'tanrıların' dünyamızın tarih öncesi sakinlerine p e k de kadi fe eldivenle yaklaşmadıklarını vurgulayan örneklerle dolu dur. Koskoca kentleri, yağmur gibi gökten yağan ateş ve kükürt ile, selamsız sabahsız ortadan kaldırmışlardır. Sü mer destanı Gılgamış ve Tevrat'ın N u h Tufanı ile ilgili b ö lümlerinde görüldüğü gibi, öfkeye kapıldıkları zaman, ku luçka ürünlerini suda boğmaktan bir an bile kaçınmamış lardır. D ü n y a dışı varlıkların, günümüzde de böylesine sert ve insafsız davranıp davranamayacaklarmı sormalıyız k e n d i kendimize.
Z a m a n , enerji vasıtasıyla yönlendirilebilir. Sınırsız enerjiyi tasarruf edebilen bir kişi, zaman faktörünü yanma alarak, arzuladığı herşeye erişebilir. Dünya dışı varlıklar, günümüz uygarlığını bakteri sağanağı yoluyla yok edebile cekleri gibi, uygarlığın belirli bir düzeye erişmesini de bek leyebilirler. Dünya dışı varlıklar olağanüstü bir enerji kit lesine sahiptirler; uzay gemilerini bu enerjiyle yükleyerek, başka güneş sistemlerine uçabilmektedirler. Ve uzay gemi sinin hız derecesine bağlı olarak, yalnızca birkaç yıl yaş lanırken, dünyamız üzerinde onbinlerce yıl geçip gitmek tedir. Ve geri döndüklerinde, yeni bir uygarlık filizlenmek tedir Bu nedenden ötürüdür ki, dünya dışı varlıklar, «sö mürge faaliyet» lerinin arzu edilmez ürünlerini, z a m a n za m a n rahatlıkla bertaraf etmekte bir sakınca görmemekte dirler. Ç ü n k ü zaman faktörünü yanlarına almışlardır. Geri dönen 'tanrıların' öfkelerini nasıl yatıştırabiliriz? Üstün teknolojileri karşısında k o r k u duymamızı sağlaya bilmek için, onların düzeyine yetişme şansımız yok m u dur?
İlk emir, yeryüzünü kendimize tâbi kılmamızı söyle mektedir. Ve insandan semereli olup çoğalması istenmekte dir. Semereli olmak ve çoğalmak, aynı anlama gelmemek tedir. Bu iki farklı emirden semereli olmaktan büyümeyi, 248
çoğalmaktan da d a h a geniş bir tabakaya yayılmayı anlı yoruz. Eğer dünya dışı varlıklar bize zekâlarını aşıladılarsa, 'semereli olmak' zekânın gelişmesini ve özellikle bilimsel merak yoluyla, zekâ yoluyla elde edilen buluşlar kastedil mektedir. Ve dünya dışı varlıklarca aşılanan bu zekânın ü r ü n ü olan bilimsel merak, gezegenimizdeki enerji kay naklarının ortaya çıkarılması ile kanıtlanmış olmaktadır. Gezegenimizin yağmalanışıyla ilgili olarak hiç d u r m a dan uyarılarda b u l u n a n o boğuk sesli erkekler korosunu bi liyorum. İnsan zekâsını bu kadar noksan bir biçimde de ğerlendirmeleri karşısında da esef duyuyorum. Çünkü pra tikte, azalan her h a m m a d d e , bir başkası ile ikame olun maktadır. Netice son derece basittir. Bir h a m m a d d e ne kadar az ise o denli değer kazanmakta, giderek azaldıkça değeri o ölçüde artmakta ve günün birinde pazardan kay bolmaktadır. İşte tam o anda, zeki insanoğlu, aynı etkileri bir başka malzemeyle de sağlayabileceğini hatırlamaktadır. Ve insanoğlu daima işin içinden çıkmasını sağlayacak bir çözüm yolu bulacaktır. G ü n ü m ü z ü n benzinle çalışan t ü m m o t o r ve ürünleri rahatlıkla hidrojene kaydırılabilir. Öz deyişte olduğu gibi, iş başa düşünce, buluşları doğuran dü şünce ana kendini göstermiş ve kullanılmış madenleri ye niden işleme süreci ortaya çıkmıştır. H e r türlü süprüntü ve artıktan, tamamen farklı ya da yeni bir nesne elde edilebil mektedir. Geminin doktoru Dr. Robert Mayer (1814-1878) «enerji dönüşüm yasası»nı bulmuştu. Bu yasaya göre, ev rendeki toplam enerji daima sabit kalıyor, yalnızca birbiri ne dönüşmekle kalıyordu. Werner von Braun da şöyle ya zıyordu: «Bilim, hiçbir nesnenin iz bırakmadan kaybolmadı ğını belirlemiştir. Doğa, yok oluş tanımaz. Yal nızca değişiklik ve dönüşümdür söz konusu olan.»
249