncelikle biçimsel

en önemli pusulalardan birisidir. Bunun en

özelliklerini yüzeysel yapıda inceleyecek,

önemli nedeni, onun çıkış noktasının nes-

daha sonra derin yapıda hem biçimsel hem

nenin (metnin) kendisi olmasıdır. İncelediği

de içeriksel bağlantıları ortaya koymaya ça-

nesneyi (metni) yüzeysel yapıdan başlaya-

lışacağız.

rak derin yapıya doğru inceleyen göstergebilim hem biçimsel hem de anlamsal bağları ayrıntılı olarak ortaya koymayı amaçlar. Böylece nesnedeki (metindeki) biçimsel yapılanışın anlama müdahalesini açık ve bilimsel bir şekilde ortaya koyar. Ülkemizde, özellikle de 1990’lardan sonra göstergebilimsel yöntemlerle ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalardan çok azı tasavvuf edebiyatı ürünlerine uygulanmıştır. Hâlbuki tasavvuf edebiyatı

13


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

YÜZEYSEL YAPI

28. Üstüne bir köprü mîzân eyledik

1. Daha Allah ile cihân yok iken

29. Gerçi “kün” emriyle var oldu cihân

2. Biz anı var idüp i’lân eyledik

30. ‘Arş u kürsü gezdik turduk bir zamân

3. Hakk’a hiçbir lâyık mekân yok iken

31. Boş kalmasun deyü bu kevn ü mekân

4. Hânemize aldık mihmân eyledik

32. Âdemin halkını fermân eyledik

5. Kendisinin henüz ismi yok iken

33. ‘İrfân olan bilür sırr-ı müphemi

6. İsmi şöyle dursun cismi yok idi

34. İzhâr etmek içün ism-i a’zamı

7. Hiçbir kıyâfeti resmî yok idi

35. Çamurdan yoğurduk yapdık Âdemi

8. Şekil virüp tıpkı insân eyledik

36. Rûhumuzdan bir rûh revân eyledik

9. Allah ile işte burda birleşdik

37. Âdem ile Havvâ birlik idiler

10. Nokdâ-yı a’mâya girdik birleşdik

38. Ne güzel bir mekân bulduk dediler

11. Sırr-ı “künt-i kenzi”orda söyleşdik

39. Cennetin içünde buğday yediler

12. İsm-i şerîfini rahmân eyledik

40. Sürdük bir tarâfa pûyân eyledik

13. Âşikâr olunca zât u sıfâtı

41. Âdemle Havvâ’dan geldi çok insân

14. “Kün” dedik var itdik bu semâvâtı

42. Nebîler velîler oldu nümâyân

15. Birlikde yaratdık hep bu kâ’inâtı

43. Yüz bîn kerret oldu boşaldı cihân

16. Nâm u nişânını cihân eyledik

44. Nûh-ı neciyullâha tûfân eyledik

17. Yerleri gökleri yapdık yedi kat

45. Sâlih’e bir deve eyledik ihsân

18. Altı günde tamâm oldu kâ’inât

46. Kayanın içünden çıkdı nâgehân

19. Yaratdık içünde bunca mahlûkât

47. Pek çokları buna etmedi îmân

20. Erzâkını virdik ihsân eyledik

48. Anları hâk ile yeksân eyledik

21. Asılsız fasılsız yaptık cenneti

49. Bir zamân ashâb-ı kehfi uyutduk

22. Hûri gılmânlara virdik ziyneti

50. Hazret-i Mûsâ’yı Tûr’da okutduk

23. Dürlü va’dlarla her bir milleti

51. Şît’i çulha yapdık bezler tokudduk

24. Sevindirüp şâd u hândân eyledik

52. İdrîs’e biçdirüp kaftân eyledik

25. Bir cehennem kazdık gâyetle derin

53. Süleymân’ı dehre sultân eyledik

26. Lâf âteşi ile eyledik tezyîn

54. Eyyüb’e acıdık dermân eyledik

27. Kıldan gâyet ince kılıçdan keskin

55. Ya’kûb’u ağlatdık nâlân eyledik

14


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

56. Mûsâ’y ı Şu’ayb’a çoban eyledik

85. Ana kıyâs olmaz asla bir nebî

57. Yusuf’u kuyuya attırmış idik

86. Nebîler şâhıdır Hakk’ın habîbi

58. Mısr’da kul diye sattırmış idik

87. Dünyânın ‘ukbânın odur sebebi

59. Zelîhâ’yı ana çattırmış idik

88. Biz anı nebî-i zî-şân eyledik

60. Zellesinden pend-i ihsân eyledik

89. Hak Muhammed ‘Alî ile birleşdik

61. Dâvud peygambere çaldırdık ‘ûdu

90. Hep beraber Kâ’be kavseyne gitdik

62. Kazâdan kurtardık Lût ile Hûd’u

91. O makâmda pek çok muhabbet etdik

63. Bak ne hâle koyduk nâr-ı Nemrûd’u

92. “Leyletü’l-esrâ”yı seyrân eyledik

64. İbrâhim’e bâğu bostân eyledik

93. Bu sözleri sanma her insân anlar

65. İsmâ’il’e bedel cennetden kurbân

94. Kuşdilidir bunu Süleymân anlar

66. Gönderdik şâd oldu Halîlü’r-rahman

95. Bu sırr-ı müphemi ‘ârifân anlar

67. Balığın karnını bir hayli zamân

96. Çünkü câhillerden pinhân eyledik

68. Yunus Peygambere mekân eyledik

97. Hak ile Hak idik biz ezelîde

69. Bir mescide sokduk Meryem Anayı

98. Tâ rûz-ı elest kalû belîde

70. Pedersiz toğurtduk orda ‘Îsâ’yı

99. Mekân-ı Hüdâ’da bezm-i celîde

71. Bir ağaç içünde Zekeriyâ’yı

100. Cemâlini gördük îmân eyledik

72. Biçdirüp kanını rîzân eyledik

101. Vahdet ‘âlemini bilmeyen insân

73. Beyt-i Mukaddes’de Kudüs şehrinde

102. İnsân sûretinde kaldı bir hayvân

74. Nehr-i Şeri’a’da Ürdün nehrinde

103. Bizden ayrı değil Hazret-i Sübhân

75. Tathîr etmek içün günün birinde

104. Bunu Kur’ân ile ‘ayân eyledik

76. Yahyâ’yı ‘Îsâ’yı ‘üryân eyledik

105. Sözlerimiz bize pek muhakkakdır

77. Böyle cilvelerle vakd geçirdik

106. Toğan ölen yapan bozan hep Hak’dır

78. Bu enbiyâ ile çok iş bitirdik

107. Her nereye baksan Hakk-ı mutlakdır

79. Başka bir nebî-i zî-şân getirdik

108. Ahvâl-i vahdeti beyân eyledik

80. Anın her nutkunu Kur’ân eyledik

109. Vahdet sarâyına girenler içün

81. Küffâr-ı Kureyşi etdik bahâne

110. Hakk’ı Hakke’l-yâkîn görenler içün

82. Muhammed Mustafâ geldi cihâne

111. Bu sırrı Harâbî görenler içün

83. Halkı da’vet etmek içün îmâna

112. Birlik meydânında cevlân eyledik

84. Murtazâ’yı ana ihvân eyledik 15


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Harabi’nin incelediğimiz eseri Türk

tır. İkinci anlamı ise; “etmek, yapmak” tır.2

halk edebiyatında nefes olarak adlandırı-

İncelediğimiz şiirde daha çok ikinci anlamı

lan bir türde, hece ölçüsüyle yazılmıştır.

kullanılsa da derin yapıda bu iki farklı an-

Bilindiği gibi nefesler, daha özelinde Alevi-

lamsal yapı önemlidir. Bu kelime eser için-

Bektaşi edebiyatında, sohbet toplantıların-

de otuz dört kez kullanılmıştır. ‘Eyledik’

da okunan öğretici şiirlerdir. Bu bağlamda

sözcesinin, ‘biz’ gizli öznesini de içinde ba-

bakıldığında öncelikle incelediğimiz şiirin

rındırması derin yapı için önemlidir. Ayrıca

tasavvuf kavramlarının, didaktik bir biçim-

‘biz’ sözcesi, şiirde gizli özne görevinin dı-

de ve kendisinden önceki tasavvuf edebiya-

şında da beş kez yinelenerek kullanılmıştır.

tı ürünlerinden metinlerarasılık yöntemleri kullanılarak yazıldığını göz önünde bulundurmalıyız.

Şiirde yinelenerek kullanılan bir diğer sözce ise ‘Hakk (Hak)’tır. Sekiz kez yinelenerek kullanılan bu sözcenin şiirdeki bağla-

Eserlerinde hem aruz ölçüsünü hem de

mı değerlendirildiğinde “Allah” anlamına

hece ölçüsünü kullanan Harabi’nin aruz öl-

gelmektedir ancak “Allah” sözcesinin de şi-

çüsüyle yazdığı eserlerde de hece ölçüsüyle

irde iki defa geçmesi, yani Hakk ile Allah’ın

yazdığı eserlerde de ölçü bozuklukları özel-

aynı anlama gelecek şekilde ikili kullanımı,

likle dikkat çeker. Nitekim incelediğimiz

dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Hakk kelime-

söz konusu eserdeki şiir de 11’li hece ölçü-

si Arapçadır. Hakk kelimesinin çoğulu ise

süyle yazılmasına rağmen bu ölçünün yer

“hukuk” kelimesidir. Türk Dil Kurumu’nun

yer bozulduğu görülmektedir. Aslında ölçü

online Büyük Türkçe Sözlük’teki verilerine

hatası gibi görülen bu bozukluklar, şiirdeki

göre de “hak” kelimesinin birinci anlamı

anlamsal vurgulara gönderme yapmakta-

adalettir.3 Araştırmalarımıza göre ise; Hakk

dır. İncelediğimiz şiirde; on beşinci kesitte

kelimesini Allah kavramının yerine ilk kez

ve kırk dördüncü kesitte hece ölçüleri fark-

kullanan sûfilerdir. Nitekim Mehmet De-

lıdır. Diğer ölçü bozuklukları ise okunuş

mirci, İslam Ansiklopedisi’nin on beşinci

yanlışlıklarından kaynaklanmaktadır. De-

cildindeki Hakk kelimesini açıklarken, ilk

rin yapıda bu anlamsal vurgular ayrıca in-

sûfilerin Hakk kelimesini Allah yerine kul-

celenecektir.

landığını vurgulamıştır. (Hak: Tasavvuf,

Göstergebilimsel açıdan şiirlerde kulla-

1997).

nılan ses ve kelime tekrarlarının da anlamsal açıdan önemli bir yeri vardır. İncelediğimiz şiirde ‘eyledik’ redifinin kullanılması dikkat çekmektedir. ‘Eylemek’ aslında iki anlama gelmektedir. Birinci anlamı: “Bir kişiden veya bir şeyden yoksun bırakmak”

16

2 Eylemek sözcüğünün anlamları için bakınız: Türk Dili Kurumu Online Güncel Sözlük: http://www.tdk.gov.tr/ index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK. GTS.58f669c4d8f954.38868835. 18.04.2017. 3 http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_ bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58f6742e35d435. 45094916. 18.04.2017.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Birbirine zıt anlamı olan “var” ve “yok” sözceleri de incelediğimiz şiirde yinelenerek kullanılmışlardır. “Yok” sözcesi beş defa, “var” sözcesi ise üç defa yinelenmiştir. “Var” ve “yok” sözceleri gibi birbirleriyle karşıt anlamda kullanılan “cennet” ve “cehennem” sözcelerinin kullanımı da dikkat çekicidir. “Cennet” sözcesi üç defa yinelenerek kullanılırken “cehennem” sözcesi sadece bir defa kullanılmıştır.

çilmesinin derin yapıda önemli bir anlamı vardır. Yalın bir Türkçeyle yazılmış olan eserde yer alan kimi Arapça ve Farsça tamlamalar, tasavvuf edebiyatında genelde kullanılan kelime grupları ve tamlamalardır. Eserde oldukça yoğun bir şekilde, (özellikle de Kur’an’da yer alan peygamber isimleri gibi) özel isimlere yer verildiği görülmektedir. Ayrıca şair son dörtlükte kendi mah-

Yine şiirde geçen “mekân” sözcesi

lasını kullanarak edebiyatımızdaki mahlas

beş defa yinelenmiş, “zamân” sözcesi ise

kullanma geleneğine uymuştur. Nefeste

üç defa yinelenerek kullanılmıştır. Eserde

geçen bazı Arapça ve Farsça tamlamaların

“vahdet” sözcesi ise üç kez yinelenmiştir.

açıklamaları şöyledir:

Bütün bu sözce tekrarlarının derin yapıda anlamsal bağları vardır. Şiirde dikkat çeken önemli bir özellik de peygamber isimlerine yer verilmesidir. Toplam olarak on dokuz peygamberin ismi geçmektedir. Bu peygamberler şunlardır: Hz. Adem, Hz. Salih, Hz. Mûsa, Hz. Şit, Hz. İdris, Hz. Süleyman, Hz. Eyyüb, Hz.

Ahval-i Vahdet: Varlığın durumu. Hakk’el Yakin: Hakk’ı yürekten bilme. Kâb-ı Kavseyn: Miraç makamında Allah ile buluşma. Künt-ü Kenz: Hakk’ın gizli hazinesi. Leyle’tel Esra: (Leyle’tel İsra): Miraç gecesi.

Ya’kub, Hz. Şu’ayb, Hz. Yusuf, Hz. Davud,

Nebi-yi Zişan: Şanlı peygamber.

Hz. Lût, Hz. Hûd, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Zekeriya, Hz. İsa, Hz. Yahya, Hz.

Noktay-ı Âma: Başlangıçtan önce, görünmeyen yer.

Muhammed’dir. İsmi en çok geçen pey-

Sırrı Müphem: Gizli sır.

gamber Hz. Âdem’dir, eserde dört kez yinelenmiştir. Hz. Mûsâ ve Hz. Muhammed ise iki kez yinelenerek kullanılmışlardır.

DERİN YAPI İncelediğimiz

nefesin

başlığı

Zamansal açıdan baktığımızda şiirde

“Vahdetname”’dir. Arapça kökenli bir ke-

geçmiş zamanın (-di’li geçmiş zaman) kul-

lime olan vahdet kelimesi hem birlik, bü-

lanıldığını görürüz. Bilindiğini gibi görülen

tünlük anlamına hem de yalnızlık ve inziva

geçmiş zaman kipi, öznenin yapılan eyleme

anlamına gelmektedir. Özellikle tasavvuf

şahit olduğunu belirtir. Bu nedenle şiirin

edebiyatındaki kullanımıyla düşünüldü-

yapısının oluşturulmasında bu zamanın se-

ğünde; Allah’a ulaşıp onunla bir olmak de17


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

mektir. Nefeste vahdet kelimesi üç kez yi-

yansımasıdır. Bu nedenle her şey bir teklik-

nelenmektedir. Bu derin yapıda önemlidir.

ten ibarettir.

Çünkü bilindiği gibi Alevi-Bektaşi inancında üç sayısı Hakk-Muhammed-Ali’yi simgelemektedir. Bu simgelerin üçünün de buluştuğu yer birlik, bütünlük yani vahdettir. Tasavvufa göre; bütün varlıklar Allah’ın bir

“Vahdetname”de göze çarpan biçimsel özelliklerden bir diğeri de şiirin on birli hece ölçüsüyle yazılmasına rağmen yapılan ölçü bozukluklarıdır. Hece ölçüleri farklı olan kesitler şunlardır:

15. Birlikde yaratdık hep bu kâ’inâtı

(12’li hece ölçüsü)

44. Nûh-ı neciyullâha tûfân eyledik

(12’li hece ölçüsü)

Şiirdeki 11’li hece ölçüsüne uymayan

gelen her şey (felaket de tufan da buna da-

bu kesitlerin aralarındaki anlam ilişkisi il-

hil) yine bizdendir” anlamını vermektedir.

ginçtir.

Bu anlam tasavvufun en önemli ilkesi olan

On beşinci kesitte, kâinat’ın birlikte ya-

‘birlik’ ilkesine gönderme yapmaktadır.

ratılmasına değinilirken; kırk dördüncü ke-

Yüzey yapıda da söylediğimiz gibi ‘ey-

sitte, Allah’ın sırdaşı olan, Allah’la sürekli

ledik’ sözcesi şiirde otuz dört kez yinelen-

bir olan Nûh’a tufan gönderdik denilerek

mektedir. Bağlamsal kullanımıyla değer-

derin yapıda bir karşıtlık yaratılmaktadır.

lendirdiğimizde şiirdeki anlamı ‘yaratmak

On beşinci kesitte yer alan ‘biz’ öznesinin

olan ‘eylemek’ sözcesinin sözlükteki ilk an-

içinde kuşkusuz Nûh da vardır ama kırk

lamı ‘yoksun bırakmak’tır. Bu ikili anlamıy-

dördüncü kesitte Allah’ın sırrını paylaşan,

la derin yapıda bir karşıtlık oluşturarak ta-

Allah dostu Nûh ötekileştirilerek ‘biz’ öz-

savvufun birlik ilkesine gönderme yapmak-

nesinden ayrıştırılmıştır. Bu aslında; “bize

tadır. Bu karşıtlık şu şekilde gösterilebilir:

Eylemek (Yoksun bırakmak)

kt.

Eylemek (Yaratmak)

Ayrıca eyleme işini yapan, yani hem

maktadır. ‘Eyledik’ sözcesinin şiirde otuz

yoksun bırakan hem de yaratan, ‘eyledik’

dört kere yinelenmesi önemlidir. Bilindiği

sözcesinin içindeki ‘biz’ gizli öznesidir. Ni-

gibi otuz dört sayısı, on yedi sayısının iki

tekim metin içinde de ‘biz’ sözcesi beş kez

katıdır ve on yedi sayısı Alevilik- Bektaşi-

yinelenerek kullanılmıştır. Örneğin ikinci

lik inancında, On Yedi Kemerbestleri temsil

kesitte: “Biz anı var idüp i’lan eyledik” di-

ettiği için önemlidir. Bu nedenle ‘eyledik’

yerek eylemin birlikte yapıldığına vurgu

kelimesinin otuz dört kez yinelenerek kul-

yapılmaktadır. Bu birliktelik de yine tasav-

lanılması Şahı Merdan Ali’ye dolaylı bir

vuftaki vahdet anlayışına gönderme yap-

gönderme yapmaktadır. Ayrıca otuz dört

18


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

sayısı kendi içindeki rakamların toplamıy-

bir gönderme olarak okunabilir. Bu baş-

la yedi (3+4=7) sayısına ulaşmamızı sağlar.

langıç aynı zamanda “Kelime-i Tevhid”in

Bu da derin yapı için önemlidir. Çünkü

başlangıcına benzemektedir. Bilindiği gibi

yedi sayısı birçok anlamsal mitolojik öğe

“Kelime-i Tevhid” de Arapça ‘yok’ anlamı-

barındırmaktadır. Bunlardan birisi dünya-

na gelen ‘lâ’ kelimesiyle başlamaktadır.

nın yedi günde yaratılmasıdır. Bir diğeri ise mitolojik mikrokozmosun temsil ettiği yedi boyuttur. Bu boyutlardan ilk üçü gökyüzü, yeryüzü ve yer altıdır. Diğer dördü ise dört yönü gösteren doğu, batı, güney ve kuzey yönleridir. İlk üç boyut üçgensel bir anlam alanı yaratırken diğer dört boyut ise karesel bir anlam alanı yaratarak tüm varlığı toplam yedi boyutta düşünen eski mitolojik anlatılara gönderme yapar.

‘Yok’ sözcesinin karşıtı olan ‘var’ sözcesi ise; ikinci kesitte, on dördüncü kesitte ve yirmi dokuzuncu kesitte olmak üzere şiirde üç kez yinelenerek kullanılmıştır. Bu kullanım tasavvuf şiir geleneği içinde “HakkMuhammed-Ali”

üçlemesine

gönderme

yapmaktadır. Varlığın anlamı, tasavvuf inancına göre, vahdette; vahdet de aslında “Hakk-Muhammed-Ali” üçlemesinde kendine yer bulur.

Şiirdeki ilk sekiz kesiti ele aldığımızda, ‘yok’ sözcesinin bu ilk sekiz kesit içinde (birinci, üçüncü, beşinci, altıncı ve yedinci kesitlerde) beş kez yinelendiği görülmektedir. Bu kesitler dışında ‘yok’ sözcesi kullanılmamıştır. İsmi “Vahdetname” olan ve varlığı açıklayan bir şiirin ilk sekiz dizesinde bu kadar çok ‘yok’ sözcesinin kullanılması ve diğer kesitlerinde hiç kullanılmaması, varlığın yokluktan geldiğine dair inanca

İncelediğimiz şiirin ilk dört kesiti uzam söylemleriyle dikkat çekmektedir. Birinci kesitte: ‘Daha Allah ile cihan yok iken’, üçüncü kesitte: ‘Hakk’a layık hiçbir mekân yok iken’ ve dördüncü kesitte: ‘Hanemize aldık mihman eyledik’ sözceleri birlikte düşünüldüğünde uzamsal olarak bir karşıtlık yaratmaktadır. Bu karşıtlık, yokluk ve varlık karşıtlığında şöyle gösterilebilir:

Yokluk

kt.

Varlık

Cihan, mekân

kt.

Hanemiz

Yukarıdaki karşıtlık aslında söylemsel

dır. Buna göre; Allah ancak yarattığı kul-

olarak ilginçtir. Cihân ve mekân yok iken

larının gönlünde var olabilir. Yani aslında

Allah’ın sadece hanede (aslında gönülde)

Allah’ın varlığı, yarattığı kulunun varlığına

anlam kazanması, başka bir açıdan yine

bağlıdır. Dolayısıyla derin yapıdaki anlam

vahdet olgusuna gönderme yapmaktadır.

yine bizi tasavvufun vahdet kavramına gö-

Söz konusu karşıtlıkta aynı zamanda diya-

türür. Ama burada şair Kur’an’ı Kerim’in

lektik bir var olma süreci de açıklanmakta-

Ahzâb Suresi’nin 72. ayetine de bir gönder19


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

me de bulunmuştur. Bu ayet şöyledir: “Biz

Kur’an’a göre peygamberlerin geliş sı-

emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif et-

rası; Hz. Âdem, Hz. İdris, Hz. Nuh, Hz.

tik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler,

Hud, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz.

(sorumluluğundan) korktular. Onu insan

İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakıp, Hz. Yusuf, Hz.

yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahil-

Eyyub, Hz. Şuayb, Hz. Musa, Hz. Harun,

dir.” Çalışmamızın girişinde de bahsettiği-

Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zülfifl, Hz.

miz gibi tasavvuf ehlinde yetişen dervişler,

Yunus, Hz. İlyas, Hz. Elyesa, Hz. Zekeriyâ,

Kur’an’ın herkese açık anlamından çok, an-

Hz. Yahya, Hz. İsa, Hz. Muhammed.

layabilen için derin anlamlar barındırdığını ifade etmişlerdir. Şair de aslında burada, bu ayetin derin anlamının nasıl okuduğunu bize göstermektedir. İncelediğimiz şiirde bunun gibi birçok ilişki Kur’an’daki ayetlerle okunabilir ama en çarpıcısı bu örnektir. İncelediğimiz şiirde dokuzuncu kesitteki, “Allah ile işte burada birleşdik” ve “Nokdâ-yı a’mâya girdik birleşdik” sözce grupları önemlidir. Birleşme, tasavvufta insan için ancak fenafillah yoluyla olur. Ama buradaki birleşme, başlangıçta olduğu için fenafillahın aşamaları geçerli değildir.

“Vahdetname”deki tarihsel seyre göre peygamberlerin sırası: Hz. Âdem, Hz. Salih, Hz. Musa, Hz. Şit, Hz. İdris, Hz. Süleyman, Hz. Eyyüb, Hz. Ya’kub, Hz. Şu’ayb, Hz. Yusuf, Hz. Davud, Hz. Lût, Hz. Hûd, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Zekeriya, Hz. İsa, Hz. Yahya, Hz. Muhammed’dir. “Vahdetname”deki

peygamberlerin

Kur’an’daki geliş sırasına göre yer almaması da aslında yine tasavvuftaki devriye inancına yönelik bir göndermedir. Bu nedenle derin yapıda önemlidir.

Bu sözce grubunu önemli yapan bir diğer

İncelediğimiz şiirde ismi en çok geçen

nedense bu dizelerden sonraki dizelerde

peygamber Hz. Âdem’dir. Nefeste dört kez

Kur’an’a göre bir tarihsel akışın izlenme-

yinelenerek kullanılmıştır. Burada en önem-

sidir. On dördüncü kesitte yer alan “Kün”

li nokta, Hz. Muhammed’e geçmeden önce

(ol) dedik sözcesiyle başlayan bu tarih-

diğer peygamberler ve onların yaşadıkları

sel akış doksan üçüncü kesite kadar sü-

için seksen birinci ile seksen dördüncü ke-

rer. Doksan yedinci kesitte bu tarihsel akış

sitler arasında şu ifadelerin kullanılmasıdır:

“Hak ile Hak idik biz ezelide” diyerek en baştan yeniden başlar ve yüz beşinci kesite kadar sürer. Burada döngüsel bir zamanın kullanılması önemlidir. Çünkü bu döngüsellik tasavvuftaki devriye kavramına gönderme yapmaktadır. Ayrıca bu tarihsel seyir sırasında peygamberlerin geliş sırası da Kur’an’daki geliş sırasına uymamaktadır. 20

Küffâr-ı Kureyşi etdik bahâne Muhammed Mustafâ geldi cihâne Halkı da’vet etmek içün îmâna Murtazâ’yı ana ihvân eyledik


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Küfür eden Kureyş’in bahane edilerek Muhammed’in cihana getirilmesi önemlidir. Seksen beş ile seksen sekizinci kesitler

50. Kesit: Tûr Dağı 57. Kesit: Kuyu

arasında Hz. Muhammed’den daha açık

58. Kesit: Mısır

ifadelerle bahsedilmiştir.

64. Kesit: Bağ u bostân

Ana kıyâs olmaz asla bir nebî

67. Kesit: Balığın karnı (Yunus Peygamber)

Nebîler şâhıdır Hakk’ın habîbi

69. Kesit: Mescid (Hz. Meryem)

Dünyânın ‘ukbânın odur sebebi Biz anı nebî-i zî-şân eyledik Hiçbir peygamberin onunla kıyaslanmaması, Hakk’ın onun sevgilisi olması,

71. Kesit: Ağacın gövdesi (Hz. Zekeriya) 73. Kesit: Kudüs 74. Kesit: Şeria ve Ürdün Nehri 90. Kesit: Kâ’be kavseyn (Mirac)

dünyanın yaratılma sebebinin o olması

99. Kesit: Mekân-ı Hüda (Hakk’ın mekanı)

ve onun peygamberler şahı ilan edilmesi

112. Kesit: Birlik Meydanı

Kur’an’da yazan ayetlerle benzerlik göstermektedir.

Bu sıralamada ilk üç mekân ile son üç mekân arasında anlamsal bir paralellik var-

İncelediğimiz nefeste geçen mekânlara

dır. Nitekim Hakk’a layık olmayan mekân

baktığımızda, sözü edilen mekânların şu sı-

ile Kâ’be kavseyn (Hz. Muhammed’in mira-

rayı takip ettiğini söyleyebiliriz:

ca yükseldiği yer); Hane (gönül) ile Mekân-ı

3. Kesit: Hakka layık olmayan mekân

Hüda (Hakk’ın mekânı) ve Noktay-ı Ama

4. Kesit: Hanemiz (Gönlümüz)

(başlangıç ötesi) ile Birlik Meydanı arasında anlamsal bir paralellik bulunmaktadır. Aynı

10. Kesit: Noktay-ı Ama (Görünmeyen

zamanda ilk mekân ile son mekân arasında

yer, Başlangıçtan ötesi)

bir karşıtlık ilişkisi vardır.

14. Kesit: Semavat (Gökyüzü) 15. Kesit: Kâ’inat 16. Kesit: Cihan 21. Kesit: Cennet 25. Kesit: Cehennem 27. Kesit: Kıldan ince kılıçtan keskin köprü 30. Kesit: Arş u kürsü (Göklerin en üst katı)

Bu karşıtlık ilişkisinde Hakk’ın ancak Birlik Meydanı’nda anlam bulduğu çıkarımı yapılabilir. Bu çıkarım önemlidir çünkü nefesin hemen her mesajında vurgulanan vahdet olgusu burada en açık haliyle yer almıştır. Ayrıca mekânların sırasına dikkat edilirse Hakk’a layık olmayan mekânla başlayıp Birlik Mekânı ile bitmektedir. Yani yokluktan varlığa giden bir süreç anlatılmıştır. 21


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Hakka layık olmayan mekân

kt.

Birlik Meydanı

Yokluk

kt.

Varlık

İncelediğimiz nefeste sır kelimesi de

siyle yinelenmiştir. Yüz on birinci ve yüz

sır anlamına gelecek kelimeler de oldukça

on ikinci kesitte: “Bu sırr-ı Harâbi görenler

yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Üçüncü

içün / Birlik meydânında cevlân eyledik”

bölümde yer alan, “Noktay-ı a’mâ”, evre-

sözceleriyle sır vurgulanmıştır. Burada da

nin sırrı anlamına da gelmektedir. Aynı

görüldüğü gibi bu sırrı bilenler ile sır giz-

bölümde yer alan “künt-ü kenz” ifadesi de

lenenler arasında açık bir karşıtlık vardır.

Hakk’ın gizli hazinesi anlamına gelmekte-

Bu karşıtlık doksan altıncı kesitte yer alan:

dir. Otuz üçüncü kesitte; “irfân olan bilür

“Çünkü câhillerden pinhân eyledik”, yani

sırr-ı müphemi” denilerek bu sırra sadece

cahillerden gizledik sözcesiyle belirgin-

irfan sahibi olanların ulaşabileceği vurgu-

leştirilmiştir. Dolayısıyla cahiller ve arifler

lanmıştır. Bu vurgu doksan beşinci kesitte:

arasında sırrı bilmek ve bilmemek karşıtlığı

“Bu sırr-ı müphemi ‘ârifân anlar” sözce-

kurulmuştur.

Arifler

kt.

Cahiller

Sırrı bilenler

kt.

Sırrı bilmeyenler

Bu sır vahdet’in kendisi yani birliktir.

ifadesi kullanılmış ve arif ile cahil arasında-

Yirmi altıncı bölümde vahdet âlemini bil-

ki karşıtlık bir başka karşıtlığa dönüşmüş-

meyen insan için ‘insan suretinde hayvan’

tür.

Arifler

kt.

Cahiller

İnsan

kt.

İnsan suretinde hayvan

Bu karşıtlığın kurulmasındaki en büyük

apaçık gösterilmiştir. Ama onu görebilmek

neden vahdet âlemine ancak akıl ile ulaşıla-

için akıl gereklidir. Akılla yola çıkıldığı za-

bileceğinin söylenmek istenmesidir. Çünkü

man, şairin yüz yedinci kesitte de belirttiği

sır, yüz üçüncü kesitte yer alan: “Bizden

gibi; “Her nereye baksan Hakk-ı mutlak-

ayrı değil Hazret-i Sübhân / Bunu Kur’ân

dır” ifadesi kanıtlanacak ve vahdet âlemine

ile ‘ayân eyledik” sözcesinde de belirtildiği

ulaşılacaktır.

gibi, onu idrak edebilecekler için Kur’ân’da

22


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

SONUÇ Şiir, anlamsal bağlantılarıyla yazın türleri arasındaki en yoğun türlerden biridir. Mehmet Yalçın’ın da söylediği gibi: “Şiirin oluşumunda kavramayı güçleştiren özel bir durum vardır: Doğal dil gibi çok karmaşık bir dizge üstünde, en az bir o kadar karmaşık ikinci bir dilin yaratılması söz konusudur çünkü” (Yalçın, 2010:33). Bu açıdan bakıldığında nefesin dil, biçim ve anlam yönüyle oluşturduğu sanatsal bildirişimlerin anlam katmanlarını açığa çıkarabilmek için en elverişli yöntemlerden birisi göstergebilimdir. Bu düşünceden yola çıkarak göstergebilimsel yöntemlerle yeniden okumaya çalıştığımız Edip Harabi’nin “Vahdetname” isimli nefesindeki anlamsal bağlantılar ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır ve şiire başlığını veren vahdet olgusunun nefesin birçok anlam katmanında değişik biçimlerde yeniden oluşturulduğu görülmüştür.

KAYNAKÇA AHMED, Edip Harabi. (2012). Edip Harabi Divanı. Ed: Coşkun Kökel. Ankara. BARTHES, Roland. (2009). Yazının Sıfır Derecesi Yeni Eleştirel Denemeler. Çev: Tahsin Yücel. İstanbul. CHEVALIER, Jean; GHEERBRANT, Alain. (1982). Dictionnaire des Symboles. Mythes, Rêves, Coutumes, Gestes, Formes, Figures, Couleurs, Nombres. Paris. CORBIN, Henry. (2013). İslâm Felsefesi Tarihi. Çev: Hüseyin Hatemi. C.1. İstanbul.

CORBIN, Henry. (2015). Bir’le Bir Olmak, İbn Arabi Tasavvufunda Yaratıcı Muhayyile. Çev: Zeynep Oktay. İstanbul. DİLÇİN, Cem. (2005). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. Ankara. ERKMAN-AKERSON, Fatma. (2005). Göstergebilime Giriş. İstanbul. GUIRAUD, Pierre. (1994). Göstergebilim. Çev: Mehmet Yalçın. Ankara. GENER, Cihangir. (2014). Ezoterik-Batıni Doktrinler Tarihi. Ankara. GÜNAY, Doğan. V. (2002). Göstergebilim Yazıları. İstanbul. GÜNAY, Doğan. V. (2007). Metin Bilgisi. İstanbul. HAK: Tasavvuf. (1997). İslam Ansiklopedisi içinde. (15. Cilt, s.151). Türkiye Diyanet Vakfı. Ankara. KIRAN, Zeynel; KIRAN, Ayşe. (2000). Yazınsal Okuma Süreçleri. Ankara. KIRAN, Zeynel; KIRAN, Ayşe. (2006). Dilbilime Giriş. Ankara. RİFAT, Mehmet. (1992). Göstergebilimin ABC’si. İstanbul. RİFAT, Mehmet. (2005). XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 1. İstanbul. SALT, Alpaslan. (2010). Neo-Spiritüalist Yaklaşımlarla Ezoterik Bilgilerin Işığında Semboller. İstanbul. SUNAR, Cavit. (2003). Tasavvuf Felsefesi veya Gerçek Felsefe. İstanbul. VARDAR, Berke. (2001). Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri. İstanbul. YALÇIN, Mehmet. (2003). Şiirin Ortak Paydası Şiirbilime Giriş. İzmir. YALÇIN, Mehmet. (2010). Şiirin Ortak Paydası II Kuram ve Çözümlemeler. İstanbul.

23


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

24


ANTİK YUNAN VE ALEVİ EZOTERİZMLERİNE BAĞLI MÜZİK KÜLTÜRLERİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ A COMPARATIVE ANALYSIS OF MUSIC CULTURES BASED ON ANTIQUE GREEK AND ALEVI ESOTERICISMS Banu Mustan DÖNMEZ1

Öncelikle ezoterik doktrinlerin ortak özellikleri üzerinde durulduktan sonra,

Muhammed Ali’ye ikrar verdinse

Antik Yunan ve Alevi ezoterizmi karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır: Yunan ezote-

Gördüğün ört görmediğin söyleme

rizminin bir kültü ve mitolojikleşmiş yüce

Sıdk ile imanda karar kıldınsa

kahramanı olarak uluslararası sanat müzi-

Gördüğün ört görmediğin söyleme

ği tarihi içerisinde özellikle operalarda ve

(Genç Abdal, 19. Yy.)

diğer çalgısal eserlerde de sıklıkla işlenmiş olan ve Pisagoras’ın ilmini kendisinden aldığı düşünülen Orfeus’un ve Alevi ezoterizminin müzik algısı ve uygulamalarının

ÖZ Bu çalışmanın amacı, Alevilikteki müzik algısını genelde dünya ezoterizm mirası, özelde ise Antik Yunan ezoterizm mirası ile karşılaştırarak çok boyutlu olarak ele almaktır. Bu anlamda, öncelikle ezoterizmin tanımı ve anlamı üzerinde durularak dünya kültür tarihi içerisindeki yeri ele alınmıştır. Böylelikle çalışmanın ilerleyen aşamalarında, ezoterik yapılanma içerisinde müziğin yerini daha iyi tartışabilmek hedeflenmiştir.

ortak noktaları, bir karşılaştırma yöntemiyle kültürel bağlamda analiz edilmiştir. Bu karşılaştırmaya duyulan gereksinim, Orfik (Orfeusçu) müzik/Orfik dünya algısı ve uygulamalarının Alevilik ve ozanlık kültürüyle olan inanılmaz benzerliklerini gösterme amacından kaynaklanmaktadır. Öneriler kısmında ise, Alevi cenaze erkânı içerisinde semah dönülmesi gerekliliğinin ezoterik nedenleri detaylandırılarak açıklanmıştır. Son alt başlıktaki “mini sözlük”te ise gerek Yunan ve gerek Alevi kültürüne özgü ezoterik ve müziksel terimlerin açıkla-

Makale geliş tarihi: 03.02.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017 1 Doç, Dr., İnönü Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Müzik Bölümü.

malarına yer verilmiştir: Ozanlık, tasavvuf, insan-ı kâmil, Orfeus, müzik, esrime, sayı mistisizmi, Pisagoras, Kuran-ı natık, telli 25


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Kur’an, kelam, nefes, ayet, aşk-ateş-yanma

credible resemblance of the Orphic music/

metaforları gibi kavramlar, mini sözlük

Orphic world perception and practices with

kavramlarından bazılarıdır.

Alevism and the culture of minstrelsy. Rec-

Anahtar Kelimeler: Antik Yunan Ezoterizmi, Alevi Ezoterizmi, Ezoterik/Dinsel Müzik, Ozanlık Geleneği, Orfizm (Orfeusçuluk).

“semah” ritual (a religious dance) in Alevi funerals by the important figures of Alevi

The “mini dictionary” under the last

The aim of this study is to address the perception of music in Alevism in a multidimensional way by comparing it with the world’s heritage of esotericism in general and with the heritage of ancient Greek esotericism in particular. In this sense, esotericism in the world cultural history was firstly contextualized by focusing on its definition and meaning in order to be able to discuss the place of music in the esoteric structure better in the later stages of the study. Following the discussion of the common features of the esoteric doctrines, Ancient Greek and Alevi esotericisms were comparatively:

The

common

grounds of music perception and practices of Alevi esotericism and Orpheus whose knowledge is believed to have been acquired by Pythagoras and who has often been covered as a cult and mythologized supreme hero of the Greek esotericism in international art music history, especially in operas and other instrumental works were analyzed in a cultural context by a comparison method. The drive behind this comparison is the purpose of demonstrating the in26

oteric causes of the necessity of performing

community.

ABSTRACT

analyzed

ommendations section elaborates on the es-

subheading includes the explanations of esoteric and musical terms pertaining to both Greek and Alevi cultures: Such concepts as minstrelsy, mysticism, “insan-ı kâmil” (perfect human being), Orpheus, music, “esrime” (trance), numerical mysticism, Pythagoras, “Kuran-ı natık” (Speaking Koran), telli “Kur’an” (saz - a traditional Turkish string instrument), “kelam” (sacred word), “nefes” (breath), “ayet” (sacred verse) and metaphors of love-fire-burning are only some of those that can be found in the mini dictionary. Keywords: Ancient Greek Esotericism, Alevi Esotericism, Esoteric/Sacred Music, Minstrelsy Tradition, Orphism.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

I. EZOTERøZMøN TANIMI VE KÜLTÜR TARøHø øÇERøSøNDEKø YERø

I. EZOTERİZMİN TANIMI VE KÜL TÜR TARİHİ İÇERİSİNDEKİ YERİ

Şekil 1. Gener’in oluşturduğu dünya üzerindeki Ezoterik-Bâtıni Ekoller Haritası (Gener, 2002:6) ùekil 1. Gener’in oluúturdu÷u dünya üzerindeki Ezoterik-Bâtni Ekoller Haritas (Gener,

2002: 6) “Ezoterizm”, Türkçe sözlüklere de göz

yayınlanan Osmanlıca-Türkçe Sözlük içeri-

atıldığında “Bâtınilik” ve “içrekçilik” ile

sindeki şu maddede de görülür: “Kur’an-ı

eş anlamlıdır (Doğan, 2008:161-505-751).

Kerim’deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin

“Ezoterizm”, Türkçe sözlüklere de göz atld÷nda “Bâtnilik” ve “içrekçilik” ile eú

anlamldr (Do÷an, 2008: 161-505-751). Batnilik úu biçimde tanmlanr: “Kur-an- Kerim’de

yer alan kelime ve hükümlerin açk manalarndan baúka mânalarından mecazi birtakm manalarnn zâhir ve aşikâr ayrılarak, Batınilik şu biçimde tanımlanır: “Kur-an-ı usûlsüz ve dú yanlış te’viller ile âyet ve hadisKerim’de yerileri alansürenlerin kelime ve hükümlerin oldu÷unu görüúü ki ekseriyeti øslam saylmútr; içrekçilik, ezoterizm, gizlibiçimde, ve sırlı Batni mânalarını iddiaçık manalarından başka birtakımteyitlerin batniyye” (Do÷an, 2008:mecazi 161). Do÷an’ edecek görüúebulmak øslam dünyasnda manalarının olduğunu ileri sürenlerin gö-

asında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı

rüşü ki ekseriyeti İslam dışı sayılmıştır;

olanlar... Bâtınilere, muhtelif vesileler ile

büyük bir ön yargyla yaklaúld÷, elektronik ortamda yaynlanan Osmanlca-Türkçe Sözlük

içerisindeki úu maddede de görülür: “Kur'an- Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i úeriflerin zâhir verilmiş olan isimler şunlardır: 1- Karamıta, içrekçilik, ezoterizm, batıniyye” (Doğan, ve aúikâr mânalarndan ayrlarak, usûlsüz te'viller ile âyet ve4-hadislerin gizli 5ve srl Saibiye, 3- İsmailiye, Mübarekiye, 2008:161). Doğan’ı teyit edecek biçimde, Ba- ve2-yanlú tınimânalarn görüşe İslam dünyasında büyük birsapk ön Bâbekiye...” bulmak iddiasnda olan bir tarikat (www.osmanlicaturkce.com). ve buna ba÷l olanlar... Bâtnilere, yargıyla yaklaşıldığı, elektronik ortamda

3

27


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Tanımda da görüldüğü gibi, Bâtınilik

birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla kültürel

içerisinde

anlamda tüm dünyada heterojen bir yapıya

“sapıklık” olarak algılanması, oldukça dü-

sahip olan ezoterik yapılanmaların tümünü

şündürücüdür. Özellikle Ortodoks İsla-

ezoterizm olarak adlandırmamızı sağlayan

mi âlimler tarafından bu kavram, sapıklık

ortak paydaların burada verilmesi gerekir.

ve küfür olarak adlandırılmaktadır: Ga-

Bunları şu biçimde sıralayalım:

sözcüğünün

İslami

coğrafya

zali, “Bâtıniliğin İç Yüzü” adlı kitabında, Bâtınilerin niçin “sapık” ve “kâfir” (küfür eden) oldukları konusunda yaptığı geniş izahatlar, bu durumun güzel bir örneğidir (Gazali, 1993:91-96). Üstelik bu kitabın çevirisinin, Türk Diyanet Vakfı tarafından yayımlanması da dikkat çekicidir. Gösterilen kaynakçalarda da görüldüğü gibi İslami coğrafyadaki Bâtınilik sözcüğünün karşılığı ezoterizmdir ve ezoterizm kavramı, Bâtınilik kavramına göre daha geniş ve evrensel bir yayılıma sahiptir. Ezoterizm kavramı, daha kapsayıcı, genelleyici, evrensel ve birleştirici olduğu için, bu çalışmada Bâtınilik sözcüğünün yerine kullanılacaktır. Bu nedenle şimdi, ezoterizmin ve ezoterik inanışların ortak paydalarının neler olduğunu aşağıda ana hatlarıyla ele alacağız.

1. Ezoterik teoloji, semavi dinlere ait olan Şerri teoloji ile birbirine terstir. Ezoterik teoloji, Tanrı’nın evrenin içinde olduğu, semavi teoloji ise Tanrı’nın evrenin dışında olduğu ilkesine dayanır. Tanrı evrenin içinde olduğunda yaratan ve yaratılan birbiriyle özdeş, Tanrı evrenin dışında olduğunda ise yaratan ve yaratılan birbirinden ayrı varsayılmış olur. Tanrı ve evrenin, dolayısıyla yaratan ve yaratılanın birbirinden ayrı kabul edilmesi, bir anlamda özel mülkiyetin ve bu mülkiyete ait toplumsal sınıf sisteminin, özellikle ilkin Yahudiliğe ait Eski Ahit sistemiyle kurumsallaştırılmasının bir sonucudur. Böylelikle yaratılandan ayrı olarak kabul edilen ve yaratılanın (kul) içine saldığı korku ile (kulluk bilinci) yaratanın/tanrısal erkin sesi olan soylular ve din

Öncelikle şu bilinmelidir ki ezoterik

adamları, din vasıtasıyla yaratılanları (alt

oluşumlar, tüm dünyada ortak bir adla ad-

sosyal sınıfı) hegemonyaları altına alarak

landırılmamaktadır. Ezoterizmi farklı kültü-

yönetmekte, bunun karşılığında ise yoksul

rel yapılanmalar ya da toplumsal örgütlen-

ve sömürülmüş halka cennet vaat etmekte-

meler içerisinde görebilmek mümkündür.

dir.

Uygur Kolonilerinden Mısır’daki Hermetik inanışlara, Antik Yunan Orfizminden semavi dinler içerisindeki farklı örgütlenme, topluluk ve mezheplere kadar birçok ezoterik topluluk bulunmaktadır ve bunların tarihlendiği dönemler ve bulundukları bölgeler

28

2. Dolayısıyla ezoterik teolojinin önerdiği sevgi felsefesi, Şerri teolojinin dikte ettirdiği ise korku felsefesidir. Bu anlamda korku ve sevgi fikri, doğası gereği yan yana duramaz, korkunun olduğu yerde sevgi, sevginin olduğu yerde korku olamaz.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

semavi

“Klasik Grekçede gnosis ve gignosko

dünya görüşlerinin ve önerdiği özel mül-

terimleri yalnızca duyusal algılamanın (aist-

kiyetin tam tersine ataerkine dayanmak-

hesis) veya gerçekliği kesin olmayan düşün-

tan öte, anaerkine dayanmaktadır. Gerek

cenin (doxa) tersine, ‘eşyanın mahiyeti’nin

Antik Yunan gerek ise Yakın Doğu, İran

(ta onta) gerçek bilgisine işaret eder... Gnos-

ve Mezopotamya’ya ait Dionysos, Eleusis,

tik sözcüğünde söz konusu terim derin bir

İsis, Mithras, Orfizm mysterlerinin (gizem-

değişime uğrar. Artık Gnosis, Tanrı’nın bir

ler) hepsi anaerkine ve ana tanrıçalara ait-

hediyesi olan ve içerisinde onu elde edeni

tir (Burkert, 1999:59-94). Buna bir örnek de

kurtarabilecek gücü taşıyan meta-rasyonel

Mısır’da ezoterik eğitim almış bir filozof

bir bilginin formuna işaret etmenin aracı

olan Platon’un ideal devletinden verebiliriz.

olarak da kullanılmaktadır...Gnostik metin-

Platon, “Devlet” isimli eserinde, binlerce yıl

lerde terim kişinin kendi doğru gerçekliği-

öncesinden komünizmi haber vermektedir:

nin farkına varması demek olan epignosis

Filozof, ideal devletinde özel mülkiyeti kal-

ile aynı anlama gelir: Bu meydana getiren

dırdığından, tüm çocuklar ana-babaları ya-

ve O’nun kaynağı olan ontolojik özdür.

şındaki insanların hepsini ebeveyn bilir ve

Delphic’in “kendini tanı”sını açıklamasın-

onlara ana-baba derler ve kimin biyolojik

dan ve Platon’un O’nu yorumlamasından,

ana-babaları olduğu bilinmez ve önemsen-

Sokrates’in

mez. Böylelikle çocukları ve malları ortak

bir şeymiş gibi görünmektedir” (Floramo,

olan bu ideal devletin acıları ve sevinçle-

2005:98-99).

3. Ezoterik

dünya

görüşü,

ri de ortak olur ve aralarında çıkar birliği oluştuğu için, bencillikten uzak dururlar (Platon, 1992:150-152).

ağzına

koymasından

başka

6. Yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi “kendini tanı” Sokratik buyruğunun özü, gnostik kavrayışla ilişkilidir. Bu kav-

4. Ezoterizmin öğretisel bağlamda fel-

rayış, aynı zamanda insan-ı kamile götüren

sefedeki izdüşümü panteizm, Hıristiyanlık-

bilgelik bilgisinin kavrayışıdır: “Bu bilgi

taki izdüşümü Esennilik, İslam’daki izdü-

daha çok marifet diye anılıp ilmi bilgiden

şümü sufilik, Yahudilikteki izdüşümü ise

ayrılır. Buna arifane bilgi, dini sırların yüce

Masonluk ve Kabala mistisizmidir (Gener,

bilgisi veya gizli ve vahy-ü ilham edilmiş

2002:9).

bilgi demek daha isabetli olur. Çünkü bu

5. Gnostik düşünce, ezoterik mirasın bir devamıdır: “Daha çok Hıristiyanlığın ilk asırlarında görülen çeşitli dini akımlar için kullanılan bir terimdir. Yunancada gnosis bilgi, gnostikos ise bilgi sahibi anlamına gelir” (Can, 2015:355).

şahsi ve mistik bir bilgi olup seçkin ve mistik tabiatlı insanlara mahsustur yahut tabiatüstüdür. Gnostik de Arif kimse demektir” (Bolay, 1990:103-104). Dolayısıyla bu kavrayışın gerçekleşmesi, özü itibariyle hiç de kolay görünmemektedir.

29


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

7. Ezoterizm, bir gizemler öğretisi-

geniş bir dolaşıma sahip ‘tören’ karşılığı bir

dir, talibi inisiye ederek (yola sokarak)

başka genel sözcük de ‘orgia’dır. Gerek ‘te-

basamak basamak ilerletmekteki amaç,

letai’ (ermek, erginlenmek), gerekse ‘orgia’,

“insan-ı kamil”e ulaştırmaktır (Gener:2012).

gizlilik koşulu eklenmek suretiyle bu bağ-

“İnsan-ı kamil” (Nietzsche’de üstün insan;

lamda daha özel bir durum alırlar (Burkert,

Budizm’de Nirvana’ya/saf bilinç haline

1999:25-26).

ulaşmış insan), Tanrının yeryüzündeki temsilcisidir.

11. İlk olarak Yakın Doğu’da, Yahudilere ait olan Eski Ahit’le kurumsallaştırılan

8. Tüm ezoterik öğretilerde, inisiye

ve Hıristiyanlık ve İslamiyet silsileleriyle

edilerek yola sokulan talipler, bu yolun dı-

bugüne gelen Semavi doktrinlerin hepsi,

şında olanlardan “sır” saklarlar. “Gizli öğ-

tüm insanlığın kolektif hafızasının bir so-

retilerde, sırlar sadece bu dine kabul edilen-

nucu olan hakikat mirasını öldürmekte ve

lere (initatio=erginleme) aktarılır. Bu yüz-

özel mülkiyetin yol açtığı sınıf savaşımında

den üyelerine sırdaş anlamındaki Yunanca

dinleri temsil eden yönetici erk, üst noktaya

kelimeden türeterek mystes denir” (Can,

çıkabilmeyi hedeflemektedir. Bunun içindir

2015:354). Mistik ya da mistisizm sözcüğü,

ki M.Ö. 4. yy.’da kurulan ezoterizmin beşi-

bu köke dayanmaktadır. Antik Yunan’da

ği İskenderiye Kütüphanesi, ilkin Hıristiyan

düşünürler bazında Orfeusçuluk, Pisagor-

Bizanslılardan başlayarak ve son olarak da

culuk, Plâtonculuk; dinler bazında Elesius-

M.S. 7. yy.’da Müslümanlar tarafından (Hz.

çuluk, Dionysosçuluk, Kibelecilik gibi ina-

Ömer) olmak üzere tüm semaviler tarafın-

nışlar içerisinde gizemcilik mevcuttur.

dan, düzenli aralıklarla yakılıp yok edilmiş-

9. Ezoterizmde südur (varlığın “bir” den fışkırması), yaratan-yaratılan özdeşliği, ruh göçü (reenkarnasyon/don değiştirme), sonsuz hayat (ruhun ölümsüzlüğü), devriye (çağdaş adıyla evrim), ruh-madde düalizmi ve sayı mistisizmi gibi ilkeler bulunmaktadır (Gener, 2002:12-13). 10. Ezoterik doktrinlerin çoğuna, karalama ve el çektirme stratejisinin bir devamı olarak orgia “sefahat, aşırı düşkünlük” (Redhouse, 2003:681) karalaması atfedilmektedir (Adorjan, 2004:123-135). Bu karalamaların mirası semavi dinler öncesinden bugüne kalmıştır: “Gizemler bağlamında 30

lerdir. Semavi dinler, gücünü erkek egemenlikten, özel mülkiyetten ve yobazlıktan almıştır. Günümüzde bu olguyla savaşan, geçmişin hafızasını taşıyan ve ahmaklaştırılmamak için direnen bir avuç ezoterik kalmıştır. 12. Tüm dinlerde ve özellikle de ezoterik dinlerde müzik, günümüzde olduğu gibi eğlenceye değil, hakikati bildirmeye, unutturmamaya ve kuşaktan kuşağa taşımaya yönelik bir gereçtir. Müziğe kutsallığını veren de bu yaklaşımdır. Müziğe bu minval özelinde yaklaşıldığı zaman, yalnızca ozanlık geleneğinin özü değil, dinsel müziklerin, tragedya oyunlarının, İlyada


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ve Odysseia gibi uzun destanların, Uzak

düzenleyen Doğunun kültürel mirasının

Doğu’daki mitolojik algılara ilişkin tüm

bir sentezidir. Pagan bir inanışlar bütünü

müzik ve dansların anlatılması esnasında

olan Yunan mitolojisi, Yunanlının ilk felse-

müziğin işlevi anlaşılmış olur.

fesi, ilk tarihi ve ilk dinidir. Bu çok Tanrılı

Ozanlık, yalnızca Anadolu kültürüne özgü değildir: Ozan, âşık ya da şair, aralarında nüans farkı olmakla birlikte hemen

yapıda, var olan her Tanrının ve oluşan her olayın, hakikati betimleyen güçlü sembolik anlamları bulunmaktadır.

hemen birbirine yakın anlamlar içermekte-

Yunan mitolojisinde müzik ise, dinden,

dir. Eğer şair, kadim kültürlerin bir devamı

felsefeden, matematikten, beden eğitimin-

olarak eline bir çalgı alarak şiirlerini dört-

den, politika ve tüm diğer entelektüel alan-

lük/beyit ve hece uyumuyla okuduğu tak-

lardan bağımsız olmayan holistik bir biçim-

dirde ozan (âşık) olur. Eline çalgısını alsın

de algılanmaktadır. Ancak burada, mitolo-

almasın, müzik yapsın-yapmasın, eserleri

jideki müzikle ilgili tüm kahramanların ele

müzikleştirilen tüm tragedya, komedya

alınması, bu çalışmanın sınırlılığını aşar.

ve destan şairlerine ozan demek de müm-

Antik Yunan’daki ezoterizm-müzik ilişki-

kündür. Bu bağlamda Homeros, Heseidos,

sini anlatabilmek adına, müziği sembolize

Aristophenes, Aiskhylos, Sophokles, Euripi-

eden ilham Tanrıçaları “Dokuz Müzler”, bir

des, Antik Yunan’ın belli başlı şairleridir ve

başkahraman olan “Orfeus” ve büyük ini-

oyunları bugüne gelmiş ve müzik ve koro

siye olarak adlandırılan filozof Pisagor’da

eşliğinde amfi tiyatrolarda oynanmıştır. Bu

müziğin anlamına ilişkin genel yaklaşım-

tragedya oyunlarının en büyük özelliği ise,

dan söz edelim.

hakikati aramalarıdır.

II. GENEL HATLARIYLA ‘ANTİK YUNAN EZOTERİZMİ’ İÇERİSİNDE MÜZİK ALGISI: MÜZLER-ORFEUS-PİSAGOR

i. Dokuz Müz: Sözlü kültürün “unutturmama/bellekte tutma” adına oluşturduğu stratejilerden en önemlisi manzum kullanımı ve müziktir (Ong, 2003:49-50). Müziğin eğlenme ve hoşça vakit geçirme işlevi, günümüze ait bir algı olup, kadim

Yunan ezoterizminin müziğe yansımış

dönemlerde bu böyle olmamıştır. Bunun

halini anlamak için Müzler, Orfeus ve Pyta-

böyle olmadığını anlamak için her şeyden

goras zinciri üzerinde duralım. Tüm Avru-

önce müzik sözcüğünün etimolojik köke-

pa kültürünün ve Yunanistan’ın düşünsel

nini çözümlemek yeterlidir. Hem müzlerin

bağlamdaki kökünü, Antik Yunan mitoloji-

annesi olan Tanrıça Mynemosine’nin bellek

si oluşturmaktadır ve Antik Yunan mitolo-

Tanrıçası olması (Erhat, 2008:207) hem de

jisi, gücünü kendi ezoterizminden almakta-

“Mnemonic” sözcüğünün geldiği mitolojik

dır. Antik Yunan ezoterizmi, kendi merkezi

kök itibariyle “sözcük, tümce, şiir vb.’nin

olan Batının ve kendisine sürekli seferler

anımsanmasına yardımcı” (Oxford Dict, 31


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

2004:754), eş deyişle anımsatıcı anlamına

tuğu düşüncesi, çok eskiden beri var olan

gelmesi durumu, müziğin temel çıkış nede-

bir inançtır. Ruhların göğe yükselişlerinde

ninin yalnızca estetik bir gereksinimle de-

onlara yol gösterenlerin Müzler olduğuna

ğil, kültürel bir gereksinimle de ilgili oldu-

inanılmıştır. Müzlerin mezar tanrıçaları ol-

ğunun en güzel kanıtıdır.

dukları ve ölüler için şarkı söyledikleri çok

Müzler, Antik Yunan’a ait dokuz ilham perisidir. Bugün kullandığımız ve müzlere özgü olan anlamına gelen müzik (music) sözcüğünün etimolojik kökenini bu Tanrıçalar oluşturur:

eski bir inanca dayanmaktadır, Odysseia’da Akhilleus’un ölüsü yanında şarkılar söyleyen Müzlerden bahsedilir” (Tülek, 1998:9). Buradaki kuş metaforu sesle, müzik ise Yunan’ın ulus çalgısı olan lir ile ilgilidir. Müzik sesi (lir), kuş sesi ve ruhun buradaki

‘Musa’ sözcüğü, birincil olarak günü-

ortak paydası göğe yükselmesidir ve zaten

müzde oluşturulmuş olan müzelerle ilinti-

gökyüzünde, gezegenlerin ve galaksilerin

lidir, ‘müze’ sözcüğünün etimolojik kökeni,

dönmesinden oluşan kendine özgü bir ses,

Musalar mitinden kaynaklanır; çünkü mü-

dans ve ritim bulunmaktadır. Böylelikle

zeler, tarihsel ve toplumsal belleği akılda

Müzler, ruhu gökyüzünün bir katından di-

tutma/unutmama işlevine sahiptir. ‘Mousa’

ğerine çıkarırken ihtiraslarından arındıra-

ya da ‘musa’, bugün kullandığımız ‘müzik’

rak göğe yükseltirler. Ruhun ihtiraslarından

sözcüğünün etimolojik kökenini oluştur-

arınması, bir ceset olan bedeni terk ederek

maktadır. Başka bir deyişle müzik sözcüğü,

göğe yükselerek bedenden ayrılmasıyla ol-

Yunan Mitolojisindeki dokuz ilham peri-

maktadır. Bu nedenle Müzlerin aslında me-

si olan ‘Mousalar’dan türemiştir (Mustan

zar tanrıçaları oldukları ve ölüler için şarkı

Dönmez; Kılınçer, 2011a:103).

söylediklerine de inanılmaktadır. Dokuz

Müziğin bir diğer özelliği, ruha ilişkin bir etkinlik olmasıdır: Müzik ruhun gıdasıdır ata sözü de müziğin ruhla kurulmuş olan ezoterik bağlantısından ileri gelmektedir. Bu özellik, Antik Yunan ilham tanrıçalarına atfedilen ruhla oluşturulmuş sıkı ilişkiden ileri gelir. Şimdi bu ilişki üzerinde duralım: “Ruhun ağızdan kuş olarak uç-

32

Müzlerin resmi, şekil 2’deki gibi mermer lahitlerin (mezar taşı) üzerindedir. Bu düşünce, Aristoteles’in sanat anlayışına kadar yansıyacak ve filozof, “Poetika” (Şiir Sanatı) adlı eserinde içerisinde müzik de olan tüm tragedya sanatlarının görevinin, sağladığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan arındırma işlevi olduğunu savunacaktır.


lahitlerin (mezar taú) üzerindedir. Bu düúünce, Aristoteles’in sanat anlayúna kadar yansyacak ve filozof, “Poetika” (ùiir Sanat) adl eserinde içerisinde müzik de olan tüm 2017 / Yıl: 7 Sayı: tragedya sanatlarnn görevinin, sa÷lad÷ acma ve 13 korku duygularyla ruhu tutkulardan

arndrma iúlevi oldu÷unu savunacaktr.

Şekil 2. Müzler: İ.Ö. 2. yy’daki bir mermer lahit, Louvre Müzesi (http://musesax.com/muses/ 26.11.2016)

ùekil 2. Müzler: ø.Ö. 2. yy’daki bir mermer lahit, Louvre Müzesi (http://musesax.com/muses/ 26.11.2016)

Bir de yukarıdaki şekilde de görüldüğü

layısıyla Dokuz Müzlerin doğduğu bölge

Pieria’da gibi müzlerin dişi olması, müziğe Bir de yukardaki úekilde de erkeksi görüldü÷üolan gibiOlympos müzlerinDağı diúiyakınlarındaki olmas, müzi÷e erkeksi (maskülin) değil kadınsı (feminen) bir an-

doğduğu rivayet edilir, Trakya Kralı’nın

lam yükleniyor olmasıyla ilgilidir. Zaten

oğludur. Argonautlar seferinde, Sirenlerin

müzler dokuz tanedirler, çünkü dokuz sayı-

müzikle sağladıkları cazibeden gemicileri

(maskülin) de÷il kadns (feminen) bir anlam yükleniyor olmasyla ilgilidir. Zaten müzler dokuz tanedirler, çünkü dokuz says, ana rahminde durulan aylar temsil eder ve Antik Yunan, ve bedensel birbirinin olarak görür ve ruh ve beden arasnda koruyarak, Argo gemicilerini bozguna uğsı, ana ruhsal rahminde durulanüretimi ayları temsil ederyansmas kendi müziğiyle kurtarır.üretimde Ayrıca Antik ruhsal ve bedensel üretimi davesk bir Yunan, korelasyon kurar. Dolaysyla ruhsal ramaktan üretimin sembolü olarak, bedensel Dionysos taraftarı olduğundan, Dionysos birbirinin yansıması görür veeúruh ve diúileri bulunabilme kapasitesiolarak olan müzleri, deyiúle görür. Sonuç olarak Antik Yunan’a ait beden arasında da sıkı bir korelasyon kurar.

adlı şarap tanrısına ait ayinleri de müzikle

Dolayısıyla ruhsal üretimin sembolü olarak,

yöneten bir ozandır. Müziğini yedi telli li-

Orfik ezoterizm içerisinde, semavi dinlerin bir özelli÷i olan ataerkilli÷e kesinlikle yer yoktur (Mustan Dönmez; Klnçer, 2011b: 36-37). bedensel üretimde bulunabilme kapasitesi

riyle yapmaktadır (Oxford Antikçağ Söz-

olan müzleri, eş deyişle dişileri görür. So-

lüğü, 2013:670). Bizim tahminimize göre

nuç olarak Antik Yunan’a ait Orfik ezote-

böyle bir şahsiyet yaşamış, ancak bir ozan

rizm içerisinde, semavi dinlerin bir özelliği 9 ve müzisyen olarak sahip olduğu üstün yeolan ataerkilliğe kesinlikle yer yoktur (Mustan Dönmez; Kılınçer, 2011b:36-37).

tilerinden dolayı efsaneleştirilmiştir. Tülek’e göre ise Orfeus, özellikle Ana-

ii. Orfeus: Yunan mitolojisinde Home-

dolu, Yakın Doğu, Trakya ve Kudüs’te bu-

ros öncesi bir ozan olarak geçmekle birlikte,

lunan mozaiklerden de hareketle, hayvan-

yaşayıp yaşamadığı konusu tarihsel bakım-

ların sakinleştiricisi ve ruhların günahlar-

dan belirsizliğini sürdürür. Müzlerden biri

dan arındırıcısı olarak betimlenir. Yunan

olan Kalliope’nin oğlu olarak anlatılır. Do-

ezoterizmine göre, ruhun yedi küreli göğe 33


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

yükselerek günahlarından arınmasının tek yolu, göğün yedi katından geçerek en üste yükselmesidir ve bunu sağlayacak aracı ise yedi telli lirdir (Tülek, 1998:9). Orfeus’un en önemli özelliklerinden biri de sevgilisi Evridiki’ye olan aşkıdır. Yunan mitolojisinde var olan birçok karakterin tersine, Orfeus tek eşli olarak resmedilmiştir. Persephone, Evridiki öldükten sonra, “Hades’in ölüler ülkesine yolladığında, bu ülkeden arkana bakmadan çıkarsan, Evridiki ölümü yenecektir” der. Ancak bunu başaramaz. Çünkü tam son anda dayanamayarak arkasına dönüp bakar ve bu iradesizliği nedeniyle Evridiki’yi ilelebet kaybeder (Erhat, 2008:230). Bu aşk acısı, Orfeus’un ozanlığına ve müzisyenliğine olumlu bir katkı sunmuştur. iii.

Pisagor

(M.Ö.

570-M.Ö.

495):

Yunanistanlı filozof Pisagoras’ın ilmini Orfeus’tan aldığı söylenmektedir, ancak Pisagor bu ilmi geliştirmiştir. Bu ilmi geliştirmesinde en büyük katkı, Mısır’a (Teb ve Mempys) yaptığı gezilerden büyük bir inisiye olarak dönmesidir. Hint kökenli ruh göçü ve Alevilikteki devriyeyi andıran ruhun en alttan yukarıya kadarki çemberi tamamlayarak yetkinleşmesi öğretileri, göksel uyum, matematik-müzik bağlantısı, İran Zerdüştlüğünden aldığı zıtların birliği öğretisi, Pisagor’un Doğu ezoterizminden aldığı etkilerdendir (Kranz, 1984:41-45). Pisagoras, matematiği de çok ilerletmiştir ve bulduğu en önemli teoremlerden biri, bilindik dik üçgen açılarıyla ilintili ünlü “Pisagor teoremi”dir. 34

Felsefi olarak Orfik ezoterizmin yolundan giden Pisagor’un bu ezoterizme kattığı en büyük etki, sayılar konusundaki uzmanlığı, sayılara yüklediği ilahi anlamlar, matematik ve müzik arasındaki ilintiyi ortaya koyması, ses yüksekliği ve tel boylarını oranlayarak bir oktav içerisinde yedili perde sistemini oluşturması, gökyüzündeki gezegen ve galaksileri göklerin dansı olarak görmesi ve gökyüzündeki bu ahengin matematiksel-sayısal niteliğinin ezgiselritmik bir müzikal durum oluşturduğunu savunmasıdır. Pisagor’a göre uyum anlamına gelen armoniyi (harmonia) sağlayan en önemli sayılar quarte, quinte ve octavedir (dörtlü, beşli ve sekizli uyum) (Kranz, 1984:45). Zıtların birliği anlamındaki armoni, resimde ve müzikte, aynı zıtlıklar prensibine göre inşa edilmektedir. Bugünkü müzik estetiği adına oluşturulmuş armoni bilimi, Pisagoras’ın quarte (dörtlü), quinte (beşli) ve octave (sekizli) sayı uyumu mantığı ile inşa edilmiş ve tüm müziksel sistem, subdominant (alt güçlü) nitelikli olan dörtlü aralık (quarte), dominant (güçlü) nitelikli olan beşli aralık ve tonik (durak) nitelikli olan birli-sekizli (octave) aralıkla inşa edilmiştir. Bugünün Batı müziği ses sistemi, Pisagor’un ezoterik bilimine ve güçlü matematiğine çok şey borçludur. Sayılara ve dolayısıyla özü sayılar olan müziğe yüklenen bu kutsiyet, dinsel ayinlerin de müzikle yapılmasını sağlamıştır. Pisagor’un Mısır dönüşü kendi kurduğu ezoterik tarikat içerisinde, bugünkü Alevi-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Bektaşilik ve Mevlevilik içerisinde var olan müzikli-danslı ritüellere benzer ritüelleri kendi inançsal pratiği içerisine yerleştirdiği ve bu sayede göksel hareketleri, yeryüzündeki insanın taklit yoluyla andığı ve müzik aracılığıyla doğaya kutsiyet yüklediği bilinmektedir. Sonuç olarak Pisagor’un, Orfizmi kuran ozan Orfeus’tan en büyük farkı, Orfeus’a ait teolojik ve müziksel efsunculuğa, matematiksel kuramlar ve bu kuramların müzikle ilişkisine yönelik derinlik kazandırarak, bu derinliği kendi kurduğu ses sistemine uygulamasıdır. Başka bir deyişle Pisagor, ezoterik teolojiye matematiksel ve müziksel bir derinlik de eklemiş dahi bir inisiyedir.

III. GENEL HATLARIYLA ALEVİ EZOTERİZMİ İÇERİSİNDE MÜZİK ALGISI Alevi ezoterizmi, diğer ezoterik doktrinlerle ortak noktalara sahiptir. Tüm ezoterik doktrinlerin ortak noktalarını, “I. Ezoterizmin Tanımı ve Kültür Tarihi İçerisindeki Yeri” adlı alt başlıkta ifade ettik. Dolayısıyla ezoterizme ait bu karakteristik, elbette müziğe ve müziğin oluşumuna da yansımaktadır. Şimdi bu özellikleri maddeler halinde sıralayalım: 1. Alevi ezoterik müziğine karakter kazandıran en bariz öğe, cem ritüelidir. Cem ritüeli, En-el Hakk düşüncesinin yaşatıldığı ve zikredildiği gizemli bir okul niteliği taşır. Cem ritüeli, sayı mistisizmi algısının da yoğun olarak varlığını sürdürdüğü ve kırklar söylencesinin canlandırıldığı yerdir. Cem ritüeli içerisindeki davranış kalıpla-

rıyla kırklar söylencesinin mistik anlatımı yaşanır-yaşatılır, deyiş-semahlar içerisindeki sözlerle de anlatılır-zikredilir. 2. Hakk’ın bir parçası ve yeryüzündeki iz düşümü olarak algılanan insan-ı kâmil, bu algıdan dolayı Kuran-ı Natık’dır (konuşan Kur’an). 3. İnsan, tanrısallıktan pay aldığı için yasaları ve doğruya/güzele ilişkin yargıları da kendi kelamları aracılığıyla verir, bunu yaparken de müziği kullanır. İbadet sırasında müziğin icrasını sağlayan çalgı, tıpkı Kur’an-ı Kerim gibi hakikatin zikredilmesine, dil ile söylenmesine vesile olduğu için, o çalgıya telli Kur’an denir. Bu deyim, saza atfedilen kutsiyeti ifade etmek için kullanılır ve dinsel ya da dünyevi icradan önce bu çalgının üç kez öpülerek başa konması geleneği, deyimsel olarak kutsallığı tasdik edilen çalgının (telli Kur’an deyimi) davranışsal kalıplar aracılığıyla da kutsallığının tasdik edilmesini sağlar. 4. İnsanın hakikati ifade ettiğini düşündüğü kelamları, eş deyişle dinsel sözleri müzik eşliğinde sarf etmesinin tüm inanışlardaki temel nedenleri; a. İbadeti sıkıcılıktan kurtarmak, b. İbadete estetik bir boyut vermek, c. İbadete verilen bu estetik boyut aracılığıyla sözlerin ve ifadenin anlamını ve gücünü vurgulamak ve sözleri yüceltmek, d. Kuruluşu itibariyle yazısız olan kültürlere ait metinlerin, müzik aracılığıyla hatırda kalmasını sağlamak, 35


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

olarak sıralanabilir. Dolayısıyla Alevi-

dundan koparılarak forma sokulma, tüm

likte ozan, düşünceyi oluşturan, unutulma-

ezoterik doktrinlerin ilahi bir öğretisi nite-

ması ve idrak edilmesi için müziği ve sözü

liğinde olan ve Platon’da çokça vurgulanan

yaratan ve icra eden insan olarak tıpkı din

ruhun ait olduğu yerden koparılarak mad-

adamı gibi ilahi bir değere sahip olur.

deye hapsedilmesi sonucu bedenlenmesiyle

5. Anadolu ezoterizminde tüm dinsel ve dünyevi duyguların müzikle ifade edilmesi, insan ve çalgının özdeş olarak algılanmasını sağlamaktadır. Bu durumu, hem Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eserinde de yer alan ve Mevleviliğe ait olan anlatıda ney özelinde hem de Alevilikteki saz özelinde görmekteyiz. Anlatılara göre ney, ana yurdu olan sazlıkların içinden koparılarak bir forma sokulduğu için feryat eder (Mevlana, 1991:1-2). Aynı biçimde saz da ait olduğu dut dalından koparılarak bir forma sokul-

insanın, azap ve acı çekmesidir. Dolayısıyla ruhun tam anlamıyla kurtuluşu ve tutkularından arınması, Hakka yürümesiyle gerçekleşecektir. Dolayısıyla ney ya da saz, ait olduğu yere özlem duyarcasına yanık yanık inlemektedir. Burada, çalgı ve müziğin ruhla özdeş görülmesi söz konusudur. Bu özdeşlik, arkaik ezoterizmin bir uzantısı olarak dokuz ilham perisi ve müziğin kurucusu Müzler, Orfeus ve Pisagoras zincirinde de mevcuttur. Sazın insanla özdeşleştirilmesine birkaç örnek vermek gerekirse:

duğu için üzgündür, inler. Burada, ana yurKaracaoğlan: Turna Semahı Yine dertli dertli iniliyorsun/ Sarı durnam sinen yaralandı mı Hiç el değmeden de iniliyorsun/ Sarı durnam sinen yaralandı mı? Pir Sultan Abdal: İnilersin Dolap Derdin Ne Senin? Kim kesti getirdi seni yerinden/ Dağlar taşlar ah eyledi zarından Sen de mi ayrıldın nazlı yârinden/ İnilersin dolap derdin ne senin Pir Sultan Abdal: Gel Benim Sarı Tamburam Gel benim sarı tanburam/ Sen ne için inilersin İçim oyuk derdim büyük/ Ben anınçininilerim Yunus Emre: Benim Adım Dertli Dolap Benim adım dertli dolap/ Suyum Akar yalap yalap Böyle emreylemiş Çalap/ Derdim vardır inilerim 36


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

6. Alevilikte ozanın diğer bir adı âşıktır.

parçası olan insanın ağzından çıkan nefes

Buradaki “âşık olma” durumunun Hak aş-

ya da rüzgârla levh edileceği için, bu nefes,

kıyla mı beşerî aşkla mı ilgili olduğunun

içerisinde kutsal sözler barındırır. Bu ne-

çok bir önemi yoktur. Çünkü tıpkı Leyla-

denle diğer dinlerde ve mezheplerde ilahi

Mecnun ve türevleri olan (Aslı-Kerem,

olarak adlandırılan bu yaratılara Alevi kül-

Mem-ü Zin, Ferhat-Şirin vb.) hikâyelerde

türünde nefes denir.

de olduğu gibi karşı cinse olan beşerî aşk da

10. Alevi ezoterizminde İran etkisi daha

ilahi aşka götüren bir köprü ve ilahi aşkın

fazla olduğu için, Zerdüştilikten gelen ateşe

bir parçasıdır ve her ikisi de ortak ışığın bir

ilişkin metaforlar çok yoğun bir kullanıma

yansımasıdır. Dolayısıyla tasavvufi bir de-

sahiptir. Ateş, pişirerek hamlıktan olgun-

rinlikle işlenmiş olan karşı cins aşkı da tıpkı

luğa geçişi, aşkı, acıyı ve birçok düşünceyi

deyiş-nefes gibi kutsal olarak kabul edilip

anlatan çoklu bir metafor olarak hem Türk

Alevilikte ibadet müziği olarak dinlenebil-

dilinde hem de dinsel ve dünyasal türkü-

mektedir. Karşı cins aşkı, genellikle bülbül

lerde kullanılmaktadır.

(erkek-âşık-Mecnun) ve gül (kadın-maşukLeyla) figürleriyle ifade edilir.

11. Tıpkı Antik Yunan’ın temsili olan Orfik ve Pisagoryen ezoterizmde olduğu

7. İnsan, Tanrının yeryüzüne düşmüş

gibi Anadolu Aleviliğinde de göğün ve ye-

bir parçası olduğu için, ağzından çıkan söz-

rin yedi katlı olduğuna inanılır. Bu katlar,

cükler, aynı zamanda tanrısal nitelikli söz-

muhtemelen bugünkü atmosfer katlarıdır.

cükler olarak kabul edilir, dolayısıyla mü-

Bu inanca sayı mistisizmi de eşlik etmiş gö-

zikli ibadet sırasında ağzından çıkan söz-

rünmektedir. Pir Sultan Abdal’ın şu dizele-

cük, “tanrısal söz” anlamına gelen kelam

ri, bu durumun kanıtıdır:

olarak da adlandırılır. O kelam da müziksiz söylenmez. 8. Yine insan-Tanrı özdeşliğine ilişkin algıdan dolayı, ibadet müziği sırasında ağzından çıkan dize veya deyişlere verilen diğer bir ad ayettir. Bilindiği gibi ayetin anlamı, Kur’an-ı Kerim’deki cümlelerdir. Kur’an’da bu cümlelere atfedilen tanrısallık, Bâtıniler tarafından birer insan ürünü olan deyiş-semahlara da atfedilmiştir. 9. Alevi kültüründe ezgilendirilmiş ya da ezgilendirilmemiş dinsel nitelikli tüm şiirler, nefes olarak adlandırılır. Çünkü tanrısal kelam, yine Tanrının yeryüzündeki

Bizden selam olsun sofu canlara Vücudun şehrini yuyanlar gelsin Yedi kat göklerin yedi kat yerin Kudret binasını kuranlar gelsin 12. Alevilikte “arınma” ya da “nefsi öldürme” düşüncesi mevcuttur; arınma düşüncesi, ruhun tutkulardan ve kötülüklerden arınması anlamına gelir, bu arınmaya ancak ölmeden ölerek, başka bir deyişle nefsi öldürerek ulaşılacaktır. Ruhun nefsi öldürerek arınmayı yakalayabilmesinde ritüel, söz ve müziğin ayrı bir önemi vardır ve 37


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Alevi kültüründe söz ve ritüeller müziksiz olmaz; eş deyişle müzik, erdemin sağlanması aşamasında ruhu telkin etmede ayrı bir işlev ve öneme sahiptir. Dolayısıyla Alevi müziğindeki melankolinin ve hüznün sebebini, bu arınma algısında aramak gerekir.

IV. SONUÇ: ANTİK YUNAN VE ALEVİ EZOTERİZMLERİNDEKİ MÜZİK YAKLAŞIMININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ

Alevi müziğindeki melankoli ve hüznün

Hiçbir müzik türü, kültürel uzanımıyla

nedeni her ne kadar tarihsel yaşanmışlıklar

birlikte ele alınmaksızın anlaşılamaz, çün-

ve mazlumiyet algısıyla ifade edilmeye ça-

kü müzik, kültürün tınısal bir devamıdır.

lışsa da tek neden bu değildir. Asıl neden,

Dolayısıyla Antik Yunan ve Alevi ezote-

hakikatin kavranmasına yönelik çabaların,

rizmlerini anlayabilmek için, öncelikle bu

eğlenerek, gülerek, oynayarak değil, acıyı

kültürlerin kökenini bilebilmek gerekir. Bu

empati yoluyla içselleştirerek gerçekleşme-

kültürlerinin her ikisinin de ortak noktası,

sinden ileri gelmektedir. Ayrıca özellikle

ezoterizmle yoğrulmuş olmalarıdır.

Türk yöresel müziğinde var olan bu hüzün, yalnızca dinsel değil dünyevi müziklerde de yaygın olarak görülmektedir. Ruhun bu şekilde arındırılması, bugüne taşınmış olan kültürel bir mirastır. Bu miras, tüm Doğu ezoterizmlerinde ortaktır. Doğu müziklerinde acının ve hüznün daha fazla olmasının nedenlerinden en önemlisi, hüzünlü müziğin iç ezen ezgilerinin, ruhu tutkularından arındıracağı düşüncesidir. Müziğin bu acılı üretim ve icrası, halk müziği ve arabeskte keskin bir biçimde karşımıza çıkar ve bu icra, müzikli etik eğitiminin Doğudaki yöntemlerinden biridir. Böylelikle müzik, arınmayı ruha dokunan acıyla başarmış olur.

1. Müziğin Anımsatıcı (Minemonik) Olması

Nedeniyle

Kutsanması:

Antik

Yunan’da müziğin doğmasını sağlayan tanrıçalar olan Dokuz Müzler, kültürü unutturmadığı için daima kutsanmışlardır: İlkinde Heseidos evrene ve tanrılara ilişkin destanı anlatmasını, ikincisinde Apollonios, altın postu aramak için Argo gemicilerinin destanını anlatmasını, üçüncüsünde de Homeros, Peleusoğlu Akhilleus’un öfkesini öğrenmek için, aynı tanrıçalardan, müzlerden yardım istemektedirler… Herodot da kitabını (Herodot Tarihi)

dokuz

kitapçıktan

oluşturmuş-

tur ve dokuz kitapçıktan her birini dokuz müze adamıştır (Mustan Dönmez; Kılınçer, 2011b:36). Biz, müziğe olan aynı sevgi ve saygıyı, Alevi ezoterizminde de görmekteyiz. Cem içinde zakir tarafından dinsel eserlerin, cem dışında da ozan tarafından dünyevi eserle-

38


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

rin icrasına başlanmadan önce sazın üç kez

de de olgunlaşma yaşıdır ve bazı peygam-

öpülerek (Allah-Muhammet-Ali) kutsan-

berlere peygamberlikleri kırk yaşında tebliğ

ması, bugüne kadar getirilmiş bir gelenek-

edilmiştir ve Türk dilinde de kırk sayısıyla

tir. Sazın bu biçimde kutsanmasının nedeni,

ilgili sayısız deyim ve atasözü bulunur.

müziğin kelamı, başka bir deyişle kutsal sözleri unutturmaya engel olması, böylelikle ezoterik düşünce hazinesinin kuşaktan kuşağa aktarılması ile ilgilidir. Yukarıda da İskenderiye Kütüphanesi’nin Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından defalarca kez yakıldığından söz etmiştik. Yazının sakıncalı bir delil olduğu için stratejik olarak yasaklanmış olduğu kültürler içerisinde, kültürü söz aracılığıyla devindirirken unutulmamasını sağlamak için iltica edilecek yegâne öğe Alevi kültüründe müzik; çalgı olarak da saz olduğu için, bu çalgı kelamın taşıyıcısı olarak, kelam müzikle sarf edilmeden önce üç defa öpülerek başa konmaktadır.

Ancak Antik Yunan ve Alevi ezoterizmlerinin sayı mistisizmini işleme açısından en büyük farklılığı şudur: Antik Yunan ezoterizminde müzik sistemlerinin oluşumu tamamıyla sayı mistisizmine dayanmaktadır. Bir oktavın 7 perdesinin olması ve yine bir oktavın on iki eşit perdeye bölünmesiyle tampere sistemin elde edilmesi gibi. Alevi ezoterizminde sayı mistisizminin kullanılışı, ses sistemlerine etki edebilmektedir, dede sazının on iki perdeli olması gibi. Ancak Alevi ezoterizminde sayı mistisizminin varlığının en büyük kanıtı gülbank, türkü, deyiş ve semahlarda kendisine kutsallık atfedilen sayıların vurgulanmasıyla olur.

2. Sayı Mistisizmi: Her iki ezoterizmde

Üçler, beşler, yediler, kırklar, on ikiler, on

de sayı mistisizmi mevcuttur. Sayı mistisiz-

yediler … diye giden sayılar, kutsal nefes-

mi, Mısırlılardan Sümerlere kadar her kül-

lerde sürekli vurgulanmaktadır.

türde var olan bir olgudur ve sayı mistisizmini sağlayan birçok öğe güneş takvimi ile ilgilidir: 366 (türkülerde 366 aza biçiminde geçer) yılın gün sayısı; 52, yılın hafta sayısı; 2, yılın ay sayısı; 7, haftanın gün sayısı; 4, yılın mevsim sayısı olması gibi örnekler artırılabilir. Kendisine kutsiyet atfedilen sayıların beşeriyetle ilgili olanları ise 5 ve 40 sayılarıdır. 5, parmak sayısından kaynaklanan matematiğin beşlik-onluk sistemini

3. Mısır Medeniyeti, Alevilik ve Turna: Ezoterizmin merkezinin Mısır medeniyeti olduğu düşünülür. Nitekim Tales, Pisagoras ve Platon gibi daha nice Antik Yunan filozofu da Mısır’da talip olup inisiye edilmiştir (yola alınmıştır). Hatta bu filozoflar tarihte ‘büyük inisiyeler’ olarak geçmektedir. Bu ifade, Pir Sultan deyişlerinde de yer alır:

sağlar. 40 ise, bir insanın anne rahminde olgunlaştığı gün ve hafta sayısıdır. Bu nedenle de Aleviliğe ait yaratılış söylencesinin adı “Kırklar Söylencesi”dir. 40, farklı kültürler39


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Hazreti Şah’ın avazı (bazı bölgelerde de “Şah-ı merdan’ın avazı”)

Hrkas bir derviútedir Turna bir kuştadır Hrkas bir derviútedir Hrkas birderler derviútedir Asası Nil Deryası’nda Hırkası bir derviştedir Nil deryas umman Nil deryas umman oldu Nil deryas umman oldu oldu

Sarard gülsoldu benzim Sarard gül benzim Sarard gül benzim soldusoldu Nil deryası umman oldu Bakú aslanda Bakú aslanda kald Bakú aslanda kaldkald Sarardı gül benzim soldu

Dövüúü dahi koçtadr (Pir Sultan Abdal) Dövüúü dahi koçtadr (Pir Sultan Abdal) Dövüúü dahi koçtadr (Pir Sultan Abdal) Bakışı aslanda kaldı Dövüşü dahi koçtadır (Pir Sultan Abdal) Hz. Ali’nin avaz, turna ad verilen kuútadr. Turna, aynBâtnili÷in zamanda Bâtnili÷in kurucusu Hz. Ali’nin avaz, turna ad verilen kuútadr. Turna, ayn zamanda kurucusu Hz. Ali’nin avaz, turna ad verilen kuútadr. Turna, ayn zamanda Bâtnili÷in kurucusu

Msrl ødris’in (Hermes olarak da bilinir) sembolüdür. Nil Deryas’nda (Msr), Msrl ødris’in (Hermes olarak daturna bilinir) sembolüdür. Asas Nil Asas Deryas’nda (Msr), hrkas Msrl ødris’in (Hermes olarak daadı bilinir) sembolüdür. Asas Nil Deryas’nda (Msr), hrkas Mısır medeniyetinde Toth, Antik hrkas Hz. Ali’nin avazı, verilen kuş-

Yunan’da Hermes, Yahudilikte Turna, aynı zamanda Bâtıniliğin kuise tadır. bir derviútedir (Hac Bektaúi Nil Deryas’nn umman olmas, úehir se bir (Hac(Hac Bektaúi Veli). NilVeli). Deryas’nn umman olmas, kayp úehirkayp MuHanok, ve isederviútedir bir derviútedir Bektaúi Veli). Nil Deryas’nn umman olmas, kayp úehir Mu veMu ve rucusu Mısırlı İdris’in (Hermes olarak da

İslamiyet’te İdris, aynı yüce şahsiyetler ya

bilinir) sembolüdür. Asası Nil Deryası’nda

da peygamberlerdir ve turnayla resmedil-

Atlantis’in tufanyla sular altnda ilgili birdevamdr. anlatnn devamdr. Atlantis’in Nuh tufanyla sular altnda kalmas ilekalmas ilgili birileanlatnn Atlantis’in Nuh Nuh tufanyla sular altnda kalmas ile ilgili bir anlatnn devamdr.

mesi, Yahudilikte turnaya yüklenen kutsiyetin nedeni(Mısır), hırkası iseToth, bir derviştedir (Hacı BekMsr medeniyetinde Toth, Antik Yunan’da Hermes, Yahudilikte Hanok, øslamiyet’te MsrMsr medeniyetinde Antik Yunan’da Hermes, Hanok, øslamiyet’te medeniyetinde Toth, Antik Yunan’da Hermes, Yahudilikte Hanok, øslamiyet’te taşi Veli). Nil Deryası’nın umman olması,

dir. Bu nedenle irfan ve bilgelik, Şekil 3’te

dris,ødris, aynødris, yüce úahsiyetler ya dayapeygamberlerdir ve turnayla turnaya yüklenen ayn yüce úahsiyetler da peygamberlerdir veresmedilmesi, turnayla resmedilmesi, turnaya yüklenen ayn yüce úahsiyetler daya peygamberlerdir resmedilmesi, turnaya yüklenen deturnayla görüldüğü gibi, eski Mısır mabetlerinde kayıp şehir Mu ve Atlantis’in Nuh tufanıyla ve

utsiyetin nedenidir. Bu kalması nedenle irfan vebirbilgelik, 3’teileùekil de görüldü÷ü gibi, gibi, eski MsrMsr kutsiyetin nedenidir. Buile nedenle irfan ve ùekil bilgelik, 3’tegörüldü÷ü de görüldü÷ü gibi, eski Msr turna resmedilir (2004:Çınar, 223). sular altında ilgili anlatının kutsiyetin nedenidir. Bu nedenle irfan ve bilgelik, ùekil 3’te de eski

devamıdır. mabetlerinde turnaturna ile resmedilir (2004: Çnar, 223). mabetlerinde turna ile resmedilir (2004: Çnar, mabetlerinde ile resmedilir (2004: Çnar, 223). 223).

(http://www.ancient(http://www.ancient(http://www.ancient-

(http://astrotheologyradio.com/

(http://www.ancient-origins.net/ (http://astrotheologyra (http://astrotheologyra (http://astrotheologyra (http://www.ancient(http://www.ancientorigins.net/historyrigins.net/historylatest/the-book-of-thoth/. 06-11(http://www.ancientorigins.net/historyhistory-famous-people/thothhistory-famous-people/thoth2016) hermes-trismegistus-and-hisdio.com/latest/the-bookdio.com/latest/the-bookdio.com/latest/the-bookhermes-trismegistus-and-hisfamous-people/thothorigins.net/historyamous-people/thothorigins.net/historyfamous-people/thothorigins.net/history(http://www.ancient-origins.net/

ancient-school-mysteries-002676.

ancient-school-mysteries-002676.

of-thoth/. 06-11-2016) of-thoth/. 06-11-2016) of-thoth/. 06-11-2016) famous-people/thoth06-11-2016) hermes-trismegistus-andfamous-people/thothermes-trismegistus-and06-11-2016) hermes-trismegistus-andfamous-people/thothhis-ancient-schoolhermes-trismegistus-andvarlığı. is-ancient-schoolhermes-trismegistus-andhis-ancient-school- Şekil 3. Turna sembolizminin Mısır mabetlerindeki hermes-trismegistus-and-

mysteries-002676. 06-11mysteries-002676. 06-11mysteries-002676. 06-11016)2016)2016) 40

his-ancient-schoolhis-ancient-schoolhis-ancient-schoolmysteries-002676. 06-11-06-11mysteries-002676. 06-11mysteries-002676.

2016)2016)2016)

ùekil 3. Turna sembolizminin Msr mabetlerindeki varl÷.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Turna, Mısır ezoterizminin bir sembolü

6. Ozanın Hakk Aşkı: Hem Yunan

olduğu gibi, Alevi ezoterizminde de sıklıkla

hem de Alevi ezoterizminde ozanın aynı

kullanılır. Kendisi, ilim, irfan kuşudur, yol

zamanda din adamlığı ve ritüel yönetici-

göstericidir:

liği bulunmaktadır. Bunu Yunan kahra-

Sen irfan kuşusun gider gelmezsin Gelir bizde baki mihman kalmazsın Seni uçuranlar murat almasın Kim seni uçurdu yuvandan dilber (Pir Sultan Abdal) 4. Söz-Ezgi İlişkisi: Yunan ezoterizminde de Alevi ezoterizminde de müzik ve ezgi, söze hizmet eden bir aracıdır. Yunan ezoterizminde sözlere eşlik eden çalgı lir, Alevi ezoterizminde de sazdır. Yunan ezoterizminde sözlere eşlik eden, sözü sunan ve sözün akılda kalmasını sağlayan çalgı lir olduğu için, İngilizcedeki şarkı sözü anlamına gelen lyrics, “lire ait/lire özgü” gibi bir anlama geçiyor. Eş deyişle İngilizcede

manı Orfeus’da görmüştük. Tıpkı Antik Yunan’daki Orfeus gibi Alevilikteki zakir ve ozanlar da tanrısal bir aşka sahip olduğundan, müziklerindeki sinerjiyle insanları transa (vecde) geçirirler. 7. Ozanın Beşeri Aşkı: Tasavvufçu Alevi ezoterizminde Mecnun’un Leyla’ya aşkı Hakk’tan ileri gelir, Leyla bir bahanedir. Eğer bir Hakk aşkı söz konusuysa, beşer aşkı da Hakk aşkının bir yansımasıdır ve Hakk aşkına götüren bir köprüdür. Dolayısıyla Antik Yunan’ın ezoterik ozanı Orfeus nasıl Evridiki’ye aşıksa, Anadolu ezoterizminde de Mecnun Leyla’ya aşıktır. Orta Doğu’nun ve Anadolu’nun Orfeus’u Mecnun, Evridiki’si ise Leyla dır.

şarkı sözü, söze eşlik çalgısı olan lire atfen,

8. Kendini Tanı Buyruğu: Ezoterik öğ-

‘lire ait’ gibi bir anlama geçtiğine göre, bu-

retiler içerisindeki en önemli buyruklardan

rada yalnızca Yunan ezoterizminde değil

biridir ve insanı hamlıktan kâmilliğe yük-

Alevi ezoterizminde de kadimde sözün na-

selttiğine inanılmaktadır. “Apollon’a ithaf

sıl müzik ve ezginin efendisi konumunda

edilen Delf mabedinin kapısında ‘kendini

olduğunu tekrar vurgulamak gerekir.

bil’ ibaresi yer almaktadır” (Gener:2002, 53).

5. Müzisyen-Ozan-Din Adamı-Derviş İlişkisi: Ozan Orfeus, aynı zamanda şair, müzisyen, din adamı, efsuncu ve Hakk’a ve beşere (karşı cins aşkı) âşıktır. Alevi ezote-

Anadolu ozanları da nefes ve deyişlerinin içerisinde bu ifadeyi sıklıkla vurgulamaktadırlar. İlim ilim bilmektir

rizminde de bu çok yönlülüğü dini sorum-

İlim kendin bilmektir

lular olan dedelerde ve zakirlerde görmek

Sen kendini bilmezsin

mümkündür. Onlar hem dini yönetici hem müzisyen hem söz yazarı ve hem de felsefeci nitelikleriyle dikkat çekmektedirler.

Ya nice okumaktır (Yunus Emre) 41


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Ozan

yükseltme niteliğine sahiptir. Bu nedenle

Orfeus’un hem Dionysos hem de Demeter

de Antik Yunan mitolojisinde müzik tan-

mysterlerinde yer almış olması ve bu ayin-

rıçası olan Dokuz Müzler, mezar lahitleri-

leri müziğiyle yönetmesi, Dionysos, Deme-

ne resmedilmiştir. (Bkz. Şekil 1). Ölümden

ter ve Orfik öğretinin aynı paralellikte gitti-

sonra ruhu göğe yükselterek tutkularından

ğinin bir göstergesidir. Dionysos Tanrısının

arındıracak (katharsis) olan çalgının adı lir-

bir diğer adı da Şarap Tanrısıdır. Dolayısıy-

dir ve Orfeus, liriyle Hakk’a yürüyenin ru-

la Dionysosçu öğretinin bir kalıntısı olan

hunu yedi katlı göğe çıkaracaktır. Bu esna-

şarap eşliğinde ritüel yapma uygulama-

da Orfeus’un ağzından çıkacak olan sesler

sına, hem günümüz kiliselerinde ve sina-

bir kuş gibi havaya uçmaktadır. Başka bir

goglarında hem de cemlerin semavi dinsel

deyişle kuş, ruh ve müzik, göğe yükselme

etkinin altında kalmamış orijinal hallerin-

özellikleri açısından, ortak bir payda altın-

de yer vardır. Şarap, Alevi ezoterizminde

da metaforize edilmektedirler. Aleviler Her-

Salman’ın Kırklara ezerek içirdiği ve onla-

metik olduğu için o kuşun adı, Hermes’i

rın bire dönüşmesini sağladığı “dolu”dur.

sembolize eden turnadır.

9.

Şarapla

Ayin

Yapmak:

O dolu, sonradan semavi dinlerin etkisiyle şekerli suyla temsil edilmeye başlamıştır.

11.

Ezoterik

Müzik

Geleneğinin

Anadolu’daki Sünni ve Hıristiyan Tarikat-

10.Müzik-Ruh-Söz-Ezgi-Dans-

lar Üzerindeki Etkisi ve Ortak Paydalar:

Hakikat İlişkisi: Hem Yunan hem de Alevi

Anadolu’da özellikle Antik Orfik geleneğin

ezoterizminde en önemli müziksel nokta,

ve Dionysos gibi gizem ayinlerinin bir de-

müzik-dans-ritüel ve hakikat bilgisinin bir

vamı olarak kendini gösteren ve sayı mis-

potada erimesidir. Ezoterik gelenekte mü-

tisizmi, ilahi kelam ve söz odaklı müzikle

ziğin dinsel metinlerin akılda tutulmasını

oluşturulan, sözsel/ritmik ve dansa yönelik

sağlayan bir gereç olarak öneminden yuka-

coşkusuyla transı körükleyen ezoterik mü-

rıda söz edilmişti. Ezoterik öğreti içerisin-

zik, bulunduğu coğrafya itibariyle Sünni

de, öz Türkçesi ‘can’ olan ruhun ölümsüz-

tarikatları da etkilemiştir ya da bu karakte-

lüğü tartışmasız kabul edilmektedir. Bunu

ristik yapı, Anadolu’nun geneline özgüdür

Yunus Emre’nin şu dizeleriyle de görmek

de denebilir.

mümkündür:

Arap kültürü içerisinde, dinsel müzik-

Ten fanidir can ölmez gidenler gine gel-

lerin alanı son derece dar ve sınırlı iken, İslam’ı kabul etmiş farklı topluluklarda il-

mez Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil

gili İslam öncesi farklı kültürlerin etkisi silinemediğinden, İslam’da müziğin yeri ile

tanrıçası

ilgili tartışmalar, İslam âlimleri tarafından

olan Dokuz Müzlere ait felsefede hem de

merkezi bir kurala oturtulamamıştır. Do-

Orfeus’ta müzik, ölümsüz olan ruhu göğe

layısıyla ezan ve Kuran’ın makamları ne

Dolayısıyla

42

hem

müzik


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

şekilde olacak, İslami müzikte çalgı haram

- Anadolu’da ritim, müzik ve dansın

mı, kadın sesi haram mı gibi İslami müziğe

bir arada uygulandığı dinsel müzikler, Or-

ait birçok sorunsalın yanıtı, kültürel öğele-

fik inanışla ve Dionysos ayinleriyle kültürel

rin dışlanamamasından dolayı homojen de-

bir bağlantı içerisindedir. Dolayısıyla Alevi

ğil tartışmalıdır.

dinsel müziklerinin Sünnilerinkinden en

Ancak her ne olursa olsun biz etnomüzikoloji ile uğraşanlar, bir kültürün nasıl olması gerektiğine ilişkin otantisite tartışmalarına değil, uygulamalara bakarız. Çünkü biliriz ki bu uygulamalar, binlerce yıllık kolektif belleğin kendisinden kopulamayan bir uzantısı niteliğindedir. Dolayısıyla Anadolu’daki Sünni tarikatların müziksel uygulamalarına bakıldığında “Çalgıyla iba-

büyük farkı, dinsel çalgıları içerisinde vurmalı ve üflemeli çalgı yerine saz kullanılması, sözlerinin çok daha ayrıntılı bir anlam derinliğine sahip olması, sözler içerisindeki belli başlı paganik/Zerdüşti İslam öncesi öğelerin varlığını koruması, ibadetlerin ve dolayısıyla da müziğin ve dinsel dansların kadın-erkek bir arada yapılmasının toplum tarafından hoşgörüyle karşılanmasıdır.

det etmek haramdır” diyen İslam âlimlerine

12. Ezoterizmde Müziğin Ruhu Arın-

tezat olarak başta tef ve kudüm gibi vurma-

dırıcı Etkisi: Aristoteles’in tragedya sanatı-

lı çalgılar olmak üzere, özellikle Mevlevi ve

nın önemli bir işlevi olduğunu iddia ettiği

Kadiri tarikatları içerisinde ney ve benzeri

arınma (katharsis) olgusu, Alevi ezoteriz-

çalgılar da kullanılmaktadır ve Şii, Sünni, Hıristiyan ve Alevi toplulukların dinsel müziklerine ait ortak paydalar şunlardır: - Zikir müzikle ve müzik de ritimle özdeş bir hal almıştır. - Zikirler, vurmalı çalgıların (def ve kudüm) ya da bedenin çalgı olarak kullanılması (nefes alıp verme, eli göğse vurma vb.) sonucu oluşturulan ritimle sağlanmaktadır. - Zikire yönelik müziksel başlangıç, öncelikle yavaş bir ritimle başlar ve bu yapı, zaman içerisinde hızlanır ve sonra tekrar yavaşlar ve bu biçimde durur.

minde de mevcuttur. Yunan kültüründe tragedya şairleri tarafından manzumlar halinde yazılan ve müzikli korolar aracılığıyla amfi tiyatrolarda oynanan oyunların ruhu eğitmesi ve tutkularından arındırması olgusu, Alevi ezoterizminde ise, yalnızca söz ve müziğe odaklanılarak gerçekleşir, teatral bir boyutu bulunmamaktadır. Alevilikte ruhu arındırmak, talibin ölmeden ölmesini sağlayarak onu insan-ı kâmil mertebesine çıkarmakla olur. Bu nedenle Alevilikte “arınma” ifadesinden çok, “nefsi öldürme” ifadesi kullanılır ve bunu sağlayacak mekteb-i irfan, cem törenlerin-

- Ritmik temponun dinsel bir duygu ve

deki yola alınma konusuyla ilgili olup, cem

transa yol açtığı müzik ve çalgıya dans da

törenlerinde verilen bu eğitim de kendisine

(ritmi eşlikli beden hareketleri) eşlik etmek-

kelamın eşlik ettiği müzik olmadan gerçek-

tedir.

leşemeyeceği için, arınma ve nefsi öldürme 43


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ifadeleri aynı anlama çıkmaktadır. Hem

Akhilleus’un ölüsü yanında şarkılar söyle-

Antik Yunan hem de Alevi ezoterizminde

yen Müzlerden bahsedilir” (Tülek, 1998:9).

arınma düşüncesi, hakikati kavrama eğitimi açısından önemli bir basamaktır.

V. ÖNERİ: ALEVİ CENAZE ERKÂNI ÜZERİNE Hem Orfik hem de Pisagoryen ezoterizmde astronomi, müzik, matematik ve geometri, ortak bir bilimin kolları olarak görülmektedir. Bu ortaklığın en önemli sebebi, müzik-matematik ilişkisinin, gökyüzünde de astronomi-müzik-matematik ilişkisi olarak algılanmasıdır. Bu nedenle Pisagoras’ın kurduğu tarikata dâhil olan Pisagoryen ezoterizmde, gezegenler göksel hareketlerinin resmedildiği dinsel bir dansı oluşturur: Batı kültüründe gezegen ve Samanyolu hareketleri, “dance of the shepherd” (göklerin dansı) olarak adlandırılmaktadır. Göksel olması nedeniyle müziğin bir diğer özelliği, ruha ilişkin olmasıdır; “Müzik ruhun gıdasıdır” atasözü de müziğin ruhla kurulmuş olan ezoterik bağlantısından ileri gelmektedir. Bu özellik, Antik Yunan ilham tanrıçaları Müzlere atfedilen ruhla oluşturulmuş sıkı ilişkiden ileri gelir. Şimdi bu ilişki üzerinde duralım: “Ruhun ağızdan kuş olarak uçtuğu düşüncesi, çok eskiden beri var olan bir inançtır. Ruhların göğe yükselişlerinde onlara yol gösterenlerin Müzler olduğuna inanılmıştır. Müzlerin aynı zamanda mezar tanrıçaları oldukları ve ölüler için şarkı söyledikleri çok eski bir inanca dayanmaktadır, Odysseia’da 44

Buradaki kuş metaforu güzel sesle (kanarya, bülbül vb.), müzik ise Yunan’ın ulus çalgısı olan lir ile ilgilidir. Kuş sesi (kanarya, bülbül vb.), müzik sesi (lir) ve ruhun ortak paydası güzel olmaları ve göğe yükselmeleridir ve bu yönüyle semavi dinlerdeki cenneti de ifade ederler. Bu nedenle cennet, bedeninden ayrılarak suça mecburiyeti ortadan kalkmış güzel ruhla ve gökyüzüyle ilintilidir. Zaten gökyüzünde, gezegenlerin ve galaksilerin dönmesinden oluşan kendine özgü bir ses, dans ve ritim bulunmaktadır. Böylelikle Müzler, ruhu gökyüzünün bir katından diğerine çıkarırken ihtiraslarından arındırırlar. Ruhun ihtiraslarından arınması, bir ceset olan bedeni terk ederek göğe yükselip bedenden ayrılmasıyla olmaktadır. Bu nedenle Müzlerin aslında mezar tanrıçaları oldukları ve ölüler için şarkı söylediklerine de inanılmaktadır. Dokuz Müzlerin resmi, şekil 2’deki gibi mermer lahitlerin (mezar taşı) üzerindedir. Bu düşünce, Aristoteles’in sanat anlayışına kadar yansıyacak ve filozof “Poetika” (Şiir Sanatı) adlı eserinde, içerisinde müzik de olan tüm tragedya sanatlarının görevinin, sağladığı acıma ve korku duygularıyla “ruhu tutkulardan arındırma işlevi” olduğunu savunacaktır. Alevi ezoterizminde ise buna ek olarak, insanın yaratılış miti olan “Kırklar söylencesi” içerisinde, Kırkların ilk engürü içerek bire dönüşmesi nedeniyle bir “aşk hali”nin betimlenmesi olan semahın içerdiği çoğul


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

anlamlardan biri, doğayı ve gökyüzünü tak-

lantıyı verecektir. Seyyid Nizamoğlu’nun

lit ederek, bu sevgiyi hareketlerle ifade et-

dizeleri, bu duruma bir örnektir:

mek de müzik ve ruh (can) arasındaki bağAşk odu yürekte yanar/ Beni gören Mecnun sanar Gökyüzünde ay-gün döner/ Ya ben nice dönmeyeyim Dönmenin, aşkın sağladığı evrensel bir olgu olduğu düşüncesi, Hüdayi’nin dizelerinde de: Bütün evren semah döner/ Aşkından güneşler yanar Aslına ermektir hüner/ Beş vakitle avunmayız biçiminde ifade edilmiştir.

Yukarıda da sıralandığı gibi tüm ezote-

Antik Yunan gibi Alevi ezoterizminde

rik öğretilerde bir ruh-madde düalizmi bu-

de bu böyledir. Hem cem törenlerinde hem

lunmaktadır ve bu düalizm içerisinde mad-

de cenaze erkânında müziğin etkin bir rolü

deye şekil verip yoğuranın, yasayı koyanın

bulunmaktadır. Özellikle Alevilerin Hakk’a

ve evrensel aklın kendisi olanın ruh olduğu

yürüme ritüelleri içerisinde sazla çalınıp

ve tüm canlıların o evrensel ruhtan pay al-

söylenen devriyeler, ruhun ölümsüzlüğünü

dığı düşüncesi hakimdir. Dolayısıyla bu

anlatır ve Hakk’a yürüyene, “devri kolay

ezoterizm içerisinde asıl töz olan ruh, mü-

olsun” denir. Bir nevi reenkarnasyon olarak

zikle temsil edilmektedir ve tersi olarak da

da adlandırılabilen ruhun ölmeksizin be-

müzik, Orfeus’un liriyle yaptığı gibi ruhu

denlerden bedenlere devretmesi durumu-

göğe taşımakta ve temsil etmektedir. Müzik

nun, ezoterizmin bir gereği olarak yalnızca

ve ruh arasındaki bu derinlikli ilişki, “mü-

müziği icra ederek değil, semah da dönü-

zik ruhun gıdasıdır” atasözü ile de ifade

lerek resmedilmesi gerekmektedir. Çünkü

edilir. Antik Yunan ezoterizmi için önemli

semah hem yaratılış ve doğumu (Kırklar

figürler olan Müzler ve Orfeusçu-Pisagorcu

söylencesi ve Kırklar semahı) hem ruhun

düşünce içerisindeki derin detaylarda da

göğe ağmasını ve bu sayede bedenden ay-

görüldüğü üzere, Hakka yürüme esnasında

rılarak tutkularından arınmasını ve hem de

da ruh, müzik aracılığıyla göçer ve bu ne-

doğum-Hakka yürüme, gündüz-gece, med-

denle Müzler, Hakk’a yürüyenin yol göste-

cezir gibi ilahi devir ve döngüleri kareogra-

ricisi olarak algılandığı için, mezar lahitleri-

fik hareketlerle resmeden bir dans olduğu

nin üzerine resmedilmişlerdir.

için, canın Hakka yürüyerek göğe ağmasını ve akabinde devretmesini betimleyen bir 45


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

dans olarak, Alevi cenaze erkânları içerisin-

VI. EK:

deki yerini alması gerekmektedir.

MÜZİKSEL EZOTERİZME İLİŞKİN “MİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ”

Ayrıca cenaze erkânları içerisinde dönülen semahların özellikle Alevi yaratılış mitolojisini içeren Kırklar Semahı olması daha uygundur. Çünkü Kırklar söylencesi yaratılışı betimlediğine ve her Hakk’a yürüme yeni bir yaratılışın, dönüşümün ve devrin başlangıcı olduğuna göre, cenaze erkânları esnasında devriyelerin yanında Kırklar semahının da icra edilerek dönülmesi, ezoterizmin kadim bir gereğidir. Ayrıca sözleri Seyit Nizamoğlu’na ait

Arınma (Katharsis): Ruhun tutkulardan arınmasıdır. Ezoterik inanışlarda Tanrıya yaklaşmanın ve hakikati kavramanın da bu şekilde olacağı düşünülür. Ruh, bedeninin isteklerini hiçe sayarak nefsini öldürür ve Tanrı katına yaklaşarak hakikati kavrar. Buna Tasavvufta “ölmeden ölmek” de denir. Birçok dizede vurgulanan bu düşünceye, Âşık Veysel’den bir örnek verelim:

“Bir Dertliyem Derdim Vardır/ Ya Ben Nice Dönmeyeyim” adlı semah d, bu ibadetin niteliğinin resmen dörtlüklerden oluşturulmuş detaylı bir tasviri olduğu için, cenaze erkânlarında tercih edilebilir. Topraktandır cümle beden Nefsini öldür ölmeden Böyle emretmiş yaradan Sen kalemsin ben uç muyum dost? (Âşık Veysel Şatıroğlu) Aristoteles, Poetika (Türkçesi şiir sa-

duğunu düşünmekteyiz. Müzik-ruh-göğe

natı) adlı eserinde tiyatro, müzik, koro ve

yükselme arasındaki derin ilişkinin kökeni

sahnenin bir arada olduğu tümel tragedya

de bu arınma düşüncesidir.

sanatları için: “Tragedyanın görevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan arındırmaktır (katharsis)” ifadesini kullanmıştır (Aristoteles, 2001:22). Biz, aynı arındırıcı (kathartik) etkiyi erdemi telkin eden müzikli cem ritüelleri ve içerisinde hüznü barındıran dünyasal türküler içerisinde de görmekteyiz ve arınmanın en önemli gereçlerinden birinin müzik ol46

Âşık (Işık): Türk dili sözcüklerinde “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” olarak tanımlanan bu sözcüğün Farsçası âşık, öz Türkçesi ışıktır. Aslında tıpkı aşk ve ışk sözcüklerinin eş anlamlı olması gibi âşık ve ışık sözcükleri de eş anlamlıdır. Bunu, 13. yy. Yunus Emre Türkçesinde kullanılan dizelerde de görmekteyiz:


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Benem ol ışk bahrîsi denizler hayrân bana Deryâ benüm katremdür zerreler ummân bana Bu eş anlamlılık, ışık, aşk, ateş ve yan-

sevgi, acı, olgunlaşma, pişme gibi olumlu

ma metaforlarının birbirleriyle olan derin

kavramlara öncülük etmiştir. Bazı Türkmen

bağlantılarından ve Zerdüşti düşünce içeri-

köylerinde sevgiliye çıra denmesinin temel

sinde bu ifadelere olumlu bir anlam yüklen-

nedeni de budur. Ateş, enerjinin, ışığın ve

mesinden kaynaklanmaktadır. Bu kavram-

dolayısıyla sevginin ve aşkın kaynağı ola-

ların algılanış biçimi, müzik uygulamalarını

rak görülmüştür. Ham meyveyi olgunlaştı-

da derinden etkilediği için müzik-ezoterizm

ran, ham insanı pişiren hep bu ateştir ve bu

ilişkisi açısından da önemlidir (Mustan

ateş, yalnızca aşkı değil acıyı da metaforize

Dönmez, 2006). Bu bağlantı üzerine kısa bir

eder ve tıpkı ateşe olduğu gibi acıya da bu

bahis için Bkz. bu çalışmadaki mini sözlük

nedenle olumlu bir anlam yüklenir ve tek-

içerisindeki Aşk/ateş/yanma metaforları.

kelerde yine bu nedenle çilehaneler bulu-

Aşk/Ateş/Yanma Metaforları: İran ateş kültünün Anadolu sufiliğine büyük bir etkisi olmuştur. Aşk, ateş, yanma, pişme, kızma gibi kavramlar, birbiriyle ilintili çoğul birer metafor olarak kullanılagelmiştir. Bu algılayış, ateşe ve ateşle ilişkilendirilen ışık,

nur. Bu algı, dinsel ve dünyasal Türk Halk Müziği sözlerinin olduğu gibi Türk Sanat Müziği sözlerinin de her türüne sinmiştir. Nesimi’ye ait olup müziksel bir icrası da bulunan aşağıdaki sözü buraya örnek olarak alalım:

Şem’a(ışığa) düşen pervaneler /Gelsin bir hoşça yanalım Aşka düşen divaneler /Gelsin bir hoşça yanalım Varın söylen şol bülbüle /Neden âşık olmuş güle Ermek istersen o kül’e /Gelsin bir hoşça yanalım Yanmaktır bizim kârımız /Harcedelim hep varımız Pervaneler yarenimiz /Gelsin bir hoşça yanalım Nesimi döğünsün taşlar /Akıtalım gözden yaşlar Hak tariktir hey kardaşlar /Gelsin bir hoşça yanalım

47


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Aşk Sarhoşu: “Aşk Sarhoşu” deyimi,

bire çevirerek onlara “Lâmekân” elinden

Alevi ezoterizminde gizemli bir yaratılış

“mekân” kazandıran, yoktan var eden şa-

söylencesi olan “Kırklar söylencesi” içeri-

rabın sağladığı sarhoşluğun kendisidir. Şah

sinde yer alan ve Salman tarafından ezi-

Hatayi’ye ait olan deyişte bu düşünce, şu

lerek Kırklara içirilmek suretiyle Kırkları

biçimde ifade edilir:

Ol şerbetten biri içti/ Cümlesi oldu hayran Mümin müslim üryan büryan/ Hep girdiler semaha

Aşk Şarabı: “Aşk şarabı” değimi de

rabın kendisidir. Aşk şarabı kelimesinin

Alevi ezoterizminde gizemli bir yaratılış

Türkçeye Kırklar söylencesinden geçtiği

söylencesi olan “Kırklar söylencesi” içeri-

aşikârdır. Bu algı biçimi de Türk diline, tür-

sinde yer alan ve Salman tarafından ezi-

kü, deyiş ve şarkılarda sıklıkla geçmekte-

lerek kırklara içirilmek suretiyle kırkları

dir. Bu türkü, deyiş ve hatta şarkılara bazı

bire çevirerek onlara “La mekân” elinden

örnekler verelim:

“mekân” kazandıran, yoktan var eden şaAşkın şarabını içerler dilber Mecnun misal yanar hey dost sergerdan olur Hüsnün görüp candan geçerler dilber Ferhat misal döner perişan olur (Tunceli/Ovacık)

Aşkın Şarabın içmesi hoştur şaşkın Şarabın peşinden koşmak boştur şaşkın (Söz ve Müzik: Erkin Koray)

Aşk şarabı acıdır Ne yenir ne içilir Ne cefası çekilir Ne ondan vazgeçilir (Söz ve Müzik: Zeki Duygulu)

48


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Ayet: Kur’an-ı Kerim’e ait olan metinle-

celikle Südur (birden fışkırma) ile gerçek-

rin her bir cümlesi ayet olarak geçer. Ancak

leşir. Bu olgu, günümüz bilim adamlarına

Alevi deyiş, deme ve semahlarına bazı yöre-

göre “big bang” (büyük patlama) teorisidir.

lerde ayet denmesinin nedeni, tasavvuftaki

Ardından cansız ve canlı varlıklar, hayvan-

Ene-l Hakk düşüncesinden dolayı insanın

lar, maymun, insan, insan-ı kâmil oluşur.

Kur’an-ı natık (konuşan Kur’an), sazın telli

İnsan-ı kamil, evrim basamağının en üstün-

Kur’an, icra edilen müziksel cümlelerin de

de olup Tanrının yeryüzündeki temsilidir.

Kur’an’ın cümleleri olan ayet olarak tasav-

Bu düşünce, yalnızca Alevilikte değil Uzak

vur edilmesidir. Başka bir deyişle Alevilikte

ve Yakın Doğu Mistisizmi, inançları ve tüm

ayet, Ene-l Hakk düşüncesine göre metafo-

ezoterik inançlarda varlık ve oluşa ilişkin

rize edilmektedir. Pir Sultan Abdal’ın bir

bir öğreti olarak bugüne taşınmıştır ve Batı

deyişinde de ayetin metaforize ediliş şeklini

felsefesi içerisinde Pisagor, Platon, Plotinus

görebilmemiz mümkündür:

gibi farklı filozoflarca da işlenmiş ve son

Ay Ali’dir gün Muhammet Okunan seksen bin ayet Balıklar deryaya hasret

olarak 19. yy. filozofu Hegel’de ve bilimsel fikirlerle ispat açısından da Darwin’de ışımıştır. Gufrani’den bir dörtlükle devriyeyi örnekleyelim:

Çarka döner göl içinde

Katre idim ummanlara karıştım

Burada ayet derken, bir anlamda ilahi

Kaç bulandım kaç duruldum kim bilir

kelam olarak ozanların oluşturduğu sözler kastedilmektedir.

Kaç sanata kaç sarıldım kim bilir

Devriye: Devriye, ölümsüz olduğuna inanılan ruhun farklı farklı bedenlerde gezinerek sürekli suret değişmesi ve Hakk’a yürüyerek ve Hakk’tan tekrar tekrar gelerek bedenlenmesi, bu esnada da aşağıdan yukarıya doğru evrilerek hareket etmesidir. Devriye

düşüncesinin

Devre edip âlemleri dolaştım

benimsenebilmesi

için, ruh-madde düalizminin kabul edilmesi gerekir. Bir anlamda günümüz evrim teorisinin ilk biçimidir ve aynı zamanda devriyeler halk edebiyatı ve deyişlere işlendiği konu itibariyle adını vermektedir. Başka bir deyişle devriye, aynı zamanda dinsel halk şiiri ve müziği türlerinden biridir. Bu Ene-l Hakçı düşünce içerisinde, varlık ön-

Dionysosçuluk: Şarap Tanrısı Dionysos, Yunan mitolojisinde Tanrı Zeus ve Thebai Kralının kızı Semele’nin çocuğudur. Çok yer gezmiş ve gezdiği yerlerdeki herkesi esritmiştir, bu nedenle esrime (vecd/ trans) Tanrısıdır. Dionysos öğretisi, Orfeus ve Orfistler tarafından devam ettirilmiştir. Hatta Orfeus’un, Dionysos ayinlerini yöneten bir ozan olduğu, Yunan mitolojisi tarihi içinde sıklıkla vurgulanmaktadır. Bu öğreti, Dionysos’tan Orfeus’a, Orfeus’tan Pisagoras’a ve oradan Platon’a kadar geniş bir etki alanına sahip olmuştur, ruhun ölümsüzlüğüne dayanan bir ezoterizm içe49


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

rir ve Mısır’dan beslenir. Dionysos ritüelle-

rektiğine ilişkin bir görüş olup, ezoterizm,

ri, müziksiz, danssız ve vecdsiz düşünüle-

bir din değil bir okullaşma ve irfan öğretme

mez, bu açıdan müzik çok önemlidir.

sistemi olarak tüm dünyada kendini gös-

Esrime (Trans/Vecd): Esrime bir ruh hali olduğu için, öncelikle psikoloji ve psikiyatrinin inceleme konusudur. Esrime, ruhun üst düzey bir coşku ve inanç durumu nedeniyle belirli bir kanala hipnotize olması ve bedenin de çoğu zaman histerik kasılmalar ve çözülmelerle bu duruma tepki vermesi biçiminde görülebilen ve çok uzun

terir. Bu anlamda üniversitelerdeki hiyerarşik yapı ve yükselmeler de bu mantıkla oluşmakta ve bilen ve bilmeyen, ehil olan ve olmayan, unvansal hiyerarşilerle birbirlerinden ayrılarak, yükselmenin bir belirtisi olarak cüppe (hırka anlamında) ve kep (taç anlamında) giydirilerek bir üste çıkarılmaktadır.

sürmeyen bir haldir. Bu hal, İslami coğraf-

Gizemcilik (Mistisizm): Gizemcilik,

yada vecd (aşk hali), tarab, cezbe gibi adlar-

tüm Batıni/ezoterik öğretilerin genel ka-

la adlandırılmaktadır ve bu fenomen hemen

rakteristiğidir. Bir tarikatın talipleri, yük-

hemen her kültürde bulunmaktadır.

selme durumlarına göre hiyerarşi alırlar ve

Etnomüzikolojinin de önemli kavramlarından biri olan esrimenin tabanını ‘inanç’ oluşturur, ne ki esrime olgusunun tetikleyicisi ritim ve müziktir. Ezoterik doktrinlerde müziğin, dansın ve sayıların ritüellerden bağımsız olmadığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, müzikli ve danslı ritü-

hiyerarşide yükselindikçe tarikat sırları üstat tarafından talibe verilir. Üniversitelerde var olan yapılanma da bu ezoterik prensibe göre oluşmaktadır. Bu gizemci karakteristik, Mısır Osiris mabetlerinden bugüne kadar gelmiş her ezoterik toplulukta bulunmaktadır.

ellere esrimenin de eşlik etmesinden daha

Gizem sözcüğü, Latincede Mysteria

doğal bir şey yoktur. Yavaş bir tempoda

(mistik/mistisizm vb.), “Gözleri ya da du-

başlayıp gitgide hızlanan (yeldirme) ve

dakları kapamak” anlamına gelen Myo söz-

sonra tekrar yavaşlayan (ağırlama) sema ve

cüğünden türemiştir. Ereni anlatmak için

semah ayinlerinin de esrimeyi doğal olarak

kullanılan mystes sözcüğü, Miken Yunan-

sağladığı gerçeği göz önünde bulundurul-

casında ‘erginlemek’ (myeo)-‘erginlenmek’

malıdır.

(mystes) anlamındaki sözcüklerden türer

Ezoterizm (Bâtınilik): Hakikatin, hatta İslami coğrafyalarda aynı zamanda Kur’an’ın bir kabuk bir de içsel anlamı olduğu, içsel anlamların ehil olmayan kişilere verilmemesi gerektiği ve ehil olanların da avamdan bu evrensel sırları saklaması ge50

(Burkert, 1999:24). Anadolu gizemciliğinde de bu “gözleri ya da dudakları kapama” ibaresi, çokça dile getirilmiştir: Bir Bektaşi ereni olan Genç Abdal’a ait bir nefesle bu algıyı örneklemek gerekirse:


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Hermetizm: Ezoterik öğretilerin birçok

Muhammed Ali’ye ikrar verdinse Gördüğün ört görmediğin söyleme Sıdk ile imanda karar kıldınsa

kolundan biri Hermetik öğretidir. Hermetik öğreti, bir anlamda Hermes öğretisidir. Bu şahıs Antik Yunan mitolojisinde Hermes,

Gördüğün ört görmediğin söyleme

Mısır’da Toth, Tevrat’ta Hanok, Kuran’da İdris olarak geçer. Mısır duvar mabetlerin-

(Genç Abdal, 19. Yy.)

de turna biçiminde sembolize edilmiştir.

(https://nazenin.wordpress.

Turna, bu yönüyle aynı zamanda irfan kuşu

com/2006/12/02/bektasi-nefesleri-azbi-

olarak bilinir. Hermes ezoterizmi, Mısır

baba-ve-genci-veya-genc-abdal/.

ezoterizminin bir suretidir. Günümüzden

11-12-

2016) Hakikat ve Marifet (Gnosis): Hakikat, doğruluk, kesin-mutlak bilgi anlamına geldiği gibi tasavvuftaki dört kapıdan üçüncüsüdür. Şeriat ve tarikat kapılarından geçmeden hakikat kavranamaz ve hakikat kavra-

binlerce yıl öncesinde Mısır’da kurulduğu söylenen bu ezoterik okul, tüm dünyaya ışık saçmış, ancak ispatlanamayan efsanelere göre tufanlarla eş zamanlı olarak sular altında kalmıştır. Pir Sultan Abdal’ın şu dizelerinde bu durum yer alır:

madan marifet (gnosis) elde edilemez, ilahi bilgi ve ariflik kavranamaz ve insan-ı kâmil olunamaz. Hazreti Şahın avazı turna derler bir kuştadır Asası Nil deryasında hırkası bir derviştedir

Nil deryası umman oldu sarardı gül benzim soldu Bakışı aslanda kaldı döğüşü dahi koçtadır Hazreti Şah Ali, Avazı ise irfan kuşu

tadaki insan, ideal insan, ölmeden nefsini

turnadır, Nil Deryası Mısır’dır, Hazreti

öldürmüş ve bu şekilde ruhunu tutkular-

Ali’nin hırkasını alan derviş Hacı Bektaşi

dan arındırıp hakikate, yani hakkın katı-

Veli’dir. Nil Deryası, bir sel felaketiyle sular

na ermiş, eren, evliya olmuş, bir anlamda

altında kaldığı için umman olmuştur.

Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olmuş in-

İnsan-ı Kamil: Kamil insan, olgun insan, erdemli insan, sırra vakıf olarak Hakikate eren insan olarak tanımlanır. Alevilikteki devriye felsefesine ait en üst nok-

sandır. Alevilikte mekteb-i irfanın da temel amacı, insanı bu mertebeye çıkarabilmektir. Alevi felsefesinde bu insanlardan olmak Hakk’tan dilenir ve bu insanlara sonsuz bir 51


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

hürmet vardır. Bunu Pir Sultan Abdal’ın şu

ile doksan bin kelam konuşur, bunun otuz

dizeleriyle örnekleyelim:

bini sırrı hakikat olarak Hz. Ali’de kalır,

Pir Sultan Abdal’ın sürem bu yolu İnsan-ı Kâmilin olmuşam kulu

Muhammed’in Kırklar ile arasında geçen diyalogunu anlatan söylence ise kırklar söylencesi olarak günümüze kadar gelir. Ce-

İster yağmur yağsın isterse dolu

min ayrılmaz bir parçası olan tüm semahlar

Nidem ben ummana daldıktan sonra

ise esasında Kırkları tasvir eder ve “Kırklar

Batı felsefesinde bu insan, özellikle Nietzsche’de üstün insan kuramıyla idealize edilmektedir. Uzak Doğu felsefesinde ise saf bilinç düzeyine ulaşarak Nirvana’ya yükselen ve karma (nedensellik ve kader) zincirini kıran insan için kullanılan bir kavramdır. Kelam: Kelam, söz anlamına geçtiği kadar, Kuran’da Hakk’ın sıfatlarından biri olarak da algılanmaktadır. Çünkü ilahi kelam, mutlak doğru söz anlamındadır. Dolayısıyla Hakk kelamı ya da Tanrı buyruğu ibaresi, Batın anlamda değişmez mutlak doğrular ve ilim anlamına gelir. Alevi kültüründe kelam ilmi de müziksiz ve manzumsuz olarak anlatılamaz. Çünkü hakikat, şiir, müzik ve çalgı gibi estetik öğelerden bağımsız olarak ifade edilemez. Hakikatin estetik dil kullanılmadan ifade edilmesi, Batı ezoterizminde de kabul edilemez ve o yüzden tragedya adı verilen

semahı”dır. Aleviliğe ait yaratılış söylencesi Kırklar söylencesidir. Alevi sufiliğinin özü bu söylencede bulunur. Aleviliğin temel ibadeti olan cem ritüellerinin tümü, kırklar söylencesini betimleyerek, duymak isteyenlerin kulağına bu öğretinin derinliğini fısıldar. Ene-l Hakk düşüncesinin özü, bu söylence aracılığıyla yerine oturtulmuş olur. “Aşk şarabı” ve “aşk sarhoşu” deyimleri de Kırklar ezoterizminden Türk diline geçmiş ibarelerdir. Bkz. bu mini sözlükte bulunan “Aşk Şarabı”, bkz. “Aşk Sarhoşu”. Kur’an-ı Natık (Konuşan Kuran): Ene-l Hakk düşüncesinden dolayı insan, Kur’an-ı natıktır (konuşan kuran), çünkü Ene-l Hakk düşüncesine göre Hakk’ın kelamını zikreden ilahi, yine insanın kendisidir. Başka bir deyişle Alevilikte Kur’an, Ene-l Hakk düşüncesine göre metaforize edilmektedir. Müz(ik): Duygu ve düşünceleri seslerle

tümel sanatların oluşturucusu da tragedya

anlatma sanatı olarak tanımlansa da ezote-

ozanlarıdır; Hesiodos, Euripides, Sophokles

rik kültürlerde çok farklı biçimde ele almak

gibi... Bu ozanların oyunları, şiirler biçimin-

gerekir. Sözcüğün etimolojik kökeni, Yunan

de yazılır ve koro tarafından seslendirilir.

mitolojisindeki Dokuz ilham tanrıçası olan

Kırklar Söylencesi: Cebrail tarafından atı Burak ile miraca yürütülen Hz. Muhammed’in yolu Kırklara uğrar, Tanrı 52

müzlere dayanır. Bu anlamda müzik, Türkçeye tam olarak “müzlere özgü olan” ibaresiyle çevrilmelidir. Müzik müzlere özgü-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

dür, çünkü müzler, kullandıkları ezgiler ve

den geçmiş olur. “Alevi nefesleri”, müzikli

müziksel diğer öğeler aracılığıyla bilimsel,

ya da müziksiz manzumlardan oluşabil-

dinsel, mitolojik, tarihsel, dünyevi (aşka ve

mektedir.

sevgiye ilişkin), özetle kültürel bağlamdaki hiçbir bilginin akılda unutulmadan kalmasını sağlıyorlardı.

Orfeus(çuluk)/Orfizm: Antik Yunan’a ait Dionysosçu ayinleri müziğiyle uygulayan ozan ve felsefesi Orfeus hem din ada-

Ezoterizmde müziğin önemi, en çok

mı hem efsuncu hem müzisyen hem de

Yunan mitolojisi içerisindeki müz anlatıla-

karşı cinsin, eş deyişle Evridiki’nin aşkıyla

rında, Dionysos ayinlerinde, Orfik (Orfe-

tutuşan biri olarak, mitolojide ismi yer et-

usa özgü) ayinlerde, Pisagoras felsefesi ve

miş bir kahramandır. Orfeus’un, M.Ö. 8.

ayinlerinde önemlidir. Bu ayinler içerisin-

yüzyılda, Mısır’ın Osiris mabedinde inisiye

de müzik, dinsel bilgilerin akılda tutulma-

edilerek Yunanistan’a döndüğü ve bilimini

sı için bir araçtır. Müziğin bu önemi, Alevi

Pisagoras’a aktardığı söylenir. Bu anlamda

ezoterizmi içerisinde de aynen geçerlidir.

Yunanın ezoterik ozanı olarak mitoloji tari-

Ozanlar, sazı çalmaya başlamadan önce üç

hine de geçmiş ve ismi mitleşmiştir.

kez öpüp başlarına koyarlar. Bu anlamda müzik, hakikati içinde taşıyan altın değerindeki bir kâseye benzetilebilir.

Okumak: “Yazılı bir metni seslendirerek deşifre etmek” anlamına gelen okumak, Orta Doğu’da dinsel müzik metinlerinin

Nefes: Sufistik olarak düşünüldüğün-

vokal/sözlü müziksel icrası için de kulla-

de, nefesin yaşamak için ciğerlerimize çekti-

nılan bir kavramdır. Bu kavramın dinsel

ğimiz havadan daha farklı bir anlamı vardır

müzik metinlerin icrası için kullanılması-

ancak o anlam da bu düşünceden bağımsız

nın nedenini şu şekilde açıklayabiliriz: As-

değildir. Müziğin hava ortamında icra edil-

lında dinsel metinler, ezgisiz olarak icra

mesi nedeniyle İngilizcedeki air, İtalyanca-

edilseydi zaten bu eylem “okumak” olarak

daki aria ve Fransızcadaki ayre, hava anla-

adlandırılacaktı. Çünkü okunan şey kelam,

mına geçip türkü-şarkı familyasından balad

yani ilahi sözdür, okunması için ise müzik

vb. özellikle vokal türlere işaret eder. Türk-

kullanılmaktadır; eş deyişle müzik, dinsel

çedeki hava ve Avrupa dillerindeki air, mü-

metnin okunması için yalnızca bir araçtır,

zik türlerine de işaret etmektedir; “gelin ha-

amaç dinsel metnin ve kelamın zikredil-

vası”, “kına havası”, “gurbet havası”, “göç

mesi ve hakikatin kulaktan kulağa aktarıl-

havası”, “uzun hava”, “içeri havası” (cem

masıdır. Bu algı yalnızca Alevilikte değil

müziği için) gibi. Dolayısıyla nefes sözcüğü

Ortadoğu’daki dinsel tarikatlara ait tüm

ile burada, bu sözcüğün birincil anlamını

müziklerde ve hatta dünyevi şarkı ve tür-

değil metaforik anlamını anlamak gereki-

külerde de mevcuttur: Türkü okumak, şar-

yor. İçe çekilen nefes, dışa verilirken bir an-

kı okumak, gazel okumak, deyiş okumak,

lamda kelamla yüklenmiş, işlenmiş, işlem-

hatta Kur’an okumak gibi. 53


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Biz, etnomüzikolojide Kur’an’ın kıraat-

Pisagoras(çılık):

Yunan

filozofu

li, entonasyonlu ve makamlı okunuşu içe-

Pisagoras’ın (M.Ö. 570-495) felsefesine ina-

risinde var olan müziksel öğelerden dolayı,

nanların gittiği yol. Pisagoras, Dionysos,

müziğin varlığını kabul ederiz. Bunun kar-

Hermes ve Orfeus ezoterizminin bir deva-

şılığı olarak Orta Doğu’da, özellikle vokal/

mı olarak sayılara, müziğe ve astronomiye

sözlü niteliği olan eserler için bestelemek

ilişkin bir felsefi sistem ve tarikat kurucusu

(composition) yerine de yazmak kullanıl-

olarak adını bugüne kadar ulaştırmıştır.

maktadır: Sanki işin içinde müzik yokmuş gibi kabul edilen bu algı, müzikal seslerin ve müzikal öğelerin kelama, yani ilahi söze kurban edilmesinden kaynaklanmaktadır. Okunan Hakk’ın kelamı, okunduğu yer Hakk’ın kitabı, yazan da Hakk’ın kendisidir ancak tasavvufta bunların hepsi Âdemin kendisidir.

Sayı Mistisizmi: Ezoterik öğretilerin en temel bileşenlerinden biri de sayı mistisizmidir. Sayılarla felsefi anlamda bu kadar çok uğraşılmasının birçok nedeni bulunur: Göksel hareketlerin astronomik seyrinden haberdar olmak, evrendeki oran-orantıyı bilebilmek, güneş takviminin en ince ayrıntısından haberdar olarak hem tarım yapabil-

Ozan: Ozan ya da şairin ezoterik ya-

mek hem de tarihi işaretleyebilmek, mimar-

pılar içerisindeki en büyük özelliği, teoloji,

lık/mühendislik gibi nedenlerle matematik,

sanat, mitoloji, tarih, din ve bilimleri man-

ezoterizmin zorunlu bir koşulu olmuştur.

zumlar yoluyla akılda tutabilmesi ve bunları icra edebilmesi yeteneğidir. Dolayısıyla Yunan mitolojisi içerisindeki ilk ozanlar, bugünkü müzik kelimesinin de kökenini oluşturan dokuz ilham perisi ve Tanrıça olan “müz”lerdir. Ardından Orfeus gelir. Orfeus’un en önemli özelliklerinden biri ise ayin yöneticisi bir din adamı olmasıdır. Orfeus, gizem ayinleri olan Eleusius ve Di-

Sayı mistisizminin müzikle, müzik sistemleriyle ilişkilendirilmesi ise, sayıların tamamıyla mistik/dinsel yönünü ortaya koymuştur. Bu noktada biz müzik-matematikevren ilişkisini en fazla vurgulayarak bu ilişki üzerinden derin felsefe ve teoloji yapan filozofun Pisagoras olduğunu görmekteyiz.

onysos misterlerini 7 telli liri aracılığıyla

Alevi felsefesinde de sayılara yüklenen

yönetmiştir. Anadolu’da ise ozan, yarattığı

kutsiyeti görmekteyiz. Bu kutsiyet, sayıların

manzumlarına eşlik eden çalgısı, çoğunluk-

deyiş, semah ve gülbanklarda sıklıkla zik-

la da sazı aracılığıyla hem dinsel ve hem

redilmesi ile de görünür. 3’ler, 40’lar, 7’ler,

de dünyasal hayata ışık tutmakta, yalnızca

12’ler, 17’ler, 40’lar, 99 Esma-ül Hüsna vb.

derdi, elemi, aşkı işlememekte, manzumları

… diye uzayan bir sayı mistisizmi, anlam-

aracılığıyla felsefe de yapmaktadır. Alevi-

larının çözülebilmesi ve araştırılması için,

likte 7 Ulu Ozan vardır.

çok kadim dönemlerden bugüne bizleri beklemektedir. Ayrıca ölüm hayırlarının da

54


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

üçünde, yedisinde, yirmisinde (yarı kırk),

İnsan, telli Kur’an aracılığıyla kela-

kırkında, elli ikisinde ve senesinde (üç yüz

mı müzikle icra ederek seslendirir. Ene-l

altmışaltı) verilmesi, hep sayı mistisizmi ile

Hakk düşüncesine göre bu dinsel kelamı

ilgilidir.

yazan ve okuyan yine insanın kendisidir

Sema(h) (İlahi Dans): Tüm İslam ve Yakın/Uzak Doğu Sufiliğinde tanrısal sevgiyi betimleyen bu tür ilahi danslara yer vardır ve Anadolu’daki sema, semah ya da aynı düşüncenin kastıyla yapılan ve Sünni tarikatlarda adına ‘zikir’ denen bu ilahi dans, ortak bir dünya algısının bu topraklardaki izdüşümüdür. Hem evreni ve göğü hem dünyanın döngüselliğini hem de sevgiyi ve aşkı betimleyen bu dans, Alevilikte en bariz anlamıyla Kırklar söylencesini işitsel ve görsel anlamda resmetmektedir. Sufizm: Kelime, Latince kökenini “hüner, marifet, bilgelik” gibi anlamlara gelen sophia sözcüğünden alır. Sözcüğün İngilizce versiyonu sofi, Arapça versiyonu ise sofudur. Sufizm, ezoterik/Batıni felsefenin İslam’daki adıdır. Tanrı, insan ve doğa sevgisini içselleştirerek yaşamına alan ve yalnızca kuramsal bir kavrayışta bırakmayarak bu felsefeyi uygulamaya geçiren kişiye sufi, bu düşünce akımına sufizm denir. Telli Kur’an: Telli Kur’an, sazı ifade eder. Bu ifade, sazın dinsel/ilahi yönüne vurgu yapmak için kullanılır, çünkü bu çalgı yalnızca dünyevi değil dinsel bir amaç için de kullanılır. Dolayısıyla sazı üç kez öperek cem içi ya da cem dışı müzik icrasına başlanması da saza, müziğe, kelama, dolayısıyla güzele ve iyiye atfedilen değere yöneliktir.

(Kur’an-ı natık-konuşan Kur’an) ve bunu telli Kur’an’dan okur. Başka bir deyişle Alevilikte telli Kur’an, Ene-l Hakk düşüncesine göre metaforize edilerek kitab-ül Kur’an’ın yerini alır.

KAYNAKÇA ADORJAN, Imre. (2004). “Mum Söndürme İftirasının Kökeni ve Tarihsel Süreçte Gelişimiyle İlgili Bir Değerlendirme”. Alevilik. Ed: İsmail Engin-Havva Engin. İstanbul. ARİSTOTELES. (2001). “Poetika”. Çev: İsmail Tunalı. İstanbul. BOLAY, Süleyman Hayri. (1990). “Felsefi Doktrinler Sözlüğü”. Ankara. BURKERT, Walter. (1999). “İlkçağ Gizem Tapıları”. Çev: Sina Şener. Ankara. CAN, Alper. (2015). “Antik Çağ Sözlüğü”. Bursa. ÇINAR, Erdoğan. (2004). “Aleviliğin Gizli Tarihi”. İstanbul. DOĞAN, D. Mehmet. (2008). “Büyük Türkçe Sözlük”. İstanbul. ERHAT, Azra. (2008). “Mitoloji Sözlüğü”. İstanbul. FLORAMO, Giovanni. (2005). “Gnostizm Tarihi”. Çev: S. A. Baş, B. Baş. İstanbul. GAZALİ, İmam. (1993). “Bâtıniliğin İç Yüzü”. Çev: A. İlhan. Ankara. GENER, Cihangir. (2002). “Ezoterik-Bâtıni Doktrinler Tarihi”. İstanbul. KRANZ, Walther. (1984). “Antik Felsefe”. Çev: Suad Baydur. İstanbul.

55


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

MEVLANA. (1991). “Mesnevi”. Çev: Veled İzbulak. İstanbul.

TÜLEK, Fisun. (1998). “Efsuncu Orfeus: Orfeus, The Magician”. İstanbul.

MUSTAN DÖNMEZ, Banu. (2006). “Müziğin Anadolu Tasavvufundaki ‘Aşk’, ‘Ateş’ ve ‘Yanma’ Metaforları Bağlamındaki Algılanışı ve Performansı”. Folklor/ Edebiyat Dergisi, Cilt. 12, S. 48, s. 329340.

OXFORD DICTIONARY. (2004). Ed. By. Sally Wehmeier. Oxford. REDHOUSE DICTIONARY (2003), “İngilizceTürkçe Sözlük”. Ed: Serap Bezmez. İstanbul. www.osmanlicaturkce.com. Erişim: 02.05.2016

MUSTAN DÖNMEZ, Banu; KILINÇER, Zafer (2011a). “Müziğin Yunan Mitolojisi ve Batı Kültürü İçindeki Algılanışı”. İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Cilt. 1/ S. 1, s. 101-113.

http://musesax.com/muses/. Erişim: 26.11.2016

MUSTAN DÖNMEZ, Banu; KILINÇER Zafer (2011b). “Müzik Sözcüğünün Dişil Etimolojisi: Antik Yunan Mitolojisinde Dokuz Musalar”, İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi Kadın Sempozyumu Özel Sayısı, Cilt 1, S. 1, s.29-37.

http://astrotheologyradio.com/latest/thebook-of-thoth/. Erişim: 06.11.2016

ONG, Walter J. (2003), “Sözlü ve Yazılı Kültür”. Çev: Sema P. Banon. İstanbul. OXFORD ANTİKÇAĞ SÖZLÜĞÜ (2013), Editör: M. C. Howatson. Çev: Faruk Ersöz. İstanbul. PLATON. (1992). “Devlet”. Çev: S. Eyuboğlu, M. A. Cimcoz. İstanbul.

56

http://www.ancient-origins.net/historyfamous-people/thoth-hermestrismegistus-and-his-ancient-schoolmysteries-002676. Erişim: 06.11.2016

http://www.ancient-origins.net/historyfamous-people/thoth-hermestrismegistus-and-his-ancient-schoolmysteries-002676. Erişim: 06-11-2016 https://nazenin.wordpress. com/2006/12/02/bektasi-nefesleri-azbibaba-ve-genci-veya-genc-abdal/. Erişim: 11-12-2016.


ÂŞIK EDEBİYATININ OLUŞUMU VE GELİŞİMİNDE ALEVİ-BEKTAŞİ ZÜMRELERİN YERİ VE ÖNEMİ THE ROLE AND IMPORTANCE OF ALEVI-BEKTASHI COTERIES IN THE FORMATION AND DEVELOPMENT OF MINSTREL LITERATURE

Bayram DURBİLMEZ1

büyücü), sağaltıcısı / (ocaklı/hekim, eczacı), elçisi, danışmanı gibi çeşitli görevleri bulunan kamlar, sosyo-kültürel hayatın saygın temsilcileridir (Durbilmez, 2016c:484).

ÖZ Âşık edebiyatının kökenleri kamlara kadar uzanmaktadır. Kam sanatından ozan sanatına, ozan sanatından âşık sanatına geçişte toplumun değişen sosyo-kültürel ihtiyaçları etkili olmuştur. Toplumun inanç önderleri konumunu koruyan bu sanatçılar, eski Türk inançlarından İslâm dinine geçişte ve zamanla ortaya çıkan çeşitli dinî zümrelerde de saygın bir yere sahiptirler. Azerbaycan, Anadolu ve Rumeli sahalarında ozanlıktan âşıklığa geçişte de İslâmiyet’le birlikte değişen sosyo-kültürel ihtiyaçların

töre

şıyan âşıklar da vardır. Aynı şekilde AleviBektaşi zümrelerin “baba”, “dede”, “pir”, “sultan” gibi adlarla anılan temsilcilerinde de kamlara özgü çeşitli özellikleri bir arada bulmak mümkündür. Kam Ata’nın yolunda giden ve şaman, baksı, oyun, akın, ozan gibi adlarla anılan sanatçı inanç önderlerinin ulularına da Türk dünyasında zamanla ata, bab/ baba, dede gibi adlar/ unvanlar verildiği görülür. Ozanlıktan âşık tipi sanatçılığa geçişte tekke-kışla-kahvehane yakınlaşmasının

etkisi belirgindir. Toplumun

Kamlara özgü bu özelliklerden birkaçını ta-

kurucusu/anlatıcısı,

inanç önderi, bilgesi, öğreticisi, anlatıcısı, oyuncusu, doğmaca şiir söyleyebilen şairi, kopuzcusu, bestecisi, bakıcısı (ırkıl, falcı,

etkili olduğu bilinmektedir. Tekke-kışlakahvehane yakınlaşmasına öncülük eden “tekke” öncelikle Bektaşi tekkeleridir. O dönemdeki “kışla”nın tamamına yakını da Bektaşi idi. Çünkü Yeniçeri askerlerin hepsi

Makale geliş tarihi: 19.02.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017

zaten Bektaşi idi. Âşık edebiyatının kurulu-

1 Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

zümrelere mensup âşıkların ve derviş-

şunda ve gelişmesinde çeşitli Alevi-Bektaşi 57


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

şairlerin önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu

tures unique to shamans in some delegates

araştırmada, âşık edebiyatının kuruluşunda

named such as “baba”, “dede”, “pir”, “sul-

ve gelişmesinde Alevi- Bektaşi zümrelerin

tan” of Alevi-Bektashi coteries. It is seen

yerinin ortaya çıkarılması amaçlanmakta-

that the grand ones of artist belief leaders

dır.

named such as shaman, “baksı”, “oyun”, Anahtar Kelimeler: Âşık, Âşık Ede-

biyatı, Alevilik, Bektaşilik, Alevi-Bektaşi Zümreleri, Kam, Dede, Baba.

“akın”, “ozan”, and pursuit the way of Kam (shaman) Ata has also been titled as “ata”, “bab/baba”, “dede” in Turkish world. It is known that the rapprochement of

ABSTRACT The origins of minstrel literature extend to the shamans (kams). The socio-cultural needs of the society have influenced the transition from shamanic art to bard art, and from bard art to minstrel art. These artists, who keep the faith leader chair of the community, have a respectable place in the transition from earlier Turkish beliefs to Islamic religion and in various religious groups that emerged over time. Effects of the socio-cultural needs that has changed with the transition to Islam are also obvious in the transition from the bard age to minstrelsy in Azerbaijan, Anatolia and Rumeli. Shamans, who had various duties in the society such as being moral founder/ narrator, belief leader, wise man, teacher, performer, improvised poet, qopuz-player,

lodge-barrack-coffeehouse has been effective in the transition from bard period to minstrel art period. The lodge that have pioneered to the rapprochement of lodgebarrack-coffeehouse is primarily the Bektashi lodges. Almost all of the barracks of that period was Bektashi. Because all of the janizaries were Bektashi. Minstrels and dervish-poets from various Alevi-Bektashi coteries has an important role in the foundation of minstrel literature. In this study, it is aimed to reveal the role of Alevi-Bektashi coteries in the foundation and development of minstrel literature. Keywords: Mistrel, Minstrel Literature, Alevism, Bektashism, Alevi-Bektashi Coteries, Kam (Shaman), Dede, Baba.

Giriş

composer, nurse (“ırkıl”, fortune teller, sor-

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için

cerer), remedial / (ocaklı / doctor, pharma-

“Âşık Edebiyatı” kavramı ile “Alevi-Bektaşi

cist), ambassador, consultant, were repu-

zümreler” hakkında kısaca da olsa bilgi

table delegates of the socio-cultural life

vermek yararlı olacaktır.

(Durbilmez 2016c:484). There are minstrels that have a few of the shamanic features. Likewise, it is possible to find various fea58

1. Âşık Edebiyatı Kavramı: “Âşık”, “ozan”, “saz şairi”, “halk şairi” (Sakaoğlu, 1986:247-251) gibi çeşitli adlar verilen ve


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

yaygın olarak “âşık” adı etrafında toplanan

lanılması, “halk şairi” teriminin de kulla-

sanatçılar tarafından oluşturulan ürünlere

nılmasını beraberinde getirmiştir. Sadettin

“âşık edebiyatı” denir. Boratav’a göre âşık

Nüzhet Ergun’a göre hece ölçüsüyle ve ge-

edebiyatı; “halkın anlayabileceği lisanla

lenekli Türk şiiri nazım şekilleriyle şiir söy-

yazan, daha çok hece veznini kullanan, saz

leyen/yazan herkes halk şairidir. Halk şa-

çalarak diyar diyar dolaşan, çok defa âşık

irlerini dörde ayıran Ergun’a göre asıl halk

adıyla kalem şuarasından, divan şairlerin-

şairleri ümmîdir. Yazılı kültürden uzak

den tefrik olunan şairlerin mahsullerinin

olan bu gelenek temsilcileri “ağıtçı kadınlar

heyet-i mecmuası”dır (1982:28).

ve türkü yakan kadın ve erkekler”dir. An-

Burada “âşık” terimi üzerinde de durmakta yarar vardır. M. Öcal Oğuz’a göre “âşık” terimi, “saz çalan, usta-çırak ilişkisi içerisinde yetişen, belli bir meslekî zümreyi meydana getiren, irticali olan, atışma yapabilen ve bade içtiğini söyleyen veya en azından bunların büyük çoğunluğunu bünyelerinde toplayan şairleri içine al[maktadır]” (1994:21). Burada sıralanan özellikler incelendiğinde bunların daha çok âşık edebiyatı şiir temsilcileriyle ilgili olduğu görülmektedir. Çünkü “Âşık tarzı şiirlerden başka âşık tarzı hikâyeler de âşık sanatını oluşturur. Başka bir söyleyişle âşık sanatı, âşık tarzı şiirler ve âşık tarzı hikâyeler olmak üzere iki ana koldan oluşur. Her ikisinde de başarılı olan usta âşıklar bulunmakla birlikte, bunlardan yalnızca birinde ustalaşan âşıklar da vardır. Hikâye tasnif etme ve/veya anlatmada ustalaşan âşıklara “hikâyeci-âşık” adı da verilir” (Durbilmez, 2016a:23).

cak “asıl halk şairleri” olarak adlandırılan bu temsilciler “âşık” tipi sanatçılara değil, eski “ozan” tipi sanatçılara daha yakın durmaktadır. Bu sanatçılar genellikle, gelenek içinde öğrendikleri hazır ifade kalıplarını ve ortak kültür ürünlerini zamana, mekâna ve çeşitli insanlara uyarlayarak ağıt/türkü yakan kimselerdir. Usta-çırak ilişkisi içinde uygulamalı bir eğitim almadan ağıt/türkü yakan bu sanatçılar genellikle kendi köy ve aşiret çevrelerine hitap eder. Ergun tarafından ikinci sırada yer verilen halk şairlerinde ise az ya da çok bir usta-çırak ilişkisinden söz etmek mümkündür. İkinci sırada yer alan halk şairleri de ümmî olmakla birlikte, bu sanatçıların eserlerinde yazılı kültür etkisi görülür. Az çok görülen bu yazılı kültür etkisi, sözlü gelenek içinde “yaşlı ve tecrübeli âşıkların yanında dinle[me]” sonucu edinilen birikimin yansımasıdır. “Bektaşi şairlerin büyük bir kısmı da” bu halk şairlerinden olup, âşık edebiyatı temsilcilerinden

Türkiye’de âşık edebiyatının şiir temsil-

önemli bir kısmı bu özellikleri taşır. “Az çok

cileri için “halk şairi” terimi de yaygın ola-

okuryazar” olup sazı eşliğinde “âşık tarzı

rak kullanılmaktadır. Âşık tarzı şiirler söy-

şiir söyleyen” halk şairleri ise “Anadolu’da

leyen/yazan sanatçılara “halk şairi” denil-

yetişen şairlerin ekseriyeti”ni oluşturur.

mesi Cumhuriyet döneminde olmuştur. Bu

Ergun’un tasnifinin üçünü sırasında yer

dönemde “halk edebiyatı” teriminin kul-

alan bu âşıklar şiirlerini sözlü ortamlarda 59


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ve genellikle doğmaca olarak söyler. Bu-

bundan çok farklı değildir” (1989:177-178).

nunla birlikte bu âşıkların eserlerinde yazılı

Bu bilgilerden de anlaşılabileceği gibi, çeşit-

kültür etkisi “oldukça fazla”dır. Dördün-

li tekke çevrelerine mensup halk şairlerinin

cü sırada yer alan halk şairleri ise medrese

bir kısmını, Alevi- Bektaşi zümrelere men-

tahsili görmüş, “ilim ve irfan” sahibi sanat-

sup halk şairlerinin ise tamamına yakınını

çılardır. “Tekke şairlerinin bir kısmı”nın da

âşık edebiyatı içinde incelemek mümkün-

dâhil olduğu bu sanatçılar, aruzla kusur-

dür. Bu anlayışla yaklaşıldığında, “örneğin

suz şiir yazabildikleri hâlde “millî vezin ve

Pir Sultan bir Kızılbaş şairi olmakla beraber

millî şekilleri tercih eden” halk şairleridir

birçok yönleri ile âşıktır” (Boratav, 1988:22).

(Günay, 1992:XIV). Alevi-Bektaşi zümrele-

Çünkü âşık edebiyatı, ozanlık geleneklerin-

re mensup âşıklar arasında da bu dört halk

den ve tekke edebiyatından beslenerek orta-

şairi tipinden örnekler yer almaktadır. An-

ya çıkmış bir gelenek edebiyatıdır. XIII-XV.

cak Alevi-Bektaşi âşıkların çoğu ikinci ve

yüzyıllar arasındaki dönemde “din ve tari-

üçüncü sıralarda sözü edilen halk şairlerine

kat konularını işlemiş” halk şairleri, daha

daha yakın özellikler taşımaktadır. Boratav,

sonra ortaya çıkan “âşık şiiri”ni de etkile-

tekkelerin kurulduğu ve geliştiği şehir or-

miştir (Boratav, 1988:21). Boratav bu konu-

tamlarında yetişen şairlerin “âşık” ve “tek-

da; “âşık şiirinin nazım ölçüleri ve biçimleri

ke şairi” diye ayrılabileceklerini ama köy

daha önceki dönemdeki ölçü ve biçimlerin

çevrelerinde “kendi mezheplerinin eğitimi

gelişmesi olduğu gibi, dil, konu, üslûp, şiir

ile yetişmiş halk şairlerini “âşıklar” küme-

imgeleri vb. de de aynı geleneğin sürdürül-

sinden ayırma”nın güç olduğunu söyler

müş ve geliştirilmiş olduğu bir gerçektir.”

(1988:22). Çünkü çoğu Alevi- Bektaşi züm-

demektedir (1988:21).

relere mensup olan bu halk şairleri “yaratmalarında bütün nitelikleriyle âşık geleneği içinde” kalmaktadır (Boratav, 1988:22). Bu sebeple genelde –klasik edebiyat tarzında şiir yazanlar hariç- derviş-şairlerle âşıkları, özelde de Alevi-Bektaşi zümrelerde yetişen halk şairleriyle diğer âşıkları birbirinden ayırmak oldukça zordur. Köprülü’nün şu tespiti de bu görüşü desteklemektedir: “Tekkelerin ve bilhassa Bektaşilik gibi hétérédoxe tarîkatlere mensup tekkelerin verdiği edebî ve tasavvufî kültür, muhtelif içtimaî çevrelerde birbirinin aynıdır: Köylerde ve göçebeler [konar-göçerler] arasında çok yayılmış olan Kızılbaşlık talimatı da 60

2. Alevi-Bektaşi Zümreler: “Alevi” ve “Bektaşi” kavramları; “birbirinden farklı” iki ayrı inanç zümresinin adı olarak kullanıldığı gibi, “birbirinin tamamlayıcısı ve eşi” olarak da kabul edilmektedir. Bu kavramları “inanç sistemi”, “kültür”, “gelenek”, “mezhep” anlamlarında kullanan araştırmacılar da vardır. Özellikle OsmanlıTürk egemenliğinin etkili olduğu coğrafyada yaşayan Müslüman topluluklar arasında kullanılan bu kavramlar, zamanla yeni anlamlar kazanarak çok çeşitli inanç zümrelerini kapsamaya başlar. “Alevi” kavramı genel olarak “Hz. Ali taraftarı” ve “Hz. Ali’nin


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

soyundan/silsilesinden gelen” anlamların-

temeline Hz. Ali’yi yerleştiren topluluklara

da kullanılır. Daha önce İmam Ali’nin so-

dayanır. Bu topluluklar Hz. Hüseyin’in so-

yundan gelenlerle, silsile yoluyla Hz. Ali’ye

yundan gelen ve On İki İmam’ın çevresinde

bağlanan tarikatlara “Alevi” adı verilirken,

ortaya çıkan “İmammiyye”, “İsna Aşeriy-

19. yüzyılda Bektaşi ve Kızılbaş zümrelere

ye” (On İki İmamcı) veya “Caferiyye” ad-

de bu adın verilmeye başladığı görülür. 19.

larıyla anılan, İmam Cafer-i Sadık’ın oğul-

yüzyıla kadar hiçbir inanç zümresine “Ale-

larından Musa Kâzım’dan süren büyük kol

vi” adı verilmezken, A. Yılmaz Soyyer ta-

ve İsmail’den süren “İsmailiyye”ye men-

rafından bulunup yayımlanan 2 Eylül 1826

suptur. Ayrıca Sünnîliğe daha yakın olan

tarihli Hatt-ı Hümayun’da ise Rumeli’deki

Yemen’deki “Zeydiyye” mensupları da bu

Bektaşi ve Kızılbaş zümreler “Alevi” olarak

teolojik kümelemeye dâhildir. “Alevilik”

adlandırılır. 19. yüzyıldan itibaren “Sünnî”

kavramının “tasavvufî” anlamı ise silsile

kavramı dışında kalan “onlarca alt grubu”

yoluyla Hz. Ebubekir’e dayandırılan Nak-

içine alan “Alevi” kavramı; “Zındık”, “Mül-

şibendilik dışındaki bütün tarikatları içine

hid”, “Rafizî”, “Kızılbaş”, “Işık”, “Torlak”,

almaktadır. Çünkü Nakşibendilik dışındaki

“Kalenderî”, “Bektaşi” gibi kavramların ye-

bütün Türk-İslâm tarikatları kendilerini sil-

rine de kullanılmaya başlar (Ersal, 2015:236-

sile yoluyla Hz. Ali’ye dayandırdıkları için

237).

bu tarikatlara “Alevi tarikatlar” adı verilir

Ahmet Yaşar Ocak’ın tespitlerine göre

(Ocak, 2009:21-22).

“Alevilik” kavramına “soybilimsel”, “siya-

“Alevi” adlandırmasının onlarca alt

si”, “teolojik” ve “tasavvufi” olmak üzere

grubu ifade ettiğini, yeni alt grupların

dört anlam yüklenmiştir. “Soybilimsel” an-

eklenmesi ve anlam genişlemesi sonucu

lamı “Şerif”, “Seyyid” ve “Emîr” adlarıyla

mevcut kargaşanın daha da büyüdüğünü

anılan ve Hz. Ali’nin soyundan gelenleri

söyleyen Ersal, bu kargaşadan kurtulmak

içine almaktadır. 9. yüzyıldan itibaren Ab-

için “ocak” kavramından yararlanmak ge-

basi İmparatorluğu içinden bağımsızlıkları-

rektiğini düşünür. Ersal’a göre; “Soyu On

nı ilân ederek küçük devletçikler kurmaya

İki İmamlar kanalıyla Ehl-i Beyt’e dayanan

başlayan Mısır’da Fatimîler; Fas’ta İdrisîler,

bir karizmatik inanç önderi adına kurulan,

Sa’dîler, Filâlîler; Yemen’de Zeydîler kendi-

kendisine bağlı bir talip ve hiyerarşiye göre

lerine meşruiyet kazandırma amacıyla bu

ocak topluluğu olan, silsile olarak karizma-

kavramı “siyasi” anlamda kullanır. “Teo-

tik inanç önderinin soyundan gelen temsil-

lojik” anlamda bu kavramın kullanılmaya

cilerine pir, mürşid, dede adı verilen, ken-

başlaması ise 7. yüzyıldaki halifelik müca-

di içinde ve diğer ocaklarla bir hiyerarşisi

delesi sonrası İslâm dünyasının “Sünnî” ve

olan, bazı yörelerde rehber, pir ve mürşid

“Şiî” olmak üzere iki büyük teolojiye ay-

adları ile tanımlanan, takip ettiği bir sü-

rılmasından kaynaklanan ve inançlarının

rek ya da erkân sistemi olan inanç sistemi 61


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

yapılanmasına “ocak” ya da “dede ocağı”

oyuncusu, doğmaca şiir söyleyebilen şairi,

denir.” (2015:242). Balkanlarda “ocak” si-

kopuzcusu, bestecisi, bakıcısı (ırkıl, falcı,

teminden “sürek” sistemine bir geçiş ya-

büyücü), sağaltıcısı/(ocaklı/hekim, eczacı),

şandığı, “Alevi-Bektaşi” zümrelere men-

elçisi, danışmanı gibi çeşitli görevleri bu-

sup kişilerin “Alevi” sözünü reddederek

lunan kamlar, sosyo-kültürel hayatın say-

kendilerine “Bektaşi” adını verdikleri de

gın temsilcileridir (Durbilmez, 2016c:484).

anlaşılmaktadır. Bu adlandırmada “Baba-

Alevi-Bektaşi zümrelerin “baba”, “dede”,

gan Bektaşiliği”nin etkisinden de söz etmek

“pir”, “sultan” gibi adlarla anılan temsil-

mümkündür. Balkanlardan Türkiye’ye göç

cilerinde de kamlara özgü çeşitli özellik-

eden topluluklara Babaî, Bedreddinli, Sey-

leri bir arada bulmak mümkündür. Kam

yid Ali Sultanlı, Ali Koç Babalı, Gülşenî gibi

Ata’nın yolunda giden ve şaman, baksı,

adlar verilmesinde muhasipli, muhasipsiz,

oyun, akın, ozan gibi adlarla anılan sanatçı

tek menzilli, çift menzilli, Pazartesili ve

inanç önderlerinin ulularına da Türk dün-

Çarşambalı olup olmadıkları da belirleyici

yasında zamanla ata, bab/baba, dede gibi

olmuştur (Ersal, 2015:245).

adlar/unvanlar verildiği görülür.

Hacı Bektaş Velî kültünün şekillen-

Halkın gözcüsü ve sözcüsü olan bu sa-

mesinde etkili olan Yesevîlik, Haydarîlik,

natçılar savaşta ve barışta, toyda ve matem-

Kalenderîlik, Vefaîlik gibi sufî akımlarının

de toplumun hep önünde yer alır. Çeşitli

inanç kaynaklı kültürel birikimleri de “Bek-

ayinleri/törenleri de yöneten bu sanatçılar

taşi” adlandırmasının kapsamına girmeye

şeylan/şölen, sığır ve yuğ ayinlerde de tür-

başlar.

lü görevler yüklenir (Köprülü, 1989:72-102).

Buraya kadar adlarından söz edilen çeşitli yolaklar ve türevler, “Alevi- Bektaşi” zümreler içinde değerlendirilmekte olup, çalışmada bu zümrelerin âşık edebiyatının oluşumunda ve gelişimindeki yeri ve öneminin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır.

1. Âşık Edebiyatının Oluşumunda Alevi-Bektaşi Zümreler

Kun/Hun Türklerinin ordusunda askerşair olarak yer alan bu sanatçılar, Attilâ’nın cenaze töreninde de görev alır (Köprülü, 1989:158). Kam sanatından ozan sanatına, ozan sanatından âşık sanatına geçişte toplumun değişen sosyo-kültürel ihtiyaçları etkili olmuştur. Toplumun inanç önderleri konumunu koruyan bu sanatçılar, eski Türk inançların-

Âşık sanatını ozan-baksı sanatına, ozan-

dan İslâm dinine geçişte ve zamanla ortaya

baksı sanatını da kam sanatına götürmek

çıkan çeşitli dinî zümrelerde de saygın bir

mümkündür. Başka bir ifadeyle, âşık edebi-

yere sahiptirler. Azerbaycan, Anadolu ve

yatının kökenleri kamlara kadar uzanmak-

Rumeli sahalarında ozanlıktan âşıklığa ge-

tadır. Toplumun töre kurucusu/anlatıcısı,

çişte de İslâmiyet’le birlikte değişen sosyo-

inanç önderi, bilgesi, öğreticisi, anlatıcısı,

kültürel ihtiyaçların etkisi belirgindir. Türk-

62


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ler Müslüman olmaya başlayınca, ozan-

yerine kullanılmaya başlanan âşık” terimi,

baksı geleneği içinden iki sanatçı tipi ortaya

bu sanatçılar tarafından temsil edilen ede-

çıkar: 1. Dinî şiirler söyleyen/yazan derviş

biyatın adını da belirler. Böylelikle yaygın

şairler, 2. Din dışındaki konularda şiirler

olarak “âşık” terimiyle karşılanan sanat-

söyleyen ozanlar. Azerbaycan, Anadolu ve

çı tipine bağlı olarak ortaya çıkan yazılı ve

Rumeli sahasında bu sanatçılar, XVI. yüzyı-

sözlü kültür kaynaklı edebiyata da “âşık

la kadar, halkın sosyo-kültürel ihtiyaçlarını

edebiyatı” denir. “Kahvehanelerin tekkeler-

iki ayrı kolda karşılar. Genelde Türklerin,

den farklı olarak din dışı bir mahiyete sahip

özelde ise Oğuz Türklerinin İslâmiyet’i ka-

olmaları ve hızla yayılıp yaygınlaşan kah-

bulünden XVI. yüzyıla kadar geçen bu dö-

vehanelerin rekabet amacıyla müşterilerini

nem “geçiş devresi” olarak da adlandırılır.

eğlendirmek maksadıyla, ordudaki işlevle-

Bu geçiş devresinde şehir merkezlerinde ve

rinin yanı sıra o güne kadar tekke ve paşa

medrese çevrelerinde yazılı kültür kaynaklı

sarayları ile ağa konaklarına has addedile-

İslâm, konar-göçer çevrelerde ve köylerde

bilecek olan ‘Karagöz’, ‘Kıssahan’ ve ‘Ozan-

ise sözlü kültür kaynaklı İslâm belirgindir

Baksı’ geleneğinin uzantısı tekkeli âşıkların

(Oğuz, 1995 b:424). XVI. yüzyılda ise yazı-

bu yeni icra zeminine uyum sağlayıp orta-

lı kültür çevreleri ile sözlü kültür çevreleri

ya çıkan yeni edebiyat formunda sanatları-

daha çok yakınlaşmaya başlar. Tekke, kışla

na verdikleri yeni üslûp veya tarz olan âşık

ve kahvehane merkezli bu yakınlaşmada

tarzı” (Çobanoğlu, 1998:20), öncelikle şehir

kahvehanelerin özel bir yeri ve önemi bu-

merkezlerinde oluşmaya başlamıştır.

lunmaktadır. Çünkü tekke ve kışla çevreleri ile halkın diğer kesimleri kahvehanelerde bir araya geldikçe ve aynı sosyo-kültürel ortamlarda bulundukça geniş halk kitleleri arasında ortak bir sanatçı tipine ihtiyaç duyulur. Kahvehanelerde gelişen bu yakınlaşmalar sonucu derviş tarzı kültür gelenekleri ve ozan tarzı kültür gelenekleri de yakınlaşır ve bu iki kaynaktan beslenen bir edebiyat birikimi ortaya çıkar. XIII. yüzyıldan itibaren dinî ve tasavvufî şiirler yazan aydın şairler arasında tamamen farklı bir anlamda kullanılan “âşık” kelimesi, XVI. yüzyıldan sonra kahvehane-tekke-kışla yakınlaşmasıyla ortaya çıkan bu edebiyat birikiminin temsilcileri için kullanılmaya başlar. Azerbaycan ve Osmanlı-Türk sahasında “ozan”

Ozanlıktan âşık tipi sanatçılığa geçişte tekke-kışla-kahvehane yakınlaşmasının etkili olduğu düşüncesini açıklamakta yarar vardır. Tekke-kışla-kahvehane yakınlaşmasına öncülük eden “tekke” öncelikle Bektaşi tekkeleridir. O dönemdeki “kışla”nın tamamına yakını da Bektaşi idi. Çünkü Yeniçeri askerlerin hepsi zaten Bektaşi idi. Sözgelimi âşık edebiyatının Osmanlı Türkiye’sindeki öncüsü Karacaoğlan’dır. Sonraki yüzyıllarda Karacaoğlan mahlaslı başka âşıklar da yaşamıştır fakat Karacaoğlan mahlaslı ilk âşık Bektaşi’dir. Bu ilk Karacaoğlan aslen Yozgatlı olup Yeniçeri Ocağı’na bağlı asker âşıklardandır. Âşık edebiyatı alanında öncü araştırmalar/incelemeler yapan M. Fuat 63


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Köprülü de “Hangi muhitte yetişirse yetiş-

“Dede” mahlaslı iki âşığın daha bulunması

sin, umumiyetle âşıklar üzerinde Bektaşilik

bile Alevi-Bektaşi zümrelerinin âşık edebi-

tesiri bulunduğunu” söyler (1989:178).

yatının oluştuğu yüzyıla damga vurduk-

Âşık edebiyatının ilk önemli temsilcilerinin ortaya çıktığı XVI. yüzyıldaki temsilcilerine baktığımızda bile Alevi- Bektaşi zümrelerinin etkisi belirgin olarak görülmektedir. Bu yüzyılda yaşayan âşıklardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: Karacaoğlan2, Kurbanî, Köroğlu, Kul Mehmet,

larını gösterir. Âşık edebiyatının ilk temsilcilerinde görüldüğü gibi, oluşumundan sonraki yüzyıllarda yaşayan Alevi-Bektaşi zümrelerine mensup âşıkların çoğunda da “Pir”, “Dede”, “Baba”, “Miskin”, “Abdal”, “Kul” gibi sıfatların geçtiği mahlaslar kullanıldığı tespit edilmektedir.

Misgin Abdal, Öksüz Dede, Hayalî, Ozan,

Âşık edebiyatının oluşumunun hız-

Bahşi, Oğuz Ali, Geda Muslu, Çırpanlı,

landığı 16. yüzyılda yaşayan bu âşıkların

Armutlu, Kul Çulha, Kul Piri, Baba, Dede,

çoğunlukla Alevi-Bektaşi zümrelere men-

Yadigâr, Gülşad, Lele (Köprülü, 1962:59-65;

sup olduğunu gösteren başka ipuçları da

Sakaoğlu, 1989:115-135; Oğuz, 1995 b:429-

bulunmaktadır. Sözgelimi Armutlu mah-

432).

laslı âşığın asker âşıklardan olması dışında

Bu âşıklardan Armutlu, Bahşi, Çırpanlı, Geda Muslu, Hayalî, Karacaoğlan, Köroğlu, Kul Mehmet, Kul Çulha ve Öksüz Dede asker âşıklardan olup Yeniçeri Ocağı’na mensuptur. Başka bir deyişle bu âşıklar Bektaşi’dir. Burada adı geçen Köroğlu hikâye kahramanı değil, 1585’te hayatta olan bir asker âşıktır (Alptekin; Sakaoğlu, 2006:29). Bu âşıklardan Geda Muslu, Kul Mehmet, Kul Çulha ve Kul Piri’nin mahlaslarında geçen “Geda” ve “Kul” sıfatları da genellikle Bektaşi asker âşıklar tarafından yaygın olarak kullanılan bir mahlastır. Kul Piri’de geçen “Pir”, Misgin Abdal’da geçen “Miskin” ve “Abdal”, Öksüz Dede’de geçen “Dede”, “Oğuz Ali”de geçen “Ali” adları/ sıfatları/mahlasları ile birlikte “Baba” ve 2 Köprülü, Karacaoğlan’ın XVII yüzyılda yaşadığını ileri sürerken Sakaoğlu XVI. yüzyılda yaşadığını belirtir.

64

günümüze ulaşan tek şiirinde geçen bazı dizeler de Alevi-Bektaşi zümrelere mensup olduğunu gösteren ipuçları arasında yer almaktadır. Armutlu’nun bazı dizelerinde düşmandan “kâfir” ve “Yezit” diye söz edilmektedir. “Hemin Yezitlerin fendi top ile” dizesinde de Yezitlerin hileci oldukları vurgulanmaktadır. Öksüz Dede mahlaslı âşık da Bektaşi ocaklarına mensup bir asker âşık olması dışında “Yardımcın Muhammed Ali”, “Abdalların giyer postu” gibi dizeler söylemiş/yazmıştır. Bu ipuçlarından başka, Öksüz Dede’nin Şah İsmail’in torunu Haydar Mirza’yı anlattığı (Alptekin; Sakaoğlu, 2006:36) bir şiirinin bulunması da bu âşığın Şah İsmail’e olan ilgi ve sevgisini göstermektedir. Azerbaycan’da ve Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesinde yaşayan âşıkların “usta âşık” olarak kabul ettikleri Kurbanî, Şah İsmail tarafından tak-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

dir edilip saraya alınmıştır (Alptekin; Saka-

lerinde aruzlu, sözlü kültür çevrelerinde

oğlu, 2006:33). Hayatı etrafında “Kurbanî

heceli şiirler yaygın olmakla birlikte, Ale-

ve Peri” adlı bir halk hikâyesi de oluşan

vi- Bektaşi zümrelerde her iki vezinle şiir-

Kurbanî, âşık edebiyatının kurucularından

ler söyleyen/yazan âşıkların varlığı da az

biri sayılmaktadır. Bu sebeple, Kurbanî’nin

değildir. Nitekim XVI. yüzyıl âşıklarından

Şah İsmail tarafından takdir edilip saraya

Osmanlı sahasında Kul Mehmet ve Azer-

alınması (Alptekin; Sakaoğlu, 2006:33), âşık

baycan sahasında Kurbanî’nin hece ölçüsü

edebiyatı temsilcilerinin Alevi-Bektaşi züm-

yanında aruz vezniyle de şiirler söylemesi/

relerle ilişkisini göstermesi bakımından ol-

yazması da bunun âşık edebiyatındaki ilk

dukça önemlidir.

örneklerini teşkil etmektedir.

Geda Muslu’nun XVII. yüzyılda yaşadı-

Âşık edebiyatının oluştuğu 16. yüz-

ğını söyleyen kaynaklar da vardır (Özmen,

yıl, Alevilik- Bektaşilik tarihi açısından da

1998-III:41). “Kul Muslu der yârim küstü /

önemli bir yüzyıldır. Sözgelimi Bektaşili-

Bad-ı saba gibi esti / Güz eyyamı kadem

ği bir kurum hâline getiren Balım Sultan

bastı/ Gör nice ıssız kaldı dağlar” örneğin-

(1473-1516), Anadolu âşıklarını da derinden

de olduğu gibi Kul mahlasını kullandığı şi-

etkileyen İsmail Hatayî, Pir Sultan Abdal ve

irleri de vardır. Asıl adı Müslihiddin oldu-

Kul Himmet de XVI. yüzyılda yaşamıştır.

ğu belirtilen Geda Muslu, Kızıl Deli Sultan dergâhından el almış, sazı eşliğinde şiirler söylemiş asker âşıklardandır. Kayıkçılar Mustafası ve Gedik Süleyman adlı âşıklarla arkadaşlık ettiği de belirtilmektedir. Yeniçeri olduğu için birçok yeri gezmiştir. Aynı mahlası taşıyan başka bir âşıktan daha söz edilse bile bunların aynı kişi olduğu düşüncesi daha kuvvetlidir (Özmen, 1998-III:41).

Hacı Bektaş Velî’nin torunu Mürsel Balî’nin büyük oğlu Balım Sultan adına bağlanan âşık tarzı şiirler de günümüze ulaşmıştır. Sözgelimi “Ali’yi seversen değme yarama” ayaklı şiir; Balım Sultan (14731516) adına bağlı olarak söylenir (Özmen, 1998-II:15-22). Bu şiirleri gerçekten Balım Sultan mı söylemiştir bilemiyoruz fakat Balım Sultan’ın da XVI. yüzyılda yaşaması ve

Azerbaycan sahasında anlatılan “Kul

âşıkları etkilemesi önemlidir. Asıl adı Hızır

Mahmut” adlı hikâyede Karacaoğlan’ın

Balî olan Balım Sultan’ın mahlası söyledi-

üç ölüyü dirilten bir velî tipine dönüşmesi

ği/kendisine mal edilen âşık tarzı şiirlerde

(Alptekin; Sakaoğlu, 2006:59) de muhteme-

“Balım” olarak geçer.

len onun Alevi-Bektaşi zümrelere mensup kabul edilmesiyle ilgilidir.

Balım Sultan’dan sonra Hacı Bektaş Dergâhı’nda on bir yıl postnişin olarak gö-

Yaygın kabulün aksine, Alevi- Bektaşi

rev yapan Kalender Çelebi’nin de âşık tarzı

zümrelerde yazılı kültürle sözlü kültür bir

şiirleri vardır (Özmen, 1998-II:23-32). Ge-

arada bulunmaktadır. Yazılı kültür çevre-

nellikle “Kalender” mahlasını kullanan Ka65


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

lender Çelebi’nin “Kalender Abdal” mahla-

Şah İsmail Hatayî, yalnızca Alevi-

sını kullandığı şiirleri de vardır: “Kalender

Bektaşi çevrelerde yetişen halk şairlerini

Abdal’ım koymuşum seri / Şükür kurban

etkilemekle kalmamış, aynı zamanda Sünni

kestim gördüm didarı / Erenler serveri,

çevrelerde yetişen bazı derviş-şairleri de et-

gerçekler eri / Sultan Hacı Bektaş Velî’yi

kilemiştir. Şah İsmail Hatayî’nin şiirlerinden

gördüm” (Özmen, 1998-II:26).

etkilenen halk şairlerinden biri de Sorgunlu

Hacı Bektaş tekkesinde ilk Dede-Baba olan Sersem Ali Baba da “Sersem” ve “Sersem Ali” mahlaslı âşık tarzı şiirler söyler/ yazar. Örnek: “Sersem Ali vardı pire dayandı / Çerağımız kırk budaktan uyandı /

Sıdkı Baba’dır. Sorgunlu Sıdkı Baba, Kadirilik inanışına mensup bir derviş-şairdir. Sıdkı Baba tarafından yazılan el yazması “Dîvân”da da Şah İsmail Hatayî’nin etkisi belirgin olarak görülmektedir.

Mürşit olan her bir renge boyandı / Hünkâr

Pir Sultan Abdal’ın da sevip saydığı

Hacı Bektaş pirim Hû deyu” (Özmen, 1998-

(Şam’da yaşayan Alevilerden) Kul Yusuf,

II:85).

Otman Baba’ya mensup (Hurufî) Muhyid-

“Şah İsmail Hatayî, tekke çevrelerinde oluşan ve gelişen derviş tarzı Türk edebiyatının en önemli temsilcilerinden biridir. O, 16. yüzyıldan günümüze kadar Türk dünyasının önemli bir bölümünde olduğu gibi Anadolu’da yaşayan pek çok şairi de etkilemiştir. Yaygın bir etki alanının bulunmasında, onun hem güçlü bir devlet adamı hem de usta bir şair olmasının önemli bir yeri vardır. Şah İsmail Hatayî’nin belirgin olarak etkilediği Anadolu sahası halk şairlerinin çoğu Alevi-Bektaşi çevrelerde yetişmiştir” (Durbilmez, 2016ç). Fikret Türkmen, “Şah İsmail Hatayî’nin Anadolu Alevi- Bektaşiliği ve Alevi-Bektaşi Edebiyatı Üzerindeki Etkileri” başlıklı bildirisinde Şah İsmail’den etkilenen şairler arasında Kul Himmet, Pir Sultan Abdal, Yeksânî, Everekli Seyranî, Teslim Abdal, Ahû Dede’yi saymakta, bu

din Abdal, Bedreddünlülerden Hakirî de XVI. yüzyılda yaşamıştır. Alevi-Bektaşi zümrelere mensup Pir Sultan Abdal, Muhyiddin Abdal, Pir Gaip Abdal, Hüseyin Abdal, Meczup Abdal, Koyun Abdal; Kul Yusuf, Kul Himmet, Kul İbrahim, Kul Hüseyin, Kul Adil, Kul Bayramlı, Kul Mazlum gibi âşıkların/derviş şairlerin de XVI. yüzyılda yaşamış olması, âşık edebiyatının oluştuğu dönemde Abdal ve Kul mahlaslarının yaygın olarak kullanıldığını da göstermektedir.

2. Âşık Edebiyatı Geleneklerinde Alevi-Bektaşi Zümrelerin Etkileri Âşık edebiyatı gelenekleri içinde, özellikle saz çalma, rüya görme / bade içme, mahlas alma gibi geleneklerde AleviBektaşi zümrelerin etkisi belirgindir.

şairlerin deyişleri ile Hatayî’nin şiirleri ara-

2.1. Saz/ezgi eşliğinde söyleme: De-

sındaki benzerlikleri örnekleriyle ortaya

yişlerin saz/ezgi eşliğinde söylenmesi, en

koymaktadır (2004:320-325).

yaygın âşık edebiyatı geleneklerinden biri-

66


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

dir. Âşık ve saz o kadar bütünleşmiştir ki,

bul edilmelidir. Anadolu âşıkları arasında

âşıklara “saz şairi”, “çöğür şairi”, “kopuz-

yaygın olarak devam eden, sazı çalmadan

cu”, “bağlamacı” gibi adlar da verilmiş,

önce üç defa öpüp başa koyma geleneğinin

saz âşıklığın simgesi olmuştur (Durbilmez,

kökenleri de eski ozanlara dayanmaktadır:

2010:149). XIV. yüzyılda, Azerbaycan’da

Ozanlar da kopuzu “öpüp başa koyarak

ozan sözcüğünün kopuz anlamında kulla-

çalarlardı. Düşman ona el süremezdi. Yere

nılması ve kopuz eşliğinde şiir söyleyen sa-

konulması günah sayılırdı.” (Gazimihal,

natçıya ozancı denmesi de aynı anlayıştan

1958:1653).

kaynaklanmaktadır (Durbilmez, 2010:148).

Sazın “ululuk” ve “velîlik” simgesi

Âşıklar arasında olduğu gibi Alevi-

kabul edilmesi yanında sazdan yararlanı-

Bektaşi çevrelerde de saz kutlu sayılmakta,

larak yapılan çeşitli sağaltıcı uygulamalar

bu inanç çevrelerinde saza “Telli Kur’an”

da sazın kutlu sayılmasıyla ilgilidir. Sözge-

adı da verilmektedir. Sazın “Telli Kur’an”

limi “tedavi etme”, “iyi ruhları çağırma /

olarak adlandırılması yanında, bazı kısım-

kötü ruhları kovma”, “ruhları dindirme”,

larının da Bektaşi inançlarını simgelediği-

“ulularla haberleşme”, “ilhamı kuvvetlen-

ne inanılır. Sözgelimi “sazın kolu Allah’ı

dirme”, “sözü daha etkili kılma”, “bade

(elif) ve Hz. Ali’nin kılıcı Zülfikâr’ı, göv-

içen âşık adayını rüyadan uyandırma ve

desi Hz. Ali’nin bedenini, on iki telli saz/

dilinin çözülmesini sağlama” (Durbilmez,

çöğür de On İki İmamı simgeler (Hendrich,

2010:149-150) gibi işlevler yüklenen sazın

2005:294).

bu işlevleri sazın atası kopuzun gökten

Alevi-Bektaşi çevrelerde sazın bu kadar kutlu sayılması, sazın atası kabul edilen kopuzun kaynağı ile ilgili eski Türk inançlarına kadar uzanmaktadır. Ozanların pîri sayılan Korkut Ata’nın doğumu hakkında anlatılan efsanelerden birinde kopuzun “gök”ten indirildiği inancına rastlanmakta-

indiği inancına dayanmaktadır. Kamlara dayanan bu ve benzer uygulamalar başka Türk topluluklarında da görülür. Sözgelimi “yarı Müslüman, bahşı adlı kopuzcuları, sihir, fal, tedavi, iyi ruhları çağırma, kötü ruhları kovma törenlerinde, yalnızca kopuz kullanıyorlardı” (Ögel, 1991:6).

dır (Durbilmez, 2003:225). Bu inancın yansı-

Sazın kökeni konusunda çeşitli efsa-

ması olarak ortaya çıkan “kopuz”un gökten

neler anlatılmakta; sazın tarihini Harut’a,

inen ışığın içinden çıkması motifi ile Alevi-

Marut’a, Hz. Davut’a dayandıran kabuller

Bektaşi çevrelerde saza “Telli Kur’an” adı

bulunmaktadır. Sözgelimi telli sazın tari-

verilmesi arasında büyük bir benzerlik gö-

hini Harut’a, Marut’a dayandıran Sednik

rülmektedir. Dede Korkut hikâyelerinde

Paşayev Pirsultanlı, sazın ilk sesini Hz.

“Dede Korkut’un başlıca velîlik sembolü

Musa’nın işittiğini; Dicle’den, Fırat’tan beri

olarak görülen kopuza saygı duyulması da

gezdiğini söyler: “Söyle tarihini, a telli sa-

aynı inancın başka bir yansıması olarak ka-

zım / Sen varsın Harut’dan, Marut’dan beri 67


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

/ Senin ilk sesini Musa işitmiş / Gezmişsin

ların sazla imtihan edildiği de şöyle anlatı-

Dicle’den, Fırat’tan beri” (Paşayev Pirsul-

lır: “Dede heykellini, dede gurbeti / Dede

tanlı, 1995)

yadigârı unutmam kat’i / Çağır ozanları,

Aynı şiirde, sazın ağacını kör Şeytan’ın yonduğu ve elinden cihanda yandığı, Hz.

çağır milleti / İmtihan eyleyek Korkut’tan beri” (Paşayev Pirsultanlı, 1995).

Davut’tan beri insan elinde olduğu da be-

Nevruz Bacı, sazın kendisine rüyada

lirtilir: “Senin ağacını yonmuş kör Şeytan

verildiğini söyler: “Ben de hayran oldum

/ Senin mucizeni donmuş kör Şeytan /

senin hâline / Rüyamda bir saz verdi-

Elinden cihanda yanmış kör Şeytan / İnsan

ler elime / Saz ile oturdum tren yoluna /

elindesin Davut’tan beri” (Paşayev Pirsul-

Tren durur aşkın treni durmaz” (Yardımcı,

tanlı, 1995)

1999:168).

Hz. Davut’un çaldığı günden beri “Da-

2.2. Tapşırma / Mahlas Kullanma: Âşık

vut avaz” olarak da adlandırılan sazda pey-

edebiyatı gelenekleri arasında “mahlas kul-

gamberin payı da olduğu ve tarihinin boz-

lanma” / “tapşırma” ayrı bir yere ve öneme

kurda dayandığı ifade edilerek Bozkurttan

sahiptir. Abdal, baba, dede, derviş, kemter,

türeyiş efsanesiyle yaşıt olduğu anlatılır:

kul, miskin, pir, sersem, sultan gibi mahlas-

“Sinende Davut’un elleri gezdi / Sen o gün-

ların çok yaygın olduğu ve bu mahlasların

den adın Davut avazdı / Peygamber payı-

genellikle Alevi-Bektaşi zümrelere mensup

dır, büyük murazdı(r) / Danış tarihini boz-

âşıklar tarafından kullanıldığı anlaşılmak-

kurttan beri” (Paşayev Pirsultanlı, 1995).

tadır. “Sözlü kültür aktarımının çok baskın

“Doğmaca söylerken âşıklara düşünme imkânı verme”, “dinleyicileri hazırlama”, “şiirin ölçüsünü ve türünü belirleme”, “toplulukta birlik yaratma” gibi çeşitli işlevleri de bulunan sazın; doğmaca söyleme/atışma, bade içme/rüya motifi, usta-çırak ilişkisi, âşık tarzı halk hikâyeciliği, muamma ve deyiştirme/atıştırma gelenekleri içinde de önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır (Durbilmez, 2010:148-158). Âşığın simgesi olan saz, âşığın itibarını da simgeler. Özellikle atışma geleneği içinde yapılan imtihanı kaybeden âşığın kazanan âşığa sazını vermesi büyük bir itibar kaybı sayılır. Sazın ve sözün bilicisi Korkut Ata’dan beri ozan68

olduğu Alevi-Bektaşi unsurlar içinde sözlü edebiyatın yazıya geçirilmesinde de pek çok sorunlar yaşanmış, şiir mecmuaları ve cönklere Hatâyî şiirleri büyük tahrifatlarla geçmiştir. Zamanla ‘Şah’ Hatâyî’nin hatırası ile Alevi toplum arasında öyle kuvvetli manevî bağlar oluşmuştur ki şiir denince Hatâyî, Hatâyî denince de şiir akla gelir olmuştur” (Köksal, 2012:41). Bu kabulün etkisiyle, pek çok âşık şiirini tapşırırken kendi mahlasını kullanma yerine “Hatâyî” mahlasını kullanma yoluna gitmiştir. Hatta “Hatâyî” sözü de zaman içinde “mahlas” anlamına gelir. Bu konuda Abdulbaki Gölpınarlı’nın şu tespiti oldukça önemlidir: “Aleviler Hatayî’yi, bu mahlası o kadar


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

hususilikten çıkarmışlar, o kadar umumi-

mahlaslar taşıyan çeşitli halk şairleri yaşa-

leştirmişlerdir ki herhangi bir şiirin şairini

dığı tespit edilmektedir (Arslanoğlu, 1992).

sorarlarken ‘Bu şiirin Hatayîsi kimin?’ diye

Hatayî mahlaslı şiirlerden birinde şair, asıl

sorarlar ve Hatayî mahlaslı herhangi bir şiir

adının “Caferî”, lâkabının “Hatayî” oldu-

okunurken mecliste kadınlar ayağa kalkar,

ğunu şöyle söyler: “Hatâyî lâkabım, Ca’ferî

erkekler diz çöker” (Gölpınarlı, 1953:19).

ismim / Bir levh üzerine yazıldı resmim

Gölpınarlı’dan alıntılanan bu bilgi üzerine

/ Bâtın mâdeninden oluptur cismim /

Köksal’ın yorumu da şöyledir: “Bu anek-

Hikmet-i Hudâ’ya uğradım geldim” (Arsla-

dot bize çok şeyi söylemektedir. Asıl kim-

noğlu, 1992:41).

liğini -ya sözüne dikkat çekmek için ya da Hatâyî’yi tâzim için, belki taklit amacıyla belki de bambaşka sebeplerle- saklamak isteyen Alevi ozanlar, koşmalarında, nefeslerinde kendi adları yerine Hatâyî’yi tapşırmışlar, böylece Hatâyî gölgesi altında şiirlerinin itibarını arttırmışlar ama öte yandan da pek çok Hatâyî’nin ortaya çıkmasına yol açmışlardır” (Köksal, 2012:41).

Kaynaklarda geçen Hatayî mahlaslı şiirlerin sahipleri konusundaki kargaşalardan biri de bu şiirleri cönklere, mecmualara kaydedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu şiirleri kaydeden kişiler, şiirlerin kime ait olduğunu bilmiyorsa –belki de Gölpınarlı ve Birdoğan’ın tespitlerindeki gibi “Hatayî” sözünü “mahlas” anlamında kullanarakmahlas kısmına “Hatayî” yazma yoluna

Abdulbaki Gölpınarlı’nın tespiti yanın-

gitmişlerdir. Sözgelimi Sultan Abdal, Kul

da, Nejat Birdoğan’ın da Malatya yöresin-

Himmet gibi şairlerin şiirlerinin de bazı

den derlediği bilgi de önemlidir. Buna göre,

cönklerde, mecmularda “Hatâyî” adına

tapşırma/mahlas kullanma yerine Malatya

kaydedildiği ortaya çıkarılmıştır (Köksal,

yöresinde de “Hatayî söyleme” denilmekte-

2012:42).

dir (Birdoğan, 1991). Yalnızca bu tespit bile Hatayî’nin Anadolu halk şairleri üzerindeki etkisinin ne kadar belirgin olduğunu göstermeye yetecektir. Demek ki özellikle Alevi-Bektaşi çevrelerde yetişen ozanlar açısından kendi adını/mahlasını tapşırmak yerine “Hatayî” mahlasını kullanmak oldukça yaygın olup, bunda Şah İsmail Hatayî’nin anısını ve adını yaşatma eğilimi öne çıkmaktadır (Sarıkaya, 2013). Anadolu’da Hatayî, Can Hatayî, Derdimend Hatayî, Derviş Hatayî, Kul Hatayî, Pir Hatayî, Sultan Hatayî, Şah Hatayî gibi

Şah İsmail Hatayî, yalnızca AleviBektaşi çevrelerde yetişen şairleri etkilemekle kalmamış, Sünnî çevrelerde yetişen pek çok halk şairini de etkilemeyi başarmıştır. Etkiledikleri halk şairlerinden bir kısmı Hatayî’nin şiirlerine nazire söylemiş/yazmış, bir kısmı onun şiirlerini kendine mal etmiş, bir kısmı ise onun şiirlerinden çeşitli dizeleri kendi şiirleri arasında kullanmıştır. Alevi-Bektaşi

zümrelere

mensup

âşıklarla bu zümrelere mensup olmayan âşıklar arasında da ortak mahlaslar bulu69


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

nabilmektedir. Sözgelimi İkramî mahlasını

söyleyerek şiire yönelen genç âşıklar usta

kullanan

Karslı/Sarıkamışlı/

âşıkların/şairlerin şiirlerini ezberlemekte,

Ağyarlı İkramî, Alevi (Samancıgil, 1946:96);

zaman içinde kendileri de bu şiirlere nazire-

Yozgatlı/Sorgunlu/Taşpınarlı

ler söylemeye/yazmaya başlamaktadır. Sıd-

âşıklardan

İkramî,

kı Baba da Yunus Emre, Şah İsmail Hatayî,

Sünnî’dir (Durbilmez, 2016a:114). 2.3. Çırak Olma ve Yetişme: Çırak olma ve yetişme geleneği de oldukça önemlidir. Sözgelimi Malatya/Arguvan/İsaköylü Şah Sultan (kadın âşıklardan), Derviş Mehemmed çıraklarındandır. Usta âşıkların şiirlerini söylemeye “ustamalı söyleme” adı verilir. Alevi- Bektaşi zümrelere mensup âşıklar da genellikle Pir Sultan Abdal, Şah İsmail Hatayî gibi usta âşıkların şiirlerini söyler. “Usta malı deyişler söyleme geleneğinin bir benzeri de başka âşıklardan bahsetme geleneği”dir. Âşıklar, yanlarında yetiştikleri usta âşıklardan ve/veya manevî olarak usta kabul ettikleri âşıklar ile hayranlık duydukları âşıklardan şiirlerinde

Pir Sultan Abdal gibi usta şairlerin şiirlerinden bazılarını ustamalı olarak söylemiş, zamanla bu şiirlere nazireler de söylemiş/ yazmıştır. Sıdkı Baba’nın kendi el yazması divanı incelendiğinde, Hatayî’nin bu şair üzerindeki etkisi açıkça görülmektedir. Bu etkilenmelerin ‘söylemlerarasılık’/’metinle rarasılık’ ilişkiler açısından incelenmesi bilimsel araştırmalara yeni boyutlar kazandıracaktır. Burada vurgulamak gerekirse, İki ayrı şair adına kaydedilmiş iki metni karşılaştırırken sırf ‘benzeşiklik’ düzleminde yapılacak bir sorgulama günümüz halkbilimi araştırmaları açısından oldukça yetersiz ve yanıltıcı olacaktır.”

bahsederler. Âşıknâme/şairnâme adı veri-

Usta-çırak ilişkileri sonucu âşık kolları

len şiirlerdeki gibi, şairlerden/âşıklardan

ortaya çıkar. Erzurumlu Emrah kolu To-

genel olarak bahseden şiirler söylemeleri

kat, Kastamonu, Çankırı ve bu illerle kom-

yanında, âşıkların, yalnızca bir âşıktan bah-

şu bölgelerde; Sümmanî kolu Erzurum ve

seden müstakil şiirler söyledikleri de bili-

çevresinde, Talibî kolu Zile ve çevresinde,

nir” (Durbilmez, 2016a).

Huzurî kolu Artvin ve çevresinde, Şenlik

Ustamalı söyleme, nazire söyleme/ yazma, usta âşıklardan söz etme gibi çe-

kolu Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da yaygındır.

şitli gelenekleri de çırak olma ve yetişme

Bu âşık kolları dışında Pir Sultan Abdal,

içinde değerlendirmek mümkündür. Başka

Hatayî, Kul Himmet, Dertli, Ruhsatî, Derviş

bir âşığın söylediği/yazdığı bir şiirin aya-

Mehemmed, Deli Derviş (Feryadî), Kemterî,

ğını kullanarak, aynı ölçü ve konuda şiir

Âşık Kul Hüseyin gibi âşık kollarından da

söyleme/yazmaya “nazire söyleme/yaz-

söz etmek mümkündür. Sözgelimi Ali Cem

ma” denir. Alevi-Bektaşi zümrelere men-

Akbulut tarafından yayımlanan “Âşık Kul

sup âşıklarda da “nazire söyleme/yazma”

Hüseyin ve Kul Hüseyin Kolu Âşıkları”

geleneği

adlı kitapta şu âşıklara yer verilir: Sefil Ser-

70

yaygındır.

“Ustamalı

deyişler


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

sem, Kul Hüseyin, İbrahim, Kul Fakır, Biça-

Meryem adlı bir kızla evlendiği için ha-

re, Derviş Edna, Halil, Fakır Edna, Nikabî,

yatının bir bölümünü Çorum’da yaşadığı

Dervişoğlu, Mihnetî, Abdal Ali, Müslüm,

ve Çorum’da vefat ettiği için Çorumlu sa-

Noksanî, Sersem Köle, Sefil Mehmet, Sefil

yıldığı belirtilmektedir. Erzurumlu Âşık

Turap, Yanyatan Ali, Fukara Derviş, Piranî,

Ceyhunî ve Karslı Âşık Ceyhunî de Zileli

Hicabî.

Âşık Ceyhunî ile aynı mahlası kullandığı

Alevi-Bektaşi zümrelere mensup güçlü âşıklar, usta-çırak geleneği ve nazire söyle-

için bu üç âşığın şiirleri karıştırılabilmektedir.

me bağlamlarında başka âşıkları da etkile-

Bazı şiirlerinde tasavvufî nakışlar bu-

miştir. Bu etkileme yalnızca Alevi-Bektaşi

lunan Zileli Âşık Ceyhunî’nin, Tokat’ta,

zümrelere mensup âşıklar üzerinde değil,

Kadirî şeyhi Balak Baba’ya intisap ettiği de

Sünnî çevrelerde yetişen âşıklar üzerinde de

söylenir. Zileli Âşık Ceyhunî’nin “Çorum-

görülür. Sözgelimi “Zileli Âşık Ceyhunî’nin

lu” olduğu yazılan yazıya göre; âşığın sazı

Yozgatlı Halk Şairleri” başlıklı bildirimizde

Alaca’da, Teberik köyünde Dede Kargın

Ceyhunî’nin Sünnî âşıkları da etkilediğini

oğullarından Dede Bey’dedir. Diğer eşya-

örneklerle ortaya koymuştuk (Durbilmez,

ları da “kutsal birer hatıra olarak” Alaca’da

2012:142-152).

taksim edilmiştir. Başında daima “beyaz bir

“Usta-Çırak

Geleneği

Bağlamındaki

Etkileri” başlığı altında Yozgatlı Seyhunî ve

Yozgatlı

Mesudî

gibi

Zileli

Âşık

külah” bulunan âşık “ihtiyarlığına doğru” Bektaşi tarikatına geçmiştir (İvgin; Yardımcı, 1996).

Ceyhunî’nin Yozgatlı çırakları anlatılmış,

Zileli Âşık Ceyhunî’nin Yozgatlı halk

“Nazire Söyleme Geleneği Bağlamındaki Et-

şairleri üzerine etkilerini belirlerken önce-

kileri” başlığı altında da Yozgatlı Hüznî ve

likle âşık kolları açısından konuya yaklaş-

Yozgatlı/Sorgunlu/Taşpınarlı Âşık İkrâmî,

makta yarar vardır. Erzurumlu Emrah’ın

Yozgatlı Âşık Türkmenoğlu, Yozgatlı Âşık

çırağı Tokatlı Nuri, Zileli Âşık Ceyhunî’nin

Yükseli gibi Zileli Âşık Ceyhunî’nin şiirle-

ustasıdır. Bir şiirinde de bu gerçeği şöyle

rine nazire söyleyen/yazan Yozgatlı halk

ifade eder: “Ceyhunî var Nuri çırakların-

şairleri ile ilgili bilgilere ve bu âşıkların na-

dan.” Bu silsileyle Erzurumlu Emrah kolu-

zirelerine yer verilmiştir.

na mensup olan Zileli Âşık Ceyhunî de çı-

Zileli

Âşık

Ceyhunî,

gezgin

âşıklardandır. Tokat dışında Yozgat ve Çorum’da da çok tanınan bir âşıktır. Bu sebeple, bazı kaynaklarda “Çorumlu” olduğu da yazılmaktadır. Zileli eşi Şakire’den ayrılan âşık, Çorumlu Kâhya oğullarından

rak yetiştirerek bu âşık kolunun devamını sağlamıştır. Cahit Öztelli de “Zileli Şairler” adlı kitabında Âşık Ceyhunî’den söz ederken “muhitinde geniş bir şöhrete sahip olduğu, yetiştirdiği çıraklarının çokluğu ile sabittir” demektedir. Tokatlı Cemalî, Hicrî, Zileli Tahtabacak, Mevcî, Zileli Nagâmî, 71


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Zileli Aşuğ Sermî, Zileli İlhamî, Niksarlı

Yozgatlı Âşık Türkmenoğlu’nun na-

Bedri, Niksarlı Cesûrî, Sivaslı Pesendî gibi

ziresinin ayak dizeleri şöyledir: Garıncayı

âşıklarla beraber Yozgatlı Seyhunî ve Yoz-

bile yıhamaz oldum / Dos(t)ların yüzüne

gatlı Mesudî de Zileli Âşık Ceyhunî’nin çı-

bahamaz oldum / Şimdi atışmaya çıhamaz

raklarındandır. Yozgatlı Hüznî ile Yozgatlı

oldum / Cuvaramı bile yahamaz oldum /

Seyrî’nin de Ceyhunî’ye çıraklık etmiş ola-

Abdes(t) suyum bile dökemez oldum.

bileceğine dair bilgiler vardır.

Yozgatlı Âşık Yükselî’nin naziresinin

Usta-çırak ilişkisi, Yozgatlı âşıklar ara-

ayak dizeleri şöyledir: Hançeri hasmıma ça-

sında yaygın olmamakla beraber az da olsa

kamaz oldum / Coşkun sular gibi akamaz

görülür. Sözgelimi Gamlı’nın üstadı Tokat-

oldum / Gayli dost hatırı yıkamaz oldum /

lı Nuri’dir (Oğuz, 1994:75). Seyrî, Yozgat’a

Açıp da bir kere bakamaz oldum / Boynu-

gelen Emrah, Pesendî, Nurî, Ceyhunî

ma madalya takamaz odum.

gibi âşıkları dinleyerek şairliğini geliştirir (Oğuz, 1994:142).

Zileli Âşık Ceyhunî’nin “El vurup tabibe incitme beni / Zira aşk derdine derman

Elimizdeki örneklerden hareketle tespit-

bulunmaz / Ne derttir bilmezem sızlatan

lerimize göre, Zileli Âşık Ceyhunî’nin Yoz-

beni / Can gider visüle canan bulunmaz”

gatlı halk şairleri tarafından en fazla tanzir

dörtlüğüyle başlayan koşmasına ve “Akil

edilen şiiri “Evvel ateş püskürürken ağzım-

beri gel beri gel / Bir gönüle nazar eyle /

dan / Şimdi bir pamuğu yakamaz oldum” ayak beyti ile başlayan koşmasıdır. Bu koşmaya Yozgatlı Hüznî, Yozgatlı Türkmenoğlu ve Yükselî tarafından nazireler söylenmiş/yazılmıştır. Zileli Âşık Ceyhunî’nin bu koşmasının ayak dizeleri şöyledir: Şimdi bir pamuğu yakamaz oldum / İpliği iğneye takamaz oldum/ Nedendir bugünler çakamaz oldum / Ceyhunî’yim lâkin akamaz oldum.

Ağız söyler kulak dinler / Ölen dile nazar eyle” dörtlüğü ile başlayan semaîsine Yozgatlı/Sorgunlu/Taşpınarlı Âşık İkramî’nin nazireler söylediği tespit edilmiştir. Bu nazireler, iki âşığın Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Taşpınar köyünde görüştükleri yönündeki bilgilerin doğruluğunu da desteklemektedir. Zileli Âşık Ceyhunî’nin “bulunmaz” redifli koşmasının ayak dizeleri şöyledir: Zira aşk derdine derman bulun-

Yozgatlı Hüznî tarafından bu şiire söy-

maz / Can gider visâle canân bulunmaz /

lenen/yazılan nazirenin ayak dizeleri şöy-

“At bulunur meydan bulunmaz” / Göçen

ledir: Kapudan dışarı çıkamaz oldum / Ba-

Ceyhunî’ den nişan bulunmaz.

ğıma bahçeme bakamaz oldum / Karaçalı gibi kokamaz oldum / Bir sabî çocuğu yıkamaz oldum / Karıkları başa çıkamaz oldum.

72

“Bulunmaz” redifli bu şiire Yozgatlı Âşık İkramî’nin naziresinin ayak dizeleri şöyledir: Âşığın derdine derman bulunmaz / Can uçar gider de canan bulunmaz


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

/ İnlerim sesimi duyan bulunmaz / Âşık

de tuz biber soğan olmasa / İçerim kaseyle

İkramî’den nişan bulunmaz.

peyman olmasa / Gelir mi zevkimiz canan

Yozgatlı Âşık İkramî tarafından tanzir

olmasa / Ölür bu Ceyhuni ayran olmasa.

edilen Zileli Âşık Ceyhunî’nin “nazar eyle”

Yozgatlı Âşık Türkmenoğlu tarafından

redifli şiirinin ayak dizeleri şöyledir: Bir

bu şiire söylenen nazirenin ayak dizeleri

gönüle nazar eyle / Öten dile nazar eyle /

şöyledir: Dünya neye yarar insan olmasa /

İki ele nazar eyle / Düşmüş kula nazar eyle

İnsan neye yarar iman olmasa / Gurbet yer

/ Doğru yola nazar eyle / Sonra ele nazar

bitirir vatan olmasa / Bu can neye yarar ca-

eyle.

nan olmasa.

Bu şiire Yozgatlı Âşık İkramî tarafın-

“Olmasa” redifli koşmaya Yozgatlı

dan söylenen nazirenin ayak beyti bile aynı

Âşık Yükselî’nin yazdığı/söylediği nazire-

olup “Akıl beri gel beri gel / Bir gönüle

nin ayak dizeleri şöyledir: Pehlivan olur mu

nazar eyle” dizeleriyle başlamaktadır. Bu

meydan olmasa / Bülbül neye yarar bağban

şiirin son dörtlükleri de neredeyse aynıdır:

olmasa / Neyleyim meydanı yâran olmasa

“Ceyhunî’yem gevher kâni / Hak sendedir

/ Yükselî neyleyim canan olmasa.

özün tanı / İptidâ yokla sen seni / Sonra ele nazar eyle” / “İkramî’yem gevher kani / Hagga gurban eyle canı / İpti yohla sen gendini /Sonra ele nazar eyle” Yozgatlı Âşık İkramî tarafından söylenen nazirenin ayak dizeleri şöyledir: Bir gönüle nazar eyle / Doğru yola nazar eyle / Esen yele dikkat eyle / Cümle gula dikkat eyle / Ağza, dile nazar eyle / Sonra ele nazar eyle.

Bu

bilgiler

ışığında,

Zileli

Âşık

Ceyhunî’nin mensup olduğu âşık koluna Seyhunî ve Mesudî’den başka Hüznî, Seyrî, İkramî, Türkmenoğlu ve Yükselî’nin de eklenmesi gerektiğini düşünüyoruz (Durbilmez, 2012:142-152). 2.4. Bade İçme (Rüya Görme): Âşık edebiyatı gelenekleri içinde yer alan “bade içme (rüya görme”, kökeni Kam/Şaman inançlarına kadar uzanan bir gelenektir.

Zileli Âşık Ceyhunî’nin “Ciğer keba-

Şamanlığa giriş merasimine dayanan ve

bından hoşlanır canım / İçinde tuz biber

“dolu içme” ve “buta alma” gibi adlarla da

soğan olmasa / Şarab-ı gülfuma pek kaynar

anılan bu gelenek, Türk halk hikâyelerinde

kanım / İçerim kaseyle peyman olmasa”

de yansımasını bulmuştur.3 “Hikâye kah-

dörtlüğüyle başlayan koşmasına Yozgatlı

ramanı bu rüya ile pir elinden bade içerek

Türkmenoğlu ve Yükselî tarafından nazire-

Tanrı aşkını, sevgilinin aşkını ve kendisine

ler söylendiği / yazıldığı görülmektedir. Zileli Âşık Ceyhunî’nin “Olmasa” redifli koşmasının ayak dizeleri şöyledir: İçin-

3 İlhan Başgöz’ün “Türk Halk Hikâyelerinde Rüya Motifi ve Şamanlığa Giriş” adlı incelemesinden özetlenen konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Günay, 1992:11-16.

73


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

toplum içinde müstesna bir yer sağlayacak

geçtim / Hünkâr Hacı Bektaş Velî” (Yar-

saz şairi olmak için gerekli bütün hüner-

dımcı, 1999:173). Âşıklara rüyasında bade/

leri ve bilgileri kazanmaktadır. Uyandığı

dolu sunduğu söylenen kişiler arasında bir

andan itibaren yeni kişiliği ile çevresinden

pir, üçler, beşler, yediler, kırklar, Hızır, Hz.

ilgi, sevgi ve saygı görmeğe başlamaktadır”

Ali, Hacı Bektaş Velî, Şah İsmail Hatayî, Pir

(Günay, 1992:90-91). “Âşıklar, ‘bade içme’

Sultan Abdal, Yunus Emre gibi din uluları

sonucu, maddî aşktan manevî aşka, sade

olabilmektedir. Sözgelimi Âşık Kurbanî ve

kişilikten sanatçı kişiliğe veya zaten sanat-

Posoflu Âşık Müdamî’ye Hz. Ali, Âşık Se-

çıysa, sanatçılıktan usta sanatçılığa geçerler.

fil Rıza’ya Hz. Hüseyin, Kalender Abdal’a

Bu geçiş esnasında; şiir söyleme yeteneği

Hacı Bektaş Velî, Erzurumlu Noksanî’ye 12

kazanırlar, yetenek önceden varsa daha da

imamlardan biri; Âşık Seyranî, Âşık Kemalî

ustalaşırlar, âşıklık geleneğinin icapları ile

Baba, Âşık Hüdaverdi’ye kırklar, Âşık Fa-

maddî ve manevî bazı bilgileri de öğrenir-

kir Edna’ya Şah İsmail Hatayî bade/dolu

ler. Saz çalmayı, doğmaca şiir söylemeyi

sunmuştur (Yardımcı, 1999:178-180). Şah

rüyasında öğrenen âşıklardan bazıları saz

İsmail Hatayî’ye Hz. Ali’nin bade sunduğu

çalmayı da bu esnada öğrenirler. Genellik-

da şöyle belirtilir: “Ali’m bana neler etti /

le pîr, nur yüzlü biri, üçler, yediler, kırklar,

Aldı elim dara çekti / Üstüme yürüyüş etti

Hızır gibi din kaynaklı ulu kimselerin elin-

/ Elindeki dolu ile” (Birdoğan, 1991:117).

den bade içilir. Bade içen âşık uyandığında ilk deyişini söyler. Rüyada yaşadıklarını şiirle anlatabilir” (Durbilmez, 2016a:124). Âşık edebiyatında üç çeşit bade/doludan söz edilir: 1. pîr dolusu, 2. er dolusu, 3. yâr dolusu (Durbilmez, 2016:124). Gelenek içinde yaygın olan kabule göre; pîr dolusu içen âşıklar dinî-tasavvufî şiirlerde, er dolusu içenler kahramanlık şiirlerinde, yâr dolusu içenler ise maddî aşk/sevgi şiirlerinde daha başarılı olur. Üç çeşit doludan da içtiğine inanılan âşıkların hem dinî-tasavvufî, hem kahramanlık, hem de maddî aşk/sevgi konulu şiirlerde başarılı oldukları da düşünülür (Durbilmez, 2016a:124).

Rüyada bede içen ve 3, 6, 7, 20, 40 gün baygın kalan âşık, ehl-i dil bir kişinin sazın tellerine dokunmasıyla kendine gelir (Günay, 1999). 2.5. Atışma: Âşık deyişleri “serbest deyişler” ve “sistemli deyişler” olmak üzere ikiye ayrılır. “Sistemli deyişler”, en az iki âşık arasında aynı ayak, konu ve ezgiye bağlı olarak yapılan “atışma”lardır (Durbilmez, 2016b). Atışma geleneğinin Anadolu âşık edebiyatı içindeki günümüze ulaşan en eski örneklerinden biri, belki de birincisi Teslim Abdal ve Sultan Mehemmed arasında geçmiştir (Özmen, 1998-III:131-134). XVII. yüzyıl âşıklarından Teslim Abdal ile

Pir Sultan Abdal’ın bade içişi şöyle dile

Sultan Mehemmet arasında geçen bu atış-

getirilir: “Pîr elinden dolu içtim / Doğ-

manın metinlerini burada vermekte yarar

dum elinize düştüm / Ak cenneti gördüm

vardır. Atışmanın birinci metni şöyledir:

74


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

“Teslim Abdal: Yüz seksen saatte kâmil’erişen Fehmeyle göreyim o kangı erdir? Otuz devir dönüp ayla buluşan4 Fehmeyle göreyim o kangı yârdır?5 Sultan Mehemmet: Kâmil on beş gündür yüz seksen saat Onda kâmil olan er değil midir? Otuzunda şemsiyinen konuşan Sen ay dediğin yâr değil midir? Teslim Abdal: Eğer âşık kabul ise dileğin Ta baş mertebedir senin yulağın İki kapısı var çark-ı feleğin Fehmeyle göreyim o kangı dardır?6 Sultan Mehemmet: Sabahtan bir kapı doğar açılır Şavkı şu cümle cihana saçılır O kadar dardır ki müşkül seçilir Gün battığı kapı dar değil midir? Teslim Abdal: Seksen bir haraban, doksan bin yapı Yeryüzünde vardır onların hepi Birinden açılır kıymetli kapı Fehmeyle göreyim o kangı şardır? 4 Otuz devir dönüp yârle buluşan (Özmen, 1998-III:131). 5 Fehmeyle göreyim o kangı erdir? (Özmen, 1998-III:131). 6 Fehmeyle göreyim kangısı dardır? (Özmen, 1998-III:131).

75


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Sultan Mehemmet: Hemen şu dünyaya dolmuş duruyor Bir yanında alıp alıp vuruyor Cümlemizin kısmetini veriyor Hak ulu bedestan şar değil midir?7 Teslim Abdal: Bir pınarı vardır üç lezzet verir Birisi kaynar da ikisi durur Gâhı gâh olur da üçü de kurur Fehmeyle göreyim o ne pınardır? Sultan Mehemmet: Dediceğin bulut Muhammed Ali Çeşmesi kudretten, kaynıyor gölü Birisi ırahmet, birisi dolu Bir gözünden yağan kar değil midir? Teslim Abdal: Teslim Abdal eyder şunda durayım Arifler ne haber verir göreyim Sana bir yuhacık haber sorayım Deryanın altında kaç şehir vardır? Sultan Mehemmet: Sultan Mehemmed’im veçhinde zahir Ezelden de çektim böyle bir kahir Deryanın altında altı bin şehir O da eyliğinen var değil midir?” (Aslanoğlu, 1976:14; Özmen, 1998-III:131-132)

7 Hak ulu bezastan şar değil midir? (Özmen, 1998-III:131).

76


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Teslim Abdal ile Sultan Mehemmet arasında geçen bu atışmadan sonra tespit edilen ikinci atışmanın metni de şöyledir: “Teslim Abdal: Hayvanın yaylımı, yatağı büktür İnsan isen akıl yâr senin ile Gel indi yüke vur, gör ki kaç yüktür Dahi birkaç sözüm var senin ile Sultan Mehemmet: Yük dediğin harfe gönlün kalmasın İnsan ola gör ki tahtın yüc’ola Pir gözüne çok bir şey mi göründü Bir öküz yüküdür kimler bec ola Teslim Abdal: Bu manayı vusle vusle bölelim Sonra gene hesabını alalım Deniz suyu kaç içimdir bilelim Çok hesaba durduk er senin ile Sultan Mehemmet: Bu dünyadan o dünyaya göçmedir Kul olana hülle donu biçmedir Deniz suyu bir yalınız içmedir Yer altında yatur ismi seçele Teslim Abdal: Cahiller yatağı zerktir, zirenktir Arifler yatağı Şam’dır, Firenk’tir Yeryüzünde biten o kaç irenktir Gitsin de sayalım kâr senin ile

77


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Sultan Mehemmet: Ne hâsıl olur kuru dalı çırpmaktan Türlü meyve biter yeşil yapraktan Bin bir türlü çiçek biter topraktan Yaz gelince gider ucdan uc ile Teslim Abdal: Sana derim sana gözlerin açtır Bunu bilen arif kâmil kardaştır Gökteki yıldızın sayısı kaçtır Sabahtan sayalım er senin ile Sultan Mehemmet: Mevlâ’nın ihsanı yeğlerden yeğde Bin bir millet gezer orada dağda Her canlı başına bir yıldız göğde Ceset düşer, can uğramaz ecele Teslim Abdal: Teslim Abdal eyder gel sen bunu gör Eğer arif isen sen bu sırra er Üç gözlü, dört kulaklıdan haber ver Gezmeyelim torlak tor senin ile Sultan Mehemmet: Sultan Mehemmed’im dünya doludur Kimi cahil, kimi gerçek velidir Üç göz Allah, bir Muhammed Ali’dir Dört kulak, çar köşe var sen hecele (Aslanoğlu, 1976:14; Özmen 1998-III:132-133)

78


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

3. XVII. Yüzyıldan Günümüze Âşık Edebiyatının Gelişiminde Alevi- Bektaşi Âşıklar

lan, Ercişli Emrah, Sarı Âşık ve Cahan gibi âşıkların hayatları etrafında da hikâyeler oluşmuştur.

Alevi-Bektaşi

XVII. Yüzyıl: Âşık Ömer, Gevherî, Er-

Âşıklar: XVII. yüzyılda âşık edebiyatı olu-

cişli Emrah, Kayıkçı Kul Mustafa, Tufar-

şumunu büyük ölçüde tamamlayarak güç-

ganlı Âşık Abbas, Kâtibî, Âşık, Âşık Abdul-

lü temsilciler yetiştirmiştir. Klâsik edebiyat-

lah, Âşık Dostu, Âşık Halil, Benli Ali, Gâzi

tan / yazılı kültürden etkilenen Âşık Ömer,

Âşık Hasan, Koroğlu, Kuloğlu, Öksüz Âşık,

Gevherî ve Tufarganlı Âşık Abbas, sözlü

Sarı Âşık, Sun’î, Şahinoğlu, Türab Dede,

kültür geleneği içinde Ercişli Emrah ve Ka-

Üsküdarî, Yazıcı (Oğuz, 1997a:181-192). Bu

yıkçı Kul Mustafa gibi temsilciler yüzyılın

yüzyılda yaşayan Kul Nesimî, Kazak Ab-

önemli âşıklarındandır. Osmanlı sahasında

dal, Abdal, Ahu Dede, Derviş Kasımî, Kul

asker âşıkların bu yüzyılda da önemli bir

Budala, Teslim Abdal, Kul Mustafa, Abdal

yer tuttukları görülmektedir. Asker âşıklar

Oğlan, Âşık, Dedemoğlu, Pir Mehmet, Kul

destanî üslûbu bu yüzyılda da devam et-

Derviş, Üsküdarî gibi âşıkların/derviş şa-

tirmektedir. Bu yüzyılda Tufarganlı Âşık

irlerin Alevi-Bektaşi zümrelere mensup ol-

Abbas ve Gülgez, Karacaoğlan ve Karaca-

dukları açıktır (Özmen, 1998-III:15-179).

3.1.

XVII.

yüzyılda

kız, Ercişli Emrah ve Selvihan, “Sarı Âşık ve Yahşı”, “Cahan ve Abdullah” hikâyeleri de oluşmuştur (Oğuz, 1997a:184). Bu yüzyılda da Osmanlı ve Azerbaycan sahası âşıklarının büyük ölçüde benzer özellikler gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bu sebeple, araştırmacılar, bu yüzyılın âşıklarını “Ercişli Emrah Okulu”, “Tufarganlı Abbas Okulu”, “Asker Âşıklar Okulu”, “Medreseli Âşıklar Okulu” gibi âşık kollarına mensup oluşlarını esas alarak değerlendirmelidir (Oğuz, 1997a:186). Bu yüzyılda oluştuğu bilinen Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Âşık Garip ile Senem hikâyelerinden hareketle Âşık Kerem, Âşık Garip, Âşık Tahir gibi âşıkların da bu yüzyılda yaşamış olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü -yukarıda da belirtildiği gibi- bu yüzyılda yaşadığı bilinen Tufarganlı Âşık Abbas, Karacaoğ-

Günümüze ulaşan Teslim Abdal ve Sultan Mehemmed atışmasının metinleri, atışma geleneğinin en güzel örnekleri arasında yer alır (Özmen, 1998-III:131-134). Yeniçeri ocağının Halife Babası, yani Büyük Baba Efendisi (Özmen, 1998-III:89) olduğu söylenen Teslim Abdal da asker âşıklardandır. Bugün “Cedim dede, neslim baba / Ey kahraman Türk milleti!” şeklinde okunan mehter marşının aslının, “Teslim Dede, Teslim Baba / Ey kahraman Türk milleti!” şeklinde olduğu ve burada bahsedilen kişinin de Teslim Baba olduğu iddia edilmektedir (Özmen, 1998-III:89). Kaynaklarda Sivas’a bağlı Mecitözü ilçesinin Teslim Abdal köyünde zaviyesi olan, Denizli’de tekkesi bulunan, Çorum’un Teslim köyünde tekkesi ve mezarı olan, Elâzığ’ın Baskil ilçesine bağlı Şeyh Hasan köyünde türbesi bulunan 79


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ve Ankaralı olduğu söylenen Teslim Abdal-

çaldığı Ali Emiri’nin Şuara-yı Amid adlı

ların varlığından da söz edilmektedir. Tes-

eserinde anlatılmaktadır (Özmen, 1998-

lim Abdal ile atışan Sultan Mehemmed’in

III:61).

kimliğinin belirsizliği de ayrı bir sıkıntıdır. Bu âşığın Derviş Mehemmed olduğu iddiası ise meseleyi daha da çıkmaza sokmaktadır. Çünkü Derviş Mehemmed muhtemelen 18. yüzyıl âşıklarındandır (Özmen, 1998-III:419). Hâlbuki “Aşk oduyla ciğerleri dağlıyım / Boş değilim bir ikrara bağlıyım

XVII. yüzyıl asker âşıklarından biri de “Âşık” / “Kul Âşık” mahlasını kullanmaktadır (Alptekin; Sakaoğlu 2006:41). Bu âşığın Âşıkî, Âşık Dede, Miskin Âşık ve Garip Âşık tapşırmalı şiirleri de vardır (Özmen, 1998-III:147-149).

/ Abdal Pir Sultan’ın Abdal oğluyum /

“Dedemoğlu der ki aşkın bağından /

Adım Pir Mehemmed pirim Ali’dir” diyen

Aşırdılar bizi Yozgat dağından / Anadolu,

âşığın Teslim Abdal ile atışan “Sultan Me-

Sivas şehri sağından / Bizden sonra bir nam

hemmed” mahlaslı âşık olma ihtimali daha

kalsın illere” dörtlüğünü söyleyen Dede-

kuvvetlidir. Asıl adı Mehemmed olan bu

moğlu da Şeyh Bedreddin yolunu tutmuş,

âşık, Pir Sultan ocağına bağlı sürek ozanla-

muhtemelen idam edilmiştir (Özmen, 1998-

rındandır. Bu âşık adının önüne bazen “Pir”

III:151). Ziya Gürel’in Halk Âşıklarından

bazen “Sultan” sıfatını kullanarak tapşır-

Âşıkî ve Dedemoğlu (1980) adlı kitabında

mış olmalıdır. Pir Mehmed mahlaslı başka

yayımlanan şiirlerinden başka cönklerde,

âşıklar da vardır (Özmen, 1998-III:165).

mecmularda kalan şiirleri de vardır.

“İriş Teslim Abdal, gel imdad eyle!”

“Alnımızda yazılmıştır yazılar / Yüre-

ayaklı deyişi söyleyen Kul Mustafa ile Ka-

ğim başında yaram sızılar / Kul Derviş eder

yıkçı Kul Mustafa’nın iki ayrı kişi oldukları,

ki gerçek gaziler / Hata benden ata senden

ikisinin de IV. Murat zamanında yaşadıkla-

ya Ali!” (Özmen, 1998-III:169) diyen Kul

rı söylenmektedir (Özmen, 1998-III:135).

Derviş de muhtemelen asker âşıklardandır.

XVII. yüzyıl âşıklarından bazıları IV.

XVII.

yüzyılda

yaşayan

Derviş

Murat hanendeleri arasına girmiştir. Söz-

Kasımî’nin şiirlerinde Hurufîlik, Noktavîlik

gelimi Yeniçeri ocağına mensup âşıklardan

ve Melâmetîlik görüşleri belirgindir (Öz-

Ahu da bunlardan biridir. Asıl adı Ali,

men, 1998-III:66- 68).

mahlası Ahu olan bu âşık sazı eşliğinde şiirler söyler. Ahu ve Ahu Dede mahlaslarını kullandığı şiirleri günümüze ulaşan bu âşığın IV. Murat ve IV. Mehmet dönemlerinde yaşadığı tarihçi Hammer tarafından bildirilmektedir. Aslen Diyarbakırlı olan Ahu Baba’nın güzel bir sesi olduğu ve saz 80

Şah İsmail Hatayî’den etkilenen ve Hatayî’yi üstad kabul eden Âşık Fakir Edna da muhtemelen 17. yüzyıl âşıklarındandır (Özmen, 1998-III:75). Âşık Fakir Edna’nın “Fakir Edna’m bu manayı seçmeli / Üstadım Hatayî konup göçmeli / Âşık olan


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

bu doludan içmeli / Kandım cür’asından

Ömer, Gevherî, Ercişli Emrah, Tufar-

elhamdülillâh” ve “Fakir Edna’m yakar

ganlı Âşık Abbas, Kâtibî, Âşık, Âşık Ab-

kendi başını / Yemen’de seyrettim der sa-

dullah, Âşık Dostu, Âşık Halil, Benli Ali,

vaşını / Üstad Hatayî’nin sır kardeşini /

Koroğlu, Kuloğlu, Sarı Âşık, Sun’î, Türab

Kızıl Deli Sultan aman, mürüvvet” gibi şiir-

Dede, (Oğuz, 1997a:181-192).

leri meşhurdur (Özmen, 1998-III:76, 79).

Rumeli’de yaşayan ve Bektaşi tarikatı-

XVII. yüzyıl âşıklarından Âşık / Kul

na mensup olan Âşık Nesli’nin XVII. ya da

Âşık, Gâzi Âşık Hasan, Kayıkçı Kul Musta-

XVIII. yüzyılda yaşadığı sanılmaktadır (Öz-

fa, Koroğlu, Kuloğlu, Şahinoğlu, Üsküdarî,

men, 1998-III:15). Kerim Dede ve Şah Kerim

Yazıcı gibi âşıklar Yeniçeri Ocağı’na men-

mahlaslı şiirleri günümüze ulaşan Âşık Ke-

sup Bektaşi âşıklardandır. Asıl adı Ali

rim de XVII. ya da XVIII. yüzyılda yaşamış-

olan

tır (Özmen, 1998-III:81- 82).

Öksüz

Âşık,

Azerbaycan

sahası

âşıklarından Sarı Aşık vd. de muhtemelen Alevi-Bektaşi zümrelere mensuptur. Bu âşıklar tarafından söylendiği belirlenen bazı şiirlerde bu kanaati pekiştirecek örnekler de vardır. Sözgelimi Sarı Aşık, bir bayatısında “Gözellik soy ilendi / Şahmarda soy ilnadı / Nesimî tek bu Âşığ / Yolunda soyulandı” der (Alptekin; Sakaoğlu 2006:71).

3.2.

XVIII.

yüzyılda

Alevi-Bektaşi

Âşıklar: XVIII. yüzyılda, medreseli halk şairlerinin sayıca arttığı görülür. Bu etkilenme daha çok şehir merkezlerinde görülür. Asker âşıklar ise medreseli âşıklardan fazla etkilenmez. Azerbaycan’da “atışma” örnekleri çokça görülürken, Osmanlı sahasında daha çok bir vak’a karşısında söylen-

Bugün dillerden düşmeyen türküle-

miş uzun destanlar günümüze ulaşır. Bu

rin çoğu Alevi-Bektaşi zümrelere mensup

yüzyılda yaşayan halk şairleri sayıca fazla

âşıklar tarafından söylenmiştir. Sözgelimi

olmakla birlikte, XVII. yüzyıldaki âşıklar

“Güzel senden ayrılalı / Haylı zaman oldu

kadar güçlü temsilciler yoktur. Osmanlı

gel gel / Bak gözümden akan yaşım / âb-ı

sahasında Levnî, Azerbaycan sahasında da

revan oldu gel gel” dörtlüğüyle başlayan

Heste Kasım ve Molla Penah Vagif bu yüz-

türkü 17. yüzyıl âşıklarından “Âşık” mah-

yılın en güçlü temsilcilerdendir. Levnî de

laslı asker âşık adına kayıtlıdır. Bu asker

âşıklıktan çok minyatür sanatçılığıyla tanın-

âşığın bazı şiirlerinde ise “Kul Âşık” mahla-

maktadır. Osmanlı sahasındaki XVIII. yüz-

sını kullandığı görülür (Alptekin; Sakaoğlu,

yıl âşıklarının bir bölümü “kalem şuarası”

2006:41). Nitekim “gel gel” redifli serbest

özellikleri taşır. “Hâlbuki Azerbaycan saha-

deyişinin son dörtlüğünde de “Kul Âşık”

sında âşıklardan beklenen temel özelliğin,

mahlası geçmektedir: “Kul Âşık eydür var-

ozanlık geleneğinin devamcısı olarak sazlı-

mağa / Hâlinden haber almağa / Yetiş na-

sözlü icra olduğu görülmektedir. Nitekim

mazım kılmağa/ Seni seven öldü gel gel”

Azerbaycan sahasına yakın Anadolu coğ-

(Sakaoğlu, 1989:137).

rafyasında da benzer özellikler görülmekte81


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

dir. Bu da âşıklık geleneğinin ve Dede Korkut Kitabı’nın yaşatıldığı coğrafya olarak dikkat çekicidir. Batıya doğru gidildikçe âşıklığın ozanlık geleneğine bağlı formunun yerini yer yer klasik şairliğe doğru terk etmeye başladığını göstermesi bakımından değerlendirilmesi gereken bir husus olarak görünmektedir” (Oğuz, 1997b:4). Sakaoğlu ve Oğuz’un belirlemelerine göre XVIII. yüzyılda yaşayan âşıkları şöyle sıralamak mümkündür: Abdî, Agâhî, Âşık Ahmed, Âşık Alı, Âşık Ali, Âşık Bağdadî, Âşık Derunî, Âşık Halil, Âşık Nigârî, Âşık Ravzî, Âşık Sadık, Dellek Murad, Han Çoban, Heste Kasım, Hocaoğlu, Hükmî, Kabasakal Mehmed, Kıymetî, Küşadî, Levnî, Mağriblioğlu, Meşkinli Mehemmed, Molla Penah Vagif, Mücrüm Kerim, Nakdî, Seferlioğlu, Sırrî, Şermî, Talibî, Tilimhan, Valeh, Yozgatlı İbrahim (Sakaoğlu, 1989:160190; Oğuz 1997b:2-9). Bu âşıklardan başka Alevi-Bektaşi zümrelere mensup Hasretî / Hamdullah Çelebi, Noksanî / İsmail, Âşık Hafızî / Hıfzî, Kara Hamza, Fedayî, Kul Şükrî, Edayi, Kemter Baba, Sadık Baba (Malatyalı) da 18. yüzyıl âşıklarındandır (Özmen, 1998-III:199- 418). Abdî, Âşık Ali, Âşık Bağdadî, Âşık Derunî, Âşık Halil, Kara Hamza, Hocaoğlu, Kabasakal Mehemmed, Hükmî, Nakdî, Âşık Sadık, Seferlioğlu, Şermî gibi âşıklar asker âşıklardandır. XVIII. yüzyıl âşıklarından Hasta Kasım, bugün İran sınırları içinde bulunan Güney Azerbaycan’ın Dikmetaş köyündendir. Koşma, tecnis, geraylı ve üstadnameleriy82

le ünlü olan Hasta Kasım, aynı zamanda hikâyeci âşıklardandır. Ali Yâr, Masum, Cihan ve Abdullah hikâyelerini tasnif etmiştir (Alptekin; Sakaoğlu, 2006:82). Dönemin en güçlü âşıklarından biri olan Yozgatlı İbrahim, Sorgun’a bağlı Bahadın kasabasındandır, Alevi’dir. 3.3. XIX. yüzyılda Alevi-Bektaşi Âşıklar: XIX. yüzyıl, âşık edebiyatının yeniden canlandığı ve güçlü âşıklar yetiştirdiği bir yüzyıldır. Fuat Köprülü, bu yüzyılda “saz şairlerinin eserlerinde asıl halk zevkinin bozulduğunu, zayıfladığını” (1962:526) ileri sürse de aruz ölçüsünü kullanan başarılı âşıklar yanında hece ölçüsünü kullanan güçlü âşıklar da mevcuttur. Erzurumlu Emrah Kolu, Çıldırlı Şenlik Kolu, Erzurumlu Sümmanî Kolu, Sivaslı Ruhsatî Kolu gibi âşık kollarını oluşturan usta âşıklar bu yüzyılda yaşamışlardır. Erzurumlu Emrah, Yozgatlı Fennî, Bayburtlu Zihnî, Konyalı Şemî gibi divan tertip eden âşıklar da bu yüzyılın güçlü temsilcileri arasında yer alır. Erzurumlu Emrah ve Develili Seyranî gibi âşıkların şöhreti İstanbul’a kadar yayılmıştır. Dertli ve Bayburtlu Zihnî gibi âşıklar devlet hizmetinde bulunmuşlardır. Âşık tarzı halk hikâyeleri bu yüzyılda sayıca artmıştır. Dadaloğlu, Deli Boran gibi halk şairleri Karacaoğlan geleneğinin izinde eserler oluşturmuşlardır (Sakaoğlu, 1989:190-219). Sakaoğlu ve Oğuz’un belirlemelerine göre XIX. yüzyılda yaşayan âşıkları şöyle sıralamak mümkündür: Âşık Şem’î, Âşık Şenlik, Âşık Tahirî, Bayburtlu Celâlî, Bayburtlu Zihnî, Ceyhunî, Dadaloğlu, Deli Bo-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ran, Dertli, Erzurumlu Emrah, Gedaî, Hızrî, Kâmilî, Kusurî, Meslekî, Minhaci, Muhibbî, Nurî (Tokatlı), Ramî, Ruhsatî, Serdarî, Develili Seyranî, Silleli Sürurî, Sümmanî (Sakaoğlu, 1989:190-219). XIX. yüzyılda yaşayan şu âşıklar ise çeşitli Alevi-Bektaşi zümrelere mensuptur: Agâhî Dede, Âşıkî, Celâlî, Cevabî, Ceyhunî, Çınarî, Didarî, Ecrî, Esirî, Fedayî (Amasyalı), Âşık Figânî (Geredeli), Gedayî (Tokatlı), Gufranî, Hâkî, Hatifî, İlhamî, Ali İlhamî Dede, Kenzî, Kul Fakir, Kul Himmet Üstadım, Pir Mehmed, Meknunî, Minhacî, Mir’atî (Kalecikli), Reculî, Remzî, Resmî, Ruhsatî, Sabrî, Sefil Ali, Serdarî, Seyranî (Ispartalı), Sıdkı Baba, Şah Sultan, Şem’î, Turabî, Âşık Velî, Yeksanî… (Özmen, 1998IV:35-654). Malatya/Arguvan/İsaköylü Şah Sultan (Kadın âşıklardan). 3.4. XX. yüzyılda Alevi-Bektaşi Âşıklar: XX. yüzyıl, âşık edebiyatının zirvede olduğu yüzyıllardan biridir. Türkiye’de Cumhuriyetin ilân edilmesi ve millî kültüre yöneliş de bu gelişmenin sebeplerindendir. Bu dönemin en tanınmış âşığı Âşık Veysel Şatıroğlu’dur. Âşık Veysel başta olmak üzere, âşıklar daha çok millî birlik ve beraberlik konularına yönelmişlerdir. Hemen her konuda şiirler söylemiş/yazmışlardır. Kağızmanlı Recep Hıfzî, Ermeni çeteleri tarafından 1918’de şehit edilmiştir. Yazılı, sesli, görüntülü kültür ortamlarının çoğalması yanında, sözlü kültür ortamlarının da etkisiyle âşık edebiyatı geniş kitlelere ulaşmıştır. Âşıkların radyo ve televizyon program-

larına katılmaları, plâk ve ses bandı yapmaları, kitaplar yayımlamaları, araştırmacıların ilgisi gibi sebeplerle âşık edebiyatı bu yüzyılda altın çağını yaşamıştır. Âşık tarzı halk hikâyeciliği bu yüzyılda da devam etmiş; özellikle Karslı ve Erzurumlu âşıklar arasında halk hikâyeleri tasnif edenler/anlatanlar sayıca çoğalmıştır. Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Reyhanî başta olmak üzere, pek çok âşık dünyanın değişik ülkelerine giderek sanatını icrâ etme olanağı bulmuştur (Durbilmez, 1993). XX. Yüzyıl: Yozgatlı Şifaî, Yozgatlı Âşık İkramî, Yozgatlı Türkmenoğlu, Âşık Kaplanî, Âşık Özverî, Yozgatlı Âşık Yükselî, Âşık Gülbahçe, Âşık Erozan, Âşık Turanî, Âşık Niyazi Ersoy, Âşık Nuri Şahinoğlu, Âşık Mehmet Yakıcı, Âşık Meydanî, Âşık Hasretî, Âşık Ali Çatak, Âşık Habib Karaaslan, Âşık Yanık Umman, Âşık Devaî, Âşık Sefaî, Âşık Sezinî, Âşık Mahrumî, Âşık Hayri Toprak, Kayserili Âşık Kul Mustafa, Âşık Feymanî, Âşık Halil Karabulut, Âşık Abdülvahap Kocaman, Âşık Hazım Demirci, Adanalı Âşık Kul Mustafa, Âşık Ayşe Çağlayan, Âşık Muzaffer Çağlayan, Âşık Gül Ahmet, Âşık Hacı Karakılçık, Âşık Eyyubî, Âşık İmamî, Âşık Ferrahî, Âşık Hicranî, Âşık İhsanî, Âşık Müdamî, Âşık Zülâlî, Kağızmanlı Âşık Recep Hıfzî, Âşık Dursun Cevlânî, Âşık Rüstem Alyansoğlu, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Reyhanî, Âşık Üzeyir Pünhanî, İslâm Erdener, Âşık Deryamî, Âşık Cemal Hoca, Âşık Murat Karahanlı, Âşık Kul Nurî, Âşık Maksut Feryadî, Âşık Nuri Çırağı, Âşık İsmail Azerî, Âşık Ali Rahmanî, Âşık Mevlit 83


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

İhsanî, Âşık Fuat Çerkezoğlu, Âşık Mustafa Ruhanî, Âşık Emsalî, Âşık Veysel Şatıroğlu, Âşık Ali İzzet, Âşık Talibî Coşkun, Âşık Sefil Selimî, Âşık Kul Gâzi, Âşık Mihmanî, Âşık Dâimî, Öksüz Ozan, Fehmi Gür, Davut Sularî, Ardanuçlu Efkârî, Âşık Yoksul Derviş, Âşık Muhlis Akarsu, Âşık Mahzunî, Âşık Sarıcakız, Âşık Nurşah, Âşık Şah Turna, İhsan Ozanoğlu, Hüseyin Çırakman (Durbilmez, 2016a). Âşık Bacı, Burhanî, Âşık Cafer, Cemal Acar, Dursun Cevlânî, Gönüllü Coşkun, Mahmut Coşkuner, Âşık Çalışkan, Âşık Çırakman, Adil Çiçek, Nesimi Çimen, Âşık Daimî, Derdimend, Dertli Divanî, Devranî, Hasan Devranî, Âşık Dursun, Efganî, Âşık Eminî, Emsalî, Âşık Mahmut Erdal, Esrarî Baba, Âşık Eyup Tekyurt, Âşık Fakirî, Figanî, Ozan Gizli (Ahmet Atalay), Güllüşah Bacı, Âşık Hamdi, Âşık Hasanî, Hüdaî, Âşık Işık, İbrahim Sultan, İbretî, Âşık İhsanî, Âşık İmamoğlu, Âşık İsmail Nar, Hüseyin Kaçıran Âşık Kadim (Yusuf Kenan Gözcü), Âşık Kalender, Bektaş Kaymaz, Kul Ahmet, Kul Hasan, Kul Semaî, Kul Yakup, Mahzunî Şerif, Seyyit Mahzunî, Meçhulî, Âşık Melâlî, Muhlis Akarsu, Musa Merdanoğlu, Nimri Dede, Nizamî Nefesli, Şekip Şahadoğru, Davut Sularî, Ali İzzet Özkan, Âşık Özverî / Öztürk Erkılıç, Âşık Perişan, Revanî, Âşık Selâmî (Merzifonlu), Sefil Selimî, Âşık Selmanî, Sönmez, Suzanî, Şahsenem Bacı, Şah Turna, Talibî Coşkun, Âşık Vaktidolu (Adil Ali Atalay), Âşık Veysel Şatıroğlu, Âşık Şemsi Yastıman, Zamanî, Âşık Zekaî Kocabaş, Zöhre Ana vd. gibi pek çok âşık Alevi-Bektaşi çevrelere mensuptur. 84

SONUÇ Kam sanatından ozan sanatına, ozan sanatında da âşık sanatına aktarılan köklü bir edebiyat geleneği bulunmaktadır. Bu edebiyat geleneği her aktarılışta yeni sosyal ihtiyaçlara göre güncellenerek yeniden şekillenen bir edebiyat birikimi meydana getirmiştir. Eski Türk inanışlarından kaynaklanan çeşitli birikimlerin ve uygulamaların İslâm dinine uygunlaştırılarak aktarılmasında Alevi-Bektaşi inanç önderlerinin, âşıklarının, zakirlerinin de önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Tekke-kışlakahvehane yakınlaşması sonucu ortaya çıktığı düşünülen Âşık edebiyatının bu oluşumunda özellikle Bektaşi tekkelerinin ve Bektaşi tekkelerine mensup Yeniçeri asker âşıklarının belirgin bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan araştırma sonucunda, Âşık edebiyatının kuruluşunda ve gelişiminde Alevi-Bektaşi zümrelere mensup âşıkların önemli bir yeri olduğu görülmektedir. “Alevi- Bektaşi- Caferî- Hüseynî- TahtacıRafizî- Kızılbaş- Bedreddünlü- HarfendülüIşık- Abdal- Kalenderî- Hurufî- Batınî- Şii gibi çeşitli adlarla anılan yolaklar ve türevleri” (Özmen, 1998-IV:2) olan zümrelere mensup âşıklar, âşık edebiyatının bel kemiğini oluştururlar. Bu âşıkların serbest ve sistemli deyişlerini çıkardığınız zaman sadece âşık edebiyatı değil, Türk halk edebiyatı da kısırlaşacak ve büyük bir boşluğa düşecektir. Başlangıcından yirminci yüzyıla kadar olduğu gibi 21. yüzyılda da yaşayan âşıklar, zâkirler yoluyla âşık edebiyatına hizmet et-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

meyi sürdürecek olan bu zümreler, Türk kültürünün en önemli unsurları olmaya devam edeceklerdir. Âşık edebiyatı temsilcileri içinde Alevi-Bektaşi zümrelere mensup olmayanların bile genellikle “Bektaşi meşrep” olduklarını söylemek mümkündür. Çeşitli Alevi-Bektaşi zümrelere mensup âşıkların şiirlerinde Allah, Muhammed, Ali, On İki İmam, Hacı Bektaş Velî ve değişik dönemlerde yaşayıp bu zümrelere öncülük eden erenlere duyulan sevgi, Yezit’e lânet, konuları öne çıkar. Alevi-Bektaşi âşıklarından bir kısmının demeleri, nefesleri, düvaz-imamları dilden dile, nesilden nesile aktarılarak günümüze ulaşmıştır. Bu deyişlerde bir kısmı da türkü olarak bütün Türk milleti tarafından benimsenmiştir.

KAYNAKLAR ALPTEKİN, Ali Berat; SAKAOĞLU, Saim. (2006). Türk Saz Şiiri Antolojisi. Ankara. BİRDOĞAN, Nejat. (1991). Şah İsmail Hatayî. İstanbul. BORATAV, Pertev Naili. (1982). Folklor ve Edebiyat-1. İstanbul. BORATAV, Pertev Naili, 1988, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. İstanbul. ÇOBANOĞLU, Özkul. (1998). Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Boşnak Âşık (Gusları) Tarzı Şiir Geleneği Arasında Ortaklıklar Üzerine Tespitler. Millî Folklor, S. 39, s. 8-24. DURBİLMEZ, Bayram. (2007). Kayserili Aşuğlarda Âşık Tarzı Kültür Gelenekleri. Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Haz: M. M. Hülagü, vd. C.1, s. 435-457, Kayseri.

DURBİLMEZ, Bayram. (2010). Âşıklık Geleneklerinde Saz / Instrument (Saz) in the Traditions of Minstrelsy (Ashiklik). Millî Folklor, S. 11/85, s.148-158. DURBİLMEZ, Bayram. (2010). Sorgunlu Sıdkı Baba Dîvânı’nda Kerbelâ. Çeşitli Yönleriyle Kerbelâ, Edebiyat. International Karbala Symposium / Uluslararası Kerbela Sempozyumu, 2.cilt, Sivas, Türkiye, s. 215-230. DURBİLMEZ, Bayram. (2012) Zileli Âşık Ceyhunî’nin Yozgatlı Halk Şairleri Üzerine Etkileri. Tarihi ve Kültürü İle II. Zile Sempozyumu-Bildiriler, Haz: Mehmet Yardımcı, İzmir, Türkiye, 6-9 Ekim 2011, s.142-152. DURBİLMEZ, Bayram. (2014). Sorgunlu Sıdkı Baba Dîvânı, (İnceleme-Metinler). Kayseri. DURBİLMEZ, Bayram, (2015). Âşıkların Şiirlerinde Saz. Kafkas Üniversitesi Devlet Konservatuarı Uluslararası Müzik Sempozyumu: Doğu Dünyasında Geleneksel Türk Müzik Kültürü, Ed: Prof. Dr. Rafig İmrani, Kars, Türkiye, 9-10 Haziran 2014, s. 199-204. DURBİLMEZ, Bayram. (2016a). Âşık Edebiyatı ve Taşpınarlı Halk Şairleri. Ankara. DURBİLMEZ, Bayram. (2016b). Âşık Hasretî’nin Atışma Sanatı Üzerine Bir İnceleme. Ankara. DURBİLMEZ, Bayram. (2016c). Ozan Kavramı Etrafında Dede Korkut Üzerine Bir Değerlendirme. III. Türk Dünyası Kültür Kongresi “Dede Korkut ve Türk Dünyası” Bildiriler Kitabı I, Haz: M. Ekici, M. Duranlı, vd. İzmir, Türkiye, 19-23 Ekim 2015, s. 483-505.

85


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

DURBİLMEZ, Bayram. (2016ç). Hatayî’nin Anadolu Sahası Halk Şairlerine Etkileri ve Sıdkı Baba Divanında Geçen ‘Vardım Kırklar Meclisine’ Şiiri Üzerine Metinlerarası Bir Yaklaşım. Kaygusuzun Bilge Torunu Abdurrahman Güzel Armağanı. Haz: H. Duran. Ankara. DURBİLMEZ, Bayram. (2016d). Yozgatlı Hüznî Dîvânlarında Kerbelâ. Uluslararası Kerbelâ ve Hz. Hüseyin Sempozyumu, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı TİKA, Hüseyin Gâzi Vakfı, Ankara, Türkiye, 14- 15 Mayıs 2015. ERGUN, Saadettin. (1956), Hatayî Dîvânı / Şah İsmail-i Safevî, Hayatı ve Nefesleri. İstanbul. ERSAL, Mehmet (2015). Balkanlar. Alevi mi Bektaşi mi? Ocak mı Sürek mi?. Balkanlarda Alevilik Bektaşilik, Haz: Mehmet Ersal, s. 236-262, Çorlu. GAZİMİHAL, Mahmut R. (1958). Baş Ozan Korkut Ata ve Onun Yelteme Kopuzu, Türk Folkloru Araştırmaları, S. 104, s.1653. GÜNAY, Umay. (1992). Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara. KÖKSAL, M. Fatih. (2012). Hatâyî’nin Yayımlanmış Dîvânlarında Bulunmayan Şiirleri. Alevilik Araştırmaları Dergisi, S.3, s. 38-84. KÖPRÜLÜ, M. Fuad. (1962). Türk Saz Şairleri I-V. Ankara. KÖPRÜLÜ, M. Fuad. (1989). Edebiyat Araştırmaları 1, İstanbul. OCAK, Ahmet Yaşar. (2009). Tarihsel Terminoloji (Bektaşilik, Kızılbaşlık, Alevilik). Geçmişten Günümüze AleviBektaşi Kültürü. Ankara. OĞUZ, M. Öcal. (1994). Yozgat’ta Halk Şairliğinin Dünü ve Bugünü. Ankara.

86

OĞUZ, M. Öcal. (1995). Azerbaycan ve Türkiye Sahasında Âşık Edebiyatının XVI. Yüzyılına Dair. İpek Yolu Uluslararası Halk Edebiyatı Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 423-433. OĞUZ, M. Öcal. (1997a). Azerbaycan ve Türkiye Sahasında Âşık Edebiyatının XVII. Yüzyılı. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri II, s. 181-192. OĞUZ, M. Öcal. (1997b). Azerbaycan ve Türkiye Sahasında Âşık Edebiyatının XVIII. Yüzyılı. Millî Folklor, S. 35, s. 2-9. ÖGEL, Bahaeddin. (1987). Türk Kültür Tarihine Giriş- 9. Ankara. ÖZMEN, İsmail. (1998), Alevi- Bektaşi Şiirleri Antolojisi - 5 cilt. Ankara. SAKAOĞLU, Saim. (1986). Türk Saz Şiiri. Türk Dili- Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri). S. 445-450, s. 105-250. SAKAOĞLU, Saim, (1989). Ozan, Âşık, Saz Şairi ve Halk Şairi Kavramları Üzerine. III. Milletlerarası Türk Folklor Araştırmaları Kongresi Bildirileri, I. Cilt, Genel Konular, s. 247- 251 SARIKAYA, M. Saffet. (2013). “Şah Hatayi’nin Şiirlerinde Bazı Dini-Tasavvufî İnanç Motifleri ve Anadolu Alevi Kültüründe Şah Hatayi’nin İzleri”, Yavuz Selim- Şah İsmail Sempozyumu, 5-6 Nisan 2013, Bakü, Azerbaycan. TÜRKMEN, Fikret, 2004, Şah İsmail Hatayî’nin Anadolu Alevi- Bektaşiliği ve Alevi-Bektaşi Edebiyatı Üzerindeki Etkileri. I. Uluslararası Şah İsmail Hatai Sempozyum Bildirileri, Ankara, Türkiye, 9-11 Ekim 2003. YARDIMCI, Mehmet. (1999). Başlangıcından Günümüze Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke Şiiri. Ankara.


CEM İBADETİNDE MUHABBET ERKÂNI: GÖSTERİMCİ KURAM ANALİZİ1 SPIRITUAL CONVERSATIONS IN CEM WORSHIP RITUAL; PERFORMANCE THEORY ANALYSIS Caner IŞIK2

mektedir. Cem ibadeti Hz. Muhammed’in

Gülbahar ODABAŞI YILMAZ3

miracında karşılaştığına inanılan kırklar meclisi örneklenerek oluşturulmuş bir ibadettir. Bu ibadetin muhabbet erkânı, dedenin bütün 12 hizmet boyunca nasıl bir etki

ÖZ

yaratacağının göründüğü bölümdür. Bu

Alevilik sözlü kültür bağlamında ken-

kate aldığı gerek ortamın beklentilerini göz

disini var etmiş, geliştirmiş ve günümüze

önünde tuttuğu gerek ise kendi yeterliliği-

taşımıştır. Sözlü kültür kendi iç dinamikle-

ni sergilediği bölüm olarak kabul edilebilir.

ri ile hareket eden ve ancak araştırılan ko-

Makalemizde yedi farklı cemdeki muhab-

nunun iç dinamiklerinin ortaya konulması

bet erkânı derlenmiş, ortam özellikleri ve

ile anlaşılabilecek bir kültürel durumdur.

beklentiler tespit edilmiş ve dedenin cem-

Alevilik de kendi geleneksel ve inanç bağ-

deki etkisi performans teori ışığında analize

lamındaki kodlarını yine kendine özgü şe-

tabi tutulmuştur. Makale söz konusu cem

killendirdiği cem ibadetinde yeniden üret-

ortamını kendi içinden değerlendirmeye ça-

anlamıyla dedenin gerek katılımcıları dik-

lışan, ibadete katılımı ve uzaklaşmayı etkiMakale geliş tarihi: 01.03.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017 1 Bu makale Adnan Menderes Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri Başkanlığı tarafından “Alevi Geleneğinde Cem İbadeti” adıyla, Doç. Dr. Caner Işık’ın yürütücülüğünde ve Gülbahar Odabaşı Yılmaz’ın araştırmacılığında, FEF-15047 nolu proje olarak 2912-2015 ile 29-12-2016 tarihleri arasında desteklenmiş ve tamamlanmış proje bilgilerine dayanılarak hazırlanmıştır.

leyen unsurları tespite yönelen ve tamamen sözlü bir aktarım ortamı olan muhabbet erkanının önemini vurgulamayı hedef alan bir çalışmadır. Çalışma aracılığıyla modern dünyada sözlü köklü bir geleneğin nasıl kendisine ait olmayan (geleneksel olmayan) unsurlarla dönüştüğü de vurgulanmaya çalışılmıştır.

2 Doç. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, FenEdebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 3 Uzman Araştırmacı, Türkçe Öğretmeni.

87


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Anahtar Kelimeler: Gösterimci Kuram,

by employing an emic approach. The study

Alevilik, Cem İbadeti, Muhabbet Erkanı,

also underlines the ways in which a very

Dede.

strong oral tradition has been transformed through non-traditional social forces.

ABSTRACT Alevism was shaped in the context of an oral culture which is still reproduced

Keywords: Performance Theory, Alevism, Cem Worship Ritual, Conversational, Spiritual Guide.

today. Oral culture is a cultural condition which can be understood by internal dynamics and evolves through the same dynamics. Alevism reproduces itself through the traditional worship ritual called “cem”

GİRİŞ Gösterimci Kuram ve Alevi Sözlü Geleneği

which sustains its own traditional belief

Dinler ortaya çıkışlarından günümü-

codes. This worship was created through

ze kadar toplumları derinden etkilemiş,

the idea of the “council of forty” which is

bu yönüyle de sosyal hayatın en belirleyici

believed to have been revealed during the

unsurlarından olmuştur. Yaradılış, Tanrı’yı

ascension of the Prophet Muhammad. The

bulma, evreni keşfetme gibi soruları cevap-

part of conversation, which takes place

layarak insanoğlunun ruhsal arayışlarına

through “dede” (the spiritual guide of

yön veren dinler bununla birlikte bireylerin

the community), is a section where every-

gündelik yaşantısını da şekillendirmiş aynı

body can grasp the meaning of his services

zamanda ibadet anlayışı hakkında kurallar

through twelve duty. This section can also

da koyarak kişinin ruhsal olanı deneyimle-

be accepted as a moment where everybody

mesi sağlanmaya çalışılmıştır. Dinler tarihi

considers the participants, the expectations

içinde ibadetler, manevi olanın, sevginin,

of others, and evaluates his/her own abili-

güvenin ve sığınmanın sözel ve bedensel

ties. In this article, conversational practices

boyutta vücut bulmuş halleri olarak karşı-

called “muhabbet erkanı” have been docu-

mıza çıkar. Hangi dinden olursa olsun her

mented by analysing the features of spatial

inanan, Tanrı’ya yönelme, şükretme ve di-

characteristics and expectations as well as

lekte bulunma gibi amaçlarla dininin öğ-

the role of “dede” in the worship ceremo-

retileri doğrultusunda ibadet eder, gerekli

ny within the framework of performance

ritüelleri yerine getirir. Manevi anlamda

theory. This study aims to emphasize the

bağlılığın bir gösterimi olarak karşımıza çı-

significance of traditional conversational

kan ibadetler, bazen sözel, bazen bedensel

practices as oral transmission sessions, and

bazen de farklı görünümler içinde ortaya

to reveal the factors which influence the

çıkan, inananlar tarafından yerine getirilen

participation and the lack of participation

eylemlerdir. Dolayısıyla her ibadet kendi

88


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

içinde bir harekete, görünüme, uygulama-

sal ve politik yapı gibi pek çok değişkene

ya, kısacası gösterime dayanır. Bu yönüyle

bağlılık gösteren bu ürünlerin hiçbirinin

değerlendirildiğinde ibadetlerin açıklan-

bir diğeri ile aynı özelliklere ve sonuçlara

ması, yorumlanması ve analiz edilmesi için

sahip olması beklenemez. Hatta aynı kişi-

söz konusu gösterimin gösterim boyutuyla

lerin aynı mekânda yaptıkları icra tekrar-

ele alınması ve değerlendirilmesi mümkün-

ları dahi birbirinin aynısı olamayacağına

dür. İşte gösterim boyutu, bir folklor kura-

göre her folklorik icra tektir. Performans

mı olan performans teorisinin yardımıyla

teorinin ortaya çıkışı 1970’li yıllara rastlar.

çok rahatlıkla analiz edilebilir ve söz konu-

Dan Ben Amos, Rogers Abrahams ve Alan

su ibadetin sosyal bağlamı ve ruhsal doyu-

Dundes bu teorinin yaratıcıları olarak sa-

mu hakkında önemli çıkarımlar yapılabilir.

yılsa da yeni bir halkbilimi kuramı olarak

Bu sebeple performansa dayalı bir tekniğin

ortaya çıkmasına önayak olan isim Dan Ben

ibadet analizinde kullanılması yerinde ola-

Amos’tur. Dan Ben Amos’un geliştirdiği

caktır.

araştırma modeli kişisel boyut (anlatıcı/oy-

1970’li yıllarda bir folklor ürününü ilk kez “Performans”, yani diğer adıyla “Gösterim” merkezli bir analiz yöntemi ile inceleyen Dan Ben-Amos (Ben-Amos, 1971:315), Alan Dundes (Dundes, 1965), Roger Abrahams, Alan Lomax (Lomax, 1968) gibi araştırmacılar halk bilimi alanına farklı bir bakış açısı getirmişlerdir. Bu teoriye göre, bir kültür ürünü incelenirken yapıyı oluşturan tüm unsurlar tek tek değerlendirilmelidir. Performans teoriye göre halka ait tüm ürünler mutlaka belli bir ortamda belli bir amaç üzerine ortaya çıkarılmakta ve bu ürün nesiller boyu benzer şartlar oluşturularak tekrar tekrar icra edilmektedir. Ürünleri ortaya koyan icracı, ürünü izleyen ya da dinleyenler, zaman ve mekân, her tekrarda farklı performansların oluşmasına neden olmaktadır. Bir halk ürününü ortaya koyan kişinin üslubu, yaşı, cinsiyeti, katılımcıların psikolojik ve sosyolojik özellikleri, icranın yapıldığı yerdeki fiziksel koşullar, toplum-

nayıcı), sosyal boyut (dinleyici/izleyici) ve söz boyutu (anlatılan) şeklinde üç unsurdan oluşmaktadır (Azadovski, 1992). Ülkemizde de başta İlhan Başgöz (1975) tarafından olmakla birlikte performans teori kullanılmıştır. Ruhi Ersoy, bu yaklaşım sayesinde sözlü kültür ürünlerinin, ‘fosilleşmiş kültür’ değerlerinin ötesinde ‘yeni oluşan kültür’ değerlerini inceleyen bir disiplin olma hüviyetine kavuştuğunu da vurgular (Ersoy, 2004). Metin Ekici ise bu yöntem ve yaklaşımlar sayesinde sözlü kültür ürünlerinin yorumlanabilir hâle gelip anlam ve derinlik kazandığını ve bu yaklaşımın, icra esnasında; icra mekânı, icra tarihi, icra zamanı, icra nedeni, icra biçimi, icracı kimliği gibi unsurları context (bağlam) olarak ele aldığını söyler ve söz konusu bu unsurları incelemeye dâhil eder (Ekici, 2004:69-112). Bu anlamıyla sözlü gelenek içinde bağlam merkezli yaklaşımlarım etkin olduğu bir çözümleme yöntemi olarak performans teori karşımızda durmaktadır. Sözlü gelenek içinde anla89


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

mını bulan Aleviliğin anlaşılmasında per-

ğurmuştur. Cem, salt dini anlam taşımanın

formans teorinin kullanılması mümkündür.

ötesinde uygulanışı ve kaynağı bakımından

Özellikle toplu biçimde gerçekleştirilen cem

da hukuki, sosyal ve kültürel anlamda da

ibadeti, her uygulanışı farklı bir performan-

çok farklı işlevleri olan bir sisteme sahiptir.

sa karşılık gelmesiyle özel bir analiz birimi olarak karşımızda durmaktadır.

Cem ibadeti, Aleviliğin özünü yansıtan en önemli icra alanıdır. Cemlerin ilk icra

Alevilik, Anadolu’da ve yakın coğraf-

ortamının Kırklar Cemine dayandığı iddia

yada çok eski dönemlerden bu yana varlı-

edilir.5 Orada kırk can bir can olmuştur.

ğını sürdüren ve İslamiyet’i kendine göre

Hak Muhammed Ali yolu, Peygamberimi-

öz olarak yorumladığı iddiasında bulunan,

zin miraca çıkmasıyla Tanrı katında şerefle-

çoğunlukla sözlü gelenek mekanizmala-

rin en yüksek mertebesine ermiş, dönüşün-

rı içinde her türlü yaşamasını sağlayan bir

de Kırklar Meclisi’ne gelerek miracı taçlan-

gelenek ve inançtır. Hakkında çok sayıda

dırmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde

çalışmanın yapıldığı bu gelenek, bağlı ol-

yapılan tüm cemler bu Kırklar Ceminin bir

duğu toplumun yaşantısını belirlediği gibi

tekrarı ve miraç olayının bir canlandırması

halkın edebi zevklerinin vücut bulduğu

niteliğindedir. Ceme katılanlar kırklar ce-

cem ortamlarını da meydana getirmekte-

minin manevi doyumuna ulaşmayı hedef-

dir. Toplumun zevklerini, acılarını, arzu ve

ler, yani Kırklar Cemi bir idealdir. Bu icra

taleplerini bir arada dile getirdikleri bir iba-

ortamları yöneticisinin -dedenin- de içinde

det olan cemler, sosyoloji ve edebiyatı ortak

olduğu, 12 hizmet adıyla anılan görevliler-

paydada birleştiren çok yönlü bir konu ola-

ce sunulan, belli kurallar çerçevesinde, belli

rak karşımıza çıkmaktadır. Alevilere göre

zaman ve mekânda yapılan gösterimlerdir.

Tanrı’ya ulaşmak bireysel çabalardan, tek başına ibadetlerden çok birlik halinde olmaktan geçer. Çünkü Tanrısal sır teklikte değil, birlikte (vahdette) saklıdır.4 Bu anlayış sonucunda ibadet ortamları, klasik anlayıştan farklı olarak, sadece Allah’a yönelme değil, sosyal yaşantıların düzenlenmesi konusunu da içine alacak şekilde yapılandırılmıştır. Dolayısıyla tüm bu düzenlemeler, törensel bir hava içerisinde oluşturulan ritüellerin bir icra ortamında sunulmasını zorunlu kılmış ve cem olma anlayışını do4 Dede Hakan Yurtalan ile 28.01.2013 tarihli görüşme esnasında kaydedilmiştir.

90

Hem İslam tarihinde hem de Türk tarihinde tartışılmaz bir öneme sahip olan Alevilik, Cumhuriyetin ilanı ile akademik bir araştırma alanı olarak da dikkatleri üzerinde toplamıştır. Özellikle cem ibadeti süresince okunan gülbenkler, tercümanlar, deyişler, düvazlar, mersiyeler edebi açıdan incelenmiş, cem erkânları, 12 hizmet ve görevleri hakkında toplanan bilgilerden yola çıkılarak bu ibadet açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak halk biliminin klasik yöntemleri-

5 02.02.2012 tarihli Malatya/ Kırlangıç köyü ceminde Ali Yüce’nin sohbeti esnasında kaydedilmiştir.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ne başvurularak yapılan bu araştırmalarda

manda peygamber soyundan geldiğine ina-

genellikle sadece metinle sınırlı kalınmış,

nılan dedelerin önderliğinde ortak yaşam

bu kültürel öğelerin bir icra ortamında

alanları ile ilgili kararlar alırlar. Talipler

meydana geldikleri göz ardı edilmiştir.

arasında ortaya çıkan her türlü sorun bu ka-

Dolayısıyla sadece yazılı metinlerin ince-

rarlara bağlı kalınarak çözüme kavuşturu-

lenmesinden öteye gidemeyen cem araştır-

lur ve barış sağlanır. Çünkü cem ibadetinin

maları bu gösterim kaynaklı ibadetin gere-

anlamını bulması ve amacına ulaşması için

ğince anlaşılmasında yetersiz kalmışlardır.

canların barış halinde, birbirinden razılık

Çünkü yürütülen her cemde Kırklar Cemi-

içinde olmaları şarttır. Verilen karara uyma-

ne ulaşmak için bir performans sergilenir

yan kişi, artık yoldan düşmüş kabul edilir

ve bu performans her icra ortamında fark-

ve ceme giremez. Hatta bununla da kalmaz

lılıklar gösterir. İşte performans teorinin

toplumdan tecrit edilir, kimse onunla hiçbir

cem ortamlarının anlamlandırılmasındaki

şekilde ve hiçbir durumda iletişim kurmaz.

işlevi de bu noktada ortaya çıkar. Folklorik

Cem törenlerinin en önemli işlevlerinden

bir ürünü icra esnasındaki tüm etkenleriyle

olan bu sistemin bir suçlu için en büyük

birlikte değerlendiren performans teorinin,

hapishaneden bile daha caydırıcı olduğu

Alevi geleneğini ve ibadetlerini inceleme

kesindir. Bu yönüyle cem, kusursuz işleyen

konusunda çok daha aydınlatıcı bir forma

bir mahkeme gibidir. Cem ibadeti, yüzyıl-

sahip olduğu çalışmamız esnasında görül-

lardan beri Alevi toplumlarının kültürel ve

müştür.

sosyolojik özelliklerini en açık şekliyle or-

Cem İbadeti Dinler, tarih boyunca toplumların yaşantısına yön veren, insan-insan ve insanTanrı ilişkilerini düzenleyen, ölüm sonrası hayata dair bilinmeyenlere cevap veren inançsal sistemlerdir. Alevilik de inançsal bir sistem içinde ideal bir dünya oluşturmaya çalışır. İbadetini de bu idealine göre şekillendirir. Anadolu’da özellikle Osmanlı Devleti boyunca sıradan Aleviler sorunlarını çözmek için mahkemeye başvurmamışlardır. Çünkü geçmişten günümüze Alevi toplumlarının kendi içerisinde sistemleştirdiği cem ibadeti aynı zamanda en önemli çözüm merkezidir. Bu merkezde birlik halinde Tanrı’ya yaklaşan talipler, aynı za-

taya koyan özel bir ibadet olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük Türkçe Sözlükte “toplamak, bir araya getirmek, dikkat ve iradeyi bir noktaya teksif etmek, toplama, toplanma, bir araya gelme, getirilme, birleştirme, bir olma, biriktirme, topluluk, kalabalık, birlik, parçaların bir araya gelişi” manalarına gelen cem, Alevilerin en temel ibadetidir (Akalın, 2010). E. Ruhi Fığlalı, cemi toplanmak, topluluk, toplantı ve cemiyet olarak tanımlar. Ayinin ise Farsça bir kelime olup, adet, görenek, kanun, töre karşılığında kullanıldığını, aynı zamanda usul ve ibadet tarzı anlamına da geldiğini belirtir. Buna göre cem ayini ise toplantı töresi, cem âdeti, cem 91


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

töreni, bir araya gelme yolu anlamına gelir

2. Rehber: Dededen sonra en önemli

(Fığlalı, 1990). Abdülbaki Gölpınarlı, cemin;

görev rehbere verilmiştir. Rehber, yerinde

yaratılmışları görmeyerek hakkı görmek,

dedenin yardımcısı olmadığı yerde vekili-

kısaca ‘birlik’ anlamına geldiğini belirtir

dir. Rehberi dede seçtiği için rehberlik soy

(Gölpınarlı, 1977:147-159). Mehmet Eröz

gerektirmez. Yetkinliğe sahip herhangi biri

ise, cem ayini, cem erkânı, cem bezmi, cem

olabilir; ancak toplumda saygın ve yetkin

töreni, musahip evi, alicem evi ve hak mey-

biri olmasına dikkat edilir.

danı gibi adlarla tanımlar (Eröz, 1990). Hz. Muhammed’in Miraç’tan döndükten sonra Kırklar adı verilen meclisteki ibadetin cem olarak Alevilerin uygulamasına dönüşmesi kabulü ise pek çok cem erkânında dedeler tarafından dile getirilmektedir6. Cem törenlerinde birlik olmaya gelen canlar “cemal cemale” ilkesinin bir gereği olarak halka şeklinde otururlar. İbadet boyunca organizasyonu sağlamak, ihtiyaçlara

3.

Gözcü:

Törenin

düzen

ve

sükûnetinden sorumlu olan kişidir. Uygunsuz davrananları önce uyarır, gerekirse dara çekilmelerini ister ve cezalandırır. 4. Çerağcı (delilci): Delil adı verilen aydınlatma aracını yakan kişidir. Meydanın aydınlatılmasını sağlar. Günümüzde aydınlatma modern tekniklerle yapıldığından sadece sembolik bir anlam ifade etmektedir.

cevap verebilmek amacıyla canlar arasın-

5. Zakir (Sazende): Aşık baba olarak da

dan görevliler seçilir. “12 Hizmet” olarak

bilinir. Deyiş, düvaz, miraçlama, mersiye

anılan bu görevliler dedenin başkanlığında

ve nefes söyler. Saz çalar, semahı yönetir ve

üstlendikleri hizmetleri yerine getirirler.

genellikle üç kişi olurlar.

Alevi dedelerinden Mehmet Yaman, 12 hizmeti şöyle açıklamıştır:

6. Süpürgeci: Ferraş da denir. Meydanda her hizmet öncesi sembolik olarak “ya

1. Dede: Cemde birinci hizmet sahibi-

Allah ya Muhammed ya Ali” diyerek sü-

dir. Cemi yönetir, sorunları çözer toplumu

pürge çalar. İhtiyaç halinde rehbere yardım

aydınlatır, halka doğru yolu gösterir. Bekta-

eder.

şilerde bu görevi babaya vermişlerdir. Dedelik soya bağlıdır ve inanca göre dedeler Hz. Ali’nin soyundan gelirler. Babalık için böyle bir kayıt yoktur. Her dede soyundan gelene de dedelik görevi verilmez, yetkinlik aranır.

7. Sakkacı: Sakkacı, ibriktar ya da tezekâr da denir. Törende mersiyeler okuyarak dağıtmakla yükümlü olduğu suyu dağıtır. 8. Sofracı: Lokmacı, kurbancı da denir. Kurban ve yemek işlerine bakar, yiyecekle-

6 21.04.2014 tarihli cem sohbetinde Dede Mehmet Akkaya ve 01.11.2014 tarihli muharrem ceminde Dede Hakkı Fırat’ın muhabbetlerinde kaydedilmiştir.

92

ri eşit dağıttıktan sonra “Elimde yok kantar ile terazi, herkes oldu mu hakkına razı?” diyerek helallik ister.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

9. Pervane: Cem evine gelen ve gidenler ile ilgilenir, içeriden ve dışarıdan haberi olur, güvenliği sağlar. Bu kişinin aynı zamanda semah dönme hizmetinde de yeri vardır. 10 Haberci (Peyikçi): Cem yapılacağını önceden ahaliye haber veren kişidir. 11. İznikçi (Meydancı): Cemevinde temizliği sağlayan kişidir ve ceme katılanların ayakkabılarının karışmaması için tertip eder.

Muhabbet Erkânı ve Dedelerin Etkisi Daha önce de belirttiğimiz gibi cem ibadeti, Alevi toplumlarında dini ve ruhsal bir ihtiyacı karşılamanın dışında, sosyal ve hukuki düzeni de sağlayan bir kontrol mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazıya geçmemiş olmasına rağmen, yasal düzlemde oluşturulmuş kanunlardan daha fazla yaptırım gücüne sahip, düzenleyici ve ilkelidir. Aleviler için kendi gelenekleri içinde şekillenmiş bu yasalar belirleyicidir.

12. Kapıcı (Bekçi): Yeni yapılan evin ka-

Hapse girme cezasının ötesinde düşkün ka-

pısında bekler, ceme gelenlerin güvenliğini

bul edilmenin ağırlığı, bir Alevi için öyle bir

sağlar ve girene çıkana göz kulak olur (Ya-

yüktür ki düşkün kabul edilme fikri, suçu

man, 2009:45-65).

düşünme fikrinden alıkoyar. Cem ibadeti-

Cem, yukarıda sayılan 12 hizmet temelinde şekillenen ve bu hizmetlerin yerine gelmesi ile ruhsal, sosyal ve psikolojik boyutta işlevleri gerçekleştiren bir ibadettir. Bu hizmetlerin hepsi ayrı bir erkandır ve bu erkanların gerçekleşmesinin bütünü cem

nin bu çok yönlülüğünü, ibadetin her bölümünde gerçekleştirilen bazı icralardan yola çıkarak açıklamak çok daha kolay olacaktır. Cem ibadetinin ilk bölümü dedenin postuna oturması ve katılımcılarla muhabbete başlamasıdır.

erkanıdır. Makalemizde birbirinden fark-

Dede, pir postuna oturmadan önce dar

lı yedi cem ibadeti değerlendirilmiştir. Bu

meydanına niyaz eder ve sağ eli sol göğ-

cemlerin bütün erkanlarını ele almak ma-

sünün üstünde katılımcılara dönük bir bi-

kale boyutunu aşacak bir durumdur. Bu se-

çimde dar duasını verir: “Bismi Şah Allah

beple bu makalemizde muhabbet erkanı ele

Allah! Geldiğiniz yoldan, durduğunuz dar-

alınıp söz konusu erkan farklı icralar içinde

dan, çağırdığınız pirden şefaat göresiniz.

karşılaştırılarak performans teori ışığında

Divanlarınız kabul ola, muratlarınız hâsıl

değerlendirilecektir. Diğer erkânlar başka

ola, dergâh hizmetine yazılmış ola. Darına

makalelerin konusu olacaktır.

durduk ya Allah ya Allah ya Allah, divanına durduk ya Muhammed ya Muhammed ya Muhammed, keremine sığındık ya Ali ya Ali ya Ali. İnayet eyle ya 12 imamlar, kerem eyleyin ya on dört masumu paklar, yol gösterin ya on yedi kemer bestler, ceminize 93


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

alın ya kırklar. Bağışlanmak senin yüzün

rar verdikleri bir lider ve yol gösterici ola-

suyu hürmetine olur pirimiz ya Hünkâr

rak görev yaparlar. Bu nedenle cem ortamı-

Hacı Bektaşı Veli. İlahi Yarabbi darlarımızı

nın başında yapılan muhabbet, dinleyiciler

divanlarımızı ibadetlerimizi dergâh ile ka-

için büyük önem taşır. Bu süreçte yolun

bul eyle Gerçeğe hu” (Saygı, 2005).

ilkelerini, sırlarını ve kutsiyetlerini öğrenir-

Duadan sonra meydana niyaz eder, gidip pir postuna niyaz eder -ki geleneksel cemlerde dizlerinin üstünde pir postuna kadar gidip postu niyaz ettikleri bilinmektedir.- Postuna oturur ve seçtiği bir konuda sohbete (muhabbete) başlar.

ler. Dedenin ağzından çıkan her söz haktır, yasadır. Dedeler de üzerlerindeki bu büyük sorumluluğu layıkıyla taşımak ve konumlarının gereklerini yerine getirmek zorundadırlar. İlmiyle, bilgisiyle, görgüsüyle, ahlakıyla, yaşantısıyla Aleviliği bulunduğu topluma en güzel şekilde anlatan örnek o ol-

Cem ibadetinin bir performans gösteri-

malıdır. Tüm bu yönlerini düşündüğümüz-

mi olduğundan, yani icraya dayalı bir iba-

de cemdeki muhabbet bölümü, dedeler için

det olduğundan daha önce bahsetmiştik.

bir çeşit yeterliliğin kanıtlandığı bölümdür.

Muhabbet bölümü, bu açıdan bakıldığında

Çünkü dedenin konuya olan hâkimiyeti,

bir öğretmen ve sınıf ilişkisinin farklı bir ör-

yol bilgisi ve Aleviliği özümseyişi burada

neği olarak değerlendirilebilir. Dede seçtiği

ortaya çıkar. Hatta bu bölümde dedenin

konuyu cem ortamına katılan canlara an-

tutumu cemin bundan sonraki icrasının ne

latırken tıpkı bir öğretmen gibi onların an-

denli güçlü bir birliktelik oluşturacağının

lama düzeylerini, hazır bulunuşluklarını,7

da sinyallerini verir. Katılımcılar sohbet es-

sosyal ve kültürel özelliklerini, yaşlarını

nasında dedenin otoritesini ve ortama olan

hatta cinsiyetlerini bile göz önünde bulun-

hâkimiyetini hissetmek ister. Bu hem ken-

durmak zorundadır. Katılımcılar, dedenin

disinin hem de cemdeki diğer katılımcıla-

anlattıklarından yola çıkarak inançlarının

rın ibadete olan bağlılığını ve ceme gelirken

temellerini burada öğrenecek, iç dünyala-

ruhsal anlamda oluşturduğu beklentilerini

rından gelen sorulara burada cevap bula-

karşılamasına yardımcı olacaktır. Dede ka-

cak, varoluş ve evren ile ilgili kavramları

tılımcıların bu beklentilerine cevap verecek

idrak ederek yaşamlarına yön verecekler-

bir ağırlığa ve duruşa sahip olmalıdır.

dir. Bu yönüyle cem ortamını bir okul, bir eğitim yuvası olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmayacaktır. Dedeler, Alevi toplumu için bir din adamı olmanın ötesinde bağlı oldukları, ik7 Katılımcıların muhabbette bahsedilen konuya ilişkin geçmiş bilgileri

94

İncelenen cemlere göre dedelerin sohbet süreleri bölgeye ve yerleşim türüne göre 15-90 dakika arasında değişmekle beraber ortalama 45 dakika sürmektedir. Bu süre boyunca cem ortamında bulunan tüm bireyler, dedenin aktardığı bilgiler ışığında cem olmaya ruhsal olarak da hazırlanırlar. Günümüzde değişen sosyal yaşam koşul-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ları sonucu şehir kültürüne adapte olan bireylerin artık dedelerin muhabbetinden beklentileri de değişmiştir. Buna karşılık cemin gerçekleştirildiği bölge kırsal ve küçük bir yerleşim yeri olduğunda, ceme gelen katılımcılar o bölgenin kültürel öğelerini tanıyan, hatta mümkünse kendi yörelerinden olan dedeleri daha çok benimsemektedirler. Dedenin muhabbet bölümünde seçtiği konu da bu sürecin icrasını etkileyen oldukça önemli bir husustur. Dede, katılımcıların şartlarını göz önünde bulundurarak muhabbetini yönlendirmelidir. Ceme gelen bireylerin yaşı, cinsiyeti, eğitim düzeyi, sosyal yaşantısı gibi durumlara uygun konuları seçmeye özen göstermelidir. Bununla birlikte dedelerin katılımcılara hitap ederken ses tonlarını ayarlamaları da muhabbet

Yedi Farklı Cem ve Muhabbet Erkânlarının Değerlendirilmesi Alevilerdeki “Yol bir, sürek bin bir” ifadesinde de olduğu gibi cem törenlerinin hepsi özde aynı olmasına rağmen uygulanışlarında yöreden yöreye farklılıklar gözlenmektedir. Biz de çalışmamızda seçtiğimiz cem törenlerinin muhabbet erkânlarında dedelerin icralarını gözlemleyerek, gösterimci performans teori ışığında analiz etmeye çalışacağız. Cemlerimizin yapıldığı bölgeler özel bir koşul gözetilmeksizin, rastgele seçilmiştir. Türkiye’nin farklı bölgelerinde katılma ve inceleme fırsatı bulduğumuz cem törenlerinin yapıldığı il ilçe, mekân, zaman, dede sayısı, katılımcı sayısı, cem çeşidi hakkındaki bilgiler şöyledir:

sürecinin sağlıklı ilerlemesinde önemli bir

1. Sivas’ın merkez ilçesinde, bir ceme-

faktördür. Çünkü sohbet boyunca dedenin

vinde yapılmıştır. 100 dakika sürmüş ve 1

bilgi birikimi kadar hitap gücündeki ağırlık

dede tarafından yürütülmüştür. 150-200 ka-

da onun saygınlığını ve hâkimiyetini büyük

tılımcının olduğu cem, Birlik Cemidir.

ölçüde etkileyecektir. Cem ibadetinin performansa dayalı yönü, onun teatral8 özelliğini ortaya çıkarmaktadır. Dedenin muhabbet esnasında icrasını etkileyen en önemli noktalardan biri de jest ve mimiklerini kul-

2. Amasya / Kayadüzek’te bir cemevinde yapılmıştır. 117 dakika sürmüş ve 5 dede tarafından yürütülmüştür. 200-250 katılımcının olduğu cem, Hızır Cemidir.

lanışıdır. Ayrıca böyle uygulamaların de-

3. Bingöl’ün Merkez ilçesinde bir Ka-

denin otoritesini de olumsuz etkileyeceği

palı Spor Salonunda yapılmıştır. 85 dakika

düşünülebilir. Tüm bu tespitler ve bilgiler,

sürmüş ve 6 dede tarafından yürütülmüş-

değerlendirmeye bir giriş mahiyetindedir.

tür. 300-350 katılımcının olduğu cem, Birlik

Aşağıda söz konusu yedi cem tek tek analiz

Cemidir.

edilmiş ve performans teori ışığında değerlendirilmiştir. 8 Tiyatro özelliği barındıran bir ifade olarak yer almıştır. Bu özellik ortamı oluşturan tüm unsurların bir gösterim içerisinde sergilenmesini içerir.

4. İstanbul’un Ihlamurkuyu semtinde bir cemevinde yapılmıştır. 155 dakika sürmüş ve 4 dede tarafından yürütülmüştür. 300-350 katılımcının olduğu cem, Gadirhum Cemidir. 95


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

5. Edremit / Körfez’de bir cemevinde

larla olan yüz yüze iletişiminin kopmasına

yapılmıştır. 76 dakika sürmüş ve 9 dede ta-

neden olmuştur. Ayrıca dedenin hitabet

rafından yürütülmüştür. 200-250 katılımcı-

gücünü artıracak olan jest ve mimikleri

nın olduğu cem, Birlik Cemidir.

kullanmaması, göz teması kurmaması, ko-

6. Kocaeli / Çayırova’da bir cemevinde yapılmıştır. 149 dakika sürmüş ve 5 dede tarafından yürütülmüştür. 200-250 katılımcının olduğu cem, Birlik Cemidir.

nuşmasında vurgu tonlamalara dikkat etmemesi ve okuma tarzının edebi metnin ruhuna uymaması muhabbet bölümünde istenen performansın yakalanmasını engellemektedir. Sağ elleri sol göğüslerinde ve

7. Erzincan / Tercan’da bir talibin evin-

dizlerinin üstünde dinleyen katılımcılarda

de yapılmıştır. 55 dakika sürmüş ve 1 dede

cem ibadetinden beklentinin diğer katılım-

tarafından yürütülmüştür. 40-50 katılımcı-

cılara göre daha fazla olduğu söylenebilir.

nın olduğu cem, Kurban Cemidir.

Yaş grubu ilerledikçe muhabbet bölümü-

Sivas’ın merkez ilçesinde yapılan cemde9 muhabbetin konusu Aleviliğin inanç temelleridir. Dede, muhabbetine herkesi selamladıktan sonra başlar. Dedenin Sivas yöresinden geldiği ve geleneksel bir yapısı olduğu gözlenmektedir. Muhabbet boyunca katılımcıların çok ilgili olduğu söylenemez. İcra görüntülerinden yola çıkarak bu durumun en önemli nedeni şöyle ifade edilebilir: Dede, muhabbette anlatacaklarını daha önce hazırlanmış bir metinden düz bir şekilde okumaktadır. Kendi yorumlarını da katarak hiçbir cümle kurmaması ve sadece elindeki metne bağlı kalması katılımcıların dede ile olan bire bir iletişimini kesmektedir. Daha önce belirttiğimiz gibi etkili iletişimde göz teması kurma, karşılıklı bir etkileşim sağlama gibi beceriler çok önemlidir. Dedenin metni sürekli okuması, katılımcı-

ne olan ilgi azalmaktadır. Özellikle 55 yaş üstü katılımcılar, geleneksel yapının bir gereği olarak saygı içerisinde anlatılanları dinleseler de muhabbetten bilgi akışı sağlayamadıkları hissedilmektedir. Bunun yanında genç gruptan (15-25 yaş aralığındaki) katılımcıların da muhabbete ilgisinin az olduğu fark edilmektedir. Özellikle kadın gruplar arasından sohbet seslerinin yükselmesi bu durumun en açık göstergesidir. Erkek katılımcılar kadınlara göre muhabbete daha çok ilgi göstermektedirler. Muhabbet erkânını daha cazip hale getirmek için aralarda zâkirin deyişler çalması, katılımcıların cem icrasına yönelik ilgilerinin artmasında kısa süreli de olsa etkili olmuştur. Ancak dede metin okumaya başladığında aynı durum tekrar ortaya çıkar. Dede elindeki metnin dışında hiçbir cümle kurmamıştır. Bu durum dedenin cem ortamıyla iletişimini sınırlandırdığı gibi katılımcıların nazarında

9 Sivas’ın merkez ilçesinde, bir cemevinde yapılmıştır. 100 dakika sürmüş ve 1 dede tarafından yürütülmüştür. 150-200 katılımcının olduğu cem, Birlik Cemidir.

96

yeterliliğine olan güveni de azaltmaktadır.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Amasya’nın Kayadüzek ceminde10 ise

Muhabbet erkânı boyunca kadın erkek

dede sayısı beştir. Böyle cemlerde her dede

tüm canlar, edep erkân şeklinde dedeyi din-

farklı erkânların gülbenklerini okuyarak

lemişlerdir. Tüm canların ibadet ortamında

cemi hep birlikte yürütmektedirler. Mu-

saygı ve istekle bulundukları görülmekte-

habbet erkânını yürütecek olan dede, konu

dir. Buradan hareketle muhabbet sürecini

olarak Hızır orucunu ve Hızır’ın Alevi

belirleyen diğer bir etmen olarak da katı-

inancındaki yerini seçmiştir. Dede muhab-

lımcıların cem ibadetine olan yaklaşımı ve

betine elindeki hazır bir metini okuyarak

beklentileri gösterilebilir. Küçük yerleşim

başlamış olsa da ses tonunda ve vurgula-

yerlerinde insanların geleneksel duyguları-

rındaki hitabet gücü katılımcıların konuya

nın daha fazla etkisi altında kaldıklarını da

ilgisini çekmeyi başarmıştır. Katılımcıların

düşünürsek dedeninki kadar katılımcıların

büyük çoğunluğunun saygı içinde dedeyi

da performansını değerlendirmek gerekli-

dinledikleri görülmüştür. Dede, muhabbet

liği ortaya çıkmaktadır. Çünkü dede bilgi

esnasında metni tamamen bakarak değil za-

aktarma konusunda ne kadar yetenekli ve

man zaman katılımcılarla göz teması kura-

istekli olursa olsun eğer ibadete katılan ka-

rak okumakta ve böylece katılımcılarla bire

tılımcılarda bu yöndeki beklenti istenen dü-

bir iletişimi de sağlamaktadır. Muhabbetin

zeyde değilse muhabbet bölümünde yük-

ilerleyen bölümlerinde dede, metinden ta-

sek bir performans beklenemez.

mamen ayrılarak dinleyenlere konuyla ilgili bilgilerini doğaçlama vermiştir. Kendi cümleleriyle canlara seslenen dede, muhabbet boyunca jest ve mimikler, duruş ve vücut diliyle de konuşmalarını desteklemiştir. Dedenin metinden okurken hissedilen resmi tavrı, metni bırakıp kendi ifadeleriyle konuşmaya başlayınca yerini enerjisi yüksek ve samimi bir ortama bırakmıştır. Bu bölümlerde dedenin katılımcılar üzerinde hâkimiyetinin arttığı rahatlıkla gözlenebilir. Muhabbetini kıssalar ve deyişlerle süslemiş olması da konuyu sıkıcılıktan ve tekdüzelikten kurtarmış, böylece katılımcıların ufak molalar vermesini sağlamıştır.

10 Amasya/Kayadüzek’te bir cemevinde yapılmıştır. 117 dk. sürmüş ve 5 dede tarafından yürütülmüştür. 200-250 katılımcının olduğu cem, Hızır Cemidir.

Bingöl’ün merkez ilçesindeki muhabbet süreci,11 daha farklı bir icra ortamında meydana gelmiştir. Cem, mekân olarak kapalı bir spor salonunda gerçekleştirilmektedir. Bingöl’ün geleneksel yapısını yansıttığı gözlenen dede ve katılımcılar muhabbet boyunca da bu geleneksel tarzı hissettirmişleridir. Altı dede tarafından yürütülen cemimizin muhabbet sürecinde katılımcıların sürekli kendi aralarında sohbet ettikleri gözlenmiştir. Bunun nedeni olarak ilk göze çarpan etkenin dedenin ses tonundaki tekdüzelik ve cansızlık olduğu söylenebilir. Cemin muhabbet kısmını yürüten dedenin

11 Bingöl’ün merkez ilçesinde bir kapalı spor salonunda yapılmıştır. 85 dakika sürmüş ve 6 dede tarafından yürütülmüştür. 300-350 katılımcının olduğu cem, Birlik Cemidir

97


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

hitabet yönü kuvvetli olmamakla birlikte

hedeflendiği cem ortamının gösteri alanı

dedenin kelimeleri yutması, hızlı ve donuk

gibi seyredilmesi bu ibadetin kutsiyetini ve

konuşma tarzı söylediklerini anlamamızı

ciddiyetini büyük oranda zedeleyecektedir.

da güçleştirmektedir. Hatta bu durum cem

Bunun yanında dede, muhabbetinde bazı

metnini yazarken de sıkıntı yaratmıştır.

dernek ve vakıfların da adını anarak teşek-

Dede doğaçlama bir konuşma yapması-

kürlerini sunmaktadır. Bazı kişi, kurum ve

na rağmen muhabbet boyunca katılımcılar

kuruluşların manevi bir doyum alanı olan

üzerinde hâkimiyetini hissettirememekte-

cem ibadetinin özüne aykırı bir biçimde yer

dir. Daha önceki cemlerde dedelerin hazır

alması pek hoş karşılanacak bir durum de-

bir metni okumasının katılımcılarla olan

ğildir. Böyle bir ortamda dedenin muhab-

iletişimini sınırlandıracağından bahsetmiş-

betinin samimiyetten ve doğallıktan uzak-

tik. Ancak bu cemde metinsiz bir muhabbet

laşacağı, kendi yol bilgilerini aktarırken bile

olmasına rağmen dedenin icra performansı-

bulunduğu resmi ortamın etkisinden kur-

nın düşük olması katılımcılarla etkili bir ile-

tulamayacağı açıktır. İbadetin kutsiyetini

tişim kurmasını engellemektedir. Buradan

ve doğallığını bozan bu durumun cemi bir

yola çıkarak vücut dili, jest ve mimikler,

ibadet olmaktan çıkarıp resmi bir program

göz teması gibi etkili iletişim yöntemlerinin

havasına soktuğu söylenebilir.

kullanılmaması ve sahne enerjisinin yok denecek kadar az olmasının icranın kalitesini büyük ölçüde etkilediğini söyleyebiliriz.

Edremit’in Körfez Cemevindeki cemde12 dokuz dedenin postta oturduğu görülmektedir. Muhabbet erkânını yürütecek

Dedelerin genel duruşlarındaki sıkıl-

olan dede, Alevilikte ve Sünnilikte ibadet-

mışlık ve keyifsizliğin de muhabbet ortamı-

hane anlayışını konu olarak seçmiştir. Ön-

nı olumsuz etkilediği söylenebilir. Ayrıca

celikle konunun katılımcıların ilgisi çektiği

bulundukları ortamın kapalı bir spor salo-

görülmektedir. Dede, konuşmasına Pir Sul-

nu olmasından dolayı ses düzeni oldukça

tan Abdal’dan bir deyişi şiir diline uygun,

bozuktur. Dede, mikrofonla konuşmasına

duygulu bir ses tonuyla ve saz eşliğinde ez-

rağmen katılımcılardan gelen konuşma ses-

berden okuyarak başlamıştır. Böyle etkile-

leri de yankı yaptığı için ortamda rahatsız

yici bir giriş, katılımcıların ceme ve dedeye

edici bir uğultu sürekli devam etmiştir. Bu

olan bakışında bir farkındalık yaratacaktır.

durum, cem ortamının ciddiyetinin de bo-

Kaldı ki muhabbet boyunca da kadın erkek

zulmasına neden olmaktadır.

tüm canlar dedeyi saygıyla ve dikkatle izle-

Bu cemin muhabbet bölümünde dikkati çeken bir diğer özellik de dedenin muhab-

mişlerdir. Cemevlerinin tarihi ve gerekliliği üzerinde duran dede konuyu açıklarken

betin başında Belediye Başkanı ve yörenin idari amirlerine katılımlarından dolayı teşekkür etmesidir. Ruhsal bir birlikteliğin 98

12 Kocaeli/Çayırova’da bir cemevinde yapılmıştır. 149 dakika sürmüş ve 5 dede tarafından yürütülmüştür. 200-250 katılımcının olduğu cem, Birlik Cemidir.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

kuru bir anlatımla değil daha aydınlatıcı

ça geniş bir alana sahip olmasına rağmen

olmak adına örneklerden ve kıssalardan

dedenin muhabbet boyunca katılımcıların

faydalanarak sohbetini sürdürmüştür. Ko-

ibadete olan ilgisini canlı tutmayı başardığı

nuşmayı renklendiren bu tip unsurlar mu-

söylenebilir. Katılımcıların daha şehir kül-

habbetin akıcılığını da artırmaktadır. Ayrı-

türüne yakın ve geleneksellikten uzak bir

ca konunun güncel bir yönünün olması ka-

tarzları olduğu görülmektedir. Dedenin de

tılımcıların dedeyi ilgiyle dinlemesinde ol-

entelektüel bir tarza ve düzgün diksiyona

dukça etkilidir. Bununla beraber konunun

sahip olması, canların muhabbet ortamın-

siyasi ve toplumsal bir sorun olarak değer-

dan sıkılmamasını ve icra ortamını benim-

lendirildiği bölümlerde özellikle erkek ka-

semesini sağlamaktadır. Dede, muhabbet

tılımcıların daha yoğun bir ilgiyle dinledik-

boyunca tarihi, siyasi ve dini bilgileri düz-

lerini söyleyebiliriz. Kadın katılımcılardan

gün ve akıcı bir Türkçeyle anlatırken vücut

genç yaş grubu daha merakla dinlerken yaş

dilini kullanmakta, jest ve mimikleri ile an-

büyüdükçe bu ilgi azalmaktadır. Buna rağ-

latımını desteklemektedir. Ayrıca konunun

men kadın erkek, genç yaşlı tüm katılım-

her bölümüne uygun olarak bazen yumu-

cıların saygıyla ve sessizce dinlediklerini

şak bazen sert bir ses tonu kullanmakta ve

söyleyebiliriz. Muhabbet boyunca oluştu-

böylece önemli yerleri de vurgulamaktadır.

rulan bu ortamın en önemli nedenlerinden biri dedenin icra sırasında göstermiş olduğu yüksek performanstır. Öncelikle dedenin elinde sadece ara sıra göz attığı bir not kâğıdının dışında bir okuma metni yoktur. Böylece dede katılımcılarla olan karşılıklı iletişimini bozmadan doğal bir bilgi aktarımı içerisinde muhabbetini yürütmektedir. Bunun yanında bir diğer önemli etmen de dedenin salonda kurduğu otoritedir. Genellikle geniş mekânlarda cem yürüten dedelerin katılımcıların kontrolünü ve sükûnetini sağlamakta

zorlandıkları

Bunların dışında dedenin anlattığı konuyu soru sorarak desteklemesi de önemli bir tespittir. Çünkü edebi bir tür olan sohbette asıl önemli olan karşıdaki bireyin varlığını unutmadan, onu da sohbete dâhil ederek bilgi vermektir. Dede bu durumu göz ardı etmeden katılımcılarla göz teması kurmakta ve anlatım esnasında onlara onay gerektiren sorular sorarak katılımcıların da aktif katılımını sağlamaktadır. İstanbul’un Ihlamurkuyu semtinde ger-

gözlenmiştir.

çekleştirilen cem töreninde14 ise dört dede

Hatta bazı cemlerde özellikle muhabbet es-

bulunmaktadır. Cemimizin muhabbet bölü-

nasında ibadetin dışında hareket edenleri

münü yürütecek olan dede konuyu belirler-

uyarmak için birden fazla gözcünün görev

ken günün anlam ve önemine uygun olarak

aldığı görülmüştür.13 Körfez Cemevi olduk13 İstanbul’un Ihlamurkuyu semtinde bir cemevinde yapılan Gadirhum Ceminde kadın ve erkek gözcüler bulunmaktadır.

14 İstanbul’un Ihlamurkuyu semtinde bir cem evinde yapılmıştır. 155 dakika sürmüş ve 4 dede tarafından yürütülmüştür. 300-350 katılımcının olduğu cem, Gadirhum Cemidir.

99


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Gadirhum Olayı’nı seçmiştir. Sohbete baş-

daha ilgili oldukları gözlemlenmiştir. Bir

lamadan önce postuna niyaz edip canları

cem performansının kalitesi, icranın yapıl-

selamlar ve postuna oturur. Dede son dere-

dığı ortamda bulunan icracı-katılımcı ara-

ce şık ve düzgün bir tarza sahiptir ve soh-

sındaki uyum ve dinleyicilerin icraya aktif

bete dersini büyük bir ciddiyetle işlemek

katılımı değerlendirilerek belirlenmektedir.

üzere hazır bulunan bir öğretmen edası ile

Dedenin başarılı bir performans gösterdiği

başlamıştır. Dede, postunda dik ve kendin-

sonucuna katılımcıların muhabbeti dikkatle

den emin bir duruşla oturmakta ve katılım-

dinlemesinden ve dedenin konuşmalarına

cılara içtenlikle seslenmektedir. Dedenin bu

“Allah Allah” diyerek eşlik etmelerinden

tarzının katılımcılar üzerinde bir saygınlık

yola çıkılarak varmak mümkündür.

uyandırdığı ve katılımcıları muhabbet ortamında canlı tuttuğu söylenebilir. Dedenin Gadirhum Olayı’nı günün önemine uygun seçtiğinden bahsetmiştik. Bu durum cemin yapılış amacını daha da desteklemekte ve katılımcılar tarafından ibadetin anlamlandırılmasına katkıda bulunmaktadır. Gadirhum Olayı, Peygamberimizin Hz. Ali’ye velayeti verdiği gün olarak tarihe geçmiştir ve Alevilik inancında son derece kutsal bir öneme sahiptir. Dedemiz de katılımcılar için bu kadar önemli bir olayı anlatırken bir tarihçi gibi bahsettiği her şeyi gerekçelendirme gereği duymaktadır. Bu nedenle muhabbetinde bol bol kıssalara yer verip ilgili Kuran ayetlerinden okuyarak verdiği bilgilerin doğruluğunu kanıtlamakta ve katılımcıların nazarında güvenirlik sağlamaktadır. Dedenin bu olayı ayetlerle desteklerken hem Arapça hem Türkçe okuması ve bu ayetleri, anlattıklarını desteklemekte ustaca kullanması dedenin bilgi ve donanımının zenginliğini de katılımcılara

Bu muhabbette ilerleyen konular Aleviliğin inanç temelleri üzerine gelişmektedir. Dedenin Sünni inanca ait iman ve ibadet esasları ile karşılaştırmalar yaparak Alevi inancındaki ilkeleri açıklama ve doğruluğunu kanıtlama çabası oldukça hissedilmektedir. Katılımcılardan özellikle orta ve üstü yaş grubu kadınların ilgisini en çok çeken konu bu olmuştur. Kocaeli’nin Çayırova ilçesinde yapılan cemde15 ise beş dede bulunmaktadır. Muhabbet sürecinin iki dede tarafından yürütüldüğü gözlenmiştir. Katılımcıların duruşu, tavrı ve icra ortamında oluşturdukları düzene bakılarak ceme hazır oldukları söylenebilir. Muhabbete ilk başlayan dede orta yaşlıdır ve olgun bir görüntüye sahiptir. Dede, öncelikle muhabbetin konusundan bahsedip “İnkârcı Yahudi”, “Hicran Harabeleri” ve “Vuslat Diyarı” adlı hikâyeleri anlatacağını söyleyerek katılımcılara sohbetin konusu ile ilgili ön bilgileri vermiştir.

ispatlamış olmaktadır. Özellikle erkek katılımcıların dede tarafından bu olayın politik ve sosyal yorumlandığı bölümlere karşı 100

15 Kocaeli/Çayırova’da bir cemevinde yapılmıştır. 149 dakika sürmüş ve 5 dede tarafından yürütülmüştür. 200-250 katılımcının olduğu cem, Birlik Cemidir.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Dede, muhabbet süresince gayet ciddi

saygı da muhabbet ortamını olumlu yönde

ve ağır bir ses tonu kullanmıştır. Daha önce

etkilemektedir. Gösterimci teorimize göre

de belirttiğimiz gibi dedenin postundaki

icra ortamının performansını belirlerken

duruşundan ses tonundaki tınıya kadar pek

icracı kadar katılımcıların da ruhsal pozis-

çok unsur katılımcıların ibadet sürecinde-

yonları ve beklentileri önem arz etmektedir.

ki pozisyonunu etkilemektedir. Bu durum

Bu muhabbet ortamı, teorimizi bu yönüyle

kadar katılımcıların ibadetin ruhuna hazır

de destekler nitelikte değerlendirilebilir.

gelmeleri de dedenin muhabbetine odaklanmasını kolaylaştırmakta ve sürecin her iki taraf için de doyurucu bir atmosfer yakalanmasını

sağlamaktadır.

Cemimizin

dedesi, muhabbet boyunca ciddi ve tok bir ses tonu kullanarak anlatımını sürdürmüş olsa da tarz olarak dini sohbetlere katılan ilahiyat uzmanlarının kullandığı uhrevi bir havada muhabbetini sürdürmüştür. Cem ortamlarının

alışıldık

muhabbetlerinden

çok farklı olarak mistik bir anlatım tarzı söz konusudur. Zaten seçilen hikâyelerin isimlerine bakıldığında da Alevi anlatmalarında kullanılan ifadelere yabancı bir görünüme sahiptir. Bu durumu şehirleşmeyle birlikte Ehl-i sünnet kültürünün cem ibadetine bir yansıması olarak değerlendirebiliriz.

Erzincan’ın Tercan ilçesindeki cem16 ise diğer cemlerden farklı olarak taliplerden birinin evinde gerçekleştirilmiştir. İncelediğimiz diğer cemlerle karşılaştırıldığında gerek icranın gerçekleştirildiği ortam gerekse katılımcıların sosyal bağları açısından çok daha otantik ve samimi bir yönü olduğu görülmektedir. Cemin dedesi tek başına yürüttüğü cemde Aleviliğin temel ilkeleri, ahlaki ve dinsel öğretiler, dede-talip ilişkileri üzerine bir sohbette bulunmaktadır. Muhabbetini sadece cemin başlangıcında sürdürmek yerine cem boyunca ara ara konularından bahsederek hem katılımcıları sıkmamakta hem de her bir hizmette yeri geldikçe ilgili açıklamaları yapmaktadır. Elimizde bu tarzda yapılan tek cem örneği-

Dede bu yönleriyle düşünüldüğün-

dir ve farklı bir performans gösterimi ola-

de tok ve ciddi bir üsluba sahip olmasına

rak değerlendirilmektedir. Öncelikle dede-

rağmen ağır konuşma tarzıyla dinleyenler

nin katılımcılar üzerindeki hâkimiyeti son

için muhabbet ortamını bir süre sonra sıkı-

derece net ve önemlidir. Dedenin anlattığı

cı hale getirebilirdi. Ancak seçmiş olduğu

her konu katılımcılar tarafından büyük bir

hikâyelerin akıcı ve çarpıcı yönünün katı-

saygı ve dikkatle dinlenmektedir. Dedenin

lımcıları muhabbet ortamına bağladığı gö-

konuşma tarzında taliplerine karşı içten bir

rülmektedir. Demek ki dede, çok etkileyici

sesleniş ve doğal bir üslup gözlenmektedir.

konuşamasa bile seçtiği konu ve metin ile

Dedenin taliplerine “yavrularım, canlarım”

etkili bir performans sunabilmektedir. Bunun yanında katılımcıların ibadete duydukları ilgi ve dedelik makamına duydukları

16 Erzincan/Tercan’da bir talibin evinde yapılmıştır. 55 dakika sürmüş ve 1 dede tarafından yürütülmüştür. 40-50 katılımcının olduğu cem, Kurban Cemidir.

101


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

şeklindeki hitapları dede ile katılımcılar

mektedir. Bu süre boyunca cem ortamında

arasındaki enerjinin ve iletişimin önemli bir

bulunan tüm bireyler dedenin aktardığı bil-

göstergesidir. Dedenin ağız özellikleri ve

giler ışığında cem olmaya ruhsal olarak da

cümle yapıları dikkate alındığında Erzin-

hazırlanırlar. Dedenin katılımcıları iyi göz-

can yöresinden olduğu gözlenmektedir. Bu

lemleyip muhabbet süresini ona göre be-

durumda katılımcıların kendi yörelerinden

lirlemesinin cemin performansını arttırdığı

dedelerle daha içten bir iletişim kurdukları

gözlenmiştir.

rahatlıkla söylenebilir.

Sonuç

Dede, seçtiği konuyu cem ortamına katılan canlara anlatırken tıpkı bir öğretmen gibi onların anlama düzeylerini, hazır bu-

Cem, Aleviliğin sadece ibadet anlayışı

lunuşluklarını, sosyal ve kültürel özellik-

olarak kalmamış; bir yaşam biçimi, bir arın-

lerini, yaşlarını hatta cinsiyetlerini bile göz

ma merkezi ve bir mahkeme salonu olarak

önünde bulundurmak zorundadır. Bunun

da sosyal hayatta yerini almıştır. Dolayı-

yanında dedelerin katılımcılara hitap eder-

sıyla cem törenlerini sadece dini bir metin

ken ses tonlarını ayarlamaları da muhabbet

olarak değil folklorik bir icra ortamı olarak

sürecinin sağlıklı ilerlemesinde önemli bir

da değerlendirmek mümkündür. Son yüz-

faktördür. Anlaşılır, canlı ve tok bir sesle

yılın halk edebiyatı kuramlarından olan

hitap ettiğinde ise dinleyenlerin sadece il-

gösterimci performans teori, folklorik ürün-

gisini çekmekle kalmayıp kendisine ve cem

leri icra edildikleri ortamlarda inceleyerek

ibadetine karşı saygılı bir duruş sergileme-

değerlendiren ve bu değerlendirmeleri ya-

lerini de sağlamaktadır.

parken icra ortamlarındaki değişkenlerin (kişiler, mekân, kültür…) performansa etkilerini saptayan bir kuram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan; Alevilerin dini ve kültürel tüm özelliklerini en açık şekliyle gördüğümüz cem ortamları performans teori ışığında incelenmiş ve muhabbet erkanı hakkında bazı sonuçlara ulaşılmıştır.

Günümüzde şehir ortamlarının kozmopolit yapısının cemlere de taşınması dedetalip ilişkisini zedelemekte, dolayısıyla bir talibin katıldığı cemi yürüten dedeyi tanıyıp benimsemesini de engellemektedir. Dolayısıyla dedeyi ve makamını yeterince tanımayan, özümseyemeyen katılımcılar için cem ibadetleri de bir ibadet yerinden

Cemin başlangıç aşaması muhabbet

çok bir seyir alanı haline gelmektedir. Cem

bölümüdür. Bu bölümün en önemli icra-

evlerinin kurum temsilcisi haline gelen de-

cısı olan dedelerin genel performansları,

deler de muhabbet bölümünde yeterliliğini

büyük ölçüde bu bölümde ortaya çıkmak-

kanıtlama, katılımcılarda saygı uyandırma,

tadır. Dedelerin sohbet süreleri, bölgeye ve

ibadete ciddiyet ve disiplin katma kaygı-

yerleşim türüne göre 15-90 dakika arasında

sıyla giyim, duruş, hitabet, diksiyon gibi

değişmekle beraber ortalama 45 dakika sür-

bir takım karizmatik özelliklerle kendisini

102


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

donatma ve entelektüel, modern bir duruş

Muhabbet bölümü, dedeler için bir çeşit

sergileme yoluna gitmişlerdir. Günümüz

yeterliliğin kanıtlandığı bölümdür. Çünkü

dedelerinin özellikle şehirleşmeyle beraber

dedenin konuya olan hâkimiyeti, yol bilgisi

getirdikleri özelliklerden biri de cemlere ta-

ve Aleviliği özümseyişi burada ortaya çıkar.

kım elbise ve kravat gibi resmi bir tarz be-

Hatta bu bölümde dedenin tutumu, cemin

nimseyerek gelmeleridir ki incelediğimiz

bundan sonraki icrasının ne denli güçlü ya

cemlerde sıkça görülmüştür.

da zayıf kalacağını da göstermektedir. Bu

Muhabbet bölümünde dedenin seçtiği konuya olan ilgi katılımcıların yaşına ve cinsiyetine göre değişiklikler göstermiştir.

nedenle muhabbet bölümü bir cemin genel performansının da aynası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle kadınların kıssa, hikaye ya da aile

Sonuç olarak inceleme fırsatı buldu-

yaşantısı gibi sohbet konularında daha il-

ğumuz yedi farklı cem örneğinde Alevi

giyle dinledikleri ama konu siyaset ve fel-

toplumunun inancının bir ürünü olan cem

sefe kaydıkça ilgilerinin azaldığı görülmüş-

ibadetinin muhabbet erkanı üzerinde de-

tür. Bununla beraber erkek katılımcıların

ğerlendirmeler yapılmıştır. Bilindiği üzere

muhabbet bölümüne daha çok ilgi göster-

performans teori, gösterimin oluşmasını

dikleri gözlenmiştir. Özellikle siyaset, din

sağlayan bütün unsurları birbirleriyle ilişki-

felsefesi gibi konular erkek katılımcıların

si bağlamında değerlendirerek analiz eder.

daha fazla dikkatini çekmektedir. Ayrıca,

Bu bağlamda çalışmamızda gerek ortam

ileri yaş grubundaki katılımcılar geleneksel

özellikleri gerek katılımcıların etkisi gerekse

yapıya bağlı olarak muhabbeti saygı içeri-

çevresel şartların cem ibadetinde muhabbet

sinde dinlemişlerdir. Ancak yaş ortalaması

erkânının gerçekleşmesine etkisi karşılaştı-

düştükçe katılımcıların daha çok sıkıldıkla-

rılarak analize tabi tutulmuş değişkenlerin

rı, ilgilerinin dağıldığı tespit edilmiştir.

bağımlı ve bağımsız etkisi sorgulanarak de-

Küçük yerleşim yerlerinde dedeler gerek dış görünüş gerekse konuşma tarzında

rinlemesine bir performans teori merkezli analiz gerçekleştirilmiştir.

hala geleneksel tavırlarını sürdürmektedirler. Büyük şehirlere ve doğudan batıya gidildikçe dedelerin daha modern, entelektüel, şık bir görünüme sahip oldukları izlenmiştir. Buna rağmen dedelerin yöresel ağız özellikleri belirgin olan cemler genellikle küçük yerleşim bölgelerinde yapılmakta ve katılımcıların dedeleri daha saygı ile dinledikleri gözlenmiştir.

103


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

KAYNAKÇA AZADOVSKI, Mark. (1992). Sibirya’dan Bir Masal Anası. Çev: İlhan Başgöz. Ankara. BAŞGÖZ, İlhan. (1975). The Tale-Singer and His Audience, Folklore: Performance And Communication. s. 143-203. DUNDES, Alan. (1965). The Study of Folklore. New Jersey. EKİCİ, Metin. (2004). Araştırma Yöntemleri. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara. ERSOY, Ruhi. (2004). Performans Teori bağlamında Sözlü Kültür Ürünleri’nin Müzelenmesi Sorunu Üzerine Bazı Görüş ve Düşünceler. Somut Olmayan Kültürel Mirasın Müzelenmesi Sempozyumu Bildirileri, Ankara.

104

LOMAX, Alan. (1968). Folksong Style and Culture. Washington D. C. SAYGI, Hakkı. (2005). Soru ve Cevaplarla Alevi-Bektaşi İnancı. Cem Vakfı, İstanbul. YAMAN, Mehmet. (2009). Alevîlik ve Bektaşîlikte Temel Âyin ve Erkânlar. Geçmişten Günümüze Alevî-Bektaşî Kültürü, İstanbul.


VESÂİK-İ BEKTAŞİYÂN’DA YER ALMAYAN RUMELİ’DEKİ BEKTAŞİ YAPILARI (1400-1826) NON-VESAIK-I BEKTASIYAN BEKTASHI STRUCTURES IN RUMELIA (1400-1826) Ayşe DEĞERLİ1 Yusuf KÜÇÜKDAĞ2

ÖZ Çok sayıda Yesevi şeyhi XIII. yüzyılda Orta Asya’dan Anadolu’ya gelip tekke açmış; yerleştikleri bölgelerde bağlı bulundukları Ahmed Yesevi’nin görüşlerini yaymaya başlamışlardır. Bunlardan biri de Hacı Bektaş Veli’dir. O, Anadolu’ya gelince Sulucakarahöyük’e yerleşmiş; burada kurduğu tekkede bir Yesevi şeyhi olarak faaliyet göstermiştir. Ölümünden çok sonra II. Bayezid, Balım Sultan’a Bektaşi tarikatını kurdurmuş, onlarca Bektaşi kökenli mutasavvıf Balkanlar, İstanbul, Anadolu ve Orta Doğu olmak üzere dört ana bölge üzerinden Osmanlı’nın değişik yerlerinde inşa ettikleri tekke ve zaviyelerde bağlı bulundukları tasavvuf yolunu yaymışlardır.

Makale geliş tarihi: 15.03.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017 1 Yrd. Doç. Dr., Artvin Çoruh Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilimler ve Türkçe Eğitimi Bölümü. 2 Prof. Dr., KTO Karatay Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü.

Bu çalışmada, 1400’lü yıllardan başlayıp 1826’ya kadar Rumeli’de kurulmuş olan Bektaşi tekke ve zaviyeleri incelenecektir. Arşiv kayıtları, birincil kaynaklar olmakla birlikte ilgili literatür de taranmıştır. Anahtar Kelimeler: Bektaşilik, Osmanlı Devleti, Rumeli, Tekke, Zaviye, Tasavvuf.

ABSTRACT A great number of Yasawi sheikhs came to Anatolia from Central Asia, opened lodges, and begun to spread the views of Ahmad Yasawi with whom they were bond in the regions they settled. One of these sheikhs was Haji Bektash Veli. He settled in Sulucakarahoyuk when he came to Anatolia; and served as a Yasawi sheikh in the lodge he established there. After his death, Balım Sultan established Bektashi Tariqah by the order of Bayezid II. Dozens of Bektashi Sufis introduced the way of Sufism thorough lodges and Islamic monasteries they built in different parts of the Ottoman State. In this paper, Bektashi lodges and Islamic monasteries that were established in Rumelia until 1826 will be examined. The main source of the study will consist of doc105


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

uments in the State Archives of the Prime Ministry and the Archive of the General Directorate for Foundations. Keywords: Bektashism, Ottoman Empire, Rumelia, Dervish Lodge, Islamic Mysticism.

Giriş Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli (ö. 1271?) vasıtasıyla silsile olarak Hz. Ali’ye dayanan bir tasavvuf yoludur. Hacı Bektaş, bir Yesevi şeyhi olarak Anadolu’da faaliyet göstermiş; ölümünden sonra teşkilatın başına Hatun Ana geçmiştir. Sulucakarahöyük’te XIII. yüzyıl ortalarında kurulan Hacı Bektaş Veli Âsitanesi ilk Bektaşi tekkesidir. XIV. yüzyılda buna bağlı olarak kurulmuş az sayıda tekke mevcuttur. Bektaşiliğin tarikat olarak yapılanması ve geniş bir coğrafyaya yayılması Balım Sultan (ö. 1516) zamanında olmuştur. Osmanlı ülkesinde XV. yüzyılın son çeyreğinde Safevi tarikatı etkili olmaya başlamıştır. Şah İsmail (1502-1524) daileri aracılığıyla Anadolu’daki hemen her tekkeye ulaşarak silsileleri Hz. Ali’ye inen ve kurdukları tarikatlar kendi isimleriyle anılan Yesevi kökenli şeyhlerin müritlerini yanına almaya çalışmıştır. Bu durumda II. Bayezid (1481-1512) karşı önlemler alma yönüne gitmiştir. Farklı adlar taşıyan ve silsileleri Hz. Ali’ye kadar uzanan, dar alanlarda yayılan tarikatları Osmanlı’ya bağlı bir tasavvuf yapısı altında toplama işiyle Balım Sultan’ı görevlendirmiştir. Bu zat Sulucakarahöyük’teki Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na şeyh olarak atanmıştır. 106

Anadolu’daki silsileleri Hacı Bektaş Veli gibi Hz. Ali’ye inen tarikatları da içine alacak şekilde Bektaşi tarikatını kurmuştur. Bu yolla Safevi tarikatının geniş alanlara yayılmasının önüne geçilmiştir (Küçükdağ, 2010). Bektaşilik için tekkelerin inşası işine XVI. yüzyıl başlarından sonra hız verilmiş; Anadolu, İstanbul, Rumeli ve Orta Doğu’da tekkeler vasıtasıyla Bektaşilik yaygınlaşmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesiyle Bektaşi yapılarının kapatılması da gündeme gelmiştir. 08 Temmuz 1826’da Saray Camii’nde yapılan toplantıda Bektaşi tekke ve zaviyelerinin kapatılması kararı alınmış; II. Mahmud (1808-1839) tarafından da onaylanarak ferman yayınlanmıştır (Uzunçarşılı, 1988:566-572). Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki 1826 sonrası ilgili kayıtların çoğunda Anadolu ve Rumeli’de ne kadar Bektaşi tekke ve zaviyesi varsa yalnız içindeki türbelerin bırakılıp geri kalanının yıkılması; gerekli hallerde yıkmak yerine cami ve mescide tahvili; bu Bektaşi yapılarına ait hayvan, hububat, mal ve eşyanın mirî hazineye kaydedilmesi; gelirlerinin öncelikle yeni kurulan ordu için harcanması yönündeki iradeye atıflar mevcuttur3.

3 Bunlar arşivin farklı fonlarında kayıtlıdır: C.EV., no. 268/13680, no. 356/18055, no. 383/19414; no. 431/21839, no. 539/27216; C.ADL., no. 9/568; C.İKTS., no. 36/1775; C.ML., no. 27/1285, no. 249/10325; HAT, no. 289/17345, no. 290/17386, no. 291/17406, no. 294/17490, no. 1571/10; HR.MKT., no. 64/47; MAD., no. 8248, no. 8252, no. 9731, no. 9766, no. 9771, no. 9772, no. 9774, no. 12001, no. 12259; MF.MKT., no. 174/33.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Devlet, Bektaşi tekkelerini kapatırken ciddi

me edilmiştir (Y.MTV., no. 49/91). Ancak

anlamda bir hazırlık yapmamıştır. Özellik-

devlet Bektaşiliği fiiliyatta tamamen yok

le bu tekkelerin vakıflarına ait tarla ve em-

edememiştir. Nitekim 27 Cemaziyelahir

lakin akıbeti planlanmamıştır. Bunun için

1327/16 Temmuz 1909 tarihli meşihat kay-

1268/1851’de bile 70 adet ve toplam 1.121

dı, Sultan II. Mahmud zamanında tekkeler

dönüm tarlayla 20 adet ve 31 dönüm ça-

hakkında icra edilen muameleden bahisle

yırlığın durumu karara bağlanmaya çalışıl-

Nakşibendilik adı altında muhafaza ettikle-

maktadır (İ.MVL, no. 248/9069).

ri Bektaşiliklerinin resmen tanınmasını iste-

Lağvedilen Bektaşi tarikatı mensuplarının diğer tekkelere girmelerinin ve Bektaşi

yen Bektaşi babalarının arzuhalleri hakkındadır (BEO, no. 3599/269902).

kıyafetleriyle dolaşmalarının engellenme-

Daha önce bilim dünyasına tanıtılan

si hususunda gerekli tedbirlerin alınma-

“Vesâik-i Bektaşiyan” adlı mecmua (Ano-

sını emreden yazışmaların 1860’larda bile

nim, 2015; Küçükdağ vd., 2015), çoğu XVIII.

devam ettiği görülür (A.MKT.MHM., no.

yüzyıla ait belgeler içermekte olup Osmanlı

265/4). Bu arada Bektaşiliğin yayılmasını

coğrafyasındaki 202 Bektaşi tekkesi hakkın-

engellemek için kitaplar neşredilmesi ka-

da bilgi vermektedir ve bunlardan 45’i Ru-

rarlaştırılmış, kimi zaman vefat eden Bek-

meli topraklarındadır (Tablo-1).

taşi şeyhlerinin yerlerine Nakşibendiler ikaTablo-1: “Vesâik-i Bektaşiyan”a Göre Rumeli’deki Bektaşi Tekke ve Zaviyeleri (İstanbul hariç) Adı

İnşa Edildiği Yer

Ahi Baba Zaviyesi

Niğbolu sınırları içindeki Çernovi Kazası

Ahmed Dede Tekkesi

Romanya sınırları içindeki Keligra Kazası

Akbaş Dede Zaviyesi

Gelibolu Sancağı’nda Kilitbahir’de

Akyazılı Sultan Tekkesi

Bulgaristan sınırları içindeki Balçık kazası

Ali Koçı Baba Zaviyesi

Niğbolu Kazası’na tâbi Bulgarine-i Küçük köyü

Aydın Baba Zaviyesi

Selanik yakınları

Bayezid Baba Zaviyesi

Selanik’in Vardar Nahiyesi’ne bağlı Babaköy

Bektaşi Derviş Ali/Horasani Ali Baba Zaviyesi Binbiroklu Ahmed Baba Veled-i Gazi Mihal Bey Tekkesi

Girit Vize Sancağı’na bağlı Pınarhisarı

Dakik Baba Zaviyesi

Edirne

Dalgıç Baba Zaviyesi

Silistre Sancağı yakınlarındaki Eskicuma Kazası

Gül Baba Tekkesi

Budin

Hacı Baba Zaviyesi

Edirne-Çöke Nahiyesi 107


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Hasan Baba Türbe ve Zaviyesi

Yenice-i Vardar-Esirlik köyü

Hasan Baba Zaviyesi

Rumeli yakasında Kızanlık nahiyesine tâbi Hasanbaba köyü

Haleldâri Zaviyesi

Varna Kazası

Harabati / Sersem Ali Baba Tekkesi

Tekirdağ-Rodosçuk

Hasan Baba Zaviyesi

Yenice Vardar Kazası

Hasan Baba Zaviyesi

Kızanlık Nahiyesi’ne bağlı Hasanbaba Köyü

Hasan Baba/Dedegi Baba Zaviyesi

Teselya

Hızır Baba Zaviyesi

Yunanistan sınırları içindeki Makri kazasına bağlı Taşlık köyü

Hızır Baba Zaviyesi

Edirne’de Hızırlık mevkii

Horasanoğlu Mehmed Dede/Mesiregâh Tekkesi

Girit Adası’ndaKandiye Kalesi dışında İnadiye mevkii

İlyas Baba Zaviyesi

Gelibolu-Anafarta köyü

Kabaklı Baba Zaviyesi

Filibe

Kademli Baba/Kıdemli Baba Zaviyesi

Zağra-i Cedid Kazası

Kızıl Deli Sultan Tekkesi

Dimetoka

Kötekli Hacı Baba Zaviyesi

Gümülcine

Mümin Baba/Abdülmümin Baba Zaviyesi

Eskihisar-ı Zağra Kazası-Ahadevren köyü

Mürsel Baba Tekkesi

Dimetoka kasaba merkezindeki Çırçır Mahallesi

Nefes Baba Zaviyesi

Ferecik kazası

Sagir Baba Zaviyesi

Edirne-Mustafa Paşa Köprüsü yakınlarında

Saka Baba Zaviyes

Gelibolu-Kilitbahir

Sancakdar Baba Zaviyesi

Gelibolu-Kavak köyü

Sarı Saltuk Baba Tekkesi

Romanya sınırları içindeki Babadağı

Sarı Saltuk Baba Tekkesi

Kırklareli-Babaeski

Seyyid Hasan Baba Zaviyesi

Uzunca-âbâd Hasköyü

Sinan Dede Tekkesi

Ferecik Kazası’na bağlı Karaumur köyü

Sultan Ana Tekkesi

Bulgaristan sınırları içindeki Eskicuma Kazası

Şeyh Mehmed Halife ibn Mustafa Zaviyesi

Edirne-Sıkca Murad Mahallesi

Şeyh Timur Dede Zaviyesi

Uzunca-âbâd Hasköyü

Tagî Hızır Baba Zaviyesi

Romanya sınırları içindeki İshakcı Kazası

Taşları Burar Gazi Rüstem Çelebi/Rüstem Baba Zaviyesi

Keşan’a bağlı Çeltik köyü

Tay Hızır Ali Baba Zaviyesi

Niğbolu’nun Ruscuk Kazası

Yağmur Baba Zaviyesi

Dimetoka Nahiyesi’ne bağlı Arınç köyü

108


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Bu makalede ise adı geçen mecmuada yer almayan ve Rumeli’de kurulmuş Bektaşi yapıları incelenecektir. Anadolu ile İstanbul’daki tekke ve zaviyeler diğer iki çalışmanın konusu olacağından buna dahil edilmemiştir. Zaman olarak 1400-1826 yılları arasıyla sınırlı tutulmuş ve Rumeli’de 54 Bektaşi yapısı arşiv kayıtlarından hareketle tespit edilmiştir. Bunlar aşağıda alfabetik olarak ayrı başlıklar altında inceleneceklerdir.

2) Asım Baba / Zall Tekkesi Asım Baba Tekkesi, Arnavutluk’un Ergiri5 kasabasında Üsküdarlı Mehmed Asım Baba tarafından 1780’de kurulmuştur. Bandırmalızade ailesinden gelen Asım Baba, Dimetokalı Kara Ali Dede’nin halifesidir. Üsküdar’da dedelik unvanını aldıktan sonra Bektaşiliği yaymak için 1778’de Arnavutluk’a gönderilmiştir. İki sene sonra kendi ismini taşıyacak tekkeyi kurmuş ve 16 sene bu tekkede hizmet vermiştir. 1796

1) Ali Dede / Ali Baba / Derviş Ali Zaviyesi İnşa tarihi tespit edilemeyen Ali Dede

yılında Ergiri’de vefat etmiş olup türbesi tekkenin yanına inşa edilmiştir (Afmataj, 2009:101).6

Zaviyesi, Manastır vilayeti sınırları içinde Nasliç kazasına bağlı Veratin köyünde idi.4 Hakkında ulaşılabilen ilk kayıt 25 Cemaziyelevvel 1225/28 Haziran 1810 tarihli olup, zaviyedar tayiniyle ilgilidir (C.EV., no. 125/6240). Tekkenin çok az emlak ve eşyaya sahip olduğu 1823 tarihli maliye defterinden anlaşılmaktadır (MAD., no. 9731, s. 412). Yalnızca bir miktar arazisi vardır. Bu tekke 1827’de yıktırılmış; enkazıyla aynı kazada harap halde bulunan Hüseyin Çavuş Camii’nin tamiri sağlanmış; ayrıca bu tekkeye ait bağ ve tarlalar da adı geçen caminin imamının geçimini sağlamak üzere tahsis edilmiştir (MAD., no. 9772, s. 37, h. 3).

4 Nasliç, günümüzde Yunanistan’ın Batı Makedonya bölgesine bağlı bulunan bir köy ve belediye birimi olup Neapoli adını taşımaktadır.

5 Türkçe kaynaklarda Ergiri olarak geçen Gjirokastër (Cirokastra) kenti, Arnavutluk’un güneyindedir. Dünya Miras Listesi’nde olup iyi korunmuş Osmanlı yerleşimlerinin nadir örneklerindendir. Evliya Çelebi 1670’de bu şehri ziyaret etmiş; o tarihlerde 2000 konut, sekiz cami, üç kilise, 280 dükkân ve beş çeşmesi olduğunu yazmıştır. “Seyahatname” temelinde ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Elsie, 2007:73-76. 6 Tekkede postnişinlik yapan babalar şunlardır: Asım Baba (1780-1796), Türk Hasan Baba (1796-1798), Süleyman Baba (1798-1806), Ali Baba Gega (1806-1830), Hacı Yahya Baba (1830-1836), Türk İbrahim Baba (1836-1845), İlbasanlı Hüseyin Baba (1845-1861), Hacı Ali Hakkı Baba (1861-1907), Selim Ruhi Baba (19071944) (Bkz. Clayer, 1994:58; İzeti, 2014:253).

109


Bektaúili÷i yaymak için 1778’de Arnavutluk’a gönderilmiútir. øki sene sonra kendi ismini taúyacak tekkeyi kurmuú ve 16 sene bu tekkede hizmet vermiútir. 1796 ylnda Ergiri’de vefat ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ etmiú olup türbesi tekkenin yanna inúa edilmiútir (Afmataj, 2009: 101).6

Foto÷raf-1: Asm Baba/Zall Tekkesi (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Dijital Fotoğraf-1: Asım Baba/Zall Tekkesi (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Dijital Koleksiyonu’ndan

https://dome.mit.edu/handle/1721.3/147826) Koleksiyonu’ndan-https://dome.mit.edu/handle/1721.3/147826)

3) Baba Bektaşi Zaviyesi

Arnavutluk’ta “Teqja e Zallit”, Batılı

Arnavutluk’ta “Teqja e Zallit”, Batl bilim adamlar arasnda ise “the Tekke of

bilim adamları arasında ise “the Tekke of

Baba40) Bektaşi Zaviyesi, Rumeli Çirmen 7 Osmanl döneminde Gjirokastër Pebbles” adlaryla bilinen (Trix, 2014: Pebbles” adlarıyla bilinenbu bu tekkenin tekkenin (Trix, sancağında, bugün Bulgaristan sınırları

2014:40) Osmanlı Vilayeti’ndeki Bektaúi döneminde babalarnnGjirokastër en büyü÷ü içinde olarakbulunan kabul Akçakızanlık gördü÷ü içinKazasında Ali Babaidi.adyla 7

Vilayeti’ndeki Bektaşi babalarının en bü-

anld÷n Norris bildirmektedir (2006: 81).8

Hakkında ulaşılabilen tek kayıt 27 Şevval

yüğü olarak kabul gördüğü için Ali Baba adıyla

anıldığını

Norris

1212/14 Nisan 1798 tarihli olup Seyyid Hü-

bildirmektedir

seyin buraya zaviyedar olarak atanmıştır

8 (2006:81). 3) Baba Bektaúi Zaviyesi

(C.EV., no. 529/26749).

7 Trix bu çalışmasında, tekkenin 1827-1995 arası şeyh-

úehri ziyaret etmiú; o tarihlerde 2000 konut, sekiz cami, üç kilise, 280 dükkân ve beú çeúmesi oldu÷unu lik vazifesini üstlenip Bektaşiliğin Arnavutluk’ta yayazmútr. “Seyahatname” temelinde ayrntl bir de÷erlendirme için bkz. Elsie, 2007: 73-76. yılmasında hayli etkili olmuşbabalar üç Bektaşi babasından 6 Tekkede postniúinlik yapan úunlardr: Asm Baba (1780-1796), Türk Hasan Baba (1796-1798), (Ali Hakkı, Selim Ruhi ve Receb babalar) ayrıntısıyla Süleyman Baba (1798-1806), Ali Baba Gega (1806-1830), Hac Yahya Baba (1830-1836), Türk øbrahim Baba bahsetmiştir. (1836-1845), ølbasanl Hüseyin Baba (1845-1861), Hac Ali Hakk Baba (1861-1907), Selim Ruhi Baba (1907Norris, bu 1994: eserinde 18 Aralık 1944)8(Bkz. Clayer, 58; øzeti, 2014: 1904-11 253). Ma7 Trixyısbu 1905 çalúmasnda, 1827-1995İngiltere aras úeyhlik vazifesini üstlenip Bektaúili÷in Arnavutluk’ta tarihleri tekkenin arası Yanya’daki yaylmasnda hayli etkili olmuú üç Bektaúi babasndan Başkonsolosluğu’ndan İngiltere’ye gönderilmiş olan (Ali Hakk, Selim Ruhi ve Receb babalar) ayrntsyla bahsetmiútir. raporlara da değinmektedir. Buna göre o tarihlerde 8 Norris, bu eserinde 18 Aralk Arnavutluk nüfusu 550.000 1904-11 civarındaMays olup 1905 bununtarihleri aras Yanya’daki øngiltere Baúkonsoloslu÷u’ndan øngiltere’ye gönderilmiú olan raporlara da de÷inmektedir. Buna göre o tarihlerde Arnavutluk nüfusu 550.000 300.000’i Müslümandır. Müslümanların ise 250.000’i civarnda olup bunun 300.000’i Müslümandr. Müslümanlarn ise 250.000’i Bektaúi’dir. Bektaşi’dir.

110

5


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

4) Baba Miftah/Miktâr Baba Tekkesi Baba Miftah Tekkesi, Budin’de idi.9 Hakkında ulaşılabilen ilk kayıt, “Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi”nde olup 1662 tarihlidir. Bu Bektaşi asitanesinin Gül Baba Tekkesi ile Veli Bey Ilıcası yakınında, Tuna Nehri kenarında olduğunu bildirir (Evliyâ, 2010c:153). Ondan 24 yıl sonra Giovanni Paolo Zenarolla da Budin’i ziyaret etmiş; kent merkezindeki üç tekkeden biri olan Miftah Baba’da 20 dervişin barındığını belirtmiştir (Eyice, 1996:229). Tekkeyle ilgili şimdilik başkaca kayda ulaşılamamıştır.

5) Baba Sultan/Dede Sultan Tekkesi Baba Sultan Tekkesi, günümüz Macaristan sınırları içerisinde yer alan Eğri’de Hatvan kapısının dışında, bağlar içerisinde, rengarenk tavus kuşlarının bulunduğu bir mesire yerindeydi. İnşa tarihi tespit edilemeyen tekkede Evliya Çelebi 70-80 kadar “çile-i merdân sahibi” Bektaşi dervişin kaldığını söylediğine bakılırsa yapımı en geç 1600’lerin başında tarihlendirilebilir. Yazlık ve kışlık meydanları, tahtadan ama sağlam yapılmış bina ve haneleri vardı. Budin’deki

beye sahipti. Türbenin çevresi güzel yazılar yazılarak süslenmiş; şamdanlar, kandiller ve çerağlar ile donatılmıştı. Bölgedeki gaziler ganimetle döndüklerinde tekkeye yardımda bulunurlar, dervişler bu yardımlarla geçinirlerdi (Evliyâ, 2011a:67-68). 1687 yılına ait bir İtalyan gravüründe de açık olarak görülen bu tekke 1873’te yıktırılıncaya kadar ayakta kalmıştır (Saral, 2003:218-219).10

6) Doğan Dede Tekkesi Doğan Dede Tekkesi, Rumeli Eyaleti kazalarından Eski Zağra’da idi.11 1648’de burayı ziyaret eden Evliya Çelebi, bağlar içinde olduğunu bildirmiştir (Evliyâ, 2006: 215). Hakkında şimdilik başkaca bir kayda ulaşılamamıştır.

7) Durbalı Sultan/Reni Tekkesi Durbalı Sultan Tekkesi, Yunanistan’ın orta kesiminde Teselya bölgesinde Farsala şehrinde idi. Arnavutlar arasında “Tegjae Madh” diye tanınıyordu. Dimetoka’daki Kızıldeli Seyyid Ali Sultan Tekkesi’nde yetişen dervişlerden biri olan, Dorbalı Baba ve Torbalı Baba isimleriyle de bilinen Durbalı Sultan adına inşa edilmiştir (Koca, 2005: 91; Bahadır, 2002: 129).

Gül Baba Tekkesi’ne benzeyen bu tekkede Dede Sultan’ın türbesi olup, büyük bir kub9 Budin, Macarca Buda adıyla anılmakta olup Macaristan’ın kuzeyinde Tuna ırmağının sağ yakasında yer alır. Nehrin sol kıyısındaki Peşte ve Buda’nın kuzeyindeki Obuda ile birlikte bugünkü Budapeşte şehrini teşkil eder. Budin, I. Süleyman tarafından alınarak bir Osmanlı vilayeti haline getirilmiştir (Bkz. David, 1992:344-348).

10 Arazileri ise ilgadan sonra 1828’de Firdevs Paşa Medresesi vakıflarına ilhak edilmiştir. C. MF., no. 160/7969. 11 Eski Zağra, bugün Bulgaristan’da Stara Zagora adıyla anılmaktadır (Bkz. Şahin, 1995:395).

111


Durbal Sultan Tekkesi, Yunanistan’n orta kesiminde Teselya bölgesinde Farsala úehrinde idi. Arnavutlar arasnda “Tegjae Madh” diye tannyordu. Dimetoka’daki Kzldeli Seyyid Ali Sultan Tekkesi’nde yetiúen derviúlerden biri olan, Dorbal Baba ve Torbal Baba ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

isimleriyle de bilinen Durbal Sultan adna inúa edilmiútir (Koca, 2005: 91; Bahadr, 2002: 129).

Plan-1: Durbal Sultan Vaziyet Plan (Gülberk Bilecik’ten) Plan-1: Durbalı Sultan Vaziyet Planı (Gülberk Bilecik’ten)

Teselya’daki büyükveveen en meşhur meúhur Bektaúi yerleúimi olan Durbal Sultan zemininde Tekkesi, muştur (2005:409-444). Tekkenin Teselya’daki en en büyük üç yazıttan 1778 tarihli engebeli olup altıarazi satırBektaşi yerleşimi olan Durbalı Sultan Tek-Örenli tarikatn alt asitanesinden biriydi. ørini/eski köyünün biri güneybatsndaki lıktır. ise Kiel, türbe çevresindeki mezarlıkta kesi, tarikatın altı asitanesinden biriydi. İriüzerinde kurulmuútu. Tarihlendirilmesi hususunda farkl görüúler ileri sürülmüútür. ni/eski Örenli köyünün güneybatısındaki da incelemelerde bulunmuş; 1760, 1800, Zosimos Hagioritis’in açklamasn temel alan Hasluck’a göre, tekke Aziz Dimitri veya Aziz engebeli arazi üzerinde kurulmuştu. Tarih- 1813, 1824 ve 1852 yıllarına ait eski Bektaşi Yorgo’ya ithaf edilmiú manastr bölgesi dahilindeydi ve 1630-1640 yllar arasnda bir lendirilmesi hususunda ise farklı görüşler taşlarını tespit etmiştir. 1760 yılına ait ve 12 Mevlevi Dergâh olarak inúa edilmiúti. XVIII. yüzyl da ile Tepedelenli Paúamezar (ö. terkli sonlarnda Bektaşi tacı bezenmişAli olan ileri sürülmüştür. Zosimos Hagioritis’in

1822)’nn teúvikiyle Bektaúi Tekkesi’ne dönüútürülmüútü (Hasluck, 2012: 50). Tekkeden taşı, tekkenin bir Mevlevi Dergâhı olarak açıklamasını temel alan Hasluck’a göre, kalanAziz epigrafik malzeme incelemelerde bulunan Tepedelenli Kiel, bu de÷erlendirmenin temelsiz zamanında yani 1788 tekke Dimitri veya üzerinde Aziz Yorgo’ya it- kurulup

sonrasızemininde Bektaşi merkezine haf edilmişortaya manastır bölgesi dahilindeydi oldu÷unu koymuútur (2005: 409-444). Tekkenin üç yazttan dönüştürüldüğü biri 1778 tarihli iddialarını Yine Kiel, ulaşveolup 1630-1640 yılları Kiel, arasında Mevlevi mezarlkta alt satrlktr. türbe bir çevresindeki da çürütmektedir. incelemelerde bulunmuú; 1760, Dergâhı olarak inşa edilmişti. XVIII. yüz- tığı 1852 tarihli fermanla bu tekkenin 1826 1800, 1813, 1824 ve 1852 yllarna ait eski Bektaúi taúlarn tespit etmiútir. 1760 ylna ait ve yıl sonlarında da Tepedelenli Ali Paşa (ö. öncesi Bektaşi yapısı olup II. Mahmud’un 1822)’nın teşvikiyle Bektaşi Tekkesi’ne dönüştürülmüştü (Hasluck, 2012:50). Tekkeden kalan epigrafik malzeme üzerinde incelemelerde bulunan Kiel, bu değerlendirmenin temelsiz olduğunu ortaya koy112

7

emriyle kapatılarak Nakşibendi tarikatına bırakıldığını ortaya koymuştur. Baba Recebi tarafından 1970’de yayımlanan, tekkeye ait Bektaşi postnişinleri listesine bakılırsa Durbalı Sultan kurucu olup


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

1480-1522 arası tekkede şeyhlik yapmıştır

Ağa’nın timarı olan Müslim Turhan köyü-

(1970:269-273). Ancak tahrir ve vakıf defter-

nün mahsul ve vergi gelirine el koymuştur.

lerinde yapılan taramalarda XVI. ve XVII.

Derviş Hüseyin’in meselede haksız oldu-

yüzyılda tekkenin varlığını gösteren her-

ğuna ve müdahalesinin engellenmesi ge-

hangi bir kayda şimdilik rastlanamamış-

rektiğine merkezce hükmedilmiştir (C.ML.,

tır. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde de

no. 293/11998; no. 295/12035). 1234/1819

bahsi geçmemektedir. Bu durumda XVIII.

tarihli bir diğer kayıtta ise Turhan Baba

yüzyılın sonlarında bina edildiği düşünüle-

Zaviyesi’ne gelen kurbanlık koyunlardan

bilir.

tahsildarların ağnam vergisi talep etmemesi

Tepedelenli Ali Paşa’nın Epirus Valiliği döneminde (1788-1822) tekke büyük ölçekli himaye görmüştür.12

8) Durhan Baba/Turhan Baba Tekkesi Durhan Baba Tekkesi, Rumeli Eyaleti kazalarından Eski Zağra’da bağlar içinde idi (Evliyâ, 2006:215). XVII. yüzyılda faal bir Bektaşi yapısı olduğu “Seyahatnâme”den anlaşılmakla birlikte inşa tarihi ve banisine dair bir kayda şimdilik ulaşılamamıştır. 29 Şaban 1216 / 04 Ocak 1802 tarihli vakıf kaydında Müslim Turhan köyünde zaviyeye ait araziler olduğu; ziraat edilip koyunlarının otlatıldığı, Karacaahmed zeameti mutasarrıfı Şerif Ağa’nın dervişlerden öşür talebinden menedildiği bilgisi mevcuttur (C.EV., no. 355/18009). 20 ve 24 Şaban 1234/14 ve 18 Haziran 1819 tarihli iki maliye kaydına göre Bektaşi dervişlerinden Hüseyin, zaviyeye ait olduğu iddiasıyla Hacı Mehmed

emredilmiştir (C.EV., no. 242/12094). Bu tarihten sonra tekkeyle ilgili bir kayda şimdilik ulaşılamamıştır. 1826 sonrası yıktırılmış olmalıdır.

9) Emini Baba Tekkesi İnşa tarihi tespit edilemeyen Emini Baba Tekkesi, Manastır vilayeti sınırları içinde Nasliç kazasına bağlı Veratin köyünde idi. Hakkında ulaşılabilen kayıtlar 1827 tarihli olup tekkenin müsadere edilen binaları, arazileri ve hububatı ile emlakinin satış, kira ve öşür bedelleri hakkında bilgi vermektedir. Emini Baba Tekkesi’nin Belazim köyünde beş dükkânı olduğu, ilgadan önce bu dükkânların gelirlerinin köy camii ile bunun yanındaki mektep için harcandığı, 1826 sonrası da cami ve mektebin varlığını sürdürmesi için bu uygulamanın devam ettirileceği bildirilmektedir (MAD, no. 9772, s. 108, h. 3). Ayrıca tekkeye ait birer hane, samanlık, ahır ile sığır, öküz, eşek ve 20 dönüm arazi, dört dönüm bağ, beş kile çavdar, 20 kile buğday, beş kile arpanın

12 1882 yılından sonra Teselya’nın Yunanlılar tarafından ilhakı üzerine dergâh bu tarihten itibaren Osmanlı sınırları dışında kalmıştır. Ancak hakkında yazışmalar 1908’e kadar devam etmiştir. HR. İD., no. 2039/58.

müsadere edildiği anlaşılmaktadır. Tekkede bulunan gümüş kaplar müzayede ile 1304,5 kuruşa satılmıştır (MAD, no. 9772, s. 107, h.1). 113


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

10) Fülfül Baba Tekkesi Fülfül Baba Tekkesi, Edirne İpsala’da idi. İnşa tarihi bilinmemektedir. 1826 yılında meydan odası yıktırılarak faaliyetlerine son verilmiş ve mal varlığı müsadere edilmiştir (MAD, no. 9732, s.5; no. 9771, s. 46, 108; no. 8248, s. 12, 22). Bir miktar tarla, arazi ve bir yel değirmenine sahip olan tekkenin bu emlaktan yıllık 250 kuruş gelir elde ettiği; bu gelirin daha önce İpsala kazasındaki Sultan Murad Camii için ayrıldığı; müsadere sonrası da bu durumun devam ettirildiği anlaşılmaktadır (MAD, no. 9771, s. 46; no. 9772, s. 143). Ayrıca bir menzil, ahır, harap bir köşk, fırın, kiler, üç göz ambar ile iki dönüm bağ ve iki dönüm koru da tekkenin müsadere edilen mülklerindendir. Bunların bir kısmı 420 kuruş peşinat ve aylık 16 akçe taksit ile Yunus oğlu Seyyid Hasan’a (MAD, no. 9732, s. 5); kalanı 1.220 kuruş peşinat ve üç kuruş taksitle Mustafa oğlu Mehmed ile Yunus oğlu Hasan’a satılmıştır (MAD, no. 8248, s. 12, 22).

11) Gazi Murad Baba Tekkesi Gazi Murad Baba Tekkesi hakkında ulaşılabilen en eski arşiv kaydı, Bayram

meğine yetişemeyen yolculara ikindi vakti bal ikram edilmesini şart koşmuştur. Tekkenin ve şeyhin masrafları Sinan Bey’in vakfından karşılanmıştır.13 Bu tekke Evliya Çelebi’nin 1660 yılında Bosna’yı ziyaretinde ayakta idi. Yapı, şehrin her yönüyle görülebildiği yüksek bir mevkideydi. Bu büyük tekke Çayniçe ahalisi tarafından sık sık ziyaret edilir, tekkenin bakım ve hizmeti burada türbedar bulunan Bektaşi dervişleri tarafından yapılırdı. Tekke bir mesire yerinde kurulmuş olup yazın dahi çok serin olan bir kaynak suyu vardı. Bu suya çevredeki halk kirazlarını koyup serinletirlerdi. Ayrıca Çayniçe şehrinden ve dışarıdan gelen ziyaretçiler, burada kebap dolapları kurup yiyip içerler, musiki eşliğinde eğlenirler ve adeta “Hüseyin Baykara Meclisi” kurarlardı. Bu arada tekkede mezarı bulunan Gazi Murad Baba’yı da ziyaret etmeyi ihmal etmezlerdi (Evliyâ, 2010c:253-254). Gazi Murad Baba Tekkesi, XIX. yüzyıl başlarına kadar faal idi. 1826’da Nakşi tarikatına devredilmiş; I. Dünya Savaşı sırasında da yıktırılmıştır.

12) Gaziler Zaviyesi

Ağa oğlu Sinan Bey’in Cemaziyelevvel 990

Gaziler Zaviyesi, Çirmen Sancağı Fe-

/ Haziran 1582 tarihli vakfiyesidir. Sinan

recik kazasında idi. İnşa tarihi şimdilik

Bey, Çayniçe kasabasında yolculara konak;

tespit edilememiştir. İki şeyh odası ile bi-

sakat ve fakirlere imaret olarak hizmet ve-

rer meydan odası, mutfak, fırın, şırahane,

rilsin diye bu zaviyeyi inşa ettirmiştir. İki

ambar, ahır ve türbeden meydana gelen

mutfağı, ahırı, imareti, kileri, fırını, ambarı, semahanesi ve mescidi olan bu tekkede her gün çorba pişirilmesi, her gece pirinç pilavı ile çorbanın dağıtılmasını, öğle ye114

13 Metin İzeti’nin aktardığına göre vakfiyenin aslı Saraybosna’da Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi no. 184’tedir. Salih Trako tarafından Boşnakça’ya tercüme edilip yayımlanmıştır (Bkz. 2014:239).


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

zaviye 1826’da kapatılıp 763 dönüm arazi-

yısıyla Hâce Baba Zaviyesi’nin kuruluşunu

sine, 12 hayvana ve 186 kile hububata dev-

1790’lardan önce aramak gerekir. Bir türbe,

let tarafından el konulmuştur (MAD., no.

iki meydan odası, bir mutfak, iki ahır, iki

9771, s. 18). Yıktırılarak enkazı ve gelirinin

samanlık, dört ambardan meydana gelen

Ferecik’teki cami ve medreselere sarf olun-

tekkenin vakıfları arasında dört değirmen,

masına karar verilmiştir (MAD., no. 9771, s.

bir şırahane, yedi hane, bir köşk, bir şadır-

17; no. 9772, s. 37, 236). Tekkeye ait araziler

van, altı dükkân ve 30 dönüm bağ bulunu-

daha sonra Maarif Nezareti adına zaptedi-

yordu. Müsadere esnasında meydan odala-

lerek gelirleri bölgedeki mekteplere tahsis

rı yıktırılırken türbe mahalline dokunulma-

edilmiştir (Maden, 2013:146).

mıştı. 1040 kile buğday, 540 kile arpa, 1673

13) Göbekli Saraç Baba Tekkesi Göbekli Saraç Baba Tekkesi, Çirmen Sancağı Ferecik kazasında idi. İnşa tarihi şimdilik tespit edilememiştir. Altı oda, iki

kile çavdar ile iki sığır, iki öküz, yedi at ve 250 koyuna devlet tarafından el konulmuştur (MAD, no. 9771, s. 20).15

15) Hafız Baba Tekkesi

meydan odası, bir türbe, bir mutfak, bir

Hafız Baba Tekkesi, günümüz Bulga-

fırın, üç kiler, dört ahır, bir samanlık, bir

ristan sınırları içindeki Şumnu kazasına

ambar ve Kovacık Çayı’nda harabe bir de-

bağlı Karaevhadlar köyünde idi. İnşa ta-

ğirmen tekkenin emlaki idi. Tekke 1826’da

rihi net olmamakla birlikte “Timur Baba

yıktırılmış ve Gaziler Zaviyesi enkazı ile

Velâyetnâmesi”nde ziyaret edilen Bektaşi

birlikte Ferecik’te Aşağı Zaviye mahalline

dergâhlarından biri olarak zikredildiği için

bir cami ile medrese inşası için sarf olunma-

(Kılıç; Bülbül, 2011:57) XVI. yüzyıla tarih-

sına karar verilmişti (MAD., no. 9771, s. 17).

lenmesi muhtemeldir. Bununla birlikte Ev-

Tekkeye ait 193 adet hayvan, 683 kile hubu-

liya Çelebi’nin eserinde tekkenin adı geç-

bat ve iki cilt Kur’an ile 15 cilt kitap devlet

memektedir. XVIII. yüzyıldan önce yapıyla

tarafından zapt edilmiştir.

14) Hâce Baba/Hâcet Baba Zaviyesi Hâce Baba Zaviyesi, Paşa Sancağı sınırları içinde bulunan Köprülü kazasında idi.14 1790’da Kruya’da bir tekke kuran İbrahim Şemimi Baba’nın burada yetiştiği bilinmektedir (Baba Recebi, 1970:208). Dola14 Vardar Nehri üzerinde Makedonya’nın orta kısmında bulunan Köprülü’nün Slav dillerindeki adı Veles’tir. Kent, 1395-1913 yılları arası Osmanlı idaresinde kalmıştır.

15 Hâce Baba Zaviyesi’nin Mukataat Hazinesi’nde kayıtlı emlakı, Kasım 1827’den itibaren senelik 4500 kuruş iltizamla isteyene verilerek Asakir-i Mansure masraflarına tahsis edilmek üzere gelir olarak ayrılmıştı (aynı yer). İbrahim Efendi isimli bir şahsın gönderdiği 1831 tarihli arzuhalden Hakim Çelebi Medresesi’nde uzun zamandan beri faydalı ilimler ile meşgul olduğu ve Hâce Baba Zaviyesi’nin Nakşibendi tekkesine dönüştürülerek “muaccelesiz” kendisine verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Bektaşi zaviyelerinin başka bir şekle dönüştürülmek üzere muaccelesiz verilmesini talep edenlere bundan böyle izin verilmeyeceği yönünde İbrahim Efendi’ye cevap yazılmıştır. MAD, no. 9774, s. 57.

115


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ilgili herhangi bir arşiv kaydına da rastlana-

nin üçte biri mütevelliye tahsis edilmiş; geri

mamıştır. Ancak Hafız Baba Tekkesi’nin za-

kalan üçte ikisinin ise dervişlerle misafir ve

manla harap duruma düştüğü ve Lülüzade

fukaraya yemek hazırlanması için harcan-

Seyyid Melek Mustafa Baba adlı bir derviş

ması şart koşulmuştur.

tarafından tekrar canlandırıldığı 15 Cemazeyilahir 1206 / 09 Şubat 1792 ile 17 Ramazan 1216 / 21 Ocak 1802 tarihli iki vakfiye suretinden anlaşılmaktadır.16

Vakfiyede bahsi geçmemekle birlikte tekkeye muhtemelen 1792’den sonra bir de cami ve mektep ilave edildiği BOA’daki kayıtlardan anlaşılmaktadır. 29 Zilhicce 1220

Lülüzade Efendi, Şumnu kazası Gerlo-

/ 20 Mart 1806 tarihli bir hatt-ı hümayu-

vo nahiyesinde bulunan Karaevhad köyü-

na göre Hafız Baba Tekkesi’nin şeyhi olan

nün yakınında sahip olduğu arsada kendi

Seyyid Hacı Melek, tekkede bulunan ve za-

parası ile aşevi, kiler, ambar, fırın, dam ve

manla harabe hâle gelen cami, birkaç oda-

ahırlar içeren bir tekke inşa etmiştir. Tekke-

dan oluşan mektep ve havuzun onarımı için

ye içme suyu da getirten şeyh, tekkeyi ka-

Osmanlı merkezî idaresinden para yardımı

zan, tencere, tepsi, ibrik gibi gerekli eşyalar-

istemiş; 1218/1803 ve 1219/1804 yıllarına

la donatmıştır. Vâkıfın şartlarına göre şeyh,

ait bölgede bulunan mukataa gelirlerinden

tekkenin aynı zamanda postnişini ve vakfın

tekkeye 3505 kuruş verilmiştir (HAT, no.

mütevellisi de olacak; derviş ve misafir için

223/12435). 10 Cemaziyelahir 1221 / 25

yemek hazırlatacak, tekkeyi onartıp küçül-

Ağustos 1806 tarihli sadrazam buyrultu-

terek veya büyülterek değiştirebilecektir.

sundan, aslında mektebin medrese odaları

İlk vakfiyede şeyhin vefatından sonra post-

olduğu anlaşılmaktadır. Bektaşi tarikatın-

nişinlik ve tevliyet görevleri müridi olan

dan olan Hacı Melek Baba tekkede yeniden

Seyyid Mustafa Dede’ye, onun vefatından

bir cami, medrese odaları ve havuz inşa

sonra müritlerinden Seyyid Ali Dede’ye,

ettikten sonra dervişlere ve kaza ahalisine

onun vefatından sonra ise kendi müritle-

akaid dersleri vermek şartıyla herhangi bir

rinden herhangi birine verilmesi şart koşul-

mukataa gelirinden ücret almak üzere bir

muştur. Ancak Lülüzade Şeyh Melek Mus-

müderris ve camiye bir imam tayin olun-

tafa Baba Efendi’nin vefatından sonra post-

ması için ricada bulunmuştur. Sadrazam,

nişin ve mütevelli olacak her iki şahıs varis-

bu rica üzerine Şumnu ve Varna kazaları

siz ve müritsiz olarak vefat edince 1802’de

büyüklüğünde olan başka kazalarda rastla-

ikinci bir vakfiye tanzim edilmiş; bu defa

nan benzer ücretler hakkında bilgilendirme

postnişinlik ve mütevellilik görevleri Şeyh

istemiştir. Defterdarın bir hafta sonra ver-

Melek evlatlarına bırakılarak vakıf gelirleri-

diği cevapta ise Bosna valisi Hacı Mehmed Paşa’nın Travnik’te bina ettirdiği medrese-

16 Vakfiye suretlerini ilk olarak görüp bahseden kişi Orlin Sabev’dir. Köyün adını “Karaohadlar” olarak okumuştur. Ayrıntı için Bkz. 2011:175-189.

116

nin müderrisinin Filibe ve Tatar Pazarcığı kazalarında bulunan mukataalardan günde


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

40 akçe ücret aldığını; aynı mukataalardan

şi tekkesinin tahrip edilerek dervişlerinin

bir imama günde 20 akçe verildiğini bil-

sürüldüğü bilgisi mevcuttur (C.AS., no.

dirmiştir. Hafız Baba Tekkesi’nde müder-

203/8714). 1827 tarihli Maliye Defteri’nde

ris olan Seyyid Mehmed Raşid Efendi’ye

Üsküp Nazırı Mustafa Paşa tarafından tek-

günde 40 akçe ve imam olan Abdülfettah

kenin yıktırıldığı kaydı vardır (MAD, no.

Efendi’ye günde 20 akçe ücret verilmesi hu-

9772, s. 236). Bununla birlikte yine aynı def-

susu arz edilmiş; 23 Cemaziyelevvel 1221 /

terde ilginç bir hadise de aktarılmıştır. Tek-

08 Ağustos 1806 tarihinde ikisine de berat

kenin şeyhi Hüseyin 1826’dan önce ölmüş;

verilmiştir (C.MF., no. 63/3117). 05 Şaban

yerine 14 yaşındaki oğlu Cabir ile amcaza-

1222 / 08 Ekim 1807 tarihli berattan anlaşıl-

desi 11 yaşındaki Ali şeyh olmuşlardır. Ta-

dığına göre müderrise verilen ücret yeter-

rikatın ilgası ile dervişlerin tekkeden kovul-

siz görülüp zam istenmiş ve bunun üzerine

masına rağmen, yanlarında 15-20 çocukla

günlük 60 akçeye yükseltilmiştir (C.MF.,

birlikte ikisi orada ikamete devam etmişler-

no. 96/4756).

dir. Başkaca bir yerde geçimlerini sağlama-

Hafız Baba Tekkesi’nin 1826’da yıktırılmadığı ve XIX. yüzyıl sonlarına dek faaliyette kaldığı arşiv kayıtlarından anlaşılmaktadır.

ya güçleri olmadığından, Kırçova ahalisinin de ricasıyla, satıldığında 1000 kuruş edeceği belirtilen çiftlik, hayvan ve emlak hükümet tarafından bu çocuklara bırakılmıştır.

16) Haydar Baba Zaviyesi

18) Hızır Baba Zaviyesi

Haydar Baba Zaviyesi, Üsküp’te Gazi-

Hızır Baba Zaviyesi, Köstendil San-

ler Yolu üzerindeydi. Hakkında ulaşılabi-

cağı dâhilindeki Dubniçe’de idi.17 Evliya

len ilk belgenin tarihi 15 Şevval 1210 / 23

Çelebi’nin de ziyaret ettiği bu tekke, şehrin

Nisan 1796 olup zaviyedar tayini ile ilgili-

pazar yerine yakın Ağaç Köprüsü civarın-

dir (C.EV., no. 278/14188). Buna göre XVIII.

daydı. Hüssam Dede adlı ulu bir kişinin

yüzyılın ilk yarısında inşa edildiği söylene-

burada gömülü olduğu söylenmekteydi

bilir. 12 Receb 1273 / 08 Mart 1857 tarihli

(Evliyâ, 2010b:567). Bu durumda XVII. yüz-

bir Meclis-i Vala yazışmasından bu zaviye-

yılın başlarında inşa edildiği düşünülebi-

nin de kapatıldığı anlaşılmaktadır (MVL.,

lir. Yapıyla ilgili ulaşılabilen en eski arşiv

no. 353/29).

kaydı, zaviyedarlığın Bektaşilere meşrut

17) Hızır Baba Tekkesi

olup din-diyanet sahibi Abdullah’ın bu göreve tayin edildiğini bildiren 03 Rebiyü-

Hızır Baba Tekkesi, günümüz Make-

levvel 1086 / 28 Mayıs 1675 tarihli belgedir

donya sınırları içindeki Kırçova’da idi. 29

(C.EV., no. 132/6594). 29 Receb 1178 / 22

Muharrem 1243 / 22 Ağustos 1827 tarihli bir arşiv kaydında, yeniçeriliğin lağvedildiği ve bu nedenle Kırçova’daki Bekta-

17 Dupniçe, Bulgarca adıyla Dupnitsa, Sofya’nın 50 km güneyinde yer alan tarihî bir şehirdir.

117


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Ocak 1765’te zaviye vakfından olan değirmen, bağ ve arazi mahsullerine Mevlevilerin bir müdahalesi olduğu ve önlenmesi yönünde bir emir çıktığı kayıtlardan anlaşılmaktadır (C.EV., no. 555/28003). 1826’dan sonra da bu zaviye faal kalmıştır (C.EV., no. 441/22348).

19) Hindî Hamza Baba Tekkesi Hindî Hamza Baba Tekkesi, Bosna’ya bağlı Yenikasaba yakınlarındaki Kovenik

21) Hüseyin Baba Tekkesi Hristiyanlar tarafından Aziz Dimitir’ın mezarı olarak bilinen Hüseyin Baba Tekkesi, Kuzeydoğu Bulgaristan’da bugün Razgrad adıyla anılan Hezargrad kazasında idi. Demir Baba ile ilgili aktarılan efsanelerde, Hüseyin Baba onun kardeşi olarak kaydedilmiştir. Bu kardeşlik, muhtemelen Demir Baba’nın Akyazılı Sultan’la “yol oğlu” olması gibi yol kardeşliğidir (Acar, 1999:75).

köyünde idi. Kargir bir binası ve misafirha-

Deliorman bölgesine yönelik ilk Os-

nesi olan bu büyük tekke II. Mehmed (1444-

manlı akınları XIV. yüzyılın son çeyreğin-

1446, 1451-1481) tarafından inşa ettirilmişti.

de başlamış; Veziriazam Çandarlı Ali Paşa

Tekkenin Bektaşilerle birlikte 70-80 kadar

1388-1389 kışında bu bölgeyi ele geçirmiş;

Hindî, Özbek, Kalenderî, Şemsî ve Yesevî

1393’te ise fethi tamamlanmıştır. Bunun-

dervişleri mevcuttu. Köy çevresindeki bağ

la birlikte Hezargrad adına 1530’lara ka-

ve dağlar vakıf olarak bu tekkeye bağlan-

dar arşiv kayıtlarında yer verilmemiştir.

mıştı. Bu itibarla gelip gidene yemek veril-

Makbul İbrahim Paşa’nın 1533 tarihli vak-

mekteydi (Evliyâ, 2010c:293).

fından sonra Hazergrad’ın bir Türk-İslam

Hindî Hamza Baba Tekkesi, işlevini XIX. yüzyıl başlarına kadar sürdürmüş; Bektaşiliğin ilgası sırasında tahrip edilmiş, ancak 1844 yılında Selahaddin Baba tarafından tekrar kurulmuştur (İzeti, 2014:239).

20) Horasani Ali Baba Tekkesi

şehri hüviyetini kazandığı tespit edilmiştir (Kiel, 1998:297-300). 1827 tarihli Muhallefat Defteri’nde ise Hüseyin Baba Tekkesi, İbrahim Paşa’nın vakıfları arasında gösterilmiştir (MAD, no. 9771, s. 11, 14, 22). Buna göre tekkenin 1533 tarihinden biraz önce inşa edilmiş olması muhtemeldir.

Horasani Ali Baba Tekkesi, Ruscuk ka-

Bir meydan odası, üç oda, bir türbe, bir

zasında idi. İnşa tarihi şimdilik tespit edile-

ekmeklik, bir mutfak, dört ahır ve bir de-

memiştir. 1826’da kapatılıp yıktırılmış; tekkeye ait 431 kile hububatla 88 baş hayvana el konmuş; emlak ve arazileri atıl duruma düşmüş; bu durum 1840’ta Kızılsu köyünden bir kişi tarafından vakıf arazisinin işletilmeye başlamasına kadar devam etmiştir (Maden, 2013:161, 406, 408). 118

ğirmen zaviyenin emlakinden idi. 1826’da Rumeli tekkeleri içinde arazi büyüklüğü bakımından 250 dönüm tarla, 60 dönüm çayır, dört dönüm bağ ve 20.000 dönüm mera ile Hüseyin Baba Tekkesi birinci sıradadır. Yiyecek ve hayvan varlığı ile de önde gelen yapılardandır. 185 sağmal koyun, 150 ko-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

yun, 42 koç, 146 keçi, 51 oğlak, 14 manda,

Bektaşiler

de

benzer

davranışlarda

beş inek, sekiz düğe, 21 öküz, iki eşek, 23

bulunuyorlardı. 25 Cemaziyelevvel 1214

tay ve bir boğa ile 584 kile buğday, 486 kile

/ 25 Ekim 1799 tarihli bir Adliye kaydın-

arpa, 296 kile çavdar, 120 kile yulaf, 152 kile

da, Midilli’deki Ayasu köyünde Havass-ı

darı, 65 kilogram yağ, 468 kilogram pek-

Hümayun’a ait tarlalar olduğuna ve Bekta-

mez, 159 kilogram peynir, 13 kilogram bal

şi zaviyedarının buraya fuzuli müdahalede

devlet tarafından zapt edilmiştir (MAD, no.

bulunduğuna işaret edilmiştir (C.ADL., no.

9771, s. 11).18

6/400).

Günümüzde tekkeden geriye sekiz kö-

İbrahim Baba Zaviyesi’ne ücreti zaviye

şeli türbesi kalmış olup Voden köyünde

vakfından karşılanmak üzere atamalar ya-

Bulgaristan Başbakanlığı’na ait av ormanla-

pılmıştır. 20 Cemaziyelahir 1195 / 13 Hazi-

rındadır.

ran 1781’de ise Bektaşi tarikatından Seyyid

22) İbrahim Baba Zaviyesi İbrahim Baba Zaviyesi, Midilli’de Ayasu köyünde idi. 29 Şevval 1138 / 30 Haziran 1726 tarihli bir evkaf kaydından, yakınındaki Mevlevi zaviyesinin şeyhi tarafından bu Bektaşi tekkesinin mülklerine el konularak derviş ve fukarasının mağdur edildiği anlaşılmaktadır (C.EV., no. 309/15743). Mevlevilerin müdahalesi daha sonra da

Hacı Mehmed Asım burada zaviyedardır (AE.SABH.I., no. 26/2024). 13 Cemaziyelevvel 1205 / 18 Ocak 1791’de de bir zaviyedar ataması yapılmıştır (C.EV., no. 99/4947). İlgadan sonra birçok Bektaşi Tekkesi gibi İbrahim Baba zaviyesi de Mevlevi Tarikatı’na devredilmiştir (EV. MH., no. 1172/2).

23) İskender Baba Tekkesi

devam etmiştir. 07 Zilhicce 1195/24 Kasım

İskender Baba Tekkesi, Edirne’ye bağlı

1781 tarihli bir kayıtta “tekke” olarak bah-

Çakallı köyüne yakın bir yerdeydi. Evliya

sedilmekte; buraya mahsus bazı yerlerin

Çelebi’nin bu tekkeden bahsettiğine bakı-

hasılatının Mevleviler tarafından zapt olun-

lırsa XVII. yüzyıldan önce inşa edilmiştir.

duğundan, Başmuhasebe’den ellerine bir

Bu tekkede yılda bir defa büyük bir cemaat

ferman verilerek gereğinin yapıldığı bildi-

toplanırdı. Evliya Çelebi, burada konakla-

rilmektedir (AE.SABH.I., no. 341/23803).

dığını ve dervişlerle birlikte yemek yediğini bildirmektedir (Evliyâ, 2011b:69). XVII.

18 Tekkenin malı ve mülkü 4000 kuruş gibi çok cüzi bir fiyata Hüseyin Efendi’ye satılmış; 1857’de Mirliva Mazhar Paşa tarafından 530.000 kuruşa alınarak teşekküllü bir çiftliğe dönüştürülmüştür (C. DH., no. 162/8071). Tekke de 1894’ten itibaren tekrar faaliyete geçmiş görünmektedir. EV. MH., no. 1629/42; no. 1781/71.

yüzyıldan sonra bu tekke hakkında herhangi bir kayda rastlanmamıştır.

119


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

24) Kara Ali Baba Zaviyesi İnşa tarihi tespit edilemeyen Kara Ali Baba Zaviyesi, Çirmen Sancağı’nda Hayrabolu’da idi. Demir Dede ve Fındıcak zaviyeleriyle birlikte bu yapının mülklerinin de ihaleyle satılıp devlet hazinesine aktarıldığı 1834 tarihli maliye kaydından anlaşılmaktadır (C.ML., no. 27/1285). Ancak eşya ve mülklerin miktarı hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. 1826’da kapatılsa da ilerleyen yıllarda zaviye tekrar açılmıştır (EV. MH., no. 947/29).

25) Kasım Baba Zaviyesi Kasım Baba Zaviyesi, Kesriye kazasının girişinde eski bir yapı olup üç odadan müteşekkildi. Mülkleri arasında 18 ev, üç samanlık, bir ahır, bir dükkân, dört ambar, üç değirmen ve bir kule bulunuyordu (MAD., no. 9771, s. 9, 20; no. 9772, s. 23). Hakkında şimdilik ulaşılabilen en eski kayıt zaviyedar atamasıyla ilgili olup 29 Şaban 1199 / 07 Temmuz 1785 tarihlidir (C.EV., no. 80/3971). Buna göre XVIII. yüzyıl ortalarından önce yaptırıldığı tahmin edilebilir. 25 Muharrem 1216 / 07 Haziran 1801’de Aşçı Ahmed Baba’nın ferağıyla zaviyedarlığına Derviş Yakub getirilmiştir (C.EV., no. 330/16768). Kasım Baba Zaviyesi, 1826’da kapatıldı ve kısmen yıktırıldı (MAD., no. 9771, s. 9, 20). 242,5 dönüm arazisi, 223 adet hayvanı ile 89 kile çavdar, 34 kile buğday, 26 kile arpa ve 37 kile mısır, devlet tarafından zapt edildi (MAD., no. 9731, s. 412-413; no. 9772, 120

s. 109). Zaviyenin müsadere edilen yiyecek ve hayvanları, telef olmaları endişesiyle 1827’de 38.900 kuruşa satıldı (MAD., no. 9772, s. 264).19

26) Koç Doğan Tekkesi Koç Doğan Tekkesi, Hezargrad kazasında idi. İnşa tarihi tespit edilememiştir. İki oda, bir meydan odası, bir mutfak, bir ahır, bir ekmeklik, bir kiler ve iki ambardan müteşekkil olan yapı 1826’da kapatılıp yıktırılmıştır. 306 kile hububat ile 33 adet küçük ve büyükbaş hayvan devlet tarafından müsadere edilmiştir. Burada arıcılık da yapılmakta olup 12 kovana el konmuştur (MAD., no. 9771, s. 12).

27) Koyun Baba Tekkesi Koyun Baba Tekkesi, Üsküp Sancağı sınırları içindeki Kalkandelen kazasındaydı20. Bektaşilerce ulu kişi olarak kabul edilen Koyun Baba’nın menkıbelerine bakılırsa XV. yüzyılın ilk yarısında Horosan’dan Anadolu’ya gelmiş; Bursa’da bir süre kaldıktan sonra Osmancık’a yerleşmiş ve dönemin Osmanlı padişahı II. Mehmed’le görüşmüştür (Anonim, 2015:85). Ünü Osmanlı Devleti’nde yayıldığı için Anadolu’da Kayseri, Kalecik, Sandıklı ve Osmancık’ta 19 Kasım Baba Zaviyesi, 1826 tahribatıyla hayli küçülmüş olsa da 1890’larda tekrar faaliyete geçirilmiştir. EV. MH., no. 441/22; EV. MKT., no. 1209/99. 20 Makedonca’da ve bütün Slav dillerinde adı Tetovo, Arnavutça’da Tetovë olan Kalkandelen, Üsküp’ün 42 km. batısında, Şar dağları ile Suha Gora dağları arasında bulunan Polog vadisinde yer alır (Bkz. Aruçi, 2001:262).


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Koyun Baba adını taşıyan tekkeler inşa

ler arasındadır (Evliyâ, 2011b:512). Hakkın-

edilmiştir.

da şimdilik başka kayda ulaşılamamıştır.

21

Kalkandelen’deki Koyun Baba Tekkesi, 1826 sonrası askerî amaçlar için kullanılmıştır. Burada bulunan dervişler uzaklaştırılarak 30 sekban askerinin ikametine tahsis edilmiştir (MAD., no. 9771, s. 8; no. 9772, s. 236).

28) Köprübaşı Tekkesi Evliya Çelebi’nin bildirdiği Köprübaşı Tekkesi Niş şehrinde idi (Evliyâ, 2010a:188189). Hakkında şimdilik başka bir kayda ulaşılamamıştır.

29) Köse İbrahim Ağa Tekkesi Köse İbrahim Ağa Tekkesi, Girit’in Kandiye şehrinde Yüksek Tabya denilen yerdeydi. Evliya Çelebi, Bektaşi ve Kadiri dervişlerinin ortaklaşa bu tekkeyi kullandıklarını bildirmiştir. Tekkeye gelenlerin çok olduğu, sohbet ve zikir meclislerinin sık sık düzenlendiği de onun verdiği bilgi21 Max Choublier, 1905 yılında Kalkandelen’deki Koyun Baba Tekkesi’ni ziyaret etmiştir. O tarihlerde Ali Baba şeyliğinde bir Bektaşi yapısı olduğu anlaşılmaktadır. “Kalkandelen Tekkesi’nde tam bir huzur havası vardı. Doğrusu bu sıralarda Makedonya ve Arnavutluk’ta böyle bir emniyet hissi duymak, pek nadir bir şeydi. Sararmış yaprakların örttüğü tekke bir huzur ve barış yuvası gibi, insanın hemen dikkatini çekiyordu. İçerideki binaları ve bostanın çevresini yüksek duvarlar çevreliyordu. Tek kapısının üzerinde bir balkon vardı. Girişin solunda minareli bir dairenin, toplantı ve dua salonu olarak kullanıldığını öğrendim. Bunun da karşısında, çimenlik ve gül bahçeleri ile bezenmiş bir düz alan vardı.” demektedir (Bkz. 1969:24).

30) Kurd Baba Tekkesi Osmanlı Devleti’nin değişik yerlerinde, mesela Tire, Şuhut ve Biga’da Kurd Baba adıyla anılan tekkeler olmakla birlikte burada bahis konusu olan tekke, Rumeli’de Edirne’de

Hünkâr

Bahçesi

önündedir

(Evliyâ, 2006:269-270). Evliya Çelebi, küçük bir tekke olduğunu bildirmiş; ayrıntılı bir tasvir yapmamıştır. Hakkında şimdilik başkaca veriye ulaşılamamıştır.

31) Mahmud Baba Tekkesi Edirne nahiyelerinden Ergene’de Hacı Bektaş Veli’nin dervişlerinden Mahmud Baba’nın tekke ve türbesi vardı. Tekkenin vakfı olmadığından XVII. yüzyılda dervişler kendilerine gelen yardımlarla geçiniyorlardı (Evliyâ, 2010a:171). Belgelerden tekkenin XIX. yüzyılda da faal olduğu anlaşılmaktadır (C.EV., no. 504/25495). Hakkında şimdilik başkaca kayda rastlanamamıştır.

32) Memi Şah Sultan/Memi Bey/ Memi Baba Tekkesi Memi Şah Sultan Tekkesi, Sofya’ya yakın Manastır şehrinin Eğribucak köyündeydi ve ihtişamlı bir binaya sahipti. Evliya Çelebi, Memi Bey Tekkesi’ni Yanyalı Arslan Paşa’nın dedelerinden Zülfikar Bey’in (ö. 1696) hayratı arasında göstermektedir (Evliyâ, 2010b:313). Ancak Zülfikâr Bey,22

22 Hayatı için Bkz. Çolak, 2013:557-559.

121


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Hızır Dede 1661 yılında tekkede şeyh

Arslan Paşa’nın dedesi değil babası olmalıdır.

bulunuyordu. Bununla birlikte tekkenin Evliya Çelebi, Rum’da böyle büyük bir

binanın bulunmadığını yazmakta; tekkeyi özetle şöyle tasvir etmektedir: Tekkenin bir köşesinde, büyük bir kubbe içinde Memi Şah Sultan’ın türbesi vardı. Mezarın etrafında Memi Şah Sultan’a ait büyük bir kaşık, seccade, hırka, tac, alem, kudüm, zil ve defler bulunuyordu. Türbenin hizmetçileri güzel kokular sürerek ve “ûdlar” yakarak burayı sürekli neşelendirip, gelen ziyaretçilere hizmet ederlerdi. Bu büyük tekkenin en önemli bölümlerinden biri dervişlerin muhabbet yeri olan fukara meydanı, yani “tekyegâh-ı mihmân-ı saraylar”dı. Bu meydanın etrafı dolaplar ve her bir dolabın önü derviş postları ile döşenmişti. Buradaki her derviş bir ilimle meşgul olup, kimi kaşık, kimi zerdeste, kimi ise keşkül yapardı. Ayrıca bu meydanda çok gösterişli, altın gibi parlayan şamdan, kandil ve çerağlar mevcuttu. Adı geçen meydanın dışında ayrı bir meydan daha vardı ki buradaki “Keykavus mutfak” zikre değerdi. Zira kubbeli ocağında çorba kazanlarının daima kaynadığı ve tekke kurulduğundan beri ateşten inmediği bu büyük mutfakta, kuş sütüne varıncaya kadar her türlü yiyecek ve içecek bulunan bir de kiler yer almaktaydı. Tekkenin bu imkânları sayesinde gelen ve gidene, sofralar kurulup yemekler ikram edilmekteydi. Bütün bu özellikleriyle Memi Şah Sultan Tekkesi’nin Rum diyarında benzeri yoktu. Bu tekkenin benzeri ancak Horasan’daki İmam

Rıza

Tekkesi

olabilirdi

2010b:313-314; 2011b:84). 122

(Evliyâ,

Ehl-i Sünnet 70-80 kadar dervişi olup, bunlar beş vakit namazlarını terk etmemekte, ilim ve riyazetle meşgul olmaktaydılar. Evliya’nın övgüyle bahsettiği bu dervişler, dünya lezzetlerinden vazgeçip ahiret ahvaline vakıf, mertebe-i hak olmuş; tekkede kimi mihmandar, kimi meydandar, her biri bir işe memur kişilerdi (Evliyâ, 2010b:313). Evliya tekkeye iki defa gelmiş, bunlardan birinde bir gece misafir kalmıştı. Ramazan ayına rast gelen ikinci gelişinde dervişler onu çok hoş karşılamışlar; can sohbetleri edip “gülbang-ı Muhammedî” çektikten sonra def, kudüm ve nekkareler eşliğinde zemzem ve demler ikram etmişler; Evliya burada kalmaktan büyük bir haz duymuştur. Memi Bey Tekkesi 1826’da kapatılıp, şeyh ve dervişleri tekkeden çıkartılmış; Bektaşi alametleri ortadan kaldırılmıştır (MAD., no. 9772, s. 107).

33) Muharrem Baba Sultan Tekkesi Evliya

Çelebi,

Dobruca

bölgesinde

Mankaliye limanının batısında, bahçeler yakınında Muharrem Baba Sultan’ın küçük bir tekke ve türbesinin olduğunu bildirmiştir. Kentin yüksek ve ormanlık bir yerinde olan bu tekkeye cümle “pîr u cüvân” ve “mahbub u âşıkan” gelip burada can sohbeti ederlermiş (Evliyâ, 2006:201). Tekke ile ilgili şimdilik başka bir kayda ulaşılamamıştır.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

34) Muhyiddin Baba Tekkesi Kırkkilise’nin Sarı Danişment köyünde XVII. yüzyılda Muhyiddin Baba’nın mamur bir türbesinin yanında irfan ehli pek çok Bektaşi’nin ikamet ettiği (Evliyâ, 2010c:70), iki meydan odası, altı ambarı, altı odası ile mutfak, ahır ve samanlıktan meydana gelen tekkesi vardı.23 XVI. yüzyılda inşa edilmiş

Çelebi,

kesi en az 80 yıl Nakşi şeyhlerin idaresinde kalmıştır. Konu mahkemeye intikal etmiş ve tekkenin Bektaşilere ait olduğuna dair bir kayıt bulunamayınca tekkeden Bektaşiler uzaklaştırılmıştır (VGM.A., no. 2057, s. 73). Bununla birlikte Bektaşilere tekke şeyhliği yeniden iade edilmiş olacak ki bir nesil

olması muhtemeldir. Evliya

Süleyman’dan önce Muhyiddin Baba Tek-

Muhyiddin

Baba’yı

“Tarîk-i Âl-i Abâ-yı Bektaşîyândan bir ulu sultandır” sözleriyle anmıştır. Ancak XVIII. yüzyılda bu tekke tam bir Bektaşi-Nakşi rekabetine sahne olmuştur. 1730 yılında Seyyid Süleyman Halife üzerinde bulunan beş-altı tekkeye kanaat etmeyip hile ile Muhyiddin Baba Tekkesi’nin de bir Nakşi tekkesi olduğunu iddia ederek kendi üzerine kaydettirmiş; buradaki Bektaşi dervişlerini uzaklaştırmıştır. Yapılan araştırmada Osman Baba tarafından kurulan bu tekkenin 200 yıldır Bektaşi şeyhlerinin yönetiminde olduğu anlaşılmış; şeyhlik görevi Bektaşi Derviş Ali Dede’ye iade edilmiştir (VGM.A., no. 2057, s. 70).

sonra bu mücadele tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Bu defa Bektaşi Derviş Ali Dede’nin vefatıyla oğlu Derviş Mustafa tekke şeyhliğine getirildiğinden tekkeden el etek çekmek durumunda kalan Seyyid Süleyman’ın evlatları

mahkemeye

başvurmuştur

(VGM.A., no. 2057, s. 29). Her ne kadar Derviş Ali Dede’nin oğlu Derviş Mustafa şeyh tayin edilmişse de bir süre sonra durum anlaşılarak Seyyid Süleyman’ın vârisleri olan iki oğlu müştereken göreve getirilmişlerdir (VGM.A., no. 669, s. 93). Bu şekilde uzun yıllar süren çekişme Bektaşilerin tekkeye hâkim olmalarıyla sonuçlanmıştır. 1782 yılında Seyyid Süleyman’ın vârisleri tekkeden tamamen uzaklaştırılıp burası Bektaşi Derviş Ali Dede’nin soyundan gelen kişi-

Nakşilerle Bektaşiler, tekkeyi ellerinde

lerin yönetimine bırakılmıştır (VGM.A., no.

tutmak için mücadeleye devam etmişler,

669, s. 91, 101, 130; no. 675, s. 192; no. 681, s.

Seyyid Süleyman Halife, tekkeyi Haziran

118).

1758’de tekrar kendi üzerine almıştır. İddiasına göre Nakşi tarikatından Osman Baba bu tekkede şeyhlik yapmış; onun vefatından sonra tekke yine aynı tarikattan Mehmed Efendi’ye geçmiş; bu durumda Seyyid 23 Müştemilat için Bkz. MAD, no. 9732, s. 79, 99; no. 9771, s. 47; no. 9773, s. 277; no. 8248, s. 11, 21.

Muhyiddin Baba Tekkesi, 1826’da kapatılmış; iki meydan odası yıktırılırken türbe mahalli bırakılıp Nakşi tarikatından Şeyh Davud Efendi türbedar olarak görevlendirilmiştir (MAD., no. 9776, s. 212). Ayrıca tekkenin 38 dönüm arazisi, altı ambarı, altı odası, mutfak, ahır ve samanlık gibi ek123


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

lentileri müsadere edilmiş; bu emlak, açık artırmayla 3.000 kuruş peşinat ve yıllık 25 kuruş vermek üzere Sarı Danişment köyünden Hüseyin oğlu Hacı Mehmed isimli kişiye satılmıştır (MAD., no. 9732, s. 79, 99; no. 9771, s. 47; no. 9773, s. 277; no. 8248, s.11, 21). 1833 yılında ise Şeyh Davud Efendi, Muhyiddin Baba Tekkesi’ne bağlı bağ, bahçe ve mezra ile aynı bölgede yer alan Hacı Baba Tekkesi’nin dört oda, iki ahır, sekiz dönüm çayır, 75 dönüm tarla, üç dönüm bağ ve 50 dönüm korusunu icap eden vergiyi ödemek kaydıyla Edirne’de Sevindik Fakih Mahallesi’nde ihya ettiği Nakşi tekkesine bağlamıştır (C.EV., no. 504/25491; EV.MKT., no. 1919/52, no. 1919/80, no. 3438/63).

35) Murad Reis Tekkesi Murad Reis Tekkesi, Rodos adasında kale haricinde Kumburnu diye anılan mahaldeydi. Akdeniz’de önemli hizmetlerde bulunan Gazi Murad Reis (ö. 1609), Cezayir-i Garb Kaptanı ve Şerşel Sancakbeyi olarak görev yapmış; I. Ahmed’in emriyle Mora Sancakbeyliği’ne tayin olunmuş; vasiyeti üzerine vefatından sonra Rodos’a defnedilmiştir (Acıpınar, 2015:522-542). Ebubekir Paşa tarafından 1622’de Gazi Murad Reis’in anısına cami ve imaretle birlikte bu tekke ve türbe inşa ettirilmiştir. Tekke ve cami zamanla harap olmuş; Rodos mutasarrıfı Hasan Bey tarafından 1708’de yeniden inşa ve ihya edilmiştir (EV. HMH. d., no. 7903). Murad Reis Tekkesi’ni Evliya Çelebi 1660’da ziyaret etmiş; Murad Reis’in kab124

rinin yeşil bir örtü ile örtüldüğünü, türbesinde çıra, alem, post ve çeşitli seccadelerin olduğunu, her yerden bu tekkeye yardımlar geldiğini bildirmiştir. Kadırga limanının uç kısmında yer alan tekke, bağlık ve gülistanlık bir kumsalda olup burada çok lezzetli üzümler yetiştirilmekteydi (Evliyâ, 2011c:131). Murad Reis Tekkesi’nin faaliyetlerini aralıksız sürdürdüğü arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Türbedar, imam, hatip ve tekkenişin atama kayıtları mevcuttur (HAT, no. 1463/118, no. 1514/11; C. EV., no. 156/7780, no. 273/13950, no. 343/17423).24 1826 olaylarını zarar görmeden atlatan tekkelerdendir.

36) Musa Baba Tekkesi Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde kaynaklarda Musa Baba adıyla anılan iki ayrı tekke mevcuttur. Bunlardan biri Razgrad kenti yakınlarındaki Tsırkvino köyünde; diğeri Novi Pazar/Yenipazar kentine bağlı İzbul köyünün kuzeyindeki ormanlık alanda inşa edilmiştir. Tsırkvino köyündeki Musa Baba Tekkesi’nin inşa tarihi tespit edilememiştir. Günümüzde mevcut olmayan bu tekke,25 24 Hacı İshak Efendi’nin 1852-1878 arası türbedar ve postnişin olarak görev yaptığı (A. MKT. DV., no. 54/99; ŞD, no. 97/29); 1884’de manzumenin kapsamlı bir tamirattan geçirildiği (MF. MKT., no. 968/80); 1909’da da Abdullah Efendi’nin vefatıyla Mehmed Emin Efendi’nin şeyh olarak tayin edildiği tespit edilmektedir (DH. MKT., no. 2795/12; EV. MKT. CHT., no. 866/1). 25 Hristiyanlar tarafından da Aziz Simeon’un mezarı


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

üç meydan odası, bir hane, bir mutfak, bir samanlık, bir ahır, bir ekmeklik, bir kiler ve bir ambardan oluşmaktaydı. Musa Baba Tekkesi’nin malları 1826’da müsadere edilerek Bektaşilerin faaliyetlerine son verilmiş; Bektaşi müritleri buradan uzaklaştırılmış, sadece türbe mahalli bırakılmıştır (MAD, no. 9771, s. 20; C.EV., no. 651/32819). Tekke, emlak ve hayvan varlıkları açısından zengindir. Yedi sığır, beş boğa, dört öküz, 10 kısrak, dört tay, iki at ile bir dönüm bağ, 500 dönüm koru, 120 dönüm tarlası devlet tarafından zapt edilmiş; 1369 kilogram yiyeceğine el konulmuştur (MAD, no. 9771, s. 12, 13, 20).26

37) Musa Baba Tekkesi Yenipazar’daki Musa Baba Tekkesi’nin inşa tarihi tespit edilememiştir. Tekke bir meydan odası, 10 hane, bir ahır, bir mutfak, üç ambar, bir türbe, bir cami yeri ve taş bir çeşmeden meydana geliyordu. Günümüze türbe ile çeşme kalmıştır. Hakkında ulaşılabilen ilk belge 1199/1785 tarihli olup bu, Abdi Baba’nın vefatıyla boş kalan zaviyedarlığa Seyyid Mehmed’in görevlendirilmesi hakkındadır (AE. SABH. I., no. 289/19441). Musa Baba Tekkesi eşya, emlak ve hayvan varlıkları açısından zengindir. Türbe ve cami mahalli bırakılarak tekke yıktırılmıştır. 170 dönüm tarla, altı dönüm bağ, yedi

değirmen, 110 koyun, altı koç, 25 toklu, 295 keçi, iki manda, 16 tosun, iki inek, 10 katır, dokuz öküz, bir boğa, 22 at, beş tay ile 2293 kilogram yiyeceğe devlet tarafından el konulmuştur. Senelik gelirlerinden 125 kuruşu kaza merkezinde bulunan mektebin hocalarına ayrılmıştır (MAD, no. 9771, s. 13; no. 9772, s. 262; no. 9774, s. 46).27

38) Mustafa Baba / Büyükbaşlı Dede Zaviyesi Mustafa Baba/Büyükbaşlı Dede Zaviyesi, Üsküp’te idi. Hakkında şimdilik ulaşılabilen ilk kayıt 29 Safer 1233 / 08 Ocak 1818 tarihli olup zaviyedar ataması ile ilgilidir (C.EV., no. 182/9094). 1826’da bu zaviye bakımsız bir halde olup, Bektaşi tekkelerinin kapatılması emri gelince Kırçova Kazası ayanı Veliyüddin Bey tarafından yıktırılmış; içinde bulunan beş altı derviş uzaklaştırılmıştır (C. AS., no. 203/8714).

39) Mustafa Dede Zaviyesi Mustafa Dede Zaviyesi, bugünkü Arnavutluk’un orta kesiminde Shkumbin vadisinde bulunan İlbasan’da idi. Hacılar Çeşmesi mevkiinde olan bu Bektaşi tekkesine 29 Şaban 1226 / 18 Eylül 1811 tarihinde zaviyedar tayin edildiği görülmektedir (C.EV., no. 176/8760). Tepedelenli Ali Paşa’nın müsaadesiyle yaptırılan zaviyenin yıktırılması için izin istendiği 29 Cemaziyelahir 1242 / 28 Ocak 1827 (C.EV., no. 216/10764) ve 29 Receb 1242 / 26 Şu-

kabul edilerek ziyaret edilmiştir (Acar, 1999:63). 26 Tekkenin 1894’te tekrar faaliyete geçirildiği belgelerden anlaşılmaktadır (EV. MH., no. 1629/42; no. 1781/71).

27 Yenipazar’daki Musa Baba Tekkesi de 1890’larda tekrar faaliyete geçen yapılardandır (EV. MH., no. 1700/47).

125


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

bat 1827 tarihli belgelerden anlaşılmaktadır (C.EV., no. 383/19414). 22 Ramazan 1247 / 24 Şubat 1832 tarihli bir hatt-ı hümayun, yıktırılan İlbasan Kalesi’nin hendek ve arsaları ile Mustafa Dede Zaviyesi’nin bağ ve sair mülkünün müzayede ile taliplilere verilip gereken mülknamelerin hazırlanması hakkındadır (HAT, no. 432/21953). Bununla birlikte zaviye 1255/1840’ta bile faaldir. Bektaşi dervişlerinden İbrahim Dede ve ekibinin hukuka aykırı hareketler içine girdikleri hatta cinayet işledikleri; bu nedenle zaviyenin kapatılarak suçluların yakalanması gerektiği yönünde bir zaptiye kaydı mevcuttur (C.ZB., no. 35/1717).

40) Mustafa Dede Sultan Tekkesi Mustafa Dede Sultan Tekkesi, günümüzde Kosova’nın kuzeyinde Mitroviça adıyla bilinen Rusçuk’a bağlı İlhan köyündeydi. Evliya Çelebi, pek geliri olmamasına rağmen çok sayıda dervişin burada ikamet ettiklerine ve devlete bağlı olduklarına dikkat çekmiştir (Evliyâ, 2010b:547). Hakkında şimdilik başka kayıt bulunamamıştır.

41) Nasibî Tahir Baba Tekkesi Nasibî Tahir Baba Tekkesi, 1781’de Nasibi Tahir Baba (ö. 1835) tarafından Yanya Vilayeti’nin Berat Sancağı’na bağlı bir köy olan Fraşıri/Frasheri’de kurulmuştur. Fars’ta öğrenimini tamamlayan Tahir Baba bu tekke ile bölgedeki Bektaşiliğin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.28 Hasluck, 28 Tekke, Arnavutluk tarihinde önemli bir yere sahiptir. Arnavutluk Milliyetçi Hareketi’nin ilk toplantısı Mayıs 1878’de Aluşi Baba yönetiminde bu tekke-

126

Nasibî Tahir Baba’nın asıl adının Muharrem olduğunu; Hacı Bektaş Tekkesi’ne gittiğinde kapıların kendiliğinden ona açılmasıyla şeyh tarafından keramet addedilerek “bu senin nasibindir” dendiğini; tekkenin 1914’te bir yangınla yok olduğunu bildirmektedir (2012:61).

42) Osman Baba Tekkesi / Sultan Osman Baba / Osman Baba Zaviyesi Osman Baba Zaviyesi, Çirmen Livası sınırları içindeki Uzuncaabad-ı Hasköy kazasında İlyasça köyünün Tekkeköy mahallesinde idi. 1378-1478 yılları arasında yaşadığı kabul edilen (Ocak, 1983:16; Şahin, 2007:6-8) Otman Baba’nın Osman Baba ile ayrı kişiler olduğunu A. Kayapınar ve L. Kayapınar, zaviyeleri lokalize edip tahrir defterlerinin verilerini de değerlendirerek netleştirmiştir (2010:97-128). Evliya Çelebi yaklaşık 20 yıl arayla gerçekleştirdiği iki ayrı seyahatinde Osman Baba Zaviyesi’nden söz etmektedir. 1652’deki ziyaretinde bu tarikat yapısı, Hasköy’ün Akyazı mevkiinde Hacı Hüseyin Kışlası’nda olup o dönemde dağlar arasında, düz bir zeminde, etrafı çok sık korular ile çevrilmiş yeşillikler içerisindedir

de düzenlenmiştir. 1880-1910 yılları arasında Arnavutçayı korumak için Arnavutça kitap dağıtarak ve okullar açarak Permet, Skrapar, Kolonye bölgelerinde dervişlerin de katılmasıyla Osmanlı’ya karşı milliyetçi çetelere destek vermiştir. 1914 yılında Yunanlar tarafından yakılmış; 1923’te tekrar inşa edildiyse de 1967’de kapatılarak yıkılmıştır (Norris, 1993:162; Schmitt, 2010:39).


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

(Evliyâ, 2006:236). 1671’de gerçekleştirdiği ikinci seyahatte ise İlyasça köyünde bulunan ve tahrir kayıtlarında Osman Baba olarak geçen zaviyeyi ziyaret etmiştir (Evliyâ, 2011b:344) ki bu çalışmada bahsedilecek olan yapı da budur. Osman Baba (ö. 1411?), Seyyid Ali oğlu Seyyid Hüsameddin’in oğludur. II. Bayezid tarafından verilen hükümden, Osman Baba Zaviyesi’nin II. Mehmed döneminde faal olduğu anlaşılmaktadır (TT. d., no. 50, s. 130). Ancak o zaman Osman Baba “merhum” olarak zikredildiğinden tekkenin inşasını II. Mehmed’den öncesine tarihlendirmek mümkündür. Nitekim türbenin 1411 tarihli kitabesi de bu fikri güçlendirmektedir.29 Evliya’nın verdiği bilgilere göre etrafı duvarla çevrili olan tekkenin, kaleyi ve sanki padişah sarayını andıran büyük ve kagir binası vardı. Tekke meydan odası, mihmanhâne, Keykavus mutfak, kiler, Kamberî ahırlar, ambarlar ve mahzenler ile genişletilmişti. Ayrıca cami, mescit, mektep, hamam, derviş hücreleri ve misafirler için mihmansaraylar ilave edilmiş olup bu eklentiler pek çok eşyayla donatılmıştı. Buranın bahçesi ise büyük bir “bağ-ı İremistan” olup havuz, fıskiye, şadırvan ve pek çok çeşmenin yer aldığı cirid meydan29 Kitabede Osman Baba “Atman” şeklinde yazılmıştır. 1515’ten itibaren Osmanlı kayıtlarında Osman şeklinde zikredilecektir. Atman isminin zamanla Osman’a dönüştüğü anlaşılmaktadır. Bu durum, Bektaşi grupları arasında çok az kullanılan Osman isminin bir Bektaşi babası için kullanılmasını da açıklamaktadır (Bkz. Kayapınar; Kayapınar, 2010:112).

lı avlusuyla büyük bir hânkahtı. Ali Baba şeyh olarak bulunuyordu. Dervişlere karşı sevgi besleyen II. Bayezid tekkenin meydanına büyük bir kasr inşa ettirmişti. Kasrın karşısında 500-600 kadar derviş alabilecek büyüklükte bir kış meydanı vardı. Yahya Paşaoğlu Mehmed Bey tarafından bu meydanın hemen bitişiğinde bir bahar meydanı inşa ettirilmişti (Evliyâ, 2011b:341-343). Evliya Çelebi’nin Hasköy’deki Osman Baba Tekkesi’nin görkemi ile ilgili verdiği bilgilerin doğruluğu Osmanlı Tahrir Defterleri’ndeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. XVI. yüzyılda bu tekkenin çok sayıda değirmen, bahçe, hayvan ve eşyaları mevcuttur (TT.d., no. 50, s. 130-131; no. 370, s. 341; no. 385, s. 365-367; no. 521, s. 445-446.). Tekkede yaklaşık 70 derviş barınmaktadır (TT.d., no. 370, s. 341; no. 385, s. 365-367). Osman Baba Zaviyesi XVIII. yüzyılda da faaldir. 12 Şevval 1132 / 17 Ağustos 1720 tarihli belge zaviyedar tayini hakkındadır (C.EV., no. 374/18966). 19 Rebiyülevvel 1143 / 02 Ekim 1730’da Edirne Kadısı Abdülvahhab’ın ilamı ile Ebubekir zaviyedar olarak görevlendirilmiştir (AE.SAMD. III., no. 42/4127). 1210/1796’da Hacı Bektaş evladından Abdüllatif Efendi zaviyedarlığa Ali Baba’nın tayini için bir arz göndermiştir (AE. SSLM. III., no. 35/1976). Tamiratla ilgili bir buyrulduda yapının adı “Sultan Osman Baba Zaviyesi” olarak geçmektedir. 29 Zilhicce 1138 / 28 Ağustos 1726 tarihli bu kayıt, zaviye fukaralarının arzuhalini içermektedir. Zaviyenin eskiden beri büyük bir meydanı ve kubbeli bir ca127


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

misi olup zamanla harap olmuştur. Tamira-

koyun ve sığırları otlatılıp salınmakta olup

ta ihtiyaç büyük olup zaviyenin hesap na-

başkalarının müdahalesi yasaktı. Yaylağın

zırı Şeyh Gülşeni Hasan Efendi tarafından

bazı mahallerini Dolaşdır ve Susuz köyle-

gereken incelemenin yapılması ve kurşu-

rinin ahalisi öşür vermek şartıyla ekip dik-

nun satın alınması için izin istenmiştir (AE.

mekteydi. Ancak son birkaç senedir ziraat

SAMD.III, no. 10/930).

eyledikleri mahsulün öşrünü vermedikleri

Osman Baba Zaviyesi, daha kuruluşundan itibaren bazı vergilerden muaf idi. “Tarikat-ı

Bektâşiyye’den

Osman

Baba

Zaviyesi”ne ait koyunlardan II. Mehmed döneminden beri ağnam ve yapağı vergisi alınmadığı 25 Cemaziyelahir 1216/02 Kasım 1801 tarihli kayıtta da bildirilmektedir (C.EV., no. 429/21747).

gibi yaylağın tamamını zaptetme sevdasına düşmüşlerdi. Tekkenin koyun ve sığırları otlatılmaktan menedilince telef olacakları aşikârdı. Dervişlerle yoldan gelip geçen misafirlerin ve fukaranın karnını doyurmak imkânsız hale geleceğinden tekke boş kalacaktı. Bunun için Muharrem Çelebi oğlu Hızır Çelebi tarafından yaylağın yeniden Osman Baba Tekkesi Vakfı’na bağlanması

Bir defter-i hakanî kaydının sureti ise

istenmiştir. Ayrıca tekkenin bağ, bahçe ve

12 Cemaziyelevvel 1217/10 Eylül 1802 ta-

sair mahsullerinden aşar ve rüsum; koyun-

rihli olup yapıdan tekke olarak bahsedil-

larından ağnam ve celebkeşan vergilerinin

mekte; kuruluşu ve muafiyetleri hakkında

alınması öteden beri yasak olduğu halde

bilgi verilmektedir. O tarihte zaviyede 34

bazı tahsildarlar bu vergileri isteyerek der-

Bektaşi dervişi ikamet etmekte olup dört

vişleri rencide etmiştir. Bu hususta da ye-

değirmen, 12 dönüm bağçe, iki dönüm ze-

niden bir belge düzenlenmesi merkezden

min bunların tasarrufundaydı. 30 müd

talep edilmiştir. Yapılan incelemeler sonu-

buğday ve 10 müd arpa gelirleri olup çev-

cu tekke şeyhinin her iki isteği de uygun

redeki üç köyden toplam 5370 kuruş vergi

görülüp yaylağa müdahale ve vergi talebi

geliri elde ediliyordu. Çelebi Osman Yay-

yasaklanmıştır (C.EV., no. 129/6418).

lağı diye de bilinen Kulağuz Yaylası,

30

II.

Selim (1566-1574) zamanından beri Osman Baba Tekkesi’nin vakfıydı. Burada tekkenin

Osman Baba Zaviyesi hakkında ilga öncesi ulaşılabilen son kayıt 17 Ramazan 1230/23 Ağustos 1815 tarihli olup zaviyedarlığa Derviş Ahmed getirilmiştir (C.EV.,

30 Yaylak’ın sınırları da belgede belirtilmiştir: “kaza-i mezbûreye tâbi Dolaşdır/Zolaştır nâm karye kurbunda vâki Kılıçburnu ve Gövez-kilise andan Endazgediği’ne andan Küçük-arazi başına andan Balıklıdere andan Üçcevizler yanında Katran-çukuru’na andan dik yukarısı Kireç-kuyusu Gediği’ne andan Derin-dere’ye andan Değirmenderesi’ne andan Gövez Kilise’ye malume’l-hudud yaylak…”

128

no. 448/22669). İlga sonrası Osman Baba Zaviyesi kapatılırken 17 Bektaşi dervişi de Bursa’ya sürgün edildi (BEO. AYN.d, no. 14, s. 186). Tekkenin 680 dönüm tarla, dokuz dönüm


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

çayır, 50 dönüm koru, 12 dönüm bağ ve

vinin Derviş Ali’den İsmail Halife’ye dev-

dokuz değirmeni devlet tarafından zapt

redildiğini bildirir (C.EV., no. 388/19690).

edildi (MAD., no. 9732, s. 100; no. 9771, s.

İlga sonrası kapatılan zaviyelerdendir. 1798

42). Müsadere edilen küçük ve büyükbaş

dönüm arazisine, 181 hayvana (MAD., no.

hayvanları 72.860 kuruşa satıldı (MAD., no.

9731, s. 410-411) ve 1140 kilogram yiye-

9771, s. 42). Emlakinin büyük bir kısmı kaza

ceğine devlet tarafından el konulmuştur

müftüsü Seyyid Ali Vehbi Efendi tarafın-

(MAD., no. 9771, s. 13).31

dan 10.500 kuruşa alındı (MAD., no. 9773, s. 283). Osman Baba’nın türbesi ile tekkeye

46) Prişta Tekkesi

bağlı Malkoç Bey’in bina ettirdiği cami Bek-

Yanya Vilayeti Berat Sancağı32 sınırla-

taşilerden alınarak Cafer Halife’nin yöneti-

rı içindeki Iskarapar Kazası’nın Prişta kö-

mine bırakıldı. Tekke de sıbyan mektebine

yünde bir Bektaşi tekkesi vardı. Tahir Baba

dönüştürüldü (MAD., no. 9732, s. 76; no.

tarafından 1810’da Fraşıri Tekkesi’nin bir

9771, s. 42, 107).

kolu olarak kurulmuştu. Arnavutluk tekkelerinin zenginlerindendi (Hasluck, 1929:544;

43) Pirepol Tekkesi

Swire, 1937:257-259). 33

Hersek’in Pirepol kasabasında Evliya Çelebi’nin ismini belirtmediği bir Bektaşi

47) Priştine Tekkesi

tekkesi vardı (Evliyâ, 2010c:249, 256). Hak-

Priştine Tekkesi, XVIII. yüzyılın sonla-

kında şimdilik başka kayda ulaşılamamış-

rında Baba Recep isminde Arnavutluk’tan

tır.

gelen bir Bektaşi babası tarafından Piri Nâzır Camii avlusunda yaptırılmıştır. XIX.

44) Pravadı Tekkesi Evliya

Çelebi,

Dobruca

yüzyılda hem tekke hem medrese olarak bölgesinde

Nazif Paşa tarafından yıktırıldığını, kalın-

31 Piri Baba Zaviyesi, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Hacı Hasan Baba tarafından yeniden inşa ettirilmiş (EV. MKT. CHT., no. 258/22) ve zamanla gayet mamur hale gelerek XX. yüzyıl başlarında dokuz-on Bektaşi dervişi barındırmıştır (Hasluck, 2012:47).

tılarının halen görülebildiğini bildirmiştir

32 Berat, “Arnavud Belgradı” olarak da geçer.

(Evliyâ, 2006:177).

33 Tekkenin 1826 sonrası da faaliyette kaldığı anlaşılmaktadır. 23 Mart 1904 tarihli Dahiliye ve 04 Mayıs 1905 tarihli Meşihat kayıtlarında, Bektaşi tekkelerinin postnişinleri vefat ettikçe yerlerine hal ve hareketi İslam’a uygun olmayan kimselerin geçmesinin önlenmesi gerektiğinden bahisle Prişta Tekkesi’ne tayini düşünülen Derviş Nabi’nin tahkik ettirilmesi ve şeriata uymayan bir hali varsa sürgün edilmesi istenmektedir (DH.MKT., no. 833/15; BEO, no. 2567/192460, no. 2602/195080).

Pravadı’da görenleri hayran bırakan, bağlar ve bahçeler içinde bir Bektaşi tekkesi bulunduğunu; ancak I. Ahmed zamanında Vezir

45) Piri Baba Zaviyesi Piri Baba Zaviyesi, Rumeli Eyaleti Cumapazarı Nahiyesi’nde idi. Hakkında ulaşılabilen ilk kayıt 29 Cemaziyelevvel 1179/13 Kasım 1765 tarihli olup zaviyedarlık göre-

129


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

faaliyet göstermiştir (İzeti, 2014:240). Günü-

de ortaya çıkan iki Kur’an ile 31 cilt kitabın

müzde cami ve türbe ayakta olup ziyarete

bölge ileri gelenlerinin ricası üzerine Vi-

açıktır.

din Kalesi’ndeki kütüphaneye nakledildiği

34

48) Sefer Şah Sultan Tekkesi Edirne’de Mihal Bey Köprüsü üzerinde Sefer Şah Sultan’ın türbesi ve tekkesi bulunuyordu. Evliya’ya göre buralar duaların makbul olduğu, kibar-ı evliyanın üçünün bir araya geldiği yerlerdendi ki ancak itikadı temiz olanlar bu hakikati anlayabilirdi (Evliyâ, 2006:260, 269).

49) Selahaddin Baba Zaviyesi

anlaşılmaktadır (MAD., no. 9771, s. 6; no. 9772, s. 148). İlga sonrası tekkelerdeki değerli eşyalar satılarak elde edilen gelir hazineye aktarılmıştır. Selahaddin Baba Zaviyesi’nin müsadere edilen 460 kilogram bakırı, Vidin Kalesi cephaneliğine konulmuştur (MAD., no. 9771, s. 6; no. 9772, s. 148). Selahaddin Baba Zaviyesi’nin yıktırılmadığı, bir süre Nakşi tarikatına devre-

Vidin Kalesi arkasında bulunan Sela-

dildiği, daha sonra faaliyetlerine devam

haddin Baba Zaviyesi’nin inşa tarihi tespit

ettiği kayıtlardan anlaşılmaktadır (Maden,

edilememiştir. Vidin’deki 12 dükkânın za-

2013:255, 384).

viye müsakkafatından olduğu; ilga sonrası bunlardan altı bakkal ve bir ekmekçi

50) Şişko Mehmed Efendi Zaviyesi

dükkânının gelirlerinin Vidin’deki Asakir-i

Banisi ve inşa tarihi hakkında bilgiye

Mansure-i Muhammediye kışlasına yakın

ulaşılamayan Şişko Mehmed Efendi Zaviye-

olan Yahya Paşa Camii’nde askerleri sava-

si, Tırhala’da idi. 1826 öncesi mevcut ve faal

şa hazırlamak için salı ve cuma günlerinde

olduğu, II. Mahmud zamanında kapatıldığ,

Siyer-i Kebir; diğer vakitlerde de askerle-

1850’ten itibaren Rufai tarikatına devredil-

re ve yöre ahalisine “Birgivî Şerhi” ile “İlmuhaber” okutturmak üzere tayin edilen Ömer adlı bir şahsa şart ve tayin edildiği kayıtlıdır (MAD., no. 9772, s. 148). Bektaşi tekkelerinde bulunan evrak ve

diği ve 1882 sonrası yeniden Bektaşi şeyhlerinin idaresine bırakıldığı kaynaklardan anlaşılmaktadır35.

51) Tohum Baba Tekkesi

kitapların bazıları yakılarak imha edilirken

Eski Zağra’da Küçük Hamam önünde

bazıları satılmış veya kütüphanelere nak-

Tohum Baba Tekkesi adı ile bilinen bir tari-

ledilmiştir. Selahaddin Baba Zaviyesi’nde

kat yapısı mevcuttu (Evliyâ, 2006:215). Tek-

34 Türbede Vezir Piri Nazır’ın veya Baba Receb’le İsa Dede’nin yattığına inanılır. Sırplar ise caminin avlusunda Stefan Lazar Hrebeljanović’in gömülü olduğunu kabul ederler ve Vidovdan Bayramı’nda orada mum yakarlar.

35 Bu yönde farklı fonlarda kayıtlar mevcuttur. A. MKT. DV., no. 26/69; A. MKT. MHM., no. 19/56; A. MKT. MVL., no. 66/61; A.MKT.UM., no. 122/60, 129/94, 265/16; İ. DH., no. 210/12158; HR. MKT., no. 64/47; MVL, no. 338/15.

130


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

kenin XVIII. ve XIX. yüzyıllarda durumuyla ilgili bir kayda ulaşılamamıştır.

52) Veli Dede Zaviyesi/Şeyh Veliyullah Tekkesi

Girit genelinde yeterli cami bulunmadığı, ahalinin çoğunluğunun Bektaşi olduğu 07 Zilkade 1242/02 Haziran 1827 tarihli hatt-ı hümayunda belirtilip Kandiye haricinde bütün tekkelerin camiye çevrilip Bek-

Veli Dede Zaviyesi, Selanik Vilayeti’ne

taşilerin kovulması emredilmektedir (HAT,

bağlı Serez’de idi.36 Zaviyenin 1860’da

no. 293/17474). 02 Rebiyülevvel 1243/23

dahi faal olduğu anlaşılmaktadır. Zaviye-

Eylül 1827 tarihli adliye kaydında aynı em-

nin şeyhine dair şikâyet içeren bir belgede,

rin tekrarlandığı görülmektedir (C.ADL.,

Serez’deki Bektaşilerin kızlarını Hıristiyan-

no. 20/1219). Ancak Veli Paşa Camii ile bir-

larla evlendirdiğinden bahsedilmekte ve bu

likte tekkenin de faaliyette kaldığı, kapatıl-

uygulamanın yasaklanması emredilmekte-

mayıp hatta tekke şeyhinin elindeki beratı

dir (A.MKT.UM., no. 482/44).

kaybetmesi nedeniyle 1848’de yenilendiği

53) Veli Paşa Tekkesi Veli Paşa Tekkesi, Resmo Kalesi dışında mesire yerinde ve bağlar içerisinde idi. Bektaşiliği Girit’e getiren zatın Horasanizade Derviş Ali Dede olduğu, 1645’te kafilesiyle birlikte adaya giderek Hanya ve Resmo’nun zaptı sırasında orduda bulunduğu ve Vani adlı köyde geçici bir dergâh kurarak 1647’de âyine başladığı belirtilmektedir (Köprülü, 1980:43-45). Evliya Çelebi tarafından 1667’de adaya gerçekleştirilen seyahatte Veli Paşa Tekkesi de ziyaret edilmiştir. Dolayısıyla inşasını 1647-1667 arasında aramak gerekir. Veli Paşa’nın tekkeyle birlikte cami ve mektep de inşa ettirdiği; ayrıca evladiyet üzere vakıf kurduğu tespit olunmaktadır.37 36 Serez’in Osmanlı resmî kayıtlarındaki yazılışı daha çok “Siroz” olarak geçer. Selânik Vilâyeti’ne bağlı bir sancağın merkez kazâsı idi.

görülmektedir (C.EV., no. 146/7299). Veli Paşa Tekkesi günümüzde mevcut olmayıp cami bölümü ise harap haldedir.

54) Yahyapaşiç Mehmed Paşa Tekkesi Yahyapaşazade Malkoçoğlu Mehmed Bey (ö. 1570) tarafından XVI. yüzyılda Belgrad’da bir Bektaşi tekkesi kurulmuştur. Belgrad’ın güneydoğusunda bulunan bu tekke Evliya Çelebi tarafından da zikredilmiştir. Abaza Paşa köşkü yakınlarında bağlar içinde ve mesire yerinde olan bu Bektaşi tekkesinin o sırada şeyhi Derviş Mehmed Horasani’dir (Evliyâ, 2010b:381). 1863’te çizilen Belgrad şehir planında bu tekke de gösterilmiş; fakat o dönemde metruk ve yıkılmış bir halde olduğu belirtilmiştir (İzeti, 2014:240).

37 Vakıfla ilgili BOA’daki kayıtlar için Bkz. C.MF., no. 146/7295; C.EV., no. 330/16788, no. 342/17362, no. 389/19737, no. 526/26581, no. 657/33139.

131


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Sonuç

“Vesâik-i Bektaşiyân” ve arşiv kayıtla-

Türk tasavvufunun piri olan Ahmed Yesevi’nin

kurduğu

Yesevilik

Tarika-

tı, XIII. yüzyılda halifelerinin aracılığı ile Anadolu’ya

yayılmıştır.

Mutasavvıfların

Anadolu’daki faaliyetleri Türkiye Selçukluları ve Beylikler dönemlerinde desteklenmiş; Osmanlı Devleti de XV. yüzyılın

rı doğrultusunda 1826’ya kadar Rumeli’de açılmış 100 civarı Bektaşi yapısı tespit edilmiştir. Bunlar günümüz Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Girit, Kosova, Macaristan, Makedonya, Rodos, Sırbistan, Yunanistan toprakları ile Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’da lokalize olmaktadır.

sonlarına kadar birkaç marjinal grup dı-

II. Mahmud merkezî otoriteyi dönemin

şında tasavvufun hemen her koluna değer

icaplarına göre yeniden kurmak için bazı

vermiş ve yeni fethedilen topraklarda tari-

tedbirler almış; 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı

katların yapılanmasını teşvik etmiştir. Bu

lağvedip Bektaşi yapılarını kapatmıştır.

sulh ve sükûn dönemi, Safevîye şeyhleri-

Uzun bir süre Bektaşi tekkelerine Nak-

nin Anadolu’da etkili olmaya başladıkla-

şibendi, Kadiri ve Saadiye tarikatı men-

rı XV. yüzyıl sonlarında yerini huzursuz-

supları bir nevi kayyum olarak atanmış;

luğa bırakmıştır. Özellikle Şah İsmail’in

Bektaşi şeyhlerinin kimi katledilmiş kimi

Safevî Devleti’ni kurma çalışmalarında

de Anadolu’daki katı Sünni zihniyetin

Anadolu’daki Türkmen müritlerinden ge-

hükmettiği şehirlere sürgün edilmiştir. II.

niş çapta yararlanması ve gizli çalışmaları,

Mahmud sonrası ise Bektaşilikle amansızca

Heterodoks zümrelerle Osmanlı Devleti’ni

uğraşılmamış; zamanla tarikatın rehabili-

karşı karşıya getirmiştir. II. Bayezid’den

tasyonu sağlanmış ve 1852 tarihli bir irade

başlamak üzere padişahlar, bu problemin

ile Hacı Bektaş Veli Dergâhı, Bektaşilere

halledilmesi için bir takım kültürel ön-

geri verilmiştir. Bu çalışmada bahsi geçen

lemler alma ihtiyacını hissetmişler; Şah’ın

Rumeli tekkelerinin bir kısmının da Bekta-

Anadolu Türkmenlerine yönelik propa-

şi yapısı olarak tekrar faaliyete geçtiği arşiv

ganda usullerine uygun bir yol takip ede-

kayıtlarından anlaşılmaktadır.

rek ülkede Ehl-i Beyt sevgisi esasına önem veren, fakat Osmanlı Devleti’nin ideolojisi durumundaki Sünnîlik sınırlarını aşmayan bir yapılanmaya gitmişlerdir. Balım Sultan, Sulucakarahöyük’teki Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na şeyh olarak atanmış; devlet eliyle tarikat yeniden teşkilatlandırılmıştır. Başkent İstanbul ile Anadolu, Rumeli ve Ortadoğu topraklarında pek çok Bektaşi tekke ve zaviyesi açılmıştır. 132


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

KAYNAKÇA 1. Arşiv Kaynakları 1.1. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) AE. SABH. I., no. 26/2024, no. 289/19441, no. 341/23803. AE.SAMD.III, no. 10/930, no. 42/4127. AE. SSLM. III., no. 35/1976. A. MKT. DV., no. no. 26/69, no. 54/99. A. MKT. MHM., no. 19/56, no. 265/4. A. MKT. MVL., no. 66/61. A.MKT.UM., no. 122/60, no. 129/94, no. 265/16, no. 482/44. BEO., no. 952/71380, no. 1425/106851, no. 2567/192460; no. 2602/195080, no. 3599/269902.

C.ML., no. 27/1285, 249/10325, 293/11998, no. 295/12035. C.ZB., no. 35/1717. DH. MKT., no. 833/15, no. 2795/12. EV. HMH. d., Gömlek no. 7903. EV. MH., no. 441/22, no. 947/29, no. 1172/2, no. 1629/42; no. 1700/47, no. 1781/71. EV.MKT, no. 1209/99, no. 1919/52, no. 1919/80, no. 2392/67, no. 2392/114, no. 2664/33, no. 3438/63. EV.MKT.CHT., no. 258/22, no. 461/46, no. 496/91, no. 866/1. HAT, no. 223/12435, no. 289/17345, no. 290/17386, no. 291/17406, no. 293/17474, no. 294/17490, no. 432/21953, no. 1463/118, no. 1514/11, no. 1571/10. HR. İD., no. 2039/58.

BEO. AYN.d., no. 14, s. 186.

HR.MKT., no. 64/47.

C. ADL., no. 6/400, no. 9/568, no. 20/1219.

İ. DH., no. 210/12158.

C. AS., no. 203/8714.

İ.MVL, no. 248/9069.

C. DH., no. 162/8071.

MAD., no. 8248, no. 8252, no. 9731, no. 9732, no. 9766, no. 9771, no. 9772, no. 9773, no. 9774, no. 9776, no. 12001, no. 12259.

C.EV., no. 80/3971, no. 99/4947, no. 125/6240, no. 129/6418, no. 132/6594, no. 146/7299, no. 156/7780, no. 176/8760, no. 182/9094, no. 216/10764, no. 242/12094, no. 253/12880, no. 268/13680, no. 273/13950, no. 278/14188, no. 309/15743, no. 330/16768, no. 342/17362, no. 343/17423, no. 355/18009, no. 356/18055, no. 374/18966, no. 383/19414., no. 388/19690, no. 389/19737, no. 429/21747, no. 431/21839, no. 441/22348, no. 448/22669, no. 504/25491, no. 526/26581, no. 529/26749, no. 539/27216, no. 555/28003, no. 651/32819, no. 657/33139.

MF.MKT., no. 174/33, no. 968/80. MVL, no. 338/15, no. 353/29. ŞD, no. 97/29, no. 2982/40. TT. d., no. 50, no. 370, no. 385, no. 521. Y.MTV., no. 49/91. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi (VGM.A.) Defter no. 669, s. 91, 93, 101, 130. Defter no. 675, s. 192. Defter no. 681, s. 118. Defter no. 2057, s. 29, 70, 73.

C.İKTS., no. 36/1775. C.MF., no. 63/3117, no. 96/4756, no. 146/7295, no. 160/7969.

133


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Diğer Kaynaklar ACAR, Damla Sezer. (1999). “Bulgaristan’da Deliorman Bölgesi’ndeki Babai ve Bektaşi Tekkeleri”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. ACIPINAR, Mikail. (2015). “Gâzi Murad Reis: Hayatı, Son Seferleri ve Adına Yazılan Halk Şiirleri”. 2. Turgut Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Uluslararası Sempozyumu, 1-4 Kasım 2013. C. I. s. 522-542. AFMATAJ, Luan. (2009). “Arnavutluk Bektaşiliği, Başlangıcı, Gelişmesi ve Günümüzdeki Durumu”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. ANONİM. (2015). Vesâik-i Bektaşiyan. Haz. Ayşe Değerli vd. Konya. ARUÇİ, Muhammed. (2001). “Kalkandelen”. TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XXIV, İstanbul. BABA Recebi. (1970). Misticizma islame dhe Bektashizma. New York. BAHADIR, İbrahim. (2002). “Balkanlarda Babailer ve Bektaşiler”. Uluslararası Türk Dünyası İnanç Önderleri Kongresi, 23-28 Ekim 2001. Ankara. s.107-157. BİLECİK, Gülberk. (2012). “Yunanistan’da Bir Bektaşi Tekkesi: Durbalı Sultan”. III. Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu Bildirileri I., Manisa. CHOUBLIER, Max. (1969). “Rumeli Bektaşîleri-1”. Çev. Aslı Can. Hayat Tarih Mecmuası, S. II/12, s. 23-27. CLAYER, Nathalie. (1994). “Bektaşilik ve Arnavut Ulusçuluğu”. Çev. Orhan Koloğlu. Toplumsal Tarih 2, s. 58-61.

134

ÇOLAK, Songül. (2013). “Zülfikar”. TDV İslâm Ansiklopedisi, XLIV. s. 557-559, İstanbul. DAVID, Géza. (1992). “Budin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, VI, s. 344-352, İstanbul. ELSIE, Robert (2007). “Gjirokastra nga udhëpërshkrimi i Evlija Çelebiut”. Albanica ekskluzive: revistë mujore për dije e kulturë, S. 66, s. 73-76. Evliyâ Çelebi. (2006). Seyahatnâme, 3. Kitap. Haz. Yücel Dağlı-S. Ali Kahraman. İstanbul. Evliyâ Çelebi. (2010a). Seyahatnâme,4. Kitap. Haz. Yücel Dağlı-S. Ali Kahraman. İstanbul. Evliyâ Çelebi. (2010b). Seyahatnâme,5. Kitap. Haz. S. Ali Kahraman. İstanbul. Evliyâ Çelebi. (2010c). Seyahatnâme,6. Kitap. Haz. S. Ali Kahraman. İstanbul. Evliyâ Çelebi. (2011a). Seyahatnâme,7. Kitap. Haz. S. Ali Kahraman. İstanbul. Evliyâ Çelebi. (2011b). Seyahatnâme,8. Kitap. Haz. S. Ali Kahraman. İstanbul. Evliyâ Çelebi. (2011c). Seyahatnâme,9. Kitap. Haz. S. Ali Kahraman. İstanbul. EYİCE, Semavi. (1996). “Gülbaba Tekkesi ve Türbesi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, XIV, s. 228-230, İstanbul. HASLUCK, Frederick William. (1929). Christianity and İslam Under the Sultans, I-II. Oxford. HASLUCK, Frederick William. (2012). Bektaşilik İncelemeleri. Çev. Râgıb Hulûsi. İstanbul. İZETİ, Metin. (2014). Balkanlar’da Tasavvuf, İstanbul. KAYAPINAR, Ayşe; KAYAPINAR, Levent. (2010). “Balkanlar’da Karıştırılan İki Bektaşi Zaviyesi: XV-XVI. Yüzyılda Osman Baba ve Otman Baba Tekkeleri”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 55, s. 97-128.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

KILIÇ, Filiz; BÜLBÜL, Tuncay. (2011). Demir Baba Velâyetnâmesi (İnceleme-Tenkitli Metin). Ankara.

OCAK, Ahmet Yaşar. (1983). Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri. İstanbul.

KIEL, Machiel. (1998). “Hezargrad”, TDV İslâm Ansiklopedisi, XVII, s. 297-300, İstanbul.

SABEV, Orlin. (2011). “Bulgaristan Bektaşi Tekkelerinden Bir Örnek: Vranikon Hafız Baba Tekkesi”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 57, s.175-189.

KIEL, Machiel. (2005). “Orta Yunanistan’daki Durbalı Sultan Bektaşi Tekkesi”. Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler, Haz: A. Yaşar Ocak, s. 409-444, Anakara. KOCA, Şevki. (2005). Bektaşilik ve Bektaşi Dergahları. İstanbul.

SARAL, İsmail Tosun. (2003). “Baba Sultan (Dede Sultan)”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 28, s.215-221.

KÖPRÜLÜ, Orhan F. (1980). “Ustazâde Yunus Bey’in Meçhul Kalmış Bir Makalesi, Bektaşiliğin Girid’de İntişarı”. Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S. 8-9, s. 37-86.

SCHMITT, Oliver Jens. (2010). Religion und Kultur im albanischsprachigen Südosteuropa. Frankfurt.

KÜÇÜKDAĞ, Yusuf. (2010). Türk Aleviliği Araştırmaları. Konya.

ŞAHİN, Haşim. (2007). “Otman Baba”. TDV İslâm Ansiklopedisi, XXXIV, s. 6-8, İstanbul.

KÜÇÜKDAĞ, Yusuf vd. (2015). Vesâik-i Bektaşiyan’a Göre Osmanlı Devleti’nde Bektaşi Tekkeleri. Konya. MADEN, Fahri. (2013). Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması (1826) ve Bektaşiliğin Yasaklı Yılları. Ankara. NORRIS, Harry T. (1993). Islam in the Balkans: Religion and Society Between Europe and the Arab World. Columbia: University of South Carolina Press. NORRIS, Harry T. (2006). Popular Sufism in Eastern Europe: Sufi Brotherhoods and the Dialogue with Christianity and ‘Heterodoxy’. Londra.

SWİRE, Joseph. (1937). King Zog’s Albania. London.

ŞAHİN, İlhan. (1995). “Eski Zağra”. TDV İslâm Ansiklopedisi, XI, s. 394-396, İstanbul. TRIX, Frances. (2014). “Spiritual Migration in the Context of Political Change: The Bektashi Babas of Rumeli”. Managing Muslim Mobilities Between Spiritual Geographies and the Global Security Regime. Ed: A. Fábos-R. Isotalo. Londra. UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı. (1988). Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları, I. Ankara.

135


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

136


SELANİK VİLAYETİNDE BEKTAŞİLİK BEKTASHISM IN THE PROVINCE OF THESSALONIKI

Fahri MADEN1

te meydan odaları yıktırılırken mal varlıkları birer birer zapt edilmiştir. Bayezid Baba Tekkesi Rıfai tarikatına, Kara Baba Tekkesi

ÖZ

Halveti tarikatına, Yenice-i Vardar’ın Esirlik

Selanik Türk idaresine girdikten son-

köyündeki Hasan Baba Tekkesi ise Kadiri

ra Bektaşiliğin faaliyet gösterdiği önem-

tarikatına devredilmiştir. Böylece Selanik’te

li bölgelerden biridir. XIII. yüzyılda Sarı

kesintiye uğrayan Bektaşilik zamanla yeni-

Saltuk’un Rumeli’de tekkeler kurmasından

den canlanmıştır. Bununla birlikte Selanik

başlayarak Yeniçeri ordusuyla birlikte fe-

ve çevresinin Türk idaresinden çıkması üze-

tihlere iştirak eden Bektaşi dervişleri, devlet

rine bölgedeki Müslüman ahalinin durumu

tarafından iskân edilen Türkmen-Yörük aşi-

gün geçtikçe kötüye gitmiş, özellikle Millî

retleri Bektaşiliğin Selanik ve çevresine ta-

Mücadele döneminde Yunanlılar bölgede

şınmasında etkili olmuştur. Fatih dönemin-

Müslüman katliamına başlamışlardır. 1922

de Selanik çevresinde tekkeler açan Bayezid Baba ve halifeleri dikkat çekmektedir. Ayrıca Kara Baba, Musa Baba, Süleyman Dede, Aydına Baba tekke ve türbeleri Selanik merkezinde Bektaşiliğim temsilcisi olmuşlardır. Selanik vilayetine bağlı Katerin, Serez, Ustrumca, Vardar, Kesrin ve Kesendire gibi yerleşim birimlerinde de tarikat yayılmıştır. Ancak 1826 yılında Yeniçeri Ocağı ile birlikte Bektaşiliğin yasaklanması hadisesinden Selanik tekkeleri de etkilenmiştir. Bu süreçMakale geliş tarihi: 21.02.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017

yılında ileri gelen kişilerle birlikte Bektaşi şeyhi Hasan Baba da şehit edilmiştir. 1924 nüfus mübadelesinin ardından ise bölgede Bektaşilik tamamen yok olma tehlikesi altına girmiştir. Bu çalışmada arşiv belgeleri ışığında Selanik vilayetinde tarih boyunca faaliyet gösteren Bektaşi tekke ve türbeleri ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Rumeli (Balkanlar), Selanik, Bektaşilik, Bayezid Baba, Kara Baba, Musa Baba, Abdullah Baba.

1 Yrd. Doç. Dr., Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.

137


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ABSTRACT After the Turkish administration, Thessaloniki has been one of the important regions where Bektashism operates. The Bektashi dervishes, who participated in the conquests together with the Janissaries after the formation of the monotheks of Sarı Saltuk in Rumeli in the 13th century and the Turkmen-Yörük tribes who were relocated by the government became effective in carrying Bektashism to Thessaloniki and its surroundings. During the reign of

and its environs. Especially during the National Struggle, the Greeks started a Muslim massacre in the region. In 1922, along with the prominent people, Bektashi shahi Hasan Baba was also martyred. After the population exchange of 1924, Bektashism in the region was in danger of extinction. In this study, the Bektashi tekke and the specimens which are operating throughout the history in the province of Thessaloniki are tried to be revealed in the light of archive documents.

Mehmed the Conqueror, Bayezid Baba and

Keywords: Rumeli (Balkans), Thessalo-

his caliphs, which opened monocles around

niki, Bektashism, Bayezid Baba, Kara Baba,

Thessaloniki, draw attention. In addition,

Musa Baba, Abdullah Baba.

Kara Baba, Musa Baba, Süleyman Dede, Aydin Baba dervish lodge and shrines were representatives of the Bektashi sect in the center of Thessaloniki. The sect was spread in settlement units such as Katerin, Serez, Ustrumca, Vardar, Kesrin and Kesendire connected to Thessaloniki province. In 1826, however, Thessaloniki monks were also affected by the ban of Bektashism along with the Janissary Corps. In this process, while the chambers of the Bektashi monks were destroyed, their property was captured. The Bayezid Baba Tekkesi was transferred to the Rifai order, the Kara Baba Tekkesi to the Halveti order, and the Hasan Baba Tekkesi in the Esarlik village of Yenice-i Vardar town to the Kadiri order. Thus, Bektashism which was interrupted in Thessalonica was revived over time. On the other hand, the situation of Muslim people in the region has worsened due to loss of Thessaloniki 138

Giriş Selanik 1387 baharında Çandarlı Hayreddin Paşa ve Gazi Evrenos Bey kumandasındaki Osmanlı birlikleri tarafından uzun süren bir abluka neticesinde fethedilmiştir. Yıldırım Bayezid, Selânik’in karşısındaki bir tepeye Türk garnizonunun varlığını belirten bir kale yaptırmıştır. Ancak 1402 Ankara bozgunundan sonra Bizans İmparatoru II. Manuel Paleiologos, Selanik’i alıp bu kaleyi yıktırmıştır. Süleyman Çelebi ile Bizanslılar arasında yapılan bir antlaşma ile de Selanik 1403’te Bizans idaresine geçmiştir. Sultan II. Murat döneminde Selanik yeniden abluka altına alınmış, Bizans şehri koruyamayacağını anlayınca 1423’te Venedik’e satmıştır. Bunun üzerine Venedik’e karşı savaş açılmıştır. Bazı tarihçilere göre Venedik idaresi altında şehir tarihinin en kederli günlerini yaşamıştır. Keza Venedikliler şehir halkına


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

karşı zorbaca davranmışlardır. Bu sebeple

leşmede boş ve tenha araziler tercih edil-

bir zamanların canlı, zengin ve nüfusu ka-

miş, oralara tekke ve zaviyeler kurulmuş-

labalık tüccar şehrinde bu dönemde açlık

tur. Bu yerleşmenin gerçek kahramanı Sarı

ve sefalet hüküm sürmüş, halkın çoğu şehri

Saltuk’tur. Onun gerçek bir şahsiyet olma-

terk etmiştir.

yıp bölgede iki asır boyunca faaliyet göster-

Selanik’i yeniden kuşatan Sultan II. Murat şehir halkına savaşmadan teslim olmaları durumunda imtiyazlı bir statü vermeyi teklif etmiştir. Rum halkı bu teklife olumlu yaklaştıysa da Venedik yönetimi teklifi reddetmiştir. Nitekim bir ay süren kuşatmanın ardından 29 Mart 1430’da Osmanlı birlikleri surları aşmış, meydana gelen savaşta halktan birçok kişi esir edilmiştir. Ancak fidye karşılığı esirler serbest bırakıldığı gibi Venedikliler döneminde şehri terk edenlere geri dönmeleri çağrısında bulunulmuş, bunlara önceden edindikleri mal ve mülkleri iade edilmiştir.

miş bütün sûfilerin tecrübelerinin toplamı olduğu söylense de Kaleshi ve Kiel onun Balkan coğrafyasında varlığının ve faaliyetlerinin olduğunu ifade etmektedir. Konuyla ilgili farklı kaynaklarda farklı bilgiler olmakla beraber Hamzaoğlu bu olayı şu şekilde ortaya koymaktadır: ‘Osmanlı’dan önceki dönemde Balkan Yarımadası’nın İslamlaşmasında Sarı Saltuk’un da rolü çok büyüktür. Sarı Saltuk 1261 yılında Anadolu’dan 10 bin aileyi kapsayan 40 Türkmen kabilesi ile Dobruca’ya iskân etmiştir. Bu yıllardan itibaren Dobruca her şeyi ile tamamen bir Müslüman olmuştur. Sarı Saltuk, Balkan Yarımadası’nda İslam’ı

şehre

yayan bir misyoner olarak gösterilmektedir.

Türk iskânı başlamıştır. İlk etapta Yenice-i

Sarı Saltuk’un, Osmanlı Devleti’nin kurul-

Vardar’dan

Türk

duğu yıllarda dini faaliyetlerde bulundu-

Selanik’e yerleştirilmiştir. 1430 yılında Ru-

ğu bilinmektedir.’ Bektaşiliğin Balkanlar-

meli eyaletine bağlı Selanik sancağı kurul-

da yayılmasındaki ikinci şekil ise Osmanlı

muş, bu sancak 1846 yılında Selanik eyale-

Devleti’nin fetih ve iskân politikalarıyla ve

tine, 1864’te ise vilayete dönüştürülmüştür.

Yeniçeri-Bektaşi birlikteliği ile gerçekleş-

Vilayet Selanik merkez sancağının dışında

miştir. Hacı Bektaş Veli, bir kısım halifeleri-

Serez, Drama ve Taşoz sancaklarını içine al-

ni belli bir plan ve stratejiye göre Rumeli’ye

maktaydı.

göndermiştir. Bu etkinlik, Osmanlı fetih-

Selanik’in

fethinin getirilen

ardından bin

kadar

Balkanlarda Bektaşilik ve Selanik’e Bektaşiliğin Gelişi “Bektaşilik, Balkanlara iki şekilde yerleşmiştir. Birincisi, XIII. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti bu bölgelere henüz gelmeden gezici dervişler eliyle olmuştur. Bu yer-

lerinin Balkanlarda hızlı yayılmasında da devam

etmiştir”

(Çibik;

Umaroğulları,

2017:460). “Tekkeler, Balkan coğrafyasında özellikle ilim, kültür, sanat, edebiyat, musiki, mimari, süsleme, askerî, ziraat, toplum139


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

sal dayanışma gibi pek çok alanda hizmet

lik bugünkü Yunanistan ve Bulgaristan’da

yapmış kurumlardır. Balkan topraklarında

pek çok tekkeye sahip olmuştur.

tasavvufi çalışmalar Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun öncesine dayanmaktadır. Bir misyon uğruna Balkan coğrafyasının çeşitli bölgelerine gönüllü olarak giden dervişler; gittikleri bölgelerde sayısız tekke, ribat, zaviye, hankâh ve dergâh açmışlardır. Barkan bu yapıların daha çok su kaynakları yakınlarında konumlanarak yanlarında değirmenlerin açıldığını ve bu şekilde bölge insanlarına ulaşıldığını belirtmektedir. Bu yaklaşımla Balkanlardaki askerî ilerlemeye paralel olarak tekkelerin de sayısı çoğalmıştır. Osmanlı Devleti’nin fetih ve iskân politikalarıyla ilişkili olarak fetihlerden sonra Balkanlara gelen Bektaşi babalarının ara-

Gerek Yeniçeri ordusuyla birlikte fetihlere iştirak eden Bektaşi dervişleri gerekse devlet tarafından iskân edilen TürkmenYörük aşiretleri Bektaşiliğin Selanik ve çevresine taşınmasında etkili olmuştur. Sultan II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinde

Rumeli’de

Osmanlı

hâkimiyeti

ilerleme kaydettikçe birbiri ardına Bektaşi tekkeleri de açılmıştır. XVI. Yüzyılda yaşanan Osmanlı-Safevi mücadelesinde de Anadolu’daki Kızılbaş ve Alevilerin bir kısmının Rumeli’ye sürgün edildiği, bunların da o bölgelerde Alevilik ve Bektaşilik inancını temsil ettikleri bilinmektedir.

cılığıyla Balkanlarda yayılan bu tasavvufi

Selanik’e Bektaşiliğin gelişinde ve ya-

hareketin bir sonucu olarak Balkan coğ-

yılmasında Yeniçerilerin de rolü bulunmak-

rafyasında bugün tamamı ayakta olmasa

tadır. Keza Selanik aynı zamanda Yeniçeri-

da oldukça fazla sayıda Bektaşi tekkesinin

lerin eğitildiği şehir olmuştur. 1826 yılında

varlığı ve etkisi devam etmektedir” (Çibik;

Yeniçeri ocağı kaldırıldığında Selanik’te

Umaroğulları, 2017:462).

yaklaşık on bin Yeniçerinin öldürüldüğü ri-

Alevilik ve Bektaşiliğin Rumeli’de temsil edilmesi XIII. yüzyıla kadar inmektedir. 1240 yılında meydana gelen Baba İlyas önderliğindeki Babai olayı sonrası önemli bir Alevi

çerilikle birlikte Bektaşilik de yasaklanmış, Bektaşi tekkeleri kapatılmış veya başka tarikatlara devredilmiştir.

Yunanistan-Bulgaristan

Selanik bölgesinde fütuhatla birlikte ge-

bölgesine yerleşmiştir. Daha sonra Sarı

len Bektaşi dervişleri hem fetihte önemli rol

Saltuk’ın 1260’larda Balkanlarda faaliyet

üstlenmişler hem de tekkeler kurarak böl-

gösterdiği bilinmektedir. Keza Selanik san-

gede İslamiyet’in yayılmasına katkı sağla-

cağı dâhilinde de Saltuk köyüne rastlan-

mışlardır. Bu itibarla Selanik ve çevresinde

maktadır (Saltık, 2005:21). Osmanlı döne-

Musa Baba, Bayezid Baba ve Kara Baba gibi

minde ise Rumeli futühatının başlamasıyla

Horasan erenlerinin faaliyet gösterdikleri,

Edirne’nin ardından Üsküp’e, Kırcaali’ye

tekkeler kurdukları, devlet adamları ve ha-

ve oradan Vardar Ovası’na ulaşan Bektaşi-

yırseverler tarafından vakıflar tesis edilerek

140

topluluğu

vayet edilmektedir. Keza o dönemde Yeni-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

bölgede Bektaşiliğin neşvü nema bulduğu

hürmetle tekkesine kabul etmiştir. Ancak

görülmektedir.

iftardan sonra Otman Baba, “Çabuk ayağa kalk seni ulu ziyarete isterler, sen bir ulu

Selanik’te Bektaşi Tekke ve Türbeleri 1. Bayezid Baba Tekkesi

ağaçtın seni yerinden kopardılar” sözüyle onu yerinden kaldırıp Mümin Derviş’i posta geçirmiştir. Bayezid Baba bu hadise üzerine utançla halvethanesine girmiş,

Fatih Sultan Mehmet zamanında ya-

bir müddet sonra Mümin Derviş’i çağırıp

şayan Bayezid Baba tarafından Selanik

“Tez bunu nasıl getirdinse öyle götür” diye

yakınlarındaki Büyük Vardar’ın Babaköy

azarlamıştır. O da “Buna gücüm yetmez,

mevkiinde kurulmuştur. Bölgede ileri gelen

en iyisi biz sefere gidince bunu yerimize bı-

bir Bektaşi şeyhi olan Bayezid Baba Zağ-

rakalım” önerisinde bulunmuştur (Avşar,

ra kazasının Ahadevren köyünde ikamet

2007:409, 411).

edip burada bir tekke kurmuş, şeyhliğini Mü’min Baba’ya bırakarak Selanik tarafına göç etmiştir. Yenice-i Vardar’ın Esirlik köyünde türbesi bulunan Hasan Baba da onu halifesidir (Küçükdağ; Değerli; Şahin, 2015:30, 93).

Otman Baba Vilayetnamesi’ne göre Otman Baba, Bayezid Baba’dan üstündür. Otman Baba kutb, Bayezid Baba ise zühd ve takva makamındadır. Bu münasebetle Bayezid Baba düşünceleri sebebiyle ilim adamları tarafından sorgulanmış, âlimler onu “Sen

Bayezid Baba ile ilgili Otman Baba

bidatsin ve tarikin şeriata muhaliftir” suçla-

Vilayetnâmesi’nde çeşitli menkıbeler bu-

masında bulunmuşlar ve Selanik’te yakmak

lunmaktadır. İlk karşılaşmalarında bölgede

istemişlerdir. Bunun üzerine Bayezid Baba

kendine bağlı onlarca tekke bulunan Baye-

korku ve hüzünle ilim adamlarını doğru-

zid Baba, Otman Baba’ya karşı çıkmış, onun

layarak muti olmuştur. Kutb makamında

“kutbü’l-aktab” olduğunu kabul etmemiş,

bulunmuş olsaydı zahir âlimlerini mat edip

onu nezaketen karşılamak dışında tasvip

ateşe atılmaktan korkmaz, atılsa bile yan-

etmemiştir. Rivayetlere göre Bayezid Baba

mazdı (Avşar, 2007:411).

Vardar’da ikamet etmekte iken Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nı ziyaret etmek istemiş, tüm dervişlerini toplayarak bu niyetini onlara haber vermiştir. Dervişlerinden Mümin o sırada misafiri olan Otman Baba’yı iftar için bir ata bindirip Vardar’a doğru yola çıkarmış, durumu da Bayezid Baba’ya bildirmiştir. Bunun üzerine Bayezid Baba gelenleri karşılamaya çıkmış, Otman Baba’yı izzet ve

Vilayetname’deki anlatıma göre Bayezid Baba ve dervişleri Otman Baba’yı tekkenin fırınına hapsederek gece yarısı yola çıkmışlardır. Sabaha karşı keramet göstererek dışarı çıkan Otman Baba dervişlerin gittiğini görmüş, bu arada Bayezid Baba ve kafilesi Serez’e varmıştır. Serez’de Mecnun Derviş’in tekkesine vardıklarında Otman Baba yine keramet göstererek orada belir141


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

miştir. Bu durum karşısında dervişlerden

ğında mecal kalmamış, bazıları hastalan-

Kara Abdal, “Hey Yörük kocası, bizimle

mış ve yola devam edememişlerdir. Geri

alıp veremediğin ne ki senden kurtulama-

tekrar Akpınar Tekkesi’ne dönmüşlerse de

yız” deyince, Otman Baba, “çenesi kısalası,

Mümin Derviş’in Otman Baba’yı ata bindi-

ben Yörük kocası değil, Hakkın emriyle ca-

rip Bayezid Baba’nın kırkına götürdüğünü

nını alıcıyım” karşılığını vermiştir. Ardın-

öğrenmişler, canı gönülden Otman Baba’ya

dan Kara Abdal’ın çenesi kısalmaya başla-

âşık olup onu görmek için yola düşmüşler-

mış, dervişlerden biri sopayla çenesini aç-

dir (Avşar, 2007:412).

maya çalıştıysa da Kara Abdal akşama doğru vefat etmiştir. Ona yardım eden derviş ise kuşluk vaktinde can vermiştir. Bu hadisenin ardından Bayezid Baba dervişleriyle birlikte gece vakti yola revan olmuştur. Karasu Yenicesi’ndeki Akpınar Tekkesi’ne ulaşmalarını müteakip Otman Baba onlara yetişmiş, cezbesiyle Bayezid Baba’nın yedi dervişini birden öldürmüştür. Nihayet Bayezid Baba niyaz ederek Otman Baba’dan

Otman Baba Vilâyetnamesi’nde Otman Baba ile ilgili olarak anlatılan olaylar İstanbul’un fethi ile Otlukbeli Savaşı arasında anlatılmaktadır. Bu sebeple Bayezid Baba’yı 1453-1473 arasına yerleştirebiliriz. Vefatından sonra Bayezid Baba, Vardar’daki tekkesine defnedilmiş, ona bağlı dervişler burada onun kırkını icra etmişlerdir (Kayapınar, 2009:108).

özür dilemiş, Otman Baba’ya, “Biz Hacı

Arşiv kayıtlarına göre Bayzeid Baba

Bektaş Dergâhı’na gidip gelinceye kadar

Tekkesi, Selanik nahiyelerinden Vardar-ı

burada dinlen” demiştir. Otman Baba bu

Kebir’e bağlı Babaköy’de hayır sahiple-

teklifi kabul ederek onlara yol vermiştir.

rinden ve akıncı beylerinden Bali Bey ibn

Nitekim Bayezid Baba Hacı Bektaş’ı ziya-

Malkoç Bey2 tarafından inşa ettirilmiştir.

ret edip dönünceye kadar bir yanı üstüne yatıp beklemiş, saçları fitil fitil uzamıştır. Bayezid Baba Akpınar Tekkesi’ne ulaştıktan bir müddet sonra vefat etmiştir (Avşar, 2007:409). Öte yandan Bayezid Baba’dan sonra onun dervişleri de Otman Baba’nın “kutbü’l-aktab” olduğunu kabul etmemişlerdir. Onu dergâhta bırakıp Serez’e doğru hareket ettiklerinde, bu tavırları Otman Baba’nın hiddetine neden olmuş, Otman Baba, “gidebilirseniz gidin” demiştir. Bu hitap üzerine dervişlerden bazısının aya142

2 Malkoçoğulları, Osmanlı Devleti’nde özellikle XV. ve XVI. yüzyıllarda faaliyet gösteren bir akıncı ailesidir. İstanbul’un fethinde de hizmet eden Bali Bey Arnavutluk, Dalmaçya ve Eflak’a düzenlediği akınlarda önemli başarılar kazanmıştır. 1478’de Semendire ve 1486’da Silistre sancak beyi olmuştur. Daha sonra akıncı beyi olan Bali Bey, Macaristan taraflarına da akınlar yapmış, pek çok ganimetle dönerken Erdel (Transilvanya) voyvodası tarafından mağlup edilmiştir. Bali Bey, II. Bayezid devrinde 1498-1499’da yapılan Boğdan seferine de katılmış, aynı yıl Lehistan üzerine iki defa akın yapmıştır. Böylece Boğdan’ın Osmanlı hakimiyetine girmesinde önemli rol oynamıştır. Varşova fatihi olarak ün kazanan Bali Bey, 1510 yılında vefat etmiştir. Bali Bey’in Saraybosna’da bir mescidi bulunmaktadır (Başar, 2003:537-538).


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Ayrıca tekke için bir de vakıf kurulmuş,

te her türlü vergiden muaf tutulmuşlardı.

Babaköy’ün aşarı da bu tekkeye şart ve ta-

Ayrıca bu kişilerden biri sait, biri dede, bi-

yin edilmiştir. Tapu tahrir kayıtlarında Mal-

risi imam sıfatıyla anılırken otuz ikisi der-

koçoğlu vakfına ilk olarak 1514 tarihinde

viş olarak ifade edilmekteydi (Kayapınar,

rastlanmaktadır. Bu kayıtta Bayezid Baba

2009:113).

Tekkesi’nin yer aldığı köy Türk köyü manasında Türkohor olarak kullanılmakta, 1528 tarihli ikinci tapu kaydında ise Babaköy olarak geçmektedir (Kayapınar, 2009:110).

XV. yüzyılın ikinci yarısında kurulan Bayezid Baba Tekkesi uzun yıllar hizmet vermiştir. Bayezid Baba Tekkesi bünyesinde Bayezid Baba’nın türbesini barındırmış-

Malkoçoğlu Bali Bey Vakfı ve Bayezid

tır. Elimizdeki arşiv kayıtları Malkoçoğlu

Baba hakkında XVI. yüzyıla ait en teferru-

Bali Bey Vakfı ve bu vakfa bağlı Bayezid

atlı Osmanlı kaynağı olarak ise 723 nolu

Baba Tekkesi’nin XVII.-XIX. yüzyıllar arası

tapu tahrir defteridir. Bu defterde Bayezid

geçirdiği tarihi seyri aydınlatmaktadır.

Baba Tekkesi’nin bulunduğu Vardar nahiyesine bağlı Babaköy hakkında detaylı bilgiler mevcuttur. Buna göre köyün önemli bir kesimini “Hizmekârân-ı asitane-i Bayezid Baba” başlığı altında kayda geçirilen dervişler oluşturmaktadır. Bu durum Bayezid Baba Tekkesi’nin büyüklüğüne işaret etmektedir. Keza bu kayıtta tekkede 35 kadar dervişin ismi verilmektedir.

6 Şubat 1670 tarihli arşiv kaydına göre tekke vakfında Ahmet isminde bir mütevelli bulunuyordu (BOA, İE. EV, 13/1588). 24 Mayıs 1695 tarihinde ise Bayezid Baba Vakfı’nın başında Mehmet isimli şahıs yer alıp, cülus münasebetiyle mütevelli beratının yenilenmesi söz konusudur (BOA, İE. EV, 28/3291).

Bu dervişler: Derviş Ali, Kasım Said, Der-

1712 yılında Malkoçoğlu Bali Bey Vakfı

viş Kurd, Derviş Durmuş, Mehmed Dede,

vakıf evladından Ali’nin tasarrufundaydı.

Hasan Derviş, Selim Derviş, Âşık Derviş,

Bu tarihte Baba köyüne ve Bayezid Baba

Hüseyin Derviş, Ahmed Derviş, Selim-i di-

Tekkesi mahsulüne Uzuncaabad Hasköy

ğer Derviş, Ali Derviş, Cafer Derviş, İmam

kazasına bağlı Tatar köyünden Murad Bey

Koca, Mustafa Derviş, Saru Derviş, Cihan

oğulları ile Paşa köyünden Cafer Bey oğul-

Derviş, Ali Derviş, Hasan Derviş, Koçi Der-

larının müdahalesi meydana gelmiş, ancak

viş, İbrahim Derviş, Hızır Derviş, Turmuş

ortadan kaldırılmıştır (BOA, AE.SAMD.III,

Derviş, Hüseyin Derviş, Kanber Derviş, Ca-

75/7531; BOA, AE.SAMD.III, 183/17791).

fer Derviş, Ahmet Derviş, Turmuş Derviş, Turali Derviş, Aşir Derviş, Mehmed Derviş, Sadık Derviş, Hacı Derviş, Hüseyin Derviş, Hasan Derviş. Bu 35 derviş asitanenin hizmetkârları olarak belirtilmekle birlik-

1725 tarihli arşiv kaydına göre Malkoçoğlu Bali Bey sadece Bayezid Baba Tekkesi’ni inşa ettirmek ve tekkeye vakıf tesis etmekle kalmamış, buraya bir de cami yaptırmıştır (BOA, C.EV, 398/20177). 143


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

1736 yılında Bali Bey ibn Malkoç Bey

timale uğraması sebebiyle tekke ve caminin

Vakfı tevliyeti Mustafa ve Halid’in müşte-

harap hale geldiği bir defa da Selanik naibi

rek olarak üzerlerinde iken Mustafa vefat

Ahmet Müşir Efendi tarafından ifade edil-

etmiştir. Hissesi oğlu İsmail’e intikal edip

miştir (BOA, AE.SMST.III, 72/5318).

bu defa yine müşterek bir şekilde Mustafa oğlu İsmail ile Halid birlikte tevliyet görevini yürütmüşlerdir (VGMA, Defter nr. 663, s.187). Bununla birlikte 1741 yılında İsmail ve Halid’in evlatsız olarak vefat etmeleri üzerine Bali Bey ibn Malkoç Bey evladından Hasan ve Mehmet tevliyet görevinin kendilerine verilmesini talep etmişlerdir. Yapılan tahkikat sonucunda bu itek uygun bulunarak Bayezid Baba Tekkesi’nin bağlı bulunduğu Bali Bey ibn Malkoç Bey Vakfı’na Hasan ve Mehmet isimli kişiler müşterek olarak atanmışlardır (VGMA, Defter nr. 663, s.265).

XVIII. yüzyılın ortalarında harap hale geldiği anlaşılan Bayezid Baba Tekkesi daha sonra onarılmıştır. Dışardan bazı müdahaleler meydana gelmişse de tekke 1826 yılına kadar faaliyetlerini sürdürmüş (BOA, C. EV, 124/6153; BOA, C. EV, 165/8203; BOA, C. EV, 588/29688), bu tarihte Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması sırasında postnişinlik makamının terk edildiği tespit edilerek meydan odası yıktırılmış, ayakta kalan türbenin türbedarlığına ve vakıf mütevelliliğine Atina ahalisinden ve Rıfai tarikatından Şeyh Hüseyin görevlendirilmiştir. Ayrıca tekkenin yıktırılması sırasında Ba-

Öte yandan 1743 tarihinde ise tekke yö-

baköy ile civarda bulunan Işıklar köyünün

netiminde zorunlu bir değişikliğe gidilmiş-

aşar geliri ve vergilerini tekke vakfına ait

tir. Keza XVIII. yüzyılın başlarında tekkeye

olduğu, vakıf mütevellisi Ömer’in ortadan

post-nişin olarak görevlendirilen Hacı Ah-

kaybolduğu tespit edilmiştir (BOA, MAD,

met oğlu Şeyh Mehmet’in 25 senedir tekke

9772, s.144; BOA, MAD, 9732, s.18). Tekke-

gelirlerini kendi nefsine sarf ettiği tespit

nin yıktırılması ile ilgili arşiv kaydında şu

edilmiştir. Bu sebeple tekke harap hale gel-

ifadeler dikkat çekmektedir:

miştir. Netice olarak 29 Mart 1743 tarihinde Mehmet bin Hacı Ahmet tekkeden uzaklaştırılmış, Hacı Bektaş Veli evladından Hacı Feyzullah Efendi’nin arzıyla Bektaşi tarikatından Teslim Abdal lakaplı Derviş Ali Bektaş tekke şeyhliği ve tevliyeti görevine getirilmiştir (VGMA, Defter nr. 1212, v.43).

“Selanikde… nâhiye-i Vardarda kâ’in Bayezid Baba zâviyelerinin zâviyedârları makamı terk olunmuş olub mevcûd olan Bektaşilerin odaları hedm ve imhâ kılınmış ve bulunan kütüb ve eşyâ ma‘rifet-i şer‘ ve mübâşir-i mûmaileyh ma‘rifeti ve me’mûrin-i sâ’ire ma‘rifetleriyle ye-

1765 tarihli arşiv kaydına göre Baye-

gan yegan tahrîr olunarak iktizâ iden

zid Baba Türbesi’nde Bali Bey bin Malkoç

mümzî defteri takdîm olunmuş olduğu…

Bey tarafından tesis edilen tekke ve camiye

ve mârü’l-beyân Baba karyesinde Baye-

mahsus köylerin aşar ve mahsulünün suiis-

zid Baba Türbesine dahî kezâlik türbedâr

144


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ile bir zâviyedarlığın îcâbına ve zaviye-i

lir elde edilip hazineye aktarılmıştır (BOA,

mezbûre vakfı olan karye-i merkûmenin

MAD, 9732, s.109; BOA, MAD, 9773, s.73;

a‘şâr ve rüsûmâtı hasılatıyla civârında bu-

Maden, 2013:390, 396-397, 398, 400, 412,

lunan Işıklar karyesinde dahî ekser a‘şâr

414, 419). Bayezid Baba Tekkesi’ne bağlı

ve rüsûmu merbût olduğu haber virilüb

köyün hasılatı 1837 yılına kadar hazineye

mütevellisi bulunan Ömer nâm kimesne

aktarılmış, bu tarihte bir miktarı türbedara

dahî gâ’ib olduğundan başka mevcûd olsa

bırakıldıktan sonra kalanı eskiden olduğu

istihkâkı olmadığı tahkîk kılındığına mü-

gibi nahiyede bulunan Bali Bey ibn Malkoç

beyyin Atina ahâlisinden ve tarîk-i Rıfâiyye

Bey Vakfı’na tahsis edilip, vakıf mütevellisi

meşâyihinden olarak elyevm Selanikde

olarak Seyyid Ali ve Seyyid Mahmud tayin

bulunub cümlenin ihbârıyla meşîhata eh-

edilmiştir. Ayrıca vakfa dışarıdan yapılan

liyeti zâhir olan Şeyh Hüseyin türbedâr

müdahalelerin

ve zâviyedarlık ile tevliyet-i mezbure-

(BOA, MAD, 9776, s.127).

nin tevcîh kılınmış taraf-ı şer‘den virilüb takdîm olunan i‘lâm ile ahâlinin muhzırlarından ma‘lûm-ı ‘âlişan olacak beyânıyla ber minvâl-i muharrer zikr olunan türbedâr ve zaviyedarlık ile tevliyet-i mezkûrenin şeyh-i mûmaileyhe tevcîh ve iktizâ iden berât-ı şerîfân i‘tâ kılınmış…” (BOA, MAD, 9772, s.144). Tekkenin yıkılması sırasında emlak ve eşyasına ise el konulmuştur. Bu tarihte Esat Paşa tarafından hazırlanan bir raporda Bayezid Baba Tekkesi’nin 25 dönüm tarla ve 5 dönüm çayır ile bir meydan odası, türbe, oda, mutfak, samanlık, ahır ve dükkan gibi eklentilere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Tekkede eşya olarak ise 48 kıyye bakır, 3 adet halı, 1 adet kilim, 5 adet kazan, 16 adet seccade ve 23 adet şamdan memurlar tarafından kayda geçirilmişti. Tekkenin arazilerinden 1828 yılında 1925 kuruş gelir elde edilmiş, bunun 695 kuruşu tekke masraflarına harcanıp kalan 1230,5 kuruş hazineye aktarılmıştır. 1831 yılında ise 1752 kuruş ge-

önlenmesi

emredilmiştir

Arşiv kayıtlarında Bayezid Baba Tekkesi bünyesinde Bali Bey ibn Malkoç Bey tarafından bir cami yaptırılıp vakıf kurulduğu tespit edilmektedir. 29 Haziran 1842 tarihinde bu camii vakfına mütevelli tayin edilen Ömer Halife’nin görevden uzaklaştırılıp yerine vakıf evlatlarından Seyyid Ali Bey ve Seyyid Mahmud Bey’in tevcih edildiği anlaşılmaktadır (BOA, EV.EMH, 134/8). Selanik ve çevresindeki diğer bazı tekkelerle birlikte Bayezid Baba Tekkesi’nin XX. yüzyılın başlarına kadar faaliyetlerini sürdürdüğü tespit edilmektedir (VGMA, Defter nr. 5141, s. 2; Mikov, 2008:133). Ancak Selanik ve çevresi Türk idaresinden çıktıktan sonra bölgedeki Müslüman ahalinin durumu gün geçtikçe daha kötüye gitmiştir. Özellikle Milli Mücadele döneminde Yunanlılar bölgede Müslüman katliamına başlamışlar, 1922 yılında Selanik’te Müslüman ahaliyle beraber ileri gelen kişileri ve Bektaşi şeyhi Hasan Baba’yı şehit etmişlerdir (BOA, HR.İM, 42/4). 145


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

1924 nüfus mübadelesi ile Selanik’ten

odalar yıktırılıp imha edilmiş, görevli me-

Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Bekta-

mur Hacı Ali Bey tarafından kitap ve eşya-

şiler de bulunmaktadır. Örneğin 1850’lerde

ların sayım ve dökümü yapılarak deftere

Kara Sinan köyünde dünyaya gelen ve

kaydedilmiş, yine Selanik’teki Süleyman

yıllarca Selanik’te Bektaşi Babalığı yapan

Baba Türbesi ile birlikte Kara Baba Türbe-

Kara Ahmet Baba 1924 yılında mübadele ile

si türbedarlığına ehl-i sünnetten herkesin

Tekirdağ’ın Şarköy ilçesinin Uçmak Dere

hüsnü zannını kazanmış olan Derviş Ahmet

köyüne gelmiştir. Tekirdağ’ın merkeze bağ-

tayin edilmiştir (BOA, MAD, 9772, s.144;

lı Kılavuzlu köyüne gelip zamanın mür-

BOA, MAD, 9732, s.18).

şitleri ile tanışmıştır. Kılavuzlu köyünde Alimşah Ahmet Baba ile yakın dostluk kurmuştur. 1926 yılında vefat etmiştir (Engin, 2010:397).

1826 yılında Kara Baba Tekkesi Bektaşilerden

alınarak

Halveti

tarikatına

devredilmiştir. Keza bu tekke 1826 sonrası arşiv kayıtlarında Halveti tarikatı-

Selanik ve Yenice Vardar’ın 1912 yılın-

nın Mısriye koluna bağlı olarak karşımıza

da Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmasın-

çıkmaktadır (BOA, EV.MKT, 6/6; BOA,

dan sonra Yunan hükümeti tarafından adı

EV.MKT, 397/44; BOA, EV.MKT, 2302/100;

1927 yılında Ayos Petros’a çevrilen Bayezid

BOA, EV.MKT, 2319/19; BOA, EV.MKT,

Baba Tekkesi’nin bulunduğu yer Müslü-

2352/101; BOA, EV.MKT, 2353/13; VGMA,

manlar tarafından hâlâ Babaköy olarak anıl-

Defter nr. 994, s.4-5; VGMA, Defter nr. 4974,

maktadır. Babaköy’ün XX. yüzyılın başın-

s.74; VGMA, Defter nr. 2662, s.23).

daki durumuyla ilgili Bektaşî araştırmalarının kaynakları arasında yer alan John Kingsley Birge ve F. W. Hasluck herhangi bir bilgi sunmamaktadır (Birge, 1937:285; Hasluck, 1929:780-781; Kayapınar, 2009:111). Günümüzde tekkeden geriye imareti kalmıştır. Yıllar önce restorasyon için iskelelerle çevrilmiş olup onarılmayı beklemektedir (Özsoy, Erişim 09.04.2017).

2. Kara Baba Tekkesi

Tüm Bektaşi tekkelerinde olduğu üzere emlak ve eşyaları zapt edilerek kapatılan Kara Baba Tekkesi’nin gelirleri de hazineye aktarılmıştır. Bununla birlikte tekkenin 1831 ve 1832 yıllarına ait gelirlerinden 350 kuruşu tekke şeyhine maaş olarak verilmiştir (BOA, MAD, 9771, s.9). 1826 yılında Bektaşi yasağı sırasında kapatılan tüm varlıkları zapt edilen Kara Baba Tekkesi’nin emval ve eşyaları arasın-

Kara Baba Tekkesi, Selanik’in Tahtelka-

da kitaplar da bulunmaktadır. Tekkenin

le mevkinde bulunuyordu. Tekkenin 1826

kapatılması sırasında 18 cilt kitap müsadere

öncesine ait kayda değer bir bilgi bulunma-

edilmiştir. Bunlar Mushaf-ı Şerif, Mesnevi-i

maktadır. Bu tarihte zaviyedarın makamını

Şerif, Kütüb-i Fıkıh, Sadrü’ş-Şerife, Fıkhiye

terk etmiş olduğu görülmüş, Bektaşilere ait

Şerhi, Na‘at-ı Resûl, Atîk-i Avâmil, Şerh-i

146


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Vasat, Dâr Dibacesi, Evrâk-ı Perîşân, Atîk-i

Paşa tarafından ahfadının defni için kabir

Ferâ’iz gibi eserlerdi. Bu eserler de muh-

olmak üzere tahsis edilmiş olan bir arsa-i

temelen diğer eşyalarla birlikte satılmıştı

haliyye üzerine bina olunarak tarikat-ı

(BOA, MAD, 9771, s.9-10, 107).

aliyye-i Mısriyyeye mensub bir dergâh

1853

yılında

Kara

Baba

Zaviyesi

Vakfı’nın mutasarrıfı Eğribozî Şeyh Abdi Efendi’nin evlatsız olarak vefat etmesi üzerine bu göreve Şeyh Mehmet Efendi ibn Mustafa tayin edilmiştir (BOA, EV.MKT, 397/44).

te’sîs edilmiş olduğu, bundan evvelki şeyhleri berat-ı ali talebinde bulunmadıklarından kimseye berat-ı ali verilmemiş ve vakfiye tanzim olunmamış bulunduğu, beş altı sene önce müşarünileyhin evladı ve ahfadı taraflarından verilen para ile dergâhın hâli arsası üzerine üç bâb dükkân inşa edilerek

1857 yılına ait arşiv kaydında tekkenin

bedel-i icarları dergâhın itâm-ı taâmiyye

yıllık 200 kuruşla idaresinin mümkün olma-

ve diğer masraflarına tahsis edildiği” ifa-

dığı, ayrıca post-nişini Mehmet Efendi’nin

de edilmektedir. Bunula birlikte Kara Baba

fakir olması münasebetiyle tekkeye müna-

Tekkesi’nin 60 kıyye tuz bedeli olarak yıl-

sip bir miktar para tahsis edilmesi istenmiş,

lık 20 kuruş yemek ödeneği vardır (VGMA,

gerekli işlemlerin yapılması Selanik valisi

Defter nr. 994, s.4-5).

ve evkaf müdürüne emredilmiştir (BOA, EV.MKT, 6/6). Bu durum 1826 öncesi kayda değer emlakı ve geliri bulunan Kara Baba Tekkesi’nde meydana gelen ekonomik sıkıntıya işaret etmektedir. Arşiv kayıtlarından XIX. yüzyıl içerisinde Kara Baba Tekkesi’nde meydana gelen görev değişiklikleri de takip edilebilmektedir. Buna göre Şeyh Ali Efendi’nin evlatsız vefatı sonrası 24 Aralık 1896 tarihinde tekke şeyhliğine Şeyh Mustafa Efendi ibn Ahmet tayin edilmiştir (BOA, EV.MKT, 2302/100; BOA, EV.MKT, 2319/19; BOA, EV.MKT, 2352/101; BOA, EV.MKT, 2353/13). Bu tarihte tekkenin mevcut ve mamur olduğu, içerisinde tarikat-ı Halvetiye-i Mısriyye üzere âyîn-i tarikat icra edildiği tespit edilmektedir. 1898 tarihli arşiv belgesinde Kara Baba Tekkesi’nin “kadimen bir dergâh olmayub eski Selanik valisi Eğribozlu Ömer

Arşiv kayıtlarından 1921 yılında Kara Baba Tekkesi’nin faaliyetlerini devam ettirdiği tespit edilmektedir (VGMA, Defter nr. 4974, s.74).

3. Musa Baba Türbesi Selanik’te eski Türk mahallesi olan bugünkü adıyla Terpsitheas Meydanı’nda bulunan Bektaşi Musa Baba Türbesi muhtemelen Sultan II. Bayezit (1481-1512) döneminde inşa edilmiştir (Sarısakal, 2017:2). Yapı Yunanca kaynaklarda XVI. yüzyıldan kalma bir Osmanlı mezarı (türbe) olarak anılmaktadır. Türbe sekizgen bir yapıda olup yanında bir de Bektaşi tekkesi bulunuyordu. Ayrıca 8 Ekim 1681 tarihli arşiv kaydı tekke ile birlikte burada bir mescidin varlığına işaret etmektedir (BOA, İE.EV, 21/2469). 147


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Selanik’te türbesi bulunan Musa Baba

bir şekilde de olsa kutsal bir mekan olarak

hakkında günümüzde hala çeşitli menkıbe-

kullanılmaya devam etmiştir. Rıdvan Ca-

ler anlatılmaktadır. Bu menkıbelerden bi-

nım, 2010 yılında yayınladığı gezi notla-

rine göre Derviş Musa Baba bir ağa evinde

rında Terpsitheas Meydanı’nda harabe ha-

hizmet ediyormuş. Ağa Hac görevini yeri-

lindeki Musa Baba Türbesi’nin hâlâ ayakta

ne getirmek için Mekke’ye gitmeye karar

olduğunu belirtmekte, fakat “nasıl kalmış-

vermiş. Hac sırasında canı helva çekmiş

sa!” diyerek de hayıflanmaktadır. Bununla

ve Musa Baba’ya bu durum ayan olmuş.

beraber türbe 2011 yılında restore edilerek

Musa Baba ağanın eşinden biraz helva

bugünkü halini almıştır (bkz. Resim 1, 2, 3,

ayırmasını istemiş ve ağanın canının hel-

4; Aydoğan, “Selanik’te Yalnız ve Hüzünlü

va çektiğini söylemiş. Ağanın hanımı bu

Bir Bektaşi Türbesi”, Erişim 15.04.2017; Ca-

duruma inanmasa da “Musa Baba’nın canı

nım, 2015:165). Bu türbe taşıdığı Türk mi-

helva çekti herhalde” diyerek biraz helva

marisi izleri bakımından önemli bir eserdir

ayırmış. Musa Baba aynı anda sıcak helva-

(Bıçakçı, 2002:444).

yı Mekke’ye götürüp ağanın göreceği bir yere bırakmış. Ağa eve döndüğünde eşine

4. Abdullah Baba Tekkesi

Mekke’de bahçede bulduğu sıcak helvayı

Selanik şehrini Atina’ya bağlayan oto-

ve bu mucizeye ne kadar sevindiğini anlat-

yolun kıyısında ve Selanik’in 65 km kadar

mış. Bunun üzerine Musa Baba’nın keramet

güney batısındaki Katerin kasabasındadır.

sahibi bir ermiş olduğu ortaya çıkmış.

Katerin kasabasının mal-mülk sahiplerinin

Musa Baba Türbesi, eski Türk mahallesi olan Ano Poli’de, Platia Terpsitheas’tadır. Selanik’te Türk idaresi sona erdikten ve mübadele ile bölgede Müslüman nüfus ortadan kalktıktan sonra türbe uzun süre sahipsiz kalmıştır. Tekke ve tekkeye bağlı yapılar da bu arada yıkılmış ve hatta yok edil-

çoğunluğunun Türklerden oluştuğu ve beyin Tepedelenli Ali Paşa’nın akrabalarından olduğu rivayet edilmektedir. Katerin Tekkesi, Tepedelenli Ali Paşa’nın tesis ettiği bir menzil konumundaydı (Hasluck, 1928:33; Noyan, 2002:264). Tekkenin halk arasında bilinen ismi Sarı Abdullah Baba’dır.

miştir. Fakat türbe kutsal bir mekan olduğu

Katerin bölgesi Yıldırım Bayezit döne-

için yıkılmamış; ancak bakkal, spor kulübü

minden itibaren fethedilmeye başlanmış,

ve benzer amaçlar için bir süre kullanılmış-

tekke Sultan II. Murat dönemi Selanik’in

tır. Türbenin bulunduğu mahalleye müba-

fethi sonrası 1430 yılında bir Ahi zaviyesi

dele ile Anadolu’dan gelen Rumlar yerleş-

olarak kurulmuştur. Bölgenin fethedilme-

tirilmiştir. Mübadil Rumlar ve bölge sakin-

sinde Bektaşi dervişleri de savaşçı ve kolo-

leri bir ara Musa Baba Türbesi’ne Meryem

nizatör olarak görev almışlardır. Tekkenin

Ana ve Hristiyan azizlerinin resimlerini

kurucusu, yaşamı ve kişiliği hakkında bir

yerleştirmişlerdir. Böylece türbe İslam dışı

bilgi yoktur. Ancak burası Epir (Teselya)

148


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Valisi Tepedelenli Ali Paşa döneminde

met Sırrı Baba’nın Dedebaba seçilmesini

(1790-1822) Bektaşi tekkesine çevrilmiştir.

sağlamıştır. Veli Marendi Baba 1960 yılına

Tekke Yeniçeriliğin ve Bektaşiliğin yasak-

kadar Katerin Tekkesi meşihatinde bulun-

landığı 1826 yılında kapatılmış, 1861 yılında

muştur. Veli Marendi Baba vasiyeti gereği

Sultan Abdülaziz döneminde yeniden açıl-

Teselya’nın Pharsala kasabasında mevcut

mıştır (Noyan, 2002:264; Koca, 2005:195).

olan Durbali (Torbalı) veya Reni Tekkesi’ne

Tekkeye ismini veren Bektaşi postnişini Mücerret Halife Sarı Abdullah Baba’dır.

defnedilmiştir. Hakk’a yürüme tarihi 1961 yılıdır (Koca, 2005:197-198).

Abdullah Baba aslen Epirli olup, Arnavut

Veli Marendi Baba’nın Hakk’a yürüme-

Dokakinzadeler sülalesindendir. 1892 tari-

si üzerine Katerin Tekkesi Post-nişinliğine

hinde Hakk’a yürüyen Abdullah Baba’ya

Mücerret Halife Tahir Baba tayin edilmiştir.

müntesipleri tarafından klasik üslupta ye-

Ancak Tahir Baba tekkede ikamet etmeyip

digen bir türbe inşa etmişlerdir.

İstanbul’a göç etmiştir. 20 Eylül 1965 yılın-

Abdullah Baba’dan sonra tekkede yine Ergirili Cafer Tayyar Baba post-nişinlik yapmıştır. Cafer Tayyar Baba 1895 yılında Hakk’a yürümüş olup, mezarı Abdullah Baba Türbesi’nin kuzeyinde ve hemen yanındadır. Kabir taşı çalınan mezarın başucunda bugün üzeri yazısız bir silindirik kesme mermer bulunmaktadır (Koca, 2005:196). Bedri Noyan’ın verdiği bilgilere

da o da Hakk’a yürümüş olup, kabri Şahkulu Sultan Tekkesi Mansur Baba haziresindedir. Dervişlerinden Vezire Bacı da hemen yanında medfundur (Koca, 2005:198). Bedri Noyan, Vezire Hanımla 16 Ağustos 1964’te Hacı Bektaş Veli Müzesi’nin açılışında tanıştığını, “adab ve erkana vakıf, iyi yetişmiş bir derviş hanımefendi bacı idi” şeklinde tanıtmaktadır (Noyan, 2002:264).

göre 1925 yılında da bu tekkenin başında

Bunlarla birlikte Katerin Tekkesi’nin

Cafer Baba isminde bir zat post-nişin bulu-

haziresinde iki mezar taşı kalmıştır. Bun-

nuyordu (Noyan, 2002:264).

lardan ilki Elmalılı Ramazan (Ramadan)

Katerin Tekkesi’nin bir diğer post-nişini Mücerret Halife Veli Marendi Baba’dır. O da aslen Epirli bir Arnavuttur. Arnavutluk Derviş Koleji mezunu olup iyi derecede Türkçe ve Fransızca bilmekteydi. 10 Ocak 1949 yılında Mısır Kaygusuz Abdal (Mağaravi) Tekkesi’nde gerçekleştirilen Dedebaba seçimine, Yunanistan Reni Tekkesi

Baba’nın mezarı taşıdır. Ramazan (Ramadan) Baba, Finike’de bulunan Kâfi Baba Tekkesi’nin

son

post-nişinidir.

Ziyaret

amacıyla geldiği Katerin Tekkesi’nde 1911 yılında vefat etmiş ve tekke haziresine defnedilmiştir. Katerin Tekkesi son post-nişini Tahir Baba tarafından yazılan mezar taşı kitabesinde,

Post-nişini Mücerret Halife Sadi Seyfi Baba ile birlikte katılmış, Mücerret Halife Ah149


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

“Hü dost. Bu merkâddir cihân-ı cân penâhı Bütün ehl-i tarîkat dâdhâhı Urûc eyler bu yerden fikr-i zâhir Nihayette bulur feyz-i ilahi Olunca cephe-i say-ı sıdk u ihlâs Giderir elbette rû-i siyahı Ulûvv u halkı seyret bu yerde Olur aşk-ı ilâhîyi müberhân Açan var ise hicâb-ı iştibâhı. Tarik-i Aliyye-i Nâzenînden Finike

çeşme mermeri, post, çerağ ve levha gibi

Dergâhı Post-nişin-i mübdi-i Ramazan Baba

emanetleri mürşit evinde muhafaza altın-

sene 1326 (1911) fi 22 Teşrin-i sâni” ifadeleri

daydı (Koca, 2005:198; Tanman, 1990:19-28).

yer almaktadır (Koca, 2005:232-233).

Tekkeden günümüze ulaşan Abdullah

Diğer mezar taşı ise 1908 tarihli olup

Baba Türbesi kenarları dışardan üç met-

Sadık Ağa’nın eşi, Abdullah kızı Ayşe’ye

re uzunluğunda ve yedigen şeklindedir.

aittir. Ayrıca tekke bahçesinde bir çeşme

İçerden ise beş metre çapında bir dairedir.

taşı mevcuttur (Noyan, 2002:265).

Kubbesinin tepesinde ay yıldızlı bir madeni

Tekke, Balkan savaşları sırasında büyük tahribata uğramış olup atevi, mihmanevi, kilerevi ve aşevi gibi bölümleri ortadan kalkmıştır. Ayrıca bölgenin 1913 yılında Türk idaresinden çıkmasından sonra tekke arazileri Yunan hükümeti tarafından kamulaştırılmıştır. Bugün Abdullah Baba türbesi, mezarlık, kabirler ve mürşidevi resmi olarak koruma altındadır. Müslümanlar ve Hristiyanlarca ziyaret edilmektedir. Tekkede 1987 yılına kadar bir Yunanlı Bektaşi olan Derviş Yorgo Mevcudi fiilen türbedarlık yapmaktaydı. Tekkenin kırılan arslanlı 150

âlem vardır. Ayrıca türbe içerisinde Abdullah Baba’ya ait ince, uzun ve ahşap bir sanduka bulunmaktadır. İç kısım dört pencereden ışık almaktadır. Mezarın baş taşında Hüseyni tâc ve boyun kısmında teslim taşı şekli vardır. Ayak ucu taşı ise süslemesiz ve yazısızdır. Türbede biri madeni diğeri üst tarafı beş fitilli yağ kapı şeklinde iki şamdan yer almaktadır (Noyan, 2002:265). Talik yazı ile yazılmış, yedi beyitlik kabartma mezar taşı kitabesi Abdullah Baba’nın dervişi Suzi Efendi tarafından yazılmış olup aşağıdaki gibidir:


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Hû Gel bu kabr-i evliyâya sür yüzün ey talibâ Kıl niyaz, eyle ziyâret derde istersen devâ Feyz ihsan eyler ehl-i aşka rûhaniyyeti Türbesinden enf-i irfana gelir buy-i vefâ Varis-i al-i abadır dahi kutbü’l-arifiyn Hem rical-i hanedangah-ı Ali el-Mürteza Dilde evrad-ı müdama çarende-i masum idi Zikr ederdi on iki şehzadeyi subh u mesa Hacı Bektâş-ı Veli’den, hüsn ü himmet ahz edib Bu kaza-i âlîde bu tekyeyi etti bina Zevk-i tecridde bitip geçti mücerred fânîden Seyyidü’s-sa’data kıldı Hü deyip canın fedâ Suzi’ya bir er gelip menkul-i tarihin dedi Cay-ı gah etti niyaz-ı adnî Abdullah Baba Yevm-i Salı 8 Ramazan sene 1309-1892 (Koca, 2005:195-196)

5. Selanik Vilayeti’ndeki Diğer Bektaşi Tekkeleri Selanik’in merkezinde Mustafa Baba isminde bir Bektaşi tekkesinin de açıldığı

Baba Tekkesi’nin oldukça yoğun bir muhib topluluğu bulunduğunu haber vermektedir. Tekkeden günümüze herhangi bir yapı ulaşmamıştır (Noyan, 2002:317, 395).

anlaşılmaktadır (BOA, EV.MKT, 1209/99).

Selanik’in batı yakasında bulunan bir

Bununla birlikte Selanik yakınlarında Ay-

Bektaşi tekkesinden de söz edilmektedir. Bu

dın Baba isminde bir Bektaşi tekkesi daha

tekke Balkan savaşları sırasında yıkılmış-

mevcuttu. 23 Ocak 1749 tarihli bir kayıtta

tır (Hasluck, 1928:28; Öz, 2001:272; Noyan,

adı geçen bu tekke 1826’da Bektaşiliğin ya-

2002:317). Yine Selanik’in kuzeybatısın-

saklanması sırasında Bektaşi tekkeleri ara-

daki eski bir yerleşim yeri olan Vodine’de

sında yer almamaktadır. Muhtemelen tek-

yedi adet Bektaşi tekkesi bulunduğu ve

ke bu tarihte faal değildir (Küçükdağ; De-

Yunanlılarca yıktırıldığı bilinmektedir (Öz,

ğerli; Şahin, 2015:25). Bedri Noyan “güzel

2001:272).

dergâhlardan biri” olarak tarif ettiği Aydın 151


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Osmanlı döneminde Selanik vilayeti

nıp Kadiri tarikatının idaresine bırakılmıştır

dâhilinde Üç Çeşmeler adıyla bir Bektaşi

(BOA, MAD, 9772, s.144; BOA, MAD, 9732,

tekkesinin faaliyette olduğu tespit edilmek-

s.18; Maden, 2013:193).

tedir. 9 Mayıs 1912 tarihinde bu tekkenin başında Abdullah Fahri Baba post-nişin bulunmaktaydı. Abdullah Fahri Baba o tarihte Osmanlı hükümetine gönderdiği bir yazıda Hacı Bektaş Veli Tekkesi’ne Nakşi şeyhi tayin edilmesinden vazgeçilmesini istemekteydi (BOA, DH. İD, 37-2/3: Öz, 2001, 277; Odacı, 1998, 19). Selanik vilayetine bağlı Ustrumca bölgesinde ise İsmail Baba Tekkesi faaliyet

İlave olarak Yenice-i Vardar’da Cafer Baba ve Bayram Dede tekkeleri bulunduğu tespit edilmektedir. Ancak bu tekkeler 1826’da birer türbeden ibaretti (BOA, MAD, 9772, s.144; BOA, MAD, 9732, s.18; Maden, 2013:193). Selanik sancağına tabi Kesendire’de ise Kasım Baba Tekkesi mevcuttu (Noyan, 2002:317).

göstermiştir. İsmail Baba’nın yatırı da bulu-

Bedri Noyan, Selanik Kesrin’de de Bek-

nan tekke Balkan savaşlarına kadar ayakta

taşi tekkesi olduğunu, fakat günümüzde

kalmış, daha sonra yıkılmıştır. Tekke dahi-

harap halde bulunduğunu belirtmektedir.

linde İsmail Baba’nın ayaklarının gücüne

Ayrıca Selanik’te günümüzde yıkık vaziyet-

dayandırılan bir de su kaynağı bulunuyor-

te olan, ünlü ve eski tekkelerden, Sancaktar

du (Hasluck, 1928:26: Öz, 2001:321).

Ali Baba’nın yatırını barındıran Sancak-

Selanik vilayetine bağlı Yenice-i Vardar kazasının Esirlik köyünde ise Hasan Baba

tar Tekkesi’nden bahsetmektedir (Noyan, 2002:317, 395).

Tekke ve Türbesi vardı. Evliya Çelebi bura-

Selanik vilayetine bağlı Serez (Siroz)’de

da Hasan Baba Türbesi’nin çevresinin mesi-

de Bektaşi tekkeleri açılmıştır. Noyan’a

re yeri olarak kullanıldığını haber vermek-

göre Serez’de on beş kadar tekke bulunu-

tedir (Evliya Çelebi, 2003-VIII:84). Evliya

yordu. Bunlardan Ahmet Baba Tekkesi, Ot-

Çelebi’nin tekkeden bahsetmemesi yapının

man Baba tarafından da ziyaret edilmiş ve

XVII. yüzyıldan sonra inşa edildiği izlenimi

Baba bir süre burada misafir kalmıştı. 1826

vermektedir. Hasan Baba, Babaköyü’nde

sonrası faaliyetlerini devam ettirdiği (Ma-

medfun Bayezid Baba’nın halifesi olduğun-

den, 2013:386) tespit edilen bu tekke ile ilgi-

dan iki tekke birlikte idare edilmekteydi.

li 1852-1853 tarihli Turabi Ali Dedebaba’nın

Bu itibarla 1743 yılında Teslim Abdal (Der-

Divan’ında “medine-i Serez’de vâki mer-

viş Ali Bektaş) her iki tekkeye de post-nişin

hum ve mağfur leh tarikat-ı aliyye-i Bekta-

olarak atanmıştır. 1826 yılında Bektaşiliğin

şiyyeden Ahmed Baba’nın bina ve ihya ey-

yasaklanması sırasında bu tekke türbe üze-

lediği zaviyede medfun mağfur leh Ahmed

rindeki kitabede Kadiri tarikatına dair işa-

Baba zaviyesinin zaviyenişinliğine her veç-

retler olduğu gerekçesiyle Bektaşilerden alı-

hile müstehak Abuş Derviş Süleyman Baba

152


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

zaviye-i mezkure zaviyedar nasb olundu”

haldeydi. Bunun üzerine tekkelerin meydan

ifadeleri bulunmaktadır (Noyan, 2002:324).

odaları imha edilerek ele geçen kitap ve eş-

Serez (Siroz)’de 1860 itibarıyla ahalinin

yaların sayımı yapılıp kaydedilen defterler

çoğu Bektaşi olup, bu tarihte bölgede Bekta-

İstanbul’a ulaştırıldı. Selanik’teki Kara Baba

şiliği temsil eden Veli Dede, sadece Müslü-

ve Süleyman Baba türbelerine ehl-i sünnet-

manlar arasında değil çevredeki Hıristiyan-

ten ve herkesin güvenini kazanmış Derviş

lardan da itibar görmekteydi. Veli Dede’nin

Ahmet; Selanik yakınlarında Baba köyünde

faaliyetleri hakkında merkezi hükümete

bulunan Bayezid Baba tekkesinde mütevelli

bilgi veren Serez (Siroz) kaymakamı Pertev

bulunan Ömer Efendi’nin tarikatın ilgası sı-

Efendi, kazada Bektaşilerin kızlarını papaz-

rasında ortadan kaybolması üzerine buraya

lar vasıtasıyla Hıristiyanlara nikahlamakta

Rufaî Şeyh Hüseyin türbedar olarak tayin

olduklarını, böyle bir uygunsuzluğa mey-

edilmiş, böylece bu tekke de Rıfaî tarikatına

dan verilmemesi gerektiğini iddia etmek-

geçmişti. Selanik’teki Kara Baba ve Süley-

teydi (BOA, A.MKT.UM, 482/44).

man Baba türbelerine ise herkes tarafından güvenilen ehl-i sünnet Derviş Ahmet türbe-

Sonuç Selanik XIV. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı egemenliğine alınmış, XV. yüzyılda bölgeye Türk nüfus iskân edilmiştir. Bölgenin fethi sırasında Yeniçerilerle birlikte dervişler de bölgeye gelip Bekta-

dar tayin edilmiştir. Ancak bu kişinin hangi tarikattan olduğu tespit olunamamaktadır. Yenice-i Vardar’daki birer mezardan ibaret olan Cafer Baba ve Bayram Dede tekkeleri Kadirî tarikatından birer türbedar tayin edilerek bu halleri üzere bırakıldılar.

şiliği temsil etmişlerdir. Özellikle Bayezid

1826’da kapatılan Selanik vilayetinde-

Baba’nın Selanik ve çevresindeki faaliyetle-

ki Bektaşi tekkelerinden tekrar açılan tek-

ri dikkat çekmektedir. Böyle XV. yüzyıldan

keler olmuştur. Şehir merkezindeki Kara

itibaren Selanik vilayetinde Bektaşi tekke ve

Baba Tekkesi’nin yanı sıra Üç Çeşmeler

türbelerinin sayısı giderek çoğalmıştır. 1826

mevkiindeki tekke, Selanik yakınlarında

yılına kadar bölgede Bektaşilik herhangi bir

Katerin’deki Abdullah Baba ve Vardar’daki

müdahele ve sorunla karşılaşmamıştır.

Bayezid Baba tekkeleri XX. yüzyılın başla-

1826 yılında Yeniçeri Ocağı ile birlikte Bektaşiliğin de yasaklanması üzerine başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve Rumeli’deki Bektaşi tekkeleri birer birer kapatılarak yıktırıldı. Selanik ve çevresindeki Bayezid Baba, Kara Baba ve Süleyman Baba tekkelerine yıkım için memurlar ulaştığında tekkeler Bektaşiler tarafından terk edilmiş

rına kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. Ancak Selanik ve çevresi Türk idaresinden çıktıktan sonra bölgedeki Müslüman ahalinin durumu gün geçtikçe daha kötüye gitmiştir. Özellikle Milli Mücadele döneminde Yunanlılar bölgede Müslüman katliamına başlamışlar, 1922 yılında Selanik’te Müslüman ahaliyle beraber ileri gelen kişileri ve 153


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Bektaşi şeyhi Hasan Baba’yı şehit etmişler-

BOA, MAD, 9772, s.144.

dir. 1924 nüfus mübadelesi ile Selanik’ten

BOA, MAD, 9773, s.73.

Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Bek-

BOA, MAD, 9776, s.127.

taşiler olmuştur. Örneğin 1850’lerde Kara

VGMA, Defter nr. 1212, v.43.

Sinan köyünde dünyaya gelen ve yıllar-

VGMA, Defter nr. 2662, s.23.

ca Selanik’te Bektaşi Babalığı yapan Kara

VGMA, Defter nr. 4974, s.74.

Ahmet Baba 1924 yılında mübadele ile

VGMA, Defter nr. 5141, s.2.

Tekirdağ’ın Şarköy ilçesinin Uçmak Dere

VGMA, Defter nr. 663, s.187, 265.

köyüne gelmiştir.

VGMA, Defter nr. 994, s.4-5.

KAYNAKÇA A. Arşiv Belgeleri BOA, A.MKT.UM, 482/44. BOA, AE.SAMD.III, 183/17791. BOA, AE.SAMD.III, 75/7531. BOA, AE.SMST.III, 72/5318. BOA, C. EV, 124/6153. BOA, C. EV, 165/8203. BOA, C. EV, 398/20177. BOA, C. EV, 588/29688. BOA, DH.İD, 37-2/3. BOA, EV.EMH, 134/8. BOA, EV.MKT, 1209/99. BOA, EV.MKT, 2302/100. BOA, EV.MKT, 2319/19. BOA, EV.MKT, 2352/101. BOA, EV.MKT, 2353/13. BOA, EV.MKT, 397/44. BOA, EV.MKT, 6/6. BOA, EV.MKT, 6/6. BOA, HR.İM, 42/4. BOA, İE.EV, 13/1588. BOA, İE.EV, 21/2469. BOA, İE.EV, 28/3291. BOA, MAD, 9732, s.18, 109. BOA, MAD, 9771, s.9-10, 107. 154

B. Ana Kaynaklar ve Araştırma Eserler “Musa Baba Türbesi”, https://selanikrehberi. com/activity/musa-baba-turbesi/, Erişim 15.03.2017. AVŞAR, Ziya. (2007). “Otman Baba Vilâyetnâmesi’ne Göre Otman Baba ile Rumeli Bölgesindeki Babaların Münasebetleri”. 2. Uluslararası Türk Kültür Evreninde Alevilik ve Bektaşilik Bilgi Şöleni (17-19 Ekim 2007) Bildiri Kitabı. I. Ankara. s. 405-412. AYDOĞAN, Özgür. (2017). “Selanik’te Yalnız ve Hüzünlü Bir Bektaşi Türbesi”. http:// www.anadolucografyasi.com/yazilar/ musababaselanik.html. 15.04.2017. BAŞAR, Fahamettin. (2003). “Malkoçoğulları. DİA. XXVII. Ankara. s. 537-538. BIÇAKÇI, İsmail. (2002). “Selanik’te Türk Mimari Eserleri”. Balkanlarda İslam Medeniyeti Milletlerarası Sempozyumu Tebliğleri (Sofya 21-23 Nisan 2000). Ed: Ali Çaksu. İstanbul. s. 433-447. BİRGE, John Kingsley. (1937). The Bektashi Order of Dervishes, London. CANIM, Rıdvan. (2015). “Balkan Gezi Notları-II: Balkanlarda Eskimeyen Bir Dost: Selânik”. Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, S. 4/1, s. 161-167.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ÇİBİK, Tuba Hatipler; UMAROĞULLARI, Filiz. (2017). “Balkanlarda Bektaşilik ve Bektaşi Tekkeleri”. İnsan ve Toplu Bilimleri Araştırmaları Dergisi, S. 6/1, s. 458-481.

MİKOV, Lyubomir. (2008). Bulgaristan’da Alevi Bektaşî Kültürü. Çev: Orlin Sabev. İstanbul.

ENGİN, Refik. (2010). “Geçmişten Günümüze Trakya ve Balkanlarda Bektaşi ve Bektaşi Sürekleri”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 55, s. 371-404.

ODACI, Serdar. (1998). “Osmanlı Arşiv Belgelerinde II. Mahmut Dönemi Sonrası Bektaşi Dergâhları”. Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 7, s. 15-36.

Evliya Çelebi b. Derviş Mehmed Zıllî. (2003). Evliya Çelebi Seyahatnâmesi VIII, Haz: S.A. Kahraman; Y. Dağlı; R. Dankoff. İstanbul.

ÖZ, Baki. (2001). Dünyada ve Türkiye’de Alevi-Bektaşi Dergâhları. İstanbul.

HASLUCK, Frederick William. (1929). Christianity and Islam under the Sultans. Oxford.

NOAN, Bedri. (2002). Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik V. Ankara.

ÖZSOY, İskender. (2017). “2012 Gezi İzlenimleri”. www.lozanmubadilleri. org.tr/gezi-izlenimleri/2012-ilkbaharbulusmalari/. 09.04.2017.

HASLUCK, Frederick William. (1928). Bektâşilik Tedkîkleri. Çev: Râgıb Hulûsi. İstanbul.

SALTIK, Veli. (2005). “Sarı Saltuk ve Saltuklular”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 34, s. 11-31.

KAYAPINAR, Levent. (2009). “Malkoçoğlu Bali Bey Vakfı ve Bayezid Baba Âsitanesi”. Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, S. 1, s. 105-115.

SARISAKAL, Baki. (2017). “Selanik Musa Baba Türbesi”. www.bakisarisakal. com/selanikmusababaturbesi.pdf, s. 1-5. 17.04.2017.

KOCA, Şevki. (2005). Bektaşilik ve Bektaşi Dergahları. İstanbul.

TANMAN, Baha. (1990). “Yunanistan’da Katerin’de Abdullah Baba Tekkesi”. Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, S. III/9, s. 19-28.

KÜÇÜKDAĞ, Yusuf; DEĞERLİ, Ayşe; ŞAHİN, Bekir. (2015). Vesâik-i Bektaşiyan’a Göre Osmanlı Devleti’nde Bektaşi Tekkeleri. Konya. MADEN, Fahri. (2013). Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması (1826) ve Bektaşiliğin Yasaklı Yılları. Ankara.

155


Araútrmalar Dergisi, S. III/9, s. 19-28.

Ekler

ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

A. Belgeler Ekler Belge 1. 1736 tarihinde Bayezid Baba Tekkesi’nde Bali Bey ibn Malkoç Bey Vakf A. Belgeler tevliyetine Mustafa’nn vefat üzerine müútereken øsmail ve Halid’in tayini (VGMA, Defter Belge 1. 1736 tarihinde Bayezid Baba Tekkesi’nde Bali Bey ibn Malkoç Bey Vakfı tevliyetine nr. 663, s.187).

Mustafa’nın vefatı üzerine müştereken İsmail ve Halid’in tayini (VGMA, Defter nr. 663, s.187).

Tevliyet-i vakf-ı merhum Bali Bey ibn Mal-

yet müteveffâ-yı mezbûrun mahlûlünden sulbî

koç Tevliyet-i Bey der zaviye-i Baba derBey nahiye-i oğlu mezkûra olunub yine kemâfî’l-evvel vakf-Bayezid merhum Bali ibn Malkoç Bey dertevcih zaviye-i Bayezid Baba der nahiye-i Vardar-ı KebîrKebîr tâbi‘-itâbi‘-i kazâ-i Selanik Vardar- kazâ-i Selanik Vakf-ı mezbûrun vazife-i mu‘ayyene ile tevliyeti Mustafa ve Halid’in iştiraken üzerlerinde iken mezbûr Mustafa fevt olub tevliyet-i mezbûrenin nısfı mahlûl olmağla müteveffâyı mezbûrun sulbî oğlu İsmâ‘il veçhile mahal ve müstehak olmağın zikr olunan nısf-ı tevli-

156

iştiraken zabt eylemek üzere yedine berat-ı şerif-i alişan ihsân buyurulmak babında inayet ricasına vakf-ı mezbûrun nısf hisse tevliyetine mutasarrıf mezbûr Halid arz etmekle mucebince fevtinden tevcih olundu fî 4 S sene 1149 (14 Haziran 1736).


ricasna vakf- mezbûrun nsf hisse tevliyetine mutasarrf mezbûr Halid arz etmekle mucebince fevtinden tevcih olundu fî 4 S sene 1149 (14 Haziran 1736). 2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 2. Bali Bey ibn Malkoç Bey evladndan Hasan ve Mehmed’in Bayezid Baba Tekkesi Belge 2. Bali Bey ibn Malkoç Bey evladından Hasan ve Mehmed’in Bayezid Baba Tekkesi Vak-

Vakfna mütevelli olarak tayin edilmeleri iste÷i (VGMA, Defter nr. 663, s.265).

fına mütevelli olarak tayin edilmeleri isteği (VGMA, Defter nr. 663, s.265).

Selanik kazasına tâbi‘ Vardar-ı Kebîr nahi-

mezbûran Halid ve İsma‘îl bila veled fevt ol-

Selanik kazasna Vardar-vâki‘ Kebîr nahiyesinde Baba zaviyesinde vâki‘ merhum yesinde Bayezid Babatâbi‘ zaviyesinde merduklarınıBayezid Edirne kurbunda Hasköy kasabasında humBali Bali Bey Bey ibn BeyBey evladından HasanHasan vâki‘ve Gencine-i Baliarzuhâl (?) mahallesinde sakin İbraibnMalkoç Malkoç evladndan Mehmed sunub vakf- mezbûrun ve vazife-i Mehmed mu‘ayyene arzuhâl sunub vakf-ı mezbûrun him bin ve Durali mahallesinde Mehmed ile mütevellileri olan Halid veHasan øsma‘îl bila evled müte‘âkiben fevt vazife-i mu‘ayyene ile mütevellileri olan Ha-

bin Ali ve Köse karyesinden Hasan bin Mehmed

lid ve İsma‘îl bila evled müte‘âkiben fevt olub

nâm kimesneler ihbar ve lede’ş-şer‘ü’l-enver za-

olub

tevliyet-i mezkûre mahlûl olma÷la mahlûlünden kendülere vech-i iútirak tevcih ve yedlerine

berat- úerif-imahlûl aliúan verilmek babnda hir inayet ricasadır etmeleriyle vech-i meúruh üzere tevliyet-i mezkûre olmağla mahlûlünden olmağın olan fermân-ı âliye imtisalen müteveffiyan- mezbûran Halid øsma‘îl bila veled fevt olduklarn Edirnei‘lâm kurbunda Hasköy kendülere vech-i iştirak tevcih ve ve yedlerine evkaf müfettişi İbrahim Efendi etmekle berat-ı şerif-i alişanvâki‘ verilmek babında Bali inayet(?) rica mahallesinde i‘lâmı mucebince olunmak 25 Za sene kasabasnda Gencine-i sakintevcih øbrahim bin fîHasan ve Durali etmeleriyle vech-i meşruh üzere müteveffiyan-ı

1153 (11 Şubat 1741).

mahallesinde Mehmed bin Ali ve Köse karyesinden Hasan bin Mehmed nâm kimesneler ihbar ve lede’ú-úer‘ü’l-enver zahir olma÷n sadr olan fermân- âliye imtisalen evkaf müfettiúi

øbrahim Efendi i‘lâm etmekle i‘lâm mucebince tevcih olunmak fî 25 Za sene 1153 (11 ùubat 1741).

157


Belge 3. Selanik’e ba÷l Büyük Vardar Nahiyesi’nin Babaköy köyünde buluna ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Tekkesi’ne Hac Bektaú Veli evladndan Seccadeniúin Hac Feyzullah’n Belge 3.görevlendirilmesi Selanik’e bağlı Büyük Vardar Nahiyesi’nin Babaköy köyündev.43). bulunan Bayezid Baba Ali’nin (VGMA, Defter nr. 1212, Tekkesi’ne Hacı Bektaş Veli evladından Seccadenişin Hacı Feyzullah’ın arzıyla Derviş Ali’nin görevlendirilmesi (VGMA, Defter nr. 1212, v.43).

Selanik nevahisinden Vardar-ı Kebir nahi-

kimesneye ber ta‘rîf üzere berat eder lakin yirmi

yesine tâbi‘ Babaköy dimekle ma‘rûf nâm kar-

beş seneden berü galle-i mezburu kendi umu-

yede vâki‘ e’izze-i kiramdan Bayezid Baba nâm runanahiyesine sarf edüb ol vechile mezbur haSelanik nevahisinden Vardar- Kebir tâbi‘ zaviye-i Babaköy dimekle azizin zaviye-nişini ashab-ı hayratdan Bali Bey

vâki‘ e’izze-i Bayezid ibn Malkoç Bey bina kiramdan edüb ve karye-i mezburun

rab olmağla ref‘inden tarik-i Bektaşiden Teslim

ma‘rû

Baba azizin zaviye-niúini ashab- hayr Abdal nâm demekle ma‘rûf Derviş Ali Bektaş tevcih

a‘şâr-ı şerifesini zaviye-i mezbure şart ve ta‘yîn

ve terk be-arz-ı Elhac Feyzullah evlad-ı Hacı ibn Malkoç Bey bina edüb ve karye-i mezburun a‘úâr- úerifesini zaviye-i m

eyleyüb ve zaviyedarlığını dahi tarik-i Bekta-

Bektaş Veli der seccade-nişin fî 3 S sene 1156

zaviyedarlığını Mehmed ibn Elhac Ahmed nâm

mu‘averinden.

şiyana şart edüb mezburenin (29dahi Mart 1743) zaviye-iBektaúiyana mezburun tevliyetiolbabda dahi ta‘yînolbabda eyleyüb vezaviye-i zaviyedarl÷n tarik-i

úart

mezburenin zaviyedarl÷n Mehmed ibn Elhac Ahmed nâm kimesneye ber ta

eder lakin yirmi beú seneden berü galle-i mezburu kendi umuruna sarf edüb ol

i mezbur harab olma÷la ref‘inden tarik-i Bektaúiden Teslim Abdal demekle ma

Bektaú tevcih ve terk be-arz- Elhac Feyzullah evlad- Hac Bektaú Veli der se S sene 1156 (29 Mart 1743) zaviye-i mezburun tevliyeti dahi mu‘averinden.

158

Belge 4. Selanik Bektaúi tekkelerinin kapatlmas emri (BOA, MAD, 9772, s.1


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 4. Selanik Bektaşi tekkelerinin kapatılması emri (BOA, MAD, 9772, s.144).

Selanikde vâki‘ Kara Baba ve nâhiye-i

sinin hüsn-i zannı olan Derviş Ahmed nâm ki-

Vardarda kâ’in Bayezid Baba zâviyelerinin

mesne türbedârlığa ta‘yîn kılınması ve mârü’l-

zâviyedârları

olub

beyân Baba karyesinde Bayezid Baba türbesine

kılınmış ve bulunan kütüb ve eşyâ ma‘rifet-i

îcâbına ve zaviye-i mezbûre vakfı olan karye-i

şer‘ ve mübâşir-i mûmaileyh ma‘rifeti ve

merkûmenin a‘şâr ve rüsûmâtı hasılatıyla

Selanikde vâki‘ Kara Baba ve nâhiye-i Vardarda kâ’in Bayezid B makamı

terk

olunmuş

mevcûd olan Bektaşilerin odaları makam hedm ve imhâ kezâlikolub türbedâr ile birolan zâviyedarlığın zâviyedârlar terk dahî olunmuú mevcûd Bektaúilerin

odala

klnmú ve bulunan kütüb ve eúyâ ma‘rifet-i úer‘ ve mübâúir-i mûma

me’mûrin-i sâ’ire ma‘rifetleriyle tahrîr olunarak me’mûrin-i sâ’ire ma‘rifetleriyle yegan ye- civârında yegan bulunan yegan Işıklar karyesinde dahî ekser

iktizâ id

gan tahrîr olunarak iktizâ iden mümzî defte-

a‘şâr ve rüsûmu merbût olduğu haber virilüb takdîm olunmuú oldu÷u ve Selanikde olan sâlifü’z-zikr Kara Baba ile

ri takdîm olunmuş olduğu ve Selanikde olan

mütevellisi bulunan Ömer nâm kimesne dahî

türbeleri meúhûd Baba olarak türbedârl÷ lâzmmevcûd geldi÷inden ehl-i sâlifü’z-zikr Kara Baba ile Süleyman tür- bir gâ’ib olduğundan başka olsa istihkâkı

sünnett

beleri meşhûd olarak bir türbedârlığı gel-olan olmadığı tahkîk kılındığına cümlesinin hüsn-ilâzım zann Derviú Ahmed nâm mübeyyin kimesne Atina türbedârl÷a diğinden ehl-i sünnetten olub hakkında cümle-

ahâlisinden ve tarîk-i Rıfâiyye meşâyihinden

ta

mârü’l-beyân Baba karyesinde Bayezid Baba türbesine dahî kezâlik 159

zâviyedarl÷n îcâbna ve zaviye-i mezbûre vakf olan karye-i merkûmenin

haslatyla civârnda bulunan Iúklar karyesinde dahî ekser a‘úâr ve rüsûm


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

olarak elyevm Selanikde bulunub cümlenin

ecilden kuyûd-ı lâzımesi ba‘de’l-ihrâc ısdârı

ihbârıyla meşîhata ehliyeti zâhir olan Şeyh Hü-

husûsuna irâde-i aliyye ta‘alluk edüb ol bâbda

seyin türbedâr ve zâviyedarlık ile tevliyet-i

lazım gelen mahallerde ilmuhaberleri viril-

mezburenin tevcîh kılınmış taraf-ı şer‘den vi-

mekde ber minvâl-i muharrer amel ve hareke-

rilüb takdîm olunan i‘lâm ile ahâlinin muh-

te himmet eylemek ferman olmağın sen dahî iş

zırlarından ma‘lûm-ı ‘âlişan olacak beyânıyla

bu emr-i âlişan ısdâr ve irsâl olunmuşdur imdi

ber minvâl-i muharrer zikr olunan türbedâr ve

vusûlünde keyfiyet irâde-i aliyye-i mantûk-ı

zaviyedarlık ile tevliyet-i mezkûrenin şeyh-i

emr-i şerîfden ma‘lûmun olduğu ve bâlâda

mûmaileyhe tevcîh ve iktizâ iden berât-ı şerîfân

beyân kılındığı vechile deyu işâ‘ını aslına

i‘tâ kılınmış ve Yenice-i Vardar kazâsında Ca-

tatbîken Selanik sancağı mutasarrıfı vezîr Ömer

fer Baba ve Bayram Dede zâviyeleri fakat bi-

Paşa iclâluhuye ve Selanik mollasına ve nahiye-i

rer merkadden ibâret olub Esirlik karyesinde

Vardar nâ’ibine hitaben başka fî 16 Ra sene 1243

medfûn Hasan Baba türbesine dahî tarîk-i Ka-

(7 Ekim 1827).

diri ‘alâmet olarak zaviyedarı dahî tarîk-i Kadiriyeden olduğu cihetle ol bâbda kazâ-i mezkûr nâ’ibinin verdiği i‘lâm dahî takdîm kılınmış olduğundan sen ki vezîr-i müşârünileyhsin sen ve mîr mûmaileyhime bi’l-iştirâk tahrîr ve inhâ ve i‘lâmat-ı mezkûreyi irsâl eylediğimizden

160


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 5. Bayezid Baba Tekkesi bünyesindeki Bali Bey ibn Malkoç Bey Camii Vakfı’na mütevelli tayin edilen Ömer Halife’nin görevden uzaklaştırılıp yerine vakıf evlatlarından Seyyid Ali Bey ve Seyyid Mahmud Bey’in tevcih edilmesi (BOA, EV.EMH, 134/8).

devletlû inayetlû merhametlû sultanım hazretleri sağ ve ber devâm olsun

devletlû inayetlû merhametlû arzuhâl kullarıdır ki yirmi beş seneden mütecaviz devletlû inâyetlû merhametlû veliyyü’n-

ve amel-madde olub kâr ve kebe dahi kudretim olmadığından nânpâre ve çerâkıllık olarak Selanik sancağında Vardar-ı Kebir nahiyesinde Baba

sultanm hazretleri sa÷ ve ber devâm olsun

karyesinde medfûn Bali Bey ibn Malkoç Bey

hazretlerinin ve ihya devletlû buyurdukları cami‘-imerhametlû arzuhâl kullardr ki yirmi beú seneden bina mütecaviz inâyetlû

ni‘mâ efendim hazeratlarının emekdarların-

şerîf evkafının tevliyetine bâ-berât-ı şerîf-i alini‘mâ efendim olduğumdan hazeratlarnn emekdarlarndan ve Bâb- âlî hidemâtlarndan o dan ve Bâb-ı âlî hidemâtlarından şan ile te’biden mutasarrıf olub fîma ba‘ad ma‘adâ iki yüz otuz dokuziki(?)yüz hümayunu em- (?) hümayunu emnen ve salimen meccanen vaz‘ ey ma‘adâ otuz dokuz istid‘â vuku‘unda pençe ve sulh-ı âli olmadıkça nen ve salimen meccanen vaz‘ eylediğimden dahî derkenar olunmasın deyûmedâr te’biden külli eme÷im sebkat etmekle kaydı bir yerden bir habbe ve bir akçe ve maaú olma külli emeğim sebkat etmekle bir yerden bir habkaydı balasına şerh verilerek tevliyeve amel-madde olub ihtiya kâr ve ibka kebevedahi kudretim olmad÷ndan nânpâre ve çerâk be ve bir akçe medâr ve maaş olmayub

Selanik sanca÷nda Vardar- Kebir nahiyesinde Baba karyesinde medfûn Bali Bey i 161

Bey hazretlerinin bina ve ihya buyurduklar cami‘-i úerîf evkafnn tevliyetine bâ-b

i aliúan ile te’biden mutasarrf olub fîma ba‘ad istid‘â vuku‘unda pençe ve


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

tinin ferman-ı âlişanda beş bin dört yüz altmış

şerif-i mezkûr harab ve umur-ı vakf mu‘attıl

dört akçe yazı ile mutasarrıf iken birkaç senedir

kaldığından bahisle tevliyet-i mezkûre mer-

amel-mâde ihtiyar olduğumdan pesmânde ka-

kum Ömer Halife’nin ref‘inden şart-ı vakıf

lub bu kullarına gadr-ı külli olmağla arzuhâle

üzere merkûmân Esseyyid Ali Bey ve Esseyyid

cesaret

aliyyelerinden

Mahmud Bey’e ale’l-iştirak tevcih buyurulmak

mercûdur ki tanzimat-ı hayriyye usulü ne veç-

ricasına Uzuncaabad Hasköy kazası nâ’ibi Es-

hile ise tevliyet-i mezkûru ibkâ buyurulur ya-

seyyid Salih Efendi arz ve salifü’z-zikr merhum

hud başka gûna imsal misillü te’biden mahiye-

Gazi Murad Bey veled-i Malkoç Bey Vakfının

mi inayet buyurulur müceddeden çerağ ve ihya

vazife-i mu‘ayyene ile ve marü’z-zikr merhum

buyurmaları bâbında emr u ferman devletlû

Bali Bey ibn Malkoç Bey Câmi‘-i Şerifi Vakfının

inayetlû merhametlû efendim sultanım hazret-

kezalik vazife-i mu‘ayyene ile ber vech-i meş-

lerinindir

ruta tevliyetleri evlad-ı vakıfdan Esseyyid Tur-

olundu

merâhim-i

bende-i Esseyyid Ömer ser mü’ezzin-i sadr-ı esbak kulları

han ve Esseyyid Abdullah bin Seyyid Ahmed ve Seyyid Ca‘fer ve Seyyid Abdullah bin Süleyman ve Seyyid Hüseyin bin Seyyid Hasan ve

nezaret-i evkaf-ı hümayun-ı mülûkaneye

İsma‘îl ve Osman ve İbrahim bin Ali Bey nâm

mülhak evkafdan Selanik kazasına tâbi‘ Vardar-ı

sekiz nefer kimesnelerin iştiraken üzerlerinde

Kebir nahiyesinde Bayezid Baba zaviyesinde

iken fevt olduklarından zikr olunan Gazi Mu-

vâki‘ merhum Bali Bey ibn Malkoç Bey Câmi‘-i

rad Bey Vakfının tevliyeti müteveffeyûn-ı mer-

Şerifi Vakfının vazife-i mu‘ayyene ile ber vech-i

kumunun mahlûllerinden yine evlad-ı vakıf-

te’yîd tevliyeti esbak-ı hazret-i sadr-ı ali-i şerif

dan Esseyyid Es‘ad bin Esseyyid Süleyman ve

ser mü’ezzini Ömer Halife’nin üzerinde iken

Esseyyid Ahmed bin Esseyyid Ahmed ve diğer

nezaret-i evkaf-ı hümayun-ı mülukaneye mülhak hazret-i sadr-ı ali nizamı evkafından Selanik kazasına tâbi‘ Vardar-ı Kebir nahiyesinde Bayezid Baba zaviyesinde vâki‘ merhum Bali Bey ibn Malkoç Bey Câmi‘-i Şerîfi Vakfının vazife-i mu‘ayyene ile ber vech-i meşruta tevliyeti Uzuncaabad Hasköy kazasında merhum Gazi Murad Bey veled-i Gazi Malkoç Bey vakfının mutasarrıfları olan evlad-ı vakıfdan Esseyyid Ali Bey ve Esseyyid Mahmud Bey’e a’id iken ecanibden Ömer Halife evlad-ı vakıf metfûn oldu diyerek tevliyet-i mezkûreyi üzerine tevcih ettirmiş ve tevliyet-i mezkûrenin tevcihi hilaf-ı şart olduğundan ma‘adâ cami‘-i 162

Esseyyid Ahmed bin Abdullah ve diğer Esseyyid Ahmed bin Esseyyid İbrahim ber muceb-i şart-ı vakıf bin iki yüz beş senesi akdem Cemaziyelevvel yirmi ikinci günü tarihiyle iştiraken tevcih ba‘dehu iki yüz otuz bir senesi Cemaziyelahirinde iştiraken berat verildikten sonra fevt olmalarıyla mahlullerinden yine evlad-ı vakıfdan Esseyyid Ali Bey ve Esseyyid Mahmud Bey veledan-ı merhum Esseyyid Es‘ad Bey’e iki yüz kırk dört senesi Zilhiccesinin altıncı günü tarihiyle ber vech-i iştirak tevcih olunduğu elyevm zikr olunan Gazi Murad Bey Vakfının tevliyeti merkumân Esseyyid Ali Bey ve Esseyyid Mahmud Bey’in üzerlerinde olduğu ve mutasarrıfı hazret-i sadr-ı ali Ömer Halife merhum


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Bali Bey’in cümle evladı metfûn oldu diyerek

haber verilmeleriyle bu surette evlad-ı vakıf

vakıf tevliyetini kendüye tevcihini bâ-arzuhal

mevcûd iken mezkûr hilâf-ı şart-ı vâkıf olarak

istid‘â ettikde ber vech-i muharrer evlad-ı va-

ecnebiye tevcihi mugayir-i şer‘ olmağla zikr

kıf metfûn olduğu vâki‘ ise şartıyla tevliyet-i

olunan Bali Bey Vakfının tevliyeti ber muceb-i

mezkûre merkûmûn Esseyyid Turhan ve Essey-

arz-ı mezkûr Ömer Halife’nin ref‘inden evlad-ı

yid Abdullah ve Seyyid Ca‘fer ve diğer Essey-

vakıfdan merkumân Esseyyid Ali Bey ve Essey-

yid Abdullah ve Hüseyin ve Osman ve İbrahim

yid Mahmud Bey’e ale’l-iştirâki’s-sevî tevcih ve

evlad-ı vakıfın mahlullerinden iki yüz otuz altı

yedlerine berat-ı alişan ihsân buyurulmak emr-i

senesi Recebinin on birinci günü tarihiyle Ömer

savab idüğün müşarünileyh Arabzâde faziletlû

Halife’ye tevcih olundu ba‘dehu ref‘inden iki

Mehmed Sa‘dullah Efendi hazretleri ve evkâf-ı

yüz otuz sekiz senesi Rebiülahirinin sekizinci

hümâyûn müfettişi İmamzâde Mehmed Es‘ad

günü tarihiyle ser makarra-i muhyi-i hazret-i

Efendi i‘lâm ve tevliyet-i mezkûre hilâf-ı inhâ

sadr-ı ali Mecid Ağa’ya tevcih olunub ba‘dehu

uhdesine tevcih olunmuş olan mezbûr Ömer

mezbûr Mecid Ağa’nın dahi ref‘inden sene-i

Halife’nin ref‘inden ber muceb-i şart-ı vakf

mezkûre Recebinin yirmi altıncı günü tarihiyle

evlad-ı vakıfdan merkûmân Esseyyid Ali Bey

Esseyyid Mehmed Nuri’ye tevcih olunduktan

ve Esseyyid Mahmud Bey’e umur-ı vakfı vakf-ı

sonra ref‘inden iki yüz otuz dokuz senesi Rebi-

mezbûru hüsn-i ifa ve rüyet etmek ve lazım ge-

ülahirinin on dördüncü günü tarihiyle sahibü’l-

len muhasebesi ma‘rifet-i şer‘le bi’r-rü’ye suret-i

evvel mezbûr Ömer Halife’ye tevcih ve ba‘dehu

muhasebesi olmak şartıyla bi’l-iştirâk tevcih ve

iki yüz otuz dokuz senesi Zilka‘adesinde ve iki

yedlerine şurûtu derciyle mülhakât zimmeti

yüz kırk senesi Rebiülevvelinde yine merkum

zimmetlerine ilmühaberi i‘tâ olunmak babında

Ömer Halife’ye tevcih olunduğu elyevm zikr

evkaf-ı hümayun nazırı Esseyyid Elhac Meh-

olunan Bali Bey Vakfının tevliyeti mezbûr Ömer

med Sa‘id Efendi i‘lâm etmeleriyle mucebince

Halife’nin üzerinde olduğu derkenâr olunma-

tevcih ve ilmühaberi i‘tâ olunmak babında bin

ğın arz-ı mezkûru derkenarlar musaddak ve

iki yüz kırk dokuz senesi Rebiülahirinin yedin-

husus-ı mezkûr vâkı‘a mutabık ve nefs-i emre

ci günü sâdır olan ruus-ı hümayun mucebince

muvafık olunduğunu karye-i mezbûre ahalisin-

mezbur Ömer Halife’nin ref‘inden ber muceb-i

den vukuf-ı tâmları olan bî-gayert-i Müslimin-

şart-ı vakf evlad-ı vakfından merkuman Essey-

den der aliyyede Mehmed Ağa cami‘i kurbun-

yid Ali Bey ve Esseyyid Mahmud Bey’e tevcih

da Defterdar Medresesinde Mehmed Efendi ibn

olunub berat-ı alişan verildiği evkaf muhase-

Ahmed ve Çaharşanba Bazarında Çukur Med-

besinde mestur ve mukayyeddir emru ferman

resede Esseyyid Hüseyin Efendi ibn Esseyyid

devletlû saadetlû sultanım hazretlerinindir fi 20

Ahmed ve Mehmed Ağa Medresesinde Murtaza

Ca sene 1258 (29 Haziran 1842).

Efendi ibn Ömer ve Hüseyin Efendi ibn Mustafa ibn Murtaza nâm kimesneler Rumeli kadıaskeri faziletlû efendi hazretlerinin hanelerinde ma ‘kûd meclis-i şer‘-i enverde alâ tariki’ş-şehâde 163


Belge 6. Selanik’teki Bektaúi tekkelerinin kapatlmas, emlak, eúya ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

emri (BOA, MAD, 9732, s.18).

Belge 6. Selanik’teki Bektaşi tekkelerinin kapatılması, emlak, eşya ve gelirlerini zapt edilmesi emri (BOA, MAD, 9732, s.18).

164


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

hâlâ Selanik sancağı mutasarrıfı Elhac

daki ekser a‘şârı ve rüsumu merbut olduğu ha-

Mustafa Paşa iclaluhuye ve zikri âtî tekâyâ ve

ber verilüb mütevellisi bulunan Ömer nâm ki-

zevâyânın hâvî olduğu kazalarının kuzzât ve

mesne dahi gâ’ib olduğundan başka mevcûd

nevâbi’ine hüküm.

olsa bile istihkakı olmadığı tahkik kılındığına

mu‘teberân-ı

ricâl-i

devlet-i

aliyyeden

mukata‘at nazırı mîr Hüseyin Hüsnü dâme uluvvuhunün takdim eylediği takriri mefhumunda Selanik’de kâ’in Kara Baba ve Vardar’da vâki‘ Bayezid Baba ve sâ’ir Bektaşi tekye ve zaviyelerinin hasılatlarının mümzi defterine mukataat hazinesine irsali babında emr-i şerîf takrir ve tesyîr kılınmış ise de şimdiye kadar bir güne cevabı vürud etmediğine binâ’en te’kid ve isti‘cabı hâvî sen ki vezir-i müşarünileysin sana ve sâ’ire hitaben emr-i şerîf ısdarı husûsu tahrir ve inhâ eylediğine binâ’en kuyuda müracaa ve muktezası su’âl olundukda salifü’z-zikr Selanikde vâki‘ Kara Baba ve nahiye-i Vardar’da kâ’in Bayezid Baba zaviyelerinin makamı firar etmiş olub mevcud olan Bektaşilerin odaları hedm kılınmış ve bulunan kitab ve eşya ma‘rifet-i şer‘ ve mübaşiri rical-i devlet-i aliyyeden hala tophane-i amire nazırı Elhac Ali Bey dame mecduhu ma‘rifeti ve sâ’ir ma‘rifetleriyle yegân yegân tahrir olunarak iktizâ eden mümzi defteri takdim olunmuş olub ancak Selanikde olan salifü’z-zikr Kara Baba ile Süleyman Baba türbeleri meşhur olarak bir türbedâr ta‘yîni lazım geldiğinden ehl-i sünnetten olub hakkında cümlenin hüsn-i razısı olan Derviş Ahmed nâm kimesne türbedar ta‘yîn kılınmış ve mârü’l-beyân Baba karyesinde medfûn Bayezid Baba türbesine dahî kezâlik türbedar ile bir zaviyedar icab eylediği ve zaviye-i mezkûre vakfı olan karye-i merkûmenin a‘şâr ve rüsûmâtı hasılatıyla civarında bulunan Işıklar karyesinin

mebni Atina ahalisinden ve tarik-i Rıfâiyye meşayihinden olarak elyevm Selanikde bulunub cümlenin ihbarıyla meşihata ehliyeti zahir olan Şeyh Hüseyin bin Ahmed türbedar ve zaviyedarlık ile tevliyet-i mezkurenin tevcih kılınmış taraf-ı şer‘den yazılub takdim olunan i‘lâm ile ahalisinin mahzarlarından ma‘lûm olduğundan ber minvâl-i muharrer zikr olunan türbedar ve zaviyedarlık ile tevliyet-i mezkûrenin şeyh-i mumaileyhe tevcih ve iktiza eden berat-ı şerifin i‘tâ kılınması ve Yenice-i Vardar kazasında Ca‘fer Baba ve Bayram Dede zaviyeleri fakat birer merkadden ibaret olub Esirlik karyesinde medfûn Hasan Baba türbesinde dahi tarik-i Kadiri alameti olarak zaviyedarı dahi tarik-i Kadiriyeden olduğu cihetle olbâbda kaza-i mezkûr nâ’ibinin verdiği i‘lâm dahi takdim kılınmış olduğu sen ki vezir-i müşarünileyhsin selefin vezir Ömer Paşa iclaluhu ile mübaşir mir mumaileyh tarafından bundan akdem vâki‘ bâtahrirat ve i‘lâmât lede’l-inhâ ber vech-i muharrer tahrir olunan tekâyâ ve zevayaların mescid ve cami‘-i şerif ve türbe ve mektebi olan vakıfların kemâfi’s-sabık hizmetleri rü’yet ve hitabet ciheti var ise müstehakına tevcih olunmak içün arz ve inhâ kılınmak ve sâ’ir meşihat ve zaviyedarlık ve tevliyet cihetinden ve ahar vakıflara ta‘âmiye ta‘yininden bu def‘a taraf-ı nazar olunarak yalnız türbedarlık tevcih olunmak üzere erbab-ı istihkâkdan olanlara arz ve i‘lâm olunmak ve zikr olunan Bektaşi mülhidleri tekâyâ ve zevayalarının müste‘ilâtı olan vakıfların musakkafâtı olanlar bi’l-icâretyn füruht olunub 165


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

yedlerine sened verilmesi içün müşterilerinin

iktizâ eylediği derkenar olunduğuna binâ’en

isim ve şöhretlerini ve ta‘yîn olunan icâre ve

mucebince emr-i şerif ısdarı hususuna irade-i

mukataalarının defteri ve hayrat ve hasenâtı ol-

aliyye ta‘alluk etmekle ber vech-i meşruh amel

mayan mezraa vakıfları ile mârü’z-zikr tekâyâ

ve harekete himmet eylemek ferman olmağın

ve zevayânın kurra ve arazi-i sâ’irenin evvel

te’kîd ve isti‘câm hâvî iş bu emr-i alişan ısdar

emirde hasılatları ma‘lûm olmak içün iltizam

ve irsal olunmuşdur imdi vusulünde keyfiyet

veyahut emaneten ihâle birle idaresi ve sâlifü’l-

irade-i aliyye mantûk-ı emr-i şeriden ma‘lûmun

beyân hizmeti muktezi olan ehl-i mürtezika ve

oldukda ferman olduğu ve balada beyan kılın-

tâ’if ve masarıf-ı mu‘tâdeleri eda olunub senesi

dığı veçhile zevâyâ-yı merkûmenin hasılat-ı

hitamında masarıf ve tâ’if-i sahiha-i mu‘tâdeleri

vâkı‘alarının mümzi defteriyle dersa‘âdete irsal

deruhde olunarak sahih ve salim hasılatının def-

ve mukataat hazinesine teslimi husûsuna sarf

teri ve defterhanesi mucebince bendesine göre

eyleyesin ve siz ki kuzzat ve nüvvab-ı mumai-

mal-ı ma‘lûmeleri tamamen ve kamilen tahsil

leysiz sizler dahi muceb-i emr-i şerifle amel ve

olunarak dersa‘âdete irsali babında sene-i sabı-

hareket ve hilafından hazer ve mücanebet eyle-

ka evasıt-ı Rebiülahirinde selefin müşarünileyhe

meniz babında ferman-ı alişan sadır olmuşdur fî

ve sâ’ire hitaben emr-i şerîf verilmiş ise de he-

28 Ca sene 1244 (6 Aralık 1828).

nüz bir güne havale vürud etmemiş olduğu kuyuddan müsteban olmağla bu surette zevaya-yı merkûmenin hasılat-ı vâkı‘alarının mümzi defteriyle mukataat hazinesine irsal ve teslimi babında te’kîd ve isti‘camı hâvî emr-i şerif ısdârı

166


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 7. 1827 yılı itibarıyla Selanik’de Kara Baba Tekkesi’nin geliri olmadığı, Bayezid Baba Baba Tekkesi’nin 1230,5 akçe geliri bulunduğu (BOA, MAD, 9732, s.109).

para

hatt-ı

guruş

para

guruú

ye

..

1230

1925 bedel-i zehâ’ir ve ta‘mir-i zavi695

mehabetmakrûn-ı

şahane

mantukunca ısdar ve tesyar olunan evamir-i

30 1925

30 .. 695

hümayun-ı

şerife lede’l-vüsul zikr olunan tekâyâdan Selanik sancağında vâki‘ Kara Baba ve Vardar nahiyesinde kâ’in Bayezid Baba ve sâ’ir tekâyâ

bedel-i ve zehâ’ir ve ta‘mir-i zaviye zevâyânın merbûtânından olan

emvâl ve

sâ’irelerinin hasılat vâkı‘alarını defter-i mümzi-

Anadolu ve Rumeli caniblerinde vâki‘ bi’l1230

siyle mukataat hazinesine tesyîri te’yîd kılınmış

cümle mülhid Bektaşi zevaya ve tekayalarının

olduğuna binâ’en sâlifü’z-zikr Kara Baba zavi-

Selanikde fakat bir mülhid zaviye olubBektaúi asla hedmi ve derûnlarında mülhidlerincaniblerinde tard ve yesi derûn-ı Anadolu olan ve Rumeli vâki‘ bi’l-cümle teb‘îdi ve kâffe-i emvâl ve emlak ve sâ’irelerinin

ve kat‘a bir hasılatı olmadığı bi’t-tahkik terk ol-

zevay

hedmizabt ve vederûnlarnda olanduğu mülhidlerin tard vekâ’inteb‘îdi ve nahiye-i Vardar’da Bayezid ve Babakâffe-i canib-i miriden füruhtu hususuna

em

zaviyesinin iki yüz kırk üç (243/1828) mahsusâ’irelerinin canib-i miriden zabt ve füruhtu hususuna irade-i seniyye-i m

irade-i seniyye-i mülukane müte‘allik olarak olbâbda Şeref Efendi sahife-i pira-yı sudur olan

ben a‘şâr ve hasılât-ı sâ’iresi terfih olunan def-

olarak olbâbda ùeref Efendi sahife-i pira-y sudur olan hatt- hümayun167

úahane mantukunca sdar ve tesyar olunan evamir-i úerife lede’l-vüsul zik

Selanik sanca÷nda vâki‘ Kara Baba ve Vardar nahiyesinde kâ’in Bay


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

terde muharrer olduğu veçhile gayr-i ez zehâ’ir

mezbûr hazine-i merkûme teslim kılınmış ol-

ve masarıf kusûr bin iki yüz otuz buçuk (1230,5)

mağla muhallefâta kayd ile hazine-i merkûme

otuz akçeye bâliğ olmuş ve meblağ-ı mezbûr bu

defterlerine ilmühaberi verilmek ferman buyu-

def‘a nakden mukataat hazinesine tesyîr kılın-

rulmağın mucebince kayd olunub ber minvâl-i

mış idüğünü hala Selanik sancağı mutasarrıfı

muharrer keyfiyet ma‘lûm olmak içün hazine-i

vezir sa‘adetlû Mustafa Paşa hazretleri bir kıt‘a

merkûme defterlerine iş bu ilmühaber verildi fî

kâ’imesinde be-tahrîr ve inhâ ve Selanik kadı-

16 N sene 1244 (22 Mart 1829).

sının i‘lâmı mümzi defteri ba‘s ve tesyâr eylediği ecilden mucebince inha olunan meblağ-ı

168


bu ilmühaber verildi fî 16 N sene 1244 (22 Mart 1829). 2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 8. Selanik’deki Kara Baba ve Bayezid Baba Tekkeleri’nin 18 Belge 8. Selanik’deki Kara Baba ve Bayezid Baba Tekkeleri’nin 1827, 1828 ve 1829 yılları hası-

haslatlarnn tahsil edilmesi (BOA, MAD, 9773, s.73).

latlarının tahsil edilmesi (BOA, MAD, 9773, s.73).

Selanik sancağı mutasarrıfı Mustafa Paşa iclaluhüye ve Selanik monlasına hüküm ki, Selanikde kâ’in Kara Baba ve Vardar’da

kına tevcih olunmak içün arz ve inhâ olunarak yalnız türbedarlık tevcih olunmak üzere erbâb-ı istihkâkdan olanlara arz ve i‘lâm olunmak ve

Selanik sanca÷ mutasarrfzikr Mustafa Paúatekâyâ iclaluhüye ve Selanik monl olunan Bektaşi ve zevâyâsının mü-

vâki‘ Bayezid Baba ve sâ’ir Bektaşi tekâyâ ve zevâyâlarında mescid ve câmi‘-i şerîf ve türbe

sakkafatı olan vakıfların müsakkafatı olanlar

bi’l-icareteyn füruht olubvâki‘ yedlerine sened ve- Baba ve Selanikde kâ’in Kara Baba ve Vardar’da Bayezid

ve mektebi olan vakıfların kemâfi’-s-sâbık hid-

rilmesi içün isim ve şöhretlerini mübeyyin ve

zevâyâlarnda mescid ve câmi‘-i úerîf türbe ve mektebi olan v ta‘yîn olunan icareve ve mukataatlarının defteri

metleri rü’yet ve hitâbet ciheti var ise müsteha-

hidmetleri rü’yet ve hitâbet ciheti var ise müstehakna169tevcih olu

olunarak yalnz türbedarlk tevcih olunmak üzere erbâb- istihkâkd


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ve hayrat ve müsakkafatı olmayan mezra‘a ve

şerif ısdarı iktiza eylediği muhallefatdan der-

vakıflar ile mârüz’-zikr tekâyâ ve zevâyânın

kar ve rical-i devlet-i aliyyeden hala mukataat

kurra ve arazi-i sâ’iresinin evvel emirde kimin

nazırı Esseyyid Abdurrahman Nafiz dame mec-

hasılatları ma‘lûm olmak içün iltizam veya-

duhuden i‘lâm olunarak mucebince emr-i şerif

hut emaneten ihale birle idaresi ve salifü’z-

ısdarı hususuna irade-i seniyye ta‘alluk etmekle

zikr hismeti muktezi olan ehl-i mürtezika ve

olvechile amel ve harekete bezl-i hal ve himmet

vezâ’if ve masarıf-ı sâ’ire sahiha-i mu‘tâdeleri

eylemek ferman olmadğın mahsus isti‘câli havi

fürunhâde olarak sahih ve salim hasılatının

iş bu emr-i alişan ısdar ve irsal olundu imdi vu-

defteri defterhânesi mucebince bendesine göre

sulünde keyfiyet irade-i aliyye mantûk-ı emr-i

mal-ı ma‘lûmeleri tamamen tahsil olunarak

şerifden ma‘lûmum oldukda ferman olduğu ve

dersa‘âdete irsali bâbında mukaddem veri-

balada beyan kılındığı veçhile zevâyâ-yı mer-

len emr-i şerifin te’kîdini havi sene-i sabıka

kumenin sinin-i sülüse-i mezbûreteyne mahsu-

evahir-i Cemaziyelevvelisinin sen ki vali-i mü-

ben hasılatları her kimin yed-i zimmetlerinde

şarünileysin sana hitaben emr-i şerif verilmiş

kalmış ise re’y ve ma‘rifetin ve ma‘rifet-i şer‘le

ve şimdiye değin cevab vürud etmemiş idüğü

zahire ihraç olunarak yerlü yerinden ve icab ve

kuyuddan nümayan olmuş olduğuna binâ’en

iktiza edenlerden tamamen ve kâmilen tahsil ve

iktizâsı

merkûmenin

mümzi defteriyle bir an akdem dersa‘âdete irsal

kurra ve arazisi hasılatı asakir-i mansure ma-

ve mukataat hazinesine teslimi hususuna sarf

sarıfına tahsisen mukataat hazinesi varidatın-

eyleyesin ve sen ki nâ’ib-i mumaileyhsin sen

dan olduğundan iki yüz kırk iki ve kırk üç ve

dahi muceb-i emr-i şerifle amel ve harekete mü-

kırk dört (1242-1243-1244) seneleri hasılatları

baderet eylemek babında ferman-ı alişan sadır

her kimlerin yed ve zimmetlerinde kalmış ise

olmuşdur fî 23 L sene 1245 (17 Nisan 1830).

lede’s-su’âl

zevâya-yı

re’y ve ma‘rifetin ve ma‘rifet-i şer‘le zahire ihraç olunarak yerlü yerinden cümlesini cem‘ ve tahsil ve mümzi defteriyle serî‘an der aliyyeye irsali ve hazine-i mezkureye teslimi hususuna müsa‘ade olunmak babında sana hitaben emr-i

170


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 9. Kara Baba Tekkesi Vakfı’nın mutasarrıfı Eğribozî Şeyh Abdi Efendi’nin evlatsız olarak vefat etmesi üzerine Şeyh Mehmet Efendi’nin tayin edilmesi (BOA, EV.MKT, 397/44).

baha-yı kuyud-ı muhasebe

45

kaza-i Selanik der livâ-i Havsa

Yalnız kırk beş

baha-y kuyud- muhasebe

Hamza Bey

Müdürü orta boylu sarı sıfatlı Derviş Mehmed bin Mustafa

kaza-i Selanik der livâ-i Havsa Tarik-i Halvetiyeden orta boylu kara sıfatlı smer yüzlü Şeyh Abdullah Efendi bin Abdülbaki

Hamza Bey

35 Yalnız otuz beş 171

Tarik-i Halvetiyeden orta boylu kara sfatl smer yüzlü ùeyh Abdullah Efend 45


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Ber mantuk-ı i‘lâm mumaileyhin hanesi keyfiyeti ber minvâl-i muharrer mukayyeddir ferman hazret-i men lehü’l-emrindir fî 16 Ra sene 1269 (28 Aralık 1852). bu makule meşihat cihetinin tevcihi hususu

ber muceb-i işaret-i aliyye tevcih ve berat ve ilmühaberi i‘tâ olundu fî 14 Ca sene 69 (23 Şubat 1853). ma‘rûz-ı çâker-i kemineleridir ki

evvel emirde canib-i hazret-i fetevâpenahiden

iş bu i‘lâm ve merbut mazbata ve tahrîrât

işaret-i aliyye buyurulmak tevaffuk eder emr u

ve inhâ ve derkenarlar nâtık olduğu üze-

ferman atûfetlû efendim hazretlerinindir 21 Ra

re nezaret-i evkaf-ı hümayuna mülhak evkaf

sene 1269 (2 Ocak 1853).

mahruse-i Selanik’de vâki‘ Kara Baba zavi-

iş bu i‘lâm ve merbut mazbata ve inhâ derkenârda muharrer tekyenin meşihat cihetine mutasarrıf Abdi Halife bin Abdullah bila veled vefatı vuku‘uyla mahlulünden ehliyet ve iktidârı mütehakkık olub otuz beş yaşında bulunan Eşşeyh Mehmed Efendi ibn Mustafa’ya tevcihine dâ’ir olub ve cihet-i mezkûre derkenarda gösterildiği veçhile müteveffâ-yı merkumun elyevm üzerinde mukayyed bulunmuş ve merkum Eşşeyh Mehmed Efendi’nin asitan-ı askeriyeyi mütecaviz olduğu ceride muhasebesinden mahreç hanesine kaydından anlaşılmış ve tevcihi hususu dahi canib-i hazret-i fetevapenahiden işaret-i aliyye buyurulmuş olmağla bu surette kaydı ve işaret-i aliyye buyurulduğu veçhile tevcihi canib-i nezaretden i‘lâm ve baferman-ı ali kaleminden şurutu derciyle berat i‘tâsı muktezâ-yı nizamından ferman atûfetlû hazret-i men lehül-emrindir fî selh-i R sene 1269 (9 Şubat 1853)

172

yesi vakfının şeyh-i zaviye ciheti mutasarrıfı Eğribozî Eşşeyh Abdi Efendinin bila veled vefatı vuku‘uyla mahlulünden ehliyeti inhâ ve asitan-ı askeriyeyi mütecaviz idüğü hanesi kaydından istanpa olunan Eşşeyh Mehmed Efendi ibn Mustafa’ya ber muceb-i işaret-i aliyye-i cenab-ı fetevapenahi bi’t-tevcih şurut-ı lazımesi derciyle iktizâ eden berat-ı şerifin ve mülhakât zimmeti defterlerine ilmühaberinin i‘tâsı babında emr u ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir fî 5 Ca sene 69 (14 Şubat 1853).


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 10. Selanik’te bulunan Kara Baba Tekkesi’ne senelik 200 kuruşun yeterli gelmemesi sebebiyle para tahsis edilmesi (BOA, EV.MKT, 6/6).

Selanik vâlisine ve evkâf müdürüne

münâsib mikdarını tahsisi hakkında keyfiyetin ba-mazbata ve inhâ iş‘ârı husûsunu emr evkaf

Selanik’de kâ’in Kara Baba dergâh-ı şe-

Selanik vâlisine ve evkâf müdürüne müdürüne

rifinin senevî mevkuf olan iki yüz guruşla

tastir buyurulduğu misillü savb-ı

âlilerine dahî tastir buyurulan bir kıt‘a tahrîrât-ı

idâresi mümkün olamadığından ve post-nişîni

Selanik’de kâ’in Kara Baba sami-i dergâh- úerifininleffen senevî mevkuf sadaretpenâhî tesyir kılınmışolan ol- iki yüz

tarikat-ı aliyye-i Halvetiyyeden Mehmed Efen-

mümkün olamad÷ndan ve di fakîrü’l-hâl ve kesirü’l-ıyâl bulunduğundan mahallince ba‘zı müstahfîne maaşlarfakîrü’l-hâl vetahsisi kesirü’l-yâl dan sarf vuku‘unda efendi-i mumaileyh dahî

mağla ber mantûk-ı tahrîrât-ı sami-i mezkûre

post-niúîni tarikat- aliyye-i Halvetiyyeden M

icab-ı halin icrası husûsuna fî 9 S sene 74 (29 Ey-

bulundu÷undan lül 1857) yazıldı. mahallince ba‘z müstahfîne tah

sarf vuku‘unda efendi-i mumaileyh dahî münâsib mikdarn tahsisi hakknda

mazbata ve inhâ iú‘âr husûsunu emr evkaf müdürüne tastir buyuruldu÷u

âlilerine dahî tastir buyurulan bir kt‘a tahrîrât- sami-i sadaretpenâhî leffen olma÷la ber mantûk- tahrîrât- sami-i mezkûre icab- halin icras husûsuna fî Eylül 1857) yazld.

173


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Belge 11. Şeyh Mustafa Efendi bin Ahmet’in 24 Aralık 1896 tarihinde Kara Baba Tekkesi şeyhliğine atanması (BOA, EV.MKT, 2302/100)

mektûbî kalemine mahsus müsveddedir

Efendi’nin mahlulünden Mustafa Efendi uhdesine tevcihi hakkında varid olan 12 Kanun-ı

evrak numarası 873

evvel sene 312 (24 Aralık 1896) tarih ve elli beş mektûbî kalemine mahsus müsveddedir

tesvidi tarihi 28 Temmuz sene 313 (9 Ağustos 1897) evrak

numaras 873

numaralı Selanik vilayeti irade meclisi mazbatasıyla müteferri‘âtı üzerine lede’t-tetkîk dergâh-ı

tebyizi tarihi 12 Ra sene 315/29 Temmuz

mezkûre ve meşihata dâ’ir kayd bulunamamış

bir kerede tesvidi tarihi 28 Temmuz sene 313olduğundan (9 A÷ustos 1897)hazine-i celile-i maliyece

sene 313 (10 Ağustos 1897)

eczâ-yı tedkikatla bu babda bir kayd bulunur ise

Maliye nezaret-i celilesine tebyizi tarihi 12 Ra Selanik’de

Tahtakal‘a

meşihat-ı mezkure kimin sene 315/29 Temmuz sene 313 (10uhdesinde A÷ustosidüğünün 1897)

civarında

vâki‘

celilesine tarik-i Maliye Haleveti-inezaret-i Mısriyye mensub Kara Baba

Dergâhı meşihat cihetinin müteveffâ Şeyh Ali

ve mikdar-ı vazife ve mu‘ayyenâtnın iş‘arı zımnında keyfiyetin savb-ı âlî-i asafânelerine ezbarı cihat kaleminden ifade olunmuş olbabda.

Selanik’de Tahtakal‘a civarnda vâki‘ tarik-i Haleveti-i Msriyye mensub Kara B

174

meúihat cihetinin müteveffâ ùeyh Ali Efendi’nin mahlulünden Mustafa Efen

tevcihi hakknda varid olan 12 Kanun- evvel sene 312 (24 Aralk 1896) tari


Belge 12. ùeyh Mustafa Efendi bin Ahmet’in Kara Baba Tekkesi úeyhli÷in EV.MKT, 2319/19).

2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Belge 12. Şeyh Mustafa Efendi bin Ahmet’in Kara Baba Tekkesi şeyhliğine atanması (BOA, EV.MKT, 2319/19).

Mektûbî kalemine mahsus müsveddedir Evrak numarası 3383

Ali Efendi mahlûlünden Mustafa Efendi uhdesine tevcihi hakkında varid olan 12 Kanun-ı

evvel sene 312 (24 Aralık 1896) tarih ve 55 nuMektûbî kalemine mahsus müsveddedir

Tesvidi tarihi 29 Eylül sene 313 (11 Ekim 1897)

Evrak numaras 3383

Tebyizi tarihi 14 Ca sene 1315/29 Eylül

sene 1313 Tesvidi

maralı meclis-i idare-i vilayet mazbatasıyla müteferri‘âtı

üzerine

lede’t-tedkîk

dergâh-ı

mezkûre ve meşihatına dâ’ir kayd bulunamamış olduğundan meşihat-ı mezkûrenin tasarrufunu

tarihi 29 Eylül sene 313 (11 Ekim 1897)

Selanik vilayet-i celilesine ve evkaf muha-

nâtık berat-ı âlî ve vakfiyesi mevcûd ise aynının veya suret-i musaddakalarının irsâli zımnında

Tebyizi tarihi 14 Ca sene 1315/29 Eylültaraf-ı seneâli-i 1313 keyfiyetin vilayetpenâhilerine ezbârı sebeciliğine Selanik Tahtakal‘a civarında vâki‘ Kara

cihat kaleminden ifâde olunmağın olbâbda.

Selanik vilayet-i celilesine ve evkaf muhasebecili÷ine

Baba Dergâhı meşihat cihetinin müteveffâ Şeyh

Selanik Tahtakal‘a civarnda vâki‘ Kara Baba Dergâh meúihat cihetinin m Efendi mahlûlünden Mustafa Efendi uhdesine tevcihi hakknda175varid olan

sene 312 (24 Aralk 1896) tarih ve 55 numaral meclis-i idare-i vila


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Belge 13. Kara Baba Tekkesi Post-niúini ùeyh Ali Efendi’nin vefat üzerine bu göreve Ocak 1898 itibaryla ùeyh Mustafa Efendi’nin getirilmesi (VGMA, Defter nr. 994, s.4-5).

Belge 13. Kara Baba Tekkesi Post-nişini Şeyh Ali Efendi’nin vefatı üzerine bu göreve Ocak 1898 itibarıyla Şeyh Mustafa Efendi’nin getirilmesi (VGMA, Defter nr. 994, s.4-5).

Selanik’de

Tahte’l-kal‘a

civarında

ve

Efendi ibn Mehmed Emin bundan akdem bilâ-

tarikat-ı Halvetiye-i Mısriyye’ye mensûb Kara

veled vefat eylediği ve dergâh-ı mezkûrun el-

Baba tekyesi dimekle ma‘rûf dergâh-ı şeri-

yevm mevcûd ve ma‘mûr derûnunda icrâ-yı

fin meşihat cihetine mutasarrıf olan Şeyh Ali

âyîn-i tarikat olunmakda olduğu beyanıyla

Selanik’de Tahte’l-kal‘a civarnda ve tarikat- Halvetiye-i Msriyye’ye mensûb Kara Baba tekyesi dimekle ma‘rûf dergâh- úerifin meúihat cihetine mutasarrf olan ùeyh Ali Efendi ibn

176


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

cihet-i mezkûrenin müteveffâ-yı mumaileyh

ise ana verilmek üzere tahsis usul ve nizamı ik-

mahlûlünden cihet-i mezkûreyi ifâya kifâyeti

tizasından olduğuna mebni cihet-i mezkûrenin

inde’ş-şer‘ zahir olan Eşşeyh Mustafa Efendi

mumaileyh Mustafa Efendi’ye tevcihi hakkında

ibn Mehmed’e tevcihi mahallinden ba-mazbata

mu‘âmele-i lazımesi bi’l-icrâ keyfiyetin ebnâsı

iş‘âr ve inhâ olunmuş tedkikat-ı kaydiyye

iş‘âr kılınmış ve vakf-ı mezkûrun üç yüz beş

lede’l-icrâ Selanikde Tahte’l-kal‘a civarında

senesi Martı ibtidâsından (Mart 1889) üç yüz

tarikat-ı aliyye-i Halvetiye-i Mısriyyeye men-

on iki senesi Şubatı gayetine (Şubat 1896) ka-

sub Kara Baba dergâh-ı şerifi vakfına meşi-

dar muhasebesi rü’yet olunduğu muhasebe-i

hat cihetine dâ’ir bulunamadığından olbâbda

umumiyye irade-i aliyyesinden yazılan derke-

isti‘lamı hâvî tastîr kılınan tahrîrât-ı aliyye-i

narda gösterilmiş ve cihet-i mezkûrenin iş‘âr-ı

cenab-ı nezaretpenâhilerine cevaben varid olan

mahalli veçhile mumaileyh Şeyh Mustafa Efen-

inhâda dergâh-ı şerîf-i mezkûrun kadimen bir

diye tevcihi tensîb edildiği meclis-i meşayihden

dergâh olmayub esbak Selanik valisi Eğribozlu

ba-mazbata beyan olunmuş ve mezkûr meşihat

Ömer Paşa merhum tarafından ahfadının defn

ciheti içün henüz kimesneye tevcih ile berat ve-

içün makbere olmak üzere mübayasa ve tahsis

rilmemiş ise de bu misillü maliye hazine-i celi-

edilmiş olan bir arsa-i haliyye üzerine bina olu-

lesinden muhassıs ta‘âmiyye ve vazifesi olan

narak tarikat-ı aliyye-i Mısriyyeye mensub bir

cihat içün müceddeden kayd ile berat i‘tâsı

dergâh te’sîs edilmiş olduğu ve bundan evvelki

mesbukü’l-imtal bulunmuş olduğundan mezkûr

şeyhleri berat-ı ali talebinde bulunmadıkların-

meşihat cihetinin ta‘âmiyye-i mezkûresiyle bila

dan kimesneye berat-ı ali verilmemiş ve vak-

berat mutasarrıfı müteveffa-yı mumaileyh Eş-

fiye tanzim olunmamış ve bulunduğu ve beş

şeyh Ali Efendinin mahlulünden mumaileyh

altı sene mukaddem müşarünileyhin evladı ve

Eşşeyh Mustafa Efendi ibn Ahmed’e müced-

ahfadı taraflarından verilen akçe ile dergâhın

deden tevcihi ve ol veçhile tevcih buyuruldu-

hâli arsası üzerine üç bâb dükkân inşa edile-

ğu hâlde keyfiyet ma‘lûm olmak üzere maliye

rek bedel-i icarları dergâhın it‘âm-ı ta‘âmiyye

nezaret-i celilesine müzekkere tastiri iktiza eyle-

ve masarıf-ı mücberesine tahsis edildiği ve bu

diği mahkeme-i teftişden i‘lâm olunmuş ve mu-

dükkanların ibrar ve masrafını mübeyyin icab

cebince tevcihi hususuna işaret-i aliyye-i cenab-ı

eden muhasebesi bi’r-rü’ye koçanların takdim

meşihatpenahi keşide-i silk-i mestur buyrulmuş

edildiği iş‘âr olunmuş ve sebk eden iş‘âr-ı âliye

olmağla ber vech-i muharrer bi’t-tevcih berat

cevaben maliye nezaret-i celilesinden varid olan

ve muhasebe-i umumiyye-i maliyeye dahi il-

20 Eylül sene 313 (2 Ekim 1897) tarih ve iki yüz

mühaberi i‘tâsı dkuz yüz otuz ikinci defterine

bir numaralı tezkerede Selanik sancağı dergâh

bi’l-idhâl makam-ı nezaret-i celileden telhis üze-

ta‘âmiyyesi meyânında dergâh-ı mezkûrun

rine 19 Şa‘bân sene 315 (13 Ocak 1898) tarihiyle

altmış kıyye tuz bedeli olarak saliye yirmi bir

sudur eden irade-i aliyye mucebince bi’t-tevcih

guruş ta‘âmiyyesi olduğu kayden tebeyyün et-

beratı verilmekle muhasebe-i umumiyye-i ma-

miş isede meşihat cihetine dâ’ir bir güne kayd

liyeye dahi iş bu ilmühaber verildi fî 25 Şa‘bân

ve ma‘lûmât bulunamadığından ve bu makule

sene 315 ve fî 6 Kanun-ı sânî sene 313 (18 Ocak

dergâh ta‘âmiyyesinin her kim şeyh bulunur

1898). 177


Belge 14. ùeyh Mustafa Efendi bin Ahmet’in Kara Baba Tekkesi úeyhli÷i ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

EV.MKT, 2352/101).

Belge 14. Şeyh Mustafa Efendi bin Ahmet’in Kara Baba Tekkesi şeyhliğine atanması (BOA, EV.MKT, 2352/101).

Nezâret-i evkâf-ı hümâyûn

retpenahileridir olbâbda emr u ferman hazret-i

Cihât kalemi Nezâret-i

men lehü’l-emrindir fî 1 Ramazan sene 315 ve fî

Aded

evkâf- hümâyûn

Cihât kalemi

Selanik’de Tahte’l-kal‘a civarında tarikat-ı Halvetiye-i Mısriyyeye Aded mensûb Kara Baba tekyesi dimekle ma‘rûf dergâh-ı şerifin meşihat

11 Kanun-ı sânî sene 313 (24 Ocak 1898). Mucebince. Numarası 2150

cihetinin Eşşeyh Mustafa Efendi ibn Ahmed’e

Selanik’de Tahte’l-kal‘a civarnda tarikat- Halvetiye-i İzzetlû Ali Şefik Efendiye fî 28Msriyyeye Şubat sene mensûb

tevcih olunduğuna dâ’ir tanzim olunan bir kıt‘a

313 (12 Mart 1898). dergâh- úerifin meúihat cihetinin ilmühaberindimekle leffen irsâl ma‘rûf kılındığına dâ’ir maliye

Eúúeyh Mustafa Efendi i

nezâret-i celilesine re’sen tezkere-i aliyye tasti-

olundu÷una dâ’ir tanzim olunan bir kt‘a ilmühaberin leffen irsâl klnd

ri menût-ı emr ve irâde-i aliyye-i cenab-ı neza-

nezâret-i celilesine re’sen tezkere-i aliyye tastiri menût- emr ve irâde

178


/ Yıl: 7 Sayı: 13 Belge 15. ùeyh Mustafa 2017 Efendi bin Ahmet’in Kara Baba Tekkesi úeyhli÷ine atanma

EV.MKT, 2353/13). Belge 15. Şeyh Mustafa Efendi bin Ahmet’in Kara Baba Tekkesi şeyhliğine atanması (BOA, EV.MKT, 2353/13).

Mektubi kalemine mahsus müsveddedir

Mektubi Evrak numarasıkalemine 2150

ne ba-işaret-i mahsus müsveddedir

aliyye-i hazret-i fetvapenahi bi’t-

tevcih olbâbda cihat kaleminden tanzim olu-

Tesvidi tarihi 28 Şubat 313 (12 Mart 1898)

Evrak numaras 2150

Tebyizi tarihi 19 Şevval sene315/28 Şubat

sene 313 Tesvidi

meşihat cihetine Şeyh Mustafa Efendi (uhdesi-

nan ilmühaberi leffen tesyar kılınmış olmağın olbâbda) uhdesine vuku‘bulan tevcihini mü-

beyyin hazine-i celile-i maliye muhasebe-i umutarihi 28 ùubat 313 (12 Mart 1898)

Maliye nezaret-i celilesine Tebyizi tarihi 19 ùevval

miyyesine verilmek üzere cihat kaleminden tan-

zim ve i‘tâsene olunan bir kıt‘a ilmühaber leffen irsâl sene315/28 ùubat 313

Selanik’de Tahte’l-kal‘a civarında vâki‘

savb-ı ali-i asafaneleri kılınmağın olbâbda.

Maliye nezaret-i celilesine

tarik-i Halvetiyeden (Mısriyyeye mensub) Kara Baba tekyesi (dimekle ma‘rûf dergâh-ı şerifin)

179


Belge 16. Serez (Siroz)’de Veli Dede isimli Bektaúi úeyhinin oradaki Bektaúil ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

papazlar yardmyla Hristiyanlarla nikahlamas gibi iddialarn incelenmesi emri ( Belge 16.482/44). Serez (Siroz)’de Veli Dede isimli Bektaşi şeyhinin oradaki Bektaşilerin kızlarını papazlar yardımıyla Hristiyanlarla nikahlaması gibi iddiaların incelenmesi emri (A.MKT.UM 482/44).

eyâlet-i merkûmeye dâ’ir Siroz kâ’imakamı

rı ve re’islerinin bir fırka emniyet edilebilecek

Pertev Efendi vasıtasıyla vukû‘bulan teblîgât-ı

hâlde olmadıkları görülmüş olub vâkı‘an böyle

devletlerine gelince mûmaileyhe şeylerin cemî‘ zamân ve mekânda te’sîri eyâlet-iefendi-i merkûmeye dâ’iri‘tâ Siroz kâ’imakam Pertev Efendi sû’-i vastasyla

vukû‘bu

edildiği layıhanın bend-i evveline nazaran

münker olmamasıyla beraber bu nev‘ cehle devletlerine gelince efendi-i mûmaileyhe i‘tâ edildi÷i layhann bend-i evveline

Velî Dede nâmında bir Bektâşî şeyhi bir takım kelimât-ı

ve bahâya def‘aten tagyîr-i usûl ettirmekliğin

Dede hâvî nâmnda bir Bektâúî bir mefkûd takm bulunduğunu kelimât- müferreyi hâvî müferreyi ba‘zı hem tarîklarınaúeyhi imkânı ve ma‘mâfîh bun-ba‘z hem t

bir varaka gönderüb havâlîdekiolRum mil- ları Rum ‘ala sâlihâ bırakarak izhâr-ı enâmir varaka ol gönderüb havâlîdeki milleti ekseri ise mânî-i bu makûle leti ekseri ise bu makûle erâcifi vazîfe-i diniye

içün kendülerine meydân vermek dahî câ’iz

makâmında kabûl ve ısgâ itmekde ve ahâlî-i

olmayacağını bu maddelerin ıslâh ve def‘î ma-

Müslimenin bir çoğu Bektâşî ve beraberinde

hallince nasıl esbaba mütevakkıf ise ‘arîza ve

kızlarını papaslar ma‘rifetiyle Hıristiyanlara

‘amîka düşünülerek serî‘an bâb-ı ‘âlîye yazıl-

‘akd ettirir mertebede mübtelâ-yı cehl ve nârânı

mış… (Tarih 1277/1860-1861).

erâcifi va

makâmnda kabûl ve sgâ itmekde ve ahâlî-i Müslimenin bir ço÷u Bektâúî ve

olarak her şeye kâbil görünmekde bulundukla180


mahallince nasl esbaba mütevakkf ise ‘arîza ve ‘amîka düúünülerek serî‘an yazlmú… (Tarih 1277/1860-1861). 2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

B. Resimler

B. Resimler

Resim 1. Bir kartpostalda Selanik’te bulunun Musa Baba Türbesi (Sarısakal, 2017: 2).

Resim 1. Bir kartpostalda Selanik’te bulunun Musa Baba Türbesi (Sarsakal, 201

Resim 2. 1914 yılında Musa Baba Türbesi, yanında tekke olarak kullanılan yapılar ve Bebek Camii (Sarısakal, 2017: 2).

Resim 2. 1914 ylnda Musa Baba Türbesi, yannda tekke olarak kullanlan yap Camii (Sarsakal, 2017: 2).

181

Resim 3. Musa Baba Türbesi’nin yerini gösteren kroki (Sarsakal, 2017: 4).


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Resim 3. Musa Baba Türbesi’nin yerini gösteren kroki (Sarsakal, 2017: 4) Resim 3. Musa Baba Türbesi’nin yerini gösteren kroki (Sarısakal, 2017: 4).

Resim 4. Restorasyon öncesi ve sonrası günümüzde Musa Baba Türbesi (Sarısakal, 2017: 5; “Musa

Resim 4. Restorasyon öncesi ve sonras günümüzde Musa Baba Türbesi (

Baba Türbesi”, 15.03.2017).

“Musa Baba Türbesi”, 15.03.2017).

182 Resim

5. Katerin Katerin Abdullah Abdullah Baba Baba Tekkesi’nin Tekkesi’nin son son Post-niúinlerinden Post-niúinlerinden Mücerret Mücerret Halife HalifeTahir Tahir

Baba (v. 1965). 1965).


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Resim 5. Katerin Abdullah Baba Tekkesi’nin son Post-nişinlerinden Mücerret Halife Tahir Baba (v. 1965).

Resim 5. Katerin Abdullah Baba Tekkesi’nin son Post-niúinlerinden Müce Baba (v. 1965).

183


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

184


SUNNÎ-ŞİÎ ULEMA VE AYDINLARININ İSLAM MEZHEPLERİNİ YAKINLAŞTIRMA ÇABALARI THE EFFORTS OF SUNNI-SHIAH INTELLECTUALS ON THE APPROXIMATION OF THE ISLAMIC SECTS Hasan Hüseyin GÜNEŞ2

da ne tür hedeflerin belirlendiği tespit edilmeye çalışılacaktır. Mezhepleri yakınlaştırma düşüncesi VI.

ÖZ

/ XII. yüzyıllarda yavaş yavaş kendini gös-

İslam âlemi son yıllarda mezhep kö-

tir. Bu nüveler zaman içerisinde filizlenmiş

kenli bir çatışmanın içerisine sürüklenmek istenmektedir. Yaşanan çatışmaları, şimdilik, mezhepsel farklılıkla açıklamak yerine, siyasal olanın mezhepsel farklılığı olarak değerlendirmek ve Sunnî-Şiî karşıtlığı üzerinden Ortadoğu coğrafyasının her an kaosa sürüklenebileceğini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

termeye başlamış ve ilk nüvelerini vermişve yirminci yüzyıl içerisinde olumlu denilebilecek çalışmalarla da gün be gün güçlenmiştir. Özellikle takrib müessesesinin oluşumu bu minvalde zikredilmelidir. Çalışmamızda bu nüvelere kısaca temas edilecek ve Ehl-i Sünnet ve Şiî ulema ve aydınlarının XX. yüzyılda yaptığı mezhepleri yakınlaştırma gayretleri ve çalışmaları hakkında

Bu makalede, Müslümanlar açısından

bazı örnekler üzerinden değerlendirme ya-

önem arz eden bir mesele olarak mezheple-

pılmaya çalışılacaktır. Üzerinde durulmaya

rin yakınlaş(tırıl)ması hususu ele alınmaya

çalışılacak isimler şunlardır: Allâme Abdul-

çalışılacaktır. Bu amaçla ortaya konan gay-

lah Süveydî, Muhammed Hasan el-A‘zami,

retlerin tarihçesi verilecek ve bu çalışmalar-

Muhammed Abduh, Muhammed Reşid Rıza ve Mustafa Sibâî; Muhammed Hüse-

Makale geliş tarihi: 11.03.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017

yin Âl-i Kâşifu’l-Ğitâ, Abdülhuseyn Şere-

1 Bu makale, 14 Ekim 2014-17 Ekim 2014 tarih aralığında ORMER Enstitüsü tarafından düzenlenen II. Ortadoğu’da Siyaset ve Toplum Kongresi’nde sunulan ve yayınlanmayan bildirinin gözden geçirilmiş hâlidir.

fuddin, Seyyid Ali Hamaneî.

2 Yrd. Doç. Dr., Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.

Anahtar Kelimeler: Mezhepleri Yakınlaştırma, Dâru’t-Takrîb, Allâme Abdullah Süveydî, Muhammed Hasan El-A‘Zami, Muhammed Abduh, Muhammed Reşid 185


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Rıza ve Mustafa Sibâî; Muhammed Hüse-

Sibâî; Muhammed Hüseyin Âl-i Kâşifu’l-

yin Âl-İ Kâşifu’l-Ğitâ, Seyyid Ali Hamaneî.

Ğitâ, Abdulhusayn Şerefuddin, Sayyid Ali Khameneî.

ABSTRAC

Keywords: Proximity of Islamic Schools

In the recent years, the Islamic world

of Thought, Dar Al-Taghrib, Allâme Abdul-

is to be dragged into a sectarian (madhabs)

lah Süveydî, Muhammad Hasan El-A‘Zami,

conflict. For the present, it is better to ex-

Muhammad Abduh, Muhammad Rashid

plain what is going on in the world as the

Reza ve Mustafa Sibâî, Muhammad Husayn

politic difference seems related to the mad-

Âl-I Kâşifu’l-Ğitâ, Sayyid Ali Khameneî.

habs, instead of sectarian difference. And also, it is necessary to conceive the probability of drifting of Middle East geography towards chaos by the pretext of Sunni-Shii controversy.

Giriş Günümüzde İslam âleminin yakınlaşmaya duyduğu ihtiyaç için çok söz sarf etmeye ihtiyaç yoktur. Zira dünya üzerinde

In this paper, the proximity (taghrib)

aynı peygamberin ümmeti olan, aynı kut-

of Islamic schools will be handled as a vital

sal kitaba inanan ve aynı kıbleye yönelen

subject related to Muslims all around the

bir buçuk milyarın üzerinde Müslüman

world. The history of the efforts on this way

yaşamaktadır. Bu kadar insanı, milletleri-

will be explained and the goals of those ef-

nin, dillerinin, ülkelerinin ve mezheplerinin

forts will be tried to be determined in this

farklılıklarına rağmen bu üçlü sacayağı bir-

study. The idea of the proximity of Islamic

liktelik içinde kılmalıdır. Zikredilen farklı-

schools of thought started to show itself

lıklar, İslam’ın kendilerine zorunlu kıldığı

in the 6th /12th century gradually and gave

yardımlaşmayı asla engellememeli, ayrıştı-

the first examples. In time, those examples sprout and got stronger in the 20th century by the studies which can be assumed as quite successful. The institution of proximity should be taken in this context. In our paper, those effort examples will be mentioned shortly and the efforts, and studies of scholars and intellectuals from Ahl asSunneh and Shia will be explicated through examples. Those intellectuals and scholars are as follows: Allame Abdullah Süveydî, Muhammad Hasan el-A‘zami, Muhammad Abduh, Muhammad Reşid Reza ve Mustafa 186

rıcı değil, birleştirici ve kaynaştırıcı fonksiyonları yerine getiren öğeler olmalıdır. Durum böyle olmasına rağmen içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan hadiselerin mezhep merkezli ayrıştırıcı yorumlamaları, İslam mezheplerinin geçmişten gelen bir husumet içerisinde olduğu gibi bir tarihsel algı yaratmaktadır. Oysa tarihsel veriler göz önüne alındığında, geçmişteki uzlaşmacı ve birbirini anlamaya dayalı iletişimsel eylem tecrübelerinin varlığı yadsınamayacak niteliktedir.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Bu çerçevede çalışmamızda, sadece

tedir. Müslüman, kendi istediği şekilde dü-

dünya Müslümanları açısından değil, tüm

şünmek ve fıkhını yerine getirmek istediği

dünya için önem arz eden bir mesele olarak

gibi, aynı dinden ama mezhebi farklı karde-

İslam mezheplerinin yakınlaş(tırıl)ması hu-

şinin de bu hürriyete sahip olduğunu idrak

susu ele alınmaya çalışılacaktır. Bu amaçla

etmeli ve kendisine gösterilmesini umduğu

ortaya konan gayretlerin tarihçesi verilmiş

saygıyı o da diğer mezhepten kardeşlerine

ve bu çalışmalarda ne tür hedeflerin belir-

göstermelidir.

lendiği tespit edilmek istenmiştir.

İslam’ın Müşterek Öğelerinde Yardımlaşma ve Dâru’t-Takrîb Müessesesi İtikat, amelî hükümler, tevhid, meâd, nübüvvet, namaz, oruç, hac vb. ibadetler hususunda mezhepler arasında müşterek bir payda bulunmaktadır. Binaenaleyh, Müslümanlar namazın füruu, abdestin bazı meseleleri gibi aralarındaki ihtilaflı konuları ayrılık nedeni sayılmamalıdır. İslam ümmetinin ortak menfaati için birlikte çalışılmalıdır. Çeşitli mezheplere mensup İslam ümmeti fertleri hürriyet, cehaletle savaş, iktisadî gelişim vb. hususlarda diğer mezhebe mensup kişilerle iş birliği içerisinde olmalıdır. Bu gerçekleştiği takdirde İslam âlemi üzerinde ilmî, iktisadî ve siyasî sahalarda bulunan Batı hegemonyası yavaş yavaş kırılacaktır. İslam düşmanları karşısında tüm İslam mezheplerinin aynı safta yer alması gerekmektedir. Filistin örneğinde olduğu gibi hiçbir İslam devleti Siyonist İsrail rejimine destek vermemeli, uluslararası arenada bu birliktelik net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Diğer mezheplere mensup kişilerin fikirlerinin anlayışla karşılanması gerekmek-

Bu hedeflerin planlı bir şekilde gerçekleşmesi ancak bir müessese tarafından mümkün (

olabileceğinden

Dâru’t-Takrîb

) müessesi hem Sünnî ve hem de

Şîî ulemanın önderliğinde faaliyete başlamıştır. Tabii ilk etapta bir müessese olarak kurulmamıştır. Müessesenin kuruluşuna dek geçen tarihsel serüvene değinmek yerinde olacaktır. İsrail’in oluşum sürecinde Birinci Dünya Savaşı akabinde İngiltere’nin oluşturacağı siyasî ve coğrafî projeler çok önemliydi. Bu önem 2 Kasım 1917 yılında yayınlanan Balfour Deklarasyonu’nda iyice ortaya çıkmıştır. Nitekim deklarasyonda İngiltere’nin, Filistin’de kurulacak bir Yahudi Devleti’ni olumlu karşılayıp buna destek verileceği açıkça belirtilmiştir. Oysa İngiltere’nin Araplara verdiği bir bağımsızlık sözü bulunmaktaydı (Soy, 2012:490-495). Balfour Deklarasyonu’ndan kısa bir süre sonra İngiltere, Osmanlı egemenliğinde bulunan Filistin’i alarak 1948’e kadar mandası olarak yönetmiştir (Serbestoğlu, 2012:490-495). İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin’in, İngiliz ve Siyonistler tarafından bu şekilde işgal edilmesi ve Arapların İsrail ile giriştikleri savaştan yenilgi ile çıkmaları, İsrail’in İslam dünyasını tehdit tehlikesini ortaya 187


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

çıkardı. Buna binaen söz konusu sorunun

ve gerek Sünnî ulema, yönetim kademele-

çözümü gayesiyle, İslamî mezhepler arasın-

rinde görev almıştır. Bunlar arasında Ezher

da vahdeti sağlama fikri İslam uleması ara-

Camii Şeyhi olan Şeyh Abdülmecid Selim,

sında gündeme geldi. Tarihî geçmişinden,

İhvânü’l-Müslimîn lideri Hasan el-Bennâ,

çevresel etkilerinden ve İslam dünyasının

Filistin Müftüsü olan Emin el-Hüseynî,

diğer ilmî merkezlerine ve bunun yanın-

Yemen Zeydiyye mezhebinin önde gelen

da Filistin’e daha yakın olmasından ötürü

simalarından olan Şeyh Ali b. İsmail, Ez-

el-Ezher Üniversitesi bu girişime merkez

her şeyhlerinden olan Allâme Şeltut ve

olarak seçildi. Ayrıca İsrail ile savaşa katıl-

Muhammed Tâki Kummî bulunmuştur.

ması ve aynı şekilde İslami vahdetin ateşli

Müessese 1980 yılında İran-Irak Savaşı’nın

savunucularından olan Seyyid Cemâlledin

başlaması üzerine kapanmıştır. 2006 yılında

Afgânî, Muhammed Abduh ve bu ikisinin

Muhammed Tâki Kummî’nin oğlunun gay-

öğrencilerinin Mısır’da faal olmaları el-

retiyle tekrar açılmıştır.

Ezher Üniversitesi’nin İslami Birlik çağrısında ön ayak olmasını sağladı. Üniversite-

Günümüzde Yapılan Çalışmalar

nin bu çağrısı İslam dünyasının birçok âlimi

Müessese günümüzde çalışmaları de-

tarafından benimsenip desteklendi (http:// www.taqrib.info).

vam etmektedir. Bu başlık altında kısa da olsa yapılan çalışmalar hakkında bilgi veril-

Ezher şeyhi olan Şeyh Merağî ile görüşmek ve mezhepler arasında bir yakınlaşma sağlamak amacıyla, Şîî bir âlim olan Muhammed Tâki Kummî 1937 yılında Mısır’a

meye çalışılacaktır.

a. İslamî Vahdet İçin Düzenlenen Sempozyumlar

gitmiştir. Mısır’da yapacağı görüşmelerle ve

Düzenlenen sempozyumlar muhtelif İs-

faaliyetlerle mezhepler arasına sokulan mü-

lam ülkelerinden birçok ulemanın bir araya

naferet azaltılacak ve ortadan kaldırılmaya

gelip fikir alışverişinde bulunmasını sağla-

çalışılacaktı. Şeyh Merağî onun bu isteğine

maktadır. Bunun ötesinde önceden belirle-

olumlu yaklaşmış ve kendisinden Ezher’de

nen sempozyum başlığı altında sunulan bil-

ders vermesini istemiştir. 1944 yılında İkin-

dirilerle hem İslam âlemine ve hem de Batı

ci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Mu-

dünyasına Müslümanların birlik ve bera-

hammed Tâki Kummî ülkesi İran’a dönmek

berlik içerisinde olduğu mesajları verilmek-

zorunda kalmıştır. Mısır’a ancak savaşın bi-

tedir. Sempozyumlarda tanışan birçok âlim

timinden sonra dönebilmiştir. Bu süre zar-

arasında sempozyumlar sonrasında da irti-

fında da her iki mezhep ulemasından zevât,

bat devam ettirilmektedir. Bu sempozyum-

Muhammed

Mısır’da

lardan biri 18-19 Zilhicce 1415 / 18-19 Ma-

kurmak istediği Dâru’t-Takrîb müessesine

yıs 1995 tarihlerinde “Kur’an ve Sünnette

olumlu yaklaşmaya başlamıştı. 1947 yılında

İman ve Küfür” başlığı altında Türkiye’de

kurulan müessesenin yönetiminde gerek Şîî

düzenlenmiştir.

188

Tâki

Kummî’nin


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

b. Dünya Müslümanlarını Ziyaret Müessese, her yıl Müslümanların ya-

Mezhepler Arası Yakınlaşmanın İlmî Eserlerde Ortaya Çıkması

şadığı ülkeleri ziyaret etmeye çalışmakta-

Ezher ulemasından Şeyh Muhammed

dır. Şimdiye dek Türkiye, Etyopya, Ürdün,

Ebû Zehra, İsnâ Aşeriyye / Caferî mezhebi

Özbekistan, Ukrayna, Endonezya, Brezilya,

ve Ehl-i Sünneti yakınlaştırma fikrinin ilk

Bosna Hersek, Pakistan, Sudan, Suriye, Su-

olarak Şeyh Nasreddin Tusî’ye3 ait oldu-

udi Arabistan, Kırgızistan, Kenya, Lübnan,

ğunu ve bu konuda kendisinin çalışmalar-

Nijerya, Gana ve daha başka ülkelere bu

da bulunduğunu vurgulamaktadır. Binaen

ziyareti gerçekleştirerek dünya Müslüman-

aleyh, takrib çalışmalarını VI. / XII. yüzyıla

larıyla ilişkilerini canlandırmaya gayret et-

kadar götürmek mümkün görünmektedir.

mektedir.

Nitekim Tabersî de iki grup arasındaki ihtilafları ilmî bir düzeyde ele almış ve Müs-

c. İlmî Faaliyetler Merkezi

lümanlar arasındaki soğukluğu ve uzaklığı yılında

giderici gayretleri olmuştur. Tabersî’nin

İran’ın Kum şehrinde bir araştırma merke-

bu gayretleri ilmî bir seviyede yapılmış ve

zi kurulmuştur. Bu merkezde ansiklopedik

özellikle Mecma‘u’l-Beyân adlı tefsir çalış-

çalışmaların yanı sıra Sünnî-Şîî müşterekle-

masında da kayda değecek kadar yer al-

ri üzerine kitap ve makaleler yayımlanmış-

mıştır. Zira tefsirinde, her iki cenahtan ya-

tır. Ayrıca geçmiş ulemanın eserleri üzerine

pılan rivayetleri aktarmış ve Guluv olarak

yazılan şerhler de bu çalışmalar arasında

bilinen Rafızî kanalla gelen değerlendirme-

zikredilmelidir. İlmî Faaliyetler Merkezi

leri itibarsızlaştırmıştır. Tabersî, kendi tefsir

tüm bu çalışmalar haricinde daha birçok

metodolojisinde tıpkı Tusî gibidir (Kafarî,

çalışmayı yürütmektedir. Bunlar arasında

1413:148). Aşağıda Tabersî’nin tefsirinden

altını çizmemiz gereken en önemli bir diğer

bazı örneklere yer verilerek meselenin bil-

çalışma fıkıh, tarih, kelam, Kur’ân çalışma-

lurlaşması sağlanmaya çalışılmıştır.

Müessese

tarafından

1991

larına dönük çıkarılan dergilerdir. Böylece, ilmî bir müşterekler etrafında mezheplerin ortak paydalarının ihtilaflarından çok olduğu ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır.

1. Örneklerimizin ilki Bakara suresinin başında bulunan hurufu mukattalara4 dair yaptığı açıklamalarla ilgilidir.

Bu müessesenin çalışmaları aslında tarihi kökleri olan bir devamlılığın günümüzdeki yansımalarından başka bir şey değildir. Aşağıda söz konusu tarihsel arka plan tasvir edilmeye çalışılmıştır.

3 Şeyh Nasiruddin Tusî, 1201 ile 1274 yıllarında yaşamış İranlı Şiî âlim ve filozof. 4 Hece harfleri, kesik harfler anlamına gelen ve Kur’ân-ı Kerim’de yirmi dokuz yerde geçen Hurûf-i Mukatta’a harfleri, sûre başlarında kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı bulunan harflerdir.

189


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Ali)

üzere taharet üzere olunmadığı zaman ab-

aleyhisselâmdan Ehl-i Sünnet kanalıyla

destin vücubiyetini savunan) birinci görüş-

yaptığı bir rivayet şu şekildedir: Her kita-

tür. Nitekim tüm fukaha da bu görüş üze-

bın bir sıfatı vardır. Bu kitabın (Kur’ân’ın)

redir. Şöyle de denilmiştir: İslam’ın başlan-

sıfatı ise hece harfleridir. Şu’bî’den yaptık-

gıcında her namaz öncesi abdest almak farz

ları rivayet ise şu şekildedir: Allah’a andol-

idi. Daha sonra bu durum değiştirildi. İbn-i

sun her (kutsal) kitapta bir sır bulunmak-

Ömer şöyle demiştir: “Esma bnt. Zeyd b.

tadır. Kur’ân’ın sırrı ise (bazı) surelerin ba-

Hattab bana Abdullah b. Hanzala Ebi Amir

şında zikredilen hece harflerdir (et-Tabersî,

el-Ğasîl’in ona şunu söylediğini aktardı:

1426/2005:I/42).

‘Resulullah (s.a.a.) her namazda abdest al-

Emirü’l-Mü’minin

(İmam

2. İkinci örneğimiz Mâide suresinin altıncı ayetidir. Bu ayet abdeste dair hükümleri içermektedir. Ayetin meali şu şekildedir: “Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınızı ve inci kemiklerine kadar ayaklarınızı mesh edin. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizlenin. Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya ayakyolundan gelmişseniz yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin de yüzlerinizi ve ellerinizi onunla mesh edin. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Allah şükredesiniz diye sizi

makla emrolundu. Bu durum ona zorluk yarattı. Bunun üzerine misvak kullanmakla emrolundu ve teharet üzere olmadığı halde abdest alması farz kılındı.’ Süleyman b. Bureyde babasından şöyle rivayet etmiştir: ‘Resulullah (s.a.a.) her namazda abdest almaktaydı. Mekke’nin fethedildiği yıl ise tüm namazlarını tek bir abdestle kılmaktaydı. Bunun üzerine Ömer b. Hattab da şöyle dedi: ‘Ya Resulullah (s.a.a.) önceden yapmadığın bir uygulamada bulundun.’ Bunun üzerine Resul-i Ekrem ‘Bunu bilerek mi yaptım ey Ömer?’ şeklinde cevap verdi” (et-Tabersî, 1426/2005:III/233-234).5

arıtmak ve üzerinize olan nimetini tamam-

Her iki rivayette de Tabersî’nin Ehl-i

lamak ister.” Tabersî ayettin tefsirinde şun-

Sünnet kanalıyla gelen rivayetleri aktardı-

ları dile getirmiştir:

ğı açık bir şekilde ortadadır. Üstelik bu ve

“Namaza kastedilen,

kalktığınız

‘namaz

kılmaya

zaman”dan kalktığınız

zaman’dır. Bu zamanda abdest almanız gerekmektedir. İkrime’den -Davud da bunu kabul etmiştir- şu şekilde bir nakil yapılmıştır: “Peygamber (s.a.a.) her namaz için

benzer rivayetler, karşı delillendirmeler yapılarak çürütülmek istenen mevzular hakkında değil, üzerinde icmâ edilen konular hakkında, pekiştirme amacıyla yapılmıştır. Nitekim ikinci misal bu bağlamda gayet güzel bir örnektir. Zira Şiî gelenekte pek de

abdest alır ve bu ayeti okurdu. Halifeler de her namaz için abdest alırlardı.” Tabi doğru olan (yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı 190

5 “Bunu bilerek mi yaptım ey Ömer?” cümlesinden murad, ‘bunu kendimden değil Allah’ın emriyle yaptım’dır.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

sıcak karşılanmamasına rağmen Abdullah

Allâme Tabersî, mezhep çatışmalarıyla

b. Ömer’den yapılan rivayet Tabersî’nin, iki

hassas bir noktada bulunan İslam âlemini,

ekol arasında ne şekilde bir uzlaşma sağla-

tüm mezhep ve fırkaların kabullendiği ila-

nabileceğine dair fikir sahibi olduğunu ve

hi kitap Kuran-ı Hakîm’i ortak değer kabul

bunu tefsirinde elinden geldiğince uygu-

ederek vahdete davet etmiştir. Bu birlik

lamaya çalıştığını ortaya koymaktadır. On

çağrısının en büyük göstergesi Mecma‘u’l-

ciltlik Mecma‘u’l-Beyân tefsirinde bu misal-

Beyân tefsiridir. Allâme Tabersî bu tefsirin-

lere birçok yerde rastlamak mümkündür.

de hiçbir mezhep ve fırkayı karşısına alma-

Allâme Tabersî’nin döneminde mezhepler arasındaki ihtilaf en büyük sorunlardan biriydi ve bu sorun bazı mezheple-

dan aynı doğrultudaki tüm görüşleri beyan etmiştir (http://www.alulbeyt.com.tr/haber_detay.php?haber_id=396 26.08.2014.)

re -özellikle de Şiîlere- baskı yapılmasına

Benzer ulema tarafından Şiî-Sünnî ay-

6

neden oldu. Şiîler her ne kadar Büveyhîler

rılığını gidermek maksadıyla uzlaşımı ilmî

döneminde kendilerini dışlamayan bir yö-

düzlemde devam ettirici çalışmalar yapıl-

netimin çatısı altında rahat denilebilecek

mıştır. Ancak bunlar arasında en büyük

bir dönem geçirdilerse de bu durum pek de

öneme sahip olanlarından biri kuşkusuz

uzun sürmemiştir. Selçukların, Büveyhîler

Necef münazaralarıdır. İki mezhep arasın-

devletini yıkmasıyla bu durum da değiş-

da yakınlaşmayı hedefleyen bu münazara-

ti. Selçuklar sultanı Melik Şah döneminin

lara Iraklı Allâme Abdullah es-Süveydî ve

sonlarına doğru bir grup Şiî’nin Selçuklu

Nadir Şah öncülük etmiştir.

hükümetine nüfuz etmesiyle bir nebze de

Allâme Abdullah Süveydî ve Nadir Şah

olsa Şiîler üzerindeki tazyik azaldı. Bunların yanında mezhebî ve etnik ihtilaflar had safhaya ulaşmıştı. Şia, Sünni, Mute-

Abdullah Süveydî hicri 1104 senesinde

zile vb. fırkaların ihtilafları kanlı olaylarla

Bağdat’ta doğmuştur. Hicri 1137’de hac ve-

sonuçlanıyordu.

cibesini yerine getirdikten sonra Abdülgani

7

Nablusî’den 1050-1143/1730 ve 1099-1149 6 Hazar Denizinin Güney-Batı kıyıları ile Kuzey İran bölgelerini kapsayan “Deylem” bölgesinde ortaya çıkarak, 334/945-447/1055 yılları arasında yaklaşık 110 yıl Bağdad yönetimini elinde bulunduran ve Şiî düşünceye mensup hanedan. Ayrıntı için bkz. Merçil, 1994:496-500.

yılları arasında da İstanbullu Ali Efendi’den

7 Bu dönemde sadece Sünnî-Şiî arasında değil, Sunnî

lantıdaki ilmî münazaraları “Kat‘î Deliller”

ekolün dört mezhebi arasında da kanlı olaylarla neticelenen ihtilafların neden olduğu kanlı hadiseler vuku bulmuştur. Selçuklar dönemi mezhebî ihtilafların neden olduğu toplumsal muhalefetten kaynaklı olaylar için şu esere müracaat ediniz: Kara, 2009.

icazet almıştır. Abdullah Süveydî, Bağdat’ta uzun bir zaman ders vermiş ve birçok kitap da yazmıştır. Nadir Şah’ın isteği üzere Necef toplantısına başkanlık etmiştir. Bu top(

) adlı eserde aktarmaya çalış-

mıştır. Süveydî, 1174/1760 yılında vefat etmiştir. 191


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Afganlar, Safevîlerin zayıfladığı dö-

b) Beşinci mezhep olarak Caferî mezhe-

nemde devletin önemli şehirlerini ele ge-

binin kabul edilmesinin sakıncaları dile ge-

çirdikten sonra Safevî sultanı Tahmasb,

tirilmesi yanında, “ol dahi kendi mezheple-

Horasan Türkmen aşiretlerinin önde gelen-

ridir, bize zararı yok” gibi yumuşak bir ifa-

lerinden biri olan Fetih Ali Han’dan yardım

deyle sorun büyütülmemeye çalışılmıştır.

almıştır. Yardım için gönderilen Afşar bir-

Bunun yanı sıra, “rükn” tahsisi kabul edil-

liklerinin başında Nadir Şah bulunmuştur.

memiştir. (Ateş, 2001:83-85).

Nadir Şah zamanla Safevî idaresi içerisinde güçlenmiş ve 1731’de Şah Tahmasb’ı devirerek onun küçük yaştaki oğlu Abbas’ı devlet idaresine geçirmiştir. 1736’da ise kendini şah ilan ederek devletin başına geçti (Ateş, 2001:34-79).

Görüldüğü gibi Nadir Şah için Caferî mezhebinin beşinci mezhep olarak kabul ettirilmesi önemliydi. Bundan birkaç şeyi amaçlamış olabileceği söylenebilir. Evvela; tebaasının mezhebini bu şekilde meşrulaştırması ona devlet sınırları içerisinde

Nadir Şah, devlet idaresinde etkili ol-

de bir meşruiyet kazandıracaktı. Saniyen;

duğu dönemde Osmanlılarla büyük so-

Osmanlı’nın özellikle Safevîlere karşı savaş

runlar yaşandığından ve meydana gelen

politikasını mezhebî söylemle meşrulaştır-

savaşlar her iki devleti de çok yıprattığın-

maya çalışmıştır. Nadir Şah bu söylemi za-

dan 1736’da barış teklifinde bulunmuştur.

yıflatmak için de mezheplerin yakınlaştır-

Osmanlı’ya sunulan barış şartları arasında Caferîliğin beşinci mezhep olarak kabulü de bulunmaktaydı. Buna göre -diğer şartlar haricinde-;

masını pragmatik olarak istemiş olabilir.

Necef Münazaraları Muhibuddin el-Hatib bu münazarala-

1- İranlılar Şiî akidesini terk ederek

rın Sünnî ve Şiî Müslümanların birbirlerini

Ehl-i Sünnetten olmakla bu yeni mezhebin

anlama amacıyla tertip edilmiş ilk ve en bü-

(Caferîlik) Ehl-i Sünnetin beşinci rüknü ola-

yük sempozyum olduğunu yazmaktadır.8

rak Osmanlı Hükümeti’nce kabulü,

Yukarıda da işaret edildiği gibi ilmî mü-

2- Bu yeni mezhebe Mekke’de beşinci bir rükün olarak diğer dört mezhep yanında yer verilmesi talep edilmiştir. Osmanlı tarafının taleplere cevabı ise

nazaralar “Kat‘î Deliller” (

) adlı

eserde aktarılmıştır. Yine Süveydî tarafından “en-Nehfatu’l-Miskiyye fi’r-Rihleti’lMekkiye” adlı eserde ve yine müellifin oğlu tarafından tertip edilen “Hadîkatu’l-Vüzerâ

şöyle olmuştur: a) İran’dan gelecek emirü’l-haccın Şam yerine Necef ve Lahsa yoluyla gitmesi, eğer Şam yoluyla gidecek olursa emirü’l-hac tabirinin kullanılmaması, 192

8 Allâme Abdullah Süveydî, Mu’temeru’n-Necef. Muhibbuddin el-Hatib’in yayımladığı eserin basım yeri, tarihi ve yayınevi belirtilmemiştir. el-Hatib’in eser hakkında sekiz sahifelik bir giriş yazısı bulunmaktadır. 1323 Mısır baskısından ayrı bir basımdır.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

fî Sîreti’l-Vüzerâ” adlı eserde münazara-

eseri kaleme almaktaki amacı, mezhepler

lar hakkında bilgi edinmek mümkündür

arasında ihtilaflardan çok ortak paydalar-

(Kafarî, 1413:143-154). Eser, Türkçeye de

dan hareket ederek birliktelik sağlamak ol-

çevrilmiştir (Süveydî, 2008). “Kat‘î Deliller”

muştur. Cemaatin en önemli çalışmaların-

(

) adlı eser Süveydî dilinden Şiî

dan biri, Dâru’l-İnsâf adlı bir müessese kur-

bazı ulemayla gerçekleştirdiği tartışmala-

masıdır. Bu müessese mezhepler arasında

rı kaleme almasıyla oluşmuştur (Süveydî.

yakınlaşmayı sağlamak amacıyla çeşitli ya-

1323).

yınlar yapmıştır. Bunlardan en çok bilineni

9

Mezheplerin yakınlaştırılması her iki cenahtan ulemanın gayretleriyle cılız bir şekilde de olsa devam edip sürmüştür. An-

iki cilt halinde basılan “el-İslâm Beyne’sSünne ve’ş-Şîa” ( çalışmadır (Kafarî, 1413:172-173).

cak XX. yüzyıla gelindiğinde bu çalışmala-

Muhammed Abduh ve Muhammed Reşid Rıza

rın daha bir hararetle yapıldığı hemen dikkat çekmektedir. Aşağıda bu anlamda çaba gösteren bazı Ehl-i Sünnet âlim ve aydınlarından örnekler verilmeye çalışılmıştır.

kurmuş

Hasan

olduğu

Mezhepleri

yakınlaştırma

düşüncesi

yirminci yüzyıl içerisinde olumlu denilebilecek çalışmalarla gün be gün güçlenmiştir.

Muhammed Hasan el-A‘zami ve İhvetu’l-Müslimîn Cemaati Muhammed

) adlı

el-A‘zami’nin

İhvetu’l-Müslimîn

Cemaati’nin merkezi Mısır’dır. Muhammed Hasan el-A‘zami 1937’de bu cemaa-

Özellikle takrib müessesesinin oluşumu bu minvalde zikredilmelidir. Gerek Sünnî ve gerekse Şiî ulemanın ön ayak oluşuyla kurulan bu müessese yukarıda açıklandığı üzere, halen çalışmalarına devam etmektedir.

ti kurmuş, cemaate katılma şartını sadece

Sünnî ve Şiî ulema ve aydınlarının ferdi

Kur’ân’ın nassına muhalefet etmeme ve

çalışmaları da yirminci yüzyılda mezhep-

sahih sünneti kabul etme olarak belir-

lerin yakınlaştırılmasında önemli bir rol ifa

lemiştir.

“el-Hakâiku’l-Hafiyye

etmiştir. Bunların başında gelenlerden biri

ani’ş-Şîati’l-Fâtimiyye ve’l-İsnâ Aşeriyye”

hiç şüphesiz Muhammed Abduh (b. Hasan

(

) ki-

Hayrullah)’tır. Kendisi 1266/1849 yılında

tabını kaleme almıştır. el-A‘zami’nin bu

Mısır’da dünyaya geldi. Ezher’de öğrenim

1970’te

gördü. Tasavvuf ve felsefeye ilgi duyan Ab9 Eserde Suveydî’nin üslubuna dikkat çekmemiz yerindedir. Zira eserde, Şiî ulema tarafından kendine sorular sorulduğu ve her soruya onları alt edercesine ne şekilde cevaplar verdiğine vurgulara rastlanmaktadır. Bunların ötesinde Şia akidesinin batıl olduğu da ifade dilmiştir.

duh, Mısır müftülerindendi. 1323/1905 hicri yılında vefat etmiştir. Muhammed Abduh sadece mezheplerin değil dinlerin bile birbirlerine yakınlaştırılabileceğini düşünmekteydi. O, Kur’ân’ın Ehl-i Kitab’a yaptığı tev193


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

hid çağrısını bu bağlamda değerlendirmiş

ulemadan bir kısmının bu ittifaka yanaşma-

ve her dinin ilk etapta hak üzere olduğunu,

dıklarını dile getirmiştir (Kafarî, 1413:194).11

zaman içerisinde insanların hevâ ve heves-

Bundan anlaşılan tüm Sünnî ulemanın itti-

lerinin bu dini bâtılla karıştırdığını ifade

faka yanaşmış olduğudur. Ancak bilinen

etmiştir. O halde Kur’ân’ın da çağrısına

şudur ki, her iki cenahtan da bilerek veya

uyarak, onlarla ortak müşterekler üzerinde

bilmeyerek yakınlaşmayı zedeleyen düşün-

anlaşılmalı ve böylece dinlerine insanlar ta-

ce ve eylemlerin gerçekleşmiş olduğudur.

rafından dâhil edilen yanlışlıklar kendileri-

Tüm bunlara rağmen Muhammed Reşid

ne gösterilmelidir (Abduh, 1414/1993:29).

Rıza, iki ekol arasındaki ihtilafların alevlen-

Muhammed Abduh’un en çok etkilendiği kişinin, hocası ve bir Şiî olan Cemâleddin Afganî olduğu düşünülürse, Şiî Müslümanlara yaklaşımını anlamak mümkün olacaktır. Öyle ki, Muhammed

dirilmesinin İslam düşmanlarından başka hiç kimseye fayda sağlamayacağının altını çizmiştir (Kafarî, 1413:194). Muhammed Reşid Rıza’nın görüşlerini içeren bazı pasajları örnek olarak vermemiz yerinde olacaktır.

Abduh, Şerif Razi’nin Hz. Ali’nin bazı hut-

1. Muhammed Reşid Rıza “Rafizîlik,

be, mektup ve veciz sözlerini derlediği

Hurafeler ve Müslümanlar Arasında Ay-

“Nehcü’l-Belâğa” (

rılık Ateşini Yakan Şeyh Muhsin el-Emîn

) adılı eseri şerh

etmiştir (Abduh, tarihsiz: I-IV). Hiç şüphesiz Muhammed Abduh’un en büyük eseri, öğrencisi Muhammed Reşid Rıza’dır. Muhammed Reşid Rıza her ne kadar bazı hususlarda koyu bir Sünnî olduğunu ortaya koymaktaysa da10 iki ekol arasında oluşacak ittifak için altın bir minare benzetmesi yapmış ve müşterekler üzerinden hareket edilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Kafarî, 1413:193). Muhammed Reşid Rıza, Sünnî ve Şiî ulemadan birçok kişiyle görüşmüş ve Şiî

Âmulî” başlığı altında şunları yazmıştır: “Menâr dergisi takipçileri otuz yıldan fazladır burada İslami dirilişin vahdet ve hurafe ve bid’atlerle mücadele aynı şekilde gerçekleşeceğine olan vurgumuzu bilmektedirler. Bu bid’atler gerek Ehl-i Sünnet’in bazı kollarında ve gerekse Şia’da yaygınlaşmıştır. Ben, tüm mavahhid Müslümanları ölülere, Ehl-i Beyt imamlarına ve salih kullara ibadet etmekten vazgeçmelerini, bu çağrıyla özellikle de mu’tedil Şiîlerden, istiyorum” (Rıza, 13366/1947:28-29). Muhammed Reşid Rıza’nın İslamî vah-

10 Mesela, Muviye ilgili görüşleri için bkz. Tamir Mahmud Mutli, “Menâhicu’ş-Şeyh Muhammed Reşid Rıza fi’l-Akîde”, Dar-u Macid İseyri, Cidde, 1425/2004, s. 777-782. Muaviye’yi Sahih-i Buharî’den taptığı nakillerle fakih kabul eden Muhammed Reşid Rıza, “bu büyük sahabeye dil uzatan kişinin eşinden boş olacağı” hükmünü vermiştir.

194

detle ilgili yazdıklarına bakıldığında bunu gerçekten dert edindiği gözden kaçmamak11 Muhammed Reşid Rıza, bu tecrübelerini “elMenâr” adıyla çıkarttığı dergide yazdığı yazılarla paylaşmıştır.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

tadır. Yakınlaşma çabalarını gerek Sünnî ve

yakınlaşmayı engelleyecekleri, engellemeye

gerekse Şiî Müslümanlar arasındaki bid’at

çalışacaklarıdır (Sıbaî, 1368/1949).

olarak değerlendirdiği çeşitli uygulamalardan sakınmakla mümkün olduğunu defalarca dile getirmiş; bu hususta özellikle Şiî ulemayı sert bir şekilde eleştirmekten de geri kalmamıştır.

Mustafa Sibâî ve Takrib Çalışmaları Muhammed Hasan el-A‘zami, Muhammed Abduh ve Muhammed Reşid Rıza gibi Sünnî olup mezhepler arasında yakınlaşmanın muhakkak sağlanması gerektiğine inanmış ve bu minvalde çalışmış mütefekkirlerdendir Mustafa Sibâî. Suriye’de İhvânu Müslimîn’in kurucusu olan Mustafa Sibâî, aynı ülkede 1915 yılında doğdu. İlimle meşgul oldu; yine bir âlim olan babasın Hasan Sibâî’den ders aldı ve ondan etkilendi. Mustafa Sibâî Humus şehrinde vaizlik de yaptı (http://ar.wikiquote.org).

Bu gayretler bağlamında bir sempozyum düzenleme gayretine girmiş ve dönemin büyük Şiî ulemasından Allâme Abdulhüseyn Şerefuddin el-Musevî ile sıcak ilişkiler kurmuştur. Nitekim Allâme Abdulhüseyn de mezheplerin yakınlaş(tırıl)ması hususunda çokça vurgu yapmaktaydı (Kafarî, 1413:195-196).12

Şii Ulema ve Aydınların Mezhepleri Yakınlaştırma Girişimleri Yukarıda işaret edildiği gibi, Şiî ulemanın takrib çalışmaları çok uzun bir zaman önce başlamıştır. XX. yüzyıl Şiî ulema ve aydınlarının konu hakkındaki çalışma ve görüşlerine değinmeden evvel bu tarihselliği resmetmek yerinde olacaktır.

çabalamış ve Şiî fıkhıyla yakından ilgilen-

Şeyh Ebu Cafer Muhammed b. Muhammed b. Tusî ve el-Hilâf Adlı Eseri

miştir. Mezhepler arasında yakınlaşmanın

Şeyh Ebu Cafer Muhammed b. Mu-

Mustafa Sibâî iki ekolü yakınlaştırmaya

gerçekleşmesinin ulemaya bağlı olduğunu bildiğinden, her iki cenahın önde gelen ulemasını ziyaret etmiş ve bunu, gerek Sünnî ve gerek Şiî diğer ulemanın da yerine getirmesi gereken bir eylem olarak telakki etmiştir (Kafarî, 1413:196). Onun altını çizdiği ve bizce de çok yerinde olan tespiti, Müslüman fırkalar arasındaki ihtilafların kendi aralarında çözülmesi için gayret sarf edilmemesi halinde, yerli ve yabancı oryantalistlerin bu ihtilafları bir fitne ateşi misali körükleyerek

hammed b. Tusî, Horasan’ın Tus şehrinde hicrî 385 yılında doğmuştur. İlk eğitimini Horasan’da medreselerde aldıktan sonra hicrî 408 yılında Bağdad’a gitti. Şeyh Müfid olarak Muhammed b. Muhammed b. Numan ve Hüseyin b. Abdullah b. el-Ğadâirî, 12 Mustafa Sibâî tüm bu gayretlerine rağmen Şiîlerin Hz. Ali’ye gereğinden fazla bir üstünlük vermek için yalan rivayetler uydurduklarını da yazmaktan da imtina etmemiştir. Bkz. Mustafa Sibâî, es-Sünne ve Mekânetihâ fi’t-teşrî‘i’l-İslâm, s. 150.

195


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Ebî Cîd

Ali el-Cebbâî ise (mesh ve yıkama husu-

el-Kummî gibi büyük Şia uleması yanında

sunda) seçim yapılabileceğine hükmetmiş-

yetişti. Hicrî 413 yılında taklit mercii Şeyh

tir. İbni Abbas, İkrime, Enes (b. Malik), Ebi

Müfid vefat edince Şiîlerin önderliği Seyyid

Âliye, Şa‘bî gibi sahabe ve tabiînden rivayet

Şerif Murtaza’ya intikal etti. Bu şahsiyet,

edildiğine göre (abdestte ayakların) meshe-

Şeyh Ebu Cafer et-Tusî’nin yetiştirilmesi

dilmesi gerekmektedir.

için özel bir gayret sarf etti. Hicrî 436 yılında bu üstadının vefatıyla Şiîlerin merciyeti kendisine intikal etti. Şeyh Tusî hicrî 460 yılında vefat etti (et-Tusî, 1407:I/1-8). Şeyhin, “el-Hilâf” adlı eseri13 Ehl-i Sünnet ve Şia arasındaki fıkhî ihtilafları kapsamlı bir şekilde ele alması bakımından önem taşımaktadır. Şeyh, mezheplerin fıkhî konulardaki görüşlerine yer vermiş ve aralarındaki ihtilafları düzenlemeyi hedeflemiştir. Bunu yaparken her görüşün delillerini zikretmiştir. Tüm görüşleri zikreden Şeyh Tusî, kendi görüşünü de zikretmiş ve bunun diğer görüşlere nazaran neden tercih edilmesi gerektiğini delilleriyle ortaya koymayı amaçlamıştır (et-Tusî, 1407:I/24-25). Aşağıda, Şeyh Tusî’nin abdestte ayakların mesh edilmesi/yıkanması ihtilafı hususunda yazdıkları, onun meseleleri nasıl ele aldığına bir örnektir:

Bizim (abdestte ayakların) meshedilmesi gerektiğine dair delillerimiz şu şekildedir: (Öncelikle bu konuda) Yüce Allah’ın şu ayeti bulunmaktadır: “yıkayın yüzlerinizi ve ellerinizi” (Maide/6). Lafzın zahiri gereğince yüzün yıkanması vaciptir. Bu vacibiyet bildirildikten sonra ellerin yıkanmasının da aynı şekilde vacip olduğunu ifade etmek için “yıkayın yüzlerinizi” emrine “ve ellerinizi dirseklere kadar” şeklinde bir atıf yapılmıştır. Bu nedenle yüz gibi ellerin de (dirseklerle beraber) yıkanması farz olmuştur. Bu yıkama hükmünden sonra (aynı ayette) abdestte yapılması gereken bir diğer hükme geçilmiştir. Bu hüküm “ve meshedin” başlarınızı şeklinde gerçekleşen hükümdür. Buna binaen abdest alırken başın meshedilmesi vacip olmuştur. (Ellerin yıkanma hükmü ayaklar için verilen “yı-

39. Mesele: Küçük teharette (yani ab-

kayın” yüklemine atfedildiği gibi), ayakla-

destte) ayakların üzerinin meshedilmesinin

rın meshedilmesi de (meshedin başınınızı

farz oluşu hakkındadır.

hükmünün yüklemine) atfedilmiştir. Bu

Ehli Sünnet fakihlerinin tümü (ayakların) yıkanması gerektiğini söylemiştir. Hasan b. Ebi’l-Hasan el-Basrî ve Muhammed b. Cerir (b. Yazid b. Kesir et-Taberî), Ebû 13 Eserin tam adı “Mesâilu’l-Hilâffi’l-Ahkâm” şeklindedir.

196

bağlamda yapılan atıf gereğince her iki uzvun, baş ve ayakların, meshedilmesi vacip olmaktadır. Ellerin yıkanmasının vacip oluşu gibi, ayakların da (yıkanması değil) meshedilmesi vacip olmaktadır. Biz “Tehzîbu’lAhkâm” adlı kitabımızda da bunu açıkladık.

Aynı

şekilde

Emiru’l-Müminin


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Ali (a.s.) ve İbni Abbas’ın Hz. Resulullah (s.a.a.)’den aktardıkları rivayette, onun ayakları ve ayakkabısı üzerine meshettiğini ortaya koymaktadır. Yine İbni Ababs’tan gelen bir ve Hz. Peygamberin (s.a.a.) abdestini anlatan bir nakle göre, onun iki ayağını da meshettiği görülmektedir. Bir başka rivayette ise İbni Abbas, “Allah’ın kitabında olan hüküm (abdeste ayakları) meshtir. İnsanlar ise yıkamakta inat ediyor” demektedir. Yine ondan gelen bir rivayete göre, “abdestte iyi yıkama ve iki meshetme vardır” şeklinde bir açıklama gelmiştir. Benzer hükümler Hz. Ali (a.s.) tarafından da ortaya konmuştur. Bunlardan biri “Furkân ancak ve ancak (abdestte ayakların) meshi üzere inmiştir” şeklindedir. Ayakların abdestte meshedilmesi gerektiği hususunda Şi’anın hükmü icma düzeyindedir. Muhammed b. Hüseyin, Hakim b. Miskin’den, o da Muhammed b. Mervan’dan şöyle rivayet etmiştir: İmam Cafer (a.s) dedi ki: (Mahşer günü) yetmiş altı yaşında bir adam gelecek ve onun namazı kabul edilmeyecektir. Bu nasıl olur diye sual ettiğimde şu cevabı al-

Cemâleddin Afganî (1838-1897) ve İslamî Vahdet Cemiyeti Şiî ulemanın yanı sıra, önem arz etmesi nedeniyle XIX. yüzyılın önemli Şiî düşünür Cemâleddin Afganî’yi de konumuz çerçevesinde değerlendirmek yerinde olacaktır. Zira Afganî’nin14 İslamî vahdete dair önemli çalışmaları ve bu minvalde ortaya koyduğu düşünceleri bulunmaktadır. Gerek İslam âlemi ve gerekse Batı dünyasını çok iyi bilen ve bizzat her iki coğrafyayı da çok yakından tanıyan biri olarak, İslam âleminin sömürgeci güçlere karşı mücadele etmesi hususunda ön ayak olmaya çalıştı. Afganî’nin bu mücadele yolunda gördüğü en önemli kavşaklardan biri İslamî vahdet olmuştur. Onun bu vahdetten kastettiği şey, mezheplerin pratikteki birliğinden çok siyasî ve askerî bir beraberlikti. Batı dünyasına karşı Müslümanların tek safta sıralanmasını istemiştir. Bu nedenle olacak ki Mısır’da kurduğu Vatan Partisi’nin iç tüzüğünde parti hedefleri arasında İslamî vahdete rastlanmaktadır (Sahibî, 2010:195).

dım: “Çünkü abdest alırken Allah’ın ona

Afganî, İslam mezhepleri arasında vah-

emrettiği şekilde ayaklarını yıkamamıştır”

detin oluşması ve fırkalar arasındaki ihti-

buyurdu (et-Tusî, 1407:I/89-92).

lafların artmasını engellemek ve bunları

Bu örnekte görüldüğü gibi Şeyh Tusî, önce hüküm hakkında kendi görüşünü serdetmekte, daha sonra Ehl-i Sünnet ve Şia’nın söz konusu mevzu hakkında dile getirdiklerinin her birini ortaya koymakta-

ortadan kaldırmaya çalışmanın gerekliliğini Avrupa’ya yaptığı yolculuklardan sonra çokça vurgulamaya başlamıştır. Bunun başlıca nedeni Batı dünyasının sömürü planlarından haberdar olmasıydı. Bu planları en-

dır. Sonrasında kendi hükmünün delillerini açıklamaya çalışmaktadır. “el-Hilâf” adlı eserin tamamı bu şekilde kaleme alınmıştır.

14 1838’de İran’ın Hemedan’a bağlı Esedabad ilçesinde dünyaya gelmesine rağmen Afganî olarak meşhur olmuştur.

197


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

gellemenin başat yolu Sünnî-Şiî mezhepsel

için İran şahı nezdinde girişimlerde bulu-

ihtilafların bir kenara bırakılarak askerî ve

nacaklarını dile getirdiyse de bu yapılmadı.

siyasî birlikteliğin sağlanmasıydı. Ona göre

Zira Afganî Mekke’de “Ümmü’l-Kurâ” adıy-

bu vahdetin sağlanabilmesi aşağıdaki üç

la bir dernek tesis etmişti. Bu derneğin ama-

şarta bağlıydı:

cı Müslümanların mevcut liderlerini tek bir çatı altında bir araya getirmekti. Dernekte

1- Tehlike karşısında ortak tavır

alınacak kararlar Mekke’de bulunacak bir

2- Savunma mekanizmalarını bilmek

sultanın onayı akabinde yerine getirilmesi

ve harekete geçirmek. 3- Hareket

zamanında

âlim ile İstanbul veya Kufe’de bulunacak

fikir

birliği

(Sahibî, 2010:197-198).

amacıyla sultanın emrinde bulunan diğer padişahlara (Emîru’l-Umerâ) gönderilecekti (Sahibî, 2010:216). Bir yıl faaliyet gösteren

Afganî, bu görüşlerini İstanbul’da bu-

bu derneğin fikirleri II. Abdülhamid’in pek

lunduğu sırada Sultan II. Abdülhamid’e

hoşuna gitmediğinden derneğin çalışmaları

sundu ve onun onayını alarak “İslamî Vah-

durduruldu.15

det Cemiyeti”ni kurudu. Bu cemiyetin kuruluş amacı şunlardı: ı) Müslümanların elbirliğiyle ilerleme amacına yönelik altyapı

Musa Sadr ve Lübnan’da Vahdetin Teessüsü

oluşturulması, ıı) İslam âleminin eski kud-

Musa Sadr, Kum ilmiye havzasında öğ-

retini yeniden kazanması, ııı) herhangi bir

renci olduğu dönemden itibaren İslam mez-

Batılı devletin, Müslüman bir devleti işgali

hepleri arasındaki vahdetin sağlanması ge-

söz konusu olursa cemiyet, diğer İslam ül-

rektiğinin ehemmiyetini idrak etmiş ve bu

kelerini Batıyı boykot etmeye çağıracak

önemli mevzuu Allâme Eminî ile de pay-

ve Müslümanları cihat için hazırlayacaktı

laşmıştı. 1959 yılında Lübnan’a gittiğinde

(Sahibî, 2010:208-209).

bu görüşlerini faaliyete geçirmek amacıyla

Bu cemiyet, dönemin İran yönetimi tarafından tehlikeli bulundu; zira onlara göre Afganî İran’ın bir kısmını Osmanlı Devleti’ne verilmesini istiyordu. Oysa Sultan II. Abdülhamid’e İranlıların mukaddes bildikleri bazı toprakların kendilerine verilmesi teklini yapan kişiydi Afganî. Bundan sonra İran’ın isteği üzere Osmanlı sınırlarında yaşayan ve cemiyetin önde gelen bazı isimleri tutuklandı. Osmanlı padişahı, hapse atılan veya sürgüne gönderilen bu üyeler 198

15 Sultan II. Abdülhamid’in kendisi, Halife unvanın ön planda tutmaya ve bu şekilde Osmanlı devletini parçalanmasını engellemeye çalışmıştır. Merkeziyetçi bir siyaset güden II. Abdülhamit için otoritesini paylaşacağı diğer padişahlar demek, zımnen Osmanlı coğrafyasının parçalanmasının kabulü anlamına gelecekti. Üstelik İstanbul mukabilinde Kufe’nin alternatif olarak konması Osmanlı hanedanının Emîru’lUmerânın kendisine bağlı olacağı saltanat makamı için zaruri olmadığı çağrışımını uyandırmaktadır. Bu nedenle Afganî, II. Abdülhamid tarafından sürekli takip edilmiş ve faaliyetleri izlenmiştir. Kimi tarihçiler bu nedenle Afganî’nin zehirle öldürüldüğünü dahi dile getirmiştir.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Ehl-i Sünnet ulemasıyla iyi ilişkiler geliştir-

Halit’e İslam vahdetine yaptığı çarpıcı vur-

mek için Sünni müftülerinden olan Muh-

gularla tarihe mal olan bir mektup yazdı

yiddin Hasan ile çok yakın ilişkiler kurdu.

(Ebuzeri, 2012:73-74).

İki âlim arasında oluşan samimiyet neticesinde, dini münasebetlerle gerçekleştirilen merasimlerde beraber katılımcı oluyorlardı. Öyle ki aynı camide minbere çıkıyor, Sünnî ve Şiî Müslüman Lübnan halkı onlara birbiri ardınca kulak veriyordu. Musa Sadr önderliğinde gerçekleştirilen bu münasebetler neticesinde 1963 yılında, yine kendisi tarafından, vahdet faaliyetleri daha geniş çapta icra edilmeye başlandı. O yıl, Kuzey Afrika ülkelerini kapsayan bir yurt dışı seyahatine çıktı. Mısır, Cezayir ve Fas’ta bulunan İslamî merkezler ve medreseler ve Lübnan’dakiler arasında irtibat kurulması sağlandı (Ebuzeri, 2012:73-74).

Musa Sadr, İslamî mezhepler arasında yakınlaşma çalışmalarının önemsenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu görüşüyle bazı ulema arasında Şia ve Ehl-i Sünnet arasında hiçbir ortaklığın bulunmadığını savunanların tezlerini de çürütmemin gerekliliğini ortaya koymuştur. Kendisinin yukarıda işaret edilen mektubunda, geçmişte mezheplerin yakınlaştırılması için çaba sarf eden ulema gayretlerinin ne kadar önemli olduğunu ve bunların asrımızda da devam ettirilmesi gerektiğini vurgulaması, önemsenmesi gereken bir husustur. Musa Sadr, bu görüşlerini çeşitli konferans ve röportajlarda canlı tuttu ve Müslümanlar arasında vahdet ve takrib

1969 yılında Lübnan’da “Lübnan Şiî

çalışmalarının özel bir gündem oluşturması

Yüksek Konseyi” kurulup ve bu müessesenin

fikrinin oluşumunu sağlamaya çalıştı (Ebu-

başkanlığını da Mısa Sadr geldiğinde Cum-

zeri, 2012:81-83).

hurbaşkanı ve devletin birçok alanda önde gelen şahsiyetinin katıldığı açılışta şu iki temaya dikkat çekti:

Musa Sadr, bu fikirleri öne sürerken mezheplerin ortadan kaldırılması gibi bir durumun meydana gelmesini istememiştir.

1- Müslümanlar arasında tefrikanın or-

Mezheplerin yakınlaştırılmasından murat

tadan kalkması ve vahdetin oluşması için

edilen şey de bu değildir. Onun fıkhî vah-

yeterli çalışmanın yapılması

det çalışmaları neticesinde ortaya çıkması-

2- Ülke birliğinin korunması için tüm etnik ve dinî fırkalarla ilişkilerin geliştirilmesi.

nı temenni ettiği şey, tüm fıkhî konularda ortak fetvaların serdedilmesi şeklinde de algılanmamalıdır. Bilakis fıkhî farklılıkların fıkhın gelişiminde büyük bir rol sahibi ve

Dile getirilen bu program meclis ta-

müçtehidin faal olmasının temel dinamik-

rafından ilan edildi ve tüm Lübnan ulusal

lerinden olduğunu bilmekteydi. O, bayram

gazetelerinde yer aldı. Musa Sadr, ayrıca

gününün tespit edilmesindeki ihtilaflar gibi

bu nazarî temelli eylemini amelî sahaya da

meselelerin ortak çalışmalarla aşılabileceği-

taşıdı ve Ehl-i Sünnet Müftüsü Şeyh Hasan

ni düşünmüştür (Ebuzeri, 2012:79-81). 199


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Bu konuda şöyle bir açıklamada bulunmuştur: Ümmet arasındaki ihtilaflı konular teori bazında ele alınacak ve ilmî nazariye mahlasıyla gündeme gelecek olursa, mezhepler bereket nedeni ve ilerleme kaynağı olurlar. Lakin bu ihtilaflar dini vecibeler için birer fetva niteliği taşırlarsa, bu durum fetvaya tabi olanların birbirlerinden uzaklaşmalarına neden olur. Dolayısıyla nazariyelerin ihtilaf ve farklılık nedeni olmaması için bunların müşterek bir fetva ve vecibe ile sonuçlanması gerekir... Örneğin, bayram günlerinin çokluğundan ve tatillerin düzensizliğinden kaynaklanan sorunları aşmak ve bütün Müslümanların aynı günde bayram etmelerini sağlamak için ilmî yöntemlerle hilalin gözlenip ufuktaki zaviyelerinin belirlenmesi önerisi kabul edilebilir. Aynı şekilde herkesin kabul edebileceği bir ezan şekli belirlenebilir (Ebuzeri, 2012:82-83). Musa Sadr, tasvir ettiği vahdetin ümmetin geleceğinde büyük bir öneme sahip olduğunu ve tüm Müslümanların bunu şiar edinmesi gerektiğini hatırlatmaya çalışmıştır (Sadr, 1428/2007:194).

Muhammed Hüseyin Âl-i Kâşifu’lĞitâ Muhammed Hüseyin Âl-i Kâşifu’lĞitâ, 1294/1876 yılında Necef’te doğdu. İmâmiyye’nin önde gelen birçok âliminden dersler aldı. Mezheplerin yakınlaştırılması için Sunnî-Şiî ulemayla çalışmalara devam etti. 1974 yılında Kudüs’te gerçekleştirilen sempozyumda bu birlikteliğin bir nişanesi 200

olarak namaz kıldırdı (Kaplan, 2013:259). Mezhepler arasındaki yakınlaşmanın en büyük engelini, Şiîliğin yanlış tanınması/ tanıtılması olarak değerlendiren bu âlim, “Usûlu’ş-Şî‘a” adlı eseri kaleme alarak İmâmiyye Şiîliğinin usûl ve füruatına dair sahih bilgileri bir araya getirdi; bunların kitap ve sünnette de karşılığı olduğuna işaret ederek diğer mezheplerin bu konudaki eleştirilerine cevaplar serdetti (Kâşifu’lĞitâ, tarihsiz).

Seyyid Ali Hamaneî Hâlen İran İslam Cumhuriyeti başkanı olan Hamaneî, günümüz İslam dünyasında İslamî vahdet ve mezheplerin yakınlaştırılması hususunda vurgu yapan kişilerden biridir. Birçok vesileyle yaptığı konuşmalarda bu hassas konuya temas etmiştir. Bunlardan sadece birini nakledeceğiz: Bizim vahdetten kastımız da basit ve açıktır. O da Müslüman fırkaların birbiriyle işbirliği içerisinde olması ve aralarında karşı koyma ve muhalefete dayalı bir tavrın olmamasıdır. Bizim Müslümanlar arasında birlikten kastımız şudur: Birbirlerini reddetmesinler, düşmanı birbirlerine musallat etmesinler ve bazıları bazılarına zulümle üstün olmasınlar (Hamaneî, 2013:21). Müslümanların ittihadı, Müslümanların ve çeşitli fırkaların kendine özel fıkhî ve kelâmî inançlarından vazgeçmesi demek değildir. Aksine Müslümanların ittihadının iki başka anlamı vardır: Birincisi, çeşitli İslam fırkaları -ki her birinin muhtelif kelâmî ve fıkhî yolu vardır- hakikaten İslam düşmanlarına


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

karşı gönül birliği el birliği, iş birliği ve fikir

rada dikkat edilmesi gereken bazı hususlar

birliği yapmalarıdır. İkincisi, çeşitli Müslü-

bulunmaktadır. Aşağıda bunlara işaret edil-

man fırkalar kendilerini diğerlerine yaklaş-

meye çalışılmıştır.

tırmaya, birbirini anlamaya çalışmalı; fıkhî mezhepleri birbiriyle kıyaslamalı ve uyumlu hale getirmelidir. Fâkihlerin ve ulemânın fetvalarının çoğu eğer âlimane fıkhî tartışma konusu edilirse, ufak değişikliklerle iki mezhep fetvalarının birbirine yaklaştırılması mümkündür (Hamaneî, 2013:23-24).

İlk olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı ve İran devletlerinin bitkin ve yorgun durumlarının takrib çalışmalarının hızlanmasında önemli bir yer edindiğini düşünmekteyiz. Zira her iki devletten kalan topraklar savaş akabinde hemen sömürgeleştirilmeye çalışılmış ve uzun yıllar

Sonuç

çeşitli yollarla güçlenmeleri engellenmiştir.

Vahdet meselesi, Müslümanlar için çok

rını birbirlerine dayamaları gerekmiştir.

önemli bir gündemi oluşturmalıdır. Zira İslamiyet’e dair günümüzde yayın araçlarının da elverişli olması hasebiyle dünya kamuoyunda birçok iftira atılmaktadır. Aynı propagandalar mezhepler arası çatışmaları körüklemek amacıyla da yapılmaktadır ve yapılmaya da devam edecektir.

Böyle bir durumda Müslümanların sırtlaSünnî-Şiî ihtilafını canlı tutacak ve körükleyecek şekilde çalışmalar yapıp eserler telif etmektense yukarıda isimleri zikredilen Ehl-i Sünnet mensubu mütefekkirler Batı karşısında ortak bir konumlanma ihtiyacının lüzumunu idrak etmişlerdir. Bunun yanında, eserlerinde Şîa’nın tasvip etmedikle-

Mezheplerin yakınlaştırılması Şîa ule-

ri yönlerini rencide ve hakaret etmeksizin

masının eserlerinde Ehl-i Sünnet rivayetle-

açıkça dile getirmişlerdir. Bunun olmasında

rine yer verme gayretleriyle cılız bir şekilde

ise hiçbir beis bulunmamaktadır. Zira an-

de olsa VI. / XII. yüzyılda yavaş yavaş ken-

cak bu şekilde, yani ilmî seviyesi muhafaza

dini göstermeye başlamış ve ilk nüvelerini

edilen araştırmalar ve münazaralarla mez-

vermiştir. Bunların bazı örneklerine yuka-

hepler birbirlerini daha iyi tanıyabilir.

rıda değinilmiştir. Nadir Şah’ın Caferî mezhebini beşinci mezhep olarak Osmanlı’ya kabullendirme çabaları her ne kadar neticesiz kalmışsa da tarihsel öneme sahiptir.

Günümüzde, Ortadoğu kazanını sürekli ateşler içerisinde görmek isteyen emperyalist güçleri İslam mezhepleri arasındaki farklılıkları gündemde tutup Müslümanları

XX. yüzyıla gelindiğinde takrib çalış-

birbirine kırdırmanın derdine düşmüşler-

malarının daha bir hararetle yapıldığı he-

dir. Şiî-Sünnî ihtilafının meydana getireceği

men dikkat çekmektedir. Yukarıda, bu an-

yönetsel zaafiyetler, bölgenin çok daha ra-

lamda çaba gösteren bazı Ehl-i Sünnet âlim

hat sömürülmesini ve dahi Batının kontrolü

ve aydınlarından örnekler verildi. Bizce bu-

altında tutulmasını sağlayacaktır. O halde, 201


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

tüm İslamî mezheplerin bu konuda şuurlu davranması ve bu oyunu bozmak için beraber hareket etmesi gerekmektedir. İran İslam İnkılâbı öncesinde İran petrol ve doğal gazı yanı sıra diğer yer altı ve yer üstü zenginlikleri istediği gibi paylaşan sömürgeciler, sömürerek elde ettikleri kaynakların ellerinden gitmesine hiç de memnun kalmamıştır. Batı, İran ile oluşan kötü ilişkilerini Şiîlik hakkında yalanlardan ibaret sanal bir gerçeklik oluşturmaya çabaladı; bu çalışmalar günümüzde hâlen devam etmektedir. Söz konusu desisenin günümüzdeki en büyük mümessillerinden biri Londra’da yaşayan Yasir el-Habib adındaki Şiî molladır. İngiltere’den fonlanan bu Batı mollası, Şia ve Ehl-i Sünnet arasında tesis edilen vahdeti baltalamak için mütemadiyen açıklamalar yapıp, Ehl-i Sünnetin değerlerini aşağılamaktadır. Bunun yanında o ve benzeri Batı mollaları Şia camiasının günümüz değerlerinden büyük ulemaya bile ağza alınmayacak sözler sarf edip, bu şahsiyetlerin saygınlığını ve halk üzerindeki otoritelerini sarsmaya çalışmaktadırlar. Sünniler, bu tür batı mollalarının sözlerine değil, onlar ve beyanatları aleyhine fetva verip açıklamalarda bulunan gerçek Şiî ulemanın sözlerine göre meseleyi değerlendirip yorumlamalıdır. Şiiler de IŞİD gibi yapılanmaları Sünni değerlere sahip çıkan yapılanmalar olarak görmemeli, onların zihin dünyasının Ehl-i Sünnet geleneğinden çok uzakta olduğunu kendi içlerinde ve dünya kamuoyunda dillendirmektedirler/ dillendirmelidirler. 202

KAYNAKÇA ABDUH, Muhammed. (1414/1993). elA‘mâlu’l-Kâmile lil-İmâm Şeyh Muhammed Abduh, (Tahkik Muhammed İmare), Dâru’ş-Şuruk. Kahire. ABDUH, Muhammed. (Tarihsiz). Şerh-u Nehcü’l-Belâğa, c. 1-4, Daru’l-Marife. Lübnan. ATEŞ, Abdurrahman. (2001). Avşarlı Nadir Şah ve Döneminde Osmanlı-İran Mücadeleleri. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Isparta. EBUZERİ, Abdurrahim. (2012). Lübnan’da Direnişin Mimarı İmam Musa Sadr. Çev: Sedat Baran. İstanbul. HAMANEÎ, Ayetullahi’l-Uzmâ Seyyid Ali. (2013). İslamî Birlik. Çev: Nurcan Altun. İstanbul. KAFARÎ, Nasır Abdullah b. Ali. (1413). Mes’eletu’t-Takrîb Beyne Ehli’s-Sünne ve’ş-Şîa. C. II. Daru’n-Nuşur ve’t-Tevzi Riyad. KAPLAN, Doğan. (2013). İran’da Şiî-Sunnî Yakınlaştırma Çabaları. e-Makalat Mezhep Araştırmaları, VI, Güz/2, s. 257274. KARA, Seyfullah. (2009). Büyük Selçuklular Döneminde Mezhep Kavgaları. İstanbul. KÂŞİFU’L-ĞİTÂ, Muhammed Hüseyin Âl. (Tarihsiz). Aslu’ş-Şi‘a ve Usûlihâ Mukârenetu Mukârenetu Ma‘a Mezâhibi’l-Erba‘a. Beyrut. MERÇİL, Erdoğan. (1994). Büveyhîler. Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.6, s. 496-500. MUTLİ, Tamir Mahmud. (1425/2004). Menâhicu’ş-Şeyh Muhammed Reşid Rıza fi’l-Akîde. Dar-u Macid İseyri. Cidde.


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ÖZ, Mustafa. (1994). “Tabersî”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 39, s. 324-325. REŞİD RIZA, Muhammed. (13366/1947). Resâil li-Reşîd Rıza, Darul Menar. Kahire. es-SADR, Musa. (1428/2007). Kelimâtu’lKisâr li-İmâm Musa es-Sadr. Merkezu Nun. SAHİBİ, Muhammed Cevad. (2010). İttihat Bayraktarı Seyyid Cemaleddin Hüseyni. Çev: Sedat Baran. The World of Proximity of İslamic Schools of Thought. Tahran. SERBESTOĞLU, İbrahim. (2012). 19. Yüzyılda Filistin’de Yahudiler Üzerinde İngiliz ve Amerikan Himayesi. History Studies, S. 4/1. s. 489-502. SİBÂÎ, Mustafa. (tarihsiz). es-Sünne ve Mekânetihâ fi’t-teşrî‘i’l-İslâm. Daru’lVerrak. SOY, Hacı Bayram. (2004). Arap Milliyetçiliği: Ortaya Çıkışından 1918’e Kadar. Bilig, S. 30 s. 173-202. SÜVEYDÎ, Abdullah. (1323). el-Hucecu’lKat‘iyye. Mısır.

SÜVEYDÎ, Allâme Abdullah. (tarihsiz). Mu’temeru’n-Necef. Tahkik: Muhibbuddin el-Hatib. Basım yeri yok. SÜVEYDÎ, Abdullah. (2008). Hak Sözün Vesikaları. İstanbul. ŞİRİNOV, Aqil. (1994). “Tabersî”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 41, s. 437-442. et-TABERSÎ, Eba Ali Fazl b. Hasan. (1426/2005). Mecma‘u’l-Beyân. C. I. III. Dârul Ulum. Beyrut. et-TUSÎ, Şeyh Ebu Cafer Muhammed b. Muhammed b. (1407). el-Hilâf, C. I. Müessesetu’n-Neşru’l-İslâmî. Kum. http://www.taqrib.info/turkish/ index.php?option=com_content &view=article&id=112:ayetulla h-burucerdi-ve-muesluemanlarnbirlii&catid=4:pshvayanetaghrib&Itemid=31#_edn1 06.11.13. http://ar.wikiquote.org/wiki/%D9%85%D8 %B5%D8%B7%D9%81%D9%89_%D8%A 7%D9%84%D8%B3%D8%A8%D8%A7% D8%B9%D9%8A 28.03.14.

203


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

204


TÜRKİYE’DE VE ALMANYA’DA ALEVİLİK YAPILANMALARI ÜZERİNE BİR TARTIŞMA A DISCUSSION ON ALEVISM STRUCTURES IN TURKEY AND GERMANY İbrahim GÜL1

teori-uygulama karşılaştırması yapılmıştır. Araştırmanın bulguları şöyle özetlenebilir: Diyanet tarafından kabul edilmese bile,

ÖZ Alevi-Bektaşi inancının nasıl yapılandırılacağına ilişkin tartışmalar devam etmektedir. Konuyla ilgili bazı çalıştaylar yapılmış olmasına rağmen bunlardan bir sonuç alınamamıştır. Türkiye lâik bir ülke olmasına rağmen, devlet din işlerini organize etmekte ve tek mezhebe yönelik hizmet ver-

Alevi-Bektaşi inancı, İslâm dininin farklı bir yorumu olarak kabul edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, lâik karakterini korumalı ve herkesi kucaklayan bir yapılanmaya gitmelidir. Birlik ve beraberliğin temini için, devletin din işlerini organize etmemesi, ortak değerlere vurgu yapması önerilmiştir. Anahtar Kelimeler: Alevilik-Bektaşilik, İnanç, Yapılanma.

mektedir. Alevi-Bektaşiler de devletin kimliklerini ve cemevlerinin bir ibadet yeri olarak statüsünü tanınmadığından yakınmaktadırlar. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de herkesi kucaklayan bir inanç yapılanmasının nasıl olması gerektiğini tartışmaya açmaktır. Araştırma nitel bir çalışmadır.

ABSTRACT Discussions on how to construct AleviBektashi belief has been going on. Although there are some workshops on the subject could not be a result of them. Although Turkey is a secular country, the state orga-

Konu kuramsal boyutuyla ele alınmış ve

nizes religious affairs and serves only one

bu amaçla Almanya’da ve Türkiye’de bazı

denomination. The Alevis-Bektashis also

kişilerle görüşmeler yapılmıştır. Bir bakıma

complain about the identity of the state and

Makale geliş tarihi: 02.03.2017 • Makale kabul tarihi: 25.05.2017 1 Yrd. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Yönetimi, Teştifi, Planlaması ve Ekonomisi Anabilim Dalı.

that the cemevleri are not recognized as a place of worship. The purpose of this study is to discuss how to build a belief structure that embraces every person in Turkey. This 205


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

research is a qualitative study. The subject

den bağımsız ve tüm bunların üzerinde bir

is addressed with a theoretical dimension

kurum olduğu ileri sürülmektedir.

and interviews are held with some people in Germany-Turkey for this purpose. The findings of the research can be summed up as follows: Even though it is not accepted by the Religious Affairs, Alevi-Bektashi belief is accepted as a different interpretation of the Islamic religion. The state of the Republic of Turkey must protect its secular character and go under a reconstruction that embraces every citizen. It is suggested that the state should not organize religious affairs and should emphasize common values for the foundation of unity and cohesion. Keywords: Alevism-Bektashism, Belief, Structuring.

Diğer yandan sürek farklılığı görmezden gelinerek, Alevî-Bektâşî gruplar arasında, birlik ve beraberlik olmadığı, böylece “Alevîliğin ne olduğu belli olmayan bir inanç olduğu” yönünde açıklamalar yapılmaktadır. Türkiye’de bu olumsuz yaklaşımların aksine, bazı Avrupa ülkelerinde, Alevîlik-Bektaşilik bir inanç ve cemevleri de ibadet yeri olarak tanınmakta ve Alevilerin kendi inançlarını çocuklarına öğretmelerine destek sağlanmaktadır. Avrupa ülkelerinde farklı adlar altındaki yapılanmalara rastlanmakla birlikte, en çok taraftarı olanı, Avrupa Alevi-Bektaşi Federasyonları ve buna bağlı gruplardır. Yurt dışındaki bu tür Alevi-Bektaşi yapılanmalarının ilerleyen zaman içinde Türkiye’yi nasıl etkileyeceği pek

Giriş Aleviliğin ve cemevlerinin, devlet tarafından tanınmasına yönelik beklentiler sürerken, konunun muhatapları arasında tartışmalar devam etmektedir. Devleti idare edenler, Aleviliğin bir inanç ve cem evlerinin ibadet yeri olarak kabul edilmesi önünde en büyük engeli, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanunu görürlerken, Alevi-Bektaşi inancının tarafları, bu konuda hükümetleri suçlamaktadırlar. Devletin bir inanç kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan açıklamalar da pek ümit verici görünmemektedir (Bardakoğlu, 2006). Alevi-Bektaşi inancının İslam’ın içinde olduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bütün mezhep, grup, yaklaşım ve görüşler206

dikkate alınmadığı gibi, ülkenin birlik ve beraberliğine katkı yapacak, Alevi-Bektaşi toplumunun varlığını ve onların ibadethanelerinin cemevi olduğunu tanıyan bir yapılanmaya da pek sıcak bakılmamaktadır (Akyüz; Gürsoy; Çapcıoğlu, 2006:42).

Problem Durumu Toplumları bir arada tutan onların değerleridir. Bu değerler ne kadar ortak, birbirine benzer ve aklın ürünü olursa, birleştirici ve bütünleştirici etkisi o kadar fazla olur. Anadolu’da farklı inançların asırlardır bir arada barış içinde yaşaması bunu doğrulamaktadır. İslam dini barış ve hoşgörü dinidir. Anadolu’ya bazı Türkmen baba ve inanç önderlerinin sonradan geldiğini ya-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

zılı kaynaklarca doğrulanmaktadır (Duran,

Alevi-Bektaşi

inancının,

Türkiye’de

2010:130; Kökel, 2007:1). Anadolu’ya fark-

nasıl ele alınacağına ve yapılandırılacağı-

lı coğrafyalardan gelen Türkler arasındaki

na ilişkin bazı araştırma ve çalışmalar ya-

Alevi-Sünni inanç farklılıkları, ilk zaman-

pılmıştır (Mutluer, 2015; Yalçınkaya, 1996;

larda fazla önemsenmemiş, bu insanların

Langer, 2009; Aktürk, 2015; Günay; Türk,

Müslüman ve Türk olmalarına bakılmıştır.

2010; AÇNR, 2010; Geçmez, 2011; Fendoğ-

Osmanlı Devleti’nin kuruluşun da bu birlik-

lu, 2013; Rapor, 2015; Yaman, 2015). Bu ça-

telik devam etmiştir. Osmanlı Devleti içinde

lışmalarda, konu farklı yönleriyle ele alına-

Kızılbaş-Türkmen toplulukları, bir sorunla

rak, farklı boyutlarıyla tartışılmıştır. Ancak

karşılaşmadan yaşamlarını uzun bir süre

Alevilik-Bektaşilik ve cemevleri konusunun

devam ettirmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin

çözümüne yönelik somut adımlar atılma-

merkezileşme ve kendi otoritesini oluştur-

mıştır.

ma çabaları, çatışmaları beraberinde getirmiştir. Ülkedeki farklı inanç gruplarını tek merkeze bağlamaya çalışan Osmanlı Devleti padişahları, ilk sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamış, yükselme döneminde, “Bektaşi Bağlılığı” oluşturma çabaları, Alevî (Kalenderî, Abdal, Babaî vb.) grupları rahatsız etmiştir (Yıldırım, 2010). Anadolu Aleviliğinin Kızılbaş toplulukları, Osmanlı yönetimiyle sürekli bir kavga içindeyken, Alevilik içinde sayılan Bektaşiliğin durumu farklılık göstermiş, Osmanlı Devleti tarafından tanınmış ve desteklenmiştir (Yalçınkaya, 1996:150). Ancak bir süre sonra, ilmiye mensupları tarafından Bektaşilik de sorgulanmaya başlamış ve Bektaşiler, Rafızilik ile suçlanmışlardır. Hükümet, Rafıziliği tarif ederken; oruç tutmamak, namaz kılmamak ve dini emirleri hafife almak gibi birtakım ölçütler kullanılmıştır (Maden, 2013:298). Bu kısa değerlendirme bile, inançların devlet yapılanması içinde ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Avrupa’da yaşayan Alevi-Bektaşilerin büyük bir bölümü, Alevi-Bektaşi Federasyonları

çatısı

altında

örgütlenirken,

özellikle gençlerin çoğunluğu geleneksel Alevi-Bektaşi değerlerden uzaklaşmış ve farklı Alevilik söylemleri geliştirmişlerdir. Türkiye’de de benzeri durumlara rastlanmaktadır. Her bir dernek ve kuruluş kendisine göre bir Alevilik felsefesi oluşturmuş, bazıları Avrupa Alevi-Bektaşi federasyonlarından etkilenerek, geleneksel Alevilik-Bektaşilik değerlerine karşı çıkmaya başlamışlardır. Pir, mürşit ve halife gibi kavramlar sorgulanırken, cemde yapılan hizmetlerin günün koşullarına göre değiştirilmesi gündeme gelmiştir. Başka bir anlatımla Alevi-Bektaşi inancının temel prensipleri tartışmaya açılmış; ceme gelirken nasıl giyinileceği, cemde oturma şekli, Kur’an okunup okunmaması, dara durma gibi kavramlar sorgulanmaya başlamış, cenaze erkânlarında değişiklikler yapılmıştır. Uygulamalar geleneksel ve modern Aleviler arasında bir çelişki ve çatışmaya neden 207


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

olurken, Sünnî-Alevî inançlar arasındaki

Alevilik sorununa hem Alevi-Bektaşilerin

mesafeyi de gittikçe açmaktadır.

hem de Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturan

Türkiye’de Sunnî-Alevi inançları birbirine yaklaştıracak, konunun çözümüne kat-

Sünnîlerin lehine olmayan çözümler önerilmektedir (Aktürk, 2015:65).

kıda bulunacak adımlar atılmamış, baha-

Alevi-Bektaşi inanç yapılanmasının

neler üretilmiştir. Günay ve Türk’e (2010:4)

nasıl olması gerektiğine yönelik doğru ve

göre, iç politik tartışmalar ekseninde ya-

gerçekçi çözümler üretmek bilim insanları-

pılan “Demokratik Açılım” hamleleri, geç

na düşmektedir Devlete ve onu yönetenlere

kalan tartışmalardır. Yaman’a (2015) göre,

düşen görev ise farklı araştırma sonuçların-

Sünni toplumunun sorunlarına bir şekilde

dan yararlanarak uygulanabilir politikalar

çözüm üreten siyasi akıl, Alevileri yok sa-

üretmektir. Bu politikalar, insan onuruna

yarak onların sorunlarına çözüm üretme-

yaraşır ve bireyin dini inançlarını özgür

miştir. Bal’a (2015) göre, dış güçler, Alevi-

olarak yaşamalarına imkân sağlar nitelikte

liği İslam dışı göstererek Alevi sorununu

olmalıdır. Türkiye’nin geleceğine yönelik

kullanmışlardır ve gelecekte de kullanmaya

tutarlı ve kucaklayıcı bir dini yapılanmaya

devam edeceklerdir. Balkız (2002) ise sitem

karar vermeden önce; örgüt kavramı, inanç

dolu sözlerle, “bu ülkeyi güzelleştirmek de

özgürlüğü ve Alevi-Bektâşî inanç örgütlen-

çirkinleştirmekte bizlerin elindedir, Alevi

mesi, Türkiye’de devlet-din ilişkileri, gele-

dedeleri bin yıldır sazını çalıp semah dön-

neksel ve modern Alevilik konuları üzerin-

mektedir ama devlet bin yıl daha kör, sağır

de durulacaktır. Bu açıklamalardan sonra,

ve dilsiz kalamaz” diyerek devleti suçla-

Türkiye’de Alevi-Bektaşi inanç yapılanması

maktadır.

için bir model önerilmiştir. Bu konuda bazı

Yakınmalardan konuya yönelik çözümün, laik devlet yapısının tam olarak hayata geçirilmemesinde saklı olduğu düşünülmektedir. Türkiye gerçek anlamda laik bir yapıya kavuşturulduğunda, her birey inanç ayrımı gözetilmeden büyük bir ailenin ferdi olarak görülecek, sorun da zaten kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktır. Devleti idare edenlere de Alevi-Bektaşi sorununu derinleştirmeden çözme sorumluluğu kalacaktır. Alevilik sorunu, Türkiye’de çözümü belki de en kolay olan sorunlardan birisi olmakla beraber, ilgililerin soruna duyarsızlığından farklı aktörler devreye girmekte, 208

Alevi-Bektaşilerin ve inanç önderlerinin görüşlerinin alınması yararlı görülmüştür.

Örgüt Kavramı Belirli amaçları gerçekleştirmek için birbiriyle bağlantılı eylemlere dayalı, süreklilik gösteren toplumsal yapıya örgüt denir. Bireyler birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için örgütlenirler. Örgütlenme kavramı belli bir sürecin izlenmesini gerektirir. Örgütleme süreci; yapıyı kurma, kadrolama-donatım eylemleri ve anlayış gösterme boyutlarından oluşur (Bursalıoğlu, 1994:112). Geleneksel anlamda örgütlenme kuramları yeri-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

İnanç Özgürlüğü

ni sistem yaklaşımlarına bırakmıştır. Devlet veya tüzel kişiler tarafından belli bir amaca yönelik kurulan sosyal sistemler (kurumlar) toplumda varlığını sürdürmektedirler.

İnanç özgürlüğü, özel alanının sınırlarını çizen negatif statü haklarından olup, devletin dokunmadığı ve müdahale etme-

Başaran’a (1989:145) göre, örgütlen-

diği, “koruyucu hak” kavramı içinde yer

menin temelinde insan ihtiyaçları yatar.

alır. Anayasa’nın din ve vicdan hürriyetini

Bireyler toplumun ihtiyaç duyduğu değer

düzenleyen 24. maddesinde (T.C. Anaya-

ve hizmetleri belli yasal sınırlar içinde üret-

sa, 1982) yer almasına rağmen, Türkiye’de

mek için örgütlenirler. Örgütsel amaçların belirlenmesini, görevlerin belirlenmesi ve örgütsel yapıyı işletecek bireylerin seçimi takip eder. Örgüt içinde yetki ve sorumluklar belirlenerek, yeni kurulan örgütün, anatomi ve fizyoloji, hiyerarşi, rol ve statü kavramlarına açıklık getirilir. Örgütsel yapının etkili olarak çalışması, bu sürecin kusursuzluğuna ve onun işletilmesine bağlıdır.

inanç özgürlüğü konusunda, uygulamada sıkıntılar yaşanmaktadır. Başka bir anlatımla, yasalarda belirtilmiş olmasına rağmen, hükümet edenler, yasalarda belirtilen hususları pek dikkate almamaktadırlar. Basında çıkan haberler ve bazı araştırmalar bu duruma işaret etmekte (Adem, 2016; Selçuk, 2006) ve Türkiye’de inanç özgürlüğü konusunda sorunlar olduğu dile getirilmektedir.

Sosyal sistemler, kurum ve birey olmak üzere iki boyuttan oluşurlar. Her sosyal sistemin başta gelen görevi, kurumsal amaçları karşılamaktır. Alevilik, devlet tarafından bir inanç olarak kabul edilmediği için kurumsal bir yapıdan söz edilemez. Sosyal sistemler, ayrıca üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuşlardır. Bir sosyal sistem olan örgütler bu vesileyle, üyelerinin amaçlarını açık olarak bilmeli, bunların gerçekleştirecek örgütsel amaçlar oluşturmalıdırlar (Hicks, 1979:79). Alevîliğin hukuki bir statüsü de bulunmadığından üyelerinin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamaktadır (Gül, 2014). Aleviliğin bu mevcut geleneksel yapısıyla ne varlığını sürdürmesi ne

İnanç özgürlüğü, demokratik toplumlarda laik devlet yapısıyla garanti altına alınmıştır. Laiklik, modern devlet yapılanmasının temelini oluşturur. Laik bir ülkede devlet aşağıdaki özelliklere sahip olmalıdır (Mertcan, 2005:25): a) Devlet, kutsal olan ile meşrulaştırılmamalıdır, b) Dinin, devletten ayrı olarak yapılanmasına izin verilmelidir, c) Devlet, dinler karşısında tarafsız olmalıdır ve bir dini diğerine tercih ve himaye etmemelidir, d) Din hizmetleri bir “kamu hizmeti” olarak düzenlenmemelidir, e) Din eğitim-öğretimi zorunlu olmamalı, din ve ibadet özgürlüğü güvence altına alınmalıdır.

de inanç mensuplarının ihtiyaçlarını ele alması mümkün görünmemektedir.

209


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Laik devletin özelliklerine bakıldığın-

hukuk devleti olan Türkiye’nin bugünkü

da, “Türkiye’de, inanç özgürlüğü konu-

inanç yapılanmasının toplumun tamamının

sunda nasıl bir yaklaşım izlemeli?”, soru-

beklentilerini karşılamadığı bir gerçektir.

suna olumlu bir yanıt verilememektedir (Kaygusuz, 2004). Yıldırım’a (1996:196) göre Alevilik, Sünni ve Ortodoks inanç ve yaklaşımlarla, öğretisel düzeyde uzlaşamayacağını, tarihsel pratiği itibariyle kanıtlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan 15-20 milyona (Özbolat, 2014) yakın AleviBektaşi toplumu, İslam’ı anladıkları şekilde yaşamak isterlerken, devletin bir inanç kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam’ı farklı yorumlayan Alevî-Bektaşi toplumuna karşı kayıtsız kalmakta (Tonga, 2016), bu kayıtsızlığa karşı çıkan bazı Alevi-Bektaşi dernekleri, konunun çözümünü farklı ülkelerde aramaktadırlar. Eğer inanç, insanlar için değerli ve vazgeçilmez bir hak ise, laik ve demokratik ülkelerde inanç özgürlüğü olmalı, devlet

Bu gerçek araştırılırsa, Türkiye ve Avrupa’da din ve inançların farklı bir görünümde ele alındığı, dini eğitim, inanç yapılanması ve inançların yaşanmasında farklılıkların olduğu anlaşılır. Türkiye’de din eğitimi vatandaşlar için bir ‘hak”, Avrupa’da “özgürlük” olarak ele alınmıştır. Türkiye’de devlet bir “hak” olarak halkın dini ihtiyaçlarını karşılamayı kendisine dini bir görev saymaktadır (Aydın, 2007:49). Bunu yaparken Müslüman halkı, Sunnî-Hanefî mezhebine mensupmuş gibi görmekte, diğer inançları yok saymaktadır. Türkiye’de din eğitimi karmaşasının temel nedenlerinden birisi bu ayrıntıda yatmaktadır.

Alevî-Bektâşî İnancının Temel Esasları

bütün inançlara eşit mesafede durmalıdır.

Alevi-Bektaşi inanç örgütlenmesine en

Örneğin, Fransa gibi ülkelerde, din işleri

uygun model, Hacı Bektâş-ı Velî öğretisidir.

tamamen devlet yapılanmasının dışında

Makâlat eserinde “Dört Kapı ve Kırk Ma-

tutulmuştur. Fransız Anayasası belirli bir

kam” olarak ifade edilen öğreti, Sünnî ve

dine veya kiliseye referansta bulunmaz. Bü-

Alevî-Bektâşî inançları, İslam inancında bir-

tün dinlere eşit mesafede durur (Messner,

leştirir. Şeriat kapısı, dinin temel prensiple-

2008:116). Avrupa ülkelerinin çoğunda, din

rinden oluşur. Bunu diğer kapılar izler. Az

eğitimi alanı, “dinî özgürlükler” içinde al-

bir kişi, Hakikat kapısının sırlarına ulaşabi-

gılandığı için devlet, vatandaşın dinine ka-

lir. Zira bu yol müşkülatlı bir yoldur. Esiri

rışmayı özgürlüğüne müdahale olarak ka-

bir deyişinde bunu anlatır (Esiri, 2017):

bul eder. Bu ülkelerde devlet, din eğitimini cemaatlere bırakmıştır, devlet sadece onların masrafları karşılar (Aydın, 2005:5). Bir

210


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Hikmetine akıl ermez güheri kandan ara Terk et zaruret sesini ararsan candan ara Bu Enel-Hak sırrıdır ki Mansur’u çekti dara Bundan yâre ser verenler anda menh-ü bab olur Yetiş bir ehli mürşide açalar can gözünü Bu meydan arif meydanı pişir söyle sözünü Ayarından düşürüp kara ederler yüzünü Havf etmen mi kıyametten sorarlar azap olur Türkiye’de üzerinde çok tartışılan me-

maz daha değerlidir. Sünnî tarikatlar ara-

selelerden birisi, İslam dininin farklı bir

sında da ibadet konusunda pek farklılık

yorumu olan “Alevîlik-Bektaşilik inancının

göze çarpmaz. Alevî-Bektâşî toplumunda

bir mezhep mi yoksa tarikat mı?” olduğu

toplu ibadet “cem” ayinidir. Herkes cem

konusudur. Fendoğlu’na (2013:22) göre,

ibadetine katılamaz. Düşkün kişiler, görül-

Vahdet-i Vücut felsefesine dayalı bu inanç,

meden ve sorulmadan cem erkânında yer

İslam içinde mezhepten öte bir tarikattır.

alamaz. Bu bağlamda, Alevi-Sünnîler ara-

Başka bir yazara göre, bu durum 16. ve

sında, ibadet ve sosyal yaşamda görülen

17. yüzyılda ortaya çıkmış olan “Babagan

bazı farklılıklar bir ayrışma nedeni olma-

Bektaşiliği” için söylenebilir ama Alevilik

malıdır. İslamiyet, hoşgörü dinidir, yalnız

için söylenemez. (Ersal, 2015:243). Maden’e

Allah’a ibadet edilir. İbadetin değerlendir-

(2013:9) göre, Alevilik yeni bir kavram olup,

mesini de ancak ve yalnız Allah yapar.

16. yüzyılda Anadolu’da yaşayan Alevî Türkmen topluluklar için daha çok Rafızi

Alevi İnanç Örgütlenmesi

ve Kızılbaş sözcükleri kullanılmıştır. Alevî

Örgütsel yapı; yetki, sorumluluk, görev

Çalıştayları Nihai Raporunda da Aleviliğin

dağılımı ve ilişkilerden oluşur (Galbraith,

kesin bir tanımı yapılmamış, İslâm’ın içinde

1987; Greenberg, 2011). Alevi-Bektaşi inancı

“Hak-Muhammed-Ali kavramları etrafında

için nasıl bir örgüt yapısı tercih edilmelidir?

oluşan inanç ve erkân yolu” olduğu belirtil-

Mintzberg’e (1979) göre yapıyı, örgütün

miştir (AÇNR, 2010).

stratejisi, Griffin ve Moorhead’a (2013) göre,

Sünnî ve Aleviler arasında itikadı açıdan bir farklılık gözlenmezken, ibadet ve sosyal yaşantıda bazı farklılıklar göze çarpar (Gül, 2014:120). Şeriatın temel ibadeti namaz kılmaktır. Toplu olarak kılınan na-

örgütsel amaçlar ve sahip olunan insan kaynağı belirler (Kondakçı; Zayim, 2013:40). Hizmet yönü ağır basan inançlar için en uygun yapılanma, “amaca yönelik örgütlenme” olup, bu yapılanma, çevrenin istek ve 211


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

beklentilerine de yanıt verir (Nelson; Qu-

Din işlerinin Türkiye’de tek yapıda

ick, 2011). Bu yapılanma “ocak” anlayışına

toplanması, Alevi-Bektaşi kimliğinin ve

da uygun düşer. Ersal, cak kavramını, ka-

cem evlerinin ibadet yeri olarak tanınma-

rizmatik inanç önderine bağlı “veli kültü”

sına yardım edebilir. Ancak bu yapılan-

ile açıklar. Soyu Ehl-i Beyt’e dayanan bir

manın bütün grupların yararına olacak

karizmatik inanç önderleri: pir, halife, mür-

şekilde yapılması önemlidir. Türkiye’de

şit, dede unvanlarıyla silsile takip eder (Er-

ister Sünnî ister Alevi-Bektaşi olsun İslam

sal, 2015:242). İnanç önderlerinin yetkileri,

inancına sahip insanlar ortak bir geçmişe

İmam Cafer Buyruğu ve Erkânnâme’lerde

sahiptirler. Alevîlik, Türkmen töresi ve İs-

belirtilmiştir (Buyruk, 1958) Sorumluluklar,

lam inancının kaynaşmasıyla oluşmuş bir

EDeB (Eline, diline ve beline sahip olma),

inançtır (Baş, 2011:49; Çınar, 1996:734; Eröz,

üç sünnet-yedi farz, 12 farz, on yedi erkân,

1990:80). Anadolu’da yaşayan Kürt kökenli

musahiplik,

(Üzüm

Alevîlerin yoğun olarak yaşadığı Dersimli-

2001:161) kavramları içinde yer alır. Alevi-

lerin de Horasan’dan gelen Deylemli’ler ol-

Bektaşi inancında ilişkiler de edep-erkân

duğu (Kaya, 2004:21), bunların Celali ayak-

içinde sürdürülür.

lanmaları sırasında, hayatta kalabilmek için

rızalık,

düşkünlük

Alevi-Bektaşiliğin, Diyanet İşleri Başkanlığı çatısı altında bir birim olarak, “Alevî-Bektâşî İnanç Hizmetleri Başkanlığı” adı altında örgütlenmesi düşünülebilir (Yıldız, 2002:14). Bu yapısal düzenleme teorik olarak makul görünürken, bazı olumsuzları beraberinde getirebilir: İlki Alevî-Bektâşî toplumu tarafından Alevilik, İslamiyet’in farklı yorumu olarak görülse bile, Diyanet’in konuya bakışı pek olumlu

Kürtçe veya Zazaca öğrenip hayatta kalmayı başaran Türkmenler olduğu belirtilmektedir (Şener, 2017). Türkiye’de, İslam dışındaki inançların oranı 0,4 (DİB, 2014) olup, Türkiye’de barış ve hoşgörünün temin edilmesi, farklı inançların birbirini tanımasına ve anlamasına bağlı görünmektedir. Öyleyse amaç, farklılıkları ortadan kaldırmak değil, farklılıkları hoş görmek olmalıdır. Tarihsel

derinliğine

inildiğinde,

değildir (Turan, 2011:149; Koca, 2014:58).

Türkiye’de, Alevi-Sünni ayrımı yoktur. Ay-

Diğer yandan, Alevî-Bektâşî inancına Diya-

rım biraz da bakış açısına bağlıdır. Alevili-

net müdahale ederse, onun orijinal yapısına

ğin, Anadolu’da yaşamış eski uygarlıkların

zarar verebilir (Mutluer, 2015:361). Ayrıca

inançlarıyla ilişkili olduğu (Wakamatsu,

İslam inancı dışındaki inançların benzer bir

2013:97; Ocak, 2003, 55; Erol, 2010:41) ve

istek ve talebi, devlet bütçesine ilave bir ma-

İslam’ın dışında ayrı bir din olduğu (Me-

liyet getirebilir (Fendoğlu, 2013:29). Son ola-

likof, 1994; Akt. Arslanoğlu, 2000) yönün-

rak, böyle bir yapılanmaya bir kısım Alevî-

de farklı görüşler bulunmaktadır. Hâlbuki

Bektâşî grupları da sıcak bakmamaktadırlar

Türklerden

(AÇNR, 2010:115; Geçmez, 2011:157; Koca,

Bizans’ta, Hıristiyanlık ülkenin devlet dini

2014:59; Uçar, 2009:75).

olarak kabul edilince diğer dinler yasak-

212

önce

Anadolu’da

yaşamış


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

lanmıştır. Bu süre içinde, eski uygarlıklara

dır. Birçoğu pirini ve dedesini görememiş

ait inançlar ya kısmen değişmiş veya tama-

ve görgüden sorgudan uzak kalmışlardır.

men yok olmuşlardır. Türkiye’de inançlar

Cemlere katılamayan insanlar yozlaşmış ve

arasında bir etkileşim olmadığını söyleye-

bunlar yolun ilke ve kurallarını unutmuş-

bilmek zordur ama Alevi-Bektaşiliğin de

lardır. Büyükler, çocuklarına inançlarını

İslam dışında bir inanç olduğunu söylemek

öğretememişlerdir. Bir toparlanma dönemi

ne Alevi-Bektaşilerin ne de Sünnilerin bir

geçiren Alevliler, şehirlerde farklı bir örgüt-

işine yarar. Böyle bir düşünce ancak bölü-

lenme içine girmişlerdir. Derneklere bağlı

cülerin işine yarar.

cem evlerinde ibadet etmeye çalışan bu in-

Geleneksel-Modern Alevîlik

sanlar, ocaklarını unutmuş ve görülmedensorulmadan cemlere katılmaya başlamış-

Geleneksel Alevilik, yazılı kaynaklara

lardır. “Rızalık” ve “musahiplik” gibi ku-

dayalı ve şehirleşmeyle değişmeyen ve te-

rumlar iyice zayıflamıştır. Dernekler kendi

mel ilkeleri bozulmamış, bütün kurumlarıy-

yönetim anlayışlarını, inanç önderlerinin

la işleyen (düşkünlük, rızalık, musahiplik,

üstünde görmeye başlamış, böylece her

görgü-sorgulama, pir-mürşit-talip ilişkileri)

dernekler kendi felsefesine uygun dede ara-

bir Alevilik anlayışıdır. Kırsal kesimin gün-

yışına girmişlerdir. Bu ise yolun ve erkânın

lük ihtiyaçlarına cevap veren bu Alevîlikte,

bozulmasına yol açmıştır (Aktürk, 2015:65;

müstakil bir cem evine ihtiyaç duyulmamış-

Gül, 2016a:173). Bu durum yeni bir inanç

tır. Cem ibadeti büyük bir evde yapılmıştır.

yapılanmasına gündeme getirmiştir.

Geleneksel Alevilikte, dedeler, taliplerin sorunlarını mahallinde çözer ve müşkülatları halleder. Mahkemelere gitmek düşkünlük sayılır (Buyruk, 1958). Herkes dedesini, pîrini bilir, tanır. Talip yılda bir defa pirîn yamacına geçer ve hesap verir. Geleneksel Alevîlik, zorluklara rağmen 1970’li yıllara kadar bu geleneksel yapısını bozulmadan devam ettirebilmiştir.

Türkiye’de Devlet-Din İlişkilerinin Yeniden Düzenlenmesi Türkiye’de devlet-din ilişkileri, laik devletin özelliklerini pek taşımamaktadır. Devlet belli bir mezhebe yönelik hizmet ve din eğitimi vermekte, diğer inançları görmezlikten gelmektedir. Devlet-din ilişki-

Alevîlerin köyden kentlere göçmesiy-

sine Sünni inanç tarafından bakıldığında

le birlikte, inancın yaşanmasında ve yaşa-

herhangi bir sorun görülmezken, Alevî-

tılmasında bazı zorluklar ortaya çıkmıştır.

Bektaşiler tarafından bakıldığında bazı sı-

Modern Alevîlik denilen kavram, şehirleş-

kıntıların olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli

menin ortaya çıkardığı bir Alevîlik anlayışı-

platformlarda konu dile getirilmiş (AÇNR,

dır (Subaşı, 2003:78; Gül, 2016b). Kentleşme-

2010, Rapor, 2015; AİHM, 2016) olmasına

nin bir sonucu olarak köyden kentlere gelen

rağmen, devlet-din ilişkilerine uygun bir

Alevîler bir bocalama dönemi yaşamışlar-

şekil verilememiştir. İslam’ın tasavvufi bir 213


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

yorumu olan Alevi-Bektaşiliğin dinî yaşayı-

neden olabilir. Bu bakımdan, önce diğer

şa bir duygu, coşku kazandırdığı, hoşgörü-

gruplara Diyanette temsil hakkı ve cemev-

ye kapı açtığı kabul edilmiş (Özcan, 2002),

lerine ibadethane statüsü verilmeli, bilaha-

konuya temel hak özgürlükler bağlamında

re bu kurum tedrici olarak kaldırılmalıdır.

uygun çözüm yolları üretilmesi önerilmiştir

Fendoğlu’na (2013:28) göre, devlet gerçek-

(Turan, 2011:154; Yaman, 2015).

lik ve özgürlük çerçevesinde konuyla ilgi-

Alevî-Bektaşiliğin

temel

sorunların-

dan birisi kimlik meselesidir. Devletin dini kuruluşları, açık olarak belirtilmese bile, Alevî-Bektaşi inancını İslam’ın farklı bir yorumu olarak görmemektedir. Diğer yandan Alevî-Bektaşilerin cem evleri, caminin bir alternatifi olarak algılanmakta, onun kendine özgü bir ibadet yeri olduğu gerçeği kabul edilmemektedir. Alevîlik-Bektaşilik konusu, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi içeriğinde yer almakla birlikte dersin öğretimi, bu inancı yeterince tanımayan ve bilmeyen kişiler tarafından verilmektedir. Son olarak devletin din işleri için ayırmış olduğu kaynaklar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yalnız Sünni inanç için harcanmakta, AlevîBektâşîler Devletin kaynaklarından pay alamamaktadırlar (AİHM, 2016). Bu sıralanan olumsuzluklar, Türkiye’de din-devlet ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi yönünde görülen en önemli sorunlar olarak sıralanmaktadır.

lenmeli, Alevi sorununun çözümüne yardımcı olmalıdır. Turan (2011:154) hukuki olarak mümkün olmasa bile, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeni bir düzenleme yapmasını uygun görmektedir. Cemevlerinin yasal statüsünün ise, 677 sayılı kanuna ek bir madde eklenerek, “Dergâh” şeklinde açılabileceği ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde oluşturulacak bir üst kurulca temsil edilip, denetlenebileceği ifade edilmektedir (Yaman, 2015). Bu önerilerin aksine, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut yapısının korunması ve devam ettirilmesinin uygun olacağına ilişkin görüşlere de rastlanmaktadır (Akyüz; Gürsoy; Çapcıoğlu, 2006:42). Din, sosyal hayatı düzenleyen kurallar arasında yer alır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olduğundan, din kuralları daha çok bireysel hayata yön veren düzenlemeleri içer. Lâik ülkelere bakıldığında, inanç örgütlenmelerinin cemaatlere ve sivil toplum kuruluşlarına bırakıldığı görülür (Eke, 2000). Devlet bu kurumların denetle-

Türkiye’de devlet-din işlerinin yeni-

yicisi konumumdadır. İbadethanelerin ku-

den düzenlenmesine yönelik farklı öneri-

rulması, yapılanması ve bunların usulüne

ler sunulmaktadır. Önerilerin her kesimi

uygun işletilmesinin sivil toplum kuruluş-

hoşnut edici ve kucaklayıcı yönü olmalıdır.

larına ve bireylere bırakılması, kamu kay-

Koca’ya (2014:59) göre, sorun Diyanet İş-

naklarının etkili kullanılmasına da yardım

leri Başkanlığı’nın kaldırılmasıyla çözüm-

eder. İnanç hizmetlerine yapılacak harca-

lenebilir. Devletten yıllardır kaynak alan

malar başka alanlarda kullanılabilir. Ör-

bir kurumun kaldırılması belki kargaşaya

neğin, öğretmen veya sağlık çalışanlarının

214


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

sayısı artırılarak, ülkede yaşam kalitesi artırılabilir. Türkiye’de de bu inanç yapılanmaları sivil toplum kuruluşları ve cemaatlere bırakılabilir. Sivil toplum kuruluşları, bürokratik yapılar olup, belli ilkelere göre kurulan ve yazılı iletişimi olan biçimsel örgütlerdir (Blau; Meyer, 1971). Sivil toplum kuruluşları, bürokratik oluşumlar olduğundan hukuki statüyle kurulur ve işletilirler. Alevi-Bektaşi inancına yönelik oluşumun önce hukuki alt yapısı hazırlanmalı ve bu düzenlemelere uygun olarak diğer inançların statüsü gözden geçirilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılarak, inançların tamamen sivil toplum kuruluşlarına bırakılmasına ilk itiraz, bu kurumda çalışanlardan gelecektir. Diğer taraftan toplumun bir kesimi de bu düzenlemelere karşı çıkabilir. İslam dininin bozulacağı, cemaatlerin kendilerine göre yorum yaparak dine zarar vereceği bu eleştirilerden yalnızca birkaçıdır. Dinin temel hükümleri Şeriat kapısı içinde yer aldığından, bunların bozulması AleviBektaşi inancına da zarar verebilir. Ahmed Yesevî’ye göre, “Şeriatsız tarikat düşünüle-

İnançlar tamamen sivil toplum kuruluşlarına bırakıldığında şu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır: Topluluklar, siyasi söylemlerden uzak durmalı, devlet inanç denetleyicisi

Değişen bir dünyada değişme ve yenileşme kaçınılmazdır. Değişme ve yenileşmenin olduğu yerde sorunlar çıkabilir ama bunlara yeni çözüm yolları üretmek, yöneticilere düşmektedir. Yönetenler de inanç gibi toplumsal meselelere çözüm üretmek zorundadırlar. Bu konuda birey, kurum ve kuruluşlara önemli sorumluluklar düşmektedir. Türkiye’de laik yaşamın önemi ve gereği gençliğe iyi anlatılmalı, İslâm dininin farklı yorumları olabileceği insanlara kavratılmalıdır. Din Kültürü ve Ahlâk bilgisi dersleri bu amaca hizmet etmelidir. İnançların yapılandırılması konusu, farklı disiplinler arası çalışmalarda ele alınarak incelenmelidir.

Amaç

mez” (Aşkar, 1993).

kuruluşlarının

önemli olup, bütün inançların ortak gayreti ve çabası toplumun ahlâk yapısını güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim kurumlarında Sünnî, Alevî-Bektâşî inancının ortak değerlerine vurgu yapılmalı, Hâce Ahmed Yesevî ve Hacı Bektâş-ı Velî çizgisi takip edilmelidir. Bu kazan-kazan stratejisi hem inançların yaşatılmasına hem de ülkenin milli birlik bütünlüğüne önemli derecede katkı sağlayacaktır.

durumunda

olmalıdır. Devlet, din işlerine müdahale et-

Bu araştırmanın amacı, Alevi-Bektaşi inancının teorik alt yapısına uygun olarak, Alevi-Bektaşi inancına sahip kişilerin, inanç yapılanmasına yönelik görüşleri ortaya çıkarmaktır. Bu amaçla aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır:

mekten kaçınırken, dini topluluklar da dev-

1. Alevilik nedir?

let yönetimini ele geçirme gibi bir gaye güt-

2.

memelidirler. Devletin denetimi bu açıdan

Türkiye’de Aleviliği nasıl görüyorsunuz? 215


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

3. Alevilikle ilgili sorunlar nelerdir?

anlamak için bütüncül bir bakış açısına ih-

4. Bu konuda beklentileriniz nelerdir?

tiyaç duyulmaktadır. “Herhangi bir olguya

5. Cemin kazanımları nelerdir? Bu araştırmanın kavramsal çerçevesinde, konuyla ilgili kuramsal bilgilere yer ve-

ilişkin bütüncül anlayış ancak çoklu bakış açıları yoluyla elde edilebilir.” (Yıldırım; Şimşek, 2008:28). Araştırma nitel bir çalışma olup, genelleme amacı gütmemektedir.

rilmiştir. Bu bölümde, Alevi-Bektaşi inancına sahip bazı kişilerin görüşleri alınarak,

Çalışma Grubu

bunların kuramsal bilgilerle ne kadar ör-

Bu araştırmanın çalışma grubunu, Al-

tüştüğü incelenmiştir. Bu araştırmayla bir bakıma bir teori-uygulama karşılaştırılması yapılmıştır. Almanya ve Türkiye’de yaşayan Alevilerin konuyla ilgili görüşleri karşılaştırılmıştır.

manya Herne Cem evi (10), Amasya Pir Hamdullah Çelebi Cem evi (5), Samsun Pir Sultan Abdal Cem evi (5) olmak üzere 20 Alevi-Bektaşi inancına sahip kişi oluşturmaktadır. Bunlar seçilirken gönüllü olanlar tercih edilmiştir. Farklı mesleklerden

Yöntem

ve yaş gruplarından kişilerin araştırmaya

Araştırmanın Modeli

katılmasına özen gösterilmiştir. Almanya

Bu çalışmada örnek olay tarama modeli

ri Federasyonu’na (AABF) bağlı değildir.

kullanılmıştır. Bu modelde, sınırlı bir örnek ve daha dar tanımlanmış bir olgu üzerinde derinlikli çalışılma yapılır. Karmaşık ilişkiler ağı içerisinde yaşamını sürdüren insanı

Herne Cemevi, Almanya Alevi BirlikleAmasya Hamdullah Çelebi Cemevi bir vakfa bağlıdır. Türkiye’de araştırmaya katılanların tamamı geleneksel Aleviliği savunan kişilerden oluşmaktadır.

Tablo 1: Araştırmaya Katılan Kişilere İlişkin Bilgiler Kişi

Memleketi Cin

Yaşı Ocağı

Kişi

Memleketi Cin

Yaşı Ocağı

1D

Samsun

K

24

Güleloğlu

1A

Amasya

E

74

Nebioğlu

2D

Samsun

E

37

Keçeci baba

2A

Amasya

E

60

Kızıldeli

3D

Samsun

E

72

Gülerli

3A

Amasya

E

79

S. Mustafa kebir

4D

Samsun

E

70

Çetmi

4A

Amasya

E

60

Ergüneş

5D

Samsun

K

18

Gülerli

5A

Amasya

E

70

İmam Rıza

6D

Amasya

E

47

Bilmiyor

6S

Samsun

K

42

Keçeci

7D

Pülümür

K

57

Kureyşhan

7S

Ordu

K

41

Güvenç Abdal

8D

Tunceli

K

52

Bilmiyor

8S

Samsun

K

52

Keçeci

9D

Tunceli

E

57

Kureyşhan

9S

Samsun

K

46

Keçeci

10D

Amasya

K

40

Bilmiyor

10S

Samsun

K

53

Pir Sultan Abdal

216


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

Çalışmanın Veri Toplama Aracı Çalışmada veri toplama aracı olarak yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Araştırmacı tarafından hazırlanan bu formda şu sorulara yer verilmiştir: 1) Alevilik nedir? 2) Türkiye’de Aleviliği nasıl görüyorsunuz? 3) Alevilikle ilgili sorunlar nelerdir? 4) Bu konuda beklentileriniz nelerdir? 5) Cemin kazanımları nelerdir? Bu sorulara verilen cevaplar görüşme formuna kaydedilmiştir. İsteyen kişiler, boş görüşme formunu kendisi doldurmuştur.

analizinde, birbirine benzeyen belli kavramlar bu temalar çerçevesinde bir araya getirilerek okuyucunun anlayacağı bir biçimde düzenlenmiştir (Neuman, 2012:663). Görüşmecilerden toplanan formlar öncelikle kodlanmıştır. Bu kişilerin görüşleri içinde yer alan belli kavramlar belirlenmiştir. Her bir alt problemle ilgili olarak bu temalar gruplanmıştır. Bu gruplamalarda benzer olan kavramlara katılımların frekansı çıkarılmıştır. Böylece katılımcıların konuya ilişkin görüşleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bazı katılımcıların görüşlerinden doğrudan alıntılar yapılarak yorumlar yapılmaya çalı-

Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması

şılmıştır.

Araştırmada betimsel ve içerik analizi

Bulgular

kullanılmıştır. Betimsel analiz derinlemesine analiz gerektirmezken, içerik analizi elde edilen verilerin daha yakından incelenmesini ve bu verileri açıklayan kavram ve temaların ulaşılmasını gerektirir (Yıldırım; Şimşek, 2008:89). Araştırma bulguları, tematik bir yaklaşımla ele alınmıştır. İçerik

Bu araştırmada, görüşmeye katılan kişilerin görüşlerinden elde edilen bulgular aşağıya çıkarılmıştır. Aleviliğin ne olduğu sorusuna, araştırmaya katılanların vermiş oldukları cevaplar ve bunların dağılımı aşağıda tablo 2’de verilmiştir.

Tablo 2: Görüşmecilerin “Alevilik Nedir?” sorusuna verdikleri cevapların dağılımı Öne çıkan temalar HHz. Ali’ye bağlı ve onun tarafının tutan Allah’a kul, Muhammed Mustafa’ya ümmet, Ali’ye talip olan

Kodlar Kodlar Öne çıkan temalar Alm. Türk 1

1

Alevilik yaşam biçimidir

2, 5

1

Başkalarına kötülük düşünülmez, koğ, gıybet yapılmaz

İslamiyet’in tasavvufi (batınî) yönü

2

2

Peygamber ile Ali bu yolu kurdu

Yaratılanı yaratandan ötürü seven

2, 6, 9

2

Alevi’de yalan dolan olmaz düşkünlük var

Bütün evreni insanda gören hümanist

2

3

İnsanlığın özüdür

İmamlığın Ali’ye verildiğine inanan

1

3, 9

Hakk-Muhammet-Ali kurmuştur 217


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Hz. Peygamber, Ali’ye ve Ehlibeyte inanmak

3, 5

4

Ali’yi sevmek, Ehlibeytin yolundan gitmek

Allah’ı bir peygamberi hak bilmek

3

4

İnsanı insan bilmek

Kur’an ve Ehlibeyti birbirinden ayırmamak

3

4

Kıblesi insan olan inanç

Tanrıya ulaşmak için bir araçtır

4

Hz Ali’nin içtihadına bağlı Peygamberin “size iki emanet bırakıyorum. Kur’an ve Ehlibeyt hadisine dayanır” İslamiyet’in özünden kaynaklanan ulvi bir yol Bunlara sahip çıkmak İslam’a katkı sağlar

72 millete aynı gözle bakmayan Hakkın 4, 6, evliyası olsa bile hakikatte asidir 8, 9

5

Allah korkusu yerine O’nu seven

5

5

Kadın, erkek ayrımı yapmayan

5

5

Kin ve nefret taşımayan

6, 8

6, 10

7

8, 9, 10 Hoşgörü, doğruluk, dürüstlük

9, 10

6

Güzel bir din, tüm güzellikler onun içinde Mazlumun yanında olan, insan olmaktır

Tablo 2’de, Almanya’da yaşayan Alevi-

Ehlibeyt yolu

Eline, beline, diline sahip çıkmak

D2.

“Allah’a

kul,

Muhammed

ler, Aleviliği İslamiyet’in batini bir yorumu

Mustafa’ya ümmet, Ali’ye talip, kitabı

olarak görmektedirler. Aleviliğin Allah-

Kur’an, İslamiyet’in tasavvufi (batınî) yoru-

Muhammed-Ali yolu ve Ehl-i Beyt sevgisi

mu olan, bütün evreni insanda göre, hüma-

ile dolu olduğu belirtilerek, onun daha çok

nist, yaratılanı Yaradan’dan ötürü seven bir

hümanist yönüne vurgu yapılmaktadır.

İslam inancıdır.”

Bunlardan birkaçı; insanlar arasında ayrım yapmama, mazlumun yanında olma, kin ve nefret taşımamadır. Türkiye’deki Alevilerin görüşleri de benzer temalardan oluşmaktadır. Belki ifade etme biçimleri farklı olsa bile aynı anlama gelen kelimelerle Aleviliği ifade etmişlerdir. Bu konuda bazı görüşmecilerin ifadeleri aşağıya çıkarılmıştır: D1. “Hz. Ali’ye bağlı olan ve onun tarafını tutan zümrenin mezhebine verilen addır.”

D4. “Alevilik bir inançtır. Tanrı’ya ulaşmak için bir araçtır. Bu anlamda dört kitabın dördü de haktır. 72 millete bir gözle bakmayan Hakk’ın evliyası bile olsa hakikatte asidir.” A1. “İnsanlığın özü demektir. Gerçek olarak Muhammed Ali’den gelen bir inançtır. İslamiyet’in özüdür. Hakk-MuhammedAli kurmuştur bu yolu” A5. “Alevilik, dördüncü halife Hz. Ali’nin içtihadına bağlı toplum, İslamiyet’in

218


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

S 6. “Eline, beline, diline sahip çıkmak.

özünden kaynaklanan ulu bir erkandır. Hz. peygamberin şu hadisine dayanır; ‘Ey üm-

İslamiyet’in içindedir.”

metim size iki emanet bırakıyorum. Kur’an ve Ehl-i Beyt. Bunlara sahip çıkın.’ Alevilik, İslam dinine katkı sağlar.”

Türkiye’de Aleviliği nasıl görüyorsunuz sorusuna verilen cevapların dağılımı Tablo 3’te verilmiştir.

S 9. “Alevilik doğruluk, inançlılık, Allah’ın birliğine inanmak, ikilik bilmemek, dini saptırmamak.”

Tablo 3: “Türkiye’de Aleviliği nasıl görüyorsunuz?” sorusuna verilen cevapların dağılımı Öne çıkan temalar Mezhep ve kültürümüzü daha sadık yaşamaktayız Baskı ve zulme rağmen yaşamaya devam ediyor

Kodlar Kodlar Öne çıkan temalar Alm. Türk. 1

1

Alevilikte biraz zayıflama var

2

1

Gelenekler ihmal ediliyor

Haklar yok

3

1

Dede talibini bulamıyor

Alevilik inancı başkalarınca tanınıp bilinmiyor

4

2, 6

Dört dörtlük yaşanmıyor, kötü gösteriliyor

Eskiye göre serbestlik var deniyor

5

2

Gençler pek ilgi duymuyor

Aleviliği bölmeye çalışıyorlar

5

2, 6

Devlet Aleviliği ikinci vatandaş görüyor

6

3

Aleviliği yaşayamıyoruz

7

3

Din siyasete alet ediliyor

Hükümet Sunnileştirmeye çalışıyor

8

4

Köy ve şehirlerde Aleviik farklılaştı

CEM vakfından çıkarıp özümüze dönelim

9

4

Sivil toplum örgütleriyle iyi bir yere geldi

Şu anda çok baskı altında

10

5, 7, 9

Son on yıldır ilerledi

5

Kendi özünü yaşamaya çalışıyor

5, 8

Baskılara rağmen Alevilik yaşanıyor

9, 10

Kendimizi ifade edemiyoruz

Avrupa gibi kendilerini tam açıklayamıyorlar TV’den cemleri takip ediyorum, gelişmeler var

219


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

D8. “Daha öz görüyorum. Hiç iyi değil.

Tablo 3’te, Türkiye’de Aleviliğin görünümüne ilişkin ifadelerin olumsuzluğu

Hükümet bizi Sunnileştirmeye çalışıyor.”

dikkat çekicidir. Yurt dışında yaşayanların inançlarını yaşadıkları, eskiye göre iyi olduğu

görüşlerine

rağmen,

Alevilerin

kendilerini ifade edemedikleri, Alevilerin Sunnîleştirilmeye çalışıldığı, baskı altında oldukları belirtilmektedir. Türkiye’de yaşayanlar daha çok yerel olumsuzluklara dik-

A2. “Türkiye’de Alevilik dört dörtlük yaşanmıyor. Yaşlılar yürütmeye çalışıyor. Gençler pek ilgi duymuyorlar. Biz daha fazla bakıyoruz. Devlet, Alevileri ikinci sınıf vatandaş olarak görüyor. Asıl peygamber soyundan gelenlerin peşinden gidiyoruz.”

kat çekmekte; gençlerin ilgisizliği, şehirleş-

A3. “Hacı Bektaş’a bağlı ocaklar var.

menin olumsuzlukları, baskıların olduğu

Herkes birbirine saygılı olması lazım. Ale-

dile getirilmektedir. Bu görüşler yanında,

viliği yaşayamıyoruz. Din siyasete alet edi-

Aleviliğin son yıllarda sivil toplum kuru-

liyor. O zaman Alevilik bitiyor.”

luşlarıyla iyiye gittiği yönünde kişilere de rastlanmaktadır. Bazı görüşmecilerin ifadeleri aşağıya çıkarılmıştır: D2. “Yıllardır baskı ve zulme rağmen yaşamaya devam ediyor. Cemevlerine res-

S 8. “Eskiye göre iyi. Alevi olduğumu söyleyebiliyorum. Şu an özgürüz.” Alevilikle ilgili sorunların dile getirildiği görüşler Tablo 4’te verilmiştir.

mi statü bir an evvel verilmelidir.” D6. “Avrupa gibi kendilerini tam açıklayamıyorlar. Kimliklerini tam açıklayamıyorlar.” Tablo 4: “Alevilikle ilgili sorunlar nelerdir?” sorusuna verilen cevapların dağılımı Öne çıkan temalar

Kodlar Kodlar Öne çıkan temalar Alm. Türk.

Hor görülme, aşağılanma, dışlanma

1

1, 2, 9

Devlet cemevlerine yardım yapmıyor

Bilgisizlik

10

1, 2, 3

Gelirlerimiz yeterli değil

5

2

Dede sorunu var

5

2

Gençleri yetiştirmek için okul yok

6

3, 9

Alevilerin hakları verilmiyor

Aleviliği aileden öğrendiğimizle kalıyoruz Eğitim ve ders olarak Aleviliği öğrenemiyoruz Okullarda Alevilikle ilgili bilgiler yok

220


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

En az 12 çocuk olunca seçmeli Alevilik açılıyor Bazı çocuklar derse katılmak istemiyorlar

Cemevleri ibadet yeri olarak tanınmıyor Çocuklarımıza zorla Sünnî inanç öğretiliyor

6

3, 4, 6

6

4

Kızıma Aleviliği tam öğretemiyorum

7

4

Diyanette bizi temsil edecek birim yok

Çocukların bir inancı yok

8

4

Derdimizi anlatacağımız muhatap yok

Çocuk kitapları eleştiriyor

8

4

Devlet memurluğuna girişte sıkıntı yaşıyoruz

Çocuklarımız başkalarının dinini öğreniyor

9

4

81 ilin valisinin hiç birisi Alevi değil

Çocuklarımız kandırılıyor

9

5

Kırsal kesimde cahil dedeler var

Türkçe bilmedikleri için çocuklarımıza Aleviliği anlatamıyoruz

2, 3, 4

7, 8, 10 Ayrımcılık yapılmasın 8, 10

Dedeler maaş verilsin

Tablo 4’te, Almanya’da Alevilikle ilgili

A2. “Dede sorunu var. Gençleri yetiş-

sıkıntıların başında çocukların Türkçe bil-

tirmek için okul lazım. Hizmetler tek taraf-

memesi gelmektedir. Aleviliği öğreneme-

lı. Camiye yapılanlardan pay alamıyoruz.

me, bilgisizlik, gençlerin ilgisizliği, okul-

Dedelere maaş verilmese bile cemevlerinin

larda Alevilik derslerinin olmaması, aşağı-

giderleri karşılanmalı.”

lanma ve hor görülme önemli sorunlardır. Türkiye’deki Alevilerin önemli sıkıntıları; maddi sıkıntılar, devletin Aleviliği ve cemevlerini tanımaması ve ayrımcılık olarak sıralanmaktadır. Bazı görüşmecilerin ifadeleri aşağıya çıkarılmıştır: D3. “Devletten para alamıyoruz. Cem evlerine yardım edilmeli, Türkiye camilere yardım ediyor. Cem evlerine bir ödenek yok. Almanya gibi haklar tanınmalı.” D5. “Dedeler bilgili olmalı. Çocuklara küçük yaşta Alevilik eğitimi verilmeli.” D8. “İnanç önderleri ezilenlerin yanında olmalı. Dik durmayı topluma iyi anlat-

A3. “Biteceği yok, Alevilerin hakları verilmiyor. Cemevleri tanınmıyor. Cemevlerine yardım edilmiyor. Buraya gelen bağışlarla ayakta duruyoruz.” S 10. “Sorun çok. Bir camiye verilen yetki cemevine verilmiyor. Cemevleri yetersiz.” S 7. “Cemevi tanınmıyor. Yardım alamıyoruz. Dedeler maaş almıyor. Kendimizi ifade edemiyoruz. Çocuklar cemi bilmiyor. Gençler eğitimsiz.” Alevilerin devletten beklentilerine ilişkin görüşler Tablo 5’te verilmiştir.

sınlar. İnanç önderleri çok yeterli değil. Kur’an ile ilgili bilgileri yetersiz.” 221


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Tablo 5: “Bu konuda beklentileriniz nelerdir?” sorusuna verilen cevapların dağılımı Öne çıkan temalar Dedeler kendilerini geliştirmeli Dede talibine sahip çıkmalı

Kodlar Kodlar Öne çıkan temalar Alm. Türk. 1, 2, 3, Devlet cemevlerini ibadet yeri olarak 1, 5, 10 4, 5 tanımalı Devlet cemevlerinin giderlerini 2 1, 2, 3 karşılamalı

Aleviliği bütün dünyaya anlatmamız lazım

2

1, 3

Dedelere maaş vermeli

Cem evine yardım edilmeli

3

1

Okullarda Alevilik dersi de verilmeli

Almanya’da olduğu gibi haklar tanınmalı

3, 7

1

Hizmet sahipleri yetiştirilmeli

Ehlibeyt sevgisi içinde bir olalım

3

2, 5

Devlet her inanca eşit davranmalı

4

2

Ocakzade dedelere okul açılmalı

6

4

Okullarda din dersi zorunlu olmamalı

Her kafadan bir ses çıkmamalı

9

4

Çocuklara zorla namaz kıldırılmamalı

Sahte dedelere yer verilmemeli

7

5

Laik bir ülkede herkes kendi inancını yaşamalı

İnanç önderleri ezilenlerin yanında olmalı

8

İnanç önderleri yeni kavramlar geliştirmeli Düşkünlük nasıl kaldırılır bunu dedeler öğretmeli

Dedelerin Kur’an ile ilgili bilgileri eksik 8 Ataistler içinde aynı şeyleri düşünüyorum Aleviler asimile edilip Sünnîleştirilmemeli

8 9

Tablo 5’te, Almanya’daki Alevilerin

lanması gibi beklentilerdir. Bu konuda bazı

beklentileri; inanç önderlerinin yetiştiril-

görüşmecilerin ifadeleri aşağıya çıkarılmış-

mesi, Aleviliğin tanıtılması, cemevlerine

tır:

yardım edilmesi, Sünnileştirme politikalarına karşı durma olarak sıralanmaktadır. Türkiye’deki Alevilerin beklentileri de hemen diğerleriyle örtüşmektedir. Dedelerin eğitimi ve onlara maaş verilmesi, Alevi gençlerin eğitimi, inanç özgürlüğünün sağ-

222

A6. “Almanya, Türkiye’ye baskı yaparak Alevi inancının tanımalarını sağlamalı, Türkiye’de Alevilik sözde var. Almanya hükümeti bize destek veriyor.”


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

D9. “Her kafadan bir ses değil; daha

uygun şekilde cemevlerinde açıklanmalıdır.

derli toplu. Aleviler asimile edilmemeli,

İslam’ı gerçekten uygulayanlar Aleviler-

sünnileştirilmemeli veya İran Şiiliğine doğ-

dir.”

ru. Dinimiz yobazlaştırılmamalı.”

S 6. “Cemevine rahat girip çıkamıyo-

A1. “Devlet evvela cemevlerini ibadethane olarak tanımalı, giderlerini karşılama-

ruz. Özgür değiliz. Alevi kimliği tanınsın, ibadetimizi özgürce yapalım.”

lı, buralara maaş vermeli. Çalışanlara para vermeli. Alevilik dersleri de verilmeli. On iki hizmet öğretilmeli. Hizmet sahipleri yetiştirilmeli.”

S 10. “Eşit yurttaşlık. Aleviliği devlet tanısın. Cemevinin elektrik su parasını versin. Dedelere maaş verilmeli, camiye verilenler cemevine de verilmeli.”

A5. “Devletler laik bir ülkedir. Bu kural gereğince herkesin kendi inancını yaşaması gerekir. Devlet herkese katkı sunmalıdır. Cemevleri tanınmalıdır. Bu ibadet kuralları

Görüşmecilerin “cem” ibadetinin kazanımlarına ilişkin görüşleri Tablo 6’da verilmiştir.

Tablo 6: “Cemin kazanımları nelerdir?” sorusuna verilen cevapların dağılımı Öne çıkan temalar

Kodlar Kodlar Öne çıkan temalar Alm. Türk.

Mezhebimiz hakkında bilgi alıyoruz

1

1, 2

Birbirimizle helalleşiyoruz

Geleneklerimizi öğreniyoruz

1, 5, 6

1, 5

Birlik ve beraberlik sağlanıyor

Ruhumuzu dinlendiriyoruz

2, 6

1

Dargınlar barıştırılıyor

Varlığın birliğini anlıyoruz

2

2

Görgü ve sorgudan geçiyoruz

Çocuklarımıza yolu öğretiyoruz

3

2

Yılda bir rehberimizi görüyoruz

İman yönünden bilinenlerin tekrarı

4, 9

2, 3, 4

Rızasız lokma yemiyoruz

İbadet ediyoruz

5

3, 5

İnancımızı yaşıyoruz

Özümüzü öğreniyoruz

7, 9

4

Cemevi bir okuldur

Her şeyi cemde buluyorum

7

4

Dış dünyadaki kuralları öğreniyoruz

Birlik ve beraberlik sağlıyor

8, 10

4

Elimize, belimize, dilimize sahip oluyoruz

Halka namazı kılıyoruz

8

4

Günah işlemekten alıkonuyoruz

Senede bir görgüden geçiyoruz

8

5

Ahireti garanti altına alıyoruz

223


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Tablo 6 incelendiğinde, Almanya Alevilerine göre cemin kazanımları; ruhu dinlendirme, özünü öğrenme, birlik beraberlik içinde olma ve ibadet etme gibi temalarla

yoruz. Kültürümü yaşıyorum. Keşke çocuklarımız da bizim gibi yaşasalar.”

Taştırma

ifade edilmiştir. Türkiye’de yaşayan Alevi-

Alevi-Bektaşi inancının Almanya ve

lere göre, cem bir okul olarak görülmekte-

Türkiye’de yapılandırılmasıyla ilgili yapı-

dir. Burada rızalık alınmakta, herkes birbi-

lan bu araştırmada önce kuramsal bilgilere

riyle helalleşerek lokma yemektedir. Aynı

yer verilmiştir. Bunun yanında Almanya ve

zamanda bir görülme-sorulma yeri ve in-

Türkiye’de yaşayan bazı Aleviler ile görüş-

sanları günah işlemekten alıkoyan bir iba-

me yapılmıştır. Bunlardan elde edilen bul-

det olarak görülmektedir. Bazı görüşmeci-

gular birlikte değerlendirildiğinde; Sunnî

lerin ifadeleri aşağıya çıkarılmıştır:

ve Alevi-Bektaşilerin ortak bir geçmişe

D1. “Ait olduğumuz mezhep hakkında bilgilenmek ve gelenek ve göreneklerimizi uygulayarak öğrenmek.” D10. “Birlik ve beraberlik.” A1. “Cem yapılıyor. Topluluk sağlanıyor. Birbirimizle helalleşiyoruz. Bunlar olmadan ibadet olmaz. Düşkün olanlar ce-

sahip olduğu ve yıllardır bir arada barış içinde yaşadığı anlaşılmıştır. Alevi-Bektaşi inancının köklerini bazıları yanlış yerlerde arıyor olsa da (Melikof, 1994; Kaygusuz, 2004) Aleviliğin, İslamiyet’in içinde bir yol olduğu

çoğunlukla

kabul

edilmektedir

(AÇNR, 2010; Yaman, 2015; Bal, 2015; Ersal, 2015: Gül, 2014).

mevine giremiyor. Dargın, küskün kişiler

Türkiye’de din ve vicdan hürriyeti hak

barışıyorlar. Buraya herkes girebilir. Semah

kavramı içinde ele alındığından, devlet

dönenler kıyafet giyerler. Başkalarının kıya-

herkese dini bilgileri öğretmeyi ve onlara

fetine karışmayız.”

dinlerini yaşama konusunda hizmet etme-

A.5. “Cemlerin insanlara, topluma ve cemaat dünyaya olduğu kadar ahireti de garanti altına alıyorlar. Birlik ve beraberlik, dostluk bunlar cemde işleniyor.”

yi kendisine bir görev olarak kabul etmektedir. Bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Ancak Diyanet, İslamiyet’in tek bir yorumu olan Sunnî-Hanefi mezhebe göre hizmet vermektedir (Balkız, 2000).

S 7. “Cemde huzur buluyorum. Bağla-

Devlet tam olarak laik karakterini koruya-

ma dinlerken inanılmaz bir his duyuyorum.

mamakta ve din işlerini organize etmek-

Anlatılacak gibi değil. Örf ve adetlerimizi

tedir (Adem, 2016; Selçuk, 2006). Türkiye

yaşıyoruz. Dedeler daha bilinçli olsa daha

nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan

iyi olur.”

Alevi-Bektaşiler, din hizmetlerinden yarar-

S 8. “Cemde huzur buluyorum. Bilgi öğreniyorum. Beraberlik oluyor. Dua edi224

lanamamaktadırlar (Tonga, 2016). Diyanet, Aleviliğin İslâm’ın bir yorumu ve kendisi-


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

ne özgü bir inanç olduğu gerçeğini kabul

Ülkelerin birlik ve bütünlüğünü koru-

etmemekte (Akyüz; Gürsoy; Çapcıoğlu,

ması ve devam ettirmesinde inançlar önem-

2006), cemevlerini ibadethane olarak tanı-

li yer tutmaktadır. Bunun sağlanabilmesi

mamaktadır. Cumhuriyet döneminde çıka-

için devletin tarafsızlığını koruması, vatan-

rılan devrim yasaları bahane edilerek, dev-

daşlarına karşı eşit mesafede durması gere-

lete vergi ödeyen ve farklı inançlara men-

kir (Mertcan, 2005; Köse; Küçükcan, 2008).

sup kişiler inançlarını yaşama ve yaşatma

Böyle bir durumun sağlandığı zamanlarda,

konusunda mağdur edilmektedirler (Geç-

Alevi-Sünnî gruplar barış içinde bir arada

mez, 2011; Koca, 2014; Uçar, 2009). Görüş-

yaşamışlardır (Yalçınkaya, 1996; Maden,

meye katılanlar da bu durumu çoğunlukla

2013). Devlet, inançlara müdahale ettiği

dile getirmişlerdir.

veya yanlı davrandığında sıkıntılar orta-

Türkiye’de Alevi-Bektaşi inancına sahip grupları da içine alan bir yapılanmanın nasıl olması gerektiğine ilişkin ciddi çalışmalar yapılmamıştır. Bazı çalıştaylarda bununla ilgili görüşmeler yapılmış olsa da (AÇNR, 2010) bunlardan bir sonuç alınamamıştır. Aleviliğin, Diyanet İşleri Başkanlığı çatısı altında örgütlenmesine sıcak bakanlar olduğu gibi (Bal, 2015; Yıldız, 2002) bunu sakıncalı görenlere de rastlanmaktadır (Turan, 2011). Bu duruma Diyanet’in de sıcak

ya çıkmaya başlamaktadır (Yıldırım, 2010; Adem, 2016; Selçuk, 2006). Diyanet’in tek bir mezhebe yönelik olarak hizmet vermesi, devlet kaynaklardan Alevi-Bektaşilerin yararlanamaması sıkıntıları beraberinde getirmektedir (AÇNR, 2010, Rapor, 2015; AİHM, 2016). Görüşmeciler çoğunlukla, ayrımcılık yapıldığı, Diyanet’ten pay ayrılmadığı, gençlere Aleviliğin öğretilemediği, cemevlerinin statüsünün tanınmadığı hususlarını dile getirmişlerdir.

bakmadığı bir gerçektir (Bardakoğlu, 2006).

Şehirleşmeyle birlikte Alevi-Bektaşilerin

Türkiye’de inançların sivil toplum kuruluş-

kimlik ve cemevlerinin statüsü sorunu

ları ve cemaatler olarak yapılandırılması

önem kazanmıştır. Almanya’da yaşayan

ve hizmetlerin bunlar aracılığı ile verilmesi

Alevilerin sorunları biraz daha farklı ol-

bir çözüm yolu olarak görülmüştür. Bu ya-

makla birlikte (Eke, 2000), Türkiye’de ya-

pılanmaya, yıllardır devletten destek alan

şayan Alevi-Bektaşiler, devletten inanç-

Sünnî toplumun sıcak bakmayacağı bir ger-

lara karşı eşit mesafede durmasını ve laik

çektir (Akyüz; Gürsoy; Çapcıoğlu, 2006).

karakterini korumasını beklemektedirler

Böyle bir yapılanma, devletin laik yapısına

(Fendoğlu, 2013; Köse; Küçükcan, 2008;

uygun düşeceği gibi farklı inançların da

Adem, 2016; Selçuk, 2006). Türkiye’de dev-

kendilerini yaşatmalarına imkân sağlaya-

let bütün inançları kucaklayıcı bir yapılan-

caktır (Eke, 2000). Görüşmecilerin bazıları

maya gitmediği için sorunun çözümü farklı

da bu duruma işaret etmiş ve Aleviliğin si-

ülkelerde aranmaktadır (Yaman; Bal, 2015;

vil toplum kuruluşları aracılığı ile belli bir yere geldiğini doğrulamışlardır.

Aktürk, 2015). Birçok araştırmacının da be225


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

lirttiği gibi, Alevi-Bektaşilerin sorunlarına

arzu ettiği kazanımlarla bunlar benzerlik

hukuki yönden olmasa bile, çözüm getiri-

göstermektedir. Bunların farklı yer ve şekil-

lebileceği dile getirilmektedir (Turan, 2011;

lerde kazanılması sonucu değiştirmeyecek-

Yaman, 2015). Görüşmeye katılanlar, laik

tir.

bir ülkede herkesin kendi inancını yaşaması gerektiğini, devletin inançlara eşit mesafede durmasını, cemevlerinin giderlerinin devletçe karşılanmasını, Almanya’da olduğu gibi haklarının tanınmasını istemektedirler.

Sonuç ve Öneriler Alevi-Bektaşi inanç yapılanmasıyla ilgili bulgular tartışılmış olup, bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Türkiye, lâik bir ülke olmasına

Türkiye’de, Sünnî ve Alevi-Bektaşi

rağmen din işleri devlet tarafından organize

gruplar arasında bir çatışmanın olmadığı

edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı tek

bilinmektedir (Baş, 2011; Çınar, 1996; Eröz,

bir Sünnî mezhebe yönelik hizmet vermek-

1990). Gerek hukuki gerekse devleti idare

te ve devlet kaynaklarından Alevi-Bektaşi

edenlerin politik yaklaşımları bu sorunla-

inancına mensup kişilerin pay alamamakta-

ra neden olmaktadır (AÇNR, 2010; Rapor,

dırlar. Devlet, cemevlerini caminin bir alter-

2015; AİHM, 2016). Avrupa ülkelerinde ve

natifi olarak görmekte ve onların bir ibadet-

Türkiye’de çeşitli dernekler aracılığı ile yü-

hane olarak statüsünü tanımamaktadır.

rütülmeye çalışılan Alevi-Bektaşi yapılanmalarına bakıldığında, Alevi-Bektaşi kimliğinin ve cemevleri statüsünün tanınması noktasında farklı yaklaşımların izlenmektedir. İslâm dininin farklı bir yorumu olan, Alevi-Bektaşi inancı, İslâm dışı bir inanç olarak gösterilerek Sünni inanca mensup kişilerle ortak bağlarının koparılmaya çalışıldığı gözlenmektedir (Bal, 2015). Devleti idare edenler bilerek veya bilmeden bu duruma kayıtsız kalmakta ve sorunun çözümüne ön ayak olmaktadırlar (Koca, 2014; Yaman, 2015; Turan, 2011). Görüşmeye katılanlar, Alevi-Bektaşilerin ibadetinin “cem” olduğunu ve cemin kendilerine huzur verdiğini, kötülüklerden arındırdığını, birlik

Ülkenin birlik ve beraberliğine önemli katkısı olan unsurlardan birisi de inançlardır. Aynı dinin farklı yorumlarını benimsemiş ve yıllardır aynı topraklar üzerinde barış içinde yaşamış olan Sünnî ve AleviBektaşi toplulukların barış içinde yaşaması, bunların birbirini hoş görmesiyle mümkündür. İslâm dininin bir hoşgörü dini olduğu da bu gruplarca bilinmektedir. Bu bağlamda devletin bütün inançları kucaklayıcı bir yapılanmaya gitmesi, ortak değerlere vurgu yapması önemli görülmektedir. Diğer taraftan Sünni topluma Alevi-Bektaşi inancının doğru olarak tanıtılması da bir o kadar önemlidir.

ve beraberliği sağladığını, dargınların ba-

Bu sonuçlara dayalı olarak farklı inanç-

rıştığını dile getirmişlerdir. Sayılanlar İslâm

lara sahip olsalar bile, devletin lâik karakte-

dininin buyrukları olup, Sünnî inancın da

rini koruyarak bütün inançlara eşit mesafe-

226


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

de durması, din işlerini organize etmemesi, bütün inançları kucaklayıcı bir yapılanmaya gitmesi, birlik ve bütünlüğü güçlendirici temaları ön plana çıkarması, herkesin inancını özgür yaşamasına destek vermesi önerilmektedir. Özetle; Sünnî inancın Hâce Ahmed Yesevî, Alevi-Bektaşi inancının da Hacı Bektaş-ı Veli çizgisine çekilmesi sorunu tamamen ortadan kaldıracaktır.

KAYNAKÇA AÇNR. (2010). Alevi Çalıştayları Nihai Rapor. https://serdargunes.files. wordpress.com/2013/08/alevic3a7alc4b1c59ftaylarc4b1-nihai-rapor2010.pdf. 31.01.2017. ADEM, Mahmut. (2016). Türkiye Cumhuriyeti “Laik Bir Devlet” mi? http://add.org.tr/turkiye-cumhuriyetilaik-bir-devlet-mi-prof-dr-mahmutadem/ 08.02.2016 AİHM (2016). Büyük Daire Karar, İzzettin Doğan ve Diğerleri / Türkiye (Başvuru no. 62649/10), Strazburg, 26 Nisan 2016. AKYÜZ, Niyazi; GÜRSOY, Şahin; ÇAPCIOĞLU, İhsan. (2006). Din İşlerinde Özgün Türk Deneyimi: Diyanet’in Kurumsal Kimliği ve Güncel Değerlendirmeler, Dinî Araştırmalar, Cilt: 9, s. 31-42. AKTÜRK, Hamit. (2015). Alevilik Araştırmalarında Self Oryantalist Tutum. EKEV Akademi Dergisi. S. 62. ARSLOĞLU, İbrahim. (2000). AlevilikBektaşilik ve Batılı Araştırmacılar. Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 16, s. 101-114. AŞKAR, Mustafa. (1993). Ahmed Yesevi ve Tasavvuf Anlayışı, Diyanet İlmi Dergi, S. 29, s. 49-62.

AYDIN, M. Zeki. (2007). Okulda Din Dersi Tartışmaları (Türkiye’de Din Dersinin Tarihi, Teorik Yapısı, Bazı Ülkelerle Karşılaştırılması). C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. XI/2, s. 7-51. AYDIN, M. Zeki. (2005). Avrupa Birliği Ülkelerinde Din Öğretimi ve Türkiye İle Karşılaştırılması, Eğitime Bakış, S. 4, s. 62-64. BAL, İdris. (2015). Türkiye’de alevi sorunu nedir? Nasıl çözülür? http://www. idrisbal.com.tr/turkiyede-alevi-sorununedir-nasil-cozulur/ 15.03.2017. BALKIZ, Ali. (2002). Alevi örgütlerin farkları, http://www.alevifederasyonu. org.tr/index.php?option=com_ content&view=article&id=249:alibalk-alevi-tlerin-farklar&catid=35:abftarihi&Itemid=261. 15.03.2017. BARDAKOĞLU, Ali. (2006). Basın Açıklamaları. http://www.diyanet.gov. tr/turkish/default.asp BAŞ, Eyüp. (2011). Ahmed Yesevî’nin Bektaşîlik, Alevîlik Üzerindeki Etkileri ve Osmanlı Dini Hayatındaki İzleri. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 52:2, s. 21-53. BAŞARAN, İ. Ethem. (1989). Yönetim. Ankara. BLAU, Peter; MEYER, Marshall. (1971). Bureaucracy Rationalization and Organization Theory, https://www.unf. edu/~djaffee/Org%20Theory/chap5. pdf. 15.03.2017. BURSALIOĞLU, Ziya. (1994). Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış. Ankara. BUYRUK. (1958). İmam Cafer Buyruğu. Der: Sefer Aytekin.

227


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ÇINAR, Ali Abbas. (1996). Bazı Yazılı Bektaşî Kaynaklarında Ahmed Yesevî-Hacı Bektaş Velî Bağlantısı ve Yesevî’nin Hoşgörüsünü İşleyen Şiirler. Erdem, C. 8, S. 24, s. 729-744.

GEÇMEZ, Ercan. (2011). Alevi Çalıştayları Nihai Raporu Üstüne Bir Değerlendirme, Ankara.

DİB (2014). Türkiye’de Dini Hayat Araştırması. Ankara.

GÜL, İbrahim. (2014). İtikat, Amel ve Ahlak Bağlamında Alevi-Bektaşi ve Sünni İnançların Karşılaştırılması. Alevilik Araştırmaları Dergisi, S.8, s.117-130.

DURAN, Hamiye. (2010). Velâyetnâme’ye Göre Hacı Bektaş Veli. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 55, s.129-138. EKE, Deniz Coşan. (2000). Almanya´daki Alevi örgütlenme ve kazanımları. https://www.academia. edu/10733911/Almanya_daki_ Alevi_%C3%96rg%C3%BCtlenmesi_ ve_Kazan%C4%B1mlar%C4%B1. 15. 03. 2017. EROL, Ayhan. (2010). Alevi Kimliğini Diasporada Müzakere Etmek: Toronto Alevi Göçmenlerinin İfade Kültürü Pratikleri. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 56, s. 39-60. ERÖZ, Mehmet. (1990). Türkiye’de Alevîlik ve Bektaşîlik. Ankara. ERSAL, Mehmet. (2015). Balkanlarda Alevilik Bektaşilik. İstanbul. ESİRİ. (2017). Gazel. http://www.tumsozler. com/soz-m-15-muharrem-temiz-222Gazel-8182.html FENDOĞLU, Hasan Tahsin. (2013). Alevilik ve Yeni Anayasa (Anayasal Perspektif). İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S.1.

GREENBERG, Jerald. (2011). Behavior in Organizations. Upper Saddle River, NJ.

GÜL, İbrahim. (2016a). Günümüzde AleviBektaşiliğin Temel Sorunları: Samsun (Atakum) Pir Sultan Abdal Derneği’ne Bağlı Cemevi Örneği, Atakum’a Akademik Bir Bakış Yeni Atakum. s. 163174. GÜL, İbrahim. (2014). Bir Sosyal Sistem Olarak Alevilik. Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi, S.1, s. 67-82. GÜL, İbrahim (2016b). Kentleşme Sürecinde Anadolu Aleviliğinin Bazı Temel Sorunları ve Çözüm Önerileri (Samsun İli Örneği). S.12, s. 95/111. GÜNAY, Bekir; TÜRK Gökhan. (2010). Alevi Açılımı: Türkiye’de Demokrasinin Derinleşmesi. BİLGESAM, Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi, Rapor No: 22. KAYA, Ali. (2004). Dersimlilerin Kökeni ve Deylem’de Alevilik. Serçeşme Aylık Dergi. KAYGUSUZ, İsmail. (2005). Alevilik, Diyanet ve Siyaset. İstanbul.

HICK, Herbert. G. (1977). Örgütlerin Yönetimi (Sistemler ve Beşerî Kaynaklar Açısından). Ankara.

KOCA, Bayram. (2014). Diyanet İşleri Başkanlığı ve Aleviler Arasındaki Meseleye Liberal Bir Bakış. Liberal Düşünce, S. 73-74, s. 39-61.

GALBRAITH, Jay, R. (1987). Organization Design. Ed: J. W. Lorsch. Handbook of Organizational Behavior. Englewood Cliffs, NJ.

KONDAKÇI, Yaşar; ZAYİM, Merve. (2013). Yönetim Süreçleri. Ed: Servet Özdemir. Eğitim Yönetiminde Kuram Ve Uygulama. s. 9-62.

228


2017 / Yıl: 7 Sayı: 13

KÖKEL, Coşkun. (2007). Bulgaristan’da Yaşayan Alevilik Ve Bektaşilik Üzerine. Hacı Bektaş Veli, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 43, s.117. MADEN, Fahri (2013). Bektaşi tekkelerinin kapatılması (1826) ve Bektaşiliğin yasaklı yılları. Ankara. MERTCAN, Hakan (2004). Laiklik ve Türkiye Örneği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara. Türkiye.

ÖZCAN, Hüseyin. (2002). Türk Kültüründe Hoşgörü ve Örnek Bir Tip Olarak Alevî / Bektâşî Hoşgörüsü. Doğu Batı Bağlamında Uluslararası Türk Dili ve Kültürü Konferansı, 26-29 Ekim 2002. Şumnu, Bulgaristan. RAPOR. (2015). Türkiye’de İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu. Norwegıan Helsınkı Commıttee Kirkegata 5, N-0153 Oslo, www.nhc.no. 30.01.2017. SELÇUK, İlhan. (2006). Tüyler ürpertici. Cumhuriyet Gazetesi, 30.12.2006.

MESSNER, Frand. (2008). Avrupa Birliği Ülkelerinde Din-Devlet ilişkisi, Hukuki Yapı / Din Eğitimi / Din Hizmetleri. Ed: Köse; Küçükcan.

SUBAŞI, Necdet. (2003). Güvenliğin Modern Mekânları ve Aleviler. Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, S. 1, s.73-91.

MUTLUER, Nil. (2015). Aleviler ve Yeni Merkezileştirme Politikaları. Alternatif Politika Dergisi, S. 2.

ŞENER, Cemal. (2017). Alevilerin Etnik Kimliği Aleviler Kürt Mü? Türk Mü? http://www.altinicizdiklerim.com/ resimler/_AlevilerinEtnikKimligi.pdf. 05.02.2017.

LANGER, Robert. (2009). Hacı Bektaş Veli’nin Almanya’ya Varışı: Göç ve Diaspora Çerçevesinde Yurtdışındaki Alevilikte Dinsel Ritüel Dönüşüm-Değişimler. Doğumunun 800. Yılında Hacı Bektaş Veli Sempozyumu, 17-18 Ağustos 2009, Nevşehir, Türkiye. NELSON, Debra L.; QUICK, James Campbell. (2011). Understanding Organizational Behavior. Mason, OH. NEUMAN, W. Lawrence. (2012). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nicel ve Nitel Yaklaşımlar I‐II. İstanbul. OCAK, Ahmet Yaşar. (2003). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. İstanbul. ÖZBOLAT, Durdu. (2014). Ülke Genelinde 12 Milyon 521 Bin 792 Alevi Yaşıyor. http://www.haberler.com/chp-liozbolat-ulke-genelinde-12-milyon-521bin-5732812-haberi/ 03.03.2017.

T.C. ANAYASA. (1982). Din ve Vicdan Hürriyeti. https://www.tbmm.gov.tr/ anayasa/anayasa82.htm TONGA, Aydın. (2016). Diyanet Zihniyetinde Alevilik, http://gezite.org/diyanetzihniyetinde-alevilik/ 12.02.2016. TURAN, İbrahim. (2011). AB Sürecinde Diyanet İşleri Başkanlığı: Özerklik ve Temsil Sorunu Bağlamında Bir Değerlendirme, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 31, s. 127-156. UÇAR, Bülent. (2009). Almanya’da Alevilik ve Çeşitli Eyaletlerde Alevilik Din Dersleri Projesi. DEM Dergi, S. 2/6, s. 72-75. ÜZÜM, İlyas. (2001). Buyruk’ta Üç SünnetYedi Farz Kavramı ve Alevi Yazarların Tutumu. İslam Araştırmaları Dergisi, S. 5, s.157-174. 229


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

WAKAMATSU, Hiroki. (2013). Küreselleşen Alevilikte Ocak Dedelik-Seyitlik Hakkında Bir Antropolojik İnceleme. Geçmişten Günümüze Alevilik I. Uluslararası Sempozyumu. YALÇINKAYA, Ayhan. (1996). Alevilikte Toplumsal Kurumlar ve İktidar. Ankara. YAMAN, Mehmet. (2015). 677 Sayılı Yasaya İlişkin Tartışmalar Eksininde Bektaşi Tekkeleri ve Cemevlerinin Statüsüne Dair. Ed: M. Ersal. s. 203-234. YILDIRIM, Rıza. (2010). Bektaşî Kime Derler: “Bektaşî” Kavramının Kapsamı ve Sınırları Üzerine Tarihsel Bir Analiz Denemesi. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 55. s. 23-58.

230

YILDIRIM, Ali; ŞİMŞEK, Hasan. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara. YILDIZ, M. Cengiz. (2002). Resmi Dinsel Bürokrasinin Temsilcisi Olarak Diyanet ve Alevilik. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, S. 1, s. 1-17.


YAZI TESLİM KURALLARI

1. Dergiye gönderilecek yazılar, Word( 7 veya 8 üstü

fotokopisi ile birlikte en kısa sürede yazarlara gön-

versiyon, IBM uyumlu ) programında yazılmış olmalıdır. 2. Yazılar Times New Roman karakterinde, 12 punto ve bir buçuk satır aralığıyla yazılmalıdır. Yazılar sayfanın bir yüzüne basılı bir şekilde, elektronik posta ile teslim edilmelidir. 3. Makalede sayfa sınırlaması yoktur. Makalelerin en fazla 250 kelime Türkçe ve İngilizce özetleri de yazıyla gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca verilmelidir. 4. Yazıda paragraflar girintili olmalı; ancak girintiler için “sekme” veya “boşluk” tuşları kullanılmamalıdır. Paragraf özelliklerinden ayarlama yapınız. 5. Yazar ismi ya da isimleri makalede değil makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında metin başlığı, yazarın adresi, telefonu, varsa elektronik posta ve faks numarası yer almalıdır. 7. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler yapmaları istenebilir. 8. Yazının yayımlanması konusunda son karar dergi yayın kuruluna aittir. Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer

derilir.

YAZILARIN GÖNDERİLECEĞİ ADRES

ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Adres: 1201 Sokak No: 55 Ostim-ANKARA

Tel: 0.312 267 35 51

Belge Geçer: 0.312 267 35 59

Elektronik Posta:

info@alevilikarastirmalaridergisi.com

KAYNAKLARIN DÜZENLENMESİ

1. Makalede kaynaklardan yapılan atıflar metin içi dipnot yöntemi ile gösterilir. Metin içi dipnotta parantez açılarak yazarın veya yazarların soyadı, atıf yapılan kaynağın yayın tarihi, alıntının yapıldığı sayfa numarası gösterilir. 2. Orijinal makalede atıf yapılan dipnotun sahibi isim olarak dillendiriliyorsa ayrıca parantez içi dipnotta isim soyad bilgisi verilmez. Sadece atıf yapılan kaynağın yayın tarihi ve alıntı yapılan kaynağın sayfa numarası gösterilir. 3. Atıf yapılan kaynağın yazarı iki kişiyse, her iki yazarın da soyadı parantez içi dipnotta verilir.

231


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

4. Atıf yapılan kaynağın yazar sayısı ikiden fazla ise,

6. Dergide yayınlanmış bir makaleye atıf yapılması

ilk yazarın soyadından sonra “vd.” ifadesi kullanılır.

durumunda yöntem örnekteki gibi olmalıdır:

5. Makalenin atıf yapılan ilgili bölümünde, atıfta bu-

tay Ve Dikey Geçişler”. Milli Eğitim Dergisi, S. 94,

lunulan kaynak birden fazla ise parantez içi dipnotta iki kaynağın arası noktalı virgülle ayrılır.

s. 67-72. 7. Yapılan atıf yayınlanmamış bir teze ait ise kullanı-

6. Klasik sayfa altı dipnot yöntemi sadece makale sahibinin yapacağı ek bilgi ve özel açıklamalarda kullanılmalıdır. Sayfa altı dipnot verileceği zaman

lacak yöntem şu şekilde olmalıdır:

mamış Doktora Tezi. İnönü Üniversitesi Sosyal Bi-

Kaynakçanın Düzenlenmesi

1. Kaynakçada atıf yapılan kaynaklar yer almalı ve

limler Enstitüsü. Malatya, Türkiye. 8. Yapılan atıf bir kongre veya sempozyum bildirisi-

soyadına göre alfabetik bir sıralama izlenmelidir. 2. Aynı yazara ait birden fazla eserden atıf yapılmış-

ne ait ise kullanılacak yöntem şu şekilde olmalıdır:

sa, sıralamada yayın tarihi temel alınmalıdır.

Erişimine Etkisi. XIII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kurultayı. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi. Ma-

nekteki gibi olmalıdır: GÖLPINARLI, Abdulbaki. (1992). Alevi-Bektaşi Nefesleri. İstanbul. 4. Kaynakçada atıf yapılan çeviri kitabın gösterilmesi örnekteki gibi olmalıdır:

FORDHARA, Frieda. (2008). Jung Psikolojisinin Ana Hatları. Çev: Aslan Yalçıner. İstanbul.

5. Derleme kitaptaki bir makaleden atıf yapılması durumunda kullanılacak yöntem şu şekilde olmalıdır:

KALPAKLI, M. (Ed.). (1999). Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Denemeler. İstanbul.

232

AKDAĞ, M. ve TOK, H. (2004). Geleneksel Öğretim ile Power Point Destekli Öğretimin Öğrenci

3. Kaynakçada atıf yapılan kitabın gösterilmesi ör-

AKDAĞ, M. (1993). Genel Liselerin Matematik ve Fen Öğretiminde Karşılaşılan Sorunlar. Yayınlan-

metinde ilgili yere sayı ile dipnot düşülmelidir.

AKDAĞ, M. (1990). “Türk Eğitim Sisteminde Ya-

latya. Türkiye. 06-09 Temmuz. 9. İnternette bir yayından yapılan atıf şu şekilde olmalıdır:

KÖKEL, Coşkun. (2006). Seyyid Garip Musa Sultan Ocağı. http://www.aleviocaklari.com.22.10.2010


GUIDELINES FOR MANUSCRIPTS TO BE SENT TO THE JOURNAL

1. Manuscripts must be written in Word 7 or 8 fur-

ther version (IBM compatible). 2. Manuscripts must be written in Times New Roman 12 font, with 1,5 line spacing on only one page of the paper, and must be submitted to the editorial board as one copy and by e-mail. 3. There is no page limitation for articles. Abstracts of the articles must also be sent to the board with maksimum 250 words for both in Turkish and English versions. Abstacts should briefly cover the purpose, scope, method and conclusions of the study. 4. Indentation must be used but, not with space or tab key. Please use the paraghraph settings of the computer. 5. Author or authors’ name(s) must be written on a

ing to be sent to the author(s) along with a copy of the referee evaluation as soon as possible.

MANUSCRIPTS MUST BE SENT TO:

THE JOURNAL OF ALEVİ STUDİES

Adress: 1201 Sk. No: 55

Ostim-ANKARA/TURKİYE

Phone Number: +90.312 267 35 51

Fax: +90.312 267 35 59

E-mail: info@alevilikarastirmalaridergisi.com

CITATIONS

1. Texts must follow in-text footnote system. In paranthesis in the text, author’s surname, date of publication, and page number is given.

cover page. The cover page must also include the

2. If the author’s name is mentioned, without quota-

title, author(s)` adress(es), phone number, e-mail

tions, the name and surname of the author is not

and fax number (if any).

written on text footnote. Only the date of publica-

7. Authors might be asked to make some corrections on their manuscripts upon the evaluations of the referees of the journal. 8. Final decision for publication belongs to the board. A letter concerning the decision of the board is go-

tion and page number of the cited sourse is given. 3. If cited source has two authors, both are given in paranthesis in the text. 4. If cited source has more than two authors, after the surname of the first author, “et als.” is used.

233


ALEVİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

5. If the cited sources are more than one, they must be separated by semi-colon.

6. A journal article:

AKDAĞ, M. (1990). “Türk Eğitim Sisteminde

6. The classical foot note under the page system must

Yatay ve Dikey Geçişler”. Milli Eğitim Dergisi, S.

be used by the author only for the additional and private explanations, on the same page and enumerated.

94, s. 67-72. 7. Unpublished thesis:

REFERENCES

tik ve Fen Öğretiminde Karşılaşılan Sorunlar.

1. References must include only the cited sources

Yayınlanmamış Doktora Tezi. İnönü Üniversitesi

and be given in alphabetical order. 2. If more than one source of the same author are cited, they must be put in a chronological order.

Sosyal Bilimler Enstitüsü. Malatya, Türkiye. 8. Conference paper:

AKDAĞ, M. ve TOK, H. (2004). Geleneksel

3. Book:

Öğretim ile Power Point Destekli Öğretimin Öğrenci Erişimine Etkisi. XIII. Ulusal Eğitim Bil-

GÖLPINARLI, Abdulbaki. (1992). Alevi-Bektaşi

imleri Kurultayı. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakül-

Nefesleri. İnkılap. İstanbul. 4. Translated book:

tesi. Malatya. Türkiye. 06-09 Temmuz. 9. Internet article:

FORDHARA, Frieda. (2008). Jung Psikolojisinin

Ana Hatları. Çev: Aslan Yalçıner. İstanbul. 5. Compiled book:

KALPAKLI, M. (Ed.). (1999). Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Denemeler. İstanbul.

234

AKDAĞ, M. (1993). Genel Liselerin Matema-

KÖKEL, Coşkun. (2006). Seyyid Garip Musa Sultan Ocağı. http://www.aleviocaklari.com.

22.10.2010


Temennaya geldim erenler size Temanna olayım destur olursa Mürvet kapıları bağlaman bize İçeri gireyim iznin olursa Pirim diye divanına geçeyim Destinizden abu hayat içeyim İzniniz olursa ağzımı açayım Bir mana söyleyim iznin olursa Talip günahkardır pir meydanında Zülfikar oynuyor durmaz kınında Rehberin önünde pir meydanında Kemerbest olayım destur olursa Rehbere bağlıdır talibin başı Durmadan akıyor gözümün yaşı Arafat dağında koçun savaşı Erkana düşeyim iznin olursa Pirim Hetayinim ey güzel şahım Günahkarım arşa çıkıyor ahım Pire kurban olsun şu tatlı canım Tercüman olayım iznin olursa*


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.