Pars tuğlacı Ermeni edebiyatından seçkiler

Page 1

DK. PAKS TUÖLACI

ERMENi EDEBİYATlNDAN SEÇKİLER

@

cem yayınevi •

� Q


Bir Halkın dil 11e edebiyatını bilmek, o halkı yakından tanunanın 11e ona yakın olma mn en etkin yoludur. Dünya halklan arasında dostluk duy::,'ulannın rJekişmesi için de yöneticilerin olumlu ve yapıcı icraatı zorunludur.

©Pars Tuğlacı Dizgi CEM Yayınevi (Ayfer Gökcan) Baskı Ba�aran Matbaası İstanbul, 1992

2


Dr. Pars Tuğlacı

ERMENi EDEBiYATlNDAN SEÇKİLER

cem yayınevi 3


İÇİNDEKİLER TÜRK OTORiTELER İ N İ N «ERMENi EDEBiYATlNDAN SEÇKİL ER)) HAKKINDAK İ G Ö RÜŞLERİ...

..................................

Ö NSÖ Z

S-1 7

.......................................................................................................

ERMENi D İ L İ

............... .......................... ... . .............. ............. .

19-20

........ .......................................................................

21-50

...... ......

ERMENi YAZlSI

.

.

ERMENi EDEBİYATI SEÇKİLER NOTLAR

... ................. .. ................... ........... ..... ......

.

. .

.

.

.

.. . .

. . .................................................... . ............................

..... ......... .

.

l8

. ............. ....... ............................. ................... .....

BİBLİYOG RAFYA . .. .

............... ..... . ........ ...

.

. .

.

... .............................

5 1 - 101

102-408 409-41 O 41 1-416

KI SALTMALAR a.y. ATM BDAD c.

dogm. EESM Er m. I.J.U. İst. L. M.I. ölm. s. S: S.P. E.H.S. Türk. VMMK

Aynı yer. Azerbaycan Tarih Müzesi (Baka). Bibliothcque Des Arts Dccoratifs (Paris Süsleme Sanatları Merkez Kütüphanesi). Ci lt. Dogumu Ermenistan Edebiyat ve Sanat Müzesi (Erh•an). Ermenice Illustration Journal Univcrsei(Paris) . İstanbul. Le Monde Illustrc(Paris) . Ö lümü Sayfa Sayı Surp Pırgiç Ermeni Hastahlncsi Salnamesi (Yedi/..ııle/İstanbul). Türkçe Venedik Mıkhitarist Manastırı Kütüphanesi 4


TÜRK OTORiTELERİNİN «ERMENi EDEBiYATlNDAN SEÇKİLER» HAKKINDAKi GÖRÜŞLERİ SUNUŞ ı

«Ermeni dili, Ermeninin evidir, yurdudur: Yeri yurdu olmayan, ona sığınır severek, 6vünerek. Kapıyı kitle­ yip yabancıyı, fırtınayı dı§arda bırakır.» Muşeğ İşkhan azılı edebiyatı lsa 'dan sonra

V. Yüzyılda

başlayan, s6zlü edebiyatı çok

Ydaha 6ncelere giden Ermeni/er, birçok sanatlarda -mimaride, müzikte,

resimde, tiyatroda- 6nemli başarılar kazanmışlardır ama, 15 yüzyıl boyunca, en güçlü sanatları edebiyat olmuştur, denebilir. Şair Muşeğ lşkhan 'm 6zlü olarak belirttiği gibi, Ermeniler için dil, yaşamın ve benliğin, sevginin ve 6vün­ cün, 6zgün varlığın ve birlik ruhunun temeli olagelmiştir. Dilinin işlevi b6y­ lesine hayati olan toplumlarda, edebiyat hem kültiirel benliğin güçlü sesidir, hem_ de üstün bir başarı düzeyindedir. Bin yıla yalan bir süredir temas hiUinde olan, Osmanlı tarüıi boyunca içiçe yll§ayan Tarider/e Ermeni/erin birçok sanatlarda elele verdiğini, ama edebiyatta pek az ilişki kurduklannı biliyoruz. Osmanlı İmparatorlugunda ve Türkiye Cum­ huriyeti 'nde, edebiyat bilginlerinin bile hemen hiç bilgi sahibi olmaması, acık/ı bir gerçektir. (Fuad K6prülü 'nün «Türk Edebiyatı'nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te'sirleri» başlıklı yetkin incelemesi, Ermeni edebiyatma ilişkin bir araştırma değildir, de Arşak Çobanyan 'ın 1 906 'da yayınladığı Ermeni Aşı/dan (Les Trouv�res Arminiens) adlı risalede 6ne sürülen Ermeni«aşuğ»lann Türk iJşıklannı etkilemiş oldugu tezine cevaptır. Ama, K6prülü bunun 6tesinde Ermeni edebiyatı haklanda sağlam bilgiler vermekte, ilginç yorumlar getirmektedir). Erken çağlarda Ermenice ve Türkçe edebiyat arasında ilişki kurulmamış olması, Hıristiyanlık ile İsliJmiyet arasındaki ayrılıkyüzünden olmuşa benzer. 301 yılında Hıristiyanlığı kabul eden Ermeni/er, bu dini «reSmi din» iliJn etmişlerdi Sonraki yüzyıllarda Ermeni edebiyatı genellikle kilisenin kullandığı dini metin/ere ilişkin olarak gelişmiştir. Nitekim, Ermenicenin ilk edebi 6meği, V. yüzyılda yapılmış olan bir «Kul.sal Kilap» çevirisidir. Bu çeviri ve başka eski metinler, W. yüzyılda keşiş Maşdols 'un (Aziz Mesrob 'un) birkaç değişik alfabeden derleyip uyguladığı 36 harfli alfabe ile yazılmıştır. Hıristiyanlıktan 6nceki. destanlarla iliJhilerin 301 'den sonra yok edildiği sanılmaktadır. Bunlardan bazı parçalar, V. yüzyılda yazan Ermeni tarüıçisi Kho­ renli Movses (Movses Khorenatsi) tarafından toplanarak «Ermeni Tarihi» baş­ lıklı kitabına geçirilmiş/ir. Bu parçalardan biri, savaş tannsı Vahak'ın doguşunu anlatmaktadır: ·

5


Giik ve yer doğuracak doğuracakıı, Mor deniz de doğumuık üzereydi. Kıpkırmızı bir sazhk doğurdu deniz, Saı.kırdan bir duman yükseldi Ve alevleryükseldi sazhkıan: Alevlerin içinden çıkıı bir delikanlı. Saçlıın aleştendi, Sakalı alev alev, Gözleri güneşin ışıklıınna benziyordu. Bu kısa parçada, Oğuz Kağan Destanı 'nı andıran bir üslup ve imgeler var. Mısra başlannda kafiyeler, eski Türk şiirinde de zaman zaman kullanılan bir şiir tekniğini anımsatıyor. Krapor ile Türkçenin yapısı arasındaki birkaç temel benzerlik de ilginç : Her iki dilde isim/erin altı h iili var, eri/ ve dişi/ cinsleri yok. Her iki dilde kipierin sayısı dokuz .. Sasun lıı Ta vii Destanı 'nın -bizim Dede Korkut Masallan gibi- IX. ve X. yüzyıllarda geli§meye başladığı ve XII. yüzyılda şekil aldığı sanılıyor. Bu güçlü destanın birçok bölümleri kaybolmuş, yakın çağiara bölük pörçük ulaşmıştır. XIX. yüzyılda ünlü şair Tu rnan yan yeni bir Tavit Destanı yazmış, Karekin Sır­ van lsdian/s Destanın sözlü gelenekle süregelen parçalannı birleştirmiştir. 1 932'de Manuk Apeğyan 'ın yayınladığı versiyon, günümüzdeki uzmaniann en beğendiğidir. <<Sasuntsi Tavil» başlıklı bu deslanda Sanasar ile oğullannın ve torunlannın öyküleri yer almaktadır. Ahd-i Atik 'teki olaylar, putperestlik döneminden efsane­ ler, tarihi gerçeklerle hayali masallar birleştirilmiştir. 1 964 'te Destanın İngi/izeesi de yayınlanmıştır. Ermenice şiirlerin ilk ustalan arasında, iki kadın şair de var: VIII. yüzyılda yaşayan Sahagatukht Sünetsi ile daha sonra lirik şiirleriyle ün salan Khosrovi­ tukht Şirak... Şiir sanatının en büyük hamlesi, X. yüzyıl sonunda, Ermenice 'nin Pindan diye tanınan Narekli Aziz Krikor (Naregatsi) ile gerçekleşmiştir. Bu mistik şair, lirik şiirleriyle, ağıtlanyla ün salmıştı. Son kitabı olan <<Matem/er Kitabı», insanın iç alemini dile getiren 95 mistik şiirden oluşmaktadır. Bu eser, Anadolu 'da tasavvuf edebiyatının ilk özgün kafiye/i örneğidir. 1974 'te İş Bankası Yayınlan arasında çıkan <<Eski Uygarlıkifırın Şiir/eri» başlıklı kitabımda, Narekli Krikor'dan bir uzun şiirin çevirisi de yer almıştır: Bu, eski Ermeni şiirinden Türkçe ye yapılmış ender çevirilerden biridir. XII. ve XIII. yüzyıllara Ermeni edebiyatının <<Gümüş Çağı» diyenler olmuştur. Bu çağın egemen temsilcilerinden biri Nerses Ghıyetsi (Şnorhali)dir. Mevlana Celii/eddin Rumi ile Yunus Emre 'ninyaklaşıkyaşllları olan Enincan /ı Konstanlin ile Enincan lı Ho vluınnes ve <<Frik» tak.nta adıyla yazan Kluıçadur (XW.»'), Arap ve Fars tasavvuf şiirinin etkilerini göstermektedir. <<Gümüş Çağı>>nın ardından, Emteni ozanlarının halk şiiri geleneği başlamış­ tır. XIX. Yüzyıl ortalarına kadar süren bu gelenek, Türk sözlü edebiyatının <<(işık­ lan> geleneği doğrultusundadır. Romantik bir duyarlık, lirik bir üs/Up içerisinde, doğa güzellik/eri, aşk ve yiğitlik gibi konuları işlemiştir. Bir yandan da Emteni masal ve efsanelerinin oluşmasına ve yayılmasına destek sağlamıştır. Bu tür/erin .

6


bir�·ok �:ıJzl'i örnt•klaini IJoya ayun 'ın, ikinci ba.\'kl.\'1 Jl)5ıJ 'ıla yapılım Armmimı 1--eJ,'f!nd\· and PtH!tn.\' (Emımi Efmm· vt• Şiir/ai) başlıklı kitabında buluyoruz. Halk şiirinin bellibaşlı isimleri arasında, XVI. ve XVII. yüzyıllarıla Türk�·t• şiirler de yazan Erzurum/u Movses ve Mesihi-i Ernu:n i vardL XVIII. yüzyılda, bu geleneğin en başarılı saz şairi sayılan Sayaı Nova ve yüzyılın sonlarında doğan Lunkiyanos da türkçe şiirler yazmıştL XIX. yüzyıl (Rus ordusunda generalliğt• yükselen) Mina Can 'ın ve (derviş olan ve aruzla da yazan) Sarkis Zeki 'n in Türkçt• şiirlerine tanık olmuştur. XVIII. yüzyılda başlayan ve Venedik ile Viyana 'da canlılık gösteren Mıkhi­ tarist (Mıkhitaryan) Hareketi, klasik Emıeniceyi sürdümıekle birlikte, Ermeni bilincini yaymak ve modern Ermenice (Batı Emıenicesi) lehçesine dayanan bir rönesans yaratmak bakınundan önemli bir rol oynadL Bu lehçtnin asıl beşiği İstanbul'du. Yazarlar Krapar'dan gitgide uzaklaşırken, Ermeni toplulukları ara­ sında iki ana lehçe oluştu: Osmanlı kentlerinde, Anadolu 'da ve Balkanlar'da konuşulan <<Ba Jı Ermenicesi» ile Rusya 'da ve İran 'da konuşulan <<Doğu Ermeni­ cesi» ... (Günümüzde Türkiye 'de, Batıda ve Orta Doğuda <<Batı lehçesi», Ermenis­ tan Cumhuriyeti'nde <<Doğu lehçesi» konuşulmaktadır). Ermeni Edebiyatının en önemli dönüm noktalarından birçoğu, XIX. yüzyıl­ dadır. Halk içinde kullanılan lehçe/erin edebi dil oluşu, ilk Ermenice gazetelerin çıkmaya başlaması, Ermeni tiyatrolannın doğuşu ve Avrupa kültürünün derin etkileri, bunlar arasındadır. Yüzyılın sonuna doğru, Osmanlı İmparatorlu �:,'Tu 'nda başlayan çalkantılar da, uzun yıllar Ermeni edebiyatında yankılar yapacaktır. Başlangıçtan beri Ermeni Edebiyatma egemen olan şiirin yanısıra, XIX. yüzyılın ortasından sonra roman ve kısa hikaye türü gitgide gelişip olgunlaştı. İlk önemli ürünlerini Rusya ve dolayianndaki Ermeni toplulukları arasında veren roman, en çok toplumsal görenekler, ahilıki değerler ve siyasi özlemler üzerinde duruyordu. Khaçadur Apo vyan 'ın 1858'de yayınladığı <<Ermenistan 'ın Yara/art» başlıklı roman, birçok eleştirmen/ere göre, <<çağdaş doğu edebi Ermenice»nin başlangıcı olmuştur. Onun ardından, Arpiar Arpiaryan (1852-1 908) Batı Erme­ nicede gerçekçiliğin temellerini aliL İkisi de 1870 'te doğup 1915 'te ölen Yerukhan (Yervant Sırmakeşkhanlıyan 'ın takma adı) ve Hrand (Me/kon Güreiyon 'ın tak­ ma adı) köylülerin acık/ıyaşamını ve kentegöç edenlerin çektiği sıkıntıları anlatan romanlar ve . öyküler yazdılar. Yerukhan, 1911 'de çıkan <<Ağa 'nın Kızı» başlıklı rom anında, Istanbul sosyetesinin şımank/ıkları ile köylülerin soylu davranışlarını karşılaştınyor. Emıeni edebiyatı uzmanlarına göre, <<kişilerin gelişmesinde psiko­ lojik unsurları kullanan ilk Ermeni öykü yazart>> Yerukhan 'dır. 191 5 'te ölen Krikor Zohra b, kent toplumunun yapmacıkları, romantik hul­ yaları, gülünç yaşamı üzerinde durdu. Aynı yıl ölen Tılgadintsi (Hovhannes Ha­ rutyunyan) köy yaşamının zorluklarını anlatırken öğrencisi Rupen Zartaryan, kırsal bölgeye ilişkin öykülerini efsane ve masallarla süsledi. Hiciv ustalarından Yervant Odyan (ölümü 1926) Ermeni devrim hareketini Avrupa 'dan ödünç alınan sosyalist kavramların Ermeni toplumuna aykırı düşe­ ceği gerekçesiyle alaya aldı. Odyan, birçok bakım/ardan, Agop Baran yan 'ın (ölü­ mü 1891) hiciv yöntemlerini sürdürüyordu. Ermeni romanının temsilcilerinden biri, Ha gop Oşagan 'dır. 1 948 'de ölen Oşagan, <<Kalan lar» başlıklı üç ciltlik romanında, Dostoyevski, Balzac ve Prou.\'t etkileri göstermektedir. Ermeni/er, beş kıtaya dağıldıktan sonra, Ermeni Edebiyatının merkezleri, 7


Erivan, Paris, Beyrut ve New York olmuştur. Ermenistan Cumhuriyeti 'nde canlı bir yayın etkinliği vardır. Ermeni edebiyatı tarihinin en önemli iki eseri, Paris 'te yayınlanmıştır: H. Tlıorossian: Histoire de /ıı LüteraJure Arminrenne (1951) ve K Chahinian: Panorama de /ıı LüıeraJure Arminrenne (1980). New York'ta uzun yıllardır daıenli olarak yaymlanmakta olan Ararat dergisi, Ermeni edebiyatını Amerikan kamuoyuna tanıtmak balamından önemli bir işlev yapmaktadır. Paris'teki Ermenice «Zvartnots», «Menk» ve «Haraç» gibi sareli yayınlar, Ermeni edebiyatının bilincini canlı tutmak bakımından gaçla bir rol oynamış/ar­ dır. Paris 'te yaşayıp yazan Ermenilerden bazı/an, geleneklerden yararlanmak azerinde durmuş/ar,· bazılan ise, nihilist bir anlayışla, karanlık bir geleceğe yönel­ mişlerdir. Sovyetler Birliği 'nde, birçok Ermeniyazan sustunılmuş, Sibirya ya saralmaş­ tar. Kurken Mahari, MıgırdiçArmen, 7Abel Esayan, Aksel Pagunts, Stalin çağında uzun sare Sibirya 'da sargande kalmışlardL Malıari 'nin 197J'de (ölamanden bir yıl önce) yaym/anan «Te/örgüler Tomurcu�ı» başlıklı romanını bazı eleştir­ menler, Soljenitsin ile karşılaştırmaktadırlar. 1940 '/ardan sonra Sovyet yönetimi, milü tema/ara izin vermeye başlayınca, Ermeni edebiyatı daha ferah bir döneme girmiştir. Son birkaç yazyılın Ermeni tarihi ve edebiyatı, Osmanlı-Tark tarihiyle yakm­ dan ilişkilidir. Bu ilişki, her zaman derin bir kültarel alışveriş tarzında olmamışsa da, zaman zaman dinamik ve belirgin olmuştur. Selçuklu mimarisinin Ermeni etkileri taşıdığını Prof Fuad Köprala, açık bir gerçek olara� kabul ediyor. Osmanlı mimarfığının Batılılaşma döneminde, Balyan Ailesi 'nin Istanbul mimarisindeki katkılan bayak önem taşımaktadır. İlk matbaalannı 1567 'de kuran Ermeni/erin sonralan -Tarkçe kitap/ann basılmasmm yasak olduğrı dönemde- Ermeni hajleriyle tarkçe metinler basmış olmalan da önemli bir hizmet olmuştur. Başta Gidliı Agop ile Mınakyan Efendi olmak azere, Ermeni yönetmen ve sahne sanatçılannın Tarkiye'de Batı taründe tiyatronun gelişmesine katkılan muazzam olmuştur. Bunu, başta «Osmıınh TiyaJrosu» başlıklı eseriyle Metin And, önde gelen tiyatro tarihçilerimiz belgelemiş bulunmaktadır/ar. Musiki alanında Ermeni/erin katkılan en yaksek dazeyde olmuştur. Tark sanat m us ikisi için zamanına göre makemmei birnota sistemi icad edip uygulayan Hampartsum -bunu abartmadan söylayonım-«heykelidikilecek» bir Osman/ıdır. Gerçekten, Istanbul'da bir «Hampartsum Heykeli» dikilmesini önermek isterim. Ne yazık ki Tarkçeden Ermeniceye ve Ermeniceden Tarkçeye pek az çeviri yapılmıştır. Bunun temel nedenleri, Osmanlı daıeninde gayrimasiim/erin kendi kültaryaşamlannda serbest bırakılırken çoğıınluk tarafından ihmal edilmesi, öte yandan genellikle Tarkçeyi öğrenen Ermeni/erin Tark Edebiyatını izlemek için çeviriye gerek duymamalandır. Batılılaşma ve dünya kültarüne açılma döneminde, Tark yazarlannın ve okurlannın eski ve yeni Ermeni eserlerini izlemekten yoksun kalmalanna aza/me­ rnek elde değildir. Mezopotamya metinlerinden Eskimo şiirlerine kadar, tarihin herçağından ve danyanın dört bucağından çevirileryapılırken Ermeni Edebiyatını unutmuş olmamız esef vericidir. Bu boşluğıı doldurmak uğrunda, değerli araştırmacı ve yazar Dr. Pars Tuğ­ lacı, önemli bir hizmette bulunmaktadır. Elinizdeki «Ermeni Edebiyalından Seç­ kiler» başlıklı bu il!:inç kitapta Tuğlacı, yaz yıldan uzun bir sarenin bellibaşlı


Ermeni yau1rlarından öykıUa vt· romtın parçaları sunuyor. Altını çizmemiz gereken gerçek, bu ilk anto/ojinin Ermenice roman ve hikl1ye sanatının önde gelen temsilcilerinin en başan/ı eser/erinden, ga.zel bir seçme yapılmış olmasıdır. Tuğlacı 'mn anto/ojisi bu sanatın panoramasını okura usta­ lıkla sunmaktadır. Yaz yıldan uzun bir edebiyatyaşantısım trajik olaylarla, galda­ rayle, toplum gerçekleriyle, hayal gacay/e veren seçldlerin oluşturdugu bu derleme­ den ortaya tutarlı bir batün/ak çıkmaktadır. Dile getirmek istediğim bir dilek, Sayın Pars Tuğ/acı 'nın ilerde (ilk fırsatta) bir «E17111!ni Şiiri Anıolojisi>> de hazırlamasulır. Bir veya birkııç şair/e i§birliği yaparak çevirirse, böyle bir anto/ojide Ermeni şiirinin 1500 yıllık zenginliğini Tarkçeye kazandırmış olur. Ermeni kültüranan bilincini başlangıçtan bu yana, dilin gaca ve yazariann sesi canlı tutmuştur. Tuğ/acı 'nın kitabı, bu gerçeğin belgelerini bir araya getiriyor. Istanbul'lu şair Zahrad 'ın <<Göklerdeki Alev» başlıklı, dört satırlık bir şiirinde de o gerçek, ifadesini bulmaktadır: Ben Küçacak cılız bir kılndi/im Razglir sonbaharın azgün göklerinde yıldızlan söndarance - Onlar varsın sönsan - ben yanıp duracağım. Prof. Talat Sait Halman

Ünlü Ermeni eelibi Haçaclur Apovy., lle Azerlf81r Mirza ŞAli Vazeh. Y�lılıova tablo [ATM}.


2 Ermeni yazınından kısa öykü seçkisi... Araştırmacı ve dilbilimci Dr. Pa rs Tuğlacı 'nın hazırladığı bu seçkinin, basılışından önce müsvettelerini okumaya üç günümü verdim. Bir günde de okunabilir, ama ben tadını çıkara çıkara okudum. Türkiye 'de ve Türkiye dışındapekçok Ermeni arkadaşım, dostum , çok ya kın dostum var. Böyleyken, bin yıl birlikte ve içiçe yaşadığımız Ermeni halkının yazınını bilmeyişim, büyük eksikliklerimden biridir. San mm, genellikle Türk okur­ lan da, Ermeni yazınma benim gibi yabancuiırlar. Bugüne dek yapıtlanyla iki Ermeni yazan tanıdım. Biri d�stum -toprağı bol olsun - Vartan Ihmalyan 'dır. yanan ve kardeşi ressam fak Ihmalyan -toprağı bol olsun - üzerine <<Birlikte 0/dükkrim» adını vermeyi tasarladığım k!tabımda uzun uzun yazacağım ve ortaklaşa anılanmızı an/atacağım. Vartan Ihmalyan ençok çocuklar için masallarda başan/ı olmuştur. O 'nun masallannın Türkiye 'de Cem Yayınevi 'nce yayınianmasına aracı olmuştum. Türkiye 'de ilk kitabı böylece yayınlanmıştır. Benden, kendisine bir yazar adı bulmamı istemişti. Ben de «<hmal Amca» adını bulmuştum. Türkiye 'de bu adla tanındı. Vartan Türkçe yazardı. Türkiye 'li Ermeni 'ydi. Bu bakımdan Türkiye 'li yazar sayılır. Yapıtlanyla tanıdığım ikinci Ermeni yazan , Agop Baron yan 'dır. Büyük bir gülmece yazan olan Baranyan 'ı bana, Vartan tanıtmıştı. Baranyan 'dan çevirdiği kısa öyküleri Moskova 'da bana verirken <<Yazar olarak birbirinize çok benziyor­ sunuz.» demişti. Baronyan, benim doğumum qan yirmidört yıl önce öldü ğüne göre benim yazı/arım onunkilere benzeyebilirdi. Istanbul'a dönüşümde Baranyan 'ın öykülerini okudum. Gerçekten de, gülmece türü olarak öykülerimiz arasında benzer!ikler vardı. Baranyan 'ın öykülerinin ağırlığı toplumsal eleştiridir. Bu seçki­ deki <<I nceliğin Zararlllrı» başlıklı öykü, top/umcu eleştirel gerçekçi gülmece öykü türüne güzel bir örnektir. Baranyan 'ın öykülerinden birkaçını dergilerde yayımfat­ mıştım. Ne yazık ki, hangi dergilerde yayımlattığımı şimdi anımsayamıyonım. Türkiye Ermenisi araştırmacı Pars Tuğlacı , bu seçkiyi hazırlamakla hem Ermeni yazınına, hem Türk okur/anna büyük hizmette bulunmuştur. Taf{it Hal­ man 'ın sunuş yazısı da bize Ermeni yazını ve dili tarihini özet olarak veriyor. 1965 yılında Erivan 'a gittiğimde birçok Ermeni yazarla tanışmıştım. Ama on/ann yapıtlannı okuyamamıştım. Türkiye Yazarlar Sendikası olarak da Ermeni yazarlannı Türkiye 'ye konuğumuz olarak çağırmış, dostluk ilişkilerine geçmiştik. 12 Eylü/ 1 980 askersel yönetimden sonra, ne yazık ki, bu ilişkilerimiz kesilmiştir. Ermeni/er, özel harfleri olan bir halk olarak şans/ıdır/ar. Çünkü, bir halka özgü özel harfler, o halk yazınının mülkiyet kazanması demektir. Yazı , dilin oturocağı konuttur. Başka bir anlatımla, Ermeni yazını özel harfleriyle kendine bir konut bulup oraya yerleşmiştir. 1965yılında Moskova 'da yapılan uluslararası öykü yazarları sempozyumun­ da Eskimo/u bir yazarın şu sözlerini unutamıyonım: <<Benim için dünyanın en büyük yapıtı ABC kitabıdır. Çünkü benim ülkeme ilk kez ABC benim çocukluğumda girmiş ve ben ilkin ABC yi öğrenerek onun sayesinde kendi dar dünyamızın sınırlarını aşarak gerçek dünyayı öğrenebildim.» Unutamadığım bu sözün ışığında sonıyonım: En büyük Ermeni yazarı kim ­ dir? Böyle bir sonı kimilerine saçma gelebilir, ayrıca böyle bir sonıyu sormaya benim hakkım olmadığı da savlana bilir. Yine de ben, o Eskimo/u yazarın otuzüç yıl önceki yukanya aldığım sözlerine dayanarak en büyük Ermeni yazarının kim oldu ğunu düşünüyon ım ve bunun Keşiş Mesrob Maşdots olduğuna inanıyonım. Çünkü O, Ermeni diline özgü harfleri, ABC'yi yaratmış o/andır. 10


Taltlt Ilalman .\'ımuş yall.\'llltla «Bin yıla yakın bir .\·ürt'tlir tt'ma.\·lwlintlt• olan, Osmanlı tarihi boyunca içiçe yaşayan Tark/er/e Ermeni/erin birçok l·anmlarda el l'le verdi1,lini, ama edebiyaua pek az ilişki kurduklarını biliyoruz» diyor. Bunun nedenlerini de açıklıyor. Yazın alanında çeviri bakımından bu ilişki gerçekıen kurnlamamışsa da, etkileşim bakımıllll:�n aranı,ızda bayak bir ilişki olduğu bu Seçki 'deki öykaferden de anlaşılıyor. Omeğin Istanbul çocuğu ve Ermenistan uyrnklu Keğam Sevan 'ın <<Kırlangıçlar Alçaktan Geçti» başlıklı öykasande Sait Faik duyarlığını ve şiirselliğini sezinlememek olanaksız. Hovlıannes Turnanyan 'ın birbirinden gazel masallannda da Tark masallan­ na benzerlik buluyornz. Bunca yazyıllar boyunca birlikıe yaşamış iki hallan kal­ tarlerinin birbirlerini etki/ememiş olması düşünülemez. Sanıyonını ki Hovhannes Turnanyan bu masal/an, çağcıl masal biçeminde kendisi yazmamış, Ermeni halkının yaşayan, söylenen masallannı der/eyerek çok önemli bir iş yapmıştır. Bu Seçki ye değişik yazın okullanndan__ örnek gösterilebilecek öyküler alır.ımış olması Seçki'nin değerini anırmaktadır. Orneğin Apik Ava/eyan'ın «Deve 0/dü» başlıklı fantastik ve duyarlık/ı ve Viktor Balayan 'ın sosyalist gerçekçiliğe örnek gösterilebilecek <<Anahtar>> başlıklı öyküsa gibi değişik türden öyküler Seçki'de derlenmiştir. Bu Seçki yi, çok uzun yıllar sürmüş olan bir eksikliği gidermenin başlangıcı olarak benimsiyorum. Dr. Pars Tuğlacı yı da bu hizmetinden dolayı hem kutluyor, hem de bu yolda çalışmasını sardürmesini diliyornm.

AzizNesin

Bulgaristan Halk Cumhuriyeti'n i n milli bayramı dolayısiyle.•Vama• gemisinde düzenlenen bir resepsiyon sırasında Pars Tuğlacı. sevdikleri Aziz Nesin ve Yaşar Kemal ile (istanbul, 9 Eylü/1975).

ll


3 Dr. Pars Tuğlacı, kültarümüzde yeri olan bir araştırmacı. Sözlük/eri, ansik­ lopedi/eri, araştırma yapıt/an, kaltürümüze değerli katkı/ardır. Elimizdeki bu «Ermen i Edebiyalından Seçkiler» kitabı da onun bize başka biryönünü de göste­ riyor. Pars Tuğlacı 'nın Türkçesi, değme yazın adarnma taş çıkartacak gazellikte­ dir. Ermeni anlatımından bu seçmedeki onun dili üstande uzun uzun konuşmak isterdim. Yazık ki, bu kitabın çevirisini geç duydum, ancak bu yazıyıyazacak kadar vaktim oldu. Gençliğimde fo/klor çalışmalan yapar, ağıtlar, tekerlemeler, tarkülü hikitye­ /er der/erdim. Karacaoğlan 'ın, Dadaloğlu 'nun, Derdiçoğun, Gavurdağlı Aşık Ha­ cı 'nın şiirleri de bunlar arasındaydı. Fo/klor derlemelerinde kurallardan birisi de o yapıtı söyleyen kişileri saptamaktır. Ben, Andırın 'lı İbrahim İnekçi adında usta bir an/atıcıyı bulmuş, ondan Koröğlu, Mayı/ Bey, Han Mahmud ve öteki hikitye/eri yazıyordum. Bir de bunu kimde� öğrendin diye soruyordum. Hangi tarkülü hikti­ yeyi nerden derlediğini sorsam, ustam Vartan 'dan, diyordu. O, bütan destanlan bilir, çok ana varmış o sıralar, bütün Toros/an, Anadolu yu dolaşır tarküler, türkülü hikfıyeler söylermiş. Onu, benim a rzuha/ci ortağım Hacı Ali Çavuş da dinlemiş. Hacı Ali Çavuş ondan her zaman büyük hayranlıkla söz ederdi. O da ondan çok tarküler öğrenmiş. Hacı Ali Çavuş da çok güzel tarkil söyler, hikitye anlatırdı. Ünlü birçok halk şairimizin de Ermeni kökenli olduğunu biliyoruz. Ermeni/erin Osmanlı kültüründeki yerini de çoğumuz biliyoruz. Müzik 'ten yazın 'a, yazın 'dan bilim 'e kadar. Bu iki ulusun yaz yıllarca iç içe yaşamalan on ian bir kültar yakınlığına, alışveri§ine götarmaş. Bir Ermeni türküsana Türkçe Anadolu 'da duyabileceğimiz gibi, bir Türk tarkasünü de Erivan 'da duyabiliriz. Sait Faik sıcaklığı bir William Saroyan sıcaklığının tıpkısulır diyemezsem de aralannda biryakınlık olduğunu da her zaman söyleyebilirim. Kültar araştırmacıları bu iki kültür üstünde duru r/ar, geni§ araştırmalar yapa rlarsa çok ilginç bir kültür etkileşimi ile karşılaşabilirler. Özgün kaltarierin biribirlerini ezmeleri değil, biribirlerini zenginleştirme/eri· gibi çok olumlu bir du­ rumla karşılaşabiliriz. Ulusların, çağımızdan önce kültarlerinin biribirlerini kö­ re/tmek değil, biribirlerini zenginleştirdik/erini görürüz. Pars Tuğ/acı bu iki ulusun kültürlerinin yeniden birbirlerini zenginleştirme geleneğine bu çevirisi ile günümüzde ilk taşı koyuyor. Bu olumlu başlangıcm sürdürülmesi, her iki kültürün hiç olmazsa biribirinden haber/i olması bizim dileğimizdir.

Yaşar Kemal

12


A B . D. 'nin dünyaca ünlü ediplerinden William Saroyan'ın doğduğu Billis'i ziyareti sırasında Yaşar Kemal ile Istanbul Küçükçekmece Beyti Lokantasının yanındaki kahvehanede (May1s 1964) [Fot. Mehmet Biber}.


4

Tark ve Ermeni kaltara astane yaptığı çeşitli araştumalarla kendine haklı bir an sağlamış olan saym Pars Tuğlacı 'nm yeni yapıtı «Ermeni Edebiyatından Seçkiler», sanıyorum Id, danyada ve özellikle bizde aydmlann ilgisini bayük ölçade çekecektir. Doğu ve Batı Ermeni lehçesinin sözla veyazılı aran/eri, böyle der/i toplu olarak, Tark okurunun karşısına ilk kez çıkanldığı ve titiz bir seçme arana olduğu için, bu ilgi, özellikle iki Anadolu hallanm kaltar ilifkileri açısından yepyeni bir göraş boyutuna olanak sağlayacaktır. Mimarlık, mazik, tiyatro alanlannda unu­ tulmaz yeri olan değerli Ermeni sanatçılannın Osmanlı kaltara içindeki özgiin durumu topluma mal olmuş bir olaydır, bu sanatlar azerinde çalışan araştuma­ cılanmızın incelemelerine bayak ölçade konu olmuştur. Fakat, yazık ki, Ermeni şiiri ve edebiyatı azerindeki bilgilerimiz hiç de doyurucu bir dazeye varmış değildir. Oysa birarada yaşamış Tark ve Ermeni ozanlannın birbirlerinden etkilenmemif olabilecekleri savunulamaz sanıyorum. Bu gerçeğin özellikle Tark ve Ermeni halk şiiri için önemli ölçade geçerli olduğu rahatça söylenebilir. Örneğin, Ermeni aşuğlan ile Tark aşıklannın aranleri arasındaki ilifki konusu, coğrafya ve tarih ortaklığı gözönande tutulursa, sanabileceğimizden çok daha ilginç özsel benzer­ likleri ortaya çıkarabilecektir. Sayın Pars Tuğlacı 'nın yeni çalışmasmın, bu bakım­ dan, Anadolu kaltar ve edebiyatında yepyeni göraş ufuklannın açılmasınayardım­ cı olacağı inancındayım. Melih Cevdet Antlay 5

Elinizde bir seçki var, bir öyka seçkisi. Emıeni yazarlannın öykaleri bunlar. Ne anlatır öykaler? İnsanları. .. İnsan heryerde birbirine benzer. İç, dış danyalanyla yeryüzandeki milyonlarca insanın belli başlı duygulan daşanceleri temelde bayük bir değişme, farklılaşma göstermez. Tema 'lar, konular insan davranışlannı yan­ sıtan ögelerle doludur. İster Tark, ister Rus, ister Fransız, ister Ermeniyazsın. Bir yeryaza duyarlığı var. Bir de ulusal duyarlık deniliyor. Ben bu ulusal duyarlığı yeryüza duyarlığının birparçası sayıyorum. İnsandır başlıca konu. Hangi ulusun bireyi olursa olsun saygıya, sevgiye değer bir varlıktır. Yazın adamlan 'ulusal' olmaktan çok 'evrensel' çizgide bireryaratıculırlar. Öyle olmalıdırlar. Ben ulusal duyarlığın toplumlan köreesine bir bağnazlığa ittiğine inanınm. «Biz aynyu., biz herkesten üstünüz, biz btqkayız, ötekiler tqağı ırkıır, tqağı ulustur» inancı, ulusal duyarlığın savunulmasıyla başlar. Tarkler, Ermeni/er, Ruslar, Fran­ sızlar, İngilizler, Yunanlılar birey olarak aynı gerekserneleri duyan, aynı daşlerin içinde çırpınan, aynı amaçlar, özlem/er, duygulanmalarla yaşamını sardaren varlık/ardır. Tek aynlık, bu bireylerin yetişme, eğitim görme, danyayı, insanları, olaylan aniayıp yorumlama yetilerindedir. Alın bir zenci çocuğunu, alın bir Çin/i çocuğunu, bir ermeni ya da bir kızıl derili çocuğunu eş bir eğitim ve öğretimden geçirin, sonunda hepsinin yeryaza duyarlığı ile yazdığını, yarattığını göreceksiniz. 14


Bu Jt'fkidt·ki ı1ykala Ermmiyazarlcmn aran/ai. ama ht·pimizt• yakın Kf'iiyor. Nf'llm "! U/uJa/ duyKulanmalan, uluseli dana/eri, ilkd/ikleri aşabildiklerindm, bir danya insanı olmanın çizgisine ulaşabildiklerinden... Hepsinde yöre/ renkten, yöre/ duyarlıktan öte evrensel duyarlık var. Sanatyapıtının güca, sanatçının kendini dar daşance ve duygulardan kopanp, insanoğlunu yalnızca 'insan ' olarak görmesin­ dm. Bu seçkideki öyküler bana bu gerçeği bir kez daha anımsattı. OkıayAkhal

6

Böyle bir seçkinin yayınlanacağını i§itince ağzımdan ilkin bir §a§kınlık cam­ lesi dökülda: «Bugüne kadar niye yayınlanmaml§ ?» Sahi niye? Yazyıllardır içiçe ya§adığımız bu yurtta§lanmızın (Türkiye Ermeni/eri) veya on/ann ba§ka alkeler­ deki soyda§lannın yazınma kar§ı niye ilgisiz kalml§ız? Sonı ilkin kolayca savu§tunılacak türden gibi görünayor. Garca yazınını çok mu iyi biliyonız canım ? Ama ikisi aynı §ey değil. Kendimi yokluyonım, Ermeni sanatıyla ilgilenmem ne ölçade, hangi vesilelerle o/mu§? Yıl 1953 Enunım 'da Kirkor Şahaboğlu adında bir arkada§ım vardı. Birlikte tercamanlık yapıyor, aynı otelde kalcyorduk. Kirkor edebiyata sanata oldukça meraklcydı (İngiliz filolojisin­ de Halide Edib 'in öğrencisi o/mu§). Çok da güzel Ermeni tak/idi yapardı. Geli§ti­ remediği yeteneklerinden biri de mazikti Kirkor'un, sık sık Ermenice §ar/alar mınldanır, «Bak, sözleri ne kadar güzel» diye benim için Tarkçe ye çevirirdi Nakaratı «Bcingo, bcingo, bcingo» diye giden bir §arkı bugün de belleğimdedir. Çoğunlukla pasıoral §Ür/erdi. Sonra sonra ? Üç be§ yıl önce de lamanak gazef4Si yazarlanndan sayın Hagop Sıvasilyan 'dan istemi§tim, bana §Ür ve destan tatünden kimi Ermeni yapıtlannın Fransızca çevirilerini vermi§ti Hepsi bu. Yani pek az (hiçbir §ey dememek için). Bir Ermeni sanatçı kar§ımıza Amerikalı Willü.ım Saroyan veya Sovyet Haçaduryan olarak çıkacak ki onunla ilgilenelim. Klasik, çağda§ Emıeniyazınının önemli örneklerinin bugüne değin Tarkçe ye kazandınlmamasını sıradan bir ilgisiz/ik, ihmal diye kabul edelim, 1983 'de dazen­ lenen, yurt dl§ına da gönderilen Anadolu Uygarlıklan sergisinde Ermeni/ere ait tek bir yapıt yoktu. Bu ne mene bir unutkanlıktır? Bu adamlar Anadolu 'da hiç mi ya§amaml§larveya uygarlık diyebileceğimiz bir §eyleryaratmamqlar. Hele mimar­ lıkta? Olacak §ey değil. Van gölandeki Ağlarnar Adası 'ndaki kilise, Ani kenti yı/antı/an, bunlar bu topraklarda bir Ermeni uygarlığının kanıtlan değil mi? Bu tapınak/ann resimleri de asılsaydı Tarkiye 'nin saygınlığı mı eksi/irdi? (Sergideki bu yoksamayı kendi alanımda onarmak ister gibi 'Ben, Anadolu' adlı tek kadın için oyunlar dizisinde, Ağtamar Adası 'nda geçen ve bu adaya adını veren trajik tLJk öyküsünü bir sahne olarak yazdım. Eh, henimki de bir hakıma Anadolu uygarlıklannın sergilennıqi. Ve Ermeniler eksik değil!). Tarkiyede bugün gerçek lalltüran yanısıra bir de 'resmi kü/ıür' var. Tarla evhamler, kompleksler demek olan bu lalltara uygulamak için devlet kadro/anna kaltar zapliyeleri yerle§tirilmi§. Gan geçmiyor ki bunlann yeni marifetlerini i§ilmi15


ye/im. Anadolu uygarlıklanyla ilgili yeni bir TV dizisinin beş altı bölama yasak· /anmış. Sakınca/ı uygarlıklar arasında anık Urarlu da var. An� ll. yazyılda depremde yıkılmış bir Ermeni kent� Anadolu mimarlığınm seçkin örnekleriyle dolu. Bu kentin adı şimdj/erde 'İ'nin noktası atılarak, ANI'ya dönaştilrülmaş, anlayacağınız Ani 'Hatıra Kent ' olmuş. Ne dahice bir değişim değil mi? Ama ne çirkin! Tarkmenlerin kar astilnde kan kanyararken Kanleşme­ leri gibi olağanasta galanç. Ayıp oluyor beyler, «İ»nin noktasmı lutfen yerine koyun! Güngör Dilmen 1989

7

Dil, ateşi bulmasından da önde gelen, yarattığı en bayak buluşudur insanın. Eski ile yeni dillerin zengin çeşitliliği ise insanın hayran olunacak yaratma gaca­ nan sınır tanımadığını kanıtlar. Bu gerçek, atalarının yarattığı her değer gib� dillerin de korunması yaşatılması için gereken özeni, gösterme göreviniyakleryeni kuşaklara... Herbirimiz dilci olamayız elbet. Konuştuğumuz yazdığımız dilin ya da dillerin dışında insanlığın bu uçsuz bucaksız hazinelerine bir şeyler katmak elimizden gelmeyebilir. Nedir ki bu katkılarda bulunanlara saygı göstemıek, destek olmak elimizden ge/ebi/en, esirgemememiz gereken tek ortak tutumdur. Dr. Pars Tuğlııcı, tanıdığım bayak bir dilcimizdir. Mazik, tiyatro, dilbilim vb. alanlannda öteden beri kaltarümazde önemli yeri olan bir toplumdan geliyor. Tuğlacı, daha önce 160.000 sözeağa kapsayan bayak boy on ciltlik «Okyanus»u kazandırmıştı dilimize. Okyanus, dilimizin en kapsamlı ve kaynak nitelikli ilk etimolojik sözlağiidar. Her sözcağii, tanımı ve etimolojisinden başka, eski yeni söylenişleri, Fransızca, İngilizce, Osnıanlıca karşılıklan ile bir arada verir; aynca bilimsel terimleri Latince karşılıkları ile tanıtır, Tuğlacı 'nın, baıan girişimiere karşın TDK'nun bile gerçekleştiremediği bu hizmeti tek başına yerine getirmesi her zaman hayranlıkla anılacak, adını unuttumıayacak bir başaruiır. Tuğlacı, bu kez başlangıçtan ganamaze Ermeni edebiyalından alınmış ör­ neklerden bir seçki sunuyor bize. Bu edebiyatın en ilginç yanı, hemen her dönemde aynı topraklar azerinde geliştiği Tark Edebiyatı ile çok yakın ortak paralellikler göstemıesi, konularında, yaşama bakış açısında bir arada yaşamış olmanm yakınlığını korumuş o)masuiır. Bu özellik Ermeni/erin, birçok alanlardan başka edebiyat alanında da arettikleriyle, ulusal kaltarümazan bölanmez bir parçası olduğunu kanıtlıyor; batan iyi niyetli yurttaşlarımızı azen bilinen kin, sevgisizlik ortamı içinde, özlenen karşılıklı barış, sevgi, kardeşlik anlayışıyla batan/eşrnek umutlarını gaçlendiriyor. Tuğlacı 'yı bu olumlu hizmetinden dolayı bu yazınıla kutlayabilmek fırsatı beni sevindiriyor. Necati Cuma/ı 16


8

Küçük hikıiyede gözümü açanların başında WiUiam Saroyan gelir. Çehov 'u, Mauppassant 'ı, Gorki'yi, Steinbeck 'le Hemingway'i de severim, ama Saroyan, ht;psinden yalan olmuştur bana. Saroyan, Amerikalıdır elbet,· ne var ki, önce Aram Karaoğlanyan 'du, Erme­ nidir. Dr. Pars Tuğlııcı'nın derleyip dazenlediği «Ermeni Edebiyaıuulan Seç/cüer»e gelene dek Ermeni edebiyat adamı olarak bir Saroyan ·� tanıyordum. Fuat Köprü­ la 'nün o sözünü ettiği Arşak Çobanyan 'ın «Ermeni Alıklarvı>nı ise, ne görmeye yetişebildim, ne alıp okumaya. Mevlana ile Yunus 'un yaşadığı dönemlerde yaşa­ mış Erzincan/ı Konstantin ·fe, yine, Erzincan/ı Hovhannes'i, bir de Arap ve Fars tasavvuf şiirinin etkisini sürdüren Haçadur'u (Geçaretsi) da hlJla pek bilen, tanıyan yoktur sanıyorum. Pars Tuğlacı, «Ermeni Edebiyatından Seçkiler»le hem sisler puslar içinde kalmış bir geçmiş zaman edebiyatını karanlıktan aydınlığa çıkarıyor, hem de bu arada son derece olumlu bir görevi yerine getiriyor. Bu, aynı topraklar üstünde tek bir ulus gibi yaşamış, gelenek ve görenekieri birçok noktalarda kesiştirip, geçm�· ile gelecek kültüre ortak katkılan olmuş bir toplumun edebi kişiliğini bıze yeni baştan tanıtımıdır. Erzurum/u Movses 'i, Mesihi'yi, Sayat Nova 'yı, Mirza Can 'la Sarkis Zeki'yi okumak, hiç kuşku yok, bir keyiftir. Pars Tuğlacı 'yı, Ermeni halkından sanatçı olarak salt tiyatrocu/ar değil edebiyat adamlan da yetiştiğini kanılfadığı için bir güzel kutlamak gerek. Tank Dursun K.

Pars Tu{llacı. William Saroyan ile (Erivan, 1975) {Fot. Ara Güler}.

17


ÖN SÖZ il ve Edebiyatın, insaniann ve halkların birbirlerini kolayca anlayabil­

D rnelerini, anlaşabilrnelerini sağlayıcı en saygın ve etkin .araçlar olduğu­

na hiç şüphe yoktur. Dünya edib ve §airlerinin amaçları hep aynıdır. İnsanların mü§terek duygu ve dü§üncelerini, kendi bildikleri dillerle kaleme aldıkları §iir ve nesirlerinde açık bir biçimde yansıtmak. Onlar dogaya, her yönüyle insanı, doga-insan ili§kilerini, insanın insanla ili§kisini, insanın dogayla ve kendi benligiyle mücadelesini dile getirmi§lerdir. Bu bakımdan bir Ermeni §airin dü§ünce tarzı ile bir Türk §airin dܧünce tarzı arasında bir fark görülmez. Çünkü aslında her ikisinin de söyleyip yazdıkları aynı §eylerdir. Yalnız burada bilinmesi gereken tek konu, her iki §airin veya nasirin anlatım özelliklerinin kavranmasıdır. (<Ermeni Edebiyatından Seçkiler»i ortaya koymaya beni hevesiendiren de budur. Oldukça yogun ve yorucu tarih ara§tırmalarım sırasında, dinleornek ihti­ yacını duydugum zamanlarda, Dogu ve Batı Ermeni Edebiyatı -özellikle düz­ yazı- ustalarının seçme parçalarından çeviri yoluyla olu§turdugum bir demeti, ülkemiz insanları arasında Ermeni Edebiyatma ilgi duyacaklara yardımcı ol­ mak ülküsüyle sunmaya çalı§ tım. Düzyazı örneklerinin yanısıra birkaç ozanın §iirlerine de kitapta yer verdim. Bir zamanların Türk edib ve dü§ünürleri arasında Ermeni edebjyatına ilgi duyanlar olmu§tur. Bunların ba§ında Mehmed Emin, Abdullah Cevdet, Şaho­ beddin Süleyma n, Süleyman Nazif, Mehmed Süreyya Beyler ve Prof. Fuad Köprülü gibi isimler vardır. Günümüz Türk aydınları arasında da Ermeni edebiyatıyla ilgilenenler bulundugu gözlemleniyor. Nitekim eski kültür bakan­ Iarımızdan TalAt Halman (Bugün New York Üniversitesi Tark Edebiyatı Profe­ söra), §air ve yazar Melih Cevdet Anday, m izah yazarı Aziz Nesin, roman yazarı YB§Br Kemal, gazeteci ve yazar Oktay Akbal (Tarkiye Yazarlar Sendikası Baş­ kanı), §air ve yazar Necati Cumalı, oyun yazarı Güngör Dilmen, yazar Tank Dursun gibi aydın dostlarımın bu alandaki ki§isel görü§leri, bunun en açık bir kanıtıdır. Bundan yıllar önce, bu konudaki hazıriıgımı kendilerine açıkladıgımda, böyle bir yapıtın toplumumuza ve kütüphanelerimize yarar saglayacagı hususunda görü§ birligine varılmı§tı. Üstelik bu konudaki içten duygu ve dilijüncelerini içeren yazılarının kitabın uygun bir yerinde yer almasından mutluluk duyacaklarını belirtmi§lerdi. Ben de, onların bu yayınla ilgili duygu­ larını yansıtan «Göraş/e,..�ine kitabın baıj tarafında yer verdim. Bu seçkin ve degerli yurtta§larıma te§ekkürü bir borç bilirim. ,..,

Dr. Pars TUGLACI -


ERMENi DİLİ Studlen zurarmenlschen Geschlchte

rmenice, Hint-Avrupa dil aile-

E sinde, 38 harfli k özel alfabesiyle

bağımsız bir dal meydana getirmiştir. Hint-Avrupa dillerinin doguda bulunan son dallarından biri Ermeni­ cedir (yerli dilde: Hayeren). Ermeniler IllillL YOWEL BD ISPIBTIOI Khaldes'lerden birçok kelimeyi ödünç almı�lardır. Eyalet ve geni� ölçüde yer ll CLISSICIL IRMEIIII adlarının hemen hepsi Urartu köke�­ lidir. «Er», «ner», «iar» gibi Ortaçag'da BY çok kullanıldıkları halde modern Er­ JOHN A. C. GREPPIN menice'ye geçmi� sonekler yine Urartu kökeni ta�ır. Ermenice'nin Phrygien (Frikya dili) ile İli§kisi: Eski cografyacı ve ta­ rihçileri ile Bositonius (M.Ö. l yazyıl) Ermeniler, Araplar ve Suriyeliler ara­ sında dil, fiziksel yapı, örf ve adetler bakımından benzerlikler bulmu�lar­ dır. Etienne de Byzance (VI. yazyıl) Ermenice'yi Phrygien diline benzetir­ di. Phrygien dili hakkında elde bulu­ nan pek az bilgi, Ermenice'nin -eskilerin dedigi gibi-Phrygien'in bir �idi WIEN MECHITHAAISTEN-BUCHDRUCKEREI olduguna dair dü�ünceyi ne red ne de 1873 kabul etmeye yeterlidir. Dilcilerin Dü§ünceleri: Modern zamanlarda Lacrase (1661-1739) Er­ L-------....1 menice'yi Medes'lerin dili ile birle�tir­ John A.C.G Greppin'in.1973'te Viyana'da basılan mi�tir. Daha ba�kaları ise, derin ince·Kiasik frmenice'de lik Sesli Harf ve Soluklu lerneler sonucunda, onu Iran dilleri Çıkarma• adlı ingilizce eserinin baş sayfası. arasında tasnif etmi�lerdir. Böylece Bopp (1791-1867) yazdıgı Hint-Avrupa dilleri gramerinde ona ayrı bir yer vermi�tir. Peterman n (1801-1876) veWindischmann (1811-1861) Ermenice'yi Hint-Avrupa dilleri arasına koymu�tu�. Daha sonra, F. R. Müller (1823-1900), De La Zarte (1827-1894) ve daha ba�ka dilciler bu dü�ünceyi payla�arak ara�tırmalarını o yana dogru yönelttiler. Bu bilginler Ermenice'yi İran grupuna sokuyorlardı, çünkü İran yayiası Hint-Avrupalı milletierin be�igi sayılmaktay­ dı. )C lll

·

19


l liihschmann Kuramı: İ lk kez Ilühschmann Ermenice'nin Hint-Avrupa dilleri ailesinde bagımsız ve ayrı bir dil oldugunu kanıliadı ( 1875). Alman bilgini Ermenice'yi yabancı kelimelerden arındırdıktan sonra vakalizi ile AI­ yen dillerine degil de, Avrupa dillerine bagıandıgı sonucuna varmı§tır. Böylece bu dilin fonet ik ve morfoloj ik karakterlerini ortaya çıkarmı§tır. Hübsch­ mann'ın kurarnları dilcilerin büyük bir bölümü tarafı ndan kabul edilmi§tir. Ara§tırmalar günümüzde de sü rmektedir. Fonetik bakı mından Ermenice Slav-Litvanya ve A.Inavutça gruplarının arasında b i r yer i§gal eder. Ancak vakabuleri Elence ile göze çarpan benzerlik­ ler gösterir. Bundan da Ermeniler'in bir zamanlar Elenlerle birlikte Avrupa'da ya§adıkları anla§ılmaktadır. Buna göre Ermeni ce Avrupa dillerinin İran dalına ait d�gitdir. Ermenice ile İran dili arasında yakın bir ilgi yoktur. Bundan önce böyle bir ili§kinin var olu§u Ermenice çok sayıda İran asıllı kelimenin bulun­ masından ileri gelmi§tir. Ermeniler'in Khaldes İmparatorıugu'na göçünden sonra, Ermenice yeni gelenler kadar yerliterin de ana dili oldu. Ermeniler kendi dillerini Khaldes'­ lere empoze ettiler. V. yüzyılın yazarlarının bıraktıgı eserlerden anla§ılacagı gibi bu dil, yazının bulunu§undan sonra geli§memi§, daha eskilerden geli§mi§ olarak gelmi§tir. V. yüzyı ldan önceki tarihlerde halk tarafından olmasa bile sarayda, soylular ve ruhaniler arasında konu§uldugu dü§ünülebilir. V. yüzyılın ba§larından ba§layarak büyük bir geli§me gösterdi. Ermenice, Yunanca'dan, Latince'den, Asurca'dan ve özell ikle Farsca'dan pek çok kelime almı§tır. Daha sonraki devirlerde ise Arapça, Türkçe ve Fran­ sızca'dan Ermenice'ye bazı kelimeler girmi§tir. Bununla beraber Ermenice'nin kelime hazinesinde kökeni bilinmeyenterin oranı % 60'ın üstündedir. Erme­ nice Eski, Orta ve Yeni olmak üzere üç çaga ayrılır: Klasik Ermenice (yerli dilde: Krapar): Çok eski ise de, ilk yazılı anıtı (<<Kutsal Kitap» çevirisi) ancak V. yüzyıldan kalmadır; kendine özgü bir alfabesi vardır. Klasik edebiyat dilidir. A§agı yukarı VIII. yüzyıldan beri ancak bir kilise ve bilginler dili halinde ya§amaktadır. Orta Ermenice: XII. yüzyılda ba§lar ve XV. yüzyıla kadar devam eder. Kilikya-Ermeniye devleti belgeleriyle tanınmı§ olup ikinci bir ses degi§ikligine ugramı§tır. Yeni Ermenice (yerli dilde: Aşkharapar) : İki grupta toplanan çe§itli lehçe­ lerden meydana gelmi§tir. Dogu Ermenice (Ermenistan, İran, Hindistan ve Uzak Doğu) ve Batı Ermenice (Türkiye, Yakın Doğu, Avrupa, Afrika, Amerika ve Avustralya ya göç eden Ermeni/er). Dogu Ermenicesi Ermenistan Cumhuri­ yeti'nin resmi dili olarak kullanılmaktadır. Bu iki Ermenice gramer bakımın­ dan birbirinden çok farklı degildir. Her dilde oldugu gibi, Ermenice'de de lehçeler bulunmaktadır.

20


ERMENi YAZISI rmcni yazısı 4 1 2 yılında papaz Mesrob Maşdots tarafından birçok eski

E alfabeden yararlanılmak suretiyle 36 harften c.ı.1şan bir sistem olarak

türctilmiş, Kilikya Devleti devrinde "O" ve "F" işaretleri eklenmiştir. Alfa­ bedeki harf sırası ve harf adları Yunan alfabesinden uyarlanmıştır. Ermeniler kendi dillerinin geli§imi süresince Farsça'dan ödi;nç aldıkları ı 500 kök aracılıgıyla Cagad (alın), Baderazm (Savaıı ) ,Aşkharh (Dünya),Asbed (Şövalye),Nakharar {Bakan), Tas (Ders), Tıbir (Mugan n i),Aşagerd (Ögrenci), Vartabed, Va1jabed (Ogretmen), Tasdiarag (Egitimci), Tahlic (Bakanlar Kuru­ lu, kabine), Arnpar (Ambar, depo, ardiye), Abrank (Mal) vb. gibi 10 binden fazla kelime türetmi§lerdir. Aynı §ekilde Yunanca'dan 700 kök (Pem, Tadron, Meğeti, Balad, Yebisgobos, Gatoğigos, Badriark, Yegeğetsi, Ganon vb. ), Asurca'­ dan 200 kök (Kahana, Apeğa, Gatsa, Şığta, Karoz, Kura, Şuga, Khanut vb.) almı§lardır. Böylece ödiö"Ç alıp kendine mal ettigi ve özümledi�i köklerle Ermenice, güçlü ve zengin bir dil olarak geli§ebilmi§tir.

lll· .. .

II'IUIPirU

,.. ı'. r ı, t\ -.. .....

:ı1

.. 1'. ı·

c. "

Dr. N. Daı)avaryan'ın 1895"te Viyana'da basılan -Ermeni Harllerinin Doğuşu•adlı eserinin baş sayfası.

21


Ermeni harflerinin mucidi Aziz Masrob MaĹ&#x;dots [Gr_ Maggiottof-

22


u

ıı:

...I

f-----..------ ---"" u. ::J a:: ...

a:

s..., :::...

a: u.. Oa: 0<( z :ı:

"" ::> >::> <D

..... �:ı:

u.

w

w

-

p

p

E-

p. q.

w IIJ.

:ı:

q....

q.

b 9,

b

h

l-

ç

q_

1:; � �

q_

't..

't

d...

l. lu

'o"

4 ı..

� 'l. � tr iJ u ö n .!ı lll

9.

nu ol. s

r 8 l'Ci) of!

o St

'1-

'l-

1::;-

e. pd-

L

L

[!_

pfr

/u

lu

4

4 13

� �

c\

't"

w

:J Vl z :J w z ::; :J a: " w O

'::!

a p

kim

k V z

e

r-

ı

(soluklu)

i

ı:.

DECERI (BDII Ermenicesi)

pen

!..

L

OKUNUSU

veya

ayp

};

� d'ı.

lııRKC,:l

li von

k he

d za

ı kh

g en

g

ho

h

.)

ısa

-6

ce

'L lS J

rı_ G tf

J ez,

J G

J l

hi

L

ı._

ı.

�a

n

n

L

L

ı.

ça

ç

ı

t_

ı

çe

ç (soluklu)

Uf

Uf

'L 1

ı.

be ra

TL.

I'L

u

u

-

ıl

ıl

t

(' 9

p 9

L

L

r ' -

,

ı/r

.p

U'l

"'

f'

ğad

g

c

n

b

se

vev

V

T

d iyon

t

piyur

p

o

o

+

o

o

o

!f,

re

d

hiyun

ke fe

k (soluklu) f

Os manl ı lııı paraıorlıı gu'nda Arap harllerinin Yl' ıcrsizligini, ilk kez X VII. yüz­ yılda, Kıltip Çelebi �öyle orta­ ya koymu�tu: <<.Herkes onaylar ki maddel-i önın1nde dOJ..'fru ya­ zılmış bir kitap öJ..lrenenıenıiş­ tir>>. 1 862 yılında Münif 1•aşa bir konferansında harllerin düzel tilmesinden söz ctmi�ti. 1 869'da M u stafa Celaleddin Paşa, Türk dilinin yenilen­ mcsine ili§ki n olarak, Latin harflerinin kabulüne eğilimli olduğunu duyurmakla ka l­ mamı§, kızına Latin harfleriy­ le Türkçe mektuplar bile yaz­ mı§tı. Bir yıl sonra İran elçisi Melkum Ilan, bir yazısında, Müslüman ülkelerinin medc­ niyet yolunda geri kalmasını Arap harllerine bağlayarak, Latin harflerinin alınmasını bir kalkınma et keni olarak ü­ nermi§ti. Bundan sonra Latin harfleri Türk dü§ünürler ve yazarlar arasında yıllarca tar­ tı§ma konusu olmu§tU. Savu­ nuculardan Namık Kemal ve Hoca İbrahim Efendi ba§ta gelmektedir. O devirde, dilde yenilikten yana olan gençle­ rin önderi Rı fat Bey ve Macid Paşa, harflerin deği§mesi için gerekçede birle§iyorlardı. Sa­ de olan gerekçeleri §U nokta­ lar üzerinde toplanıyord u : <<Arap harflerinin yazılıp o­ kunnıası güç/ak göstemıekte­ dir. Soldan sağayazılan harfler daha hızlı yazılnıaktadır. Mil­ letin ilerlemesi eğitime bağlı­ dır. Bizim eğitimimizin geliş­ nıesi ise, bizim yazı ve inıla ile Ermeni Alfabesl.

23


olmaz». Macid Pa�a. bu gerekçeden sonra bir aralık Ermeni harflerinin alınmasından bile yana çıkmı�tı. Da­ ha sonra Rıfat Bey de Latin harfleri­ nin kabul edilmesini savunm�tu. Hoca İbrahim Efendi, Macid pa­ �a'nın Latin harflerinden yana olu�u­ nu el�tirmek için, bir aralık Ermeni harflerinden söz etmi� olmasını diline dotayarak �u soruları ortaya atmı�tı:

")r.ll .rr:ıNif'lll· <t·l•ı-.ı·Hı --;ı . • • r.r ·..;t•ll'l· "ı:ı•t•H'1:ıı ı;ı:ııı· lıl·.

·.l•u•ı;

�ı:;; ol"lll:'ı ı•ıu-Lı ı;ı:lı r ·ı-ı:ı·ıır.ıı ıwııın:ıı ,,nı•ııııoı:ıııu.ı·ııı.ıı

-

ı:n-uı·ı­

J

' "• ::ı - ı 5ı ::ı - ı9 ı ::ı ı

.

''" .... ,\l:"ı ı ı t!lı ı ı ı ın .;.t:._ l'l"l:.ıt•lı 1 1 1 -..:;ı:�ıııı:ııı:ı• 1-I'IM·Uiil:ll 111'1:

ı:ı ıııı:ı·ıı ırı·

<<Macid Paşa Ermeni harflerinin almmasmı bir aralık düşünmüş, sonra 11azgeçmiştir. Bu konuda ilk akla gelen şudur: Kur'anlan Ermeni harfleriyle mi yazacağız? Emıeni harfleriyle mi oku­ yacağız ?.. Arap/ann bize, Kur'an 'a ina­ ıı� �........,..ıjljıo.lo nan Müslüman topluluğuna bağlılığı -.; ı ıı ...;;rı: ı : hi ne olacak? O büyük bilginler vefazıl/ar ! yatağı olan kutsal memleketler ne ola­ Ermeni harllerinin icadının 1 500. ve Ermeni cak? Bunlar, Arap harfleri yerine Erme­ matbaac:ıl ı !) ı n ı n 400. � ıldönümü dolayısiyle ni harflerini almak hevesinde olan ca­ istıınbul'da 191 3'de yayınlanan «Dib u Dar» (Basım hil/ere, Allah /anet ey/esin demezler ve Yazı) adlı Ermenic:"' kitabın baş sayfası. mı.' ?». #

:

ı ı

·

ı•ı: ·��.l·

ı l ' ı.ı· - · ııuı·uı ıtoı 1

Hoca İbrahim Efendi'nin maksadı Latin harflerinin alınmasını önlemekı i. Macid Pa�a'nın bir yazısında geçen Ermeni harfleri deyi�ini, i�ine geldigi anlama alarak, din ve imanı da karı�tırıp Arap harflerini savunmak kolayına gidiyordu. �agı yukarı yüz yıl önce ba�layan bu harfler tartı�ması Cumhuriyet I dönemine kadar aynı tezlerin çarpı�ması suretinde sürüp gitmi�ti. ( J 1913 yılında Ermeni alfabesinin icad edili�inin 1 500. ve .Ermeni Matbaa­ cılıgının 400. yıldönümü bütün dünyada törenlerle kullandı. Istanbul'da Le�ki Tiyatrosu'nda parlak bir tören düzenlendi (12 Ekim 1 913). Tiyatronun içi ve dı�ı Osmanlı l'ayraklarıyla donatıldı. Çok büyük bir kalabalık vardı. Davetliler arasında bütün Ermeni aydınları ile birlikte Türk fikir ve devlet adamları ve diger gayrimüslim toplumların ve yabancı devletlerin temsilcileri bulunuyor­ du. Türk ileri gelenlerinden Mehmed Emin Bey (Yurdakul), Ehüzziya Tevfik, Abdullah Cevdet (Karlıdağ) Süleyman Nazif, Şahobeddin Süleyman, namdul­ lah Suhhi (Tanrıöver) gibi aydınlar ile Dahiliye Nazırı Ta lAt Bey töreni izleyenler arasına katıldılar. 150 ki�ilik Gomidas Korosu, zengin repertuarıyla törene renk kattı. Bu münasebetle gazeteci ve yazar Teotig tarafından, ilk Ermenice kitabın 1 5 1 2 yılında Venedik'te basılıp yayınlanı�ından itibaren Ermenilerde matbaacılık ve yazı sanat ının geli�mesini konu alan ve kronoloj ik bir düzen içinde seçkin örneklerle içeren «Dib u Dar» (Basım ve Yazı) adlı Ermenice kitap, V:· ve H. Der-Nersesyan Matbaası'nda hastınlarak yayınlandı: AY.rıca,� o tarihte Istanbul'da yayınlanmakta olan Türkçe günlük SERVET-I FU N U N gazetes inin 1 7 Ekim 1 9 1 3 tarihli sayısı nda, b ü t ü n d ü nyada düzenlenen söz konusu törenlerle ilgili �u geni� ve ilgi çekici haberin yer aldıgını görüyoruz:

24


�us ctrbri' ctf\f\Si' 1s oo UUbUB b t-

�ns.. n.. n-.. s..-.n't-rllfoıa-bn-.. 400 mr�ıns

4 L 2- 1 9 1 2 1 5 1 2- 1 9 1 2

Ay nı yıldönüm dolay ısiyle 1 9 1 3 1e istanbul'da yayınlanan diğer bir anı kitabının baş sayfası.

Ermeni Vatandaşlarımızın Şenlikleri

Ermeni vatandaşlanmız, bu hafta içinde, gerek İstanbul'da ve gerek memiJ­ Iik-i Osmaniyenin sair taraflarında ve Avrupa ve Amerika 'nın bulunduklan yerlerinde Ermeni hurufatının 1500. sene-i devriye-i icadı ve Ermenice huruf ile tabaatın 400. sene-i devriye-i ihdiisı münasebetiyle şenlikler icra etmi§ler ve Ermeni hurufatının mucid ve muhteri 'i olan ve cizzeden göril/üp takdis edilen Katoğikos Sahak ve rahib Mesrob namlarını kemal-i ihtiram ve ta 'zim ile yad ederek i 'la eylemişlerdir. 25


ır��rııı. ı.. ıı-ıı�ıı,.bııı.

4 n r ıı ı- "

SPUU'UloOUnfl.lil'rJ"l.t

'lll!llr +ıırııı bs�

••

ırnıı.o�u ıunrbtm

•· •• r-. r zl b lL'l.

.don'l•ıılno "1 If(ll oor lor b•· "ııtl ..J&-.t-•1- .r..... �oı.._ _aa_. �1::: (ol'•flo h•lf-abrl bo. ..-&.If • ltpr ........,.o..� lıl' J•"ll:• '"•!"":!••+ ı•t: nıiJnllg orloB•lttıB '-hb... o.fo, _.,lt•rbılo t: .... .._ ........ -ı- .......... �!'.... ,. . .....,..+ ...- P.nu·t , .....,..., , ._,_.., ......_'"" ı.• rnınr .... ..... -··· ı·fu.lilibrp h......... rP. ·ı•li ıulıi..r•Sil.ıı& · C rN.• ırurıını.ur1,

Hrand Gürc(!yan'ın modern Ermenıceye çevirdığı ve 1 9 1 J'te Istanbul'da yayınlanan «Mesrob ve Sahak» adındaki kitabın baş sayfası.

M i h ran T ab a k y a n ' ı n 1 9 q ' t e I s t a n b u l ' d a yayınlanan «Ermeni Harflerinin Icadi» adlı kitabının baş sayfası.

U U�Ull

••

IJbU r n "'

--

ll.lfl;f'l•'tiLJ.Illl IIOfllı(liLIL"IL't. ı_Nn,II.'J./'Illf/•'ı

-

li�lfll\. ··�·hi•

1914

V.M. Kürkçüyan'ın 1 9 1 4 'te istanbul'da yayınlanan «Sahak ve Mesrob adlı Ermenice kitabının baş sayfası.

Ermeni DUşününün Aydmlatlcllafl»

26


lf U � lf � S

--

��--

q. n r u fa'OifllU '1-lll'l,1161, ll'\Nl.Jıll6 tı oJılol.tıU04>1l8tı" -----

� � � ��-----

�wılbıCwKDLfiGWÜjl pwrqılwGbwL ıuGqq(ıw�wG pGwq(ırtG' lt!

lt!

if.

*

*

lf.

dwıfıııGw�w��g ouılwGbwGg fiıuılbrwc(uıı•plıwG uıbfl;G:

Thomas Cariyle'in «islamiyetin Peygamberi Muhammed• adlı eserinin 191 0'da istanbul'da basılan Ermenice tercümesinin baş sayfası.

Dahiliye Nazırı Tal'at Bey ve İstanbul Muhafızı Cemal Bey gibi zevat-ı muhtereme İstanbul'da tertib olunan merasime iştirak ve Ermeni vatandaşlan­ mızın hasait-i şükürgüzarane ve kadrdanilerini takdir ile, tekemmülat-ı fikriyele­ rine ve teaif-i irfanlanna vasıta olan icad-ı mühimmin hatırasını tebcilde vatan­ daşlarımızın hissiyatma iştirak eylemişlerdir. Defter-i Hakani Nazır-ı fazıl-ı muhteremi Mahmud Esad Efendi'nin Ermeni hurnfu hakkındaki makale-i vakıfanelerini bu nüshanın 591. sahifesine nakl ve dere etmiş olduğumuz gibi Sabah ser muha"ir-i muhteremi Diran Kelekyan Efendi'nin Ermeni hurof ve taba 'atma ve edebiyatma dair makale-i müdekkika­ nelerinden de birkaç fıkrasını bervecfıizikr iktibas ediyonız: 27


U.I'IIMı/,1111'1. !lfl/ıU.I'dfU.MI'I./ıl' ı. u n Bit UrJıı.blbU\ II�USJ.� Pli\IIUSiı'l.lrR�'bU\

H O"

lT b 'ı \o U P U \o n i\ U "D' Ul.l:f'tnsııır. uruıuounı.ıı.�oı•ı.ı�ır, s.rnan�;r

bt- s.nı-urııuLJonbr Ubıfııu�ıuG firw•wrıu�n• ��LG pwrbfiw&

t b r tı b' n tt ıa- tı tt t U D \ . U I H 'ıo 'tlorf WHil�ı.

UO.. SI> 'f.l'llSll"lo

wroo6nLp baufp

.._

'ttnrcı oı..

.WıbU\

'trıt�

1

! .lıl .ıl,,o . .... 11 ..,... .,ı ,,_, ••,,_.ı, ,j' .:ı.ıı,ı l.lır•·U""••'·

• J�' .,.ı,:. � �..:.,ı. �. "='"'' .�,... ,_, 1 �,.. ....�

•IUUJ• II

...

..,•.

Suıwq r • tr. HO'l.IL 4 1> 1Tlıll"lo

1 927

Z.N. taraf.ından Ermeniceye tercüme edilmiş olan ve 1 927'de Istanbul'da yayınlanan ·Bekri Mustafa» adlı kitabın baş sayfası.

e.

.fll� .

t.• su•

,.,._ ,, J;. ... .:..•'- � '"!.'

'l.•t"ı�-,.. ı:ıı.. tt_ t�.

�- • n l � u a.ua.•ıtor"a.'" .,.�"'"" ·-

Kevork Vartabed T_erzibaşyan 'ın ·Fuzuli Tefsiri» adlı 1 928'de Istanbul'da yayınlanan eserinin baş sayfası.

396-399 senelerinde memleketin lran himayesinde bulunan kısmında üçün­ cü Hüsrev icray-ı hükUmet etnıekde olup, Kato&'Tikos '/uk nıesned-i ruhanisi de nıasraniyetin Ernıeni/ernıeyanında intişarına hidnıetile iştihar etnıiş olan Kirkor­ 'un ahfadından Sahak namında gayet mükemmel tahsil görmüş bir zat tarafından ihraz o/unnıakda idi. Daron (Muş) Eya/eti dahilinde Haçekaç (Hatsegats) karyesi ahalisinden <<Maşdots» namında biri hidnıet-i askerfye ile saraya intisab etmiş ve ilnı-ü irfanı, bilhassa nıenıleketde kesret/e isti 'mal olunan Rum, Asuri, iran /isan/arına vukufu ile mazhar-ı teveccüh olarak askerfiği bırakub gayet nıulıinı bir nıesned olan saray kitabetine tayin olunmuş idi. Evrak-ı resmiyetinin milel-i saire hurufat ve belki /is ani/e yazılmasından ileri gelen Malıazfr (Maşdots)un bu hidnıetde iken calfb-i dikkat olduğu gibi, biraz sonra Ermeni/erin henüz Hıristiyanlığı kabul etmemiş olan kısmında neşr-i nas-

28


raniyt·t Kayesiyle k11toğigos Salwlt. wmftmlan .wrf olunan mesaiye iştirtık etmek üzere lıidmet-i kitabeti terkle sınıf-ı relıabine girmiş ve «Ko{:tan» kil 'asma gönde­ rilmesi üzerine, Emıeni /isanı ile mulıa"er kütüb-ü diniye bulunmadıkça teşebbü­ satında muvaffak olamayacağını bi-l-fiil anlamış ve binaenaleylı bu lisana malı­ sus lıun1fata olan ihtiyacı bir kat dalıa takdir eylemişdir. Bunun üzerine Katoğigos 'un nezdine avdetle bu babdaki mütaleatını beyan etmiş ve fikrinin isa �eti gerek reis-i nılıdni ve gerek diğer erkan-ı relıdbin taraftn­ dan tasvib o/unduğlı gibi keyfiyel Büsrev 'in vefatıyla müşarüileylıi istilı/af eden -ve maarifperverliği ile müştelıir olan- Vratnfabulı 'a beyan o/undukda, isabeli tasdik edildikten başka, Asuriye memalikinde Danyal namında bir Piskopos nezdinde Ermeni lıunıfatı mevcud olduğu lıaber verilerek bu lıunıfatın eelbine lüzum gösterilmişdir. Danyal'in nezdinde bu lıunı/{ilın ne suretle bulunduğu, müsta 'me/ o/ub olmadığı, müsta 'me/ değil ise niçin «E171U!ni HurufiUt» denildiği meçlıuldür. Ruh­ bdniyeti ilıraz etmesiyle beraber Mesrob namını almış olan Maşdots, bazı tilmiz/eri ile beraber, bizzat Danyal nezdine azimet ederek lıayli uğraşmış ise de yeni tetkikat ve tetebbüatı da birnetice-i müfuie vermediğinden, beraberince götardüğü tilmiza­ nının ikiden ma 'adasını bir kısmı Asuri, diğer kısmı Rum edebiyatını öğrenmek üzre, malıa/ü mekatibinden birine kayd etiirdikden sonra avdet eylemişdir. Mesrob Emıeni lıunıfatının ikmal-i nevakısı için uzun seyahatlar ilıtiyann­ dan sonra aradığını lıiçbir tarafda bu/madığından, ecnebi medeniyetlerinden ümi­ dini esmiş ve adeta kendisinde bir Jıa/et-i istiğrak Jıası/ o/muşdur. Ravi ralıib/eri burada m es 'e/eye. bir cilıet-i nılıaniye kanştınyorlar. Ek.rer alevamın bu gibi alıva­ linde görüle geldiği üzre, muvaffakiyeti fek-at-tabia bir kudretin müdahalesine lıaml ediyorlar. Mesrob 'un alem-i menamda esrarengiz bir dest taraftndan Kara­ taş üzerine bazı lıunıfyazdığını gördük, on/an hatırda tutduğunu ve Danyal'den öğrendiği lıunıfun nevakısı işte bu suretle ikmal olunduğunu beyan ey/iyorlar. Mumaileylı Rum milletinden Heropanos namında malıir bir hattatın mua­ veneti ileyeni lıunıfatın eşkalini ısldlıdan sonra Vağarşabad 'a avdet vepekparlak bir kabule mazlıar olmuştur. Hikayenin avamına ait olan kısmından sarf-ı nazar olunursa Ermeni lıunı­ fatının derece-i mükemmeliyeı-i hazırasına Mesrob 'un lıimmetiyle isa/ o/undıiğu anlaşılır. İlk Ermeni matbaasını, kendisine Meğabard yani «günalıkdr» unvanını veren Agob namında biri 1413 'de Venedik 'te tesis ve Ermeni lıunıfile dört kitab tab ' eylemişdir. Taba 'atın mucidi olan Güıenberg ilk eseri 1455 senesinde tab 'etmiş olduğuna göre, fenn-i cedidin Emıeniler tarafindan ilıdasından ancak elli sekiz sene sonra vuku ' bulduğu anlaşılıyor. Bir müddet pek malıdud bir miktlarda kitab tab ' edilmiş olup, ezcümle 1565 ve 1567yine Venedik'de ve 1584'de ve on yedinci asr-ı milad zarfında Lelıistan 'ın Lıvof şehriyle Roma ve Mi/an ve Paris'de bazı asar temsil edilmiş olduğunu görüyoruz. Onyedinci asr-ı milad'ın indasında Ka­ toğigos Srabyon lıurofat dökdürrnek ve kitap bastırmak için Avnıpa ya me 'murin-i malınısa göndermiştir; 1140 'da İran 'ın Yeniçuğa şehrinde te 'sis olunan matbaa neşriyata başlamış ve 1695 Amsterdam 'da tesis olunan Ermeni matbaasınıian Ermeni lisanı ile ilk lıarita tab olunnıuşdur. 29


1813 'de Venedik 'de &n Lazar adasında Mıhiıaryan yahud Mıhiıarittt nıa­ nastın te 'sis olunarak bir takını kütüb-ü mezhebiyeden başka matbu ' olarak ilk Ermeni lugatı vücuda getirilmiştir; 1 774 'de Mıhitarist rehabinin bir kısmı Vene­ dik 'deki manastırdan ayrılarak İnıparat�riçe Mari Terez'den aldıklan bazı imti­ yazatta şehr-i nıezkUrda kilin diğer Mıhiıarist nıanastır ve matbaa 'sını vücuda getimıişlerdir. Ernıenice hurnf-büyük ve küçük 1 İhtira 'ının 1500. sene-i devriyesi nümase­ betiyle/(1 7 Teşrin-i evvel 1329/30 Zilkade 1331, yıl: 23, S: 1 169,s.597).

Ermeni Hurufatı 25 ve 26 Ekim 1 9 1 3 tarihli günlük TAN İN gazetesinde bu konu ile ilgili ve <<Ermeni Hurnfatı» ba§lıklı §U yazılar yayınlanmı§tır: Ermeni harflerinin binbeşyüzüncü sene-i icadı ve Ernıenice tab 'ın dörtyüzün­ cü sene-i devriyesi nıünasabetiyle birtakını merasim yapılmaya karar verildiği nıa/Unıdur. Patrikhanenin tertip etti&'i umumi merasimden başkka hususi heyetler tarafından nıuhteliftezahüratta bulunulmaktadır.Evve/si gün Galata 'daki Erme­ ni nıektebinde bütün talebe ve nıualliminin ve birçok alıalinin iştiraki ile ilk tezahürat icra olunnıuşdur. Sanıatya nıektebi müdiri Haçik Efendi tarafından bir nutuk irad olunnıuş, opera Français muganni/erinden Arnıenak Efendi tarafın­ dan da /atif havalar teganni edilnıişdir. Merkezi Komite Mayans Belediye Reisine Ermeni tabaatinin dörtyüzüncü sene-i devriyesi nıünasebetiyle bütün Ermeni milleti nanıma Gütenberg'in kabrine bir çelenk vaz ' olunması hakkında bir telgrafnanıe keşide etmişdir. Bugün bu merasim şerefine Patrikhane ile bütün Ermeni nıekiıtibi Ermeni Bankasi vesair Emıeni nıüessesatı kapalı kalacakdır. Bu nıünasebetle ianat dercine de teşebbüs edilmiş ve ilk hatvede İprano!J)Ian Efendi ikiyüzelli ve Yervant Efendi yüzelli lira vemıişlerdir. Bugün Muradyan nıektebinde icra olunacak merasimden Cecizyan Efendi tarafindan bir nutuk söylenecekdir. Kumkapı 'daki nıuhtelifcenıiyetler Pat­ rikhanenin bulundu&'Tu mahalleye nıükkellef taklar yapmak içün teşebbüsat icra eylenıişlerdir. Gedikpaşa Janfar takımı bu taklar altında milli havası terennüm edeceklerdir. Yarın Kumkapı 'da vuku ' bulacak merasinı-i resnıiye içün Patrikha­ ne bütün vüzzara rical-i siyasiyeye hükunıetin nıühinı adamları ile matbuata davetnameler ısdar etmişdir. TANİN Gazetesi, No. 1 739, 24 Zilkade 1331, 12 Teş­ rin-i evve/ 1329 (25 ekim 1913) * * *

Ermeni vatandaşlarınıız dün büyük bir şenlik yaptılar. Vatandaşlarımızın haklı bir hiss-i iftihar ile te 'sid ettikleri bu şenlik nıünasebetiyle Ermeni harfleri ve tababeti hakkında bazı tafsiliıt-ı tarihiye vermeyi nıuvafık addediyornz. Söylediği-

30


mil ı•t•rhilt• tarilı-i imd ht·şind a.mn il dt•vrl'laim• tt•sadaft•da. /lu t•.ı-nada /�'rnımi nıilll'li nll�uhuh bir hissiyar içindt• yaşıyordu. Bir kısmı Iranlı/arın di�t·r ku-mı Bizan.ı- lnıparatorluKu 'nun idart•si altında idi. Bizans nüfuzu bir yandan Maltllya di�t·r tarafdan Enunmı 'a kadar devanı ediyordu. Ermeniler/e nıesklln bütün di�er nımıalik iranilerin elinde idi. Bütün bu esaret hayatına raKrtıen milletlerinin taakkıyat-ı maneviyesine şiddetli bir lüzunı hisseden Ermeni büyüklerinin bilhas­ sa okuyup yazmanın son derece nıüşkil olmasından neş 'et ettiğini biliyorlardı. işte Sen Mt•srob namında bir ruhani tarafından harflerin icadı bu zamana tesadüf eder. Yine bu zamanlarda Sen Greguvar 'ın nüfuz ve kudreti Sen Sahak 'a intikııl c_ylmıişdi. Sen Saltak Yunan ve irani Süryani lisanını pek güzel biliyordu. Aynı zamanda Divan -ı Şahide kiraber vazifesi görnıüşdü. Sen Sahak ve Sen Mt•srob milletlerinin noksanını pek güzel hissetti/er. Birkaç seneden beri Mezopotanıya Ermeni rahibi Mıgır Danyel Ermeni/ere mahsus harfler icadı içün sarf-ı nıt•sai ediyor ve bir noktaya kadar da muvaffak olmuş bulunuyordu. Fakat Danyel 'in lıurnfu nıühinı bir kusurn havi idi; saitlerin fıkdanı. Sen Mesrob bu noksanı izah· etmiş 413 senesinde harfleri ıslah ve saitler ilave etmişti. Sahak ve Mesrob 'dan sonra İncil Ernıeniaye tercüme edilmişdir ki Ermeni lisanının bir şaheseridir. Bu iki şahıs Ermeni nıeziyetinin vazı 'ları denıekdir. Sa hak 'ın kabri Muş civarında ve harabe halindedir. Aziz Mesrob 'un mezarı Prens Vahan tarafından inşa ve bila­ hare iknıal ve ıslah edilnıişdir. Tabaatın icadından ilk def'a isttfade eden kavim ­ lerden biri de Emıenilerdir. Bugün Ermeni tabaatının binbeşyüzonüçüncü seneden itibaren nıevcud olduğuna defaJet edecek vesaik vardır. Filhakika Agob namında biri Venedik 'te 1512-1513 de <<Barzadumar»ı basmıştır. Bugün bu adama ait rafsi/at nıejkuddur. Sonra yine Venedik 'de Tokad 'lı ve asil bir familyaya nıensub Apkar tabi ' oldu. 1 567 'de istanbul 'da oniki kadar eser de basdı. Garibi şudur ki Ermeniler /sfahan 'da 1642 'den beri nıatbaacılık/a iştigal ettikleri halde acemlerin tabaati antak 1838 'de başlanıışdır. Bilahare tedricf bir surette ilerlenıişler, bir aralık Marsi/ya 'da bir matbaa açmış/arsa da bu Sen Siyejin talebi üzerine Ondör­ düncü Lui tarafından kapattlnuşdır. Türk tabaati bir Macar 'lı tarafındanmenıle­ kelle tatbik o/unnıuş, bilahare Ermeniler bu hususda Türklere fevka/ 'ade hizmet­ ler etmiş ve etnıekde bulunmuş/ardır. Bugün yine onların içinde Türk humfatının ıslahı ile uğraşanlar nadir değildir. * * *

Bu sene-i devriyenin hatırasını te 'sid etmek masadı ile ianat dercine başlan­ dığmı da söylenıişdik. Buna Ermeni/erin nıeskUn olduğu heryerdefaaliyette devanı olunmaktadır. Rusya 'da şimdiye kadar bir milyon rublc_yi nıütecaviz para toplan­ nıışdır. ianat nıeteplere sarfo/unacakdır. Dün Kumkapı 'da, Sanıatya 'da, Feriköy Ermeni kilisesinde, Taksim Bahçesi 'nde muhtelifmerasim icra edilnıişdir. Mera­ sim bilhassa Ermeni Patrikhanesi ile kilisesini havi bulunan Kumkapı 'da nıutan­ tan bir surette cereyan etmişdir. Merasinıde Ermeni Milletinden birçok nıuteber zevat ile Meclis-i Umumi'nin azaları hazır bulunuyorlardı. İcra edilen ayin Şark 'da Ortodoks Htristiyanlar tarafından yapılan fevka/ 'ade büyük ayinlerin ikincisini teşkil etmektedir. Birinci fevka/ade büyük ayin evve/ce Rusya Çarı 'nın

31


merasinı-i tedviciyesinde icra edilnıişdi_ Merasime sefarethane/er tarafından bi­ rinci tercamanlar gönderildiği gibi hakılnıet narnma Dahiliye Nazırı Tal'at Beye­ fendi, Makam-ı Sadaret narnma masteşar Emin Beyefendi, Mahmud Esad Beye­ fendi, İstanbul Muhibleri Hey'et-i İdaresi narnma Mehnıed Ziya Beyler, Evkafve MaarifNezaretleri nam/anna da aynca birer zat isbat-ı vacud etmişlerdir. Mera­ sime saat 13.30 da nihayet verilmişdir. Dahiliye Nazın Tal'at Bey dan Ermeni Patriklıanesinde icra olunan Ermeni hurufatmm binbe[)'llzanca sene-i devriyesi merasiminde hazır bulunmuşdur. Er­ meni Patrik Kaymakamı dan Maşaranileyhi Bab-ıAli Sadaret Dairesi 'nde ziyaret eylemişdir.

Ermeni ce-Türkçe İlişkileri ve Ermenice'den Türkçe'ye Geçmiş Olan Kelimeler Dilbilim, bir dildeki kelimeleri ayrı ayrı inceleyerek o dilde bulunan yabancı unsurları, ba§ka dillerden o dile geçmi§ olan kelime ve deyimleri tespit eder ve böylece geçmi§ zamanlarda varlıkları bilinen halkların birbirleriyle olan temas ve ili§kileri,onların birbirleri üzerindeki etkilerini ortaya çıkarır. Bu tür incelemeler sonucudur ki dünyamızda, gerek tarihte ve gerekse tarih öncesi çaglarda, ba§ka ırklarla az çok karı§mamı§ veya onlardan etkilenmemi§ hiçbir ırkın mevcut olmadıgı belirlenmi§tir. Bu gerçek, halklar arasında top­ lumsal uyum, evrensel karde§lik kavramını a§ılamak açısından son derece ibret vericidir. Dilbilim ara§tırmaları sayesi nde, birbirlerinden uzak, yabancı veya d ü§man halklar birbirlerine yakla§ırlar, damarlarında aynı ataların kanını ta§ıdıklarını hissederler veya gcçmi§ zamanlarda birbirleriyle hısım oldukları­ nı, hatta karı§ıp akraba olduklarını anlarlar. Bu yararlı bilinçlilik, ırksal ayrılıkçılıgın bütün geçici dü§üncelerini, dil farkından dagan bütün anlamsız nefret duygularını silmeye yetecektir. Dilbili­ min verecegi bu tek bilinçlilik dersinin, yüzyıllardan beri binlerce vaizin, halkiara okuduklarından çok daha olumlu sonuç verecegi kanısındayım. Ermenice §üphesiz, genel karakteriyle, kelime hazinesiyle ve özellikle de grameriyle her§eyden önce bir Hint-Avrupa dili olmakla birlikte, son ara§tır­ malar, onda Sami, Ural-Altay veya Turani unsurlar da bulundugunu ortaya çıkarmı§tır. Ermenicenin Türkçeyle birkaç Çe§İt ili§kisi bulunmaktadır. 1 - Eski avamın kullandıgı Ermenicede ve günümüz Ermeni lehçelerinde birçok Türkçe kelime ve deyimiere rastlamak mümkündür. Bunlar Osmanlı egemenliginin ba§langıcından i tibaren bu dile girmi§ olanlardır. 2 - Buna kar§ ın son yüzyıllarda Türkçeye geçmi§ olup halen kullanılmakta olan Ermenice kelimelere de rastlıyoruz. Uzunca süre aynı toprakları payla§­ mı§ olan iki ko m§ U halkın birbirlerinden kelime alı§veri§inde bulunm u§ olma-

32


ları pek do�aldır. 1 Ermcnicc ve Tün,:cdc bazı bcnzc� kelimeler de vardır. Bunlar Arapı.;a ve llzellikle Farsı.;a gibi diger mü�tcrek kaynaklardan alınmadır. Örnc�in, Erm Jamanaf{, Türk. Zeman, zaman; Erm. Mom, Türk. Mum; Erm. Dakhdaf{, Türk. Tahw; Erm. Tak, Türk. Tae; Erm. Guyr, Türk. Kör; Erm. Rahan, Türk. Rehen; Erm. Sadana, Türk. Şeytan vb. 4 - Nihayet, Ermenice ve Türkçcdc bazı kıyaslanabilir benze� kelime ve deyimiere de rastlamak mümkün olabiliyor. Her iki dilin de yerlileri olma izlenimini veren bu kelime ve deyimierin Ermenice ve Türçcye nasıl girdikleri konusunda kesin bir karara varmak zordur. Bununla beraber bunların büyük bir ihtimalle Turani kökenli oldukları dü�ünülürse, tarih öncesi çaglarda Ermenileri n yabancı bir Turani halkla o lan ili�kileri sonucu bir ctkile�im söz konusu olabi lir. V. yüzyıldan beri Erınenicede kullanılagel mi� olan �u kelimeleri Türkçey­ le kıyaslayalım: Erm. Ayr, erig; aru, Türk. Er, erkek; Erm. Eş, Türk. Eşek; Erm. Yuğ, yeğ, Türk. Yağı Erm. Tom, Türk. Torun; Erm. Sokh, Türk. Soğan; Erm. Gurdzk; Türk. Göğüs; Erm. Gapariç, Türk. Kapak; Erm. Bacarel, bacarank, Türk. Becerme; Erm. Zank, Türk. Zang;, Erm. Khod, Türk. Ot; Erm. Pay/il, Poğpoğil, poğpoğun, Türk. Parlamak; Erm. Dırekh, Türk. Çarık, çarıkh; Erm. Kkhoy, Türk. Koyun; Erm. Horinel; Türk. Örmek; Erm. Çur, Türk. Su; Erm. Avağ, Türk. Vakh, vah; Erm. Turs, Türk. Dışarı, tışra; Erm. Gadu, Türk. Kedü, kedi; Erm. Geras, Türk. Kiraz; Erm. Dznod, Türk. Çene; Erm. Bayti/, Türk. Patlamak; Erm. Catil, Türk. Çatlamak; Erm. Sarsel, Türk. Sarsmak; Erm. Haçel, Tür. Havlamak; Erm. Zırai, zırınçal, zırınçün; Türk. Zırlamak, zırı/11; Erm. Tapel, Türk. Depmek; Erm. Boroçün, paraçün, borçuduk, bora/; Türk. Bağırışma, bağırmak vb. Yapııgım ara�ıırmalar sonucu Ermeniceden Türkçeye geçmi� olduklarını tespit edebildigim kelimeleri, her iki dille ilgilenen ve bu dilleri n yüzyıllar boyu geli�im evreleri ni ve birbirleriyle olan ili�kilerini, baglantılarını inceleyen aydı nlara, ilerideki çalı�malarına bir rehber olsun diye cetvel halinde sunuyo­ rum. TOrkçe

Kelimenin An lamı

Açıklamalar

Abril

Abrıl

Nisan

Abris Ab u� Acug Adam n Agan

Abris Abu� EcOg Adam Avgan, avkın

«Abnl geldi yetişti dudak yere yapıştı», «Sakın abnl beşinden, camızı ayınr eşindefl»

Yaşa! Akılsız, ahmak, budala = ab + u� Kasık Di�li ı. üsıo açık sarnıç; 2. P ın ar 3. Suyun, derelerin kenarlarında oydugu yer.

Ermenice

A

;

33


Ana c Ananukh Anasun

Agçik, ahçik A�r Egi�. eyi� Hagos, agos Akbın, ahrun Agun Ahır Alıc Anaç Annıkh Anason

Ander mınas Anidz

Andıra kalası Anız

Anison Anteg Ap+az Apegısıpeg Arasdag Areç(k) Aros �ra Avclug

Anasın Antık Apaz Apursıpur Arısdak Argaç Aras, haros �ra Avelik, evelik

Az kiç Aznavor

Azikiç Aznavur

Agçig Agçur, hogçur Agi� Agos Agp(n) Agun, agon Akhor Al oc

Kız Küllü su At� böcegi Sabanın açııgı iz, çizgi Salma su ile sulanan tarla Bugday unu Ahır Yaban elması Anaç Nane Hayvan dogurduktan sonra, yavrusunun arkasından dü�en kana benzeyen madde. Sahipsiz kalasın (beddua) Ekinin biçildiktcn sonra tarlada kalan köklü sap bölümü Anason Kül içinde gömülü ale� Ekmegi çevirmeye yarayan cihaz Abuksubuk Çatı Dokumalarda çozgü üzerine enliligine atılan ip. Sürülmemi� tarla Bugday Kuzukulagına benzer, yabani, e�imtrak, sarma sarılan bir çe�it ot. Biraz, az çok, azıcık, azboz, Asık yüzlü, sinirli, sert, ha�in, iriyarı

B Bar

Bar

Badic

Badiç, badıç

Badruyk Baduhan Baran Bardez Bızdig Boç-boçug Bu ts

Bedrik Badıfan Baran Bardız Hızdık Pöçüg Bus

El ele ıuıu�rak, halka �klinde oynanan bir milli oyun. Ye�il sebzelerin çiçekten hemen sonraki küçük hali Fitil Pencere 1 . Bagda ımça sırası; 2- Sapan izi. Bahçe Küçük Kuyruk, enkse Ferç, am

cag car

Örgü ignesi Çare

c

cag car

« Uçan laıştan

car

(Ya�r Kemal)

Cıci Cobod, Cırbod, Cüg, ceg

Cici Cirbitli Cıga

umuyordu»

Böcek, kurt Çapaklı Cıbrod Gelinierin ve genç kızların dügünlerde ba�larına süs olarak taktıkları parlak renkli tel veya ı uy.

34


ç Çıkhçakh Çeç Çcrmug Çırban, Cılban Çırhortan, cırton Çırgodem Çorltu Çrag(n)

Çakhçakh Çec Çermik Cılban Çorlu n Çıldırım Çortulu, çorlu li Cırnık

Hurdukha� Savrularak samanından ayrılmııı tahıl yıAinı Kapitea Burçak Çaglayan su teresi Şalgam lur�usu 1- Dar yol, palika; 2- Karatavuklan biraz büyük, benekli bir ku�

Dabar

Teber

Dabas, denl Dapan

Dabas Tapan

Tenekecilikle tenekeleri birbirine geçirmek için kullanılan bir araç. Kurde�n Tarlaya atılan tohumu örtrnek için gezdirilen, agaçtan gen� araç, sürgü. Ondört Pekmez kaynatılan, ekmek yogrulan legen İnek, öküz, kalır, e�ge verilen ad. Çocuk Bina saçagının dayanagı Alkı�

D

Dasnçors Dasnıçors Da� De�l Davar Davar Dıga Dıga Dzurasün, Crason Cırasın Dzapig Çapik, çepik, çaphın G

1 . Yü nden örülmü� kalın kilim; 2. Kaba kum�tan yapılmı� ceket, pallo, aba. Götürü pazarlık 1. Yoku�; 2- Geçit vermeyen dik ve sarp kayalar; 3- Dagların ve kayaların yarılmasıyla meydana gelen geçit, yol. Döven, dögen Su doldurmak için toprak kap Balta Bahçe ve tarla sulamak için açılan ince su yolu, ark. Çam,ardıç vb. agaçların ye�il yaprakları, sürgünleri. Kanca, çengelli iglerin ucundaki tel çengel Jargon Bugday ve arpa ölçmeye yarayan gaz tenekesi büyüklügünde tahtadan yapılmı� kap.

Gaba

Kebe

Gabal Gaban, geben

Gabal, gabala Gaban, geban, geben,

Gamn Gatalik Gatsin Gavar Gegev, psar Ger Gertas God

Gem Katilik Gasin Gavar, gever Pir Ger Gertas Kod

Glig, gulag GodOlj GOljgagar Gulig, gulay, goylag Guzik

Gılık KodOlj K�er,k�ker Külek

Mısır koçanı Kunduracı Tahta kova

Guz, guzi, güzük

Kambur

35


ll l ladig l lagaragort l lani dzo l lant l lcdzan Herg Hevhank

Hedig,hedik Hagaragort Hanzo Hant Hezan Herk, herik Hevenk

Him(k), himn Hodag, hodagkar Horovel Hog

Him Hodag Horavel, horova Hug

Bulgur Muhalif, kaf§ıt Budala, hırpo ı. Küçük bostan; 2. Yiyecek §ey; 3. Yer; 4. Sınır. Serek, seren Tarlayı sürüp topragı altüst etme. Bir ipe geçirilmi§ veya birbirine bagtan mı§ ya§ yemi§ bagı. Temel sıgır çobanı Çiftçilerin çift sürerken kar§ılıklı konu§ma ve �ka Çevresi çitle çevrilmi§ agıt

t�megu

�megu

E§ek arısı

Cacıg, cacık

ı. Ayran içine yufka kırıntıları atılarak yapılan yi­ yecek; 2. İlkbaharda tarlalarda biten ve yenilebilen otlar. Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse.

J Jajig, haceg

Jamagoç, jamgoç Çangöz, zangoç K Kamiç, kamots Kar Kar(u)gir Karman

Kemis, kemiç Gar Kargir Kirman, kirmen

Keran Khanut Kharazan Kharnikhurın Kha§il, khü§el Khav Khibar Khizar Khlink, khnnik Khop

Keran Hanot Harazan Kharmakhor Ha§il Hav Hıbar Khırzar, hızar Khınnek Hop

Khorig, khurig Khozan Khurts Kidz, khaz

Horik, hirik Hozan, hızan Khurc Kızık

Kom Kome§ Kordevor Krav Kur(n)

Köm, gom KömO§, camız Korzevil Grav, girav Kurna, kur

Süzgeç ı . Mezar; 2. Yatak yıgını. T3§tan yapılma 1. Elde yon egirmeye yarayan araç; 2. Sonbaharda biçilen oı, güz çimeni ı. Kalın tavan diregi; 2. Büyük agaç. Dakkan Kamçı Karmakarı§ Dögoımemi§ bulgur Yılanların ilkbaharda attıkları ince kabuk Ufak ta§, moloz Bıçkı Sümük 1 . Saban demiri; 2. Tarlaları sulamak için, tarla­ nın yüksekçe bir yerine yapılan havuz. Baca Tarla Çuval Nem sebebiyle çürümeye yüz tutmu§, kızı§mı§ tahıl. Agıı Manda Kara sabanda oku boyunduruga bagtayan parça. Rehin Sert, kuru toprak

36


Kurag Kutan

Kurak Kutan, koıan, köıen

Kcklik avını.la avcıların gizlcndiklcri yer. Sahıın, kara s<ılıan

L

Log Log, Logkar Log-dar, logdur Logdur Log-payd, logped Log keç

Log Log l3liına takılan iki kollu agaç Log l3liına takılan iki kollu agaç

M Mac Macgal Manana Manug Marak Maran Marıag

Mac, maç Maçkal Manana Manıg Marak Maran Mertek, derek

Mazman Meg Mısur Mı§Cig Modzag, mıjgug Mozi, mozig

Mazman(a) Mek Müsür Mu§Cik M ucu k Mozi, mozuk

Saban veya pullugun elle tutulan yeri Sabanı, pullugu yöneten (kimfe) Kudret helvası Pesig Kaygı Sebze ekilen tarla parçası, evlek. ı. Yapıların tavanlarında kullanılan kalın sırık, kalas; 2. Bir metreden uzun agaç. Mu ı af Bir Mısır Ekici, yeıi�ıirici, çifıçi Küçük böcek Bir, bir buçuk ya�ında dana

Neccar Nakhır Ni§C!n

Dülger, dogramacı, marangoz Hargclc, hergele ı. İıj<�reı; 2. Erkek adı.

Peg Pagaç Pakla, bakla Perever Pardıç

Havlu Bir çe�iı ıuzsuz, mayasız çörek bakla Üsde�k Fırının, tandırın içini temizlemekle kullanılan sopanın ucuna baglanmı� bez parçası Pazu, pazı Arı kovanı Semizotu Oluk Pirinç kuyu, çukur Çöp kalınıısı «Boku püsibü» ı. Alçı; 2. Ta�lı, serı toprak. Kümes, yuva

N Nacar Nakhir, nokhır Nı§CJn, nlj<ln p

Pag Pagarç Pagla Paravar, palavar Pardiç

Pazug Pezig, pazı Peıag Petek Pırpırem, perper Perperim Pograg Pöhrcnk Pirinç Prinıs, Prindz Pos Pös Psor, �ur Püsür Pur Pur Puyn, pon, pön Pin s

Sagur, sadur Sal, salakar

Satır Sal, saltalil

Pala Ahıra, avluya kaldırım yapmakta kullanılan 37


Sami, samik Sarnil, sammit Sanı, sand Sarpina, serpene Savan

Sami, samı Sam uı Send Serpene Savan

Sognag, Zogna

Zogna, zognak

ş

Şalag Şırvant, �n, �ü Şii Şi�g. �i�g Şivanag, �ivan Şogig, �gurt Ş urt

Şe le k Şiv Şii Şi� Şivan, Şogurt, Şorik, �ruı Ş urt

büyük yassı lalj Boyunduruk zelvesi Rezene Havan, soku Asma çardagı Renkli pamuk ipliginden el tezgahında doku nmu� lcilim, kalın yaygı. Kapının agaç sürgüsü.

Sırtta taııınan yük Cibre, üzüm çöpü ı. İnme, felç; 2. Kötürüm, saat Di�i uzu Yas, pus Salya Tencere veya kazan kenan, tandırın üst kıyısı.

T Tap Tar Tapan, tapan Tartag Tatig, Pıltag Tarag Torn, tar Tel Tello Tez

Tap Tar Tapan Terdeg Tetig, tetik Terek Torun Tel Dello Tez, tıç, çeç

Te �rora Tırtur, tartar Tsakhavel Tsav Tsuig, tsuik, Tsvik Tugı Tump, Lumb

Del �roro Tortor, tırtır Sahavel, sakavıl Sav Süik

Hız, hücum Tünek Tarla dınagı Karnı� Meme Çekmece Torun Lif Bar �rkısı Savrularak samanından ayrılmı� tahıl yıgını «Nisan yağar sap ohu, Mayıs yağar çeç olur». Şarkı, bar �rkısı Tırtıl ı. Çalı süpürgesi; :ı. Beceriksiz. Hastalık, agrı. Damın çevresi

Tu ht Tump

Kagıt

Ven k Vartuvar, mantıvar, mantıvar Varsagı Vay Arım

Manasıır Manilcrle kader çekme oyunu

Bend

V Van k Vartavar VarLsag Vay Vorm

Bir çe�it kayaba�ı (tarkü) Hayıf Çalıyla yapılmı� bahçe duvarı kullanılan bir araç.

38


y Yerli

Aruı ,arı ı , <lrı.l

Yegpayr

Ah bar

Me�c Wnıoro içinde yanmanıı� kalan tıı.lun çuhugu, marsık Erkek karde�

Zından Zodlamak

Zindan Eklemek

z Zıntan, zından Zoıel

'·�it)�eire.B•

Batıdaki Ermeni Dilbilim Çalışmaları ve Batıh Armenologlar Ermeni dilbilimi ögrenimi, tarihi Ermenistan'ın dı§ında, esasen Venedik ve Paris'te ba§ladı. XVIII. yüzyılın sonlarında Venedik'teki San Lazzara (Surp Gazar) Mıkhitarist (Mıkhitaryan) Manastırı'nda bu alanda önemli eserler basılarak yayınlandı. XIX. yüzyılda Viyana, Oxford, Londra, Petersburg, Mos­ kova gibi Avrupa'nın diger yerlerinde ve Kudüs, İstanbul, Tiflis ve Eçmiadzin gibi Ermeni nüfusunun yogun oldugu §ehirlerde Armenoloji merkezleri kurul­ du. Böylece Ermeni dili, edebiyatı ve tarihi, birbuçuk yüzyıldan fazla bir süre Ermenistan sınırları dı§ı nda incelenmi§ oldu. Bu dönemde özellikle Ermeni elyazmaları, adı geçen merkezlerde toplandı. Bu konudaki ba§lıca koleksiyon­ lar halen Kudüs Ermeni Patrikligi (yaklaşık 4 bin cilt), Venedik Su rp Gazar (St. Lazare) Kütüphanesi (yaklaşık 3 bin cilt), Lübnan'daki Zimmar Ermeni Ma­ nastırı (yaklaşık binbeş yüz cilt), AntiHas'taki Kilikya Gatogigostugu (Başpat­ rikliği) Kütüphanesi, Viyana Mıkhitarist Kongregasyonu (1300 cilt), İran'ın Yeni Çuga Ermeni Manastırı (yaklaşık bin cilt), Paris Bibliotheque Na tionale (Milli Kütüphane), Oxford BadJean Kütüphanesi, Londra British Library (Bri­ tanya Kütaphanesi), Roma Valikan Kütüphanesi, Los Angeles'daki California Üniversitesi (U.C.L.A. ) Kütüphanesinde ve Avrupa, Yakın Dogu, Amerika Birle§ik Devletleri'nde bulunan özel koleksiyonlarda saklı bulunmaktadır. Diaspora'da geleneksel olarak varlıklarını korumakta olan Armenoloji merkezlerinden Venedik, Viyana, Antilias ve Kudüs Manastırları, kültürel faaliyetlerini PAZMAVEB, HANTES AMSORYA, S İON ve HASG gibi bilimsel dergiler yayınlayarak sürdürmektedirler. Paris'te 1 920 yılından beri yayınlanmakta olan REVUE DES ETUDES ARMENIENNES adlı bilim dergisi, Ermeni dili, edebiyatı, tarihi ve sanatı hakkında çok degerli incelemeler içermektedir. Fransızca ve İngilizce makale­ lerden olu§an bu yayın, ünlü Gülbenkyan Vakfı tarafından finanse edilmekte­ dir. Ba§lıca Armenoloji merkezleri Fransa'da, Belçika'da, İngiltere'de, İ talya'­ da ve Almanya'da kurulmu§ olup bu ülkelerdeki belli ba§lı üniversi telerde Armenoloji kürsüleri faaliyetle bulunmaktadırlar. Geçmi§te oldugu gibi günümüzde de, dünyanın her yanında - Ermeni olmayıp çe§itli millellere mensup - çok sayıda aydınlar, Ermeni tarihi, dili ve kültürü ile ilgilenmekte ve bu alanda sayısız eserler üretmektedirler. 39


ii·

ll lf ll ll 'H 1'

ı n 4 S b U P. b r

ı :!j ')

u n �r F (�.u.R. n.r

Venedik St. l azare Manastırı nın aylık bilimsel yayın organı PAZMAVHI'in 1 898 tarihli bir sayısının kapağı

40


DO CTR I N A

DICTIO NA R I V M

..C PETRO P.AVL O , S.A CER D O TE eA.rmtno 1 vtrjA.

Supcr SJcr:ım Scripnıuın , & libruı IJivini OJ6cil Ecddiz Annenı: ı comttofinım iıcr

CHRI S T I ANA

LATIN O A R M EN V M

T..

D.. N.. E ..

pa "'' L•�P.�·•!I "- ly<.. J t' -.1.•�- ... ... � -�� .."!1 � ' ., 4..

,.,...

Superio111m Ptrmiffu

•Hristiyanlık ilkesi• adlı Latince kitabın

t 634 'te Paris 'te basılan Ermen ice tercümesinin baş sayfası.

1 7 1 5 ' t e R o m a ' d a b as ı l an •Latmc�Ermenicu baş sayfası

Sözluk·ün

f\ ll l l- ,._ 1• 1' 1'

oıı u s 4 b r u ııu r 'l-

:Id ' ll \. U ll G U Y

.ı-l·

RO M AE, Typis Sacrz Congr. de Propag.f.idc . M D C X C V.

L V T ET I A: P A R I S I O R V M , lmpaıfıs Socictaıi.s Typographicz, Librorum· Officii EccldiaA:ici 1 ıufiu Rcgis conllirurz.

'L 0 1'

"ı..

ll E

N O U VEAU

Z

REVll E DES ETU D E S

ll B

A R M E N IEN N E S

LUSIGNAN )fV 1': BI':N1'1ı:lfiii'TI. n. C'llllr.�, 1ı1

D ICTI O N N A I R E

('"Jo�.o•rı.

-

1. P._l MIU

n. ıııı:•cu:•, .ıo lıiiiAıl•ıı:ı. L ııo•ıı:n

.."I.Ioll.

ıni . O . DIJiılt!ll, A . DI:::P<l_ ._T IIOIIIıiQ. P PII:1'DIT, Jo. OII:JoiiA., P _ L I Iıl ll l l l

ı L L U S T R IÔ

FRA N Ç A I S-ARM E N I E N

ll

BaRHt.RIAN

Tomf' Deuıilanıe. Dl<:t:XIEMK RDJTION

I-Z LIDWAIIIıı: Jrtll'I'IUIII(;II: • • • ı PA.II (fw)

•.,...,.••. ,ı.. w •..

ı

ı

.,,11..111- f:ıotllll.ı&\o

. . .. � .

uno

Ku i don Lusinyan ın 1 9 1 O da i stanbul 'da basılan ·Resimli Fransızca-Ermenice Yeni Sözlük- ü n baş

1 9 20 d e n b e r ı Parıs te y a y ı n l a n m a k l a o loııı Fransı zca ·Ermeni Dil ve Tarih Araştırmal;ıtı Dergisi-nin 1 964 tarihli sayısının baş sayfası

saytas ı.

41


A m e r i k a ' l ı Ermeni armenolog P rof. Avedis Sanjian.

Amerika ' l ı Ermeni armenolog Prof. Richard Hovhannesyan.

İngiltere'nin en ünlü armenologu olarak bilinen dil ve tarih bilgini Pror. Charles Thouset, Oxford Üniversitesi'nde Caloust Gulbenkian Armenoloji

Kürsüsü'nün yöneticiligini yapmakta olup Ermeni dilbilimine ili�kin özellikle ctimolojiye ve tercümeye dayanan sayısız makaleler yayınlam ı� bulunmaktadır. Londra Üniversitesi Oricntal and African Studies (Doğu ve Afrika Araştırma­ ları) Bölümü'nün İngiliz okulunda faa liyette bulunan Pror. David M. Lange, son zamanlarda Ermeni tarihi ve edebiyatı hakkında bazı kitaplar yayınladı. Cambridge Üniversitesi'nde Pror. II.U. Paylin dilbilim çalı�malarını sürdür­ mcktc ve Sebastier Proke da Ermeni clyazmalarını inccl �yip bunların en eski kaynakları üzerinde bildiriler sunmaktadır. Manchester U niversitesi ögretim üyelerinden Pror. John Poil, Mangollar hakındaki bazı Ermeni kaynakları tercüme ctmi�tir. İ talya'nın çc�itli yerlerinde U. Pilardi, K. Carona, K. Poloni­ ez, R. Scarb, R. Solar ve M. Piscotti adlı dil bilginleri, Armcnoloji alanında birçok eser ü rctmi�lcrdir. Almanya ve Avusturya'nın çc�itli yerlerinde Arme­ noloji ile ilgilenen Paul Jungman, Bonnen, 11. Ehleter, E. K. Schmidt, D. Klaus, V. Pisani, E. Engberding, B. Grüger, C. Molitar, C. Asflack, V. Hecht, F. König, K. Pantman, Ç. Pieser, E. Neubauer, V. Tresler gibi bilim adamları bulunmaktadır. Batı Avrupa'nın diger ülkelerinde Armcnoloji alanında ara�­ tırmalar yapan M. F. Lages (Portekiz), Prof. Robert Codel (Cenevre/İsviçre•), Peder Louis Lloir gibi dil uzmanlarının adlarını zikrctmcdcn gcçcmcycccgiz. Dogu Avrupa armcnologlarının ise sürdürdükleri çalı�malar, büyük ölçüde, Polanya, Ukranya, Romanya ve Macaristan'daki Ermeni kolonilerinin orta asır dil ve tarih incelemesini kapsar. Bu alanda üreilikleri eserieric adlarını 42


duyurmu� olan bu yürcnin bilim adamlarından 1•n•f. K Taş kevlç (Lvm•kski Lenıbery:), Ga m lensk Potolskl (Lvov), Edvur Driurskl (Lvov), Edm u ud �ulsl (Macaristan), A. Pisovitsi (Polonya) gibi ki�ilcrin asıl i lgi alanına, bu kolonilcr

arasında XV. -XVII. yüzyı llarda olu�an Ermeni-Kıpçak, yani Ermeni harileric Kıpçak-Türk kaynaklar girmi�tir. Armcnolojik faaJiyel gösteren diger Dogu Avrupalı bi lginler ise �unlardır: Macaristan'dan T. Korpuli, S. Vasari ve L. Letadin, Çckoslovakya'dan L. Modalova, (Prag), Polanya'dan M. Zamskl, K. Roşko, E. Sluskiyekırzevska-Tükasova, Z. Operdivits, P. Kiparski ve Roman­ ya'dan V. Panadeanu, R. Çiokan-İ vanescu, S. Ulean, i. A. Popescu. Bun lardan R. Çiokan-İvancscu, Moldavya (Boğdan) Ermcnilcri, A. Popcscu ise Transil­ vanya (Erde/) Ermenilerinin halk gelenekleri hakkında eserler yayınladılar. Bu lgaristan'da, Sofya Üniversitesi Dogu Bilimleri (Şarkıyat) Enstitüsü'nde Erivan'lı Yctvart Selyan yönetiminde bir Armcnoloji kürsüsü kurulmu�t ur. Amerika Birle�ik Devletleri Massachusctts cyalcti'�c baglı Bostan �ehri ­ nin Cambridge ilçesinde 1 954 yılı nda kurulan Ermeni Ogrctim ve Ara�tırma Dcrncgi (H U.HI. ), daha sonra kurulan birçok Arm�noloji merkez ve kürsü­ lcri nin olu�masına temel oldu. 1 969'�a Harvard Univcrsitcsi'nde kurulan Armcnoloji kürsüsünün yöneticiligine Ingiliz Prof. Robert Thomson resmen atandı. Prof. Thomson, Krapar (klasik Ernıenice), Asurca ve diger klasik diller uzmanıdır. Bu kürsüdcn mezun olanlar Armcnoloji alanında Doktora payesini alabilmcktcdirlcr. H.U.H.I. yardımıyla 1 965'tc New York'un Columbia Üniversitesi'nde bir Armcnoloji kürsüsü resmen kuruldu. Prof. Nina Gursoyan ve asistanı K. Maksudyan yönetiminde süren çalı�malar sonucu ba�arılı ögrcncilerc Doktora payesi verilmektedir. Prof. Garsoyan Armcnoloji ve Bizantoloji uzmanıdır. Yine aynı yıl H.U.H.I.'nın aktif katkısıyla California'nın Los Angeles Üniver­ sitesi'nde (U.C.L.A. ), Prof. Avedis Sanjian yönetiminde bir Armcnoloji kürsü­ sü kuruldu. Ewclec Harvard Üniversitesi'nde Ermeni dili okutınanı olan Prof. Sanj ian, halen California Üniversitesi Orta Dogu Bölümü'nün genel yönetme­ ni olarak görevi ni sürdürmektedir. Prof. Richard G. IIovannisian (Ermenistan

Cumhuriyeti 'nin halen Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan Raffi Hovannisian­ 'ın babası) ise, günüm üzde Los Angeles'taki California Üniversitesi'nin Çag­

da� Ermeni Tarihi Kürsüsü Ba�kanı olarak görevini sürdürmektedir. Bu arada Pcnnsylvania Ünivcrsitcsi'ndc, Tcxas Üniversitesi ögrctim üyelerinden Prof. Vartan Krikorian yönetiminde sürekli bir Armcnoloji kürsüsü kuruldu. Gü­ ney Arncrika'da, Paraguay'ın Anunsion �chrindc tck ciddi çalı�malar P. Mc Dermod tarafından gerçcklc�tirilmcktcdir. Bunlardan ba�ka kudüs'teki İ brani Üniversitesi'nin Armcnoloji kürsüsü de Amerikalı Prof. Michael Stone tara­ fından yönetilmektedir. Ba�langıçtan günümüze Ermeni dilini ve kültürünü incelcmi� olup bu alanda birçok dcgcrli eser vcrmi� olan ünlü Alman, Fransız, Belçikalı ve İ ngi liz bilginierin bir listesini sunmayı, bu konuyla ilgilenenler için yararlı olacagını dü�ündüm.

Andreas Agolut (Emıeni dilini inceleyen ilk Alman do[,'Tu bilinıleri uzmanı, ölnı. 4 Kasını 1 704), Karl Friedrich Brugmann (Alman, 1849-191 9), P. Dilagar (Alman, ölnı. 21 Ekim 1827), Gertrude lletsel (Alman), Johannes llanuş

43


Pars Tuğlacı, i ngiliz armenolog Robert W. Thomson ile

(Harvard Üniversitesi Ermeni Araştırmaları Bölümü, Boston).

An Introduction to

The Teaching of Sailıt Gregory

Classical Annenian

An Early A nnenian Catechism

Robert W. Tbomson Masbtots Profeuor of ArmcııiBD Studies HIUWII'd Uniwnily

TRANSLATION AND COMMENTARY BY

Robert W. Thomson

HARVARD UNIVERSITY PRESS Cambridge, Massaclrusetts 1970 CARAVAN BOOKS DELMAP, NEW YORK

Robert W. Thomson'ın Ingilizeeye tercüme ettiği ve 1 970'te i stanbul'da yayınlanan ·Aziz Krikor'un Öğretimi. Erken Bir Ermenice ilmihali» a d l ı i ngilizce eserin baş sayfası.

Robert W. Thomson ' ı n 1 975 'te New York'ta yayınlanan •Klasik Ermenice 'ye Giriş» adlı i ngilizce eserinin baş sayfası.

44


(Alman, Mm. 16 Temmuz 1 HH7), Polonytı Ermmilerinin dili üzerine• bir inct'lmu·.ı·i yayınlanmıştır), l leinrich Ketzer (Alman, IH47 ?), l leinrich l l ilhschmonn (Alman, 1H48-1908), l lermann Ostho iT(Alman, 1847-1 909), Lagorde (Fran­ sız) , Paul Kreschmer (Alman, 1866-1956), Johannes Janssen (Alman, 18291891 ); Freidrich Müller (Alman, 1834-1898), Petermann (Alman, 1801-1876), Johann Schrüder (Alman, 1680-1 756), Friedrich von Spiegel (Alman, 18201905), Mari Brosset (Fransız, 1802-1880), Eugene Boree (Fransız, 1809-1878), Marie-Louise Chaumont (Fransız), Edouard Doulorie (Fransız, 1807-1881 ), Pierre du Four (Fransız, 1 749), Emile Benveniste (1902-), Marius Canard (Fransız), Victor Langlois (Fransız, 1829-1869), Simon Lourdee (Fransız 1 7291 799), Frederic Macler (Fransız 1869-1938!19ll 'de Paris 'deki Yaşayan Doh"fu Dilleri Enstitüsü 'nde Emıenice okuttu. 1 919'da Ch. Tilly, Antoine Meillet ve V. Berard ile birlikte Armenoloji Derneği 'ni kurdu. 1920'de kurduğU REVUE DES E TUDES ARMENIENNES dergisini A. Meillet ile 1 937'ye kadar yönetti. Amıe­ noloji alanında yayınlanmış JOO'e yakın eseri vardır); Antoine Meillct (Fransız, 1866-1936) , Jacques de Morgan (Fransız, 1857-1924), Saint-Martin (Fransız, 1 791-1832), K. Shreumph (Fransız, ölnı. 1892), Nicole Thierry (Fransız), Le Vaillant de Florival (Fransız; 23 Ağustos 1830 günü Paris Doğu Dilleri Okulu 'na Emıeni dili okutmanı olarak atanmıştır), Frederic Feydit (1908 -), Felix Neue (Belçikalı, 1816 - ?), S. Mallan (İngiliz, 1812 - ?), Josef Strzygowski (Polanya asıllı Avusturyalı, 1862-1941), Boris Piotrovski (Rus, 1908-1990); 1964yılından ölümüne kadar Petersburg Hermitage Müzesi 'nin Müdürlüğünü yaptı) vb .

.,r.,,Lir.tnl'lrl&\

� 1E � \E � Jlı. LP � ..........._... -4....,_... - ........_... .. .

.

• H.Srabion V. Eminyan'ın 1 853'te Viyana'da basılan Söz/ük·ün baş say1ası.

«ingilizc&-Ermenic&- Türkçe

45


ARlrEN IHCIIE H T U IH EN

H.

H C BSCIIMANN.

liRUN U:Wtıl=: n E R ARUNI�CHE� Jo:T niOLOGIIt ERSTER T H E I L

L'EIPZIG UH.l'l:K t!SU

Ermeni dılı ve lranı diller üzerine eserler vermış olan Alman dil bilgini Henrich Hübschmann ( 1 848 1 908)

\'t:JU,AU VUN

llMF.ITKOPF & IIARTJO:J

H. Hübschmanıı'ın 1 BB3'!e Leipzig ıe yayınlanan

·Ermeni Dili Araştırmalari• adlı Almanca eserinin bruı sayfası.

·Armenia

& The Near East• (Ermen istan ve Ortadoğu) adlı eserin d ü nyaca ü n l ü yazarı, Norveç 'li akademisyen Frid!jof Nansen.

Alman Doğu Dilleri, Edebiyatı ve Tarihi uzmanı Max Friedrich Müller (1 890) .

46


ESQUISSE BIHLIOT I I P.QUt

D I L 'ICOLI I U. T I O M A L I Dil LANGUII OIIIMTALIS \'IVANTII

G R A M M A I R E C O M PA R �: E o•

L'A R M E N I E N C LA S S I Q U E

CHRESTOMATHIE D F.

L'ARMENIEN MODERNE

PAR

A. M E I LLET

A VEC VOCABULAIRE

SECONOE EDITION EMTlEREMENT REMANIE.f!

P t: B L l t s Fototıoıc

MACLER

PARIS V I E N N E 1936 UlPRIJıl!RIE DU PP. Jıl!ICHITIIı\RISTD

LIBRAIRIE ORIENTAUSTE PAUL GEUTHNIR U, Ru• J.&cOII, (VI-) 1932

Antoıne Meıllet'nın 1 936'da Vıyana'da yayınianun

Fransız Doğu Dilleri uzmanı Prof. Frederic Macler'in 1 932'de Paris'te yayınlanan ·Modem frmenice'nin Klasik Yazarlanndan Seçme/er• adlı Fransızca eserinin baş sayfası.

«Klasik frmenice'nin Bir Karştlaşttrmalt Dilbilgisi Taslaği»

adlı Fransızca eserinin baş sayfası.

Antoine Meil let'nin Ermeni Alfabesi Hakkındaki Görüşleri Dünyaca ünlü Fransız dil bilgini ve Armenolog Prof. Antoine Meillet'nin Ermeni alfabesi hakkındaki duygu ve dü�üncelerinı içeren ve Kutsal Kitab'ın Ermenice'ye tercüme edili§inin 1500. yıldönümü dolayısiyle Paris'te düzenle­ nen törende okunan 29 Mart 1 936 tarihli ve «Ermeni Alfabesi Bir Şaheserdir» ba§lıklı d ikkkate deger mektubunu, Fransızca'dan tercüme ederek aydınlara sunuyorum:

«Ermeni/er, Yunan özgün yazı şeklini örnek alarak, kendileri için bir al(abe, edebi bir dil ve bir edebiyat olufturdular. Ermeni alfabesinin bir faheser oldu/tu bellidir. Ermeni sesbilim (fonetık) te/{lffuzlanndan her biri özel bır işaret/e belir­ tilmiştir ve sistem o denli iyi kumlmuştur ki, Ermeni milletine nihai bir sesbilim anlatımı sağlamış, bu anlatım, herhangi bir değişikliğe uğramadan, herhangi bir refomı geçirme gereği duymadan, günümüze kadar konınmuştur. Çünka başlan­ gıçtan beri müfemmeldi. Kutsal Kitabın mütercimi, aslı Yunanca olan özgün metni, kelime kelimesine, herhangi bir kayda_ değer cü_ml� d�fişikl�ğ! yapmadan, �aima ke_li"! e(erin sı�asın� koroyarak Ermenıceye çevırmıştır: Bu ltlbarla Ermenı mütercımının, bu ışlemı yaparken Yunan özgün yazı şeklini tamamen örnek aldığını söylemekte haklıyız. Bunun içindir ki Emıenistan, Yunan kelime hazinesinin bütün değerlerini yansıtan esnek bir edebi dile sahip oldu. Böylece zengin ve Yunancanın anlatabil­ diği her şry_i ı[ade edebilen bir Ermeni dili oluştu. Bu dı/in zenginliği ve esnekliği, Kutsal Kıtab 'ın tercüme edildiği günden beri, Ermeni Milleti için bir güç kaynağı olmuştur. Ermeni Milleti ona sadık kalmış olup bugüne kadfır öylesine bir icadın yıldönümünü kutlayarak, kendisini onur­ landımıaktadır ('l). 47


BIILIOIH�QU numm Dl U fO�DUIO�

\Gl�U�Ul D U H t U m

HIOfOS

cuoıım HUIUIH

HHHl�lüt

HANDBUCH DER ORIENTALISTIK

Ht'""::"'ı..rl:.B..:...5ouLD .

�Htur�nfftll

H. Po.oıooo, J.Gmnı�.H.�.H. K-.,J.B."""' I..omımnoı... mo-.. ....ı p v'"'

ETLDES DE Lmll iSTIOU

ERSTB ABTEILUNG D:RB NAH B UND D :R R UlTTLBRE

0(

(J

ıııı ı ı,uuııı ı r ın 11 t: \ l t us ARM E N I S C H E

ı RHHUI:H(S SI R U SnHU f:OMPU((

UND

0( L IRII1ı(\

UE U

COIPOII110�

ll

..

'

... .

l l

KAUKAS I S C H E S P RACHEN

HIUJn

t ... , , _ . , oı · F., BF.l\\'F.:\ISTE

l.ElDf.N/KOU\l B. J. BRlLL ' "'

b ..,.. , ,, Lımı .,. ltrır..ıl. l J 1. L, L"""'"'

Siebenter Band'ın 1 963'te Köl n ' de yayınlanan

Antoine Meillet'nin 1 962'de Lizbon'da yayınlanan ve Ermeni Filolojisi Araştırmaları• adlı Fransızca eserinin baş sayfası.

•Ermeni ve Kafkas Dilleri• adlı eserinin kapağı.

·Dilbilim

' b i U II l l'lı �UU'Ul,UUPU't,/1

.n� <!S ı,ııı Jt. ;b 'B IP \U''B � IHı TB� i.P' � JP lB� '��Jı

(.

n d n "' b u "ıı

b r

.ı. l\ ır n ı. u 1\ ı• 1\

ı

b ,. u ·ı. � 1\ � ıg2fi

·ı.

1\

'

b 11 1• �

NG 10

Prof. Hraçya Acary a n ' ı n 1 92 6 ' d a E rıva n ' d a yay ı n l anan ·Ermenice Etimoloji Sözlüğü• a d l ı eserinin baş sayfası.

yaparak •Ermeni Dili Etimoloji Sözlüğü•nÜ yazan dünyaca ünlü i stanbul'lu dilbilgini ve araştırmacı Prof. Hraçya Acaryan {1876- 1 9 1 3).

48


Pars Tuğlacı. urılu Fıus a r k eo l og u ve P eter s burg Hermıtage Muzesı Muduru Prof. Borıs (Petersburg, 1 976).

: ııl J L ı ı l n

f'ıutrovskı

ıle

ııı lı n ı U li lqqı

r

ruıırrra lll

.... ..

t<t 1flf'U!Jt.ı

..

l . l-

-

D i l ve t a r i h b i l g i n i ve E r m e n i stan B i l i m l e r Akademis i ' n i n i l k başkanı Hovsep Orbeli (1887-1961).

1 906 da Paris'te yayınlanan •Bitkiler ve Ermenico Ad/an• adlı kitabın baş sayfası.

49


LE!

LANGUB

UF.

L " f.UROPF.

ORIENTALE

ı ı ı -------

MANUEL DE

LANGUE ARMEN IENNE (Armenien occidenıal moderne)

FREDERIC FEYDIT lılt:ll ıll•t:

OIE:,.L· ACACit:lıiiiE

ClljiiLOIIılll:

011:

AIUit:ıı.ıt:ıı.ıı.t:

011

L'IECOlt: L<CifiiCIC

L A ...GUIU

DI

I T , f..lo.Uolll l

Ol'lti ..Tj�,LII

ll:l·lt:T'li'IIU

PARIS LIBRAIRIE C

KLINCKSIECK

1 948

Fransız armenolog Prof. Frederic Feydit Güler}.

P r o f . F re d e r i c F e y d i l ' n i n 1 9 4 8 ' d e P a r i s ' te yayınlanan •Ermeni Dilinin Kılavuzu. adlı kitabı'nın baş sayfası

[Fot. Ara

JOURNAL

Studlen ıur ormanisehen Geschlchte Xl

OF THE

COMSIDERATIOIIS SUR L'ALPHABET DE SAllll MESROP

SOCIETY FOA A A M N I A N STUDIES

Prnf. F. FEYDIT

Prof.Avedis Sanjian yönetiminde Los Angeles la y a y ı n l a n m a kla o l a n -Erm eni Dil ve Kültür Araştumalafi Dergisi• nin 1 987 tarihli sayısının kapağı.

Prof. F re d e r i c F e y d i t ' n i n 1 964 'te Viyana ' d a y ayınlanan .Aziz Masrob 'un Alfabesi Üzerinde Incelemeler• adlı eserinin baş sayfası.

50


ERMENi EDEBiYATI Ermeni Edebiyatı �u devrelerden olu�ur: 1 - Sözlü Mitolojik (Ejsanevi) ve Tarihi Edebiyat (M Ö. - M S. 305) A Ara Devre (Yabancı dille yazılan eser/er; 305 - 403) B. Sözlü Tarihi Edebiyat 2 - Yazılı Edebiyat (305 'ten ganamaze)

3 - Altın Çag (v. Yazyıl) A Asıl Altın Çag (403 - 450)

B. İkinci derecede mütcrcimler ve halefieri

4 - İ l k Gerileme Çagı (500 - 1 100) A Elenistik ekol (500 - 600) B. Bizans ve Arap egemenligi sırasında edebiyat (600 - 895) C. Pakradunilerin egemenligi sırasında edebiyat (895 - 1100) 5 - Gü mü� Çag (1 100 - 1200) A İki nci gerileme çagı (1200 - 1 700) 7 - Ermeni Edebiyatında Uyanı� (Rönesans ) Çagı (1 700 - 1850)

8 - Modern Edebiyat (1850'ten ganamaze) A. Geçi� devresi (1850 - 1890) B. Çagda� Devre (1890'ten ganamaze). ı

-

Sözlü Mitolojik (Efsanevi) ve Tarihi Edebiyat

Genellikle eski milletlerde oldugu gibi, Ermenilerde de edebiyat, milli mitolojik olayların, efsanelerin, özell ikle kahramanlık hikayelerinin agızdan agıza aniatılmasıyla ba�lamı�tır. Çok eskiden henüz yazının mevcut olmadıgı zamanlarda, köyden köye gezen �arkıcılar, meydanlarda, ziyafetlerde, dügün evlerinde, eski çagıarda söylenmi�, d uyulmu� kahramanlık hikayelerini dile getirmi�Ierdir. Halk bu tür �arkı-hikayelerden çok ho�Ianmı�, onları ezberle­ mi� ve gelecek nesillere emanet etmi�tir. Genellikle kahramanlık menkıbeleri olan bu hikayeler nesilden ncsile geçtigi gibi ülkeden ülkeye de geçerek, kimi durumlarda tamamen ulusal olmayan olaylar da Ermeni mitolojisine katılmı�­ tır. Yazılı olmadıklan için bu hikayeler, herkes tarafından begenildikleri gibi zamanla halk tarafından geni�letilerek büyütülmü�ler, bazen de tersine kısal­ tılıp küçültülm ü�lerdir. Yazısız edebiyatın bir böl ümünü olu�turan atasözleri, 51


Ermeni edebiyatında oldukça gen i� bir yer kaplar. Yazısız edebiyat ın üstadları sayılan kusan (Şarkıcı ozan) lar, sazlarıyla köyden köye, kcnııcn kente dola�ıp halka hem ho� vakit geçirim i�, hem de men kı belerin nesilden ncsilc geçmesine yardımcı olmu�Iardır. «lJork Anket> (Çi rkin Dork) efsanesi Ermeni mitoloji­ sinin en belirgin örneklerinden biridir. Dork, Haygaz'ın Bask torununun og­ ludur. Yüzü gülmcz, koca vücutlu, kaba, korkunç bir adam. Çirkinligindcn ötürü «Çirkin Dork» lakabıyla anılan bu adam, Kral Vagarşag tarafından Ermenistan'ın batı bölgelerine vali atana rak, kendisineve nesiine soyluluksanı verilm i�. Halkın, özellikle �ai r ve edipterin anlat ııgına göre, son dcreec güçlü, kuvvetli olan Dork, en serı kayaları bile elleri i lc parçalar, on lara istcdigi biçimleri vcrirmi�. Sonra da o kayaları rcndclcr, tırnakları ilc üzerlerinde resimler çizcrmi�. Bir defasında Pontos denizi kıyılarına yakın dü�man gemi­ lerine rastlamı�, saldırmı� onlara. Gemiler kıyıdan açı larak kaçmı�lar. Fakat Dork, koca kaya parçalarını yerinden söküp gemilerin arkasından fırlatmı�. Kayaların denize dü�crkcn çıkardıkları dalgalar dü�man gemi lcrini batırmı� ... Bu efsane Yunanlıların en ünlü �airlcrindcn Homer'in Siklop'unu, eski İran­ lıların Rüstcm'ini hatırlatır. Bu gibi ülkeden ülkeye geçen mitolojik hi kciyclc­ rin asıl kökeni çogunlukla bilinmcdigindcn, hangisinin hangi mi lletin asıl malı oldugu kesinlikle söylcncmcmcktcdir. Ermenilerde tarihi dönem ba�lad ıktan sonra, yazısız tarihi bir edebiyat ortaya çıkmı�, bunun sonucu olarak da kahramanlık mcnkıbclcri yerlerini tarihi romanlara bırakmı�lardır. Zamanla toplum ilerledikçe, zevkler incelmi�, sözlü cdcbiyaııa biyografi biçiminde aniatılmaya ba�lanan insanların ya�amı, isimsiz aza nlar tarafından �i ir haline getirilerek gelecek nesillere geçmek üzere agızdan agıza yayılması sagıanmı�ı ır. «Şanıiranı ve Güzel Ara» efsanesi bu tür edebiyaliand ır. Şamiram'ın <<honcuk»larına ait efsane tarihçiler tarafından hiç zikrcdilmcdigi halde, son zamanlara kadar Van'da agızdan agıza söylcncgcl­ mi�tir. Buna göre; Şamiram bir gün Deniz kenarında (Van Gölü) çocukların bir takım boncuklarla oynadıklarını görür. Boncukların sihirli olduklarını farkeder ve onları çocuların elinden alıp sa klar. Fakat yanından da hiç ayırmaz. Ve de bu boncuklar aracılıgıyla, Şamiram Ermeni gençlerini kendine çekip, onları ahlciksızlıga özcndirir. Namusuna çok dü�kün olan ihtiyar prenslerden biri, kraliçenin bu durumundan son dcreec üzüntü d uyarak, bir gün boncukları kapıp denize dogru kaçmaya koyulur. Kudurmu�çasına öfkeli Şamira m ihtiya­ rın pc�inc dü�cr, fakat ycti�cmcycccgini görünce, uzun saçlarını çözüp içine koca bir ta� ycrlc�t irir ve ta�ı ok gibi ihtiyarın arkasından fırlatır. Ta� Arda m cı yakınında bir çukura dü�üncc, Şamiram da öfke ve korkusundan ta� kesi lip kalır. İhtiyar ise boncukları Van Gölü'ne atar. Böylece Ermeni edebiyatında destanlar devrinin ba�ladıgı görülür. Eski­ den beri dcsıanlar, <<Ko&'itan» cyalctindcn çıkmı§ oldugundan, Ermeni edebiya­ tında bunlara <J<oğtan Türkü/eri» adı vcrilmi�tir. Kusan veya �arkıcı azanlara da ,J<oğtan şarkıcı/arı» dcnmi�tir. Şarkıcı azanların agızdan okudukları en tipik �ii rlerinden biri Arda�cs'lc Saıcnik'in a�k serüvenidir. Serüven �öyle scyrcdcr; Ar�aguni (Arsaklı) hanedanının en ünlü kralı olan II. Ardaşes, tahta geçtikten sonra, Hazar Denizi'nin Kuzey Batısında ya�ayan ve yagma maksadıyla yapt ık52


ları sür ekli akınlarla Erml�ni ülkesi halkı nı tedirgin etmektc olan Alan'Iarla sava­ �ır. Ermeniler d ü!jmanın pc!jinc dü�üıu:c, Alan'lar G ur Çayı'nın kar�ı kıyısına sıgı­ nıp orada karargah kurarlar. Dü�mana yc­ t i�cn Ardaııes de ordusunu Çayın güney kıyıları na ycrlc�tirir. Böylece artık iki dü!j­ man ordusunu birbirinden ayıran akarsu­ dan ba�ka bir �ey yoktur. Sava� sırasında Alan kralının ogıu Ermenikrc tutsak dü­ �cr. Bunun üzerine Kral, sürekli barı� ilan ve dcgcrli armaganlar vaad ederek sava�a son vermek isterse de Arda�cs bunu kabul etmez. O zaman, tutsagın kız kardc�i Çay kenarına gelip yüksek bir kayaya tırman­ dıktan sonra Arda�cs'in ordusuna �öyle seslenir; «Ey, yiğit Ardaşes, işte sana ses/e­ niyornnı. Gel red etmeyip babanıla anlaş ve kardeşimi azad ederek bana teslim ey/e. Ben, bu güzel gözlerinıle Alan kralının kuı­ yını». Arda�cs, güzel siyah kısragına atla­ yıp, altın sırmalı deri kayı�ını çıkarır ve hızlı uçan bir kartat gibi çayı geçip kayı�ını nazik kızın bel ine dolayıvererek onu ken­ di karargahına getirir. Sonra da, babasına Ermeni elsanevi edebi yatın sımgelerinden bolca <<Layka» (Kırmızı mc.;.in) ve altın 'i Satenik. verip, adı Satenik olan kızla hayatını birlc�tirir. Destan tarzındaki bu �iirc göre Sateni k, Arda�cs'c sadık kalmayarak, Kral Naibi A§tahak'ın soyundan olan Ej der dcn dogma Prens Arkavan'a a�ık olur. Satcnik, Arkavan'ın sevgisini kazanabilmek içi n geceleri onun yastıgının altında bir çc�it sihirli ot saklar. Maksadı onun karısı olmaktır. Arkavan, Arda�csi öldürmek amacıyla �ölcnc çagırır. Kralın ogulları ku�kulanırlar ve Arkavanı yakalayıp sakatını yolarlar. Arda�cs kızgın olarak Arda�ad kentine döner, asker göndererek Arkavan'ın bütün sütalesini kılıçtan gcçirtir. Arka­ van'ın sarayında bulunan bütün güzel kadıniarsa Arda�cs'in haremine gönde­ rilir. Halk tarafından çok sevilen ve sayılan kral Arda�cs, bir sefer sırasında yabancı bir ülkede öldügündc, kadınları, odalık ve cariyclcri, u�akları ve daha birçok ki�i int ihar eder, çünkü bunlardan hiçbiri ondan sonra hayatlarını sürdürmek istemez. Bu durum kar�ısında Ardavazt, sıkıntısından babasının naa�ına dönerek �öyle dcr; <<Sen gittin, bütün ülkeyi de beraberinde götürdün, Ben şimdi harabe/ere mi krallık edeceğim ?��. Bunun üzerine Arda�cs ba�ını kaldırıp ogıunu lanctlcr; <<Masis 'e doğru (Ararat-A&'Trı Dağı) ava çıktığında, yiğitler seni yakalayıp dağa kaldırsınlar. Orada kalıp gün ışı1,Tını göremez olasın». Gerçekten de Ardavazt bu ilcnmcdcn iki yıl sonra, bir gün Masis'in yamaçlarında avlanır­ kcn, atı i le birlikte uçuruma yuvarlanır. Yigitlcr onu hemen yakalayıp demir '

53


zincire vurduktan sonra bir magaraya kapatırlar. Ermeni yazısız edebiyatında, destanlar zamanla yerlerini masallara bırak­ mı§lardır. Destanlar §i ir biçiminde idi, masallar nesire dönü§tü. Masallarda da yer yer §iirsel §arkılar vard ı, fakat genellikle nesir oldugundan destandan farklıydılar. Bu arada, masalları halka anlatmak için eski <<Kusan»ların yerini bu kez <<Aşuğlal'>> aldı. Bunlar, keman veya çonkurdan ibaret olan çalgıları omuzlarında, köy köy dola§ırlar, serbestçe §ölenlere katılıp dügün evlerine girerler, her tarafta ilgi ve sevgi ile kar§ılanırlardı. Çevrelerini saran halk, agızlarından çıkan her söze inanır, en olmayacak §eyleri bile gerçek olarak kabul ederdi. �uglar bilgili, sözü sohbeti yerinde ozanlardı. Halktan duyduk­ larını sıraya koyup, sanatlıca tekrar halka sunarlardı. �ugların anlattıkları kimi zaman ahlaki, bazen komik, bazen a§ka dair, bazen de dramatik hikaye­ lerdi. Fakat her defasında günlük ya§amdan alınan konulardı: Çogu kez «boe­ ma» lar, hatta güldürüler de yer al ırdı a§ugların anlattıklarında. Vaspuragan'da (Van) anlatılan <<Salçunı Paşa>> serüveni Ermeni yazısız edebiyatının belirgin örneklerinden birid ir; okumayı çok seven, gece gündüz okuyup yerde ve gökte olan her §eyi ögrenmek isteyen bir delikanlı va rm ı§. Günün birinde bu delikanlı bütün kitaplarını toplayarak yola dü§er. Niyeti bir manastıra kapanıp dünya­ dan elini etegini çekmektir. Yolda yorulunca, yere uzanıp, kitaplarını ba§ına yastık eder ve uykuya dalar. Derin uykuda olan delikanlının ba§ına bir takım cinler toplanır. Bunlardan biri «Vunıp öldürelim» diye önerir. Bir ba§kası <<Kör edelim» der. Biri de «hiçbir şey yapmaya/ını» §eklinde konu§ur. Sonunda, cinlerden biri parlak bir dü§ünce i leri sürer: <<Salçum Paşa 'nın aşkını sokalım onun kalbine, yaşadığı sürece acı çeksin... >>. Salçum Pa§a, a§kın sembolüdür. Onun a§kına yakalanan aklını kaybeder, daglara d ü§er ... ogıan uykusundan uyanır, kitaplarını toplayarak güçlükle evine ula§ır ve annesine «Çabuk anacı­

ğını bizim keçiyi kurban edelim, Salçum Paşanın aşkıyla yanıp tutuşuyor kal­ birn » dcr. ogıanın annesi hayretler içinde, kim bu Salçum Pa§a acaba? Evin ...

keçisi neden kurban edi lsin? diye dü§ünür. Ve kızgınlıkla ogluna, manastıra girmekten neden caydıgını sorunca, sırılsıklam a§ık ogl;ın, annesine, a§kı tanı­ madıgı için bu §ekilde davranabildigini hatırlatarak, onu ögrenip denemesini ögütler. Annesi bunu kabul eder. Delikanlılar pe§ine dü§ünce, kadının kalbi karı§ır, eve geldiginde duyduklarını ogluna açıklar ve «�kın çok zor bir §ey oldugunu» söyler. Evin keçisini kurban edip, etini yoksullara dagıtır. Şimdi artık Salçum Pa§a gelip eviadını sevecektir. Ertesi gün oglan deli gibi sokaklara dü§er ve tesadüfen o kentin Pa§asının kızına ait penceresinin altında durup yanık bir sesle a§k §arkısını söyler. Adının Salçum Pa§a oldugu sonradan anla§ılan kız; §arkıyı duyunca ilkin §a§ırır, fakat sonra kendi de oglana gönül verir. Anası kızının bir Hıristiyan delikanlısına a§ık oldugu duyunca, Salçum Pa§a'ya zehir içirip onu öldürür. Kimse duymasın diye kızı götürüp gizlice gömerler. Fakat her nasılsa oglan d uyar olanları, kızın naa§ını mezardan çıkarıp, bir ke§i§in magarasına ta§ır. Orada, oglanın a§kından dagan sıcaklık­ tan mı, yoksa imanından mı, kız hayata döner. Fakat sarıtıp öpü§tükleri ve birbirlerine CO§kunlukla a§k sözleri fısıldadıkları anda, ikisi de dü§üp ölü rler. O sırada parlak bir ı§ık belirir magarada. Ke§i§, bir süre sonra magarasına 54


döndügünde iki sevgilinin illülcriylc kar�ıla�ır. Kaçmak ister fakat ( 'etırııll kar�ısına dikilip onu durdurur: «Korkma, Onltmn ölama tt·miz vt• kut.wldır. Ka/dır, Köm on/an. . . ». Kc�i� iki sevgitiyi aynı sandukaya koyup, bir (a�ın altınıı ycrlc�tirir. Magara ı�ıklar içindedir. Olay duyuldugunda, halk duaya gelir bu yenı türbcyc. Zamanla ziyaretler gelenek halini alır, çünkü mc;,r.ara gelenlerin duaları kabul olunursa muratlarına erecekleri söylenir. O;,r.an ların rcpcrtuarlarında bu tür birçok hikayeler yer almı�tır. Toplu­ mun a�ka, oyuna, dügünc, gurbctc, yasına, sapanına ve çcıjitli duyguların:ı hi tabeden li ri k veya ba�ka tür �iirlcr ozanlar aracıl ıgıyla nesilden ncsilc gcçmi�, bazıları hatta, günümüze kadar gclmi�tir. 2 - Yazılı

Edebiyat (305'den günümüze)

Çivi yazısı Sümcr-Akatların bulu�udur. yazı, onların yaraıııgı uygarlıkla birli kte ilkin Asur'a, oradan da İranlılar'a geçti. Daha son ra M.Ö. 900- 10()() yıllarında Ermcnistan'a da girdi. O zamanlar Asur dili herkesçe bilinmektc olup, küçük milletierin üst tabakalarının tümü çivi yazısını okumakta zorluk çckmcmi�lcrdir. Ku�kusuz Asur edebiyatı bütün Küçük A<>ya'ya (Anadolu) hatta daha da uzaklara yayılmı�tı. Pi�mi� topraktan (kil) yapılmı� tabakalarda yazılan bu yazılar Asur'un dı� ında ba�ka ülkelerde de muhtemelen ögretilmck­ tcydi. Bu ülkeler arasında Ermenistan'da da cdcbi yazılarla dolu kütüphaneler vardı. Nitekim Ermenistan'ın Urmiyc, Van ve Scvan gölleri çevresinde bulu­ nan bölüm lerinde ta�lara resmedilm i� sayısız çivi yazılarına rastlanmı�, Ara ra ı Dagı (Ağrı) ovasında Erivan sınırları içinde, Van Kalesinin üzerinde, kentin dolaylarında bu çc�it yazılar bulunmu�tur. Asur yazıllarından anla�ıldıgına göre sözü geçen Urmiyc, Van ve Scvan gölleri çevresinde kalabalık bir ırk ya�amı�tır. M. Ö . X. ve Xl. yüzyıllarda orada ya�amı� olan bu ırka Asurlular Nayiri veya Urarlu dcmi�lcrdir. Mila ltan bin yıl önce Urartular'ın merkezi Büyük Masis'in (Ağrı) etekleri olmu�tur. VIII. yüzyılın ortalarına dogru, bu merkez Van gölü çevresinde, o zamanlar Manna veya Dusbas (Tuşba) adını ta�ıyan bugünkü Van Kentinin bulundugu yere ta�ınmı�tı. Asur ve Babil'in yıkılı�ından sonra, o çevredeki bütün milletlerde güçlü İran Devleti'nin derin etkisi görüldü. İran'ın cgcmcnl igi altında bulunan Ermenistan da, onun dilini, yazılarını, dini inanı�larını ödünç aldı. O dcvirdc Küçü k Asya'nın güneyinde Fenike harfleri kullanılmaktaydı. kuzey'de ya�ayanlarla birlikte Ermcniler, Zent yazısın ı benimsedi. Milaltan 5-6 yüzyıl önce ba�layan İran uygarlıgı etkisi, M.S. IV. yüzyıla kadar sürdü. Hıristiyanlıgın dogu�uyla, Ermeni harflerinin icadından son ra, Ermenistan'da çok güçlü bir edebiyat akımı ba�göstcrdi, bu akımla İran'a ait olan her �ey aydınlıga kavu�tu. Ancak, Asur Devleti sınırla­ rından Ermcn istan'a giren Hıristiyan l ık'la birlikte Asur yazıları, M.S. VII. yüzyıla kadar Ermeni kiliselerinde kullanılarak, yer yer bütün dualar A<>ur diliyle yapıldı. MS. lll. yüzyılın sonlarından ba�layarak IV. yüzyılın ba�larına dogru Ermenistan'da dini n iteliktc önemli bir reform meydana geldi. Bu reform Ermeni dü�ünscl ve siyasal hayatını temelinden dcgi�tirdi. IV. yüzyılın ba�la­ rında Hıristiyanlık Ermenistan'ın resmi dini olarak ilan edilince, yeni dinin 55


ba�rahibi olan Krikor Lusavoriç, (Aydınlııııcı) , bu dini ülkede yayabilmek için Kral Dartad'dan görerek, O'nun aracıtıgıyla Putperest tapınakları askerlere yıktırdı, okullar açtı, manastırlar kurdu, ögrctmcnlcr yetiştirdi. Bugün elde bulunan ve o zamanlardan kalma ilk yazılı eser Krikor Lusavoriç'e atfedilen «1-lacakhabadum>> adını taşıya n bir vaaz kitabıdır. Bütünü ilc dini-ahlAki an­ lamlı yirmi üç vaazdan oluşan bu kitap, ilkin Yunanca olarak ve zamanın Yunan üslubuyla yazılmış olup sonradan Ermcoice'ye çevrilmiştir. Lusavoriç'lc başlayan bu yeni dini edebiyat, eski çagtarda söylenen aşk, kahramanlık vb. şiirlerinin yerini aldı. Yaklaşık bin yıl boyunca koca ciltlcr dolduran, şiirsel duatarla bezenmiş bu dini cscrlcr, estetik bakımdan eski Ermeni edebiyatının en güzel, ve de en tanınmış eserlerini oluşturur. Eserleri IV. yüzyı ldan bugüne gelmiş bulunan Ermeni-Romalı vakanüvis (Tarihçi) Agatankegos ilc Ermcni-Asuri vakanüvis Zenop K.lag (Ölm. 324) yaşadıkları yüzyıllardaki önemli olaylara ışık tutmaktadırlar. Bunlardan Kral Dırtad'ın kAtibi olan ilki, Hıristiyantıgın Ermenistan'a girişi hakkında ayrıntılı bilgi verir. İkincisi ise, Krikor Lusavoriç'in emriyle Onun biyografisini kaleme almıştır. Elen asıllı oldugu sanılan, IV. yüzyılın en ileri Ermeni yazarlarından biri ve en güçlü tarihçisi olarak bilinen Pavsdos P üzant'ın eseri, Ermenistan'ın 60 yıllık tarihini kapsar. Bu arada Arşaguni Haneda m'nın çöküşü, birbirini izleyen soysuztaşmış kralların gördükleri köt ü işler, kilise adamları nın entri­ kaları hakında ayrı ntılı bilgi vererek, komşu iki büyük devletin, Yunanistan'la İran'ın Ermcoisıanı aralarında nasıl paylaşııgını anlatır. 3

-

Altın Çag (V.: Yüzyıl)

M.S.IV. yüzyılın ikinci yarısında (373-383) Hıristiyanlık Ermenistan'da adamakıllı kökleşip halkın resmi dini haline geli nce, Gatoğigos (Başpatrik) Nerses, yurdun her yanında hastahanelcr, yctimhanclcr, yoksul evleri kurdur­ d u. Kimi tarihçilcrc göre Nerses'in kurdugu manastırların sayısı iki bini aşmış­ ll. Aslında din merkezleri n ilcliginde olan bu manastırlar, aynı zamanda sayısız ögrctmcnlcr yetiştiren egitim ve ögretim ocaklarıydı. M.S. 400 tarihinde Arşa­ guni (Arsaklı) hanedamndan kral Vramşabuh iş başına geldi. Vramşabuh, 2 1 yıllık hükümdartıgı sırasında yurdunu hem d ı ş düşmanlara, hem de iç kargaşa­ Iıkiara karşı korumasını bildi, gerek Bizanslı ların gerekse İranlıların güvenini kazanarak, onlarla dost gcçinmeyc çalı�tı. Bu arada Ermeni milleti, önemli bir sorunla karşı karşıya idi. Yüzyıllar boyu kendi öz yazılı dili olmayan Ermeni halkı, Asurça, Yunanca, Farsça yazıları kullanmak zorunda kalmıştı. Hele ülkenin içinde bulundugu güç siyasi koşullar, bir an önce, bir aifabc ilc dilin büt ünlcşmcsini zorunlu kılıyord u. Aksi halde, milletin egemenligini kaybedip, iki büyük komşu devlet, İranlılar ve Bizanslılarca özümlcnmcsi kaçınılmazdı. Tam bu sırada (M.S. 406), Mesrob Maşdots tarafından Ermeni harneri bulundu ve csascn birçok eski dilleri kendi yapısında toplamı§ olan Ermcnicc, yeni harflerle bütün zcnginligiylc ortaya çıkarak <<Krapar» adını aldı. Bunun üzerine Bizans yönet icilerinin, özellikle Papazları n, ülkenin Bizans kesi minde 56


giri�ı i k lcri, yeni dili kova layıp ct.ınc çabaları bo�a giııi ve V. yüzyılda Ermeni edebiya li <<Altın ÇtıK/))nı ya�ad ı. Mcsrob Ma�doıs'dan sonra, ülke­ de kültür sadece din yoluyla gcli�ip mistik bir hal aldı. Bütün yazarlar, l�g­ reımcnlcr din adamlarından çıkıyord u. Bütün edebi cscrlcr, hatta felsefe ve mantık, dini veya metafizik niteliktey­ di. Günümüze gclmi� en eski cl yazma­ sı Ermcnicc kitap, halen Lazaryan 0kulu'nun Kütüphanesinde bul unan in­ dldir (M.S. 887). Halen Dünyanın çc­ !}itli müzc ve kütüphanelerinde bulu­ nan binlerce Ermcnicc cl yazması ki­ taplar, V.-XIV. yüzyıllarda ya�amı� o­ lan yazar ve kopyacıların eseridir. Er­ meni edebiyatının altın çagında ycti�­ mi� dcgcrli yazarlar �unlardır: Mesrob Ma�dots (360-440), Gorün, Yeznig Goaıpatsi, Sahak llartev (355-438), Ta­ vit Anhağt, Yeği§e, G azar Parbetsi, Movses Khorenatsi. Yakla�ık 60 yıl ya­

�amı� olan Ycgi�e (ölm. 480), <<Prens Vartan ve Avarayr Muharebesi» adlı e­ serinde, put pcrcstligc dönmek istemeyen Ermcnilcrin iranlılara kar�ı sürdür­ dükleri çetin dircni� sava�larını anlatır. Ga1.ar Parbctsi, <<Ermeni Tarihi» adlı escrinde yakla�ık yüzyıl içinde (384-485) ccrcyan eden siyasi olaylardan söz ederek, ü lkenin İranlılarla Bizanslılar arasında bölün ü�ündcn ba�layarak (390) , Prens Vahan'ın hükümdarlıgına kadar (485) olan süreyi anlatır. Doksan yıl ya�amı� olup eski Ermeni tarihçilerinin en büyügü olan Movscs Khorcnatsi (390-480) ise, «Ermenistan Tarihi)) adlı eserinde, ba�langıçtan kendi ya�adıgı devre kadar Ermeni tarihini bütün ayrı ntılarıyla ve yüksek edebi bir dille verir. Mcsrob Ma�dots'un ycgeni olup ögrenimini tamamlaması için, 1.amanın kültür merkezleri olan Antiokhcia (Antakya), nizantinn (Konstantiniye, İstanbul) , İskenderiye, Atina ve Roma �chirlcrinc gönderilen Khorcnatsi'nin bu eseri, klasik Ermeni edebiyatı kalıntılarının en ünlüsü ve en öncmlisidir. Mavses

Khorenatsi [VMMK].

4 - İ lk Gerileme çaaıı (500-1100)

VI. Yüzyıl

V. Yüzyılın ikinci yarısında Ermeniler Hıristiyanlık adına putperest İran­ lılar'la ölüm kalım sava�ındaykcn, Bizans'ta Elen ve Romalı din adamları anlamsız dini tartı�malara dalmı�tı. Bu arada, Bizans'ta düzenlenen din kong­ relerinde alınan kararlar Ermcnilcrc de zorla kabul ettirilmeye kalkı�ılınca, iki 57


kilisenin arası açıldı ve Ermeniler İ ranltiara yönetmeyi tercih ett iler. Siyasi bakımdan Ermeniterin aleyhinde olarak seyreden bu geli§meyle Ermeni kültür ve edebiyatı tam iki yüzyıl duraklama kaydetti. VII. -X. Yüzyillar VII. yüzyılın ba§ından X. yüzyılın ba§ına kadar, ardı arası kesilmeden sürüp giden İran-Bizans, Arap-İran, Arap-Bizans ve Selçuk-Bizans sava§larına sahne olan Ermenistan toprakları kana boyanıp harabeler yıgınına döndü. Arapların Ermenistan'a tamamen egemen bulundukları bu süre içinde, Erme­ niler ilk kez dini inanı§larında özgür b ı rakıldılar. Buna kar§ın, ayaklanmaları önlemek amacıyla Araplar Ermeni prensliklerini ortadan kaldırmaya çalı§tılar, çok agır vergilerle halkı açlık ve yoksulluga ugrattılar. Bu durum üç yüzyıl sürünce, dogaı olarak toplumda ne sanat ne de edebiyat a§kı kaldı. Nitekim bu dönemde hiçbir önemli yaıar veya eser kaydına rastlanmaz. X. yüzyılda, bütün diren melere ragmen, Ermeni edebiyatının kısmen Arapçanın et kisi altında kaldıgı görülür. Dogu'nun §i§irme üslubu, kelime kalabalıgı, girift, zor anla§ılır cümleler göze çarpar yazarların eserlerinde ve özellikle resmi yazı§malarda. Böylece, <<Altın Çağ» ın güzel, sade ve akıcı dili gittikçe benligini kaybedip, ilkin Bizansın, son ra Arapların daha sonra da Tatarların ve Latinterin kelime ve deyimleriyle §i§er. X. Yüzyil X. Yüzyılın en ünlü tarihçisi olan Stepanos Asogik, yazdıgı üç bölümlük

<<Dünya Tarihi» nde, İnsanlık tarihinin ba§langıcından Halife Ilarun-ür-Re§id'e kadar bütün olaylara belgesel olarak yer verir. Bu eser, bütün dünya tarih ara§tırmacıları için yüzyıllar boyu güvenilir bir kaynak olu§turmu§tur. Aynı yüzyılın tarihçileri arasında, Ermeni ve Gürcü kiliselerinin ayrılı§ı üzerine bir tarih kitabı yazmı§ olan Uhdanes'in özel bir yeri vardır.

XI. Yüzyıl Xl. Yüzyılda, Araplardan sonra küçük Asya'ya akın eden Tatarlar, Erme­ nistan'ın her yanını yakıp yıktılar, manastırları, okulları, kitap ve kütüphane­ leri yok ettiler. Fakat gene de, VII-XVII. yüzyıllar arasında, sayıları pek çok olmamakla beraber, bu ülkede fizik ve matematik bilgini Anania Şiragatsi (ölm. 670), tarihçiler Segpos, Movses G agankatovetsi, G evont Yerets, Gatogi­ gos (Başpatrik) Ilovhannes, Torna Ardzruni, Istepanos Asogig, Arisdakes Lasdivertsi, Uhdanes, mistik ozan Krikor Naregatsi (950-1010), bilgin ve filozof Krikor Makistros (990-1058), vb. önemli ki§ iter yeti§ti. Ermeni Pakra­

duni hanedamndan segpos <<Herakleios 'un İranlılarla yaptığı Savaşın Tarihi» adlı 3 cilt lik eserinde, Dogu Roma imparatoru II. l lerakleios'un İran Şahı II. I losrora (531-578) kar§ı yaptıgı sava§ları, Arapların Ermenistan'a, İran'a ve Bizans İmparatorıugu'na yaptıgı akınları anlatır. Movses Gaganka t ova t i, 3 ciltlik <<Afganistan Tarihi»ni kaleme almı§tır. 58


(icvont Ycrcts kitabında, Arapların güçlcnip bütün dünyaya hakim ol ­ duklarını, Şam'ı halifcligin merkezi yaptıklarını ve i�gal cil ikieri Ermenistan topraklarında (661) uyguladıkları vah�cti bctimlcr. Bu arada Bi7.oınslıların, Araplardan uzakla§ıp kendi taraflarını tutmaları için Ermcnilcrlc giri�tiklcri igrcnç pa7.arlıkları anlatır. I lm·han lakabıyla tanınan Gatogigos I lovhunnes, Ermeni Pakraduni hanedamndan övgüyle söz ederek, o devirdeki Arap-Ermc­ ni ili§kilcrini uzun uzun anlatır. Ilovhan'ın çagda§ı olan Tovmas Ardznıni de, bütün yabancı tarihçileri inceleyerek meydana gctirdigi 4 ciltlik (cEmıeni Ar­ dzruni Hanedam 'nın Tarihi» adlı eseri, o devri n olaylarını ayrıntılı ve belgesel olarak verir. Mistik ozan Krikor Narcgatsi, Xl. Yüzyıl Ermeni edebiyatının en seçkin simasıdır. Bir tragcdya olan (cNareg» adlı eseri bugüne kadar Ermcnilcrcc kutsal sayılmaktadır. Eserinde, yaratıcı Allah'a, hepsi birbirinden özgün ve ince binlerce sı fat veren ozan, hayranlık uyandırıcı biçimde süslcmi§tir kitabını. Kendinden sonra gelenlerden hiç biri aynı güzellik ve zcnginliktc bir eser meydana gctirememi§tir. Tarihçi Arisdakes Lastiverdtsi ise, (<Ermenistan 'ın Tarihi» adlı eserinde, Pakraduni Hanedam'nın çökü§ünü (1045), Ani Şehrinin Selçukluların ikinci Sultanı Alparslan tarafından yıkılı§ını (1064) bütün ayrıntılarıyla anlatır. Bu arada halkın ugradıgı acıktı durumları dile getirir. Eserin son bölümünde de Gürcü tarihi yer alır.

Anania Şiragalsi {VMMKJ.

Krikor Naregaisi {VMMKJ.

59


S-

Gü mü� ÇaA (1100 - 1200)

Xl. Yüzyılda bu kez de Selçuklular amansız akınlarıyla ülkeyi yerle bir edince, halk umutsuzluk içinde varını yogunu bırakıp çe§itli yönlerde dagııma­ ya ba�ladı. Bunlardan çogu güneye göçcdip, kendileri için en emin saydıkları Torosların sisli yamaçlarında yurtlanarak köyler, kentler meydana getirdiler. Pakraduni hanedanının son kralı Kakig'in ölümünden sonra, yakın akrabası Prens Rupen, Tarasiara gelip bagımsız Kilikya Ermeni Rupinyan Kraıııgını kurdu. Yeni kurulan bu devlet Alman kralı VI. IIeinrich ve Biı� nslılar tarafın­ dan resmen tanındı (1 196) . Yeni devletin ba�kenti Sis, ilk kralı da Prens I I. Levon oldu. Her yanı ile Batı'ya yönetmeyi amaçlayan II. Levon, yeni okullar açıp mahkemeler kurdurdu ve din, mezhep farkı gözetmeksizin yabancı bilgin­ Iere önemli mevkiler verdi. Bu arada geli�en Ermeni edebiyatında Batı'nın etkisi görüldü ve XII. Yüzyılda edebiyat «Gümüş Çağı» nı ya�adı. Bu dönemde �air, yazar GatoAigos Nerses Glayetsi (Şnorhali) (1 1 02 - 1 1 73) , Nerses Lamp­ ronatsi (1 153-1198), Mateos Urlayetsi, hekimba�ı Mıkhitar I Ieratsi (1 1201200) , kanun adamı Mıkhitar Ko� (1 130!40- 1213) v.b. ünlü ki�iler yeti�erek degerli eserler verdiler. XII. Yüzyıl, Ermenice'nin daha sadele�erek, ikinci bir dil olu�turacak biçimde geli�me kaydetmeye ba�laması bakımından ayrı bir özellik ta�ır. V. Yüzyılın arı, zengin dili olan «Krapan) ilk 7..a manlarda gerek edipterin gerekse halkın dili olmu�tu. Bütün eserler ve bu arada Kutsal Kitaplar hep bu dille yazılmı�tı. Zamanla dil, yabancı unsurtarla yüklenip kabala�mı�, fakat bir bakıma da avamın kolaylıkla anlayabilecegi bir duruma dönü�erek <<Aşkhara­ par» (Dünya dili) adını almı�tı. Kilikya Devleti'nin himayesinde, geli�mesini sürdüren bu dilin varlıgı belirgin duruma gelince «Krapar» sadece kil ise dili olmaktan ileri gidemedi. XII. Yüzyılın sonlarına dogru Ermeni edebiyatında yeni türler ortaya çıktı; Mesel/er, bulmacalar, türkü/er, ilahiler, çok duygu/u aşk nağnıeleri ve ateşli şiirler. Böylece edebiyat din kılıgından sıyrılıp günlük ya�a­ mın aynası haline geldi. Bu dönemde tarihçi Matcas Urlayetsi, iki yüzyıllık (952-1 1 36) Ermenistan tarihini verirken, Dogu Adeniz, Suriye ve Mezopo­ tamya üzerindeki üstünlüklerini sürdürmek çabasında olan Arap-Bizans sava�­ larını anlatır. Bu arada Kilikya Rupinyan Hanedam'nın Haçlılar'la olan ili�ki­ Ierinden söz eder. Tarihçi Krikor Yerets ise, bir öncekinin bıraktıgı yerden devam edip Haçlılar'ın sürdürdügü sava�ları anlatarak kimi siyasi olaylardan söz eder.

60


Ozan ve güfte yazarı Nerses Şnorhali

61

(G/ayetsi).


Süslü ve güzel yuzı su nu l a

EI yazısı n ı yaprak, çiçek, ku§, balık motifle­ riyle süslemek, renklen­ dirmek ve resimlerle gü­ zelle§tirmek sanatı, Er­ menilerde X. yüzyıldan ba§l ayıp, XIV. yüzyılda Kilikya krallıgı zamanın­ da iyice geli§ti. Güzel yazı sana t ı n ı n yerle§mesiyle yeti§en kaligraflar, res­ samlar, çiçek çizenler, al­ tın yazı yazanlar kutsal kitapları özenle resim­ XI.-XIII. yüzyıl elyazmalarından alınma süslü Ermeniallabesi (büyük Iendirdiler, büyük harfle­ harf). ri, özellikle satır ba§ı olan yazıları renkli mürekeple yazdılar ve resim biçiminde yazd ıkları harneri boya­ yıp altınladılar. El yazıları XIV. ve XV. yüzyıllara kadar Ermenistan'da par§ö­ mene yazılırdı. Par§ömenin kullanılı§ı ise V. yüzyıldan çok daha önce Erme­ nistan'da bilinmekteydi. Körpe kuzunun, keçinin veya ba§ka bir hayvanın derisinden yapılan par§ömen, milattan 5-6 yüzyıl öncesine kadar dünyaca bilinmekteydi. Fakat yazı yazılmaya elveri§li olan par§ömen, M.S. Xl. yüzyılda bulundu. Bu par§ömen üç renkti; sarı, beyaz, erguvani. Hemen hemen bütün Hıristiyan milletierin kutsal kitapları b u son erguvani renkte par§ömene yazıl­ mı§lardır. Ermenilerde de durum aynı olmu§tur. Eskiden yazı mürekebi siyah ve parlaktı. XVI. yüzyıldan sonra rengi degi§erek daha açıldı. Hatta bazı satırlar ve kelimeler renk renk mürekkeplerle yazılmaya ba§landı. Bu renkler arasında kırmızı bile vardı. Krallar, kilise büyükleri, Gatogigoslar (Başpatrikler), özel­ l ikle imza atmak içi n kırmızı mürekkebi tercih ederlerdi (Bu alışkı A vrupa 'da son zamanlara kadar sürmüştür). XIV. yüzyıldan sonra güzel yazı sanatı Erme­ nistan'da gerilerneye ba§ladı. 6-

İ kinci Gerileme Çag ı (1200 -1 700)

İki yüzyıl ayakta durabilen Kilikya Ermeni bagımsız krallıgının sona ermesinden sonra, bütün ülkeyi kasıp kavuran Mogolların, Mısırlıların, Sel­ çukluların ve Tatarların (XV. ;y.) dinmeyen, yıkıcı akınları sebebiyle Ermeni edebiyatı XIII. ve XIV. yüzyıllarda durakladı. Okul ve manastırlarından yoksun kalıp, kaya kovuklarında, inierde ya§ayan Ermeniler açlık ve yoksulluga ugra­ mı§lardı. Bu dönemde ya§amı§ tek tük tarihçiler arasında kayda deger olanlar; Vartan Areveltsi (Ağvanyants, Kantsagetsi) (1200 illi 121 O arası - 1270), Giragos Kantsagetsi (1 200-1272), Sımpat Kundstabl (1208-1276), Hetum, lstepanos Urbelyan (1260-1305) tarihin kanlı sayfalarını daha sonraki nesillere bırakmı§­

Iardır. Bunlardan Vartan, «Dünya Tarihi» nde Mısırlıların Kilikya'ya saldırı§ını anlatır. Giragos Kantsagetsi, ülkeyi i§gal eden Tatarların barbarca davranı§la­ rından söz eder. Kilikya krallarından I. Hctum'un karde§i ba§kumandan Sım62


l ,f'f•l'rı.l't loU!\I·ı.ı.ııp.

lollf""l 1,1! 1"1ollı'Jif 1JI•I. I loloLftl�·lıl!tiNlLM!!III;I' ı.ı·ınn.uı ı,ı. �f.IU'I;I,.lı,t,,IJIIol"l.l•• ı-tll'llf'ifôfdfi:J,f-111 1'1! I"•Rf·I.IN-'IoiJ'(;,,•

u'hJ'" •:,ı:,ı·ı..-...ı· ı:ı,ı·ı.

l

ı;:n.ı • ı·ı·.ı·ı.ıııJ.ı� ı .. ııııı . ���--1-ıır·ı,ı ııııı. ıtn·Hn

-:�· :. �;:;: ,·;::.·:;._::�:�.:��: 1!

l,tf.FI'IOI·IIôJ'I'l,ı-,t'fU·J,

ol'llll 1 -I II L'III•!,h�l"l'

· . ,�;:�.�.:-:·,::.·. :_:·;·:7:.:{';;:11l '• · lll t ll ı

oi'(OIJI•"lo,f1,11'1Jl•UI I ıl,�'lllo ·ı ·�.>�:.;Jırıır,. ı:ıruttrı:ı:ı� rrrruı. · ı;ı ı!l.-ı,ı;ııı�:ı• 11'1'-.ıt�l!l,l;.."t.'LU'Il ı;,...,usr.w,u.·,. ırı•.:.,,,,.,. f'DUt.�- ıru.rnr-.5J·"l·l·ıı;ı •ıu,rurı!.,.., - ,.,,,. · ta ı;t..,.r"QI"IJ fir.�nıu-,_,, ,_

l l

ı.rı,.ı,•ı

l .,· ı.ı:.:u:ı·ııı

ı.ıııııl-ı,ı:•.•ll l.' !ı'l j r r .·.ı;n•· •· •·�·ı.ıı:ı:ll · ı ..rnı• r;ı·ı;ltı-ı:ı · rı ı­ :'Sif!!t-�\U·ı-\'ı.ı·ıuı:ı r � ),.�!W'·UIJIL'ti;(U_IJ-o/ '1. r .�;m'\.u·ın-t-ul"t:ı:ı.ıw 1IUl·. •:jt:"f-J•41oJ'IIIII:Iıll ;? li�r-ts.(�ıır•ı· t- .. " ·

Li-vmnz"tonır-cıı,_"d.,; t.t.:Ut.�fJ-U,.·'LUI/Il.o?ı'tl. Ult-�G,.RI.I."l·.r:u. ı:::vr­

ua�u....rı-..ur"f•:ı.u�·

... .IJ... !!o .ur} iJIJI! ,.......

....

966 tarihli Yergatakir (demir yazı) {Paris Madalyanlar Müzesi}.

Parakir.

7,-iın-ıo�u-tt-Jt.,�<! ııı:u;.·.ı� ·

J

�ıun.r·o,�·:I.IJ'

J)·JJ"'( ı-t�n: q r :ı· ı(

>JJ;J'j'(l ' JIUJI,ı',f"! :I'IIIJ'

rn;ııı1·J :JJ·ıır-n.r=ı·ı:ır.­ ıı.ı�ı J'r:ıı:ır .:r.ı ·

J �"}

rJ!J;J-r:l l"'jol,J'J•J!J(;fl,/ '·jı · :ü;ıt�.r :ıçı:ır:rıı.r

· -ıut-.nıı-uııJ. u ııı--ı:n U1.-t}!lii"IJJ · :ı(.r :ı·.ı-ı, .r·rm·t.

JJ"( T IJ�:!·:J

-ı ·tr U ..�

·--

.ı :ı-,� ıın .ı -t

. ;ı � .

rl .

1H:ıın'r!H

·,�rı·:nnrı.ı

i'.!.ll":nı.r·•-ı u u•rlı-tr ı ı lh111111'_( • : ı . ı · ı

.ı ;rı .m-ı · ı ı

;ı.ı.ı •ı:lf 1

p li 1.1 1 . ! ( .ır,.·H·ıt i l i ı ! ' l)'j/ 't !ll'l:''[ li •

·•l!��·ıı.ı ·�

.. ,, .ı

ı ı.

ıın ı:ı_ r_, ı":d

l ıa:·.

;tf,.'ı:J'! J.l

r· Illi ( .r

Nodırkir (Zeytun, 1 596).

· 1'.\(. H'IEIIII I . I _ ' ' .J !l

-Tuıı-t.ı · u-ı.ı·n.ı.ı ı·ı-�

989 tarihli Yergatakir (demir yazı) {Paris Madalyanlar Müzesi}.

Polorkir.

Yergatakir (demir yazı) {Paris Madalyanlar Müzesi}.

63


pat, X. - XIII. Yüzyıl arasındaki 300 yıllık tarihi verir. Tarihçi l letum, « Tatarlar Tarihi>> ni yazmı�tır. lsdepanos Urbelyan ise, Süni soyunun ve eyaJetinin tarihi­

ni kaleme almı�tır. XV. XVII. Yüzyıllar arasında, Osmanlıtarla İ ranlılar arasında sürüp giden çetin sava�lara sahne olan Ermenistan'da zor ko�u llar altında ya�ayan halkın durumunu yana yakıla dile getiren tarihçilerden Tovmas Medzopetsi (1379-1 446), Timurlenk'in ve daha sonra gelenlerin akınlarını, Apraham An­ güratsi (Ankara 'lı), konstantinopolis'in (sonradan Konstantiniye) Osmanlılar tarafından alınmasını, ve bu dönemin en. ünlü tarihçisi Arakel Tavrijetsi (Teb­ riz/i), Ermeniterin İran'a göçürülü�ün ü anlatır. Ermeni Edebiyatmda Atasözleri

Milaltan önceki çaglardan ba�layarak Ermeni edebiyatında ba�ka türlerle birlikte (örneğin, kahramanlık destan/an) atasözlerin varlıgı, bugünkü halk �ii rlerinden ve eski edebi eserlerin kalıntılarından anla�ılmaktadır. Ermeniler de dogulu birçok toplumlar gibi, atasözlere çok dü�kün olmu�lar, yüzyıllar boyu edebiyatta daha çok d ini konuların egemen olmasına ragmen, halkın kendisi, kendi edebiyatını geli�tirip ya�atmayı ba�armı�tır. Bu arada halk ede­ biyatının dili de edebi dilden ayrıl mı�. bizzat halk tarafından ve halkın anlaya­ bilecegi biçime sokulmu�tur. Orta ÇaJl Ermeni Şiiri ve Ozanları

Hıristiyanlık öncesi çaglarda, Ermenistan'da ozanlar yigitlik, a�k ve eglen­ ce kavramlarını terennüm etmi�ti. Oysa Hı ristiyanlık döneminden sonra her �eyde oldugu gibi, �iirve edebiyatta da dini konuların i�lenmeye ba�lanmasıyla, azanlar bu kez de, öldürülen Hıristiyan azizlerinin «Şahadetini)) bütün ülkeye i lan etmeye koyuldular. Böylece, IV. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar olan süre içinde, aslında degerli azanlar olan ruhaniler, pek çok çe�itli dini parçatarla kilise edebiyatını zenginle�tirip, asıl halkın ho�lanacagı �iir ve türküleri ihmal ettiler. Fakat bu arada halk, edebiyatı kendi tekelinde bulundurmaya kararlı olan papaz sınıfının çizdigi yoldan ayrılıp halkın gündelik ya�amını belirten bir dünyevi edebiyat yaratmayı bildi. Bundan en çok �iir türü yararlanmı� oldu. Sessizlik dagılarak, kahramanlık, a�k, gençlik, sevinç, keder �iirlcri, �arkı ve türküleri her yanda duyulmaya ba�landı. Ozanlar siyasi ko�ulların elverdigi oranda, hem kendi eserlerini hem de halkın yarattıgı �iirleri yazıya döktüler. Bu devrime sonradan ruhaniler de katıldı. XV. - XVI. Yüzyıllarda iki data ayrılan Ermeni edebiyatının bir bölümü d ini, mistik konular i�leyip, ölümsüz hayat, ölümden sonra dirili� hikayeleriyle oyalanıp du rur. Diger bölümü ise, tamamen dünyevi, olagan hayatı terennüm etmekte olup, keyf etmeyi, eglenmeyi, gülmeyi önermektedir. Bu son sınıf azanlarından ilki XIII. yüzyılın sonlarına dogru ya�amı� olan Gosdantin Yer­ zıngatsi'dir (doğm. 1250!60) . Papaz olmasına ragmen serbestçe a�ka, eglence­ lere dair çok güzel �iirler yazmı� olan Yerzıngatsi, bu yüzden çagda� papazların haksızlıgına ugram ı�. rahat yüzü görmemi�tir. Bundan sonra sırasiyle Ilovhan64


nes Yerzını.:ıalsi (Kemlisine nıaı•i o/mı }:rlzlaimlen tlolayt «Bluz» tkiimiştir) Frlıc ( 1230/40 - 1310; asıl atlı; Ha�·atlur Gl·�·aretsi olup bir «Divanı» vardır), Piskopos Mıgırdiç Na�u� (ölnı. 1470/HO; Hoşsohbetlili&'fi ve kaleminin gücüyle Arap Enziri Osman 'ın yakın dostlu�-,"hhnu kazanmıştır), (;atoJ!igos l lovhunnes Tılguruntsl (1450-1525; yaztlı&lz ve bestelediği halk türküleri günümüze katlar gelmiştir), GatoJ!igos Krikoris AJ!tamartsi (doğm. 1480/90; aşka, kadına, çiçeğe tlair şiirler ve türküler bestelenıiştir), Nahabed Kuçak (ölnı. 1592), G azar Sepasdatsi (Si­ vas/ı); XVI. yüzyıl sonu), Minas Tokatetsi (Tokat/ı; 1510-1620), N erses Mogutsl (XVI. yüzyıl), Oksiz Derder (Öksüz Papaz), Ilagop Ardzgeatsi, Tavit Salnat­ sortsi adlı �airler yer aldı ortaçag Ermeni edebiyatında. Bunun dı�ında daha ,

birçok yazarı belli olmayan �iirler ve türküler günümüze kadar gelmi�tir.

Ermeni Edebiyatında Uyanı� (Rönesans) ÇaJ!ı (1 700 - 1850)

XVIII. Yüzyılın ba�ında Katalik Ermeni mezhebinden, papaz Mıkhitar Sepasdatsi (1676-1 749) tarafından Venedik'te kurulan (1 71 7) Sen Lazar Ma­

nastırı ve Dil Akademisi ile Ermeni edebiyatı, uzun süren duraklamadan sonra yeniden canlandı. Bugüne kadar varlıgını sürdürmü� olan bu Manastır, bası­ mevi, okulu, yeti�tirdiği değerli yazarlarla dü nyaca ünlüdür. Ermeni edebiya­ tma sayısız değerli eserler kazandıran ünlü yazar Mıkhitar'ın ölümünden sonra kurl,Jlu�, Mıkhitarist (Ernıenice Mıkhitaryan) adıyla anıldı. 1 773'te Mıkhitarist­ lerden 15 üye ayrılıp, i lkin Trieste'de, sonra da, Viyana'da ikinci bir merkez

Balı Ermeni Külıür merkezlerinden Venedik Mıkhilarisl Manasıırı ve Dil Akademisi'nin kurucusu Sivaslı Mıkhilar (M1khitar Sepasdatsi,

M1khitar Appa) fPSSMK}.

65


Venedik San Lazzara (St. Lazare

=

Surp Gazar) Adası ndaki Ermeni Mıkhitarist Manastırı ve Dil Akademisı .

Venedik Ermeni Mıkhitarist Manastırı ve Dil Akademisi {BOAD].

66


Venedik St. Lazare Adası ve Ermeni Mıkhitarist Manastırı ve Dil Akademisi {BDAD].

ıı

Venedik St Lazare (Surp Gazar) Adası ve Ermeni Mıkhitarist Manastı rı. Res. Mulet; Gr. A. Deroy; Fot: Antonio Perini ve Victor Langlois. {L. M./.].

67


' '1

..

,.. .., 1'. tı " "'·" ·

• 1'. 8

o

4

V e n e d i k St. Lazare (Surp G azar) Manastırı tarafından 1 604 'te y a y ı n lanmaya başlanan YE GANAG Ermenice Püz ANTYAN dergisi.

Venedik'te, 1 749'da Andoni Pordoli Matbaası 'nda bası l ı p yayınlanan • Erm e ni ce Söz/ük»Ün b a ş sayfası.

Batı Ermeni Kültür merkezlerinden Viyana Mıkhitarist Manastırı ve soka!)ı.

68


Venedik Mıkhitarist Manastırı ünlü bilginlerinden Mikael Çamçiyan [PSSMK}.

Venedik Mıkhitarist Manastırı ünlü bilgi nlerinden Gevont Alişan [PSSMK}.

18,81

t

� <�ı- m c t.'ıjjt!� �� 11R pp

• t:l .. lil.ii: <f

1 88 7 yılında Viyana Mıkhitarist Manaslırının bilim organı olarak yayınlanmaya başlayan HANTES AMSORYA dergisinin 1 Ocak sayısı.

69


Ü nlü Venedik Mıkhıtarist bilginlerinden

70

HAG.

Pakraduni.


Venedik Mıkhitarist Manastırı yayınlarından KE G U N i ILLUSTRATION A R M E N I E N N E 'in 1 904 tarilılı sayısında yer alan ünlü yazar Avedis Aharonyan 'ın portresi.

71


kurarak Viyana Mıkhitaristleri adı altında kültür faaliyetlerini sürdürdüler

(1811). XVIII. ve XIX. Yüzyıl Ermeni edebiyatma ölçüsüz hizmetleri geçen önemli ki§ilcrdcn bazıları §Unlardır: Ta rihçi, dilci, gramcrci ve ilahiyatçı Mika­ el Çamçıyan (1 738-1823) , Vencd ik Akademisinden çıkmı§ cn büyük ilahiyatçı Kapriyel Avedikyan (1 750-1827) , tarihçi G ugas İ nciciyan (1 758-1833) , dil bilgini, sözlük yazarı, aynı zamanda İ ngiliz §airi Lord Byron'ın Ermcoice ö�rctmcni Ilarutyun Avkeryan (1 774-1855) , bilgin Manvet Kaçuni (18231904) , §air Yetvart Ilürmüz (1 799-1876) , §air ve armcnolog Arsen Pakraduni (1 790-1866) , gramcrci Arsen Aydınyan (1825-1 902) , §air, eski tarih uzmanı G evont Alişan (1820-1901), edebiyat tarihçisi Karekin Zarphanelyan (18271901).

1816 yılının Kasım ayında ünlü İngiliz §airi Lord Byron, Vcnedik'ten bir gondola'ya binerek solu�u San Lazzara (Surp Gazar) Adası'nda aldı. Niyeti oradaki Mıkhitarist Manastırı'nı ziyaret etmek, zengin kütüphanesini görmek, rahiplcriylc tanı§mak ve Ermeni dilini tan ımaktı. Onunla manastırıo bilgin rahiplerinden l larutyu n Avkeryan mc§gul oldu. Orada §ai ri n ilgisini çeken çok §CY vardı. Üç ay, yani 1 817 yılının Mart ayının sonuna kadar orada kalıp Avkcryan'dan Ermcoice okumayı ö�rcndi. Bu arada rahibin hazırlam ı§ oldu�u İngilizce-Ermenice gramer kitabının dcrhal yayınlanması için bin franklık bir yardımda bulundu. Gcçirdi�i Şiddetli bir ba§ a�rısı yüzünden derslerini yarım bırakarak ülkesine dönmek zorunda kaldı. O tarihten sonra Manastır, Vcnc­ dik'i ziyaret eden İngilizlerin kutsal u�rak yeri oldu. Halen de çokları Lord Byron'ın kaldı�ı, Ermcoice ö�rcndi�i adayı görmeye giderler. Kırım'lı dünyaca ünlü Ermeni deniz rcssamı i van Konstantinoviç Ayvazovski'nin, Lord Byron­ 'un, San Lazzara (St. Lazare) Manastırı Mıkhitarist (Mıkhitaryan) rahiplerini ziyaret cdi§ini tasvir eden 1898 tarihli ncfis bir ya�lıboya tablosu, halen Erme­ nistan Devlet Galerisi'nde tc§hir edilmektedir. Do�u'da, Tiflis kentinde dünyaya gelen, XVIII. Yüzyıl Ermeni a§u� (aşık) edebiyatının en seçkin siması Sayat Nova'dır (1 712- 1 795) . <<Aşuğlar»ın en büyü�ü, ve asıl adı Arutin olan Sayat Nova 1 15 Azerice, 46 Ermcoice ve 34 Gürcüce §arkı yazıp bestelem i§ olup bun ları prens ve zenginlerin meclislerinde kcmençesiylc ustaca okuyarak her tabaka halkın gönlünü fcthetmi§tir. Sayat Nova'dan son ra halk tarafından sevilen a§u�ları §öyle sıralayabili riz: Turinç (1 790-1875) , Miskin Purçi (1810-1860) , Ahpar Atam (1816-1854) , Aşu� Şirin, Aşu� Civani, Aşu� Krikor Dalyan veya Şeram, Kul Ilovhannes, Amir Oğli ve Aşuğ Ilartun O�Ii. 19 Mart 1 863 günü Sultan Abdülaziz tarafından onaylanan <<Nizanınanıe-i

Millet-i Ernıeniyan»ın (Ermeni Ccmaati Tüzü�ü) olumlu sonuçlarından biri olarak, ta§ra ve mahalle mütcvclli heyetlerinin demokratik bir sistem uyarınca seçilmeleriyle yepyeni bir uyanı§ ça�ı ba§lamı§ oldu. Geli§cn bir Romantik edebiyat, birçok konular arasında Krapar (klasik Emıenice) ilc a§kharapar (modern Ermcnicc) arasında süreduran mücadele do�rultusunda A§khara­ par'ın varlı�ını sürdürüp gcli§mcsindcki haklı lı�ını ortaya çıkardı. Ancak 1880'1i yıllarda her türlü yayınlar için uygulanan sansür, o günlerdeki gerçekçi (Realist) edebiyatın gcli§mcsini engelledi. Fakat bu baskılara ra�mcn günlük, MAS İ S ve 1 Ocak 1 884 günü yayınlanmaya ba§lanan AREVELK (Doğu) gazctclcrindc, A. Arpiaryan, Paşalyan, Gamsaragan, Zohrab, Gürcüyan, Ye72


7\


il iz Şair Lord Byron 'un Venedik St. Lazare Adası ndaki Ermeni Mıkhitarist Manastı rı nı ziyaretini betimleyen dünyac, ıiz ressamı Ayvazovski'nin 1 898 tarihli yağlı boya tablosu {Ermenistan Devlet Galerisi].

74


75


1 8 1 6 'da Moskova'da kurulan Lazaryarı Ermeni Koleıi.

Moskova'daki Lazaryan Koleji (sonradan Sovyet Bilim ler Akademisi Şarkwat Enstitüsü, günümüzde de Ermenistan Kültür Merkezi) fi.J.U.j.

Lazaryarı Koleji 'nin kurucularından Hovhanrıes Lazaryan

Lazaryan Koleji'nin kuruluş ve gelişmesine katkıda

(1 786- 1 858).

bulunanlardan Khaçadur Lazaryan

76

(1 789- 1 8 7 1)


nılııııı vh. yaza rl a r ı n , gc n;ck.,-i ı :ransıl cıkhıya t ı m mk l ı n ı.lc.: ya1 1 la ı ı yayı m la n

maya ha�lanı.l ı . 1 X'J l 'ı.le yayı n l a n maya h a � la n a n I l A Y R E N i K ( Vatan) gall' t t' ­ sinı.lc ı.lc h i r üneeki leri, A . «_:otıanyan, Z . Esayıın, R . Zartııryan, V . Tl·kt·yıuı gibi ayd ın lar izledi ler. Bu t o p l u l u k, A�kharapar'ı (Modem Ernıl'flictyi) i�kycrl'k, Gerçekçi (Rea/ist) bir edebiyat gcli�t i rı.li lcrsc de, mevcut yönet im haskılan sebebiyle Pa�alyan ve Gamsaragan gibi bazı yazarlar, kalem lerini ellerinden bırakıp yurt d ı�ına git mek zorunda kald ı lar. 1 880'Icrdc i l k kez bir kad ı n yaza r­ lar toplulugu «Azkanıver Hayuhyats» gibi dernekler kurarak, ögrctmcn yct i�­ t i rı.l i lcr ve ta�rada birçok kız okulları ögrctimc açtı lar. Bunlar arasında ilk müstcsna kad ın yazar, Düsap Pa�a ' n ı n kızı ve M . He§iktaylıya n'ın ügrcncisi Sırpuhi Düsap olup, sarsıcı romanlarıyla ve makaleleriyle kad ın haklarını savu ndu. Onu Zabel Asadur (Sibil) , Zabel Esayan, Zaruhi Kalenıkilryan, I layga ntı§ Mark, Anayis, Zaruhi Bahri vb. izlediler. Dogu-Ermeni Edebiyatı

XIX. Yüzyılın ba�larında R usya'­ da açılan iki büyük okul, orada ya�ayan Ermcnilcrin kültür haya t ı n ı besleyerek, o nları ayakta tutabildi. Bunlardan ilki Moskova'da 1 8 1 8'de kurulan Lazaryan Akademisi, i k i ncisi ise 1 825'dc Tillis'te açılan Ncrscsyan O k u l u'dur. Bu dil­ ncınde yeti�cn yazarlardan Mesroh Ta­ �iyatyan ve Alamtaryan, anılmaya de­ ger. Böylece XIX. Yüzyıldan ba�laya­ rak, R us Yöneti m i a l l ı nda b u l u nan top­ raklarda, Ermeni edebiyat ında yepye n i b i r çıgır açıl m ı � oldu. Dogu Ermeni ve­ ya Rus-Ermeni Edebiya t ı diye ad l a n ı.l ı ­ r ı l a n bu old uça zengin edebiyat a k ı m ı ­ n ı n öncüsü I l açadur Apo vya n 'dır. Al t ı yabancı dil bilen Apovyan, özel bir okul açarak batı ögrc t i m ve b i l i m i n i gcnçligc a�ılamaya koyuldu. «Ermenistan 'ın Ya­ rast» adlı escriyle ün kazandı (1848). Apovyan'ı izleyen önem l i yazarlar �öyle s ı ralanab i l i r: ROMANTIKLER: Berç Broşyan adıyla tanı nan romancı l lov­ h a n nes D er-Arakelyan (1837-1 907), Ncrscsyan Okulu m ü d ü r ü ve 1 850'dc Tillis'tc çıkan ARARAT adlı ilk Ermc­ nicc gazetenin sahibi, halk �ai ri Kııpri­ yel Dadganyan, <<Kanıar-Katiba» tak ma adıyla tanınan �air Rafael Dadganyaıı, yazar, gazeteci ve ögretmcn Istepanos Doğu Ermeni Edebiyatının ünlü temsilcilerinden Haçadur Apovyan.

N azaryan (1 812- 1 879) ' gazeteci ve ya­ zar Margos Ağapegyan, gazeteci ve ya­ zar Mikael N a l ba ntyan (1 829- 1 XM ) , 77


Doğu Ermeni edebiyatının en seçkin simalarından Raffi (Me/ik Hagopyan).

Doğu Ermeni Edebiyatının ünlü temsilcilerinden Şirvanzade. Yağlıboya portre. Res. Ş. Herteotsian.

{EESM].

Şair ve yazar Sımpat Şahazizyan (1 841 - 1 907), �air, yazar ve ögretmen G azaros <<Rafji» takma ad ıyla tanınan ve Kürtlerin Ermenilere yaptıgı mezalimi a n latan romanlarıyla ü n l ü romancı I lagop Melik I lagopyan (1835-1888) , <<Dzerents» takma adıyla tanınan romancı Dr. I lovsep Şişmanyan ( 1822-1888) , Türkçe ve Erm�nice �ar kılar bestdeyip kemanıyla söyleyen ve asıl adı Serovpe Levonyan olan Aşık Civani (1846-1 909), «Muratsan» takma adıyla tanınan yazar Krikor Der-l lovhannesyan (1854-1 908). GERÇEKÇİLER: Do­ gu Ermeni Edebiya t ı nda ilk gerçekçi yazar <<Şirvanzade» mahlasıyla tanınan Aleksandr Movsesyan (1858-1 935), <<Leo» takma adıyla tanınan h i kaye yazarı ve tarihçi Arakel J>apağanyan (1860 - ?), <<Ttlgadintsi» takma adıyla tanınan I l ovhannes I l a rutyunyan (1 860- 1 915), tiyatro yazarı ve ed ip Vırtanes Papaz­ yan (1864-1 920) , <<Nartos» mahlasıyla tanınan tiyatro yazarı - edip M i kael I l ovhannesyan (1867 - ?), §air l lovhannes I lovhannesyan (1864-1 929), Şair I lovhannes Turnanyan ( 1 869-1 923) , �air ve yazar Aleksandr Dıaduryan ( 18651 91 7) , �air ve yazar Levon Manvelyan (1864- 1 91 9) , �air ve yazar Terenig Demirciyan ( 1 877- 1 956) , XX. Yüzyılın i l k ilginç �air ve yazarı Avedik İ sahak­ yan ( 1875-1 957) , i h tilal öncesi R us-Ermenilerinin yet i§tird iği ü n l ü ozanlardan Vahan Deryan ( 1885-1 920) ih tilalin koyu taraftarlarından biri olan �a ir I Iagop I lagopyan (1866-193 7), kadın pir Şuşanig G u rğinyan (1876 -), hi kayeci Ave­ dis Ahanınyan (1866-1 948), hikaye, roman ve tiyatro yazarı Levon Şant/Seğ­ posyan/ (1869-1 951 ). Ağayan (1840- 1 9 1 1 ),

,

78


Ila l ı - Enıu·ııi Eıh-hiy a l ı

C i ü l lıanc l la ı t - ı l l ü mayuıı u'ııuıı

(Tanzimat-1 1/ayriyl')

ilaıı ı mlan

O 1\a.l'lm

IH.N) sonra, Avrupa'nın çe� i ı l i k ü l t ü r merkezlerinde ügrenim yapan Ermeni

gençligi, i s ı a ıı h u l 'a dünü�ü nde, genç nes i l lere okuma-yazma a�kı a� ıladı ve hüylece güçlü bir Türk-Ermeni k ü l ı ür ve edebiyalı o l u� ı u. Yazar, hal ip, ı e�kilaı ve devıcı ada m ı Krikor Odyan (1834-1887), Dr. N ahııhcd Rusiııyaıı

( 1819-

1876) , N igoğos Zorayan ( 1821 - 1 859) , l laçadur Misakyan ( 1 805- 1891 ) , ( , ıırıı­ hed Ü tlicüyan (1823-1 904), Fra nsız �aheserlerini Ermcniccyc çeviren h u kuk­ çu -yazar Krikor Çilingiryan (1839-1 923) merkezi i s ıanbul olan bu yeni edebi­

yat a k ı m ı n ı n öncü leri say ı l ı rlar. Bu dönemin ba�l ı ca yazarları ise �öyle sıralanabilir; Mıgırdiç Be�ikta�lı­ yan (1828-1 868) , Tovmas Terziyan (1 840-1 908), �ai r Bedrus Turyan (185 1 1 872) , eği t imci-yazar Reteos Herheryan (1851 - 1 901 ) , Piskopos I loren N arht·y ( 1852- 1 892) , Mıgırdiç Acemyan (1 838- 1 91 9) , l l . Setyan (1853-1 930) , Mateus Maınuryan (1830-1901 ), Van'da bas ı m evi k u rup dergi çıkaran Gatoğigos M ı ­ gırdiç I l ırimyan (1820-1 907) , köy ya�a m ı n ı d i l e getiren öğretmen-yazar Kare­ kin Sırvantsdiants (1840-1 892) , m izahçı ve gazeteci I lagop Banmyan (1842-

1 891 ), Kad ı n hakları n ı n i l k savunucusu, kad ı n romancı Sırpuhi Düsap (1 842-

1 901 ), yazar-öğret men ve Berlin Kongresi'ne katı lan Ermeni delegelerinden Minas Çeraz (1852-1 929) , klasik Ermeni d i li uzmanı H.K. Mırmıryan (1 8V01 926).

Yazar ve mütercim Krikor Çilingiryan.

Yazar. hatip. teşkilat ve devlet adamı Krikor Odyan (1 834- 1 887).

79


İstanbul'daki Ermeni toplumunda ögrenimin yaygınla�tıgı, okulların aklı ba§ında nesiller yeti§tirdigi, hatta Bakırköy'deki Beıazyan Lisesi gibi ögrctim ocaklarında Türk-İslam ögrencilerin dahi okudugu sıralarda, edebiyatın §iir, roman ve tiyatro tü rleri batı sanatının i ncelikleri ile bezendi. Daha çok gerçekçi akımın egemen oldugu bu dönemin ba§lıca yazarları §Unlardır; gazeteci-yazar Arpiyar Arpiyaryan (1852-1901 ), hukukçu, devlet adamı ve hikaye yazarı Krikor Zohrab (1860-1915) , edip-yazar Levon Paşalyan (1863-1 943) , hikaye ve roman yazarı Dikran Gamsaragan (1866-1940) , Egişe Turyan (1860-1 934), Levon Şant (Seğposyan, 1869-1951 ), yazar, ögretmen, romancı Yenant Sırma­ keşhanlıyan (1870-1915) , yazar ve edebiyat ele§tirmeni Arşak Çobanyan (1872-1 954) ; <<Sibil» takma adıyla tanınan kadın romancı Zabel Asadur (18631934) , ögretmen, yazar, hukukçu veİstanbul Ticaret Mahkemesi Reisierinden Hrand Asadur (1862-1928) , gazeteci, m iıah, roman ve tiyatro yazarı Yenant Odyan (1869-1926), <<Alpaslan» takma adıyla tanınan, gülmecc §airi Aleksandr Panosyan (1858-1 91 9) , KeJlam Parsehyan (1883-1915), Dikran Çögüryan (1884-1 915) , Gosdan Zaryan (1885-1 969) , Rupen Vorperyan (1878-1 931), Taniyel Varujan (1884-1915), Rupen Zortaryan (1874-1915), Vahan Tekeyan (1878-1945).

Türkiye Ermenilerinin ilim ve irfan merkezi İstanbul olmu§tur. Çünkü onların ekonomik ve siyasi hayatı orada odaklanmı§tır. Osmanlı ba§kenti, orada kurulmu§ olan yeni bir milli yö netim ve din kurumu, yani Patrikhane sayesinde, genel u l usal ya§am üzerinde etkin rol oynamı§tır. Çagda§ Ermeni edebiyatı, üç dalda geli§ti: Yurt bilgisi, Tercüme ve Basın. Mıkhitaristler bunlardan ilkini, milli dil ve tarih alanında yayınladıkları gör­ kemli eserieric geli§tirdiler. Bunlara klasik kitapların Ermenice'ye tercümesini de eklediler. İzmir, çagda§ Avrupa edebiyatını Ermeniler arasında yaygınla§­ tırdı. İstanbul Ermenileri özellikle basın alanında önemli a§amalar kaydettiler. Genel tanımıyla Ermeni Edebiyatı İstanbul kökenlidir. İstanbul edebiyatının basın yoluyla geli§mesinin asıl sebebi, milli rönesans hareketinin dogu§u ve buna yönelik çabaların gereksinimiydi. Nitekim bu yolda basın, hitabet, tiyatro, §iir oldukça ileri a§amalara ula§mı§tı. Avrupai egitim ve ögretimle yeti§ip uzmanla§mı§ yeni bir gençlik, o hareketin önderi ve yöneticisi olmu§tu. İstanbul'daki Ermeni okulların sayısı günden güne art mı§, okuma hevesi gittikçe yaygınla§mı§tı. Venedik'ten İstanbul'a dönen Mıkhitarist ögrenciler, halka tiyatro sevgisi ni a§ılamaya ba§lamı§Iardı. İ l tiyatro gösterimieri Ortaköy'­ de bir evde ba§lamı§, daha sonra okul salonlarına geçmi§ ve sonunda özel sahneler olu§turulm u§tu. Hasköy, Ortaköy, Gedikpa§a'da tiyatro binaları in§a edilmi§ti. Avrupalıların yogun ya§am ve faaliyet merkezi olan Pera'daki (Be­ yoğlu) büyük tiyatrolarda Ermeni tiyatro toplulukları temsil vermeye ba§lam ı§­ tı. İstanbul'un hemen hemen bütün mahalle okulları, kahvehaneleri özellikle karnaval (Paregentan) günlerinde halk sahnesine dönü§IDܧtü. Bu arada Er­ meni edebiyatında tiyatro yazarlıgı da kendi yerini al mı§ bulunuyordu. Tiyatro oyunlarının 1850'den sonra gördügü ragbet, Ermeniterin kısa bir süre içinde kaydettikleri i lerlemenin bir göstergesidir. Dikkat çekici bir konu da, Avrupa dillerinden tercüme edilen ve yabancı gelenekleri sunan dramların birden bire Ermeniler tarafından çok ragbet görmü§ olmasıdır. 1870-1 875 yıllarında İstan­ J bul halkı arasında edebi zevk oldukça geli§mi§tir. < ) &o


Gazeteci ve yazar Arpiar Arpiaryan portre. Res. M Arzumanyan [EESM].

Yağlıboya

Batı Ermeni Edebiyatı Paşalyan.

temsilcilerinden Levon

Gazateci, araştırmacı ve yazar Hrand Asadur (1 862- 1 928).

Batı E r m e n ı r e a l i s t adebi ek o l ü n ü n k u r u ­ cu larından, roman yazarı Dikran Gamsaragan (1 866- 1941).

Xl


A r a ş t ı r m a c ı ve y a z a r H a r u t y u n M ı r m ı ry a n (1860- 1 920).

Yazar Dikran Çögüryan.

Şair. yazar ve e ğ ili rnci Reteos Serbaryan (1 848- 1 907).

Şair Aleksandr Panosyan (1 859- 1 9 1 9).

82


Gazeteci ve yazar Minas Çeraz (1 852- 1929).

Gazeteci ve yazar Mateos Marnuryan (183{}-1901).

Şair ve tiyatro yazarı Mıgırdiç Acemyan (1838 1 9 1 7)

Araştırmacı ve Yazar Karekin Sırvantsdiants Ya!jlıboya portre. Res H Avedisyan {EESM}.


Şair Taniyel Varujan (1 884- 1 9 1 5).

Yazar lndra {Difan Çlfakyan)

Gaıetecı ve

yazar Merujan Baısamyarı ( 1 883- 1 944)

Yazar ve mütercim Vahan Malezyan ( 1 8 7 1 1966).


Tiirkiye Ermenilerinde Tiyatro Edebiyatı

Türkiye Ermenileri arasında ba�layan tiyatro faaliyetlerinden çok Once, Ermeni dil inde piyesler sahnclenmi�, Ermenice tiyatro oyunları yazılmı�tır. Mıkhitarist Kongregasyonu üyeleri, 1 76()'dan i t ibaren, oyu n yaza rlıgı sanatında ilk giri�imciler olmu�lardır. Onların yazd ıgı oyu nların büyük bir bölümü basılmamı� olarak Venedik elyazmaları dizisinde bulunmaktadır. Bu oyunların yazarları arasında Endazyan, İ nciciyan, Avedikyan, Çakhçakhyan, Ilürmüz, Pıjı�gyan, Minasyan vb. gibi bilinen ve bilinmeyen ki�ilerin adiarına ras ı lıyoruz. T ü r k-Er m e n i t iya t ros u n u n i l k d ö n e m l e r i n d e Srabyon Ilekimyan, Mıgırdiç Be�ikta�lıyan, Bedros Tuı-yan, Iloren Nar-Bey, Tovmas Terziyan, S. Tıj!lıyan vb. gibi oyun yazarları yeti�ti.

B u n l ar a ras ı n da , t iyat ro m e ra k l ı s ı h a l k ı n , <J<rapar» (klasik Ermen ice) olarak oynanan oyunlardan pek bir �ey anlamadıgını ilk hisseden M. Be�ita�­ l ıyan o l m u � t u . Ona göre, t iyat royu ya�atmak, sürekli ve yararlı kılmak için h a l ka yakla�mak, o n u n a n lamas ı n ı sagıamak gerekmekteydi. Bunun için de kendisi oyunlar üretmeye, modern Er­ meniceyle tercümler veya uyarlamalar yapmaya ba�ladı. Kendi yazdıgı «Gor­ nag» adlı ilk dramı daha sonra ba�ka L------ -...ı----� oyu n l arı izled i . Be� i kta�lıya n ' ı n bu Lirik şair, eğilirnci ve tiyatro yaıarı Mıgırdic; giri--imi amacına u la<:t � � ı. Modern ErBeşiktaşlıyan (1 828- 1 868). m e n i cey l e yazd ı g ı oy u n l a r , k o l a y anla�ılır, basit ve alımlı dili sayesinde büyük ba�arı kazandı. Onu T. Terziyan, S. Tıglıyan ve ba�kaları izlediler. Bqikta�lıyan'dan çok daha önce dramlar yazan S. Hekimyan'ın oyunları sayıca fazla olup bul u�, sahne sanatı vb. nitelik­ lerle degerliydi. Ne var ki, onlar <J<rapar» yerine modern Ermeniceyle yazılmı� olsalardı, Ermeni tiyatrosu ve halk için daha alımlı ve yararlı olacaktı. Uzun yıllar tiyatroyu ayakta t utan Ortaköy Yardımsever Fedak3ran Cemiyeti'nin ilk za manlarda repertuvarında <<Margos Pakraduni» (yazarı Hovhannes Pak­ raduni), <<ll. Arşag», <<Gomag>>, <<Vahe» (Beşiktaş/ıyon 'ın), <<Güzel Hovsep» <<San­ tukht» (Teniyan 'ın), <<Gayen-Apel», <<Avukat Pat/en» (Tığlıyan 'ın) vb. gibi oyun­ lar yer almı�tı. Tovmas Beryan ve Krikor Kitapçıyan da, birlikte yazdıkları <<İhtiyar Aşık>>, <<Mahdesi Mangasar>> ve <<Aldannıış Eğinli» adlı komediler veya sosyal n itelikli oyunları, ba�arıyla sahnelemi�lerdi. Yüzyı lımızda Ermeni çevirmenler ve yayıncılar, Tü r erkek ve kadın yazarlarının çe§itli konulardaki eserleriyle de ilgilenmi�ler, onları Ermcniceyc

85


lnl"üıııe ed i p yayı nlaıııı�lardır. Eserleri Erınenil"eye ı e rl"üme edilmi� olan Türk

Ahmed Midhat Efendi, Celal Nuri (İleri), Neziha Hazım, G ü zide Sabri, Hamdullah Subhi, Mehmed Emin (Yurdakul), Reşud Nuri (Güntekin), Recaizade Mahmud Ekrem, Mehmed Rifat, Halid Ziya (Uşaklıgil), Fuad Ilulusi, Fazıl Ahmed (Aykaç), gibi adiara rastlıyoruz.

�a i r ve yaza rları arasında

�ıLrıt-ır.

Sıı.ıuıqr. 41Jl;6julıwG •· �nl�U ı932

Güzide Sabri'nin 1 932'de i stanbul'da yayınlanan «Nedret» adlı romanının Ermenice tercümesinin

baş sayfası. Ahmed Midhat Elendi'nin t 879'da istanbul'da yayınlanan «Filatun Bey ile· Raktm Efendi» adlı romanının Ermenice tercümesinin baş sayfası.

86


Türk gazeleci ve düşün adamı Celal Nuri (ileri) .

Celal Nuri'nin <<Cauchemar>> (Kabus) adlı Fransızca eseri, 1 9 1 1 yılında Ermeniceye tercüme edilmi§ ve İ stanbul'da Onnik Parsehyan ve Mahdumları Matbaası'nda basılarak yayınlanmı§tır. <<Cauchmar>>ın Ermenice yayını için Celal Nuri tarafından kaleme alınmı§ olan Ö nsözü'nü okuyalım:

<<Hamid 'in saltanat devri Ermeni tarihinin şüphesiz en acık/ı devirlerinden biridir, çünkü, Ermeniler o devirde birçok şehit vermişlerdir; ve biz Türkla, müstebit hükümdarın talimatı ile işlenmiş bütün cinayetler için defaten acı duymuş bulunuyoruz. Evvelfı biz, Ermenileri kardeşlerimiz addetmekten başka birşeydüşünemeyiz. Gerçekten de son derece yakın bir dil ilişkisi bizi onlara bağlar. Il. Mahmud devrinde ülkemizin her yanını gezip dolaşmış olan dahi gezgin Mareşal Moltke 'İki türlü Türkler vardır, Müslüman Türkler ve Hıristiyan Türkler - yani Ermeniler dememiş midir? Sonra, Hamid zamanında Emıeniler, layık olmadıkları halde <<Türk» atlını taşıyan insanların suç ortaklığı ile kıyıma uğramış/ardır. Bunun içindir ki Hamid 'in saltanat hayatını konu alan bu romanınun Ermenice tercümesini, Ermeni kardeşlerimize sunuyorum>>. Ce/Iii Nuri

87


,,ı.:ıı ı·�ıı �mıwır

ll. U� NlJ Wi l\{Thf\1ıfl,sr :··j".)�tttl tı i'�Lt. n: ı � '/ V N• ıı ·

��

u. cur� tr�tD'lrnı-.ı. lıll.ltflf. strı.ı . ..ı·t�

Ltllil:'ll-11'

.••

I:St"' IlLit ' zt B Lti19J•Lfr'. . . lftouuaııırtuıı'Lt �.ıtrırı-auı.. Lur

ıı. "'ni ton sı��uq.rnı.ıtı-t-ı

1914

Dikran Sürmeya n ' ı n , ö n sözüyle 1 9 1 4 'te ·Ertoğrul» adlı eserinin

Hamdullah Subhi Bey 'in i sta n b u l ' d a y ay ı n l a n a n baş sayfası.

Nezıha Hazım 'ın 1 9 1 3'de

1

·Altun Bey'in Kanli Düğünü• Ermenice tercümesinin kapağı.

ımwı ıır.aı• " ıırh�bli' .. 'LI:lllıZ.U Z.Ull�ll

uuan�� fJl�a�

li b n u Oı 4 � n � u �

urtıt,'Lns ..:;nrlrtıfl�C.

Bn�cUSbSP� �lll''!-If.

ır. s•. �nrnutın.

�-ıaıqr. 8.

llflrll.tUırtlll'­

lı, 1'01.1•U ılu.ımqr. t lll•l•lt ı932

'· •n(�u ıgaı

Güzide Sabri'nin 1 932'de i stanbul'da yayınlanan ölmüş Bir Kad1nın Evrak·/ Metrükesi• a d l ı romanının Ermenice tercümesinin baş sayfası.

Neziha Hazım 'ın adı geçen romanının baş sayfası.

88


Y a za r D l krıı n SOrmt>yıı n 'ı n 1 " l lsıanhul'da, Manuk H. Ko�u n­ yan Maıhaası'nda hasılarak yayınlanan E r m c n i cc «Ertoğrul» a d l ı e s e r i n i n ünsüzünü, ünlü Türk yazarı, siyascı ve devıcı adamı l lamdulluh Suhhl Uey (Tanrıöver) kaleme almı� ve yazısında duygu ve d ü�üncclcrini �öyle dile gcıir­ mi�ıir: I Y I Y le

EN ÇOK SEVDİGİM Şiddetli arzuma rağmen, geçen gan bana göndermek lutfunda bu/undu1,Junuz m ektubunuzun cevabını geciktirdim. Savaş ve seferberlik sornnlarının, irade­ min dışında gecikmeme sebep oldukları 1......----' için azgünüm. Ben, çocukluğumdan beri, Türk YazBI ve devtel adamı Hamdullah Subhi Ermenileri tanımak, onları yakından in­ Bey (Tanrtover). eelemek için birçok fırsatlar elde etme şansına sahip olmuşumdur. Okul ça1,Tımda, geçirdi1,Tim uzun öğrenim yaşamını, kardeş gibi yarekten bağlandığım sevgili arkadaşlar bahşetmiştir bana. Bizim a/kemizde Ermeni/erin uğramış oldukları mutsuzluklardan son derece etkilenen, onların acılarını derin bir üzüntü ile hisseden Türk yurttaşlarınızdan biriyim. Trende bana okuyup yorumladığınız şiir, işte o hazin acıların ve bizim günahlarımızın elim anısı olup kalbimde yine derin bir hazan meydana getirdi ve ben onu dinlerken duyduğum kederi anlatamam. Size küçük bir anı anlatayım. Rus-Japon sa vaşı sırasında, bir gan, kardeşlerinıle beraber sofraya oturmuştuk, kamımızı doyurmaya. Sabahleyin gazetede okuduğum haberin, annemin de duymasını istedim ve, - Anne, bugün gazeteler, 300 Rus askeri birliğin, Baykal Gölü 'na geçerken, buzların param parça oldul,'unu ve tümünün boğulduğunu yazıyor/ar. Annem, gayr-i ihtiyari kaşığı daşarda elinden ve acı acı haykırdı: - Vah zavallı/ar, ne yazık, ne yazık .. - Anne! dedim, anlamadın galiba, Rus! Moskof! senin alkeni işgal edenlerdir, neden böyle feryad ettin ? O şunu söyledi bana: - Eviadım sen çocukların nasıl bayadağiina bilmezsin, sen çocuk sahibi olmanın ne demek olduğunu ana/ara, benim gibilerine sor. Annem Adana kıyımını işittiği zaman bizden ayrıntılar sorardı ve keder/ice ağ/ardı. Siz bilmelisiniz ki Müslümanlarla Tark/er arasında sizi seven gerçek (•) Dikran Sürmeyan, sonradan din adamı olm u� ve«Ardavazt» adını alarak Ba�piskopos­ luk rüıt>esine kadar yükselmi�ıir.

89


dostlarınız vardır. /Ju münascbt•tlt• silt' iku·cek dalıa �·ok şcylcrim var, ama lm ilk mektubumu onlara ayırmaktan çekiniyorum. Benim sizinle baKitlık duyguları içinde oluşumun diğer bir sebebi de vardır; biz mes/ekdaş olarak da birbirimize bağlıyız. Sanat mes/ekdaşlıt,'fı, insanın en yüce ve özellikle semavf arzuların an/atımıdır. Sanat meslekdaşlığı, insanları siyaset veya dinle ayırmamıştır, aksine birleştirmiştir; nihayet sanat mes/ekdaşlığı, sevgi/erin en fevka/iidesidir, yani sev­ giyi, insanlığı öğreten şeydir; bunun içindir ki ben, insanlığın en üstün aşaması, yani öğretmenlik mes/ekdaşlığı açısından da sizin dostunuz ve arkadaşınızım.» İstanbul Hamdullah Subhi 1912 yılında İstanbul'da, Ahmed İ hsan ve Şürekası (ortakları) Mat­ haası' nda basılıp yayınlanmı� olan «Ermeni Edebiyatı Numuneleri» adlı Türkçe kitabı bana rahmetl i dostum Elif Naci armagan etmi§tİ. Bu çok ilginç ve degerli kitabın ba§ sayfasında t itrek elle yazılmı§ §U satır okunuyor: «Pars Tugıacı'ya Karagözyan Mektebi eski ögretmenlerinden Elif NacL. imza». Adı geçen kitapta, Kirkor Zohrab, Ilrand Asadur, Rupen Zartaryan,

Avedis Aharonyan, Dikran Gamsaragan, Avedik İ sahakyan, Zabel Esayan (Sibil), Zabel Asadur gibi devri n tanınmı§ Ermeni yazarların kısa hikayelerine

yer verilmi§tir. Adı geçen yazarların bu yapıtları Serents Şahrigyan tarafındanTürkçeye tercüme edilmi� olup kitabın ba§ında, zamanın ünlü Türk aydınlarından Şahabeddin Süleyman, Dr. Abdullah Cevdet ve Süleyman Nazif i n antoloji hakkındaki görü§leri, duygu ve d ü§ünceleri yer al mı§tır. Son derece ilginç ve ibret verici buldugum bu yazıları, Latin harfleriyle ve aynen aydınlarımııa sunuyorum: ERMENi EDEBİYA TI

/ı._...:<)c.��

·�;...lu

--

000 --

/�@� ��'.!...i\_,�\ı

191J'te istanbul'da yayınlanan «Ermeni Edebiyali adlı Türkçe kitabın baş sayfası.

Numune/eri»

Serens Efendi, azizim, siz Ermeni Edebiyatıyla birbirine asırlardan beripek yakın, ma-at-teessüf hadisat-ı müessife ile bir an-dikkat ediniz, bir an diyorum­ ayrılan, fakat yine birleşen iki Osmanlı unsurnu yekdiğerine pek ziyade takrib et­ tiniz, bunu bir vazife-i vataniye teliikki ederim. Ermeniler/e Türkler birbirlerini pek sever/er. Ben daim a hakikati söylerim! bir arab ile, hem din olduğum halde, pek güçlükle kaynaşabildiğim h a lde sizlerden biri ile pek kolay birleşiyor, pe kolay te 'min-i meveddet ediyorum . . . çünki onlarla aramızda i 'tiyadiit, ihtiyaca/, hatta tarz-ı tellikki-i hayat, hususile -/isan çünki siz hepiniz bizim /isanımızı bilirsiniz- itibarile birçok 90


.1'/ hriyt 'l 1'1' k ura l)( f IIU ' I 'nltl. . . lştt' .\Ü l�mu·ni t•ddıiyutıylt· yt•ni lıir mıJto.\·.\·ir duhu iit11't' t•tnıis oldunuz. '

bu

uwmıil 1'1' .H' I 'IIik. ..

Ed(•biyat, esasen hami/ oldu�u Jı qec a n - ı bedii itibarile b izatilı i ictimaidir. O bir milimkdır ki, omm azainde aynı suretle his edenler, takdir edenler, halasa anlayanlar birleşir/er. Bir uhu vvet-i maneviye teşkil ederler. Biz Tarkler, siz Ermen iler Fransızların dost/arıdır. Dost-u ruhi/eridir; çanki ma 'nen jikren biz onların az çok nwv­ lu duyuz; çanki onların adeh a.u, san 'atkarları bizim ve/iy-at-ni 'nıet-i dinıağınıızdır. Bunu tevlid eden nedir? Hasn-a bedii. Ermeni Edebiyatı bu gayenin ma 'm inidir, onun için bence pek nıuk­ kaddes, pek şaya-ı tebcildir. Meselfı Osmanlı semasinin altında zortaryan kadar bayak, hassas matefekkir bir şairin mevcudiyetini ibtida bize öğreten sizsiniz. Zortaryan Efendi. Bunun eserlerindeki '-------' vus 'a t - ı tefekkara vus 'at-ı h ayali, Türk yazarı Şahabeddin Süleyman (1911). hah usus min nı abhenı iyet içindeki hakikat-ı vazılıayı görabde meftun ol­ mamak, şark nıuhitine şu suretle biraz daha nıerbut olmamak manıkan ma?.. Yedi nıuganniyi, çoban köpe[,"Tini okurken rnhunıun benden u/vi, benden derin bir şahsiyelin rnhu ile inıtizac elliğini hisseliim. Gayr-i ihtiyarf bu unık-u teheyyücan karşısında titredinı, kaldım. O hayalauan bahs ediyor, o hiç hakikata temas etmiyor, lakin ne derin bir hayat, ne derin bir hakikat bu eserin rnhunda gizli, ve pe"an... zaten edebiyatta hakikat nedir?.. Hakikat-ı şahsiye yani san 'atkılrın rnhunda tevellad eden heyecanın bir nıanzunıe, bir vahdet dahiline konarak izharı değil midir?... Zortaryan his etmiş, his euiği gibi göstermiş - işte hakikat, işte «Hakikat-ı hakikiye>>.... Zartaryanla Ermeni/er, ve bütün şark iftihar eder, et­ melidir; ben eserlerini okumakta sizlere karşı irsf, ananevf, nıerbutiyetinıe bir de nıerbutiyet-i hissfye ve bedifye ilave edebilirim. Bundan sonra en ziyade nazar-ı dikkatini eelbeden Madam Zabel Asadur 'dur. O görayor, rnhun en ince noktalarına kadar iniyor. Zortaryan ile bunun arasındaki fark birincinin kendi kiiinat-ı rnhiyesini yaşatnıası, diğerinin başka rnhlarla kendi rnhunu nıezc etnıesidir. <<Boa»daki incelik nedir? Bir kadın rnhu bu kadar gösterilebilir. Biz onunla hatve hatve, hayat-ı unıunıiyeden, tebfıüd ile başka başka mizadar iktisab eden, bizden nıuanınıa olacak kadar ayrılan kadının ruhf dehlizlerinde dolaşabiliyornz. Kadın da insandır o da benim toprağınıdan ma 'mu/dar. Fakat hakk-ı beşertsini gaşbeder, ki onu senden, benden ayırnıış, ona başka bir hayat ve istidad vernıişdir. Işte Madam Zabe/ kalemden anahtar ile bu kainatı açıyor; ben kendi hesabıma onunla iftihar ederim. Diğer san 'atkarlara gelince onlar da ihmal edilecek gibi değildirler, onlar da yüsekdirler, lakin bence bu iki en yaksekdir. Esasen, maksad bu muydu ya?.. Siz bize yanımızda, ma 'nıafih meçhul bir cih anı acdınız, bunun için ellerinizi sıkmak değil, öpmek lazımdır.

Şahabeddin Süleyman

91


«ERMENi EDEBİYA TI NUMUNELERİ» HAKKINDA Amerika 'nın derin ve yüksek şairi Emerson: «Beni anlayan benim olur» diyor. İlave edilebilir: «Beni seven beni anlar, sevmek için anlamak ldı.ımdır». Bize «Ermeni Edebiyatı NumUIU!leri>>ni vermiş olan S. Dzerents Efendi zan­ nederim ki bu prensipleri iyice anlamıştır ve bu prensiplerden ameü neticeler çıkarmak istemiştir. «Ermeni Edebiyatı Numuneleri>> Ermeni vatandaşlarımızın nıhunu bize daha ziyade anlatacak ve daha ziyade sevdirecekdir. Ermeni vatandaşlanmızın nıhunu dedim, evet, edibler, şairler bir milletin nıhudurlar, biz milletden bunlar çıkarıldıkdan sonra milletde ne kalır? İnsandan his ve tebliğ iktidarlan nez ' edilirse insanda be himeden başka ne kalır? Tabiatdan güneş tay edilse kainatdan ne kalabilmek mutasavverdir? Rupen Zartaryan Efendi «Yedi Muganni>> ünvanlı mensuresinde bu teliere hayli dokunmuşdur. Kırmızı bir gül takınmış olan beşinci muganni gitan üzerinde « Tellerimin bin dili, bin dilin bin kalbi ve her bir kalbin bir deryası var. «Ey güneş! muazzez güneş! gülüne ve dikenine kurban olayım! Asumanına ve dumanına kurban olayım! Vey� o dağa ki tipisi yok! Veyl o kalbe ki qkenceden mahrum! Tipisiz dağ, yeşillenmez, işkencesiz kalb pınarsız kayadın> nağmesini terennüm ediyor. Kelim Hemedantnin: «Di/beste-i saı.ım ve esir-i mey-i nayım ki mevc-i şarabım ve gehi ttir-ı rühiib1111»(4) Beytini derinden derine inleyen Zartaryan Efendi 'n in nı h-u rübiib ile Hemedant'nin nıh-11 mübiidında bir karabel keşfetmek hiç güç değildir. Oscar Wilde 'in Wohltate yani «Ehl-i HasenaJ» unvanı ile alınarak tercüme edilmiş olan küçük bir şir-i mensunı Zartaryan Efendi 'nin «Yedi Muganni»sine belki semıaye-i ilham olmuşdur. Fakat, her makamenin esası, unsur-ı iihengi hep şarkın heyecan ve canından yükselmişdir «Çoban köpeği>> yine Zartaryan Efendi 'nindir. Ne necib köpek! Bu köpek «Sek derali))ye benzemez. Bu köpek Bayron 'un «Kıyamet»indeki köpek 'in nec/-i necibinden olsa gerekdir. (S) «Liyakat ve dirayete karşı uluyan adilikler>> önünden mağnır ve vakuryürüyüb geçiyor. «Küsıahlıkdır ki ulüvvü cenahın arkasında örmekden an etmez!» Pek acı bir doğnı ki acılığını tadil eden, ancak, doğnıluğunun terennüm ve itiraf olunmasulır. «Çoban köpeği))inde şu satırları da okuyalım: «BeUidirki, serseri bir cemaatin azasındandır. Kuvvetli bir babanın kanından, çoban köpeği olarak doğmuş, bir çoban köpeğidir. İlk senelerini dağların tehlikeleri arasında geçirmq, kurda karşı adal!el ve koyun sürüsüne Kemal-i sıyanet, amak-ı ruhunda ilk günlerinde uyanmış, me/'un kurdların ta 'kibat-ı edebiyesinde validesinin intikam-ı vahşiyanesini, anın pür gayi ve kahramanane tchevvürünü, sıçrayışlannı, kanlı mübtireı.atını görmüşdür; muhafazasına tevdi edilen sürü uğrunda her şeyini muhaıaraya ilka etmenin bir ihtiyac olduğunu ve hin-i hacetle

92


uKılın zemin-i malıfuw üzerimle, �·obanın ve koyUtıların giizlı:ri önünde hUtıiJtad ve delik de�·ik olm�· bir vücud i/ı: mıni can veri/Jiğini J.,lfirmi4dü. (,.'tx:ukluğunun şafağı bu ...uretlı: itıfillik etmqdi. Ondan sonra ne mucizelı:r! ne mucizelı:r! a\·ı/ validesi, yavrusunun, mukavemetsiz kuvvetinin nwbzuliyeti, au d4·1ı:rini, yırtıcı de�·etini, ada/atının kırılmaz metanetini, ibraz eHiği şanlı bir kavJ,.ıadan bir gece kafUl bulanmış çenesiyle yavrusu refakıııinde o/Juiu ha/Je Muzafferen avdetinde ne kadar mağrur, ne kadar IIU!S'ud idi. Artık validesi nwmnun ve asude, btLJı ön ayaklan ilzerinde geceleri rahol uyurdu? Madem ki gene arslan yavrusunun bağcık havlamalan, dereleri, tepeleri inlı:tiyor ve kurtları inferinde medhıış ve hirasiin, tutuyordu. Seneler gecdiler, aynı suretle pür heyecan, bi ariim ateşin-i hayat! zaaf, acı, ariim, havf, a"la!>>. A. A lıaranyan Efendi 'nin <<Münzevi»si asli bir cazibeye malikdir: Alfred De

Musset 'n in,

«Fatigue de mourrir dans un long supplice» mısraında «münzevi>•nin nıhu icmal olunabilir. Fakat ben mıünzevi»de daha ziyade bir «Hal/ac-ı Mansur» şiiin }:örüyonım! mansur de&'fil mi idi ki hakgı1 olduğu için dar ağacına götürülürken Orji 'n in:

«Menem lin seyrizeciin kü:jte ki bu tiğ-u kefen Bedrhane-i eel/lıd-ı gazelluın reftem» (6) Beylindeki eday-ı can efşlin ile: «al-ed-devam raks eldi ve ofUllıı parça zencir ltLJımakda o/Juğu ha/Je ellerini harekat-ı sururiye ile tahrik etti bu «ne çeşiı yürümek?» diyorlardı. «acaip kurban edileeeğim yere gitmiyor muyum ?» cevabını verdi. Bunun üzerine manası zirde münderic ebyiill okudu. «Dostumu gaddarlıkla ilham etme! Mihmandarın mihmanı hakkında yaptığı gibi, ·içdiği şeyden bana da içirdi. Ve piyale devr ettiği sırada ce/liıd kütüğünü, yalin kılıcını getirtti. Yazın sıcağında ejder ile şarab için kimsenin bWjına ne gelir, gör.»(?) (Münzevi) hikayesi şu muhavere ve sutur ile hitam buluyor. «Birine po/il· Münzeviye sordu: - Siz kirru·iniz? - Ben mi? görmüyor musunuz, cenaze alayına gidiyorum. - isminiz? - Benim ismim insan-ı muıJaribdir. - ikametgahımı nerede? - Benim ikametgiihım haric-i iilemdir. Ben münzeviyim. (Halkın arasında, bu adam delidir bu adam deli olmalı sözleri işitildi). - Elhette deliyim. Böylı: çocuJ,'u malik olanlar e/hette deli olurlar. Benim gibi olanların hep...; delidir/er, onları bağlayımı yoksa sizi sokar/ar, sonra yirmi para kıfayet etmez. Elinizden gelirse bağlayınız. Po/i" merkezine gideceğini söylı:diler. Adam sakit ve muti' ve poli\·lerle muhat olarak öne di4·tü. Kalabalık arasından bakıyordu, o, kalabalık arasında yineyalnız idi!» Zabe/ Esayan hanını Efendinin (aşık) unvanlı mensuresi Havvanın güzidl'

kıziarına lı as olan tararci ve lıa!tivet-i şe 'riye ile doludur. Şu satırları okuyalım: 93


«Nağmesini dinkyiniz. Buhurdandan suud eden nefi.\· ve kud.,·i bir ruyiha gibi, ruhundan ili/d ediyorlar. KIL)·Iar sudasının ihıiz/iıiiJ ve temevvücdlından mebhuı ve müıehayyir, dallarda ihıiyar-ı sükün ediyorlar ve serviierin muzJim zirveleri berrak kebudi-i fezada yavaşca eğiliyordu. Yasemin, lerztın çiçek/erini, yere döküyor ve ne.fha-i muattannı ô.fıkın nağmesine kan.şdırıyordu Çünki sabah vakti, kızlar rüyadan gözlerini henüz açmış buwnurlar. Minareler tuli ziyalanndan gülfeşan oiMr; beyaz; yeşil türbe/er ıerrin hutuJ ile burıışmıış cebhelerine semayı tevcih eder/erken onun nağmesi ruhun ve süratle ilerleyen yakamanın dem-i evvelininde bir terane-i aşk OWr». Demlerden ziyade, başkalarının çekdikleri aliima aşına çıkmak: Belsan dide, ki gerid heray-ı uzva Gamı beher ki miküned meüıl mera (S) .•.

diyebilmek deği/midir. Serens Efendinin Türkçemize verdiği «Ermeni Edebiyatı Numune/eri» hep böyle asli ve necib sahaifden müteşekkildir. Gençlerimiz ve bilhassa gene edib/erimiz bu sahifeleri gurursuz, tekebbarsüz mütalea ve mülahaza etsinler. Yaşayacağına imanı olan milletierin edebiyat ve şiir yanındaki gençliği ve dinçliği görsünler. Büyük olmak istiyor muyuz? Büyük olmadığımızıfehm ve itirafetmek isteye/im. Büyük olmaya doğru atılacak ilk adım ancak budur.

Abdullah Cevdet 2 Mayıs 1913

Türk şair ve yazar Süleyman Nazif.

Türk hekim ve düşün adamı Dr. Abdullah Cevdet

94


TAKRiZLER Muhterem vatandaşını, Bir Osmanlı Türkü ve bu toprağın eviadı sıfatiyle yüzüm kızarmadan itiraf t•demeyece[.,'im: Siz «Servet-i Fünun» ile Ermeni Edebiyatından numuneler terceme ve neşir ettiğiniz zamana kadar ben birçok hemırkiarım gibi, Ermeni Edebiyatından bihaber bulunurdum. Bilirim ki bizimle ayni saka[altında yaşayan ve çalışan bir Ermeni cemaatı, hem de müteyakkız, mütehassıs, münevver bir Ermeni Cemaatı vardır. Fakat bu ırkın vicdan-ı müştereki, yani edebiyatının eşkal ve derecatı, meçhularn idi. Siz, mesaiy-i makbuleniz/e bu cehli izale ettiniz. Teşekkür ederim. İhda ettiğiniz formaların sahaifinde müfekkerem takdir ve hayret/e dolaşdı. İstanbul'u n kargah-ı mesaisine her sene birçok bazevan-ı ahenin gönderen diyariarın yad-ü eviadı bu sahifelerde ne kadar canlı görlinüyor. Hele gah mutasavvifane, gah aşıkane terennüm-ü eş 'ar eden parçalardan anladım ve kani oldum ki bugün tamamiyle teessüs etmiş zengin bir Ermeni edebiyatı vardır. Vatanını namına iftihar ederim. Rupen Zartaryan Efendinin «Yedi Muganni»si cidden güzel ve hakayiknüvaz bir hayaldır, yazılmış olduğu /isanın, servet ve hayatını gösterir. Kirkor Zohrab Efendi 'nin şöhret-i tatakatından evvel avaze-i betagatını işitmişdim. Meclis-i Meb 'usan kürsüsünden - Zavallı Meclis-i Meb 'usan! idrak-i ümmete hitab eden o canlı sözler, hatibin aynı zamanda bir şair de olduğunu ifşa ediyordu. Fakat kudret-i edebiyesinin derecatına yine sizin saye-i delaletinizde vakıf oldum. Yalnız edebiyata hasr-ı iştigal etse, yalnız kendi lisanının değil, her lisanın esatze-i muktedresi meyanında bir mevki-i bülend ihraz edecek Zohrab efendinin «Postab>ını Avedik isahakyan 'ın «Buda»sı takib ediyor. Bilmem neden, benim budaya pek kadim bir icizabım var?.. O hankulade insan-ı fevk-al-beşere ait hiçbir bahis ve sahife yokdur ki karşısında ben takayd kalayım. Edyanın en doğrusu olmasa bile, en güzeli, en cazibi, en vicdanferibi Şakyamoninin dinidir. Vicdan-ı beşerde hükümdar-ı azam olan bu büyü şeh­ zadenin elindeki kuş yuvası bizim, Ermeni şairinin yed-i tasvirinde ne güzel bir timsal-i şiir ve telmih olmuş. Buda bir vakit beni de pek çok düşündürmüş ve söyletmişdi Hindistandan geçerken bir aşinay-ı muazzeze yazdığım şeyler arasında şu satırlar da vardı: « Brahma mezhebinin kavaid-i umumiyesi istisna ediuliği takdirde teferruat ve künhürre as/d vukufum yokılur. Fakaı Şakyamoniyi budistkr katlar tanır ve insanı bir hiss-ü nazariLı an/o,rdan daha iyi, yani daha maku/ ve manıiki muhakeme edebilirdim. Sefakı-i umumiyenin evca ve ııJırabatını kendi yüreğinde ve herkesden daha amık surette his etmekden (Buda)yı sarayının dartUı, ihtişamı, ezvakı, huzuuUı hasılı bir mevcudiyet-i faniyenin alıimıma bin ahenk ve edu ik mqiiid-i tenvim okuyabikcek hesabsız mahdsin ve muhassenıUı men edemedi. Ruhu rresebinden daha asil o!Lın bu şehzadenin batırdJ ve tarihirre bigdrre kalmak, yalnız insafdan değil, idrakden de tecerrüd etmeğe tevakkufeder...... .......

Brahma dininin muvacehe-i anifesinde Buda'nın mezhebi bir ihtişam-ı 95


ıeellüm ve şej1caı gibi yük�·elir. Şakyanwninin ahyar-ı salikine vtuıd elliJ,'i akibet-i mes'ude, o etnelnüvaz (NIRVANA) yani bir madumiyet-i sarfe ve bi inıihadır. kyanın her şey 'e: Yük\-ekliğe, derinliğe, sıcağa, soğuğa, rutubete, yllbuseıe, berekete, akatnele ıfraısaz birer cay-ı haşr olan cibal ve salıarisile ebhar ve cezairini dolduran meza him ve mehtilik arasında mevcudiyet-i muztaribe/erini mülehayyirane dolaştırmağa min-el�l mahkum olan milyonlarca bedbaktan-ı hilkıUin zindbtini-i mefturuma va 'di adernden başka devay-ı teskin ile maye-i devam veriletneZdi. Bu hakikati Buda herkesden evvel anladı. Ve o kadar anladı ve ya.şadıki ümtnelinin perverde-i asar olan yis-i amikini bu vaad ve beşareıle okşadığı sırada, zaı ve nesebini esbab-ı saadetini nakiifi ve belki de sahte ve cali görerek, nefsini de (NJRVANA) 'ya mubtac ve müftakır bu/Ju. (Buda) dini talim deği� tesliye eltnek ister. Anda ne kiiinatın suret ve sebeb-i hi/katine müteaUik malumat-ı mükearıfane vardır, ne ervahı ye� ile ümid arasında lenişdar tahayyür edecek beşair-i mütezadda yalnız okşamak, avutmak il·teyen bir

tneZheb.

Din felsefe Yunanisıanca mechul iken felsefe-i din Hindil·ıanca malUm idi. (Zenon) cismin meşakkat ve eziyetinde ruhun şevk ve saadetini taharri eltneğe, kıyam eltneden çok zaman ev ve� himlu/ar evca ve mahrumiyeı-i maddiyeden ezvak-ı maneviyeyi istinbat etmişlerdi. Ul-a-kal dört bin seneden beri (fizyo/oji) kavaninile - fakat bilmeyerek- il-ıihza eden bu halk arasında iki müstezad dinin zuhur etmesi pek tabii idi. Brahmanın me 'yus eııiği ervah-ı muztariheye !Juda bir devay-ı ümid getirdi........ >>. Bahsı uzamnı. Bu bir kusur ise benim kadar Isahakyan Efendiye de

raci 'dir. Çünkü o metin kalemiyle aslib-ı idrakinzin en hassas noktalarını titre/li. Kitabımza gelelim: Gerek intilıab, gerek tercümedeki isabet ve kudretinizi takdir ve tebrik ederinı. Bize yeni bir cihan gösterdiniz. Fakat yalnız tercüme ve irae etmekle vazife ve hidnıetiniz tanıanı olmuş sayılmaz. Evvel/i bize Ermeni edebiyatının bir hulasa-i tarihiyesini ihda etnıeliydiniz. Lisanınıızı suvil asar arasında kinı/er ve neler taşıdı ? Ve bu /ehceye asırların hediiyiisı nedir?.. Fuzuliniz, nef'iniz, Veysiniz, Nerf.,'isiniz oldu mu ? Bir abd-ül-Hak Hamidiniz var mı ?.. Nanıık Kemal 'iniz kim Vl-)'a kimler?.. Edebiyatımza kim velinimet oldu ? Yani Recaizade Ekrem Bl-y 'in bize ve bizim edebiyafa olan hidmet-i azinıesini sizde hangi üstad-ı edeb ifa elli?.. BuE,'Ilnku ruh-u milliyi avnıpanın nılı-u edebiyle daha kesterane nıeze ve te/ 'if edenlerimizyani cenab Şahab-ed-dininiz, Tevfik Fikretiniz, Halid Ziya 'nız kimler­ dir?.. Rulı-u milliyi aslına icra daiyesile A�ya-ı Vustaya ve kurun-u vustaya rücu ' etmek isll-yen erbab-ı naznı ve kalem sizin cemaa/le de var nu!.. O tanindar ve pür naganı evzan-ı aruz ile o nıanidar ve muhteşem vasf-ı terkibiere sizde de iliin-ı harb olunuyor mu ?.. İşte azizinı, Serens Efendi, itmanı-ı ihsan etmek isterseniz bize lutfen bunları da bildiriniz. Ve hürmet ve şükranınıızı yine lutfen kabul ediniz. Süleyman Nazif Şişli 1 9 Mayıs 1913


!<:min lh·y'ln (l'urdalml) l<:r­ l<:dcbiyuh huklundıakJ dOıttinn•si

l\1t·hıııt·d

nu·ııi

İstanbul Mühendis Mcktchi ögrendlcrindcn Antranik, 1 932 yılının N isa n ayında ü nl ü Türk �airlcrindcn Meh med E m i n Bey' l e

((Turquoist'»

salonları nda bulu�up sohbctc dalar­ 9 lar. l ) Türk edebiyatı hakkında yapılan gürü�mclcr sırasında milli �air, birden co�kuyla Ermeni edebiyalından söz et­ meye ba�lar: (dJen Turyan 'ı, Siaman­

ro 'yu, Çeraz 'ı, Çobanyan 'ı okumuş, onların eserlerinden birçoğunu terciinw etmişimdir» dcr. Sonra sözüne devam eder: Siamanto' nun (d)ua>>Sı, (<Kardeş Kardeşe>>Si, hele Bcdros Turyan'ın ölüm d ö � c g i n d c yazd ı g ı (<Dırdunçk>>u ( to) (Öieceği zaman Allaha karşı isyanı) uluslararası edebiyatın şaheserlerindm ı u r k ş a ı r ve s i yaset adam ı M e h m e d E m i n biri sayılabilir. Ermeni edebiyatı, başka (Yurdakul). hiçbir edebiyatın etkisini taşımamış olup kendine özgü bir nite/iğe sahiptir. Okudu�,''um bütün Ermeni miielliflerinin ortaya koydukları eserlerinin temelinde halkın duygu ve istekleri yatar>•. Bundan da,

�airin Ermcniccyi çok iyi bildigi anla�ılmaktadır. Bu ilginç görü�mcnin bitiminde Antranik, Mchmcd Emin Bcy'e, onun escrlerinden birini Ermcniccyc tercüme edip yayınlama k istcdigini, ama bunun seçiminin kendisinden rica cııigini söyleyince �air, (( Dante'ye Bir Hitabe»sini tavsiye eder. Nitekim �airin bu eserinin Ermcnicc tercümesi, aylık Ermeni ZARTONK dergisinde kısa bir süre sonra yayınlanır. 8-

Modern Edebiyat (J850'den günümüze)

Modern Ermeni Edebiyatı iki devreye ayrılabilir: 1 - Gcçi� devresi (1850-1890). 2- Çagda§ devre (1890 'dan gılniimiize). Çagda� edebiyatın ba§langıcı olan gcçi§ devresinde, modern dü�üncenin eskinin kar�ısına dikildigi görülür. Bu devrenin yazarları, çagda§larına Batı yazarlarının �ahcscrlcriylc tanı�tırdılar ve basma kalıp vczincilcri susturdul:ır. Ki�iliksiz bir devre olan 1 700- 1 850 devreyi çok geride bıraktı. Birinci Dünya Sava�ı'ndan sonra, büyük sayıda Ermeni yurtta� ın ba�ka ülkelere göç etmesiyle İstanbul Türk-Ermeni kül tür merkezi olma nitcligini kaybetti. İ ki yüzyıla yakın bir süre içinde kök salmı� olan oldukça zengin Batı Ermeni edebiyatının son evresinde Misak Medzarents (1886-/908) , Mateos Zarifyan (1894-1924), li rik �iirin ba�lıca temsilcileri oldular. Gerçekçi �air Taniyel Varujan (1888/1915) ve sembolisı �air Siamanto (asıl adı Adom Yarcanyan 1 1878-1915) , �iirlcrinde

97


Erıncnil:c'llcn yararlanmasını hildilcr. Bu arada kadın �airve ya:.r.arlardan Zohel Esoyon (1878-1 943) ve mi:.r.a hçı Ni�an lle�ikto�hyan (1896- 1972) , eserleriyle

edehiyaıa önemli katkıda bulundular. Öte yandan, Eski Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nde 1921 'den günümüze geli�en ve serpilen Ermeni Edebiyatı'nda, özellikle Yegişe Çarents, Kevork Emin (191 9-), Baruyr Sevag (1 924-1971) Hovhonnes Şiraz (19141984) ve kadın ozan Silva Gahudikyan, �iirin en ileri ve güçlü temsilcileri

sayıldılar.

Şaır Siamanto (Adom Yarcanyan) {1878· 1915}.

Şair Misak Medzarents (1886-1908).

98


Şair. edip ve mütercim Baruyr Sevag. Yağlıboya portre. Res. R. Gazaryan (EESM}.

Şair Hovhannes Şiraz. Fot. Ara Ouler ( l !l llö)

(EESM]

LA POESIE ARMENIENNE ANTHOLOG IE

des origines

a

nos jours

R��li.ree .rous l<i dirrction dr Rou�n M chk

LES llDITEURS FRANÇAIS REIINL� 21, Ru� de Richelieu . PARIS 1••

Şaire ve Yazar Silva Gabudigyan. Yağlıboya portre. Fot. Ara Güler (1976).

1 9 7 3 ' t e P a r i s ' l e y a y ı n l a n a n ·Başlarıgıc;ı.ırı Günümüze Ermeni Şiiri• adlı Fransızca eserin ha� sayfası.


(}1Jl11JffD�(J)1JJ�ıb �tıR q.ııu.�tı'l,nttfil'bU.'\,

.ıiC ıt��

61

ıf. . •'fı<�>H�C.H'I.

� .. .,..u

PU.'I.ıUUI"ıPÜŞ U'U:ı.u."u.vı- ııu.r!I.I' U.CJ.nB'i.ı n" u u.'t.ın'lU.B

ııı n s tr n tı ta- tı tı 'b

·---· ----

9 . .. . ır.

1 1

( "---�-. .. .........� ...�•. ".... U'lı...... � ..... ·-·�... ' -.........,.. ••r-l·••u•lııı•J .,L ,.rf...•J ........ ıııii-Aı•ifı)

-

--

1910

Harutyun M ı r m ı ry a n ' ı n , 1 9 1 0 ' d a Istan b u l ' d a yayınlanan •Ermeni Edebiyati Tarihi· adlı Ermenice eserinin baş sayfası.

1

U4�Pt>B 111>\.oil:ı.". I,Tbr Ortı.PC

L--

�- " n ı..Jo u _.._....... . .......lti'"i. . n.. UIL,... U.bO....

�ı

Va h a n P a p a z y a n ' ı n , 1 9 3 1 ' d e i s t a n b u l ' d a yayınlanan •Ermeni Edebiyati Tarihi· adlı Ermenice eserinin baş sayfası.

rıı u. s ır n 11 !il· ıl ı�·,,

i.U.S ıru.sb·ı�u.cı.rntt!ii· IJU.'ı, u

� Jo � P. � 'ı. lf l• 'ı. !l b l•

1700

< t.t•lıtrt\.t> ı,nr'l-nrn ı•\. ı.nırur ı

•· n u r UlıMP�'ı. IT"'ı.!lbJo 1300

b r n � U U 'I.I: II

S"' I L I'IL"L

Ul'ltll!l

U l l l ı i i i\I;IL"!,H 'lb"b8t>lı - U · 'lUAill'

1 933

.....

Yeğişe Turyan ' ı n , 1 93 3 'te Kudüs 'te basılan

•Ermeni Edebiyati Tarihi· adlı Ermenice eserının baş sayfası.

1 94 4 ' te Vened i k 'te basılan •Ermeni Edebiyati Tarihi-nin baş sayfası.

1 00


ll

.....MO•�• 0 --· .Oo

l l l ! l l(l l\\ I A N

1 �. o•lo =::.:.•100 ·�···· �•loololoo 1 -M''""''� .... ,..... -- ....-

H I STO I R E

I I I �TO H 1 ;\

D E LA

LITTf R ATU R E

LITJ<J H A T l J H A

A R M J<J N I A

A RM EN I EN N E A llet' une carte de l'ancienne Arm€nie el des corıl.1·€es limitrophes •

P,if"' d,

R ENE G R OUSSET

de l'Acad€mie Française

OnEuuucı6N JuYENIL tır. LA Jc::u:sı.ı. AIIMF.Nı�ı" 1 !1 5 9

PARJS

H . Thorossian ' ı n 1 9 5 9 ' d a B u enos A i res'le a d lı

H . Thorossian ' ı n 1 9 5 1 'de Paris'le yayınlanan

yayınlanan «Erm e n i Edebiyatı Tarihi» Ispanyolca eserinin baş sayfası.

·Ermeni Edebiyatı Tarihi» adl ı Fransızca eserinin baş saylası.

Türkiye Cumhuriyeti 'nin 6. Cum­ hurbaşkanı Fahri Korutürk, Türki­ ye'nin Moskova Büyük Elçiligi göre­ vinde bulundugu sırada (1960-1964) gezip gördügü birçok yöre arasında Er­ menistan' a gitmiş ve orada kaldıgı 1 O günlük süre içinde resmini burada sundugum Madenataran 'ı ziyaret etmiş ve gerek Ermeni halkı, gerekse Erme­ nistan hakkındaki izlenirnlerini, bu kültür merkezinin anı defterinde şu satırlarla kaleme almıştı: «lzlenimle­ ,

rim çoktur. Erivan Kütüphanesi ve Er­ menistan' ın bilimsel gelişme düzeyi, yapılaşma boyutları ve halkın yüksek kültürü karşısında şaşırdım. Ermenis­ tan'ı ziyaret etmekle çok memnunum. Ermeni halkı büyük sorunlarla karşı karşıya bulunrruıkla ve onların üste­ sinden gelmek için çaba göstermekte, önemli işler başarmaktadır. Bende özellikle en büyük izienim yaratanlar, bizi hararetle kabul eden sade, alçak gönüllü insanlar oldu. 24 Mart 1964.»

101


Erivan'ın Mesrob Maşdots adıyla anılan ve 1 7 bine yakın çok değerli Ermenice ve yabancı dilde elyazmaları içeren dünyaca ünlü «Madenataran•ı.


'

'

���"#��� ��

103



RAFAEL ARAMYAN (Vağarşabad!Eçmiadzin 29 Eylü/ 1921) Hikaye ve roman yazarı Rafael Aramyan, Erivan Devlet Üniversitesi'nde ögrenim yaptı (1941-1943). Il. Dünya Sava�ı'na katıldı (1941 -1943) . <<Rupinyan Kardeşler» (1 954) adlı romanı Dünyaya dagılmı� Ermeniterin kendi yurtlarına göçlerini betimler. Seçme hikayeleri biraraya toplayan <<Eyersiz At/ar» (1 963) <J-Iayret» (1 969) ve <<Ölü Kentin Surları Altında» (1970) adlı kitapları yayınlan­ mı�tır. Yazarın ki�isel duygularının anlatımında co�kunluk (lirizm) sezilir. ,

KRALlN YEDİ ELMASI Kopar şu telefonu çalmasın, ne de telefon edilsin. Kes beni dünyayla bağlayan şu ince teli. - Keseyim, dedi adam, ve makasla kesti teli. Kadın şaşırdı: - Peki şimdi ne olacak? - Hiç. Sonra bu bağla bağlanmak istersen dünyayla yeniden birleştiririm, ve sen istediğin adama telefon edersin, isteyen de sana eder. Sen <<alo» dersin, onlar da <<alo» derler. Sen <<dinliyonım» dersin, onlar da «dinliyonız» derler. Sen «benim, evet, evet benim... yok canım, olamaz» gibi şeyler söylersin, onlar da benzeri şeyler söylerler. - Şuna buna iftira ederek birçok yenilikler öğrenirim. Ve bana öyle gelir ki, bütün dünya atmosfer/e değil, iftira ağıyla kaplı. - Atmosfer bizim için değil, bitkiler/e hayvanlar için. Bizimkisi salt iftira. - Peki teli niye kestin ? Ben senden başka şey istiyordum. «Al beni bu dünyadan, götür uzaklaştır» diyordum. Şairane bir gereksinim gibi bir şeydi benimkisi. 1 05


Dünyadan uzaklaşmak olanaksız, başka gezegenlt•rde hava yok. - Ama yıldızlar var daha. - Onlar ince/eniyor. - Ne yapalım öyleyse? - Seninle birlikte geri gidelim, öylesine geri gidelim ki .. - Anlıyorum, diye ötekinin sözünü kesti kadın, sen istiyorsun ki... - Hiçbir şey istediğim yok, dedi adam, ben yalnızca es.ki zamanlardan, eski padişahlardan, şövalyelerden, hükümdarlardan söz etmek istiyorum. - Sen on/ann iftira, dedikodu etmemiş olduk/anna inanıyor musun? - Etmişlerdir, dedi adam, ama hepsi de unutulmuştur. - Öyle mi dersin ? Ama ben, Adem 'le Hava 'nın Tann ya karşı o ilk iftiralannı şimdi sürdürdüğümüz kanısındayım. - Ne gibi iftira ediyorlardı onlar? - Hava, yaşlı Tanrı 'nın herhalde bir eşi olduğunu, onu ya öldürdüğünü ya da başka bir gezegene gönderdiğini ve şimdi oğluna nafaka ödediğini söylüyordu. - Pek çağdaş bir iftira bu.Nükteli bir kadınsın sen, diyecek yok, nüktelisin. - JYe yalan söyleyim, senin için aynı şeyi diyebi/eceğime inanmayasın. - Iyi bilirim ki sen öyle şey demezsin, nükte olsun diye bile söylemezsin. - Ama biz birbirimizi ısırmaya başlıyoruz. Erkek, boğuk bir sesle: - Hav, hav diye havladı. - Ama biz birbirimizi anlamamaya başlıyoruz. - Başlıyoruz, dedi adam ilerideki savaşa çağınyı kabul ederek - Ama ben bugan ne kadar iyilikle başladım. Beni bu dünyadan alıp götürmeni, uzaklaştırmanı rica ettim; oysa sen... - Ben kavrayamayıp senin şairane isteğini, telefon telini makasla kestim. - Bunda kötülük vardı. - Belki de şaka? Birbirimizi anlamıyoruz artık - Şaka mı? Kadın dalgın baktı adama. İnanmalı m1, inanmamalı mı? Eski kuşkusu rahatsız etti kendisini. Yüksek sesle güldü: Şaka, şaka dedi, varsın öyle olsun. Sanınm geri gidelim diyordun, öylesine geri ki, padişahlara, şövalyelere, hükümdar/ara ulaşalım. Peki, geri gidelim. - Bizans kralı kendisine nasıl bir kadın seçmişti biliyor musun? - Bilmem ama, herhalde senin gibi seçmemişti. - O, o kadar safdil değil ki. - Ya da o kadar hesabını bilen. - Hav, hav, diye havladı adam. Ve kadın, kocası.nın kavgadan yine kaçındığını duydu. Bu günü de haram etmeye gerek yoktu. Iki günü haram etmişlerdi zaten ve nedenini kendileri de bilmiyor/ardı. Daha doğrusu sezinliyorlardı. Ve bu, yabancılaşma üstüne tartış­ mayla başlamıştı. Adam, şimdi tüm dünyanın yabancılaşma bunalımına tutuldu­ ğunu söylemişti. Ve bunun nedeni insaniann çoğalmasıydı. «Kişiliğini korumak için yabancılaşmalısın» demişti adam. Kadınsa, bu genel kuramsal sorundan kendi sonucunu çıkarmış, yani sandalyeyi gürültüyle bir yana iterek: «0 senin dediğin erkeklerin uydurduk/an şey, on/ann bencilliğinin haklı gösterilmesi, demiş­ ti. Kadınlar erkeklerini seçmede yanılmış bile olsalar, yabancı/aşamaz/ar». Tar­ tışma böyle başlamıştı ve şimdi bunu sürdürmenin gereği yoktu. - Neyse, anlat bakalım, dedi kadın. - Bizans kralı dünyanın en gazel yedi kızını seçti ve her birine birer elma 106


ı•tnn•k,

ertt•si Kün yine .mmya Kelmdt•rüıi t•mretti. - Emretti ve yedisi de geldi mi? Katimm sesinde alay vardı, ama adam ayrımında olmadı - Geldiler. - Elbette, başka tarlü olamazdı ki - Olamazdı, diye doğruladı adam. - Sonra ne oldu ? - Sonra geldiler, ve kral, elmalan ne yaptıklannı sordu. Kadın pek ilgileniyormuş gibi: - Ne yapmışlar elma/an? - Altısı yemiş, biri de göğsünde sak/ayıp koromuş kralın armağan ettiği elmayı - Kara/ da onu mu seçmiş? - Evet, onu. - Kralın da aptalı olurmuş demek. O, ötekilerin hepsinden kurnaz olduğu için, kralın onu seçmemesi gerekirdi. - Yüzyıllar boyunca bu hikaye, o kızın değerinin, akıllılığın ın ve özverisinin onanması olarak anlatage/miştir. - Çünkü erkek/er anlatmış/ardır. Bütün zamanlarda tarihleri erkekleryazar, ve onlar o kadannı aniayabilir/erdi ancak. Eğer kadın yazmış olsaydı, o kızın ötekiler arasında en kumazı olduğunu anlardı - Şaşılacak şey, benim söylemeye cesaret edemediğim şeyi, yani kadınların erkeklerden daha kurnaz olduklannı şimdi sen kendin doğruluyorsun. - Hiç de değil. Bu hikaye başka bir şeyi doğruluyor, yani erkeklerin kadınlardan daha aptal olduklannı - Sonsuz tartışma ve birbirimizi ısırmamız yeniden başlıyor. - Sen ısırmayabilir misin ? - Isırmayabilirim, dedi adam ve gülümsedi. Peki, şimdi ne yapmalıyım ?.. - Başka bir hikaye anlatmalısın. - Başka bir hikaye anımsamıyornm. - Anımsamaya çalış. Ve adam anımsamaya çalıştı - Bir varmış bir yokmuş... - <<Bir şövalye varmış ki, kansı ya çok tuz atarmış yemeğe, ya da hiç atmazmış. Ama şövalye bunun aynmında olmaz, herkese de övermiş kansının pişirdiği yemeği, silahını ve zırhını takınıp, gidermiş acılı ve aşağılanan insanlar aramaya. Kadın bumunun altından gü/erek: - Demek o yabancılaşmayı yaşamıyormuş daha. - O zaman insanlar azdı, diye ısrar eder adam. - O zaman insanlar insandılar ve çoktu/ar, der kadın. Neyse bu tartışmaya değmez. Şövalye yaş/andığında ne olduğunu anlatırsan daha iyi edersin. - Şövalye yaş/andığında anlamış ki, kansı yemeğe ya çok tuz koyuyor ya da hiç koymuyor. - Ve o zamana kadar yemeğin fazla tuzlu ya da tuzsuz olduğuna aldınş etmeyen kadın, birden yemek pişirmek bilmediğini anlamış demek. - Tam öyle. - Peki bu hikfıyen neyi gösteriyor? 1 07


- Şunu gösteriyor ki, silahını zırhını takınıp, acılıltıra, aşaKıltınlara yardım için evden çıkan erkek, yemeğin tuzlu mu tuzsuz mu olduğuna dikkat etmez. - Ve kadın, erkeği acılı/ara ve aşağılaniara yardım etmeye gittiği için, lezzetli yemekler pi.şirir. - Belki. - Başka eski bir hikaye daha anlat öyleyse. Erkek başka bir eski hikftye anımsamaya çalıştı, ama anımsamadL Kendi kendine güldü kadın. - Ama senin bugün bir işin vardı yanılmcyorsam, dedi adama. Aşağılanan­ lar ve yüreği yaralılar senin yardımını bekledik/erine göre şövalyem, bir şey yeyip gitme zamanın geldi. - Gerçekten, dedi adam. - Öyleyse kralım benim, masada yedi elma var, kralın o yedi e/ması, git ye ve elini çabuk tut, seni bekliyorlar. Ve adam gitti mutfağa, yedi elmanın ikisini ve kansının hazırladığı kahvaltcyı yedi, şövalye olduğıı için de yemeğin tuzlu ya da tuzsuz olduğıınu duymadL Sonra da gelip, kestiği telefon telini birleştirdi ve karısına: - Şimdi yine birleştirdim teli, dedi. Telefon edebilir ve telefon/ara yanıt verebilirsin. Benim bugün iki ameliyatım var, ikisi de ağır. Her şey için teşekkar ederim. Kadın, adamın niçin teşekkar ettiğini anlıyordu ve isterse evde gerginfiği koruyabileceğini bi/irdi. Ama tanıdıklan telefon edip, o iki ağır ameliyatı sağla­ masını rica etmişlerdi. Ve adam şimdi kendisini güçlü duyuyor, onun ne kadar önemli olduğıınu tanıdıklarının bilmedik/erine acınıyordu. Ve kadın: - Ameliyattan sonrayatıp dinlenirsin, dedi. Sakın kahve içeyim demeyesin. Soruşturup öğrenirim. Büsbütün yumuşamış ve iki gün süren tartışmalan unutmuş olan adam: - Dinlenirim, dedi: Kocası dışan çıkmaya hazırlanıncaya kadar, karısı da eski bir hikaye anlattL - Biliyor musun sevgi/im? diye başladı, Bizans kralı ertesi gün gelinlik kızlan saraya çağınp, onlardan yalnızca birinin kendi armağan ettiği elmayı sakladığını öğrenince: <<Armağan ettiğim elmayı saklayan kanm, yiyenler de metreslerim olacak» dedi. Kraliçe olacak kız da acındı elmayı yemediğine, çünkü kralın metresi olmak isterdi. - Sen de biliyor musun ? dedi adam boyun bağını düzelterek, kraliçe olacak kız, kralın armağan ettiği elmayı gizlice sarayın genç bir görevlisine verip kurnaz kurnaz gılldü. - Sizin bütan hikaye/erinize kadınlar kurnazca güler, erkeklerse şaşkınlıkla. Dışarda güneş vardı ve insanlar sakin ve sessizdiler. Hiçbir yabancılaşma tehlikesi yoktu, çünkü acılılar ve umarsızlar şövalyeleri bekliyor ve şövalyeler on/ann yardımına koşuyorlardL

Rafael Aramyan

1 08


KEVORK ARŞAKYAN (Armavir 20 Şubat 1928) Hikaye, roman ve oyun yazarı Kevork Ar�akyan, «Kadın Komşum» (1957), «Giayol/er»(/963) , <<Ak ve Kara Kuğular»(l966) adlı hikayeleri ile sivrildi. Yazdıgı <<Bu Dünyanın Küçükleri»(J969) adlı oyun, Erivan Dram Ti­ yatrosu'nda oynandı. <<Yarpus Kokusu»(l 972) romanı büyük kent insanlarının kar�ılıklı ili�kilerini, yeni neslin dünya anlayı�ını ve dü�lerini yansıtır.

BİR YERDE YENİLMEK iSTEMEYEN ADAM...

Yazın parkta, kışın da taş binanın bodrumunda olurdu. Kürekle taş kömünl atardı ocağa; kürekten tek bir parça kömür düşmezdi çimento kaplı yere. Gaz ve duman dolardı bodruma; ama yukarıdaki odalar sıcaktı, çocuklar oynar; kuşlar gibi şu yana bu yana uçar, sandalye/ere çıkıp bağırır/ardı: Heheeey, yaşasııın!.. Ocak gürültü çıkarırdı, bodrum derindeydi, <<yaşasın» sesleri gücün işitilirdi ora­ da... - Yan ki insanlar üşümesin, diye konuşurdu adam ocak/a; sen dinlenmek istiyorsun, ben de seni yakmak istiyorum. Bakalım kim kimi yener. Günde birkaç kez dışarı çıkardı bodrumdan, temiz hava almaya; kapının yanındaki kerevete oturup sigara içerdi. Uzaktan, kara bir kitleye benzerdi, ve karanlıkta o kitlede tek ak, ışıklı nokta sigaraydı; o da birkaç dakikada kül olur, ufalır biterdi. Parkta, onun da bir kereveli vardı. Kendisinden başka kimse oturmazdı oraya. Gündüz güneş düşer, gece de tepesinde bir fener yanardı. Gençler, kereveti karanlık biryere götürmek istemişler, ama yapamamışiardı. Ağır demir ayakları yarı yarıya toprağa gömülüydü. O gelinceye kadar çocuklar üşüşürdü kerevete ve: 1 09


Hehay, yaşaswn!.. diye ba&'frışırlardı. Es/d bir gazeteyle çocuk/ann toz/u ayak izlerini si/erdi. Karşula, parkın en ilginç şeyi dururdu: Atlı kannca. Geyikler, kaplanlar koşulmuştu atlı karıncaya. San/d bunlar çeviriyorlarmış gibiydi atlı karıncayı. Adam, çoğu zaman buraya yaklaşırdı. Geyiğin bel kısmı aşınmıştı, kaplanın belinde hiçbir benek yoktu. Ve atlı kannca döndüğa zaman her şey birbirine kanşırdı: Hem beli aşınmış olan geyik, hem de b eneksiz kaplan. Renkler eriyip aynı olur, güzel bir dünya oluşurdu. Bu dönen dünyada, ne geyiğin aşınmış beli görünürdü, ne kaplan, ne de ayaklan yan yarıya toprağa gömülü kerevet. - Neye bakıyorsun öyle saatlerce? diye sorardı kansı. Karısını sık sık anardı. Sabahları, bodrumun küçük penceresinden bir çift kadın ayağı ve kova görürdü. Kansına benzerdi. Bir gün de, yeni ya1,'nıış karın üzerinde ayak izleri görmüştü. Kansının ayak izleriydi. Otuz altı numara ayakka­ bılar;yaşamı boyunca kaç kez satın almıştı onlardan. Birçift kadın ayağı ve kova... Kimi zaman kadın ayaklan görünmüyordu, kova kapatıyordu onları. Dönüşte, boş kovanın sesi, mutfakta yıkanan kapkacağın sesini andırıyordu. - Bir şey mi kırıldı? - Yok, hiçbir şey kırılmadı, derdi kansı. Yıllar önce, karısının elinden tutmuş olarak girerdi parka. Sessizce kahvaltı etmiş olduk/an, yüzlerindeki rahatlıktan anlaşılırdı. Bir sigara yakmak ister, karısı bırakmazdı: - Az iç, ne olursun, gece öksürüyordun. Sigaraları bir kutuya koymuştu. Masayı birlikte temiz/emiş/erdi. Gümüş zarjlı kakao bardaklarını kansı götürmüştü mutfağa; kendisi de şeker kabıyla küçücük yuvarlak ekmek kırıntılarını. Karısı musluğıın altında bardakları yıkamış, kendisi de kuru ekmek kırıntılarını ıslatıp, balkondan serçelere atmıştı. O sırada komşu­ nun kedisi çıkageimiş, serçeler de ağaçların dallarında, kedinin doyup da uzaklaş­ masını beklemiş/erdi. Sonra dışarı çıkıp kapıyı kapatmışlardı. Birkaç adım uzak­ /aşınca karısı dalgın, kocasına dönüp: Hiç bilmiyorum, kapattım mı kapıyı, açık mı bıraktım ?.. Sessizce geri dönüp kapıyı itmişti: Evet, kapatmışım. Basamaklardan inerken kolunu karısının koluna geçirmişti. İlk kez de&Tildi, basamaklar kaygan oldu&'Tu için düşebilirdi. - Bırak kolumu, demişti karısı, ne diye ikimiz birden düşelim. Tartışmışlar; birkaç dakika öyle durmuşlardı aynı basamağın üstünde. - Örnrün boyunca benimle hep kavga etnıişsindir, demişti karısı. Bırakıp kocasının ko/unu, inmeye devam etmişlerdi. Basamaklarda işitil­ mezdi ayaklarının sesi. - Dikkat et düşmeyesin, demekten kendini alanıarnıştı kocası. Merdivenler bitmiş, sokağa çıkmış/ardı. Sokakta herkesi görmek olası, ama onlar kimseye rastlamamışlardı. Kimse­ ye dokunmasınlar diye, dikkatle yürümüşlerdi kaldırımda. İşitilir işitilmez bir biçimde varmış/ardı parka. Biri öbürünün gölgesi gibi. Gitmişlerdi kerevete do1,'fru. İlkbaharda yeşildi kerevetin rengi, yazın solardı güneşten. Çocukların toz/u ayak izlerini eski bir gazeteyle silip oturur/ardı. Yaşa­ mın en ilginç parçası atlı karınca, karşılarındaydı. Ara sıra kendilerinden geçtikleri 1 10


tm/arda, onlara, ptırk dt'inüyornıuş �o:ilıi �o:t'lirtli atlı karıncanın dolayındtı. St•.uiz oturiır, �·ocuk/arın ktyjini, ana babalarının gt•vşekliğini seyrederlerdi... Adam, küçiiklerin büyük/erden, çocukların ana babalarından daha KiJçlü olduklarını anlıyor, «gelecek için iyidir böyle o/nıast» diye düşünüyordu. Karısı: - Bugünkü gazetede ne var? diye sorardı. Postacı gazeteyi sabahleyin getirirdi. Karısı nıutfakta bulaşık ytkarken, ken­ disi gazeteyi baştan sonuna kadar okurdu. Yalnızca iyi haberleri bildirnıeliydi karısına: «Kırk aile daha yeni eve kavuştu>>, «Bizim futbol takımı İran takınıını yendi». Kötü bir haber işitince kötü olurdu karısı. Yıllar önce Kore savaşını söylemişti de karısına, o da: - İnsan öldürülen ülkeden söz etme bana, demişti. - Ne yapayım, gazete öyle yazıyor. - Sevinecek bir şey yok mu gazetede?.. Bir yenilik olunca gazetede hemen anlatanıazdı karısına; ilkin iyi haberi kötüden ayırd etmeyi düşünürdü. Karısı yine sorardı: - Aranan yitikler üstüne bir şey yok mu ? - Hayır, görmedim, yok - Bu kadar yıl geçti, hiilii da yok, diye yakınırdı öbürü. - Bir gün de bakarsın çıkıverir bir haber. Gücenirdi karısı: - Biliyorum, ama çok gecikti... Susar/ardı. İkisi de birbirineyalan söylediğini bilirai. Parkın bekçisi akşamlan sulardı çiçek/eri. Yaşlıların gevşekliği geçerdi. Elle­ rinde dama, tav/a ya da satranç, bir yana çekilirierdi ıslannıasın/ar diye. Birinin üstüne su sıçrayacak olursa, gülerdi bekçi: - Say ki su bayramıdır, a/dımıa. Kan kocalar kınııldanıazlardı yerlerinden. Bekçi dört yanlarını dolaşır, onlar da yerden kaldırır/ardı ayaklarını. Hortum, o küçük toprak parçası üstüne eğilirdi. Bütün parktayalnızca küçük bir «ada cı/o> ıs/annıazdı. Bu, on/ann peykesiydi. Park bekçisi onların yerinden oynatı/anıaz olduklarını bi/irdi. Birisiyle sessiz konuşuyor gibiydiler hep... akşama değin ağaçların gölgeleri uzar, iki yanı ağaç/ı yollarda insanlar artardı. - Artık gitmeye/im mi? diye sorardı kansı. - Hayır. - Vakit geç ama. - Daha güneş batnıadı ki... - Şimdi güneş geç batıyor, der karısı ve ek/erdi: Daha acıknıadın mı? - Öyle gibi, ama aldırnıa. Alaca karanlıkta eve giderlerdi. Serçeler ekmek kırıntılarını yemiş olurlardı. Balkonda yerierdi yemek/erini. Komşunun kedisi gözlerini fener gibi pariatarak çıkagelirdi. Adam kediye bir parça sucuk atar ve sigarasını çıkarırdı. - İçme, ne olursun, gece öksün"irsün, derdi karısı. ııı


- Sm dt• ht•p kmdini dıJşı"Jnürsün. - Niye kendimi düşünürnıı"Jşünı ? derdi öteki. - Öksürliğünı seni rahatsiZ etmesin de iyi uyuyasın diye, evet... Tartışır ve yatar/ardı. Musluğun suyu açık, elektrik sobasının fişi de prize takılı kalırdı. - Yaşamın boyunca beninıle kavga etnıişsindir, derdi karısı. Gece yarısı, nıuslukla sobayı anınıstyarak kalkardı karısı, terliklerini döşe­ menin parkesine sürte sürte gider nıutfağa, nıusluğu kapatır, sobanın prizini çekerdi. Ortalık sütliman olurdu. Öbür gün yine giderlerdi parka. * * *

Adam gece dışart çıktı temiz hava almaya. Ceketini omuzlarına atıp, kapının önündeki peykeye oturdu. Kar yağıyordu. Taş binanın ışıkları sönnıüştü. Kadın ayaklarıyla kovanın görlindüğü küçük pencereden, bodrunıun ışığı karşıki tahtaperdeye vurup oynaşıyordu; kar tanecik­ leri o ışıkta erinıek istiyor gibiydi/er. Ocak gürültü çıkarıyordu. Ocağın nasıl yandığını sesinden anlardı o. Karısı sağ olsaydı kahva/ltsını getirirdi: K1Zamıış patates/e et, hıyar turşusu. O günkü gazeteyi de getirirdi. - İyi misin ? diye sorardı; gece bacadan ak duman yükseliyordu, derdi. Bir süre konuşmadan oturur, sonra: - Ne var bugün gazetede? diye sorardı. - Hiçbir şey. - Aranan yitikler üstüne bir şey yok mu ? Geçmişi anınısadı adam... Atlı karınca dönnıüyordu. Geyiği değiştiriyorlar­ dı; kaplanın belinde leke yoktu. Birden karısı kötü hissetnıişti kendisini. - Bilmem, başını mı dönüyor, yoksa atlı karınca mı? demişti. Değiştiriyor/ardı geyiği. Belinde hiçbir lekeyoktu geyiğin. Atlı karınca dumıuş­ tu, dönnıüyordu. Eve götürnıüştü karısını; ağırdı. Bütün yaşanıında böyle bir ağırlık duynıa­ nııştı. Tanyeri ağarırken karısı: - Beninıle bir gün bile kavga elliğini anınısanııyorunı... demişti. Bir hafta sonra kendisi tek başına görünmüştü parkta; koyu renk bir kostüm vardı sırtında. Çocukların toz/u ayak izlerini eski bir gazeteyle silip, otumıuştu. Karşıda yaşamın en ilginç şeyi, atlı karınca duruyordu. Dolayında yaşlılar dönü­ yordu işitilir işitilnıez. - Sayı kaç?.. - Biz yendik, demişti adam, 2:1. Sabahları artık kimse yanına gelip de, iyi misin ? diye sormuyor, gece bacadan ak duman çıkıyordu, denıiyordu. Sabahkyin küçükpencereden bir çift kadın ayağı ve kova görlirdü. Yeniyağan karın üstündeki ayak izlerine baknııştı bir gün. Karısının ayak izleriydi; otuz altı numara kadın ayakkabı/arı. Bunlardan kaç tane satın almıştı önırli boyunca. 1 12


Ama şimdi aytıklar kova.\'U inmişti bt�lmma. Bu kadın gençti, Vt' hi\·bir ştyi karısına bmzemiyordu. Gerçi birine benziyorduysa da anımsayamtyordu, �·anka iyi hissetmiyordu kendisini, ve bacadan kara duman yiikseliyordu. - Bize çıkalım, dedi kadın, birlikte kahvaltı ederiz. Redıledemedi Kadın gitti, kendisi de yıkanmaya başladı. Sabun kt'Jpamıa­ yordu avuçlannda, kendisiyse köpamıesini istiyordu sabunun. Yıkandıktan sonra ikinci kata çıktı Esans kokusu dolmuştu odaya. Oturdu. Ev sahibi kadın bir kadeh konyak verdi. Duvarda, beyzi (ova/) bir çerçeve içinde küçak bir kız resmi görda, ak kurdeleli - O zaman beş yaşındaydım, dedi ev sahibi kadın. - Oğlum da kaçaktü o zaman, diye aklından geçirdi adam. İlkyazın yeşile boyardım balkonu, siz oynardınız. Sen kanondan ev yapardın. Savaştan çok önceydi, çok önce. Sonra kavga ederdiniz. Oğlum topu yöneitirdi senin evine. Kuklan yıkımılar altında kalır, senin kaçak köpeğin kuklanın eteğini dişleyip, çeker çıkanrdı Sen ağlar, oğluma saldınrdın. O da galerek kaçardı .. - Sa/dır, ama ağlama, derdi oğlum. - Elimde değil, diye yanıt verirdin sen de. - Niye elinde değilmiş? Ağlamamaktan kolay ne var?.. Oğlum senin gözlerini silerdi - Sen benim evim i yıkıyorsun ama. - Oynuyonız yahu, diye şaşardı o. - Ne yapayım ? derdin, evim yıkılıyor ya benim!.. istasyonda seni anmıştı oğlum. Resim gibi kaçak bir kızın «ev»ini yıktığım anımsamış: Ev yıkmak köta şey, demişti Döner de karşılaşırsan ız: Bağışla beni, der, kaçaktam; bayilk olsaydım kuk­ la/ann evini yıkmazdım. ... Birlikte kahvaltı ettiler, sonra sağol deyip dışan çıktı Belki de benzettiğim kız bu değildi, diye daşanda adam. Ne önemi var, batan çocuklar birbirine benzer, diye daşanda, bayayance değişir, benzerliklerini yitirir/er. Konyağı içti mi, içmedi mi, diye anımsamaya çalıştı ama, anımsayamadı Bodnıma indi. Ocakta ateş solmuştu. Karekle körnar atıp tu tuşturdu ateşi «Sen dinfenrnek istiyorsun ama», dedi ocağa, «ben seni yakanm». İlkbahan daşanda. Avluda ağaçlar yeşermiş, kadınlar evierden dışan çık­ mış/ardı Kızak, ganeşin altında haşlanıyordu... Haftalar sonra komşu kadın, başının astande dut tepsisi bağırıyordu: «Dut isteyeeen... yok mu dut isteyeeen?». Alaminyum tabaklar elimizde giderdik Bana dut kalmazdı, çankü danyada gençler yaşlılardan çoktu. Bizim avlunun geveze kadını Zaro çıkardı karşıma. - Ne o, boş mu dönayorsun ? derdi - Hayır. Kabımda ganeş dolu olduğunu görmezdi Bir yerde yenilm ek istemeyen adam...

Kevork Arşakyan

1 13


ZABEL :.\S:.\DUR (İstanbu/ 21 Ekim 1863-a.y.1 9 Temmuz 1 934) Asıl soyadı Hancıyan olan �air, yazar, egitimci ve kamu giri�imcisi Zabel Asad ur, Üsküdar'daki Cemaran Okulu'nu bitirdi (1879). Aynı tarih t e <<Azkanıver Hayuhyats Jngerutyun» (Milletperver Ermeni Kadınlan Cemiyeti) ni kurdu. Önce ta�radaki, sonra d a İstanbul'daki Ermeni okullarında ögretmenlik yaptı. Edebi ve sosyal faaliyetini Abdülhamid'in istibdat devrinde de sürdürdü. Krikor Zohrab ve Hrand Asadur'la birlikte 1898'de yeniden çıkardıgı MAS İS dergisinde, birçok degerli yazısı yayımlandı. Yazılarını «Sibil» takma adıyla kaleme alan Zabel Asadur, 1880'lerin sonlarında, MAS İS ve HAYRENİK dergilerinde yayınladıgı aruz vezinli ve düzyazı eserleriyle tanındı. 1891 'de «Bir Kızın Kalbi», 1902'de de ilk �iirler külliyatı (Tsolker) yayınlandı. Eserlerinde sevgiyi, yurdu terennüm eden ve ince insani duyguları i�leyen Sibil, Batı Ermeni romantik lirizminin geleneklerini sürdürmü� olup, bu gelenekler çagda�, gerçekçi (realist) dü�ünce tarzı ile bir sen tez olu�turmu�tur. Bu temel üzerinedir ki onun yaratıcılıgı, edebiyat tarihinde, «geçi� dönemi evresh� diye tanımlanmı�tır. Sibil'in eserlerinin özellikleri, l irik ve destansı, ögelerin birbirleriyle uyumlu bile�imi, kadınsı inceligi, aydı n dilidir. Sibil, aynı zamanda egitim yöntemine dair makaleler, çocuk �iirleri ve «Çağdaş Ermeniceye Dair Pratik Di/bilgisi>> adlı ders kitabını yazmı�tır (1879).

KELEBEK VE ARI

Öğleye yakm, yorgun argın, Kovana koşuyordu arı. 1 14


Stlf,ah t•rkmdm, Kiint•şle birfikir kalkmış, Vt' daldan dtlltl .n�·rayıp Kezinerek, • • •

Emmişti çiçeklerin özii ile kevserini, Yağmalayarak kalburlann ince te/lerini. Ağırlığı altında ezilmiş arguı ve sessiz, Geldi giil filizi uzerine konmaya, E/van bir kelebek ısınıyordu orada, Giineşin sıcak akisleri altında berrak, parlak. • • •

Kollan ipekti Tiiy gibi, sarı, Ufacık benekler/e kıl/anmış iistiinde, Siyah çentik/er işlenmişti darmadağınık. «Ahmak kelebek! dedi çiçek delisi arı, Ne yapıyorsun orada, giineşin altında Kanatlannı germiş tuhafça. • • •

Giizellik mi sergi/emeye kalkıyorsun sen? Faal anlar çalışırken gayret/ice. • • •

«Sandığın gibi yaramaz değilim ben, Dedi kelebek yumuşakça, Hor görme beni, yalvannm, O denli mağrur o/mal • • •

«Giizel olmak giinah mı sence? Ki yüziime vuruyorsun. Çirkinsin sen, ama söyledim mi Hiç kaba bir söz ben sana? «Nedir yarann? söyle bakayım, boş yaratık! Havada, yukan aşağı uçmak ve konmak, Susamdan giil, gii/den yasemin gezinmek, Biiliin giin oyunla şakayı iş giiç edinmek. • • •

1 15


«Arsız biçimlerle soytan. Bense sakız ağacından altın köpak/a Tatlı, leziz ba/ toplanm. * * *

Ve peteğimde yapanm gizlice İnsanlara lezzetli yiyecek Yağmalayarak kekik, menekşe. * * *

Dinle, bayan arı, diye haykırdı kelebek Salt, yenilen mi yararlı, havada uçarak, sence? Gazelin de yok mu yaran gönlamaze? Çoklan kendi yeteneklerini ona borçludurlar. * * *

İnsanlar, gerçi, pirinci makbul sayarlar Kann/an tok kalsın diye, Ama duyguluca kok/ar/ar kadife göğü.s/a Kızıl safranlarla yeşil muhabbet çiçeklerini * * *

Eğer balla damağa zevk veriyorsan sen, Benim a/ımım da gözanan zevkidir insanın. * * *

KISkanma yeteneklerimi, Bil ki adildir Tanrı, Sana gilç verdi ki taşıyasın, Benim kolianma da benek. * * *

Ben senin ne ba/ını, ne de mumunu isterim, Sen de olma ISırgan dilli, köta ka/b/i». Zabel Asadur

1 16


APİK AVAKYAN (Tahran 14 Eylül 1919) Roman ve hikfiye yazarı Apik Avakyan, İran'daki Ermeni ve İranlı okul­ larda ögrenim gördü. Ortaögrenimini yine oradaki Fransız ve Arnerikan kolej­ lerinde sürdürdü. Daha sonra Ermenistan'a göç etti(l946) . Eserlerinde genel­ likle insanın kapitalist ortamdaki dramatik durumunu i§leycn Avakyan, <<IVıh ­ verengileşmiş Toprak»(l955) adlı romanında İranlıların Avrupa sömürgeciligi­ ne kar§ı mücadelesini yansıtır. Yazarın <<Nazeni Dalaryan»(i959) adlı romanı aile ya§amını canlandırır. ı 97ı 'de yayın lanan «Güney Humması» seçme hika­ yeler kitabıyla ŞEREF NİŞANI ile ödüllendirilen yazarın bu kitabındaki kah­ ramanlar, iyiyi ve güzeli dü§leyen insanlardır.

DEVE ÖLDÜ

İkisi de vahanın biraz ötesinde otumıuş, yakında dünyanın büliln çölleriyle çevrenlerinin sona ereceğini biliyorlardı. Biri eski kervancı başı Napir, öbürü de ölmek üzere olan Sapu/ 1 I ) adlı deveydi Bu yoksul çölde hiçbir şey değ4memiş gibiydi. Otuz yıl önce de aynı çevren, aynı tunıncu renk, gün batarken ya/ınıya/ını yanmaya başlayan aynı kum tepe/eri, vahalann o aynı cılız hurma ağaçları, ve kum tepeleri arasından şahane şıngırtı­ larla geçen aynı kervanlar vardı. Eski kervancı başı Napir 'di biri, öbüril de Sapur adlı deve. Yani olanı bir tek adamla bir deveydi.. Hiç böyle kervan olur mu? Yoksa Napir, kum tepeli çcJI yollannın dedelerden kalma geleneğini yıkmak mı istiyordu ? hayır, hiç böyle bir niyeti yotu. Vahanın biraz ötesinde ölmek üzereydi Sapur. Orada kumlar dört ı 17


hurma ağacının Kölge/erini emiyor/ardı; suyu da fışırfışır emiyordu kum/ar. Napir devenin karşısına çökmaş, onun gözlerine bakıyordu. Bu gözlerin derininde, taş kesilmiş çöl sessizliğinin batan sesleri sönmeye başlıyordu. - Ayağa kalkamaz mısın Sapur? diye sordu Napir, gidip bari gölgede oturaydık. Sapur sahibine baktı, ve Napir onun balaşlarıyla «kalkamam kardeş» dedi­ ğini işitti - Ka/kam�an, dedi Napir, kalkma. Razgiir/ardan param parça olan giysisinden çubuğunu çıkardı, başparmağıy­ la tatün bastırdı içine ve çakmaktan kıvılcımlar çıktı. Sonra anı/ar... «Otuz yıl önce, Semnan 'dan Turan 'a gidiyorduk Bizim hacı Sarnet 'in kerva­ nıyla. Otuz iki deve vardı. Hamadan derisi, Kermanşah ha/ılan, Hint çayı, Tam­ gan fıstığı, az bulunur baharat taşıyorduk Hepsini de çuval/ann altianna sokuş­ turmuştuk». - Anımsıyor musun ? diye sordu Napir deveye. pevlR!in bakışı «anımsıyoruuum» dedi. Tam burada, şu kum tepesinde, Cenn 'in soyguncu tay[ası belirmişti O zamanlar kervan sahipleri ona, «kervan yeyicisi» gibi iyi bir ad takmış/ardı. Napir, çuval/arın altından «Bemo» mara tafeğini çıkanp kurnun içine saklamıştı. On bir kişiydiler. Yalnızca Cenn 'le muhaftz/an silahlıydılar; öbar dokuzunun sopalan ve hançerleri vardı. Eski kervancı başı, kendisine hacı Sarnet 'in hep: «Napir, sana Cenn 'in kel/esi için elli altınım var» dediğini anımsadı. - Hacı Sarnet'in kervanı mı bu ? diye sormuştu soyguncu başı galerek Napir yalan söylemiş: - Hayır, hacı Zarin 'inki, demişti - Silah falan neyiniz var? Napir cebinden bayük bıçağını çıkanp, Cenn 'in ayaklan dibine, kumiara atmıştı: - Nah, işte bu. - Ne taşıyorsunuz? - Deri, halı, çayfıstık, baharat da var. - Çöktar deve/eri! O zaman Napir, en baştaki devenin gözlerine bakıp: - Çök kardeş, demişti - Sen çökmaştan de Sapur, kalan otuz bir deve de arkandan çökmaşta. Cenn şu hurma ağacının gölgesinde, koruyucusu da ganeşte duruyordu. Soyguncular çuval/an taşımaya başlamışlardı. - Ben Sarnet 'in kervanını bekliyorum, dedi Cenn, bana onun Semnan 'dan yola çıktığını haber verdiler. Hele birgelsin de... On/ann kervancı başı Napir denen yiğit bir adammış, ben onu çiğ çiğ yerim. Galda. Neden hep öyle gülayordu ? Soygunculardan biri kum tepesine çıkarken ayağı kayıp, sınındaki çuval/a birlikte yere yuvarlandı. Cenn ve koruyucusu şaşırdılar. O ne andı! 1 18


Napir, kuma ı.:tJnıdüKü tüfi•Kini htm m yakaladı. Bt•ş kurşunu l'tmlı. Atın elinizdm tüfekleri şeytan/ar, diye bağırdL - Demek Napir senmişsin, dedi Cenn, ve rahatça humıa ağacına ya.\'landı. - Atın silahları, yoksa kelle/erinizi damıadağın ederim! Silahını ilk atan koruyucu oldu. - Hacı Sarnet 'in kervanı işte bu. Napir de benim. At silahını Cenn! Cenn de atiL Devecilerden biri gidip iki silahı da kaldırdı yerden. Kumiann üstünden iki yılan kaldımıış gibi korkulu bir hali vardL - Hacı Sam et senin kellen için elli altın söz vemıişti bana Cenn, dedi Napir, kanlı altına sahip olmak istemem ben, var git!.. Gidin!.. Sonra «kervan yeyici» giildü ve: - Peki. .. dedi. - Otuz yıl önceydi Sapur, dedi Napir yüksek sesle düşünürcesine, tam şuracıktaydı işte. Ve bu anının onurlu yüceliğinden gözleriyalım yalım oldu. Kum tepesinin öte yanında yıkık dökü bir kervansaray var, sen iyi bilirsin onu. Sapur, gözlerini ağır ağır yumup açtı ve Napir emindi ki yine «iyi bilirim kardeş» demişti deve. Cenn bir yandan giilüp bir yandan dolaşarak: - Yazıksın Napir, demişti, ne solaı/muşsun o hacıların arasına? Tükür hepsine de, gel bizim çöle. - Gelmem, demiştim, ben hacı Sam et 'in kızı hanım Kuçul'u seviyorum ... « Ondan tam biryıl sonra Turan 'dan Semnan 'a geliyorduk. Yazın üçüncü ayrydL Kuçul senin tam sırtına binmişti ki, bir aslan gördük. Üç vaha ötedeydi. Aslan rahatça otumıuş kum tepesinin üstüne, bize bakıyordu. Gün yine başlamıştı batmaya. Gökle birlikte kumlar da yanıyordu. Hey Tanrı 'm ! O ne çöldü, ne giln batışrydı, ne yele/erdi aslanınkiler!.. ». Yine yüksek sesle düşünür gibiydi Napir: - Sen kalktın Sapur, öbür otuz bir deve de kalkiL Anımsıyor musun? Hiç anımsamaz olur mu ? Korkudan aklı kaçmıştı hanım Kuçul 'un. Kurnda yatmış, hiçbirşey görmeyen gözlerle gökyüzüne bakıyordu. Bütün kervan ve deveci/er taş kesilmiş, yaklaşan felaketi bekliyor/ardı. Sonra aslan yerinden kalkmış, akşam güneşiyle tutuşan uçsuz bucaksız dünyasına egemence bakmış ve inip tepeden gitmişti. «Yola çıkmıştık. Kuçul 'u kucağıma almıştım ben». - Ah ben o hafif, değer biçilmez yaküm/e bütün dünyanın çöllerinden geçip gidebilirdim. «Derken, Semnan 'a vamııştık. .. » - Kalkamaz mısın ayağa Sapur? diye sordu Napir, gidip bari gölgede oturaydık. Deve gözleriniyumup açtı, ve eski kervancı başı yaş gördü onun gözkapaklan arasında. - Kıılkamazsan, dedi Napir içini çekerek, kalkma. «Ha, Semnan 'a vardık ki, hacı Sarnet kentin kenarında dumıuş, kim bilir belki yedi giln yedi gecedir ayakta bizi bekliyordu. İşte sen, işte bu da kızın hacı Samet, dedim, sağ salim. Bırak beni gideyim, artık çalışmak istemiyorum». -

•••

1 19


Napir, pt'rşt'mbe günü Kuçu/'u istemi'k için birilerinin dünür gdtn•Rinı işit mişti. - Nasıl istersen, demişti hacı, al şu benim dünyarndan canın neyi çekiyorsa. - Ben seni almıştım Sapur, ve otuz yıldır aralıksız çöl çöl dolaştık seninle. Sapur adlı deve ölmek üzereydi vahanın az ötesinde. Eski kervancı başı çökmüş kiırşısına, onun gözlerine bakıyordu. Çöl/erin taş kesilmiş sessizliğinin bütün sesleri o gözlerin derinliklerinde sönmeye başlıyordu. Napir çokyaşlanmış, çok da yıpranmıştı. Ama anılan, bu gün batışı gibiyalım yalımdı. Ve birden, yüksek sesle sordu bütün dünyaya: - Soyguncu başı Cenn neden hep gülüyordu öyle?.. Kum tepesinin üstünde oturan aslan niye atiarnadı deve/erin ve insaniann üstüne?.. Hanım Kuçul şimdi hangiyıldızın altında dolaşıyordu serseri serseri?.. İşte o zaman, vahanın az ötesinde Sapur öldü. Ve eski kervancı başı Napir için, dünyanın bütün çöl/eri, bütün çevrenleri son buldu. ·

Apik Avakyan

1 20


VİKTOR BALAYAN (Stepanavan 16 Temmuz 1931) Gazeteci, hiUye ve roman yazarı Viktor Balayan, Erivan Üniversitesi'nin Filoloji Fakültesi'ni bitirdi(J954). PİYONER GANÇ(1954-1956), AVAN­ GARD(1956-1968) gazetelerinin yazar kadrolarında yer aldı. «Hayasdan» Ya­ yınevi'nin ba�azarlıgını(J969-1974) yaptı. Halen de bu kurulu�un müdürlü­ günü yapmaktadır. Serüven türündeki eserleriyle Ermeni Edebiyatında önemli bir yer i�gal etti. Eserleri arasında «Görünmeyen İzler»(1968), «Tehlikeli Yol»(1969), «Sis Dağılıyor»(1971) adlı roman ve hikaye kitaplarıyla «Baruyr Santrosyan»{1970), «Margo Muradyan» (1973) ve «Kader Kapıyı Çalıyor»(1972) adlı sanat kitapları vardır.

ANAHTAR

Bir mahkeme üstüne senaryoyazmamı salık vemıişlerdi bana. Mazelik de�eri olan halı/an, gümüşten yapılmış az bulunur süs eşyalarını dolambaçlı yollarla Sovyet Emıenistanı 'ndan yurt dışına çıkarıp orada satmış olan bir grup suçlu yargılanıyordu. Ünlü sanatçılannıızdan birine bu suçlu tüccar/ann yaptıklan işi anlatırken çok aza/da, ve milli zenginlikleri soyan bu onursuz Emıenileri kınadı. Ama kendisinden, olayı gösteren filmin projeksiyon yeri önünde çıkışta bulunup, bu gibi işlerle uğraşanlan kınamasını rica edince, razı olmadı - Bana ne, dedi, bu milisin işi, varsın o görsan hesaplarını. Milis yüzbaşısı bir arkadaşını bunu işitince azaldü ve onu aşağılarcasına: - Sanatçı da işi böyle yargılanıaya kalkarsa, dedi, yazdık/arına nasıl in ana­ yım ben onun ? Söyledikleriyle yazdıklan arasında ne bağ var? diye kt'stinı mili.\· yazhaşı.nnın 121


sözana. - Çok önemli bir bağ var. Sorunu böyle yargılayan, yaşamı gerçek olarak, doğru olarak yansıtamaz. Yazann sözay/e eylemi arasında çelişki olmamalL Birçok/an, milisin işiyalnızca cezalandırmak olduğunu, kendilerinin, yaniyumaş­ lannsa kamu dazeninden sorumlu olmadıklannı sanıyorlar. Hayır kardeşim, böyle daşanmekle, dolayımızdaki zararlı ot/an ancak artırmlj oluruz. Eğer bize o ot/an kökanden kopanp atmamıza, aralanndan iyilerini ayırd etmemizeyardımcı olmazsanız, sonra çok giiçleşir işimiz. DiLşan ki, çoğu zaman öğretmen rolane ginnemiz gerekiyor bizlerin... - Evet, evet, biliyorum, diyerek yeniden kestim sözana. Yaksek öğrenim gönnaş birçok pedagog çalljıyor cezaevlerinde. Geçenlerde «İnsan ve yasa» dergi­ sinde böyle bir eğitmen mi/is asıane bir yazı vardL «eski bir yargı/ının ifadesi» başlıklı bir yazıda, çocuk kampı görevlilerinden birinin, suçlu bir gencin ruh danyasına ustaca nasıl girebilip, her şeye inancını yitinniş olan o ruha, iyiye doğru bir değişme soktuğu anlatılıyordu. - Benim sözarn eğitmenler astüne değil, diye devam etti yazbaşı, cezaevle­ rinde çok var bunlardan. Sözarn cinayet masası görevlileri astane. Bunlann yaşamı tehlikeli olaylarla dolu. Bak sen diyorsun ki, kamptaki bir görevli değişme getirebiimiş inancını yitiren bir suçlunun ruhuna, diyorsun. Ama bunu nasıl yaptığını biliyor musun ? - Biliyorum. - Hayır yani, ona nasıl u/aşabiidiğini belirleyebilir misin ? - Neye? - Anahtara. - Ne anahtan? - Suçlunun ruhunu açan anahtara. O anahtan bulmak kolay mı sanıyorsun? İnsanı her yanıyla ince/emen, ruh danyasına girmen gerek. Öyle yapmalısın ki, senin içtenliğine inansın... Beş altı yıl önce, eskiden ekmekçi/ik yapan birini kurtannljtım. Vahan 'dı adL Ruhunun anahtannı bulamasaydım başaramazdım o işi. Gelgelelim, dolayımızda birçok sorumlu kişi, çoğu zaman bunu daşanmayor, insanların yazgısına boş veriyor, ve böyleceyenibir suç işlenmesineyardım ettiğinin aynmında değil. - Şunu ayrıntılı olarak anlatsana. - Uzun iş. - Zaran yok. - Peki senin neyine gerek? - Bilmiyor musun canım? - Hayır. Ama yazmak için istiyorsan söylemem. - Neden ? - Ben seni bilirim. Biri on yaparsın, radyodan vermeye kalkarsın, televizyonda konuşursun, sonra da gazeteye yazarsın. istemem. - Anahtar konusunda yazmayı daşanayorum. Anlatacağında belki yararlı bir şey bulurum. - Öyleyse benden hiç söz etmeyeceksin. - Hiç söz etmeyeceğim. 1 22


Pt•ki. Vt• mi/is yazbaşısı başladı anlatmaya. • • •

O gece eve geç döndüm. Birkaç gecedir uyumamlftım. Göz kapaklanm yumuluyordu, başıma bir kurşun ağırlığı çökmüş gibiydi. Iş başarıyla sona erince nasıl bir hafiflik duyduğumu düşünebiliyor musun ? İnsanın vicdanı yatışıyor, hoş bir uyku uyuyor. Ama o gün bana bu beğeniyi tatmak kısmet olmadL.. Daha yeni uzanmıştım yatağa ki, telefon çaldı, böylece de benim için yein bir iş başladL Cinayet masası görevlisinin yaşamı böyledir işte. Soğuk suyla silinip dışan çıktım. Kentin dar sokaklanndan birinde nöbetçi mi/is, boş bir otomobil görmüştü. kuşku/anıp yaklaşmış arabaya, içine bakmış ve arkadaki oturma yerinde kan izi görmüştü. «Pobeda» marka özel bir arabaymış. Ertesi günü arabanın kimin olduğunu sormaya gerek kalmadı, çünkü sabahleyin erkenden sahibi çıkageldi. Kıırakolda soruşturma yapamadık, çünkü adam çok korkmuştu. Kendisini zorla arabanın bagaj yerine soktuk/annı gücün anlatabildi İyi ama oradan nasıl dışan çıkabilmişti ?.. Bagaj yeri ancak dıştan açılabiiirdi Arabayı kendisi süren sahibinden başka bir şey öğrenemeyince, mi/is teğmeni Sahakyan: - Suçu işleyenler belki iyi kapatmamışlardır bagajlığı, dedi. Adamın gözleri geniş/emiş, neredeyse dışan ftrlayacak gibiydi. Konuşmak istiyordu ama, dudak/anndan ipsiz sapstz sesler çıkıyordu. «Böyle işlere girişen, bagaj/ığı iyice kapatmayacak kadar safolmaz» diye düşündüm ve mi/is teğmenine, arabayı yeniden iyice gözden geçirmesini önerdim. Anlaşıldı ki sahibi, bagaj/ığın içten de açıiabilmesi için bir düzen uydurmuş. Araba sahibinden suçu işleyenierin dört kişi olduklannı öğrendik. Sonra el işaretleriyle, bunlardan birinin bıyık/ı o/duğıınu, başka birinin de alnında yara izi bulunduğunu aniatiL - Yüzbaşı yoldaş, dedi Sahakyan, anlaşılan «Yaban domuzu» yeniden baş­ lamış işe. Gerçekten de, iki kez suç işlemiş olan ve «Yaban domuzu» adıyla bilinen Vahan Avdalyan 'ın alnında yara izi vardL Daha iki ay önce çıkmıştı cezaevinden. Ben onu çok iyi tanıdığım için, teğmenin dediği pek inanç doğurmadı içimde. Vahan cezaevinden kurtulduktan sonra, ben kendisiyle uzun uzadıya konuş­ muş ve onun, ikinci kez cezaevi yolunu tutamayacağıyargısına varmıştım. Bilinen hırstzlara benzemezdi o. Bir şeyi yargılamayı, bir şey üstüne düşünmeyi bi/irdi. Şöyle demişti bana: «Yüzbaşı yoldaş, biliyor musunuz benim böyle değişmemin nedeni neydi? İstasyondan indiğim zaman üstümde para vardı, orada kazanmış­ tım; bir kısmı çantamda, bir kısmı da cebimdeydi. İki buçuk yıl içinde ilk kez binmiştim otobüse, ve nedense anca o zaman anladım özgür olduğumu, eve gittiğimi. Otobüsten inip de elimi cebime soktum ki, paralar yok. Buz gibi ter kapladı alnımL .. O an o yankesiciden nefret ettiğim kadar hiç kimseden nefret etmemiştim... ». 1 23


Kendisiyle olan konuşmamı anımsayarak daşanayordum: Acaba ben yanı/­ mış mıyım? Yoksa Vahan yeniden mi suç işleme yolunu tutmuş. Denemeyi kurt yemedi ya! Teğmen Sahakyan 'la birlikte gidip, Vahan 'm kapısını çaldık. Eşi ve dört yaşındaki çocuğuyla birlikte yaşıyordu. Evde değildi· - Gece neredeydi? diye sordum eşine. - Evdeydi, dedi. - Çalışıyor mu ? - Hayır. - Neden ? - Kendisine sorun, diye omuzlannı silkti genç kadın, işe a/madıklannı söy/ayor. - Saat kaçta eve geldi? diye sordu birden Sahakyan. - Biz uyuyorduk, dedi eşi, geç gelmiş olmalı... - Yaaa, dedi Sahakyan ve bana baktı. Kadın rahatsızca ellerini ovuşturdu. - Ne var, birşey mi oldu ?diye sordu ıitrek sesle. inanın ki o şimdi eski Vahan değil artık. .. - Peki, diye kestim ben, dönerse söyleyin bana uğrasm. - Ona hiç güvenilir mi! diye ftsıldadı kulağıma teğmen, daha iyi ben kendisini burada bekleyim. Vahan 'ın eşinin yaşlı gözlerine, eteğini tutmuş olan çocuğuna baktım, ve Sahakyan 'a dönap: - Gidelim, dedim. - Acaba doğru olur mu gitmemiz? diye yakındı Sahakyan. Ben sorusuna yanıt vermeden sessizce bakıyordum. Vahan 'ın geleceğine güvenim vardı. ... Ama gelmedi. - Kuşu uçurduk elimizden, diyordu ojkeyle Sahakyan. Gece bir dakkan soyu/muş ve bekçisiyok olmuştu ortadan. Bu yeni haber bizi sarstı. İki olayın birbiriyle ilişiği olduğuna kuşkuyoktu. Gereken emirleri verdikten sonra, ben ve Sahakyan, Vahan 'ın evine koştuk Kapıyı Vahan açınca Sahakyan şaşa kaldı. Saliamyordu Vahan, ağzından pis pis votka kokuyordu. - Ooo... yazbaşı, dedi kapıya yaslanarak ve eliyle içeri çağırdı bizi. Oturduk ve sessizce odasına göz gezdimıeye başladık - Seni çağımuştım, neden gelmedin ? diye sordum soğukkanlılıkla ve bir sigara uzattım. Hiç memnun değildi Vahan, başını salladı. - Daha elinizden kurlu/anıadım mı ne? Niçin rahat bırakmıyorsunuz, ne diye gelecekmişim, ne yaptım ki geleydim ? Ben bıknıışım zaten, her şeyden bıkmı­ şım, sizden de, soruştumıadan da, diye arka arkaya veriştirdi ve yaza asıldı. - Peki nereden biliyordun seni sorguya çekmek için çağırdığımızı ? diye sordu Sahakyan. - Siz insanlan ne diye çağınrsınız ki? O da benim gibi/erini! Vahan yumruklannı sıktı ve yara izi kızaran yazande daha da be/irerek 1 24


ak/aştı.

Niçin çalışmıyorsun Vahan? tliye sordum. - Nl' diye geldiyseniz açıkça stJyliyin, diye bağırdı, ben o numaralan çoktan bilirim. Ben de ödevime geçmek zorunda luıldım. - Gece neredeydin? - Evde. - Saat kaçta geldin eve? - Geç vakit. - peki nereden dönayordun ? diye sordu Sahakyan. - Soygundan. Soyup soyuşturdum, getirip evime doldurdum, şimdi memnun musunuz? diye bağırdL <<Acaba numara mı yapıyor, yoksa votkanın etkisiyle dengeyi yitirmiş mi?» diye daşandam ben. - Bak Vahan, seninle açık konuşacağım, dedim. Geceleyin bir başkasının arabascyla hırsızlık yapılmış, adam öldara/maş... - Ve biliyor musun ki şoför sağ? diye sözama kesti Sahakyan. - Ne şoförü? diye sordu Vahan. - Otomobilin bagaj yerine soktuğunuz şoför, dedi Sahakyan kesinlikle. Vahan galamsedi, ve bu kez daha yumuşakça: - Siz yanlış kapı çalmışsınız teğmen yoldaş, dedi. Adam sağsa daha ne uzatcyorsunuz işi? Beni hemen götüran yanına, gösterin, varsın tanısın. .. Yazık ki bu yolla gerçeği öğrenemezdik. Çanka arabanın sahibi şoför ruh bunalımı geçirmiş olup, ruh hastalıklan hastahenesinde bulunuyordu. Ben Vahan 'a dostça: - Peki Vahan, şimdi yat dinlen, yann sabah saat dokuzda rica ederim bana uğra, dedim. - Yann mı? diye sırtttı Vahan, niye bugan olmasın? - Haydi yat, yat. - Ben esrik değilim, ne dediğimi çok iyi biliyorum. Neden beni rahat bırakmcyorsunuz? Onlaryetmiyormuş gibi, şimdi de siz mi?.. Kimmiş onlar? diye sordu Sahakyan. Vahan 'ın acı dolu gözleri ilkin teğmene, sonra da bana kaydı ve pencereden dışanya yöneldi. Susmuştu. Bizim görevlilerden birine, sivil giyip, Vahan '/ann evine yakın bir yerde nöbet beklemesini emrettim. Nereye gittiğini, kendisini neyin btJyle azdağılna anlamak istiyordum. Belki böylece, batün dağılma çözebilecek ip ucunu bulabi­ lirdim. Bir nokta daha vardı beni daşandaren: Morg eksperi., arabada göralen kanın insan kanı değil, hayvan kanı olduğunu bildirmişti. Kan oldukça tazeydi, öyle ki, arabanın oturma yerine aynı gece damlamış olduğuna kuşku yoktu. Aldığımız yeni bir haber şaşkınfığımı basbatün artırdL Soyulan dakkilnın biraz ötesinde kanlı bir şapluı bulunmuştu. Bekçinin yakın/an, şapluının onun olduğunu doğrulamışlardL Şapkadaki kanı ekspereyolladım, Sahakyan 'a da bekçinin evine gidelim, dedim. - Ne gereği var, diye karşı durdu teğmen, onlar şapkayı tanımışlar ya! 1 25


- Olsun, ben kendi kula1,'fımla �·itmek i.ı"tiyorum onların .\·tJy/edik/erini. Verdiğim yanıla şaştı teWnen veıomuz/annı silkerek arkarndan geldi. .. Dönaşamüztk telefon çaldL - Yüzbaşı yoldaş, diyordu nöbetçi telefonda, alnında yara izi olan genç on beş dakika önce evden çıktı, şimdi istasyona doğru gidiyor. Bundan önce iki kez telefon ettim size... - Elinde bir şey var mı? diye sordum. - Hayır. Nerede olduklannı öğrenip, hemen giysimi tkğiştirerek dışan çıktım. Vahan boynu eğik, kaldınmdayürüyordu. Biraz sallanıyordu, içmişti. Karşıya geçerken az kalsın bir araba çarpacakıı kendisine. İyi ki şoför tam zamanında fren/eyebilmişti. Vahan etrafına bakmadan yararneye devam ediyordu. - Sen serbestsin, git, dedim nöbetçi polise ve tek başıma izlemeye başladım Vahan 'L İstasyona vannca bir sigara yakıp, perona girdi. Demiryoluna koşup yürüye yürüye oldukça uzaklaştı istasyondan. Yaklaşmakta olan bir tren dadak çaldı, ve ben Vahan 'ın sigara dumanını çabuk çabuk içine çekıiğini gördam. Tren yak/aş­ tıkça, o da demiryoluna yak/aşıyordu. Yaşamına son vermek isteyen bir adamın adımlarıydı bunlar. Hızla yaklaşıp kendisine, kolundan tuttum. Geri dönda, ku­ durmuşçasına par/eyordu gözleri. Elimden kurtulmasıyla ensesine güçle vurmam bir oldu. Kendinden geçip, sol kolumun astılne daştıl. Zorla çekebildim raydan dışan Vahan 'ı arabaya oturtup, bizim eve götılrmelerini emrettim... Uyudu. Uyandığı zaman akşam olmuştu. Şaşkın şaşkın do/ayına bakındL - Neredeyim ben ? - Bizim evde. - Ne istiyorsunuz benden yüzbaşı yoldaş, dedi, benim artık öyle işlerle uğraştığım yok. - Ne diye kendini ö/darmek istiyordun aptal, dedim, kannı çocuğunu hiç mi daşanmedin? Başını avuçlan içine aldL - On/ann bana ihtiyacı yok, yükarn ben onlara. - Niye çalışmıyorsun? - «Hırsızmışsın sen» diyorlar, iş vermiyor/ar. - Nereye baş vurdun ? Birfabrikanın adını verdi. - Başka nereye? - Hiçbir yere. Bana hiçbiryertk iş vermezler diyorlar. Artık serbest konuşuyordu Vahan; sıkılmadan, alaya vurmadan. Kesin adımın atılmış olduğunu anladım. - Kim söy/ayor öyle şeyler? diye sordum. - Arkadaşlanm; hani bir zamanlar onlarla birlikte... Vahan içini çekıi, sonra gözlerini bana dikerek devam etti: - Kendilerine yardım etmemi, yani eski «UZmanlığıma» dönmemi istiyorlar, dedi ve başını yeniden eğdi. 1 26


Sonra uzun ıuun IJğıU ı•f'rdim kmtlüint·; nt' ytıpıp ytıpıp onu bir işt' yt•rlt•ştirr­ ce�me söz verdim. Şaşırdı vt• milisin bu iş/t• UJ.,"frtışabildiğini lıiç aklındtm K'·�·irmt·· diğini söyledi. Sonra ben yavaş yavaş konuşma konusunu deJ.,'fiştirip, yeniden soygun hikayesine döndam. - Arabanın sahibi, soygunculardan birinin alnında yara izi oldugunu söylemişti. Vahan yerinden ftrladL - Şunu başından söyleseydiniz ya! Ne diye kalkmış dere tepe arıyorsunuz? Sonra başladı daşanmeye. Ben mahsus hiç soru sormuyordum. - Bizim gruptan yalmzca ben araba sarmesini bilirdim, bir de «Kmıo». Şimdi anlıyorum bana neden böyle ihtiyaç duyduklannL Vahan alçak sesle, ağır aKır kendi kendisiyle konuşuyor gibiydi. Öyleyse «Kmıo» kamptan kaçmıştır, dedi. - Kimler var o grupta ? - Üç kişi kalmış olmalılar, «Kmıo»yla birlikte dörttaler. - Ama sen nereden aniadın «Kmıo»nun da onlarla birlikte olabileceğini? Araba sarebi/en başka birini bulmuşlardır belki. - «Kmıo»nun alnında yara izi var... Havayı biraz yatıştırmak için: - Ya senin alnındaki yara izi neden ? diye sorunca: - on/ann işi, dedi Vahan acı acL - Zaranyok, diye avuttum, on/an da unut, geçmişini anımsatan o yara izini de. Baygın gözlerinde birparlaklık gördam - O yara izi bir şey mi? dedi, onlar benim ruhumda öyle biryara izi bıraktılar ki, hiçbir şeyle geçmez... «Hepten kaybolur bu oğlan yalnız bırakılırsa» diye geçirdim içimden ve başladım onu yareklendirmeye. - Sağ olun, dedi mınldanır gibi, söyleyin size nasıl yardımcı olabilirim? Ben de zaten bunu bekliyordum .. * * *

Mi/is madarlağilne geldiğimde, zaten bildiğim haberi bana ilettiler. Üstıınde «gizli» yazılı zarft açıp, «Kmıo» adıyla bilinen Hmayak Mangasaryan 'ın kamptan kaçmış olduğunu okudum. Uzun boylu, iriyan, kumral saçlı, korkunç gözla biri olduğu ve alnında yara izi bulunduğu da yazılcydL .. Başka bir haber daha alındı: Eksper, bekçinin şapkasındakiyle arabadakinin aynı kan, yani hayvan kanı oldu­ ğunu bildirmişti. - Bu nasıl bir bulmaca böyle, dedi teğmen Sahakyan ve, yoksa bunlar arabayla kebap mı yemeye gitmişler, diye alay etti. - Evet, dedim ben, kebap yemeye. Teğmen cinayet masasında yeni yeni çalışmaya başladığı için, daha bu işin inceliklerini kavraması gaçtıı. Öğleyin Vahan telefon etti. Eski arkadaşlanndan yalnız Surig'i bu/abi/miş, onun da ağzından hiçbir şey alamamış. Surig'i sorguya çekmeye karar verdim. Ama arkadaşlannın nerede oldukla1 27


nnı bir tarla anlayamadım. Hatta «Krnıo»nun adını verdiğimde şaştı bile. - O kodeste yatıyor, şefyoldaş, kodesteee, dedi. Alay dolu gözlerini bana diknıişti. Ama çaprazlama soruştumıada tuzağa daşta. - Şef yoldaş yanımda tavuk kessefer ben kendimden geçerim, hiç adam öldarebilir miyim? Sahakyan hemen atıldı: - Sana adam öldardan diyen oldu mu ? Bir an şaşırdıktan sonra yanlışını düzeltme çabası gözanıden kaçmadL - Ama siz arabada kan bulduğunuzu söylememiş miydiniz? Kendisini dinlerken dağüman çözalmekte olduğunu duyuyordum. Bizden kimse kan asıane hiçbir şey söylememişti. - Dinle Surig, dedim, biz her şeyi senin ağzından öğrenmek istiyoruz. Soy­ gundan başka bir şey yapmadığınız sen söylemeden de belli. Sen milisi sahte izlerden aldanacak kadar safmı sanıyorsun ? - Ne söylediğinizi anlamıyorum, diye mırıldandı Surig kuru dudaklarıyla. - Şimdi arkadaşın her şeyi anlatırsa anlarsın. Zile bastım. Surigtetikte, gözanan ucuyla içerigiren nöbetçi milise bakıyordu. Surig'in yazane bakmadan: - Bekçiyi çağınn, dedim, adını soyadını vererek. - Ne? diye yerinden fırladı Surig, ben suçlu değilim yüzbaşı yoldaş. Kendileri sudan kupkuru çıksınlar diye yoksa beni mi işe kanştımıışlar!.. Sinirli konuşuyordu. - «Krmo» nerede, diye kestim sözana. - Onlar birlikteydi/er. Nasıl olur?.. Bir şeyden kuşkulanmış gibiydi Surig. Sonra devam etti: Onu yakalamamış da yalnız bekçiyi mi yakalamışsınız? Başını avuçlan içine aldı Surig: O beni öldaror... - Eğer batan sorulanmızı doğru yanıtlarsan, «Krmo» sana hiçbir şey yapa­ maz, dedi Sahakyan, ve kalemi ele aldL Suçlulardan biri zaten elimizdeydi, ve ötekileri bulmak için bu bile yeterdi. Surig'den, on gan sonra gece saat 1 O 'da soygun mallannın satışından elde edilen paralan kendi evinde paylaşacaklarını öğrenmişlik («Krmo» ve arkadaşları, mal­ lan satmak için nereye götürdaklerini söylememiş/er). Benim önerim/e o gan iki tuzak kuracaktık: Biri Surig'lerin eviyakınında, öbaro de bekçinin. Öteki suçlular kuşku/anmasınlar diye, Surig'i serbest bıraktık. Ben bu cesur ve tehlikeli adımı atarken Vahan 'a bayük umutlar bağlamıştım. Kendisine her şeyi anlatmış ve Surig'den gözana ayırmamasını rica etmiştim. En sonunda onuncu gün geldi çattL birinci araştırma grupunun başına ben geçtim, öbarüna de teğmen Sahakyan 'a bıraktım. O, bekçinin yaşadığı evi batan gece göz altında bulundumıayı önemıişti. Sahakyan yola çıkmadan önce: - Sakın yanılmış olmayalım, belki bekçiyi öldamıaşlerdir, dedi. - Olabilir, diye yanıt verdim, ama ben eminim ki, bu gece o, Surig'lerin değil, kendi evine gidecektir. - Şaşıyorum, dedi Sahakyan, ne zamandan beri kestirdiniz bekçinin sağ olduğunu ? - Şapkadaki ve arabadaki kan insan kanı değildi. Dakkilndan oldukça 1 28


lnlyılk

twartltı mal �·alınmış, aynı K''" kalılırı/mış, ama daha .wtılmış dt•i!iltli. Evdt•kiler bunu biliyor mu .wnıyorJunuz? - Bugün oyunun son perdesi oynıınır, her şty belli olur. Elini sıkıp, kendisine başan diledim. Vahan bütün gün Surig'le birlikteydi. Masanın üstüne bir şişe şarap koyup, «dert ortağı» olmuşlardı. Biz sivil giysiler giymiş olarak, Surig'lerin evini belli etmeden kuşatmıştık Tam saat JO'da ilk «konuk» içeri girdi, birkaç dakika sonra ikincisi, arkasından da üçüncüsü. Parkıa durmuş, pencerenin perdesi aralığından içeriye bakıyordum. Ne konuştuklan i§itilmiyordu ama, alınlannda yara izi olan Vahan 'la «Krmo» arasında silahsız bir düello olduğunu seziyordum. «Krmo» Vahan 'ı sorguya çekiyordu. En sonunda <<Krmo» elini cebine götürüp, baştyla Vahan 'ı dışan çıkmaya çağırdı. Öbür ikisi onun peşine takıldı/ar, Surig'se şişeyi boşaltıyordu. Bunun ilk şişe olmadığı be/liydi. Yanımda duran üsteğmen Soğo­ monyan 'a ftsı/dayarak direktifler verdikten sonra, tek başıma içeri girdim, ve tabaneamın namlusunu «krmo»ya yöne/terek: - Elleryukan! diye emrellim. Kaşla göz arasında üç tabanca namlusu birden bana yöneldi. «Bu ne hız, bu ne çevik/ik! diye geçti ak/ımdan, ne yapmalı? Acaba ateş mi etme/i?>>. Odada mezar sessiz/iği. - Atın elinizden, bırakın! diye bağımıanı sessizli&'i bozdu. «Krmo>> hayasızca: - Sinirlenme, dedi, biz çocuk değiliz ki, bağırarak korkutasın. Ve arkadaş­ lanndan birine pencereden kaçması için başıyla işaret elli. «Evin kuşatılmış olup olmadığını anlamak istiyor edepsiz, diye geçirdim ak/ımdan, arkadaşını da kurşuna hedefyapıyor. Şimdi her şey, dışarıda bizimki­ lerin nasıl davranacaklarına bağlı». Arkadaşı sessizce indi pencereden ve biraz sonra karanlıkta yeniden göranda yüzü. «Gelin» diyordu. Sonra yine görünmez oldu. «Krmo>> gözlerini benden ayır­ madan, ikincisine işaret elli. Bu da indi ve aynı anda çığlığı işitildi; arasından da silah sesi duyuldu. «Krmo>> içgüdüyle pencereye baktı. Hemen o an Vahan «KrmO>>nun üstüne atılarak kolunu büktü. İkisi birden yere yuvarlandı/ar, ve ben daha onlara yak/aşamadan ateş sesi işitildi. Vahan keskin bir çığlık çıkardı, iki ellerini açıp düştü, ve ya11ığı yerden «Krmo>>nun çenesine iki ayağıyla birden teknıe indirdi. Teknıe hem güçlüyda hem de isabetli; öteki, yere nııhlanmış gibi oldu. Ben hemen «Krmo>>nun silahını alırken milis/er içeri girdiler. Böylece de harek{il sona ermiş oldu... Vahan 'ın kolu hafifyara/andığı için özel tıp yardımına gereksinim duyu/madı. Biz odadan dışan çıkarken eşikte teğmen Sahakyan 'la karşılaştık. Gülüm­ seyenyüzü her şeyi anlatıyordu. Öyle ki hiçbir şey somıak gerekmedi. Ben Vahan '­ dan aynlmak, kendisine işe alınmış olduğunu bildirmek istiyordum, ama daha söze başlamadan: - Sizden bir şey rica edeceğim yüzbaşı yoldaş, dedi, bilmem yapar mısınız? Ben, «)'apannı>> anlamına başımı eğdim. - Bizim eve gidelim, bugün çocuğumun doğum günü, karını hazırlık gömıüş. Gerçi vakit biraz geç ama ... Üsteğnıene baktım, anladı beni. -

1 29


Ben/c Vahan kmdisine: - İyi gece/er, dedik. Yolda Vahan 'a: - Yarın işe başlarsın, dedim, o yara hafif bir şey, geçer ve her şeyi unutursun. * * *

Milis yüzbaşısı hikayesini bitirdikten sonra: - Benim sigaranı kalmamış, dedi, ver baka/ını şu senin zıvanalı sigaradan. Sigarayı kendisine uzatarak: - Unuttu mu bari her şeyi, diye sordum, çalışıyor mu, kendisine rastlıyor musun ? - Evet, şimdi benim iyi dostlarınıdan biri, dedi, tanıştırayını da bak, sen de seveceksin. - Ama bunun için bana anahtarı vernıelisin. - Anahtarı herkesin kendisi bulması gerek. Başkasının verdiği anahtarla zor açabilirsin insan ruhunu ...

Viktor Balayan

1 30


AGOP BARONYAN (Edirne 1842-İ.\'tanbul 27 Mayıs 1891) Gazeteci, mi7..ah yazarı ve <<Emıenilerin Mo/iere 'i» adıyla anılan ünlü miz.ah ya1..arı Agop Baronyan, ilkögrenimini Edirne'de Ar�agunyan Ermeni Okulu'n­ da yapt ıktan sonra, Yunanca öğrenmek için Rum Okulu'na girdi. Bu arada İ talyanca ve Fransızca dillerini ileriet meye çalı�tı. Okuldan ayrıld ıktan sonra bir eczaemın yanında çırak olarak çalı�t ı. Bu alanda nazari bilgiler edinebilmek amacıyla ec1.acılık ve tıp üzerine yazılmı� oldukça fazla eser okudu. isıanbul'a gelerek ( 1 &63) bir süre amcazadesi Dr. Kat i pyan 'ın evinde m isafir kaldı. Pos­ tahaneye memur olarak girdi (1864), üç yıl bu görevde kaldı. Bu yıl larda yazı hayatına atılarak ilk denemelerinden sonra 1 870 yılından itibaren kendisini tümüyle �u i�e adadı ve bazı Ermeni okullarında ögretmenlik de yaptı. YEP­ RAD (Fırat) Ermenice gazetesinin yazı i�lerini yönet ti ( 1871 - 1872) . llarutyun S ıvacıyan 'ın yayınladıgı MEG U Gazetesi'nde yazı i�leri müdürlügü yaptı (1872-1874) . Gazete kapanınca (1874) imt iyazı kendisine devredildi. Baron­ yan gazetenin adını degi�ıirerek TADRON (Tiyatro) adıyla çıkarmaya ba�ladı (6 Nisan 1874-1877) . Aynı 7.a manda TIYATRO Eglence Gazetesi adıyla Türk­ çe olarak da çıkardıgı bu gazete, Türkiye'de yayınlanmı� ilk tiyatro gazetesidir. Baranyan bu gazetedeki yazılarıyla CER İ DE- İ HAVAD İ S ve G ü llü A�oıı'u elc�tirdi. Daha sonra 1&&3 yılı ba�langıcı nda DZ İ DZAG (Gülüş) adlı yeni bir mizah gazetesi çıkarmaya ba�lad ıysa da bunu sürdüremeyerek YERG RA­ KUND (Yerküresi) _ gazetesinin yazı i�lc rinin yönetimini üstlendi. Edirne'de aylık Ermenice KHIGAR (Bilgiç) adlı m izah dergisini yayınlamaya ba�ladı. Bu dergiyi İstanbul'a naklederek haftalık olarak yayınını sürdürmek istediyse de maddi olanaksızlıklar yüzünden yayın ını kesrnek zorunda kaldı (1888) . Om rü ­ nün son yıllarını parasal sıkıntılar içinde bir ticarethanede geçiren ve Edirne'­ den Patrikhane Umumi Meclisine de üye seçilmi� bul unan Agop Baranyan'ın Kafkasya'da çıkan PORTS (Deneme) ve ARTSAKAN K (Akis) de�gilerinde de yazıları çıkmı�tu. Gençliginde aktörlük de yapan Baranyan'ın eserleri ancak

131


ö l ü m ü nden sonra Ermenistan'da hasıl m ı�ı ır. İhnml Amn1 ( Vartan lkmalyan) ­ ıarafı ndan Tlirkçe'ye çevrilen yazılarında, kend i s i n i n de içi nde h u l u nd ugu küçü k burj uva ya�ayı�ı n ı alaya ald ıgı gör ü l ür.

ESERLER İ: 1- Alaturka Dişçi(l868); 2- Milli Kodanıanlar (1878); 3- İstanbul Mahalle­ lerinde Bir Gezinti(l880); 4- Bağdasar Ahbar(1 886-1887); 5-Adabın Zarar/an(1 886- 1887); 6- İki Efendili Bir Hiznıetçi(191 1 ); 7- Haşnıetlu Dilencile11 8 Mizahi Sa/nfmıe; 9- Bilgiçin Kehanetleri; 10- Dalkavuk; l l- Aşk Tellfıllan. «İNCELİGİN ZARARLARI» DiZİSİNDEN

Zakar ağanın kulağı korkunç ağrır; bütün gece acılar içinde kıvrılarak sabahı bekler doktora başvut:nıak için. bilindiği gibi kulak, kötü sözler, yalanlar ve ıftira/ar işitmekten de ağrır. Derken tanyeri ağarır, Zakar ağa feneri yakıp, doğru üzerinde <<gece de açıktın> yazılı bir eczahanenin kapısını vumıaya gider. kapı aç ılmaz. Zakar ağa, kula"ğının acıdığı aynı yeğinlik/e kapıyı yine vurur; kimse ses vermez. Ne ayakta durnıaya, ne otumıaya, ne konuşmaya ne de susmaya gücü yetmeden canı çıkar zavallının acıdan ve başlar vuruşlarını giderek yeğinleştirnıe­ ye. En sonunda ince bir ses işitilir yukarıdan: - Kim o? Soranın pencereden gösterdiği yüzünden, otuz yaşlarında olduğu anlaşılır. - Benim, diye yanıt verir Zakar ağa inleyerek. - Sen kimsin ? - Benim... Zakar ağa, der adam sancıdan başı sal/anarak. - Zakar ağa kim ? - Konuşacak vaktinı yok hanım, kulağını korkunç a1-.'rıyor. - Kulağınız mı ağrıyor?.. Böyle sabahın erken saatinde... Kim olursunuz siz? - Ööfbe... Zakar ağa, hanım, Zakar ağa... yavrucu... Zakar, Zakar... Zakar derler bana, Noyenıi'nin güveyisiyinı... Zakar... Zakaaaar. - Noyenıi kim ?.. Neyse... bekle biraz, şimdi açılır. - Efendiye söyleyin çabuk aşa!-,Tı insin, yalvarırım. Şimdi gelir, biraz işi var da... bekleyin. Kadın pencereyi kapayıp çekilir, ama Zakar ağanın sancısı çekilecek gibi değil. - Çabuk yahu, açın kapıyı, diye baf,Tırır. Çeyrek saatlan kapı açılır. Eczahanenin hadenıesi başlar süpürnıeye; eczacı daha görünürlerde yok. Zakar ağanın yüzü sancıdan bin biçim değiştirir; bir kaşiarı yukarı kalkar, bir gözünün biri kapanır, bir burnu küçülür, bir dişleri sıkı/ır, bir ağzı açılır... Gözleri hep orta kapıda, dolaşıp durur eczahanenin içinde. Ah eczacı bir çıkıp gelse de, yalvarıp kulaf-'ına i/iiç danı/attırsa. Güneş doğar; başka birkaç hasta da gelir doktoru bek/enıeye. Eczacı orta kapıdan girer. --.. Aman efendim, hemen bir iliiç vereydiniz ku/ağınıa. ·

1 32


B(•k/t'yin,şinıtli doktor �dır. Zakar aKa, başı ellainin araJında, bir sandaly(y(' oturur, dünya KiJlünt• �örılnmez, konuşacak ha/d(' d('Kildir. Ama hiç bırakırlar nu ki konuşma.l'ln, zorla konuşturacaklar. - Sanırım kulağınız ağrıyor, der hastalardan biri. <<Evet)) anlamına başını eğer Zakar ağa. - Çoklan mı ağnyor? <<Hayır>) anlamına başını kaldırır Zakar ağa. - Çok mu ağnyor? <<Çok» anlamına biraç kez sallar başını Zakar ağa. - Ne oldu da kulağınız ağrıdı? Baş işaretiyle yanıt verilmez ki bu soruya; susmak da olmaz, çünkü incdiğ(' karşı. <<Neyine gerek be adam)) dese, bu da incefiğe karşL Öyle ki, Zakar ağa acısından inleyerek, eli kulağına dayalı başlar konuşmaya: - Be kardeşim, dün akşam biraz terliydim... 2 numaralı Boğaziçi vapurıma girdim... - Bağışlayın, 2 numaralı vapur Hisar'a uğrar mı ? diye kesti sözünü hastalardan biri. - Evet, uğrar. - Çok ağır gider o vapur da, der başka bir hasta. - Ben o vapura hiç binmem, der bir üçüncüsü. - Benim de bindiğim yok, diye ekler dördüncüsü. - Eee, 2 numaralı vapura bindiniz... sonra ?.. diyesorar <<ne oldu da kulağınız ağndı ?)) demiş olan. - 2 numaralı gemiye girdim, Gazaras ağa dedi ki. .. - Sözünü unutma, Gazaras ağa dediğin şu bizim kunduracı dostumuz mu? diye sorar hastalardan biri. - Evet. - Nasıl oldu onun işleri? - Gazaras ağanın işleri bozulmuş muydu ki?.. diye sorar ikincisi. - Bizim Gazaras ağa mı ? diye bağırır üçüncüsü şaşkınlık içinde. - Bozulmuştu ya, diye yanıt verir dördüncüsü, hayırsız bir güveyiye düştü adam... Terenik 'e... evde ne var ne yoksa hepsini de saiiL - Terenik mi?.. Şu Terenik ha ?.. Vay işeyaramaz herifvay... Parseh 'in oğlu... Babası iyi adamdı... - Öyleyse anasına çıkmış, der biri. - Anası da iyi kadındı efendim, diye mırıldanır biri. - Zavallı Gazaras ağa... der bir başkası; ne de iyi kundura diker, hem ucuz hem de dayanıklL .. - Kundurayı ayağa uyduramaz ama, diye yanıt verir bir başkası; birkaç kalıbı var, hep onlara göre biçer, ve ister ki müşterilerin ayakları hep kendi kalıpları büyüklüğünde ve biçiminde olsun. Bu konuşmalar sırasında Zakar ağa iki acı birden duyuyordu: birincisi kulak acısı; ikincisi de sözünü kesmelerinin acısı. Bırakmazlar adama ki konuşsun, tıpkı az önce hiç konuşmak istemediği halde zorla konuşturduk/arı gibi... Ama inedik 1 33


ona sahırlı olmasını emreui, o da sabırlı oldu... ta ki ilk soruyu soran söz alıp: - Şimdi bırakalım kalıpları da Zakar ağayı dinleyelim. Eee Zakar ağa, ne dedi Gazaros ağa? - Gazaros ağa dedi ki, diye sürdürdü Zakar ağa, vapurun bumuna binelim de biraz serinlenelim ... - Sözünü balla kestim; terfi terfi vapurun burnunda oturu/ur mu be kardeş? dedi hastalardan biri, ve ötekiler de aynı düşüncede olduklannı bildirdiler. - Oturulmaz elbette. - Büyük akılsızlık - Sağlık kurallarını hiç bilmernek demektir. - Siz kendiniz çağırmışsınız kulak ağrısınL - Demirden bir kulak bile terfi terfi, yelin karşısına konulmaz. - Düpedüz delilik - Daha doğrusu aptallık Zakar ağanın sabrı tükenmek üzereyken, incelik doldurur onun sabır taşınL Biraz bekledikten sonra, dinleyenlerin çağrısı üzerine sözünü sürdürür: - Terliyim, üşürüm, dedim ve indik alt kamaraya; oturduk .. Yeniden sözünü keser/er: - Yaşa!.. Gördün mü aklı? - Bağışlayın öyleyse. - Sözümüzü geri alım. - Şöyle desene... biz de vapurun burnunda oturdun sandık. - İyi ki Gazaros ağanın sözünü dinlememişsin, aptal adamın biri Gazaros ağa. - Rahmetli kardeşi de öyleydi. - Onun karısı ne oldu? - Hamparsum 'un oğluyla evlendi. - Şu... Manuk 'un bacanağıyla mı ? Hani bir evi vardL .. - O ev yanmadı mı ki? - Çoktan yandı, arsayı da müsü Antuan aldL - Ne güzel kızı var Antuan 'ın! - Çok da güzel giyinir kerata. - Geçen hafta bir amazon giymişti ki. .. fidan gibi. .. - Kaça satıyorlar amazonları? - Kumaşına göre, yarım liradan tut da git. - Galata 'da Beyoğlu 'ndan daha ucuz. - Evet, ben giysilerimi hep Galata 'dan alırım... şu panto/onumu beş mecidiyeye almıştım. - Ben de ceketimi iki mecidiyeye almışımdır. - Pardesüme sekiz mecidiye verdim, ama çok iyi mal. Gerçi maldan anlayan bir dostla aldım. - Bırakın şu adam sözünü bitirsin be... Siz konuşun Zakar ağa. Zakar ağa, ikide bir kestikleri konuşmasını sürdürmemeye kararlıydı: - Benim sözüm bitti. .. bu kadardı zaten... diye yanıt verdi. - Yok, yok .. o kadar değildi... 134


Tcrliyim, üşürı"Jm tktlini.l l't' •il lt kanwmya inip otımluh dmıiştinü... Nt• yaptınız bakalım alt kanıartula ? - Ne oldu alt karnarada ? - Kim vardı orada? - Bitirdim dedim sözümü kardeşlerim, bitirdim. - Peki, ne oldu alt karnarada ki kulağına sancı girdi? - Pencere açık mıydı ?.. - Kapuian yel mi esiyordu ?.. - Biri kulağına mı vurdu ? - Niye konuşmuyorsunuz Zakar ağa? - Derdini saklayan derman bulamaz, derler, saklama da söyle, belki biz de sana bir ilaç salık verebiliriz. - Bir şeye mi kızdınız ki, devam etmek istemiyorsunuz? - Yok canım. - Seve seve dinliyorduk .. ne diye kestiniz bizden? Devam et, devam et, hem acını da unutursun. Zakar ağa sözün ipiniyeniden aldı ele: - Alt karnaraya indik, oturduk. .. yanımızdaki küçük pencere açıktı; karşıki pencere de... Yeniden sözünü keser/er: - Kurander... kurander< 12)... - Kardeşim, birini kapataydın bari... - Kuranderde oturn/ur mu ya? - Düpedüz çocukluk! Zakar ağa öfkesini gizlerneye çalışarak: - Hemen kapattırdım pencereyi, çıktım vapurdan, eve gittim, gece başladı kulağını ağrımaya, işte o kadar, deyip tatlıya bağladı. - Üşütmüşsünüz kulağınızı. - Evet, üşütmüş. - Bir şey değil, geçer. Kapının önünde duran eczacı, doktornn geldiği. muştusunu verdi. Doktor kapuian girerken, Zakar ağa herkesten önce karşısına çıkmaya hazırdı. İyi ki doktor hastanın sözünü pek az kesti. Bir reçete yazıp aldı parasını. Zakar ağa i/acı hazırlattı ve orada hazır bulunanlardan gizlerneye çalıştığı öfkeyle eczahaneden çıktı. Kendi kendine şöyle diyordu: «Bu ne kötü şey insana sözünün sonunu getirtmemek; heryandan bir eleştiri, her yandan bir sorn ... İnsan söylediğini de unutuyor, söyleyeceğini de. Bin kez pişman oldum; keşke hiç söylemeseymişim kulağını ağnyor, diye. Bizim bildiğimiz, ilkin insan birinin söylediklerini dinler, sonra da kendisi konuşur. Konuşan güya bendim... beni dinleyenler benden çok konuştular. Be adam, bekle, bitireyim sözümü, sonra da sen konuş. Kulağırnın sancısı sanki daha da yeği.nleşti öfkem­ den... hey tanrım... hey tanrım... ağzımı hiç açmamalıydım ama, bırakmıyorlar ki. . . ». Eğer Zakar ağa, kendisinde de başkalannın sözünü kesme zayıflığı olduğunu duysaydı, hiç de kızmaya hakkı olmayacaktı. Öyle bir zayıflık ki, pek azı dışında hemen hemen her Ermeni 'de görülmekte. Ben de sabırsızımdır, bırakmam birine ki konuşmasını sürdürsün. Konu dışında değişik sornlarla sık sık keserim sözüml; 135


o kmltJr ki,

wvalh unutur söylıyeceğini ve bana sorar: - Ne diyecektim ?. Nereye getirip bağlayacaktım söza ?.. Ne astaneydi canım konuşmamız?.. Bir şey söyleyecektim, tuhaf bir yere getirip bağlayacaktım... Sonra kendisine, o tuhafyeri bulması için yardım edersem de, bulamaz, ve sözan ip ucunu bulduğunda beni görmeye geleceğine söz verip, çıkar gider. Demek, birinci sınıfsöz kesenim. Ama öyle söz kesenler var ki, ben yanlannda hiç önemsizimdir. Bunlar yanında insan yalnızca sözan ipliğini değil, kendisini de yitirir. Tann korosun sizleri ve çocuklannızı bu tar söz kesen/erden. .

NEZAKETİN ZARARLARI dizisinden Gandazan işinde çok yorulmuş olan Me/kon ağa Samatya 'daki evine yaya dönerken, dayanarnayıp bir tramvaya at/ar ve doğru içeri girip ufacık biryer bulur, zar zor oturur. Daha yeni oturmuşken, arkasından tramvaya binen orta boylu şişman bir adam Me/kon ağayı görür koşar yanına: - Sizi gördağüme pek sevindim. - Ben de öyle, der Me/kon ağa. - Size söyleyeceğim var ama, beni yanınıza alabilseniz, şöyle bir parçacık i/işivereyim; küçak biryer açarsanızyeter, sığanm, zaten ufak tefek bir adamım. Me/kon ağa dostuna yer verebilmek için sağa döner, sola döner, sağ ayağını sol ayağının astane atar, kaçalmeye çabalar ve ezilip bazalarken dostu: - Aman benim için rahatsız olma, ben şuraya sığanm, der ve gılya yer bulmuş gibi Me/kon ağanın dizine oturur. - Sakın rahatsız olmayın... - Hayır efendim hayır; siz kendi rahatınıza bakın, galiba biraz rahatsız ettim sizi - Hayır. - Kıştır şimdi, sılaşık oturursak ısınınz. - Evet. - Rahatsız olduysanız söyleyin rica ederim. - Hayır, der Me/kon ağa gılçlakle nefes alarak. - Ne var ne yok bakalım Me/kon ağa? - Hiç. - Evde nasıl/ar, çocuklar iyi mi? - Hatınnı sorar/ar. - Sağolsunlar. Me/kon ağanın dizleri uyuşmaya başlar, alnından ter akar, ama ne yapsın? Nezaket, boş şeyler için dostlanmızı gacendirmememizi emretmektedir. - Hey gidi Me/kon ağa hey, .demek böyle ha? Birbirimizi tramvayda görecekmişiz desene. Canım rahat otursana birader, şöyle ayaklannı uzatsana... Me/kon ağa cevap vermez, ayağa kalkıp yerini dostuna bırakır. - Ne o? Rahatsız mı oldun yoksa? - Hayır, bugıln çok oturdum da biraz ayakta durayım dedim. 136


O başka, bm dt• mhat.ıu olılutıul .wnmıştım. Ee Mt'lkım 11ğ11, şu drahoma v11r ya, bizim milletin evini yıkıyor, ne olamk bunun sonu ? Daşandakre aklımı kaybediyorum. - Hakkınız var. - Ama bu pek önemli bir şey, öyle yazasta bırakılacak meselelerdm değil. Ve işin önemini hisseliirmek için Me/kon ağanın kolunu kuvvetle çeker. - Öyledir, der me/kon ağa. Dostu, Me/kon ağanın ayağını kendi ayağıyla darterek; - Bizim millelle buna hiç aldı.rt§ eden yok birader. - Anlıyorum kardeşim, anlıyorum. - Öyle/d, babalan drahoma vererneyen zavallı kızlar çaresiz hep evdt• kalıyorlar... bu ne korkunç şey, cevap versene birader... - Ne cevap vereyim ?.. - Bugün bu en önemli mesele. Me/kon ağanın dostu her konuştuğunda ya onun göğsane vurur, ya ayagına basar, ya iter, ya da bir yerinden çeker... Bizim milletin karşısındakine bu söz aniatma yolu, dinleyenleri dövmekten ibaret bir hatiplik sanatı olmuştur. - Hakkın var canım, ama ben ne yapayım ? Anlıyorum dediğini. - Anlıyorsun ama hiç oralı olduğun yok, der Kaspar ağa, Me/kon ağanın kolunu kuvvetle sıkarak. Tramvaydakiler gülaşarfakat dostumuz hiJiiJ anlamaz, muhatabmı dövmeye devam eder. Sabn takenen Me/kon ağa, tramvay Çemberii­ taş 'a gelir gelmez atıverir kendisini dt§anya. Ne yapaydı Me/kon ağa? Dostuna yaptığının nezaketsizlik, terbiyesizlik oldu­ ğunu söyleyebilir miydi? Hayır, nezaket, «Terbiyesiz» demeyi kesinlikle yasakla­ maktadır. Onun için Me/kon ağa dayakyemeyi terbiyesiz görı1nmeye tercih eder. * * *

Kimyacı, bir kadını deneme olarak laboratuvarda çözamleseydi şu sonuca vanrdı: Agn Krem Böbürlenme Kolonyalar Kıskançlık Lavanta Beyin Kırmızı kurd Eri k i ftira Bo� laf

20 10 10

9

15 7 ı

4

8

12 4 100 ***

1 37


DoGUM VE ÖLÜM Doğum. - işlerin nasıl gidiyor, ne kadar mal çıkardın bu ay? Ölüm. - Aklımda değil, ama yazmışımdır deftere. Sen ne kadar çocuk getirdin ? Doğum. - Ben de yazmışımdır not defterine. Vaktin varsa layas/ayalım şunlan birbiriyle de, aniayalım bakalım gelir mi çok, gider mi? Ölüm. - Seve seve. Doğum. Oku öyleyse de bileyim, kaç kişi hangi hastalıklardan ölmüş bu ay? Ölüm. - Peki. -

90 3

40 6

7

4 3

2 4 6

7

5 4

3

10 3

4

106

2 10

1

15 4 26

1

60 1 560 10 10 20 20 5

ki§i

veremden, beyin yangısından, 25'lik tütünden, tren kazası ndan, verdikleri bagı§ın gazetede yayınlanmamı§ olmasından, gemi kazasından, çok yemekten, basım evinde dizicilikten, az yemekten, çok para harcayan bir karısı olmadan, gazetelerde uzu n yazılar okumaktan, ba§ agrısından, parlak vezin aramaktan, kocasının kendisine içten baglı olmaması yüzünden, dar kunduralardan, sinir zayıfl ıgından, bir ba§Yazarın kendisine verdigi zahmetten, rakıdan, yan lı§ çeviriler okumaktan, ögretmenlikten, enfiyeden, ucuza alınan etlerden, töresiz çocukları olmaktan, karnı sürmekten, töresiz babanın ogulları olmaktan, inme inmekten, üfürükle hastalık iyile§tirenlerden, i§inin yabancısı doktorlardan, tavlada çok «gele>> atmadan, açgözlülü kten, mide zayıflıgından, çok para harcamaktan, inatçı bir bilgisizi kandırmaya ugra§maktan,

1 38


kumara dü�künlükıcn, dogruyu süylemckıen, gcncl ıuıar.

:m

2089

Bu ay ölenler i�ıe bunlar. Şimdi sıra sende; söyle bakalım, kaç ki�i ve hangi hastalıklardan dünyaya geldi bu ay? Dogum. - Olur. 800 kız çocugu, ana-babaların oglan çocugu dogurmak isıeginden, 500 oglan çocugu, ana-babaların kız çocukları olmaya can aıııklarından,

100 14 74

30 100

6

80 70 1 40

160

2074

ki�i

ana-babaların yoksullugundan, ana-babaların zenginliginden, rakıdan, kalibe aylıgını ödememe pin tiliginden, kadını i�siz bırakmama ilkesinden, bir mirasçısı olmak gereksinim inden, �arapıan, kan-koca kavgasından, kan-koca arasında barı�kınlıkıan, aldaımacalı evl ilikıen, genel ıuıar.

i �ıe bunlar no ı defıerimde yazılı olanlar. Ö lüm. - Büyük bir ayrım yok, denge korunmu�ıur. Dogum. - Ama böyle sürecek olursa gelir daha çok olacak, çünkü çocuk dogurma gereksinimleri günden güne arımak üzere. Ö lüm. - Gider de azalmaz, çünkü ölmek gereksinimleri de günden güne artmakta. Kısadan hisse. - İ nsanlara ölümü ve dogumu veren, çogunlukla bilinme­ yen hasıalıklardır.

Agop Baranyan

Agop Baronyan. Karikatür: Aleksandr Saruhan.

139


VARTKES BEDROSYAN (Aşdarag 9 A�t';ustos 1932 ) -

Gazeteci, yazar ve sosyal bilimci Vartkes Bedrosyan, Erivan Üniversitesi Dil ve Tarih Ara�tırma Fakültesi'ni bitirdi(1954). SOVETAGAN HAYAS­ DAN, AV ANGARD vb. gazetelerin yazı kadrolarında yer aldı (1954-1961 ) . PiONER GANÇ gazetesinin yazarlarından biri(l961-1 966), aylık KARUN dergisinin ba�yazarı(J967-1975) oldu. 1 975'te Ermenistan Yazarlar birligi Birinci Sekreteri, 198l'de bu birligin ba�kanı oldu. Edebiyata �iirle giren(J958) Bedrosyan, daha sonra düzyazıya yöneldi ve «Çocukluk Duraklarından Metuplar» adlı hikaye dizisini « Yaşamış ve Yaşama­ mış Yıllar»( l 970), «Son Öğretmem> ( 1 980) adlı romanları yazdı. «Ermeni Eskiz­ leri» adlı denemesi (1 969-1982) , Ermenistan ve diaspora ya§am ve tarihinin anlamla§tırılması açısından yazılmı�tır. Yazarın eserlerinin çogu gençlik psi­ kolojisini tanımlamaya yöneliktir. («Şehrin Aralık Pencereleri /1 964/, <<Eczaha­ ne», <<Ani»/1 973, vb.). <<Soyutlanmış Ceviz Ağact>>( 1 98 1 ) adlı romanı, Ermenis­ tan'ın dag köylerinin kaderini ve güncel sorunları ele alır. Yazarın makaleleri, gezi notları, edebi el�tirileri «Birçok Bilinmeyenler/e Eşitleşme» adlı kitapta toplandı(1977). 1 975'te yazdıgı «Hipokrat 'ın Şapkası Ağırdır>> adlı tiyatro eseri oynandı, «Son Öğretmen>> (1 979), «Ermeni Eskizleri>> (1 980), << Yaşamış ve Yaşa­ mamış Yıllar» ( 1 982) adlı eserleri sahneye uygulandı. Eserleri SSC ve dünyanın diger halkların dillcr��e ��re.� me edilmi� p lup LEN!N_öDÜL Ü(1969), ERME­ NISTAN DEVLET ODUL U( 1979), EKIM DEVRIMI VE ONUR N/ŞAN/ ile ödüllendirilmi§ olan Bedrosyan, 1 976'da Ermenistan Merkez Komitesi üyesi ve Ermenistan SSC 9- 1 0. Yüksek SO\·yet Parlamentosu üyesi seçildi ve bu görevi SSCB'nin sona eri§ine kadar sürdürdü.

1 40


ÇOCUKLUG UMUN İLK SEVGiLERİ Çocukluğumuzun karanlık gecelerinde kendileri için şarkılar söylediğim bi­ zim köy çocuklannın istedikleri ve beni inandırmaya çalıştıklan gibi, bir Enrico Caruzo o/anıadını. Annemin düş/ediği gibi öğretmen de o/anıadını. «Öğretmen» yerine daha dolgun anlamlı «eğitnıetı>> sözünü kullanan annem, babamın köy ö�>'iretnıeni olmasını düşlenıişti. Babanısa, Aleksandropol kentinin okulunu bitir­ dikten sonra kendi bağiarına dönmüştü. Çizer de o/anıadını. Oysa buna inanmış­ tım, çünkü daha dört beşyaşındayken, kağıtlar ve bezler üzerine, kalemle, tebeşirle, kömür/e,. bizim evi ve köyün bütün ak duvarlarını çizerdinı. Ola ola, sıradan bir plan çizen oldum, - «mühendiS>> gibi çın çın çınlayan kelimeyi kullanmaya u tanı­ yorum- birbirine benzeyen, sıradan ev/er planı çizen biriyinı. Eşim beni, yaşamda başarısız biz adam saymakta; oğlumun benim soyadınıla övünebi/nıesi için hiçbir neden yok. Tek başıma kaldığını üzüntülü anlannıdaysa, çocukluğunıda işittiğim sesleri uyandırmak hoşuma gider. Ben bu ses/ere, canlı yaşayan yaratıklamıış gibi karşı koyannı, onlar da bana boyun eğer/er. Uyanın, diye dürterinı on/an, sesleri; içimi devinim/e, temizlik/e doldurun, yaşlanmaya bırakmayın beni. Ve çocukluğu­ nıun sesleri beni dinler, uyanır/ar. *

mü?

*

*

Yılların sisi arasından Norig'in sesini işitiyorunı: Sen hiç altın saat gördün

- Bizim okulun saatı neden yapılmıştır bilmem. Altından mı? Norig'in kahkahası çarpıyor ku/ağıma: - Dangalak, altından olsaydı biliyor musun kaç kilo altın giderdi... - ... Kaç kilo? Çok. .. Din/esene, bak nasıl işliyor, deyip kulağınıa yaklaştınyor sol bileğini. Yürek gibi... Hafif, işitilnıez, gittikçe uzak/aşıyor gibi bir sesle işliyordu saat. Sonra Norig, saatin ye/kovan/arına, rakamlarına iyice baknıanıa izin verdi. - Dayını getirdi Alnıanya 'dan, dedi, an altın. Otur. Arı altının ne olduğunu bilnıezdinı ben o zaman. Ve söz aramızda, daha çok arı buğday görmeyi isterdim. Annem düş/erdi: «Savaş bitsin, paranıız olsun, Yeğvart 'dan bir yüz altmış kilo kadar arı buğday getirirsin, götürüp öğütürünı, an unumuz olur, içine hiçbir şey karıştırmadan ekmek pişiririnı, varsın çocuklaryesin. Arı, iri taneli buğday». Kulağınıda saat gibi pırıldıyor Norig'in sesi: - Bak, kapağı var, o da altın. Al, ister misin ? - İsterim. Saati sol kolundan özenle çıkarıp bana veriyor: - Bıraknıayasın ha, diyor, hafifçe dokun, açılır. Hafifçe sıkıyorunı, kapağın altından bir şey düşüyor yere. Aaa! Manuş 'un 141


resmi. Komşumuz Manuş 'un ufacık bir resmi. Arı altından mala baktıı·a�ıma, şaşkın şaşkın resme bakıyorunı. - Karanlık basınca konserimiz olacak küçük kardeş, diyor Norig. Şarkı söyleyeceğiz, hiç kaçırı/ır mı'!.. Şarkı söyleyeceknıişiz... sanki kendisi de beninıle stJyleyeceknıiş gibi. Sesi yok ki... Manuş'lann penceresi altına dikilen beninı. Manuş 'lann evi iki katlı, dört kızkardeştirler. Dikilir, boynunıu uzatır, sesimi salı veririm, kendisiyse taşm üstün­ de oturup başını sallar durur; bir şarkıyı bitirince, arkasından şunu stJyle der. Herhalde iyi şarkı stJylüyor olacağını ki, yalnızca Norig değil, köyanıüzün büyük çocuklan da bana tek başıma şarki söyletirler. Ah bir de çalgı çalmasını bilseydinı ... İki günden öğrenirinı ... Geçen yıl adamın biri saz satıyordu. Beş altı tane sazı vardı. Savaş daha bilmediği halde, saz satıyordu adam. «Al bana bir tane, istiyorum, al» diye ağlamışıını evde.Annenı üzgün üzgün sokağa çıkmıştı, ben de arkasından. Adama yaklaşıp bir şeyler somıuş, sonra daha üzgün geri dönüp: <<Seiz kilo buğday parası istiyor, demişti, sekiz kilo buğdaymuz olsa, patates/e karıştırırız, olur sana on beş kilo adam akıllı ekmek». Sizin anlayacağınız, saz alanıadık, ve benim unıudunı boğazınıın ses tellerin­ de kaldı. Ama ses telleri para etmezdi ki, buna karşılık kim buğday verirdi? Şimdi çocukluğunzun o boş, kimsesiz sokaklarından, o benim hiçbir zaman olmayan, çalnıadığını sazın sesini işitiyorunı birden... - Aranı 'a söz verdim, diyorum Norig'e, yeşil gözlü Seta için şarkı söyleyeceğim. Norig kızıyor: - Ver saatınıı! kendisi 16-1 7 yaşlarında, benden 4-5 yaş büyük Ama 4-5 yaşlannda çocuk gibi kızıyor: - Beninıkisi, diyor, köyünıüzdeki ilk saat, hem (le an altın. Söylersin Manuş 'a. - Resim için de söyleyinı mi? - Ama kendisine söyleme dedi dersin. - Niye?diye şaşıyorum ben. - Büyürsen anlarsın. Büyüdüm, ve giderek daha sık yanınıda taşınıaya çalışıyorum yaşadığını o günlerin teypini ki, basayını düğmesine ve teyp konuşsun, şarkı söylesin, ağlasın, �·e ben işiteyinı o geçmiş, unutulmuş günlerin ayak seslerini. Savaş sonrasının ilk güzüydü dönmeleri beklenenler eve döndüklerinde. Ve köyünıüzden kaç babanın, aç kardeşin, evlennıeye hazır kaç delikanlının eksiimiş olduğu yeni yeni belli olmaya başlamıştı. Savaş zamanında köyde daha az erkek kalmış olduğu doğruydu. Fakat kim bilnıezdi onları başka bir yerde, savaşmakla olduklarını ? Şimdilik yoktular ama, gelip dolduracak/ardı boş kalan yerlerini. Ne var ki, boş yer çok aldı, çünkü ancak sağ kalanlar eve döndüler, ve bizden köyde kızların arttığı apaçık görüldü. Şimdi kim sevecekti o kızları ? Kim evlenceekti onlarla ? Bununla birlikte, köyün yeni kuşak delikanlı/arı, iyi sulanmış bir tarla gibi, sev-seeev diye şarkı söylemeye başladılar. 1 2 - 1 3 yaşlarındaki bizler, kıskana­ rak bakıyorduk onlara. Berber Hosro['a gitmeye, sigara içmeye başlamışlardı bile... 142


Saat ka�·ta güftoa/.:.1·inil Arım ı '/11 '! Kartınlık ba.\'ar ba.mıal. - Sonra ben seni Seta 'ların evinin oralarda bulurnnı. - Ev ödevinıi daha yazmadım, diyorımı ben. Bir de ezberedilecek bir �·ey vcır. Gazaras Ağayan 'ın «Eı,'fir, eğir çıkrıı,'Sını» şiiri... - Bir şarkı söylemekle ö/nıezsin. Norig sinirli. Susuyor. Sonra birden, hiç beklennıeden acınacak bir hal alıyor. Oysa o, bizim köyün en giiçlü de/ikanlısı; Manuş da en giizel kı.zı. Çıkaryolu buluyornnı: - Söyleyeceğin birşey varsa gidip Manuş 'a bildireyinı, diyornnı, ben Manuş 'u ne zaman istersenı görebilirinı. İstersen mektup yaz götüreyinı. İster misin, hemen şimdi gideyinı evlerine? - Söyle akşam sinemaya gelsin, en son sırada oturnp yanındaki yeri boş bıraksın. Işıklar söner sönmez bitki gibi filiz veririm yanında. - Dedim bil. Norig'in yüzü aydın/anıyor: - ister misin ? Vereyim saatınıı, biraz tak ko/una. ... Manuş 'u geçenlerde Apovyan sokağındaki eknıekçide gördüm. Öyle evlen­ nıemiş kaldı, kızkardeşlerinden üçü de kocaya varmadı/ar; yalnızca küçüğü, Gayane üç ez evlendi ve boşandı. Manuş beni tanımadı, gerçi ben uzun uzun baktım beyaz, ekmek gibi yüzüne, gözleri iyice görünnıüyordu mor gözlüklerinin altından. Ama o giin, yıllar önce, kendisine Norig'in altın saatından, şimdi altın içinde saklı bulunan o küçücük güzelim resminden söz edince, bumunun altından giilerek kulağınıı çekmiş: «İyi aradaş bulmuşsun» demişti. Parmakları ince, sıcak; tırnakları da uzun ve par/aktı/ar. Sonra Norig'in sinenzada bekleyeceğini, ışık/tır sönünce de yanı başında «bitki gibi filiz vereceğini>> söyleyince, ilkin giildü: «Fasul­ ya mı ki filiz vereceknıiş» diye sinir/endi. <<Sen çocuksun, dedi, kendini bisiklet Arnıo nı u sanıyorsun?». Bisiklet Arnıo bizim köyün postacısıydı. Köyünıüzün iki tekerlekli tek bisikleti onundu. «Bisiklet de&'fil mübarek, uçan halı» derdi Arnı o. Bir ayağı topa/, bir gözü dek ördü Arnı o 'nun. Annem: «Bizim köyün dedikoduları hep o tekerlekler/e gidip geliyor» derdi. Ben Manuş 'a kıznıış: «Haber götürüp getiren değilim ben, denıiştinı, görürsün, giineşli bir giin Norig ölür senin için, babanı üstüne and içerinı ki, bunu kendisi söyledi bana, ve şimdi güneşli giinler do/w>. Manuş yunıuşadı, gevşedi. Sonra beni birden yanına çekip sınısıkı bastırdı gövdesine, ve ben yakından, çok yakından duydum genç kızın o şaşılacak kadar güzel kokusunu, gö&Tüslerinin o gergin yunıuşaklığını. Çıldırnıak işten değildi. Masal sanki. Sonra sınısıkı öptü yanağınıı: «Git, dedi, annemin sinemaya gitmemize izin vernıedi&'fini bilmiyor nıu .?». Ancak yıllar geçtikten sonra aniadını ki, Manuş olsun, köyün öbür kız/tm olsun beni kucak/ayıp öperlerken, kendi sevdikleri delikanlıları öpüyor/ar, tek başlarına kaldıkları anlarda onlara söylemek için buldukları sözleri bana söylü­ yorlardı. Ve ne yazık ki ben o sözcükleri daha yolda giderken yitiriyordunı, çünkü bu sözcüklerin bana söylenmiş, benim olduklarını düşünüyordunı. insan ancak -

1 43


kmdisinin olan Şl)'i yitirir. O sözcükleri, o öpücükleri iyice aklınıda sak/ayıp, koruyup, kendi ilk, en ilk sevgilerine benim de katılnıanıı sağlayan benden büyük arkadaşianma iletnıeliydinı, on/ann sevdikleri kıziann benim de ilk sevgilerint olduklannın ayrınıına varmadan... O ne acılı, ne mutlu, ne günahsız zamanlardı ruhlannıız için. Birkaç gün önce Apovyan sokağındaki eknıekçide Manuş 'a rastladım. Şişman ca, yunıuşacık, ama daha evlenmemiş olan Manuş, dikkatle, titizlikle ekmek seçiyordu. Sonra satıcıya kestirdi ekmeği, yansını çantasına koyup çıktı ve kaldınnım gürii/tasünde eriyip giui. Norig'inse şimdi dört çocuğu var, yıllar önce bir gece duvann dibinde kendisi için değil, Aranı için şarkı söylediğim o aynıyeşilgözlü Seta 'dan. Şarkılannı benim, mektup, telefon, telgraftılar; özlem, bekleyiş, kudurnıuşluk ve unıuttular. * * *

... Bir gece, bildiğim en acık/ı şarkılan söylemiştim. Arevig'in düğanündeydi. Ordudan eve yeni dönen Oşaganlı bir teğmen/e evlendiriyor/ardı. Gerçi bütıın köy Kara Sahak 'ın kızı deli gibi sevdiğini biliyordu. Pencerelerinin altında kaç kez şarkı söylemiştim. Halla bir kezinde Arevig, benim elinıle mektup bile göndernıişti Kııra Sahak 'a. Şimdi de kalkmış gelin gidiyordu... Oşagan 'a. Arevig'in düğünü, savaş­ tan sonraki ilk düğündü bizim köyde; zavallı, acılı bir düğün. Kardeşi 1 941 'de düşnıüştıı savaşta, babası da tek ayakla dönnıüştıı eve. İki nıadalyası olan Oşaganlıysa, giysiler, kapkacak, halla bir piyano getirmiş diyorlardı savaştan. Arevig'ler düğün için, mahallenin bütıın lanıbalarını, herkesin ne kadar kadehi, kapkacağı, çatalı varsa hepsini evlerine getirmiş/erdi. Çalgı çalınnııyordu elbeue, çünkü kapıkomşulan Asanet, savaşta kocasını ve oğlunu yitirip tek başına kalmış, bütün gün kapının taşına oturur, içi kan ağlayarak küçük taşlar atardı ımıağa. Çalgı çalınnııyordu, ama ben bütün sesim/e, üzgün ve yanlış man/ış, üçüncü kezdir <<sevdim, götürdüler yarimi>> şarkısını söylüyordunı. Esnıer Kara Sahak 'sa, o iyiyürekli, güçlü Kara Sahak, kutsal taş gibi dayanmış duvara, şarkımı işitnıiyorcasına ojluyordu. Bir an kesip şarkıyı: - Arevig'i götürüyor/ar, diye dürttünı Kara Sahak 'ı. Çünkü ilkin evin, arkasından da avlunun kapısı açıldı ve bir sürü adam çıktı dışarı. Kara Sahak bir şeyler haykırdı, ama evden yana dönnıeyip, bana: <<Şarkı söyle, beni toprağa gönıesin söylenıezsen...>> dedi. Sevdim, götürdüler yarimi Yaralayıp beni, götürdüler... Karanlık gecenin boşlu&"Tunda gürledi sesim, evden çıkanlar dolayiarına bak­ tılar, ve ben bunlar arasında kolayca buldum Oşaganlı teğnıeni, çünkü karaniıktı ama, bomba gibi patlıyordu çifte madalya/arı. Demek yanında büzülnıüş duran Arevig'di, gerçekten <<Bu ne kıyıcı dünyaydı...>> demek. Ben şarkı söylüyordunı, yakındaki avludan da acılı bir köpek, bana eşlik ediyormuş gibi havlıyordu. Gücün tutabiliyordunı gözyaşlarınıı. Arevig de benim ilk sevgim değil miydi?.. ... Şimdi Kara Sahak bizim köyün yolunda benzin satıyor. Bir kez, iki yıl önce, bana kötü kötü, Arevig 'in kocası Oşaganlı eski teğnıene, savaştan sonra ne 1 44


yapmış.w vt• ni�·in yapmış.w, .H•ku yı/ ı•t•rıliklt•rini s(Jylt•miş, vt• Ilim lıir JiKarıının dumanını bir dt'[adan içim• çt•km•k: «On yıl da verilt•bi/irdi» dt•mişti. • • •

... Bir gece de Ampen 'e gitmi§tik. Köyan ona yerinde, bizim okulun karşısında, savaşta ölenler için bir anıl-­ çeşme yapmışlard.L Gandüzan açılış töreni yapılmış, erkekler acıdan veya sevinç­ ten içmi§, kadınlar ağ/amış, gençlere de istediklerini yapmalanna izin veri/mi§ti. Gençler Ampert 'e yarayerek gitmeyi kararlaştırmışlardL Beni de göıarda/er. YıldiZiann ışığı altında yarayorduk On-on beş delikanlı, biryedi sekiz kızdar­ da kiZ vardı. Arkadan da, yiyecek, halı, kapkacak yak/a Kara Sahak 'ın eşt•ği geliyordu. Ara sıra yorulunca beni eşeğe oturtuyor, ama şarkı söylememi istiyor­ /ardL Öyle ki o geeeki benim şarkı/anm, eşeğe binmemin acretiydi_ Ampen 'e vardığımiZda onalık kararmıştL Kilise ve kale, koyu bir yığın, koyu maviye boyalı efsanevi devler gibi göranayorlardL Ve göyazande baıan yıldiZlar patlak verince, masal danyasındaymışiZ gibi geldi bana. Kızlar halıyı serdiler, delikanlılar başladılar odun toplamaya ateş yakmak için. Ben oturmuş, dalgın gökyazane balayordum. Gandazan nereye gider bu yıldlZlar? Kaç savaş görmaşıar ay? Ne olurdu, savaşta ölen Ermeni askerleri birden çıkıp gelse/erdiAmpen'e, bizimle birlikte ateş yaksa/ar, masaya otursa/ar­ dL .. «Hovig», diye yanm yamalak kendi adımı i§ittim. Maryamig'di seslenen: «Hovig'ciğim, şu mumu al, benimle gel, aereye daşıam ıslandım». Maryamig gerçekten de tepeden tımağa ısianmış titriyordu. «Gidelim, dedim, ben yanındayım korkma». Manasıırın bölama karanlıktı, sağında solunda daracık hacre/er vardı, du­ vann bir yeri açılmıştı ama, zaran yoktu. «Buraya girerim, dedi Maryamig sen mumu duvara yapıştır, git.» «Ben duvann öte yanında durayım, dedim, istersen yilksek sesle, veya alçak sesle şarkı söyleyim, ha ?.. ». «Pencerenin altında durmuş... diye bir şarkı var ya, dedi hafifçe Maryamig biryandan titreyerek, i§te onu söyle, ama alçak sesle, kimse i§itmesin...». Ben mumu birtaşa dikip, geçtim duvann öbaryanma. Duvaroldukça yı/almıştı, ve ben açıkyerden elimi uzatıp: «Buradayım, korkma» dedim. Maryamig hafifçe gıllda: «Bakma Hovig, şarkını söyle». Ben yeşilliğin asıane oturup hafiften, yıldiZiann ftsı/tısı gibi hafiften, başladım şarkı söylemeye. Derken, bir ayak sesi i§ittim. Hrayr'dL «Neyapıyorsun ?» diye sordu. «Mayramig içeride, giysilerini değiş­ tiriyor» dedim. Hrayr duvardaki açık yere yaklaştı, bende ona sokuldum. Mayra­ mig'lerin evi önande çok kez Hrayr için de şarkı söylemi§tim Ve her söyleyip bitirdiğimde Mayramig: «Yaşa Hovigcik, derdi, anık eve git». Bunu bana, sanki yanımda Hrayryokmuş gibi söylerdi_ Duvardaki açık yerden Mayramig'i görilyor­ dum. Kayısı rengi giysisini çıkarmış, kuruırnak için sılayordu_ Sonra giysisini Taşın asıane serip, gömleğini çıkardL Mumun ışığı anmış mıydı ne?.. «Üşamesin?» diye ftsıldadım Hrayr'ın kulağına. Ama nedense bilmem, avucuyla kapadı ağzımL Hafiften titriyordu eli_ «Sen de mi aşayorsun Hrayr?». «Eşek, diyeftsıldadı kulağı1 45


ma, yüzde yüz eşek!>>. Maryanıig gömleğinden sonra kaltim da çıkarmış l't' mu mun ışığında çın/çıplak dumıuştu. Hrayr'ın kulağına hafifçe: «Ne ince beli var» dedim. Ama o, daha çok titriyordu ve yanıt vermedi Maryanıig ıslak saçlarını geri çekti meme/erinden, sonra eliyle bir kez hafifçe okşadı onları. Esrimiş gibiydi, kendi kendine ben bir kezinde ablanıı da böyle görmüştüm yüzerken, ama ona bakmak benim için bayağı ilginç bir şeydi. Oysa burada, bizden olağanüstü bir titreme duydum. Kilisenin karanlığında nıunıun ince ışığını ipek/i bir tü/ gibi omuz/anna atmış olarak duran Mayranıig ne güzeldi. «Sen bakma, diye birden beni ittiğini duydum Hrayr'ın, sen de delikanlısın, bakma!>>. Bir de Mayranıig 'in sesini işittim: «Hovig, neredesin, niçin şarkı söylenıiyorsun?». Hrayr, başını duvann açık yerin­ den geri çekerek: <<Şarkı söyle, diye ftsıldadı, söylenıezsen toprağa gönıesin beni». Doğrusu o anda ben, Hrayr'ı birkaç dakika için toprağa gönınıeye karşı değildinı, ama bana seslenen Mayranıig'di, onun için başladım şarkıya: Durnıuşunı pencerenin altında gece yarısı, çıt yok Sense rahat uykunda esrik. .. Ve ben, ancak yıllar sonra anladım Hrayr'ın beni niçin ittiğini, neden Maryanıig 'e baknıanıı istenıediğini. Değil mi ki Mayranıig de benim ilk sevginıdi... Onun için sabahleyin kayanın üzerine hepimizin adlarını, ve ilk ağızda Mayra­ nıig 'in adını yazarken, Hrayr: «Şimdi de benimkiniyaz» dedi. Ve ben, rahatça, kötü kötü onun gözlerine baktım, ve aynı renkyağlı boyayla kendi adımı yazdım yanına: Hovig Hanıazaspyan. Hrayr'ın adımysa, başka renk bir boyayla, en sonuna, Mayranıig'in adından en uzak biryere yazdım. Yılların hızlı treni giderek daha daha uzaklaştırıyor beni, çocukluğıınıun belki de son istasyonlarından biri olan Anıpert 'deki o geceden... Ama şimdi de öyle ruhi anlarını oluyor ki, olanaksız olasıya dönüşüp, aynı şey bir gece görüntüsü gibi gözlerimin önüne geliyor: Manastınn karanlık nıavisinde, nıunıun ak ışığını ipek gibi sarmış olarak arı, gümüş gövdesine, taramyor, taranıyor da taranıyor ve kendi kendine esniyor Mayranıig... * * *

Ne şarkıcı, ne öğretmen, ne de tanı bir mühendis olabildinı. Zararyok, varsın eşim beni yaşamda başarısız bir adam saysın, varsın oğlum babasının soyadıyla övünenıesin. Ben yalnızca çizer olanıadı&'Tznıa acımrını. Öyle ya, seslerin resimle­ rini çizerdinı çizer olsaydım: Çocukluğunıun seslerinin resim/erini. Evet, sesleri çizerdinı; seslerin rengi var, gövdesi var, üzülür sesler, özlem çeker, sevinir/er. Benim çocukluğunıun sesleri özel bir kurttan çıkarılmış al boyayla çizili resimler­ dir. Ve bu al ölmez bir renktir; üstüne toz oturnıuşsa silin, ve yeniden yaşar renkler; ses çıkarır, gürültü ederler doğdukları zamanki gibi. Maryanıig, Manuş, Arevig, neredesiniz? Otuz yıllık bir gecikmeden sonra sizlere sevgisini açığa vumıak yürekliliğini gösteren küçük Hovig'inize ses verin. Vartkes Bedrosyan

146


VAHE BO G OSYAN (Erivan 1944) Gazeteci ve yazar Vahe Bogosyan, Erivan Üniversitesi'nin Gazeted lik Bölümü'nü bitirdi(J 970). 1976'dan beri KARUN sanat dergisinin edebiyat bölümünü yönetmektedir. Hikaye ve romanları «Yağmur>>(l965), (Jieriye Do�­

ru Yaşam>>(l972), ((Şövalye İstasyonU>>(l 977), ((Masal/ar KutusU>>(l980), ((İitllıi Cezm>(1981) ba�lıklı kitaplar halinde topluca yayınlandı. Yazarın çe�itli hika­ yeleri ayrıca Rus, Urayna, Lch, Litvanya, Azeri ve Gürcü dillerine de çevrildi.

SlCAK KAR

Yakanı ka/dır, dedi babası, soğuk. Kışın mavi sabahında yanyana gidiyorlardı. Çocuk,ellerini pallosunun cep­ lerine sokmuş, bir tür isteksizlik/e yünl.yordu. Kılçük kar tanecikleri ince ya[.,'nıur gibi vuruyordu yüz/erine. - Öf bu kar da... diye canı sıkıldı babasının. Hem dilini neden dışarı çıkarnıışsın ? Çocuk dilini çıkarmış kar taneciklerini avlıyordu. - Ana okula gitmek istemiyorum, dedi. - Karların içine girme, yoldan yüm. - Beni dövüyor/ar, dedi çocuk, istemiyorum ana okula gitmeyi. - Uyduruyorsun, çünkü tembelsin ve istemiyorsun sabahları erken kalkmayı. Yok eğer seni gerçekten sıkıyor/arsa demek yaramazlık ediyorsun. - Yaramaz değilinı. - Yaramaz de[.,'ilsin, Tanrı 'mn kuzususun, ama onlar seni... Babası bir sigara yaktı. Bak, beni dinle; onlar eğitim görmüş, oJ.:ımıuş ailelerin çocukları. Sen 147


onları .l"ıkmaz.l"an .l"ana dokunmazlar. Pallosunun cebi dardı Çocuk elini dışan çıkanp bileğini babasına göstererek: - Bak, nasıl tırmaladılar. - Demek ki bir şey yapmışsın, öyle dunıp dunırken kimseyi tırmalamazlar. - Hiçbir şey de yapmadım. Çocuk elini yine soktu cebine. Küçak bir ayıyla oynuyordum, Haygaz istedi vermedim, o da beni tırmalayıp elimden aldı - İstediğinde vermeliydin ki, tırmalamayaydı - Bir çocuk daha var, Hayg -hani babasının şoförü bir kez kulağımı çekmişti - ne söylersem yineliyor. Babasının yüza asıldı: - Anımsadım, dedi. Görüyor musun? Demek seni seviyor ki, söylediklerini yineliyor. Yoksa durup dururken niye yine/esin. - Sen anlamıyorsun ki baba. Çocuk başını yukanya kaldırınca, duru gözleri, kasketinin siperi altından babasının balaşına rast/adı: O benimle alay ediyor. Çocuğun sözleri soğukla birlikte babasının sınına çarptı Babası attı sigarayı, pallosunun içinde bazalda ve nedense çocuk gibi dilini dışan çıkanp, kar tanecik­ lerini aviarnaya başladı - Ne bileyim, dedi, o çocuk herhalde köta niyetle yine/emiyordur senin sözlerini. Ayak/ann aşamayor mu ? Gel kucağıma alayım... - Hayır baba, diye sıynldı çocuk babasının kollarından, ben bayadam artık, ayıp olur. Babası aşayordu. Her halde ayakkııbılanna su sızıyor diye daşanda. Çocuk: - Peki sen neden her zaman, kavga etmek olmaz diyorsun? - Çankü kavga etmek köta. Kavga etmek, hırsızlık, yalan Söylemek. .. hep köta şeyler. - Ya niye öbar çocuk/ann babalan öyle demiyorlar? - Batün ana babalar öyle derler. - Hayır, demiyorlar işte. Çocuk bir bayük adam ciddifiğiyle başını salladı Söyleselerdi çocuklan kavga etmezferdi ki... - Sence ana okulu savaş alanı da, herkes sabahtan akşama kadar vur kırla mı uğraşır? - Vur kırla uğraşmıyorlar ama, bir şey olunca hemen kavga ediyorlar. Bir ben kavga etmiyorum. Zaten ben de kavga edeceğim. - Nasıl kavga edecekmişsin. Kötü şeyler söylayorsun... - Hıh, dedi çocuk başını eğerek, boksla döverim. - Olmaz, dedi babası Durağa varmış troleybas bekliyor/ardı Sen öyle şey yapmazsın. Kulaklannı kopannm. Benim çocuğum iyi olmalı Ruhunu köta sözlerle kir/etmeni, herhangi birinin canını sıkmanı istemem. Sen böyle temiz de bayümelisin, yoksa sıynk herifin biri olursun. Sıynklığın köta bir şey olduğunu biliyor musun ? - Bilirim, diye içini çekti çocuk. Troleybas gelmiyor. - Gelir, dedi babası Sen aniadın mı ne demek istediğimi? - Anladım, dedi küçak. Haygaz, Arpig, batan kavga eden çocuklar sıynk, edepsiz olurlar.

148


- Yok canım... diye şaşırdı bt1ba.1·ı. Dumkta, eve geç kalmış, donmuş bir insan toplulugtl yığılmıştL Baba, çocugunun elinden tutup bir yana çekti. Onlar daha çocukturlar, dazelirler, dedi. - Ben kavga edecek olursam dazelmem mi baba? Babası çocugtlnun kendisiyle alay mı ettiğini, yoksa ciddi olarak mı sordu�ı ­ nu anlamadL - Ne? Öğretmeniniz kavga edenleri cezalandırmcyor mu ? diye sordu. Tro­ leybas gelip durdu ve baba ogtll inen/ere engel olarak ön kapıdan içeri girdiler. - Cezalandırmıyor, dedi çocuk, biraz ayakıa durduruyor, o kadar. Babası oğluna troleybaste konuşu/maması gerekıiğini anlattı ve çocuk sustu. Sonra bir kadın kalkıp yerini onlara verdi, baba oturdu çocugtlnu dizlerine aldL Çocuk, troleybasten indikten sonra: - Bir şey olursa diyor Vaniter yoldaş, bir saat ayakta durdurun, ama sonra hemen unutuyor dediğini. -· Olsun, ne de olsa kavga etmeme/i. .. ***

_

Adam, ana okuldan dışarı çıkıığında, çocuğun sözana ettiği Hayk ve baba­ sının şo[örayleyaz yaze geldi. Şoför, avun kemikleri geniş, kızıl karmakanşık saçlı, kendisine güven dolu yürüyüşla bir gençti. Genellikle şo[öran batiin halleri adama küstahça göründa, ve orada bekleyip çocugtlna yaptığının hesabını sormayı ka­ rarlaştırdL Arabaya yaklaşıp orada durdu. Adam daşanda: «Ne hakla?». Kızdı: «Sen kim oluyorsun ? Sana ne ki çocu ­ gtlmun kulağını çekiyorsun ?». Şoför ana okuldan çıkmış, yaklaşcyordu. Adam birden duydu ki içinden, şo[öran yaptığı hiçbir şeyle haklı gösterilente­ mekle birlikte, kendisi kızamaz. Bayağı öfkeleniyordu ama, bu bir iç öfkiydi, dışandan görünmeyip yalnızca denizin dibini yıkan bir su altı depremiydi. Şoföryaklaştı, kuşkuyla baktı adar:na, volana geçip oturdu ve araba yavaşça oynadı yerinden. Adam saatına baktL Işbaşına pek az zaman kalmıştL Ivedilikle durağa gitti. Bir zavallılık vardı bu ivedilikle, ve adam birden çocuğıuıu yanlış eğittiğini daşanda. Biliyordu ki, şoförle çatışmaya girişse bile, bundan bir şey elde edilmezdi. Nasıl olsa kaba sözler söylemezdi ona. Yıllar yavaş yavaş kızma, kavga etme yeteneklerini onun içinden söküp çıkamıışlardL Şu veya bu olay karşısında, kendisi ya sevinir ya sevinmezdi; o kadar. ... Astğig ince belliydi ve çıldırtıcı bir gülaşa vardı. Bu onun ilk sevgisiydi... Sonra Astğig'le evlenen ve bir yıl geçmeden Astğig'in onu bıraktığı adam, batan akşam ağlamıştı: İ/kin lokantada, sonra da parkta... Ama razı olmayabilirdi... Sonra, kendisine neredeyse zorla dayatılan ya bölarn şejliği görevi... Belki de çocugtlna: Evet, sana vurur/ar, seni kızdırırlarsa, sen de vur, tırmala, canlarını acu demesi daha doğru olurdu. Bugün oyuncağını alırlar elinden, yarın sevdiğin kızı, işini, sanatoryumda dinlenme kab1ulını, evini... Şimdi gider, tam zamanında yetişir işe, kendisine verilen işleri başı eğik yerine getirir. Gerçi işe gecikmek şöyle dursun, günlerce çalışmaya gelmeyenler de vardır. On gana aşkın bir zamandır çocuğun ana oJ..:ul acretini yatırmak için yarım saatlık bir vakit bulamıyor. Oysa başkalan günan bayak bir kısmını kendi kişist'l işleriyle uğraşmakla geçirir/er.

149


llemen bu�:ün, çocuKunu eve• J:Mürdüğüntit', kmtli.l"ini şimdiyt' dek ytmlış eğitti&'ini söyleyecek O başkalarını üzmezse bile, kendisini üzecek olanlar buluna­ cağını anlatacak Bütün hallerde kendi çocuğunun zarar görmemesi yeğdir. «Vur, diyecek, sen doğnı söylüyorsun. Öğretmen üstüne dediklerin de doğru, değmez ona umut bağlamak Her yolla, her ne pahasına olursa olsun, yaşamın üstüne çıkmalı, yoksa altta kalır, boğu/ursun». ***

Adam saat l l 'de şeften izin almadan çıktı işyerinden, gidip çocuğun ana okkul ücretini yatırdı, dönüşte de yolda bir atış yerine girip nişan aldı ve becereme­ diği için, durnp öbür atış yapanlara baktL Sonra yeniden nişan aldı ve bu kez saçmalardan ikisi hedefe değdi Adam sevinçli dışarı çıktı, çocuğuna sıcak ayak­ kabı aramak için öteberi satan bir dükkfına girdi, kendisine bir boyun bağı aldı, dışarı çıktı ve işe ara verme zamanı olduğu için bir kahveye girip haşlanmış sosis yedi, bir pazar günü rahatlığıyla kahvesini içti, öyle ki işyerine saat 2 'yi 1 0 geçe vardL Daha merdivenden çıkarken, çalışanlardan biri, şeftn kendisini sorduğunu söyledi Adam doğru şefin yanına gitti. Şef onu gülümsemeyle karşıladı, ama lazmış olduğu belliydi Adam bunu ancak, şefoturması için başryla yer gösterince anladL Ama şef, on dakika boyunca, hep bazı kfığıt/an gözden geçirmekle uğraştL En sonunda başını kaldınp: - Size bir şey mi oldu ? diye sordu şef. Adam şaştı: - Ne o/malrydı ki? - Ne bileyim, dedi şef dört saattır işyerinde değilsiniz de... « Üç saat on dakika, diye düşündü adam. Bunun birsaatızaten öğle aralığrydL Hem öyle adamlar var ki, günün yarısından çoğunda yok olurlar ortadan». - Özel bir işim vardL .. Şefgözlerini dikmiş baktığı için, adam çevirdi yüzünü: - Çocuğumun ana okul ücretini .. - Özel işlerinizle işten sonra uğraşın, diyerek ayağa kalktı şef Kaldı ki cumartesi pazar günleri de var. Adam düşündü: «Günlerce işe gelmeyeniere neden bir şey demiyorsunuz da, beni iki saat geciktiğim için çağırmış aşağılıyorsunuz. Çoğu zaman ben saat yediye kadar kalıyornm işyerinde». - ... Kimsenin hakkı yok işi kendi başına bırakıp gitmeye. Alt tarafı bu iş yerinde bir düzen olmalı mı, olmamalı mı? Şef ileri geri yürüyor, adam da onu izlemek için boynunu bir o yana bir bu yana çeviriyordu. «Ne yapmışım ki yani... diye düşünüyordu adam. Her gün işe tam vaktinde gelmiyor muyum, cumartesi pazar günleri de [azla ücret almadan çalıştığım olmuyor mu ?» Ve burada herkesin istediğini yapabilir olduğunu sanmayın. Şef en

1 50


.l'onuntlu owrdu yerim•: Gitlt'lıilir.l·inu, umud l'lierim ki lıu smıunm.w olur. . . Adam kendisini haklı KÖ.I'termek, savunmak istiyordu, tıma hi�·bir şıy .\·ı"Jyit' ­ nıeden dışarı çıktı. Yolda �:iderken şefin haklı oldugunu kabul etti. Gaçt•ktm tle her yerde bir dazen olmalıydı. Cumanesi gana de gidebilirdi ana okul aat•tini yatırmaya. Atış yerine girmek de nereden esmişti aklına? Sonra da dakkt1na... Hiç olmazsa döneydi de işyerine, öğle aralığında çıkardı. .. ***

- Bugan nasıl geçti ana okulda ? diye sordu babası. - İyi, dedi küçak, parka gittik eğlenmeye, kar topu oynadık. - Canını sıkan olmadı mı? - Hayır, dedi çocuk, yalnız Aşot peşkirimi çamura attı. - Niye? öyle rastgele mi oldu ?.. Çocuk ciddileşti: - Hiç de rastgele değil. Ben aynmında olmadan dokunmuşum asılı peşkiri­ ne, peşkir yere daşıa, o da kaldırdı, sonra benim peşkirimi alıp, götarda çamura attı. «0 çamur/u peşkiri onun ağzına bumuna sarmeliydin şaşkın, diye daşanda adam. Sen de dunıp öyle bakmışsın. Belki de dızırdamışsındır.» - öyle ufak tefek şeylere aldırma, sen her giin dokunmuyorsun onun peşki­ rine ki o da seninkini çamura atsın. - Doğru, dedi küçak. Hem sana bir şey söyleyim mi baba ? Ben ağlarkm Aşot geldi, benden bağışiamamı di/edi. «Sen onu kendin zorlamalıydın bağışlama dilemeye, diye aklından geçirdi babası, öyle acıma duygusu uyandırarak değil». - Bak gördan ma? Anlamış yanlışını da senden bağışlamanı dilemiş. Çocuk belki milyonuncu kez: - Kıı vga etmek olmaz, değil mi baba? diye sordu. Babası durdu. Kııldınmda insanlar yi4rüyordu: Yaşlılar, çocuklar, gençler. Adamcağız birden, o insan/ann, bu danyanın, ve çalışma gananan yorgunluğun­ dan sonra insanı evine ulaştıran troleybaslerin iyi olduklan duygusuna kapıldı. Daşanda ki adam, eğerAstğig'in hikilyesiyinelenseydi, kendisi yine öyle davranır­ dı; evi de yine başkasına bırakırdı. Ne yapaydı, öbara tek başına yaşayan verem/i bir kadındı, nasıl olsa ilk ağızda onun eve kavuşması gerekirdi. Kendi evinin şimdi kentin ta öbür ucunda olmasının ne önemi vardı. Aynıyerde binlerce başkaları da yaşamıyorlar mıydı ? Önemlisi, insanın içinde ışıklı bir nokta bulunmasıydı. Çocuk babasının elinden çekerek.· - Niye durdun baba? diye sordu. Babası elini oğlunun omuzuna koyup: - Biliyor musun ? dedi, yaşamda en bayük şey iyi insan olmaktır. - Biliyonım, dedi küçak, babasına sokularak. Söyleyim mi niçin kav�:a etmek olmaz? Çankü yırtıcı hayvanlar kavga ederler. Öğretmenimiz Vaniter yoldaş dedi ki, insanlar birbirlerini sevmeli, dedi. - İnsanlar birbirlerini sevmeliler ya, diye yineledi babası. Öğretmeniniz doğru söylemiş. Peşkirine gelince, o bir şey değil, annen yıkar, onun için bumunıl asma... Vahe Boğosyan 151


YEGİŞE ÇARENTS -Soğomonyan(Kars 13 Mart 1897-Erivan 29 Kasım 1937) Şair, yazar, mütercim, el� tirmen ve kültür adamıYegi§e Çarents, Kars'ın Ermeni ve Rus ögretim kurumlarında okudu(l908-1 912) . Orada ilk §İİr dene­ melerini yaptı. Yüksek ögrenimini 1916'da gittigi Moskovada'ki Şanyavski Üniversitesi'nde sürdürdü. 1 918-1919 yıllarında Kızıl Ordu saflarında R usya'­ nın iç sava§ına katıldı. 1919 yılının sonunda Ermenistan'a giderek 1920 yılı Mayıs ayaklanmasına katıldı. Ermenistan'da Sovyet yönetiminin güçlenmesin­ den sonra 1 922'de Moskova'ya giderek, Valeri Brusov Yüksek Edebiyat-Sanat Enstitüsü'nde ögrenim gördü. 1 928-1 935 yıllarında Devlet Yayınları'nda sanat yönetmeni olarak çalı§tı. Şiire sembolizmin etkisiyle ba§ladı. İ lk §iiri Tiflis'te yayınlanan BADAN İ almanakında çıktı(l912). 1914'te kars'ta «Yerek Yerk Dıkhratalug Ağçıga1t» (Açı Çeken Kızın Üç Şarkısı) ba§lıklı ilk §iir kitabı yayınlandı. İlk romanı ise, <<Yergir Nayir&> adıyla 1926'da Erivan'da yayınlandı. Bu roman, Dogu Ermeni edebiyatının temel ta§ı sayılır. Çarents, sayısız §iirle­ rinde ve düzyazılarında genellikle sosyalizm ve yurtseverlik temalarını i§lemi§ ve bu alanda kendisinden sonra gelen edebiyatçılara esin kaynagı oldu. Ermeni §iir sanatını, milli ve hümanistik motiflerle oldugu gibi, sanat ve çok çe§itli biçim ve dialektik ilkelerle zenginle§tirdi. Yazdıgı «Kafkas Tamaşa» adlı ilk tiyatro oyunu, Bakü ve Tiflis'teki Ermeni Dram tiyatrolarında temsil edilmi§­ tir(J925-J 926). 1 924 yılında Türkiye yoluyla İ talya, Almanya ve Fransa'ya yaptıgı verimli bir geziden sonra yurda dönen Çarcnts, «Noyemper» (Kasım) adlı Edebiyat Birligini kurarak, bu birligin ba§kanı oldu(l925). Bu arada M. Lermondov'un «Ölen Gladyatör», II. Ilayne nin «Dokumacı», U. Widman ve E. Verharn'ın dizilerini tercüme etti. Hele V. Mayakovski, A. '

1 52


Pıqkin, V. H. Goete, M. Gorki vb.'nin escrlerinden yapııgı ıcrcümclcr ona apayrı bir ün kazandırdı. Eo;crlcri dünyanın birçok dillerine çevrildi. Ermcnisıan'da bir �ehir (Çarentsavan) , Erivan'daki &lcbiyaı ve Sanal Müzesi, ayrıca okullar, sokaklar, külüphanclcr vb. onun adını ıa�ımakıadır. ÇILDlRAN YIGINLAR 1

Uzak yalan yoldaş/ara, danyalara, giineşlere Ateş gibi ruhlara, Yalım yalım yanan ruh/u herkese, Ganeş gibi san sıcak ruhianna on/ann, Bu kudurmuş ölam kalını kargaşında Kurban giden o caniara se/dm, se/dm. ll Akşamdı, ateş alı bir akşam Batıyordu kızıl giineş batıda Kıınlı bir sis çökmaşta ovanın asıane Al giineşin yılreğinden ağı akmıştı sanki. Batıyordu kızıl giineş Batıda Ağıydı kustuğu, ovada kan vardı Kıpkırmızı bir pota yakmıştı ufukta Ve kıra kan ışıltısı serpiyordu Ve yanmıştı dalga dalga tarlalar Al ışığıyla akşam giineşinin. Karşılannda uçsuz bucaksız Alabildiğine yayılmıştı al-ateş ova Başlangıçsız ve sonsuz bir deniz gibiydi Akşamın sisinde. lll Altında akşam giineşinin Yanarak akşam giineşiyle Savaşıyordu o eski kırda Çıldırmış bir kalabalık. Kentlerden gelmişlerdi yine, Köylerden, uzak yakın step/erden. Ateşti/er, umuttu/aryalım ya/ını. Kentten gelen, köhne bir sis bırakmışll arkada

153


Duman/ı bir bulut olup yaşama çöken; Uzak köyden gelen, nem topragı. Tek altın başak vermemişti Uysal yaşam o toprakla. Steplerden geleni Sonsuz genişliğini getirmişti ufkun O genişlik ki kendi cezaevi olmuştu. Bulanık sis/i uzak kentten geleni Verem/i yüreğini getirmişti al bayrak gibi. Köyün sonsuz karanlığını bırakıp gelen, Kaslannda, dölleşmiş gücünü toprağın. Köle gibi yaşadığı steplerden geleniyse Açık mavi gözlerinde Sonsuzluğunu getimıişti step/erin... Dayanarnayıp eski yaşama çıldırmış Ve toplanmış uçsuz bucaksız ovada Savaşa ayaklanmışlardL w

Yalım yalım batıyordu akşam güneşi Ve çıldıran yığınlar Savaşıyor/ardı türküler söyleyerek. Karşılannda serili ova Alma belenmişti güneşin Ve uzaklaki yolda dev kent görünüyordu. Tasasız yatmış akşam güneşinin altında Böbürleniyordu hafiften Binbir renkli biryığındı eski kent Pırıl pınl. Irakla çok ırakla enine boyuna yayılmış Yüzayor gibiydi yumuşak sisinde akşamın Ve al havada asılı gibi duran Kocaman dik yapılan gittikçe karanyor. Siliniyor renkleri, bulanıyorlardL Ve son ateşinde güneşin Yalnız pencereler parlıyordu kana belenmiş, Ateş alı balkıyorlardı güneşe karşı Keskin bir taşa tutuşmuştu yüreklerinde... Ve bağrına gökyüzünün çiviler gibi sap/ı Kan içinde par/eyordu dev bacaklar. Duman çıkmıyordu ağızlanndan Solumuyorlardı gür/ereesine Katılaşmıyordu anık gök on/ann dumanıyla Yalnız yoğun/aşıyordu sis Yitirerek içinde demir bacalan 1 54


V Güneyine doğru kenıin İstasyon gönlnüyordu: kocaman, korkunç, utku/u. Irak sisin içinden arasıra Keskin tren dadak/eri işitiliyordu Yaban bir hayvan boğazlıyorlarmış gibi. .. Daş kınklığı, umutsuzluk vardı Ölüm haberi gibi ovaya yayılan o düdük seslerinde. Serpilmişti karşılarında istasyon Dev gibi, utku/u Ve kavşaktan kuzeye, güneye, Doğuya batıya, her yere Alabildiğine bütün ovaya demir raylar uzamıştı. Yayı/mıştı demir damarlar Kente yakın istasyondan uzaklara uzaklara. Demir damarlar gibi sarmış toprağın göğsana Uzaklaştıkça yaklaşarak birbirine Kaçcyor/ardı gizli gizli. .. Ve yol/ann kavşağında dikilmişti istasyon Sonı gibi, dev bir taş kesiliş gibi Dağamda sanki yol/ann kesiştiği yerde. Ve ödansaz savaşıyordu çıldıran yığınlar. Danyanın iradesine boyun eğen Dev bir elle atılmışçasına Zaptetmeye gidiyorlardı istasyonu Savaşarak, türkü/er/e. VI Savaşıyor/ardı. Serin bir akşam ye/i esiyordu Yayılmıştı karşıda kent: binbir yıllık o düşman. Dev bir s[enks gibi dayamış Altın sansı memelerini toprağa Kesmişti güneş iradeli yığın/ann al yolunu. Ve akşa'1lın kızıl sisinde koca istasyon Kenti bekleyen, sahibinin iradesine köle Bir köpek gibi dimdik oturmuş Geçişini gözet/iyordu demiryol/annda tren/erin. Ve demir hat/ann yakınında kuzeye doğru Siper/er yayılmıştı dalga dalga. Ve saklanmış siper/erde düşman Kazcyordu ovayı kanlı parmaklarıyla.

1 55


Sıcak gögsande topragm pusuya yatmış Kanlar içinde/d ellieriyle hileli A teş ediyordu gi:Lllden. Pat/eyordu demir toplar gümbar gümbar Şarkıydı sanki savaş gün batarken yükselen. VII Savaşıyor, savaşarak ilerliyorlardı. Ve alqamın ölama koyvermişti kahkahayı ovada. Şarkı söy/ayordu ölam top seslerine katarak şarkısını, İlerliyor, ateş kesilmiş savaşıyorlardL Tarkayda her birinin yüreği Tarkayda ateşli bakışlan Tutuşmuştu yürekleri hepsinin, al bir tan ateşi gibi. Tarkayda sanki güneş gün batışının ateşiyle yanan Ve çıldıran yığınlar savaşıyordu Tarkiller söyleyerek. .. VIII Biri Korkunç güçla sesiyle şarkı söyleyerek Savaşa atılan yoldaşını övayordu. Uzaklara uzaklara ftrlıyordu şarkısı atmaca gibi. Korkunçtu Yazande ışıklı bir gü/aş Şan söyleyerek savaşıyordu hep. kıplazıl bir pota olmuş batıyordu güneş Ve ovada çan gibiydi sesi onun Çan çan çalıyordu çan gibi Varsın batıln danya işitsin diye. Al bir özlemle uçsuz bucaksız Şarkı söylayordu ateş ederek. IX

... Step/erden, orman/ardan, yakın ırak kentlerden Yareklerimizi getirmiş iz biz yine Umutla yanan, ateşli. Savaş var burada şimdi, ölam var Ve belirsiz bir alaca karanlık. Yareklerimizi açmışız şimdi Ölame karşı al bayrak. «

156


Batıyor kan dlikm•k pir ihtiyt�r ktJhnt• günt•ş Kan içinde yalım yalım gülamsayor danya bize Ve yüreklt•rimiz sevinç dolu, şarkı stJylayor, Savaşıyoruz. Bize karşı koyuyor batan danya: binbiryıllık o daşman... Ama kırmadan umudumuzu savaşıyoruz Ve kastahça gü/ayor bize tJ/am. Ne yazık ki çoğumuz Kurban vereceğiz tJzlemle yanan yüreklerimizi. Acıma bilmez bu tJvançla yürüyüş Kıpkırmızı tJzlemimiz gibi Çılgın yoldaşlanm benim ateş açın, ateş açın!..» X

... Batıyordu alqam güneşiyalım yalım Ve çıldırmış yığınlar Savaşıyordu umutlannı yitirmeden. GtJzlerde al ışık, yüreklerde al ateş Son ve güçla bir atılışla tek gtJvde dtJvaşayorlardı. Çılgın bir şarkı tııttıırmuş Ateş açarak ilerliyorlardı hep. Ve daşman paskartalap korku içinde kaçtı Ve yürekli bir hacumla zaptederlerken istasyonu KLırarmıştı artık ortalık Son ışını da batmıştı güneşin... Xl

&ran/ık şimd� derince çtJkmaş gece Kopkoyu bir karanlık Tek bir ışık yanmayan istasyonda KLırmakarış toplanmış o çıldıran yığınlar. O dev gibi demir kemerler gtJrilnmayor geceleyin Işık yakmamışlar daşman gtJrmesin diye. Dikmişler gtJzlerini uzağın karanlığına Bekliyorlar. Zaptedinceye dek istasyonu karanlık çtJkmaş her yana Hele biraz din/ensinler ışığa dek Sabah olunca kente saldıracaklar. GtJzlerini yoğun karanlığa dikmiş, çarparak yürekleri Ve daha kendilerine gelmeden Sabahı bekliyorlar savaşa devam için. Biraz tJnce ovada kan dtJkerek savaşırken 1 57


Neyakın görünmüştü kent ista.\yona... Şar/ayla savaşla gelip zaptedince istasyonu Daşman kaçıp kente sığınmıştL Din/ensinler hele biraz ışığa dek Kente salduacak/ar sabah olunca. Xl/

Ve bin yıllık karanlıkta, derin, sonsuz o gecede Karmakarış yığılmışlar istasyona. Ne bir ses var ne rüzgar, karanlık. Karşula ova uçsuz bucaksız zifiri bir yığın Orada kör, ışıksız, esrarengiz Kara kuşku otumıuş, Köpek gibi kıvrılmış karanlığı gözlüyor, Görünmez bir düşman gibi kıvrılmış yoğun sisin içinde. Kapkaranlık oturmuş o eski kuşku Ve kararan gözlerle Karşısında duran istasyona bakıyor. Devinir gibi oluyor karanlık Ve karanlığıyla gözlerinin Mavi gözlerine bakıyor çı ldıran yıi:znlann. Ve dinmeyen bir bunalım içinde Gözlerini kırpmadan, gergin Karanlık uzaklara bakıyor O çıldırmış yığınlar. Mavi, derin, acılı gözlerle karanlığı seyrediyorlar Ve çınlıyor istasyonda geceleyin sağır gürültü... Xlll

İstasyonun önünde, kalabalık bir orduda yığılı, Güneş ve özgürlük isteyen mavi gözleriyle Karanlık ovayı seyrediyor/ar. Kapkara karşısı Ve uçurum gibi açılmış karanlıkta Uzakta, çok uzakta Al ışıkla yanan bir yu var görülüyor. Kararan gözler, dikkat kesilmiş bakışlar karşısında Uzak karanlıkta yanan o ışık Bir yu var sanki, kıpkımuzı bir nokta. Al al, tasalı yanıyor gecenin içinde. Hazır ve uyanık dursun diye askerler Özellikle yakmışlar. 158


llwKın .wnJuz karanlığında Kızıl bir köpek başına benziyor. Savaş işareti, alarm işareti diye yaknıışlar. Bin küsur yıllık kenttir o Tasa var orada, yancyor için için Korkusundan çıldıran düşman gibi sak/anmış. Ve o kızıl kızıl yanan ateş, o dev a/arm işareti Al bir noktadır sanki çıldtranın beyninde. Konıa ateşinde son bir umutla tutuşmuş Ve o çılgın yığınlar al noktaya bakıyorlar. XIV

Ve gecenin karşısında dikmiş gözlerini al noktaya Sabahı bekliyor çıldıran yığınlar. Ve karanlık ve sarsılmaz rnhlannda onların Yanıyor o koyu nokta pek uzakta ateş alı bir nokta olmuş. l;fançer saplanmış yüreklerine Göz kanıaştıran kocaman kızıl bir çivi gibi. Kışkınıyor, ağı dolduruyor içlerine ve dünyalar yıkan düşler. Kaynıyor sarsılmaz yüreklerinde binbir yıllık acı, Tutku saçıyor, baş kaldırıyor. Kanlı bir emeldir artık açık mavi gözlerinde parlayan Ve milyonlarca göz ağı kusuyor kanla karışık. Kabarıp yüreklerinde yılların keskin öfkesi Yanıyor kan dolu ve kudumıuş mavi gözlerinde. Ve kırpmadan dikmiş gözlerini o kırmızı noktaya Sabahı bekliyor çıldıran yığınlar. xv

... Gecenin karşısında kapkara bir gecedir Karanlığa bürülü gözleri Ve ateşli bir özlemle sabahı bekliyorlar. Büyük bir karanlıksa da yürekleri O sonsuz karanlıkta Gökler var mavi gözlü ve ufuklar uçsuz bucaksız. Ve kara gecenin çöktüt.'ü mavi gözlerinde Bin tonıurcuk var ateşten ve tan ve güneşin do1,'uşu, Gergin kaslarında nem topra1,'ın gücü. isterlerse onlar Yeni bir hız verir güneş/ere, yeni bir yol gösterirler isterlerse güneşlerftrlatırlar gökyüzüne Güneşler indirirler isterlerse göklerden 1 59


Isterlerse Ateşiyle tutuşup danyanın ve mert iradeleriyle Neler yapmaz ki çıldıran yıgınlar... XVI

Ve sabaha yaklaşıyor kara gece aka aka, Akıyor son bekleme saatı soguk soluk ve umarsız. Serin sabah ye/i ovada ok hızıyla esiyor Ve son ışığıyla parlıyor al noktanın ateşi. Soluyor gittikçe karanlık, yitiriyor yogunluğunu. Doguda dev bir ateş yanyor karanlığı Ve sabahın alaca karanlığında uzaktan Misk kokulu bir ilkyaz tazeliği esiyor serin serin. Nem karanlık deviniyor ve kapkara uzakta Kent görünayor: belirsiz bir yığın, bir karallL Dev yapı/ann dev duvarlan seçiliyor yavaş yavaş İşte övançla demir bacalar... Ve çarprnaya başlıyor yanan yareklerinde yığın/ann lşıl ışı/ özlem. Mavi gözlerin göklerinde yanıyor koma ateşi Yanan gözlerle bakıyorlar o kapkara koca yığına Ve tutuşuyor yarekieri güneş yangını gibi... Atılacaklar şimdi ileri, bayak kenti zaptedip Dökecekler astane binbiryıllık oflalerini. Yıkacak, toz edecek, örene çevirecekler Bin kasur yıllık o kenti. Yakacaklar ve çılgınca hora tepecekler yangın/arda, Kıpkızıl ateş ve kıvılcımlar serpecekler danyanın ötesine. Ve kaller arasından o eski yaşam Hurma agacı gibi yeniden bilmesin diye Yıne yakacaklar ka/leri. .. Ve götarüp bir daha geri getirmemesi için Külleriye/e savunıp Uzaklara koşacaklar, daha dogmamış güneş/ere... XVII

Al al parlayan Jaleler ateşi ufukta aganrken tanyeri, Savaş ilareti gibi kıpkımıızı yanıp Tutuşuverince doğuda güneş yepyeni bir ışıkla, Dışan ftrladı.lar istasyondan o çıldıran yığınlar... KLırşu:Uı, güneş rengi sis içinde ova uçsuz bucakrız Ve sabahın serinliğinde buğulaşan siste 160


Yol kmarı yakınında alanı bu/ara, karmakarışı k, Dev bir sirk Kihi Körünüyordu taş yapılı kent... Dikmiş w)z/erini çok uzakta cı/ al yanan günqe Savaşıyor/ardı yine güneşli ufuklarda Binbir adlı yığın yığın gruplarla Ve içieri güneşin ateşiyle yanık Güneşe gidiyorlardı çıldıran yığınlar...

Güneş tüten bol meyvana, Hayasdanım, vurgunum ben, Bizim eski sazımızın sızısına vurgunum ben, Kan damlayan çiçek/ere, ışıldayan pak gül/ere Ve nair/i çevik belli kızianna vurgunum ben. Vurgunum ben gökyüzüne, göl/erine, sularına, Güneşine, kışın kopan korkunç tipi ve borana, kara kara huğlarının ve çağlardan beri gelen Kentlerinin binbir yıllık taşlarına, vurgunum ben. Nerde olsam unutamam türkümüzün acısını, Kitaplarda dualaşan demir-harfli yazımızı, Yaramızdan sızan kanlar yüreğimi yaksa bile Güneşli ve yetim yarim: Hayasdana vurgunum ben. Hasret çeken gönlüm için başka hiçbir destan yoktur, Naregatsi, Kuçak gibi pek ayialı alın yoktur, Bu dünyada Araralım gibi ulu dornk yoktur, Sonsuz şerefyolu gibi, Masisim 'e vurgunum ben. Yeğişe Çarenis

161


ARŞAG ÇOBANYAN (İstanbul /S Temmuz 1872 - Paris 8 Haziran 1854) Şair, yazar, elc§ t i rmen, ara§tırmacı, gazeteci ve kültür adamı Ar§ag Çobanyan, ögrenimini İ stanbul'daki Makruhyan ve Getronagan Okullarında gördü. Genç ya§ta üretici ve çeviri çalı§maları PURASOAN MANGANTS, AREVELK, MAS İ S, HAYREN İ K, gazetelerinde yayımlandı. 1 895'te onbe§ gü nlük DZAG İ G (Çiçek) gazetesini yayınladı. Aynı yıl ilgil! makamların takibalına ugramamak amacıyla Paris'e ta§ınarak, orada ANAHI D edebiyat ve sanat dergisini çıkardı(l898-1911; 1 929-1949) . Ayrıca VERADZINUNT (Yeniden Uyanış) !191 7-1 919/, ABAKA (Gelecek) !1921 -1 924/ gazetelerinin yazı kadrosu na katıldı. Edebiyatın her türünde eserler verdi. Şiirleri <<Arşaluysi Tsayner>> ( Ş a fa k S es l e r i ) !1891 /, <<Tırtrunıner>> (Ti t rqi m ler) 11 89 2/, <<Kerrvadzner>> (Şiirlcr) !1908! adlı kitaplarda toplanmı§ olan Çobanyan'ın §iir­ lcrinde, romantik §iir t ürünün tck yanlılıgının üstesinden gelme ve gcrçegin ya§ayan yönünü aniatma egitimi dikkati çeker. Çobanyan'ın aynı zamanda <<Tuğti Park» (1892) adlı psikoloj ik romanı, <<Dığu Hokiner>> (Çocuk Ruhları) /1923/ adlı öyküler antolojisi, <<Mut KJıaver>> (Karanlık Katmanlar) !1893/, <<Hraşkt>> (Mucize) /1 923/ adlı öyküler antolojisi, <<Mut KJıaver>> (Karanlık Kat­ mantar) / 1 893/, <<Hraşkı» (Mucize) /1 923/ adlı d ramla rı yayınlanmı§tır. Çobanyan'ın elqtiri ve bilimsel ara§tı rma faaliyetinin, Ermeni Edebiyatında apayrı bir yeri ve anlamı vardır. Ermeni edebiyatının Avrupa'da tanınması için büyük çaba harcamı§ olan Çobanyan, zamanın tanınmı§ Avrupa yazarları ve aydınları ilc ki§iscl veya mektupla§ma yoluyla temaslarda bulunmu§tur. Eski ve yeni Ermeni §airlerin ve seçkin yazarların eserlerini ve onların edebi ve sanat ki§iliklerini Fra nsız di liyle yayınlayarak, Ermeni kültürünün uluslararası tanıtımında önemli katkıda bulunmu§tur.

1 62


BİR RÜYADA ... Rüyamda bir ses �:e!tli kula�nıa "istermisin seni güzel bir dünyaya �:ötüreyinı ? Yüre�';fn acısız, gülün dikensiz oldu1,1u bir dünyaya, Sürüp giden yaşamın aydınlık bir bayranı o/du1,'fıJ, Güneşin hiç batnıadığı hir dünyaya. . . ***

Ve ben cevap verdim o sese "Hayır! Ben acısız olanıanı insanın acısını görmeden yaşaya ma m, Bırak hep sürdüreyinı uğraşını ı, düşünıü, unıudımıu, Bitmeyen arzularınıla Sarhoş olayını ben bırak

Arşag Çobanyan

1 6.1


ARMEN DüRIAN -Hraçya Surenyan­ (Sinop 1892-1915) Asıl adı Hraçya Surenyan olan §air Armen Dorian, Pangaltı Mıkhitarist Okulu'nu(191 1 ) ve Paris'teki Sorbon ne Üniversitesi'n i bitirdi. Henüz 21 ya§ındayken Paris'te Fransız §airleriyle birlikte Kamutanrıcılık (Panteizm) okulunu kurdu (1913). oıaganüstü bir dehaya sahipti. Şiirlerinin tümünü Fransız diliyle kaleme almı§ olan Dorian, 1914'tc İstanbul'a geldi. Ne var ki 1 9 1 5 yılında çıkarılan Tehcir Kanunu'nun uygulanı§ı sırasında sü rüldügü ta§ra yollarında hayatını kaybeden Ermeni aydınlarından biri oldu. MÜEZZİN'İN EZAN SEsf. 1 3)

Temmuz 'un huzur ve sakUn dolu akşamında, iner bir karanlık heryana; Ve hemen bir ses yakse/ir semaya: islam alemini ibadete davet eden maezzinin sesidir o, Ak bir minarenin tepesinden seslenir, ilahi bir aşk havasıyla dopdolu. "' "' "'

Kumsalın esintisine karışıp, birlikte yol alır, Ve içe işleyen o ses, yakse/ir yavaşça ve perde, perde, Çok geçmez hafifler ve sonsuzluk aleminde kaybolup gider, Insanı tatlı tatlı okşayan o Saba yelinin pek hoş esintisiyle. "' "' "'

Ah, o maezzinin sesi! Kaybolmuş ta uzaklarda... Gittikçe hafifleyen vefakat, insanın içine işleyen o duası, Evet, öyle bir dua ki, hazan ve esrar dolu her yanı, Yakse/ir zaman zaman ve sonra da, hazan/e dopdolu, söner-gider... "' "' "'

Hazanla ve solgun bir kalbin itirafıdır bu dua, Zaman zaman gözyaşı döken iç sesim gibi gelir bana, Evet, öyle bir ses ki, bırakmaktır erne/i batan haznana o esen razgann kucağına!.. "' "' "'

Ve sonunda olan olur; ve işte tam bu zamanda her şey yavaş yavaş gelişir, Evet huzur ve sakUn gelip kalbirnde yerine otunır, Içim e birferahlık, bir sakUn dolar ve kaplar batan varlığımı, Çankü o, bu akşam, gözyaşı döküp, ağladı, benim haznam ve kederim için... 1 64


DOGU'DA BİR GECE< '4>

LiJtif bir hava çepeçevre sarmaldadır batün şehri, Pek hoş bir meltem okşamakıa sihirli servileri, Yıldızlar ise, bir tebessüm/e seltimlar gökteki o zarifperileri, Boğaz dersen, sallar bir beşik gibi, göğsündeki o sakin kayığı. .. * * *

Boğazın hurileri, açılıp saçılan pek güzelperi kız/an, Yavaşça mınldanmakta sahilin kumları üstünde: Evet, işte bu saat, denizin kabarıp taştığı, sevgi ve şarkıyla dolduğu bir zaman, Evet, öyle bir zaman ki, kalbierde de, sular misali, bunı lma ve tasadan esa yok. * * *

Ta yukarlarda, gökkubesinde yer almış altın sansı gözleriyle yıldızlar Pırıl pınl yanmakta ve gülümsemekte, uykudaki melekler misali, Ve altın, gümüş ve ateşi al renkli dalga/ann üstünde Birkaç yelkenli, adaya yönelik beklemekte... * * *

Ve ben, göğüs hareketsiz kendinden geçmiş benliğimle, dalmaktayım çok uzak alem/ere, Tam o sırada dalgaların çok derinden gelen ahengine uyarak, Birden til uzaklarda bir takım hıçkırıklar duyar gibi olunım... Ve pek yaygın bir hüzün sarar çepeçevre bu şehri... A. Dorian

1 65


1 ZABEL ESA YAN (İstanbu/ 4 Şubat 1878-Erivan 1943) Kadın §air, ya:t.ar, mü tercim ve gazeteci Zabcl Esayan, Üsküdar Su rp Haç Okulu'nu bitirdikten(J892) sonra Paris'e giderek Sorbon Üniversitesi ve Col­ lege de France'ın edebiyat ve felsefe kurslarına devam eıti(l895-1 900). Bu arada «Geceye Şarkı» adlı ilk §iiri DZAG İG (Çiçek) dergisinde yayımlandı(JB95). Daha sonra yazd ıgı romanlarını, hikayeleri ni, edebi yazılarını ve tercüme­ lerini MAS İS, AN AH İ D, AREYELYAN MAMUL, AZADAMARD, KE­ GARVESD, MERCURE DE FRANCE vb. dergilerde yayımladı. Esayan, « Üskadar'da Gün BatışlarL>> (1905, Areve/yan Mamul), <<Sahte Dahi/er>> (1 905, Areve/yan Mamul) , «Uysal/ar ve Asi Yaradı/ış/ı/ar» (1906, Azad Pem), «Nazik İnsanlar»( 1 907) adlı romanlarında, yaraııcılıgının olgunluk dönemine eri§tigi­ ni kanıtladı. bu eserleriyle Esayan, derin psikolojik çözümleme yetenegi ve realist (gerçekçi) ki§iligiyle dikkati çekti. İkinci Me§rutiyet'in ilanında (1908) İstanbul'a dönüp, Kilikya olaylarını i ncelemekle görevli murahhas heyetinin bir üyesi olarak Adana'ya gitti(1909). Felaketle sonuçlanan söz konusu olaylar hakkındaki yazıları «Yerim/erin Istırabından Yankılar»( 1 9 1 0), «Felaketin Kur­ banlanndan»(1910), «Eğinlilere Rica» ( 1 91 0), adıyla AZADAMARD gazete­ sinde yayımiand ı. Kilikya Ermenilerini n dramını « Yıkınıı/ar İçinde» ( 191 1 ) adlı kitabında, «Beddua»(191 1 ), romanında, «Safiye» ( 1 9 1 1 ) ve «Yeni Gelin» ( 1 9 1 1 ) hikayelerinde betimledi. 19 15'te tutuklanmamak için Titlis'e gitti. kıyım hak­ kındaki anıları oradaki aylık KORDZ (İş) dergisinde «Bir Halkın Can Çekiş­ mesi»(1917), «Murat'ın Yo/culuğu» ( 1 9 1 7) 'adlarıyla yayımlandı. 1918'de Yakın ve Ortadogu ülkelerinde tehcir edilmi§ Ermeniterin ve yet imlcrin toplanması ve yerle§ tirilmesi i§ini organize etti. O yıllarda yayınladıgı <<Son Kadeh» ( 1 9 16) ve «Sürülmüş Ruhum» (19 19) adlı romanlarıyla siyasi ve sosyal haksızlıkları protesto etti. 1 923'te yayınladıgı «Çekilen Güçler» adlı rorna nında, zamanın

166


toplumsal ve siyasi hayatı yansır. 1 9JTtl' Ermenista n'a yerlc�tikten sonıa 1 9J4'tc S.S.C.B. birinci yazarlar kongresine katıldı. Bu sırada yazdıAı «Atqtm Gömlek»( 1 934) /Rusça yayını 1 9J6/, «Sililıdar Bahçeleri» ( 1 935) ve «Btlrba lltı­ çik» ( 1 9J6) adlı romanları ilerdeki tarihlerde yayınlandı. E.<>ayan, ayrıca edt.N­ yat ve sanat sorunları hakkında birçok makale yayınladı, Metcrling'in «Ölüm» ve «Akıl ve Kader» adlı eserlerini Ermenicc'ye tercüme etti (191 7) . Esayan'ın 1 9 1 2'de İs tanbul'da, Ahmet İhsan ve Ortakları Matbaacılık Os manlı Şirketi'nde basılmı� ola n «Emıeni Edebiyatı Numune/eri» adlı kitabın 57-64 sayfalarında yer alan <vtşık» hikayesini aynen sunuyorum: Ruhum dudaklarıma mütemayil, Uful etmek, yahud yerine avdet etmek için Seni bir defa daha gömıek istiyor. HA FIZ Aşıkın nağnıesi, sabahın münevveryasemininde daha 1/itif, havayı ta 'tir eden keskin ve nafiz rayıhalarından daha heyecan baş, ufukda bayılmakda olan elvan-ı şefakdan daha nazik olarak sabah erkenden itila ediyordu. Mahallenin evlerinde uykulannı henüz terk etmiş kıziann gölgeleri kafes/erin arkasında titriyordu. Nağnıesini dinleyiniz... Buhurdandan suud eden zi kıymet ve kudsi bir rayiha gibi rnhundan i 'tila ediyor. Kuşlar, sadasının ihtizaşat ve temevvücatından meb­ hud ve mütehayyır, dallarda ihtiyar-ı sükı1t ediyorlar ve serviierin muz/im zirveleri be"ak kebude-i sahada yavaşcacık eğiliyordu. yasemin fidanı, lerzan, çiçeklerini yere dökiiyor ve nefha-i muattannı aşıkın nağnıesine kanşdırıyordu. Zira dem-i subhda, kızlar, rüyadar gözlerini henüz açar/ar; minareler, şafak ziyalanndan galefşan olurlar; beyaz yeşil türbeler, ze"in hutut ile burnşmuş ceb­ helerini semaya doğru ftrlatırlar iken, onun nağnıesi rnhun ve süratle ilerleyen yakazanın dem-i evvelininde bir terane-i aşk olur. * * *

Ruhunun meraretini ve teşnegi-i garamını elbette dolaşdımıış olduğu hangi diyar-ı ba 'ideden, henüz ihtiıaz etmekde olan sadasından çırpınan ve ze"in cümlelerinin giranbahli akslerini dağlannın sınlannda hıft eden hangi memleket­ lerde sair ve zair olarak buraya gelmiş gınay-ı rnhu ile hayallitı alevlendiriyordu ? Şahnişinlerde yapraklar ile müstetir, yaşmak/anndan daha beyaz solgun kızlar, sihir amiz, nağnıelerinden pürheyecan, karnetlerini büker/er; perdedar-ı hüzün, mütereddid nazarlar, o sihrin tesirile lerzan kalbierin darabanını uzakdan izhar ederler. Ve cebinierini ganeşe doğru çevirerek kendiyad teranesiyle demgazar intizar olduklan hangi memalik-i ba 'ideden, sedefgibi be"ak derinliklerinde anın ayak izlerini henaz saklayan hangi esrarengiz kıyı/ardan, meshuryılanlann mejluc ve ama bükülüb kaldıklan yuvalannın bulunduklan yollardan mı, acaba hangi memleketlerden derbeder ve serseri gelüb bize kavuşur? 1 67


Havayı tatirt•dt•n ya.\'tminlain san Vt' mutma rayıhtılarından, t1şılmı naKmt'­ sindm daha cazibedar, beyaz ve uzun bir e/, kafesin altından ona doKru uwnıyor­ du_ * * *

Aşık, müezzinin sadası havada söner sönmez, miman alemlerinin şu 'le bar-ı şafak olarak elvan-ı ufukda eridikleri anda, ahestepa ve ber güzanş mezasim perverane ile saba� mahalleden geçer. Yeni açmış çiçekler, güneşin ilk nüvazi.şle­ rinden lerzan, taze kokulanle, şehvet-i hayatı medh ederler; Küçücük kelebek/er, havalarda pervaz ile semaya at[-ı nikah-ı hayret ve kadıfe kanadlannı silkerek ilan-ı mese"et ederler. Hergün kafeslere tutunarak biraz daha yükselen ve taze yeşillikleri arasında salkımlannı, beyaz gül/er, fersiz yaseminler uzadarak; binalardan dışan uğrayan şahni.şinlerde birer çiçek sepeti şeklini veren sarmaşıkiara bürünen h anelerin saf-ı muntazamı ve yosunlar ile yüklenmiş kiremid/eri güneş banyosundan sararırlar. Aşık teranesaz olarak ileri/er; şe"are ve şuile-i e/mas ile mültemi gözleri, feza-y� la�nahiye matuf hiçbir tarafa bakmazlar. Evlerin ortasında, ufak makbere/erin bülend karnet servileri, siyah boylan/e kıvranırlar, güya mezar taşlan bulunduklan yerde sarsılır; yolda, uzakdan, renga­ renk mütemevvre çarşafZara san/mış kadınlar bir an tevakkufederler ve heyacan­ dan mütemmevic gibi bulunurlar. Aşık, sermest-i terane, on/an gömıez. Bütün iklimlerden müteessir olan nuhas cildi üzerinde garib ve hasir dolaşdığı diyann iras ettiği bereler mütesadıf olurlar; Çehresini ihata eden siyah saka/ı, bu anda daha ziyade sararan dudakla­ nnı kanıilen setr eder. Kiirkden kalpağının üzerinde, tam cebhesinin ortasında bir zümrüd taşı, vahşi ve yeşil bir bakış gibi bakınır; kulaklarında asılı iki gümüş halkalar baygın aidslerini likasma vaz'ederler. Tılsımlar ve hamailler, her biri birer mana-yı hatırayı temsil eden zi kıymet taşlar ile boynundan asılmış/ar; ve göğsünde yekdiğerine kanşırlar. Sol elinin parmaklan altın halkalar ile yekdiğerinden ayrılmış, göğsü üzerinde durur/ar. Bi nihaye hatlar, kelimat-ı kudsiye ve esrarengiz tesavir ile mahkilk siyah kaş gülü dirseğinden sarkar, eniarisinin büklümleri beli üzerine geniş ve madeni bir kuşak ile toplanmış, bunun üzerindeki yakut taşlar, kan damlalannı andıran şule paş kızı/lıklannın akıdırlar. Bütün hüviyetinin ilkay-ı hürmet eden sekinetile yürür ve nağnıesi, dudakla­ nndan daha lati[, daha nazik akar; siyah kaşları bakır renginde alnı üzerine bir elem-i işve perverane ile çatışmış/ardır. Acıba sadasını yasemin fidanı altında titreden, duradur ve pür bedai bir alemin yad-ı nevazi.şkanmıdır? Sadasının baygın ihtizazat-ı şahnişinlerde ki ha­ yalperver kıziann enzar-ı lati[esine mültemi ah-u zarlar gibi gölge saldınyor. Bunlann kanıet-i tejlanesinden daha nezih, kalbierinden galeyan eden mübhem tahassüsatdan daha nazik bir ruh, kafes arkasında muntazır durur ve beyaz eli, sadaka-i nıutadesini aşıka vemıek içün her sabah uzanır.

168


«Cehrmi daima kafes tıldında kaldığından göremiyornm. Beis yok, ortıda o/du�Junu biliyornm, hüviyet-i mechulenin cazibesini medh etmem için huzur-u dilferibin kiijldir. «Her sabah, enamil-i gülfarnın hazaret-i ilahiyelerini bana isa/e etmiyorlar mı? Bir bakış kadar suzan olan temaslannda gam ve işve ile kıvranıyornm. <ıArtık cildim, mavaziş/erden bitabdır; en par vaad bahışlar bile rnha bahşi teşneki edemezler. Her sabah hararet griziyesini cebinimde his ettiğim nigah-ı par ateşin, benim bakışımla mezc idilmeyecek, gölgesini hayal meyal sevdiğim ktımet­ -i nezahatperverin bana mechul ka/acakmış. Ne beis var? «Ey güzelim, bilirim, elin her sabah yasemen fidanı altından uzanacak ve nağnıem, nefha-i nefisen ile muattar, cevvi havada daha hafif ve daha /ôuf o/acakdır. «Kafesin hiç acılmasm, gölgen daha hafif ve benim için görünmez olsun, benim nağnıemden rnhunun müteheyyiç olubda sana başkasını daşandareceğin­ den gam yemem... Zira, ah, o par hararet parmaklarm bana rüyalar ile bi aram gecelerden ve baid-ül-imkôn saadet iştiyaklarmdan bahsederler.» * * *

Sacaklara tırmanan yaprak/ann sararmasına kadar, yuvalarını yapan kuş­ Iann bizim memleketlerden tebald etmelerine kadar, siyah serviierin rnzgarlarla kamçılanarak, meraret-i ebediyelerini ağladık/an ama kadar, aşık gü/da ve teren­ nam etti Her sabah nağnıesi, gittikçe daha /ôtifoluyor ve yasemen fidanı arkıısından uzanan el gittikce sararıyor, gittikce zaijleşiyordu. Bir sabah kilfes artık açılmadı ve kafes/eri kapalı kalan boş hane, aşıkın terane-i meyusanesine göz açmadL Sonra o bahar rüzgarlarmdan solgun ve beyaz kızlar, sukut eden yaprakların azerinden aheste aheste yürüdüler ve üryan şahnişinlerin azerinde on/ann mestur başlan hüzn ile intizar ettiler. Aşıkın nağnıesini dinleyiniz. Zira ses sada çıkarmayan haneye merbut zaif dallan/e kiıdid gibi kıvnm kıvnm olan yasemen fidanının altmda terane-i vapesi­ nini terennum ediyor. * * *

«Omıanda çam ağaçlarının zir-i sayesinde tenha ve lerzan bir şükUfe, kesini açıyor... Müteha"ik gölgeler anm evraknu pariatmışlar ve güneşin eş 'a-i girizanı ana en nazik e/vanmı bahş etmişler. «Ey muatlar ve par nezahat /.:üçük çiçek! İnce ve nermin sakın azerinde beyhude sal/andm; kelebek/er, sermest-i samas havada rak.s ederler ve helezoni inikasatı arasmda kan renginde çiçekler azerinde aram eder/erken, sana asla yaklaşmadılar. «Gice kuş/an, gırtlaklannı tehziz eden kıymetdar hislerile mütehassis olduk ­ lan vakit, beyaz ve kapalı kirpikleri altmda senin nazik tasvirini taşımıyor/ardı.

1 69


���·ı·mkın hıylıudı· yatlc titrt·di vt' bayıldı; nt•sim, senin üzaindm gı·çmedi... aKaçlar, şı•bm•m/erle malımül, ilk ziyalar altında eşkbar iken, seni iktilll[ edecek ve tenha, hazin çarn/ann gölgesi yerinde çiçekler/e u�-,'runda donat­ liKın ı•li beyhude davet etti. <<Artik benim nağmem, bi semere ve güneşin hasretile solgun çiçekdir. Zira artık senin elin, harereı-i şehvet arnizi/e ruhumu ısuamayacakdır... <<Bundan sonra, gülfam tımaklar ile müzeyyen ve müştak-ı teması olduğum o parmaklar cazibe-i füsunkaranelerini kime tevzi ediyorlar? «Önümde uzanan yoldan tebaüd ettiğim vakityad-ıftrakınla mahmul hara­ ret-i kalbryemi kime taganni edeceğim ?.. «Yolun üzerinde beni tevkıf eden ve ruhumun iziırabat-ı ebediyesinin maga­ mallnı dinleteceğim bir el, müsadıf-i rehgüzarım o/acakmıdır? «Saf rü ya perver ruhlar, enzar-ı işvebaz/annı kaparlar ve mebhut ve müte­ hayyir «Hangimiz içün ?>> diye sorsalar, benim nağmem senin içün o/acakdır, zira şübhe-i meraret engi.z daima ruhumda feryad-ü figan edecekdir. «Bundan sonra, gülfam tırnaklar ile müzeyyen ve müştak müvazişleri oldu­ ğum o pamıak/ar cazibe-i füsunkaranelerini kime tevzi edecekler.» St�billılilrı,

1�ggg '

Zabel Esayan

1

.

�6�1:1. hUHflhC"&

( rl. l; lll)

1 1

� gm�g ''""""" ... "

' " " ""''' ·

�Af'

,

.

.

i

g � ���� S�.... .

"

SLLrO"C "

4ıurı.sı:

1 928

Zabel Esayan'ın 1 928'dc Paris'te basılan .sali­ ha Nuri Hanmın adlı Ermenice romanının kapagı .

1 70


I SDEPAN GURDİKYAN (Bursa /908) Yazar ve edebiyat ele§tirmeni Istepan Gurdikyan, i lkögrenimini Bursa'­ daki Kevorkyan Okulu'nda, ortaögrenimini Selanik'teki <<AnadolU>> kolejinde yaptı (1 923-1 924). Selanik'te Ermenice AŞKHADANK gazetesini çıkardı ( 1926-1 927). 1 927'de Ermenistan'a giderek Erivan'daki Ermeni Egitim ve Yabancı Diller Enstitülerini bit irdi. AVANGARD gazetesi ile G ENÇ BOL­ ŞEViK aylık dergiyi (1 930-1 932) ve PANVORAGAN YEREVAN (1933) günlük gazeteyi yayınladı. ll. Dünya Sava§ı sırasında Kırım ve Kafkaslar ötesi askeri gazetelerle SOVETAGAN HAYASDAN (Sovyet Ermenistanı) günlük gazetesi ve Ermenistan Basın Ajansı'nın (Armenpres) sava§ (cephe) muhabiri oldu. I 962'den beri SOVETAGAN KRAGANUTYUN (Sovyet Edebiyatı) adlı aylık derginin ba§yazarlıgını yapmakta olan Gurdikyan'ın «Dağ Kızt»(J947), <<Araştırmacı/ar>>(J 950), <<Yurt Menkıbe/eri>>(l957), «Erivan>> (l960), «Andaluzya Dağlannda>> (J966), <<Gomidas Çanlan»(J 969), <<Lusaşkharh Hanim Zim Ku­ tan>>(1974) gibi yayınlanmı§ eserleri vardır.

HÜKÜMDAR/N KIZ/ Yaşlı aşık, Ermeni/erin geleneksel sazını göğsüne dayamış, hem çalıyor hem de kalın sesiyle şarkı söylüyordu: Şan emeğe, Şan ürüne, Şan konuksevere...

171


1\ı'iy/ümln barışçı �·alışma/arını ve alnının teriyle hakeui�ini t)vüyordu şarkı­ .uy/11. Dlll!-:tllan.l'ln yurdun altın başaklı tarlalan İpek yünlü koyun sürüleri çoğal­ .l'ın. Hükümdann ve sıradan insaniann masalannda Tanrı iyilikleri eksik olmasın. Nevnız bayramıydı: Yeni yıl. Bayrama gelenler, graniuen sunaklarda kurbanlar sunuyorlardL Tarlalara kurbanların dumanı ve kokusu yayılıyordu.Hükümdar oğullannın Yıldız tannçaya arnıağan getirdikleri apak güvercinler havada kanatlarını çırpıyorlardL Kır ve düzlüktıl do/aylar. Güçlü erkekler, yayiara sımsıkı gerdikleri ok/an [ır/atıyor, cirit oynuyorlardL Soylular ve başınabuyruklar bir halka oluştumıuş, kadınlar da nazlı nazlı oynuyorlardL Tören havasından coşan aşık/ar, körpe yürek/ere sevinç, aile ve analık arnıağan etmiş olan altın Anahid ana tanrıçayı ve köpüklerden doğan Yıldız tanrıçayı överek göklere çıkarıyorlardL Borazana mertlik ve urku bağışlamış olan Vahe-vahyan 'la ateşten doğan Vahakn 'ı da övüyordu aşık/ar... Ama hükümdar Ardag üzgündü; çünkü tek kızı Arşaganuş, nevnız törenine hiç aldırış etmeden, ellerini kavuştunıp otumıuştu ince kumaştan, kayısı çiçek/i yastık/ann üstane. Saatlar geçiyor, ağzından tek bir söz çıkmıyordu, kunımuştu dudaklan. Bıldırcın kızartmasına, kuzu kebabına da aldırış etmiyordu Arşaganuş. Hükümdar Ardag, kızının derdine bir um ar bulsun diye, akıllı aşıkı çağırdı danış­ maya. - Sazı bile işitmek istemiyor, dedi hükümdar asık yüzle, bu ne hastaiıkmış ki girmiş damarına ?.. Var mı böyle bir hastalık? - Var hükümdanm, var, diye yanıt verdi aşık. Var, hem de köta hastalıktır kanına giren. Hükümdann sık kaşları karta/ gözlerinin üstane yükseldi, ve ak saçlı aşıka: - Neymiş bu den? diye sordu, nedir bunun ilacı, devası ? Söyle ihtiyar, seni hükümdar nimetlerine boğanm. - Söylerim hükümdanm, sen yalnızca söz ver, ben aksaçlıya kızmayacağına. - Söyle ihtiyar! Aşık bir göz gezdirdi hükümdann yalım yalım, harikülade sımıalı giysilerine, kendini yitirmiş gözlerine, ve düşüneeli düşüneeli başladı konuşmaya: - Hükümdar, padişahım, ben bu sabah tarladan geçerken güçlü bir erkek gördüm; ot biçiyordu, parlıyordu elinde tırpan. Alnından terler akıyor, ve otlardağ gibi yığılıyordu geçtiği yolda. Hükümdanm, kuşu uçuşundan, köylüyü çalışmasın­ dan tanırlar; verkızını o güçlü köy/üye. O kızını iyileştirir tembellik denen o dertten; çünkü tembel olan yeşermez... Hükümdarın yüzü büsbütün asıldı, kaşlarının arasına sivri bir şey saplanmış gibi oldu, alnı kırıştL Aşıka ağır bir söz söylemek, öfke/enrnek istediyse de, verdiği sözü anımsayarak sustu. Yaşlı aşık sazı alıp, vurdu tellerine: Altın yağsın Ardaşes padişahın güveyliği onunına, İnci yağsın Satenik kraliçenin gelinliği onunına. Aradan kırk gün geçti. Ve kırk birinci gün tanyeri ağarırken, hükümdann güzel kızı Arşaganuş, zengin bir çeyizle, köylünün dul anası Huşuş 'un evine gelin geldi.

1 72


Arşa�:anuş .H'Vmişti erkek gı1zt'/i ktJy/a Oşi11 'i. Amtl kmdi.l"i zayi[yapılı oldu ­ ftundan, bir çift söz söylemeye, :wluk almaya aşeniyor, tembellik ediyordu. Yatıp uyumak daha iyi de&'lil miydi? Sabah güneş doğmadan, kaysı rengi yuvarlak daha Sipan dağı tepesine çıkmamışken, Oşin çanklannı geçirdi ayak/anna, kemerini sıktı, dağarcığıyla tırpanını omuzuna vurnp, yüzana çevirdi laz yoluna_ - Anaaa, dediyola çıkmadan önce, gelin uyuyor ses/enmeyesin, uyandığında yiyecek hiçbir şey vermeyesin_ Ocaklardan duman yükselip maviye kanştı.. Sis, köyün asıünde tembel tem­ bel, yılan gibi kıvn/arak gitti dağ geçitlerine ve yamaç/ara, sonra güneşten yenik daşap yoko/du_ Işıktan esrik kırlangıçlar, havayı ok gibi yararak gökyazay/e yeryazanan sınırlannı ö/çayorlardı.. Sabah ilerliyor, ama hakümdann kızı uyuyordu daha_ Öğleyin güneş daştü asıüne ve satbeyaz yüzande oynaştı.. Arşaganuş ışıktan sıkılarak ağır ağır öbar yana dönap, başını yastığa gömdü ve öyle kaldı.. Akşam oldu_ Acıkmıştı Arşaganuş ve uykusu kaçtı.. Hakümdann evinde, daha gözleri kapalıyken kendisine yemek getirip uyandımıalanna ve yemesini rica etmelerine alışmıştı.. Ama bu ev başkaydı; töresi ve insanlan da başkaydı/ar, kimse onun kalkıp yemek yemesini rica etmiyordu_ Rahatı bozulmuştu hakilmdar kızının_ Huşuş anaya sormak istedi Oşin ne zaman gelir tarladan diye___ İstedi ama, ağzını açmaya aşendi ve güzel dudak/an yalnızca sessiz kımıldadılar_ Huşuş ana taşın astüne otumıuş, oğluna yan çorap örüyordu; ne bir ses işitti, ne de kımıldanma görda_ Oşin, asıü başı çiçek ve toprak koku/an içinde tarladan eve, ku/abesine döndağande, akşam yemekleri pişen ocaklardan duman yükse/iyordu_ - Merhaba anaaa, dedi, bugün kim çalıştı? Anası tatlı tatlı baktıyorgun oğluna, incecik kumaştan yastıklar içinde tembel tembel oturan geline ve: - Ben/e sen oğlum, diye yanıt verdi_ Köpeğimiz Çalo da eve, keçi/ere ve tavuk/ara bekçilik yaptı.. - Oturalım öyleyse anam, ben ve sen yemeğimizi yiyelim_ Çalo ya da pay çıkannz_ Arşaganuş uzaktan işitti konuşulan/arı, canı sıkılmaya bile tembelleşerek yazana duvara dönda_ Ertesi akşam gökyazanan mavi menekşesi karanrken ve dağlardan uyku inerken köyan ku/abelerine, Oşin tarladan dönaşande yine sordu: - Ana, bugün kim çalıştı? - Ben ve sen_ Çalo da eve, keçi/ere ve tavuk/ara bekçilik yaptı.. - Otur bakalım anam, ikimiz yemeğimizi yiyelim_ Çalo ya pay çıkannz_ Arşaganuş 'un yüreğine acı çökta_ Oşin kendisini sevmiyor muydu yoksa? Yareği dağ/andı, geceyi uykusuz geçirdi Düşanee/ere daldı.. Tembel sinirleri geril­ miş, damarlarında kırmızı kan harekete geçmişti_ Hep Oşin 'i, onun bulunçsuz, kıyasıya davranışını daşanayordu_ Horoz öıüp de Oşin dağarcığını sırtına atıp geniş adımlarla uzak/aşınca ku/abeden, hakümdann kızı hızla fırladı yatağından, bayat ekmek parçacıkilm bulup biraz haflfletti açlığını.. Pek de susamıştı.. Testiyi omuzuna aldı, azerierine 1 73


�·iğ inmiş ot/arın vt• çi�·t·k/ain arasından J.:t'Çt'rl'k, da{: yanwcındııki pınımı wmlı. Buraya ilk gl'!en kt•ndisi olmuştu. Sabahın sainliğiyh· iyia .\"OKuyan .w, tim•k tim•k altındaki tekneye akıyordu. Arşaganuş, içinde kendisiniyansuan dopdolu tekneye büyü/enmiş bakıyordu. Ne tatlı bir[ışırtıyla akıyordu su. ne güzeldi böyle erkenden su başına gelmek, renk renk çiçeklerin arasından geçmek, gökyüzüne doğru kayan tarla kuşunun cıvıltısını işitmek, sabahın erken sis/i havasını göğüs dolusu içine çekmek. .. Eve dönünce, Arşaganuş testiyi omuzundan indirip bir köşeye koydu, köpeğin karnını doyurdu, tavuk/ara piliç/ere yenı verdi, tavuk/ann benek/erine, ya/ını ya/ını horoza hayran oldu... Sonra başladı eve çeki düzen vermeye. O iş de bitince, Huşuş anadan, kendisine çorap örnıeği, ip eğirnıeyi öğretnıesini rica etti. Tatlı bir yumuşaklık doldurdu Huşuş ananın yüreğini. Gelininin alnından öptü, ve terin tuzunu duyunca acındı oğlunu dinleyip onu iki gün aç bıraktığına. Yine akşam oldu, dağlan tarlaları mavi sis kapladı. Oşin eve geldiğinde, her şeyi yolunda, her şeyi arı, annesinin yüzünü de aydın görüp, her şeyi anladı. Ama artık alışkanlık olan o sornyu yine sordu: - Bugün kim çalıştı ana? - Ben, sen oğlum, birde bizim tatlı gelininıiz... diye titredi annenin sesi tatlı bir duygulannıayla. Arşaganuş susuyordu, ama mutlu birparıltı oynaşıyordu yaş gözlerinde. Oşin sıcak bakışıyla süzdü onu ve annesine dönüp: - Ana, dedi, bugün üçünıüz de oturnp heliii bir ekmek yiyelim. Tarladan sebze de getirdim, aç şu dağarcığınıı çıkar. Yarın sabah da daha yıldızlar sönnıe­ den, Tsoraked ımıağına alaca balık tutmaya giderim... Tarhana çorbasını, yumurtayı, peyniri, sebzeyi iştahla yeyip içtiler ve memnun gü/üştü/er. Yemekten sonra sofradan ka/ktıklarında, anası kutsayarak: - Sur/u olasın tatlı kız, dedi, ocağınıızı çocuklar, yavrn kırlangıçlar/a doldu ­ rasın, sen de yavrunı Arşaganuş 'a sonuna kadar sahip olasın... Düğünden bir hafta sonra hükümdar Ardag kızını görmeye geldi. Arşaganuş yerinden kalkıp, coşkuyla babasına koşarak onu sorn yağnıurnna tuttu. Sesi su gibi akıyordu, ve gül gibi açılmış yüzündm ışık ve gülümseme yansıdı do/ayına. Sanki güzdü de ilkyaza döndü... Hükünıdarın baba yüreği hızla çarpnıaya başladı. Arşaganuş koşup bodrnnıdan ayran getirdi ve koydu babasının önüne. Sonra bir daha koşup bodrnnıa elinde tuz ve sarnıısakla dönüp, babasına: - Baba, dedi, bugün ananıız paça pişirnıiş, bizinıle birlikte paça yemek istersen al şu tuzla sarnıısağı döv, yardım et Huşuş anaya. Bizim evin düzeni böyle, yalnızca çalışan yenu•k yer. HükümdarArdag 'ın göz/ai parladı, yüzünün buruşuklukları düzeldi ve kızını kucak/ayıp öperek: - Kızını, canını, diye [ısıldadı, bugün benim sevincim sınırsız. Yaşlı aşık doğru söylemiş. Gidin ça&'Tırın o akıllı yaşlı adamı. O buldu senin hastalığına uman ve avuttu yüreğimi. Şarkı da eksik olmasın bu ocaktan... Ve tanyeri ağarıncaya kadar, aşık sazını çalarak kaba sesiyle şarkı söyledi: Şan enıeğe Şan ürüne Şan konukst•vere...

lsdepan Gurdikyan 1 74


KHAJAG GÜ LNAZARYAN (Erivan l l Ağustos 1918) Yazar ve edebiyat tarihçisi Khajag Gülnazaryan, Erivan Devlet Üniversi­ tesi'ni bitirdi (1941 ) . Ara� tırmacı olarak doktorasını yaptı (1 972). Çc�itli konularda yazdıgı yirmiden fazla kitapları birçok dile çevrildi. Kitapları ara­ sında hikaye, roman, ara�tırma, edebiyat tarihi ve çocuklarla ilgili konular vardır. Eserlerinden en önemlileri: <<Kötü Şahin 'in Ölümü»(1938), <<Altın Ara­ yıcıları» (1964), «Evrenin Sona Erdiği Yer>> (1966), «Nar Ağacı» (1971 ), <<İyi Yolcu­ lar» (J953), <<Günlerce Yol»(l 962), «Ölmüş Dünyanın İstenmeyen Sakinleri» (J968), «Ermeni Çocuk Edebiyatma Bir Bakış» (1961 ), "Vakhtank Ananyan» (1 963), «Atabeg Khıngoyan» (J968), «1920 Yıllarında Ermeni Eleştiri Sanatı» (J971 ). Gülnazaryan, 1 972'de devlet ödülüne layık görüldü.

NİNE Kemer/i kapının iki yanında, üzerlerine kutsal resimler oyulmuş birer taş vardı. Bunlardan birine kimse oturnıazdı. Öbürüne, Sarkis '/erin Mergeryos gihi yabansı bir adı olan dedenı ommrdu. Herkes ona kısaca Mergo derdi. Ninenı, Garp köyünden Heriknaz 'a da «dede» derlerdi. Dedenı dışarıda, kutsal resimli o taşın üstünde otumrken, herkes onu ailenin başı sanırdı. Köyün hemen hemen en saygın yaşlısıydı dedenı, çünkü okur yazar­ dı.Halta bir ara katiplik yapmış olduğunu bile söyler/erdi. Fakat biz, evin başı dedenı o/nıadı&'ını bi/irdik. O, Garp 'lı Heriknaz 'dan, benim kadar, kızkardeşim kadar, ve annesi olmayan, avlunun öte yanındaki anıcanım evinden çok bizim evde kalan amca oğlum kadar korkardL Birkaç yıl sonra, faşizme karşı Anayurt savaşı günlerinde, «en yüksek başko1 75


mutan» sözcüklerini ilk kez işittiğim zaman, hu ünvanı taşıyan kişiyi tıpkı nint•m biçiminde tasavvur etmiştim. Garp 'lı Heriknaz, savaş planlarıyla, hücum ve geri çekilme planlanyla,her­ kese boyun eğdirmedeki, utkuyu kazanma ve istediğini dayatmadaki Tann vergisi yeteneğiyle, evimizin en yilksek komutancydı. Denenmiş bir askerdi Garp 'lı Heriknaz, eski bir asker. Daha 50 yıl önce, elinde yalnızca atom bombası değil, olağan bomba da olmadan, o yabansı adlı delikaniıyı yenip tutsak almış, ve onu bu yaşa getirmeyi başarabilmişti_ Gerçi dolayındaki kocakanlar, Garp 'lı Heriknaz 'ın yeni gelin olduğu zaman da olağa­ nüstü çirkin olduğunda ve Boğos 'un Markarid 'inin dediği gibi «çirkin/erin çirkini bir cin» olduğunda birleşiyor/ardı. Genellikle bizi buğday saplanndan yapılmış yuvarlak bir kapla döverdi. Çünkü biz, aynı kabın içinde dama koyduğu kayısılan çalıp, yıkamadan yerdik. Kepçeyle dövmezdi bizi. Ve amca oğlum Arsen bizi kepçeyle dövdüğanü söylerse rica ederim inanmayın. Çünkü Arsen genellikle abartmasını çok sever, hatta «atar» bile; gerçi bilim doktonı ve neredeyse bakan yardımcısıdır. Ama ninem dedemi dövmezdi: Ne buğday saplarından yapılmış kapla, ne de kepçeyle. Hiç olmazsa ben böyle bir şey görmedim. Zaten Arsen de söylemiyor ninemin dedemi dövdüğünü. Ne var ki, dedem de bizim gibi korkardı Garp 'lı Heriknaz 'dan. Ve... şimdi yıllar sonra, bizim bütün ihanetierimize dedemin de katılmış olduğunu söylersem, herhalde kimseye zararım dokunmaz. Ninem sütün kaymağını alıp ekmek dolabına saklar, anahtarı da, üstündeki kat kat giysilerden yedincisinin gizli cebinde bulundunırdu. «Hain düşman güçle­ ri>>nin kumazlıkta kendisine üstün geldiklerini bilmezdi. Dedemin demir bir çividen anahtar uydurmak için üç gün canı çıkmış, sonra utkulu gü/erek, deriden para çantasının içine sak/arnıştı anahtarı. Gündüzleri ben, kızkardeşim ve Arsen (ni­ nem fasulyalan toplamak için bostana gittiğinde), do/abı bu anahtarla açıp kaymağı yerdik. Oysa kaymağı, ninemin lutfen izin vermesiyle, akşam yatmadan önce yemeliydik. Ama akşam olunca cenk başlar ve ninem tek başına hepimizi, yani dedemi, beni, kızkardeşimi, Arsen 'i, kutsal tarafsızlık/arını koroyan annemle babamı ve... eline geçirdiği kediyiyenerdi (evimizde altı veya yedi kedi vardı). Gerçi kaymağı kedi/erin yemiş olduğuna inanmazdı. Böylece her gün, pek seyrek aralıklarla, savaşır, yener ve yeni/irdik. Yabansı adlı yaşlı dedemizi severdik, ama Garp'lı Heriknaz 'ı sevmezdik Dedemiz bizim sevgimize değer verirdi, öbürüyse düşmanlığımıza hiç aldınş etmezdi. Taa... faşizme karşı büyük Anayurt savaşına kadar. Kırk yaşını aşmış olan babam, köyün en iyi çiftçisiydi. Arsen 'in babası arncam da otuzu aşkındı; köyün en iyi öğretmeniydi. Ama bu «en»in hiç önemi olmadı, ikisi de cepheye gittiler. Dedem o kendi taşına oturmuş, dışarda kendisini aile başı saydıklarını ve bizde erkeğin ağlamasının acıma değil, aşağılama duygusu uyandırdığını unuta­ rak, ulu orta ağlıyordu. Garp 'lı Heriknaz ağlamıyordu. Tam tersine: Ellerini kollarını sıvamış, yola erzak hazırlığına girişmiş, babamla amcamın erzak çantalarını yuvarlak keteler/e 1 76


doldurmuştu. Bununla ilgili olarak Boğos 'un Markarid 'i aKılı ağı/ı: - Hay canı çıkası gençleşmiş, demişti, dağgibi oğlanlannı dü&}ıJnt' göndt·riyor sanırsın. inanır mısın ku? Bir damla gözyaşı bile dökmedi alla/ısız... Doğru söylüyordu Boğos 'un Markarid 'i Ninem, iki oğlu dikenli elini öpüp de Yerevan 'a gitmek üzere kamyona atiadıidan zaman bile ağlamadL ... Köy kendi içine çekilmiş, susmuştu. Postacı topa! Hampartsum, köyün en ünlü adamı oldu. Yüzünün ıfadesi değişti Acılı değildi artık. gurur/uydu. Sanki bütün bekleyenierin yaşamı ve ölümü kendisine bağlıymış gibi geliyordu ona. Dedem kendi taşına oturmuş Hampartsum 'u beklerdi Polıpolılardı onu. Örneğin, onun babasıyla vaktında <<kardeş» olduklannı söylemişti. Oysa Boğos 'un Markarid 'i, Sarkis '/erin Mergo'nun ve Apan 'lı Baruyr'un (Hampartsum 'un baba­ sı) birbirleriyle «kedi köpek» olduklarını söylerdi lıep. Topa! Hampartsum 'un yaylana yaylana yaklaştığı lıer kezinde, dedem ayağa kalkardı (oysa dedem kendisi sokaktan geçtiği zaman ayağa kalkmayan olmazdı), gözü topa/ Hampartsum 'un çantasında, ilkin kendisi verirdi ona selamL Ötekiyse selama karşılık vereceği yere: - Yok bir şey amca, sabalı getiririm, derdi. Ninemse tam tersine gerçekten gençleşmişti. Kolektifçiftlik başkanı Saro 'nun çağırmasını beklemeden, kendisi çıkıp gitmiş ona ve: - Bir bağcı ekibi gönder, bir de ekip başı, demişti ondan sonra artık bizim cebeleşnıemiz anlamını yitirmişti. Çünkü kaymak artık ekmek dolabına koyulup kapatılmıyordu. Annem lıep ta.rlada, ninem de bağlarda olurdu. Evde ben, kukardeşim, Arsen ve dedem kalırdık. kimseyle de cebeleşmeye, kumazlıklar düşünmeye fırsatımız olmczdL Dedem kendi eliyle yap­ tığı analılan para çantasından çıkanp bir yana atmıştL .. Annemle ninem tan yeri ağanrken gittikleri zaman biz dördümüz de dalıa uykuda olurduk. Kalıvaltımuı onlar gittikfen sonra yapardık.. Dedem dışan çıkar, taşına oturup topa/ Hampartsum 'u beklerdi Biz, kimse zorlamadığı lıalde, okula giderdik.. Yabansuiır ama, savaş başladığı günden sonra hiçbirimiz okuldan kaç­ madık.. Hatta Arsen 'le kızkardeşim en iyi okuyanlar arasındaydı/ar. Benim duru­ mum başkaydL Aritmetik öğretmenimiz dalıa şimdiye dek benim yeteneksizliğim astane lıikfiyeler anlatır. Bizimkiler geç yakit yorgun, bitkin dönerferdi işten. Annem, derslerden sonra ineği evin dolaylarında otlatmaya çıkardığımu için yakınır, gözleri yaşararak: «Elimden gittiniz artık. bilmem ki ne olacaksınız, ya rab» der, ve dedemin bize yüz verdiğini söylerdi Ninem yakınmazdL Dün geceden pişirdiği yemeği şipşak ısıtır, hepimizin karnını doyurur, biz uyuduktan sonra da evin çamaşırlannıyıkamaya lıazırlanırdı. Ninemizi kızdırmak isteğimiz yavaş yavaş sönüyordu. Boğos 'un Markand­ 'inden nefret etmeye başlıyorduk.. Hatta bir kezinde Arsen on/ann eşeğini ırmağın kenannda yakaladı da dövdü bile. Eşek bu işe şaşıp kaçmıştı, çünkü Arsen 'i kudıracak lıiçbir şey yapmamıştı. Ben ve kızkardeşim de şaşmıştık.. Öyle ya, savaşın çıkmasında eşeğin ne suçu vardı?.. Ama yine de sevimsiz ve soğuktu ninem. Bir düşünün: Elli yıl birlikteyaşamış, birbirlerine iki oğul arnıağan etmiş, ne 1 77


de olsa birlikte çekmişferdi kahırlarını. Ama babanıla anıcanım cephlye Kittikle­ rinin ertesi yılı dedenı birden ölünce, bütün mahalle ağlanııştı dlJ ninenz ağlanıa­ nııştı. Gönıüldüğünün ertesi günü de Garp 'lı Heriknaz işe girmişti Dedenıi ölü­ nıünün ne yedinci günü ne de larkında annıanııştık. Ve Boğos 'un Markarid 'i, ninenz için bir kez daha o aşağılayıcı <<Çirkin/erin çirkini cin» sözünü söylemeye hak kazanmıştı. Ondan sonra on yaşındaki kızkardeşim bizim evin <<Hanını»ı oldu. Ben/e Arsen de, cepheden iyi haberler almak umuduyla topa/ Hanıpartsunı 'u taviaya­ caktık Ama bir gün topa/ Hanıpartsunı: - Mektup olursa ninene veririm, dedi, kendisini hergün görüyonını zaten. Dedenıizi özlüyor, ağlıyorduk. Kızkardeşim uluorta ağlıyordu, ben/e Arsen 'se gizli gizli (daha erkek olmadan erkekleşnıiştik). Ve ninemin ağ/anıadığına şaş­ nıaktan çok kızıyorduk. Akşama yakın gökyüzü kararnııştı. Annem, <<çocuklar ıslannıasın» diye, yatakların damdan indirilmesini söylemişti. Biz çocuklar danıda yarardık. Ninem­ le annem de evde, kemer/i bir geçidin altında yatar/ardı. Ama biz doğu tarafında açık bir gökyüzü parçası gördüğümüz için, yağmur ya&'nıayacağına inannııştık. Dama serili yatağa yattık ve büzülüp sustuk. Kızkardeşim karanlıkta hafiften ağlıyordu. Arsen kızdı ve ağlamayı kesmesini enıretti... Bağa gidip ot biçmiştim ineğimiz <<Çiçek>· için. Ninenz kıznıış ve bana: <<Biçme, yazıktır ona verilen ota» demişti <<gebersin o, gebersin, bu ters zamanda bir türlü doğııranıadı». Bunları söylerken <<Çiçek»i buğday saplarından yapılmış kapla dövüyor, inek de ağlayarak bunda kendisinin suçu olmadığını inekvari göstermeye çabalıyordu... Sonra komşunun oğlu Haço başıma bir taş attı, ben çığlığı bastını... - Boş herif kalk bakayını hele... Gece dolu yağdığı pek az görülmüştür, ama savaş zamanında az rastlanan her şey yer alabilir gibi gelmişti bana... Yataktan fırladı&Tını zaman kızkardeşinıle Arsen danıda değillerdi. Ninem/e annem yatakları damdan indiriyor/ardı. Tahta nıerdivenden hızla inip, av/uya serili halının üstüne düşen yorganları kızkardeşim ve Arsen 'le birlikte kucak/ayıp, içeri götürdünı. Annenıle ninenz de indiler danıdan. Annem, ıslak yorganları sediriere sermek için, hemen kemer/i sofaya girdi. Ninenz de nedense avluda kaldı. Avlunun tanı ortasında durmuştu. Kara başörtüsünü geri çeknıişti ve ben sofadan dilşen ışığın altında, onun şaşılacak kadar gür ak saçlarını görüyordunı ... Ninenz başörtüsünü sıkıyordu; sonra yunıak gibi yapıp elinde tuttu ve öylece kaldı. Yalnızca dudakları kınııldıyordu. Konuşuyordu ama, doluyla karışık yağnıunın günlltüsünden, sesi işitilnıiyordu. Annem de bizinıle birlikte şaşkın şaşkın ninenıe bakıyordu. Sonra: - Heey, anne, ne durmuşsun öyle, içeri girsenet Ninenz annemin sesini işitmemiş gibiydi. Yağmur dere gibi akıyordu ak saçlarından, giysileri ıslanıp gövdesine yapış­ nııştı. Hiç onu o kadar zayıfgörnıenıiştinı. Paçavra yı&Tını olmuştu ninenı... - Anne sen çıldırdın nu canını ? diye kızdı annem, ve sofadan çıkıp neredeyse 1 78


zorla ninemi içeri getirdi. Dutfaklan daha, sessiz kımıldıyordu. Annem korku içinde: - Anneee, diye bağırdL - Ya be.nim yavnılanmın başı üstande bir dam yok ki. .. sanki benim neyim onlardan daha iyi, ah gözlerim kör olsun benim ... dediyse de ninem yine ağlamadı. Ama <<)'avnı»lanna beslediği o duygu hepimizi de ağiatlL Kızkardeşiminse, yüreği bayağı ftrlıyordu göğsünden. O ganden sonra ninem, daha yabansı görllndü gözüme. Garp 'lı Heriknaz 'ın kunıluğunu yine duyuyordum ama, nedense Boğos 'un Markarid 'inin eşeğini döv­ me isteği içimizde günden güne artıyor ve zavallı hayvan benimle Arsen 'in elimiz­ den neler çekiyordu. Ninemi ölümsüz sanırdım ve bana, onun ağladığını hiç görmeyecekmişim gibi ge/irdi. Ama bu iki sanını da yanlış çıktı. Tasalı konuşmalar oluyordu evimizde. - Ninenin keyfi yok, demişti annem tarlaya gitmeden. Gerçekten keyfi yoktu ninenin, dolu karışık yağmur yağan o giin soğuk almıştı. Bağlara gitmemiş, yatağa yatmıştı. Topa/ Hampartsum 'u da yatakta kabul etti. Pazardı, ders yoktu okulda, evdeydik. Hampartsum içeri girdi. Hergünkü o gunırlu bakışları yoktu. - Evde büyüklerden kimse var mı? diye sordu. - Ninemin keyfi yok, dedim. - Nerede? - İçerki odada. Sonra Hampartsum Arsen 'e bakıp yavaşça: - Levon 'un oğlu sen misin ? diye sordu. Ve yanıtı beklemeden teliişla içerki odaya girdi. Aynı teliişla da dışarı çıktı ve yaylana yaylana gitti. Hiçbirimizin de yüzüne bakmadı. utanıyormuş, içerki odadan bir şey çalmış gibi bir hali vardı... Üç gün sonra, Garp 'lı Heriknaz 'ın ölmek üzere olduğu aniaşıldL Annemle tek başına konuştu. Sonra birer birer biz çocukları içeriye çağırdı. Kızkardeşim, arkasından da Arsen ağlamaklı dışarı çıkınca odadan, ben girdim içeri ve kapının önünde durdum. Pek değişmemişti. Yalnızca gözleri kızarmış, alnı teriemiş ve burnu sivrileşmişti. - Yakma gel, dedi. Titreyerek yaklaştım. - Eğil. Eğildim. Kunı, diken diken avucuyla başımı kucakladı, alnımdan öptü ve şaşılacak kadar yumuşak, sanki dedemin sesiyle: - Kadan alayım, dedi, Arsen 'i yalnız bırakmayasın, o şimdi anadan da öksüz babadan da... İlk ve son kez gördüm ninemin gözyaşını. Yine yabansı bir hali vardı, göz kapakları titremiyor, yumulmuyordu. Yalnızca gözleri yaşla doluyor, sonra damla damla ak şakak/arına yuvarlanıyordu damla/ar...

Klıajag Gülnazaryan 1 79


RUPEN HOVSEPYAN (Erivan 1939) Hikaye ve senaryo yazarı Rupen Hovscpyan, Erivan Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ni bitirdi(1 962). Türkmenistan'da Karakum Çölü'nde bir süre çalı�tı. Erivan'a döndükten sonra önce AVANGARD ve EDEBİYAT DERG İS İ 'le­ rinin kadrolarında yer aldı. Daha sonra SOVYET EE>EBİYATI dergisini yönet t i (1 970-1974). Dön yıl da Radyo-Televizyon Komitesi'nde çalı�tık­ tan(l975-1979) sonra Moskova'ya giderek senaryo ögrenimini yaptı. 1 960 yılından itibaren hikayeleri çe�itli gazete ve dergilerde yayınlanmaya ba§ladı. Hikaye !üründeki eserleri <<Arayışlar»(J 965) ve «Çığlık» (l969) adlı kitaplar halinde topluca yayınlandı. Hikayelerinden birkaçı Rus ve Ukrayna dillerine çevrildi. 1 973'de çevrilen «Şaraphane» adlı filmin senaryosunu yazdı.

A TLIKARINCADAKİ YEŞİL A T Atlıkanncada onbir at vardı: İkisi al, ikisi külrengi, ikisi kara, ikisi turnncu, ikisi ak, onbirincisi ise yeşil. Yabansı bir attı bu onbirinci, atiarda rastlanmayan renginden dolayı değil, alçıdan olduğu halde konuşup anladığı için. A tlıkannca kurnlup da işlemeye başladığı daha ilk günden kendini yaimz duymuştu yeşil at. Atiann en üzgünüydü, çünkü üzülmesini biliyordu ve çocuklar ona acıyorlardı. Üzgün ve yalnızdı, çünkü dar geliyordu atlıkarınca, çünkü öbür at/ar onu anlamıyordu, çünkü çocuklar acıyordu ona. Çocuklar onu değil de külrengi, al, kara, turnncu, ak at/an yeğliyordu binrnek için. Çok geçmeden tümanan rengi so/du, boyası döküldü, birini ötekinden ayırmak giiçleşti. Rengini pırıl pınl kornyan, daha da göze çarpan bir tek yeşil at kaldL Ama çocuklar ona yine binmiyorlardL Bakın, bütün çocuklar, hatta park bekçisi bile uykudayken ne 180


olt111

bir gt'l't'. Yı·şil at at/ıkarınwtlan ayrıldı, Kt'r\·ı·k bir at gibi kişnt•di. Kişnmıt•ktt 'll Vt' atlıkarıncanın dışına çıkmaktan öyle.1·ine hoş/andı ki bütün üzüntült·rini unuuu, zıplamaya başladı. keyifle çiğnedi yı·rdeki kuru yaprakları, çeşmeden a�una .\"U alıp püskarttü ve parkın dar geldiğini görünce sokağa attı kendini. Durgun bir geceydi, ne otomobil vardı görünürde, ne tramvay. 1.1·/ak a.\fa/t ayna gibi parlıyordu ve sokak fenerlerinin ışıklannı yansıtıyordu. Yıldız dolu bir gökyüzüne benzeyen bu parlak asfa/tta tepine tepine koştu yeşil at. Yıldızları çiğnediğini düşündükçe coştu. Ayak/annı yakmıyordu yıldızlar, çünkü kendüi daha ateşliydi. İyi ki böyleydi, ne iyi olmuştu da ayrı/mıştı atlıkarıncadan, şimdi böyle tadını çıkarabiliyordu özgürc'! koşmanın. Ayak/annı, kuyruğunu, ye/esini, sırtını duyuyordu yavaş yavaş. Uyanıyon/u bütün gövdesi. Eşsiz bir şeydi bu, kim gömıüştü alçıdan bir atın canlanma.l"lnı'!­ Yıldızlar uyarıyor/ardı durmadan, koşmayı bırakmasın diye. Durursan tabanlarını yakam sonra, diyorlardı. Uyanan diz/erin, ye/en, kuyruğun, sırtın yeniden kurur, taş kesilir. Yeşil at hiç dumıuyordu, yorulmuyordu da. Geçen ilkyaz evinden kovulmuş bir köpeğe rastlanıasa belki de sabaha dek koşup duracaktı sokaklarda. Onu tanıyan köpek, atlıkanncadaki yeşil atın böyle nasıl koştuğuna pek şaşmıştı. - Sen atlıkanncadaki yeşil at değil misin, diye sordu havlayarak. - Evet, dedi yeşil at. Ama atlıkarıncadan ayrıldığıma göre özgür bir atını ben şimdi_ Köpek, korkuyla ini/dedi Bu atın kentte böyle koşmasına göz yumana yaşamda çok şeyin değişeceğini düşündü. Ve bu değişiklik de herkesten önce, geçen ilkyaz kovulan kendisine zarar verirdi. - Yetişiiin, diye yaygarayı bastı ve o do/ayda ne kadar ev varsa hepsinin pencereleri gıcırtılar/a açıldı. Yetişiiiin, yeşil at atlıkarıncadan kaçmıuş! Yeşil at, niye böyle köpeğin yaygara kopardığını ve insaniann gelip çevresint• niye böyle toplandığını anlayamadı_ Birkaç kişinin elinde ip vardı. <<Bunlar beni bağlamak istiyor» diye düşünüp üzüldü_ Yeni başlayan özgürlüğü sona erecekti böylece. Kötü bir şey yapmadığını, alçıdan bashayağı bir at olduğunu söylemek istediyse de dili tutuldu, söyleyemedi. Kaçmak için ayaklarını aynalmak istedi, korkuyla gördü ki taş kesilmiş/erdi. Kaşla göz arasında bütün kaslannın uyuştu­ ğunu duydu_ Yıldızlar <<Ah, biz seni uyarmıştı/o> dedilerse de artık hiçbir şey işitmiyordu. İnsaniann köpeği nasıl övdüklerini, ona yiyecek verdiklerini de görmedi. Köpeğin rahatça uyusunlar diye bekçilik elli[.,'ini, hırsızları kova/adığını, kendi/ai­ ne bağlı olduğunu ve atlıkarıncadan kaçan yeşil atı kurtardığını sanıyorlardı_ Yeşil atı parka götürdüklerinde artık hiçbir şey düşünmüyordu o. Öteki alçıdan at/ar gibiydi. Yalnızca renginden dolayı yabansı. ·

GELiNCİKLER Buğday başakları kuru /,:uru hışırdıyor ve bu hışırtı, tarlayayayılmış gt'linı·ik

181


/erin i�·im• korku .wlıycmlu. Nc·rdty.H' bu�daylan /Jiçmtyt' gdt•n•k/aini, bu�daylarla birlikte kmdift>rinin dt' yok olacağını biliyorlardı. - Biz biçi/mek istemiyoruz, diye sıziamyordu gelincikler. Buğday degi/iz biz, gelinciğiz, tohumlanmiZ taşlık yerlere degil de tarlaya düştayse bunda bizim suçumuz ne? - Ah, diye iç çekiyor/ardı. Güçlü bir yel esmiyor Id tohum/anmızı tarlanın dışına serpsin, hiç değilse bizden sonraki gelincikler güven içinde yaşasınlar. Kannca, ay kannca, n 'olur sen taşı tarlanın dışına tohumlanmızı. Kannca/ann çok i§i vardı, olgun başaklardan düşen tanecikleri yilva/anna taşımalıydılar. - An, ey an, sen götar n 'olur tohum/anmızı taşlık yerlere. Anlar da hiç sevmez gelincikleri, ne zaman onlara yak/aşsalar kolcu/anndan başlan döner, uyuşup kalıverir/er. Oysa uyuşup kalmanın sırası mı? Onca dola­ şıpbal yapacak çiçek varken... Ne yapsın öyleyse ge/incik/er? -Ağustosböceği, ey ağustosböceği, hiç değilse sen götar tohumlanmızı. Bi­ çilmesin bizden spnrakiler, güven içinde yaşasın. Ne bir i§i vardı ağustosböceğinin, ne de gelincik kolrusundan başı dönerdi Keman çalardı sabahtan akşama tarlada. Kuytu bir köşeye sığınıp yumardı gözlerini, kemancı babasından veya ot/ardan, serçe/erden, çiçeklerden i§ittiği ezgileri çalardı hep. - Peki götarürüm, dedi ağustosböceği. Sevindi gelincik/er, yaprak/annı açıp açıp tohumlannı sundular ağustosbö­ ceğine. O da tarlada ne kadar gelincik varsa akşama dek deriedi hepsinin tohu­ munu, ceviz kabukianna doldurdu. Buğdaylar biçi/ip de gelincik/erin ağı.tı kesilin­ ce sırtiadı bu kabuk/an, taşlık yerlere doğru yola çıktı. Değirmenin üzerinden geçerken, bir zamanlar her gece keman çaldığı yaşlı değirmenci dostunu anımsadı. İçeri girip baktı ki, öğütülecek buğday yok, boş oturan dostu uyukluyor. Hemen kemanını omuz/adı, una bulanmış pencere per­ vazınayerleşti ve babasından veya ot/ardan, serçe/erden, çiçeklerden i§ittiği ezgileri başladı çalmaya. O çalarken, yaşlı değiTmenci de düşünde olgun bil§ akları, yalım yalım al gelincikleri gördü, gelincik/erin ağı.tını, buğday taneciklerinin düşüşünü, kannca/ann ayak seslerini ve aniann vızıltısını i§itti. Tanyeri ışcyınca değiTmenci koştu, - Başaklar olgunlaşmış, dedi köylü/ere. Tam orak zamanı. Sonra orakçılarla tarlaya gitti, ezgi/erin esinlendiği gözleriyle görmek için. Olgun başaklar ağır/aşmış, ağır ağır sal/anıyor/ardı. Taneleri kaçıran kanncalan gördü, ayak seslerini i§itti Çiçeklerden bal toplayan an/an seyretti, vızıltı/anna kulak verdi. yalım yalım al gelincik/ere gözü i/i§ti sonra, ağlayıp yakınmcyor, boyun eğrniyorlardı oraklar karşısında.yaşlı değiTmenci pek şaştı, gelincik/erin titreme­ den, dimdik ölüşlerine. O sırada tohum/annı taşlık yerlere götarüyordu ağustosböceği.

1 82


İYİ YÜREKLi BULUTÇUK Tanyeri ağarırken, her sabah olduğu gibi yine Ak Dağ uyandırdı bulutları, kimin nereye gitmesi gerektiğini söyledi. - Sen ormana gidersin, dedi ayıya benzeyen bir buluta. Orman su ister. - Sen çöle gidersin, dedi deveyi andınr bir başkasma. Kuyular bile kurumuş çölde bu yaz. - Sen de, dedi inek biçiminde olanına. Bostan/ara git, lahana/arı, salatalıkları ve karpuzları bir iyice sula. Sonra hepsini birden uyardı: - Sulayın ama sizde deve dönebilecek güç kalsın. Yalnızca aç-dört gün/ak bir bulutçuk kaldı dağın doruğunda. - Sen de küçak koyağa in, diye seslendi ona. Ordaki küçak ımıakla oyna. Bulutlar ırmak/ar/a oynaya oynaya bayar/er. Kaçak koyakla tarlalara doğru akan küçak ırmak kahkahalar/a gü/ayor, su kabarcık/an aJiayordu havaya. Bunlar pat/adıkça ebemkuşaklarına dönaşayor, koyağın yamaçlan arasında köpriiler oluşturuyordu. Benekli kelebekler bir o yana bir bu yana uçup duruyor/ardı bunların altında. - Eyvah, dedi bu/utçuk, kelebekleri göriince canı sıkıldL Ebemkuşağının altından geçenler kızsa oğlan, oğ/ansa kız olur, bilmiyorlar mı ? Kelebekler gü/da bu söze. Anlamıyordu bulutçuk, onlar ebemkuşağının al­ tından geçiyorlardı ama hemen geri dönayor/ardL Kızlar oğlan olsa bile yeniden kıza dönaşayor, böylece oğlan yine oğlan, kız yine kız kalıyordu. Sözlerinin benekli kelebekleri etkilerneyişine çok şaştı bulut çuk. Nasıl değişi­ me uğradıklarını yakından görebilmek için gidip ebemkuşak/annın tepesine dikil­ di. Gölgesi astierine daşance ebemkuşak/an gözden si/indiler. Kıza dönaşen kelebek kız kaldı, oğlana dönaşen de oğlan. - Ne yaptın sen böyle, diye ağ/aştı/ar. Yaptığını beğendin mi? Bulutçuk an/amamıştı. - Ama sizleri uyarmıştım ben, değil mi? İyi yürekli olduğu için dayanamadı, ağlamaya başladL Kelebekler oraya buraya kaçışarak, - Yaptığın yetmiyor mu, dediler. Şimdi de ıslatıp aşatmek mi bizi niyetin ? Canı sıkılıp geri çekildi bulutçuk. Ebemkuşaklan yeniden ortaya çıktı, kelebekler de ağiaşmayı kesti. Çok şaştı buna. On/ann uçuşmalarını göz/emek ve neler olup bitiyor anlamak için gidip koyağın yamacına yas/andL Yuvalanndan çıkmış, taşiann azerine uzanmış kertenke/eler, - Uzaklaş ordan, diye seslendiler. Görmayor musun, aşayoruz! - Ne iş, diye içini çekti bu/utçuk. Herkesi rahatsız ediyorum. - Suç senin değil gölgenin, dediler. Gölgen i çek, kimseyi rahatsız etmezsin. - Nasıl çekilir bilmiyorum ki? - Bilmeyecek ne var ?Sen uzak/aşırsan gölgen de uzaklaşır, yaklaşırsan yaklaşır.

183


Bulutruk l,i,.az uwkltıştı, ı:Mı:t•.l'inin dt• uzaklaştıKını ı:ördü. Kuyruklu kuyruk­ suz katenketc/erin uzandığı taşiara ı:aneş ışıkları vuruverdi. Bak şu işe, diye düşündü bulutçuk, demek kimseyi rahatsız etmemek için boyuna uzaklaşmam gerek. .. - Sakın uzak/aşma, diye seslendi Ak Dağ. Seslendi, ama iş işten geçmiş, kayaktan çıkan bir yel onu tarlaya doğru sürüklemişti_ Ak Dağ arkasından bağırıyordu: - Eve dönecek kadar güç kalsın içinde... Bulutçuk tarlaya varınca, kuru ırmak boyunda dalgın dalgın dild/en kavaklar ona sürtünüp gıdıkladılar. Yelden kurtulmuştu, ama az kalsın hapşıracaktı- O kadar toz/uydu ki kavakların yaprak/an_ - Yıka bizi n 'olursun, diyeyalvardı kavak/ar. Bu sabahki ayıya, deveye, ineğe benzeyen bulutlar gibi yıkamadan geçip gitme! - Ayıya benzeyen ormana gidiyordu, dedi bu/utçuk. Omıan su istiyordu. Deveye benzeyen çöle gidiyordu, kuyular bile kurumuştu bu yaz çölde. İneğe benzeyen de bostanları sulayacaktı. - Ya bizi kim sulayacak,diye iniedi kavak/ar. İyi yürekli bulutçuk,kendini sıka sıka yağdı kavak/ann üstane. Sıcakıan, susuzluktanuyuşmuş çiçekler,gevşemiş sap/ar, solmuş otlar dirildi. Bataklığın yolunu tutan kurbağalar ivedi ivedi geri döndü. - Yağ, daha yağ diye yalvarıyordu kavak/ar. - Dah, daha, diye yakarıyordu çiçekler/e otlar. - Yağ da yağ, diye haykınyordu kurbağalar. İyi yürekli bulut,daha da s ıktı kendini,yağdı da yağdı. Kavak/ann, çiçeklerin, ot/arın, kurbağa/ann ona gereksinim duymalanna, gölgesinin kelebekler/e ker­ tenkeleler gibi on/an rahatsız etmemesine çok sevinmişti_ «Gölgemi size armağan edeceğim» diye karar verdi ve son gücünü de harcayıp yağdı iyi yürekli bulutçuk. Yağmur danılalan arasından gölge�inin nasıl bulanık­ Iaşıp yok olduğunu göz/edi. Ve yağmur kesilince artık gölgesiz kaldığını anladı­ Akşamüsta dönerlerken, sıskalaşmış ayı bulut, kamburu aşınmış deve bulut ve danaya benzemiş inek bulut, şaşkınlıkla durdular kavak/ann üstünde. - Sizleri kim suladı, diye sordular. - İyi yürekli bulutçuk suladı- Peki, nerede kendisi, eve döndü mü? - Ben buradayım, burada, diye iniedi iyiyürekli bulutçuk. Ama öteki bulutlar işitmedi onun sesini. - O bizim içimizde, dedi kavak/ar. - Bizim de içimizde, dedi çiçekler/e otlar. - Bizim de, diye vakvak/adı kurbağalar. İyi yürekli bulutçuk,hepsinin de içindeydi gerçekten,ama kendisi bunu bilmi­ yordu.

184


YAŞLI AGAÇKAKANIN GÖZLÜGÜ

Nasıl olduğunu orman korucusu da bilmiyor. Ana ağaçknlwn baba ağaçka­ kana darılmış, çocuklarını yanına alıp başka bir ormana göçmüştü. Baba ağaç­ kakan tek başınaydı artık Eskisi gibi olsa neyse, gençken gözleri keskin, gaga.n sağlam, koku alma duyusu yerli yerindeydi; haddine mi düşmüştü elinden kurtul­ mak ağaç kurtlannın. Ama artık İyice yaşlanmış/ı; gücünü yitirmişti, gözleri eskisi gibi gömıüyordu. Başlangıçta inanmak istememişii buna. Her gece yatarken sabaha eskisi gibi ka/kacağını ummuştu. Elbet bütün yaşlılar gibi o da durumuyla barışacaktı sonunda, gençliğinde nasıl mutlu olduysa yaşlılık günlerinde de mutlu olacaktı. Ne var ki kimsesizdi şimdi, böyle giderse orman ağaçkakansız kalacak demekti. Üstelik gurur/uydu, ana ağaçkakanla yavrularını geri çağıramazdı. O küstah kurtların varlığına da dayanamazdı. Umutsuzluktan günlerdir gözyaşı döküp duruyordu. Orman korucusu onu yine iki gözü iki çeşme görünce, - Ayıp değil mi, dedi. Çocuk gibi ağlamak yakışır mı sana ?Orman elden gidiyor, sen burda otumıuş zırzır ediyorsun! Karnın mı ağrıyor yoksa ? Belki de kemik/erin sızlıyordur ha ? Benimkiler sızlıyor... Ağaçkakan daha da yükselili sesini. Korucu nasıl olur da anlamazdı gözle­ rinin o kahrolası kurtlan gömıediğini ve orman için üzüldüğünü? Ağlayan çocuk olsa neyse, çocuklara ağlamak belki yaraşır bile biraz, ama yaşlılar ağlayınca... - Kes, dedi orman korucusu. Kes degit işine. Ağlamakla ne karın ağrısı geçer ne kemik sızısı. Boş yere kan çanağına dönecek gözlerin. Ağaçkakan, kanadıyla sildi gözlerini ve acı acı baktı orman korucusuna. Korucu birden ayırt elli eski dostunun gözlerinde o bir zamanki parlaklığın kalmadığını. - Gördün mü şimdi, diye alnına vurdu eliyle. Zavallının gözleri iyiden iyiye bu/anmış. Ne yapacağız? Ağaçkakan kanatlarını çırptı. «Bilsem ağlar mıydım ?» demek istryordu. Asıl korkuncu, orman korucusu kendini tutanıayıp yüksek sesle bunları söylemiş, omıanda ağaçkakanın eskisi gibi görmedi&Tini duymayan kalmamıştı. Ağaç kurtları bayram ediyorlardı sevinç/erinden. Gizlendik/eri köşelerden çıkıp ağaçlara saldırmış/ardı. Körpe dalları oburca kemiriyor, yaprakların suyunu i�·i­ yorlardı. İyice şişip kahkahalar atmaya başlamışlardı. En şımarıkları ağaçkaka­ nın başı üstünde sal/anıyor, dillerini çıkarıp gösteriyor/ardı ona. Halta daha ileri gidip gagasına vuranlar bile vardı. - Heri[ kör, diye bağırıyorlar kendi dil/erince. Tam kör!.. Ağaçkakan körleşince ağaç kurtları yağmurdan sonrafışkıran mantarlardan daha çabuk ürerler. Öfkesinden kuduran korucu, zorlu bir ıs/ık çaldı kurtları korkutmak için. Ama atını çağırıyor sanıp hiç üstlerine alınmadılar. At uzakta değildi;kırlık bir yerde çiçekleri kokluyordu, karnı tok/U çünkü. Karnı tok at/ar pek severierdi çiÇl'k

185


kokusunu. 1/mım koştu, .ı-ahibinin karşı.l"lna dikildi. Sı�·mJı tyain a.1·tam• orman korucusu,ağaçkakanı kucağına aldı ve mahnıuzladı atın karnını. Öyk nıahnıuz­ /adığı görülmemişti o güne kadar. Arkalarından kah kah gü/da kurt/ar. Savaş kazanmış esrik askerlere benziyor/ardı. Ozanlan hemen bir tarka dazda. Tarküde yine/enen satırlar şöyleydi: Bizim bu orman,bu orman bizim, Şu çalı, otlar, şu ağaç bizim, Gerçek sahibi biziz ormanın, Şan/ı soyumuz binler yaşasın! Kun/ar çok hoş/andı bu türküden, karar verdiler günlerine bu türküyle baş­ layıp bu türkay/e bitirmeye. O sevinç ve coşku içinde nerden akı/larına gelebilirdi korucunun ağaçkakanı kente götürüp göz doktoruna göstereceği? Doktor ilkin kızdı. - Ben insaniann gözlerine bakanm, dedi. Kuş/ann değil. - Göz gözdar, dedi orman korucusu. Sonra yalvanrcasına ekledi: Kunlar yiyip bitiriyorlar ormanı doktorcuğum. Doktor bir iskemieye otuntu ağaçkakanı. Karşısındaki duvara ak bir kilğıt yapıştırdı. Üstüne biryılan çizip sordu: - Görüyor musun ? Ağaçkakan «hayır» anlamına başını salladı. - Çok geç kalmışsınız, diye yakındı doktor. Nerdeyse basbatün kör oluyormuş! Çekmeceden bir göz/ak çıkanp ağaçkakanın gagasının asıane yerleştirdi. - Şimdi görüyor musun ? Yılanı görünce kanat/annı çırptı ağaçkakan. Doktor bu kez kilğıda irili ufaklı kunlar çizdi. - Görüyor musun ? İri kun/an bulanık görüyor, ufak/anneysa hiç görmayordu. - En güçla göz/ağü ver doktorcuğum, diye yalvardı orman korucusu. Doktor başka bir göz/ak çıkardı çekmeceden.En küçak kurtlan bile görda ağaçkakan bununla. Tıpkı gençliğindeki gibi Pek sevindi, kanat/anm çırparak odayı şöyle bir dolaştı. Kağıda çizili kunlanyiyecekmişçesine gagaladı ve korucuyu beklemeden pencereden fırladı, ormana doğru yol/andı. Ancak gece geç vakit ulaştı ormana. Kurtlar uykudaydı, o yazden kendi de uyudu. Sabahleyin güneş doğunca ışıklan vursun diye başını dışarda bıraktı. Tanyeri ağanrken kun/ar da türkaye başladılar: Bizim bu orman, bu orman bizim, Şu çalı, otlar, şu ağaç bizim... Ama çoğu sonunu getiremedi Gan ilerlediğinde, en derindeki kunlar bile söyleyemiyor/ardı anık. Tarkü yerine ağaçkakanın kesik takınılan işitiliyordu ormanda. Ağaçkakanın öyküsa burda bitti ve kunlar tamay/e yok oldu sanıyorsunuz? 1 86


1/ayır, Ilin kl'l hayır.( ;il/t'lll'll kurtlar oltfu ı•t• lıwılar KIIII/Jn birintlt•... Ama bu artık başka bir nyka. • • •

Göz göza görmeyen karanlık bir geceydi Yalnızca ateşböcekleri uyamktı ormanda. Gökyüza oyunu oynuyor/ardı aralannda ve o kadar daimışiardı ki bu oyuna başka bir şey gördakleri yoktu. Her biri birer yıldız olmuş, bayCkayı, kiıça­ kayı ve samanyolunu çizmişti havaya. Böyle bir oyun varken kim sezebilirdi hain kurt/ann eylemini? Kimseye belli etmeden, altında yılanın uyumakla olduğu taşa yaklaştı kurt/ar. - Sevgili akrabamız, diye seslendiler hep birden. - Kim o, dedi yılan tıslayarak ve taşın altından başını kaldırarak. - Biziz, sizin alçakgönalla akrabalannız. - Niye bir ağızdan konuşuyorsunuz öyle, diye kızdı yılan. Hem uykudan uyandırdınız, hem de teker teker söylemiyorsunuz söyleyeceğinizi Kurt/ann elebaşısı, bir adım öne çıktı: - Biziz, alçakgönalla akrabalannız. - İşitmiyonım, yüksek sesle konuş. - Biziz, diye bağırdı elebaşı, ama yılan yine işitmedi. - Açlıktan gacamaz ma kaldı ki, diye bağırdılar bir ağızdan. Yaksek sesle konuşacak gilç bizde ne gezer. - Peki öyleyse, diye.aşağıdan aldı yılan. Hep birlikte konuşun, ama sözcak­ leri de birlikte söyleyin. kurtlar önce aralannda çalıştılar söylemek için, sonra yüsek sesle, - Sevgili akraba, dediler. Ağaçkakan içi geçmişleri yediği zaman ses çıkar­ mıyonız, onun işi o zaten. Ama göza dönap de bizim, yani sizin şan/ı soyunuzu yoketmek isteyince susamayız. O kadar göza dönmaş ki size de saldıracakmış yakında. - Kötalemek istiyorsunuz ağaçkakanı, diyerek esnedi yılan. - Yalan söylayorsak açlıktan topumuz kırılsın. Kentteki dostlarımız karga aracılığıyla bildirdi, göz/ağıina takar takmaz ilk işi yılan resmine saldırıp yırtmak olmuş. - Demek ağaçkakan gözfak taktı ha? - Evet, sevgili akrabamız. Bizi böyle gilçsaz daşaren de o gözfak zaten. Yılan taşın altından kuynığunu da çıkardı, çöreklenip kaldı öylece. Kurtlar anladı ki bir şey daşanayor, korkudan onlar da bazaldaler. Sonunda yılan, - Onun göz/ağıina çalabilirim, dedi İster misiniz? - isteriz, diye dirildi kurtlar ve eski mutlu gilnleri anımsadılar. Yılan, ardısıra gelen kurtlarla, ağaçkakanın uyuduğu ağaca doğru saründa. Tırmanıp göz/ağıina dikkatle çekti gözanden. Ağaçkakan, başının hafijlediğini duyup uykudan uyandı, gözleri görmayordu. Kııranlık, diye daşanda, ama niye oyun oynayan ateşböcekleri görünmayor? Kıınatlanyla gözlerini yok/adı, çığlığı bastı korkudan. Dallara çarpa çarpa, bir yolunu bulup gitti baykuşun evine.

1 87


Gtll{tlSıyla kapıya vurdu: - Baykuş kardeş,kurtar beni, gözlüb}ünıü �·almışlar. Baykuş,deney sahibi bir iz sürücüydü. Arkadaşını kendi evine buyur elli, ortalıkta dolaşıp da engel olmasın diye. Sonra hemen işe girişti İ/kin tünediği ağacın altına baktı, ot/ann arasında arayıp taradL Hırsızın yılan olduğuna aklı kesince ateşböceklerine seslendi: - Öbürleri oyunlannı sürdürsün ama Büyükayı ile Küçükayı arkanıdan gelsin. Ateşböcekleri ilk kez yardım etmiyorlardı baykuşa, o yazden ne istediğini hemen anladılar. Yılanın sürünürken bırakllğı ize yukardan ışık tuttular. Baykuş kolayca buldu ağaçkakanın gözlüğünü. Yılan fazla uzağa gitmeye üşennıiş, ırmak kıyısına bırakmıştı onu. Üstünü de kum ve çakılla örtmüştü. Ama dalgalar kumu da, çakılı da sürükleyip götürnıüştü. - İşte ağaçkakanın gözleri, diye şaka elli baykuş. Gözlüğü bu kadar kolay bulduğu için böbürleniyordu. Olup bitenden habersiz kurtlar ertesi sabah erkenden çıku/ar ortalığa. Ve daha türküye başlamadan ağaçkakanın takırtısı işitildi. - Bizi korkutmak için takırdıyor, diye düşündüler. Nasıl olsa gözlüğa yok. Ve ses çıkarnıaya vakit bulanıadan, ödleri koparak gördüler ağaçkakanın gözlüğünü. DO, RE, Mİ, FA, SOL, LA, Sİ... Uyandığı zaman evde kimse yoktuAnnesiyle babası daha dönmemiş/erdi pazardan. Li/it de avluda kız arkadaşlanyla oynuyordu. Hasnıig, ilkin yalnız kalmaktan korkarak ağlamaya başladı; ama bumunu canıa dayayıp da Lilit 'in avluda ip atladığını görünce kendisi de karyolanın üstünde zıplanıaya koyuldu. Yayiann kendisini tavana, tavandan da yukarı, çatıdan da, yüce dağlardan da yukan zıplallığını düşlüyordu. Serçe,güverçin,uçak olduğıınu sanıyordu. Yasllğın, yorganın, çarşafın, yatağın yerlere düşnıesi,nedense güldürecek kadar eğlendiriyordu onu. Ama soğuk yayiara basmak hoş değildi, başka bir oyun bu lmayı düşündü. Çıplak ayak dışan çıktı odadan, kapağı açık piyano gözüne çarptL Sandalyesine otunıp tuşlara vurmaya başladı: Do, re, mi, fa, sol, la, si... Yazın babası onu dağa götümıüştü. İ/kin otomobille gitmişlerdi, sonra atla. iri gözlü,güzel bir allı ve gözlerini kırpllğı zaman sesler işitiliyordu. Hasmig, piyano o sesleri çıkarsın istiyordu. At, tepsi iriliğinde al gelincikleri eznıeyecek biçimde yürünıüştü. Hasnıig, istiyordu ki atın o dikkatli ayak seslerini çıkarsın piyano. Sonra tepesi karlı yüce bir kayaya vamıışlardı. Kar eriyerek aşağı damlıyor ve o küçük çağlayanın çevresinde kelebekler uçuşuyor, çekirgelerzıplıyor, böcekler vızlıyordu. Hasmig piyanonun o çağlayanın şırıltısını,kelebeklerin kanat vunışlarını,­ çekirgelerin cırcırını, böceklerin vızılusını, dabTın türküsünü çalmasını istiyordu. 1 88


Ama olmuyortlu ki... Bunları \·almtiYtl nowlar yt•tt•rli t.:t•lmiyordu Ha.mıig 't•, olup o/aca1,� do, re, mi, fa, .wl,/a, si 'ydi ht•p.ı·i. Pek klZdı ve ojkeyle birkaç kez yumruk/adı batan notaları. Az önce ganeş vardı, tertemiz gökyazande yalnlZca kaçacak bir bulut. Nasıl olduysa birden yaklaşmış, bayayap bayayap batan gögıl kaplamış ve başlam'§tı garaldemeye. İyi ki babası bir mağara bulmuştu da oraya sığınıp gılrleme/erin ve yağmurun dinmesini beklemiş/erdi. Hasmig daha hlZiı vuruyordu tuşlara. Beğeniyordu, çanka tam gök garleme­ sini andınyordu: Bum, bum, bum... Kimi tuşların ses çakarmadığını ayırt etti birden. Korkarak, dikkatlice bir daha denedi. Evet, ikisinden ses çıkmıyordu. Ne oldu bunlara ? Az önce gılr/ayor­ lardL .. Tam o sırada annesiyle babası içeri girdiler. - Babacığım, dedi Hasmig ağlayarak. Bulut/ann gılrlemesini çalmak isti­ yordum, fa, ile la yok oldu. - Nasıl yok oldu, diye şaştı babasL Başladı kendisi de tuşlara vurmaya: Do re, mi... sol... si. İki notanın yok olduğunu babası da anladL - Zaten hepsi yedi nota, o da az, dedi Hasmig. Babası: - Sakın kaçıp gitmiş olmasın/ar, yoksa gılcendirdin mi sen on/an? Hasmig, ağlamasını artırarak, - Ben on/an severim, hepsini de, dedi. En çok da fa ile la }'L Babası Hasmig'i yatıştırmak için: - E, seviyorsan uzağa kaçmış olamazlar. Hadi giyin de aramaya gidelim. Haçik dayı karşı ki evde otururdu. Onun evinde piyano vardı, tel/i telsiz kemanlar, gitar/ar, kırık kaval/ar, yırtık davullar... Hasmig 'in babası Haçik dayıya, - Bugan bizim evden fa ve la notaları, bilinmeyen bir nedenle kaçmış/ar, dedi. Size gelmiş olmasın/ar? - Biraz önce geldiler, diye yanıt verdi Haçik dayı, uzun uzun Hasmig 'e bakarak. İkisinin de alabildiğine canlan sıkkın. Biz geri dönmeyiz dediler, döva­ yorlar, işkence ediyorlar bize. Gövdelerindeki şişlikleri, morluklan gösterdiler. - Ama ben on/an seviyorum, diye ağlamasını sardarda Hasmig. Valiahi seviyorum. - Hasmig bulut/ann gürlemesini çalmak istemiş de piyanoda, diye açıkladı babasL - Haa, dedi Haçik dtıyı yumuşayarak. Bulut/ann garlemesini demek... - Ve de yağmurun sesini, diye coştu Hasmig. Ve de atın sesini,ke/ebeklerin, çağlayanın, böcek/erin seslerini... Doğru söylayorum, ben o notalan dövmedim ki... Haçik dayı, bitişik odaya girip elinde kaçak bir çantayla çıktL - İşte burada/ar, dedi çantaya vurarak. Ben on/an kandırdım geri dönsanler diye. Hasmig sevinçle el çırptL

189


Haçik dayı sürdürdü konuşmasını: - Bulut/ann gür/emesine gelince, yumruklamadan da çalınabilir, i§te ştJyle. Parmaklan hızla koştu tuş/ann üstünde, sonra içlerine gömüldü. Ve oda bulut gürlemeleriyle doldu. Şimşek yırttı bulutlan ve gözden si/inince, sütbeyaz biryank kaldı göründüğü yerde. Babasının kucağı sıcaktı, ama yağnıunın ilk damlalan çok soğuktu; tıpkı kayadan dökülen çağlayanın fişkırttığı damlacıklar gibi. Kelebek/er, çekirgeler, böcekler nereye gizlenmiş/erdi? Ve at yıkamyordu şimdi yağmur altında, o güzel gözlerini kırpıştırarak. Mağaranın içiyse karanlıktı, birazdan bir ateş parladı. Yanan tahtalar çıtır çıtır ediyor, kıvılcımlar yukarıya sıçrıyor, sonra da mağaradan çıkıp yağnıurda sönü­ yor/ardı. Heryerden sesler geliyordu: Gök gürlemesi, şimşek çakıntısı, ıslık. .. Ve hiçbiri do, re, mi, fa, sol, la, Si den oluşan dağın ezgisinden geri kalmıyordu... KUKLALAR Pazar günü üç oyun arka arkaya gösterilmişti. Güçsüz düşen oyuncuların sesleri kısılmış, fazla ısınan lambalar çıtırdamaya başlamıştı. Seyircilerse okadar bağınp çağımıış, öylesine alkışlamışlardı ki, çoktan dağıldıkları halde hiıliı salon­ da gibiydi/er. Tiyatro yönetmeni, oyuncuları övdü: - Sizlerden hoşnutum. Sonra sahnedeyatan ve neredeyse oyuncular kadaryorgun görünen kukla/ara bir göz attı, - Sizden de, dedi. Daha hoş bir şeyler söylemek istedi, ama uygun sözcükler bulamayıp aylar önce gazetede çıkan ün/a bir tiyatro yazannın dediklerini yineledi: - Sevgili arkadaşlar, sizin elinizde kuklaların canlandı!:,';znı gördüm. Başlar­ ken cansızdı onlar, bir de oyundan sonra sahnede yatarken... Oyun sırasında hepsi birer insandı, tavşandı, aslandı,köpekti. Bir gün sizler olmadan da bu kuklalar sahneye çıkariarsa hiç şaşmam. İlkin tilki kukla kuynığunu salladı, sonra köpek başını kaldırıp onu pay/adı. Oyuncular o sıra uykudaydılar, kuklalarm ipleri onların parmaklarında değildi. - Bu nasıl şey, diye şaşırdı yönetmen. Bana mı öyle göründü yoksa ? Bacağını çimdikledi, öksümıeye zorladı kendini. - Hele şu ay çıksın, Dilican 'a gidip dinleneyim, dedi. Tilkinin kuynığu yine taş kesildi, köpek çenesini ön ayaklan na dayayıpyumdu gözlerini. Tilki rolünü oynayan oyuncu, düşte konuşur gibi, - Bu kuklalar canımızı çıkarıyor bizim, dedi. Her şeyimizi veriyonız bizse onlara: Sevgimizi, çabamızı, düşüncelerimizi... - Düşüncelerinizi mi, diye sordu yönetmen. - Evet, düşüncelerimizi.

190


Yönt•tnıc•n, - Peki, dc'di .\'e.\'ini alçaltarak. Bir kuklanın kuyru1,lunu salltidığı hiç �:tJrü/nıü�· şey mi? Kadın oyuncu, gözlerini açıp kumazca gülünısedi: - Tilki asıl onun için kuyruğunu sallıyor ya! - Senin yardımın olmadan mı ? - Ne var bunda şaşacak? Kuklalar birgün sizlerin yardımı olmadan sahneye çıkariarsa hiç şaşnıanı diyen siz değil miydiniz? Bunlar benim sözlerim değil diye bağıraca/dı yönetmen, ama sustu. Çünkü birden, kendisi de bir kuklaynıış da, ipleri oyun yazarının parmak/arına bağlıynıış gibi geldi Şaşkınlığı giz/enıek için, - Hadi bakalım dağılın şimdi, dedi. Burası tiyatro, otel değil ki uyuyasıntz. Yorgun oyuncu/ar, gönülsüz gönülsüz kalktılar ko/tuklanndan. Birbirlerine «Hoşça kal» bile demeden, hiıliı uykudaynıış gibi, tiyatrodan çıkıp gilliler. Çok güzel bir akşanıdL O dolaydaki şadırvanlann soluğu duyuluyor, nıi.v kokulu hoş bir serinlik esiyordu karşıdaki dondurmacı kulübesinden. Yönetmen dondumıa sevnıezdi, en son ne zaman yediğini anınısanııyordu bile. Ama o günkü sıcak ve yorgunluktan o hale gimıişti ki, dondurma bir kurtuluş gibi görünüyordu. - Üçyüz elli gram dondurma, diye seslendi garsona. Ama iyice soğuk olsun. - Dondumıa yalnızca soğuk olur yönetmen. Garson söylememişii bunu. Sesin geldiği yana döndü yönetmen, masanın yanında ünlü oyun yazarının dazlak başını gördü. Gözlerindeki yakın gözlüğünde, tiyatronun neon ışıkları yanıp sönüyordu. - İyi ki karşılaştık, deyip gilli oyun yazarının yanına oturdu. Dondumıala­ rınıızı yer, bir yandan da söyleşiriz. Hava ne kadar sıcak, değil mi? - Sıcak ya, diye esnedi oyun yazan Ama soğuktan daha iyi. Sıcağın çaresi var: Gölge, su, dondurma. Ya sot,luğun ? Yönetmen, yeni bir buluş gibi sıra/adı: - Soğuğun da var. Soba, çay kürk, eldiven, kulaklık/ı şapka, yün çorap... Bence her şeyin bir çaresi var. Tanı o sırada dili tutuldu yönetmenin. Çünkü oyun yazarının gözlüğünde akıl almaz bir şey görmüştü. tiyatronun pencerelerinden birinde kuklalar dışarıya bakıyorlardı. - Hasta mısın sen yoksa ? - Yo, yo... Şey, sormak isterdim. Bir gün bizim kuklalar oyuncuların yardınıı olmadan sahneye çıksa/ar, veya... kalkıp pencere önüne otursa/ar... gerçekten şaşmaz mısın ? - Hayır şaşnıanı, dedi oyun yazarı ve ceviz/i dondurma topağını yutuverdi. Benim asıl şaştıt,'ını, bu işi niye bu kadar geciktirdikleri. Bunu yapmalarını çok­ tandır bekliyorum. - Dön bir bak öyleyse tiyatroya... Oyun yazan gözlüğünün altından gözlerini kırpıştırdı, ama yanıp sönen neon ışıklarından başka bir şey görenıedi. - Açık pencereye bak ..

191


Bt·ş yıl iince almıştım bu gözla�-,�. herhalde gözlerim ilerll·di. Yenisini ısmarla, diye öğılt verdi yönetmen ve cebinden bir sara anahtar �-ıkardı. al şunlan, gir tiyatroya. Ben seni burada beklerim. Aradığın gün geldi sanınnı. Baksana kımıldıyor kukla/ar. - Ne? Kımı/dıyorlar mı? Oyun yazan, onun adına ciddi bir kaygı duyarak eliyle alnmı yok/adı, ateşi var mı diye. - Üçyaz elli gram dondurma biraz çokça değil mi ya!.. - Belki çokçadır ama sağlığını yerinde. Ne ki kımı/dıyorlar Tannnm belilları. Ne işte görüyorum başlarmL .. Oyun yazan, yaklaşan garsona sordu: - Sizin gözleriniz iyi görür ma? - Yakınıcı değilim, diye gü/da garson. Bir kez doktora gittiğimde, alttaki en kü.çak yazılan bile okumuş, yalnızca «a» ile «S»yi kanştırmıştını. - Şimdi sizden rica ederim, tiyatronun açık penceresine bir bakın, şaşırtıcı bir şey görecek misiniz bakalım. Garson dönap tiyatroya baktı: - Şaşırtıcı bir şey görmayorum. - işitlin ya dostum, dedi oyun yazarı. En kaçak yazılan bile okuyan adam şaşırtıcı bir şey görmayor. Yönetmen, nerdeyse ağlamak/ı: - Kuklalan görmayor musunuz? - Görüyorum, dedi garson. Onlar her akşam pencerenin önane oturup sokağı seyrederler. Bunda şaşacak ne var? - işittin mi, diye iniedi yönetmen. Oyun yazan kızdı: - Sen bizimle alay mı ediyorsun? - inanmazsanız başkasına sorun, dedi garson. Ama niçin inanmayasınız? Ben bir gazetede, oyuncu/ann yardımı olmadan kukla/ann sahneye çıkacaklan ganan uzak olmadığını okumuştum. Yönetmen, oyun yazannı gösterdi: - Onu yazan da kendisi, ta kendisi. - öyleyse niçin inanmıyorsunuz, diye şaştı garson. Hem yazın, hem de inanmayın, nasıl olur? Yönetmenin elinden anahtarlan kaptı, - Peki gidelim, dedi oyun yazarı. Aptallık defil de nedir bu seninkisi? Sokağı neredeyse koşarak geçerken ekledi: - Ha şu dondurmacı kulabesi yarüyor demişsin, ha telgraf direkleri resim çiziyor, ha inek/er yumurtluyor, ha ımıaklar yukan doğru akıyor... - Şimdiye kadar hiçbir inek yunıurtlamamıştır, dediyönetmen. Ama kuklalar kımıldıyor işte. Tiyatronun kapısı önande durup soluk aldılar. - Dikkat, dedi yönetmen. öyle bir girelim ki bizi işitmesin/er. - işitmesin/er, diye alay etti oyun yazan. Şimdi senin soğuğu niye daha çok sevdiğini anlıyorum. Sıcak senin başına vumıuş dostum... 1 92


(Jyım yawn, nt' olur nı• olmaz, dikkat/ı• ııçtı k.tıpıyı Vt' yı)nt•tmm �ibi o ıla ayaklarının ucunıı basa ba.l'a yarüda. Ortalık se.ui.ıd� oyun ytutm içten içe bayram ediyordu. Halı/ann astanden geçerken alttaki eski tahta/ann gıcırdtıma.n am.nm bozuyordu sessizliği Salonun kapısını aralayınca ikisi de donakald!lar. Sahnede hepsi birbirine girmiş, garalta almış yaramaşta. Batan laık/alar bir ağızdan konuştuttı için ne dedikleri anlaşılmcyordu. Açıkpencerenin altına yangın merdiveni dayanmış, aniformalı laıkla/ar nöbetçi gibi sıralanmış/ardı. Oyun yazan, şaşkın ve korlaılu, yönetmenin elini bulup sımsıkı kavrad1. İnsan kılığındaki kukla ayağa kalkti. Kukla/ann en akıl/ısı oydu. Herhangi bir role özel olarak hazırlamaz/ardı onu. Giysilerini, yazana değiştirip yazlerce rol oynatmış­ lardL Bu yüzden, bir iki role çıkanlardan daha çok şey bilirdi o. insan kukla, söze başladı: - Şimd� tiyatrodan kaçma önerisine karşı çıkanlara yanıt vermeye çalışa­ cağım. Oyun yazanyla yönetmen korkuyla baktılar birbirlerine. - Kaçmaya karşı çıkanlar ne diyor, diye sardarda konuşmasını insan laıkla. İyilikbilmez dunıma daşmek istemeyil diyorlar. Çocuklara ve ana baba/ara nasıl güzelyaşanabileceğini göstermekle bayak iş görmekteyiz diyorlar. Başka iş gelmez elimizden, tiyatro duvarlan dışında ne yapabiliriz diyorlar. /Wklalar, inanın ki bizler dışanda, tiyatrodakinden çok daha gerek/iyiz. Herkes gelmiyor ve herkes ciddiye almıyor tiyatroyu. Bize gereksinimleri var, dışanda çok daha yararlı olabi­ liriz. Bizler yeteneklerimizi tiyatroyla sınırlcyonı.z, salt yazariann öngördak/eri şeyleri yapmakla yetiniyonız. Yaşamın sınırlanysa, inanın, çok, ama çok daha geniş... insan laıkla, belki daha uzun konuşacaktı, ama laıklalann çogu onu a/kış­ layınca, konuşmasına son verme zamanı geldiğini anladi. - Pencereyi de açık bıraktıkianna göre, dedi köpek kukla. Kaçmanın en uygun zamanı bugıln. Konuşmasını şöyle özetiedi insan /aıkla: - Kısacası, isteyen kalsın, ama bilin ki acınm ben kalacak/ara. - Ne yapalım şimd� diye ftsıldadı oyun yazan dişleri takırdayarak. Yönetmen omuzlannı kaldırdi. - Yani bırakalım gitsinler mi? Kenti alt ast eder bunlar, asıelik tiyatro da işsiz kalır... Derken köpek kuklanın sesi işitildi: - Az kalsın tilki kukla engel olacaktı kaçışa. Tilki galda: - Ben yalnuca bilmek istemiştim, yönetmen gerçekten şaşar mı /aıynıgtımu oynatırsam diye. Şaşmak şöyle dursun, korktu bile. Gözlerine inanamadı korku­ sundan. - Ne yapalım şimd� diye yineledi oyun yazan Söyle, ne yapalım, ha? Terler içinde kalan yönetmen, yatağında doğrulup oturdu. Uyanamamıştı daha. Karyoladan inip ayak/annı sane sarte mutfağa gitti. Soğuk suyu içince uyand1. Gördağanan daş olduğunu anlayınca koltuğa oturdu, kah kah gıllmeye

1 93


lıaşlatlı. /·.'llai titrtyt• titrtyt• tdtfon a�·tı oyun ytuarına. Arkadaşının kart .H'Jini duyar duymaz, �-:eanin bu �:eç saatinde uyandırdı&'fı için özür bile dilemeden, /Jiliyor musun dostum, kuklalar kaçtı, dedi. Oyun yazan bir şey aniamamışiı, yönetmenin söyledikleri gülüşüne kanşmıştı çünkü. Gülmesi yatışınca da oyun yazan telefonu kapatmıştL Sıcak yorganına sanlan yönetmen, sabah olunca tiyatroya koşmaya, düşü­ nün gerçek olup olmadığını anlamaya karar verdi. Kimbilir belki de o güzel, us/u akıllı kukla/ann sokağa çıkma zamanı gerçekten gelmi§ti.

DENİZ KIZ/ Bir zamanlar birpadişah vamıış. Bu padişah evlenmiş, saraya gelin getirmiş; ama gelinin hiç çocuğu olmamış. Aradan yedi yıl geçmiş. Bir gün bir dervi§ ge/mi§, padişahın huzuruna çıkmış. - Padişahım çok yaşa, demi§. Senin keyfin niye bozuk, ben biliyorum. - Niye bozuk derviş baba ? - Hanımının çocuğu, atının da tayı olmuyor, ondan. - Sen bu kadar akıllı olduğuna göre, nedir bunun uman bilirsin. Söyle bakalım. - Sarayının bahçesinde bir elma ağacı var, yedi yıldıryemiş vermiyor. Şimdi bir tek elma vermiş, git onu kopar. İçini hanım ma ver, kabuğunu da atma. Hanım bir oğlan doğuracak, atın da bir tay. Oğlanın adını Korkusuz, tayın adını Ateş koyarsın. Bunu der demez gözden silinmiş derviş. Padişah bahçeye inmiş, bakmış ki gerçekten bir tek elma var ağaçta. Dervi§ ne dediyse onu yapmış. Vakti saati gelince kansı güzel bir oğlan, atı da güzel bir tay dünyaya getirmiş. Birine Korkusuz demişler, ötekine Ateş. Yıllar geçmi§, ikisi de büyümüş/er. Korkusuz yürümeye başlayınca her gün ahıra gidip Ateş 'e yem vermeye, tım ar etmeye başlamış. Günlerden bir gün, Ateş dile gelmiş. - Bir yerin ağnr da darda kalırsan, gel bana sor, demi§ Korkusuz 'a. Aradan zaman geçmi§. Korkusuz 'u öyle bir sancı tutmuş ki dayanılacak gibi değil. Kıvrana kıvrana ahıra koşmuş. - Aman Ateş, demi§. Ne olursa senden olur, ölüyorum sancıdan. - Hiç korkma, demiş Ateş. Sağ elini sol böğrüne götür. Orada bir hançer var, onu çıkar, bir şeyin kalmaz. Oğlan deni/eni yapıp hançeri çıkannca ne görsün, güzel bir ku resmi var . üstünde, altında da «Deniz Kut» yazılL Aklı başından gitmi§, ağrı sancı ne varsa unutmuş. - Ne o Korkusuz, ne oldu sana, diye somıuş Ateş. - Aman Ateş, nerde bulabiliriz bu Deniz Kuı 'nı? - Zor olmasına zor ya, keyfini bozma, demi§ Ateş. Hele sen git bir semer yaptır, koy sırtıma, sımsıkı bağla. Sonra da otur üstüne, ben seni götürürüm Deniz Kızı 'na. 1 94


1\orku.ı·ıu, i.ı·tmilmlai lıir bir yapm�·. (ıkmış/ar yola. Az Kirmişler uz }{itmişla, dere lt'pt• düz Kiımişla, ha ştyin kapktım o/du�u Ilir ülktye vamıışlar. Kara bir atlı yollarını ke.ı·ip sormuş: - Nereye gidiyorsunuz ? Burası benim ülkem, topragtma ne hak/a ayak bastınız ? Somıasıy/a kılıcını çekip Korkusuz 'a saidımıası bir olmuş. Ama Ateş öyle bir şah/anmış ki göğe doğru, kılıç ikisine de değmemi§. Korkusuz 'a, - Sen bunu biraz zorla ama sakın öldümıe, kıırdeş olacaksınız, demiş. - Senin kılıcın varsa benim de var, demi§ Korkusuz ve demesiyle hançerini sıyımıış. lşıltısı bir anda bütün ülkeyi kaplamış. Adam kamaşan gözlerini yum­ muş, sonra kucak/aşıp banşmışlar, kardeş olmuşlar. Birlikte giderlerken, o kara ülkenin bir köşesinde, savaşa rastlamış/ar. Bir yanda üç kardeş, öbür yanda koskoca bir ordu. Korkusuz, kıırdeşini bırakmamış, kendisi atılmış hemen. Ordudan yana geçsem korkak derler, iyisi mi üç kıırdeşten yana savaşayım demi§. Bir ucundan gimıi§ ordunun, öteki ucundan çıkmış. Üç kardeşin ağızlan açık kalmış şaşkın/ıktan. Korkusu(u alıp evlerine götümıüşler, olan biteni baba/anna anlatmışlar. - Güvey olmak ister misin, diye somıuş babalan - Kızınızı bana değil, kardeşime verin, demiş Korkusuz. Yedi günyedigece düğünden sonra sağ elindekiyüzüğü çıkanp kııra kıırdeşine vemıi§ Korkusuz. - Sen otur keyfine bak, demiş. Bu yüzük ne zaman kııranrsa bil ki başım belada, o zaman yardımıma koşarsın. Atma atlayıp çıkmış yola. Gitmişler gitmi§ler, bu kez ak bir ülkeye vamıışlar. Ne var ne yok hepsi akmış orda da. Ak bir atlı yollannı kesmi§ bu kez. Kavgaya tutuşmuşlar önce, sonra onunla da kıırdeş olmuşlar. yine bir savaşa rastlamış/ar. Üç kıırdeşle bir ordunun çarpıştığını gömıüşler. Yine üç kardeşin yanında savaşıp orduyu yenmişler. Uzatmayalım, o üç kıırdeşin kızkardeşini bu kez ak kıırdeşiyle evemıiş Korkusuz, sol elindeki yüzüğü de ona verip «Yüzük ne zaman kııranrsa yardımıma koşarsın>> demiş ve Ateş 'e atlayıp yine yola koyu/muş. Gitmişler gitmişler, bu kez de yeşil bir ülkeye vamıışlar. Burada da yemyeşil­ miş her şey. Karşıianna yeşil bir atlı çıkmış, onunla da kardeş olmuşlar. Yine askerlerle çarpışan üç kardeşe rastlamış/ar, savaşıp askerlerin haklandan gelmi§­ /er. Üç kardeşin kızkardeşini de yeşil kıırdeşle evemıişler. Korkusuz, bu kez altın kemerini çıkanp uzatmış, «Ne zaman karanrsa yardımıma koşarstn» demiş yeşil kardeşine. Yeniden yola koyu/muş. Yolda arına somıuş: - Peki, şimdi ne yapacağız? - K.ımıızı ülkede bir deniz, o denizin ortasında da bir saray var. Deniz Kızı o sarayda. kız için şu anda büyük bir savaş oluyor kıyıda. Gidip yene/im, ben seni ulaştınnm Deniz Kızı 'na. Gidip baknıışlar ki askerler bir kıyıda, üç aslan da öbür kcyıda. Askerleri bırakmıyor üç aslan. Ateş 'i kıımçılamasıyla askerleri kırıp geçmesi bir olmuş. Ama bu kez aslanlaryolu kesmiş. Neyse ki karanlık çökünce aslanlar da dinlen­ meye çeki/mi§.

1 95


/lım larltı başa �·ıkamayız, demiş Alt•ş. İşin en gıiç yaindtyiz. Sen ht•r Ket·ı· Kidt•r, lıiritıi öldürilrsün. KorkU.\"UZ, dediği gibi yapmış, her gece gitmi§, birini öldürmüş, tanyeri ışırken geri dönmüş. Üçüncü gecenin sabahı, binmi§ atma, uçmuş denizin üzerinden, dogru sarayın kapısına. - Nerede kapalı bir kapı görsen, demi§ Ateş, çek hançerini, kendiliğinden açılır. Korkusuz da öyle yapmış. Hançerini çektikçe bir bir açılmış kapılar. Bir odaya varmış sonunda, her yanı kıpkırmızL Gözleri kamaşmış. Oturan bir kızla karşılaşmış orada. Bakmış grizel mi güzel, tıpkı hançerindeki resim gibi. Deniz Kızı ayağa kalkmış, birbirlerinin boynuna sanlmışlar. - Aslanlan niye öldürdün, sana bir şey yapmaz/ardı, demi§ Deniz KızL Padişah öğrenirse öldürdüğünü, gelir beni kaçırır. - Üzülme, demi§ Korkusuz. Kimse senin kılına dokunamaz. Bir süre sonra, kımıızı ülkenin padi§ahı asianiann öldürüldüğünü öğrenmiş, askerlerini toplayıp gelmiş deniz kıyısına. Ama Ateş 'ten öyle korkmuş ki, denizi geçmeyi bir türlü göze alamamış. O sırada bir cadı kan belirmiş oracıkta. - Ağırlığım kadar altın verir, bir de bana güzel bir kayık yaptınrsan, demi§, çalıp getiririm sana Deniz Kızı 'nL Padi§ah dediklerini yerine getirmi§. Cadı kan kayığa alladığı gibi doğru saraya. Korkusuz, avdaymış o sıra. Kocakan kapıyı açıp içeri girmiş. Bakmış, Deniz Kızı diki§ dikiyor. Kadını görilr görmez, sopayı kapıp üzerine yürilmüş. Kocakan yalvarmış: - Kimsesiz, yaşlı bir kadınım. Bir yer gösterin de kalayım burda, ortalığı süpürür, yemeğinizi pişirir, ayaklarınızı yıkarım. Ne kadar dil dökmüşse de Deniz Kızı onu dinlemeyip dışan çıkarmış. Kor­ kusuz, av dönüşü, cadıyı duvar dibinde ağlarken bulmuş. Haline acımış, elinden tutup içeri almış. Deniz Kızı, - Bu kandan bize yarar gelmez, demi§. Kov gitsin. - Ne zararı olur ki, diye yanıt vermiş Korkusuz. Yoksul bir kocakan, varsın biraz da bizim ekmeğimizi yesin, yaşadığı kadar yaşayacak değil ya... Olurdu olmazdı, derken kocakan kalmış. Çalışıp çabalamış, gözlerine gir­ mi§. Verdikleri giysileri giyinip kuşanmış, sofralannda yiyip içmi§. Bir grin Korkusuz yine avdayken, kocakarı Deniz Kızı 'na soku/muş. - Kocanı o kadar seviyorsun, demiş. Niye sormuyorsun kerameti neymi§ de o kadar askeri kırıp geçirmiş? Alqam olup da ortalık kararınca cadı oda/anna süzülmüş, yatağın altına gizlenmi§. Deniz Kızı, «Senin Icerametin ne?» diye sonınca Korkusuz hançerinde oldu­ ğum söylemi§. İşiten cadı beklemi§ uyusunlar. Sonra yatağın altındtın çıkıp oğla­ nın koynundan hançeri almış, denize [ır/atmış. Aynı anda Korkusuz 'un da canı çeki/mi§, yan ölü kesilmi§. Sabahleyin Deniz Kızı onu uykuda sanıp kapıya çıkmış, denize bakmaya.

1 96


l "aı/t

.1·im-ia .1·ok u/up demiş. Şöyle biraz do/a�·alım senin/ı•. Dmiz Kızı, ktyuJaki pm/ pırıl ktıyığı g�rmüş. - Aman, demiş. bu ne güzel şey böyle! - Gel istersen yakından gör. Kızı almış kayığa oturtmuş. Sonra da, - Göreyim seni kayık, demiş. Doğru karşı kıyıya, hadiGöz açıp kapayana kadar varmışlarkarşı kıyıya. Padişahgelmiş onu almaya. - Kırk gün dolmadan yanıma kimseyi yakJaştırmam, demiş Deniz KızL O sırada Korkusuz 'un kardeşleri bakmışlar ki ellerindeki yüzükler/e kemer kararmış. Hemen koşmuş/ar. Bir de ne görsünler? Ateş, ayağıyla toprağı eşip eşip başına almıyor mu ? Üstelik ter içinde kalmamış mı? - Söyle, ne yapabiliriz, diye somıuşlar. - Cadı kan Korkusuz 'un hançerini ya denize attı, ya yıldızlara [ır/attı, ya da toprağa gömdü. Ak kardeş, «Ben gidip yıldızlara bir sorayım» demiş. Yeşil kardeş, «Atımı süreyim, canlı kimi görürsem sorayım» demiş, dalmış toprağa. Kara kardeş de denizin dibine inmiş, balıklan toplayıp sormuş. Hiçbirinde hançer yok. - Başka balık yok mu, demiş. - Var, ama hasta. - Getirin, ben onu iyileştiririm. Getirmiş/er. kara kardeş, balığın beline sokulu hançeri çekip çıkarmış, bütün kılçıklan da birlikte. - Artık iyileşirsin, demiş. Bütün bu balıkların kralı olursun. O gün bugündür o balık kıralmış gerçekten. Hançeri götürmüş kara kardeş, Korkusuz 'a vermiş. Korkusuz hemen dirilmiş. Olan biteni bir bir anlatmış. Hepsi atianna atlayıp Deniz Kızı 'nın yanına yollanmışlar. Tam da kırk gün dolmuşmuş, padişahla evlenmek üzereymiş. Ağiaya ağiaya hem gidiyor, hem arkasına bakıyomıuş, Korkusuz 'la Ateş yetişirler diye. yetişemezler de evlenmı•k zoronda kalırsa kendini öldürmeyi de aklına koymuş. Tozu dumana katarak gelmişler o sırada. Ak atlı, padişahın üzerine yüliimüş, saçlanndan yakalayıp yıldızlara ftrlatmasıyla paramparça etmesi bir olmuş. Kara atlı, cadı kanyı saçla· nndan kavrayıp denize [ır/atmış, balıkiara yem etmiş. Yeşil atlı da sağa sola koşuşup halkı yatıştırmış. Korkusuz 'la Deniz Kızı kucak/aşmış/ar. Halk sevinmiş, o yasa bilmez padişahtan kurtulduk diye. Çiçekler/e, alkışlar­ la, oyunlar oynayarak, gü/e oynaya yolcu etmişler on/an, kendileri de işlerinı• güçlerine dönmüş/er. Ak, kara, yeşil kardeşler Korkusuz 'la Deniz Kızı 'nı evlendirip düğün dernı•k eylemişier. Onlar ermişler amaç/anna, dansı sizin başınıza. l id,

viCDANSIZ ADAM CEZASIZ KALMAZ Bir zamanlar bir padişah vamıış. Bu padişah bir gün hizmetçilerini huzura 1 97


�·ağırmış. - Sorulanma yanıt veremeyenin kellesini kestireceğim, dt'miş. Birine: - Tanrı 'nın yüzü ne yana bakar? Öbürüne: - Tanrı ne düşünüyor? Bir başkasına: - Gökte kaç yıldız var? diye sormuş. Hizmetçiler şaşırıp kalmış/ar. Düşünmüşler taşınmış/ar, içinden çıkamaya­ cak/arını anlayınca padişaha, - Bizler zavallı kullarız, demişler. Nasıl kalkalım bu soru/ann altından ? izin verin de bir ay boyunca dünyayı dolaşalım, insan içine kanşalım. Belki o zaman istediğiniz yanıtlan verebiliriz. Padişah kabul etmiş. Hizmetçiler yola çıkıp az gitmişler uz gitmişler, ülke ülke dolaşıp kime rast/adı/arsa sormuşlar soruşturmuş/ar, aradıkları yanıtlan bir tarlü bulamamış­ lar. Bir aylık süre dolmuş, geri dönmüş/er. Padişah sormuş: - Dünyayı gezip tozdunuz, söyleyin bakalım nedir sorulanmın yanıt/an? Hizmetçi/er, - Doğru söylüyorsun ama, demişler, ne kadar gezdikse, sorup soruşturduksa yanıt veren kimse bulamadık. Bunu işiten padişah öfkesinden kızıp köpürmüş, hemen cellatlarını çağırmış, - Alın bunları asın, sonra da yakın, küllerini yel alsın savursun, demiş. Buyruğun yerine getiri/eceği sıra, ordan geçmekte olan bir adam, - Bu adamlan niye asıyorsunuz, diye sormuş. - Padişahın sorularını yanıt/ayamadı/ar da ondan, demişler. Adam ilgilenmiş: - Bana da iletir misiniz şu sorulan, bakalım neymiş? Sorulan iletmişler. Yoluna gitmekten vazgeçmiş. - Beni çıkarın padişahın huzuruna, demiş. Yanıtlan vereyim de sizi kurtarayım. Padişaha gidip haber vermişler: - Bir yolcu, soru/anna yanıt vermek istiyor. Padişah adamı huzuruna kabul etmiş: - Sen mi yanıt vereceksin ? Evet, demiş yolcu. izniniz olursa ben yanıt verip bu zavallıları kurtarmak istiyorum. Padişah şaşmış: - öyleyse ver yanıtını bakalım: Tanrının yüzü ne yana bakar? Yolcu yanıtlamış: - İnsan ne yana bakarsa Tanrı 'nın yüzü o yandadır. - Bak bunu iyi bi/din, demiş padişah. Ya gökte kaç yıldız var? Yolcu biraz zaman isteyip çıkmış. Tanyeri ışırken dönüp - Sen başında kaç tel saç olduğunu söyle, ben de gökte kaç yıldız olduğunu 1 98


.\'t'iyltytyim, dt•miş. PtldiŞtlh bundan hoşlanmamış: - Saçiann kaç tel o/du1,lu hiç sayılabilir mi, ben ne bileyim kaç tt'/ sa�·ım olduğunu ? Haber hizmetçi/ere de ulaşmış: - Yolcu iki soruyu yanıtladı, biri kaldL Hizmetçiler çok sevinmişler: - Adam bizi kurtardı, Tann o yolcunun bir dediğini bin etsin. Padişah bakmış ki ilk iki sorudan bir sonuç alınmadı, - O kadar bilgiçsen, demiş, söyle bakalım Tann ne düşünüyor? - Altı saat bana bırak padişahlığı, Tann 'nın ne düşündüğanü söyleyeyim, demiş adam. Padişah tahtından kalkmış, üstündekileri yo/cuya vermiş, tacını da onun başına yerleştirmiş. Yolcunun üstünden çıkanlan ise kendisi giymiş ve karşısına dikilmiş: - İşte istediğin oldu, şimdi ver bakalım yanıtını. - Tann senden padişahlığı alıp bana vermeyi düşünüyor, demiş adam ve celliitlan çağırmış. Celliit/ar karşısına dizilince de, - Hemen bu adamın kellesini uçurun, diye buyruğunu vermiş. Böylece padişahın kellesi uçuru/muş, hizmetçiler de kurtulmuş/ar. Haklı yargılamayı gören halk toplanmış ve yoksulyolcuyu padişahın tahtına oturtmuşlar.

DUYGUSUZ KADlN Bir varmış bir yokmuş, bir kan koca varmış. Bunlar hem çok yoksul, hem de çok beceriksizmişler. Adam şunun bunun tarlasında çalışır, harman yerlerinden devşirdiği sap saman anıklarını satarak evini geçindirirmiş. Adamın çalışıp ça­ ba/amasına karşılık, kadın duygusuz, mızmız biriymiş. Tanrının günü dırdır eder­ miş kocasına: - Şunu getir bana, bunu getir; şunu al bunu al, şunu beğenmedim bunu beğenmedim. Zavallı adamı canından bezdirimıiş. - Öyle olmaz, dermiş karısına adam. Baksana yiyecek ekmeğimiz yok, zar zor geçinebiliyoruz zaten, ayağımızı yorganımıza göre uzatalım, gel etme eyleme... Dermiş ama dinleyen kim ? Kadın yine bildiğini okurmuş. En sonunda ada­ mın canına tak demiş, başını alıp gitmeye karar vermiş. Yanında biraz yavan ekmekle düşmüş yollara. Gide gide ısslZ bir çöle ulaşmış. Karşısına ywyuvarlak, koskocaman bir kaya çıkmış. Kayayı yerinden güç be/ii oynatınca ne görsün, altında dipsiz, derin bir kuyu, içinden karmakarışık sesler geliyor. Korkuyla kayayı yine kapatmış kuyunun ağzına. İyi oldu, demiş kendi kendine. Karımı getireyim bu kuyuya atayını da 1 99


kurtulayım. Eve �:elmi§. - Ama Juın, demi§, hamıan yerinden yine sap saman topluyordum, derin mi derin bir kuyu gördüm, içi hazine dolu. Altın yüzükler mi istersin, inciler mi, ne ararsan var. öyle de bir parlıyorlar ki insanın içi ışıyor. - Doğru mu, diye sormuş kadın. - Doğru ya, inanmazsan gidelim de gör. Kan koca gece yansı kalkmışlar, yanianna uzun bir ip/e biraz yiyecek almış­ lar, kuyunun bulunduğu yere gitmi§ler. Adam kayayı yerinden aynatıp kansına, - Getir şu ipi belime bağlayayım da kuyuya ineyim, ne var ne yok toplayıp getireyim, demiş. - olmaz, demi§ kadın. Ben inerim. Sen inersen iyileri kendine alır, kötüleri bana bırakırsın. Körnn istediği bir göz, Tann verdi iki göz derler ya, işte öyle, adamın istediği de zaten bu. ipi beline bağlamış, kansını kuyuya sarkıtmış. Sonra ipin ucunu elinden bırakmış, kayayı yeniden getirip örtmüş kuyunun ağzına. - Canı cehenneme, demiş. Yakarnı kurtardım ya şu duygusuzun elinden, ne olursa olsun, cehennem ateşlerinde bile yansam umurumda değil artık Eve dönmüş. Aradan birkaç gün geçince, «Gidip bakayım ne halde, ölü mü sağ mı?» demiş. Gitmiş kuyunun başına, bir gürültüdür geliyor aşağul.an. Kayayı yerinden oynatınca sesler işitmiş: «Tann aşkına çek şu kayayı da çıkalım şu kuyudan, şu duygusuz kadının elinden bizi kurtanrsan elbet bu iyiliğin altında kalmayız.» Adam acımış, kayayı çekip kuyunun ağzını açmış. Arka arkaya bir sürü şeytan ftrlamış kuyudan, çepeçevre dizilmişler oracığa. Adam şeytanlan görünce yüreği ağzına gelmiş korkudan. Şeytaniann başı, - Korkma, demiş adama. Sen bize iyilik ettin, o kadının elinden kurtardın. Bu iyiliğin altında kalmayız. Ben şimdi gider, padişahın kızının karnma girerim. Ne hekim çıkarabilir beni oradan, ne ilaç. Sen gelir, padişaha ben iyileştiririm dersin. Odada siz kızla yalnız kalınca ben çıkar giderim, kız da iyileşir, yeni doğmuşa döner. Demesiyle bütün şeytaniann gözden silinmesi bir olmuş. Adam yine evine dönmüş. Bir süre sonra bir haber yayılmış bütün kente: Padişahın kızı çıldırmış, eline ayağına zincir vurup atmışlar bir odaya. Getirmedikleri hekim kalmamış, ama hiçbiri iyileştirememiş. Adam ub haberi duyar duymaz, saraya koşmuş. Padişaha hekim olduğunu söyleyip kızını iyileştireceğinibildirmiş. - Dediğini yaparsan, demiş padişah, dile benden ne dilersen. Kızın bulunduğu odaya götürmüşler. Adam bakmış ki kız gerçekten zincire vurulu. Dualar mırıldanır gibi yapmış, sesini işiten şeytan karnından çıkmış kızın. - Bak, demiş adama. Ben şimdi doğru Hint padişanının kızının karnma gimıeye gidiyorum. Sakın oraya geleyim deme, ha! Gelirsen, bil ki onun karnından çıkar senin karnma girerim. - Yok canım, demiş adam. Aklımı kaçımıadım ya, ne diye gideyim ? 200


Ştytan göıden silinmiş. Adam kum lindr/erini .ı-ökmı1ş, balm.nnın huzuruna çıkamıq. Kızının iyileşti�ini KIJren pad�·ah, - Dile benden ne dilersen, demiş. - Sağol padişahını, senin gönlanden ne koparsa, demiş adam. - Öyleyse kızımı vereyim sana, ananın ak satü gibi he/al olsun. Sen olmasan iyileşemezdi çankiL Yedi gün yedi gece dağün/e evlenmiş/er. Onlar evlenedursun, şeytan gidip Hint padişahının lazının karnma girmiş. Padişah danyanın diJrt bir yanına haber salmq,gelen hekimlerin hiçbiri kızı iyileştirememişler. Sonunda bir başka alkefh bir başka padişahın güvey aldığı adamın ana kulağına ulaşmış. Hemen haberci göndermiş oraya, güvey gelip kızını iyileştimıezse ordusunu o a/kenin asıane salacağım bildimıiş. Zavallı güvey iki arada kalmq. Gitmese, iki padişah birbiriyle savaşacaklar, gitse şeytan kızın karnından çıkıp kendi karnma girecek. Daşanmaş taşınmq, ne olursa olsun deyip gitmeye karar vemıiş. Gelen haberciyle birlikte yola koyulmuş­ lar. Gitmişler gitmişler, bir gün, iki gün, aç gün, bir hafta, derken Hindistan 'a ulaşmqlar. Doğnı Hint padişahmın huzuruna çıkmq. - Falan hekim sen misin, kızımı iyileştirebi/ir misin, demiş padişah. - Benim, demiş adam. Tann izin verirse... Götamıaşler kızın bulunduğu odaya. Adam bakmq ki laz zinciriere vurulu. Şeytan, adamı görünce, - Ben sana gelme demedim mi, nasıl göze aldın buraya gelmeyi, demiş. - Aman sus, diye yanıt vemıiş adam. Ben kızı iyileştimıeye değil o duygusu.z kadının kuyudan kurtulduğunu, seni aradığını söylemeye geldim. Senin Hindis­ tan 'da olduğunu işitmiş, buraya gelmiş, başının çaresine bak! - Ne iyi ettin de söyledin, demiş şeytan ve kızın karnından çıkmasıyla kaçması bir olmuş. İyileşen kızı babasının huzunına götarmaş adam. Padişah çok sevinmiş, ağırlığınca altın verip adamı alkesine yollamış.

TİLKİ VE KURTLAR Bir zamanlar bir tilki vamıış, tenilik edemıiş. Kurtlar daşanap taşınmqlar, «biz bu kadar koyun yiyonız, postlarını atıyonız, gelin tilki ustaya götürelim bunlan da bize birer /,:ürk diksin» demişler. Birkaç post alıp götümıaşler tilkiye. - Kolay gele tilki usta! - Hoş geldiniz kurt kardeşler. - Ne olur şu postları al da bize birer kürk dik, kışın aşameyelim. - İşim ne, demiş tilki, verin dikeyim. Getirdikleri postlan bırakıp gitmiş, başka koyunlar boğaz/ayıp başka postilir getimıiş kurt/ar. Yaz kadar post birikmiş böylece. Ama tilki sözande dumıamış, kürk dikeceği yerde onları yavnılarına yedirmiş. Kurtlar gelmiş, Usta, demişler. Ne zaman bitirip de vereceksin karklerimizi? Soğuklar 201


bastırdı, üşümt-ye başladık. Tilki her gelişlerinde bir şey uydurmuş. Bir gün kollan kaldı demiş, başka bir gün sıra eteklerinde demiş. Atiata atiata kışı geçirmiş. İlkyazda lamlar bir gün tilkiyi sıkıştırmışlar: - Tilki usta, niye vermiyorsun kürklerimizi? Tilki yalvarmış: - Hazır hepsi, ama inimde. Bırakın beni de gidip getireyim. Bırakmış/ar. Tilki, inine girmiş, korkudan bir daha da çıkmamış. Öylesine uzun süre kalmış ki teker tekeryavrulannı bile yemiş. Susuzluğa dayanarnayıp «ne olursa olsun» demiş, çıkmış sonunda dışan. Ne görsün ? kurtlar giderken ağaca bir balkabağı bağlamışlar mı! Yel vurdukça kabak sesler çıkarıyor, o da kurt/ann diş gıcırtısı sanmcyor muymuş! - Alacaklan olsun, demiş. Bana bu oyunu oynadılar ama altında kalmam, nasılsa yine elime düşerler. Demesiyle birlikte kabağı indimıiş, kuyruğuna bağlayıp gitmiş ırmak kıyısına. Kabakyu var/andıkça çatlamış, içine su dolmuş, başlamış tilkiyi ımıağa çekmeye. Tilki bir ara başını sudan çıkarmış. Kurtlar kıyıda otumıuş kendisine bakı­ yorlarmış. - Kurt kardeşler, demiş. Boğuluyorum ben, gelin kurtann da kürklerinizi vereyim size. - Seni yalancı tilki seniii, demiş kurt/ar. Boğulmayı çoktan hak ettin, biz kürksüz de yaşayabiliriz.

DOYMAZIN GÖZÜNÜ TOPRAK DOYURUR Bir varmış bir yokmuş, zengin bir adam varmış. Bu adamın gözü bir türlü doymak bilmezmiş. Bir gece dışan çıkmış, gökyüzünde ışıldayan yıldızlara bakmış, ve - Ey yıldızlar, demiş. Yalvarınm size, tuttuğıım altın olsun! Yıldızlar adamın isteğiniyerine getirmiş/er, o andan sonra eline ne alırsa altın olmaya başlamış. Sevincinden deliye dönmüş adam, sağa sola el attıkça kap kacak, eşyalar altına dönüşmüş. Kan ter içinde evinin duvarlannı, kapılannı, pencerelerini altına çevirmiş. Derken yemek vakti gelmiş, sofraya oturmuş. Ekme­ ği kesrnek için bıçağı eline almış, ekmek de bıçak da altın oluvermiş. Testiye uzanmış su için, testi de su da altın kesilmiş. Umudu kınlan adam, - Eyvahlar olsun, demiş. Yarıda kaldı, daha ne kadar zengin olabilirdim oysa. Ve dört yanı altın içinde, açlıktan susuzluktan ölüp gitmiş. Boşuna dememişler doymazın gözünü toprak doyurur diye.

202


KUYRUKLU YALAN

Bir varmış bir yokmuş, yoksul mu yoksul bir kan koca vamıış. O kadar yoksulmuşlar ki olup olacağı bir tavuklan varmış. Tavuk dediysek bildiğiniz tavuklardan deği/mi§ bu. Önüne düşeni gagalar, arkasında kalanı mahmuzlar, herkese yaka silktirirmi§. köylüler bakmışlar olacak gibi değil, ev sahibine yakınmaya gelmiş/er. Ev sahibi de tavuğun sahibini çağırmış, ya kesmesini ya da kilit altında tutmasını buyurmuş. kesmeye kıyamayan adam götümıüş samanlığa kapatmış tavuğunu, her yanı iyice örtüp eve dönmüş. Aradan günler geçmiş, ne yem vermişler tavuğa, ne de su. Belki ölür de kurtuluruz diye. Bir gün adamın aklına düşmüş. - Şu bizim tavuk ne oldu,demiş karısına. Arayıp sormuyoruz. Belki de ölmüştür. Gidip bir bakayım, öldüyse kokmuş olmalL Samanlığa gitmiş,kapıyı açmış ki ne görsün, içerisi yumuna dolu değil mi? Sevinçle haber vermiş karısına, ikisi birer sepet alıp yumurtalan hamıan yerine taşımış/ar. Sonrada mandaları düvene koşup harman dövmeye başlamışlar. O sırada birer birer açılmış yumurta/ar, içlerinden civcivler çıkmış. Civcivlerden biri kazmış, çıkar çıkmaz kaçmış oradan. Adam kazın ardına düşmüş. Gitmiş gitmiş, bir de ne görsün ? Adamın biri kazı düvene koşmuş, harman dövüyor. - O bizim kazımız, demiş. Nasıl düvene koşarsın ? - Ne bilelim sizin olduğunu, demiş hamıan sahibi. Kendi ayağıyla geldi, baktık kimsenin değil, biz de düvene koştuk. Seninse al götür, şu bin kilo buğdayı da kira bedeli say. Adam bin kilo buğdayı çuvallara doldurmuş, yüklemiş kazın sınına.Eve dönünce çuvalları indimıiş, bakmış kazın sırtı yara. İlaç bulayım da iyi edeyim diye çalmadığı kapı kalmamış. Sonunda biri, - Bunun i/acı cevizdir, demiş. Ceviz yağı sürersen bir şeyi kalmaz. Olacak bu ya, o ülkede hiç ceviz yetişmezmiş. Nereye başvurdu/arsa bulama­ mışlar. Derken karşıianna bir kocakan çıkmış. - Aman, demişler. Ne olursa senden olur. Kıyında köşende kara günler için sakladığın bir ceviz varsa, çoluk çocuğunun başı için ver de kazımızın sınındaki yaraya sürelim. - Ben çocukken babam Hindistan 'dan ceviz getirmişti de yemi§tik, demiş kocakan Bir değnek verin kanştırayım dişlerimi, belki arasında birparça kalmış­ tır. Adamla karısı sevinmişler, tavandan düşen bir kirişi kocakanya vermişler. Kocakan onunla karıştımıış dişlerini, birinin altından bir ceviz parçası bulup çıkarmış. Karı koca sevinmişler, kocakarının elini öpmüş/er. Eve dönünce cevizi ezip kazın sırtına sümıüşler. Aradan bir gün geçmiş, iki gün, üç gün, bir hafta, iki hafta, bir ay, derken bir 203


de lmkmışlar ki kazın sırtında bir ceviz agacı rart•miş. Dallarıntla o kadar aviz varmış ki sayması olanaksız. Bırakmışlar ko.zı. Gandaz/eri harman yerine çöplenmeye gidermiş, akşamlan da eve kendiliğinden dönemıiş. Kaz çöplenirken, çoluk çocuk sopayla vurur/ar, taş toprak atarlarmış cevizler daşsan de yiyelim diye. Cevizin dallan arasından o taş-toprak dölallance koskoca bir çayırlık açılmış. Herkes gelip o çayırlığa bağ bahçe açmış/ar, arpa buğday ekmişler. Çobanlar saralerini getirip ot/atmışlar. Canlerden bir gan, adamın biri bostandan bir karpuz koparıp yemek istemiş. ­ Bıçağını daldımıış, bir daha çıkaramam ış. - Eyvah! Bıçağım, bıçağım,diye bağımıaya başlamış. Bıçak derseniz da/dıkça dalmış, görünmez olmuş. Adamcağız ne yapsın ? Soyunmuş, dalmış o da bıçağın arkasından. Aramış taramış yok. O sırada om­ zunda değneğiy/e bir çoban görünmaş karşulan. - Sen ne biçim adamsın, diye sormuş. Karpuzun içinde ne işin var? - Bıçağım daşta onu arıyorum, demiş adam. - Tuz/ayım da kokma e mi? Ben bu karpuzun içinde koca sarama yitirdim, araya araya canım çıktı, yine bulamadım. Sen kalkmış b ıçak mı anyorsun! Bu söze canı sıkılan adam başlamış çobanla kavgaya. Birbirlerine vururken karpuz kımıldamış, kazın sınından pat diye yere daşap parçalanmış. İçinden bir tavşan firlayıp başlamış kaçmaya. Tavşanın kuyruğundan daşen kağıdı çobanlar görmaşler, alıppapaza görar­ maşler okusun diye. Papaz açmış okumuş, şöyle yazıyormuş kiiğıtta: «Yalanın bacak/an kısa olur.»

NARLAR Mutluydu dedem. Baran emekli aylığını pazarda kaşla göz arasında harca­ mıştı. Bir kilo raran, bir takım iç çamaşın, tu/um peyniri, ekmek almış, rakı da içmişti. Ve şimdi, içtiği rakı sallıyordu kendisini. Gıcırdayan sedirinde oturmuş tembel tembel pantolonunun dağmelerini, kundura bağlarını çözayor, biryandan da bumunun dibinden, ne keyfli ne de acılı bir şarkı mmldanıyordu. Hem keyfli hem de acılı olan bu şarkı, eski kintolar( IS ) Tiflis 'inden özenle korunmuş bir anıydı. dedem gençfiğini Tiflis 'te, tıpkı emekli aylığını bizim kasabanın pazarında harcadığı gibi harcamıştı. - Bırak şu şarkıyı dede, diye bağırdım. - Niye? İt sada emmiş bacaksız! - Şarkı söyleme, dedim, ağlamaklı o/uyorum. Ağlamaklı oluşum şarkının ağlatıcılığından değildi. ne acılıydı şarkı ne de şen. Hem acılı hem şen bashayağı bir şarkıydı. Kinto/ar «elma var, e/maaaa... » diye bağırarak elma satarken söyler/erdi. Şunun için ağlamaklı oluyordum ki, tek tornnu ve onun değişiyle aifemizin tek umudu ben olduğum halde, baran emekli aylı&'Tını son meteli&'fine dek harcamış da, beni hiç daşanmemişti. yalnızca içtiği rakının parasıyla eve beş altı tane iri nar getirebilir, bu da benim şimdi gözaman doymaması için yeterdi. 204


Biliyor musunuz? Bm masallar uydurnrnm, yani uydumıam da aniatırım Daha dogrusu aniatmarn da; gönınım uydurdugum, anlattığım masalları. Ve o masallar da hep nar olur. Naryalnızca meyva deği� masaldu da. Nann o bir sanı taneleri, o parlak, kırmızı taneleri e/mas parça/andır/ar, mavi zamnıttar/er. El­ mas/a zamnıte de nerede raslanır? Masa/da elbet. Zaten kaç giindar hep meyva dııkkiinına gidip yığılmış nar/ara balayornm. Kafamda batlin o narlan soyup, tanelerinden bi/ezik, gerdanlık yapıyorum... Bugan satıcı, maşterilerin iştahını kabanmak için olacak, kocaman bir nar kesmiş ve suyunu, kan gibi suyunu, damla damla tezgahın astline dökmaştli. Öyle parlıyor, öyle çekiyordu ki insanı o kırmızı damla/ar, dayanamayıp, parmağımı yavaşçacıkyak/aştırdım sanıp ağzıma götlirmek için. Ama damlalar donmuş, buz kesilmiş/erdi. - Ağlamaklı oluyorsan ağla, dedi dedem, insanın ağlaması gelirse ağlama/ı. Canı yemek isterse yeme/i, içmek isterse içme/i... Şimdi çıplaktı. Tatlin, tu/um peyniri ve ekmekle birlikte pazardan getirdiği yeni donla iç gömleğini giyinmeye çabalıyordu. Ben korkuyla: Herhalde o donla gömlek şimdi ö/maş olan birisinindir diye dıışandam; yoksa neden satsıniardı pazarda ? O ö/maş adam bu gece veya yann dedemin gözane gönınap, çamaşır­ /annı ister diye daşandam; ne yanıt verecekti? Ve acıdım dedeme. Bağışladım da kendisini bana nar almadığı için, ama yine de ağlamak geliyordu içimden. Çankıl birden, geçirdiğim o batlin acılar aklıma gelmişti. Durup dururken onalıktan yiliveren annemi anımsadım. Onun yittiği akşam, evde benimle babamın yalnız o/dugumuzu anımsadım. Birbirimizle konuşmuyor, birbirimizin yazane bakmıyor­ duk Ben bardağıma şeker atmış, küçak bir kaşıkla çayı karıştırıyordum. Uzun uzun karıştınyordum. Kaşık bardağın içineçarpıyordu boyuna. .. Babam oyunumu bitirmemi bekliyordu. O da çayını karıştırmalıydı. Şeker çoktan erimişti ama, ben daha karıştınyordum. Bardağı çın/atıyor, şarkı söylayordum. Babam: - Kaşığı vermez misin ? diye sormak zorunda kaldı. - Hayır. - İyi,dedi babam ve çayını karıştırmadan içti. Baktım yazane, ne gördağama bilmiyorum ama, ağladığımı anımsıyorum. - İnsan kuş gibiyaşamalı, dedi dedem, yemek istiyorsan ye, içmek istiyorsan iç, şarkı söylemek istiyorsan söyle... Kapı vurn/madan açıldı ve komşumuz dul kadın Vane kollan sıva/ı içeri girdi. Üstlinden buğu çıkıyor ve sabun kokuyordu. anladım ki beni yıkilmaya gelmiş. - Haydi, haydi çabuk, dedi Vane, su soguyor, yıl sona eriyor. Kirli kirli yeni yıla girilmez balam. Sonra batlin yıl kirli kalusın bala, haydi çabuk, çabuk. Giysilerimi kendisi çıkıırdı, kucakladı beni ve götlinıp tekneye bıraktı. Kuru kuru parmaklarıyla kollanmı, sınımı, boynumu kese/erken, bana, derimi sıyınyor gibi geliyordu. Başıma kaynar su dökiiyordu, ve ben acıdan mı, suyun sıcaklığın­ dan mı bilmem, ağlıyordum. - O ananın gözlerinin ışığı sönsan, ayaklan Janlsın bala, diye ileniyordu Vane ve derimi sıyınyor, başımı haşlıyordu.

205


Ve artık kurutulup,�:iydirilip, tertemiz, sıcank otururkm evdt•, sobanın yanı başında; doyasıya ağlayıp rahat/andıktan sonra sobanın kııpa1,'fından köpek dili gibi dışanya çıkan ya/ıma bakarken, o zamana kııdar hiç görmediğim bir masal gördam. Bizim istasyona bir tren gelip durdu, ve o yeşil trenden bir noe/ baba indiE­ linde ne torbası vardı ne de çuva/LÖyle boş elle bana yaklaşıp başımı okşadL Sonra cebinden bir nar çıkardı, arkasından bir daha, sonra açancasana, sonra dördancasana... derken istasyonun çanı çalındı, ve noe/ baba başımı bir daha okşayıp,koştu yetişti yola çıkan trene. O kadar o/ağandı ki bu masal, sonra şaştım niye narlar yok oldu diye. Yedi kez gördam o masalı ve babam gelmeseydi daha da göriirdam. Babamın elinde ne torba vardı ne de çuva/. Boş elle bana yaklaşıp başımı okşadı. So/uğumu tutmuş devamını bekliyordum, masalın devamınL Babam cebinden hiçbir şey çıkamıadı; ne nar, ne elma, ne de şeker, hiç mi hiç. Ve daşandam ki bu danyada kimse, hiç kimse istemiyor masalı gerçeğe çevimıeyi Pek gaç bir şey miydi yani cebinden dört nar çıkarmak?.. - Ben istasyona gidiyorum, dedim paltomu giyinerek. - Bu geç saatta mı? diye sordu babam. - He, bu geç saatta. - İyi, dedi babam, git. Ben yine kaşık hiklıyesini anımsadım. Niye bu adam terslenmiyordu ? Neden beni ayağının altına alıp da ezmiyordu? Niçin razı oluyordu hep. Çanka terslenir, ayağının altında ezer ve razı olmasaydı, ben de gidiyorum, uzaklaşcyorum derdim, çanka... çanka bir tek nar ne ki, şu yılbaşı gecesi alıp getirmemişsin, derdim. Ama terslenmiyor, beni ayağının altına almıyor, razı olup «peki» diyorya, işte buna daha da aza/ayorum. Babam dışanya çıktL Soğukta aşayen bir köpek bize dönap yaksek sesle ha v/adı, aldırış etmiyoruz. Üstümaze kar yağıyor, aldırış etmiyoruz. Gece treninin neredeyse gelip duracağı istasyona gidiyoruz biz. Ben ak/ımdan, uydurduğum ve gördağarn masallann batün bayaca/erini yardıma çağırryorum. Bir kez, bir kezcik olsun masalı gerçeğe çevirin diye rica ediyorum. Ben sizden ne noe/ ağacı istiyorum, ne kayak, ne saray, ne at; sizden yalnızca rica ediyorum ki, bu geeeki trenden bir noe/ baba insin ve bana dört nar arnıağan etsin, dört tane, dört. Meyva dakanının önanden geçiyorduk, ben dayanarnayıp baktım ki, nar yığını yanya inmiş. Camekanı kolum/a si/dim iyice göreyim diye, ama cam içerden terlemişti - Nar ekşice olur, değil mi baba? diye sordum. - Ekşicedir. - Dişlerim donar nar yerken, dedim. Ve içimden ya/vanyordum bayaca/ere, bir kez, bari bir kezcik masal masal olmaktan çıksın diye. Peronda kırmızı kasket/i istasyon şefiyle birkaç memur durmuştu. İstasyon şefinin elindeki fenerin ışığı donuyordu havada, ve o ışıkta kar tanecikleri daha çok göranayordu; daha bayak ve daha saydamdılar. Sonra fenerin ışığı donuk­ laştı, çanka tren, canavar gözleri gibi projektörleriy/e yak/aşcyordu. Vagonlann pencerelerine dayanmış solgun yazler geçti yanımızdan; abajur206


lar, padela, kömar,nuuot, yag kokulan 1ws·ti yanımudan, sonra trm dımlu. Trenden biri indi ama,noel baba de1,Jildi. Anladıgıma göre, o adam parmtlgıyla dartayordu istasyon şefini Yaklaştık. Bağırıyordu adam. - Temizleyin, hemen temizleyin! - Baş astane, diye boyun egiyordu istasyon şefi. - Nöbet tutulsun, bu ne barbarlık böyle!.. - Baş astane, diye baş egiyordu istasyon şefi uzaklaşan trene. Ben eve ya/nu döndam, çankü babam asıane almıştı kan temizlemey� hem de sabaha kadar, çankü daha kar yagıyordu. İstasyon şefi babama: - altında kalmayu, diye söz verdi. Ben eve geldigimde, dedem yeniyılı beklememi§, uyumuştu. Kendim deyataga girdim ve bir daha hiç mi hiç masal uydurmamaya, görmemeye karar verdim. Ve sanınm ilk kez olarak masal görmeden uyudum. Ve sabahleyin yastıgımın altında dört nar buldum. Ve sabahleyin dedem, sobanın astünde ıugla ısıtıyordu, çift yorgana sarılı tir tir titreyen babamın ayaklan altına koymak için. Ve bu danyada en güç, en güç şeyin,masalı gerçege çevirmek oldugunu daşandam...

Rupen Hovsepyan

207


AVEDİK İSABAGYAN (Aleksantrapol/Gümrü 18-30 Ekim 1875-Erivan 1 7 Ekim 1957) Şair ve yazar Avedik İsahagyan'nın çocuklugu Gazarabad (günamazde isahagyan) köyünde geçti. İlk ögrenimini Aleksantrapol'daki Haric Manastır Okulu'nda gördü.Orta ögrenimini Eçmiadzin'deki Kevorkyan Okulu'nda ta­ mamladıktan (1889-1892) sonra Leipzig Üniversitesi'ni bilirdi (1895). Yurda döndükten sonra Çarlık rejimi aleyhtarhgı ile suçlanarak bir yıl hapse mahkOm oldu,ardından da Odesa'ya sürgü ne gönderildi (1896). 1897'de tekrar yurtdı§ı­ na giderek Zürich Üniversitesi'nde Edebiyat ve Felsefe Tarihi okudu. 1902'de ülkesine döndü. 1908'de ikinci kez aynı suçlamayla hapsedildL Baskı rejimi dolayısiyle uygulanan takibaltan kurtulmak amacıyla yurt dl§ına çıkmak zorun­ da kaldı(l911). Uzun yıllar Fransa, Almanya, İ talya ve Yunanistan'da kaldı. 1936'da Sovyet Ermenistanı'na kesin dönü§ yaptı. Ermenistan Yazarlar Birli­ gi'ni n ba§kanhgını yaptı (1944-1957) . İki Lenin ödülüne ıayık görüldü. Erme­ nistan SSC milletvckilligine seçildi.

İlk kitabı «Şarkılar ve Yaralar» adıyla yayınlandı (1897) . Ş iirlerinde ve romanlarında genellikle i nsanın ugradıgı haksızhkları, mahrumiyeti, duydugu acıları, halkların mücadelelerini, sevgiyi i§ I edi. Ü reuigi bu tür sayısız eserleriy­ le Dogu Ermeni Edebiyatı'nın belli ba§lı otoritelerinden biri sayıldı.

ANA YÜREGİ

Bir varmış, bir yokmuş, Tek ananın bir tek evlildı varmış. Bu çocuk, öylesine delice 208


St•vmiş ki bir I(ÜZl'li, Onu unutamazmq... Kız da, l(i1nlerden bir gün: - Sen beni sevmiyorsun, diye, ona çlkışmq, Seviyorsan sen beni Yareğini ananın Bana armağan getir. Çok ağlamq toy oğlan Kızın yanına dönmaş. Elini boş görünce Kız bağırmq, köparmaş. Bu sefer de, oğlancık Bir dağ kl!çisi bulmuş, Yareğini kapınca Dönmaş kızın yanına... Kız dalgayı an/amq, Aman, sirkeye dönmaş, Halis şaraptan dönme, Zavallı genci kovmuş, Delikanlı, aşiandan Eve koşmuş acele, Elindeki hançer/e Anasını ö/darmaş. Yareği avucunda Kıza vanrken, birden Ayağı çarpmq taşa, Ve yerde boca/arken Yarek dile gelerek Sormuş oğ/ancığına: - Ev/adım, oğlum benim, İncindi mi biryerin... ? • • •

Evinizde bir şölen var, Hopluyorum toy gibi, çevreiemiş gençler seni, Işıldarsın ay gibi. Eşiğintk titriyorum, Kar yağar, yalmzımdır. Cellat-giysinde al/ar var, Al/ar benim kanımdır... • • •

Gazan so/an çiçek gibi,

209


Karıla tltmtm pınar gibi, Ne yazık ki, şu önırılm de, Sevgim, neşem, hem türküm de Solup sustu, yüreğimde... * * *

Seliim verdim, almadın, Çiğnediğin yer benim. Yüreğimi incitme, İçindeki yar sensin. Ekin kargası gibi, Gözlerim hep karadır. Göz yüreğin aynası, Kalbimse tüm karadır. * * *

Elma ağacı yine serpilmiş, Dalgın dunınım gölgesinde ben... Sesleniyor mu biri nereden ?.. El mi sallıyor penceresinden... Yazık!.. Mazimdir... Çıt yok. .. Şimdi kim Sesfenebi/ir uzaktan bana ?.. Mutlu ol, gönlüm, gölgesinde sen Avunuyorsun kendi başına...

Avedik İsahakyan

210


MUŞEG KALŞOYAN (Mehriban 13 Aralık 1933) Roman ve hikaye yazarı, gazeteci. Erivan Tarım Ekonomisi Enstitüsü'nü (1957) ve Moskova Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü'nü (1971) bitirdi. Aylık KARUN dergisinde çalı�tı (1 967-1975). 1 975'den beri «Hayasdan» Yayınevi'­ nin sanat ve edebiyat yönetmeni oldu. «Vadideld Miro» (1968), «Tuma Kuşu» (1969), «Yeşeren Taşlar» (1973) adlı eserleriyle dikkati çeken Kal�oyan, «Bov­ dun» (1 974) adlı romanıyla Ermenistan Yazarlar Birligi'nin Birinci Ödülü'nü aldı.

ÇAGIRMA - Aleee... Ale, canım Aleee... Yaşlı adam ka/m değneğine dayanmış, My/e şarkı söylayor gibi birini çagırı­ yordu. Dağın yamacma kuzularyayılmıştL Zoro ysa, yaşlı Zoro çoban değildi. Zaten köyan çobanı yoktu. Hergün biri alıp götariirda sarayü. O gan de Zoro 'nun sırasrydL Ve iriyanca, sık saçlı zoro, ka/m değneğine dayanmış, şarkı söylercesint.' birini çağırıyordu. Ganeş doğduktan beri ka/m değneğine dayanmış: - Aleee... Ale, canım Aleee... diye çağınp duruyordu. Eeee, ne zamandı o? Tamam, ilkyazdL Tıpkı böyle mav� yumuşak bir sabahtı; masmaviydi danya. Maruta dağı mavi ta/ana yüzane çekmi§, dar Vt.' geni§çe dağ geçitlerine gök mavisi dolmuştu; dizginini kopanp soluk soluğa akan Dalvorig ınnağınm sesinden çalkalanryordu dağ geçidini dohhlran mavi... Marula dağınm eteğine serpili kuzularla oğlaklar, tedirgin tedirgin, danyayla ve ilkyazla 21 1


tımışmııktaydılar. Küçük �·ocuk/ar, a�,Jızlan, bunmları, yüzleri w· dillaiy/to, korkulu korkulu lıakarak, taş/ara, taşların üzerlerindeki yosun/ara dokunuyor, toprağın Kıizl'! koku.\"unu içlerine çekiyor, uzun otlardan ve kuru dikenlerden ürküyor, saçl'!ain pırrr diye ftrlamalanyla taştan taşa atl{yorlardL .. Çocuklar dünyayı ve ilkyazı tanımaya dalmışken, o zaman on - on bir yaşlannda bir oğlan olan, keçi kılından yapma bir panto/onla yine keçi kılından çank giymiş Zoro, mavi kayanın üstünde durmuş, sapanını gere gere küçük taşlar ftrlatıyordu dağ geçitiine doğru. Taşlar, yeşillik toplamaya çıkmış olan laz/ann başlan üstünden ıs/ık çalarak geçip, dağ geçitiine yuvarlanıyorlardL Asıl ilginç olanı da oydu ki, taşhızla dağ geçidine ulaşıyor, sonra orada yolunu birden değiştirerek bir kargaya çarpıyor, karga da kanatlannı çırparak geçide düşüyordu. Yeşillik toplayan sevimli kızlar grupu, dalga gibi yamaçtan yukanyayükse/i­ yordu.Bunlardan biri, yedi sekiz yaşlannda, pınl pınl parlayan kara gözlü, ince bir çift saç örgülü Ale, çıplak ayaklı, güzel ön/üklü, ateş parçası Ale, tıpkı Zoro 'nun körpe, çevik oğlaklanndan o ak kulaklı oğlak gibi taştan taşa zıplıyordu... Ale... Çiçeklerden bir çelenk örüp başına takmıştL.. Rüzgfırda dalga/anan renk renk çiçeklerden yapma bir demetti Ale... Küçük Ale... Ve zoro birden anladı ve duydu ki, kendisinindi Ale, başka kimsenin değil, kendi Ale 'siydi; yaşıyordu, vardı Bu mavi dünya kendisinindi, bu uyumlu sabah, ipek tü/le örtülü Marula dağı kendisinindi; Diramayr manastınnın tepesine ışık gibi çöken o ak bulut parçası kendisinindi; eğri büyrü Dalvorig ırmağının şan/tısı, köyün üstündeki dağınık duman, bu çevik, yerlerinde duramayan oğlaklar ve kuzularkendisinindiler; güneş, gökyüzü, çiçek açmış taşlar, üzerinde durup sapanıyla vıj vıj taşlar attığı kaya, o deli sapan kendisinindi; Ale... başında çelengi, taştan taşa sıçrayan küçük Ale başka kimsenin değil, kendisinindi, yalnızca kendisinin. * * *

- A/eee... Ale, canım A/eee... Yaşlı adam kalın değneğine dayanmış, böyle şarkı söylüyormuş gibi çağın­ yordu. O ilkyaz sabahı kendisi için işte öylesine açık mavi ve güzeldi, çünkü sonra güneşi kararacakit onun... Körpe daldan yapılmış kalın değnek/i çoban o sabaha küçük Ale 'sini görüp bulmuştu, çünkü onu yitirecekti sonra... Ve bir de elli beş yıl sonra rast/adı ona... Zoro küçük oğlunu evlendirdiği zaman, dağünde içilecek içkileri «ille de Ararat» ovasından ve kendisi getirmeyi kararlaştırdL .. Öbür oğul/annı evlendir­ diğinde darda olduğu için, düğünvan küçük bir toplantı yapabitmişti ancak. Şimdiyse çok şükür, bütün köy için, uzakyakın bütün dostlan için, zengin bir masa kurabilirdi en iyi şaraptarla ve ille de Ararat» ovasının şaraplanyla, biz de evde olanlarla. Evlenip ayn ayn ocaklar kurmuş olan büyük oğluyla onancası her ne kadar içkilerifabrikadan getirmek için (fabrikanın şarabıyla hiçbiriyanşamazdı) baba/annı kandırmaya çaba/adı/arsa da, Zoro kanmadLArarat ovasından, varsa 212


da yoha da Artırat ovasımlan oltımk, Vt' Zoro kmdüi Jt'(t'akti. Vt• sabahleyin arabaya bintli(ortanca oRlunun kt•ntli araba.ı·ı vardı), �:t·�·ip oğlunun yanına oturdu Vt' ovaya indila. Girip çıkmadıklan köy kalmadL Her köyde kaç testiden şarap dem•di, ahıa hiçbirini beğenmedi Zoro. Karanlık basmak üzereyken, oğlu canı sıkkın, iki yanı sık ağaç/ı ana yoldan arabasını uçuyorcasma sürilyordu. Birden ağaçların arasınt/an biryol göriindü Vt' Zoro birbirine geçip, «geçtik»diyerek elini attı volana. Araba yoldan uçup çalılık­ /ara saplandL Öyle pek çok bir zarar olmadı; kapı biraz kertilmi§ ve birkaç ya çizilmişii Ama oğlu köpürmüştü. Zoro, oğlunu yatıştırmaya çalışarak.- Yüreğini geniş tut, olur böyle şeyler;hayırlısı, dedi_ Bak bu köy hoşuma gitti. Sonra köyiin ortasında arabayı durdurttu.- İyi kötü buradan alınz deyip, orada toplananlara yaklaştı. Hepsinin de şarabı vardı ve hazırdılar bodruma çağımıaya. Yalnızca inn• uzun biri sessiz duruyordu_ Zoro ona baş vurunca.- Niye olmayacakmış, dedi adam, bağı olanın elbet şarabı da olur. - Tanrı tanık, oğlumun düğününü senin şarabınla yapacağım, dedi Zoro. Haydi gidelim sizin eve. Önünde asma çardağı, şarap kokan bir evdi_ Yandaki kayısı ağacından, ipt• dizili kırmızı biberler sarkıyordu. Küçük, çalışkan bir yaşlı kadın, bibaler dizili ipleri aşağı indiriyordu. Evi ve bağı gerçekten beğenmişti Zoro.- Evin barkın iyi, sağlıcak/a kullan kardeş, dedi_ Bu sözün üstüne kadın birden döndü. Biberleri eleğe atıp yaklaşmak i.ftt•di ama, kırmızı biber dizi.fi ko/unda, yabancıya ilgiyle bakmaya devam etti_ - Kann mı? - He,senin hemşerin. - Hemşerim mi?.. diye güldü Zoro. Dur hele, dur hele bacı, gel bir tanışalım. Yaşlı kadın küçük, ölçülü adımlarla yaklaşıp, güler yüzle elini uzattı, kolun ­ dan asılı biber dizileri hışırdadı, ve hemşerisi konuğu kırmızı biber/e karşıladığı için suçlu suçlu baktı adama. - Sizin köy hangisi bacı? Veyanıtı işitince, atılan birtaş karşısındaymışgibi büzülüverdi Zoro. Sart•kan köyü mü? deyip,gücün doğru/abi/di. Sarekan ha? Ve yaşlı kadın pek yakınında durduğu halde, Zoro yüzünü yaklaştırıp, yarı kapalı gözlerle baktı kadının Közlt•­ rine... Yorgun ve acılıydı kadıncağızın gözleri, ama derinliklerinde yaramaz bir gülücüğün sönmekte olan kıvılcımlan vardL Zoro başını eğdi, dalgın dalgın baku kadının kolundan sarkan kırmızı biber dizisine, sonra uzak/ardan, çok uzaklar­ dan gelen bir gülücük, kırık/ık, suç ve ateş, örümcek ağı gibi dolaştı bıyığına ve:A/t', diye fısıldadı. Yaşlı kadın işitmedi bile kendi adını. Ale, diye [ısıldadı. Zoro aRır ağır doğruldu. Doğruldu, dikildi, dikildi (son yıllarda oğlu babasını hiç Mylt· dimdik görmemişti), görülmedik bir biçimde dikildi, ve karşısında duran ufak tt•[t•k kadının başı üstünden uzaklara bakıp evlerin, ağaçların arasından buldu .l"lm 213


da�ltmnı ı•e solu� yetti�i kadar: Hey A/ee... Alee, diye ça},'Sırdı; �:öz/erini uzaktaki dağlam dikmiş, yineledi de yineledi A/ee 'yi .. Yaşlı kadın, gözleri yan kapalı, solgun bakışlannı uzaklara çevirmiş olan, kendinden geçmiş bir halde kendi adını yineleyip duran Zoro 'yu boynu eğik okşuyor, ve buna yanıt olarak, çok uzaklara giden o sıcak ftsıltının yansısı olarak, ağlamak istiyordu. Sonra Zoro, bulanık bakışlannı yaşlı kadına çevirip yeniden ftsıldadı: - Ben Zoro'yum... Ale. Ve kadının ellerini avuç/anna alıp sıktı, eğik alnına götardü, sonra dudaklanna yaklaştırdL Kııdıncağız şaşırdL Ülkenin kurallanna göre kadın almalıydı erkeğin elini Hemen Zoro 'nun elini öpta. Gözyaşlan dökayordu. Eeee, ne zamandan beri unutulmuş, yitmiş o gözyaşlan şimdi boşalıp Zoro 'nun ellerini bulmuştu. Sonra öyle oldu ki, birbirlerinin ellerini kapışıyor/ardı öpmek için, ve yaşlı kadının kolundan sarkan kırmızı biber dizisi, o kuru biber dizisi, hışır hışır ufa/andı gözlerinin önande.Rahat rahat, hoşlanarak ağlayan Ale aksırdı, gözlerini sıkıca ovdu ve o sıcak, an gözyaşlan bulanıp yandı göz kapaklannın altında... Kıırşı karşıya durmuş iki çocuk, yanan gözlerini yumruklanyla ovarak, yan yan birbirlerine bakıyorlardL - Baba, geciktik,demek zorunda kaldı oğlu. Zoro kendin� geldi Oğluna bir göz attı, sonra ev sahibini okşadı, dönap Ale 'ye baktı ve başını salladL - Ale... diye mınldandı; birşeyler söylemek istiyordu, ama yine dönda ev sahibine: Demek. .. senin kann... Birbirinizin haynnı görün. Ve ekledi: Hani, şarap? Bodrumda ev sahibi bakır ö/ça kabına şarap doldurup bir barda/da birlikte Zoro 'ya uzattı tadına baksın diye.Zoro, şarabı bakır kaptan bir so/ukta dibine kadar içti ve övda: - Oooh, dedi avucuy/a bıyıklannı si/erek, yareğim serin/edi...Böyle tatlı şarap dokunmuş değildi dudağıma Ale. Tatlı şarap doğrusu. Ve başı eğik,gözleri bodnımun köşesinde duran kadının pabuçlannda, oğlu­ na seslendi: - Şimdi aniadın mı sabahtan beri köylere girip çıkıp da niye elimiz boş döndağümaza ?.. Aniadın mı, ha ?. .İşte buydu benim istediğim şarap, bu!.. Doldu­ run! - Ne kadar,kaç para/ık?diye sordu ev sahibi Kııvga gibi bir şey vardı Zoro 'nun sesinde: - Testi tamay/e benim. Hesapsız falan doldurun... Şaraba değer biçilmez, şarabın değeri şarabın kendisidir Ale... Doldurun! Ev sahibi bakır ö/ça kabını almak için yaklaştı, ama Zoro vermedi: - Başka bir şeyle doldurun; bu kap benim. Her ne kadar ev sahibi öyle ayakta içilemeyeceğine, orasının bir ev olduğuna, biraz sonra adamakıllı masaya oturup konuşmaya, hele henışeri/er olduklan için birbirlerini usu/ance tanımaya Zoro 'yu kandırmak istediyse de, Zoro dinlemedi. Oğlu azarladı babasını, Ale de araya girdi, ama Zoro orada, yeri yerinde içmek istiyordu, hem de bakır kapla ve testiden. 214


Yaşlı kadın zorla t•knwk jiıltın Kt'tirıli, tınıa Zoro l'/ .\"/Jrnwdi t'kntt'�t', ştırap fl'.l'fisini yanına alıp duvara yas/andı, do/dımıp doldurup arka arkaya i�·ti... Bıyık­ /arım silip, inleyerek: Ale... deyip duruyordu. Yaşlı kadın masaya yakın oturmuş, dalgın dalgın bakıyordu. Biraz liner, Zoro av/uya yeni girdiğinde dipdiri ve dinç olan kadın şimdi baza/nıaş, bir avuç kalmış, yan uyku içinde gözleri daha yanıyordu.Ama kesilen o tatlı ağ/ay�ının dalga dal�:a yakseldiğini duyuyordu. - E, kocanı gördak., başka kimlerin var bakalım Ale? A/e,ağıdını tutmaya çabalayarak: - Şakro/sun Tanrı ya, çocuklarını var Zoro kardeş; gelinlerinı,evli kızlarını, tomnlarını var.Senin kimlerin var Zoro kardeş? - Şakrolsun Tanrı ya, çocuklarını var Ale; gelinlerim, evli kızlarını var Alr, bir sara tornnunı var. Zoro yine doldurdu bakır kabı: - Bu şarap, bu tatlı şarap da küçak oğlumun sevinçli gana, dağana içindir Ale... Ah, canını Ale. Ve başladı şarkı söylenıeğe Testinin astane eğilmiş duran ev sahibi dirseğiyle darrta Zoro yu ve galanı ­ sedi. Şarabının gacane tanı değeri vernıişti Zoro. - Bu ne tatlı şarap Ale, diye seslendi Zoro şarkısının arasından. Bu kadar zamandır burada böyle tatlı şarap bulunsun da benim haberim olmasın, ha ? Eeeh, Alee. Ve sardarda şarkısını. Ev sahibi ve Zoro 'nun oğlu şarapların hesabını tamamladılar. Şarkı söy/a­ yorduZoro. Evsahibi bir sigara yakıp oturdu karısınınyanına. Zoro şarkısını sardarayordu. Oğlu şarap dolu tulunılarla küçak ftçıları götarilp yer/eştirdikten sonra, dönda, bodrnnıun ortasında durdu. Zoro kendisinden geçmiş, şarkı söy/a­ yordu. Bakırkap boştu. Son şarabı, şarkı söylerken,kendisi de ayrımında olmadan astane başına döknıaş, tepeden tırnağa şaraba belennıişti. Başladığı gibi de bitirdi şarkısını: - Ah, Aleee... Gözlerini açtı, ama kimseyi görmedi; ne şaşkın şaşkın duran Ale yi, ne sessiz gevşekçe galen ev sahibini, ne de elinden bakır kabı alıp koluna giren, yanıbaşmda durmuş oğlunu. - Gidelim baba. Zoro kolunu çekip sınısıkı duvara kapandı: - Andolsun ki,ayağınıı buradan d�arıya atnıanı. Alee... Ev sahibi eve gitmelerini, Zoro 'nun yatıp biraz dinlenmesini önerdi. - Hey gidi hey, artık benim gözanıe uyku girer mi hiç? Veyunırnklarıyla ovdu gözlerini. Alee, diye seslendi Zoro, nereye giuin sen ? Sonra oğlu yine kolundan çekti ve Zoro itip sövda, ev sahibinin de canını sıktL Çocuk gibi yap�nı� duvara ayrılmak istemiyor, ve ara sıra Alee... diyt' sesleniyordu. Ev sahibi pek yerinde olarak uyanda bulununca, Zoro: - Vay sen beni kovuyorsun, ha ? Yapıştığı yerden tek ayrılıp uzaklaşnıa.nn diye sesini pek vurgulanıadL Eknıeğe, şaraba, Tanrı ya andiçerinı ki, vurnr testi•

215


/erim· pammptm;a ederim. Beni kovuyor musun ?.. Aleee. OKIU ve ev sahibi, dudak/annda hep o çağırma olan, sağda solda Ale 'yi arayan ama görmeyen Zoro 'yu, çekiştire çekiştire bodrumdan çıkarmak zorunda kaldılar. Vzgün, büza/maş duran yaşlı kadın, dizleri asıane yıkılıp, hangür hangür ağladL Dışandan işitiliyordu Alee, diye o çağırma. Hiç kimse onu öyle sıcak, öyle candan, öyle özlem/i, dua gibi, şarkı gibi, uzak dağlardan gelen yankı gibi çağır­ mamıştL Giderek daha uzaktan işitiliyordu çağın: A/ee... Kılranlık sokakta hep çağırıyordu Zoro, köyden çıktılaryine öyle; ta ki uykuya dalıncaya kadar. Uykuda da dudaklan titriyordu hep: Alee... * * *

- Alee... Ale, canım Aleeee... Yaşlı adam kalın değneğine dayanmış şarkı söylercesine çağırıyor da çağırı­ yordu. Dağın yamacından yukan bir erkek çocuğuyla kız çocuğu yakse/iyorlardL Zoronun torunlanydılar; dağünanan şarabını Ale '/erin evinden getirdiği lalçak oğlunun çocuklan Dağanden sonra iki kez daha ovaya inmişli Ale 'yi görmek için. Sonra kış bastı, arkasından ilkyaz.Zoro, işine gacane, gün/ak kaygıianna dalmış, ara sıra anımsıyor, aklına koyuyordu ovaya inmeyi, ve her kezinde bir şey engel oluyordu... Ve böylece yıllar geçti Altı yıl. Ama bugıln... bu sabah Zoro 'nun ruhu a/tastta. Unutmuştu kuzu/an, kendi yeri olan köyan sırtındaki dağı, var olduğunu... Kıırşıda gök mavisiyle dolu dağgeçit/eri, kaya oyuklan, deniz gibi dalga/anan mavi ipek ta/ altındaArarat ovası, gamaş kuşak taşkın Araks ırmağı, yanda daftrtınaya tutulmuş sivri çadırlargibi dalga dalga Ermeni sıradağlan Ama kendisi için başka bir ilkyaz sabahı vardı o anda, gözleri önande; maviye dalmış bir başka danya, başka dağlar, elle çizilmiş gibi başka bir ırmak, güneş/e danyayı tanımaya çalışan başka bir kuzu ve oğlaklarsarasa, elinde körpe daldan değneği gencecik bir çoban, yeşillik toplamaya çıkmış sevimli bir kızcağızlar grupu ve başında çiçekten bir çelenek, taştan taşa uçuşan kaçacak bir kız vardL .. Gözleri çevrende, çağırıyordu yaşlı adam: - Alet;e, Ale, canım Aleee... Ve torunlannı ancak yanına yanaştık/an zaman görda; kızcağız kedi gibi sartanayordu bacak/anna: - Ya kuzular nerede, dede? - Kuzular mı? Yaşlı adam sonradan anladı torununun sorusunu. Kuzular, ha ? Uzaklardan ayınp bakışlannı, do/ayını sazda. Kuzu/ara ne olur ki, kuzum ? Dizleri titriyor, yer onu çekiyordu, inleyerek oturdu, ama çevren onun bakış­ lannı kendisine çekiyor ve kafasında hep aynı şeyi yineliyordu. Kızcağız ekmek çıkınını hemen açıp: 2 16


- Yiyelim, dedi, ht'fJ.I·ini dt• yt•ru dt•tle. «Şimdi bir bardak şarap olmalıydı, diye daşantla Zoro ve o antla ktırar vt•rdi: kalkıp gi.deyim Ale ye». - Kuzular nerede, dede? Gözleri ovada, daşandü Zoro: «Hay Tann benim aklımı bozaydı; Ale gözle­ rimin karşısında duroyor da orada, ne kadar zamandır kendisini görmedim. Kal/ap gi.deyim Ale yi görmeye». - Kuzular ortada yok, dede. - Yok mu? Zaro değneğine yaslanıp ayağa kalktı: «Gidip Ale yi göreyim». Sonra değneğini belli bellisiz uzatarak: - Kuzular ta oradadır/ar, dedi, git topla getir kukardeşinle birlikte yeyin ekmeği, ben bir köye kadar vanp dönerim. Zoroyolda evine vanncaya kadar,kendisini hep kınadı böyle uzun bir zaman­ dır Ale yi görmeye gitmediği için. Ve niye gitmediğine şaştı. Vaktı mı yoktu, göza ve ayağı sakat mıydı, gaca ma yoktu, araba mı yoktu ?.. Niçin gitmemişti, gitmeyi aklına koyduğu gan niçin ertelemişti? Nedense bunda kansını suçlu çıkardı. Eve girdiğinde, zaten adamakıllı öfke­ lenmişti kansma. Ayağını eşikten içeri atmasıyla kavganın başlaması bir oldu: - Senin ekmeğin haram bana, haram, diye yineledi Zoro. Sağ elin/e ekmek veriyor, sol elin/e canımı alıyorsun. Canımı ağzıma getirdin sen. Bu degneği başında parçalamalıyım. Ve değneği yumroğuyla birlikte kendi başına vurdu. Vuronca da, aklına yeni bir fikir geldi: «Hay, Tann benim aklımı bozsun, Ale yi görmeye gitmek de ne oluyormuş?.. Negörmesi?.. Gider alır kendisini ge/irim». - Benim huzuromu bozan sensin, diye yeniden seslendi Zoro, karşısında şaş/an şaşkın duran yaşlı kansına. «Ne doğru söylemiş/er, gôvuron son aklı bende olsaydı,diye... O gan, şarabı aldığım gan, Ale yi alıp gelmeliydim». - Benim huzuromu bozan senin çocukların; kulann ve çocuk/ann. «Hemen o gan Ale yi otomobile bindirip getirmeliydilo>. Sonra daşanda ki, oğlu karşı duror, bırakmazdı. - Benim huzuromu bozan senin ortanca oğlun, küçak oğlun, ve ben onun eli altında yaşıyorom .. Bu ev zından, benim son soluğum bu evde çıkmayacak... Aynlınm, diye birden kesinlikle karar verdi Zoro. «Ben o kulabeye bugan bir çeki dazen verir, sabah erkenden gidip Ale yi alır ge/irim». - Gök yere yıkı/sm ki, aynlınm, hem de nasıl aynlırım, diye direndi Zoro. «Göna/ nzasıyla olmazsa, kaçınp getiririm». - Yeter artık, iyilikle de olsa ayrılınm, zorla da olsa aynlınm. Ve yaşlı kansının şaşkın, tedirgin bakışlan altında, oflayarak dışarı çıktı Zoro. Yeni evin yanıbaşında, kapısı madeni teller/e bağlı eski bir kulabe vardı. Eski eşyalar doldurolmuştu oraya: Eski bir beşik, yanmış bir soba, sapan demiri, orak

217


gibi şeyla vardı. 0/duk�:a işt' yarar bir soba seçti, iki dt• .wndalyt·, kaltmları gt'itıJrıJp yığdı kulübenin yanına, duvartarla tavanı yıkadı, kapıyı sağlamlaştırdı, çeki dılzen verdi eski kulübeye. Akşamieyin oğullan toplanıp geldiklerinde, babalan zaten karyolasını, yata­ ğını taşımış, kapkacak, bir de bir çuval un getimıiştiBabalan ayn ev olmuş, luıpının önünde otumıuş, rahat rahat sigara içiyordu. Çocuklan birbirine geçtiler: Kim gılcendimıişti babalarını ? Birbirlerinden hesap soruyor, analarını sorguya çekiyor, nedenini asıl babalanndan öğrenmek istiyorlardL Zoro ysa kısa kesip: - Canım öyle istedi, dedi. . Her ne yaptıiarsa da ne kendi evine döndü,n e de ayn e v olan iki oğlanlanndan birinin evine. Ayrılma karan kesin mi kesindi. * * *

Enesi günü öğleyin,Zoro ovadaki köydeydi zaten. Ale 'nin evinin luırşısında birkaç gitti geldi -sokakta rastlamak istiyordu ona- gitti döndü, dallan pencereye sürtünen dut ağacının altında durdu, pencereye vurdu ve dut ağacının gövdesi arluısına saklanıp yanıt bek/edi Ale görünmeyecek miydi pencerede?.. Görünse, eliyle işaret edip çağıracaktı onu. Gitti geldi tıkırdallı pencereyi, sak/andı, ama Ale yok da yoktu. Sokakta çocuklardan başka kimse yoktu;ilkyaz olduğu için herkes işinde gılcündeydi. Ve Zoro avluya girmek zorunda kaldL AvluyagimıesiyleAle yi gömıesi bir oldu. Şarap aldığı gün gördüğü aynı kayısı ağacının yanındaydı(kımıızı biber dizilerini topluyordu). Şimdi kayısı ağacının do/ayına sebze ekilmişti ve Ale çapalamakla uğraşıyordu. UfacıktL Bir tümseğe otumıuş, omuzunu ve boynunuyana eğmiş, ve Zoro ya öğle geldi ki, bir yandan çapalıyor, bir yandan da saliamyordu -Zoro ya öyle göründü-ne söz işitti ne de salianma gördü, ama Zoro ya öyle geldi ki, Ale bir oyun havası söylüyor, eski memleket havalarından birini, ve sal/anıyor. Şarabı verdiği o günldl havalardan birini... Zoro 'nun ses/enişi üstüne, yaşlı kadın ona, yaşıyla uzlaşmayan bir yiğitlik/e baktL Zoro, değneğini kayısı ağacının gövdesine dayayıp, kadıncağızın ellerini a­ vuç/arına aldı: - Canını Ale, hoş gördük... Ufal, küçücük bir yumak ol... o Ale kadar -ve başıyla dağlan gösterdi- o küçük Ale kadar. Anımsıyor musun ?.. Bugünldl gibi bir ilkyaz günüydü... Bugün gibi gözümün önünde... Anımsıyor musun ?.. Başında çiçekten bir çelenk vardı, ve sen oğlak gibi o taştan o taşa, o taştan o taşa... Anımsıyor musun? O unutulmaz gün cız etmişti yüreğim... Ve tıpkı ilk karşılaştıkları zaman gibi oldu. Zoro dimdik, bulanık bakışlan uzak dağlardaydL Karşısında duran ufacık yaşlı kadınsa, gözleri hemşensinin yan yumuk gözlerinde: ..

218


- Eve gidelim Zoro kardt•ş, dt•di. - Yoo, eve de1,fil, eve değil, diyt• caniandı Zoro. Şu bağın ta tJte.�indt• körpr bir elma ağacı var, onun altına. Sonra bakır kapla şarap istedi, değneğini alıp gitti, elma ağacının altına oturdu. Kadıncağızın elinden şarabı alarak: - Benimkisi adil bir q, dedi, Tann yardımcım olsun. Şarabı içti ve bir q adamı davranl§ıyla dazeldi yerinde: - E, şimdi sor bakalım: Zoro, niçin geldin ? diye. - Tanulık, dost adamlanz Zoro kardeş, hemşeriyiz. Birbirine gidip gelmek dünyanın kuralı. - Yaaa, hepsi o kadar mı Ale?.. Zoro elini kayısı ağacına doğru uzattı: - Şimdi sana bir şey söyleyim... Bugünkü gibi tatlı bir gündü, ve yüreğim sana cız etmişti Ale. Zoro yanıt beklerken, yaşlı kadın «ne demek istiyor?» gibi bakıyordu: - Ekmek getireyim mi, Zoro kardeş? - Ekmek istemez, şarap olsun. «Ya Tan 'm, diye yardım diledi içinden Zoro, senin kutsal elin/e tutuşan ateş, yine senin kutsal elin/e ye/e, serinfiğe dönüşsün», Yaşlı kadın gelince, konuşmasım sürdürdü Zoro: - Yüksekçe Marula manastın kilisesinin yüreğime senin sevgini soktuğu o gün, o ilkyaz günü, senin boyun şukadarcıktı, bir kanş, duyuyor musun ? İşte o gün anladım ki, o çıplak, çamur/u ayaklı Ale, başında çiçekten çelenk bulunan Ale, benim A/e 'mdir. Benim ve de benim Ale 'mdir. Duydun mu ?.. O gün Marata manastınmn kilisesi senin sevgini verdi. bana, bir de, Tanrısızlar aldılar seni elim­ den. Körpeler arasına çaka/ girdi, yıkım ve kırım, kapıp kaçma, ta/an oldu, güneş karardı Ale... güneş karardı, ve ben/e sen yilirdik birbirimizi... Doğru söylemiyor muyum cancağızım ? Yaşlı adam şarabını içti, yeniden sigara yaktı ve yanıt bekledi.. Yaşlı kadın sessiz, boynu eğik duruyor, aşınml§ pamıakları yeşil yaprak/ar/a oynuyordu. - Sen yine benim Ale 'msin, diye fısıldadı yaşlı adam. O gün yilmiş değildir, var o gün. İşte o ilkyaz günü şimdi gözümün önündeymiş gibi duruyor karşımda.. .Oğlaklar, kuzular oynuyorlar Maruta dağının eteğinde, ve sen... Önceki sabah beliren, renk renk kadife/ere bürülü geçmişin o ilkyaz günü geçmiyor da geçmiyordu. Zoro yeniden başladı anlatmaya: 16 - Ya... Maratug( ) mühürledi qte sevgimi ve o günden bugüne dek o kutsal günah ruhumdadır Ale... Kalk, bağla kuşağını gidelim cancağızım. - Nereye? diye şaşkın baktı yaşlı kadın. - Nereye? diye soruyor bir de... Yahu anlattığım bu masal kim içindi? Kalk birlikte bizim köye gidelim Ale. Ben karımdan ayrıldım gitti. Birkaç yıllık ömrümüz kaldı şurada, birlikte yaşarız, varsın Maratug'un gönlü hoş olsun. Kadın, ağzını eliyle kapatarak kendi kendine: - Çıldtmıl§ mı ne? dedi, ve Zoro 'nun önünden şarabı almak istedi. - Yoook, şaraptan değil, dedi Zoro. Şarabın bunda ne suçu var? Şarap değil

219


Alt•, işu• şudur... Elini yareğine dayadı Şudur canca�ım, şu ... O gılzel ma.ı-al kim içindi,.Ale. Sen ve ben başımızı aynı yastığa Jwymayacaktıysak, ya o ışıklı sabah niye doğup danyaya geldi?.. Bu olmayacaktıysa... o mavi sabah niçin doğdu ? Zoro o sabah küçacak, güzelim Ale 'sini bulup da daha akşam olmadan yitirecektiyse o ışıklı sabah niçin var oldu Ale? Bu günah dolu danyaya gelip de günah ekleyip gitmek için mi? Zoro 'nun ruhunu toprağa görnap gitmek için mi ?Zoro ya, dünyada işte böyle tatlı bir şey var deyip uzaklaşmak için mi Ale?.. Daş mayda o?.. Gaze/ bir masal mıydı?.. Hayır, o ışıklı sabah gerçekti ve var. - Kalk,kuşağını bağla da gidelim, diye zorladı Zoro. Kııdıncağızın canı sıkıldı - Gökyaza tanık olsun ki Zoro kardeş, sen aklını uçurmuşsun. - Kaçınnm seni! diye yumruğunu yere vurdu Zoro. Kııdın,avucuyla ağzını kapatarak hafifçe gü/da: - Nasıl kaçınrsın Zoro kardeş? - Ufacık, bir yumak şeysin, atanm çuvala ve... Gaç/ak köyden dışan çıkmcaya kadar. Sonra danya yıkılsa, Ale benim Ale 'm. Kaçınnm,diye kesinlikle yineledi Zoro. Avludan bir erkek sesi işiıildi.Ale yi çağırıyordu. Ve bu ses, telefondaki «aloo» gibi çın/adı Zoro 'nun kulağında. - Kocam, diye hemen yerinden kalktı yaşlı kadın. - Kocan iyi adam, ama yine de kaçınnm.Bir gece kaldı,kaçınnm. Ve kadının eteğini çekip ftsı/dadı: -Ağzını kapalı tutar, hiç ses çıkarmazsın. Yaşlı kadın yine gülamseyip, önlağanan ucuy/a ağzını sildi: - Kalk Zoro kardeş, kalk eve gidelim. - Evde ne işim var benim ?.. Atanm kendimi köyden dışarı, karanlık basınca yine döner, yolunu beklerim. Söz bir, Tann bir. Ev sahibi yeniden seslenince: - Buradayım, diye yanıt verdi Ale, Zoro kardeş gelmiş. Zoro,kadının eteğini çekti, dişlerini erkekçe gıcırdatarakyumruğunu gösterdi - Kaçıracağım Ale, diye ftsı/dadı, istesen de istemesen de kaçıracağım. O sırada ev sahibi göründa: - Haaa, sen misin? Hoşge/mişsin. şarap mı istiyorsun? diye gü/da. - Çok isterim kardeş, diye kınklıkla kabul etti Zoro. Dünyada senin şarabın gibi yoktur ve olamaz da. Ne kadar yaksekten atsan ve kafamı şişirsen hakkın var. Derken, aile toplandı: Bir çift oğlu, bir çift gelin, torunlar biraraya gelip masa­ ya geçtiler. «Şen bir masa, diye aklından geçirdi Zoro. Dağan masası gibi. .. Maratug tanık, benimle Ale 'nin dağüna». Gerçekten sevinç içindeydi aile, ve Ale 'nin oğullan coşmuştu/ar. Zoro şarap alıp götardağa gün, onlar evde değillerdi Annelerinin hemşerisi, ilginç bir adam gelmişti o gün, yaşlı bir adam. Bakırö/ça kabıy/a bilmem kaç kap şarap içmiş,şarkı söyleyip içmiş de içmiş ve gücan dışan çıkarmış/ardı bodrumdan. Sonra yeniden

220


J:t•lmişti ama, yazık ki yim· gt'Jmıt•mişlrrdi. /�·tr şimdi o il�:inç yaşlı adam on/ann konu�ydu.Ak, sık bıyıklan,alnında drrin buruşuk/an vardL Yaksrk srs/e konu· şuyor, şarabı beğeniyle dibine kadar içiyor, sonra hemen yeniden do/duruyordu kadehi. Ev sahibinin lalçak oğlu daha da coşmuştu: - Sen bizim dayınıız sayılırsın, dedi Bizim taraftan hiçbirakraba, dostumuz yok, sen gerçekten dayınıızsın. «İster yabancı şey, ister dayın,diye yanıt verdi Zoro içinden, hem de bu gece kaçınnm anneni... Kııçırınm oğul». Kaçak oğlu annesine çok benzerdi «Bu oğlan benim oğlum olmalıydı» diye daşanda Zoro, ve: - Senin kann hangisi kuzum ? diye sordu. Ve oğlanın tam yanında oturan kansı pek hoşuna gitti. «Ve bu gazel gelin benim ge/inim» diye, olqadı gelinin saçlannL - Sağlığınıza, diye ast aste iki bardak şarap içti, ve daha dikkatle baktı oğlana. Oğlanın gözbebeklerinden sevinç kıvılcımlan çıkıyordu ve bir şarkı vardı gözlerinde. Evet, şarkı vardL Zoronun bildiğine göre, öyle gözleri olan batan gençler, iyi de şarkı söyler/erdi. - Sen şarkı söylemesini bilir misin kuzu ? - Bilirim, diye yanıt verdi oğlan sevinçle. - Öyleyse şu senin dayının kadehine bir şarkı söyle. Oğlan şarkı söylerken yine içti, ve gözlerine sis çöktağü.na duydu... O kadar çabuk, ha?.. Küçak bardaklarla daha yalnızca birkaç bardak içmişti.. . Demek anık içmemeliydi.. . Zoro buraya yeyip içmek için gelmemişti.. . Varsın ev sahibi içsin... içip esrik olsun, varsın oğlanlan içsin/er... Zoro bir amaçla gelmişti bura­ ya... Ale neredeydi ya ? Ufak tefek yaşlı kadın girip çıkarken dudaklannda gizli bir gaıacak vardL - Yaşa oğul. Zoro kadehi dudağma yak/aştınrken içsin mi, içmesin mi diye daşanda, ama içti. Daha da yakışıklı olasın... Ama söylediğin şarkı o deği� başka bir şarkı olmalcydL .. Şimdi ben kendi şarkımı söyleyim de, sen dinle. Ve şarkeya başlamadan önce Zoro gözlerini yumdu, başı eğik, omuzlan ve gövdesiyle sallanarak yayiandı yay/andı, sonra, aaah heeey diye sesini koyverirken elini başına kaldırdı ve başladı şarkısına... Gözleri yumuk, kendinden geçmiş, bitkin bir yaşlı adamın kaba, kırık sesiyle şarkı söy/ayordu. Doğa astaneydi şarkı; gazel taşlarla, renkli çiçekler/e dağlar ve dağlardan yukanyakse/en kağnı yollan ve kağnı astaneydi; gökyazane doğru uçan ya/ını yeleli at/ar, dagın göğsande, ganeşin karşısında seriliyuvar/akça buğday tarlası astaney­ di.. . Zoro elini başının astüne kaldınp indirirken bir şişe devrildi, yanında oturan gelin biryana çekildiyaşlı adamın şarkı söyleyen eline engel olmamak için. Şarkı, ellerinde körpe daldan değnekler olan çobanlar astaneydi, ve yeşillik toplamaya çıkan gazel ön/akla kızlar astane... Doğa ve sevgi astaneydi şarla .. Zoro şarkısını bitirdiği halde, daha şarkcyla birlikte sal/anıyor, yaylancyordu; gözleri yumuktu daha, ve öylece eğilip seslendi: A/eeee... Şarkı mıydı bu, şarkının sonu mu, yoksa kansının adı mı? Ev sahibi anla­ madL Ale işini gacana bırakıp, masanın kenannda baza/maş duruyordu. Biraz 221


ıJnaki ılin\'li�i. dudaklarının U(larındaki o Kizli gıüücükyok olmuştu. Acılı, şaşkın ufank yaşlı kadın hmışaisim• bakıyordu. Alt't't', Zoro pencereden dışanya baktı, güneş batmak üzereydi. Sonra hafif bir şarkı gibifwldadı: Güneş hiç batmasaydı bu dünyada; öğle, gün batışı, alqam, gl'Cl', yaz ve kış olmasaydL.. Salt ilkyaz. .. yalnızca ilkyaz ve sabah olsaydL.. Büyılmek de olmasaydı Ale, çocuk hep çocuk kalsaydL Ben o güzel taşın üstünde, sen de yeşillikler içinde, başında hep çelenkle, o çelenkle kalsaydık Ale... Herkes susmuş, yaşlı adamın konuşmasını dinliyordu, ve ev sahibinin küçük oğlu üzgündü: -Anne, dedi, Zoro dayı yanıbaşında bak, anne... Otur Zoro dayının yanına. Annesiyse ayağa kalkmakta güçlük çekiyordu. Oğlu yardım edip, getirdi annesini Zoro 'nun yanına otuntu. - Ya Maratug deyip ayağa kalktı Zoro ve yaşlı kadını kucağına aldL Sonra yaşlı kadın yüzünü dayadı Zoro 'nun göğsüne, Zoro ysa başı eğik, yanağı Ale 'nin saçlannda, yan kapalı gözlerle yandan bakıyor pencereden dış an­ ya, ve şarkı söylercesine çağırıyordu: - Aleee... Ale, canım Aleeee...

Muşeğ Kalşoyan

222


ZORAYR KHALAFYAN (Taliş I Ağustos 1933) Yazar Zorayr Khalafyan, Erivan Üniversitesi'nin Fizik-Matematik Fakül­ tesi'ni bitirdi (1956). Erivan'ın çe�itli ara�tırma enstitülerinde kroki mühendisi olarak çalı�tı (1957-1967) . Hikaye, roman ve piyesler yazdı, çogu Rusça, Bul­ garca, lehçe ve Çekçeye çevrildi. Eserlerinden en önemlileri <<Sel»(1963), «Ne­ rede İdin Be Adam»(J966), «San papatya/Ökü.zg6zü yapraklan Ponreniz»( / 971), «Mucize Çocuk»(J 973), «Ölen Harno» (1975), «Ponrenizin İadesi» (197H), «Salıncak» (1 972), «Farklı Müzik/en> (1 973), «Baba Evi» (1 975).

DUVAR Oyıllarda gençler çift taban/ı lamduralar giyiniyorlardı, ama bunlar dükkiın ­ larda yoktu. Nerses 'e çok sipariş veren vardı; deriyi fabrikadan çalıp getiriyorlar, o da bu hırsızlardan satın alıyordu. Kentliler yalnızca çift taban/ı kunduralar istedikleri halde, fabrikada böyle ayakkabılar dikmiyorlardı.. Nerses, komşu Aharon için de böyle bir çift kundura dikmişti. Adam parayı kendisi getirmiş ama Nerses almamıştı.. «Sanki dünür veya dostmuşuz gibi, diyt• alay etmişti kansı, hay gömeydim seni!.. ». Nerses sessiz işini g6rüyordu, çalışkan adamdı, gece yansına kadar dikerdi. Çekicin sesi dışandan işitilmesin diye, nıut­ fakta oturup çalışırdı. Ama yine de işiti/irdi. Maliyeden gelip arar, hiçbir şty bulamaz/ardı.. Avludaki komşu/ara soruşturmuş/ar, hepsi de haberi olmadıgını söylemişti. Yalnızca Aharon 'un kansı sabredememiş: «Hepsi de bilir ama gizliyor­ lar, demişti. Tutup kocasının kundurulannı g6stermiş: Na işte, g6zünüzli g6rün, Nerses 'in dikıiği» demişti. Mahallenin sorumlusu Kevorkyan, Aharon 'un sol kun­ durasını almış, d6rdüncü kattan birinci kata inmiş, «6zür dilerim» deyip içt•ri 223


Kirmiş w· Ahartm 'un sol kundura.vını Nerses 'e göstererek: «Bunu kim dikti Ner­ ses?» diyr sormuştu. Nerses de, «ben» demişti «Demek. .. dikiyorsun, ha ?». «Diki­ yomm, dt•mişti Nerses, Aharon için parasız bir çift kundura dikıim, dost insanla­ rtz». «Ne gibi bir dostluk var aranızda?..». «Bayük bir dostluk var aramwla Kevorkyan yoldaş. Bizim kızla on/ann oğlu çoktan ... daha çocukluktan birlikıeler, yakında evlendireceğiz, zaman işi». Kevorkyan yoldaş, sol kundura elinde, dördan­ ca kata çıkmış, zile basıp «özar dileyereh içeri girmiş ve Aharon 'un kansı Aşk­ hen 'e sormuştu: «Bu ayakkabeya ne verdiniz?». «Parasız dikıi», tkmişti Libarid 'in anasL Kevorkyan sol kuntlurayı Aharon 'un önane atmış, Aharon da ayağına geçirmişti. «Ne iftira ediyorsun öyleyse» demişti Kevorkyan. Aşkhen de: «Git sor bakalım deri neredenmiş ?». Kevorkyan yeniden çıkanmıştı aharon 'un sol kundu­ rasını, nerses 'in yanına inmiş ve: «Bu ne biçim danar oluyorsunuz Nerses, hiçbir şey anlamıyorum» demişti «Ben de anlamıyorum», demişti Nerses. Ve Nerses 'in kansı: «Ben onlara kız vermem; vanm yoğum bir tek kızım, onu da vereyim ki gitsin o aptal Aharon 'la cadı kansına baksın, ha ? Daha vermedim ya!». Kevork­ yan yoldaş yüzbaşıydı; yeniden çıktı dördanca kata. «Deriyi çalmış olduğunu söyledi mi?» diye sordu Aşkhen. Kevorkyan az kalsın: «Sana ne be cadl» diyecekti ama: «On yıllık deri, dedi., bin dokuzyüz bilmem kaç yılında dışandan gelenlertkn almış... Siz ne biçim danarlersiniz böyle?» Aşkhen başını sallamış: «Danarma­ şaz... yok mu ya!.. Vanmız yoğumuz bir oğlumuz var, onu da iç gü.veyliğine almak istiyorlar, ne danariağa? Kundura dikiyor şu zavallıya, o da sesini çıkarmadan alıyor». - Karı, sus! Aharon 'un gözleri korkunç bir hal almış, sabırsız deviniyordu, sanki Kevorkyan orada değilmiş gibi.. - Eskiden aranız iyiydi aklımda kaldığına göre. Birbirinize gider gelirdiniL - Şimdi de iyiyiz... Gel birer kadeh votka içelim. Kunduramı da bırak giyineyim. - İçmem, nöbetteyim. Al kunduranı, demirini de sıkılaştır... Yok, getirme Aharon, içmem. - Ge� ge� alçak gönallalak gü.nahtır... Kevorkyan her fırsatta danya görmaş bir adam olduğunu söylerdi Parasız yolculuk kağıdı gelirdi ve yılda bir yoldaş milisier/e birlikte Sovyetler Birliği 'nin istediği kentine gider, iki gü.n kadar kalır, lokantalarda bira içer, fotoğraflar çektirir, geri gelirdi - Estonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti bende derin bir izienim bıraktı, ve özellikle biliyor musun ne?.. Oğlan/ann kıziann işlerine kanşmıyorlar orada. İster iç gü.veyliğine gitsin, ister alıp kızı eve getirsin, özgü.r danya canına yandığım, ne isterse yapsın. Rahat kentleri, ve yerli milis/er bize dediler ki kardeş, kendi halkın­ dan çok memnunmuşlar, saygı, onur...». Kevorkyan 'ın kadehini yeniden doldurdu Aharon: «Benim yapacak bir işim var, sen iç» dedi «İŞ» dediği çocukça bir şeydi Kevorkyan gü.lamsedi içinden: «Şimdi ne iş asıande çalışıyorsun?». «Kendi kendine sallanan bir beşik yapmak­ tayım» dediAharon. Galeceği geldi Kevorkyan 'ın, ama ağzını açmadı, yine içinden gü.lamsemekle yetindi «Torunlannı saliayacak beşikte» diye alay etti kansL Bir kez de gü.ya çamaşır makinesi yapmıştL Biçimsiz bir fıçının içinde tahtadan

224


kürek�·ik/er dönayordu. J�·int• doldurdu�o,Jr4 \"tırşaflar beş dakika dtJndaktm .wnra paçavra olmuşlardL Ama tanıkların dedik/t'rine gt'Jre çarşaflar tertemiz çıkmıştı. O zaman daha hiçbirfabrika çamaşır makinesi çıkarmıyordu. Çarşaflar yırtılm�· ama temizdiler; yazık ki dikiştiri/me/eri olanaksız oldutıJndan, karısı tahta bezi yapmıştı onları. Şimdi de, kendi kendine sallanan beşik yapmakta oldutunu söylayordu: - Yazık çocuk ana/anna, canlan çıkıyor, gılndiızleri çalışıyor, geceleri de uykusuz, oturop çocuk sallıyorlar beşikte. Kimsenin düşandaga yok bu konuda. Bu buluşum kabul edilirse, hallan derdi hiç olmazsa bir derece hafifler. Aharon konuşurken beşik kendi kendine sallanıyordu. Kevorkyan dışan çıktığında, vakit oldukça geçti. Nerses 'in mutfağından hafif çekic sesleri geliyordu. Av/unun karanlığında iki kişi durmuş, onun uzaklaşıp gitmesini bekliyorlardL «Biri o çalışkan adamın kızı, öbara de o us/unun oğlu, diye aklından geçirdi Kevorkyan. Nerses iyi etmiyor, bu saatta ne diye dışanya bırakıyor lazını ?». O sırada Nerses 'in mutfakta çalınmış deri dövdügana, kızı Zarohi 'yiyatıp uyumuş sandığını, ve kızını uyandırmamak için deriyi yavaş dövdagana bilmiyor­ du. Zarohi, elindeki küçacak mermerden fili dişlerine vurop tılardatıyordu. Eve gitmek istiyordu, ama Libarid ne söyleyecek. .. ne yapacak diye bekliyordu. Kendi­ sini kucaklamasını istiyordu oğlanın. Mahsusyaklaştı, dartta onu dirseğiyle: «Ben artık gideyim», dedi, biraz bekledikten sonra: « Vakıt gecikti» diye ekledi. Gerçekten de geç kalmıştı, evlerin ışıklan sönmaştıı. Saçma bir sözden, başka bir saçma söz dotıJyor ve saçma lafiann sonu gelmiyordu. «Anımsıyor musun?. ». Tahta merdi­ venin altında eski bir köpek yuvası vardL Libarid 'in anısında kompı Mihran 'ın yavro köpekleri havladılar. Ev oyunu oynamış/ardı; kendisi baba, Zarohi de anne olmuştu. Libarid gıllda, Zarohi de mermerden küçak flli onun dişlerine vurop tıkırdattL Aynlacaklan zaman, birden Libarid'in aklına Hosdig'in dediği geldi: «Za­ rohi'yi gördak, bir gencin arabasına binmiş gidiyordu». Sormak istedi kıza, ama buna içinden bir şey engel oluyor, ve anısında Mihran 'ın küçak, temiz köpek yavrulan havlıyorlardL Herhalde biryere gidecekti kız, diye daşanda, rastgele bir araba durdurmuş, parayı ödeyip gitmiş olmalıydı. SormadL Belki de iş arkadaşının arabasıydL Senfoni ve varyete maziği plaklan satan, Garo adında biri 11ardL Zarohi, halk tarküleri plaklan bölamandeydi Orada sabahtan akşama kadar zuma, davul, kemençe ve kaval sesleri dinmezdi. - Garo araba almadı mı? - Bilmem, dedi Zarohi Hosdig biz de aynı gencin, iki aç kez «gılya» kundura, ısmarlamak için, Nerses 'in evine gittiğini de söylemişti. Ama o «gılya», Hosdig'in sözayda. İki gıln sonra Libarid kendisi de gördü o oğlanL Gelmiş, «Moskviç» arabasını avlunun köşesinde durdurop, Nerses'in evine girmişti. «Şunun kundurasını da bir tarla dikmedi gitti» diye düşanda kendi kendine Libarid. Orada ayakıa durmayı onurona yediremedi; oğlan ne zaman gidecek diye bekliyor sanabilir/erdi Eve girdi. «Alsın ayakkabısını, gidip cehennem olsun» diye daşanayordu. Akşam asta Zarohi'yle sinemaya gitti, yine hiçbir şey sormadL Kaç yıldır zaten birlikteydi/er. .

225


Zamhi )it• ytJklaşıp o1111 konuşturduk/an da olurdu. Bunda ne var, güzel kızdı, kendisi de aynı şeyi yapardı. Ama Libarid 'in sözü olup da kimin/e işleri olduğunu anlayınca, bırakıp uzaklaşır/ardı oğlan/ar. Bir kı!zinde işten dönüşünde, dikiş atölyesine daha varmadan, o oğlanı, duvann dibinde durmuş, parmağında anahtannı çevirerek şarla söylerkı!n gör­ müştü. Az kalsın dönüp yaklaşacak ve neredeyse bir şey yapacakıı oğlana. Ama yaklaşıp da hiçbir şey yapmadığına acmarak geçip gitti. Yenilgi gibi bir şey çök­ müştü yüreğine. Hosdig'le Hovsep avluda oturmuş sigara içiyorlardL Kendisi til! oturdu yan­ /anna. Hosdig bıçakla, tahta peykenin üstüne adını oyuyordu. - Berbat etme peykeyi, dedi Libarid. Hosdig işitmedi. Sana söylüyorum tulumbacı! Hosdig tek bir yazı kaldığını söyledi ve son «g»yi oymaya başladL Libarid kalkil bıçağı elinden almak için. Hovsep araya girdi, ikisini de itip ayırdL Hosdig yine yerine oturdu ve titreyen bıçakla başladı oymaya. - Oyacağım ya, ne yapacağım ? Adımı Hosti olarak bırakacak değilim ya! Annesi yukandan: «Çık, eve gel Libo» diye seslendi. Yemek yerken annesi yanında oturmuştu. «Gürültüyü işitince, anladım ki yeniden başlamışlar, dedi. Sen gelinceye kadar kavga ediyorlardL .. Biri Nerses'e kundura ısmarlamış. Almış kundurayı gitmiş, sonra yine gelmiş. Hosdig ve Hov­ sep, bir daha bu;ada görünmeyesin dediler», - Kime dediler? - O oğlana. Nedense bilmem, Nerses 'in evine gelmişti. istediğim zaman ge/irim, dedi, siz kim oluyormuşsunuz? - Kim dedi? - O oğlan işte. Gelmiş ağacın altında durmuş, gözü Nerses 'in penceresinde, şarkı söylüyordu. - Ne şarkı söylüyordu ? -Ateş gibi sıcak bir dalga geçti gövdesinden- madem ki almış kuntluralan sonra niye gelmiş? Annesi: «Yemeğini ye, Tanrı beltisını versin onun». - Niye dövdüler? - Niye de niye?.. Nerses 'in evine gitmesin diye. Libarid avluya indi, Hosdig'i dışan çağırdı, sorup soruşturdu. Hosdig elleri cebinde, omuzlannı kaldırdı, şaşmış gibi bir hal aldı. «Ne zaman ? diye sordu, kimin/e?». Ama Libarid çok üsteleyince: «Sana ne? dedi Hosdig, hoşumuza gitmedi dövdük, sen ne diye kanşıyorsun? Gelmiş avlu­ muzda durmuş, kendi kendine şarkı söylüyordu, sanki dünya onunmuş gibi». Libarid anladı ama, pek derinine varamadı, Zaruhi 'nin adını kanştırmak isteme·· di konuşmaya. Kıza da hiçbir şey söylemedi. Ama komşular zaten başlamışlardı bu konuda konuşmaya. Usançtan ve boş durmaktan doğan dedikodu, evden eve dolaşıyordu. O oğlansa, artık bir daha görünmedi avluda. Yalnızca bir kı!z arabasıyla yaklaşmış avlunun girişine, ama çocuklar toşlayarak kovmuşlar diyorlardL Ama yine komşular, eski «Moskviç» arabasının, karoserisini zangırdatarak, birkaç kez geçtiğini aniatıyorlardı kendi sokaklanndan. Ve adını bilmedikleri için «şarla

226


.ı·tJyltym» diyorlardı. «Ztlruhi iştm t'l't' dönakm, şarkı stJylrym, araba.nnı onun yanuıdan yavaşça sürerek konuşuyo,.,., diyorlardı. «Zaruhi bakip konuşuyor, Za­ ruhi bakıp gülüyo,.,., diyorlardı. «Şarki s(Jyleyen birçift kundura daha ı.rmarlamış», diyorlardı. Olup biten her şeyden haberleri vardi: «Nerses, şarki s(Jyleyenin araba­ sıyla gitti mal getirmeye... ». Plak dükkiJnuıuı dll vanna, sokaktan yana, opar/örler koymuş/ardı. Içeride müşteriler plaklan dinlerken, müzik dışanya yayılıyordll. Ve insanlar soka�n o lasmuıı, içlerinden dansederek geçiyorlardı. İki opar/ör vardı; biriAvrupa şarkiiarı, öbürü de ulusal şarkılar söylüyordu.. O günlerde kentte herkes «Karine» şarkısını söylüyordll; «Karine, Karine, ben senin için düzdüm bu ateşli sevgi şarkısuıı. .. ». Çok geçmeden dükkiJna gelmişti o plaklardan, ve sevenler dökülmüştü satın almak için. Alışverij iyi gidiyordu, plaklar hemen tükenivemıilti. Hiç kalmamıştı. isteyenlere: «Yok, tükendi, kalma­ dt» diyorlardı. - Sahi miyok? diye sordu Libarid Zaruhi ye. Ustam rica etmilti de, getiririm, demiltim. - Bir tane bile kalmadı, dedi Zaruhi, kapıştılar. Ama yine gönderir/er. Alırsak kaç tane saklayım ? Cumartesi günü elektrik kesildiği için çalışmıyor/ardı. Öğleye kadar bekledi­ ler, ama ciddi zarar oldugundan alam yoktu. O günü «çalışılmamış gün» sayarak., herkese beşer ruble gündelik hesap ettiler, daire şefi kapıcıyla konuştu, 4çiler de belgelerini alıp evlerine gittiler. Libarid, günün o saatında rasgele dükkiJna girdiğinde o oğlanı gördü. Oğlan, elinde bir plak Zaruhi yle konuşııyordu. Dikkati çekmeden uzaklaşmak istedi, ama Libarid tuttu onun elini. - Bakayım ne almışsuı. Zorla kaptı elinden plala, baktı ki üstande «Karine» yazılı. - Al git, dedi Libarid, bağışla. .. Zaruhi'nin rengi attL Korkulu, gülümseyerek Libarid'e bakıyordll: «Kendim için bir tane alıkoymuştum da...». İşte bu kötüydü. Dayanılacak gibi değildi. «Olur a, usanmıştır benden. Belki de artık sevmiyordllr. Olamaz mı yani? Olabilir. Öyleyse hakkı v�. Niçin birden böyle oluvemıilti? Giderek daha da kötü olacağını duyuyordll. Ya günün o beklenmedik saatında, fabrikada bulunması gerekirken oraya gelmil olması ve ikisini birlikte gülerek konuşmakta görmesi... sonra Zaruhi 'nin yalan söylemesi ve oğlanuı kaçar gibi sıvışması. .. Belki de hergün oraya geliyordllr... Zaruhi bir şeyler söylüyordll; «Vartan» demiiti, «Babamuı tanıdığı. .. bize iyilik yapmıştır... ». Demek adı Vartan 'dı. Libarid ilitmiyordll. Müşteriler müzik dinliyor/ardı. DükkiJnuı bir ucunda bir müzik, öbür ucunda başka bir müzik ilitiliyordll. Öğrenciler vitrin boyunca yürüyerek, ne gibi plaklar olduğunu okuyorlardı. Satılmış olanlar kirmızı kalemle silinmilti. «Karine»de silinmil, çoktan silinmilti. Daha birkaç gön önce kolayca bulunabilen bu plakuı üstane kirmızı kalemle çizgi çekmillerdi Ve önemlisi «Karine» değildi. Tükümıüş­ ıa ona, zaten sevmiyordll o şarlayı. Hiç konuşmadan eve geldiler. Dar sokakta durdlllar. Aynlmadan önce

227


birbirlerinden bir söz bekleyerek bakıştı/ar. Libarid kızı Opta, gOğsande onun yepyeni, türernekte olan, tam yabancı/aşmış gOvdesini duydu. Bir de, o korkulu gOvdesinde, o korkulu Opacağande ve çok, pek çok seven çok korklı/u gOzlerinde anlatılamaz bir gilzel/ik, umut kıncı bir çekicilik sezdi Zaruhi hızla evlerine doğru gitti, kaşla gOz arasında geri dOnap bir baktı, kapıyı açıp girdi içeri. Gitti yok oldu, birini yitirmiş gibi gOzden ırak/aştı, oğlan da birini yitirmişçesine olduğu yerde ka/akaldı. Bir başka kez rastgele gOrda o «Moskviç» arabasuıı. Başka bir sokakta. Araba yokuştan aşağı iniyordu, bir evin giriş kapısı onande durdu, oğlan elinde bir torbayla dışan çıktı arabadan, posta kutusuna yaklaşıp boşalttı kutuyu, attı torbayı arabaya, bindi gitti Aralannda şOyle bir konuşma olmuştu: - Ben de seviyorum, sen de seviyorsun, demişti Vartan. Seviyor, ve bunu gizlemiyorum. Hem daha ilk gOrdağam gilnden. Suçlu muyum seviyorsam ? Libarid 'in batan yaniışı onu suçsuz bulmasındaydı. Onu anlamak/a, çıkar yol aradığını daşanmekle, kendisini onun yerine koymakla da yanlış yapıyordu. Rahat konuşmak/a, oğlan sigara asıane sigara yakıp da aynlırken «iyi gece/er» demekle de yanlış ediyordu. - Benim onunla birlikte olduğumu batan danya biliyor, dedi Libarid. Çoktan onunla birlikteyiz. Bir iki günden neredeyse ev/eneceğim. - Sen evlenen değilsin, ben her şeyi biliyorum. Benimkisiyse başka; ne anam var ne de babam, gider onlarla birlikte yaşanm. Libarid aptallaşmış baktı: «Sen çıldırmışsm...» dedi Öbara, karşısındakinin ne kadar çok şey sOylediğini, «gider onlarla birlikte yaşanm» dediğine akıl erdire­ mediğini anlamadı. - Bak, dinle, dedi Libarid. Parmağıyla dokundu: Parmağını keserim. Eliyle dokundu: Elini keserim... Yareğine dokundu... Baktı oğlanın ateşinden yaktığı sigarasma, iğrenerek attı, eve gitti Libarid 'in annesiAşkhen, kardeşinden, Aharon 'a bir iş bulmasmı rica etmiş, o da yufka ftnnında iş bulmuştu. Babasıysa orada çalışmak istemiyordu. «Ne yapacağım ben yujka ftnnında? diyordu, ne hamur yoğurmasını bilirim, ne okla­ valamasmı, ne de pişirmesini». Libarid 'in dayısı kandırmaya çalışıyordu onu: «Karlı işe koyuyorum seni be adam, sen de bilirsin, herkesi alıyorlar mı oraya?» «0 kadar beğeniyorsan kendin git» diyordu Aharon. Dayısı şunun bunun için havanda bulgur dOverdi, ve bu iş daha az karlı değildi Belki de batan kentte, 20. yüzyı/m ikinci yansının tek bulgur dOveniydi «Kendi kendine sallanan beşik yapmaya kalkmışsm. Yahu kime gerek bu ? Kııç yıldır aptalca makineler yapıp duruyorsun. Gotarap gOsteriyorsun, istemiyor/ar, yine de akim başuıa gelmiyor». Hiç de hoş olmayan bu konuşma sırasında, beşik zaten hazır olup kendi kendine sallanıyordu. Ara sıra durduğu da oluyordu, ve Aharon karşısındakini işitmiyor, kafasmdaki bir sara daşancelere dalmış olarak, beşiğin durma sebebini arıyordu. - Analar geceleri uyumuyorlar da, bunu kimsenin daşandağa yok. Binlerce yıl analar uyumamış, yavru/annm beşiğini sallamış/ardır. - Gande iki yujka bile getirsen eve, yeter. Hiç olmazsa ekmeğe para vermez228


sin, diyt· onu kmıdımıaya �·alışıytmlu bul�:ur dtJvm. - Elbette, diye do�Jruluyordu kan.ı-ı. Ama günler geçmiş, Aharon beşiğe ilgisini tamamen yitirmişti. Hep tlyi' olurdu zaten; ya yeni bir fikir doğardı kafasında, ya da anlardı yaptığı işin saçma­ lığını. Ezilmişti, yiizü asıktL Saatlardır bakıyordu kendi kendine sallanan o abur cubur beşiğe. Hafifhafifses çıkaran iki küçük çıngırdak, onu daha da üzüyordu. Bir yolunu bulup yufka ftnnına gönderdiler adamL O da gitti. birinci günü üstünden un kokarak eve döndü. İkinci gün de üçüncü gün de un kokulanyla, üstü başı un içinde, yorgun geldi. Ama yufka getirmiyordu. Libarid işten döndüğünde evde durmaz, avluya iner, gençler/e konuşur, sat­ ranç oynardL pazarlan Zaruhi 'yle birlikte ya sinemaya gider, ya da parka girip eğlenirlerdi. pistte gençler birbirlerine sarılmış tango oynarlardL Ancak tek tük ku olurdu, kavga çıkar, dans dururdu. Bir kezinde Zaruhi: «Hadi, gidip dansedelinı», demişti. - Orası sana göre bir yer değil. Zaruhi danseden faziara bakar ve orasının neden onlara göre olup da kendisine göre olmadığına akıl erdiremezdi. Geniş küpeli, kıvırcık saçlı, alyanaklı danseden lazlar Karmen 'ler gibi güler, ipek giysileri ftr fir döner, kavgaya sebt•p olur, ara sıra kendileri de yumruk yeyip kedi gibi sesler çıkanr, ağlayarak evlerinr gider, ve enesi pazar yine bir gençle gelip, başka bir genç/e eve döner/erdi. Bir kezinde de Zaruhi'nin parkıa Vanan 'la dansettiğini söylemişlerdi. Hepsi bir kez dansetmiş, hemen dışan çıkmış, çıkar çıkmaz da ayrılıp, koşarak eve dönmüştü Zaruhi. Ama bunu gören olmuştu. Libarid buna da önem vermezdi. Ama şu bu onu, yalnızca önem vermeyr deği� hem de pek büyiik bir önem vermeye zorluyorlardL Sanki onun onuru kendilerini pek üzüyormuş gibi... Bir de, Zaruhi 'nin eskiden öyle olmadıtım söylüyorlardL «Evlenme zamanı gelmiş, kız şunun bununla düşüp kalkıyor. Oğlan da çocuk değil, ku da. Analan babalan ne düşünüyorlardı?». Eylül 'ün başlarında, analan tereyağı almak için kuyrukıa beklerken boş bir şey yazünden tanıştılar, sonra eve döndüklerinde tanışma kavgaya dönüştü. Libarid kavgayı işitmernek için avludan dışan çıkıp gitti. Zaruhi de gitti, amtı kadınlar kavga ediyorlardL Sonra kocalan çıkıL «Kanlan bitirdi kavgayı, şimdi de kocalan başlıyor/ar», dedi Hosdig. Libarid'le Zaruhi sokakta buluştular. Yan yana, konuşmayarak yiirüyorlar­ dL «Ne düşünüyorsun?» diye sordu Libarid. «Gel bu akşam eve gitmeye/im». Zaruhi susuyordu. «Razı mısın ?». Kız «hayır» anlamına başını salladL Razı değildi. «Bir oda kira/ar, yaşarız». Zaruhi istemiyor, hep başını sallıyordu. Olma­ yacak şeyler söylüyordu Libarid. Kız onu dinlerken kendi odalarını gözünün önüm• getiriyordu: Daracik karyolayı, küçük pencereyi, gaz ocağınL .. Geç vakit döndüler; evdekiler yatmış, ama daha uyumamışlardı. Nase.v 'in kansı kalktı yatağından, ses işitUmesin diye kızı avlunun öte yanındaki odaya götürdü ve orada dövdü onu. Nerses kanşmıyordu, ama kansının fazla ileri gittiğini görünce içeri girdi. Dayakla deği� sözle anlatmalıydL Elini tutup geri Çl'kti. O sırada dördüncü katta da Aşkhen oğlunu aşağılıyordu. Libarid hiç .l"t'.\" çıkarmadan dinliyordu. Ama annesinin çok ileri gittiğini görünce kızdı: «Onun

229


onuruna dokunmayasın, bak seni de esirgernem ha. Ben onu sizin ht'piniz,den daha iyi tanınm. Pek de iyi etmiş ne yapmışsa. işte o kadar, fazla konuşmayasın». Aharon bir ay finnda çalıştı, dazgan gidip geliyordu işe. Ama yufka getimıi­ yordu eve. Pazardan satm aldıklan yujkayla tarhun yiyorlardı. «İnsanlar çok didiniyor/ar, çoook, diyordu evde, hem de boşyere. Fazladan gaç harcıyorlar. Buna bir şey yapılamaz mı? diye daşanayorum». Ve başladı plan çizmeye. Kıınsı çizmeyi bırakmasını rica etti, sonra tartışma başlayıp, giderek de çatallaştı. «Gençliğimi yedin, dedi kanst, saçlanmı ağantın, bari bırak da rahatça öleyim». Aharon, kansının kendisini anlamadığına, değer­ vermediğine aza/ayordu. Hiç sormamıştt, ne yapıyorsun adam ? diye. Bir kez olsun i/gilenmemişti. Eve yufka getimıiyorduysa da, kiirlı işti fırında çalışmak. Ama bırakıp işini, yufka pişiren bir makine yapmaya verdi aklını. Tenekeler aldt, oğluna, şuna buna rica etti, fabrikada tezgahlar azerinde, çizmiş olduğu plana göre yonttu/ar makine parça/annt, başladı bunlan biraraya getirmeye. Denedi, finndan adamlar gelip baktılar. Hamuru dolduruyor, tekerlekler dönayor, sıcak tenekeler azerinde devi­ nen, her yanı eşit olarak pişen, upuzun yufka elde ediliyordu. Fınndan gelenler beğenmedi/er. Buluşlar komitesine baş vurdu, planlara baktılar, daşak nitelikte buldular. Aharon işini gacana bırakıp bir bakanlıktan öbariine gidiyor, önemli görevlilere çıkıyor, ama herkes onu tanıyor ve ciddi bir adam saymıyor/ardı. Evde anlamıyor/ardı kendisini, kansı kavga ediyor, oğlu hiç mi hiç ilgilenmi­ yor, bıkmıştı. «Fabrikada garalta, evde gara/ta» diyerek, bırakıp dışan çıkıyordu. Bir sabah Zaruhi işe gitti, akşam eve dönmedi. Saat gecenin on ikisiydi, daha ortalarda yoktu. Çokyabansı bir şeydi bu. Nerses 'in kansı sabredemeyip dördanca kata çıkıt, Libarid 'i uyandırdı: «Gelmedi», dedi. Libarid yan uyanık yan uykuda an/amıyordu: «Kim?». «Zaruhi. Sabahtan beri ortada yok». Kadın karyolanın yanmda durmuş, korkulu, yanıt bekleyen gözlerle oğ/ana bakıyordu. Sonra duru­ mu yeniden anlatıp da Libarid 'in rengi attığını görünce, sesi boğuldu, gözleri doldu. - Telefon ettim,kimsenin evinde değil. Kızım ortada yok. .. bilmem... Biraz sonra Nerses de çıkıp geldi. - Libarid, dedi, Zaruhi yok,şimdiye dek gelmedi. .. Korkunçtu saata bakma/an, sabahın 2'siydi. - Kızkardeşimin evine gittim. Baldızıma gittim, Eçmiadzin 'e telefon ettim, başka da dostumuz yok kiLNereye gitmiş olabilir? Kız arkadaşının evine de girdim, herkesin evine de girdim. Nerses 'in kansı ağlıyordu: «Kızımı bulun ... biliyorum, başına bir şey gelmiş olmalı». Libarid giysilerini giyiyor ve dağme/eri iliklerken parmaklan titriyordu. Başı kuşkular/a dolmuştu. imgesinde Zaruhi 'nin dönaş yolunu göriiyordu. Kız eve dönayor gibi geliyordu. Genellikle işten eve döndağa saatta yağmur yağardı. İnsanlar dakkiinlann siper/eri altına girer, vitrin/erden, kapılardan sokağa bakar­ /ardı. Arabalargeçer, ıslak camlanndan hiçbir şey göranmezdi içeride. İmgesinde, biri kapının önanden çıkıp, koşarak eski paskü bir «Moskviç» arabasına yaklaştı, arabanın kapısı açıldı... inanmak istemiyordu... Sonra?.. 230


Nerst•.1· 'in karısının st•.1·i kwlırıyordu LibaritJ 'i. - Yeter bağırdı�Jın! dedi. Oysa ktıdın bağımııyor, ağlıyordu. Nerses, iri, geniş elleri dizlerinde, oturmuş yere bakıyordu. «Ne diye gelmişiz sanki buraya,diye daşanayordu, luılkıp gideyim». Kafasında hep geçtiği yol/tır, dost/ann yanıtlan ve kuşku doluydu. Aharon konuşmuyor, tek başına ayakta dunnuş, başındaki seyrek saçlar dimdik olmuş, şunlar ne zaman gidecek ki uyuyayım, diye daşanayordu. Yalnızca Juıdınlar alçak sesle, içtenlikle, arluıdtışça ve daha bir saat önce birbirlerine lazmamq gibi konuşuyorlardL «Kalkıp gidtyim» diye daşanayordu Nerses, ama otunnuş öyle dunıyordu. Nereye gideydi? Sabah oldu. Dakidinda çalqanlar Zanıhi 'nin hergün olduğu gibi eve gitüğini, hiçbir şey bilmediklerini söylediler. O gün bir tarla akşam olmuyordu. Öğleden karanlık basıncaya kadar sanki bir yıl geçmişti. Bir gün daha geçti. Akşamieyin Libarid 'i kentin mi/is bölarnane götarda/a, sonışiUrdular ve hemen bıraktılar. Libarid, insaniann gözlerine bakmaya u tanıyor ve korkuyordu. işten dönaşande avluya girince Zanıhi'yi görlir, veya kızın evt• döndağüna söylerler diye korkuyordu... «Nereden?». Üçanca gece annesi omuzuna vurdu: «Git Mihran 'ın evine bak». Anlar gibi oldu. Annesinin sesi, o oradadır diyordu sanki, git görlirsan, seni bekliyordur. Kalktı, yalınayak, yarı çıplak, ve niçin acele ettiğini anlamayarak Kendisini sevinçli bir şey beklemediğini biliyordu... Açtı komşunun kapısını. Oradaydı kız. Gelmiş, giysisini çıkannadan yazakoyun yatmqtı yatağa. Ellerini rahatça, çok rahatça gövdesi boyu uzatmış, yargılanmayı bekliyor gibiydi. Giysileri bunışma­ mqtı, saçlan dağınık değildi... A vluya girmiş, kendisini kimse görmemiş, kmdi kapılarının önanden geçip dördanca kata çıkmış ve şimdi, kendisini Libarid 'den ayıran tek bir duvar olduğunu daşanerek başkasının yatağında yatıyordu. Libarid kendi odasına dönmaş, yatağına yatmq ve sabaha kadar o da kendilerini tek bir duvann ayırdığım daşanmaşta. Sabahleyin hergiinka gibi aynı saatta kalktı yataktan,başladı giyinmtyt·. Yıluındı: «Ben ne yapryonım?» diye sordu kendi kendine. Anladı ki işe gitmtyt· hazırlanıyor. Daşancelerden, duygulardan yalınmış gövdesi her günka [abrika yolunu tutmuştu zaten. Bu deli gibi dunımda ne yapacağım bilmiyordu. Orneğin, Vartan 'ın gidip Nerses 'in evinde oturduğunu söylediler diyelim. Nede yapsa anla­ mı yoktu. Hosdig ve Hovsep gelip otunnuş, onun gözlerine bakıyorlar diyelim. Kızmamqtı, rahattı, ama elinde olmayarak çılgınca bir şey yapmaya zorlanıyor gibiydi, dolayındakilerin kendisinden yalnızca böyle bir şey yapmasını istediklt•rini duyuyordu. Eğer akıllıca daşana/maş bir adım atsa, herkesin gözanden daşmli. Mahallenin sonımlusu Kevorkyan, sabahtan kokuyu alıp gelmişti. Ner.l·t•s 'in kapısının yanında dunıyordu. «Danarlak suya daşance, diye daşanayordu, dt•mt•k bu mahkeme işi». Dışanda böyle bekliyor, kanşmak istemiyordu. Oğlanlarm ast katta birbirleriyle danıştıklannı da biliyordu. Sonımlu Kevorkyan orada bt•kla­ ken, kötalak dolu gözleri oynayıp dunıyordu. Ve bunun kötaye işaret olduğunu deneyimiyle bi/irdi. Vartan içeride otunnuş, korku içinde rengi atmış, kızı istiyordu. «Sen kim.1·in ki, diyordu Nerses, tek başına kimsesiz bir adamsın. Kimsin ki sana kız vertyinı!».

231


Kızın nt'rt'dt' buluntlu�unu ve bunun ne demek oldu�nu anlamıyor gibi, parmtı­ ğını .wllayarak tehdit ediyordu. Iki dostu ve karısı Nerses 'i gözleriyle azarlıyor, çok ileri gitmeyip ölçala konuşması gerekıiğini anlatmaya çalışıyorlardL Sonra sessiz oturmuş, yalnızca dinliyordu. - Bağışlayın, çok yanlış iş görmaşam... nasıl oldu bilmem, diyordu Vartan. Arabaya bindi, yağmur yağıyordu... nasıl oldu bilmem, bırakmadım insin araba­ dan. Ben bırakmadım. Aşdarag'a gittim... suçlu benim, ne isterseniz yapın. Nerses 'in karısı anlamsızca: - Kızımın Aşdarag'da ne işi varmış? - Aşdarag'a girmedi/c. .. Baragan 'a gittik, gece Baragan 'da... Ben Baragan 'dan geri dönmeliydim... Rica etti, Yerevan 'a sarayorum dedim, Hampert 'e götar­ dam... Gece dışanda kaldık. .. Seviyorum. Sözcakleri birbirine karışıırarak Vartan sardarda konuşmasını: Ben öz oğuldan da iyi olurum, seviyorum, onsuz yaşa­ mam ... vermezseniz... Başka umannız yok, vermelisiniz... Nerses dinliyordu. - Sen adam değilsin, dedi. - Babam astane andiçerim ki, ben adamım, dedi Vartan elini yakasına götarerek. Zaten siz de duyurmuyor muydunuz karşı olmadığınızı? Ben de size, gelip sizde yaşayacağımı duyuruyordum... ama başkasıyla evlenmesinden korka­ rak, kaçınp götardam... Üç gün karşısında diz çöküp ağ/adım. Orada oturan dostlanndan biri: - Evin yok, barkın yok a çocuk, kirayla oturuyorsun; şimdi senin evlenme zamanın mı? «Bu da ne diyor, diye daşanda Nerses, aç odamız var, gelir evimizde yaşarlar, gidip Idrayla oturacak değillerya!». Öbar dostu da: - İnsan gibi gelip, kızın anababasıyla konuşsaydm... öyle şey yapılır mıydı hiç? - Ben ona kız veren değilim, dedi Nerses. Bir yandan da: «Soylu bir çocuğa benziyor, diye daşanayordu, çekip elimin alıma alız, iyice bir adam ederim». Nerses 'in karısı: «Ben ölmaşam, ancak gömala değilim» diyerek başını salladL Oradaki dostlardan biri: - Nerses, dedi, kızı çağınp da bir konuşturalım, bakalım ne der. - Ben onun yazana bile görmek istemiyorum, dedi Nerses. «Bugün razı o/amam, diye daşanayordu, hele gitsin de, iki hafta sonra gelsin bakanz». Sonra, ne derlerse desin/er, benim korktuğum yok, diye sardarda konuşmasmL Şöyle anlaştılar: Dostlardan biri, «git delikanlı, dedi, git de iki günden gelir­ sin». Öbar dost, yeniden: «Hele bir Zaruhi'yi çağıralım, bakalım ne diyecek», diye önerdi. Sonra yandaki odaya girdi, Zaruhi 'yiyanm saat kadar kandırmaya uğraşıp içeriye getirdi. Vartan ayağa fırladı, dizinde ezip bazmekte olduğu şapkası yere daşta. Zaruhi başını dik tutmuş, gözleri yere bakıyordu. Kınııldanmayan elleri, gevşekçe sarkmıştı yanlanndan.

232


Yandaki odadan Zaruhi 'yi �.:ı·tirm dmt: - Konuş, dedi kıza, hana .\·(lylt•diklt'rini yine/e, varsın herkes qitsin. Konu�· Zaruhi 'ciğinı, konuş ki .. Kızın dudaklan tilredi - Ne konuşayım ? diye birden başladı ağlamaya. Zaten daha t'Jnce de çok ağ/amışlı. Yeter bana yaptığın işkence... dedi, söyle anababama hiçbir şeyyapma­ dığınılZı ve bırak giı bu evden. Yeter... Nerses 'in öyle buluncuna dokundu ki bu, az kalsın ağlayacak/ı. Kudurmuş­ çasına kalkıı yerinden. Sandalyeler yerlere yuvarlandı, herkes birbirine geçti, sal­ lanan kollar, tasalı yüzler, bir garültü bir patırtı. .. Derken, perdelerin arasından mahallenin sorumlusu Kevorkyan yoldaş görünap, kavga edenleri ayırdı. Hepsi de gaç/ak/e so/uyor/ardı. Yargı/anıada, son söza Vartan 'a verdi yargıç: «Söyle bakalım, kendini nasıl haklı gösterebilirsin?». Vartan ayağa kalktı, salondakiler sessiz ona bakıyorlardı. «Sevdim», dedi Vartan, ve başka hiçbir şey söylemeden oturdu. Ama bu onu haklı gösterenıezdi elbette. Ve haklı görmediler de. Zaruhi işe giderken evin kapısını açıp ayağını eşikten dışanya attığında yareği htzla çarpnıaya başlıyor, Libarid '/e karşılaşmaktan korkuyordu. A vludan korku içinde geçiyor, evden uzaklaştıkça içi yavaş yavaş rahatlıyor, korkusu geçiyor, ve korkuyla birlikte onu görme umudu da yok oluyordu. Ve onu o gan de görenıediği için sonsuz bir azgan/ak çöldiyordu içine. Ertesigan de tezgahın arkasında durmuş, şen plaklar çalıyordu nıaziksever/er için; batün gan oyun havalan çınlıyordu ku/aklannda. Kimi konuşuyor, kimi gidiyor, yenileri geliyordu. Kendisiyse bekliyor, O 'nun birden gireceğine inanıyordu. Bir yandan da korkuyordu. «Hiçbir suçum olmadığı, hiçbir şey yapmadığım halde, diye daşanayordu, ayak/anna kapanır, beni bağışlamasını dilerdim». Ama bağış­ lanmasının o/anakstzlığını duyuyordu: «Oldu bir kez, her şey oldu ve bitti artık, oldu işte, suç/uyum, bitti, bitti..». Orada çalışan kız arkadaşlannın gözleri, eski tanıdık/ann galanısenıe/eri şaşırtıyordu onu. Belki de kendisine öyle geliyordu... Yere daşen plaklan kaldırmak için eğildiğinde, şefi gelip de gaya yardım etmek istiyormuş gibi ve gaya rastgele elini onun dizine koyunca: «Ben giderim buradan, başka yerde çalışınnı, olup bileni kimse bilmesin» diye aklından geçirdi kız. 1ş arıyor, gazetelerdeki duyurulan izliyordu. İncir çekirdeğini doldurmayan bir şey için annesi çalışmıştı komşu kadınla. O da işi derinleştirnıiş, kötüleşnıiş, kudurmuş: «Sen var, götürllp de geri getirdiğin ktzın asıüne daşan... » demişti Annesi unıutsuzca savaşırken bu kötü/ağe karşı, ktzı içeride ağlıyordu. Nerses 'se evde değildi Ve iyi ki evde değildi Bir hafta, Nalbantyan sokağında oturan halasının evinde kaldı; artık o avluya girmenıeyi kararlaştırmıştı. Halalan kendisini sevgi ve sevecenlik/e kabul etmiş, ama o bir hafta geçince, ktz orada kalmaya devanı etmenin gaç olduğunu, on/ann fazladan bir boğaz daha beslemek zorunda kaldıklannı, ganden gane kendisiyle daha az konuştuk/annı görmaştü. Annesi: «Yapılacak tek bir şey kalı­ yor, o da bir genç bulup evlenmen; başka unıar yok» diyordu. Komşu ktzlar gelip şundan bundan konuşuyor, onu kandınp sinemaya göta­ rayor, kumaz/ık/a Libarid'in de orada olmasını sağlamak istiyorlardı. Zaruhi

233


buna karşı değildi, gidiyordu. Bekliyordu, ama boşuna. Kızlar, Libarid 'in eve geç geldiğini, kendisini Şilaçi 'de biriyle içiyor gördakle­ rini söylayorlardL Anası geç vakit, geceyansına yalan, şalı omuzunda sokağa çı/ap oğlunu bekliyordu. Ne yandan geleceğini bilmezdi. Gelecek miydi bakalım ? Vakit iyice geçip de sokaklar hemen hemen tamamen boş kalınca, bir de bakartil ki, oğlan çıkagelmi§! Eve götarür, giysilerini çıkaru, konuşur kendisiyle ve adını vermeden ilenir dururdu /aza. «Yoldaş mahkeme/eri» yeni Jaırulmuştu o zamanlar. Gandem sorunu da yoktu herhalde. Libarid'in «Töresel davranışı» astande duruldu. Sorundan hiç haberi olmayan biri de, uydurarak veya varsayarak, kendisine özgıl çtiaşta bulun­ ma biçimiyle kalkıp şöyle konuştu: «Yalnızca töre bakımından daşak olmayıp, yalnızca i§e geç kalmakla yetinmeyip, kazandığı paradan eve de bir kopek bile vermeyip, asıelik her akşam tutup dövayor suçsuz kızL O kız ki, faal bir kornsa­ mo/cu olup, aylık planlannı %100-120 fazlasıyla yerine getirmekte ve kent bele­ diyesinden aye bulunmaktadır. Yoldaş/ar, yürekler acısı bir şeydir bu». Oysa Zaruhi kent belediye ayesi olmadığı gibi, aylıkplanlarını fazlasıyla yerine getirmesi gibi bir şey de yoktu. Ama o adam böylesine bir güvenle konuşuyordu. Komşu Hovsep: - Tann be/dsını versin hepsininde, dedi, yaz bir dilekçe çık i§ten. Gelir benim yanımda çalışırsın. Ayda bir, dereceni yükseltir, altı aydan da şef yapanm seni, oldu mu ? Harkofa gönderirim seni, yedi aylık kurslara... Hovsep, delikaniıyı şantiyeye aldL Çarpah da, kompaterler bilimsel araştır­ ma enstitasanan yapısı kuruluyordu. Kendisi de şefti, Libaridi oraya montajcı olarak aldL Yeni iş hoşuna gitmeye başlamıştı, iyi de para kazanıyordu. Libarui dördanca kattan birinci kata inerken, merdivenin basamaklan uçu­ şuyordu ayaklannın altında. Ve anlıyordu ki, bu şimdi değil, çok çok önceleriydi; o zaman çalışmıyordu kendisi, daha çocuklU ve onun için uçuşuyor/ardı merdive­ nin basamaklan O oyun oynarken bayük/er çalışıyorlardL Ve çocuklar, bayük/er gibi yalnızca oynuyor, bir de kavga ediyorlardı birbirleriyle. Salt kavga ediyor, çatışıyor, birbirlerini aşağılıyorlardL Aralannda sevinçli bir an bile olmazdı «M­ yükler gibi» oynarlarken. Zaruhi birinci katta durmuştu. rasgele o da o anda dışan çıkmıştL Yazande saçlannın, kaşlannın, kirpiklerinin gazel gölgeleriyle, koridorda yanan 60 vatlık lambanın altında durmuştu. Ve o da bilmiyordu ki, böyle karşı karşıya durmuş olmalan şimdi miydi,yoksa çok önceleri mi? Libarid yaklaşıyor, ve kız bilmiyordu onun ne istediğini. Ama yine de, o eski alışkanlıkla: «İçmiş misin ?» diye sordu. Libarid şaştı, öyle şaştı ki gülamsedi. Hatta kendisini haklı gösterircesine: «Biraz, dedi, niye durmuşsun öyle?». İçinde sevinç ağlıyordu: «Nasılsın ?». «Sen nasılsın Libo?». Bir komşu geçiyordu, baktı, şaştL Bir başkası daha geçti, baktı onlara ve sevinmeye benzer bir şaşkınlığa daştü. Nerses 'in kansı kapıyı açınca dili tutulmuş gibi oldu, az kalsın ağlayacaktı sevincinden. İyi ki: «İçeri gelin, ne durmuşsunuz dışarıda?» demedi; deseydi o görüntü yok olabilirdi bizden. Kapıyı kapattı, iki eliyle

234


_yıllünü yım Orterek Kl'ri gitti: «Kurbtın olıJuj!um TanrL .. verilmiş bir sadakimı vamıış demek». Ve en iyisi, gazelferin gazeli tk oydu ki, Ubarid enesi gan uyandıguuta, dünkana anımsadı ve değişmemişti dünkiL Ve kafasında aynı basit fikirler uçu­ şarak birinci kata iniyordu, içinde her şey eskisi gibi düzenlenmiş, sarsılmazdı, güzeldi, el dukonulmaml§tL Avludan çok uzakJa buluştular ve sokağın öbar ucuna kadar gittiler. Ubarid: «Yazın daha iyi olacak» diye, kız da: «Günden gane daha iyi olur» diye düşünüyor­ du. Bambaşka bir sevinçti bu. Annesi anladı ve şöyle öğiLt verdi: «Başa çıkılacak şey değil bu oğlum, seni kim değiştirdi, kim aklını çe/di? doğrusu onunla konuşmamandır, bırak Hem bunun sonu yok ki Evfenecek değilsin ya, sonu ne olabilir?». Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini kırpmadan sessiz baktı oğluna ve: «Evlenmeyecek oldukJan sonra ne işin var onunla ?» diye ekledi Ubarid, anasıyla hiçbir zaman konuşmadığı biçimde konuştu: «Ben onsuz o/amam». Annesi de insandı, anlcyordu; ama bu insan Ubarid 'in anascydı: «Unutursun, dedi, başkasını bu/ursun, laz mı yok?». Ubarid sigara içiyordu: «;Var, dedi, niye olmasın ?Ama hangisi ondan daha iyi?». Gerçi oğlu biliyordu annesinin haklı olduğunu. Ubarid yine fabrikaya döndü; başka bir fabrikaya. Çünka eski fabrika dairesinde, tezgahlan kaldınp yerlerine otomatik olarak işleyen tezgahlar koymuş­ /ardı, ve eski tanldığı gençlerden kimse kalmaml§, boşafml§tı orasL Güzel otoma­ tik tezgahlar hep aynı tarkaya tutturmuş/ardı: Çark - çark - çark, tıpkı Mozan 'ın rondosunu çalanlar gibi hep rondo - rondo - rondo. işsiz babasına da iş bulundu. Basit işti. Bir otokara oturacak, hazır makine parçalannı bir daireden öbariine taşcyacakJL Kendisinin oturnp da otokann koşması, şoföre benzemesi hoşuna gidiyor, çocuk gibi seviniyordu. Ama içinden giilüyordu, kaba, düşünü/meden yapılan üretime, batün fabrika dairelerinin makineleştirildiğini, her şeyin otomatik olarak yapıldığını, insaniann hiçbir şeye kanşmadıklannı, hazır makinenin fabrikadan dtjan çıktığını gözünün önüne getiriyordu. Gördağa her şeyi otomatikleştiTmek istiyordu, kafasının içi makineler/e doluydu, imgesinde tek bir insan yoktu, kendi kendine işleyen otomat/ardı hep. Babası tramvayla giderdi işe, oğlundan on dakika önce çıkardı evden ve ne fabrikada ne deyolda karşılaşmazlardL Genellikle Ubarid 'in hoşuna gitmezdi işe babasıyla birlikte gitmek Konuşacak bir şey bulamaz, yan yana, bashatan yabancı insanlarmış gibi oturnrlardı. Durak yerine gelip de babasını gitmiş göriince,kendi­ sini erkin duyardL O gan de öyleydi Durmuş sigara içiyordu. Otobas gelince sigarayı kaldınma atıp çıktı oturdu. Bileti cebine koyarken yana eğildiğinde Zarnhi yanscyordu sağ pencerede. Gece düşünde, otobüs te oturnrken, kim olduğunu anımsamadığı tanı­ dık biri binmiş, yandan bakıp: «Bi/etin var mı ?» diye sormuş, kendisi de «evet» anlamına başını eğmiş, tanıdık yaklaşıp demire tutunmuş, tepeden kendisine bakmış, ve tanıdık olduk/anna göre konuşacaklarmış ama, ne söyleyeceklerini bi!'emiyorlarmış. Kendisi: «Nasılsın ?» diye sormuş, öbarii de: «Selam vemıeye unuttum, merhaba, hiç, iyiyim» demiş. Zarnhi 'den yana bakınıyordu oğlan. «Biletin var mı?» diye sordu biri Ubarid «evet» anlamına başını eğerken kapılar kapandı ve otobüs devindi, bu arada 235


t'Jbarü, kendi oturduğu yereyaklaşıp demire tutunarak.; «Ganaydua. unuttum selam vermeye» deyince, oğlan şaşmadı; kalkıp yerinden «Otur» dediyse de Zaruhi otur­ madL O sırada hiçbir şeyden haberi olmayan biri fırsattan yararlanarak oturdu. Oğlan: «Nasılsın ?» diye sordu Zaruhi'ye, o da: «Hiç, iyiyim» dedi. Otobasse gidiyordu. Ve herhalde daha öbar durağa varmadan, /azın: « Sana ne yaptınt /ci benimle konuşmuyorsun» dediğini işitti. Ve her şey pek yabansıydl, olağandı, basitti. Bir gece öncesini bulanıkça anınısadığı o sabah gibiydi; yağmur yağmqtı ve belki o daş tam böyle, aynı sözlerle sarmaşta de, kendisi devamını anınısamı­ yordu. «Bu kadar erken mi?..» diye sordu. «Ekimin birinden biz saat sekizde başlıyoruz işe» dedi kız. «Demek bugan Ekimin biri» diye düşandü öbarü. Ve içinden, kendisini tutamadığını, ona yakından bakmak istediğini duydu. «Her şey bitmiştir artık» dedi oğlan gözlerini ondan uzaklaştırarak, ve hiçbir şeyin bitmemiş olduğunu, bunun olanaksızlığını da anladL �kşam gelir misin ? Bir şey söyleye­ ceğim». Elbette giderdi ama: «Ne söyleyeceksin? Her şey söylenmiştir artık» dedi. O bizi kolundan çekiyor, onun kendisine bakmasını istiyordu; oğlan da bakmak istiyordu aslında, ama bakmcyordu. «Libo... » dedi kız, çok alçak, bambll§ka ve işitilir bir sesle. Delikanlı işitiyorsa da anlarneyordu ve az kalsın dönap kucakla­ yacaktı onu. «Libo... acını çekeyim senin, gel bir kez olsun dinle beni...». Otobas durağa yak/aşıyordu, ne yabansı şeydi ki, inmesi, konuşmayı yarıda bırakmalan gerekiyordu. Otobas durduğuna göre, inmeliydi çan/al çalqmaya gidiyordu ve danyada en önemlisi buydu; söylemeye vakit kalmayan o iki-aç sözden çok daha önemli. «in». «Libo... hele bir dinle beni de sonra ne istersen yap». inmeden önceki son söza şu oldu: «Saat sekizde, oldu mu ? Ha ? Libo, evet desene, söyle, iniyorum». Nasıl ya/vardığını işitmek hoştu delikanlı için, mutlu sayabiiirdi kendisini. «Söylesene Libo 'cuğum, rica ederim... ». Şoför aynadan içeriye bakıp da kimsenin inmediğini görünce kapılan kapallL - Bekleyin, dedi kız, iniyorum. - ineceksen vaktında in,dedi şoför, kapılan yeniden açtı ve otobas kızsız, boş kaldL Çölde boş bir otobas kendiliğinden gidiyor gibiydi. Akşam sekizde. «Gelir misin ?» diye soruyor. Nereye? işte o bildiğin yere Saat sekizde kulapte bilardo oynuyordu. Başan/ı bir ganda. Tabe/ada yalnızca kendi sayılan görünayordu, pek bayük para toplanmıştL ancak, bilardo işlerine bakan yaşlı adam sayı/ann anlamını bilmemeliydi. An/asa, kendisi de daha az parayla oynamadığı halde, bilardo değneğini bir daha vermezdi. Eve döndağande saat on biri geçiyordu. Avluda insanlar toplanmıştı, biraz önce bir şey olduğu belliydi. Mahallenin sorumlusu Kevorkyan, peykede oturmuş ağlamakla olan bir kadına: «Zaran yok, herşey gelir insanın başına, diyordu, aldırma, önemlisi insanın sağlığı». Ağlayan, Nerses 'in kanscydL �ğı içmiş akılsız, dedi biri, ilk yardım arabası alıp götarda. Rengi atmış, apak olmuştu». Başka biri: �ma yareği çarpıyordu, dedi, biraz gecikseler ölmaşta... » Belini duvara dayamış olarak peykede oturan kadın, ağiaya ağ/aya: - Söyleyin uzaklaşsın, yazana görmek istemiyorum. Gitsin, o benim daşma­ nım. Ben... ağılanm kendimi. .. Hem ne diye öyle diyor? O yalan da ne oluyor? Vaktını mı bulmuş ikiyazla/ak yapmanın? Niçin ben onun daşmanı oluyormu.••

236


şımı ? Git, git... yüzünü görmeyim.

Öldür beni defol! Ne istiyorsun benden ? Hosdig dirseğinden tutmuş, bir şeyler stJylüyordu ... Başka biri, Hovsep elini dostça omuzuna koymuştu. O da bir şeyler stJylayordu. .. Sigarası kibritin alevinck titriyordu. Söylüyorlardı .. Ama hiçbir şey i§itmiyordu. Libarid'in içi rahattı, yareği rahat rahat çarpıyordu. Annesi: «Eve gidelim, dedi. İftira, hep iftira... Gidelim. Bel/d başka bir hesap vardır bunda belki hiç ili§iği yok, ne diye iftirayı üzerimize alıyorsun ?». Kent 'in uzak bir köşesinde, örneğin Şen/cavit'te bir oda kiralayıp birlikıe yaşarlar diye daşanayordu Libarid. Polivinil asetat i§letmesindi! çahşuız, btJylece iş yeri eve de yakın olurdu. Sonra, şundan da uzakta bulunurdu... Ve bu, olası görüniiyordu. Geceleri, öbar sabah batan gün ve ertesi i/d gün hep bunu düşünü­ yordu; hele Zaruhi'yi hastahaneden eve getirdiklerinde... bu, daha da olası görün­ da. Kızı hastahaneden eve getirdiklerinin ikinci günü pazardı Nerses, salılmayan kunduralan kara borsaya götarmaşta, kansı bir yere gitmi§t� evde kimse yoktu. Libarid kapıyı açıp içeri girdi. Zaruhi bayrlk demir karyolada yatıyordu, astande de bayrlk mavi bir örta vardı, yalnızca yüzü görünüyordu. Saçlan tarafıydı, yüzü hareketsizd� ona bakmadı bile. Libarid yanma gelip oturduğunda yine bakmatiL - İyi misin ? diye sordu Libarit, yanıt almadL Kızm yerine Libarit verdi yanı 'ır:ı içinden: «İyi olmuşum, kötü olmuşum, senin için bir değil mi?». - Ben geldim bir kez, evde yoktun. Rafig'lere gitmi§tim bir i§le. - Nerede olduğunu biliyorum ben. Gelip söylediler, parkta müzik çalıyor, şarkı söylüyorlarmış»,. - işitiyor musun Zaruhi?.. Bu insanlardan uzak/aşmadıkça yaşam yok bizim için. Hele birkaç gün geçsin, i§itiyor musun ? Birkaç gün geçsin, Şen/cavit 'te biryerde bir oda bulup gidelim. Ne zamana kadar böyle sarecek bu?.. Bizimldlerin de, sizinkilerin de... Bırakalım onları, ikimizin de yaşammı yeyip bitirir/er... Dinle, niçin ses çıkarmıyorsun? Ölmedin ya! Zaruhi... Kız gözlerini Japırdatmıyordu. Libarid baktı göğsüne, harekets� solumuyor gibiydi. Elini tutmak isted� eli yorganm altındaydL Yorganı çektiğinde, sanmadığı şeyi gördü: Soluyordu göğsa. Ve şaşkınlık içinde, niçin yapnğını kendisi de bilme­ den yorganı çekmeye devam ederken, kız yine hareketsiz, oralı değildi. Libarid 'in gözü önünde, çın/çıplak yatmışn yatağa. Libarid lapkırmızı oldu, çoktandır onun çıplaklığını görmemi§ti. Son kez Zankur ırmağında yüzerierken on açyaş/annday­ dılar herhalde. Zaruhi çalı/ann içinde, kendi yanında, yaş giysisini sılayordu. Kendisi, ayrımında olmadan dönüp bakmış ve onu çıplak görmüşta. Sonra Zaruhi bayamaş, yeti§kin kız olmuş, giysisinin altında, bir şeyler geren sutyenler, dağme/er belinni§ti. Ve şimdi, yıllar önce gördağayda yine, ama bambaşka.. Ne mi düşanda? Düşündüğü, bir başkasmm onu böyle görmüş olmasıydı Ve geçen, geri döndarülemezdi artıla Kııryolanm önüne çökmüş, şi§kince bayrıcek karnma başmı dayamış, ölü asıane kapanmış gibi ağlıyordu. Kızm eli yalandaydı, parmaklan neredeyse sarıanayordu saç/anna, ama okşamıyor, onu avutmuyor, yapmacıklık etmiyordu. Oysa delikanlı o anda, o yapmacıklığa razıydL Annesi i§itince: «Niye gittin, senin hiç mi onurun yok?» dedi. 237


- Ananı, dedi OKiu, ben o kızı alacağını. - Oğııuu� dedi anası parmaklannı yüzane sarerek ve şaşırıp kaldL - Alıp ayn yaşayacağını, sen bilirsin. lstemiyorsan, eve getiririm. - Gidip kendimi ımıağa atayım, tkdi anasL - Bugıln tk o, yannda o, bin yıl da geçse yine o. Sen bilirsin. - Oğlan sen çıldırmışsın. Herkes ne der? Başka laz mı yok? - Var. Bana ne? - Oğlum, ne söylediğini anlıyor musun ? - Sen bilirsin. - Karalar giyineyim, evde oturup da adam yaza görmeyim. Ağladı anasL - Yeter! diye gılrledi oğlu, ben daha ölmedim! Evde kavga çıktL Kendisine konuşma sırası gelmediği halde, Aharon da söze karıştı: - Nasıl istersen öyle yap, tkdi oğluna. O insanın iyisini istemez, kötüsana ister. Otuz yıldır yaşıyorum onunla, bilirim ne mal olduğunu... Zarar yok, ne yapalım. Başkalan iki-aç çocuklu kadınla ev/eniyor/ar. Ne yapalım. Anası, eli atzında yukanya bakarak başını salladı: - Tövbeler olsun Tann 'm, babası oğluna öğiit veriyor... Sokak/ann kesiştiği yertkn biraz yukanda, yandaki sokakta, bir terzi atölyesi vardL Pencereleri bayükta. Kimi dikiş dikiyor, kimi atalayor, kimi kumaş biçiyor, birbirleriyle konuşuyor, şarkı söylayor, mazik dinliyor, ara sıra da penceretkn dışanya balayorlardL Zaruh� bir gencin kendisine pencereden bir başka tarla baktığını çok kez görmaşta. O genç birkaç kez tanışmak istemişti kendisiyle. Adı Mesrop'tu, çok sipariş alıyor, pek pahalıya erkek kostamleri dikiyordu. o Mesrop aç kez konuşturmuştu Zaruhi'yi. Yerevan 'da buna «SÖZ istemek» denirdi Şöyle başlanırdı söze: «Bağışlayın yoldaş...» v.b. Dördanca kez artık tamamen umutsuz olarak yaklaştL· «Bağışlayın yoldaş...» v.b. şeyler söyledi. Ve bu kez istediği oldu. Konuşa konuşa yaklaştılar avlunun giriş yerine. Zaruhi.· «Siz birlikte gelmeyin, ben yalnız başıma giderim» dedi. «Siz» diyerek konuşuyorlardL Yıne Zaruhi: «Bağışlayın. Hoşça kalın». Ertesi gan Zaruhi o atölyenin adının «Laks» olduğunu öğrendi. Mesrop «Laks»ten dönaşande, evde kendi hesabına çalışıyordu. Işleri iyi gidiyordu. Tanın­ mış, çok tanınmış kişiler kostam diktiriyor/ardı ona. Sanki tanınmışlıkla zevk sahibi olmanın birbiriyle ilişiği varmış gibi... Mesrop konuşuyor, yavaşyavaş açılıyordu. Kimi dedikleri Zaruhi 'nin hoşuna gidiyor, kimi de hoşuna gitmiyordu. Yandan arasıra ona bakıp daşanayordu kız: «Pek köta olmasın, çok çirkin olmasın, fazla /asa boylu olmasın. .. kim isterse olsun. Kendimi ımıağa atıyorum demek, ne aynmı var? Ben onu daşanayorum, yalnızca onu. Evlenir giderim, unutursun beni. Böyle yaşanmaz yoksa». Yandan balayor, hiç hoşuna gitmiyordu. Kendi babası gibi paradan pek çok söz etmesi tk hoşuna gitmiyordu. Herhalde götürüp kendisine de dikiş öğretecek, o erkek kos­ tamleri dikecekt� kendisi tk kadın giysileri. Birlikte bir tar özel aretime geçecek, evi parayla dolduracaklardL Gan ağaracak , karanlık basacak ve ganan nasıl geçtiğin�tam bu dUlinmenin niçin olduğunu anlamayacaklardL Sonra uyuyacak­ lar,sabah ışığıyla kal/ap, yeniden dikmeye, biçmeye, ata/emeye oturacaklardL 238


Birkaç kez Zarnlıi 'yle birliktt• t•vr Kf'idi oglan. Nast•s 'le ktımı anladılar i�·in içinde iş oldugunu. Komşular da, Aharon 'la Aşkhen de anladılar. Hepsi de dotnJ bulmuyordu bunu. Libarid de. Bir kez «Kimdir?» diye sordu Libarid, «Tenidir» dedi Zarnhi. «Peki, sonra ne olacak?». «Sonrasını düşanmayorum», di!di Zaruhi. Evlenmeleri ciddi bir nitelik alıyor, bugan yann düglın bekleniyordu. Mesrop sinemadan sonra Zaruhi 'yi öpmek istedi, «işte bu olmaz», di!di laz. Mesrop şaştı: «Knç aydır. birbirimizi biliyoruz, her şey kararlaştınlmış sayılır». Birbirlerinden aynlıncaya kadar konuşmadılar. Avluya yaklaştık/an zaman Mesrop: «Seni kimse öpmemiş midir?» diye sordu. Zaruhi: «Beni öpen çok olmuştur». Teni şaka sanarak galda. Zarnhi: «Ciddi söy/ayorum, çoklan öpmaşıar beni», di!di. Mesrop giilmedi: «Öpaşmekten ne çıkar?», di!di. «Bence de öyle». Libarid geçtiyanlanndan. Sustu/ar. Knranlıktı, yazler iyi seçilmiyordu. Liba­ rid beş altı adım yarayüp, geri dönmeden durdu, birkaç dakika öyle kaldı; bir şey söylemek istiyor gibiydi. Başını çevirmeden bile yalnızca «gel» deseydi, Zaruhi o Mesrop 'u bırakıp «iyi geceler»de demedi!n Libarid'in arkasından, nereye ve nt' kadar götarse giderdi. İki aç dakika öyle durup, hiçbir şey söylemeden uzaklaştL - Kirndi o? - Sana göre ne aynmı var? - Sizin avlunun serserilerinden mi? - Evet. - Adı ne? - Adı Garo; Yok Muşeg. İyi görmedim. Az kalsın baguacakıı: «Sen kim oluyorsun, defol git, gereksiz, boş, aptal herif!» diye. - Iyi gece/er, dedi Zaruhi. - Ben di! geliyorum sizin eve. - Vakit geç. Uyumuşturlar bizimkiler. Mesrop saatına baktL Altındı saatL - Uyumamışlardır, dedi, daha saat on iki yok. - Canımı çıkardın, dedi Zaruhi birdi!n eve dogru yarayerek, gel! Gavey olacak, canı sıklan arkasından gitti. - Bizimkilere söyle, yann evleniyoruz. - Yann mı? - Öbar giln gelmem, bilmiş ol. - Delisin sen, dedi Teni. Biraz önce yanlanndan geçip merdivenleri tırmanarak dördanca kata çıkan, ve şimdi orada ne yaptıgı,tı bildiği öbarüyle kapının önande çok kez durmuş olduklan o eski yapının kapısı yakınında Zaruhi: «Eger şimdi beni öpersen, öbar giln evleniriz, oldu mu ? Hadi öp», dedi. Mesrop, sevimli bir dana gibi yaklaştırdı gazel yazana, paltonun altından, sıcacık ipek/ere barala dar belini tuttu. Öylesine dar, çevik, gevşekti ki beli, dökil/da parmaklannın arasına su gibi, elleri boş kaldL Karşıdaki kapıysa açıkiL Kunduracıyla kansı bakıyorlardı içeriden. Dagan hazırlıklan konuşuluyordu. İki aile arasında tatlı, hoş, ilk anda utangaç bir dostluk başlamıştL Nisan ayıydt Nerses, gavey olacaguı dikfiği kosta239


ma, �(Üvey olacak tUI Nerst'S 'in dikıigi kımdurayı giymiş/erdi. Uyumlu, dostça bir danarlakıa. Aharon 'un lwrısı Aşkhen, Libarid 'in annes� komşu/ara: «iyiyapıyor, diyordu, alçakgönalla bir laz, ne yapalım belaya utramış. Hiç stJyler miyiz otlana, ne ben silylerim ne de sen. Az mı var btJyleleri? Varsın mutlu yaşasınlar? Libarid bir gan Mesrop 'u yoltkı durdurdu. - Evet, dedi ten� aranızda bir şey geçligini işittim. Çoktanmış, gelip geçmiş. Şimdi ne silylernek istiyorsun? - Sen gereksiz bir adamsım, diyorum, laz seni sevmiyor. - Seviyooor... kim dedisana. Terzi galdü, Li.barid'in mağazadan aldığı hazu kostame bakıp acidı. Ya kimi seviyor? Seni mi dersin. Uzaklaşmak isterken geri dönda: Mutlusun desene bana. Ve memnun, içi rahat uzaklaştı. Başka bir kez, Libarid 'in galeceği geldi: «Dangalak, dedi, safçocuk, onun için ha sen olmuşsun, ha başkası, hepsi bir.» - Bana bak, ne diye onurumla oynuyorsun serseri! Libarid galda, elini uzatıp oğlanın güzel gerdanını okşadL Kudurdu terzi, sövap uzaklaştı. Libarid galerek ters yana gitti. Nisanın sonunda anık anlaşmışlardl, alıp götareceklerdi kızL Nişan yapma­ yacaklar, yalnızca dağlin olacaktı. İş ciddiydi, dağlin giysisi dikiliyordu. Sokakla Libarid Zaruhi 'yle konuşmak istedi, ama laz dumıadL Otobas durağina gelmiyor, biraz yukarıda troleybase biniyordu. Bir çocuk gönderdi, yine gelmedi. Enesi gan öğleyin dakkana gittiginde şef: «Tatilde, bilmiyor muydun? Bugan aç gan oluyor», dedi. Demek evdeydi. Yıne bir çocuk gönderdi, evde olduğu halde gelmedi. Yapının dolayında döndü, birinci katın penceresine yaklaşıp baktı ki, Zaruhi yabancı bir kaduıla konuşarak galamsayor... Libarid kendi kendine: «İt eniğine döndam, uzaklaştı, pencereden bakıyorum, daşmaş yalvarıyorum dışan çıksın diye... de[olsun, ona da. . », dedi. Garalta sona erinceye dek aç dön gan eve gelmemeyi daşanayordu. «Varsın gitsin, diye, yineliyordu kendi kendine, bıktım usandım anık, yordu beni batan bunlar». Bir saat geçti, onu görmek, onunla konuşmak isteğini duydu yine. Bir saat daha geçti, baktı Id artık orada duramayacak Akşam yine değişti daşanceleri, evde kalmaya, dışan çıkmamaya, hiçbir şey işitmemeye karar verdi. Hovsep 'in karısı Şake gelip: «Kocam seni çağırıyor», dedi. Gitmedi. Yeniden geldi Hovsep 'in karısı: «Hovsep çağırmıyor, dedi, o evde değiL Başka birisi seni görmek istiyor». Alçak sesle, anlamlı anlamlı bakarak Libarid'e «Gelir misin?» dedi. «Kim?» diye sordu Libarid, ve daşancelerinin yeniden değiş­ tiğini duydu. Şake 'yle birlikte merdivenlerden indiler, kaduı evinin kapısını açtı, Libarid, içeri girdi, arkasından kapıyı kapayıp dışarıda durdu kadın. Zaruhi pencerenin yanında giysileriyle perde kaynaşmış bir halde duruyor, gözana larpmaksızın Libarid'e bakıyordu. Masanın astande bir elmayla bir bıçak vardL Rastgele olacaktL Elma biraz kesilmişti. Bu da rasgeleydi herhalde. Libarid masanın yanında oturmuş, Zaruhi daha ayakta dunıyordu. Konuş­ muyorlardL Libarid: «Niçin çağırduı?» diye sordu. - Ne? .

240


- Otur, dedi Libarid. Ve oturdular karşı karşıya. Aralarında elma ve bıçak. - Libo, dedi Zaruh� beni batışla, olur mu ?.. Unut beni ne olursun. Sen iyi bir insansın, ben yaşamını yok ettim senin. Sen unut ben� ben her zaman anımsa­ yacagım seni - Niçin sbylrlyorsun bunu ? Ne oldu ki? - Bel/d birbirimizi g6rmeyiz artık, gel aynlalım. - Nasıl aynlalım ? - Nasıl istersen... nasıl dersen. Karşısında tanınmayacak kadar değişmiş, o anlaşılmaz kızdı oturan. - Gitmezsin. - Nereye? - O istediğin yere. Gitmezsin. - Neyapacağız? Yıne sessiz kaldılar oturdukları yerde. - Bırakmıyorlar ki birbirimizi sevelim, anlıyor musun? dedi Libarid. Bu d6rt duvar arasında da, birbirimizden uzakta da, bırakmıyorlar. - Anam, babam, senin anan, baban, Krikoryan, Barkev... - Barkev kim ? - Ev işleri yetkilisi Arpenig Simon, Kohar... - Kohar kim ? - «MoskovtJ» sinemasının kasacısL - Tanır mısın onu ? - Se/amlaşınz. ivan, Hayguş, Astgig Levon. .. - ivan kim? - Herhangi bir ivan işte... Su ver bana. Zaruhi mutfaktan su getirdi Libarid içt� bardagı masanın rlstüne koydu. Kız kendisine bakıyordu. - Biraz diLşanelim, dedi Libarid. - Geç kaldık. .. kat; yıldır diLşanayoruz. - Biraz daha diLşanelim. - Yoruldum, bıktım, yeter. Sesi bogtlldu, atlamamak için sustu. Çok yoruldum, dedi Zaruhi Libarid ona bakıyor, acıyordu. Ve kendisineyaklaşıp da avutmadıtJnıyaban­ sı buluyordu laz. Bilirdi Id «gidelim» diyebilir, o da giderdi arkasından. Ama nereye? Sis içindeydiler, ve bu sis içinde birbirlerine çokyalan olduklannı duydu. Ve o bildigi e� bildigi parmaklar bir şey arıyor gibiydi/er, boynuna doğru uzandllar, araya araya indiler omuzuna, sonra daha aşagıya, ve orada hareketsiz kaldılar; aradıklannı bulmuş gibiydi/er. Öyle bir boyun eğme vardı ki o g6vdede: Kaldır at, acıma, ne istersen yap. Ve umut kıran da onun bunu yapmak.istememesiydi; hiç altiuıj etmeyen, k6le gibi bekleyen o g6vdede canlılık yoktu. Ve veda/aşmak dedigi bu muydu ? Onsuz da atJrdı, onsuz da anlık kalmamıştı. Dışan çıkarken elinden tuttu: 241


ll11ni yılzük? Evde. Pamıagıma geçimıedim daha. - Geçimıeyesin sakın, geri ver. Olacak şey degil bu. Zaruhi başını salladı: - Anlamıyor musun?.. Bıktım. Şaşılacak şeydi; açtı kapıyı, geri gelecek gibiyken, sırtını çevirip basbayagı çıkıp gitti «Ben de bıktım. Gece geçsin, yann da geçsin, günler geçsin, varsın ne olacaksa olsun. .. Yeter artık». Başkasının acısı, mutlulugu, sevgisi üstüne insaniann düşünüşü denen, ko­ caman, bin dallı, bin yıllık abur cubur bir ağaç görünüyordu gözüne. Kendiriyle onun arasında duran bu ağacın kökleri derine, geçmi§lerin kemiklerine uzamış, acı meyveler besliyordu. Ama ışıklı dünyada başka olup bitenler de vardı, ve belki olandan hiç haberi yokmuş gibi kendisini alıştırabi/irdi de buna. Yaşamı hafiften al, hafifgöz yaşamı it oğlu... » Bıktım, ne olursa olsun». Ne diye çıktı merdivenden, şimdi ne diye iniyor? «Sinema gibi yaşamım... Ne düşünüyorum ? Ne üstüne konuşuyorum kendi kendimle?». Geri döndü, yine merdiveni çıkıyordu. Komşu kapıyı açmış kendisine bakı­ yordu. İkinci katta bir kapı daha açıldı, üçüncü katta... «merhaba» dedi İkibir; yanından geçip çıktı merdiveni Libarid, ve geri bakarak. .. - İkibir, dedi, Zaruhi'nin ni§anlısı teni atelyesinde çalışır, herhalde bilirsin. Aranız nasıl? - «Merhaba - günaydın», o kadar. Niye sordun ? Pek hoş degildi ama, punduna getirip: - Git de ki, kızın başına böyle böyle bir şey geldi de. Bilirsin sen o hik!Jyeyi, anlat da almasın. Zavallı bunu bilmiyor, başına samıak istiyorlar kızL İkibir düşündü, her şeyi anladı, kafasında ölçüp biçtikten sonra: - Hayır, dedi. - Hem sana teşekkür eder, haberi yok ki... İkibir başını salladı: - Hayır. O ev/eniyor, sen istemiyorsun, kız istiyor... bana ne? Ne olmuşsa olmuş. Libarid beklemiyordu bunu, aptalın biri sanıyordu onu. Adam hoşuna gitti. Libarid sokağa indi, nereye gidecegini biliyordu. Geç vakitti ya, zarar yoktu. Yazın daha geç olurdu. O anda acıyordu kendine; karanlıkta, yabancı evin girişindeki merdiven pamıaklıgına çarpınca güldü; kör gibi, ayağcyla öbür basamagı ararken az kalsın ağlayacaktı; dilenci gibi yabancı bir evin ziline basarken gülecegi geliyordu; karşı­ sına ışıklar içinde teni çıkınca, kendi kendine acımaktan neredeyse ağlayacaktL Saçma, nedensiz, yalan bir ağlama. Teniyse «olamaz!» bile demedi. Karşısındakinin kafasında on dört milyon düşünen hücre bulunduğunu, Libarid'in yalan da söyleyebilecegini, hiç olmazsa birisine sorup doğrulamayı bile aklından geçimıedi. «Ne zaman olmuş?» diye sordu. - Zamanın ne önemi var; diyelim, dört yıl önce. - O oğlan, ha? diye sordu güvey olacak Mesrop. 242


Annesi yandaki odadan Kelip içeri /{ird� ogluna bakıp: - Ne diye tJyle şaş/un otumıuşsun Mesrop, oglum, dedi. Bu adam kim ? Ni)'f' bana 6bar odaya git dedi? - Evlenme işim olmadı anam. Daha sonra evlenirim. Annesi pamıaguıı dutUıklanna dayadı, gt5zleri yan yumuk, birşeyler daşane­ rek galamsayordu; oglunun şanssızlıguıdan memnun gibiydi. - O da senin begendigin laz, dedi annes� zararyok, kız çok; giJ altınlan getir, boşuna gt5tamıaşsan. Sonra Libarid 'e bakıp: Ben de kostam ısmarlamaya gelen herhangi bir maşteri sanmıştım. Batı§la ya, sen kimsin CJtlum ? « Takralmeyi hak etmiş bir ma� diye geçirdi aklıntUın Libarid, kimseyok ki Takü.rsan hepimize». - Dinle, her şey bitti m� yoksa evlenecek misin ? - Git buradan, dedi terzi. Annesi: - Adam senin iyiligini istiyor oglum, Mesrop, dedi. OratUı birbirlerinin iyiligini isteyen insanlar degil, kediler vardL Ve Libarid, mutfaktan her şeyi işitmiş olup şimdi biçimler yapan o kete gibi oglanın hanım anasına: «Ben kediyim anacık, batışla ya, sen kimsin?» diye boşuna somıamıştı. Ertesi gan biliyor musunuz ne oldu ? Mesrop, yaralı, kudumıuş, ama onurunu yitinnemiş olarak gelip girdi Nerses 'in evine, şu - şu dogru mudur? diye sordu. Nerses 'in kansı şaşımıış bir biçim takındı, Nerses işitmemezlikıen geldi. Zaruhi: - Dogru, dedi. OntUın sonra altın yazak/er çınladL O kadar. Nişan, sevgi, dostluk sabun kt5paga gibi dagtldı, herkes kendi yerinde kalakaldı, insanlar arasına da boşluk çt5kta. Yalnızca kafalarda altın yüzak/er ara sıra çınlıyor, ve kapı kuru kuru gıcırdıyordu. Başka da hiçbir şey. Birkaç gan sonra, Libarid,Zaruhi'yi eve getirdiKız hiçbir şey anlamıyordu. Libarid elinden tutmuş, merdivenlerden çıkanp yukan gt5tarayordu. «Nereye gt5tarayorum, ne yapıyorum, somıuyor bile», diye geçirdi aklıntUın oglan. İçeri girdiler. «Yemek hazırla anne, gelin getirdim» dedi Libarid. Galesi geliyordu. Sonra oturdular. Üzgandıl. Gelin yemek yemiyordu. Annesi mutfaga çeJ.cil­ mişti.. Libarid onun yanına gitti: «Anne, yer aç, gelin getirdim». Az kalsuı bagıra­ cakiL Annesi başını bile kaldumadL Bari galseydi. Hayır, galmeseydi, konuşma­ saydL Yalnızca başını kaldırsaydL Kendisi geldi, yatagı kucak/ayıpyer aç tL Açıkyataguı t5nande dumıuş, birbir­ lerine balayorlardL Masada yan yana iki kadeh duruyordu; neredeyse birbirine degiyordu kadehler, biri dolu, t5bara biraz içilmişti. Yanyana duruyor/ardı yataguı yanıntUı. Biri dolu, t5bara az içi/miş. Libarid, Zaruhi 'ye bakıyordu: «Öyle dumıuş. Şarkı stJyle dersem stJyler. Agladersem aglar. Git dersem gider. Kal dersem kalır». Annesi mutfaktan çı/apgeldi, onlara baktL Libarid başını salladı, galamsedi. - Dagan bitti. Zaruh� Eçmiadzin 'deki naylon fabrikasıntUı çalışıyor, alqamlan Yerevan 'a gelmiyor, gelse de, ne geldigini gt5rayorlardl, ne gittigini. Teyzesinin evinde yaşıyor­ du. Teyzesi de ona bir gavey bulmak, evlendirrnek için, aile kumıalan, aynlıp gt5zden uzak yaşamalan için her şeyi yapıyordu. 243


Işte Zaruhi 'yi kilrtı .\·akallı Jan-Jak Garabed Kundakçıyan 'la tanıştıran bu kadındL Ve bu Garabed, kLra boylu, sağlam yapılı, sakalında yer yer ak saçlar bulunan, ,ateş gibi gözla, yarekli bir adamdL Yun dışında Oksfon ve Sorbon ayarında biryaksek okulda öğrenim görmaş olup, beş Avrupa dilini çok iyi bilirdi Zaruhi 'nin teyzesi ve enişresi alçak gönalla insan/ardı/ar, ve J.J. Garaped gibi bir kişinin kımdilerini ziyaretini bayak bir onur sayar/ardı. Bir bardaktan çok şarap, bir taneden başka sigara içmezdi Yerevan 'da sinemaya gider, alqam da «Zim» marka arabayla Eçmiadzin 'e döner/erdi. Elini bile öpmezdi kızın, yalnızca ara sıra olqardl. Her ne kadar Nerses 'le karısı her şeyi gizli tutuyorduysalar da, komşulan yine de işittiler. Yarekieri çatiardı birbirlerine söylemeselerdi Libarid 'e de ulaştı haber. Bıraksalar ev/ensindi kız,· kendisi için de iyi olurdu, Libarid için de. Herkes biliyordu,· söyleye söyleye, söza yerine ulaştırdı/ar. Sonu ne olacak diye merak ediyorlardL Ilginçti. Libarid birkaç gan o daşanceyle bağdaşmıştı, ama alqamlan ağır geçiyordu. Sokağa çıkınca yalnızlık duyuyor, eve geldiğinde boşluk buluyordu. Bilardo oyna­ maya gidiyor, gençler/e içki içiyordu. Zaruhi birkaç kez Libarid 'i Eçmiadzin 'de görda. Oğlan yaklaşmıyor, gizleni­ yordu. Laciven paltosu aşınmış omuzlanndan sarkıyor, dağme/erini iliklemiyor­ du,· zayıftadığı için de daha uzun boylu göranayordu. Ağacın arkasında sigara içerek ona bakıyor, Zaruhi 'nin kendisini görmediğini sanıyordu. Zaruhi onu özlediği.ni duyuyordu, kuru parmaklannın okşamalannı, dişleri­ nin parlaklığını, gözlerinin bakışlannı, parmaklannın olqamasını, ve iri göğasle­ rine kaba yanaklarının dokunuşunu ve parmaklannın olqayışını, parmaklannın olqayışını özlediği.ni... Pazar gan Eçmiadzin kilisesi dopdoluydu. Satun/ann altındaki kuru dolu kaplarda ince mumlaryalayorlardL Birkaçı insanmış gibi sönmaş, birkaçı yumu­ şayıp eğmiş başlarını öbarlerin omuzuna, birkaçı da yorgun, baş başa vermişti. İçeri yeni girenlerse kendi mumlannı yanmakta olanlardan yakıp kuma daldın­ yorlardL Koro ilahiler söylayor, sırmalı pelerin giymiş papazsa, inananlara kut­ sanmış yujkLı parçalan dağıtıyor, kimi avucunun ters yanıyla alıyor, kimi de doğru dudaklanna götarayordu. Vaftiz edilecek çocuk/ann ana babalan ve haç tutan delikanlı/ar, kuponlar ellerinde sıra bekliyor/ardı mermerden oyulmuş vaftiz taşı­ nın yanında, gamaş haçlar ve ganlak kabı parlıyordu. Çocuklar bağınyor, koro, onaçağı ezgileriyle melankolik ilahiler söylayor, aşınmış, eski paltonun eteği. sağ omuzuna doğru maviye çalıyor, vaftiz edilecek yeni doğan çocuklar ağlıyor, ama babalar galayordu. Biri, sağ omuzu yanında soluk alıp veriyor, hiçbir şey söylemi­ yordu ve kendisi az kalsın dönap, başını onun göğsane dayayacakıı, eriyip gevşeyen bir mum gibi. Dışanya çıkmak azereyken onun da kendisiyle birlikte geldiğini duyduAltın yaldızlı tasiann yanından geçiyorlardL Kıırşısında bir el, iki san mum tutuyordu: Kuru, kara kıllı bir el. Başını çevirdi, Libarid galamsayordu,· traş olmamış kaba yanak/an buruşmuştu. Zaruhi aldı temiz mumu, yanmalda olan mum/ara doğru eğip yakıL Libarid de onun mumundan yaktı kendisininkini, ve ikisi de yanan mumlan kurnun içine yan yana dikti/er. Biraz ötede yaşlı, çok yaşlı bir kadın, yerden yujkLı parçacıklarını toplayıp ağzına atıyordu. Gaç/a olmak için bunlardan çok yutmak istiyordu kadın. Ne 244


i.ı'tiyortlu bu kııdın yaşamdım ? Ilir Mutlu, rahat bir ölum i.ı'tiyordu ki, kim.,.,. huzurunu bozmasın. - Ben sizi işitmişimtlir, dedi Jan-hık Garabed, demek Libarid sizsiniz. Libarid sigara içiyor ve dumanını sağ omuzunun astanden pujluyordu. O adamıyaralamak istemiyordu, hiçbir alq verişi yoktu onunla. Kendisini tutmasını bilen, anlayqlı bir adam olduğunu da sezmişti. Bizim hikityemiz çok uzun papazyoldaş, dedi içini çekerek. J. J. Garabed rahatça ona bakıyordu. - Ben papaz değilim, dedi adam yere bakarak. Genellikle bir papaza «}'O/daş» demek adet deği/dir. - Bilmiyorum, konuşmuş değilim papazla. Sizin adınız da bir tarla ... - Önemli değil... diye kesti sözana Jan-Jak Garabed ve sustu. Sonra daşance/i daşanceli sardarda sözana: Bilmem nasıl oldu batan bunlar. Doğrusu ku hoşuma gidiyordu. Her şeyiyle hoş, duygu/u bir kişiydi denebilir... - Bağışlayın, siz ciddi olarak istiyor muydunuz kendisiyle evlenmeyi? Bu, aralanndaki ikinci konuşmaydL Birinci kez J. J. Garabed korkmuştu hiç beklenmedik bir biçimde kendisine yaklaşan traş olmamq o adamdan. Sonra sorunu anlayınca, Libarid kendisine her şeyi anlatınca, korkudan titreyip uzaklaş­ mqtL Şimdi nedense rahat konuşuyordu; herhalde Zaruhi her şeyi anlatmq, o da Libarid 'in sözana doğrulamq olmalıydL - Evet, dedi ağladL Kendisinin de ağlamq olduğunu söylemedi öbatü. Duygu/u bir insandı, ne kendi acısına, ne de başkalannın acılanna dayana­ mazdL - Annerne bir şey söylemiş değilim. (Libarid'e accyordu) Bilmem nasıl an/atacağım. Siz içten bir insana benziyorsunuz. Onun konuşma biçimi etkiliyordu Libarid'i ve oda elinde olmayarak J. J. Garabed 'in tonuyla konuşuyordu. - Bende yalan yok. EvlenmeniZi istemiyorum. - Anlıyorum, elbette. Evlenmem. Ama siz doğru yapmıyorsunuz, evlenin. Libarid sigarasından bir soluk çekti, yazana sağa dönap omuzundan pujladı dumanL - Niçin siz evlenmiyor da bana öneriyorsunuz? - Benimki başka, sizinki başka. Gerekçeler söz konusu, tabii... Ya o delikanlı duruyor mu daha ? - Duruyor mu, bırakmışlar mı bilmem Ne önemi var? - Öyle ya. - Siz Avrupa 'da yaşamqsınız, sanınm orada ne biçim bir kız olursa ol.run, gelişi gazel evleniyorlarmq. Hoş/anna gitti mi, nikfıh Jayıveriyorlarmq. Komşu bir arkadaşım var gidip Fransa ya yerleşti. Yazıyor ki, orada kadın kendisi için, erkek de kendisi ıÇin yaşarmq. - Evet, ama biz Fransız değiliz. - Siz yaksek öğrenim görmaş bir insan değil misiniz? Zaruhi sizin birkaç dil bildiğinizi söylayordu. - Öğrenim görmaş insanlar için de onur denen bir şey var azizim. 245


Libarid içini �·l'kti: - Kısacası, biz birbirimizi anlıyoruz. J. J. Garabed rahatça bakıp, kısa kolunu onun omuzuna koyarak: - Evlenin, dedi, bu benim için bir ağiatı deği� sizin için ağialL - Başkasım bu/acağımzı demek istiyorsunuz. - Kendiniziyenin demek istiyorum. Biz Ermeni/er, kılçak şeyleri biiyük ağiatı yapıp, kendi kendimizi mutsuzluğa sarak/eriz. Anladığıma göre, aramızda her şey olmuş bitmiş... erkekçesine konuşalım, her şey bitmiş, bir evlenmeniz kalıyor... - Mutluluk evlenmekte mi sanıyorsunuz?.. J. J. Garabed devam elli: - Ama, kızı alıp götarda demesinler diye evlenmiyorsunuz. - Götarda demelerini siz de istemiyorsunuz... - Üzmeyin beni, suçum u biliyorum ben. İyi kifazla ileri gitmemişim. Çıkmaz bir durum yaratılıyordu, işte... gizlemiyorum, başkasına öğat vermek kolay. Anlı­ yorum sizi. - Suç dediniz. Suç da neyin nesi? İnsanın buluncu rahatsa, suç yok demektir. Öyle ki, ne kadar bulunçsuz o/san, o kadar daha elverişli; rahat yaşarsın, gönenir­ sin, başkasını daşanmezsin. Yani bu/unçlu insan acı çeker, bu/unçsuz da istediği gibi yaşar. An/atın, niçin böyle? - Siz Tanrı ya inanır mısınız? - Bilmem. İnsanlardan korkmam, ö/amden, acıdan, tek sözle hiçbir şeyden korkmam ... Ama görmediğim, anlamadığım, anlatamadığım bir şey var ki. .. ondan korkarım. Yaşamdan, kendimden daha güç/a bir şeyin var olduğunu, ara sıra beni ceza/andırdığını, varlığını duyurduğunu seziyorum... herhalde Tanrı olsa gerek bu. Ve şu çıkıyor ki, Tann 'da köta/akten başka bir şeyyok, kendisini iyi işlerle değil, ceza/andımıakla duyuruyor... Ve şanslı insaniann Tanrı yı daşandak/eri yok. - Komşunuz niçin giui Fransa ya? Libarid hemen yanıt vermedi, bir sigara daha yaktı: - Bilmem, dedi, akılsız bir adam bence. Geri gelmek istiyor, buradan izin vermiyor/ar. Karısı sokaklara daşmaş orada. - Evet, diye içini çekti Jan-Jak Garabed, herkes kendine göre haklı, veya haklı sayıyor kendisini. Kalın, kıllı bileğini açıp altın yaldız/ı saatına baktı, sonra yine bıraktı kollannL Yaşamın boş bir raslantısıydı, diye daşanda kendi kendine, konuk gibiyiz hepimiz, daha birbirimizi anlamaya varmadan aynlıveririz. Her yerde konuğuz, burada da, Fransa 'da da, ÖTEDE de... Eeeh, diye içini çekti. J. J. Garabed gülamseyerek. Yeryazande güneşten ve toprağa daşen kendi gölgenden daha güzel bir şeyyok; işte şu acınacak, biçimsiz, suratsız gölgenden... veparmağını güneşe doğru uzatarak, şundan, dedi, şundan gılzel... Bunu ne diye söylediğini anlamadı Libarid. Jan-Jak Garabed elini ona uzatıp: - Hoşça kal acılı insan,dedi. Sesi birden kısı/dı: Ağlamaktan utanmamL Kendime ağlanm, sizin için ağ/anm, insanlar için ... Nedir bu olup bitenler hepi­ mizin ruh/arında... Libarid gülamsedi. Birbirinin elini sıkarken kendisi de J. J. Garabed de 246


Klltıqin llltında, dıJşanct'lt·ri, hallt·ri, .ı"IJdai ı·t· lıakışlarıyltı ga/an\·talt·r. 1.1. Gtırıı­ lınl 'in gözlerimyse yaş dolmuştu. O gitti. Libarid 'se durmuş, yere, kendi gölgesine bakıyordu. Bu gölgedm, .ı-igara dumanının gölgesi sis gibi ayrılarak, seyrekleşip uzaklaşıyor, yok oluyordu. Birkaç gün sonra avluda Zaruhi göranda. Akşamdı, i§ten dönen delikanlıilir klarnet çalıyorlardL Nerses 'in kansı çamaşır seriyordu. Zaruhi evden çıkıı, içi yaş çamaşır dolu leğeni annesinin yanına bırakıp yine eve gitti. Libarid daşanayordu: «Çıkıp gideyim buradan, başka umar yok. Kııçaran 'a giderim. O gün konuşurlarken, ikiyıl içinde bir araba alınabilir diyorlardL Iki yıl yalan olsun varsın, araba da yalan olsun, ama anlaşılan iyi para veriyorlar. Gideyim hep orada kalayım». - Ben Kaçaran 'a gidiyorum, dedi annesine, orada kalacağım. Sen nasıl yapacaksın ? - Beni mi daşanayorsun? dedi annesi, daşanme, gerek yok. - Hayır, ben sana ciddi söylayorum. Halimden anlamıyor musun ? - Halinden anlıyorum, sen benim halimden anlamryorsun. Zaruhi, her şey satılan bayak mağazada durmuş, çorap seçiyordu. Rengine ve saydamlığına bakmak için çorabı kaldırdığında, tanıdık biryaz görda kalaba­ lıkta. Çorabı yere koyup, rastgele bir başka çift alıp kaldırdı, maviye çalıyordu rengi, ve o maviye çalan rengin arasından, Vartan kalabalıkta kendisine bakıyor­ du. Kimdi?.. Korktu. Kimseye görünmeden uzaklaşmak için insanlara karıştı; Çin temıo­ su almak için kuyrukta bekleyenler onu tezgaha sıkıştırdılar. Birbirlerini iten insanlar arasında o pek güzel termoslar parlıyordu. Bunlardan satın almq olan­ Iann kimileri paketleri açıp bakıyorlardı termoslara. Bizimde hızla koşan kısrak, öbarande tavus kuşu veya alaca bulaca renkli gül resimleri vardL En gazeli hangisi olduğunu bir tür/a bilemiyorlardL - Merhaba Zaruhi... Benimle konuşmak istemiyor musun? Aralanndan iki kişi paketleri açıp, astünde dört nala koşan Çin atları bulunan termoslan çıkardılar. «Değiştirelim» dedi biri, onlara alaca bulaca galla kendi termosunu uzatarak..Anıa onlar ikişer tane satın almqlardı; astande zıpla­ yan Çin geyikleri resmi bulunan ikinci temıosu çıkardılar. Maşterilerin imgesi daha da kabardL - Peki yaklaşmam, peki... uzaklaşıyorum... Ama uzaklaşmryordu. Öyle dumıuş, ciddi ve azgün bakıyordu. - Çıktın mı cezaevinden ? diye sordu Zaruhi. Ve korkusunun anık geçmiş olduğunu duydu. Vartan, «evet» anlamına başını eğdi. «Nasılsın?» dedi. Satıcı/ar; - Yok, artık termos kalmadı, dediler. - /Vılmamq, dedi Vartan, boşuna duruyorsun. - Demek bitmi§, ha? diye sordu Zaruhi.. Merdivenlerden inerken, Vartan: «Beni seninle görse/er birsakınca yok mu ?»­ dedi. Zaruhi omuzlarını silkti: «Benim yüzarnden sekiz yıl yattın». - Bırak bunu ... Anlat, nasılsın? Evlendin mi? 247


Ztıruhi btqını f'�i. Nasıl aranız? - Nasıl olacak. herkesin/d gibi. - Onunla mı evlendin? - Onunla. - iyiydi. Iyi etmi§siniz. Sonra? - Sonra, hft. - Biliyorum, sen beni batışlamazsın. - Silyleme bunu. Merdivendm yukan çıkan/ar, bayük aynada kendilerine bakıyorlardı. - Olup biteni yüzüne vurmuyor mu? Zaruhi o anda anlamadı: - Neyi? Hayır, hiçbir zaman. - İyi. Demek darüst adam. Gerçek adam. Ve seni seviyordur. Zaruhi, Vartan 'ı, acı çeknıi§, zayıf yüzla, saçlan dökalmaş veya ağarmış giJreceğini sanmıştı. Oysa Vartan hiç deği§memi§, sanki cezaevinden değil de, uzak biryolculuktan dönmaş gibiydi, ve onu yalnızca buradaki yenilikler ilgilendiriyor­ du. - Ya çocuklar? Kııç çocuğuniZ var? - Bir, dedi Zaruhi. - Yalnızca bir mi? Oğlan, laz? - Oğlam.. değil, laz. - Adını ne koydunuz? - Ad koymadık daha. Sen kendinden siJzeL - Bem· boş ver... - 6mrüm geçti sayılır... - Otuz dörtyaşındayım, gencim daha kanunca. Ancak. yazık oldu tabii. .. Giriş yerindl! biri, elinde param parça olmuş bir termosla duruyordu. Çin geyikleri taştan taşa atlıyorlardL Ama artık kime gerekti bu. Ikinci kar§ılaşmalan yine rastgele olmuştu. - Çocuğun aduıı ne koydunuz? Zaruhi birden anunsıyamadı: - Ne çocuğu? - Sizin/d. - Ad koymadık Dilşan ki, uygun bir ad bulamıyoruz. .. Sen çalışıyor musun artık? - Evet. Kııçaran 'da. ŞofiJrlak yapıyorum Zaruhi. Bir gan arayla çalışıyor, Cumartesileri Yerevan 'a geliyor, Pazar kalıyor, Pazartesi yine gidiyorum. - Kııç kilometre? Vartan galda: - Bilmem, tren/e gidiyorum. Öbar Cumartesi Zaruhi, «MoskovfJ» sinemasının bulunduğu alandan geçti. Kimse yoktu. Şaştı,sanki orada buluşacaklarmış da gelmemi§ gibi. .. Ertesi Cu­ martesi ganayse Vartan oradaydı. Demek randevu vermi§lerdi. Yaklaştı, Zaruhi'­ nin kolunu tuttu. ..

248


Gidt•lim, dedi. - Nereye? - Nereye dersen. Ben her ıeyi biliyorum, dedi Vartan. Her ıey gönlanan irtedigi gibi olacak. Rica ederim, çok rica ederim. - Dur, ne söylayorsun? Görürler bizi. - Görsanler. - Nereye götarüyorsun ?.. Anlamıyorum seni... - Niye anlamıyorsun ? Söyleyim mi? - Ne?.. - O zaman dinlemek irtemiyordun. Zaruhi, onun ne demek istediğini biliyordu. O zaman gerçekten dinlemek istemediğini anımsadı. Ve o zamandan bu yana kaç yıl geçmi§ti. Kimse kendirine «seni seviyorum» dememi§ti: Gavey olacaklar, Libarid, anası. .. Yeryazande bir bu adam kalmıştv o sözleri söyleyebilecek, varsın söylesin. «Ya ben ?..» diye daşana­ yordu, kolunu bırakmayan o adama bakarak. «Olmaz» anlamına başını salladı. Vartan 'sa başka şey sandı: - Demem, peki Demem. Dondurma satılan yerde iki çocuk masanın başına oturmuş dondurma yiyorlardı. Biri başını öte yana çevirince, öbarü onun kabından kaşığıyla dondur­ ma çalıyordu. Ve doymak bilmeyen bu obur, karşıdaki çift uzaklaşıp da masada dopddlu iki kap dondurma kaldığını görünce, alsın mı, almasın mı diye ne yapacağını şaşırdı. Ve alayım mı, almayayım mı diye daşanarken, kızkardeşinin kabından dondurma çalmaya devam ediyordu. Libarid, babasına: - Evet, gideyim orada kalayım, dedi. İki ki§iyiz. Yeni Areş'ten tanldık bir genç. - Ya nerede yaşayacaksınız? - Yurtta bir yer veriyorlar. Aharon, alnı peçetey/e bag/ı olarak yatakta yatıyordu. Konuşurken inliyordu. Dereceyi kolundan çıkanp ogluna uzattı. Libarid baktı, civa 39 'un altındaydı. - Halim hal degi� dedi babası, ben burada ölarüm Libarid adam gönderdi Zaruhi 'yi çagırsınlar diye. Ertesi gan gitmesi gerektigi için onunla konuşmak istiyordu. Zaruhi 'nin anası o adama, kızının evde olmadı­ ğını söyledi. «Kim istiyor?». Yeniden o adamı gönderdi, yine evde yoktu. Kim istiyor? Eşikte duran Libarid, Nerses 'in kansına bakmadan: - Ben istiyorum, dedi, çagır gelsin bir dakika. - Yok. Evde degil. Hem senin onunla i§in yok. Yeter artık. Libarid ü;eri girerken Nerses karşısına çıktı: - Ne istiyorsun ? Bagımıaya hazırdı zaten Libarid, ve neredeyse bagırarak.· - Zaruhiyi! dedi. Nerses erkek adamdı, numara yapamadı: - Zaruhi gitti. Kansı parmağını ısırdı, kocasına i§aretler etti, ama Nerses: - Zaruhi 'yi o genç götarda, dedi. Kimdi o? Hangi genç? Hiçbir şey anlamıyordu. Vartan kim? 249


Adı sanı unutu/an o atlam gdip dikilmişti gözanan önane. - Nereye gittiklerini söylemediler. Evlendi/er. Nikah kağıtlanm gözam/e gördam... Bizi kendisine: «Bitti artık Libarid, her şey bitti. Suç ne bende, ne sende, ne bizim /azda, ne de kimsede. Boşuna garaıra çıkarma. olmuş olacak bir keZ» diyordu. - inanmam. - İnanma, dedi Nerses. Hem ne istiyorsun ondan. Ve sesini alçaltarak: Yetmez mi? Ne sokak sapranta/eriyle daşap ka/klın, onurun ze"esini bırakmadın. Çık git. - Neyapayım ? Gitsinmi§. Niçin, nereye? Nerses korktu: - Bu sabah gelip söylediler ve çıkıp gittiler. And içerim ki bilmiyorum nereye gideceklerini. Gizliyorlardı. Kaçaran 'a gidecekleri zaman, Zaruhi istasyonda Libarid 'e rast/ayacağını sanıyordu. Yareği kendisine karşılaşacaklannı söylayordu. Filimlerdeki gibi ol­ urdu; son dakikada o koşarak gelir, atlayıp basamağa kendi kupesine girer ve kendisi... Parmağındaki altın yazağe baktı. .. » Çıkanr,trenden inerim onunla bir­ likte». Tren yola çıktı. İki ki§i el sallıyor/ardı tanıdık/anna. Libarid,yıllar önce o gencin oturduğu evi gidip buldu. «Kiiim ?» dedi çok uzun yaz/a bir adam, «Hangi Vartan ? Ben sekiz yıldır burada kirayla oturuyorum...». Avlu yaz kampına dönaşmaşta.Akşamdı. Çocuklar eğleniyorlardı. Başianna kağıt torbalar geçirmi§ birkaç çocuk, ellerinde yanarcalar, yaza is/e karaya boyalı bir çocuğu izliyor/ardı. Birçok da seyirci toplanmıştı. izlenen sağa sola atılıyor, gizlenmek istiyor,başlannda kağıt torbalar olanlar da yanarcalarla ona yaklaşı­ yor/ardı. Hiç hoş olmayan, ağır bir temsil hazırlarnıştı çocuklar. istasyondayola çıkmaya hazır bir tren bile yoktu. Kanıinciler i§sizlikıen gazete okuyorlardı. Ne diye gelmi§ti sanki istasyona,kendisini buraya gelinen neydi? Anlayamı­ yordu. Kaldı ki şimdi herşey apaçıktı onun için veyanlışının ne olduğunu biliyordu. Babasıysa şöyle diyordu: -Akıllılar,bilginler insaniannçalışmasını hafifletmeyi daşanayorlar ki, da­ ha rahat yaşasınlar, giiçlerini daha yaksek gereksinimiere harcasın/ar diye. İnsan öyle antapajlen i§lerle uğraşmamalı, yalnızca yaratmalı, beyniyle çalışma/ı; insanı eziyet/erden, tasalardan kurtarmak gerek. Her şeyi insan yerine makineleryaparsa, o zaman insanın yakınmaya hiçbir nedeni olmaz. - Hiç mi? - Evet hiç. Gözyaşı, acı, keder, insan ıstıraplan kalkar danyadan, artık hiçbir tasası kalmaz insanın, herşeyi makineler yapar. insanlarsa varsın doğanın kucağında şarkı söylesin/er, eğlensinler, çocuklarıyla birlikte iyi vakit geçirsinler... Karşıki dağın yamacında giineş batıyor ve babası uzun uzun danyanın gele­ ceği asıane konuşuyordu. Öteyandan, danyada Zaruhi, Libarid ve başkalan vardı. .. Ve aralannda kimi zaman böyle sona eren hikityeler de olurdu. Zorayr Khalafyan 250


HRAÇYA KOÇAR -Kapriyelyan­ (Kumlubucak/Pakrevant 19 Ocak 1910-Erivan 2 Mayıs 1965) Gazeteci, hikaye ve roman yazarı Hraçya Koçar, I 9 15'te ailesini kaybedin­ ce yetim kaldı. 1 9 1 6'da kurtarıcıları olan bir köylü grupu ile Vaga�bad'a (günamüzde Eçmiadzinyöresi) geçerek oradaki köylere sıgındı. 1 927'de Erivan­ 'a yerl�ti. Ermenice AVANGARD, KHORHIRTAYİN HAYASDAN gazc­ telerinin yazar kadrosunda yer aldı. Aylık RİYA TAZA ( 1 93:4), SOVEDA­ GAN KRAGANUTYUN !Sovyet Edebiyatı/ (1946/51 ), VOZNI 1 Kirpi! (1954) dergilerini yayınladı. 1 939'dan beri Sovyetler Birligi Merkez Komitesi üyesi olan Koçar, 1 941/45 yıllarında muharebe cephesi gazetelerinin muhabirligini yaptı. 1 946/51 yıllarında Ermenistan Edebiyat Birligi'nin sekreterlik görevinde bulundu. «Vahan Vartyatı»(l934) ve «Oksen Vaspur'un Gezi Seyahatname­ si»(J937) adlı romanlarında Sosyalist hayatın ve Sovyet insanın ahlaki formas­ yonunun karma§ık gidi§atını açıkladı . .,zamanlar» ( 1 94 1 ) ba§lı!ı altında top­ lanmı§ hikayeleri, romanları ve masalları, geçmi§le günümüz arasında bir bagıantı kurar. Aynı zamanda yazar gençligin egilimi, köy kalkınması, yeni hayat ve yaljantı sorunlarına deginir. Koçar'ın edebi alandaki ikinci on yılına ait «Knhramanlann Doğuşu, Seferi Ordudan Mekktuplar» ( l 942), «Kutsal Yemin» ( 1 946), «Dostlub ( 1 950), «Ro­ man/ar ve Hikiiyeler»(1956) adlı eserleri, sava§ alanında ürettiklerinden olu§ur. «General'in Kızkardeşi» ( 1 945, Pravda, Nu. 282) adlı hikayesinde Koçar, yara­ tıcılıgının temel motifini olu§ turan Yu rtseverligi yansıtır. «Bayak Evin Çocuk­ lan» (2 cilt, 1 952/59) adlı romanında Koçar, sava§ hayatının vakayinamcsini canlandırır. Koçar, 1 965'te yayınlanan «Beyaz Kitap» ba§lıklı hikayeterindeki «Nahabed» romanı (Ermenistan SSC Devlet Ödülü, 1 967) ile yaratıcılıgının doruguna ula§ll. Daha sonra filme alınan bu eserde Ermeni halkının acı dolu yakın geçmi§i incelenir. Bunlardan ba§ka meydana getirdigi daha birçok eserler

251


arasında makaleler, ara�ıırmalar ve gezi notları içeren «Edrbiyat ve Hayat»­ ( 1 949) adlı kitabı ve «Kmey Gökkuşagı.. ( 1 96 1 ) adlı senaryonun ya:r.a rı olan Koçar, KJZIL YILDIZ n i�anıyla ödüllendirildi.

ANA

KarargiJhmuzı yitirmi§ aç eriz. Bezgin ve yorgun, köy köy dolaşıyor, karlı yağmurun altında yarayoruz. Her yanımız su ve çamur içinde. Evren karanlık. Uzak/ardan, belirsiz enginlerden top sesleri geliyor. Arkamızda kalan Ukrayna 'da tutsaklar bırakml§tık, önamazdeyse sis/i Rus stepleri uzanıyordu. Orman kenarlannda ve bıralalml§ kaçak stasyonlarda hırpa­ lanml§ lokomotıfler sessiz duruyor, danya soluk almıyor gibiydi. Bu boz renkli gökte ganeş hiç doğmaml§, sıcacık l§ınlan şu stepleri ve ıslak orman/an, şu zavallı köyleri ve insanlannın yazlerini hiç aydınlatmaml§tı sanki. - Yarayemem... artık gücarn kalmadı, diye mmldanıyordu açamazden en kaçağamaz. Çelimsiz ve zayıfbir erdi. Cepheye gelmeden önce Leningrad Konservatuannı yeni bitirmi§, doğdugu ve bayadağa bu kentte, birçok değerli sanatçı bulundugu için, hiç de kolay olmadığı halde, kemancı olarak an ve şan kazanmak emeli.ndeydi. Bu açanca ganda, artık ıs/ık bile çalmıyor, hiçbir tarka mmldanmıyor, sessizce peşimizden yarayordu. Soluk almak için bir an duraklaml§tık. Kemancı, buğdayyığınlannın asıane yılalıvermi§: - Yarayemem... Ayaklanmda artık gaç kalmadı, dedi. KaraniıkiL Onu görmayor, ama onun acık/ı durumunu duyuyorduk. üçanca arkadaşımız Harkof/u bir tornacıydL Gaca yerinde bir erdi. Ona yaklaştı, eğildi, kolundan tutarak: - Kalk Styopa, kardeşim, dedi. Bir köy göranayor, gider dinlenir, yorgunlu­ gumuzu almz. ikimizin yardımıyla kemancı kalkıı, doğruldu, yararneyi sardürdü. Yol uza­ dıkça uzuyordu. Konik çatı/ı ev/er göranda. Ne bir insan sesi duyuluyor, ne de bir köpek havlıyordu. Rastgeldiğimiz için kapısını vurduk. içerden yaşlı bir kadının kısık sesi duyuldu: - Kim o?.. - Aç ana, biz eriz. Kapı açıldL Biz ev sahibini görmayor, ama onun dua eder gibi sözlerini duyuyorduk.· - Ulu Tannm... İyi Tannm... - Korkma ana, eriz biz, arkadaşımız biraz hasda da, az dinlenir, sonra yolumuzu sardararaz, dedi Harkof/u tornacL - Girin, içeri girin yavrulanm, neden korkacakml§ım, girin de gaze/cecik bir ısının hele. Ardından sessizce girdik. Yaşlı nine, Rus sobasının kenanndaki lambanın fitilini aydın/attıktan sonra bize döndü, baktLBakl§ı zayıf, cılız olan kemanemın astande durdu: 252


- Oo, dt·d� astandr hal /uılmamış \"(H."Ukcagızın... St1yunun, .wyununda Kiy.�ilerinizi /aırutayım. Şimdi sobayı yakarını, u-ınırsınız. Kendisi tk ufacık tefecik, zayıf, kuru bir kadındL Başına bir yazma tJrta ayak/anna dar, uzun eskimi§ çizmelergiyinmi§ti. Ona bakarken ister istemez ştiyle daşanmeye başlamıştım: «Bu minicik kadın nasıl evlat dogurur, bahçe i§leriyle uğraşır, tulumbadan doldurdugu suyu omuzlannda taşır...» Kııdıncağız karaelleriyle kemanemın omuzlannı olqarken tkminki sözana yineledi: - Ne kadar da halsiz düşmaşsan yavru; fUradaki kuru otlann asıane uzanıver. Otlara bakarken, döşemenin astantk kaputlara san/ı beş altı erin yatmış olduğunun ancak şimdi ayrımına vardık. - Onlar da sizler gibi... Bir haftadır gelip gidiyorlar, gelen gidenin sonu yok... Ulu Tanrım... Kemancı yıkılıverdi, uzanıp yam - Gideyim tk odun getireyim,tkdi ninecik. Harkof/u ardmdanyürada. Birkaç dakika sonra er, biryığın odun, kadınca­ ğız da bir kucak otla geri dönda/er. Oda, otlardan taten acı dumanla doldu, az sonra yalım/ar sobada parlayıverdi Yaşlı ninecik Harkofiunun yardımıyla ke­ mancının postallannı çözda, çıkardı, do/aklannı sökta, sobanın sıcak duvarianna astı. Keskin bir koku yayıldı her yana, hava ağır/aştı, yorgunluk bizleri yend� sıcaklık bizi uyuşturmaya başladL Nine, sanki özar dileyen bakışlarla bir sare bize baktı; netkn sonra: - Çocuklar, dedi, yazık ki patatesten başka size yedirecek hiçbir şeyeitim kalmadL .. Sizden önce gelen gidenlerin sayısı belirsiz... Torbalanmızda tuzlama domuzyağı bulundutunu söyleyince ninenin ufacık gözleri ışıldadı ve sevinerek: - öyleyse patatesleri tavada kızanınm, dedi. Batan dikkatinıle bu ufacık, kuru yaşlı kadının şaşınacak derecede çevik tkvinimlerini izliyordum. Hemen patatesleri ayık/adı, doğradı, yağ doldurdugu tavanın içine koydu, kenannda bulunan demir çubukla Rus sobasının tkrinine itiverd�ateşleri tavanın do/ayına topladL Yemek pi§tikten sonra eğri uç/u bir şeyle tavayı sobadan çıkardı, bir bez parçasıyla tutarak getird� kaçak masanın asıane koyu verdi: - Buyurun, delikanlı/ar, hadi, yeyin bakalım, afiyet olsun, tkdi. Sonra, uyandırmak için, ö/a gibi uyuyan kemancıya yaklaştı, kolunu usulcacık ensesine doladı, san saçlannı, alnını olqayarak seslendi: - Kalk evlat kalk. .. Canlan azıcık, dedi. Harkofluyla �irlikte onu kucaklayarak masaya yaklaştırdılar. Bizden önce gelip de döşemede yatan erlerden hiç biri uyanmamıştı. Derin uykuya dalmışlardL Yedik, doyduk. Anık yollarda çektilimiz azantaleri, yorgunlugumuzu ve ka­ tkrimizin belirsizfiğini unutmuştuk sanki Seri/dik yerlere. Sabahleyin, nine hepimizi ayn ayn uyandırdı: - Kal/an, çocuklar, belki gecikirsiniz. ..

253


OJada ya/nu bil Jwlmıştık.. Obür erler bizden tJnc� uyanm11 Kiımişlerdi. Masanın ıWündr, büyük bir tavada yeni kuartılml§ patateslerden is/e kanşık bir buJ..'" yükst'/iyordu. Kadınca� bizi yemeğe buyur ettilaen sonra kendisi az uzaklaştı, alçak bir iskt'mlrye oturdu, kollannı göğsüne çaprazladL şimdi yüzündeki burıqulduldar, çizgiler artık seçiliyordu. Ufacık gözleriyle herbirimizi ayn ayn sazüyordu. Bütün yalvarmalannııza karşın masaya yanaşmadL - Siz yeyin, afiyet olsun yavrulanm, siz yeyin... diyordu. Az sonra bir komşu kadın geldi, patates rica etti. Nine, kulplu büyük bir bakTaçtan gelenin eteğine patatesleri doldurduktan sonra, eski yerine oturdu ve içini çekerek ftsıldadı: - Onun evinde de erler var... Vicdanım burkulmaya başladL hiç olmazsa bir çift tatlı sözleyüreğini almak, bizi bağı§lamasını dilemek istiyor, te sözcük bile bulamıyordum. Teşekkiir ettikten sonra belirsiz yolumuzu sürdürmek için ayağa kalktık Veda/aşmadan önce kapu­ turnun cebinde kalan, kilğula san/ı son domuz yağı parçasını masaya koydum. Kadıncağız farlana varmadı, o anda kemancıya hayır dualan mınldanıyordu. DI§an çıktık ve kırağıdan ağarmış steplerden yürümeye başladık. Dünya dünkü kadar sornurıkan degildi... Kemancı, başını dik tutmuş, önümüzden gidiyor, ıslıkla ezgiler saçıyordu her biryana. Köyden az uzak/aşmıştık ki, arkamızdan bir kadın sesi duyuldu: - Askerler, askerler... Durduk, geriye baktık. Küçük bir Jazcağız koşuyordu bize doğru. Yo, bu küçük bir kız de_gi� bizi konuk eden nineydi. Ne vardı, ne olmuştu ?.. Şaşkın, ona doğru ilerledi. Iyice yak/aştıktan sonra elindeki kilğıda san/ı domuz yağını bana uzata­ rala - Unutmuşsunuz, evliıdun, al, dedi. Şaşırmıştım, ne yapacağımı bilemiyordum. Bir iki adım gerileyere/a - Unutmamışnk, ana, size bıralanıştık, dedim. - Yo, olmaz, alın, siz yolcusunuz, size gerek. Ben aç değilim ki yavrulanm, hem açlıktan da ölmem, korkmayın, alın... Soluğu kesiliyordu. Yazü de sararmıştL Soğuk. havadan gözleri yaşarmıştL Son bir kez daha: -Alınız, demesiyle paketi cebime sokuverdi. Bir an hepimiz sustuk. - Hayd� hayırlıyolculukyavrulanm, dedi. Geriye dönecekken bir an durak­ /adı, ve: - İki oğullanm da cephede/er... Belki duymuşsunuzdur, biri yüksek bir komutandu... Vatutin Kolya... Nilco/ay Feodoroviç Vatutin. .. Kısmet olur da rastgelirseniz, sağ salim olduğumu aniatın ona... Tann ömrünüzü esirgesin, ana­ lannız. uğruna... Haydi , hayırlı yolculuk yavrulanm, ded� ve gecenin ayazında donan buzlu karlann üstünden sekeleyerek gerisin geri yürümeye başladı yaşlı nin ecik. *

* *

Aynı gün Valuyki Stasyonunda, bölük/erimizden küçük biriikiere rastladık, onlarla birlikte Volçansk kentine doğru yürüdü/c. Savaşın ilk ve ağır yılıydL O günden sonra, birçok köy evlerinde geceledik, 254


ya�nııının Vt' karın altında bir�·ok .ı·ipt•rlt•rdt• yattık, ama Çt•bulıint' Koyandi'ki o tatlı ninenin yaza bellegimden si/inmedi. �/una sağ salim oldugunu ilt'tmt•mui dilemişii bizden. O günlerde, oğlunun adı bize yabancı değildi. Daha sonra/an, Nikolay Feodoroviç Vatutin 'in adı danyaya an saldığı ganlerde, er Stepan Filatov, cephe komutanının anasını tanıdığını, ona nasıl rastladığımızı, bizi nasıl konuk­ ladığını, ne kadar iyi yarekli bir kadın olduğunu, herkese anlatmaktan kendini alamıyordu. Bizim kemancı, ganlerden bir gan General Vatıllin 'e bir mektup yazarak herşeyi anlam ve generalden aldığı yazılı yanıtı koynunila saklıyor, hemen her gan er arkadaşianna okuyordu. Bizlere Volgograd ganlerini yll§amak da nasip oldu, sonra Volga 'dan Don 'a doğru ilerledik, ve Kursk-Oryol eymecine ulaştı/c. Şimdi önamazde Ukrayna seri­ liyordu. Bayak cephe savaşını kazandıktan sonra, General Vatutin 'in erieri ardar­ da birçok iller kurtarıyor, gaze doğru Dinyeper 'eyaklaşıyorlardL Ordulanmızın her utkusunu duyarken, bana öyle geliyordu ki, ufak tefek ninenin yenilgi bilmeyen ve efsanelerde olduğu gibi, kurşun işlemeyen casseli ve kahraman oğlu herkesten önce ve herkesin önanden güliyor, yanından aynlmayan anasının an sevgisi onu sihirli bir tılısım gibi koruyordu. Askerlik yazgısı beni Ukrayna 'dan faızeye doğru atıverdi Her şey değişikti buralarda, görünta/er de, erler de, insanlar da. Her şey hem aynıydı, hem değildi Savaşın ilk iki yıllan gibi yine birçok evde geceledik. Birçok ananın iniltilerini duyduk. Ama, belki de aç kalınz diye bir parçacık domuz yağını bize geri vermek için soluk soluğa arkamızdan koşan o kadın, Vatutin 'in anası, gözlerimin önande durmadan canlanıyordu. * * *

Bir ilkyaz gana, cepheye gönderilen askeri bandonun konserini dinlemek için, batan erler, ormanın kenanna toplanmıştL Orada, umulmadık bir anda, Stepan Filatov 'la karşı/aştım. Elinden tafeğini almış, bir keman vermişlerdi ona. Ozgan­ da. Beni görünce gözlerinden yaşlar akmaya başladL iniltilerle sarsılıyor, acı acı ağlıyordu. Eski bir arkadaşını gördüğanden mi yareği bu kadar altası olmuştu kemancının? Sinirleri mi bozulmuştu? General Vatutin 'in mektubuyla birlikte metuplannı koynunda sakladığı sevgilisi onu bırakmış mıydı?.. - Styopa, ne oldu sana, Styopa ? O, ini/tileri arasında, fısıldayarak.· - Vatutin ölmaş... Öldarmaşler Vatutin 'i, dedi Genel kurmay çevresinden geliyordu, acı haberi orada duymuştu... Konseri erte/emek buyruğu geldi Tahtalı damın astandeki budaklarda san filizler veren, sıcacık bir yeraltı evcikte oturmuş, geçmiş ganlerimizi anımsıyorduk. Styopa yine Vatutin 'in, artık eskimiş, yıpranmış mektubunu cebinden çıkararak şu satırlan okudu: «Çok teşek­ kür/er, Filatov, yoldaş sizin gazel mektubunuz ve anamı görmaş olduğunuzu bildirdiğiniz için...» Mektubu özenle kat/adı, dizine koydu, gözlerini yumarak karşidaki duvara baktı, yazana çevirmeden fısıldadı: - Anası gözaman önanden gitmiyor... Neden sonra kemanını eline aldL Ömrümde bu kadar dokunaklı bir mazik dinlememiştim. ..

255


• • •

Yıllar geçmiş, savaş bitmişti. Yıkık iller yeniden kuruluyor, onanlıyordu. Yaralar kapanıyor, analann gCJzyaşlan kuruyor, savaş yıllarında erinlik çaguula olan çocuklar ve lazlar şimdi anababa oluyorlar, dünya, yeni dagan yavru/ann çıglıklan ve yaşama gücay/e coşkun aglayışlanyla doluyordu. Ukrayna, kurtulu­ şunun otuzuncu yıld6namana kutluyordu. Yurdun heryerinden, dogudan ve bau­ dan !Uyefdeki tCJrenlere katılmak azere sayısız konuklar gelmişti. Gazel bir kent olan Kiyef, o günlerde daha da güzelleşmi.ş, süslenmişti. Amansız savaş yıllarında burada ne bir konut, ne de bir şato yılalmıştı sanki; savaş kasırgası buradan geçmemiş gibiydi Yeniden dogan Kiyef, sevgi dolu bakışlan ve batan çekiciligiyle konuklannı selamlıyor, karşılıyordu. Kreşçatilc ışıklarla parlıyor, yalım/ar saçıyor­ du. Batan t6renlerden sonra, sonuncusu bekleniyordu. ilin bir ucunda bulunan bir tepede, Dinyeper'in gCJrkemli bir kenannda, batan Ukraynalılarca sevgi ve minnettariıida anılan o bayak adamın heykelinin açılış t6reniydi bu. Sabahın erken saatlerinden sokaklara dolan insan seli, ırmağın kenanndaki parka dogru akıyordu. Kalabalık konuk/ara yol açtığından, parlan ortasında daha ak bir Cirtayle Cirtalmaş olan anıtın Cinane biz herkesten Cince varabildik. Ak Cirta açıldı ve kahramanın gCJrkemli duruşu dünyaya gülamsemeye başladı. Kalabalık, bir tek ldşiymiş gibi o anda şapkalannı çıkan verdi. Ulu bir sessizlik egemendi. Ve bir an, deniz gibi coşan halk arasında, halkalar gibi dalgalaşan ve ırmağın sulanna çarpıp geri gelen ftsıltılar yayıldı.: «Anası geldi, anasını getirdiler. ». Fısıltılar hafifçıglıklara dCJnaşta: «AnasL.. AnasL ..» Ana, heykelin karşısında, o ufak tefek gCJvdesi, kurumuş yaza ve ufacık gCJzleriyle, aynı giysi ve çizmeleriyle, ellerini g(jğsane kavuşturmuş, ogıuna bakıyor­ du. GCJzlerim buğu/andı birden. Batan vacudum kutsal bir arpertiyle sarsılmaya başladı. Ardarda konuşmalar yapılıyor, oglunun kahramanlıklan CJvalayor, savtl§ mertligi anlatılıyor, halk, gür/ereesine al/aşlıyor, bando marşlar çalıyordu. Ama, bunlardan hiçbiri anayı etki/emiyor, o hiçbir şey işitmiyor, duymuyordu. Yazande hiçbir kas kımıldamıyor, bakışlan ogıunun yazane ça/alı, taş kesilmişti. Ana ve oğu� iki heykel gibi karşı karşıya durmuşlardı ve sanki sonsuzluga dek Oylece duracak gibiydi/er. Kalabalık, dalgalar halinde, yarekieri acıyla dolu, bir ogluna, bir anasına bakıyor, uğu/dayan razgara ve ayaza karşın, şapkalan ellerinde titriyordu... Resmi konuşmalar sona ermişti, yoğun insan yığınları, Ocak ayının ayazın­ dan CJtara, azar azar seyrekleşmeye başlamıştı. Kimileri generalin anasına yakltl§­ ular, bir şeylerftsıldadılar, ama ana, oglunun yazane çalalı bakışlanyla donakal­ mış, hiçbir şey duymuyordu. O günden bugüne on yıl kadar geçti. Ve bana Oyle geliyor ki, kahraman ogıunun heykeli iJnande, o /alık kıyafeti ve çalalı bakışlanyla MIQ durmakta ana. ..

Hraçya Koçar 256


LEVON LARENTS - Kirişçiyan İ ( stanhu/ 1 882 - 1915) Şair, gazeteci, mi,itcrcim, roman yazarı ve ögrctmcn Lcvon Larcnts, Sa matya'cfa dogdu . ogrcn i mi n i R u m_c_I i h isa rı'ndaki Amer ikan Robert College'de tamamladı. Kolej'deki ögrcncılık yıllarında Hra nd Esayan'la birlik­ tc üç yıl sü.rcylc Ermcnicc ZEPU R (Meltem) gaze tesi'ni çıkardı. Birkaç dönemde MI UTY.UN (Bir/ik) gazetesi nı n yayınını da yöncui. 1 902'dc mezun olduktan sonra PUZANTION gazetesinde gôrcv aldı. Adapazar Gctronagan Ermeni Lisesi'ne müdür olara)c atandı. Bu görevi sırasında ,,uygarlık Tarılıiı• dersleri ni okullu. Bu arada Iskcnderiyc'dc yayınlanmakta olan Ermcnicc AZAD PEM (Serbest Kürsü) gazctcs� n in . muhabirligini yaptı (1902). ll. Abdülhamid'in istibdat yönetimi dolayısıyle Istanbul'dan uzakla�mak zorunda kalıp Boston'a �iderek, TSAYN HA YR ENYATS ( Yurt Sesi) 2azctesini yayınladı (1 905-!908). Hürriyet'in ilanından (ll. Meşrntiyet) sonra Istanbul'a dönüp burada, 24 Eylül I 908'dcn it ibaren haftalık olarak çıkmaya ba�layan aynı gazetenin ba�yazarlıgını ve New York'ta yayınlanmakta olan ARAKADZ gazetesinin muhabirli �ini yaptı. Bir süre Ka�irc'de (1 906-1907) , Paris'te (1907-1908) ve T i fl is tc (1908) b u l u n d u . Ista nb u l'da M URC (Çekiç) gazetesinin yayınını yöne ll i. Şiirleri « Traklıdi Yerken> (Cennet Şarkıları) ba�lıgı allında Tifl is tc yayı nlandı(J 908J . 1 9 1 5'tc çı karı lan Tchcır Kanu nu'nun uygula nı� ı sırasında tutuklanarak sürüldügü ta�ra yollarında hayatını kaybeden Ermeni aydınlarından biri oldu. Romanlarından ANEDZK'tc (Beddua) hem bctimlcyici bir üslup, hem de belirli ölçüde psikoloji vardır. Lcvon Larcnts, babamın kuzeni, yani teyzcsinin oğl uyd u. ESERLERİ 1 - Ancdzkı (Beddua) ; 2- Trakhdi Yerker (Cennet Şarkıları) , Tinis, 190X; :\­ Washington l rving'in "The Spectre Bridegroonı» un fngilizce'den Ermenicc'ye çevirisi; 4- Ke�in Bardza nkı (Köyün Gururu); 5- Pcgya l Sirdı (Kırık Ka/h); 6Asubi Fellahuhin (G<iktaşı Fel/alıı) 7- Adolphe Thiers'in «Histoire de la Revo/u ­ tion» u n u n (Fransız /lıti/tılinin Tarihi), Fransızca'dan Ermenicc'yc çevirisi X­ H . F. B. Ly nch «Arnıenia Trave/s and Swdies» (Ermenistan, Gczilcr ve Incelemeler), (London, 1 901 ), Ingilizceden ErQleniceye çeviri, Isı. 9- Kur'an-ı Kerim'in Fransızca'dan Ermcnice'ye çevirisi, Isı. 1 9 1 I . 257


AYRILIK

Hoşça kal, tatlı yaşam, i§te gör, Yıldızlar birer birer daştü semiidan, Hoşça ka� son bir kez daha Bakmaz mısın bana kuparak gözlerini tatlıca. • • •

Hangi zalim, el böyleyazmış vay Ki ben sara/eyim kucağından, Ve gezineyim, omıan/ardan, dağlardan Gideyim yabancı evren/ere, daşe ka/ka. • • •

Hoşça kal, istasyondan alıyorum Aynlık şarkısını söyleyen teliii/ın sesini, Ve görayorum bizi biribirimizden acımasızca Ayıracak olan buhar/ı /okomotifleri. • • •

IJen gideceğim gözlerimi göğe dikmiş Izleyerek sönmeyen yıldız tasvirini, San/acağım değerli hatırana Tatlı ve mabarek sözlerini anımsayarak. • • •

Buselerinden yoksun kalmış, sara/maş, Dudağının yumuşak tadını yeniden duyacağım Ve masum bir hayat sarerek, Yeniden göreceğim bayak gana bekleyeceğim.

Levon Larenis Paris, 1907

DÜGÜN

Ve o bir sabah bana şöyle dedi: «Bizim köyan ıhlamurlannın koku yayan gölgesinde «Dan gece insanlar otumtuşlardı öbek öbek, bağdaş kumtuş «Saray hanendeleri, ellerinde musiki ii/etleri, «Kendi şarkılarını katıyor/ardı fener/erin, «Ih/am urlann şaşınıcı gaze/likteki dallarından «Serpilen parlak ışığına, «Anamızla babamız, ve aşuğlarla hanendeler de köyiin, «Sıralanmış dazgan, gazel saçlı yortu göranamayle «Genç kızcağıı/ar delicesine bar tutuyorlardı, «Ve yaşlılar bile gençlik giinlerinin anılarıyla Yeniden hayat bulmuş, «Katıyor/ardı kendi seslerini gö�e yakse/en haykınşlara, «Eski Emteni yortulanndaki gibi, «Altın ve inciyağıyordu «lhlamurlann ak kokusu titreşiyordu havada... 258


«Geuyarısıydı; derin bir .\·t•.uizlik kapladı birden heryanı, «luındillenn rengarenk mumlarmı yeniledi/er hemen, «Buhurdanm ateşi ile buhuru taze/edi kayyum, «Yaşlılarla bebeler, erkeklerle luıdmlar ayağa luılktılar saygılıca, «Sarhoş/ar bile ibadete dalmış, gizemsel bir çehreye baranmaşlerdi. «f!.ir papaz elinde İnci� giysi ve haç «One geçti gelinle güveyi beraberinde getirerek, «Bağladı on/ann başına kızıl dağan bağını, «Ve muganni/er de hep bir ağızdan, söylediler kutsal dağan ilahisini. O gelin bendim, alnıma bağlanmış güveyse sendin!». Ve o bir sabah böyle anlattı rayasmı.

Levon Larenis Paris, 1 908

ll'tlıi.uıırna,.

��ıınıuutı.tıı11-ı�•u1r�

Levon Larentıı 'in 1 91 1 'de istanbul'da basılan «HZ. adlı Fransızc:a'dan Ermenice'ye tercüme elliı)i kitabın baş sayfası.

Muhammed"'n Biyografisi ile KlJr'atH Kerim•

Adolphe Thiera'in Levon Larenis taralından E r m e n iceye tercüme edilen ve 1 9 1 1 'de istanbul'da basılan •fransız ittil&li Tarihi• adlı Fransızca eserin baş sayfası.

259


HRAND MATEOSYAN (Alaverdi/Ermenistan 1935) Hikaye ve roman yazarı Hrand Mateosyan, Erivan Üniversitesi Filoloji Fakültesi'ni bitirdi(J962). Kısa süre EDEBiYAT DERGiSi'nde yönetmen olarak çalı�tıktan sonra iht isas için Moskova'ya gitti. <<Dağ/arım Yukanda Kaldı», <<Por takal Kısrak» hikayeleri ile tanındı. «Dağ Tepe Biziz>>(l968) adlı romanı filme de alındı ve Rus, Ukrayna, Bulgar, Macar vb. dillerine çevrildi. Hikayeleri <<AğustoS>> (/970), «Ekmek ve SöZ>> (Moskova, 1 974) ve <<Ağaçlar>> (Erivan, 1 978) adlı kitaptarla topluca yayınlandı.

AGAÇLAR İyi değilsin, zavallısın, iyi değilsin, ev/adım, oğlum, ilk oğlum benim, umudum, değer/im; içinde öc alma duygusu yok senin. Dedenin, benim babanı İşhan 'ın, kan rengi, küçük bir atı vardı, o kadar küçüklü ki; orduya almamış/ardı, başka bir at kendisini geçerse, öfkesinden patlar, derdi babam. Soluk soluğa gelir, ciğerleri hışırdar, burun deliklerinden ateşfışkırır, o küçücük gövdesiyle çatiardı kötülüğün­ den. Onun köpeği de öyle olacaktı, eviadı da, tarlasındaki pancan da, duvarın yılanı da öyle olacak/ardı. Bilen kime sorarsanı övüyor ve gülüyorlar - gilya iyiynıişsin, bulunçluynıuşsun, ve o gülmeleri bıçak olup saplanıyar yüreğinıe, ev/adını, ev/adını. Babam, senin deden işhan ne akıllı şeyler söyler, ne de düşün­ nıeye vakfı vardı, iş adanııydı, yer yanardı ayaklarının altında. Ama bir kez analığınıa, yarını ağız, omuzunun üstünden ekmek parası fırlarır gibi yüzüne, ben söylüyorum ki, demişti, insan ne yutu/acak kadar tatlı, ne de ağızdan dışarı tükürülecek kadar acı olmamalı. Seni yurnıuşlar oğlum, yutuyorlar. Bulunç diyor­ sun, ama bulunç ne zaman IJU!uçtur biliyor musun ? Yırtıcı hayvanın içinde 260


olun-an. Sminküi /m lım\· tit'�il. llll'ltllıilk. llütlln manm·urlar Işittm 'tı Tanrı ktıtlm mateşı•kkirdiler; biliyor musun ni\·in '! � 'ılnkıl hıpsim· dı• wrar vın·bilirdi. Vni'lı ı /irdi. Ondan gelebilecek tehlikt• şimşt•k gibi parladı manastırlardan Por\·tıllu 'va, Porçal/u 'dan Kazak 'a kadar hakesin a.wande, ve her an yıldırım olup pat/ayabi­ lirdi istedib'fin zavallının başına. Onda kimse için patlamayan yalnızca iylikti, kimseye bir kez olsun iylik etmemi§ti. Herkese iyliği senin öbar deden, bmim işverenim Avedik yapmıştır. Başkalan için an mı beslemezdi, bağ mı kurmaz, balta sapı mı, boyunduruk mu yapmazdı? Evli kardeşinin yerine askerliğe mi, kardeşinin cezaevinde yatan oğlu için valinin yanına hizmete mi gitmt•mişti'! Bütün köy için Tann 'nın bir iyliğiydi. Ve biliyor musun ne demişti küçük kardqi Kikor?«Nasıl olur da Sarkis için hizmete gidiyor, benim içinse elini kolunu bağla­ mış bir boyunduruk bile yapmıyor» demi§ti (bir ağaç kesme hakkına karşılık .orman bekçisi Kikor 'dan bir öküz boyunduruğu istemişmiş). İşte dedenin, bmim i§verenim Avedik 'in aldığı doğru yanıt, sen onun bu iyiliklerinin başka bir yanıtı olabileceğini sanma. Onun atına kim «sağob• derdi? Yükü indirdiler mi, sırtını kamçılar (yak kendilerine, ter kokusu sahibine) yaIlah, defol! Bulunçmuş, bulunç da bulunç, bulunç da bulunç, içeriden bulunç, dışarıdan bulunç... O senin dediğin bulunç mu, yoksa çaputtan yapma kukla mı ?.. Ev/adım, oğlum, derdim benim, işkencem, tedirginliğim, acım, yaküm. Kız götür, durup bakarsınız, gözleriniz dolar; oğlan götür, ağızlarınız açık bakakalırsınız, sayrı kuzu için ağlar, giizel dana için ağlarsınız - o sizin göğsünüzün altındaki erkek yüreği mi, yoksa sazı elindt• halk ozanı mı? Deden A vedik 'in uyuşuk, ağır ağır akan, us/u, hatta ne bilcyim us/u mu, korkusuz mu o birazcık kanı nasıl olmuş da senin içinde maya gibi kesiliva­ mi§; İşhan 'dan almış olduğun o kudumıuş, sel gibi akan, durup dinmeyen, alda­ tan, yaftak/ık eden, öc alan, şen-şakır hırsız Arnavut kanı, nasıl Avedik 'in bir damla kanıyla kesilivermiş! Dizler ocağın karşısında gülümseyerek uyumak, danyanın iyi olduğunu ummak, buna inanmak o kadar hoş mu ? Keçi çalı arar, kurt da keçi Keçi misin, çalı mısın sen? Kurt musun; keçi mi hangisisin ? Ya bizi ya da öbürlL Yooo, beklerneyin cennetinizi boşuna! Gece manastınn çanları çalacak, çeşmesi şarkılar söyleyecek manastınn, diye, akşamieyin sizi yükleyip getirirler, yükünaza kaldınr İsa 'nın o akşamında ve gırtlaklarda teşekkür şişip boğar: «sağol Porçal/u 'dan gelen at, tam bir kışlık ekmek getirdin çocuklarım i�·in, borçluyuz sana at» derler, diye beklerneyin boşuna. İnsan ve hayvan birbirinden bellek/e aynlır. Hayvanla insan arasında bf'ilf'k vardır. Anımsıyorsan, yanıyorsun,insansın, hesapiann var, tedirginsin demek. Anımsamıyorsan, nah i§te açık tarlada otluyor inek, hiçbir şey anımsamadan, oysa danasını daha dün kesmiş/erdi. Şu ağacın belleği varsa, seninkilerin de vardır. Seninkileri kesiyor/ar, boğazlıyorlar, yoksun ediyor, alay ediyorlar. Kaçıyorltır belleklerinden seninkiler, ve yine yoksun kalırlar, yine, yine; yenide anımsamaz olurlar, çünkü alay edilmeye yumrukla, yoksun kalmaya boğazlamakla yanıt vermekten korkuyorlar... Sevgi diyorsunuz, seviyoruz diyorsunuz.Seviyorsunıu, çünkü ısırma, kırma, yoksun etme, kargıma erkekfiği yok sizde; korkuyorsunlll kargımaya. Sevginizi mendilyapıp bağlamışsınız gözlerinize, çünkü gözleriniz a(tk bakarak kargımaya korkuyorsunuz, bizden görüp kargubğınızı öldürür/er, tlivc. Korkmayın, ölmek kolay değil, isteseniz bile ölmezsiniz; varsın bir kez dı• sizin 261


ktıfanula birlik/e onların yumru1,Ju da ııgrısm, bakalım bir başka ker vumbilir/er mi! erkekçe dikilin bir, varsm sizi zorla baksanler kınlmayuı, bakalım bir daha klrar, baker, yaklaşırlar mı?! Ateşi gözane bassan, babam kupmazdı gözana. Bakardı babam. Bakar, görar, ve gözlerinin arkasında sak/ardı gördak/erini. Unutmazdı babam, pek çok şeye sahipti. Altın gib� altın gi.b� sakladığı o altm/ar gibi bir göze çarpardı babamın belleği, bir de gizlenir, ama hiçbir zaman yok olmazdı, hiçbir zaman; ufacık gövdesinin bir yerinde saklıydı, ve yeri gelince babam, silinmiş kılıç gibi çekip ortaya çıkanrdı eski hesaplarını. İşte babam. İşte o seninkiler, işte benim babam; yasen hangisisin? Ufak tefek zararsız şeyler anlatıyor/arsa babamın işlerinden... bu, onun pek tehlikeli olduğu içindir; kaşıyorlar, okşuyorlar, kendilerine tekme atmasın, diye. Kendilerinden birini soymamış, kendilerinden birini öldarmemiş, başlarına şim­ şek indirmemiş diye memnundur/ar.Kediye ipi bağlayıp halının asıane [ır/atmış da, ası kattan öyle çalmış ha/ıyı. «Eeey, çocuklar, çocuklar, yakalayın şu tavuğu, elimden kaçtı»der, ve başkasının tavuğunu, başkasının kapısından, başkasının çocuklarına yakalatıp eve getirirmiş. Burada ineğini yitirirmiş, şurada; Mameul­ 'da, Garcistan 'da, buğday hırsızının boğazından yakalar «İşte ineğim, ineğimi buldum», dermiş. Bunlar hep olmuş şeyler. O Kirman halısı kardeşimin evinde, inekse kapımızdan yok oldu senin önanden, çanka sen Avedik 'in soyundansın, İşhan 'ın soyundan değilsin. Kitap okuyordun, yitirdin ineği: «dahayeni şuradaydı», diyorsun. «Daha yen� ne zaman yitti?». «Sabahleyin mi, yemek yerken m� dan ma?». çanka senin için, buradakiler için zaman diye bir şeyyok Zaman, benim babam İşhan için yaratılmıştır. Kudurmuş köpekten nasıl kaçarsan, öyle kaçardı babam zamandan, ve yetişemezdi zaman onun arkasından. Her şeyi şipşak kısa bir zamanda yapıverird� kırlangıcın yuvasını şipşak yapıp, kuluçkaya oturup kısa bir sarede yavru çıkardığı, bir dakikacık uykulu gözle yuvasından ası/dığı, yel soğumaya başlayınca da yavrularcyla birlikte göçe hazırlandığı gibi. Ne sandın ya! Şunun sarasana çalıp ötekine, bunun koyunlarını çalıp bir başkasına satardı. sara sarerdi hep Koşakar'dan Tovuz 'a, Tovuz 'dan Koşakar'a. ökazan birini Koşa­ kar'ın o sarasanden alakoymuştu, öbara bizim eski öküzda, benden ve kardeşim­ den de önce, bizim Beklar dedenin zamanından kalma. Bir ökazde kendisiyd� ökazlerle birlikte çekerdi kooperatifin taşlı sapanını. ivan Arzumanav elini koymuştu onun zayıf omuzuna, çelikbakışiarını dik­ mişti sinirli alnına ve: «İşhan, seni daha asmadı/ar mı?». Babamın kaşları alnında oynamıştı. Uzun boylu değildi babam, kısaydı, ama kim görarda onun kısalığını?!­ Sıska, zayıf bir şeydi babam, ama kimin gözane çarpardı ufacıklığı.Nerede olsa, nerede dursa, bulunduğu yeri kendisiyle do/dururdu babam. Baba kuduruyor, kendisini gücan tutuyor Arzumanav 'un eli altında, adamsa asıp asmadık/arını soruyor.«Niye asacaklarmış, ben kurotulacak armut muyum ki?!», diyor babam. Arzumanav kızanyor, şişiriyor: «.Asmaktan söz ediyorum İşhan, yani darağacına çekmekten». Evlfidım, oğlum... seni herhangi birşey için tutup götürür Koşakar'a saraye, Tovuz 'a koyunların arasına atarlar, ve ivanArzumanav asardı seni. Vu­ rurdunArzumanov 'un eline, Arzumanav da seni asardı. Halk susmuş, taşkesilmiş. Ter fişkırmış dedenin alnından ve: «Yooo Vanya (ivan), çalışma komitesinin benim için özel kararı var»>deyip,elini göğiis cebine götarmaş sanki çalışma 262


komitt•si �t·rçekten t1Zl'l hir karar \·ıkarmış gibi. Vanya Arıımıanov '.w haşktı �·ıy söylt·miş: «Ne o? Tabanca mı (·ıkarıyor, k arar nıı gösteriyorsun ?». I.Jedm de: «Yok wnım, ben hiç Anunuınov 'n tabnnı.·n çeker miyim ?Kararı gösterece�inı», demiş �ülümseyerek. Eskiden nasıl insanlar bulunduğunu okul çocuk/anna göstermek için, «Çalışma komitesi beni konırnak için özel karar çıkardı», deyip gülmüş deden ve asılmış Anumanov 'un gözlerinden, yani ne istiyorsun benden demeye getiriyor. VeAnumanov, işhan 'ın o aynı omuzuna aynı eliyle vurnp toz çıkarıyor ve gülüyor: «Sanki Toz 'un amcası mısın ne?». Hem halk gülüyor, hem de Toz 'un amcası Aro, yani zavallı Askanaz. Toz 'lann kapısına yığılı gübre kadar altını vardı babamın gömülü, ama Toz 'un Aro 'su da gülüyordu, çünkü işhan 'ın artık belini büktükle­ rini, kafasına vurma zamanı geldiğini düşünüyordu. Çelik zor km/ır, ama kırılır, bakırsa bükülebilir ama kmlmaz. Sen olsaydın o gurnrlu omuzunu çekip çıkarır­ dm Anumanov 'un elinin altından ve gençlik yıllannın o çelik Anumanov 'u smi arardı. Ama benim babam, yani senin deden işhan öyle yapmıyor. Toz/u omuzunu öyle rahatça bırakmış ki, varsın vursun, toz çıksın, geçip gitsin diye. ivan Anuma­ nov gülüyor, halk da gülerek «işhan kurtuldu» diyor. ivan öyle ağız dolusu KÜlmüyor, yanm yamalak, yanm ağız hi-hi; ne gülmeye benzer, ne de öldümıe işaretine. Senin sinirli işhan dedense, kendisini onun eli altında tutmuş: <<yoo, benim çalışma komitesinden özel karanm var», diyor. Vanya Anumanov, babası ve amcası yaşındaki adama Rusça, delikanlı diyor, belgeni bırak masanın üstüne, git delikanlı, diyor. Deden işhan 'sa, alnından buz gibi ter çıkarak, omuzu adamın eli altında durmuş, işi şakaya vurmak istiyor: «çalışma komitesinin özel kararı», ötekiyse: «tabanca mı çıkanyorsun?». Analığını diyor ki, sonra eve gelmiş, kapıyı kapayıp kendisini yere atmış boğazlanmış hayvan gibi. Ben görmedim, halk da görmemiş; halk yalnızca, «ben kurntulacak armut değilim ki, yahu!», bir de «çalışma komitesi beni konırnak için özel karar çıkardı» dediğini kediyi halıya jirlattığını, veya başkasının tavuğunu, ineğini ve binbir şey işitmiş. Ve bu olmuş, bunlar hep olmuş, ama ben ne bi�im olmuş mu, olmamış mı. Ama Vanker - Agner - Hahdabad halkının bu dağ gibi adama karşı koyup onu bir yana attığını, kimse ne görmüş, ne de işitmiş. Yalnızca, başkasının tavuğu. Tüm Manats toplanmış alanda, ve işhan, o hırsızlığa alışkın koltuk altı boş olara geçmiş halkın toplandığı alandan, çok üzgünmüş koltuğunun altı boş olduğuna, ve tavuk da o alandaymış, ve o ağzı açık duraniann alanında: «çocuklar, çocuklar, tavuuuk. .. » demiş. Analığını diyor ki, eve gelmiş, yere atmış kendisini kesilmiş hayvan gibi, bağırmıyormuş, çünkü boğazı kesik, gırtlağı çık­ mışmış ama, boynu koparılmış olmadığı için teknıeleyip durnyor, teknıeleyip durnyormuş boyuna. Vanya Anumanov niye mi gelmiş? Kaçak işler görmeye. Gelip işini bitimıiş, iki günlüğüne köy-kent geziyormuş. Bak, Tanrı 'nın o tek taraflı ayrım gütmesi insanın yüreğini yırtıyor. Niçin birine, yılana birden gelen o aklı veriyor da, başka­ sını ağaç gibi biçimsiz, devinimsiz yaratıyor? Mi/is şefine haber geliyor ki, kaçak Koşakar dağında diye. Mi/is şefi milisieri silah/andırıyor, köylerden aklınca iyi silah tutan köylüleri de topluyor, ordu kurnp Koşakar'a çıkıyorlar. Kaçak Koşa­ kar 'da. Dürbünle bakıyor mi/is şefi, kaçak açık yamaçta, koyunların yanında, çobanla birlikte yemek yiyor. Yamaç açık, mi/is açık yamaçta - kaçak, koyunların

263


yanında açık yamaçra, ckmcRin ü.1·tündcn onlara bakıyor ve ka�:acak yeri yok. Sıcak mı sıcak, koyunlar toplanmış, kaçak silahını çıkarmış yemek yiyor. Milis şefi dürbünü indiriyor, tüfeği omuzundan çıkılnp, kılçağın ekmeğinin tam ortasına nişan alıyor. Ötekiler, ateş etme diyorlar. Niye? diye soruyor mi/is şefi; bilmeyiz, ama ateş etme, tehlikeli, diyorlar. Siz bilmezseniz ben biliyorum, diyor m ilis şefi, o açık yamaçta, bu kadar tüfek kılrşısında, iki kişi nereye girecek?Ateş etme diyorlar öbür milisler. Mi/is şefi trak pat/atıp, gürlüyor teslim olun, diye, bu kıldar tüfek karşısında nereye?.. Kaçaksa vermiş kendisini koyunun arkılsına. Vermiş de kaçak kendisini koyunun arkasına, koyunun arasından, arasından... o açık ya­ maçta, o kurşun gibi kunduralı, o zihni ağır işleyen, o zavallı. .. İşin içinde hainlik var diyorlardı, beş kişi elli kişiye karşı bir şey yapamaz... ve yakma yakma arkıl­ sından, Moskova ya, Yerevan 'a, Tiflis 'e, Rostov 'a, hep Arzumanav 'a, çünkü sen olsaydın ev/adım, oğlum, ya kurşun koyuna değip zarar verse derdin, ya danaya değse de ayağını acıtsa, ya çobanın arkasına geçsem de kurşun çobana değse derdin... Eeee, babamsa şaşıyordu kılçağın o kesin aklına. Arzumanav gelip, ortada hiçbir hainlik olmadığını anlatmış: ortada açık dağ var, koyunun durumunu görmeme aptallığı, bir de kaçağın koyunu siper alma gibi kesin aklı. O kaça ki, şimdi Arzumanov. Ne zaman gelmiş de giysisini değiştirip kanşmış kaçağa, bilmiyorlar. Kaçaklıkta ne kadar kalmış, birlikte neler yapmış­ lar... ama bir gece kaçaklardan biri silahı alıp kırmış, biri teslim almış mavzeri boğazına dayayıp, getirmiş Manats 'daki cezaevine. Ve Moskova ya gitmeden önce, iki gün için, doğduğu yerleri dolaşıyor. Sesi gevşek, alçak ses; veremden diyorlar, ama veremden değil, bayağı sesini yükseltmezdi. Başkılsı olsaydı, bir şey söylüyorsan adamakıllı söyle ki işitelim, derdin, ama Arzumanav bu, dilini kıpır­ datır ve taş kesilirler. Babama bir şey söylüyor. Ço iyi işitiyor babam, sırtı terliyor babamın ve soruyor: «Ne?». Arzumanav yeniden: <<Asmak, İşhan, darağacına çekmek yani», diyor. - Yüksek sesle söylesene be adam, halk işitsin de sevinsin. Bir yandan söylüyor, bir yandan da gülüyor, ama yareği patlamış. Analığım, onun tekmelediğini, boyuna tekme atıp durduğunu söylüyordu. Senin üvey anne annen, yani benim analığım, konuşurken aptaldı ama, aslında çok akıllı, özellikle de çok kurnaz kadındı. Ben onu sevmiyorsam, şunun için sevrnem ki, beni yoksun bıraktı - ama kadını bununla ölçmemelisin. Analığım gidip değiştirmiş silahın yerini; sütunun içinden çıkılrıp ahınn altına koymuş. Babam evden dışarı çıkmış, bakmış, görmemiş ve aşağı inmiş. Adım/an, ay ışığının arasından geçiyor gibi sessizmiş. Evle ahınn arasındaki avluda durup bakmış, görmemiş; ve ahınn karanlık ağzı babamı çekiyor da çekiyormuş. At titremiş ve ısınmış içinden. Analığım taş kesilmiş, acaba üstüne ot doldurdum mu, kapladım mı, ot doldur­ dum mu? diye düşünüyormuş. Ahırdan dışarı çıkmış babam, durmuş ahırla ev arasındaki avluda, bakmış ama görmüyormuş. Silahı bulmamış. Analığım ölüm görüyormuş bu işin içinde, kulaklan çınlıyor ve acıyarmuş analığımın. Ahınn kapısı çekiyor da çekiyormuş babamı. Analığım orada parmaklan ağzında dona­ kıllmış, at orada ısınmış içinden, babamsa evle ahırın arasındaki avluda duruyor­ muş daha, ve tüfek sütunun içinde değilmiş, ahırın altına koymuşmuş ve çekiyor da çekiyormuş avlunun sessizliğinde duran, ne bir şey işiten ne de bir şey gören

264


babamı. Hanwza.1p, tlılşıltıdt• babamı blJyit' �:örmaş. Karıkşim• başka tarla mı/at­ mış Hamazasp ama, bu Halıbatlı, daşande babamı tiyle dumıuş �:örmaşnıaş. Ö!maş babaları, değirmenci, ağacın gölgesinden gılya ışıklı alana çıkmış da, onu gölgeye doğru çekiyomıuş, gel yemeği birlikte yiyelim, diye... ve kendisi daş �:örda­ ğana, babasının ölmaş olduğunu biliyor da, yine de babası ona asılıp gölKL'Yt' çektiğinde gitmiyor, gitmek istemiyor, canı sıkılıyor, gitmiyomıuş, ama de&'firmenci boyuna çekiyor, İşhan babamız da Hamazasp 'ı itiyomıuş; git, babandır, ça&'fınyor git, git, diye. Babası asılıp ağır ağır gölgeye çekiyor, bizim babamız da itiştiriyormuş gitsin diye, sessizceftsıldayarak itiyomıuş. Halıbat/ı neden babamı böyle görecekti daşande? Ne işi vardı babamın değirmenciyle? Hiçbir işi. değimıenciyi babam öldamıemişti ki, onunla birlikte çekeydi Hamazasp 'ı gölgeye haydi, haydi diye. Değirmenciyi Ritso 'ların oğullarının boğdukları, değirmencinin Hamazasp 'ının da, Ritso 'ların Arşag'ını Azeri/ere öldarttağii onaya çıkmış, her şey bitmiş gitmiş değil miydi? Şimdi yine babama gelelim. Gerçi babamla Halıbat arasmda on ­ onbeş yıllık bir kan davası hikayesi vardı ama, silinip saprülmaşta bu. Şimdi nt' halam kocasını, ne de babam damadını anımsryordu, arkadaş olmalarına karşın. Ganah ağlayarak, borç ödenerek derler, herkes ganahını ağlayarak öder, sen ki değimıenci, borcun yoktu ve bizim gaveyin kan borcunu haldirnet başkasından aldı, o da Sibirya 'larda, ama sen mezarından dışarı çıkıp, Hamazasp 'ını kendi mezarına çekiyor ve Arnavut İşhan 'ı kendineyardımcı ediyorsun, sessizce bir şeyler ftsıldaya ftsıldaya, çekiyor da çekiyorlar ışıklı alandan değimıencinin gölgesine. Soğuk terler içinde kalkıyor Hamaz (Hamazasp ' ve kardeşine daşana anlatıyor, böyle böyle diye. Ama babamı, evle ahır arasındaki bizim avluda gömıaş olmalıydı - al at bayılmış ve ter/emiş, analığını çapanın yanında, elleri ağzında öyle durmuş, babanısa avlunun onasında atmaca gibi sessiz kalakalmış, ahınn altında saklı tafeğin imgesini gömıekte. babam olduğu yerde yaylanınca, analığını çığlığı bas­ mış. Saralının uyandığı gibi babam kendine gelmiş: <<Ne o, kan ?!». Veyanıbaşında duran analığımı yeni görüp: <<Ne olmuş bu ata, niçin teriemiş bu at?», demiş. Ve oraya konuşarak - galaşerek, kafalan biraz kızışmış, Arzumanov 'lar geliyor. Hepsinin sınında, ayaklannda kara deriden ceket ve pantolon/ar, bir şeyler söy/ayorlar cırcır böcekleri gibi. Geçerken, bizim evin önandeki avluya yakın bir yerde duruyor/ar. Arzumanov duruyor, Arzumanyan 'lar da onun dolayında duru ­ yorlar, arkalanndan da, onlardan biraz ötede Arzumanov 'ların palyaçosu, soyu­ muzun gaveysi, herkesin palyaçosu... nerede kebap yapı/eyorsa dolayında gezinir, nerede rakı varsa orada durur; biraz ötede, bizim Vanuhi 'nin kocası Askanaz: Aso. Vanya Arzumanov: İşhan be, diyor, demek çalışma komitesi özel karar çıkamıış, ha ? Kurotulacak amıut değilmişsin, öyle mi? Ve Arzumanyan 'lar onun gibi öyle hi-hi-hi yarım ağız gı1/ayorlar, bizim Varruhi 'nin Askanaz 'ı da zavallı zavallı galayor. Elinde ekmek, kamçısı kolunun altında, boğazında lokma, ba­ bam: kooperatifin işinden geldim, Vanya, kooperatifin işine gidiyorum, diyor. Ve Arzumanyan 'lar gı1/ayorlar, bizim Aso galayor, analığını da kaşıyla gözay/e Aso '. ya, u/an zavallı, vurdu mu kurutur seni, ne ga/ayorsun ? demeye getiriyor, ve analığın, Arzumanyan 'ların azdan - çoktan anlayanına, çıkıp gitmelerini anlat­ maya çabalryor. Bunu gömıaş değilim ben. Senin Nanaryaşında birkızdını, sınınıdajistanını

265


t'Jküzlerin karşısında durmuştum. Bana bunu analığım anlattı, ve diyordu ki analığım, acınmış tüfeğin yerini değiştirdiğine. Tepeden tırnağa kara deriler içinde olanlar, cırcır Mcekleri gibi cırlayarak, bir şeylerstiyleyerek, galerek alıp gt'Jtü.rmüş­ ler onu tren/e Moskova ya mı, Rostofa mı göndermek için, ve iri diki§li ceketinin içinde kambur babam, ekmeğini çiğneyerek dışan çıkmış avludan, deri ceket/i sınlannın arasından tü.kürmüş mü ekmeği, yoksa kamçısı kolunun altında, başı eğik kendi taşına ve öküzüne mi varmış, ne bileyim ben analığını anlatmış, ve tü.feği sakladığına çok acındığını stJylemi§ti. Babam beni, elimde kamçı, durdurmuştu boyundunığun karşısında, öküzler ot yiyorlardı, önlerine ot atılmıştı ve hiç gazel bir gaz değildi. Senin Nanaryaşında bir kızdım ben, koyaktan gazel bir tren geçiyordu, Vanya Arzumanov 'un geldiğini biliyordum, ah Vanya Arzumanov beni uzağa, Moskova ya götürse diye düşünü­ yordum; kansı birgün beni görmüş ve sevmi§ti: «Ne iyi çocuk, Vanya, öksüZ», demişti, ve kansı kısırdı çocuklan olmuyordu. Ninem kendi şalını başıma sarmış, kollanmın altından geçirip belime bağlamıştı, o şal konıyordu beni. Yalnızca İşhan kör olmuş, benim öksüz olduğumu, çıplak olduğumu, o pis güzde dizlerimin açık bulunduğunu görmüyordu. Öyle çalışıyor ki, görmeye vakti yok. Kardeşimi çıraklığa vermiş bir marangoza, beni koymuş boyundunığun önüne, çalışcyor, yüklüyor, taş çıkanyor, taşcyor - öküzler bitmiş, geberiyorlar. Ama sonra, cezae­ vindeyken beni çıplak görünce ağlamıştı; cezaevine ekmek getiriyonım diye, beni karlann içinde çıplak gördüğü için gözleri dolmuştu, eeey! Cezaevine girmeden önce iki altını vardı - ahırdan çıkarır ağacın altına gömer, bağdan çıkanr ocağın deliğine sokardL O altınlar onun değil, Tovuz 'daki davar sahibiyle Koşakar'daki sürü. sahibi­ nindiler ve de onlanndır - onunkisi, iri iri dikiş/i bir ceket, iki el ve kokan bir ağız; o kadar -gelmi§ sövüyor; sövdüğü gibi çalışıyor, çalıştığı gibi de sövüyor, gibi, gibi. .. Seninkiler, senin buradakiler, baban, deden, arncalann sövmezler, ama onlar dünyadan ne anlarlar ki, ne sövsünler. Döversin, yoksun bırakırsın,boğazlarsın öküzü, yakınmadan öyle dunır. Bari kötüleşseler, yerden bir taş kaldırsalar, uzak­ tan sövseler bari - hayır - boğaziamak istiyorsan boğazla, kesrnek istiyorsan kes - ağacım ben. Seninkiler ağaç işte. O alan - talan yılında, o çıplak güzün soğuğunda, becerebilen herkes, insansa, ağaç değilse, kışa güven içinde girebilmek için çalmalı çırpmalıyken, babanı da var güden yapmışlar, oysa kendisi davar güdücü değil, on-on ikiyaşında çocuk - ağaç senin anlayacağın. Ve ağaç gibi de yalnızca bakıyor - ne saldırmak, ne ağlamak, ne de kaçmak hiç olmazsa, ne ses çıkarmak - ağaç gibi dikili bakıyor gözünün önünde davarları çekip götürdüklerine. Götüren de kim biliyor musun ? Başına başlık geçirmiş benim babam. Ağaç, çalı, taş, Tann 'nın tutsağı mübarek! Babam, senin babanın çalı değil, insan olduğunu görüyor ve: «Koca oğlansın, ne dikili dunıyorsun, haydiyardım etsene, düşman geliyor». diyor. Tüm dünyanın bu kadar dili, bu kadar sözü içinde babam için yalan mı yok? Ama senin baban durmuş, öyle bakıyor. Hiç ses çıkarmıyor. Peki, bu korku mu, bulunç mu ? Nasıl sona ermiş bu, biliyor musun ? Babam sürünün içinde benim ha/amın, kendi Mani§ak kızkar­ deşinin öküzünü görmüş. Ve kalkıp tükürmüş babam - büyük olsun, çocuk olsun, insan bu kadar da zavallı olur mu ? Tüüü: <<Sen kimin danasısın be?>>. Onun danası 266


ki, kardeşi yerine on yıl için a.ı-kere gitmiş, bilmem hllnJ.:i Kt�wk Türkana IJ/dürt·n kardeşinin oğlu yerine valinin boyunduruguna koşulup hizmet etmiş, ve dönüşün­ de İşhan 'ın eniştesinin yani kendi kardeşinin ölümünü işitince öksazlerin ve dul kadının kaygısı sırtına binmiş, inecekgibi değil, çünkü dayanacak bir bel anyormuş on/ann kaygısL-- ve daha Osep kardeşinin ogullannı ev bark etme derdi de var ne daha ne dertler çıkkabilir ortaya, ve kendisi geç evlenmiş, çünkü kendini değil, başkalannı düşünüyor, üstelik boşuna da evlenmiş, çünkü ondan doğacak ne olacak ki: kurbanlık kuzu, kırda bir ağaç, bağ korkuluğu - serçeleri korkutursa korkutur, başka da korkan yok, çocuklar başından şapkasını alıp götürdülerse götürdüler, götürmedilerse demek daha başında. He, halarn kocalanndan yana mutsuzdu; birini Arnavut Hahbatlılar öldürmüş, öbürü de burada harman yapar­ ken, bir atın tekmesi altına düşmüştü - ama yanıyordu İşhan kızkardeşi için, A vedik buraya çekiyordu kardeşinin dul kansını, yem, inek, ahır kaygısını üstüne almıştı. Ya, Avedik'in oğlu, senin baban da o talan yılında, durmuş sürünün yanında, kendi davarlannı gözünün önünde nasıl sürüp götürdük/erine bakıyor. «Kimin danasısın sen, ha ?.. İyi danasın, güneşimsin benim, kızım olsaydı sana verirdim... Tüüü». Ama ben vardım o zaman, senin Nanar kadardım, ninem başıma şal dolamış, kollannın altından geçirip belime bağlamıştı - o pis güzde beni o şal korumuştu. Babam taş yığıyordu Haçer'in eski mezarlığı altına, ben boyunduruğun karşısında durmuştum, koyaktan bir güzel tren gidiyordu Yerevan­ 'a, Moskova ya, Tiflis 'e, sevimli anacığım o mezarlıkta yatıyordu, tatlı anacığımı hiç görmemiştim ve ağlarnam geliyordu. Analığım iri baykuş gibi bir kadındı, bir yerde kanlı bir olay oldu mu uuu... uuu diye öten baykuş gibi. Bağın klıpısında durmuştu: «Baban nerede?», diye sordu. Soğuktu, gece buz bağlıyordu, babam beni eve göndermiş, sen git, demişt� kendisi öküzleri koyağa götümıüştü sıcak yerde olsunlar diye. Analığım, «at ürktü» dedi. At birden cin çarpmış gibi olmuş, avludan dışan kaçıp yitmişti karanlıkta. «Babam niçin yalnız bıraktın, öldürürler babam», dedi. Arzuman '/ann oğullan içmiş geldiler, yolda analığımın karşısına çıktılar, tanıdılar ve güldüler: «Arzuma­ nov 'un öbür gelişine dek kocanın yaşamını bağışladı Tarbaslı, çalıştır onu». Analığım bir solukla, sanki somıuyorm14ş gibi, Vanya yı gönderdiler mi? diye sordu. Gelenler içmişti, treni beklerken istasyonun kanıininde içmiş/erdi: «Gön­ derdik gitti, öbür gelişine dek». «Aldattı/ar, Vanya aralanndaydı», dedi bana analığım. «Vanya burada, köyde Vanya», .dedi analığım. «Babam öldürecekler; Vanya köyde», dedi analığım. Ama babam karanlıkta, ayak sesi işili/meden geldi boğmacalı gibi ıhı ıhı öksürerek, ve analığım beni su getirmeye gönderdi. «At üstüne sakın bir şey söylemeyesin ha!». Nasıl bir şey söylemezsin ? Ben daha bağdayken: «Tarbaslı, nerede bu at?», diye.şordu: «Sana söyleniyor, at nerede?». Anlaşılan bir süre için başkasına verdiğini söylemiş: «Yalanınla birlikte başın da taşa çarpa, kime vermişsin bir süre için ?». Kabım doladursun, çocuklar toplanmıştı, bir şeyler fısıldıyor, birbirlerinin elinden bir şey kapıyorlardı; ne yaptıklannı anlamayıp korkuyordum... ayaklanm çıplak, öksüz bir kızdım - üstümdeki giysi ninemin sardığı şaldı. .. bir de baktım, bir kedi, yalım/ar içinde pırt diye kaçtı. Üstüne benzin döküp ateşe vermişlerdi. kendileri yaktılar ve şuraya buraya kaçıştılar, ve o soğuk, karanlık köyde bir ben 267


kııldım bir de o kt•di; şu yana vuruyor kendisini, oyana yapışıyor, kendi kendindm kaçmak istiyor... manastırdan yana gitti, mezarlığa doğru gitti, yitip yok oldu onadan, ve bir de yalım/ar içinde çıka gelip, çocuk gibi bir çığlık atarak geçti gitti. Kimin buğday yığınına girdi, nereye yitti, nerede sönda? işitmez olmuş kulağım. Ölmaş olmalı diyorum ya, bakarsın ruh gibi, imge gibi, cin gibi gelir sananar. Durduğum yere yapışıp kalmış, kendi içime kapanmışını; ta ki ışıklı bir kapı, ninemin kapısı açılıp da Tarbaslmm getirmi§ olduğu avey kardeşim dışan çılan­ caya dek. İyi, dedim, onunla birlikte gideriz eve, ama o çocuk çeşmeye vanr vannaz bağırdı, ve cin çarpmış gibi garleyerek kaçtı gitti. Öyle olağanasta bir şey de olmamıştı, bayağı korkak çocuktu, başkasının sesini işitmesin diye garleyerek koşup gitti. Sarı, şaşı gözla, zayıftL .. «Neden korktun, kedi mi sananda ayaklan­ na ?», diye soruyorum, soluğu kesiliyor ve sedirin astünde ayaklarını altına çekiyor. Analığım: «anlıyor da, korkuyor>>, diyor ama, o anlamadan da korkar. Kendisiyle birlikte getirdiği çocuğu başka tarla nasıl savunabi/irdi analığım ? «Anlıyor da korkuyor» dedi, «sen ve kardeşin anlamıyor, onun için de korkmuyorsunuZ». Hayır, benim ve kardeşimin korkmaya hakkımız yok - biz öksazaz, bizi korkmaktan savunan, çatlak dudaklanmıza su veren, öksaz başımızı yumuşak ana kolianna alıp uyuyan, mezarlıkta yatıyor, o soğuk gecede bizi aç bırakıp gitmiş. Analığım domates/i kaygana yaptı oğlu için, ama ben çocuk değildim, iyi haberi verdi bana: «Baban atı bulmaya gitti, öldarecekler babanı». «KLlrdeşin tez gelse de babanı bulmaya gitseydi, babanı öldarecek Arzumanlar». Knrdeşim marangoz çırağıdır, bitkin bir halde gelmez o, aç kun gibi gelmez, kedinin imgesi karanlıkta dolanmaz onun ayaklarına, hiçbir şey anlayan değil o: «babam bulma­ ya göndereyim». Yukanda Tann var ama; onun her şeyden anlayanı, yemekten tiksinip kustu: «soğulcaaan», diye. Tann soğulcan bırakmıştı onun kayganasına, çanka aç bir öksazan, avey oğluyla kendi sararnıışı arasına analığının nasıl bir aynm koyduğuna baktığını görmaştü. Knrdeşim geldi ve yaş kil gibi ağır oturdu. Gözleri kapanıyor. «Ne zırlıyorsun be? Bense ağlıyorum o soğuk toprağa basan ayakları için, sararmış, korkak, zayıfkardeşliğim için, o gecenin içinde taştan taşa daşen kötü babam, mezarlıktaki nur olası anam için. Ve kardeşim analığımın önane koymuş olduğu o aynı kayganayı yiyorya, önane ağı koymuş analığım, o da aptalca yiyor, ve o zavallı sıska şaşı da bakıyor, yeniden yüreği bu/anıyor, ama karnında bir şey yok ki dışarı çıkarsın, olanı; bir yareği bir de korkulu gözleri. .. &ldı ki, o korkunç soğuk gecede, yoğrulmuş kil gibi ağır, sarsılmaz bir kardeşim varken ne diye ağlıyoru sanki. Dışanda ölam korkusu beni sannıştı ama, hiçbir sığınacak şeyim yoktu ki çığlığı basaydım; şimdiyse, kardeşiyanımda olduğu halde ağlryorum, ne diye sanki! Bir de analığım ellerini dizlerine vurup bayıldı: «Kan, kaaan, kaan», diye. Vurulmuş kuş gibi sessiz ağzını açıp kapatıyor, ama ben, İşhan 'ı öldardaler, İşhan 'ı öldardaler dediğini i§itiyorum. O kadar da bulunçsuzluk olmaz -kardeşim kardeşfiğimi korkuttu. Aynı yaştaydılar, ama biri, bir avuç bazalmaş ki§i, öbaril yaş kil. «Ananın karnma cin ginniş», dedi. Ve o, karanlık evde, tam öyle de görilyordu; cin lambanın dilini sallayınca ... kayıp sustu odanın köşesinde... girdi Tarbaslının karnma. O anda «pat» deseydin, kuruyuverirdi zavallı çocuk, onun için de bir Tann var, ve de anası vardı başının ucunda, onun anası benim için 268


ana/ıktı, onun içinse ana; onu koruynmk, onun korkuJunu gizll'yt•ct•k, onun i�·in dtıha kız beğennıeyecek, kız seçtiğindt' de saçını yola yola, öve öve kendi.1·ine boyun ckdirecek. .. banaysa, ninemin sardığı şalyeter de artardı bile, çankü öksüzün dt•ri.\"i ktılın olur. O şalla durnıuşunı. Bir de İşhan: - Ver, ver, ver, veeer Aso, ver, hay ben seni doğuranL .. ver! Evet, öbür gündü; öbür gün veya o ganlerden biri. Atı bulup getirmiş, bağla­ mıştı, kardeşim de çıraklığa gitnıişt� kardeşliğinı bağda korkuyor ama, İşhan 'dan korkusundan gelip de anasının eteğine sanlamıyor, analığını yine bağın kapısında: <<İşhan 'ı öldürecekler, öldürecekler İşhan 'ı>•; boyunduroğun karşısında, öküz/erin önünde durmuş türiyonını ben, benim o azrail babanı taş yığıyor. Yığıyor mu? Yanıyor da yanıyor - Arzumanav yaknıış bırakmış onu... Bir de elinden taşı bırakıp, iki büklüm: - Ver, ver, ver, veeeer Aso, hay ben seni doğuranı, veeeri Bir de baktım, iki kutsal taş arasından bir tüfek tirriyor - titremiyar da sal/anıyor. Hani karta/ daldan uçunca dal nasıl sal/anırsa, iki kutsal taşın arasın­ da tüfek de öyle sal/anıyor. Kimse o, yüreği uçnıuş göğsünden ve tüfek düşüyor elinden. Meğer Toz 'un yaşlı Askatiaz 'ıynıış, bizim Varruhi 'nin kocasL - Ver, ver, ver, veeeer... ve öyle iki büklüm yürüdü babanı. İyi yer tutnıuşsun, vur Aso, vur, ben seni doğuranı... vuuur! Aso durmuş ve tüfek salianıyor elinde. - Ver Aso, ver, korkma ver! Ben seni gönderenin anasını ki, sana umut bağlamış, ver Aso... Tüfeğin ucundan tutup, haçlann arasından çekti çıkardı o zavallıyı ve tüfeğin sapıyla sopa gibi kaldırdı kendi iki boyundaki adamı, ve tüfek/e ayak/a, veriştirdi söve sö ve... İşhan yok mu sandın ? İşhan yilmiş mi ortadan ? Ve söve söve, ya/lah köye. Git de gönder, demişti Tarbaslı, varsın gebernıişe sahip çıksın/ar, geberir de yazık olur nıanastırlara, soytansu kalırlar sonra. Ben gömıüş de�:,'ilinı. Dumıuşunı öküz/erin önünde kağnının karşısında, o zavallı orada inliyor hasta hayvan gibi, tekerleklerin altına taş koymuşmuş İşhan, öküzler bir yana atmışlar, taş yok tekerleklerin altında, boyundunık şimdi kayar, öküzleri de beni de altına alır kara bahtınıla birlikte, ve taş kesilmişim ökılz/erin karşısında. Kenti geçip örerek tren gidiyordu Moskova ya, ve yüreğim bana Arzu­ manav 'un işi yok İşhan 'la ve o zavallı Aso yla, diyordu, ve yüreğim bana, ah ne olurdu, diyordu, o Arzumanav beni kendi iyi karısının yanına, Moskova ya götür­ seydi de, böyle dikili durmuş olmayaydım boyunduroğun karşısında. Sonra benim kendi evim barkım olunca, ana/ığını, onların o kör altınlarında benim unıudunı ve gözünı o/du�:,Junu sannıış. Babanı şuraya buraya vurmuş kendini ve uyumuş. Ana/ığını: - Gözünü hele bir dakika yumsun da görsün, diyor. Babam: «hıh», demiş «eli tüfek tutan bulmuş - bir eliyle şalvarını tutuyor, öbür eliyle... » ve bir dakika dinlenmiş. Hayır, bunu Askanaz 'ın anası Voski geçiyorken söylemiş; iyi, zavallı bir kadıncağızdı, benim şişmiş ayaklı ök.süzlüğünıü bir o görüyordu, ama elinden nt• gelirdi ki, Tanrı 'n ın günü şundan bundan ekmek ödünç alırdı, ara sıra verir, çoğu

269


zamlm da vemıezlerdi, çünkü ödünç istiyorduy.\·a da bu, düpedüz dilenci/ikti, hem kim yerdi on/ann pişirdiği ekmeği? Geçerken babam: «Haçer mezarlığmdadır, haydi gidip getirin sizin eli tüfek tutanı, bir eliyle tüfek tutuyor, bir eliyle şalvannt.», demiş. Başını bir dakika yastığa dayadı, diyor analığım, bir dakika dinlendi dinlenmedi, ve yılan sokmuş gibi fırlayıp: - Amanııı, Cıknavor mağarası, dedi Analığım dışanya koşup, doğru ninemin yanma gidiyor: - Anneciğim, Cıknavor mağarası dedi, eyvah anneciğim, Cıknavor mağa­ rası! Cıknavor m ağarası denen yerde, benden ve kardeşimden çok daha önce bir kınm olmuş, ve halk korkuyor bundan söz etmeye, kim bundan söz etmişse öldürmüşler, kim konuşursa birfelakete uğruyor, başı belaya giriyor. Ninem analığıma: - Tüfeği saklamayasın ha, diyor, bulmuş düşmanımı, sakın yolundan şaşır­ ma İşhan 'ımL Resim seyreder gibi gözünü bir an kırptığında görmüş ki babam, Hahpatlı taşın üstünde oturmuş kulak veriyormuş, ne zaman İşhan 'm yaşamı trak edip patlayacak Manats koyağının sessizliği içinde, diye. Toz 'un Askanaz 'mın eline tüfeği vermiş, kendisi de Hahpat 'tan inmiş Cıknavor mağarasına, oturmuş taşın tepesine, ateş edilmesini bekliyor. Pis bir güz. Ağaçlar çın/ çıplak, kara karga uçuyor, dağiann doruğuna kar oturmuş, koyaklar sessizlik içinde - manastırda ceviz kırsan dişinle, Hahpat 'tan işitilir. Ninem anialiL Hepsi geçip de, bütün bunlan bilmem dolayısıyla başı belaya girmeyecek olunca, saçımı tarayarak, örerek, ağlayarak, ninem anlattı bana. Dedem kilisede okurdu, ninemin, onun kansının kutsal kitabı vardL Kızı, ha/am Manişak Hahbat'ta dul kaldıktan, ve kilisede okuyan kocası öldükten sonra, ha/am, karalar giyip girmiş eve, sessizce kendi ölümünü beklerneye koyulmuştu, ama uzun yaşadı, ve bu ışıklı dünyada bütün olup bitenleri bilirdi - kim kimi yoksun bırakıyor, kim kimin kansını kapryor, ki nerede pusuda bekliyor, kimin malı boğaz/anacak, hangi bilinmeyen yerden kime kurşun yağacak. Hahpatlı bizim güvey, ha/am Manişak 'ın kocasL .. adını söylemişlerdi, unutmuşum; bu, kardeşimden, benden ve analığımdan önce olmuş, nur olası anam daha gelmeden önce... Hamazasp 'm adını doğru anımsıyorum, bütün manastırları, Agner'i, Bü­ yük taş'ın ötesindeki kara eviekieri koşarak geçip, Hahpat 'a doğru bağırıyordu: - Hamazaaasp... Hamazaaasp... Hamzooo... Hamazaaasp... Hamaaaz... Kağnının önünde, ökiizlerin karşısında durmuştum ben. Elimde ince bir değnek vardL Tekerleklerin altına taş koyulmamıştı, İşhan 'm yük/ediği kağnı, ökiizlerin başlannı koyağa doğru çekiyor, ökiizler de kağnryı şuraya buraya çekiş­ tirip duruyorlardL İşhan beni öldürür, diyordum. Kente iniyim, sorup soruşturup bulayım kardeşimin çıraklıkyaptığı yeri, diyordum, el ele verip gidelim kurtulalım şu İşhan 'dan, manastırlardan, şu analığımdan. O zavallı orada inliyordu, bir de baktım kalkmak istiyor, sıska ilkyaz hayvanı gibi sınını dikiyor, ama kalkamadan yine düşüyor. Sonra oturdu. Oturup, öyle bakıyor. Bakıyor, bakıyor... ve görmüyor, «)'all», diyor kendi kendine, «yaa». Sonra beni gördü. - Can kııız ?.. 270


Sım

ra llKitıdt, \·owk J.:ilıi hı�·kırtlı. - GtJrdan ma nt' yaptı lwna balwn i' Ne yaptı? Daha ne yapacaktt? - Ne ayıp biliyor, ne korku ... - ve ağlıyor, kımıldamak istiyor, ama içi aCJyor ve ağlıyor. Tekerleklerin altına taş koy, dedi, koydum ya, ne çıkardı senin Nanar'ın koyduğu taştan! Çocuk gibi yerde sarane sarane, oturmuş durumda saranerek, kendisi geldi tekerleklerin altına taş koymaya. Ve çirkin çirkin ağlıyor, çocuk gibi ağltyor. Ve daha öküzleri çıkaracak, öküz/erin çeneleri altında oturup, bağlannı sökmek için canı çıkacak ve İşhan 'ın bvakmış olduğu bağlan gevşetemeyip ağlayacak, öküz daha ayağını ezecek, ve o inleyecek, ve bağıracak acıdan; işte bunun için diyorum ki, bulunç, yırtıcı hayvanda güzeldir, ve çaputtan adamın buluncu samakla bir şeydir. Kara evieklerden birden bir karga kümesi yakselircesine, ta[ek pat/am�· gibi batün manasnrlar dışan dökil/da ve geldi.. «Hamazaasp, Hamazaasp, Hamaza­ aasp». İşhan atın kıçında geldi geçti, baktı görmedi, döve döve atı geçti gitti.. Ö/am kördar, kimi erek almışsa yalnızca onu görar, kör bir taş gibi fırlayıp, birinin tepesinden uçar, başkasına çarpar. İşhan yalnızca Ctknavor mağarasını ve ma­ ğaranın yanındaki taşın tepesinde oturan Hamaz'ı görayordu. - Hamazaasp... Hamazaaasp... söyleyin Hamzo 'ya kaçsın ... Hamaaaz... Ürkmaş sara gibi koşuyordu halk o ev/ek/erden. Bıkmıştt halk hırsızlıktan, ihanetten, Janmdan -«Hamazasp». Agner'den bunlann sesini alıp, Hakhbat 'a doğru sesleniyor/ar. - Söyleyin Hamzo'ya kaçsın... Hamazaaasp, Hamazaaasp... Ben de gitmek istiyorum, bağırmak, koşmak... Ctknavor mağarasında ne verecekler ki bana, ben öksazan başına ne gelecek kim bilir Ctknavor mağarasın­ da... ama o zavallı orada didinip ağltyor, öküz/erin çeneleri altında titriyor ve ağltyor... İşhan 'sa onu görmedi bile, baktı, görmedi, çekip gitti.. Halk da onun ardından. «Söyleyin Hamazasp 'a... Hamaz 'a...». Söylenmiştir Hamaz'a. Kendisi­ ne daşande hem babası söylemiş, çok daha önce de kendisi söylemiş kendisine birgan İşhan gelecek, diye. İkisi de demiryolu döşeme işinde çalışmış, sonra da birlikte Kazak cephesinde bulunmuşlardL .. ve o kadar zaman hep birbirlerine kulak vermişlerdi Babam onu anlamıştı, o da babamL Agner'in şurasında Hah­ bat 'ın burasında halk durmuş, su ağzını kesmişsin gibi - Ctknavor'un yanındaki taşın tepesinden, Hamazasp vurup öldarüyor babamın atını ve tafeği sak/ayıp bağınyor: «İşhan, esirgernem seni, yaklaşmayastn», diye. Babam sağır bir taş gibi koyağa daşmaş ve ö/aman ve baykuşun daşle kanşık kanat çırpması gibi çtkml§ Ctknavor'un tepesine. Hamazasp böğürerek kaçmış yamaçtan yukan daşe ka/ka. Vermiş kendini Hamazasp Hakhbat 'a doğru. Manastınn kapısuıı papaz içeriden kapatmışmış. Kapısında manastınn, babamuı attığı kurşun izi var. Papttz içeriden: «Seni Tseğ'de kurtanrsa Hovhanes Turnanyan kurtartr», demiş. Babam bir yana çekilip bir kurşun da değirmencinin evine atmış - Hamaz'ın kardeşi köparmaş; ne var ki, kardeşi suçsuz, çankil bir ailede kavga çıkarma işini Tann kardeşlerden birine verirse, öbarana kuzu gibi temiz bırakv. Bu şeyleri ninem iyi bi/irdi, kocası kilisede okurdu ve de evinde kutsal kitabı vardL ninem analığıma: «Ctknavor mağarasında lşhan 'tm bulmuş düşmanımı, sakın oğlumu yolundan 27 1


şaşırtmayasın», dmıişti. Halanı Manişak Hahbat 'ta gelin olmuştu, yanında uyuyan ilk çocugu, on altı-on yedi yaşında gelin olmuştu. Kumaz/ık nedir bilmeyen kocası - adını anımsıyamıyorum - ayağı hafif, yakası açık, sabah erkenden değirmen koyağı yanıaçianna ceviz silkmeye gitmiş. Gelin de, çocugu /aıcağında, sonra gelecekmiş. Çocuk, topladıklan ceviz/erin arasında oynayacak, kendileri de toplamaya devam edecek/ermiş. Bir de gelin gelip ne görsün?! Adam ağacın altında, kanlar içinde, ölü yatıyormuş. Kocadan yana mutsuz kadındı halanı Manişak; buradaki koca­ sını da, senin dedenin Agop kardeşinin atı öldürmüşta o eski, mutlu eylül ayının gürültalü harmanında. Bütün dünya şenlik içindeyken, biz kara yastaydık Şöyle olmuş: çıkmış ağaca, duruyor üstünde; neredeyse silkecek ağacı, /aıru cevizler yere düşüp şıkırdayacak. Koyakta, yaprak/ara basılınca hışır hışır sesler çıkaran süslü, güzel bir güz. Seyrek saçlı, mavigözlü bir delikanlıymış kendisi, şaka edermiş hep, korkaknıış. Şakaya vuranların hepsi korkak olurlar, ciddi veya üzgün, veya ağır görünmekten korkarlar, hoşa gitmemekten korkarak şaka eder­ ler. Tam silkeceği sırada ağacı bir de ne görsün? kazaklar karşıki yamaçta, taştan taşa, çalıdan çalıya Cıknavor mağarasını kuşatıyorlar. Koyaktakiyolda, değimıe­ nin yanında birfurgon duruyor, mağannın altındaki patikada de[,Tirmenciyle oğlu Hamazasp durmuş/ar, Kazak ordusuysa, çalı çalı, taş taş bütün yamaç boyunca Cıknavor mağarasını kuşatıyor. Orada eski kitaplar buldular, neler olmuştu orada ve neler olmadı. Kazak ne bilsin Cıknavor mağarasının ne olduğunu; değirmenci ve Hamazasp on/an getirip yeri göstermiş, kendileri bir yanda durup, delikanlılan nasıl kıracaklarını seyre koyulmuşlar patikadan. Kırdılar, çıkıp gitti­ ler ve şimdi sessizlik içinde kayak, düşte gibi. Değirmenciyle Hamazasp bir de bakıp ne görsünler! Ağacın üstünde biri, korkudan taş kesilmiş bakıyor. Gelip kandınyor, ağaçtan indirip bir şeyler bir şeyler konuşuyor ve taşla kafasına vuru­ yor/ar. Tamam. O güzel değirmen koyağı... ve ceviz ağacının altında, kanlar içinde, ölmüş koca. Koyaktan, değirmenin kapısından Hamazasp sorar: <<Kız sen kimsin, kim o ağaçtan düşen», sanki kendisi kimi öldürdü[,'fünü, kucağında çocuf:.,'u, kimin dili tutulacağını bilmiyor gibi! <<Bu delikanlı bu ağaca çıkmışsa hani silktiği ceviz/er? Yok, ağaca çıkmadıysa niçin altına düşmüş?». Bunu İşhan soruyor ona. Kendi kendine böyle soruyor ve de[,Tirmene, Cıknavor mağarasına, Kazakların furgonu­ nun bulunduf:.,'u, koyaktan geçen yola. Ninem analığıma: - NeArzumanov, ne deAso. Hamazasp, değirmenciyi İşhan 'ın öldürdüğünü öğrenmiş, git çıkar tüfeği. - Hamazasp, Ritso 'ların Arşak 'ını Kazaklara öldürtmeye kalksaydı. .. Rit­ so 'ların Arşak 'ı öldümıez miydi değirmenciyi? Şaşırmıştı analığını. - Niyeynıiş? Değimıenci ve oğlu Hamazasp Ritso '/ardan kimi öldürmüşler­ di ki Ritso 'lar değirmenciyi öldürrydiler. İşhan 'ın işi. Onlar İşhan 'ı, İşhan da onları. Ritso 'ların Arşak 'ını Porçalu Kazakları öldürmüş/erdi. Hamazasp katılmış değildirArşak 'ın öldürülmesine; İşhan 'ı şaşırtmak için karıştırıyor kendisini araya Hamazasp. Babam, o Hahbat 'taki Arnavut köyünde dolaşırken de[,Tirmencinin evine bir el ateş ediyor. Ham az 'ın kar_deşi sedirin alima giriyor. Korkak mı korkak, dağ tavşam gibi atıyor yüreği... Işhan 'dan da korkuyor, kardeşinden de... çıkmıyor sedirin altından... söylüyor, kandırmaya çalış1yor, çekiyorlar, bana mısın demiyor, 272


taş kesilmiş, çıkmıyor, çıktmp Mdürürlt•r diyt• korkuyor. ninem, onun o yumuşak yüreği için de ayn ağ/ardL Ninem biryandtm saçımı tanyor, biryandan da acı acı şarkı söyleyerek ağlıyordu tJimtyi hak edecek hiçbir şey yapmamış olan o zavallı delikanlı için; onun tek suçu, rastgele ağaca çıkıp, tkğirmenciy/e oğlu Hamzo 'nun ne duruma düştüklerini görmüş o/masrydL .. ... Ve o tkğirmencinin zavallı Hamaz 'ı turp yemi§, şimdi geri kusuyordu, İşhan 'ın önünde ciğerlerini dışan veriyor da veriyordu ve taşlı Çatin dağında bir taş yoktu onun için k� arkasma geçeyd� ve yer yan/ıp da onu içine almıyordu !{özlerin� kulaklannı sımsıkı kapaısa da i§itmeseydi İşhan 'm sarsınlışmL.. Ve Işhan 'ın atı üç gün üç gece kan yitirmi§, in/emi§ salarnıştı çakallann ve kedi/erin arasında, ve Agnerliler İşhan 'dan korkarak, öldürüp de kurtarmamışlardt atı o ağız komadan... ve Hamaz 'ın anası boynu eğik babamın karşısına gitmiş: «İşhan '­ cık, Hamaz üç gün senind� şimdi vermez misin oğlumu k� eğilip de ağlayım üstüne, oğlum şimdi de mi benim değil?», deyip, anaca direnmi§ yüzüne karşı - ah kan içen... ve bizim öküzler mezarlığın yanında boyunduruğa girmeyi bekliyor/ardı; bir gün, iki gün, üç gün, sonra Koşakar 'dan getirdi�:,�miz öküzümüz bizim gerçek öküzü kandırmış, senin bunlarla işin yok, gel ben seni iyi biryere götüreyim diye, ve çekip götümıüş ve dağlardan ve koyaklardan geçerek eski Koşakar 'a gitmişlerdi - sıcak koyakla oturmuş, dingin dingin geviş getiriyor/armış, görünce başını eğmiş, sessiz bakmış. Bütün bunlar üstüne ve benim öksüz başım üstüne ağlıyordu ninem ve acı acı şarkı söyleyerek anlatıyordu. Ve kutsal kitaptan okuyor gibi: «Oğlum düşmanımı bulmuş, sakın yolundan saptırnıayasm oğlumu», diyordu. Babamın kurşunu manasıırın duvannı de/er delmez, papaz içeriden: «Seni Tseğ'de kurtarırsa Hovhannes Turnanyan kurtarır», der. Hay ben senin o kara ka[anı gömeyim! Hovhannes Turnanyan orada yetişmiş dikili ağaç mı, kutsal taş mı ki, siz o boş yüreğinizle kovucu/uk ve it/ik ve ihanet edesiniz de, tüfek gözünaze tutulur tutulmaz hemen gidip arkasına giresin iz. Hovhannes Turnanyan manastır mı ? Hovhannes Turnanyan ozan, kendisi de İşhan da aynı Çoban '/ann torunları. Çoban 'lar İşhan 'm ve Hovhannes 'in dede/eri, Çoban '/ann oğullan da İşhan 'ın dayılan, dayı oğul/an; Hovhannes Turnanyan o uzun boyuyla duracakmış İşhan­ 'ın yolunda: «Neyse, olan olmuş», diyecekmiş. Sizin o kötülerin acısından büzül­ müş Hovhannes Tumanyan, bir avuç deri kemik kalmış, Rusya 'larda can vermek­ te on/ann o inceyorganı altında; Rusya 'da kalın yorgan yok, diyor; onların yorganı, diyor, incecik bir şey ve asker kaputu. Kötülerin iyilerin acısından Turnanyan Rusya 'larda ölüyor, seninki/erse yaşıyorlar burada: deden, benim işveren Avedik, kardeşi Harutyun, hani Agop 'un atı teknıelemişti, Osep - tarlada üşüyüp de eve gelip ölen, Yesay(yi sular, Avedik 'i de yaşlılık götürdü; sizinkiler kahramanca, anılmaya değer biçimde ölmedi/er... hepsinin başmda da yüz bilmem kaç yaşında Ohannes babaları. Ağaçlar gibi yaşar, ayak üstü çürürler. Dünyanın ne kötüsünü anlarlar ne iyisini - ağaç, çalı, ne deyim, boyundurnk öl.:üzü, ne deyim ot gibi yaşarlar; kötünan iyinin acısını duymaz/ar, kimin boyundurn[,'u olursa olsun koşu/ur/ar, eknıek verenin ekme[,�dirler, boyundurnğa koşanın öküzüdürler, bal­ taemın ağaculırlar. Çoban 'ların oğulları ateş ediyorlar, o da kendini, ürkmüş yırtıcı hayvan gibi veriyor sizinkilerin koya[,'iına doğru. Tarbas 'tan da analı�:,'ımm kardeşleri ateş ediyorlar. Yamaçtan yamaca sıkarak kurşunları ba�:,'ırıyor/ar - o atıyor kendini sizin ormana doğru. Tseğ'deki papaz: «Koşakar ormanına at kendini, ormanlık yer orası, ya kurtulursun ya da kurta yem olursun», demiş. 273


«Orman orası, kurtarırsa Koşakar ormanı kurtanr seni» ... ama orman ve ağaçlar kunarmazsa Avedik 'in koyunlan kunanr. Avedik 'in çok koyunu yoksa da, Avedik 'ler kendileri koyun, dal aralannda kunulursun. Ha/am Manişak, öksaz/eri eteklerine sanlmış olarak çıkar kardeşinin karşlSına. «Olan olmuş can İşhan, ben unuttum, sen de unut gitsin». Ve deden Avedik, boynu eğik çıkar babamın karşiSına ve ağzında konuşacak, dileyecek dili yoktur, çanlal andan, ağaçtan, baltadan ve ölalzden nasıl insan dili öğrenmiş olabilir ki. .. Sonra deden Yesayi. Sonra deden Hanıtyun. Sonra on/ann babası Ohannes kör kör, kör kör, elinde değneğiy/e çıkar İşhan 'ın karşlSına, «Ne oluyor ki Avedik, iyi görmayonım». Bir de senin baban: Erkeksin be, tüfek işletsene, şunlann arasında! Niçin, ha ? Niye... bu kadar bağışlama, bağışlama, bağışlama, bağışlama, unutmak - Ne diye? Bu kadar kötü/ak, böylesine bağışlama, bağışlama, bağışla­ ma, bağışlama, unutmak; bağışlama, bağışlama ve bu kadar kötü/ak. Suçlu kim ? - sensin oğlum, ev/adım, umudum, derdim, işkencem benim, sensin suçlu. «Hay senin... » - babam ormanı tutuyor ki, öbara dalmasın, diye ve orman boyunca onunla birlikte yükseliyor. O da, karşıki açık yamaçtan ırmak boyunca yukanya... Tarbas bağlanndan sonra hani koyak daralır ya, daralmasıyla babam ve o birbirine yaklaşınca, orada bağiann astünden ateş ediyor babam. Çifte çeşmenin yanından geri çeviriyor onu. Babam onu kova/ayarak getirip Cıknavor mağarasına sokmak istiyor, ama Çoban '/ann domuz güdacasa P/ker Tepesinden çekip vunıyor, öldarayor. Kııçıp Tarbas değirmenlerine gizleniyor. Babamın onu ö/darmek niyetinde olmadığını söy/ayorlar. Babam onu, patialıncaya dek kova­ layacakmış diyorlar. Bir hayvan ağılansa, bir adamı yılan soksa o kadar koştu­ mrlar ki, canı çıkar, ama ter/e birlikte ağı da dışan verir ve insan özgür, hafif, daşande uçuyormuş gibi olur... - ama bizim dayı/ann domuz gadacasa değirmen­ /ere kaçıyor. Çoban '/ann mavi göz/a oğullan galayor ve babama: «Adama yazıktı da, yareğinde o korkuyla daha ne kadar yaşatacaktın?», diyorlar. İşte böyle. Ve sonraaa - babam iki baklam oluyor, kambur/aşıp küçacak bir tepeye dönaşayor... tepecik, taş, ağaç laltüğa, basamak oluyorArzuman '/ann Rupen 'inin ayağı altına, ve: «Ver ayağını, bin atma, uç git», diyor. Rupen 'se ağır, kurşun gibi bir erkek ya, besili gövdesini at gücan taşırdı, nasıl uçan bir attı; ama deden iki baklam olup kendisini taş yapmış onun için, bir ayağını, iki ayağını basıp, eğeri tutmuş dunımda çaba/asm da çabalasm dedenin astünde ve binsin ata, diye. Bunu bana sen anlatmıştm. Sen görmaşsan İşhan 'L Rupen ağırdı, evet... ev/adım, oğlum... ama o benim babam. Evet, iki baklam olup taş kesi/irdi babam onun ayağı altında, ve: «Ver, ver, ver!.. Ver haydi, ver ayağını ve uç!», derdi. Yaşam bu, oğlum. Yaşam bu; ben babamı savunmuyonım, ondan hiçbiryarar görmaş deği­ lim, cezaevinde ayaklanmın çıplaklığına ağladıktan sonra da kundura almadı bana, onun bana yararı, sende coşkun, kin dolu kan olmalıydı - olmadı, o da o/madL .. ama soranm ben: iyi mi seninkilerin, senin buradakilerin ne iki baklam olmaları, ne yükselme/eri, ne de yaşama/an? Uyuyor/ar, us/udur/ar, tembeldirler; boğazlarsan boğazla, boğazlamadıysan, demek ayakta/ar; şapkalannı başlann­ dan alıp götürdaysen götürdan, götürmediysen demek daha başlanndadır. Hrand Mateosyan 274


HOVHANNES MELKONYAN (Ani-Bemza/Artik 1937) Yazar Hovhannes Melkonyan, Erivan Devlet Üniversitesi'ni bitirdi. A­

VANGARD, HAYRENİKİ TSAYN, KRAGAN TERT, KAR UN gaıctele­

rinde çalı§tı. 1 958'de Ermenistan Yazarlar Birligi sekreterligine atandı. 1 961 'den itibaren gazetelerde düzyazıları yayımlandı. kitap halinde yayınlanan eserleri: «Karavan» (Kervan/197 1 ) , «Heravor Hoği Tsaynı» (Uzak Topragın Sc­ si/1 973), «Hartsalannutyun» (Soru§turma, 1 977), «Mor Tsaynı» (Ana Sesi, 1 980), «Hişoğutyan Taşd>> (B"ellekAlanı) vb. Krikor Çalikyan 'la «Hayr Donabedi Menakhosutyunı» (Baba Donabed'in Monologu) adlı tiyatro oyununu yazdı ve bu oyun, Erivan Dram Tiyatrosu'nda temsil edildi(J 973).

TAŞLAR Bizim banliyönan ekmeğini genellikle geç getirir/erdi. İ/kin kentin dak/cln/a­ nna dağıtırlardL Savaştan öneeye kadar böyleydi. Ama savaşın başladığı 1 941 yazının son/anna doğru batan dazen altası oldu. Banliyömazan daklclnı, ekmeği öğleden sonra geç vakit alıyordu. Bir yıl geçince de ancak alqama doğru getirmeye başladılar ekmeği. Kadınlar, yaşlılar ve çocuklar duvar boyunca diziimiş bekler/er, önde duranlar ara sıra kapalı pencereye doğru, sağır kulağına sesleniyormuş gibi: - Heey Keçeciyan, ekmek ne zaman gelecek?.. diye bağınrlardL Garabed Keçeciyan da içerden: - Geleceeek, gelecek, diye umut verirdi bekleyenlere. Soru hep aynıydı: ekmek ne zaman gelecek? Yanu da aynıydı hep: Gelecek, ne zaman gelirse o zaman gelecek. Bir gan de keçeciyan bıktı, bayağı kızdı ve işaret parmağını marekkebe daldınp birkontrplakparçasına «ekmek gelecek» diyeyazdı, ve pencereye yapıştırdL Ganler geçtikçe, sartünmekten pencere demirlerininpaslan si/indi, ilişenierin kemiklerinden dak/clnın duvarlan aşındı, yerde toprak toza kesti, ter ve gözyaşıyla yoğruldu, karayken aklaŞIL Ve o öla toprakta banliyölaler sıra sıra dizili olarak, ekmek arabasının gelmesini bekler/erdi. alqama doğru bağyolunda tek atlı ekmek arabası görünar­ da. Daklclnı kuşatan çocuklar oturduklan yerlerden fırlayıp, «yaşasııın, geldiii» diye bağırarak arabaya doğru koşarlardL Çocuk/ann çığlıklan astane, kuyrukta bekleyenler alınlannı pencerenin demirparmaklıkianna dayayıp: - Keçeciyaaan, geldiii, Keçeciyaaan, diye bağınrlardL Ekmekçi daklclna bitişik odada yaşardL Baran gan uyurdu. Kendisine kalkıp ekmeği alması için seslenir/erdi. Arkasında Garabedyan 'ın sesi işitilirdi: - İbraksi, ekmek gelmiş, haydi bakalım... Duvann altında erkeklerden, kadınlardan oluşan kuyruklar sıklll§ır, kısa/ır, 275


tluı·ara yapışır ve .wluklardan taşlar ter/erdi. Önde duranlar, ya/andan: - İtişnıeyin millet, çocuk varyahu boğuyorsunuz, diye analığı ve/ve/eye verip, arkadan itenleri yatıştırır/ardı. - İmıeyin millet! İstedikleri kadar söylesin/er, kim dinlerdi. Çocuk boğuluyomıuş, kimin umu­ nmdaydı. Gelen ekmekten kendilerine de pay düşsün diye, herkes birbirini pence­ reye doğru iıerdi. arabaysa yavaş yavaş yaklaşır, vardı varacak olurdu. Tahta arabanın teker/eklerinden, arabaemın kırhacından hep taze ekmek kokusu ge/irdi. Savaş cephesinden getirilen ağır yüriiyüşlü, kör at da ekmek kokardı. Yu/ar da, arabaya düşen güneş de hep ekmek kokardı. Önden bir kadın: - Aman çocuğuuu... diye çığlığı basar, ve o çığlık da ekmek kokardı. Garabed Keçeciyan, aşınmış ellerini pencereden uzaup eknıek/eri alır, eşi Yebraksi 'ye verirdi. içerideki alaca karanlıkta, bulanık havanın içinde, Yebraksi '­ nin tombul elleri yüzüyor gibi göriinürdü. Kadın ekmekleri sıra sıra dizili tahta raftara yerleştirirdi. Alaca karanlık yavaş yavaş ekmeklerin yan yanık parlaklık­ lanndan aydınlanmaya başlar, akşamüstü değil de sanki sabahnıış, güneş yeni doğmuş gibi olurdu. Derken, Keçeciyan 'ın iki elindeki on parmak/an, çaprazlama demirli pencereden dışarıya fırlıyor gibi göriinürdü. O yaşlı pamıak/arda artık eknıeğin kokusu değil, kendisi bulunurdu. Ve kuyrukta sıkışık duranların gözleri hep o parmaklarda olurdu. O elleri çoğu zaman düşleriniizde ekmekmişler gibi göriirdük - Yahu çocuğuuu... Kim inanırdı çocuğun ayaklar altına düştüğııne. Keçeciyan köşedeki teraziyi pencereye getirirken, boş kefeleri yay/anır, ilkin bizim unıudunıuzu tartardı. Yebraksi küçük dirhenıleri sol eline alır, sağında ekmek olurdu. - Çocuğuuu... Erkekler bir yana çekildiler, kadınlar bir yana. Çocuğun biri, elinde ekmek karnesi, yerdeki ayakların tozları arasına düşnıüştü. Kemiği kırılan baygın çocu­ ğun gövdesi tozlar içindeydi. Herkes biraz çekilmiş, susnıuş, taş kesilmiş, dudak­ larını dişleri arasına almıştı. İlk dakikalar böyle geçtikten sonra, kendilerine gelip, acmıalı, korkulu birbirlerinin gözlerine baku/ar. - Ne oldu, nasıl oldu böyle?.. Pencerede terazinin kefeleri yay/anıyordu. «Ne bilelim biz, ne bilelim ?». Savaş alanı çok uzaktaydı, kurşun muydu, neydi ki çocuğu böyle yere düşüriip yara/adı? Terazinin kefeleri yaylamyordu. «Ne bilelim biz canını, ne bilelim ?». O zamana kadar ekmekleri sayan ve hiçbir şeyden haberi olmayan ekmekçi Keçeciyan pencereye yaklaşıp: - Sıra kimde? diye sordu. Şaşırmış duranlardan birkaçı i/er/eyip: ilkin şu çocuğa ver, dediler.

276


Btmliyönan yl'fkilisi ı·t• dalw başktl birka�· kişi, t•kmt•klt• �·ocu�u alıp KlJtrlr drHa. Annt•sine tt•slim t•dip, bir şty dt•ğil, �·ocuktur, kt•miği çabuk koynoşır tl��'t' avutacaklardL Gerçekten acık/ı bu olaydan sonra, banliyönan ileri gelenleri «hmuri oloy­ /or»dan kaçınmak ve dazeni korumak için yetkilinin evinde bir toplantı yaptı/or. Sonunda, yetkili Pakrad: «Yoldaş/ar, değil mi ki biz de insanız alt tarafı ?.. » dtyip, toplantıyı kapaliL Aralık ayı sonunda yağan kar, ta vansız odamıza iyice oturdu. Pek soğuk bir kıştı. Ekmekçi Keçeciyan 'ın duvarlan altındaysa kış, biraz ötelerden daha şiddt•t­ liydi. Sabahtan akşama kadar eknıeğin gelmesini nasıl bekleyeydik? Derken, içimizden biri (Bahçecikli Gostan) çıkar yolu buldu. Yoksa ayaz birço1.'funun ku/aklannı burunlarını kopanrdı da kim bilir neye benzer/erdi. Soğuk bir kış sabahı bizim Bahçecikli, sırtında bashayağı bir duvar taşı, ekmekçi dakkilnma geldi. Taşın astünde «Gostan» yazılıydL indirdi taşı ve so/uyarak: - Kuyrukta sonuncu kim bakalım ? diye sordu. - Benim, dedi Apraham şaşkın şaşkın taşa oyulmuşyazılara bakarak. Sakın Bahçecik/i gece aklı başında yatıp da sabahleyin aklını kaçırmış olmasın! Ayraham ve ötekiler şaşkınlıkla, gülerek bakarlarken, Gostan eğilip, taşı duvann altına koydu, kuyrukta kendisine yer sağladıktan sonra dönap gitti. Apraham sağına soluna bakınarak: - Çıldırmış zavallı, diye fısı/dadL Pakrad, kulağı Apraham 'da: - Nereye Gostan ? diye seslendi. - Ben oradayım, duvann dibinde... - Vah vah, çıldırmış... - Gostan, diye çağırdı yetkili yeniden, Gostan sana ne oldu yahu?.. Gelip bizim gibi beklesene kuyrukta. - Ben oradayım dedim, görmayor musunuz?.. Oradayım işte. Ve taşı göste­ rerek: O Gostan orada bekleyecek, (elini göğsane vurarak) bu Gostan da ekmt•ği alıp yiyecek. .. O Gostan soğuğa dayanır ama, bu Gostan dayanmaz ki... Ve çıkıp eve gitti Gostan. Yetkili Pakrad 'la orada bulunan ötekilerse, sessiza, Gostan 'ın ayakJannın makas gibi açılıp kapanarak karlan kesişini seyrediyorlar­ dL Biz aşayorduk, ama Gostan aşamayordu. Tipi, yazarnaze gözarnaze kor atarak bizi kör ediyordu, ama Gostanı etmiyordu. Açlık kannlanmızı boşa/tıyor, biber gibi yalayordu ve biz, tok günlerimizin anılarını çiğniyorduk dişlerimiz am­ sında, ama Gostan öyle değildi. Biz sabırlanmız tükenmiş, öfkeli, kıvranorak kahrediyorduk, Gostan değil. Şaka ediyorduk, Gostan etmiyordu. Ga/ayorduk, o gü/mayordu. Kuyruktakilerden biri öne geçmeye ye/tenirse, kavga ediyorduk yum . ruklanmızı taş gibi birbirimizin göğsane sallayarak, ama Gostan etmiyordu. Ban/iyönan yetkilisi Pakrad, radyodan işittiği, geçen hafta cephelerde şu kadar faşist askerin öldağüna iletiyordu bize, bizler seviniyorduk, ama Gostan bunu işitmediği için sevinemiyordu. Bizden de şu kadar askerin öldağüna söylt•diğintlt• aza/ayorduk, ama Gostan aza/emiyordu. - Enesi gün de, tıpkı Gostan gibi, sırtında bir taş, Apraham çıka�:l'ldi. 277


Ganaydın deyip: - Kuyrugun en sonunda duran kim bakiı/mı? diye sordu. Kuyrugun son ucunda Gostan 'ın taşı duruyordu. Ama lll§ oldugu için, ne atzı vardı ne de dili; tiyleki yanıt veremedi Apraham: - Kim dunıyor kuyrugun sonunda? diye yeniden sordu ve egilip, yaz astü kııpaklanan ttl§ını dogrulıtu, avucuyla sildi taşın yazana, ve ttl§a oyulmuş «Ap­ ram»yazısı görüldü. - Kuyrugun sonundaki kim?.. - Gostan! Görmiiyor musun, Gostan işte. - Eh peki, Gostan olsun Pilibos olsun, benim. için hepsi bir. Apraham taşını koydu Gostan 'ınkinin yanına ve ojlayarak pajleyerek bıraktı gitti. Yetkili Pakrad, dan Gostan 'a sordugu gibi: - Nereye gidiyorsun? diye sordu Apraham 'a. - Ben oradaymı, duvann dibinde. - Bak Apraham, bir istisna olarak dan Gostan 'a ses çıkıırmadık, ama olmaz ki, kuyrukıa sıra beklemek gerek, diye aşağıdan aldı yetkili. Hem sen bilinçli bir yoldaşsın Apraham, gel şurada bizimle birlikte kuyruğa bir bekle... - Oradaymı dedim canım, görmayor musunuz? Oradaymı işte! Taş Apra­ ham orada kuyrukıa bekleyecek, (parmağıyla kendisini göstererek) bu Apraham da elanegi alıp yiyecek. .. Taş Apraham soguğa dayanır ama, bu Apraham dayan­ maz ki. .. Ve çı/ap evine gitti Apraham. Yetkili Pakrad'/a orada bulunan biz ötekiler, sessizce durmuş, tıpkı Gostan 'ınkiler gibi, Apraham 'm ayaklannın makıısvari açılıp kııpanarak kıırlan kesliğine bakıyordu/c. O gan taş yılklenmiş iki kişi daha geldi: Biri Mnatsagan 'm kıınsı Markıırid, öbarü de 7 numaralı sokııkıa oturan Hmayak. Bunlar da Gostan 'm ttı§mı örnek alıp, adlannı kendi ttı§lanna eğri bayrü oymuş/ardı. Ekmekçi Garabed'in duvar­ lan dibinde taşlar ganden gane artıyor, insanlar eksiliyordu. Daha bu bir şey değiL Çok geçmeden, öbar hafta, değişik biçimlerde koca koca ttı§lar getirmeye başladılar. Banliyönan gaçla/erinden en gaçlasa ttl§çı Pen­ yamin, ertesi salı gana, Keçeciyan 'm du van dibine en az 80 kilo ağırlığında bir taş getirdi. Üst kısmında bir haç vardı ttl§ın, ortasma da adı «Penyamin»i oymuştu. Kendisine: «Yahu Penyamin, niçin bu kııdar bayılk bir taş getirmişsin?» diye sordular. - Bayılk taş getirdim ki, dedi, kimse benimkini kııldınp da kendisininkini pne geçiremesin. - Ama, dediler, isterlerse aç dört kişi biraraya gelip kııldırabilir/er. - olmaz öyle şey, dedi Penyamin, hiç aç dört kişi biraraya gelince anlaşabiIir/er mi?.. Penyamin 'in hikôyesi böyle. Aram 'ın kıınsı Sona da taşının alt köşesine, bunu kııldınp da kendi taşını öne geçirecek olana, o adamın sağ ve öla sinsilesine okkalı bir kıırgıma yazısı oydurmuştu. 278


Böylece, Garabt•d Kt·�·n·iyan 'm tluvarı dibint• .ı·ıralanmış wşlara �:t·r�·t·k bir taş .H'ssizliği çöknıaş, kmdi.ü dt• gündüz/ai t•kmek gelinetyt• dt•k rahat rahat uyuyabilir olmuştu. kuyrukta bekleyen taşlar kışın aşamezlerdi. Savaştan veya başka şeylerden söz etmez/erdi. ŞakalaşmazlardL Kavga etmez/erdi. Sevinmez/er­ di. Acı duymazlardL birbirlerini itip kakmaz/ardL Bunun için de hiçbir «acıklı olay» yer almadı, hiçbir taş - çocuk bayı/ıp ayaklar altına yıivar/anmadL Kuyrukta bt•kleyen taşlar ne ekmek kıtlığı yüzünden aç kalır, ne de ekmek yeyip karınlannı doyuramazlardL Mezar taşlan gibiydi bunlar - ben öyle düşünmüştüm o zaman - mezar taşlan gibi ama, bir ayrımla: Mezar taş/an, ölü kemiklerinin birarada bulunduklan çukur/ann, bunlarsa ekmek bekleyen kuyruktakilerin yerlerini gös­ terir/erdi. İşte o taşlar öyle kuyruğa diziidiler keçeciyan 'ın duvarlan dibinde, ve biz, kanlarını emdik onların, etlerini yedik, yaraladık on/an, kuyruk kavgalarımızda birbirimize girerek kırdık onların kemiklerini. Kavgalarımızsa giderek daha da sık/aşıyordu, çünkü günden güne ekmek kıt/aşıyordu ve açlıktan ölen öleneydi. Her gün bir kişiyok oluyordu aramızdan, yerinde kül bırakıpyok olan ateş gibi. Gandm güne haksızlık ruhlanmızda yuva kuruyordu; ben taşımı götürüp Penyamin 'in taşı önüne koyuyordum. Penyamin de bir gün bunu görüp, kendi taşını kaldırdı ve benimkinin üstüne atmasıyla taşını ikiye aynldL - Çek arabanı! dedi Penyamin ve kurşun gibi yumruğunu ka[ama indirdi. - Var git i§ine! Banliyönün yetkilisi Pakrad, radyodan i§ittiklerine göre, cephelerde olup bitenlerden ara sıra bize haber verirdi. Şu kadarfaşist öldürülmüş, şu kadar bizim askerlerden. Danyada şu kadar insan ölmüş... Ve danyada başka nedenlerle de ölenler vardı ki, yetkili bunlan hesaba katnıazdL Derken savaş bitti, ekmek kıtlığı yok oldu ve Keçeciyan 'ın duvarlan dibindeki kuyruklar da kalktL .. Ama taşlar orada öyle darmadağın kaldı. Garabed Keçeci­ yan anık ekmekçi/ik yapmıyordu, yaşlanmıştı, yaza daha da sivrilnıişti. Ve adım­ larını gücün atabilerek kapı kapı dolaşır: - Penyamin, gel taşını götür, derdi. - Apraham, gel taşını götür... - Gostan... ben kaldıramam, diye yakınırdı Garabed, ekmekle birlikte ömrüma de yediniz benim, gelin götürün taşlarınızL .. Taşiann sahipleri anık yaşlanmış, elden ayaktan düşmüş/erdi, ve tahta karyola/anna sanlmış son günlerinin kararmasını bekliyorlardL Bunlar nasıl götürebi/ir/erdi beş savaş yılının acılany/a dolu taş/an; kanlı kavgalarımızdan kana bu/anmış, gözyaşlanmızla ısianmış o taşlan Garabed Keçeciyan ev ev dolaşarak: - Edepsiz/er, benim evim mezarlık değil utanmaz herifler, diyordu, götürün şu taşlannızı, götürün yahu, götürün be!.. Çiçek dikeceğim ben kapımın önüm•. Keçeciyan 1948 güzünde aklını kaçırdL Bizim mahallenin dar sokaklarından geçerek, alaturka şarkı/ann o acılı ezgisiyle, ağlamak/ı: - Benim evim mezarlık değil utanmazlaaar, götürün taşlannızı, götürüüün... kapınıın önüne çiçek dikeceğiiim... diye şarkı söylerdi. Taşiarsa uzun süre yerlerine kalarak toprağa gömülmüş, kök salmış/ardı. Vt• 279


arasırtı o dar sokııktan �:eçenler, dedi Keçeciyan 'm duvan iJnünde durup, parmak­ larıyla taşlan giJsterirlerdi: - Şu iri taş Penyamin 'inki.. - Şu Gostan 'm. - Şu Sona... - İşte Apraham... - Na bak, yetkili Pakrad'mki. - Mezar/tk mübarek, diriler mezarlığı, hi hi hi, ha ha ha diye gülerierdi - Bak, şu Yezegel'inki.. .. - Şu da benim işte, ben. Hovhannes Melkonyan

280


MANUK MNATSAGANYAN (Erivan 29 Haziran 1934 -) Hikaye, roman ve senaryo yazarı Manuk Mnatsaganyan, Erivan'daki Karl Marx Politeknik Enstitüsü'nü bitirdi (1956) . «Bayak Şehrin Patırdısı»(1962), «Artık Yı/»(1974), «Çığlık, Rusça 1 98{);. adlı hikaye dizileri, «Potalar»(1966) , «Pazarertesinden Pazarertesiye»(l968) adlı romanları, «Anna İçin Masallar»­ (1980) adlı çocuk masalı yayınladı. Yazdıgı «Khaçmerugum»(1915, Mannheim Sinema Festivali'nde Altın Madalya aldı) ve «Yolculukıa»(1916) adlı senaryo­ ları filme alındı.

PAÇA

Paça pişirmefikri ilkin, Yerçanik Garabedyan 'ın eşi Satik 'in aklına gelmişti. Kı§ akşamıydL "lJışanda zıvanadan çıkmış tipi kıvranıyor, komşu binanın çatısına luıplanmış olan tenekeyi hiç hoş olmayan bir biçimde şıngırdatarak., sesi alıp Yerçanik 'in Slf"'Sıkı luıpalı penceresinden içeriye getiriyordu. Yerçanik pencereye baluırak: - Kı§ tipisi, dedi. Esnedi, aşada ma yoksa tipinin sesinden mi titredi belli değil, bazalda ve televizyonu seyre devam etti. Eliiyi geçkin, çiçek bozuğu yüzla Satik., kocasını işitmemiş gibiydi Eski minderin astılne oturmuş, yan luıpalı gözlerle uyuyora benziyordu. Ama uyumu­ yordu; gözlerini genişçe açarak elini kocasına uzatıp: - Biz paça pişirsek de çağırsak şunlan ne olur sanki?.. Yerçanik., televizyonda bildirilen Murmansk 'ta/d ısı derecesi kendisini hiç ilgilendirmediği halde, gözlerini dikmiş ekrana bakıyordu. Sonra, luınsının dedi­ ğini daha yeni anlamış gibi; konuşmaya aşenircesine: 28 1


- Paça mım ? diye sordu. Eşi hemen dirildi: - Ha şunu bileydin. Gider, Vartabedyan yoldaş, dersin,pazargüna bizepaça yemeye gelin. Sen işçi adamsın, reddetmez ki.. - Reddetmez mi diyorsun ?.. diye sordu Yerçanilc yine esneyerek Ve karısı, kocasının kendisini dinlemediğini, eğer dinliyor ve bir şeyler diyorsa da söyledikle­ rine hiç aldınş etmediğini anladı. - Aptal Ohannes 'in soyundan değil misin zaten?.. «paça mıu?.. Reddetmez miii?.. » diye kocasını öykandü. İstemiyorsan «istemiyorum» de, keselim lafı. İşte o kadar... Bitişik odadaki gelinleri Magda, kulağı koynanasında, yazı masasından geri çekildi, beliyle itti sandalyasını, açık kapıdan içeriye kaynanasına bakmaya çall§tı, göremedi ve doğrulupyazmaya devam etti. - Hiç istemez olur muyum ? diye uyandı Yerçanik. Yerinden kalktı, odada dolaştı, iyi ama, dedi, ben nereden bulurum paçayı?.. Kadının lazgınlığı daha geçmediği için hemen yanıt vermedi. Ancak Yerçan ik pencereye vardığında geri dönda, bakl§lan karşılaştı, ve Satilc soğukkanlılıkla: - Seryoj'a deriz bulur, dedi. - Bulur mu dersin?.. - Adam kanıinci yahu, hiç bulmaz olur mu ?.. Yerçanilc yine ağır ağır yüriimeye başladL Artık dl§anda tipinin uluduğunu, tenekenin şıngırtısını işitmiyordu. Baygın bakl§larla, madar Sergey Rubenoviç Vartabedyan 'ı gözanan önane getiriyordu. Madar orada, o kaçale odada masanın önande oturmuş, bir yanında kendisi, eşi vardı, gelinin varlığını da nedense unutmuştu. Yerçanik'in yazande eğri bağrii, ya/varan bir gülamseme belirdi, göz­ leri yan kapandı, ve kafasında, madara paça yemeye çağınşının nedenini anlat­ maya çall§arak: «Vartabedyan yoldaş», diye söze başladı, sonra «Sergey Rubeno­ viç» diye dazeltti, ve daşandağılna söylemeye devam edecek yere, biraz kızgınca kansına dönap: - Bir kişi için de paça mı pişiri.lirmiş canım ?.. diye sordu. - Kim demiş bir kişi için diye?.. - Ya kimleri çağıracağız?.. - Paça olur da kime söylesen gelmez?.. Televizyonda boru çalanlar bir yoğunlaştınp bir seyrekleştiriyorlardı ezgiyi. Başka zamanlar Yerçanik, hafif bir ses çıkaranı azarlar, ezgiye dalıp giderdi. Şimdiyse göza hafifçe ekranda, bir sigara yakıp dumanını savurduktan sonra: - Öyle şunu bunu çağımıakla olmaz. Birbirine uygıın insanlar olmalılar. - Peki Seryoj paça bulup da getirirse onu çağırmamak olur mu ?.. - Seryoj, ha... Anlaşıldı ki Yerçanik pek sevmiyordu onu, ama başka çıkar yol da yoktu. Peki, dedi Yerçanik, Seryoj olsun. - Seryoj'u çağırıp da babasını çağımıama/c olmaz ki... Yerçanilc 'in alnı bashatan buruştu. - Papken 'i, ha? Satilc pek aldınş etmiyor gibi göriinmeye çall§arak: - Papken gelirse, Kevork işitir kızar. Birkızkardeşin kocasını oğluyla birlikte 282


�·a*'nyorlar da, ()tekini çtı�ırmıyor/ar, dt•r. Kıın\'l 0/dü ya, artık tldtım yt•rim• koymuyor/ar, der. - Tuhaf insansın, diye kızdı Yerçanik Kevork da evintk neler yapıyor, biz karışıyor muyuz?.. - Ama paça başka... - Kevork ikisinden de terbiye/i, diye seslendi içeriden gelin. - Ben de onu söylüyorum ya!.. - Ne söylüyorsun ? diye tersiendi Yerçanik. Demek on/an çağırayını da, tek bir kardeşim var onu çağırmayayım ha?.. - Sana çağırma diyen oldu mu ? diye sert sert baktı karısı. Kimi istiyorsan çağu!. . - Kimi istemekle olmaz canım! Niye anlamıyorsun ? Gelecek insanlar birbirlerine uygun olmalı. - Yaaa, demek seninki uygun da, benimki değil ha ?.. diye alay etti karısı. ne mutlu bana!.. - Salt konuşmasım bilirsin. Yahu adam müdür, gelip onlarla otursun da ne anlasın ?.. - Öyle ya; hele senin esrik kardeşinden ... İki kadeh çekti mi gözleri şaşılaşır, dudaklan sarkar... - Papken 'le Kevork ge/eceklerse, o da gelecek. İşte o kadar!.. İşte o kadar, işte o kadar... dedi karısı hem utku/u hem de yenilgin bir bakışla. Yerçanik biraz düşündakten sonra: - Öyle olmaz, dedi ve geri dönüp seslendi: A geliiin, bir kiığıt/a kalem getirsene... Magda kağıtla kalemi biraz geç getirdi; masanın asıane koydu, ve hiçbir şey söylemeden uzaklaştı. Yerçanik, gelinin bir şeye cam sıkkın olduğunu duydu, ve bunun nedenini hemen kestirip: - İ/kin dünür/erimizden başlayalım, dedi. İskemleyi masaya çekti ve dünar­ Ierin yerine en başa Vartabedyan yazıp, biraz düşündakten sonra «Sergey Rubeno­ viç»i de ekledi yanına. Kılğıda bakıp devam etti: 2. dünür/er.. . Karısı baktı kocasının yazdığına, kaşlanm kaldınp indirdi ve yavaşça «hıh .. » dedi. Yerçanik karısının aklından geçeni anlayarak, parmağını dudağına götariip «Susss... » diye işaret etti. İçeriden Magda 'mn sesi işitildi: - Danür/er olmasa da olur... - Hiç öyle şey olur mu ? dedi Yerçanik ve yaksek sesle devam etti: Demek üçüncüsü Seryoj, dördüncüsü Papken, beşincisi Kevork, altıncısı Sarkis... - Bizimle birlikte dokuz, dedi karısı. - Dur hele, diye sözünü kesti kocası, onun için bir ortam yaratmak gerek .. İçeride gelin, güldüğü belli olmasın diye ağzını eliyle kapatarak kendisini tuttu, ve: - Bundan daha iyi ortam olur mu ?!.. diye seslendi. Babamı saymayın, onun karaciğeri hasta. Yerçanik 'le Satik birbirine baktılar, ağırca soluyup başlanm salladı/ar. On�

.

283


ltJra göre, gelin kendilerini yılan gibi sokmak için fırsatı kaçırmamıştı. Ve Satik, gerçekle pek istemediği halde, salt geline inad olsun diye: - Azad'ı çağıralım, dedi. Adam bakan. Beni her gördügılnde de «nasılsınız bayan Satik, Yerçanik nasıl?» diye sorar. - Hangi Azad?.. Satik kocasının anlayl§sızlığına kızdı: - Şamiram 'ın kızkardeşinin damadı ayol!.. Yerçanik dikkat kesildi: . u · şamıram .?.. - nangı - Gerçekıen de emekliye aynlma zamanın gelmiş senin, dedi Satik ojkeyle ve gelini basbatün unutarak. Benim arkadaşım Şamiram canım, hani birlikıe çall§cyorduk. .. - Haaa... dedi Yerçanik kendine gelerek. Ama gelir mi dersin?.. - Niye gelmeyecekmiş ?.. Yerçanik, Azad 'ı bir kez görmaşta. şamiram 'ın annesini görndakieri gan, Satik, Azad'ı uzaktan kocasına göstererek.· «Şamiram 'ın kızkardeşinin damadı, bakandm) demişti Ama şimdi karısı böyle gavenle konuşurken, batan bunlan unutmuştu. Sevinçle, biraz da kuşkuyla: - Yazayım mı ? diye sordu. Gelin, içerideki odada kulak kesilmiş dinliyordu. - Yaz! Yerçanik, listede Vartabedyan 'ı atlayıp, onun adının asıane Azad'ı yazdL - Ama, dedi Satik, Azad 'ı çağınnca ister istemez Şamiram 'ın kızkardeşinin kocasını da çağıracağız. Yerçanik 'in canı sıkı/dı: - Şamiram 'ın kızkardeşinin kocası da kim ?.. - Azad 'ın kayın babası; kim olacak?.. Haaa... Söyle adını da yazayım... Satik, Şamiram 'ın eniştesinin adını bilmiyordu, ama bozuntuya vermedi: - Dur bakayım, Levon muydu, Garbis miydi?.. Aklımda kalmaml§... - Peki şimdi hangisini yazayım canım ? - Levon yaz. Yerçanik listenin en altına «Levon» yazdL - Şimdi yaz: Şamiram. . - Şamıram .?.. - Yahu on/an çağıracak olan Şamiram değil mi? - Ama o damadı sağlam gelir mi?.. - Niye gelmesin ? Şamiram kızkardeşine söyler, o da kocasına; kocası da nasıl bir kayınbaba olmalı ki, damadını getirmesin ? Yerçanik hiçbir şey demeden Şamiram 'ı da yazdı listeye. - Sen onu masaya oturacaklardan sayma, dedi karısı, o bana mutfakıa yardım eder. Sonra yazana bitişik odaya dönap, gelin işitsin diye sesini yakselierek ekledi: Yoksa bana kim yardım eder?.. - Masaya otursa da, oturmasa da yazdım, dedi Yerçanik; kansının geline lafduyurduğımu anlamaml§IL 284


- Şimdi kaç kişi oldu bakalım ? Yerçanik listedeki ad/an teker teker .wyıp: - Bizimle birlikte on bir, dedi. - Sen onu yirmi bil, dedi kansı. - Nasılyirmi?.. - Tek başianna gelecek değillerya canım, elbet kanlarını da getirirler. - Hangi erkek kansıyla birlikte gidermiş paça yemeye?.. - O zamanlarçoktan geçti, dedi Satik. Gel kardeşime de söyleyelim de, sana ıaten dan/mıştır, bana danlmasm bari... - Kardeşini mi?.. - He. Gelirse gelsin, gelmezse gelmesin. - Yazayını ya, dedi Yerçanik. Kansı bunu hiç beklemiyordu. - Hani şu Şamiram 'ın eniştesini yazdım ya, o neci? diye sordu Yerçanik. Satik can/andı: - Dur bakayım; öyle ya, savcı mıydı, öğretmen mi? O da ortamdan sayılır... - Ne öğretmeni ki?.. - Elinin körü, diye tersiendi kadın; ne öğretmeni olursa olsun, öğretmen öğretmendir. Bir an sustu/ar, dışarıdan yine tenekenin sesi işitildi. Yerçanik boğazını temizleyerek: - Peki, dedi, diyelim ki toplandık; o kadar adamın içinde benim işi konuşmak olur mu ?.. - Aran nasıl? - Kimin/e? - Vartabedyan 'la. - Beni her gördüğünde eliyle selam verir... - İyi ya, ne var öyleyse çekinecek ?.. - Şey... benden öncekileri reddetmişti de... - Ne adamsın sen be, diye elini dizine vurdu kadın, peki paçayı babamızın haynna mı pişiriyoruz? - Ben de onu diyorum ya... Peki, çağırdık. O kadar adamın içinde nasıl söyleyim ?.. - Asıl sen kan olmalıymışsın da, ben erkek, diye kızdı Satik. Gelir gelmez tutup da birden söyleyecek değilsin ya! - elbet canım, ha şunu bileydin... - Yerler içerler, keyfleri yerine gelir ve tam paçayı pişirenin sağlığına içecekleri zaman, sen söylersin. - Söylemeye söylerim ama, bilmem ki nasıl başlamalı ?.. - Sağolun bizi sayıp geldiğiniz için dersin, ama Vartabedyan yoldaş, dersin ufak bir iş var, bana yardım edeceksin ... - Ya tam o anda utanıp da söyleyemesem... - Sen bu dünyadan değil misin yahu ? diye kızdı karısı. - Peki, söyledim diyelim, sonra ?.. - Biliyor musunuz, dersin sonra, şimdi oğlum askerli�:,lini yapıyor da... gl'li· ..

285


nim de bizim astamazde... - İstemiyorduy...-anız almayayduıız, diye seslendi kiıpmm aralığından Mag­ da, ben zorla gelmedim ki .. - Dur hele yavrum, diye dönap galamsedi kaynanası, burada başkiı iş var. Sonra kocasma: Bir birbuçuk yıldan oglum askerden dlJner, okumaya devam eder... - Hele bir devam etmesin de göriJr, dedi Yerçanik. - Yaşa, diye caniandı kiınsL Bir de bakiırsınız torunum olur, dersin, kim baktıcak onlara?.. Yerçanik, aklmda yineliyordu kiınsmm sözlerini, herkesi masanm dolaymda oturmuş göriJyor, onun için de terliyordu. - Şimdi dersin, diye devam etti kiınsı, biryıldan emekliye aynlacağım dersin; bana şöyle yaksekçe aylık/ı bir iş verin ki, emekli aylığım da yaksek olsun ... - Öyle bir defadan söyleyim mi?.. - Ya kiıç defadan söyleyecekmqsin. .. De ki, varsm ağır iş olsun, ben işten korktın bir adam değilim de. - O kiıdar adamm içinde batan bu sözleri biraraya getiTernem diye korku­ yorum... - O kiıdar adam senin daşmanın değil ya, diye tersiendi kiınsı, onlar da şuradan buradan bir iki söz ederler, iş başa çıkar. - Derler mi ki?.. - Derler. Ben kızkiırdeşim Şamiram 'ı uyannm. Öbara de herkesin yanında söz verince, sözanden dönemez. Yerçanik başını kiışldı: - Pek çok masraf olacak .. - Ne yaparsm, diye omuzlannı kiıldu-dı kiınsı, suya giren ıslanu-. Ama sen madariJne de ki, gelip gelmeyeceğini bilelim de ona göre davranalım. - Ya desem de, Seryoj paçayı getirmese rezil olunız. Hele bir Seryoj'la konuşalım da... Seryojpaçayı ikigan sonra getirdi. Kucağında bayak bir kfiğıt torba, içeri girdi, mut[aga götariJp masanın asıane koydu. İri, tombul tombul paçalardL - Teyzeciğim, dedi Seryoj so/uyarak, işte senin paçalar. Varsm yesin işçi sınıfı, sevinsin. - İşçi smıft bizleriz, kiılanı bakiın, savcı, madar... Seryoj yan şaklı yan ciddi: - Yaaa, bak hele... Ne bakiınıymış o?.. - Ne bakiını isterdin ?.. - Hangisi de olsa iyidir. Satik bumunun altından galerek· - Ne sandm ya! işçinin de kendi onamı var... - Ne zamandan beri siz öyle yuktın/ardan tutturmuşsunuz işi, diye galdü Seryoj. Kucak/ayıp sıkn teyzesinin omuzunu. - Param parça ettin kemiklerimi, ayL - Demek gerçekten paça yemeye gelecekler ha? - Gelecekler. 286


olur.

Vt' yalnızctl f'tl(tl mı olawk?.. - Başka ne ol.run ya? - Dur hele teyze, eKer dogru snylayorsan, öylesi adamlar için salt paça ayıp

- Ne zamandan beri ayıpml§ paça? diye şaştı Satik. - A teyze, on/ann kurallanna g6re paçadan sonra kebap getirilir masaya, arkasından da alaballk.. .. - Canavar mı bunlar ayol?.. Hiç o kadar şey yenir miymiş ?.. - Onlar yer, diye galda Seryoj. - Yahu o senin dediğin yazlerce ruble işi... - Eee, öyledir işte. Ya yapacaksm ya da hiç yapmayacaksm. - Yapmamak olmaz ki, söyledik artık. Oğlan sen benimle alay mı ediyorsun yoksa?.. - Çocuklannı astane and içerim ki değil. - Olanı bir paça, yer içer kalkıp giderler... - Onlar senin paçana mı kalml§lar ki, yeyip gitsinler... - Ya?.. - Paçayı sabahleyin erkenden vereceksin değil mi?.. - Eee... - Yeyip de hemen kal/ap gidecek değiller ya!.. Otılrup tavla oynarlar... - Oynasmlar, dedi Satik. - İki saat tavla oynaymca acıkmazlar mı?.. - Ne bileyim ben?.. - Ben bilirim, acılar/ar. Yine paça verecek değilsin ya!.. - Paça kalır mı ki vereyim ?.. - Onu biryana bırak şimdi. Onlar tavlayı bilirineeye kadar, birkaç kişi kebap pişirir. Ha, bak unuttılm: Paça masasında yalnız votka olacak. .. - Biliyorum onu, akıl 6ğretme bana... - Aferin.Kebabı getirince votka koyacak değilsin ya masaya!... Konyak ister. Ama adi konyak olmaz, adisini kim olsa içer, en iyilerinden olacak. .. - Adisi kannlannı mı delermiş ?.. Seryoj sinir/endi: - Eeee, ben gidiyorum öyleyse... - Dur hele, beni ateşe atıp nereye?.. . - Anlamıyorsan ne söyleyim sana?.. - Söyledik/erin anlaşılacak şeyler mi ki, be oğlum ?.. - Öyledir işte, bayağan bayağayle iş de bayiık olur. - Ayol biz neyin bayağan bayı1ğayı1z?.. - Hiçbir şey yapmaym öyleyse. - Artık çağırdık diyorum, anlamıyor... - Kebabı yedikten sonra, tavlada kaybeden kazanana: Haydi bir daha oynayalım, diyecek... - Şart mı yani bir daha oynamak?.. - Öyledir, ben bilirim. Onlar tavlayı bilirineeye kadar alabalığı getireceksin masaya. 287


Smik kollarını .mrkıtıp: - Ama bu paça yemeye çağırmak değil, bi/diğin düğane döndü mübarek, dedi. Ne diye yakıyorsun böyle, a Seryoj. .. - Dazen böyle şimdi, ne yaparsın ?.. - Hangi Tann 'nın belası icad etmi§ o düzeni?paça i§te, gelipyer giderlerdi .. - Ama teyzeciğim, o gün hiçbir zaman unutulmaz, hep açılır. - Hep anılsın diye, bir sürü borca mı girelim yani? - Başkalan binler harcıyor ama kendilerine bir onam yaratmak için. .. - Olan harcıyor a oğlum, benim neyim var ki harcayım ?.. - Neyse, ben kendi hesabıma iki sandık Çek birası getiririm... Satik içini çekip başını sallayarak: - Ah Seryoj, Seryoj, söyle bakayım paçalara ne vereceğim ?.. Seryoj elini Satik 'in omuzuna koyup: - Hiçbir şey istemez, dedi, o birkaç köpek meselesi, sen ötekileri düşün. Çıkıp gitti Seryoj. Satik onu kapıya kadar bile uğurlamadı, «sağol» bile demedi. Dizleri gevşemişti. İskemieye oturup, hiç oralı olmadan ve gözlerini kırpmadan, masadaki tombul paçalara bakıyordu. Donmuştu paçalar; evin sı­ caklığından buzlan çözüliiyor ve kanlı su ağır ağır masadan aşağıya kayıyordu. * * *

Samson Halatyan çileden çıkmıştı. Sandalyenin üstane çıkıp ayakta dumıuş, işitmesine yardım eden aygıtın alıcısını bir eliyle tavana yükseltmiş, öbar eliyle de aynı aygıtın küçük borusunu kulağına dayamış olarak, yukarıdan gelen ses/erden, orada neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Alıcıyı büyük bir çabayla şuraya buraya sallarken, boruyu alıcıyla birleştiren tel ara sıra çıkarak bir an kendisini basbütan sağırlaştınp dünyadan kesiyor, bu da Halaryan 'ı basbatan öfkelendiri­ yor, teli yerine itip yeniden başlıyordu aygıtı şuraya buraya sallamaya. Yerçanik 'in hemen altındaki komşusu Samson Halatyan, yetmişi geçkin, ak saçlı, kısa boylu, zayıf bir adamdL İki yıl önce Yerçanik 'le kavga etmiş, onu aşağılamıştL Satik musluğu açık bırakmış, çıkıp işe girmişti. Nork mahallesinde genellikle öğle vakitleri su o/mazdL Ters olacak, o gün su vermişlerdi. Böylece su Yerçanik 'in evine dolmuş, oradan da Halatyan 'ın yeni onantığı apanman daire­ sine akmıştL Knvgalarının nedeni buydu. Halatyan 'ın evinin onarımı da ayn bir hikfiyeydi. Onarımdan aylar önce bu işlerle uğraşan özel baroya gidip adam çağırmış, gelmiş/er, ölçüp biçip onarım masrafının hesabını yapmış/ardı. Halat­ yan aynı gün parayı yatımıış ve başlamıştı beklemeye. Bugün yann derken bir ay geçmiş, ama onarım işiyle uğraşacak olanlar ortada yoktu. Bir şeften öbürüne gitmiş, emeklilik çüzdanını şurada burada masalara vurmuş ve «yarın kesinlikle geliriz» sözlerinden hiçbir şey çıkmayaca�:,'ını anlayınca, döşenip başlamıştı yazma­ ya. Yazma işinde deneyimsiz değildi Halatyan; daha o kanşık zamanlarda elini alıştımııştı buna. Ve şimdi parayı yatımıış olduktan sonra, haklılığı da kuşku götürmeyince neden yaznıayaydı ? Hafatyan dayazdı durdu. Altını imza/ayıpyazdı, imzalamadan yazdL Bir komisyon geldi gitti, iş ilerlemeyince komisyon üstüne yazdı; başka bir komisyon geldi öncekinin yaptığını denetiemek için, onun üstüne de yazdı. Kısacası, aylar geçip de birgün onarınıla uğraşacak olanlar ellerinde tl/etler/e çıkagelince, adam sevinecek yere üzüldü bile. Çünkü aradan geçen za288


manda Ilafatyan onımm işıni wwtmuş. ytuma tutku.\·uyla tutuşamk ymi bir Kt'nçli�� yaşamaya başlamışti. Ve şimdi bunların Kelme.riyle her şty sona ermiş oluyordu. Ama bir şey çıkarmayasın, devletten para alıyorlar, üstelik biz de onarım parasını yatırdı/o. deyip de, karısı yemek yediklerinden çok daha iyi şeyler getirip kahvaltılannı yapınca, Halatyan bu kez onlar üstüne yazdı. «Eğer bunlar salt aylıklanyla geçinen adam/arsa, diyeyazdı, hangiparaylayemeklerini votka ve bira içerek yiyorlar? En azından birbuçuk kilo sucuk yediler. bunlann gündeliğiyle yemeğe harcadıklannı bir hesap edelim şimdi.»... Hesap edip tanu/adı da. Ve yerçanik 'in evinden sular şan/ şan/ kendi evine aktığı zaman, doğrusu kan inip çıkmış, komşulan çağınp göstermişti. «Bakın görün de, sonra, ne var ki, birkaç damla suydu demesin/er». Akşam üstü kavga etmiş, kavga bittikten sonra da evine dönüp, bumunun altından gülerek başlamıştı yazmaya. Yazıyı şöyle bitirmişti: «Bu yazdıklanmı komşular da doğrulayabilirler. Ve içtenlikle söylüyonım, mesele benim evime verilen zararda değil. Usul uyannca onun bu zaran ödemesi gerekir. Yoksa mahkeme kendisini ödemeye zorlar. Mesele Yerçanik Garabedyan 'ın siyasi olgunsuzluğu.ndadır. Şimdi parti ve hükUmet su tasamıfuna o kadar büyük bir önem verirken (Arpa-Sevan su tesisinin kurolmasına milyonlar harcanıyor) parti üyesi Yerçanik Garabedyan musluğu. açık bırakarak, ülkenin ekonomisine o kadar gerekli olan suyla komşusunun evini dolduruyor»... Ve şimdi, akşamın geç vaktinde, sandalyenin yerini yeniden deği§tirip üstüne çıkmış, yine alıcıyı tavana uzatmış sallıyordu. - Düşeceksin, dedi karısı, paramparça olacaksın. Halatyan gözlerini kırpıştırarak: - Balta sesi değil miydi şu ? diye sordu. - Balta da olabilir, çekiç de. insan çığlığı işitmiyor musun?.. - Ne?.. diye dikkat kesildi Halatyan. Karısı omuzlarını kaldırarak: - Kim bilir? dedi, gelin kaynana geçinemiyormuş diyorlar. Halatyan bir an kımıldamadan durdu sandalyenin üstünde, sonra inip, terliklerini sürte sürte dışan çıktı. - Gitme, diye bağırdı karısı, başın belaya girecek. Adam hızla üst kata çıkıp bastı zile. Kapıyı açan Magda 'nın kanlı ellerini görünce donakalmadı. - Yaaa, dedi kötü kötü gü/erek, demek birbirinizi öldürüyorsunuz. Halatyan, Magda yı biryana itip içeri girince, gözlerine inanamadı. Mutfak­ taki masanın üstünde, Magda 'nın temiz/ediği anlaşılan, karnı dışan dökülmüş bir alabalık parlıyordu. Yerde de Satik 'le Seryoj et doğruyorlardı. Halatyan, gözünü birkaç kez kırpıp, yalnızca: - Ne yapıyorsunuz öyle? diyebildi - Sen misin ? diye şaştı Yerçanik ve sustu. Seryoj yerinden kalkıp, yorgun dizlerini gevşeterek: - Bir paça fapalım dedik de... Halatyan 'ın hikayelerini işitmişti Seryoj. Onun için gönülsüzce: Karşı değilsin inşallah şefyoldaş, dedi. Halatyan acı acı gü/erek: 289


Ne şt'Ji yahu, dt•di, bm artık emt'kiiye aynlmış adamım. Sonra kt•ndisini tutamayıp: Balıktan da paça mı pişirilirmiş? diye sordu. Yoksa yenilik mi bu... Yemek odasındaki abajurnn altında, paçalarda kıl kalıp kalmadığını son kez yoklamakla olan Satik işini bırakıp mutfağa geldi ve gözlerini kötü kötü oynata­ rak: - Bir söyleyeceğin varsa söyle, ded� yoksa senin yazana görmeye hevesli değiliz jumalcL .. - Belediye kurallan uyannca haklamız yok insanların rahatını bozmaya, dedi Halatyan. Ve kapıyı hızla kapatarak çıkıp gitti * * *

Sabahleyin Halatyan altıncı kattan, gözlağüna uzaklaştınp yaklaştırarak, avluya giren «Volga» marka otomobile bakıyordu. Araba çarpık durduğu için numarasını iyi göremedi mutfağa geçip oradan bakmaya başladL Baştaki sayılar iyice ayırd ediliyor, ama sondakiler birbirine kanşıyordu, bir m� yedi mi belli değildi - Gel bir de sen bak, dedi karısına. - Ben senin gibi hevesli değilim, diye yanıt verdi karısı un/u ellerini göğüslağane sarterek. Sonra kocası işitsin diye yüksek sesle: Darbanana al, bak, dedi - Yahu şimdi gidecekleri tutar... Kadın darbana getirip kocasının eline dayadL Halatyan darban/e bakınca son sayının yedi olduğunu iyice görda. Arabanın numarasını bir k!Jğıda yazdı, ve sanki karısı itiraz ediyormuş gib� onu kandırmak, anlatmak için elini uzatarak: - Dur hele, ded� başka arabalar da geliyor. Bunlannki bir araba işi değil, şaka mı, paça bu ?!.. Halatyan yanılmıştL <Jiguli», «Volga», «Zapozojets» marka arabalar rande­ vulaşmış gib� arka arkaya geliyorlardL Adam dikkatle baktı, ve yalnız arabalann numaralannı teker teker yazmakla yetinmed� hangi arabadan kaç kişi çıktığını da not etti * * *

Yerçanik birazyana çekilmiş, gelenlere bakıp kimin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Birinin yaza kendisine çok tanıdık ge/d� anınısamaya çalıştı ama, o sırada karısı kulağına eğilip: - Ağzını açmış ne durnyorsun öyle... ded� paltolannı alsana. Sonra konuk­ Iara dönap: Ooo, hoş gelmişsiniz, başımızın astünde yeriniz var. Hayır, hayır asmayın, verin içeri götürelim. Magda, diye seslend� gel al pa/to/arı. Magda saslenmiş paslenmiş, elini bir birine, bir ötekine uzatıyordu. Ama konuklar kendisine yalnızca galamseyerek, Satik 'e veya Yerçanik 'e veriyorlardı paltolannL Seryoj, başını yemek odasının kapısından uzatarak: - Buyurnn, içeriye buyurnn, ded� ve elinde palto/ar olan Satik 'in kulağına: Bakan hangisi?.. diye sordu. - Şu dazlak kafalL 290


Konuklar yemt•k otltl.\'11111 �irıli/er. Stilik, Seryoj 'un kolunu .var.varak: - Bak Seryoj, ben tamamen şaşırdım, kendimi yitirdim, bil ki ev sahibi Jensin ha... - Sen rahat ol. Pek bayak olmayan yemek odasının bir ucundan 6bar ucuna masa konmuş­ tu. Üstünde yujka, turşu, pastırma, peynir, balık, maden sulan, Çek birası vardL .. Seryoj'un getirmiş olduğu stereomagneto[on çalıp duruyordu. Magda pencerenin yanında durmuş, bir galamseyerek konuklara, bir iğrenerek magneto[ona bakıyor­ du. Hiç hoşuna gitmiyordu mazik. Gara/tanan içinde Yerçanik'in sesi işitildi: - Sevgili konuklar... Sonra ses kesildi. Yerçanik boğazını bir iki temizleyip devam etti: Sevgili konuklar rica ederim oturunuz. Konuklar birbirlerine yer g6stererek oturdular. Magda magneto[onu durdur­ du ve ortalık sessizleşince, bakanın yanında oturanı tanuiL Bu, artisı Vaçe Bed­ rosyan 'dL Mut[akta, karısı, Yerçanik'e çıkl§tı: - Sana kim dedi oraya oturtasın diye? Bakan veya Şamiram 'ın eniştesi oraya mı oturmalıydı/ar? Kardeşin de g6zaman l§ığryml§ gibi masanın başına geçmiş!.. - Peki, ne yapayım ? diye şaşırdı Yerçanik, şimdi yerlerini mi değiştireyim yani?.. - Kardeşine anlat da kalksın oradan. - Neyse canım, dedi Seryoj, olan olmuş, sen paçalan doldurmaya bak. Karısı ojkeyle: - Magda 'yı çağır, dedi Yerçanik 'e Masanın dolayında bir cambaştar gidiyordu. Bir gan 6nceden kurutulmuş yujkalan kıtır kıtır kmyor, küçak tabaklara koyuyor, turşu/an doğruyor, birbirle­ rinin kadehlerine votka, bardakiara maden suyu, bira dolduruyor/ardL - Kardeş, dedi Yerçanik 'in kardeşi Sarkis, ne yalan s(}yleyim ben kuru yujkayı sevmem, bana şu 6tekinden verin. Satik mut[akta arkadaşı Şamiram 'a d6nda: - Şuna bak emirler de veriyor. Ah; ne diye çağırdı sanki. Bırakmaz ki bir kez olsun adamakıllı sevineyim... Vaçe 'nin sesi ta mut[akta işitildi: - Dinleyin millet, paçayla ilgili bir fıkra an/atacağım. Bir dakika dinleyin. Herkes susup da yalnız u[alanan yujkanın hl§ırtısı kalınca, Vaçe devam etti: - Bir sabah erken, başkalanna hep k6tü/ak dileyen adamın biri, tek tak vardır b(Jyleleri. .. - Tek tak deği./, çok var, diye atıldı Seryoj. - Evet vardır. İşte k6ta herifin biri, sokakta bir arkadaşına rast/ar... - Hee... dedi Seryoj 'un babası pek anlamlı bir galamsemeyle, ama kann onu durdurmak için masanın altından ayağına bastL - Nereden b(Jyle? diye sorar arkadaşına k6ta adam. Arkadafı da: Paça yemekten d6nayorum der. Yaa, diye şaşar adam, iyipaça mıydı bari? Iyiydiya, çok 291


iyi JW(aytlı der arkadaşı. Kı"itü bu ya, kötü bir şey bulmak i.fteyerek sorar: Ma.wd11 turp var mıydı? Vardı ya, der arkadaşı, hem de iyi turptu. Ya turşu, pastırma ?.. Turşu tla vardı pastırma da. Yufkayı kurulmuş muydu/ar?.. He, kurulmuştu/ar. el, 111."fız .\·iJmek için yaş bez de var mıydı ?.. Vardı. Sakın konyak içmiş olmayasmız. Hayır, votka içtik. Kısacası, başkalannın iyi o/malannı istemeyen bu adam bakar ki, ne soruyorsa, her şeyyolunda. Peki, der arkadaşma paçayıyeyip çıktıktan sonra neyle Keri döndün? Tramvayla mı, otomobille mi? Otomobille. Şoföran yanında mı oturdun, arkada mı? Arkadaşı: Arkada, deyince, adam sevinçle. Güzelim paçayı haram etmişsin deseneL der. En yübek sesle kahkahayı atan savcının karısıydı. İri göğüsleri sarsılıyor, çalkalanıyor ve kahkahalar arasında: - Hey gidi Vaçecik, Vaçeciiik. .. diyordu. Mutfakta duran Magda gözünün kuyruğuyla gülenin kim olduğunu görmek istiyor, göremiyordu. - Başını o yana bu yana eğip durma, diye kızdı Satik gelinine, al şunu, Azat Manukoviç 'e verirsin. Magda, üstünden buğular yübe/en tabakla mutfaktan çıktı. O sırada Vaçe 'nin sesi işitildi: - Öyleyse yemeğe başlamadan önce birer tek içelim ki, başkasına kötiilük dileyen o adam, paçayı haram etmişsiniz demesin. - Evet, diye seslendi Seryoj, hoş gelmişsiniz. Kııdeh/erin çınçmı mutfakta işitildi. - O adam kim ? diye sordu Satik Şamiram 'a - Azat 'ın arkadaşı, artisttir. Nereye giderse hep birlikte götürür onu. - Sen git otur, dedi Satik. - Yardım etmeyim mi?.. - Yardım edecek bir şey yok, dedi Satik, ben dolduruyornm, Magda da götürüyor... - Do/dur ben de götüreyim, bek/etmeyelim ayıp olur. Hay ben sana kurban olayım, diye sevindi Satik. Sana zahmet oluyor, ama... Ne zahmeti canım, sen söyle kime götüreyim ?... Öbürünü de müdüre verirsin. * * *

Paça işiyolunda gidiyordu. İlk alanlaryemeye başlamışlardı bile. Daha sonra alan/arsa, paça kemiklerini tabaktan çıkarıp suyunu yufkayla kaplıyor, sammak tabağını elden ele geçirerek, kurn yujkayı suya atıyorlardı. .. Konuşmuyor/ardı. Konuşsalar bile, kısa ve kestirme konuşuyorlardı. Turp dişler altında kıtır kıtır parça/anıyor, ağızlar iştahla şapur şupur ediyordu. Savcı yerken fosurduyordu. Şişman olduğu için soluk darlığı vardı galiba adamda. Arabi 'nin ölen kızkarde­ şinin kocası Kevork, tabağını yufkayla örttü, küçük bir açık yer bıraktı paça parçasını alabilmek için ve yemeye başlamadan önce do/ayına bir göz gezdirdi. Paçayı kimin nasıl yediğini merak ediyordu. Kevork, ve Sat ik 'le Yerçanik 'in öbür akrabaları, gelenlerden kimin kim o/du&'ımu biliyorlardı artık. Bunlar birbirlerinin 292


kultıKına ft.ı·ı/dayarak, ktım bıyık/ı, cin �-:ı):/ıJ adamın arti.ı·t Vaçt' Bt·dro.ıyan oldu­ ğunu, yanında oturan ş�man, güzel yazıa kadmm, bakıının eşi oldugunu, onun yanındakinin Azat Manukoviç yani bakıın, bakanın yanındaki sarkık çene/i, çapakltea göz/a adamın savcı olduğunu, savemın yanında onun gibi şi§man, yazande geçmi§ güzelliğinin izleri kalan eşinin oturduğunu, onun yanındakinin de zayıf, elmacık kemikleri çı/ak, Yerçanik 'in madarü Vartabedyan olduğunu söyla­ yorlardL Savcının eşiyle bakanın eşinin anayla /azi olduğunu biliyor ve şaşarak birbirlerinin kulağına «nasıl da birbirine benziyorlar...» diyeftsıldıyorlardL Kevork başını bir sağa bir sola çevirip görda ki, bakan kaşıkla yiyor, Vaçe eliyle. Vaçe yerken ara sıra dudaklannı diliyle siliyor ve yüzanden aniaşıyordu ki, hem danya­ sından memnun hem depaçayıyaratandan. Bakanın eşide eliyle yiyordu; al boyalı parmak/annı paçanın suyunu iyice emmi§ olan yufkaya batınyor ve tabaktan alıp, yumurtadan yeni çıkmış civciv gibi açtığı kaçacak ağzına götarüyordu. - Ört, ört, dedi Kevork ona, yufkayla ört ki soğumasm. Bakanın eşi tabağından çekti elini, şaşkın şaşkın Kevork 'a baktL - Tabağı diyorum... benim gibi ört, diye gü/da Kevork biraz sıkılarak Bakanın eşi: - Haaa, diye gülamseyerek yemeye devam etti O ve öbar konuklar Satik'le Yerçanik 'in akrabalarıyla tanışmadılar. Tanı­ mıyorlardı on/an vepek tanımak da istemiyorlardı doğrusu. Konuklar için on/ann hepsi birlikte, tek bir ki§iydiler, adını bilmedikleri biri ki, ev sahibi de olabilirdi Kevork, bakanın eşinin kendisini anlamadığım sanıp yine/emek istedi söyledi�ni ama, Satik ondan önce davranıp yemek odasmm kapısında göründa ve: - İsteyen varsa taze/eye/im, dedi, sıkılmayın paçamız çok. Kimse yanıt vermedi Satik 'e. Bir an daha bekledi Satik, sonra yine mutfağa girip Şamiram 'ın kulağına: - Kızkardeşin de kızı da elle yiyorlar, biçim yapmıyorlar, dedi Ben böyle kadınlan severim. Yerçanik, Şamiram 'ın içini çektiğinin aynmında o/madL Mutfakta masanın köşesine geçip oturmuş, ara sıra votkasmı da içmeyi unutmadan çabuk çabuk yemeğini yiyor ve tek bir şey daşanayordu: Ricasını nasıl söy/emeliydi ki, herkes paçayı salt bunun için hazırlamış olduklannı sanmasın. Şamiram, Satik 'e yavaşça: - Kızkardeşim kardeşliğiniyapmıyor, dedi, ben kendisine gitmezsem yıllarca kapımı ça/maz. Kızınınsa lafını etmeyı,, :ırtık. - Öyle deme, dedi Satik, seni saymasaydi gelmezdi Şamiram bumunun altından galamsedi - Sen bilmezsin. Onlar ana kız can verirlerpaça için. - He, yiyorlar, seviyora benziyorlar, dedi Satik. - Olmadı, olmadı, diye i§iliidi odadan. Satik başını biraz eğince, konuşanın, madarün eşi olduğunu görda. Kadın Vaçe 'yi dirseğiy/e danerek yeniden, olmadı i§te... dedi Vaçe, gü/anç bir ciddilik/e elini tabağından çekip: - Allah allah, dedi, sen söy/ev çekerken ben sana engel oluyor muyum ?. . - Paçayı haram ediyorsun, diye seslendi bakanın eşi, votkasız paça yenir mi 293


hiç ?..

- Ceza verme/� ceza... dedi savcL Bir tabak daha paça verin buna. Vaçe ayağa kalkıı: - Bak asıane savcı yuntaş. Ve acılı bir gülamsemeyle, tabağuıı karşısında oturan Magda ya uzattı: Suçluymuşum, demek cezalanmam gerek... - Bizi de ceza/andumadan kadehleri dolduralım bari, dedi bakan. Yerçanik 'in kardeşi Sarkis hemen can/andı: - Ben söyleyecekJim ama, belki sizin usulanaz başkodu diye düşandarn de... - Paça, yaratı/dığı günden beri tek bir usul tanır, öyle değil mi Azat Manukoviç ?.. dedi madar. - Öyledir. Paça yenirken benim usulam, senin usulan diye bir şey yok. Vaçe kadehini kaldırdı, ve yüzande ciddi bir ifadeyle: - Sayın masa arkadaşlanmız, ded� Tann danyayı, suları, karaları, insanı ve hayvanlan yarattı, ve bunlann hepsinin de soluksuz olduğunu görünce, ajleyip soluk verdi onlara. Elimizdeki sağlam kanıtiara göre, Tann ajlediği zaman, ağzından sarmısak ve votka kokuyordu. - Bunu, devlet otomobil seyrüseferyönetimi açığa vurmuş olmalı, dedi savcı, ve kah kolr gü/da. - Evet, dedi Vaçe işaretparmağuıı havaya dikerek, devlet otomobil seyrüsfer yönetimi açığa vurdu. Ve anlaşıldı ki ogün, Tann paçayemişti, yoksa batan onlara soluk verebilecek, on/an can/andıracak enerjiyi nasıl bulabiiirdi kendisinde?.. Hepsi birden güldaler. - Hey gidi Vaçe, ölamsaz olasın sen, dedi bakan gözlerini si/erek. Sonra Vanabedyan 'a dönap: Hemen bir şey uydunıveriyor canım... Haydi öyleyse, Va­ çe 'nin sağlığına!.. - Sağlığına, dedi Kevork, hep böyle şen olasın... İçinden bakanın sağlığına içmeye hazırlanan Seryoj, Vaçe için «bu da nereden araya girdi?» diye daşanda. - Sağ olasın. - Sağlığına, sağlığına diye seslendiler her yandan. Seryoj 'un babası için, kadehini ta Vaçe 'ninkine uzatmak güçta, ama ne yapıp yapıp uzattı ve ceketinin ucu paçaya dalarak onun kadehiyle tokuştunıp: - Dibine kadar içeceğim, na işte, bak, dedi. Yerçanik 'in kardeşi biraz bekledi kendisi de tokuştursun diye, ama sabrede­ meyip dikiverdi kafasına kadehi. Vanabedyan ayağa kalkıp: - Benim, Vaçe 'nin sağılığına söyleyecek bir çift sözarn var, dedi. Vaçe, gözana babasının yanında oturan Magda ya dikti, sonra güya utanmış gibi omuz­ lannı kaldmp Vanabedyan 'a dönda. Vanabedyan devam etti: Kim tanımaz Vaçe Bedrosyan 'ı? Hepimiz de kendisini tiyatrodan, sinemadan tanınz. Ama bugün bize, onunla aynı masada otunıp, onun, insanlan yalnızca sahneden veya beyaz perdeden sevindirmediğini anlamak kısmet oldu... Seryoj 'un babası, yeni içtiği maden suyundan geğirdi. Bakan kendisine güvenle ve karşısındakini bağışiareasma gülamseyerek.· - Sen daha onun nesini gördan ki, dedi, o başlı başına bir sirktir, sirk. .. Ben 294


onsuz hiç oturmanı masaya... - Evet, dedi Vartabedyan. Ve bu, yalnızca şunu gösterir ki, Vaçe iyi bir arkadaşllr. Sonra bakana dönerek: Zaten köta bir yoldaşın Azat Manukoviç 'lt• ne işi olabilir ki . dedi. - Bizden ırak olsunlar ama, kötüleri de bulunuyor, diye başını salladı Seryoj. Vanabedyan anlamadı: - Azat Manukoviçle ha? inanmam. Gözam/e görsem inanmam. Anlaşılan votka kendisini duyurmaya başlamıştı. Vanabedyan hafifçe başını salladı. Votkanın etkisini gidermek ve o kara göz/a, asık yazla gencin ne dediğini anlamak istiyordu. Seryoj parmağını kaldınp bir şey söylemek istedi, ama babası ondan öna atıldı: - İki hafta kadar önce, arkadaşlan Seryoj 'la birlikte oturmuş, yemiş içmiş· ler, sonra bunlardan biri bıçağını çekip ötekinin karnma saplamış... Vanabedyan anlamayarak: - Seryoj da kim? diye sordu, ve kafası daha da kanştı. - Benim, dedi Seryoj kuruca. - Sizin evde mi oldu bu ?.. - Lokantada, dedi Seryoj'un annesi. Seryoj 'umun çalıştığı /okantada... Vaçe, kadeh elinde, Vanabedyan 'ı beklemekten usanmış gibiydi, biraz eğilip bakanın eşine: - Bu adamın adı ne?.. diye sordu. - Bilmem. Sanırım biryerde madürdar. - Siz konuşmanızı bitirdiniz mi? diye sordu Vanabedyan 'a Vaçe, öva/mekten bıkmış bir galamsemeyle. Madar uyandı. Kılfasının ipini kaçırdığının ayrımındaydı ama, sözan böyle bitiri/emeyeceğini de anlamıştı. Bir dakika, diye gıllamsedi Vaçe ye, bir dakika, sıcak bir söz bulup söylemeye çalıştı, bulamayınca da: Vaçe, çahştığı topluluğun sevgi ve saygısını kazanmış bir arkadaş, iyi bir baba ve iyi bir kocadır... dedi. Savcının eşi az kalsın hık diye gıllecekti ama, kendisini tuttu ve dirseğiyle yavaşça dürıtü yanında oturan kocasını. - Sağolun, dedi Vaçe, hepinize teşek.kiır ederim. Yerçanik 'in kansı: - Ne oturmuşsun mutfakta, dedi kocasma ve Şamirama dönda: Adamları toplamış, kendisi mutfağa çekilmiş oturuyor. - Acım, dedi Yerçanik tabaktan gözana ayırmayarak, içeride yer yok ki... - Kıırdeşin bilirmiş olmalı, dedi kuru kuru Satik, kaldır sen otur yerine. Ev sahibi o değil, sensin... - Kıırdeşin de kardeşin... Başka söyleyecek sözıln ma yok? diye kızdı birden Yerçanik, ve elindeki lokmayı tabağa atıp ayağa kalktı. - Yavaş, dedi kansı, işitirler... Seryoj 'u çağır. Yerçanik mutfaktan yemek odasına geçerken yazane bir gıllacak oturtlu. Ama herkes yemekle uğraştığı için kimse görmedi. Aklı daha lokantadaki kavgada olan Magda 'nın babası: .

295


- Peki, o adamlara ne yaptılar? diye sordu, ama bu soruyu kime sordu�nu kendisi de bilmiyordu. Vaçe: -Hangi adam/an? - Hani şu birbirinin karnma bıçak saplayan/ar... Magda sılalarak: - Sana ne canım, dedi babasının kulagtna. - Şimdi ben söylerim, tkdi savcı. Ağzını Yil§ bezle s� tabagtnı biryana itti: Şimdi söylerim, deyip alnının terini sildi ve döndü Seryoj'a: Kentin açanca böla­ mandeydi, değil mi?.. Seryoj duygulanml§tı: - Evet... - Olay akşam asıa olmuş, dedi savcı, beş kişiymişler. Bıçağı saplayan Krpo 'ymuş, zarar gören de açanca kısmın domuzu... - üçanca bölaman domuzu ha, diye yilksek sesle galda bakanın eşi. - Öyle derler ona, dedi savcı. Asıl adı Surik'tir. Kahveciyan Surik. İkisi de sabıkalı kalhanbeyi. .. Yerçanik, Seryoj'un kulagtna: - Teyzen seni çağırıyor, diye ftsıldadı. Fakat Seryoj aldlrl§ etmedi, göza savcıdaydı. - Onlar biliiir, her şeyi bilirler, tkdi bakan paçanın kemiğini ağzından uzaklaştırarak, ama yakalamazlar; ta ki birini öldarmeyinceye kadaryakalamaz­ lar... - Duydunuz mu ?.. diye parmagtnı havaya kaldırdı Vaçe, damad kayınba­ basını eleştirdi. Kim söyleyebilir bakalım, bu içten gelen bir eleştiri mi, yoksa tepeden mi?.. - Neretkn gelirse gelsin, eleştiriyi son derece dikkatle dinlemek gerek, diye gü/da Vartabedyan şakaya vurmaya çall§arak. Fakat onun bu sözane kendisiyle Yerçanik 'ten bll§ka galen olmadı. Savcı biraz ileri atıldı, lazamıl§ gözleriyle Vartabedyana bakıp: - Fabrikanda kaç kişi çall§ıyor?.. diye sordu. - Aşağı yukan aç yaz elli. - Neyinfabrikasıyml§ öyleyse, şuna arte/desene be adam, diye kah kah galdü savcı, şişman gövdesini çalkalayarak. Bakanla Vaçe anlamlı anlamlı galamseyerek savcıya, bll§larıyla onadı/ar söylediklerini. Vartabedyan sılalml§tı: - Sizin ölçaleriniz bll§kaysa ne yapalım, dedi. O sırada gözane Yerçanik ilişince, konuyu değiştirmefırsatı bu/duğuna sevindi: Ne o Yerçanik, bir göranayor, bir de yok oluyorsun ortadan... Yerçanik boynunu eğip, utanarak gü/da: - Öyle gerekiyor da... Yoksa memnun tkğil misiniz?.. - Yok canun, tkdi madar, ve bir şey geldi aklına: Arlc.ada§lar, rica etkrim bir dakika dinleyin. Gerçi paça masasında saglıga sözler söylenmez ama, ben birisinin satlığına ü;metkn yapamoyacağım... 296


Yerçanik 'in yareği yt•rintlm oynodı, kom yazant•[ırlodı ve ku/ak/arındtl .\'t'.\'lt•r işitmeye başladL Madar konuşuyordu. Ve Yerçan ik onun st'Jzlerini pek duymuyor­ duysa da, birazdan kendi saı,Jılıguıa içeceğini anlıyordu. Ama biraz t'Jnce kafasuu.la söyleyeceği sözler ve ricada bulunacagı şey somut bir biçimde hazır dunıyorken, şimdi bozuluyor, birbirine karışıyordu. Yanabedyan konuşmasını sardürdü: - Konuk agır/ayan böyle masalar çok görmaşazdar elbette, ve şimdi olağan bir şeydir bu. Ama bugan önemli olan ne masadır, ne tk astandeld nimet/er. Önemlisi, masanın dolayında yaratılmış olan havadır. Vaçe: - İyi ama, o nimetler olmasaydı, bu hava olur muydu ? - Demedim mi ben başlıbaşına sirktir diye? dedi bakan. Dan/ma, şaka ediyor elbette. Vanabedyan «anladım» anlamına göz kırptı bakana ve devam etti: - Bugan biz, bir madar evinde bulunmuyonız. Azat Manukoviç dan/masın, bakan evinde de değiliz, ne de bir savcı evinde... , (Vanabedyan, eliyle hafifçe dokundu savcının omuzuna) Danlmayın ama. Zaten danlmayasınız diye, sözame başlarken ilkin madar evinde bulunmadıgımızı söyledim. Biz bugan, sıradan bir i§çinin aile ocağındayız... - Haaa, diye uyandı Yerçanik. Doğru söze ne denir? Tam kırk bir yıldır i§çiyim... - işitiyor musunuz? dedi madar, kırk biryıl. Rica ederim beni doğru anlayın. Kırk bir yılıkı kaç bakan değişmi§tir, benim gibi kaç madür değişmi§tir... - Elbette, dedi Azat Manukoviç tok ve cansız bir bakışla. Bakan da ne ki. .. önemli olan i§çi sınıfı. .. - Ve tk doğru, diye tkvam etti Vanabedyan. Kannca gibi çalışarak, cam çıkarak yaşamımızın batan nimetlerini yaratan i§çi sınıfuiır. Onun sağlığına içelim. - Doğru, tkdi Seryoj bir bakana bir savcıya bakarak. İşçi sınıfının sagılığına! Magda 'nın babası: - Matsak Babyan kendi eliyle takmıştı madalyayı şurama. - Baba... dedi Magda. - Siz de mi i§çisiniz? diye sordu savcL - Yırmi aç yıl karpir ocağında çalıştım, tkdi Magda 'nın babasL - Dur bakayım, nasıl tkrlerdi? diye galdü bakanın eşi. Ha: Şan/ı i§çi sınıftmızın sağlığına! Kevork mınlıkındı: - İnsan, insan kalsın. iştir i§te çalışıyoruz. Katkhini uzatıp tokuşturdu bakanınkiyle. Ben tk şofördam, dedi, şimdi emekliyim... - Ha, dedi bakan di§lerinin arasındaki eti kürdanla çıkarmaya çalışarak, çok onurlu i§tir... Yerçanilc galayordu, kafasında her şeyi dazene koymuş, sözana söylemek için rusmalarını bekliyordu. Tam o sırada bir bağırma i§iıildi Sarlds'di: - Verin benim soğuk suyumuuu!.. Gar/edi, yumnığunu vurdu masaya, kanlı giJzlerini dolll§tırdı: Veriiin benim soğuk suyumu!.. 297


Daha birçoğu kendim• Keimemişti ki, Seryojyerinden fırlayıp yeti§ti ufak tefek Sarkis 'e, kaldınp omuzuna aldı ve doğru yandaki odaya götürdü. Oradan yine işitildi: - Verin benim soğuk suyumuuuu!.. Sıkıntılı birsessizlik çökta. Bakanın eşi köta kötü baktı karşısındayığılı duran kuru, parlayan kemik/ere ve kalktı yerinden. - Nereye? diye sordu kocası. - Yoruldum. - Adam su istiyor canım, dedi savcının eş� verin içsin, rahatfasm. - Vaçe, bir şey söylesene... dedi bakan. Seryoj 'un babası: - İf_meyi beceremiyorsan içme be adam... - Oy/e ya, dedi Kevork, seni zorlayan kim ? Bak benimki kararını buldu, gitmiyor artık. .. - Zararyok canım, geçt� dedi Azat Manukoviç. Vaçe!.. Vaçe ayağa kalktı, bulanık bakışıyla dolayı süzdü, gözleriniyumdu ve başladı konuşmaya: - Hayır. Çünkü benim büyüklük ve mutluluk anlayışım sizinkilerden biraz başka. Sizler genliğinizi hemen hemen her zaman, yakınlannızın yok olmasında görüyorsunuz. Kıskançlık, korku, kınama. Ne mutsuz o aynalar k� içinde egeme­ nin büyüklüğa sıntır. Gözyaşı, kahır, umutsuzluk. İşte o korkunç cümbüş k� dolayında, o övülen mutlular lüks biryaşam yaşamaktalar, sonra kalkıp cümbüş­ ten, zil zuma, sallana sallana sonsuzluğa baş vurarak, gidip Tanrı 'nın tahtı karşısında durmakta/ar. Vaçe bir an sustu. Rolünü unutmuş mu, üzgün mü belli değildi. Kapalı göz kapaklarını iyice sıktı, soluk aldı ve parmağını havada salla­ yarak devam etti: Benim mutluluk ülküm daha alçak gönüllüdür. İçimde topludur bu ülkü. Bütan emellerim yüreğimin derinliklerinde saklıdır... Bitirdi sözünü Vaçe, bakışlan asgıda oturdu. Sessizlik çökta. - Sevinçli bir şey söyleyeydin bari, dedi savcı, ama Vaçe yanıt vermedi; doldurdu kadehini ve bir solukta içti. Bakanın eşi Vaçe 'nin yanından geçerken yanyan baktı, boş durmaktan usanıp, gitti teypi ince/edi. Seryoj yandaki odadan çıktı, kapıyı kapatıp geldi. - Uyudu, ded� biz işimize devam edelim. - Evet, dedi bakan, dotduralım kadehleri. Bakanın eşi şaşmıştı teype: - Sizin midir? diye sordu ayakta duran Yerçanik 'e. - Ne buyurdunuz?.. diye uyandı Yerçanik. - Teypi soruyorum... Seryoj yaklaşıp: - Benimdir, dedi. - Japon malıymış. - Evet, diye başıyla doğruladı Seryoj. İki bine aldım. Stereofoniktir... - İyi mal... - Uç bin veriyorlar da vermiyorum... 298


Smik mutfakta gög.\·anıı yımırukluytmlu: - Ah, ah! Çagırnıa dedim de dinlemedi. Bu kadar adiımın i�·inde rail olduk... - Bir şey degil canım, dedi Şamiram, unutu/ur gider... Yemek odasında teyp çalıp duruyordu. Satik biraz geri çekilip baktı ki, bakanın eşi mazige uyarak yay/anıyor: dansetmiyorsa da tempoya göre gövdesini sallıyor. Sonra biri iki elini birbirine çarptı, kadın onunla birleşti ve başladı allaşlarla, şarkllar/a dans etmeye. lri gögiisleriyle oldukça agır olmasına karşın, hafifdansediyor, biryandan da durma­ dan galamsayordu. Teyp hep aynı şeyi çalıyordu... Savcı kalkıp kendi kızıyla oynadL Vartabedyan, Magda 'yı dansa kaldırdL Birden, Seryoj 'un aklına bir şey geldi. Koridora çıkip telefonu aldı ve parmagtyla kulagtnı tıkarak konuşmaya başladL Satik, yalnızca son sözleri işiimişii - Yirmi dakikadan burada olasınız. Adresi iyice anladınız mı?.. - Seryoj, diye seslendi Satik. - Her şey yolunda teyzeciğim. - O biçimsiz hen[rezil elli bizi - Yok canım, aldırma, bir şey degil o. - Başkalarını da mı çagtrdın yoksa?.. - Sırdır, dedi Seryoj, söylemem. Kapı çalınırsa sen açmayasm, ben açarını. Sonra Şamiram 'a dönap: Savcı senin kızkardeşinin kocası, değil mi?.. - Evet. - İyi adam. Satik yaralanmış gibiydi: - Bakan ondan geri mi ka/ız?.. - ikisi de iyidirler teyzeciğim, dedi Seryoj ve Satik 'in omuzlarını sıktL - Kemiklerimi kırdın ayı, deyip sıyrıldı Satik. Sonra: Ne diye öyle hanımlı1,lı tutmuş annenin, dedi, bir mut[aga girip ilgilenmiyor bile kızkardeşi ne güne kalmış diye... Şamiram: - Bakın Azat dansediyor, deyip yemek odasının kapısına dogru gilli Bakan: - Peh, peh, peh, diye sesleniyor ve Magda 'ya gülamseyerek, ufacık gövde:jiylt• şu yana bu yana göbek atıyordu. Magda, kadın içgadasayle, kendisine yöneltilen gü/amsemenin anlamını kavnyordu elbeue; ama yanıt olarak kendi gü/amsemiderinde hiçbir anlam sezil­ miyordu. Onun kafasında kaynanasına yönelik tek bir fikir vardı: Pişirdiginiz paça, harcadıgtnız paralar, küçalmeleriniz bir yana, görilyorsunuz ya, bayaklerin dikkati hep benim astümde toplanmış... Derken, dans havası değişti. Klarnet çalıyordu şimdi Bakan dansediyor, Magda 'ya galamsayor ve soluyordu. Herhalde genç, güzel bir kızla dansetmek hoş o/malıydL Ama Seryoj pek akl/ erdiremiyordu bu işe. Aralanna girip Magda yı ayırdı ve kendisi başladı dansetmeye bakanla. Bir yandan da alkış tutuyordu bakan gaçsaz ellerini sallayarak. Sonra gidip yerine oturdu. - Başka zamanlar hep yareğinden yakınırsın, dedi bakanın eşi. Genç kız 299


gördan dej!il mi'!.. Teyp bir an sustu. Kevork, bunu bekliyormuş gibi, ayağa kalktı, elini odanın köşesinde asılı duran saza uzatarak: - Yerçanilc bir şey çalsın, dedi - Çalsın ya, diye işitildi sağdan soldan. Ama gerçekten çalmasını istiyorlar mıydı, yoksa incelik gereği mi söylemişlerdi bunu, anlaşılmadı. - Yerçanilc mi?.. diye sordu Vartabedyan. Yerçanilc utandı ve galamseyerek: - Eskiden çalardım, dedi. Saz elden ele geçti, Yerçanik başladı ayar etmeye. Heyecanından mı, yoksa votkayı fazla kaçırdığından mıydı, bir tarla ayar edemiyor, terliyordu. sessizliğin içinde, kulağa hiç hoş olmayan abur cubur ayar sesleri işitiliyordu. - Ne şaşırmış dunıyorsun Yerçanik 'çiğim, dedi Kevork, şu iç açan şarkılardan söylesene. Anlaşılan usanmış/ardı beklemekten. - Vaçe, dedi bakan, sana ne oldu öyle oğlum?.. - Hiç, diye acılı galamsedi Vaçe, geçti. - O ayar edinceye kadar sen bir şey an/atsana. - Kekemeyi anlat, dedi savcı, kekemeyi... Vaçe anlamamış gibi: - Hangi kekemeyi? diye sordu. - Hani şu, madare çıkan canıniL * * *

etti:

Madar Vartabedyan 'ın gittiğini ilkin aşağı kattaki Halatyan göraphemen not

«Saat 3 'a çeyrek geçe aralanndan biri gitti. Gitmeden biraz önce «Moskviç» marka bir araba gelip numarası göralem eyecek bir biçimde durdu. Mavi renkliydi. Adamın ayağı kaydı, az kalsın daşecekti (esrik olduğu besbelliydi). Oturdu araba­ ya ve gitti». Satik bir tarla rahatlayamıyordu: - Nasıl gider de haberimiz olmaz canım, belki burada bir yerdedir... - İyne değil ki yitsin, dedi Şamiram. Çalgıcı/ar gelmeden önce ben kapının kapandığını işittim. Gelinine sor da bak, onunla konuşuyordu. - Magda! diye seslendi Satik., ama sesi işitilmedi. Yemek odasında tam bir cambaş vardı. Seryoj 'un çağırmış olduğu çalgıcı/ar coşkuyla çalıyorlar, ve şimdi Magda 'yla Vaçe dansediyordu. Satik köta köta gelinine bakarak: - Şuna bak şuna, dedi, kadın dediğin biraz ağır başlı olmalL Pis hafifmeş­ rep... - Zararyok canım, varsın dansetsin, dedi Şamiram. - Toprakyağaydı başıma benim. Ben de parmağımdan diken çıkaracak bir gelin buldum sanıyordum. .. Satik parmağıyla Magda 'yı çağırdL Magda galamseyerek bir kaç kez daha döndakten sonra, dansı bıralap soluyarak mutfağa girdi. 300


Seninle konuşuyortlu tla tmun l{itln·e�ini tınlamadın mı?.. diyt' sordu Satik. - Kimin ?.. - Kimin olacak, müdürün... - Anladım gideceğini. - Aniadın da sustım ha?.. - Bağıracak mıydım, yoksa kolundan mı asılacaktım adamın ?.. Knynanası yanıt vermedi. Şamiram 'a baktı ve ağır ağır soluyarak baJını sal/adL - Magda 'cığım, dedi Şamiram, peki sormadın mı niye öyle çabuk gidiyor diye?.. - Kızını doktora götüreceğini söyledi. - Hıh, diye alay etti kaynanası, pazar günüyle doktormuş... Fakat gelin yanıt vemıedi. - Başka bir şey söylemedi mi? diye sordu Şamiram. - Öyleyap ki, gittiğimi kimse bilmesin, dedi. - Sen de öyle yaptın ha? diye kızdı Satik. - Hiçbir şey de yapmadım, aldı paltosunu çıkıp gitti. - Yerçanik 'i bana çağır, dedi Satik. Magda hiç oralı olmadan, yaylana yaylana uzaklaştL - Şunun biçimlerine bak, diye mınldandı kaynanası arkasından. Sanki bütün bu şenliği kendisi için düzenlemişiz... - Gençtir kusura bakma, dedi Şamiram. - Biz hiç mi genç olmadık sanki?.. Yerçanik gülümseyerek, ıs/ık çalarak mutfağa girdi. - Çok iyi çalıyorlar köpoğlulan, dedi, yaşasın Seryoj. Satik: - Ne mutlu sana!.. Müdürün gitmiş, haberin var mı?.. Yerçanik bir gözünü yan kapadı, ciddileşti, öbür gözü hafifçe gülümsedi, eliyle saçlarını okşadL - Sen öyle derbeder derbeder dolaş dur onalıkta, dedi kansL yerçanik 'in yüreğinden büyük bir ağırlık kalkmıştL - Gittiyse gitti, dedi, Tann onunla birlikte olsun. - Şuna bak, umunında bile değil, diye kızdı karısı gözleri dolarak. Bir haftadır uykum dirliğim kaçtı da... Harcadığımız da caba! - Konuk çağımıLJ, masa düzmüşsün, elbette para harcayacaksın canım! - Ben sana hiç hevesim yok, dedi kansL Yerçanik, Şamiram 'ın kolunu yakalayarak: - Yok ama, sen söyle Şamiram, öyle değil mi?.. - Her evin kendi hesabı var, dedi Şamiram soğııkkanlılık/a. * * *

Yemek odasında davul zurna gırla gidiyordu. Seryoj çalgıcı/arın yanında durmuş, her parça çalındıktan sonra elini ceblnl' sokuppara çıkarıyor, onluk mudur, yirmi beşlik midir bakmadan atıyordu onlara. - Haydi bakalım, diyordu, şimdi de ötekini, tembellik istemez... 30 1


Çalgıcı/ar gerçekten de tembellik etmiyor, canla başla çalıyorlardL Çalınan her parçadtın sonra, Vaçe: - Seryoj, diyordu, yahu sen ne adammışsın da ben bilmiyormuşum, hay senin ağzını bumunu yeyim ben... Seryoj, gözü masaya yığdığı para/arda, Magda 'nın babasına dönap: - Bak, ded� beni öyle olur olmaz adamlardan sanmasın/ar. Seryoj derler bana. .. Babası Seryoj'un kolunu sarsarak: - Söyle, bana göre bir şey çalsınlar, bakanla oyuna kalkacağım... - Babamın istediğini çalın. - «Duy duy»u çalın, dedi babası ve ayağa kalkiL Çalgıcı/ar havayı değiştirdiler. - Vay, duy duy, duy duy, duy duy, diye şarlaya başladı davulcu. Seryoj 'un babası bakanla oynarken Yerçanik bakıyor, kendisi de oynamayı daşanayordu bakanla; gan olur anılırdL Ama utanıyordu. Alkışlıyor, gövdesini saliayarak zihnen oynuyordu bakanla. Bakanın eşiyle kaynanası herhalde danslardan ve garaltaden yorulmuş ol­ malıydı/ar � gidip, odaya bitişik balkondaki sedire oturdular ve sigara içerek konuşmaya başladılar. - Seryoj'cuğum, diye seslendi Vaçe, bitirirlerse söyle «dı/e yaman» şarkısını çalsınlar. Ve şarkıcılar «dı/e yaman»a başlayınca, Seryoj kadehini kaldınp bakanla savcıya yaklaşn: - Bu Jaıtsal şariayla birer kadeh içme/iyiz birlikte. - içelim Seryoj'cuk, içelim. - Ben batan bunlan sizin onurunuza yapıyorum, dedi Seryoj, katianızı alayım sizlerin. Yerçanik'ten sizin geleceğinizi işitince, tamam demiştim... - Yerçanik kim? diye sordu savcL - Teyzemin kocaSL Bu önemli değil. Demek bundan sonra, benim iki ağabeyim var: Biri sen, öbanı de sen. Sizler bayağümsanaz, ben de sizin küçağü­ naz. Siz yalnızca emredin... - Emretmek de ne oluyor canım, dedi bakan. - Yooo, diye parmağını salladı Seryoj, siz emredip, bir yana çekilin. Bakın Seryoj neleryapar... Seryoj dönap çalgıcı/ara baktL Ey, zurnacılar, ded� bu şarkı­ dan sonra benimkini isterim. .. Sonra yine dönap: Sağlığınıza, dedi. Ağabeylerim olarak başımdan eksik olmayasınız. Kadehleri boşalttılar. Seryoj bir parça pasıırma uzattı bakana. - Madem ki şimdi kardeş olduk, söyleyim: Sizden iyi olmasın, bir arkadaşım var, işsiz. Şu senin depolanndan birine depocu başı olarak al, varsın çalışsın. Bilgisiz biri sanmayasın ha, yaksek öğrenim görmaştar... - Ne diye depocu başı olacakmq öyleyse, diye galdü savcı bakana göz Jarparak. Varsın öğrenimine uygun bir iş versin ... - Yok canun, diye başını salladı Seryoj, o öyle gurur/u bir çocuk deği� depocu başı olmak yeter ona, bayağı depocu başL Ve bakanın yanıt vermesine kalmadan, şimdi siz tavianızı oynayın, ded� biz kebap pişireceğiz. Sonra da alabalık. .. 302


du.

Yerçanilc mutfakta, kansına tJfkelenmiş halde, habire etleri şişlere geçiriyor-

Magda 'nın babası masanın ucuna yakın oturmuş, kulağı çalgıda, Kevork 'la Şeryoj 'un babasına bir şey anlatıyordu: - Sizin anlayacağınız, diye devam etti Magda 'nın babası, Matsak Babyan madalyalan verip bitirdikten sonra, bizleri hakümet şölenine çağırciL - He, dedi Kevork anlamlı anlamlı başını indirip kaldırarak. - Hiç bulunmuş musundur sen böyle bir şölende? diye sordu Magda 'nın babasL - Hayır. Ne yalan söyleyim, bulunmamışımdır. - E, dinle öyleyse... Tavla sesleri işitildi. Bakanla savcı taviaya başladılar. Seryoj mutfağa girerek.· - Teyze, diye seslendi, masayı toplayın, balığı getirin... - Ya şiş kebabı? diye sordu Yerçanik. Seryoj gü/da: - Bir o eksikti, diyor, işçi adam bu soğukta ne diye kebap yapacakmış, balık yeter diyor. - Soğuğu da neymiş canım, dedi Yerçanik. Zor olanı asıl eti şişlere geçir­ mekti, onu da bitirdim zaten... - istemez, dedi Seryoj, masayı toplarsınız... tek bir votka görmeyeyim ha: Meyveler, konyaklar ve balık gelsin... Satik şaşımııştı: - Bu kadar eti ne yapacağız be Seryoj? - Hiç daşanme teyzeciğim, götürüram ben on/an bizim lokantaya, bedelini borcundan daşerim. - Yavaş, dedi Satilc başcyla helayı göstererek, Şamiram orada, işitir. Yerçanik 'le Seryoj avluya inip konuklan uğurladıklan zaman, ortalık karar­ mıştı artık. Bakan, savcı, Vaçe, Seryoj'la ve Yerçanilc 'le öpaştaler; kadınlar el sıkıştılar, teşekkür ettiler. Bakan, yerçanik 'in beline eliyle birkaç kez vurarak.· - İyi günlerde olasın, dedi. Yukanya geri döndakleri zaman, Seryoj'un babasıyla Kevork masadan çe­ kilmiş, sigara içerek konuşuyorlardL Satik, masanın köşesine geçip oturmuş, dirsekierini masaya dayamış, alnını avuçlan içine almıştL Uyuyor mu, yoksa yorulmuş da dinleniyor mu, ayrımında değildi. Masada yarısı boşalmış şişe/er, içinde yemek artıklan tabaklar, çevrilmiş ve çevri/memiş kahve fincanlan duru­ yordu. Biz bize kaldık, dedi Seryoj kart sesle, bir şey doldurun içeyim. Mutfaktan, çöp tenekesine vuran paça kemiklerinin sesleri işitildi. Satik, elini başından çekerek: - Hatun, diye seslendi Seryoj'un annesine, bırak; biraz dinleneyim, ben yapanm. Ve sustu. Sonra, sanki soran olmuş gibi: O zavallı da hiçbir şey yemedi; �

303


yemeden gitti, dedi. - Kim ?.. - Şamiram. - Niye gitti öyleyse? diye sordu Seryoj 'un babası. - Uzakta oturuyorum; onlaruı arabasryla gitmezsem başka tarla nasıl gidebilirim ? diyordu. - Gelinin de babasıyla birlikte gitt� dedi Kevork. - Cehenneme kadar yolu var, diyerek suratını ekşitti Satik; kalsaydı bana bir yaran mı olacaktı sanki?!.. - İyi keyfyaptık ama, dedi Yerçanik, yaşayasm Seryoj, sağlığına!.. - Seryoj! dedi annesiyemek odasına girerek; yeter artık. Şimdiyine kudurur, gider karura çatarsm, biz kötü adam oluruz senin yazanden. Yerçanik içt� dönda Kevork'a, ve başryla kendi kansını göstererek.· - Madare bir şey söylemedin diye tutturmuş duruyor, dedi. - Ne söyleyeceklin ki?.. - Benim emeklilik meselemi konuşacaktım. Bugan demediysem, yann gider yanma, derim. Ne aynnıı var sanki?.. - Hiçbir aynmı. - İşimi değiştir, birazfazla kazanayım � emekli ayiığım da ona göre bolca olsun, derim. Artık bu kadar şey yaptıktan sonra hiç retldeder mi?.. Sen o/san retldeder misin ?.. - Nasıl retldedebilirim, dedi Seryoj 'un babası. - O senin madarün boş söylevler çekendir, diye söze kanştı Seryoj. Bakanla savcı başkaydı/ar... - Ya o Vaçe, hele o Vaçe, dedi Kevork, nasıl güldarda ama... - Vaçe de ne ki, diye siniriendi Seryoj. Ben onun gibi yazana laçımdan çıkannm. Yalancının biri! Yedir, konuşsun... - öyle deme, dedi Kevork. - Oy/edir ya, diye devam etti Seryoj onu dinlemeyerek. O hangi sorunu çözebi/ir ki?.. Bak, bakanla savcı çözebilirler; daha doğrusu asıl ben çözerim. Yumruğunu masaya vurdu Seryoj: Sizler de kim oluyormuşsunuz sanki?.. Sessizlik çöktü. Yandaki odadan Sarkis 'in horlaması işitiliyordu. - Defol buradan it oğlu it, diye tokatladı Seryoj 'u Yerçanik: köpek, sen de!.. * * *

Aşağıda Halatyan yine sande/yenin asıane çıkmış, kulağındaki dinleme ay­ gıtının alıcısını cebinden çıkanp tavana uzatmış, şuraya buraya sallayıp duruyor­ du. hiçbir şey anlamayınca indi iskemieden ve abajurlu masa lambasının ışığında başladı yazmaya: «Ötekiler daha epeyi oturdular. Mazik çalıyordu, giirültü vardı, konuşulanlar ayırd edilemiyordu. Belliydi ki, Yerçanik Garabedyan 'mki öyle la1çak bir paça işi değil, davullu zumalı bayak bir şölendi Komşulan rahatSIZ etmelerini bir yana bırakıp soralım: Az aylık/ı bir işçi hangi geliriyle böyle şölenler verebiliyor?». Manuk Mnatsaganyan 304


HAGOP MINTSURİ -Demirciyan­ (Armutlu/Armıdan/Enincan 16 Ekim 1886-İstanbul 1978) Yazar Hagop Mıntsuri, önce İstanbul'daki Galata Ermeni ilkokulu'nda sonra da Amerikan Robert Kolej'de ögrenim gördü. 1 906'da yayınlanan ilk hikayesi «Gelin ile Gavey»den sonra İstanbul Ermeni basınında lOO'den fazla hikayesi, birçok masalları, el�tirileri, kronolojileri, tiyatro oyunları yayınlan­ dı. Hikayelerinin çogu köy hayatını yansıtır. «Mavi lşık»(l 958) , «Armıdan»­ (1966), «Tuma, Nereden Geliyorsun?»(l974) adlı toplu hikayelerinde geçen kahramanlar, degi�ik milletiere mensup i�çilerdir. Dogum yeri olan Armıdan Köyü'nün dogaı güzelliklerini yansıtan Mıntsuri'nin kendine özgü anlatı�ı. sıcak dili, renkli üs-IObu ile Ermeni Edebiyatı'nda ayrı bir yeri vardır. 1 976'da Erivan'da dogumunun 90. Yıldönümü kutlanmı�tır.

/STANBOL

Yemi§ 'te oturan Aylagil 'lerden Bayak Armıdan 'lı semerci Avedis ağa, veya, o tarihlerde taşramızm beş köylerinde gençlerin salt soyadlarıyla çağırdıklan gibi Ay/ayan, o yıl her mektubundaki gib� babasma yine şunlan yazdı: «Ben yurduma dönemem, sılaya gidemem. Benim burada, Yemi§ 'te bir dak­ klınını var. Tışkho 'nun kardeşinin oğlu Mıgırdiç 'i de yanıma aldım, zanaatınıı ona öğrettim. Senin gelinin Tışkho yu bana göndermen� �elmesini istiyorum. Zımara 'lı Conyan, karısı Sima yı ve oğlunu getirtiyor. Bayük Haç yortusunım pazartesi gana yola çıkacaklar, onlarla yolcu edesin. .. » Babası şöyle yanıtladı: 305


«A vt•dis, OKium, iyi olur. Dört yıldır gurbettesin, gayn dönmen gerek. Sen gelemedi�'ine göre gelini sana yollanz. Ama biz burada ne ederiz, nasıl beceririz diye daşanayoruz anan/a ben. Küçak gelin Taro yalnız kalacak. İkiyken baş edemiyor/ar, Tışkho 'yu da salıversek biz nasıl ederiz? Yazmak gerek değil, sen de bilirsin, olsun ovada, olsun dağlıkıa tarlalanmızın çok olduğunu, köyde ve çay'­ daki bir bir bilirsin. Bunlann hepsine yelişebilmek için adam gerek. Haydi diyelim ki kardaşım tarlalan eker, sarer ve de dağdan odun getirir yakmak için. Ama bunca tarfalann haklandan nasıl gelir, ekinleri toplamayı nasıl başanr? Diyelim ki kızlar, kızanlar var, ama onlannki de işten mi sayılır ki? Hele analan başlannda bulunmazsa. Gan olur su sırası bize gelir, tek bir gelin hangi bir yana koşar? Zamanında bulunmadın mı sıranı kaybedersin. Geceleri bağlarda yatmak, bek­ lemek, dereye girmek, sulamak gerek. Dökülmaş dutlan toplamak, sermek, kurul­ mak gerek. Hangi birinisayayım ? Ya ot? İki çift el olmayınca bir tek gelin ne kadar ot toplayabilir? Mereki doldurmak gerek. Koyunlar, ökılzler, inek/er ne yer kışın? Kızanlara bel bağlayacak olursak vay halimize. Onlar birkaç saptan başka ne toplayabilirler ki? Sen söyle.» «Bilirim, diyeyanıtladı Ay/ayan, yazdık/ann hepsi gözlerimin önande. Tışkho gelince Taro yalnız kalır, doğru, hangi bir işi başarsın Taro, sözame kulak verin. Biryıllığına bir kadın ırgat tutun, Taro ile çalışsın. Bizim beş köylerde bulunmazsa ister Kan kansı, Kızılbaş veya Tark olsun, Gakinik 'ten, Çaylu 'dan, veya Gostıka '­ dan birini bulun. Ben onun bedelini ayrıca gönderirim size. En çoğu iki yıllığına bir kadın gerek. Ben Tışkho yu yine size geri gönderirim. Yazyıllar boyunca dazen­ lenmiş ata yurdumuzu, evimizi barkımızı bozacak değiliz. Biz /stanbol'lu olama­ yız. Bizim soyumuz oldukça bayak, çoluk çocuğumuzla, akran akrabalanmızla, bunca adamla /stanbol'lu olamayız. Kendi isteğimiz/e durmuyoruz biz burada. Ama ne çare! Memleketimizdepara yok, pulyok. Gece çalışır, gündaz çalışırsınız, metelik yaza gördağünaz var mı? Biz mektup parası olsun elinize geçiyor mu ? Bunca buğday, arpa, azam, dut, ceviz toplar, rakı şarap çıkanrsınız. Bunlan satın alıp size on para veren biri var mı ki? Nasılsa geçiniyoruz, diyeceksin. Geçinmeye geçinirsiniz ama, Enincan 'dan bir vergi havalesi gönderirler de, yazbaşcyla beraber atlı zapliyeler köya kuşatır da kimsenin dışan çıkmasına engel olup da, salyanı ver, bedeli ver, yolparasını ver, ağnamı ver diye tutturur/arsa ne yaparsınız?» Ganler ardarda geçiyor, saatler, dakikalar duruyor. Tışkho /stanbol'a gide­ cek. Ağası, kocası çağırıyor onu. Batün köyün kulağında. Köyıln kcyılannda, çöplakte oynaşan çocuklar, kızlar bile duymuştur anık. Dağlan taşlan aşacak, sonra vapura binip gidecek. O katır/ann katınna binip de gidenlerin kaçı geri dönmaş ki? Gitmek var gelmek yok, gelmek var görmek yok. Kıldınlar olsun lstanbol'un yolunu bilmez/erdi, şimdi onlar da gidiyor. Bayük Haç yonusunun pazanesi güna değil ama, öbar pazartesi yola çıkacak Tışkho. Tışkho bu yaz da dizlerine kadar soyundu, dereye girdi, kılreğine asıldı, durmadan /ata değiştirdi, derenin suyuna yön verdi. Ağaç/an, asma/ann kök/erini, sebze/erin evleklerini suladL Dut ağaç/anna tırmandı, silkeledi, bunca dutlan topladı, kurulmak için güneşe serdi. Taro ile birlikte dağlarda ot topladılar, harmana taşıdı/ar, damlann astüne serdiler, kuruttular ve samanlığı doldurdular. Ova ve dağ tarlalanndaki ekinleri biçip topladılar, geceleri dağlarda kaldılar, eve

306


tlt'inmedila, anızlıklmtla yallılar, yıftlı:lma baka lwka uyudu/ar. Varti�·or I·Wftli gt•çti, Asdvadwdzin gddi gt•çti, Ila\· haftmında azamleri topladılar. ayları, hafta­ ları, gün/ai hep saydı Tışklıo. 1.\·tanbol'a giderek ağasını gömıek için yart•ôği lıopluyordu. Utandı ama içine sindirdi, kimseye belli ettirmedi. Haç yortusunun ikinci pazartesi sabahı Zımara 'dan Conyan 'm karu·ı Sima vt• oğlu katır/ara binmiş geldiler. Kıltırcısı kendi kıltırını kılpcya kıldar getimıişti. Katınnın ve Zımara 'lı/ann katırfannın boynunda asılı olan biri bayük, altm uftık çm�,rzraklar sokılkta çınladığı anda Tışkho sarsıldı, bir tuhaf oldu... Böyle bir hal başına gelmemişti. Durgun/aştı, duymuyordu, yürümayordu, kendisini sarüklayor­ lardı. Her sabah, evin bayük gelini olduğundan, pilavı ocağın önande kendi.l-i pişirirdi. Bu kez kaynanası pişirdi. Soğanı da kendisi değil, kaynanası kıztırttı. Siniyi iskemlenin asiüne kendisi koymadı, engel oldular. Taro getirdi, koydu. Sofrayı kendisi hazırlamadı, kimseye yardım etmedi. Bayak kulplu siniye doldu­ nılan pilavı, ayran dolu tası Taro getirdi, ekmeği her birinin önüne koydu, kaşık­ lıktan çıkardığı kılşıklan da o getirdi, herkese dağıttı. kendisine hiç bir iş yaptır­ madılar, konuktu, anık evden sayılmazdı. Herkes sininin çevresine otunırken, o oturmak istemedi, zorladılar. Herkes yemeğe oturdu. Sima ve oğlu da sofradaydı­ lar, onlar da yedi, katırcısı, Zımaralılann kıltırcısı da yedi, kendisi ancak aç lokma pilav kılşıkladı, ayrana dokunmadı bile, boğazı tıkııncyordu. Kayınbabası, kayna­ nası: «Ye!» dediler, «)lola çıkılcaksın, acıkırsın» dediler, ısrar ettiler. Hayır, yiyeme­ di. Lokmalar boğazında bayayor, soluğu daralıyordu. Sofrayı kendisi toplamadı, komşu Maro topladı. Kıldınların odasına görar­ daler onu, çediklerini çıkılrttılar, bir çift yeni çank getirtti/er: «Çediklerle katıra binilmez, yola çıkılmaz» dediler. «Saklı, yedek giysilerini bohçaladık, eşya/ann arasına koyduk, /stanbo/'a gittiğinde yedeklerini giyerim» dediler. Candelik giysi­ lerinden bir alaca Manusa entari, dirniden bir cappe giydirdiler. Kııdmlı erkekli konu komşu evin çevresinde toplanmış/ar, kılpıda, eşikte bekleşiyorlardı, evde oturacak yer kalmamıştı. Hepside «Hayırlı yolculuh dileme­ ye gelmişlerdi. Hem kocası akrabalannm, kayınbabasının, kaynanasının, hala/a­ nn, teyzelerin, hem de kendi dayılarının, yeğenlerinin, teyze ve halası kocalannın, ayakta bekleşen/erin ellerini birer birer öptü. Öz evlatlannm, eltisinin oğul ve kızlannın yanak/anndan öptü. Sima ve oğlu ilerledi/er, kıltır/anna bindiler. Kıltır­ cısı katın kapıya kadaryanaştırdı. Geceleri yararken kullanmak için bir ki/im, bir yorgan, bir miktar yiyecek ve birkılç armağanla Jstanbol'da giyeceği yedek giysile­ rini, her şeyi katınna yüklediler. Sanki tek başına binemezmiş gibi katınna binrnek için katırcısı ona yardım etti Ne kıldar erkek, kıldın varsa hep bir ağızdan: « Tışkho! Bizi unutmayasın», « Tışkho! Geri dönüp çocuk/anna, kızına kızanına sahip olasın!», « Tışkho! /stan­ bol'lu olmayasın» dediler. /stanbol'dan para gönderilmeyince, Enincan 'dan zap­ tiyelerle yüzbaşı gelip de sa/yan, bedel, ağnam isteyince verecek paralan olmadığı halde, /stanbul 'u kargıladılar: «Istanbol'un dağı taşı dumandır. Oraya gidenin hali yamandır. /stanbo/'u yapan usta anırsın, Oraya gidenler bizi unudur» 307


1 ktlıler.

Vt• ht•rkt•s, akraba/arına selam, se/dm selam gönderdiler. Kt'Jydm uzaklaştıktan sonra ikisi yalnız knlınca: Hadi selamlar neyse, sözüm yok, ama herkesin tembihlerini belleğimde na.l't/ .l'aklarını ? Dedi Tışkho Sima ya. Bunun adı aslında Hripsime idi, ama dile kolay geldiğinden kısaca Sima derlerdi. Önden giden Sima: - Bizim köylüler de bana yüzlerce kelam döktüler, tenbihler yaptılar. Yanı­ mıza kim gelir de hal hatır sorarsa bir şeyler uydururuz, dedi. Ovadan giderken Tışkho 'gilin tarlalannın önünden geçiyorlardL Tarladaki çeşmenin ya/ağı kumla dolmuştu. Kum yüzünden sular durmadan akıp gidiyordu. <<Ben gidiyorum, ya/ağı kim temizleyecek, Taro hangi bir işi görecek?» diye söyle­ niyordu kendi kendine. Adı Taro değildi, Antaram 'dL Bütün köy kısaca Taro derdi ona. Çimenlik/ere baktı, çimler yeşillenmişti. <<Hemen de yükseliverir bunlar, toplar atarız, ama yine de boy verir. Güz geldiği halde cırcır böcekleri uyanmış, ötüşleri yine ortalığı sarmış» diye konuşuyordu içinden. Defne ağaç/anna bakLır­ ken canı çok sıkıldL Üvez ağacının altı ve tarlanın üstü taşlarla örtülmüştü. <<Şu bir tek üvez ağacı da mı o/masındı? Bu ne kadar taş atmışlar? Ağaçta yaprak bırakmamışlar, körpe dallannı bile kırmış, yere düşürmüş/er. Ah şu çocuklar, şu erkekler! Her yıl, şu ağacı keselim derim kaynanama, terslenir.» - Bak! bak! dedi Sima ya parmağiyle göstererek, şu bir tek dalın üstünde iki tanecik üvez knlmış, görernemiş/er de... Tarlalan toplayalı nice oldu ? Daha bir ay olmadı, ekinleri toplayalı daha bir ay olmadı ki? Geceleri şu anıziann üstünde yattık. Neden tarlalarda yateyorduk? Köye gidip de zaman yitirmemek, bir gün önce işleri bitirmek için. Şu dağ avucumda, sol elimde de nasırlann izleri daha duruyor. Sima yanıtlamıyordu. - Hey Sirnal Diye seslendi Tışkho kntınnı ileri sürerek ve kendi kendine söylenircesine, ama hep önden giden Sima ya seslenerek: - alnımıza bu da yazılıymış, Istanbol'a gitmek de nasip olacakmış bize. Senin aklından geçer miydi ki?.. Benim aklıma bile gelmemişti. doğrusunu ister­ sen, kntırlara binmiş gidiyoruz ya, köyden çıktığımız yalan gibi geliyor bana. Bir gün dönüp de köyümüze varacak mcyız dersin ? - Şimdi yola düşmüş kocalanmızın yanına vanyoruz, sevinnriyor musun ? Yüreğin hoplamcyor mu ? dedi Sima. - Elbette ki seviniyorum, dedi Tışkho. Görmeye/i dört yıl oluyor. - Oğlum, <<Armıdan 'lı Aylayan 'ın knnsı Tışkho )'la birlikte yola çıkacaksınız» diye yazıdığında sen olduğıınu bilemedim, dedi Sima. Onu görmüşsündür, Mardgil'in düğününe gelmişti. Kız tarafindandır dediklerinde hatırladım seni. Zımara 'da güzelliğin ün salmıştı, herkes güzelliğinden söz ediyordu, dünkü gibi aklımda. /stanbol'a berabergideceğiz diye sevincim knt knt arttL - Hey Sirnal Diye onun sözünü kesti Tışkho. - Ardına dön de bak hele. Eheeyy, bu ne kndar insan, ne kndar kntır?

308


Aralarında dtJrt dt' katlın var. Kervan gelip de kendileriyle birlik oluncaya dek GtJkdağ'ın Karsa(a1ür ·a t'inande durak/adı/ar. Egin 'den, Çemişgezek 'ten, Egin 'in aşağılarındaki Ancırti '­ den, Arapkir'den geliyorlardı Geceyi Hasankent 'te geçirmiş/erdi. Sançiçek 'li Kürtlerin boyunlan da katırlannınki gibi kalındı İkisi yaşlı olan kadınlar sünni idiler, siyah feracelerine sanlmış, örtünmüşlerdi Öteki ikisi gençti, yüzleri açıktı. Allı san/ı, parlak entariler giyinmiş/erdi Kntırlanndan inmeden doğru Tışkho 'nun yanına geldiler ve hemencecik dost oluverdi/er: ikinizi de gördük, yolculuğumuza sizinle devam edeceğiz, dediler. Biz o kadınlan severnedik Biz onlar gibi yüzümüzü örtmeyiz, camiye falan gidip de diz çökmeyiz, bizden hoşlanmıyor/ar. Hoşlanmasınlar. Onlar bizlere <<Kızılbaş» diyor­ lar. Kızılbaşız elbette. Biz de onlara <<boğazı kara» deriz. Biz tuttuğumuz yolu öyil' bir tutmuşuz ki... Tışkho sordu: - Neredensiniz ? - Ancıni'den. Ben Eginik'liyim, adım Kohar. Biz de sizler gibi Kohar adını çok kullanınz. Bunun da adı Nevruz. Nevruz 'un babası zengindir, Abbas efendi derler. lstanbul 'dadır, sözü geçer, ha tın sayılır bir adamdır. Benim de, Nevruz 'un kocasına da iş bulmuş Osmanlı Bankasında. Hadernelik yapıyorlarmış. İşi gaca bırakıp da sılaya gidemezler, bizi çağırdılar, biz de gidiyoruz. İkimiz de lstanbol 'u bilmeyiz, haderne nedir, banka nedir bilmeyiz. Ağa/arım ız gemiye kadar gelip bizi alacaklar. - Biz de sizin gibi lstanbol'a gitmiş değiliz, bilmeyiz, dedi Tışkho. Bizim kocalanmız da sılaya gidemezler, bizi çağırdılar. Benim ağam Yemiş 'te semercidir. İkimiz de Yemiş neresi, Üsküdar, Balaban neresi? Bilmeyiz. Bizim ağalarımız da gemiye gelip bizi alacaklar. Kohar'ın ve Nevruz 'un katır/an Tışkho'nun ve Sima 'nın katırlannı izlediler. Ardarda, biri ötekinin arkasından gidiyorlardı Yüzlerce Çıngırak sesleri arasında kervan yola düştü yine. Çırgorus, Gökgeben/er ve Gökdağsıra dağları arkalarında artık görünmez oldu. Kervan yolculuğu yedi gün sürdü. Sabahları yüzlerini yıkayanlar yine katır/a­ nna atlıyor, kahvaltılarını katır/arının üstünde yapıyorlardı Susayanlar bir çeş­ meden su içiyor, yine katır/arına biniyor, inmeyeniere taslarla su getiriyorlardı. Öğleyin mola veriliyor, bir pınarın, bir çayın kenarına iniliyor, yemekler yenip bir ara kestirdikten sonra yine yola çıkıyorlar, geceleri hanlarda konaklıyorlardı. Zot yayiasındaki Kürt köylerinden geçerken şaşaladılar. Kendileri ekinleri toplamış, harmanlan dövende dövmüşler, mereklerini do/durmuşlardı. Burada ekinleri yeni topluyor/ardı Topraklan bereketsizdi, buğday saplan dize dek ancak yükseliyordu. Yirmişer kişiler kafileler halinde dağlardan kağnılarla dönen Kürt­ lere rastladılar. Odun taşıyor/ardı. Kağnıları öküzler çekiyordu. Öküzleri de ancak inek kadardı Kağnılann gürültüsü korkunçtu. Kulakları sağırlaştı sanki. Kızıldağın güney yamaçlarında bulunan Baç köyünden geçtiler. Kızılırma�'fın gözesi buradaydı. lrmak, adını bu dağdan alıyordu. Dağdan fışkıran göze bir kol kadar bile yoktu, korkunç bir ımıak olacağı kimin aklından geçerdi? Gözeden doya doya içtiler. Karakütük ormanına girdiler. Köylerinde orman yoktu, görme-

309


mışll'l'ılı l, 'alıı•ıırt 'a, /lılt/ır < 'av 'ına, Halıq daj!larma lıaka lıaka OunKin Düzü 'nt• intli/n c iittıla halıanı Kittila, .wnu 1:l'imiyordu düzün. Katır/ara hinnu·kten yoru/­ tlular, lıt'ldi/n indila, diz/ainin uyuşuklu1,"fıınu gidermek için yürünuye başladı­ lar. Yim· lıintlila, yine gittiler. Argovis 'in pınarında dizlerine kadar çıplak Argovis 'li kadıniann yalın ayak­ ltıriylt· çamaşır yumduğunu gördüler. Çamaşırın böyle yıkandığını hiç görmemiş­ /m/i. Beyaz saltaşlan üzerinden bolca akan sulann içinde çamaşırlan hızla çarpıyor, vurnyor, eğitiyor, sonra büküyor ve yine sulara vurnyorlardL Onbeş çıplak aya�n durmadan iniş çıkışlarını gördüler. Aşkarova ya girdiler. Burç 'u, Künlük 'ü, Muşah/ık 'ı, Alamonik 'i ardlarında bıraktılar. Kızıldağ 'ın Kuzey etek/erinden, iki Ezbider '/erin arasından Kelkit 'i geçerken manilerini anımsadılar: Kelkit o yana düşer, Zülüfgerdana düşer, O nasıl baş bağlamak, Her gün bir yana düşer. Kohar ve Nevrnz da karşılık olarak şunu söylediler: Diyarbakır ocaktır, Mardin yıkı/acaktır, Mardin 'den kız alanlar Cenneti görecektir. Şabinkarahisar'a vardılar, hanlardan çıkmadı/ar, ayıplarlardL Kadıniann kenttepazarda gezmeleri ayıptL Kervan mevsiminde, Kervan kentlerinde kadınia­ nn ne işleri vardı sokaklarda. Bağlar kenti olan Tamzara 'dan geçtiler. Güz başlamıştı. Eviekieri bozulmuş soğan ve sarmısaklan kurnlmak için güneşe semıişlerdi. Ona/ığı soğan sarmısak kokusu almıştL Meyveler ağaçlardan toplanmış, yalnızca, kışa saklanacak olan yumrnk büyüklüğünde, koyu kımıızı, şorapı rengi elma/ar, bir de ayvalar durnyor­ du. Güzellikleriyle ün salmış, kapılarının eşiğinde duran Tamzara 'lı kadınlan gördüler. Zara-Zımara-Tamzara, ama ille de Tamzara. Karşı karşıya üçer/i oynanan Tamzara barlarını andı/ar: <<Tamzara 'nın tandırları, Beyaz beyaz baldırlan, Le, le, le, le Tamzara.» Karadeniz 'e yaklaşıyor/ardı. Bir Rum köyü olan Asarcık 'tan Eğribel dağına yükseliyor/ardL Gündüz geçti akşam oldu, daha dağın dornğunu aşamamışlardL Tamdere ye ulaştılar, sonra Oçsu ya, daha sonra Kulak Kaya ya. Toprak, bitkiler ve insaniann yüzleri değişiverdi. Burada Türkleri, Laz/arı, Rumlan gördü­ ler. Ormanlardan geçtiler, az gittiler uz gittiler, sonu gelmeyen bir uçurnmun kıyısından aşağıya bakarken korku sardı on/an Uçurnmları görünce <<Baba 'nın masalt»nı ansıdı/ar. Bir baba vamıış, bir yamacın şerit gibi dar bir diliminde mısır ekmek için ucu sivri keseriyle toprağı eşiyormuş. Yukanda bir tepede duran kansı, Baba 'nın beline san/ı olan ipin ucunu sımsıkı tutuyor, onun düşmesine engel olmak için gereğinde ipi çekiyor, gereğinde gevşetiyomıuş. Karşı kıyıdan geçen bir yolcu korkunç manzorayı görür, sormuş: <<Baba! Ne yaparsın orada?.. ». Mısır dikiyornm, oğul!>>. <<Baba, durn/ur mu orada ? Uçurnma düşecek parça parça

310


o/m·ahın» ıla yo/c'u. •Niılı:wnı o�ul, ı ·atanınıdır» diyı· yanıtlıır koca aılanı. 1 it-yy, . yım lıı'l)•ll ' ı·ııtı/11/ da, ipi tutanı da, bılylt· ı•atan m 'olur ki'!.. Diyerek, kllfr ı•ıJıo ı•ılı' ıwıklıışır yolcu. Aytepe ye vardılar. Kervan, son bir kez daha nıola verdi. Yolcular din/endi/a, uyukladılar. Ayakttı kalan Nevruz, çevresini seyretmek için bir teplye çıktıitında, aşağı/arda, çok uzaklarda engin denizi görda birden, ve batan gacay/e bu�ırdı: - Kız anaa... Kız Tışkho... Kız Sima... Kız Kohar... Deniiiz! üça birden koşuştu/ar, onlar da gördaler denizi.. «Vay anasını, nasıl gidt•ct·�iz bu sulann astünden» dediler. Açık/arda, denizin onasında, kendi başına, hi�· salianmayan bir yığın duruyordu. «Demek vapur dedikleri buynıuş, bununla gidt•­ ceğiz» dediler. Giresun 'a geldiler. Dört gün sarda vapur yolculuğu. Her ulustan yolm/ar nıallannı iki anıbariara indirdiler. Gemi batan iskeieiere yaklaştı. Herkt•s �:ilıi onlar da ki/im/erini, yorganlarını yere serdiler, dört gün aynı yerde yam/ar, kalk tt ­ lar, uyandılar, yenıek yediler. Başka ne yapacak/ardı ? Öteden beriden konuştu/tır. - Elin kızı, keşki gelinimiz o/aydın. Ne de gazel kaşların, gözlerin var ku! Dedi Kohar. - Tarladan nu geliyorsun ? Da�lann ganeşi nasıl da ışıldıyar tmin de? Orağın, elek/erin izleri duruyor daha ellerinde. Ben de ekinlerimi toplııdını, öyleyola çıktını. Nevruz tarlaya uğranıadı bile. Onun babası da, kocası da zt·n�:in, ırgatları da var. - Neden ne diye evlendim, neden kocaya vardmı ? Bana baksın diye, dt'di Nevruz. Neden tarlada çalışıp da güneşte yanayım. Paraları yok mu? Çalıştır.ı·ın ­ lar. - Tembelim desene! Etin erir diye korkars ın, dedi Kohar. lstanbo/ tanı smin gibi tembel/erin yeri.. lstanbol karıları gibi çalışma, güneş göbeğine değinCiye dı·k gilndaz/eri yat kalk, gezin, hanınılık tas/a. On/ann kocalan gibi senin de l'rin çalışsın, getirsin, sen de ye, patla, otur. Neye yararsın ki? Satan sarmış bir kn, vay alanın başına! Yerinden doğrulup otumıaktan hoşlanmayan, bacaklarını yayarak yaftı�ı yerde durmadan gevezelik eden Nevruz, bir gün önce Kohar'dan azarlandı�ı kaldı lafa laf karıştırdı ve gün önceki dediğini yineledi. - Kızlar, dedi. Kocalarınız kadınsız kalmıştır. Şimdi bize öyle acıkmışlar ki, yatırıp llstümaze abanacak/ar, çiğ çi� yeyip eritecekler bizi. Amııdan 'lı Tışkho, Zımara 'lı Sima, şimdiden hazır olun, bizi çinıdikleyecekler, bağırtacaklar, kabur­ galannıızı ezecekler. Acından ölen erkeğin neye döndağüna bilirim ben. Demirleri bile kenıirir. İyi ki içlerindeki ateş çok sarnıez, söner, geçer, yatışır da bizi rahat bırakırlar. Kohar birden patlayı verdi: - Nedir bu kızın elinden çektiğimiz yarabbi? Kız, a1,'zın kuruyası, smdt• ar yok mu? .Utanmak yok mu ? Senin başka konuşacak lafın nu yok? Bunlar .ı-öylt·­ necek sözler m i ?.. O kadar yılksek sesle bağırarak konuşuyordu ki, anbarda bulunan baran yolcular, ne oluyor diye kendisine bakıyorlardL Ama Kohar 'ın kızgınlı&'fı yatışma­ mıştı, devanı eui: - Ayıp değil mi? Bir bana dese, neyse. Yanınızda olduğu gibi yabancıların ..

..

311


ywımdtı tla lıt�ylt• l(t'ı't'lt'lik t•da. Bunun yüzündm bmi dt• ayıplayacaklar, bmi dt• .\"U(!ayamklar, bu Kuıll1t1ş kadınlarda ar, onur, utanma yok diyecekler.

Niyt• ku.ıyor.\·un, dt•di Nevruz. Derim, dedim, diyeceğim de. Başımıza gl'it•ct•klt•ri anlatıp da yalan mı söyledim ? Dediklerimi yapmıyacaklar mı? - SwL Diye azarladı Kohar. - Başımıza gelecekleri anlatmışmış... Öyleyse, yarın da, gt•celeri kocanla ne yaptığınızı, kaç kere yaptığını da anlat herkese... - Onları da an/atırım, dedi Nevruz. - Sen büsbütan kudurmuşsun, dedi Kohar. Gene/ev kanlan bile senin gibi konuşmazlar. Dan anlatıyordun, susturdum. Şimdi ne diye yineler durnrsun. Başında adam yok, kaynana yok, diye aklından geçenleri hep anlat. Bu çirkin sözlerini anan duysaydı, ağzını yırtardı. Tışkho bohçalardaki yedek giysilerini çıkardı. Önü açık, düğmesiz, kenarlan gümüş kaytanlı, topuk/anna kadar inen Suriye eniarisini giydi. Tarab/us kemerini beline geçirdi. Üstünden, her ikisi de al renkli Şam çuhasından yapılı ve gümüş kaytan/ı sa/tasını, onun üstünden de cüppesini giydi. Kalçalanna dek inen köste­ ğini iki enine ilik/edi. Keçesini başına koydu, üstüne de şakak/anndan yanaklanna kadar inen sırma saçaklı leçeğini geçirdi. Halep 'ten getirilmiş olan san, deri çediklerini giydi. Tışkho lstanbol'a giriyor, ağasına kavuşuyordu. Onu karşılamak için kocası Aylayan ve kardeşinin oğlu Mıgırdiç nhtıma gelmişlerdi. Kocası sinek kaydı traş olmuş, bıyıklarını yukarı doğru bükmüşta. Son kez köye göndermiş olduğu fotoğraftakinin aynıydı. Mıgırdiç halasını göriince güldü. Köyde de hep öylece gü/erdi. Aylayan «Hoş geldin Tışkho>> dedi Mıgırdiç halasının elini öpta. İki çuval dolusu eşyalan aldılar, üçü birlikte nhtıma çıktılar. Aylayan on/an nhtımdaki çayhanelerden birine götardü. Bir müşteri ancak vardı. Sabahın o saatlerinde kim gelirdi ?.. Tışkho ya baktılar. - Tışkho, tok musun, aç mısın ? diye sordu kocası. - Tokum, dedi Tışkho. Birer çay içtiler. İlk önce Boğaz 'dan Yeniköy 'lü Toros ağa geldi. Tışkho 'nun teyzesinin koca­ sıydı. Vapura uğramış, bulamamış, çayhaneye gelmişti. Ardından Niğogos ağa geldi, Beykoz 'daftnncılıkyapardı, Aylayan 'ın teyzesinin kocasıydı. Ardından Kan­ lıca 'lı Kevork ağa geldi, Tışkho 'nun teyze kocasıydı. Onların arkasından Anıt 'la Mikael geldiler, Üsküdar'da kızlar ağası 'nda Arhan 'ın fırınında hamurcuydular. Aylagil'lerin damatlarıydı, Tışkho 'nun görümeeleriyle evlenmiş/erdi. Atpazan 'n ­ dan Nişan 'la Agop geldiler, ikisi de semerciydi, Tışkho 'nun kocasının teyze oğul­ lanydı. A vret Pazarı 'ndan, Altınmemıer'den Garabet 'le Serkis geldiler; ot, arpa saman satar/ardı, Aylagil dölünün diğer hanelerindendi, kocasının amcaoğulla­ nydı. Emirgan 'dan Toros 'la Goğik, Bakırköy 'den Kaspar, Kadıköy 'den Dikran, Sirkeci 'den Parseh geldiler. Geldiler de geldiler; semerci mi dersin, hamurcu mu, yem satan mı dersin ?Armidan 'lı/ar, Te&"fud 'lu/ar, Zımara 'lı/ar başka ne olurdu ki! «Hoş geldin, Tışkho, Allah yardımcı olsun» dediler köyde de dedikleri gibi. «A vedis, gözün aydın» dediler yaşlı/arı. «A vedis, gözün aydın; Tışkho, hoş geldin» dediler gençler. Bu yıl buğdayın verimli olup olmadığını sordular. Bağlardaki üzümün, dutluklardaki dutun bol olup olmadığını sordular. Ceviz olgunlaştı mı, yağmur nasıldı, toprak tavına geldi mi, herşeyyolunda mı? diye sordular. <<Ayakta bu kadar konuşulur, sonra uğrar, görüşürüz, dediler ve ayrıldılar. Si/o yla Mevlut rıhtımdaki hanlardan birinde harnallıkyapar/ardı. Si/o Kürt312


tü, Gakınık 'lıydı, kentiilaine ıry:atlık yapmıştı bir zamanlar. Gakınık 'ın Vt' Amu­ dan 'ın tarlaları birbirine girmişti, bitişikti Mevlut Arnıldan 'lıydı, Türkıü, kmdisini «Tışkho gelin» diye çağırırdL Sanki Yeniçerigil'lerin oğlu değildi, Aylagil 'lerin oğluydu, Ayla 'ların ekmeğiyle büyünıüşlü. Ttlkho 'nun haberini alınca ikisi de koşup gelnıiJierdi «Ağa gözün aydın; hoş geldin Ttlkho bacı, dediler ikisi bir a1,'fızdan. Su gibi Ernıenice konuşurlardL «Biz çuvallan gölürürüZ». İki çuvalı da sırt/adı/ar. Silo 'yla Mehmet önden, Ttlkho, kocası, Mıgırdiç, damatlan Anıt'la Mikael ardlanndan kafileyle yürüdüler. Yolda Köprü 'yü dönerken, kocalariyle birlikte Nevnız 'u ve Kohar'ı gördüler. «Ktz Ttlkho! Yine birbirimizi görmek nasip oldu, kocalannıızla ağanın dükklinına uğrar, evinizi öğrenir, bir gün Koltar 'la birlikte seni görmeye geliriz.» dediler. - Bunlar da kim ? Şu Kizılbaş kadınlarını da nereden tanıyorsun ? Biri de Ermeni mi, ne? Kohar diyorlar adına, diye sordular kocası ve damatlan - Ermeni değil, dedi T'lkho, o da Kızılbaştır. İkisi de Ancerti 'dendir. Onlar­ da da Kohar adı var. Biri Eginik 'li, öbürü Paznıaşen 'lidir. Yolda rastladık, onbeş gün beraber oturduk, kalktık, yattık. - Nevnız dediğin yaman bir şey, gözleri de ftnl ftnl dönüyor, dedi Mikael. - Nasıl da aniadın ? Öyle, yanıandır, hiç çekinmek bilmez, el alemin yanında içinden geçeni serbestçe söyler. - Si/o, dedi Ttlkho köprüde yürür/erken, senin Hacce bir entari istiyor senden. Çok yalvardı, ben de söylüyonını. Muşut 'lu Pir Sultan 'ın oğlu ve de Kelnıigel'in oğulları, Tarbaş 'lı Tenıir kendi kadınianna birer entari göndemıişler, işte o entariden... - Onlara Tarbaşlı Tenıir, Kelnıigel ağanın, Muşut 'lu Pir Sultan 'ın oğullan derler. Ben neyim ki? Ben bir hanıalını, dedi Silo. - Ne olur? Senden atla deve istemiyor/ar, dedi Tışkho. Taze gelindir, canı çekmiş. Sen de onun erisin. Evini çeviriyor, ekinlerini topluyor, çocuklarını büyü­ tüyor. Hele bir yaşındaki o tosun gibi oğlun yok mu? Uyanır da anasını yanında görnıezse, hemen dumıadan ağlar. Gök Geben 'deki tarianızın yanındaki bizim tarlada çalışıyorduk. İki gece orada kaldık. Anası yanında değildi. Uyandı, ağladı, ben de koştum. «Ne oluyorsun, nen var» dedim. Yüzünıe baktı, dudaklarını büktü, baktı, baktı, sonra öyle bir çığlık kopardı ki, korktum, anasına koştunı. «Şimdi çatlayacak» dedim. Anası yetişip de memesini ağzına verinceye dek sesini kesnıedi. - Şimdiden belli, diye devanı etti Ttlho. Kocaman bir Kürt olacak. Bizim Surp Kevork 'un, sizin Gaknıık 'ın Kürtlerinden değil, Dujik Kürt/erinden, Gürii­ şan 'lı, Haydaran 'lı Kürtlerden. Si/o güldü. - Mevlut, dedi Tışkho, anan baban bağlardan inmedi Kar yağıncaya dek onlar evlerine dönerler mi hiç? Güzelim anan bacını everdi, gelin gönderdi. Kenıah 'ın Yukarı Uhdik köyünde bir Eyüp ağa var, çok zenginnıiş, ona verdi. Altnıışı da geçkinnıiş, değil senden, benden de büyük oğlu varmış. - Evlendiğini yazdı/ardı, ama yaşlı olduğunu yazmadılardı, dedi Mevlut. Ananıda babanıda akıl nu var ki? İkisi de birbirinden hırpo. Bu iş Anşa teyzemin nıarifeti olsa gerek. Kendisi Kenıah 'lı bir koca aldıydı, bacınıı da oraya götürmüş­ tür. Ben orada olsam hiç bırakır mıydım ? Senin /stanbol 'a geleceğinden haberinı yoktu. Tışkho gelin, yoksa Çamıa 'daki buğday tarlalarında yetişen şamanı/ardan

313


l11r tanı· l(t'tir tliyı• yaumlını. � 'alıştı�ını lı anın salıibi �·ok zen1:in. Sirkeci 'de de bir lımıı ı·ar, ı,·mımidir. ( it·\·m yıl kim vermiş, bilmiyorum, elinde bizim şanwnılardan l(t'lrtlılnı, .wl,alıtan akşama dek elinden düşürnıez, koklar dururdu. Onun için Kt'tirtı'l"t·ktinı. Bm üç tane Ketirdinı, teyzemin kocası istemişti de... Eşyalannun arasın­ dadır, bir tanesini sana veririm, dedi Tqkho. Mevlut sevindi. Yeni Cami 'nin kemerinden geçtiler, Mısır Çarşısı 'nın kapısından girdiler. Gedik paşa 'ya gidecek/erdi. Aylayan orada bir ev kiralanıqtı, Tqkho 'yu oraya götün1yorlardı.. - Bana da ne kötü köta bakıyorlar şu lstanbol'lu kadınlar, dedi Tqkho. - Baksınlar, dedi Mikael, bizim Amıuian 'ın giysilerini görmemişler de yabansı buluyor/ar. - Tqkho, dedi Arut, sen de düğüne gider gibi giyinnıişsin. Bir kollannda, alnında rubiyeler, bir de elinde kınalar eksik. Mikael söze kanştı: - Bağda dut toplamaya, veya sulanıaya mı, yoksa dağda ot biçmeye mi gidiyor? /stanbol'a geldiği için elbette yedek giysilerini giyecekti.

Hagop Mmtsuri

314


SAYAT NOVA -Harutyun Sayatyan( Halep 4 Mart - 1 713 - 1 1 Eylül 1 795) Halk �ai ri, bcstckar,hancndc ve sazcndc Sayat Nova, Halcp'li Garahcd ilc Tiflis'li Sara'nın ogludur. Halep'teki Ermeni kilisesinin biti�igindcki okulda Ermcnice, Türkçe, Arapça ögrcndi. Dokuz ya�ında iken ailesiyle Tinis'c göçedip ögrcnimini Ermeni Aıjugu Tosdi'nin yanında sürdürdü. Hindistanlı ünlü tacir ve sonradan Hint askeri kuvvetler kumandanı olan Kurken lion'ın (Kurkcn Harutyunyan) ticari kcrvanları i lc birlikte Hindistan, Çin, İ ran, Türkiye, Habc�istan vb. dogu ülkeleri ni dola�ıı (1 732 - 1 742) . 1742'dc Tinis'c döndü. Gürcü Kralı ll. Teymuraz'ın sarayında ozan, bestekar, hanende ve sazcndc olarak hizmet cı ıi (1 744 - 1 759) . 1 762'de papaz oldu ve Hagpat Manast ı'rına çekildi. i ra n'lı m üstebit A�a Mahmud Ilan'ın e�kiyaları tarafından öldürüldü. Dört ya�ındayken eser vermeye ba�lamı� olan Sayat-Nova, Ermenicc, Gürcüce, Türkçe ve Accmcc bcstclcd igi �arkı ları kendisi okuyup çal mı� tır. Bir a�k ozanı olan Sayat-Nova'daki a�k ve a�k duygusu evrenseldir. Aıjkının kaynagı kraliyel soyundan gelen Anna olmu�tur. Anna, çok güzclmi�. ancak ozanın duygularının güzelligi onun güzelliginin bir kat ötesinde. Ozan'ın bu güzel duygularını dile getiren �arkıları bugün bile Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan'da okunmaktadır. Ozanın a�kı bir efsane oldugu kadar gerçek bir olayd ır. Dü�ü nce ve hayalleri gerçek ya�amla çarpı�mı�. parça parça olmu�tur. Bu uyu�maz çcli�kide oza n sonuna dek ka lmı�tır. Onun a�k dramı acısına örnek olarak: ,,cal, gazal rahnı eyla ganınıa girnıa, Dişlarin inci tak duzulnıuş Şirnıa Saçların şarbati Zulplarin sirnıa, Canıalın ganıardir hal azasında». 315


Saynı - Nova i\in a�k

(saltanatı), a�k zinciri ve zindana, a�k kafcsi c�lcncc l i mü�lcrck gil r ü n l üs ü nc (tipim•) va rm ı� . insanla

id i. O insan v e ya�ayan doga n ı n do�ayı, do�ayla insa n ı

ilrmü�tür.

«Man Böyle söyledim Bemurvad yara Bağca sandan, biçmak mandan, Bağ sandan; Gorak Razı olur Bağman Bağsıza, Çarnma sandan, Kiasmak mandan, dağ sandan». Sayat Nova

'1· 1,• 11 1' �- L· l'.il l'.. l>• •I .L· I' '1· L· l'.:ı,

' 1 ...

ll' l l l " ' ı ı ,1'. t l _ :..-�� ·h-� '1 ...... :!:­

... �-�-... �

' \ .) ı .

Kevork A k h v e r ly a n ' ın

1 8 52 ' d e M o s kov a 'd a

yayınlanan •<Sayat Nova» adlı incelemesi.

316


Sayat Nova. Res. H. Rukhikyan [EESM].

•f • ..l,... ılttJIMI"'"r" 11•j•t'lll'l "'q•ı••.- lYIJI"'.

,...,.,.. ,.ı,

... ._.,. ..� tt;wlı ;•• ıı•J··•ı•·· · UU8UJ> - tn�U.

Say at Nova mecliste

Sazı ve sözü ile Sayat Nova.


Bilinen en büyük E:rmeni saz şairi Sayat Nova {ATM].

31R


YERVANT ODYAN (İstanbu/ 19 Eylü/ 1869-Kahire 3 Ekim 1 926) Mizah ve siyaset yazarı, gazeteci Yervant Odyan, önce Berberyan Oku­ lu'nda, sonra da evinde özel ögrenim gördü. Aydın bir ailenin çocugu oldugun­ dan, küçük ya�tan birçok dil ögrendi, ailesinin sahip oldugu zengin kütüpha­ nesindeki Ermenice ve Fransızca kitapları okudu, bilim, sanat ve edebiyat sevgisiyle yeti�ti. 1 879'da amcası hukukçu Kirkor odyan ile Fransa ve İtalya'ya gitti. Sonra bir süre babasının Osmanlı Devleti konsolosu olarak bulundugu Suceava (Romanya) �ehrinde kaldı. Birkaç yıl sonra istanbul'a dönüp Berbcr­ yan Okulu'na girerek orada VARARAN (Soba) adlı bir gazete yayınladıysa da, bir süre sonra bu gazetenin yayınının durması üzerine bu kez ANHAŞD (Uzlaşmaz) adında yeni bir gazete çıkardı. Bir yandan Krikor Markaryan, Duboyet ve Dupre'den özel dersler aldı. 1 888'de dayısı Kevork Aslan'la An­ takya'ya gitti. dönü�te Düyıln-ı Umumiye İdaresi'ne girdi(J893) . O sırada İstanbul'da yayınlanmakta olan günlük AREVELK (Doğu), MANZUME-1 EFKAR ve MAS İS gazetelerinin yazı kadrosunda yer aldı. HAYRENİK'tc önce ba�azar yardımcısı (1892/93) , sonra da ba�azar olarak(l896) çalı�tı. Osmanlı Bankası'nın i�gali (24 Ağustos 1896) sonucu meydana gelen olaylar sebebiyle İstanbul'dan uzakla�mak zorunda kaldı. 6-7 ay Atina'da kalıp orada yayınlanmakta olan MİUTYUN (Birlik) gazetesinde çalı�tıktan sonra Mısır'a gitti ve Bogos Nu bar Pa�a'nın çiftliginde mu hasip olarak çalı�tı. 1 889'da Paris'c geçerek Kuidon Lusinyan'ın Fransızca-Ermenice sözlügünün telifine yardımcı olduktan sonra Viyana'ya gidip İoanescu'nun sözlük çalı�malarına katıldı. Sonra Londra'ya gidip NOR GİANK gazetesinde bir süre çalı�tı. Oradan Paris'e gidip AZAD KHOSK (Hür Söz) gazetesini çıkardı (1901 -1908). 1 905'te tekrar gittigi Mısır'da AZAD PEM (1903-1906) , AZAD KHOSK (Serbest Söz), AREV(Güneş) , GRAG(Ateş) /1 905/, ORENK (Kanun) gazete-

319


kı i n i

yayıniati ı.

I kiıKi Mc�ruıiyct'in ilanından sonra İstanbul'a dönen Odyan, ARE­ VI ·: I .K, AZADAMARD, HAYRENİK, PÜZANTİON, ŞANT gazetelerinde çalı�II ve aynı zamanda GARAPNAD(1910), SEV GADU(J912), MANA­ NA( I IJ B- 1 9 1 4), I KNAD AGA(1 919-1920) gibi bir dizi m izah gazeteleri çıkar­ dı. Ayrıca YERKİDZAGAN DARETSUYTS (Mizah Yıllığı) u yayınladı (1921 !22) . 1 9 1 5'tc çıkarılan teheir kanununun uygulanması sırasında Istanbul'­ da tutuklanan birçok Ermeni aydını ile birlikte ta�raya sürüldü. Orada önce süpürücülük, sonra da bir Türk, ardından da bir Alman subayı yanında tercü­ manlık yaptı. Mütarekede burnu kanamadan İstanbul'a döndü. 1 9 1 9- 1 922 yıllarında mahalli gazetelerde çalı�tı. Eylül 1 922'de Bü krefe geçip NAVA­ SART gazetesinde çalı�tı. 1 924'te Su riye'ye, hasta dayısının yanına gitti. burada NOR PÜNİG, ve HAY GİANK (Ermeni Ya�amı) gazetelerinde çalı�tı. Ora­ dan Mısır'a geçerek AREV(Güneş) ve HAYGAGAN SiNEMA (Ermeni Sine­ ması) gazetelerinde çalı�tıgı sırada öldü. Verimli bir edebi ya�ama sahip olan Yervant Odyan, günlük kroniklerin­ den ba�ka, roman lar, hiktiyeler, tiyatro oyu nları, gazete ve dergiler, ara�tırma­ lar, anılar, yıllıklarvc tercümeler yayınlamı�tır. Bazı eserleri Fransızca, Yunan­ ca, Türkçe, Rusça ve Bulgarca'ya tercüme edilmi�tir. Türkçe ve Yunancaya tercüme edilmi� olan «Abdülhamid ve Şerfok Holms» adlı romanı büyük ilgi görmü�tür. Baronyan'dan sonra en büyük Ermeni mizahçı olan Odyan'ın basında binlerce halkla ili�kiye dayanan, sosyopolitik yazıları, ta�lamaları, yergileri, alegorik h iktiyeleri ve mizahi portreleri yayımlanmı�tır. Mizahi gücü ile kendi­ lerine «milliyetçi», «ihtilalci>>, «}'Urtsever», «milü kahraman» süsü verip de aslında her bir kutsal dü�ünceyi fiilen lekeleyen ve ayaklar altına alan soyda�larıyla alay etmi�, onları etkin bir biçimde kamçılamı�tır. Ermeni toplumsal mizahın geli�mesine büyük katkıda bulunan Odyan, realist düzyazılarında yarattıgı mizahi tipler ve karakterleri geni� bir resim galerisinde sergilemi�, din istis­ marcılarını, tamamen doymu� sermayedarları, burjuva toplumun toplumsal­ ahltiki-ailevi-dünyevi yaraları ve lekelerini alay konusu yapmı�tır. Eserlerinin bir bölümü Rusça, Fransızca, Bulgarca, Yunanca, Türkçe, Arnavutça gibi dillere tercüme edilmi�tir. «Sahte Casus» adlı hiktiyesi ise, filme alınmı�tır. «S.Jirayr», «Yerod>>, «Vahram», «Ter-Goms» takma adlarını kullanmı� olan Od­ yan adına Erivan'da bir sokak bulunmaktadır. Marmina Mezarlıgı'nda gömü­ lüdür. ESERLERİ Roma nlar; 1 - Aşk Şehidi(1892); 2- Tefeci ( 1 893, 1 956); 3- Yeni Yıl Roma­ nı(1 895); 4- Bir İş Çeviren(1895); 5- İyi Kalbii Celliif(1 899); 6- Milli Hayırsever­ ( 1 905); 7- Mike 'nin Aşk Serüveni(1 906); 8- Bir Tüccann Mektuplan veya Tam Bir İnsan Olma Sanatı(1914); 9- Mutavassıt Aziz Peder(1895-1920); 1 0- İş Adamlan(1900- 1901); 1 1- Aile, Namus, Ahliik(J910) ; 12- Ben Taşralı Almam­ ( 1 91 3); 1 3- Müreveilinin Kansı ( 1 9 1 5); 14-Abdül Hamid ve Şerfok Holms(l 91 1 ); 15- Saliha Hanım veya Müstebide Karşı Ordu(1912); 1 6- Yeni Zenginler(1919-

320


I 'J20); 1 7- 1 7 Nımumı/ı /ltıji_ı·ı·( I 'J I 'J I 'J2 1 ); 1 X- Kilı/en Kalıramaıılar( I 'J2 1 ); l 'J- Dapilli vıya Yeni Kızlar( 1 922) ; 20- Yı·şi/ Şapkalı Kadın( 1 92."\ ); 2 1 - Frnımi Ditl.\porası( 1 924/25); 22- Ka�·ak ve Arkadaşları( l lJ 10); 23- Harh ve S11/11 ( I IJ l l ); 24- Propagandacı( l 901); 25- Pançuni Arkadaş «Dzab/ıvar 'a Yolclllllk( l 9 1 1 ); 26- Pançuni Arkadaş «Vaspuragan 'a/Van 'al Yolculuk ve Benim Dünya Görıl­ şüm ( l 914); 27- Pançuni Arkadaş Tehcirde( l 923); llikayeler; 28- ihtilii/ Asa/ak­ /arı( l 898!99); Güldürü; 29- Zavallı( l 905); 30 Fransız-Türk Savaşı vıya Çarşı/ı Artin Ağa(l909; 1906'da sahneye kond u); Analar; 3 1 - Kanlı Anılar( I89X); 320niki Yıl istanbul dan Uzak( l 91 2/1 3); 33- Lanetli Yıllar( I 918/1 9); M izahi ı•ur­ treler; 34- Mebuslarınıız( 1 9 1 3 ).

ll����� !.ınıır�� b"

�!l:�il�'* �ınJ.)lfl) '"' r " e

brn"u\/1· OSbu"

PU'\,UIIC Pll'\,UtınPtı'\, 'll::ll -ı.t"l ouır. at'l.u+nı.tı�uı. �tllı.lt 1

:�

�i� " . "' n ı.

... ,.. . �

····-..-1-• ••_,_.,.., u. '"( 'l.·ı-R/o•. ..,..1 .,.. ıo

���·� "�

to u

��

!•

...................1

lluı�a•r••r�a.D P.. U IL'l-tLtru.·� Yenıanı Odyan'!n 1 9 1 1 'de istanbul'da yay!nlanan

·Abdiilhamid 11e Şerlok Holms» ad h tarihi romanının baş sayfası.

32 1

Yenıant Odyan ·ın 1 9J 1 "de lslanbul"da yayınianun

·Saliha Hantm» ad h Osman h devrim yaşamını konıı alan romanının baş sayfası.


GOREVLE ZABL VAR'A GONDERİLEN PANÇUNi< 17> YOLDAŞTAN MEKTUPLAR

- Pançuni( lS) yoldaş üstüne yaşanı öyküsü notlan Daha bütün evrimlerini tanıanıla­ nıanıış olup, en çaba/ı eylemler aşanıa­ ,.._'ll!ııl:lll l sında bulunan bir yaşanı tanı olarak su­ -=--.ıı.:::;;;:;.,.- nulanıayacağı gibi, böyle bir yaşanı üstü­ ne yarguia bulunmak veya düşünce be­ lirtmek akılsızca bir yüreklilik olur bile. Öyle ki ben, Pançuni yoldaşın törese/ yanlarını ve gördüğü işleri tümüyle sun­ mak gibi, güç olduğu kadar da kaçınılmaz saydı&'ını çalışmayı geleceğin yaşanı öykü­ sü yazanianna bırakıp, bu sosyalist yazış­ ma kahranıanı üstüne parça parça bilgi­ '------� ler vermekle yetinece&'finı; yani, yalnızca geleceğin yaşanı öyküsü yazarlarının işini kolaylaştırmak amacıyla, veya şöyle diyebilirim: minnettar Ermeniliğin birgün kahramanlan onurnna dikeceği anıt için malzeme sağ/ayacağını. Pançuniyoldaş, Trabzon/u bir ailenin en küçük oğlu olup 1875 'te doğmuştur. Annesi onu doğumrken öldüğü için enızirenıenıiş, çocu&'u keçi sütüyle bes/enıiş­ /erdir. ( 1 9) Başka biryaşanı öyküsü yazarı olsaydı, bu önemsiz rastlantıdan sonuç­ lar çıkamıaya, Pançuni yoldaşın boş herifli�ini ve hafifnıeşrepli!,'fini beslenmiş o/du&'u keçi sütüyle açıklanıaya kalkardı Bense, dediğim gibi, hiçbir yargı çıkar­ mak istemiyor, salt gerçekleri yazmakla yetiniyornnı. Pançuni çok geç dile gelmiş, bir kez konuşmaya başlayınca da, kolay kolıı_ı yunınıanııştır hiç. Büyüdükçe de konuş­ ma kudurganlığı o kadargelişnıişnıişti ki, babası, bu olağanüstü olaya bir unıar bulmak için doktora başvurmak zorunda ka/nııştL Doktor çocuğu muayene etmiş, diline, boğazına, gözlerine baktıktan sonra: - Hiç unıarı yok, bu oğlan böyle konuşacak hep, demişti babasına. - İyi ama, bu dayanılacak ŞLY değil el'in içinde: 322


- Tek yolu ku/aklarınua pamuk rıkamak, demişri dokror. Konuşmaya çırpınmasına karşın, kaçak Pançuni çoğu zaman stJzcak/erin anlamlannı değişrirerek., yan/�· kullanır­ dL Birgiin masada duran değerli bir kabı alıp, yere ararak param parça eder. Babası işren dtJnaşande olanı gtJrar ve oğlunu çağınp kabın parçalannı gtJ.r­ rererek: - Ne yapmışsın u/an kabı ? diye bağınr. Kaçak Pançuni safca bir inanışla: - Yaplım baba, diye yanu verir. - Ne yapması u/an, kırmışsın be il oğlu il! - Hayır babacığım, yaplım diye yanu verir oğlan. Babası, bir şeyin yere arı/ıp paramparça edilmesine <<yapmak» değil «kırmak» denilmesi gerekfiğini boşuna uzun boylu anlarmaya çabalayıp durursa da, bunu bir türla aniaramaz çocuğa. Ve Pançuni, evde bulunan bardak/an, /abakları, şişeleri kımıayı sardardakçe sardarür ve herkesin de «ne yapryorsun ?» diye sorduk­ /annda, hiç isri[ıni bozmadan: - Yapıyorum, diye yanu verirdi. Okulda Pançuni, arkadaşlanyla rartışmak/a ve söylev çekmekle vakil geçirir, ya tJğrermeni, ya ders kilabını, ya dersliği, ya defteriya da kalem ucunu beğenmeyip dersleri hiç izlemezdi Birgiin bir maremarik problemi asıüne sınıf arkadaşlanndan biriyle rarrış­ maya girişmişri Aklı başında bir çocuk ve sonradan zengin bir faizci olan arkadaşı: - Beş kez beş yimıibeş eder, diyordu. r-------...,

Pançuni yse daya1ıyor: · Hayır, beş kez beş elli eder diye inad ediyordu. - Yok, yimıi beş eder! - Elli eder! Arkadaşı, Pançuni ye laf anlarma­ nın gııç/ağüna, olanaksızlığını gtJrüp, du­ rup dururken yararsız bir kavgaya neden olmamak için, barışçı bir ronla ştJyle ya­ nu verdi: - Peki, ben beş kez beşi yirmibeş eder bileyim, sen de elli bil, ve anık bu konuda konuşmayı bırakıp, gidelim rop oynayalım. - Olmaz, diye direndi Pançuni, sen -

323


ı/kin lwnnwlısm beş k n beşin elli eliiRine. - Yooo, bak bu olmaz işte. Kahramanmuz giderek kuduruyordu: - Ben seni ille luındırmalıyım, diye sürdürdü konuşmasmL - Hiç de kanamam, ve sen hiç luı­ nulayamazsm söylediğini diye yanıt verdi geleceğin faizcisi. - Kanıtlayamaznuşım, demek ka­ nıtlayamam öyle mi? diye uludu Pançuni. Al sana öyleyse, bak nasıl kanıtlarım! Ve yerden bir taş alıp indirdi arkada­ şının başına. Kafası hafifçe yaralanan çocuk, beş kez beşin elli elliğine yine luınmayıp, ağ­ /aya ağiaya öğretmene yakınmaya gilli. Yehova 'nın Habi/ 'e <<ne yaptın karl_::::���!!!�-----J deşine» diye seslendiği gibi, öğretmen, Pançuni 'yi çağırıp: - Niye arkadaşının başını yırltın ? diye ba&Tırınca: Pançuni, yani geleceğin propagandacısı: - Kendisini inandırmak için, diye yanıt verdi görkemle. Babası oğlunun bu yabansı davranışlarını gördükçe: - Bela olacaksın, bela... diye bağınrdı. Zavallı adam yanılıyordu bu iyimserliğinde. Pançuni bela değil, devrimci işgören olacaktı. * * *

On yedi yaşında bır delikanlıydı Pançuni babasını yitirdiğinde. Kendisinden on yaş büyük olan ağabeyi, evli bark/ı ve durumu oldukça iyiydi. Babasının ölü­ müne daha bir ay olmadan, Pançuni a­ ğabeyiyle dan/ıp, kendi miras payınt al­ mış ve evi bırakıp çıkmıştı. Ağabeyi hiçbir güçlük çıkarmadan, Pançuni 'nin miras payı 300 liraya yakın parayı hemen ken­ disine vemıişti. Bizim delikanlı parayı alıp istanbul­ 'a geldi, üç yıl canı istediği gibi yaşadı, bir gün de cebinde para kalmadığını görün­ ce, içinde kardeşlik duygulan uyandı, Trabzon 'a sevgi dolu bir mektup yazıp özlemle yanan sevgisinden sözederek, baba oca&"Ttna dönmek için ağabeyinden yol 324


-

.._____________.....A

p11m.l't i.ı"fl'ılt. A*11bıyi, «yitmişti, bulundu» .ı·t'Jlü­ nün izlenimi altında hemen para �:önda­ di Pançuni ye, o da iki haftu sonra Trab­ zon 'a gidip ağabeyinin koliarına atıldL Pançuni, ağabeyinin zenginliğini üç yılda iki kata çıkararak, faal çall§kanlıi,lı sayesinde kentte ön sıralarda bir yer tut­ tuğunu, öte yandan kendirinin aynı süre içinde bütan mirasını har vurnp harman savurduğunu, ve cebinde metelik kalma­ dığını gördü. Bu iki olayı birbiriyle kıyasladı, birbirine kanştırdı, ince/edi, evirdi çevirdi, çözüm/edi ve bu kimyasal işlem-

lerden sosyalistlik doğdu içinde. O zaman, kapitalizmin ne toplumsal bir adaletsizlik ve zenginli1,}in eşit bölünmesinin ne kaçınılmaz bir gereksinim olduğunu anladL Pançuni sosya/istti artık. O günden sonra, Trabzon 'un eskiden sessiz kahvehanelerinde, Pançuni 'nin gürleyen sesi /§itilmeye başlaml§tL Her şeyi yıkıp yok etmek tehdidinde bulunan toplumsal adaletsizfiğe karşı gürlüyor da gürlülüyordu. Korkaklar ödleri koparak kendisini dinliyor, kurnazlığa aklı ermeyenler, durmadan konuşan bu adama aptal aptal bakıyor, akıllı/arsa bumn/annın altından gülerek işlerine gidiyorlardL Pançuni yse konuşur da konuşur, sonu gelmezdi. Zavallı ağabeyiyse ne yapacağını şaşırmış, bu beladan nasıl kurtulabileceğini bilemiyordu. En sonunda bir gün pançuni ye: - Kıırdeşim, bir şey düşündüm, dedi - Şaşılacak şey, diye yanıt verdi bizim kahraman. - Niye, şaşılacak ne var ki? diye soronca öteki. Pançuni: - Bir şey düşünebilir olduğunu şaşılacak buldum, diye yanıt verdi; çünka siz taccarlar, kapitalistler, düşünme yeteneğinden yoksunsunuz. Pançuni'nin böyle güzel sözleri çoktu ve ağabeyi bunlara alışkın olduğu için, gücenmeden sürdürdü konuşmasını: - Düşündüm ki, burada boş vakit geçireceği.ne, seni Marsi/ya ticaret okuluna göndereyim, orada üç yıl kalıp dip/omanı alabilir, sonra buraya dönersin, işimi birlikte sürdürürüz. A vrnpa 'da okuma düşüncesi hoşuna gitti Pançuni 'nin ve hemen yanıt verdi: - Çok iyi bir düşünce, seve seve kabulüm. Bir ay sonra Pançuni, elinde iki valiziyle Jolyet nhtımına ayak basıyordu. Marsi/ya 'da bir hafta kaldı, ticaret okuluna gitti, programı gözden geçirip dt· /§ine gelmeyince trene binip Cenevre ye giderek toplumsal bilimler serbest ö1,'1renl'i.l'i olarak yazıldL

325


• • •

Tof'lum.wl bilimlt·r serbest tJW"enci.ri yaşamı dört yıl sarda ve bu dört yılda Ptınçımi, yazılı bulundugu aniversiteye yalnızca beş kez ugrath. Birincisinde, Bayak Fransız devrimini öven, fakat Babeufle partizanlannın cesur daşancelerini yeren tarih profesörana ısiıldamak için gitmişti aniversiteye. lkinci.rinde, Rus nihilizmini eleştiren sosyalist bir profesôre karşı gösteri yapmak için. üçancasande, Kropotkin öğretisine gereken coşkun/uğu göstermeyen felsefe profesörüne yakınmak için. Dördancasande /aşın gitmişti aniversiteye çan/al odası soğuktu ve ne yakıt vardı, ne de birahaneye gidecek parasL Beşinci.ri.nde de aniversiteye, Barselona 'daki anarşist olaylan eleştiren bir profesöre İspanya/ı ögrencilerle birlikte dayak atmak için girmişti Ve bu son gidiş, kendirinin aniver­ siteden kovulmasına, kaydının silinmesine neden olmuştu. Üniversiteye gittiği bu değerli dakikiı/ar dışında Pançuni, vaktini, Ermeni ve Rus devrimci arkadaşlarıyla birlikte, toplumsal sonın/ar asıane tartışmalarla geçirirdi İnsan toplumunu azen batan sonıniann çözalmesiyle uğraşılan biraha­ neler de, kendi başlıca durak yerleri olup, bu zaptolunmaz kale kulelerinden danyanın batan pir burjuvalannı, yırtıcı kapitalirtlerini topa tutar, bu arada, Pançuni 'den bir hayır beklediği için değil, salt kulağı dinç kalsın diye her ay iki yaz frank gönderen ağabeyini bile esirgemezdi Ne var ki, 95 layımı başlayınca ağabeyinin işleri bozulmuş, kovalanıp ceza­ evine atılmış, mahvolmuş, bir garide her şeyini bırakmak zoronda kalarak eşini, çoluğunu çocuğunu toplayıp, Trabzon 'dan yurt dışına uzaklaşmıştı. Pançuni'nin ağabeyinden aldığı bir mektupta, artık kendisinden on para ummaması gerektiği bildiriliyordu. - Pis yaratık, diye bağırdı Pançuni, yumnığunu kaldırıp tehdit ederek. Ayaklanıcı karakterini belirten böyle jestleri çok vardı kahramanımızın. Kendirini daha uzun yıllar yaşatabileceğini umduğu ağabeysinden her ay gelen 200 frank birden kesilince, toplumsal bilimler serbest ögrenci.rinin rahat yaşamı birden bozuluverdi Yoksulluk yavaş yavaş pas/ı yazana gösterdi ve Pan­ çuni pauperisme 'in (yoksulluk) hiç de hoş olmayan belirtilerini kendi kişiliğinde tanımaya başladı. Öğrenci dostlan bir sare yardım ettilerse de, ganan birinde, gerçipek incelik/e, «giile gale»yi yapıştırdılar. Pançuni, bu umutsuz ganlerde, (Jğrenci, devrimci ve redaktör olan bir dostuna: - BU köta duronutan nasıl çıkııbilirim ? diye sonınca. Dostu: - Gel seni devrimci yapalım, dedi, sende konuşma kolaylığı var ki, bu yeter. Suya düşen yılana san/ır derler ya, bizde de denebilir ki aç kalan devrimci olur. Pançuni kabul etti öneriyi Bir ay sonra kahramanımız ..yaşamın sözibna vazetmek azere Bulgaristan 'a doğru yola çıktı, oradan Yunanistan 'a sonra Mısır'a, en sonunda da İran 'la Kafkas/ara gitti Sıcak, inanmış, coşkun ve yonı/mak bilmeyen gazel sözler söyle326


mt• yt•tt•nı·ği donmuş nıhlımlo van�:ın �·ıkorıyor, hunltm gt•riyor, grvşt•k .ı·inirlrrl I(Ü(/mdiriyor, safkişileri wştunıyordu. 6dt·vi, kahraman frdai 1-,>nıpltm kurmak, bunlar• memlekete göndermek, kmdüiyse yurt dışında kalmtıktL - Biz zangoçlara benzeriz, derdi ço&Ju zaman, kurşuna dizilmek azere baş­ kalannı çağınp kiliseye sokanz, kendimizse dışarda kalınz. Soylu özveri! Pançuni İran sınınnda, o ateşin devrimci eylemler içindeyken, birden Tarki­ ye 'de meşmtiyet ilan edildiğini haber aldL Cezaevlerindeki tutuklu/ara genel af çıkmış, basına özgarlak tanınmış ve herkesin serbestçe Tarkiye ye dönebileceği bildirilmişti Bu beklenmedik f!laylardan ağzı, açık _kalrrııştı kahramanımızın. - İşimiz bitti, diye daşandiı melankolik bir azantayle. Ama Pançuni, bu dum göriişlalağılnde yanılıyordu. Asıl iş şimdi başlayacaktL Birkaç hafta sonra İstanbul'da çıkan Ermenice gazeteleri alıp da, değişik partilerin delicesine eski Bizans başkentine aşaştüklerini göriince, çekilen söylev­ leri ve İstanbullu/ann safça coşkunlugıın u okuyunca, Marconi 'nin telsizinden ve . röntgen ışın/anndan daha korkunç «Ozgiir/ağıl biz getirdik» gibi doğa asta buluşu öğrenince, bizim görevli, geniş kenar/ı şapkasını başına geçirip, çantasını eline alıp, ganan birinde, biraz da keyfiyerinde olan kafalan kendisi çatiatmak amacıyla gtJk taşı gibi İstanbul'a daşta. Ama yerler hep tutulmuş olduğıJndan Ofenbah 'ın brigand'ındald (silahlı çapu/cu grupu) askerler gibi geç kalmıştL Gerçi mahallelerde beş on <konferans» vermedi değil, Paris Kongresi 'nin harikalannı Bogaziçi 'nin her iki layısında da aniatmadı değil ama, yazık Id artık kulaklar yıpranmaya başlamıştL Bundan başka, onun cici/i konuşma yeteneği, İstanbullu/ann cici/i konuşma ateşine alışık olduklan Agnunj!/erin ve Şahrigyan '/ann yeteneğine ulaşamıyordu, tıpkı biz gü­ nahklirlann birgan tamu ateşine alışacağımız gibi Öyle ki, sözleri çoğıJ zaman soğıJk bir izienim bırakıyordu dinleyen/erde. İşte o zaman Pançuni kesin karan verdi İstanbul'dan çok, taşranın uyandınlması, aydınlığa kavuştumlması, devrim­ cileştirilmesi kaçınılmaz bir zomnluktu. Ve çı/ap Arapgir'e gitti, oradan da eylemlerinin merkezi haline getirdiği Zablvar'a geçti hiç değilse kimi kişiler için bir tar yacelikıen yoksun olmayan bu eylemleri ilerideki mektuplarda göreceğiz.

ÖNSÖZ YERİNE Yazı aşvan olsaydım ben, açıklayıcı bu birkaç satın yazmak gereğini duymaz, ve elime rastgele geçmiş olup «Piızantion» (20) aracılığıyla kamu oyuna iletmt•k istediğim bu mektuplar demedini ses çıkannadan kendime mal ederdim. On iki kadar olan bu mektuplar bir yıl i{inde yazılmıştv. Aslında Kafkas Emıenicesine daha yalan olup, bu lehçeyle aynı/aşmış dummdadır. Ama ben, 327


okur/ara kolav/ık oi.l"un ıliyt·, mamkan oldu�u kadtır biıim batı Emımia.l'im• \'t•ı·umt'W J.:l'rı·klı /ıult/ımı. Zılft'll ytuar 1i1rkiyt• 'dt• do�muş olup, «aş/ama» bir Rus Ermnıi.l'iılir. /:.�a bu mt·k tupltır �'!Jldara yazıları olarak okunacak olursa, kuşku yok ki suç yauırınm dt·�ildir. çanka mt•ktuplan yazan, sapsağlam ilkelerle yoğrulmuş, sım­ Jıkı inanmış, cidtlilWn son sınırına ulaşıp orada barikat kurmuş sosyalist bir Ermmi dt·vrimcisidir. (Z I ) Mt·ktuplann bir merkez örgiite yazılmış olduğu anlaşılmaktadu. Mektuplan yazan da herhalde bu örgiit tarafından görevli olarak gönderilmiş olsa gerek. Zablvar, 15 Ey/al, 1908 Sevgili yoldaş/ar, Direktiflerinizi alır almaz ivedilikle Arapkir'den yola çıkıp, dört gan yolcu­ luktan ve Şepig, Vağşen, ve Maşgerd köylerinde birer gece kaldıktan sonra, bence propagandamız için en uygun yer olan Zablvar'a vardım. Zablvar, yirmi evden oluşan su katılmamış bir Ermeni köya olup, gazel ve verimli bir koyakla bulunmakta ve içinden Çırperig çayı geçmektedir. Köyla/er genellikle sağlam ve çalışkan kişiler. Yazık ki eski dazende pek bayük sıkıntılar çekmedikleri için, yeni dazen onlara pek bayük bir etkide bulunamamıştır. Yalnız­ ca ara sıra, hırsız herijler olan komşu Komraş köya Kartlerinin gadrine uğramış­ /ardır. Zablvar köyanan, özellikle sosyalizm sorunlarında derin bir bilgisizfiğe gö­ mala bulunduğunu belirtmeye herhalde gerek yoktur. Onbeş gandar burada bu­ lunduğum, ve vanşımın ertesi gana propagandaya başladığını halde, kapitalizmin işlediği cinayetleri, işçi sendikalannın kaçınılmaz bir zorunluk olduğunu, proleter­ yanın isteklerini vb. o köyfalerin kafa/anna bir tarla sokamadım. Ama umutsuz­ luğa kapılmış değilim; tam tersine, on/ann bu anlayışsızlıklan, propagandamı ilerietmek için daha çok gaç veriyor bana. Görevimi gı1çleştiren bir nokta da, Zablvar'da belli sınıfsal bö/anmelerin yok/uğu, daha doğrusu bu bölanmelerin bilincine vanlmamış olmasidır. Benim işim, ilkin bu sınıfsal bölam/emeleri örgıltlemek, köyfalere kendilerine özga istek­ leri ve bunları elde etme yollarını göstermek olacak. O bilisiz köyfaleri savaşa hazırlamak gerek ki, bu da kolay iş değil. İki haftadan beri batan köy aha/isiyle temasta olup, belli sınıf saflarını kurabileceğim kişileri saptayıp seçmeye çabalamaktayım. Köyünyaşlı birpapazı var:papaz Sahak. Bu adam orta çağruhaniliğini, kara gaca, «Obskarantiznı»i temsil etmektedir. Buna karşı kızgın bir savaş yaratmek zorunludur. Zablvar köya burjuvazisini Res Serko ve birkaç uydusu temsil etmektedir. Bu pis burjuvanın aç tarlası, iki ineği, bir eşeği ve iki keçisi vardır ki, bu da, yok, yok, yoksul köy/ayeyüzyıllardır uygulanan soygunculuğun sonucudur. O adamın köyde, kendi doğal daşmanlan olmalan gerekenler arasında bile iyi bir an çıkarması şaşılacak şeydir. O zavallı/ann ne derece kara cahilfiğe gömalmaş olduklannı vann göran. Papaz Sahak'ın haftada birkaç kez Res Serko 'nun evinde yemek yediğini söylemeye gerek var mı? Bu, yoksul sınıfa karşı kapitalizmle ruhaniliğin 328


iuifakıdır. Ama .wlırt'fmt'lı:. J.:t'rı·k, hl'f şıy yt'fini bulur. Zablvar 'da işçi sınifı, aynı umwnda dt•mirci olan nalbant M�-:o 'dan oluşmuş­ tur. İki gün önce Res St'fko 'nun eşe�inin na/ı düşmüş oldu1,'1undan, pis burjuva, M�-:o ya başvurmak zorunda kalmıştL Çok çaba/adım Mgo yu genel �-:rev i/IJn etmeye kandmp, Serko 'nun eşeğini nalsız bırakmaya. Bu, genellikle imtiyaz/ı sınıflar üzerinde çok sarsıcı bir etkide bulunaca/aL Yazık ki Mgo kıırşı durdu, çünkü daha yeterince propaganda etmemi§tim. Zarar yok, bu kez başanlmadıysa başka kez başan/ır. Propagandamızın pratik sonucunu göstermek için, Zablvar '­ da genel grev zorunludur. Yazın, Kürt köyü Komraş 'a gidip, orada birkaç gün kıılacak ve Ermenill'fle Kürtler arasında barışçılık vazedeceğim. Kürtler bizim doğal dayanağımız olup kendileriyle barışçı davranmalı, ve gerekirse, vaz ettiğimiz ilkelerin utkuya ulaş­ ması için onlardan yararlanmalıyız. Ama bunlar geleceğin sorunlan Biraz para gönderin bana. dJt•tli

Zablvar, 2 Ekim, 190X Sevgili yoldaş/ar, Bu mektubu keyfli bir ruh durumunda yazmakla olup, ileride belgeli gerçeklt•r iletebileceğim umudundayım. İlk adımları atmak gerçi güç olduysa da, ilerisi için pek büyük umudum var. Komraş köyün kürtleri beni iyi kııbul ettiler. Dört gün kııldım aralannda Vt' gördüm ki bize kıırşı M niyetleri var. Ekspropriasyon r:zı) konusundaki görüşlermi bizim aptal Zablvarlılardan çok daha kolayca anladılar. Zengin sömürücil köylülerin vannı yoğunu güç kullanarak ele geçirme i§ini hemen uygulama alanına koymaya hazır olduklannı bildirdiler. Kendilerine, acele etmemek, biraz beklemek gerektiğini söyledim. Her olasılığa kıırşı Komraş köyü bizim propagandamız için uygun ve sağlam bir kavga yeridir. Kürtlerin ne güçlü kıırakıerde insanlar olduğunu şu olağanüstü olay göster­ mektedir: Beni dört gün en büyük onurla konuk edip ağırladıktan sonra, Kanlı ova denen koyakıan atla Zablvar'a dönerken, evlerinden konuk kııldığım o aynı Kürtler bana saldırarak soyup soğana çevirdiler, neredeyse anadan doğma bırak­ tılar. Ben şaşırıp: - Peki ama, soyacaktıysanız ben sizin evde konukken niçi soymadınız? diye. sorunca: - O zaman bizim konuğumuzdun, diye yanıt verdi Keleş Mrgo evsahibi, ama bir kez köyden uzak/aşınca artık bizim avımızsın. Bu yanıtta ilkesel bakımdan öyle derin bir sorun var ki, üzerinde ciddi olarak düşünilimeye değer. Zablvar'a dönüp, misyonuma bütün gücüm/e devam ettim. Şimdi yanımda öyle ateşin, inanmış bir fikirdaşım var ki, yakın gelecekıe büyük bir güç olabilir. Bu adam köyde Deli A vo diye tanınır. Deli A vo on sekiz yaşında yiğit bir delikanlı olup, bizi ilgilendirmeyen kimi nedenlerle baba evinden kovulmuştur. Zablvarlılar genellikle kötü davranırlar bu gence karşı ve onu deli ve töresizin biri sayarlar. Bu 329


da, Orttl\"fl� mhtmiiW mhuyltı birii'Şl'n gı•çici burjuvtı anlayışlannın bir sonucu­ dur. � ·anka bu dt•liktınlı rv sahip/ai evıü• yokken, evlerinden birktıç şty kaldımıq­ mış; çanka birg!Jn tarlada Grbo '/ann Seho 'nun kızına tek başına rast/amq ve doğal bir i.l'lt'�in zomyla temasa gimıiş kızla; çankiJ. papaz Sahak 'tan para istemiJ, o ktıra mh/u, ruhani kafalı da vermeyince, deli A vo papazın bu isyancılığını ı·ezalandımıak için onu taşa tutmuş ve daha neler de neler. Şimdi bu zavallı genç ktJta/ak etmek isteyen bir tar deli sayılmakla olup, kendisine karşı yapılmadık kovuşturma ve köta/akler ka/mcyor. Hep aynı hikiiye: ya pis burjuva/ara boynu egik köle olunacak ve de boyun eğilecek on/ann soyguncu niyetlerine ya da o kurt saralerince kovuşturu/acak Ama son giJ/en tam giJ/er der Fransız atasöza. Deli A vo 'nun iyi bir hamur olup ondan yarar/anılabileceğini daha ilk anda an/amqtım. Hemen yanıma çağınp öğılt verdim, direktıfverdim, vaz ettim ve şimdi tam bir sosyalist devrimci oldu. Zablvar'ın faal devrimci saflannda önemli ro/a olacaktır Deli A vo 'nun. Geçen gan Komraş köyanden iki Karı karşı ziyarete gelmiJti bana. Evde bunlan onurlamak için yeteri kadar yiyecek yoktu. Bunu Deli A vo ya bildirince: - Sen merak etme, deyip gitti . Az sonra, elinde iki makemmel tavuk/a geri dönda. Ikisini de haşlayıp yedik; öyle /ezzetli tavuk eti hiç yememiştim. Ben ve iki konuğum zorladık A vo yu, nereden bulup getirdi bu tavuk/an, diye. - Res Serko 'nun bahçesinden çaldım, dediAvo, hem de kanscyla iki gelini­ nin gözleri önande. Hepimiz de pek güldak Kartler şaşa kalmışlardı Avo 'nun becerikli/iğine. Ve ben daşandam: iJte yüzyıllardır hakkı elinden alınan, en sonunda bilfiil hakkına sahip olmaya çalqcyor, diye. Zablvar'da Sım 'lann Vartan 'ı da bizim partiye eğilimlidir. Res Serko 'nun tarlasını sarenierden biri olan bu adamı, Serko denen o pis yaratık, hem hırsıziıida hem de tembelli/de suçlayarak kovmuş. Bunu iJitince, Vartan 'ı hemen yanıma çağınp, buna meydan vermemeye, kendisiniyeniden yanına almasını zorla isteme­ ye zorladcysam da: - Yok, dedi, gidip papaz Sahak aracılıtcyla beni bağışlamasını dileyim daha iyi olur. Köta insan değil Res Serko ve beni bağışlar. Görlin nereye vardığını kölelik anlayl§ının. Saatlarca kandırmaya uğraştım böyle a/çak yollardan geri dursun diye, en sonunda benim Res Serko ya başvurup sorunu incelemek azere bir onur divanı kurmayı istememi kararlaştırdık Vartan razı oldu, ama Res Serko istemedi bizim bu haklı dileğimizi tatmin etmeyi Ben de tehdit dolu bir nota yazıp o pis yaratığa, deli A vo yla gönderdim. Papaz Sahak bu konuda benimle göriişmeye ge/ecekmiJ. Eğer isteğimiz karşılanmazsa iJier başka bir yola girer. Serko kqkırtmasını daha ileri götarecek olursa... harmanını veya ahınnı ateşe vermek Deli A vo için iJten değiL Biraz para gönderin. Zablvar, 20 Ekim, 1908 Sevgili yoldaş/ar, Kuşkulandığım ve önceki mektubumda biraz duyurduğum gib� Res Serko ve Sim '/ann Vartan sorunu çatallaştL 330


BildiJ.,liniz Kihi Vtırtan, Rt•.f St•rko 'mm ytınında tarla sanıcasa olartık �·alışı ­ yordu, Serko onu tembel ve Wre.fiz diye kovmuş, ben de hemen yoksulproleteryanın haklannı savunmak için qe kanşmqtım. Papaz Sahak, Res Serko tarafından arabulucu olarak bana gelip, Serko 'nun gerçi Vanan 'dan yakınmakta oldugunu, ama onun acık/ı durumuna acıyarak batışiayıp yeniden yanma almaya hazır oldugunu, ama benim, onun dogruluguna ve çalışkanlıgma kefalet etmemi şan koştutunu bildirdi Hemen gördam ki, Onaçag ruhaniligi, tanmsal kapitalizm ve köy burjuvazis� garleyen devrim karşısmda aşagıdan almaya başlamışlardı. Bu bizim ilk utkumuz­ du Zablvar'da ve olanak çapmda çok yararlanılmalıydı bundan. Görüşmemizde hazır bulunan Sım '/ann Vanan papazm dediklerine şaşmış, teşekkar ediyor, ellerini açmış dua ediyor Res Serko 'nun ömrüne ve papaz Sahak­ 'ın ille elini istiyordu minnettarlıgını belinmek için. İyice azarlayıp o köle zihniyetli yaratığı, odadan hemen dışan çıkmaya çağırdım. Papazla yalnız kalınca, kendisine: - Res Serko 'nun ödanleri bizim isteklerimizi karşılamaya hiç deyeterli degil, dedim. - Res Serko Vanan 'ı yeniden qe almaya razı olduguna göre, daha ne istiyorsunuz? diye yanıt verdi papaz Sahak. - O ikinci derecede, diye anlattım kendisine, asıl öz sorun ilkesel nitelikıe. Kendisine, toprak sorunlan astane bilimsel sosyalizmin göraşierini anlatma­ ya başladım. Köylaler, dedim, kendi evini ve toprak malkiyetin� yalnızca toplum­ sal malkiyete ve toplumsal aretime çevirdikleri zaman kunarabilirler. Kişisel malkiyetleyse, köyla yok olmaya başvurmuş demektir ve bayük kapitalist aretim çekip dışan atar onun o eski, modası geçmq aretim yöntemini Ve bu konuda Engels 'in, Kııntski'nin, Marks 'm, Şqko 'nun, Brambolini'nin, Çemofun, Vıhlia­ yefin ve bll§kalannın degişik göraşierini ansuhm. Zavallı papaz Sahak, yüzyıliann karanlıgmdan körleşen gözlerini iri iri açmış aptal aptal yüzame bakıyor, ara sıra da mınldanryordu: - İyi ama mabarek, bunlann ne ilişigi var Sım '/ann Vanan 'm qten atılma­ sryla, diye. En sonunda, Res Serko ya iletilrnek azere bizim son yanıtımızı istedi. Sonradan inkiJrlara veya degiştirmelere meydan vermemek için, ilerideki göraşmelerimize bir temel olmak azere, yazılı olarak aşagıdaki şu en az isteklerimi sundum. A. Res Serko, Rum '/ann Vanan 'a, yol verdigi tarihten qe başladıgı tarihe kadar geçen ganlerin gılndeliklerini ödemeli B. Gandeligin anınlması ve q saatlannın indirilmesi C. Tarlalan qleyenler için emekli sandıgı. Ç. İş kaza/anna karşı sigona. D. Res Serko, Sım '/ann Vanan 'ı en az 20 yıl yanmdan ayırmamayı astane alma/ı_ E. Res Serko, devrimci paninin bu olayı yoluna komak için kendisine bulun­ dugu hizmetlere karşılık, paninin Zablvar'daki kasasına önemli birpara arnıatan etme/i 331


c iı)rı/ıl�ılmll

ı.:ibi, .wrunu tilmilmen ilkt'.l'l'i lıir umint• K''\·irnıiş hu/unuyomm. ,\'t�lwk /wşını tınltım/ı anlamlı salltıyarak pktı ı.:itti. Aradan birkaç KIJn gl'\'li hi\·bır yanıt 11/madım. Vartan başladı sabırsızlık işaretleri göstemıeye. Rt'J St'rko beni baKışlatlı},�na göre gidip qe başlayım, diye yineleyip duru­ yordu aptal. Böylece de, milyonlan bulan proleteryanın hakkını., kendi ki§i.re/ �·ıkan için benci/ce ayaklar altına almak istiyordu. En Jonunda geçen akşam, yanıtın geciktiğini görünce, taraftmızca tam yetkili temsilc·i olarak, kesin yanıtı almak için, Deli Avo yu Res Serko 'ya gönderdim. Anit�şı/an, iyi devrimci hamuru olan bizim Avo yoldaş biraz sert konuşmuş olmalı ki, kendisini döverek kapı dışarı etmqler Serko 'nun evinden. Biraz sonra papaz Sahak bana gelip, artık Vartan 'ın adını bile işitmek istemediğini söyledi Res Serko 'nun. Dapedaz savaş i/Qnıydı bu. Kapitalizmle obskarantizmin birleşik güçleriydi yoksul sınıfın iki baklam omuzlarına binen. Bu apaçık kışkınmaya karşı susmak ve eyleme geçmemek olanaksızdL Hemen o gece şu çağın bildirisini hazırladım ve ertesi sabah tanyeri ağanrken Deli Avo götarüp yapıştırdı kilisenin duvarına: «Zab/var'ın qçi sınıfı, «A.Iamı dadağii çaldL «Sım '/ann Vartan 'la Res Serko olayı hepinizce bilinmektedir. Partimin ba­ rışçı çaba/anna karşın, tarımsal kapitalizm kıyasıya savaş ilan etmekte çiftçi proleterya yığın/anna karşL Alçaklıktır taraftmızca susmak, alçaklıktır eyleme geçmemek. Zablvar'ın kara güçleri örgüıla olarak, işçi sınıfının haklarını ezmek ve bizim o kadar özveriyle ele geçimıiş o/duğıımuz yeni doğan özgür/ağa yıkmak istiyorlar. «Batan danya qçileri, «Bizim pir burjuva Zablvar 'da altmış milyon işçinin haklannın ayaklar altında çiğnenmesine izin verecek misiniz? Hayır, olamaz! Hepimiz birimiz, biri­ miz hepimiz için! Bu olmalı bizim sloganımız. Batan danya qçileri, pazar güna, Mıgır'lann hamıan yerinde yapılacak olan bayakyakınma mitingine çağnlmakta. Mitingde, Pançuni yoldaş, Avo yoldaş ve tarımsal kapitalizmin kurbanı Sım '/ann Vartan konuşacaklar. «Kahrolsun kapitalizm! «Kahrolsun obskiirantizm! «Yaşasın sosyalizm! «Yaşasın proleterya! «Yaşasın 1 Mayıs!» Yazık ki bugün sakin bir gün olup, batan köy tarlalara çalışmaya gitmqtir. Başka bir aksak/ık da, köyde tek okuma bilenin ben o/mamdır. Papaz bile okuma bilmez. Bununla birlikte, ben yine de, köyla/er akşamasıa tarladan dönaş/erinde, çağın bildirisinin sarsıcı bir etkide bulunacağını umuyordum. Gelgelelim, Avo soluk so/uğa koşarak gelip: - Kağıdı yırtmışlar kilisenin duvanndan... diye bağımıaz mı ?.. Kulaklanma inanamadım. Hemen Avo 'yla birlikte bu ağır gerçeğin doğrulu­ ğıınu yoklamaya gittim. Evet, doğruydu; çağın bildirisi param parça olmuş, yal­ nızca, o köta elierin parça/ayamadık/an tek tak kağıt parçası kalmıştı., o da iyi yapışnnlmış o/duğıı için, çankil Deli Avo suyu ve unu esirgememişti bildiriyi yapıştımıak için. Bu kutsal işi bozanlar kimlerdi? Batan köyla/er tarladaydı/ar ve kilisenin dolayında kimsecikler yoknı. Demek bu hain/ik, gizler/e örtala bir biçimde yapı/Plll""

332


nuştı. Ne olursa olsun, gaidliKin .1·i/ahltm bırak.nıam�· olduh"fu besbt•lliydi. Yı/ma­ malıydı Hemen bir karşı gösteri dazenlemeyi kararlaştırdım. Eve döndam, Deli Avo 'nun eline, ucuna al bir bez bağlı uzun bir demir verdim. Sım '/ann Vartan toprak sarme araçlarını omuzuna aldı, ben de başianna geçtim ve böylece yığın başladı dolaşmaya Zablvar'ın başlıca sokaklannı Papaz Sahak 'ın evi önane vannca ben birden tutturdum: Debout, fes danınes de la terre, Debout, fes [orçats de la faim! diye. (23) Sanırım bu sosyalist devrimci enternasyonal marşı Zablvar'da ilk kez gür/a­ yordu. Evde kalmış olan çocuklar, savaşa çağıran bu işçi şarkısını işitince, koşa­ rak gelip bizimle birleştiler ve yığın görkemli bir görünaş aldı Göstericiler Res Serko 'nun evine varınca, coşkunluk son sınırına ulaşmıştı. - Çocuklar, diye bağırdım, alın aşağı o hainin camlarını! Ama yazık ki Res Serko 'nun pencerelerinde cam yoktu; olsaydı, camiann kınlması kuşkusuz, yıkıcı bir izienim bırakacak/ı Giderek coşan Deli Avo, öcana, Res Serko 'nun tarlada otlayan eşeğini taşa tutarak aldı Halla bıçağını çekip eşeğe saidımıaya kalkıştıysa da, yararsız yere kan aklilimasım istemediğim için ben engel oldum. Sonunda kalabalık memnun olarak da�:,Tıldı Gördağünaz gibi, Zablvar'da durımı pek gergin. Bakalım iş ne sonuç verecek. Biz, kavgayı her araçla ileri itmek için andiçmiş bulunuyoruz. İvedi biraz para gönderin. Not: Son anda, mektubumu tam kapatacakken öğrendiğime göre, çağın bildirisi gerici kara güçlerin eliyle değil, cadı kan Margo 'nun keçisi tarafından yırtılmış. Hayvan, kağıtın arkasına sarüla harnıuza açgöz/a/ak edip yırtmış kliğlll ve yemiş. Genel duruma gelince, değişmemiştir. Pazar güna miting kesin olarak yapı­ lacaktır. Zablvar, 2 Kasım, 1908 Sevgili yoldaş/ar, Tutumlar giderek tam belirmekte, ve Zablvar 'da sınıfsavaşı doğal «evrinı»ini yapmaktadır. Bilinçli elemanlaryavaşyavaşdevrim bayrağımız dolayında toplan­ maktalar. Toprak emekçileri (Sım 'ların Vartan) ve genç aydınlar (Deli Avo) artık bizimle birlikte/er. Ö�:,'renciler bizimle birlikte olurlar. Her olasılığa karşı saj7arı­ mızı sıklaştınp son savaşa hazırlanmamız zorunludur. Çanka gerici güçler boş durmayıp sağır kavgalarını yapıyorlar bize karşı. Örneğin geçen mektubumda bildirdiğim, toprak işçi/erinin, genç aydınların ve devrimci elemanların da hazır bulundukları Mıgır 'ların harmanlığındaki o pek bayak yakınma mitingi yapılırken, öte yandan, Res Serko 'nun evinde köyan bayı4k ağaları toplanmış, ruhanilik/e gericiliğin kara güçleriyle birlikte şeytanca bir tuzak kuruyor/ardı; yani Birleşik Dernek 'e başvurup, harcamaların yansının köylalerı-t• karşılanması koşuluyla, Zablvar 'da bir okul açılmasını rica etmek. 333


Hı'Jylt·ı·r o pi.ı· burjuvalar, Zablvar ti1,lrmcilt•rini pençelerine almak, o körpe yamtıkları bulandımıak, on/ann tertemiz nıhlannı kölelik hamuroyla yoğumıak, Mylt•ct• dt• �:elecek kuşağı yok etmek istiyorlardL Tehlike pek bayük olup, hemen bir umar gt•rektiriyordu. O!isaat Deli A vo 'yu dul bir kadın olan Sara 'ya gönderip, dokuz on yaşında dt• avuca sıgmaz cingöz bir çocuk olan oğlu Garo 'yu getirttinı. Ve çocuğa, bizim evin bahçesinde yapılacak çocuk balosuna ertesi gün arkadaşlarını çağırmasını söyledim. Çağın büyük bir coşkunluk doğurdu, ve pazartesi günü 10-12 çocuk bahçeyi doldurdu. Birkaç çocuk oyunu oynandL Sonra çocuklan dolayıma toplayıp, ken­ dilerine karşı ne korkunç bir ihanet hazırlandığını ve buna karşı ne gibi belli bir tutum almak gerektiğini anlawm. Sahip olduklan hakları bir bir gösterdim. Ne gibi durumlarda dersleri boykot etmeye haklan olduğunu, öğretmeniere karşı ne zaman ayaklanmalan gerektiğini, öğretmenleri ne zaman cezalandırmak ve ne cezalar vermek gerektiğini söyledim. ­ Sözlerimlerim öyle derin bir izienim bıraktı ki, çocuklar dersleri boykota hemen hazır olduklannı bildirdiler. Birkaç gün sonra yeniden toplantı yapıldı ve bu kez programı ve çalışma biçimiyle birlikte, Zablvar Öğrenci Birliği 'ni kurduk. Garo başkan seçildi. Aynca işleri uygulama ve redaktör heyetleri bir de vurucu kıncı grup var. Gördüğünüz gibi, daha okul açılmadan bizim Öğrenci Birliği 'miz var ki, sımsıkı örgütlenmiş olup kavgaya hazır durumdadır. Şimdi içimiz rahat beklemek­ teyiz. Zablvar okulunun öğretmeni ne zaman isterse gelebilir. Kendisine öyle görkemli bir kabul hazırlanmakta ki, sanırım sonsuzluğa dek unutmayacaktır. Deli A vo, çocuklar kritik anda silahsız kalmasınlar diye, değnekleri daha şimdiden hazırlamış bulunmaktadır. Elde ettiğimiz bilgilere göre, Arapgir Birleşik Derneği 'nin temsilcisiyleyapılan görüşmeler başarıyla sonuçlanmış olup, şimdi öğretmenin gelmesi beklenmekte­ dir. Kimdir bu efendi veya ne gibi düşüncelere hizmet etmektedir? Bunu hiç bilmiyorum. Herhalde kudurgan bir savaş vermek gerek ona karşL Bu, besbelli koşuldur. Sım '/ann Vartan 'la Deli A vo, Zablvar'daki kadınlar arasında, birleşik der­ nek'in Zablvar'da açacağı okula karşı güçlü bir propagandaya girişmiş olup, bu yüzden çocuklannın allahsız olacaklannı, Aziz Lusavoriç 'i inkar edeceklerini falan söylüyorlar. Bu propaganda büyük bir üzüntü doğurmaktadır; o kadar ki, papaz Sahak bana gelip, bu gibi sözlerle akıllan bulandımıamaları, köyde üzün­ tüye neden olmamalan için yoldaş/ara öğüt vemıemi di/edi. Panimizin dinsel sonın/ardaki dünya göıüşünü ve bizi softa olarak göster­ menin ne büyük bir çelişki olacağını gözüne sokmak için, ezici bir kanıt olarak partimizin programını ve <<platfomı»unu okudum kendisine. - Ama böyle sözler yayıyorlar diye üste/edi papaz Sahak. O zaman partimin çalışma yöntemini, bizlerin panili olarak özgür düşüneeli ve dinsiz olmamız gerektiğini, ama kişi olarak dindarlıkta, hatta softalıkta özgür olduğumuzu, öyle ki Sım '/ann Vartan 'la Deli Avo 'nun bu halde partili olarak değil, salt birey olarak eylemde bulunduk/arını, ve parti/ilerimizin kişisel kanı/an334


na baskı yapmaya hi�· hakkımız olmadı�nı anlattım. Papaz Sahak hiç ses çıkarmııdan çıktı gitti. Gerçiyaptığım açıklamalan iyice hazmedememiş olduğu belliydi. Köle düşüşla/er için herhangi bir daşanceyi anla­ mak ne güç şey! Son para isıeğim yanıtsiZ kaldı; rica ederim buna dikkat edin, bu benim için yaşamsal bir sorun. Zablvar, 10 KLısım, 1908 Sevgili yoldaş/ar, Mektubunuzu ve verdiğiniz yönergeleri aldım. Benim danya görüşüm de sizinkine tam uygun. Biryandan Emıeni burjuvazisine ve sınıfdaşı ruhanilite karşı, kapitalizme, kurulu eski düzenine, çürümüş yaşam düzenine, ailesel zincir/ere, dinsel zorbalıklara karşı kudurgan bir savaş yüriıtmeli; öte yandan, komşu bölge­ lerde yaşayan uluslara: Kan/ere, Yezitlere, Kızılbaşiara ve Laz/ara kardeşçe sevgi ve birlik elini uzatmaiL Mektubunuzu alır almaz Komraş köyüne gidip, orada bir hafta kadar kala­ rak Kaniere sevgi ve kardeşlik vaz ettim. Onlara, panimizin kendilerine karşı hiçbir zaman düşmanca köta niyetleri olmadığını, tam tersine, kendileriyle banşçı işbirliği anlaşması kurup savaşı birlikte yaratmek istediğini söyledim. Komraş 'ta bir de ilk Kürt kulübanü kurup, adını «Komraş toplumsal devrimci Karl Marks kulüba» koydum. Şimdilik kulüp, uygun bir merkez bulununcaya dek, toplantılannı bir ahırda yapıyor. Kulüban başkanı, bundan önceki mektuplanm­ da sözana ettiğim Keleş Mırgo 'dur. Sekreteri de, meşrutiyet dolayısıyla yapılan genel aftan yararlanarak, işlediği bir sıra cinayetleryüzünden atıldığı cezaevinden çıkan ünlü yiğit Haso 'dur. Haso, kahraman karakterli iyi bir hamur olup, kesin anlarda bayük yaran dokunabilir. «Karl Marks kulüba» genellikle Emıeni ve Kan toplumlannda kunancı bir rol oynamak için kurulmuştur. Zablvar 'da kooperatifbir demek kumıa çabalanm sonuçsuz kaldL O aptal köylüler akıllannıfikirlerini okula vermişler. Bunun için şimdi kilisenin bitişiğinde özel bir yapı kumıaya çalışıyorlar. Hele yapsınlar da, görelim sonra kime hizmet eder o yapL Herhalde unutmuş olmama/ısınız: Bizim çağın bildirimizi cadı Maro 'nun keçisinin yınıp yemiş olduğunu yazmıştım. Hayvan geçenlerde öldü ve şimdi Maro beni suçluyor keçisini ağılamışım, diye. Çünkü «gerici/er» kendisine, bildirlde herhalde bayülü şeyler yazmış olduğumu söylemiş/er. Bu tatsız olay, tara[ımızca çıkanlan yazı/ann prestıjine çok kötü bir etkide bulundu. Öyle ki, iki gün önceyazıp dağıttığım okul sorunu üstüne bildiriyi, ağılanmak korkusuyla, kimse eline almak istemedi. Kara güçlerin bize karşı «birlik» kumıuş olduklan böyle bir ortamda temelli adımlar atmak çok güç. Bununla birlikte, okul sorunuyla ilgili şiddetli savaşımız pek de meyvesiz kaldı denemez. Papaz Sahak bana gelip, Res Serko tarafindan beni onun evine çağırdı anlaşmaya varmak üzere. Çünkü Zablvar 'ın burjuva sınıfı «kışkınma»lan karşısında bizim geri çekilmemeye kararlı olduğu­ muzu iyice duyuyorlardL Papaza, partinin temsilcisi olan benim görüşmek için pis bir burju vanın ayağına gidemeyeceğimi, eter Res Serko 'nun çözalecek bir sorunu varsa bizini merkeze gelebilir olduğunu bildirdim. Papaz Sahak gitti ve enesi gün bana, Rı•s

335


,\'ako 'mm �o:ı·lmı·k i.l·tmıı·diKini, çünkü Sını 'lımn Vartan 'la ve Avo 'yla karşılaşma­ ya mu olmadıKını .1·1Jyledi. Görnyor musunuz o küstah kapitalistin nıh karalığını? Pııpaz Stıhak �o:örnşmelerin, o pis yaratığın da geleceği kendi evinde yapılma­ .l'ını ı�nadi. - Partim, Ortaçağ nıhaniliği karşısında eğilmez, oldu yanıtım. Görnşmeler birkaç gan sürdü ve sonunda bu görnşmelerin tarafsiZ bir yerde, Konıraş köyünün Kıırl Marks kulübünde yapılmasına karar verildi. Dan bu hukuksal toplantı, sözü geçen kulüpte yapıldL Res Serko çok bar/lçı bir tutum alıp, hatta yeni okulun müdür öğretmeni ben olmamı önerdi. Bu, pis bir burjuva kurnazlığıydı beni avlamak için. Kesinlikle reddedip, bizim şu zonınla isteklerimizi sundum.Okulun kunılma yeri olarak seçilen kiliseye bitişik yapıyı yıktınp, Ortaçağ etkisinden uzak tarafsiZ bir toprakta yeni bir yapı kurmak Öğretmen seçme işini benim kurduğum Öğrenci Birliği 'ne bırakmak Kız/ı erkekli derslikler düzenini kabul etmek Sosyalizm öğretimini zonınlu kılmak Din dersini kaldırmak Öğrenci Birliği 'ni resmen tanıyıp onamak Görüyorsunuz ya, ne kadar yumuşaktı tarafımaca ileri sürülen istekler, ama Res Serko ve papaz Sahak reddettiler uzlaşmayL Önümüzde çatlak sonsuz olarak açılmış bulunuyor. Kesin olaylar beklemekteyim. Karl Marks kulübü, sekreteri aracılığıyla, savunduğumuz davaya sempatisini belirtti. Bu, çok yüreklendirici bir olay. Rica ederim para gönderin. Zab/var, 6 Aralık, 1908 Sevgili yoldaş/ar, Yaşasın devrim! Yaşasın özgürlük! Kestirdiğim gibi, en sonunda kritik an ulaştı ve devrim Zablvar 'da bayrağını gerdi. İki gündür kuşatılmış dunımda olup, köy aha/isiyle bütün ilişkileri kesmiş bulunuyonız. Tarihi olaylar yer almış olup, bunlan, partimin ne kadar etrafı koliayarak davrandığını göstermek için, ve de kesin anlarda kara güçlerin oyna­ dık/an soysuz ve kötü rolü ipuçlarıyla kanıtlamak için, burada ayrıntılanyla anlatmaya değer. Bir hafta önce, çamurla sıva/ı büyücek bir salondan ve bir öğretmen kulübe­ sinden oluşan, Alman pedagoji mimarisinin gereksinimlerinden tamamen yoksun, kiliseye bitişik okulun kurnlması sona ermişti. Gerçi sonın, yapının Alman peda­ goji mimarisi gereksinimlerinden yoksun/uğundan değil. Okulun yapı işleri sona erdiğini ve Arapgir 'den öğretmenin yola çıktığını işitir işitmez, hemen Zablvar 'ın faal devrimci saflarını, yani Sım 'ların Vartan 'ı, Deli Avo 'yu ve Öğrenci Birliği 'nin başkanı Garo 'yu, dunım üstüne ve tutacağıma yolla ilf:,Tili danışmalarda bulunmak üzere yanıma çağırdım. Deli Avo, köklü bir umar olarak, yapıyı hemen ateşe vermeyi önerdi. Ama ben bu yolu <<taktiğe uygun» bulmayıp, bizlerin buz gibi soğukkanlı olup, düşman-

336


larımu gibi aşırı eylem/at• btışvurmt�mtlmu gerektij!ini anlt�ttım. Ama A vo bt'Jylt• bir şeyi, partimizin resmi karışması olmmJan, salt kişisel sorumlulu�oJu altınt/tl yapmak istiyorsa, o başka. O zaman ben onunla, birey olarak aynı düşancede o/abilirdim. Ne var ki, her sorunda kendi özgür göroşa olan partim, yoldaş/ann kişisel eylemleri astane hiçbir biçimde zorbalık yünltemez. Uzun tartışmalardan sonra öğretmenin Zab/var'a varacağı gün bir gösteri dazenlenmesine karar verildi parti tarafından. Ve bu gösteri belli bir sonuç verme­ yecek olursa öğretmeni dövecektik, ama parti adına deği� kiji olarak. Çankil partimiz böyle zorbalık yollarını hiçbir zaman kabul etmeyip, a/külerinin utkusu için sözden ve kalemden başka silah tanımaz. Pis burjuvazinin ve kara papaz takımının karanlıkta dazenledikleri ihanete kurban gitmemek için, Komraş köyanan Karl Marks kulaba sekreteri Haso yu yanımıza çağımıayı uygun buldum. Zaten Haso okul sorunu astane kendi belli ve bilinçli gönlşana daha önce açıklamıştL Sonunda, iki gün önce öğretmenin öğleye doğru Zablvar'a geleceğini haber aldık. Res Serko, papaz Sahak, Serko 'nun iki oğlu, Sıho can, Pır'lann Haro ve Go/oş '/ann Seto, köyün baran bayük ağalar partisi, uydularıyla, haram yeyicile­ riyle, tabak yalayanlarıyla birlikte çoktan gitmişlerdi burjuvazinin resmi temsilci­ sini karşılamaya; sanki gelen devrimci, bayak işler gören bir toplum adamı veya özverili bir kahramanmış gibi. Biz hemen kilisenin yakınlannda uygun mevziler tutmak için toplandık.. Derken, grup görünaverdi. Öğretmen ve kendisine eşlik edenler kilisenin yanında durup da atianndan inince, gösteri patlak verdi. - <<Kahrolsun gerici/er, kahrolsun hainler, kahrolsun sahte okulseverler, kahrolsun iki yazla öğretmenler, yaşasın devrim, yaşasın proleteryanın bilinçliliği, yaşasın Zablvar'ın aydın gençliği!>> haykırışiarı havayı gümbardetiyordu. Kara güçlerin şaşkınlığını ve korkusunu görmeliydi. Papaz Sahak hemen yanıma koşup, yalvardı gösteriye son verelim diye. - Zablvar'da devrim patlak verdi, diyeyanıt/adım, ve selin önane geçilemez! O anda keskin bir çığlık işitildi. Deli A vo, kendi kişisel sorumluluğıı altında tabii, öğretmenin başına bir taş ftrlatıp, alnını yaralamıştL Kan akıyordu ve panik genel bir nitelik almıştL Res Serko, Sıho can, Pır 'lann Haro ve Goloş 'lann Seto yabanice saldırdılar zavallı gencin astüne, o da şaşkınlık içinde bize sığındL Elinde kalın bir sopayla biraz ötede mevzi almış olan Kulaban Kart sekrete· rine: - Yetiş Haso! diye bağırdım. İşte o zaman kavga ağır bir nitelik aldı ve ben, A vo, Garo, Sım '/ann Vanan ve Haso, kalabalığı yararak gücan becerebi/dik okul yapısına sığınıp kapıyı arka· sından sımsıkı kapamayı. Kavga sırasında birkaç gerici başı yaralandı, bizim taraftan kimse zarar görmedi. Daha önce hazırlamış olduğumuz al bayrağı hemen okulun danıma gerdik: Bunun pek sarsıcı bir izlenimi oldu bat an köyde. Şimdi iki gündar, sapsağlam berkitilmiş olarak, okulda kalmaktayız. işitti· ğimize göre, kara güçler haince hakarnete başvurmuşlar batün halkın malı olan

337


olwltlwı

lıui mrla ılışan tlllırmak i�·in. Bakalım bunun altından ne çıkar? Varsın öyle olsun, göstersinler asıl renkleri­ ni. Hiı yı lı n d(•j!i/iz. Şimdilik ivedi para gönderin. SılrıJ.:ıl fllllitiktıJıdır baş �:österen.

Zablvar, 1 4 Aralık, 1908 S(•vgili yoldaş/ar, Çevrili durumumuz devam etmekte olup, askeri gereksinimler uyannca pe­ kiştimıiş olduğumuz okul yapısında sekiz giindar kapalı bulunmaktayız. Okul Birli1,li 'nin başkanı Garo 'nun annesi Sara, gelip sajlanmıza katıldL Aklı başında yaşlı bir kadın; ne var ki, sağır olduğundan kendisiyle işaretler/e konuşmak gerek.Jxor. Sara 'nın varlığından yararlanarak, hemen, «Zablvar bilinçli kadınlan ikri( ;ı) ku/aba>>na ve yardımcı bir kuruluş olarak «Zab/var Ermeni kadınlan Fedai grupw•nu kurmaya giriştim. Bu sonuncusunun kurulması kaçınılmaz ol­ muştu, çanka birkaç giindar karnım sardağanden, özverili bir kadının bakırnma gerek duyuyordum. Çevrili durumda olduğumuz halde, sekiz giindar boş durmadık İlk ağızda, partimin Zablvar bölama tarafindan, «ileri» kulaba aralığıyla, bizim Tark Erme­ ni/eri, Rus Ermeni/eri, İran Ermenileri ve Amerika Ermenileri Komite/erine, alt komitelerine ve yoldaş/ara seslenen resmi bir bildiri dağıttım. Bu bildiride son önemli olaylan aynntılarıyla açıklayarak, partimin ne denli aklı başında, ödan/er vererek, iyi niyetle davrandığını kanıtlarla gösterdim ve olayiann baran sorumlu­ luğunu kara giiçlerin ihanetlerine yakledim. Size bir örneğini gönderdiğim bu yazı, göreceğiniz gibi, sağduyulu bir terne/e dayanmakla olup, mantıkça sağlam ve belli bir göraşa içermektedir. Sonra, aydın gençlik tarafindan, Zablvar 'ın işçi sınıfina seslenen bir bildiri ortaya çıktı. Bu, ganan koşullannda her bilinçli işçi için kutsal bir ödev olan, parlak bir genel grev çağırısıydL Ama ne yazık ki nalbant Mgo, bireyin çıkannı kamu yaranna kurban etme gibi zorunlu ilkeyi aniayacakyaksekliğe erişememiştir daha. Toprak işçilerince imza/anmış olan açanca bildiri, yoksul proleteryanın toprak kapitalizmine karşı yakınışını bir kez daha giir/etiyordu. Ondan sonra, Zablvar 'da barikatta dövaşenfikirdaşlanna kardeş elini uza­ tan, Kart Komraş köya Karl Marks kulabanan sarsıcı bir manifesto 'su ortaya çıktL Sıcak bir solukla yazılı bu bildiri, genellikle batan yoldaş/ara yareklendinci bir etkide bulundu. Beşincisi, Zablvar'daki bilinçli kadınların «ileri» kulabanan ilk bildirisi olup, Zablvar'daki baran kadınlan bizim dolayımızda, okulun tepesinde yakse/en al bayrağın altında toplanmaya çağınyordu. En sonunda, Zablvar Ermeni kadınlan «Fedai» grupunun bildirisi göranda. Batan Ermeni kadınianna otlar toplayıp pişirmeyi salık veren yareklerparalayıcı bir çağınydı bu. Aslında bu, daha önce söylediğim gibi karnı sarmekte olan partimin Zablvar temsilcisine bir sempati gösterisiydi. Bu ince kaygı beni, hemen bir miting dazenleyip, partim adına, Ermef!i kadınlan «Fedai» grupuna teşekkar etmeye zor/adL Deli A vo söylevimi, pek heyecanlı gön1nen Sara yo/daşa el işaret-

338


leriyle an/alfL Öte yandan, Res Serko ve papaz Sahak 'la görüşmeler başlamış bulunuyor. Res Serko üç gün önce geldi, okuldan çıkmamızı, banşmamızı ve ktJyün rahata kavuşmasını istedi. Hatta şimdilik okulun kapalı kalmasını, öğretmenin geri gönderilmesini ve okul müdürlüğünü kayıtsız koşulsuz bana vermeyi önerdi. Bu banşçı öneriler elbette ki kabul edilemez - biz ideolojik savaş, devrimci eylemler istiyorduk, devinimsizlik ve ölmüşlük değil. - Bizler hepimiz de Ermeniyiz, kardeşiz, niye birbirimizle sevgi içinde yaşa­ mayalım ? Niçin kavga edelim ? diye tutturmuş duruyordu o pis burjuva. Yaşamın asıl koşulu kavga olduğunu, sosyalizmin utkusu için sınıfsavaşının zorunlu olduğunu ve kan dökülmeden hiçbir şey elde edilemeyeceğini bir türlü anlayamıyordu herif. Kendisine uzun uzadıya, burjuvazinin temsilcisi olarak bizim en azı/ı düşma­ nımız olması gerekıiğini, bu sı[atla da en iğrenç yollara başvurmak zorunda olduğunu, polis yardımıyla bizi okuldan zorla dışan çıkarmanın kendisi için kaçınılmaz bir borç sayıldığını falan anlattım. Ne derse beğenirsiniz? Köyün muhtan olarak hiçbir zaman polis çağrılması­ na izin veremezmiş ve de iç kavgalar için hükUmete başvurma/aansa ölümü yeğlermiş. Görüyor musunuz? O iğrenç yaratık, sınıfının gerektirdiği kara ruha sahip olmak yeteneğinden bile yoksun. Aramızda azı/ı bir savaş yürütülmesi gerekti�ni, kendilerinin bize karşı kovuculuk, ihanet, kara çalma gibi bütün kirli silahlan kullanmalan zorunluğunu, gerekirse zorbalık önlemlerine başvurmalannı, bunsuz iğrenç burjuva sınıfı olamayacağını, ve ona karşı devrimci soylu savaşı yürütmek için bu sınıfın var oluşunun kaçınılmazlığını boşuna yineleyip durdum. - Bizler kardeşiz, Hıristiyan Ermenileriz, birbirimizi sevmeli, birlik içinde yaşamalıyız deyip duruyordu aptal yaratık. Ben, her olasılığa karşı, savaş tutumunda sapsağlam kalmıştım. Kavga çıkarmak için harcadığım o kadar çabalardan sonra, inatçı bir köylünün banşçı duygu/anna kurban edemezdim bizim üç aylık çaba/anmızı ve eylemlerimizi Bu, saflanmıza çok kötü bir etkide bulunurdu. Yann papaz Sahakyeni görüşmelerde bulunmak üzereyanıma gelecek. Kesin adım, o kafasız Res Serko en sonunda hükUmete başvurup polisin işe kanşmasını sağlayınca atılacak ki, bu, savaşımızın son utkuya erişmesi için zorunludur. «Posta» geldi, mekıuplar, gazeteler, yönerge/er geldi, ama para yok. Rica ederim, dikkat edin bu yaşamsal soruna. Zablvar, 24Aralık, 1 90H Sevgili yoldaş/ar, En sonunda devrimci eylemler, Zab/var 'da keskin bir nitelik kazandL Prolt�­ ter sınıfını burjuvazinin, ruhani sınıfın, tanmsal soyluluğun ta/ancı e/emanlanyla bağlayan o hileli, aldatıcı bağlar kopup paramparça oldu. Köylü «yığın»lannda bilinç uyandı, öyle akımlar yaratılıp birbirleriyle uz/aşamaz öyle düşman eleman­ lar oluştu ki, bunlann kıyasıya ve kudurmuşça kavgasından iyi bir şey doğacağına hiç kuşku yoktur. Ama olaylan kronolojik sırasıyla anlatmak gerek.

339


Rt·.� .\'t•rlw 'nun b11şarısu bar�·çı girişiminin t•rtesi günü, paptu Sahak bize gf'lip, .nnıjiJaşı o pi.\· burjuvanın söylediklerini hemen hemen sözü sözüne yineledi. Zahlvar 'daki .wylu ideolojik devrim savaşının sona ermesi için bizi her bakımdan tatmin t•tmrye htuırmışlar. Buna «düşünü/meden girişilen bir kargaşalık» diyordu. Orta�·ag cizı•itliğinin o kara ruh/u temsilcisi. Kendisine, devrimin ruhanilik tarafından verilen öğıltleri kabul edemez oldu ­ ğunu, .wvaşın başlamış bulunduğunu ve ilerlemesini durdurmanın olanaksızlığını anlatmak gerekıi. - Peki ama sizin amacınız ne ? diye zorlattı o karanlık kafalı papaz. Sanki soylu bir devrimci savaş yaratmek için insanın bir amacı olması zorunluymuş ve de içten ve özverili bir devrimci için savaş zaten bir amaç değilmiş gibi... Attık/an her adımın bir kazanç amacı beslediği o bulanık kafalı, yozlaşmış yaratıklar için, bir insanın, ucunda yarar olmayan bir işe girişmesi anlaşılmaz bir şeydir elbet. Papaz Sahak gibi gerici beyinferin «savaş için savaş» gibi felsefi bir ilkeyi anlayamayacaklanna kuşkum olmadığından, yanıt vermemeyi yeğledim. Ama orada hazır bulunan ve devrimci öğrenimi giderek yabancı bir gelişmeye ulaşan Deli Avo, papaz Sahak 'ın o «/aşkınıma»sına dayanamayarak, adamın kalpağını başından çekip pencereden dışan [ır/attı, ve: - İşte bizim amacımız! dedi. Gördüğılnüz gibi, Deli A vo 'nun bu eylemi ve kısa sözü, bizim bütün devrimci eylemlerimizin «psikoloji»sini içermektedir. Bilgisiz papaz elbette ki anlamadı böylece kendisine verilen yanıtın ruhbilim ­ sel yüksekliğini, hatta yakınmaya bile yeltendi. Hemen kendisine «kışkırtma»nın kendisi tarafından yapıldığını, ilk saldıra­ nın kendisi olduğunu ve A vo yoldaşın yaptığının yasal özsavunmadan başka bir şey olmadığını kanıtlarla gösterdim. Papaz, gitmek için ayağa kalkıL Tam o sırada, birgün önce kararlaştırdığımız gibi, Sım '/ann Vartan, Haso ve Deli A vo papaz Sahak 'ın üstüne çullanıp, ellerini ayaklarını bağlayarak devinemez hale getirdiler. O apansız saldından ödü kopan papaz, bayılıverdi Zablvar Emıeni kadınları Fedai grupunun başkanı Sara yoldaş hemen papazın yanına koşup gereken kaygıyı gösterdi. Az sonra papaz Sahak ayıldı ve yatıştı. Kendisine yaşamı için hiçbir çekince olmadığını, olayın, belli bir amaca yönelik salt devrimci bir taktik olduğunu ve savaş sona erinceye dek kendisinin bizde tutuklu kalacağını anlattım. Birkaç saat sonra köylüler, papazlarının dışarı çıkmadığını, öte yandan kalpağının sokağa atılmış olduğunu görlince, okulun önünde toplanıp «papaz efendi, papaz efendi» diye çağırmaya başladılar. O zaman tahta kepenklerden birini açtırdım ve delikanlılar papazı, başı açık, kolları bağlı olarak pencerenin önüne getirdiler. - İşte ihanetinize karşı devrimin yanıtı, diye bağırdım aşağıda toplanan halka. Daha çeyrek saat geçmeden bütün Zablvarlılar toplanmışlardı bizim yapının dolayında. Res Serko iki oğluyla birlikte oradaydı; Sılıo can, Pır 'ların Haro,

340


Go/oş '/ann Seto, nalbant M�:o. kmlınlar, �:elin/er, kızlar ve çocuklar ht•p oraday­ dı/ar. A*layarak bagrtşıyor, papt1Ziannı istiyor/ardL Garü/ta giderek artıyordu. Derken, pencerenin tJnande birden, Komraş ktJya Kıırl Marks Kulaba 'nan sekreteri Haso gtJrilnda ve aç el silah boşalttı havaya. Baıan o bilinçsiz burjuva kalabalıgı korku içinde çi/yavrulan gibi dagıldı ve sokak tenhalaşı verdi. O ganan baıan olaylan genellikle baıan Zab/var'da sarsıcı bir izienim bıraklL Enesi gıln gtJrilşmeler yeniden başladı. Ama bu kez gelen delege/er, eşigirniz­ den içeri girmek yarekliligini gtJsteremiyor, dışarda durmuş konuşuyorlardL Elbet­ te ki biz kılranmuda sağiamca durup, ancak gaç kullanılması karşısında tJdan vereceğimizi bildirdik Bu durum baıan bir hafta sarda. En sonunda Res Serko, Sıho can ve Pır'lann Haro, bizim öyle banşçı, aldatıcı tidanlere hiçbir zaman aldınş etmeyecegimizi gtJrerek, aç gan tJnce, aralannda uzun uzadıya gtJrilşıakten sonra, haldlmete başvurmayı kararlaştınrlar. Bu, bizim yorulmadan yılriltıağamaz inatçı savaşın muzaffer sonucuydu. Haber aldıgımıza gtJre bu akşam, iki jandamıayla bir yazbaşı gelecekmiJ. Yarınki gan kesin bir gan olacak. YlU.ık ki bu kritik anlarda para isteklerimizi daha tatmin etmediniz. Bilmem nasıl açıklamalı sizin bu danya gtJrilşanaza. Zab/var, 4 Ocak, 1909 Sevgili yoldaş/ar, Durum ktiıa/eşti, pek ktJıa/eşti ve bilmem bunun sonu nereye varabilir? 6nceki mektubumda da bildirdigim gibi, Zablvar burjuva sınıfının o iğrenç tem­ silcileri Res Serko, Sıho can ve Pır'lann Haro, bizim soylu ideolojik savaşımıza kendi bilinen silahlarıyla, yani gammazlık ve ihanet/e yanıt verdiler. üzaca bir olay! Iki polis ve yazbaşı Zab/var'a vannca, Res SerkQ ve «hafiye» arkadaşları, bizim haftalardır sımsıkı mevzi aldıgımız yapıyı gtJsterdiler. Bu, o alçak yaratıklar tarafindan yapılan ikinci gammazlıkiL Biz elbette direnç gtJstermedik Tark kardeş/erimize. Kendilerini sevgiyle kar­ şılayarak okuldan dışan çıkıp evierimize dtJndak. Gelgelelim, hiç hoşa gitmeyen bir olay yer aidı ki, bunu tJngtJrmemiştik. Yazbaşı ve polisler, Komraş ktJyıl Kıırl Marks Kulaba sekreteri Haso yoldaşı eski bir adam tJ/daren olarak, yakalayıp gtJıardaler. O'nun bizlerle birlikte ideolojik savaş yılriltmekle olduğunu, Komraş ktiyana temsil eden bir delege niteliği taşidıgını, onun için de kişi olarak kutsal sayılması gerekliğini yazbaşeya boşuna anlatıp durdum. Yazbaşı: - O Kürt, siz Ermenisiniz, ne diye sizin işlerinize kanşıyor, okul nerede... Haso nerede? O, bildiğin hırsız, diyordu. Kendisine şöyle yanıt verdim: «Ekspropriasyon» (2S) asıane Haso yoidaşın nasıl bir gtJrilşe sahip olduğunu bilmiyorum, ama kendisinin Karı olarak Erme­ ni/erin iJierine kanşmaya hakkı olmaması, kakabul edilemez bir daşancedir. Yazbaşıya, ırk ayınm/annın yapmacık M/anmeleri asıane Vasili Go/ubev 'in gtJ­ rı1jı1na anlatarak, insan toplumunun değişik uluslara değil, belli sınıflara aynldı­ ğını gtJsterdim, ve bu gtirilşle Haso yoldaşın, proleterya olarak, Deli Avo 'yla ve 341


Sım

'larm Varttm 'ltı birlqtiKini ln·lirttim.

/lıltıl11 bu k.tınıtlı tanıtlamalanm yarar vermedi ve Haso Arapgir'e götürüldü. Şimtli ormla n•uu·vinde bulunmakta. Yıllba�·ıyla iki po/i.\' tutukluyu alıp Zablvar 'dan uzaklaşır uzaklaşmaz, hemen .wr.nn bir lıildiri da1,'fıttırdım köyde. işte belli bir tarihi önemi olan bu bildirinin i�·rriKi: «Bilin�·li halk! «işte tanulın dostlarını ve düşmanlannı; işte soylu bir ideolojik toprağa yall'ştirilmiş kavgamıza düşmanlannın nasıl bir kötü/ak/e yanıt verdiklerini gör­ dün. Senin yenilm ez istencin boyun eğmeyince o iğrenç sınıfın kirli ayaklan altında, kendi bilinen ve sevdikleri yöntemlere, yani gammazlığa ve ihanete ba!Xurmakıan geri durmadı/ar. Evet, o Harnit töreli Ermeni yeyici karanlık ruhlar< ) hak:Umet kapısına, polis giicüne başvurdular haince. Onlar bu iğrenç eylemle kendi ö/am mühürlerinin altını imzalamış oldular. Danka giinden heri anık Zablvar'ın gam­ mazcı ve hain burjuva sınıfı ölmüştür; kara gaçlerin temsilcisi ruhanilik de ölmüştür; çifıçi kapitalizmin soyguncu sınıfı da, köy soylu/uğu kastah elemanı da ölmüştür. Ve o leşleryığını üstünde, Zablvar 'ın bilinçliproleteryasıyükselmektedir. <<Ama, ey bilinçli halk! O ölülerin kendi canice ihanetlerinde cezasız kalma­ lanna izin verecek misin?.Onlan yeniden diriitmeyecek misin kendi elin/e cezala­ rını vermek için ? <<Biz, o iğrenç ve hain düşmanlanmız gibi «kışkırtma»lara başvurmayız, biz o kötülergibi, Zablvar 'ın o bilgisiz ve bilinçsiz «yığın»lannı kardeşi kardeşe öldürten kavga/ara sürüklemeyiz; ama bilinçli saflarımıza deriz ki: Zablvar'da ihanet ve gammazlık yapıldı, hainler ve gammazlar güpe gündüz, göz göre göre özgürce dolaşıyor/ar, bilinçli halk tanır on/an, biz herhangi öğat veya fikir vermeyiz, ama halk, bilinçli ve düşünen bir güç olarak, ödevini anlar ve onu yerine getirir. Halk, korkunç despotluk zamanlannda bile gammaz hain/erin cezası ne olacağını bildi ve ona göre cezalandırdı on/an. Şimdi halkın bilinci daha da uyanmışken hiç yılabilir mi? Kötülük ve alçaklık olur bu. «Halkın bilince ermişliğine çok saygımız vardır bizim; öyle ki, ödevi üstüne ona şu veya bu biçimde öğat vemıeyi bağışlamayız. Biz yalnızca: «Knhrolsun kötü/er, kahrolsun gammazlar, kahrolsun hainler, yaşasın Zabl­ var'ın bilinçli gençliği! diye bağımıakla yetiniriz». Bu bildiri dağıtı/dıktan birkaç gün sonra, Deli A vo harmanlıkta Res Serko ya rast/ayıp, saldırıro kötü herife ve kürekle iyice döver. Aynı akşam Sım '/ann Vartan da Sıho Can 'a şahane bir dayak çeker. işte o kötü ve alçak yaratık/ann karanlık eylemlerinin verdiği beklenmedik sonuç. Şimdi Zablvar'da durum gergin. Komraş 'tan da kötü haberler gelmekte. Haso 'nun cezaevine atılması, bütün köyü Zablvar'a karşı kışkırtmış. Yaptığım alçak gönüllü işler için bol keseden övgüleriniz için teşekkür. Ne olurdu, bu övgüler yerine biraz para gönderseydiniz. Bu soyut yüreklendirmeler fiziksel gereksinimler için yeterli de1,'il; bu bir teknik gerçektir. Zablvar, 3 Şubat, 1 909 Sevgili yoldaş/ar, «Gericilik» yeniden baş kaldırdı Zablvar'da. Geçen mektubumda anlatmış 342


olduğum gibi, bd/i Jwinlı'r o/tm Rt•.1· ,\'ak. o 'yl11 Sı/w Can '11 bi.ı.im attığımu .wylu ideolojik dayağa karşı, kara KIJ\·Ia, A vo yoldaşla Vartan yoldaştı Jıainc·t• Jlllılır­ makla yanıt verdiler. Harnit töreli o in.ran biçimindeki ejdcrler, kilisenin avlusun­ da, kavgayı ikiyaziüce güya 6nlemeye girişen papaz Sahak 'ın yanında, yt�ban hayvanı kudurganlığıyla, yoldaşlanmızı tokatlamaya yeltendi/er. Elbette bu yabani ihanet, genellikle tam bilinçli sajlanmızda derin bir sarsıntı doğurdu. Halkınyansız ve aydın düşüneeli 6ğesi bile bu alçakça davranışı protesto etti Örneğin, soylu ve oldukça bilgili bir kişi olan Goloş '/ann Seto, olay akşamı bana gelip, olan işten acı duyduğunu söyledi ve bu k6tü ihanetin kışkımcısı ve 6rgütleyicisi olarak Res Serko 'yu suç/adı; gerçi olay yer aldığı zaman o iğrenç burjuva birkaç gündür Zablvar'da değildi. Elbette Go/oş '/ann Seto 'nun geri düşünceleri olduğunu, Res Serko 'ya gizlice düşman lığını, k6yde onun yerini almak istediğini ve bizim yardımımıza başvurarak amacına ulaşmayı umduğunu hemen anladım. Bütün bunları biliyordum ama, yine de reddedemezdim içten duygularını; hele şunun için ki, Seto aracılığıyla şimdiye dek bize karşı soğuk davranan işçi sınıfını da avucumuza alabilirdik, çünkü nalbant Mgo, Goloş 'lann Seto 'nun güveyisiydi. Öyle ki, eylemlerimize g6sterdiği içten sempatiyi, işçi sınıfının ve 6zellikle partinin çıkarlarını g6z6nünde bulundurarak pek sıcak davrandım Seto 'ya karşı. Şimdilik birlikte, parti dışı tarafsız bir yerde, amacı Res Serko 'ya ve kliğine karşı her ne pahasına olursa olsun savaşmak olan bir birlik kurduk. Bu, g6ze batar bir utkudur bizim için. Denebilir ki, bugün Zablvar, iki eşit güçlü belli düşman ordu/ara ayrılmıştır. Bir yanda, kendi belli sınıfsal b6lünümleriyle, kendilerine 6zgü istekleri, dünya g6rüşleri ve planlanyla bilinçli elemanlar; 6bür yanda, bilinçsiz yığınlar, soyguncu elemanlar, kara güçler, bütün gerici/er. Ve düşünün ki, daha altı ay 6nce Zablvar 'da, ne burjuvazi vardı, ne tarımsal kapitalizm, ne toprak emekçiliği, ne işçi sınıfı, ne proleterya, ne bilinçli aydınlar, ne gericilik, ne nıhani kara güçler, ne de bir şey. Ve o bilgisiz, aptal köylt1ler, birbirlerini ayıran ve aşılamaz hendek/erin, birbirine karşı olan çıkarların ve her ne pahasına olursa olsun kaçınılmaz savaşını zonınluluğunun ayrımında olma­ dan, günahkar bir rahatlık içinde bir arada yaşıyor/ardı. Hayır, Pançuni Zablvar'da zamanını boş geçirdi denemez. Yazık ki, burada dunım giderek iyileşirken, Komraş köyündeki Kürt kardeş­ lerimizden üzücü haberler gelmekte. Bildiğiniz gibi, yakalanıp Arapgir'e g6türülmüş olan Kari Marks Kulübü sekreteri orada yargılanmış, ve eski mahkUm olarak iki yıl ağır ceza verilmiştir. Okuldan silah atması çok ağırlaştımuş suçunu. Yargı giydiği haberi Komraş k6yüne ulaşınca, Kürt kardeşlerimiz doğal ola­ rak pek üzülmüşler, çünkü Haso 'nun halk arasında büyük saygınlığı var. Kürtler, Haso 'nun cezaevine atılmasından açıktan açığa bizi suçluyorlar. Karl Marki" Kulübü sekreterinin yakın akrabası olan Keleş Mrgo dün bana gelip, k6ydt• dunımun çok k6tü olduğunu, Kürtlerin, cezaevine atılan arkadaşlarının 6cünıl almak için, zablıvar'a saldırıp k6yü yağma etmek istediklerini s6yledi. Ama kendisi bize gelip sonınu barışçı bir yolla çözmeye s6z vererek, saldırıyı şimdilik. yasaklamış. 343


Kt'/ı·�· MfXo, hanşçı biryol olarak, Zt�hlvarlılann Konıraş Kartll'rinı• kırk altın �lı•mt'/ı•rini IJnt•riyor. Bu yapılmtusa, kbylalerin öcalıcılığını (Jn/eyemeyecegini .ı·tJy/ayor. Kı•ndisine yanıt olarak, qin batan sorumluluğunun Res Serko 'da olduğunu, ona başvumıalannı ve gerekirse her ne pahasına olursa olsun haklarını istemele­ rini .fı'Jylı•dim. Keleş Mrgo gitmq o iğrenç yaratığın yanına. Heri[ ilkin, Haso yu okula bizim çağırdığımuı s(Jyleyerek bizi haince ele vemıq, sonra da k(Jyden kırk altın satlamanın olanaksulığını bildirmq. Keleş Mrgo bir hafta sare verip gergin bir durumda çıkıı gitti. Bakalım ne çıkar bu işin altından. Bugane dek para sorununa dikkat etmediliniz için, sonunda parti adına Go/oş '/ann Seto ya başvumıak zorunda kalıp, biraz para aldım. Şimdiki bunalımlı anlarda para yetersiz/ili, batün 6rgütleme qine zarar veriyor. Zablvar, 19 Şubat, 1 909 Sevgili yoldaş/ar, ideolojik savaş son kenesine ulaştL Zablvar yeniden dogmakıa, 6zgar ve başına buyruk daşanceler, egemenliklerin� yıkılmt§ kara güçlerinyıkınıılan asıüne yaymakta/ar. Gerçi ilkesel nite/ili olmayan rastgele bir olay, Zablvar'dald devrim­ ci ve gerici elemanların birbirlerine karşı tutumunu son olarak saptadL Maskeler yırtıldı ve burjuvaziyle ruhanilitin temsilcileri, ruhlarının batün karalığını dt§arıya verdiler. Avundurucu bir olaydır bu. Batün çıplaklığıyla qte gerçelc.: Bir hafta (}nce Sım 'ların Vartan, Sıho can 'ın gel!.nlerinden biri olan Nazlı }'ı kaçırıp kendi evine g6türür; gelinin ruasıyla elbette. Ozgar istençle, tam (Jzgarlak koşullarında, (Jzgar anlayt§la yapılan bu q, Zablvar'ın k(J/e ruh/u sınıflannda olmadık bir azanta doğurur. Pis bir burjuva olan Nazlı 'nın kocası, kendisi gibi daşanen arkadaşlarıyla birlikte Vanan 'ın evine saldırıp, kansını zorla geri almak ister. Her ne kadar Sım 'ların Vartan partisiz nitelikle kaçımıl§tıysa da Nazlı yı, yine de biz, dapedaz seyirci kalamazdık; hele şunun ifin � sorunun toplumsa/-t(Jresel yanı vardı ve bu, L§ıta çıkanlmalıydL Ben, DeliAvo, Sara yoldaş, Goloş 'ların Seto ve nalbant Mgo, hemen yoldaşımuı savunmaya koştuk. Kudumıuşçasına bir kavga oldu, ama Nazlı bizde kaldL Ossaat bir yoldaş mahkemesi kurup, salt toplumsal�felsefi yanlarını incele­ mek azere, sorunu ortaya koydum Papaz Sahak, Nazlı 'nın kocası Heço ve başkalan da çağrıldılar. Işte yoldaş mahkemesinin bildiri olarak Zablvar Emıenilerine iletilen karan: «Kadının salt kocasına aldiyelinin yanit§ bir malkiyetçilik ilkesinden dotmuş oldugu g(Jz(Jnande bulundurularak, «ilkel toplumlarda kadının belli bir kocası olmayıp, baıan kornunanın (kamunun) malı oldugu g(Jz(Jnande bulundurularak, «Kııduıın g6vdesine tam sahip olup, onu istedili gibi kullanmakta (Jzgarlağa g6z6nande bulundurularak, «Nazlı 'nın, kocasını kendi üzgar isteğiyle bırakıp Sım 'ların Vartan 'la birleş­ mq oldulu g6z(Jnande bulundurularak, «Yolda§ malılaml!si şu kararlan almt§tır: Ilkin, Nazlı ve Vartan yoldaş/an, yanit§ inmıçlara kapılmadan, kendi lJzgür diqanceli kanılarıyla hareket enik/eri 344


için kwlamak; ikincisi, Nazlı 'yla Vartan 'ın birleşmelerini yasal olarak tıınımak; açancasa, Heço )'u zorbaca eylemleri için mahla1m etmek; dtJrdUncasa, Zablvar­ 'ın bilinçli Ermeni kadınlannı Nazlı yoldaşın kurtuluşu tJmegini izlemeye çatır'­ mak. «Yaşasın özgar sevgi! «Yaşasın özgar birleşme! «Kahrolsun evlilik köleliği! «Kahrolsun aile zincirleri! «Yaşasın bilinçli saflar!». Ne var Id, yoldaş mahkemesinin i§i My/e adil ve barışçı bir biçimde yoluna koymasına karşın, Zablvar'ın kara gaçleri, bu oldu bitti karşısında boyun etmek istemeyip, Nazlı yı yasal kocası Vartan 'dan alıp yasal olmayan kocası Heso 'ya teslim ettimtek için, haince, Arapgir ruhanileri başkanlığına başvurdular. Ruhaniler başkanlığınca gönderilecek araştırıcılar geledursun, şimdilik Zablvar'm kara gaçleriyle bilinçli elemanlan arasmda hemen hemen her gan çatı§ ma/ar oluyor. Bozuk burjuva toplumunun sonyılall§ının dogacağı bu toplum­ sal ve yaşamsal sorun dolayında yapılan sert savaş, çok avundurucu ve yaraklen­ dirici bir olay olup, yonı/madan harcadığımız çaba/ann ödansaz sonuçlannı göstermektedir. Yazık ki öte yandan, Komraş ktiyanan Kürt kardeşlerimiz, gözdağına giderek hız veriyorlar. Kendilerinin kırk alım isteme saresi çoktan sona erdi. isteklerini otuz alıma indirerek yeni bir sare verdiler. Ama para toplamak olanaksız gib� çan/cü batan Zablvargergin bir durumda olup, karşılıklı cephe alml§ bulunan elemanlar arasmda uzlaşma olanağı yok. Go/oş '/ann seto, Res Serko 'nun evinde saklı parası oldugunda direniyor ve köyü tehdit eden tehlikeden kurtarmak için, o igt-ençyaratıktan parayı zorla almak gerektiğini stiylayor. Kuşku yok ki, Seto 'nun önerisi ciddi bir temele dayanmalda olup, gözönande bulundurmaya deger. Deli Avo, Res Serko 'nun evini soyup para/ara el koymaya kesinlikle razL Sorun, kamuyu kurtarmanın kaçınılmaz gereksiniminden dogan bir istimfak eylemi olarak, ilkesel bakımdan pek de yasal sayılabilir. Bu akşamki genel toplantımızda sorun göraşalap, kesin bir karar verilebq.if. Kesin anlarda belli bir istenç ve etkili eylem göstermeli. Acta, non verba < ')_. Bu olmalı sloganımız. Son bir söz: Para gönderiniz. Maşgerd, 27 Şubat, 1 909 Sevgili yoldaş/ar, Utku, utkuuuu!... Zablvar yılaldıysa da, en sonunda gaçla ve soylu ideolojik savaşımız utkuya ulaştı, içten devrimci ilkeler kurtuldu. Çok yazık, ama ne yap­ malı? «Yumurta kırılmadan om/etyapılmaz» der Fransız atasöza. Şimdi Zablvar­ 'm yılantılan astande temiz a/kü savaşının şan/ı tala yükselmektedir. Elle tutulur, gözle göralar bir sonuçtur bu bizler için. Önceki mektubumda bildirdiğim gib� son toplantımızda batan savaşçı bi­ linçli gaçler hazır bulunmuşlardL Setoyoldaşyaptığı ateşin bir konuşmada, hemen Res Serko 'nun evine salduıp, igt-enç burjuvazinin orada saklı çarak silahlan olan paralan gaç kullanarak ele geçirip, yasal sahiplerine geri vermeyi önerdi. Btiylece Komraş köyü kürtlerinin isteği de karşılanml§ olurdu aynı zamanda. 345


St•to �·oltlaşwn .w11ra .l'l)la bm alıp, .wnmu hem ilkt•st'/ ht•m dt• ft'/.\'t'fl bakırnt/an inct'ltyt•rt•k, yoldaşımızın önerisinin ne lwdar haklı ve yasal oldu1,�nu t-:11.\'tadim. BtJylt•t·t•, iki gan önce, Sını '/ann Vartan, Deli Avo, nalbant Mgo, Go/oş '/ann St•to, Garo, Sara yoldaş ve ben, Res Serko 'nun evi dolayında mevzi almaya gittik Bizler belli devrimci ve yasal koşullarda iş gördağilmaz için, gizlerneye zaten dt' çabalamadığımız niyetimizi o köta ruh/u yaratık önceden haber alarak, Zabl1'1/r 'ın baran kara gilçlerini yanına toplamıştı. Savaş grupumuz evinin dolayında görünar gönlnmez, bir de baktık Id, Res Sako 'yla papaz Sahak bize doğru geliyorlar. O yaşlı tilkinin bir aldatmacaya girişrnek istediğini hemen anladım. Bereket versin bilinç anık uyanmışrı Zablvar'­ da; baskıyla yönetim zamanının o karanlık aşamasındaki proleterya değildi şimdi yoksul proleterya, ve soyguncu burjuvazi hileleriyle aldatamazdı onu. Res Serko, boynu eğik ve yapmacık biçimlerle bizi selfimlayarak, dışanda duracağımıza evine gidelim diye yalvardı. Kendisine, bizlerin banşmaz bir daşman olarak geldiğimiz için, evine zorla gireceğimizi söyledim. - Kapıyı açık bulacaksınız, zorla girmenin ne gereği var? dedi o köle ruh/u yılan. - Kapıyı açık bile bu/sak, ilkin kıracağız sonra gireceğiz, diye bağırdım kesinlikle, şimdiki dunım bunu emrediyor. Papaz Sahak da araya girdi ve ikisi birden, yalvar yakar andiçerekten, varsayılan paranın evde bulunmadığını, bunun, Goloş '/ann Seto 'nun kişisel daş­ manlığı yazünden uydurduğu bir yalan olduğunu, yanındaki hazır paranın topu topu 6 altını geçmediğini, ve istersek bu parayı bize hemen vermeye hazır oldukla­ nnı söylediler. Kendilerine, sonınun evdeki para miktan olmadığını, evde hiç para bulun ­ masa bile, toplantımızın karan uyannca, ne olursa olsun bizlerin eve saldıracağı­ mızı bildirdim. Bu gönlşmeler sırasında Go/oş '/ann Seto, kalın sopasını birden kaldınp, gilçle vurdu Serko 'nun başına. Kafası yanldı ve başladı kan akmaya. Bu, genel savaş işareti oldu. Deli A vo başladı marşa: «Dövaşan çocuklar, dövaşan yiği � Korkusuz dikilip daşman önüne» Tam o sırada Serko 'nun evinden, oğullan ve gilveyileri, kalın sopalarla silahlı olarak, birden dışan fırladı/ar; aralannda Sıho Can, Pır '/ann Haro ve gaveyisi, ve daha başka gericiler de vardı. Korkunç bir nitelik aldı savaş; bir yandan savaşanların kudurganlığı, öte yandan kadınlarla çocukların bağınp çağırma/an, betimlenemez bir gönlnaşra. Bizimkiler görıl/memiş bir kahramanlık gösteriyor­ /ardı ve son utkunun bizim olacağına kuşku yoktu ki, kadıniann korkulu çığlığı işitildi. - Kanler geliyorlar... Bir de baktım ki, başkanlannın yönetiminde, Konıraş köyü Karl Marks Kulaba 'nan birkaç ayesiyle birlikte onbeş kadar silahlı atlı. Zorlu silah sesleri işitildi, Res Serko alçakça yere serildi, yiğit A vo yoldaşımız

346


11.1-/mr �:ibi ıltiştıl. İkisi dt• ıJ/nıüştıila. < 'ok kritik lıir antlı. /Jm kilıstyt· koştımr, iv·ri girdim, dinsel törm/erin yapıldıKı yere �·ıktını, arkada bir çukur buldum kapaifını açıp içine girdim ve üstünı e kapadını. Yirmi dört saat h ir dt• hoş olmayan o durunıda kaldım. Gürültüler durup da Kürtlerin gittiklerine emin olunca, saklandı&'fını yerdm dışarı çık tım. Kilise tümüyle yağma edilmişti, Zamb/var da; Res Serko 'nun, Sıho Can 'ın, Go/oş '/ann Seto 'nun, papaz Sahak 'ın, Sını 'ların Vanan 'ın, sizin anlaya­ ca&'ınız bütün göze batanların evleri daha yanıyordu; yeni kurulan okul da yan­ nııştL Toprağı kanlarıyla boyayan papaz Sahak 'ın, Seto 'nun, Vanan 'ın ve daha başkalarının cesetlerini gördüm. Soluk alan tek kimse kalmamıştı köyde. Canlarını kurtarabilenler komşu köylere kaçmışlardı. Yıkıntı ve ıssızlık içindeydi her yan. Sarsıcı ve etkileyiciydi görünüş. Görevimi sona ermiş sayarak köyden hemen uzaklaşmaya karar verdim. Yazık ki ulaştırma araçlan olmadığı için yaya gitmek zorunda kaldım. İyi ki, birkaç saat yürüdükten sonra, Res Serko 'n un tarlada otlayan eşeğini gördüm. Hemen koştum yanına, binip üstüne, şimdi bu mektubu yazdığım Maşgerd köyüne vardını. İşte böylece, soylu ideolojik savaşımız ilk kurbanlarını verdi, kan akıp suladı sınıf savaşı tarlalannı ve bu tarlalar gebe kalıp, elbette verecekler meyvelerini. Biz ödevinıizi yaptık ve şimdi bu tunç rahatlı&"iıyla bekliyoruz çabalarınıızın meyvelerini toplamayı. Ben şimdilik Maşgerd 'de kalmayı düşünüyorum. Bu köy Zablvar'dan daha kalabalık. Yeni bir çalışma alanı var burada: yeni propaganda, yeni bir örgilt, yeni savaş, yeni sonuç. Olayların görünüşü avundumcu veyüreklendirici. Unıutsuzlannıayıp, yeni bir kavga alanı hazırlama/ı. Yeni adresinıe para gönderin. da

Yervant Odyan

Yervanı Odyan

Kaıikatür : Aleksandr Saruhan.

347


RUPEN SEVAG Çilingiryan (Silivri 15 Şubat 1885-26 Ağustos 1915) -

-

Şair, yazar ve hekim Rupen Sevag, ilkögrenimini Silivri'deki Azkanazyan Okulu'nda, ortaögrenimini Bahçecik'teki Amerikan okulunda(1901 'e kadar), ve İstanbul'daki Berberyan Okulu'nda yaptı (1905) . Lozan Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi (191 1). Lozan'daki hastahanelerden birinde çalı§tı (19111914). 1 91 5'te İstanbul'a döndü ve aynı yıl çıkan Tehcir Kanunu'nun uygulanı§ı sırasında sürüldügü ta§ra yollannda hayatını kaybeden Ermeni aydınlarından biri oldu. Sevag'ın ilk §iiri «Aynlık StJzleri» MASİS dergisinde yayınlandı(1905J. birçok eseri, zamanın çok okunan Ermenice MASIS, PÜZANTİON, VOS­ DAN, AREYELYAN MAMUL, LUYS, SURHANTAG, KEGUNİ, PAZ­ MAVEB, ARAKADZ, VERADZINUNT, AMENUYN DARETSUYTSI, AMENUN DAREKİRKI vb. dergilerinde dagınık bir biçimde kaldı. Sevag'ın yaratıcıtıgı, Ermeni Neoromantizmi diye nitelendirilen edebi yöne ili§kin ol­ makla birlikte, dünya gör\i§ü, sanat anlayı§ı ve tarzı ile XX. yüzyılb3§ındaki Batı Ermeni Edebiyat hareketinde kendine özgü bir yeri vardır. Onun eserle­ rinde daha çok sevgi, doga, sosyal hayat, milli-yurtseverlik temaları i§lenmi§ olup, «Paranın Duast»(1901), «Kızıl Bayrak»(l909) §iirlerinde ve «Bu Bu;ak»­

(1909), «Trubadurlar»(l9l0), «Sokak Saparen»(l91 l), «Insan Sevgisi»(1909)

§iirlerinde, sosyal adaletsizlikler, §ik4yet ve feveran(i.ryan) dü§üncesi, büyük sanat gücüyle anlatılmı§tır. Bunlar Batı Ermeni §iirinde, bu temayla üretilmi§ en iyi ve özgün eserlerdendir. Sevag, temel demokratizmden yola çıkarak, burjuva toplumunun yaralarını açıkça ortaya çıkarmı§, çalı§an insanın (qçinin) toplumsal dramını ve reveranını (isyanını) dile getirmi§ ve bu arada yoksun insanhgın serbest ve adil dünya için iyi dO§ ünü ok§amı§tır. 348


DELİRİYORUM Beni dinlerken: Diyenler olur. Ve ben derim Id: «Evet deliyim, Neden olmayım ?» * * *

Delirdiğinden değil midir Id İnsan ya sever, ya da nefret eder, Odun cızırdar, delirdiğinden ? Delirmeyince olamaz zafer, Ana doğurmaz, delirmeyince. Ve nar tanesi öz lwbuğunu Yanp açamaz, delirmeyince. Su da kaynamaz delirmeyince. Ağaçlar hepten gökler boyunca serpiliyorsa delirmektendir Dünyamız, elbet, ara vermeden hep dönüyorsa. * * *

Tohum, derinde, delirmeyince, Ürün veremez, Pençe, yerinde, delirmeyince, Ele benzemez. * * *

Ve kelimeler de olamaz türkü, delimıeyince. * * *

Ah! ne olurdu, deli olaydım ben hep böylece...

Rupen Sevag

349


KEGAM SEVAN (İstanbu/ 1926) Hikaye ve roman yazarı Kegam Sevan, Viyana Mıkhitarist okulunu bitir­ dikten sonra bir süre İstanbul Hukuk Fakültesi'nde ögrenim gördü. Daha sonra Beyrut'a giderek oradaki Mıkhitarist Okulu'nda Ermeni Dili ve Edebi­ yatı ögretmenligi yaptı. 1 962'de Sovyet Ermenistanı'na göç etti. Erivan Devlet Üniversitesi'nin Dil ve Edebiyat Fakültesi'ni bitirdi(1 966) . 1 962'den beri Er­ meni Bilimler Akademisi Edebiyat Enstitüsü'nde Doçent olarak çalı§malarını sürdürmektedir. Yazıları Ermenistan ve Dünya Ermeni basınında yayımlan­ mı§tır. Hikaye ve roman dalındaki çok sayıda eserlerinden bazıları: «Kargalar

Tünedi» (Beyrut, 1949), «Karadeniz Hep aynb> (Beyrut, 1954), «Nahren Ras» (Pa­ ris, 1855-oyun), <<Yeşil Çöl», «Sırça Kulübe» (Erivan, 1957, Rusçası Moskova, 1 966, Ladişçesi Riga, 1968), <<Kırlangıçlar Alçaktan Geçtiler» (Beyrut, Erivan 1 961), «Vazken Şuşanyan» (Monografi, Erivan, 1968), «Ermeni Mahallesi» (Eri­ van, 1967), «Zeytin Ağaçları Yanıyor», (Rusça, Moskova, 1973), « Üç Nesil» (Eri­ van, 1974), «Herkes Kendi Yolunda» (Erivan, 1979), «Dünya Ermeni Edebiyatı Tarihinin Ana Hatlan - 1920-1 945», c. I, Erivan, 1 980, <<Hagop Mıntsuri»(Mo­ nografi, Erivan, 1981 ).

KIRLANGIÇLAR ALÇAKTAN GEÇTiLER... Evde değildi. Ve evde olmadığı zamanlar kuşkusuz kendi sandalmda olurdu. Hatta bunun evi sandalı mıdır, yoksa kendisini eşinin, eşya/ann ve rahat yatağın beklediği asıl evi midir? diye soru/abi/irdi. - Ne zaman gelir acaba ? Soran ben bile olsam kocasıyla ilgilenene karşı düşmanlığını açıkça duyuran

350


11zım

bir .H•.uidiktm .wnm, l(i _l'tmamk, tit'rin bir acılı seJle: - Ne biltyim l't'n, tlt't/i, tMinin t•ve ne zaman gelip gittiği belli olur mu '! O�· gündar yazana gördağarn yok. .. - Ya Tsula '!.. - Daha bir haber yok yavrumdan. Gözleri doldu. Acısını uzatmak istemedim. - Hoşça kal Anastasia, deyip, kendimi sokağa attım. Koştum nhuma. Deniz kenannda adımlarımı yavaşfatmak zorunda kaldım, çakıl taşlan tabanımı acılı· yordu. Delik deşik, eski bir kundura giymiştim ayağıma. Parmaklanmın arasına küçük bir taş parçası girdi. Gökyaza maviydi. Lekesiz, dupduru bir mavi; deniz de kristal gibiydi. Şiddetli bir bağırma isteğiyle doluydu boğazım. Yabancı duygularyelken açmışti içimdt• w· göz kapaklarımı zorlayan ağıdı gücün tutabiliyordum. Rıhllmın şurasına bunl.\-ma sahipsiz, iskelet kalmış sandallar bırakılmıştı. Dayımınki yoktu.... Baş döndürnca bir kavun kokusu dolmuştu havaya. Oturdum taşiann astüm• ve kunduralanmı çıkarmadan önce, şöyle yassı yuvarlak bir taş parçası aradım denizin yüzünde zıplatarak kaydırmak için. Ama beceremedim, denizin yazam• değer değmez içine daldı taş. Bir damla gözyaşı düşta gözümden. - Ama da beceriksizmişsin, diye bağırdı Barba Yorgi. «Canlı balık»ın sahibi Barba Yorgi, tahta kirişlere oturtup denize soktuğu, yıkıldı yıkılacak lokanta-birahanesinin kenarına dayanmış, ağız dolusu gülüyor· du. - Nerede Levon ? diye sordum. - Ha, şu deli mi? - Sensin deli. Levon 'u, dayımı soruyorum, nerede Levon ? - Ne bağınyarsun vre? Sağıryok burada. Sen de mi delirdin, yoksa aklından zorun mu var?.. - Levon nerede? - Peki, peki, dur da anlatayım: Oç gündar takım tak/avall alıp denize açıldı ve daha dönmedi. Balıkiara yem olmadıysa gelir elbette. - Ne zaman? - Tanrı bilir... - Şaka/aşmaya hiç gönlüm yok, merak ediyorum kendisini. - Haydi vre, ikiniz de bağlanacak de/isiniz. Yine o neyse yaşını başını almış, ya sen ? Daha okul çocuğusun, ne işin var o deliyle? Git oğlum, git ders/eimi ö&7en. . . - Ben severim onu, dedim v e yine gözlerim doldu. - Çünkü senin de bir tahtan eksik yavri mu ... Artık dinlemiyordum Yorgi 'yi. Gözlerim uzakta, Marmara açıklanndaydı... ve Marmara 'yı pek de tanımadığını bu kıyılardan seyretmek hoştu benim için, çekiciydi. Uzakta adalar bambaşka gözüküyorlardL Kınalı dazlaktı, Burgaz giz· lenmişti arkasında, Heybeli her zaman genç, ölümsüz bir gelin gibiydi. Ve bu},�la­ şan maviden bir perde. Uzakta yelkenli/er. Karşımda, beş on adım ötede bir martılar kümesi. Ve yükseklerden yükseklerden ok gibi, ah ok gibi kayan kırlangı�· küme/eri, kırlangıç küme/eri. .. Ve şu anda, birden değişen ruh halim/e, ben deli oğlan için, her şty şen/ikti,

35 1


ba�ırış \·a�ınştı, .\·c·.I"Siz btı/,"fırış. Bir mavi sen[onisiydi, upuz buuıksu bir mavi şarkL .. ve can atıyordum şarkı stJylemeye, [ıni[ın/ dönap oynamaya, döndam de birkaç kez. - Bakın bakın, dedi Barba Yorgi, deli oğ/ana bakın! Neredesin Mazhar Osman ?.. Sonra, göriinmeyen, tanımadığını biri beni arkarndan ilmi§ gibi, atılıp Bar­ ba 'nuı boynuna öptam kl!ndisini. - Tamam, artık kuşku kalmadı, dedi bumunun dibinden mınldanarak, biraz önce neredeyse ağlayacaktt, şimdi de galayor, öpayor. Andolsun ki, Levon '­ dan bir şey geçmi§tir sana, çareler yok. .. - Ben bu gece burada kalacağım, dedim, dayımın evinde, annem izin verdi. - Ya okul?.. - Okul yok bugün. Hem denizi severim ben; seni de severim, özgürlağüma de. - Öyleyse Levon 'un hesabına bir balık koyayım ateşe, rakı da benden. - Tsula 'dan bir haber çıkmadı mı ? Gaak, gaaak, gaak. .. Kargalardı bağıran. Barba Yorgi gözlerime baktı. Yaş vardı yine göz/erimde. - Hey, pedaki mu, dedi, sen Levon 'u mu aramaya geldin, yoksa Tsula yı mı merak ediyorsun... Yanıt vermedim. - Tsula 'dan daha bir haber yok. Polis işe el koydu ama, kızı kaçınldıktan sonra, Levon aklını basbatün bozdu. Bunu derken elini alnına vurdu, sonra parmaklarını başladı oynatmaya, aklını tam kaçırdı anlamına. Gaak, gaak, gaak. - Ama aç gündar nerede olabilir? - Gaz ocağı almıştı yanına, tabak, balık tavası, iğne/er, o/ta, altı şişe kiloluk rakt, domates, ekmek, bol cıgara. Üstünde bir gömlek/e kısa bir pantolon vardı. .. tam deli. Bir yıldır adam akıllı kaçırdı. U/an sanki anasının evine gidiyor. Buna Mamıara demişler be! Belki şu uzaktaki, kimsenin yaşamadığı adalardan birin­ dedir. Tabii gebermediyse şimdiye dek. Bırakmış işini gücana, kapatmış dakkant, her şeyi yaz astü bırakmış... balıkçı/ıkmış. Vre dot.'Tramacının nesine gerek balık­ çılık, deniz. Tahtalarını yont, karını sev... sanki kendisi def..Tildi vaktında deli olan kansına, çılgınca seven. Biliyor musun ? Kızı yurduna gitmek için bindiği vapurdan indimıişti de, götürüp şipşak ev/enmişti. Şimdi de eve geldiği günler, ver ha ver, deli gibi döver zaval/ıyı. Böyle yapacaktıysan bıraksaydın ya sağlıcak/a çıkıp gitseydi. Kim dedi sana öyle sevdalanasın diye, vapurdan indiresin diye, ne mal o/duğıınu bilmeden deli gibi sevesin, sonra da ağzından bumundan getiresin diye? Yazık değil mi yavri mu?.. Üstelik iç babam iç, çek sandalını denize, günlerce korkuya boğ yanındaki yörendeki/eri! Yaşam mı bu ? Sonu yok ki böyle çılgınlık/arın. İşini gricana bilen doğrn darüst adam işi değil ki bunlar! Bana soracak olursan, eğer sen benim oğlum olsaydın, şahane bir dayak çekerdim sana ve bir daha buralarda görsem seni, ayaklarını kırardım... Dur hele, dur hele, sakın bu delinin kızına abayı yakmış olmayasın; yoksa Tsu/a ya deli olanlardan biri de sen misin ? Var git işine 352


ulan yavri mu. (J \'IIJ.:""" kuı ılıı ıatm dt•linin biriydi. Sonra ka\·ırdılar yavri mu, götardaler, kim bilir hangi it oğlu ite yt•m oldu. - Sus be Barba Yorgi, diye rica ettim. - Anladım, dedi, işin altında Tsula varmış meğer... Çoktan çakmalıydım. Böyle olağanasta ruh hallerinin altında hep sevda vardır. Yaşlandık, unutmuşuz bunları. - Of, diye bağırdım, of Barba, ben Levon için geldim be! Yabansı yabansı gözlerime baktı. - Dur gideyim balığını koyayım ateşe... rakı benden. Sonra sana maydatws veririm, iyice çiğnersin, annen çakmaz içtiğini... - Bak bu gece burada kalacağını ha! Söylemiştim zaten, annemin haberi var. - Ya Levon gelmezse ? - Beklerim. - Yoo yavri mu, yoo, belli, gan gibi aydın gerçek. - Neymiş belli olan ? - Çareler yok, senin de bir tahtan eksik. .. Annenin de haberi varmış ha? Yalan söylemiyorsun ya ? - Of Barba, haydi getir şu balığı. - Dur bakayım... Gereği kalnıadcya benziyor, dedi. - Niye? - Baksanat Ve pamıağını uzağa, buğulaşan maviye doğru uzattı. - O değil mi? - Evet, evet ta kendisi, diye bağırdım ve zıplayıp nhtıma koştum. - Levon dayı, Levon dayı, heeey Levon dayuı... Barba Yorgi biraz önceki gibi durmuş galayordu. Biraz sonra, değişik tar birkaç kilo balığı elimde taşımanın göze batan kıvancı içinde, oltalan elinde saliaya sallaya, kaya gibi dimdik, gaçla adımlarla koşarca­ sına yürayen Levon 'a gücan ayak uydurabi/erek, vurduk evinin kapısını. - Gir yavrucuk, dedi, iyi zamanda gelmişsin, keyfgana bugan. Yarm Tann isterse birlikte çıkanz denize. Ne dersin, ha ?.. Ne diyebilirdim ? Bu benim batan daşamda, ve bu daşaman gerçekleşmesi için ne çabalar dökmaştüm annemi kandırmaya. - Seve seve, dayıcığım, dedim, eğer sana engel olmazsam... Kızarmış gözleriyle bana baktı, ve kısa bir sessizlikten sonra: - Sen de, dedi, sen de delinin birisin yavrucuk, senden de bir şey çıkmaz. Çıkmayacak bir şey, belli. .. yazık, bin kez yazık. .. Sanki benim minyataram. * * *

Tavadaki yağın cızırıısı ta oturduğumuz yemek odasına kadar geliyordu. Emirler veriyordu dayım: - Anastasia, sakın balıkiann karnını temizleyim demeyesin ha! - Canım hiç balığın karnı temizlenmeden olur mu ? Göralmaş şey mi, kirieleyson! - Sen ne anlarsın be kan! diye bağırdı Levon. Denizden yeni çıkmış ttızt

353


balı�ın ha şıyiymir. Nı· bilirsin .l'f'n a�-,'izının tadını! Bak sakın temizlemeye.\·in ha! Sonra bıltıln aliL/erinin... Parmak kadar �·ocuktan da sıkılmıyorsun Allahsız, dedi Anastasia, daha l'rKinleşmemiş çocu�-,�n yanında ayıp değil mi öyle küfürler... Çm·uk dediğin neredeyse erkek olacak yarın. Erkek dediğin de, yani tam akl•k, ha Şlyden önce sövmesini iyi bilme/i. Sonra saçlarınıdan tutarak kendisine çekip: - Aç bakayım şu göğsünü, dedi - Bırak şimdi dayıcığmı. - Aç u/an! dedi yine, ne çekiniyorsun ? Üst gömleğimi de, iç gömleğimi de kendisi tutup yukarı ka/dırdL - Gördün mü karı ? dedi, tam erkek. bu yaşta parmak kadar ama, erkek. Baksana göğsünün kıl/arına, küçük bir koroluk mübarek; yarın neredeyse gerçek bir orman olur. Kıpkımıızı kesilmiştim ben. - İşte böyle, diye devam effi, böylediryavrucuk; çocuk dediğin erkek olacak. şöyle bir çektin mi gömleğini, göğsünün kıllan dışarı taşmaiL Bu bir. İkincisi, sövmesini iyi bilme/i, ağız dolusu, betimli,ferahlayasın diye yavrocuğum. Üçüncü­ sü - bu söyleyeceğim aklına iyice yerleşsin - yaşamda körpe ne varsa, hepsini kapalı gözle, temizlemeden, çiğ çiğ yeme/i, incesine bakmadan... ve sonunda, bilirsin yavrucuğum ki, bütün bunlar için ömür ne kadar az, ne kadar kısa. Hey Tanrı 'm ! - Eyvah/ar olsun! diye bağırdı karısı, utanmaz yüzsüz, ne de iyi bilirmişsin maşallah çocuk e&"iitmesini... Anası duymasın! Ve sustu. - Sen kendi işin/e uğraş, diye azarladı dayını, bizim çocuklar dediğim gibi olmalı; benim sözüm Ermeni çocuklarına, sizin Rumlar da var kendin düşün. Ve bana bir göz kırptı. Sonra başladı masayı düzeltnıeye. Pek sevinçliydi; bardaklan sıralıyor, rakı şişesini açıyor, domates ve soğan doğnıyordu. Ve birden: - Anastasiaaa, pisi pisinı benim, tuuuz... diye bağırdL Balıklar masaya getirildi. Hepimiz de oturduk. ve dayını masaya sa/dırırcasına kolları sıvayıp işe başladL - gören de kırk gündür aç sanır, dedi karısı. Ben kendimden geçmiş, büyü/enmiş gibi bakıyordunı dayınıa. - Oğlum, diye devanı effi, ye, ye, saldırmalı yaşamın güzellik/erine, alt etme/i onları. Felsefe yaparak vaktını boşa geçirnıenin, zamanını beklemenin gereğiyok. Buldun mu yiyeceksin... ve kızarmış taze balığı rakıyla içeceksin, soğan/a yiyecek­ sin, ama elleyemek şart, anlıyor musun şart elleyemek? Yaşamın güzelliklerinden biri de bu işte. - Görüyor musun ? diye söze karıştı karısı, işte sana hayvan, hayvanın ta kendisi! ne dert bilir, ne acı; ne kızını düşünür, ne karısını. Ev nasıl döndürülüyor unıurunda değil, para var mı, yok mu, hiç taknıaz. Yalnızca yesin, içsin, yatsın. Hayvan. Levon 'un devininıleri a&'Tırlaştı, yüzü so/du, ve karısı yarıda bıraktığı sözünü sürdürmek için tanı dudaklarını aynataeaktı ki, Levon 'un kıllı, damar damar «ayı 354


pt'n(t'.l'i»nin nıa.wya innıt•siyle, bardaklar havaya fırladı, rakı şişt•.\'i dt•ı•rilip lık lık başladı aknıaya, kan yaiÜda gözlerine dayınıın. Başına gt'/ect·�i kt'.\'tirm karı.\'1, korku içinde, kendisini nıazur göstemıek isteyerek: - Üç gandar Tsula 'mız evde deği� öldü ma, sağ mı bilmiyorum; kızı:ağuı kaçırmışlar da ilgilendiği bile yok. - Sus, suu us! diye böğilrda sanki Basbatün yabancı bir sesli benim için. Gök garlenıiş de evimizin yakın bir yerine şimşek. daşm aş gibiydi. .. Korkumdan bir köşeye baza/danı, batün gövdenı titriyordu. Levon ayağa kalktı. - Sen odaya geç yat, dedi bana, yann birlikte çıkarız, ben seni uyandırırını. Karşı durulacak gibi değildi. Sesi yine öyle kuru ve korkutucuydu. Solmuş yaz/e, ayaklarını titreye titreye, kendilerinde alganıladığını ganler bana ayırdıkiarı yatak odasına girdim. Kendi yatak oda/anna bitişikti benim odanı. Tfula 'n ın yatak odasıydı burası. Tsula evde olduğu zaman, dayını, kızın misafir odasında yatıp yerini bana bırakması için zorlatırdı. Onun gözande erkeğin her zaman astünlağü olmalıydı. Her yan sessizlik içindeydi. Masanın astande Ts ula 'nın resmi duruyordu. Tanı yaklaşacağını sırada resme, şimşek gibi bir tokatın yankısıyla Anastasia 'n ın keskin çığlığını işittim. Yareğim başladı şiddetle çarpnıaya, ama merakını beni, eğilip anahtar deliğinden olanları seyretnıeye itelemişti. Şimdi dayınıın «pençe»si Anastasia 'nın saçlarından tutmuş çekiştiriyor, bir yandan da yumruklar rastgele iniyor da iniyordu. Kadın, dudak/arı bazak susnıuştu şimdi, ve böyle kendisini gücan tutarak boyun eğnıesi bashatan çileden çıkarıyordu onu. Ayaklarınıda derman kalmamış, merakını son kerteye ulaşmıştı. Anastasia inliyordu, kaçıyordu, daşayordu; daşan. ce de Levon onu kaldırıyor ve yine kıyasıya indiriyordu yumruk/an. Hatta bir ara Anastasia yı yan çıplak halde görüp yunıdunı gözlerimi... Sonra, beni böyle yakı· şıksız durunıda yakalamalarından korkarak uzaklaştım ve soyunup yatağa gir­ dim. Ganan o rengarenk olayları sarsmıştı beni. Görülmemiş bir sinema seyretmiş gibiydim, korkunç bir sinema. Aradan ne kadar bir zaman geçtiğini bilmiyordum; kulağınıa [ısıltıyla söylmen sözler iliştif.,'i zaman daha uyunıanııştını. Çocukça merakımı tutanıayıp, yataktan kalkarak kulak verdim konuşulan/ara. Yıne Lt·· von 'du konuşan, ama artık değişmiş bir sesle. Tatlı sevgi sözleri[ısıldıyordu eşinin kulağına; sıcak sevgi ve özlem sözleri, ve eşi hıçkırıyordu, ara sıra inleyerek hıçkırıyordu. Sonra ikisi de bir ara susuyor, ve hep böyle saiÜp gidiyordu... Daş m ayda batan bunlar yoksa karabasan/ı kaba gerçek mi? Bilmiyorum. Ancak, bir yerde yangın vardı; ben koşnıaya, kurtulmaya çalışıyordunı yangından. Ama becerenıiyordunı, ayaklarınıda güç kalmamıştı göı•denıi taşıyacak. Baf.,'Tırıyordunı, sesim bo&'ııluyordu gırtla&'Tınıda. Kimse işitnıiyordu beni, ve yangının ya/az/arı yavaş yavaş bana yak/aşıyordu... - Anneee, anneci&Tiiinı. - Yavru u, yaı•rucaak. Dayıcığınıın sesiydi; elini omuzunıda duydum... Nt· o, köta daş ma gördan ? Kalk bakalım vakıt geldi, balığa çıkaca&'fız, deniz bizi bt•kliyor... Gecenin zijiri karanlı&'ıydı daha. Kalktını, bir an önce uzaklaşmak için şu 355


t•vdm, aM an•lt• 1:iyi111lim. /,non muslukttl yıkanıyor, avuçlarıyla yazane su .w•rpişini işitiyımlum. /Jaşmıı ikircimle odalarına uzattığınıda, Anastasia yı üstü yarı a\·ık, kırmuz yüLündt• mutlu bir gülümsemeyle yatmış uyuyor gördüm... 1:1-ulıı 'nın rt•smi yert• daşmaşta. Kaldınp yerine koydum. İçimde bir eziklik duydum ı•t• Kt'ayi onun yatağında, karabasan/ı, tedirgin bir uykuyla geçirdiğimi anımsadım. Şimdi bitkin, uyuşuk bir halde, sabahın serinliğinde titreyerek, adımlanmı, t•linde dünkü o/ta/arı, iri adımlarla koşan dayımınkilere uydurmaya çabalryor­ dum. Rıhtıma ulaştık. Sessiz, kararsızdım. - it bakalım, dedi, hooop! Ve ikimiz birden denize indirdik sandalL Karan­ lıga gömülü durnyordu daha Barba Yorgi 'nin lokantasL Uzakta tek tük sandallar vardı pm/dayan küçük ışıklarla. - Asıl kürek/ere, dedi, barbanın fokantasının kazıkianna dogru, biraz yem toplayım balık/ara. Cebinden pınl pınl bir çakı çıkararak, hemen ilk kazıgın yanında kollannı sıvayıp, başladı tahtayı kertmeye. Midyeler çıkarıyordu... ufacık midyeler, balıkiara yem. Bir çeyrek saat kadar sonra, beş altı kazıktan daha yeterince yem toplayınca: - Gel bakayım benim yerime, dedi, kürek/ere ben geçeyim, geç kaldık, geç kaldık yavrnm. Deniz adamının kansı, çocuğu, sevgilisi, evi falan olmamalı. Görürsün, seni baştan çıkanp geciktirir, uzaklaştınrlar amacından ... Rıhtımdan sandala allarken beceriksizliğim yazanden dizierime kadar ıslan­ mıştım. Ve şimdi sandaim burnunda oturmuş, dayımın dev sırtını, güçlü kollannı seyrediyordum. Kürekler tempolu tempolu yanyordu sulan ve ben dayımın söyle­ diklerini daşanayordum. - Deniz adamı, karı, çocuk, sevgi. .. sevgili ve amaç... İyi ama, ne sevgilisi, ne gibi bir amaç üstüneydi söyledikleri? Böyle de sevgi, böyle de amaç olur muymuş? Yoo, Barba Yorgi 'nin hakkı vardı. Dayımın bir tahtası eksik olmalı herhalde... Ama ben yaşamımdan memnundum ya! Gaak, gaaak, gaak. .. Kargalardı yine. * * *

Güneş daha yükselmemişti. Havanın benim için olaganüstü serinfiği kemik­ lerime işlemişti, dişlerim zangırdamaya başladı. - Ne o yavrncuğum? Üşameye mi başladın ? dedi, ayı postun da işeyararnadı demek. .. - Pek o kadar değil, diye gücün yanıt verebildim. Kınlmıştım. Sandaim ön kısmında çapayla halatiann bulunduğu yerden bir rakı şişesi çıkanp: - Al, diye bana uzattı, al da iç bakalım. Altı yedi yudum içtikten sonra, midemde bir şey tutuşmuş gibi oldum. - Şimdi de yumrnğunu sımsıkı bir sürtüver dudaklanna, o da mezesi olsun; canın balık da çekiyorsa, şansımıza artık. Gömleğinin dagmelerini tümüyle çözmüştü, kısa pantolonlaydı, yan çıplakıL

356


GliK.\'ünün yarı yarıya aKarnuş kıllan dinu/ik olmuş, tutkuyla kürt•k ft'knuyt· devanı ediyordu. Rıhtınıdan oldukça ırak/aşmıştık ki, yelkeni a�·tı Vt' yt'lkm /)(•zini geren ipi elinde tutarak, hızla yanıma geldi: - Şimdi artık, dedi, doğuya doğru ileri!.. Güneşe dogru ileri! Hey gözünü sevdiğim yaşam; ileri, hep ileri yavrucuğunı! Bizi anlayan/ann, öz insanlarımızın, sadık arkadaşlannıızın, candan insaniann bulunduklan yere! Az aptal değilim ben de yavrucuk, parmak kadar çocuğa laf anlatmaya kalkmışını... Hoş gidişti böyle gidiş, çok hoş. Dayımın söyledikleri beni sarsan yenilik/erdi. Yüreğinde bir fırtına olduğu belliydi Gövdenı ısınnıış, kafanı biraz dunıanlıydı. Rakı ve söylediği sözlerin yankılan çocuk beyninıi etkilenıişti. Oysa karnıakanşık şeyierdi söyledikleri, ama yine de olağanüstü etkilemiş ve üznıüştü beni. Uzakta, çok uzaklarda sadık arkadaşlar, candan, sevgili insanlar bulmak umuduyla gılneşe ve yaşama doğru ok gibi bu uçuş, içimde bir şövalye ruh hali yaratıyor, Vl' korku karışık bir saygıyla seyrediyordum kendisini. Aynı zamanda, Levon dayınıın beni ka çük çocuk yerine koymasına yaralanmıştım da. Sandal basbatün sağa eğilmiş ve ben korkmaya başlanııştını, çünkiJ olağa­ nüstü bir hızla gidiyorduk Yelkenler birden patlayacak gibiydi; rüzgar delirnıiş, çıkacak delik arıyordu. Dayınıın kollan gerilmiş ve ipi sıkan avucu, kendi kendine karşı savaşan koca bir yumruk olmuştu. Yaşanıınıızı şansın cilvesine bırakıp dolu dizgin koşan sandalı­ mu beygirdi de sanki, bu yumruk, kudurnıuş beygirin köpük köpük yeleli başını dizginlenıeye çabalıyordu. Daha doğrusu bana öyle görilnüyordu. Kendisiyse: - He heeey! diye bağırıyordu beğeniden çılgına dönmüş bir sesle, he heeey! Ve anlamadığım bir dille çığlıkianna devanı ediyordu; tek bir korku izi bile yoktu yüzünde. Doğanın kendisine verdiği bütün güçle, canlı bir yaratıktan çok efsane devini andırıyordu. Denizden yüzüne, dudaklarına sıçrayan tuzlu su danı­ /alarını diliyle si/erek, ağız dolusu gülüyordu. Ben sapsan kesilnıiştinı. Kendindm geçmişliğine karşın anladı durunıunıu... - Hiç korkma yavrucuk, diye bağırdı, ben şimdi dengeyi kurannı... ve batün gövdesiyle, sulara koşut bir biçimde sola yafll. Yalnızca ayaklan kalmıştı sandal­ da. Ama durunıda hiçbir değişme olmadı. - Benim yanıma gel, diye bağırdı yine, sen de yat benim gibi! Ama bu benim becereceğinı iş değildi. Ve ancak ayağa kalkmıştım ki, koca, koskoca bir dalga, yatık yelkene çarpnıasıyla doğru üstümden geçip, sırsıklanı eui beni. - Beceriksiz sen de... ah beceriksiiiz! Ben de kendimden geçmiştim ama, beninıkisi bambaşkaydı Beğeni, korku, birbirinin tersi daha başka duygular altında yorgun, bitkindinı. artık benim i�·in her şey bitmiş, yaşamınun sonu gelmiş sanıyordunı. Bilmiyorum ne kadar zaman geçtiğini, bir de baktım ki, dayını ipi e/indm bırakıverdi ve yelken bayrak gibi dalgalanarak gürültüyle toparlandı, sandaim da hızı düşüverdi. Şimdi dayını bir elini direğe geçirmiş, öbar eliyle de yelkeni toplayıp bağlıyordu. Utkulu bir askere benziyordu şimdi; savaş kazanılmış, kılıçlar vt· sancaklar kın/anna geçiriliyordu. - yavrucuk kalk, diye bağırdı, at şu çapayı denize. 357


Bm tltılw titriyortlum ve güı:üm yokru emrini yt·rine getirmtye. - Ktılksana be! diye bağırdı yine, nedir öyle sinmi§, ısianmış fare gibi büzülmüşsün sandaim dibinde? Erkeklik öldü mü u/an ? Kıılk! Ama yine de kendisi vanp çapayı aldı, havada birkaç salladıktan sonra sandaldan beş altı me/re öteye [ır/atıp, ipi sandaim ucuna sım sıkı bağladı ve yanıma geldi. Rakı şişesi elindeydi.. - İç, dedi, gerçi senin için çokca oldu ama, ne yaparsın, bu namussuz içki korkaklara da yarar. Başka da umann yok zaten. Ve şi§eyi ağzıma dayatsın diye, dudaklanmı gücün açmaya zorlatiL - Niye korktun u/an ? Ben de seni bişey sanmıştım. Şimdi güneş yükseliyordu ufuktan. Ve ışınlan, soğuğun ve korkunun etkisiyle sarsı/an gövdemi benim için öyle yeni ve hoş bir biçimde ısıtıp yumuşatıyordu ki, anlatılamaz bir beğeni duyuyordum... Rüzgar kulağınun alunda ıs/ık çalıyor ve sanki denizin dolayianndan yanıt veriyorlardı bu ıs/ık/ara... - Güneşin sağlığına içelim yavrucuk, içelim! işitiyor musun denizin şarkısı­ nı? Eğer bu anı duyabiliyor, bütün bunlan işitiyorsan, anla ki yaşam budur i§te ve bundan başka yaşam yoktur! Geri kalanın yedi sülfılesini.. .. Büsbütün değişmişti.. Gözleri olağanüstü irileşmişti.. Mavinin içinde, güneşin yalım yalım ateşinde yapyalnızdık - He heeey! diye bağırdı birdenbire, beni yeniden korkuya boğarak, ve sandaim dibine uzandL Aptal/aşmış, kendisini seyrediyordum. O anın bendeki olağanüstü izienimin­ den doğup, içimden beni dünen bilinçsiz bir tapmayı dizginlemeye çabalarken, aynı zamanda geri dönüşü düşünürken, bu şahane anın anık ömrümün sonu olduğuna inanryordum. Kuşku yoktu, deliydi dayım. O an ömrümün sonu olmadı ama, yaşadığım ve yaşayacağım bütün yıllar boyunca içimde yer etti. Ve birçok ağlatılanmın başlangıcı oldu. Çünkü başka bir dayı bulmadım. Ve o kadar acıdan sonra duyduğum, su katılmamış tek o mutluluk kaldı; hem de ilk aşamasında, mutluluğa can atan çabamın ilk perdesinde... acılann sınınnda. - E heeey yavrucuk, işte yaşam bu! Ne bir toprak parçası görünüyordu do/ayda, ne de ikimizinkinden başka insan soluğu vardL Denizdi her yanımız uçsuz bucaksız, bir de güneş. Bir de beni yaşama bağlayan tek umut olarak, çapasını denizin derinliğine kendi eliyle attığı, hiç denecek kadar minicik dünyamız, sandalımız. Geçip sandaim bumuna oturdum. Haz içinde geçmiştim kendimden. Öyle duygıılarla doluydu ki içim, bunlan hiçbir zaman bir daha aynı güçle duyamadım. Ve kendisi, «deli» dayım, bütün bunlann felsefesini şöyle açıkladı: - Sen kııçüksün daha, dedi, ufacık bir ayısın yavrucuk, benim minyatürüm, candansın, yalan yok sende. Seveceksin, acı çekeceksin, düşler kuracaksın kendin için ve bu düş/ere erişmeye çabalayacaksın. Yaşadığın sürece sakın düş/emeye son vermeyesin. Sandaim ne kadar da külüstür olsa, hatta param parça olsa bile yelken/eri, ye/i tutmaya, avuçlannın içinde dizginlemeye devam et. Kendini aldat-

358


ma hilt• olsa hu dt•diğim, rıhtımtla �:tJrdağan o t'.1·ki, i.l'kt•lt•t kalmış, yaı ıl.l'tıl bırakılmış sandallar t-:ibi orada kalmasın .l't'nin sanda/ın. Ht•p a�·ıf dmiu, gam•şt', �-:erçeğe u/aşmaya çalış. Yaşamında sevgi sandığın bir Anasttı.ı·ia 'n olur da smi a/datırsa, ağzından bumundan getir o yaptığını, ama yine de sev. Tsula 'nı dtı elinden alır/arsa, onu gılneşteymiş gibi gör, diri/ı simgesini. Ama görilyorsun ya nt' apwl olduğumu, kalkmış daha senin an/ayamayacağın şeylerden söz ediyorum... Tsula 'yı ganeşteymiş gibi mi görmek?.. Gerçekten, ben ganeşte gördam T.l'u ­ /a 'yı; şimdiye dek daş/erime girmemiş olan ve sonralan da görmediğim, gilzel, sırma saçlı, çın/ çıplak Tsu/a 'yL.. çan/al ganeşten doğma Tsula yok ki danyada. Dememiş miydim zaten benim hep ilk perdede ka/dığımı? Konuşmasını sardarda dayım: - Denizde gemiler ne kadar çok olursa, ne kadar çoğa/ırsa gııneşe gidm delileryavrucuğum, yaşam daha kolay çekilir, daha gerçek olur. İnan bu dediğimt'. - İnanınm dayıcığım, dedim. Ve gözlerimden damlalar akarken, gı1ç/a kollanyla beni göğsane bastınp öpta. - Sen dedi, bizim soyumuzda benden miras kalacak tek kişisin. Ve inan ki yavrucuk, gilzel şey var bu danyada. Sustu. Susması çok daha korkunçtu. Kır/angıçlar geçti alçaktan, çok alçak/ardan... - Yağmuryağacak, dedi dayım, yanm saattan veya bir saattan başlayabilir. Baksana doğanın şarkısı bile değişti. Ve gözlerini kuzeye çevirip elini uzatarak: - Bulutlara baksana, dedi, yağmur bulutlan bunlar. Ama işin körasa rilzgiir olmayacak, biz de kürek çekmek zorunda kalacağız. Razgar olmayacağı iyiydi bence, keşke hiçbir zaman rüzgar olmasaydı. - Ya balık? diye sordum, balık tutmayacak mıyız? - Bugün, dedi, böyle daha iyi. Yağmur başlayıncaya kadar yata/ım. ls/an · masına ıslanacağız nasıl olsa. Önceden daşanap de çaresine baknıalıydık Rıhtıma nasıl u/aştığınıızı bilmiyordum. Sağnak yağıyordu. Bildiğim ancak şu ki, ateşler içinde yanıyordu govdem ve gözlerimi açtığımda annemle Anastasia yarağırnın başındaydı/ar... - Dayım nerede ? diye sordum. - Adını işitmeyim onun, diye azarladı annem ojkeyle. - Ayaklan kınlsaydı da gitmez olaydınız, dedi Anastasia. Nerede olacak, iki gılndar yine yok orta/arda... - Kır/angıçlar a/çaktan geçtiler, dedim. Annem yüzame bakıp, korku dolu gözlerle: - Hep aynı nakarat, dedi, daha sayıklıyor. Yavru mu yitiririm diye korkuyo­ rum, Tsu/a 'nın acısı yetmiyormuş gibi... ve başladı ağlamaya. Söylenenleri işitiyordum ama, kımıldayamıyordum; govdem benimki dt•ğiltli sanki. Sıtma daha günlerce sürda. Dayıcığımı artık bir daha görmt•dim. Annt'lll kesin olarak yasak etmişti onu görmeye gitmemi. Aradan yıllar geçti. Ne dayım kaldı şimdi, ne de annem. Ana.l'ltlsia 'dan ıla

359


hi\· halırrim yok. Tı·ula yı bulmuşlar t•n sonunda; aldatıldıgını anlayınca eve dönmüş. /laifin biri onun saflıh'tından ve güçlü sevgisinden yararlanarak yapmış yapaı·agını. Vr kızın deliligi, babasından miras aldığını söylüyorlardL Bunlardan hangiJinin doWıı olduğıınu bilemem. insaniann sanı/anna, dedikoduianna çok­ tandır inanmam zaten. Kırlangıçlar mı? Ne zaman alçaktan uçsa kırlangıçlar hep dayımı, denizi, hrrlm•şi, yaşamı anımsanm... Ah o canım Jarlangıçlar ne zaman alçaktan geçseler, .fevinirim, çocuk gibi sevinir, ve dayıcığımın nerede bulunduğıınu bilmedigim mezarına gökyüzünün acı gözyaşlannı dökeceğini düşünürüm. Zaten güneşten, gökyüzünden, denizden ve kırlangıçlardan başka öz, candan kimsesi olmadı yaşamında... * * *

Daha yaşıyorsan Barba Yorgi, bil ki, ben sayardım Levon dayımı, severdim. Ve birçok acı, özveriler pahasına, hiçbir zaman nhtımda bekletmedim «Sandal»ı­ mL .. Keğam Sevan

360


YERVANT SIRMAKEŞHANLIYAN -Yeruhanİ ( stanbul, Temmuz 1870-1915) Osmanlı uyruklu Ermeni hikaye ve roman ya1.arı, gazeteci, çevirmen ve egitimci Yervant Sırmake§hanlıyanın, babasının adı Bogos'tur. isı anbul'daki Nersesyan ve Getronagan okullarında ögrenim gördü. Ermenice günlük ARE­ VE LK ve MASİS gazetelerinde çalı§tı ( 1 89 1 - 1 896). MAS İS'te tefrika halinde yayı nlanan «Mezatçı», «Verem/i>>, «Çamaşırcı Kadın», «Sarhoşun Mükıl[atı», «Btı­ lık Yerine» vb. romanlarıyla 1 880'1i yılların Batı Ermeni realist (gerçekçi) ede­ biyatı geleneklerini sürdürdü. 1 896 yılındaki olaylar sebebiyle Bulgaristan'a ta§ındı, oradan da 1 904'te Mısır'a geçti. Yazı ve gazetecilik hayatını sürgünde de sürdü rerek, Varna, İskenderiye ve Kahire'deki Ermeni okullarında ogreı­ menlik yaptı. İstanbul'da yayınlanan günlük Ermcnice PÜZANTİON gazele­ sinde Ermeni göçmenlerin ya§antısını yansıtan yazıları yayımlandı. 1 9<X) yılın­ da ŞAVİG dergisinde «Yılbaşı Amıağanı», <<Arabacı», «Kan Gücü» adlı hikaye­ leri ile «Göçmenler» adlı romanı yayı mlandı. İkinci Me§rutiyet'in Winından sonra İstanbul'a dönüp (1 908) AREVELK gazetesinin yazı kadrosuna girdi. Aynı zamanda Getronagan Lisesi'nde ve 1 9 1 3'ten itibaren de Harput Ermeni okulunda ögret menlik yaptı. Arevelk'ıe yayımladıgı «Amira 'nın Kızı» adlı ro­ manıyla, realist (gerçekçi) bir biçimde, XIX. yüzyılda İstanbul Ermeni burjuva­ zisinin yozla§mı§ adetlerini yansıt ırken, i§çi sınıfından özel bir sempatiyle ele aldı. Yine AR EVELK'te Fransızcadan tercüme ettigi Alphonse Daudel'nin «Jack»(1 896), H. Malo'nun <<Aile» ( 1 894/95), J. Leuminat'nın «Paris Kurt/an» (1 893/94), J. Mary'nin «Soluk Yüzlü Kız» ( l 894) vb. romanları yayınladı. Yıızı­ larında « Yeruhan» mahlasını kullanan Yervan ı Sırmake§hanlıyan, I 9 1 5 yılında İ I lihad ve Terakki Hükumeti tarafından çıkarılan Tehcir Kanunu'nun uygula­ nı§ı sırasında, İstanbul'da birçok Ermeni aydını ilc birlikte tutuklanarak gc'ln­ derildigi ta§ra yollarında hayatını kaybeit i.

361


11 1/\N'm kitap halinde yayınlanmı� eserleri Mc•d Hayaı Içinde), Ist I Y I 1; 2- Harazad Vorti ( Öz EvlAt), lskcnde­ riye, I Y1o; _'\ - Badmıvadzkner Joğovırtagan Gianke (Halk Hikayeleri), Paris, 1942; 4- Amirayin Ağçigı ( Amiranın Kızı), Yerevan, 1949; 5- Roman/ar, Yere­ van, 1 %5_ Y F IH

1 - ( iimıki11

BALlKÇlNlN SEVGiSi Ball1n ömrü denizlerde geçen, yazın sıcağından ve kışın rüzgarlanndan öll1rı1 kunıca, yağız, kavnık derili yirmibeş yaşında bir delikanlıydı Gumik Sabahları, tan yeri ağarmadan, her gün tapınak duvarlarından asılı kutsal tablolar önande dua etmekten haz duyan dindar kimseler gibi, o da erkenden iske/eye uğrar ve alacakaranlıkta denizin nemli havasını içine sindirirdi_ Oracıkta, bir köpek inin­ den ayırt edilemeyen kalın, kara mertekler/e dolu bir tavan arasında yaşardı. Sedire benzer bir sekiye yorgun vacudunu yayar, sanki kuş 111yanden yatakmış gibi, oraya uzanırdı. Sedirin hemen yanında_ Döşemenin asll1nde açılmış olan bir budak deliği şamdan görevi görılrda. O delikle daima bir m um bulunurdu_ Eriyip damla damla akan m um un yağlan bir dikil gibi yakselmişti_ Samanlan dışarıya sarkmış küçak bir sandelye, adi tahta parçalanndan yapılmış ufacık bir sandık, duvar oyuk/anndan birine yerleştirilmiş açgen bir ayna parçası, bu konutun mobilyalarıydı. Bekllr delikanlı çetin ve güç ömrüna burada geçiriyordu. Uyanır uyanmaz kısa potunınu bacaklarına geçirir, hemen iske/eye koşardı. Orada, demir ağlar astünde öksaz kalmış birçok kayık vardı. Daracık kıyıda hızını yitirmiş sulargizli iniltilerle kayıklara çarpardı. On/ann arasında Gumiğ'in de bir kayığı vardı. Ziftle sıvanmış bu bayağı tekne onun her şeyi, tüm varlığı, ömrıl, canıydı. .. iske/ede, başında yağlı [eri, göğsa açık, yalnayak, dudaklanndaki siga­ ranın dumanını derin derin çekerek, güneşin ilk ışın/an çarpıncaya dek Haliç 'in aynasını seyrederdi_ Sonra, savaşa hazırlanan bir topçu eri çevikliğiyle, kayığını göğsa ve koliariyle ile kaka iske/eye yanaştınr, daha 111may/e suya indirmeden bir maymun gibi tırmanarak içine at/ar, kürek/ere asılır, açılırdı. Artık danyalar onun olurdu... İkindiye doğru köyiln iskelesineyakın biryerde çavalyesini kurar, gelen geçene en gazel bu/uşlarıyla balıklannın örgasana yapardı. Çavalyesi boşanır boşanmaz cebine birrakı şişesi indirir, gider kayığına otunır, mubarek şişeyi ağzına diker, açık saçık 111rkü/er mınldanır, katığını ekmek kınntılariyle birlikte boğazına tıkar, ardından bir maşrapa su içer, şişeyi boşaitmeaya dek ganana gan ederdi_ Sonra kayığını kıyıya çeker, oradan hacresine yollanırdı. Tavanarası, döşemedeki şam­ dandan bir an aydınlandıktan ve yağlan yere dökülen mumu «pU[» diye söndar­ dakten sonra, gumik horlamaya baş/ardı. __

• • •

Ganan birinde Gumik, akşama doğru uğradığı kapı komşusu Ser/ds 'in hacresinde merteklerden birine yaslanmış bir kız görda. Esmer, kösna/a dudaklı, körnar göz/ayda. Genç balıkçı dikkatle onu sazda, gönlanan ve nıhunun gözleriyle 3o 2


uzun uzun baktı. Yalın ayaklı ku bir kt•tliylt· oynaşıyordu. Dt•likanlının kmtli.\·ini sazdüjtanan aynmında bile dl·ğildi. Balıkçı Sakis ona bir bohça uzatarak: - Al kızını, dedi, anana söyle de hemen yıkayıversin şunlan, çünkü hiç çamaşınm kalmadt Kız eğilerek kediyi bir kez daha olqadı, bohçayı alarak merdivenden inmeye başladt Gunik, o ana dek kendisine yabancı olan bir lamı/dama duydu yüreğinde, kızın kim olduğunu Serkis 'e sordu. - Çamaşırcı Horop 'un kızuiır, dedi Serkis. Ne o, göıiJn ısırdı mı yoksa?.. - Neme gerek canım, dedi Gumik ilgisiz davranarak, ve hemen dışanya çıktı, bitişikteki hücresine kapandL Ertesi gan Gumik, denizde ollasının iğnelerine yem takarken kömür gözla kızı düşünüyordu. Onun dağınık saç/an, kösnala dudaklan, kediyle oynaşan yalın ayaklan canlaneyordu hep gözlerinin önünde. Kayığı kıyıya çektikten sonra hücre­ sine uğramadan istemeye istemeye Serkis 'in evine gitti Kız orada yoktu. Ertesi gün gittiğindeyine yoktu. Üçünca akşam kız gelmiş, bohçayı getirmişti. Yine bir merteğe dayanmış, pabucundan sarkan çıplak pamıaklanyla, kediyle oynaşcyor, onun sıcak taylerini olqarken ı/ık bir beğeni duyuyordu. Gumik, solgun ve düşünce/i, komşusundan aynldı ve kulübesinin önünde bekledi. Kız dışan çıktığında: - Şu benim çamaşırlanmı da yıkar mısınız? diye rica etti - Yıkanır, dedi kız ve serbestçe Gumik 'in kulübesine girdi Gumik çok daşünceliydi. Yatağına oturdu ve kızı da kınk iskemieye oturmaya çağırdıktan sonra, içten ve patavatsızca: - Penız, dedi, yalan... Çamaşınm falan yok ama... Kız şaşkın gözlerle delikanlının yazane bakıyordu. - Alınma, gazel bacım, diye sözana sürdürdü Gumik, verecek çamaşınm yok ama, bir çift sözüm var... Kız gözlerini ona dikerek ayağa ka/kıt .. - Benimle evlenir misin, Penız?.. Diye sözana tamamladı balıkçı kızın dizlerine kapanarak. Kızın bakışlan birden değişiverdi, tatlı/aştı, yine iskemieye oturdu, iki elleriyle yüzünü örterek parmak arasından delikanlının gözleri içine baktL - Buradan çıkar, gazel bir oda kiralanm, Penız... Evlenince rahat edesin diye, dedi Gumik. Gel, yok deme, canım sana kurban, aldanmazsın evvel Allah... - Olur, dedi Penız ayağa kalkarak. .. Ama bir anama sorayım da... .,.... Peki, sor, dedi Gumik. Delikanlı dayerinden kalkiL Penız 'unyaza galayordu, ama Gumik kaygılıydı. aynlırken, kapının eşiğinde gezinen kedi, sırtını kambur/aşiırarak kendisini seven kıza yaklaştı, hacaklanna sürtanda. Penız eğilerek hayvanın yumuşacık taylerini olqadı, «gecen hayırlı olsun» dedi, gitti * * *

O mutlu gece, sedirinin üstünde, altın daşler düş/edi genç balıkçL O güzel, 363


ktımar f.:t'Jda kuın yart·�ini tlaha da kazantıbilmek için tasanlar kunıyordu. lske­ lt•tit'lı.i bu kulal't'.\"i artık ct•hnm•m gibi geliyordu kendi.rine. Gelecekyaşamını batün tıyrıntı/arıyla düzenliyor, Penız 'un kucagındaki tos topar/ak oğlunun cıvıltılannı bilt• duyuyor gibiydi. Umutlarla, arpertiler/e, mutluluklar/a yaşadığı bu ilk gece daha a�armadan poturo nu dizlerine çeken Gumik, hemen iske/eye koştu, kayığını dmiu· çıkardL Balıklar coşkun/uğunun kurbanı oldular, o luıdar çok balık aviadı ki o gün... Balıklan av/arken de: - Haydi gelin! Gelsenize ya... bir can daha artacak ocağımda, diye söyleni­ yordu Gumik. - Penız 'uma ikram edeceğim sizleri, anlamryor musunuz? Ve, teknesinin onasında can çekişen kayabalık/anna baktıkça, şimdi başka tarla bir zevk duyuyordu aşık balıkçı, kızın yareğini tümay/e elde edebilmek için, av/adığı balıkiann en semizlerinden bir okka kadar seçti, bir tabağa koydu, hacresinin kuytu bir yerinde sakladL Sonra iskeledeki yerine gitti, yeni yeni buluş­ /ar/a balıklarını överek çabucak saliverdi hepsini, çavalyesini boşaltınca canına can katan kutsal rakısını içip de ilk arnıağanının kıza yapacağı etkiyi hayalinde canlandınrken, sevincinden coştukça coşuyordu. İkindiye doğru kayağını kıyrya çekti. Penız en çok o anlarda göranayordu. Balıkçı ayağını kapısının basamakianna koyduğu sırada, uzaktan kızın etekleri­ nin uçuştuğunu fark etti Heyecana kapıldı, bir hızla merdiveni aşiL 6mra kadar sevdiği kızı karşılamaya hazırlanacaktL Hacresinin kapısından içeri girince bir çığlık kopardL içeriye sızmış olan kedinin, kıza saklamış olduğu ve kendi daşan­ cesiyle utkusunu sağlayacak olan balıklar amansız bir iştahla yediğini görda. Balıkçı, bir çılgınlık bunalımı içinde, kediyi kuynığundan yakaladı, havaya kaldı­ rarak yere vurdu. Ziyafetinden gaddarca yoksun kalan kedi bir an yuvarlandığı yerde kaldı, sonra can acısry/a boğuk boğuk miyav/amaya başladL Ama balıkçı, bu acık/ı görantü karşısında daha da köparmaş, hırsını alamamıştL Onu arka ayaklanndan yakalıyarak çılgınca bir hızla havada daire gibi çevirdiğinde, kedinin kafası merteklerden birine çarptL Hayvanın kafatası açılmış kana bulanan beyin parçacıklan etrafa sıçramıştL Gumik, öla kediyi yere bıraklL Bu kıyım karşısında yatışmış gibiydi. Bir avunma «Oh»u çekti, tabaktaki balıklan gözden geçirmek azere bir iki adım attığında kapının önande duran penız 'u görda. Kız, donuk gözlerle öla kediye bakıyordu. Yanak/an solgundu. titrek bir sesle: - Sen mi yaptın bunu, Gumik, dedi. Delikanlı soluk so/uğa yanıt verdi: - Senin için balık saklamıştım... Geberesice hayvan yiyordu balık/an .. Ama yetiştim bereket versin... Şimdi yine yese ya... Muradına erdi işte... Sonra balıkiara yaklaştı, tabağı eline aldı, Penız 'a dönerek: - İşte iki gözam... sak/adığını balıklar... Ancak iki tanesiniyemiş, zararı yok, yarın daha çok getiririm sana, dedi. Gözleri ö/a kedinin parçalanmış kafatasına takılan kız: Gereği yok, dedi. Ve birden de/ikanlrya dönerek: 364


- Gunıik, drdı, 11nıım mn olmuyor. Ne dt•din ?.. Pt•nıı 'cu�nı, aman... - Antını rtuı olmuyor, diye yineledi ku sozana, ve kaniara bulaşm'l olan kediye son bir kez daha baktıktan sonra, ocana alm'lcasına hacrenin merdiven­ lerinden inmeye başladL Gumik 'e şimşek çarpm/ltı sanki; elindeki tabakla durdugu yerde dona kaldı, neden sonra: - Peruz, iki gozam, ayağını Opeyim... Diye seslendi arkasından. - Anam razı olmuyor, dedi genç ku son bir kez daha ve iskelenin karaltılan arasında gOzden siliniverdi. - Nt• ?

..

Yervant Sırmakeşhanlıyan

365


ŞAHAN ŞAHNUR -Keresteciyanİ ( stanbu/ 3 Ağustos 1 903-Paris 20 Ağustos 1974) Yazar ve Batı Ermeni edebiyatının kurucularından olan Şahan Şahnur, ilk ügrcnimini mahalle okulunda, orta ögrenimini de Berberyan Okulu'nda gördü. 1 922'de Paris'e yerle�ti. ANAHİD, AREV, ABAKA, vb. dergilerde ve Teotig'in AMENUN DARETSUYTSI (Herkesin Sa/nanıesi)nda yazıları ya­ yımlandı. 1 927 -29'da <<Şarkısız Ricat>> adlı ilk romanı yayınlandı. 1 933'te yayın­ lanan <<Hortlakların Hıyaneti>> adlı hi kilyeleriyle Ermeni realist düzyazı türünün belli ba�lı ustaları arasında yer aldı. Yakalandıgı agır bir hastalık sebebiyle 1 930'1ardan ömrünün sonuna kadar hastahanede kaldı. O tarihlerden itibaren <<Armen Lüpen>> mahlasını kullanarak Fransızca yazmaya ba�ladı. Aynı zaman­ da Ermenice edebi ele�tirileri yayınlandı. 1 939'da LA NOUVELLE R EVUE FRANÇAISE'de <<Gece Vakti Taşınnıa>> adlı hastahane anıları yayımlandı. 1 955'te kitap halinde yayınlanan bu eser, Rivaro Ödülü'ne liiyık görüldü (1 956). Fransızca olarak <<Gereksiz Araştırmalar>> (1 942) <Sinsi YolcU>> (1946), <<Kutsal Sabır» ( 1 95 1 ), <<Yayla>> ( 1 957), <<Ateşten Ateş>> (1 968) adlı toplu hikaye­ leri de yayınlanan Şahan Şahnur'un edebiyatının ayrılmaz ve önemli bir parçası sayılan <<Mektuplar»ı, günümüzde Erivan'daki Edebiyat ve Sanat Müzesi'nde korunmaktadır.

BiR LOKMA GÖNÜL Kocaman bohçasını ko/tuğunun altına yerleştirdi. Otel dö Vii 'den K/anıara giden 89 numaralı tranıvaya bindi. Tranıvay her zamankinden biraz fazla sarsıldı yaylarının üstünde, içeriye giren kadının ağırlığı önemsiz sayılamazdı. Bu iri ananın gülünç sayılabilecek kadar küçük bir şapkası, sırtında kara ve yıprannıış bir nıantosu vardı, kara gözlüydü, kararnıış olan üst dudağının altından da iki kararnıış dişi görünüyordu. Ebrakse hanını <<pardon>> dedikten sonra bir köşcye oturdu ve bohçasını iki dizlerinin arasına aldı. Yerleştikten sonra bir <<Op> çekti, bileti yüksüifüne taktı ve do/ayını süznıeye başladı. Tanı karşısında der/itoplu giyinmiş, esnıer, soluk yüzlü bir delikanlı oturmuş­ tu. Kederli de�,'ilse de melankolik bir çehresi mrdı, gövdesi sanki vücudunun üstüne çökmüştü. Ebrakse hanını delikanlının elindeki paketin Ernıenice bir gazeteyle sarılı olduğunu görünce çekinmeyen bir davranışla hemen söze başladı: - Seni tanıyacağını gibi geliyor bana. Sen Parantsenı 'in oğlu musun ? Yo, Paranisem 'in oğlu dq'i,l ama, Ernıeniydi. Beklenmedik bir anda sorulan bu sorudon öyle sarsı/nuştı ki, hemen adını söyledi. Garabedyan ?.. Norayr Gara­ bedyan ?.. Canını, ben çok Garabedyanlar tanırım, sen Merzıfon 'daki Garabed366


yanlardan nıı.mı, 1/asldiy 'ıJ,.kı/aılnı mi?. Allah allalı upkı P11ratıtsmı ''in o�lww henziyorsun... Ernınıi olıJu�un tia aK"llndan bumundan akıyor iştt•, aynı kamitm o/duf:ımıuzu henınıacik an/adını... Ne iş yaparsın ?.. Öyleyse çocuk/arınıı tanıytl· caksın... Küçük oğlum ki/ist•deki koroda okur, sen korodakilerden değil misin ?.. Neden ananı yanına alnııyorsun ?.. Kızkardeşin senden büyük mü? Evli midir?.. Gözünı çıksın, böyle civan gibi delikanlılar büyilt de, sonra da onların nıutlulu1,Ju ­ nu görme... Ana değilsiniz ki kııdrini bilesiniz... Ben oğullanma diyonmı ki: «Siz benim canını ciğerinı, ödünı da/ağını, siz benim her şeyinısiniz». Benim de cilvenı bu işte. Böyle deyince oğullarını hemen gülüverir. Onlar bilmezlerya, ben bu sözleri mahsus söylerim, niyetim onları güldürnıek, onların gülüşünü görmek. Benim neyim kaldı ki? Yukarıda bir Tanrı 'nı, burada da oğullarını. Elbette öyle daim. Ama nasıl olur da kaçüğanıü tanınıazsın sen ? Ebrakse hanını parmaklarını kulağına tıkadı, çünka virajı dönen tranıvay­ dan dayanılmaz bir gıcırtı çıkmıştı. Bir soluk aldıktan sonra yine sordu: - O değil ya, sen Serope 'yi tanır mısın ?.. Sen Mişe/'deki Ermeni bakkalı... Canım şu itoğ/uit Serope... Aman sen de, ne biçim Ernıenisin ? Kiliseye gitnıezsin, bizim bakka/ı tanmıazsın .. . Delikanlı başını eğnıiş, hafifçe gülünıseyerek dinliyordu. - Bohçanıda ne var diye hiç sornıuyorsun, dedi az sonra Ermeni ana. Söyleyince üstünıe gülersin. Ama önce sen bana şunu söyle, şöyle ucuzca, uygun bir yerde bi/diğin bir apanman kall var mı?.. İki oda/ı, bir de nıutfağı olsun... Çektiğim sıkıntıları yalnız Tanrım bilir. Bohçanıda bir halı var, onun yüzündt·n neler çektiğinıi bilmezsin elbet. Ve Türk halısının yüzünden çektiklerini bir bir anlatmaya başladı. Her şeyden önce evini anlattı. İki oğullariyle birlikte eski ve daracık bir kulenin tepesinde değil, tepesinin tepesinde oturduğımu söyledi. Bir solukla yukarıya çıkamıyordu. Üç kez nıo/a veriyordu nıerdivenlerde, her mo/ada: « Yarap, tövbe, tövbe, sana kurban olayını... » diyordu. yüreği günı günı aliyor, soluğu tıkanıyordu. Ya oturduğu katın tavanını sorsaydı hele... Tanrı esirgesin, hem alçak, hem de çarpıktı, her yer e1,'7i büğrü... Tıpkı devenin kanburu gibi, o kadar ki, döşemesi bile çarpık görünüyordu gözlerine... Çatının tanı altında olduğundan yazın sıcağında Ebrakse hanmun gözlerinden dumanlar tüterdi. Odalar desen cep kadar ufak. İstanbul da oturduğu evin yükleri bu odalardan daha büyüklü. Dört tane yükleri vardı da değerini bilnıezdi. Sonra, pencerelerdar ve alçak o/du&"Tundan hiçbirşey si/kelenıiyordu ana, yakasının tozlarını bile. Tanrı bilir, o kadar temiz/enecek şeyler vardı ki, çünkü hacalardan içeri giren dumanlar is bırakıyordu. Bu Türk halısına gelince, söylt•­ sindi, nasıl silke/eyebilirdi?.. Nerede ve nereden silkeleyebi/irdi?.. Önceleri iki kat aşağıya iniyor, pencerelerden silkeliyordu. Ama, bir gün, aynı katta oturan iki cadıy/a birlikte kapıcı kadın karşısına dikildi/er... Ebrakse hanını temizliğin tadını kaçırıyornıuş... Allahın günü su akmyor, tahtaları si/iyor, durmadan eşyaların tozlarını etrafa saçıyormuş, zır delinin biriynıiş... Paris 'te bir yasa varmış, bu yasaya göre sokakların üstüne açılan pencerelerden sabahın sekizinden önce bir şey silke/enıek yasaknıış. A vluya bakan pencerelerden de en çok saat ona kadar silke/enirnıiş. Yalan, hepsi yalan, Ebrakse yasaları bilmez mi? Hangi sapık yazar­ nıış bu yasaları ? Sözün kısası, kapıcı kadının kendisine karşı anlaşılmaz ve şiddt•tli 367


bir tlıJ�·,mm/ı�ı l'lır, illi' tit' Frmmi tlilt•Jinin oradım Kitmt•.\·ini istiyor. Şu silkt'lt•me işini p11rm11�ına dolamış, Ermeni kadınını boyuna azarlayıp incitiyor, Kllçlü ve çtı/ışkan birer işçi o/11n �·oc·uklarını da bu işin içine kanştınyor. Ama erkek dediğin ev işine k11rışmama/L Onun işi çarşıda, kadınınki de evde. Gel gelelim onlar burunlarını soktu/ar, patırdı KllnJitü çıkardılar ve hoşnutsuzluğa yer vermemek için analarını uyardılar. «Paris 'te concierge dediğin allah 'tan beterdir» dediler. Kovu/acaklanndan korkuyorlar. Bunlar, hep sen, dayanılmaz bir canavar olan «llllah»ın yüzünden. Ağzından çıkanı kulağı duymaz. Boyunu sorsan [ıçı gibi. - Nerde var bir bodurAllah 'ın belası odur, diye tamamladı sözünü, Ebrakse hanım. Delikanlı «Odur» deyince kadın sözana sürdürdü: - Ayol! Bu kadar senelik gustomu mu değiştireceğim ben ? Yoo! Bu kadaryıllık yaşamını, alışkanlılıklannı, töresini değiştiremezdi Eb­ rakse hanım. Kendisi onlar gibi olamazdL Şu Fransızlar pisti, kirliydi. Dışıforma, içini sorma. Üstleri cici/i bicili ama, eteklerini yukanya kaldırdın mı, kokudan burnun kopar. Sen geleydin de Ebrakse 'nin eski evini bir göreydin... Her yer kar gibi temiz, istediğin yeri çekinmeden, tiksinmeden yala da yala. Ayol, biz böyle gördük, böyle alıştık işte. Şimdi de oğullan engel oluyorlar temizlik yapmasına. «Yapma, anne, yapma, Fransızları bize karşı gacendirme» diyorlar. Çıldıracağım ayol, neden gacensinler... Ama sen diyeceksin ki, sabah erken çık, kapının eşiğinde silke/e silkeleyeceğıni. İşte bu olmaz, olmuyor işte. Her şeyin bir sırası var, beni şaşırtmayın, elbette ki biranayı şaşınmamaiL Sabahın o saatlerinde onun bir sünJ i§i var. Küçük oğlu da i§e geç gittiğinden Ebrakse hanım onun etrafında dön dönüyor, her isteğini yerine getiriyor. Kendi başına bıraktın mı, pallosunu bile giymeden dışarı çıkar «yaramaz köpek». İşte böyle. ebrakse hanım toz/u halısına bakınca içi eriyor. Demin evden çıkarken olup bitenleri içine sindirmeye çalıştı ama olmadı, sonunda kafası kızdı. Yüreciğini mengeneye sokmuşlardı sanki. Kendisi Ebrakse olalı beri bu denli işkence çekmemi§ti. Eğer o anda şu halıyı temizlemeseydi, üstanefenalık ge/ecekti. Canım, neden temizlemeyecekmişim, ha ? Sen söyle, neden ? Şu halıdan başka neyim kaldı ? Varım yoğum bu halL Ayağımızı, kolumuzu sınısıkı bağladılar itoğulları, bu halıyı da mı?.. Yonu ganleri de yakla­ şıyor. Ben de, çaresiz kat/adım, sardım, şimdi Klarnar'da oturan Sımpatyan '/ara gidiyorum işte... Sımpatyan 'lan tanımaz mısın ? Kocası triko işi yapar... « Triko Masis»... İyi yarekli bir adamdır... On/ann evine gider, bahçeye girer, adam ala/lı temizler, tozlannı alır, bir iyice de yıkanm... Yükü taşıyacak olan ben değilim ya! Tramvay sağ olsun, şıp diye de kapılarının önünde duruveriyor. Delikanlı yanıtlamadığından bir an sustu. dik dikyazane baktı ve neden sonra sordu: - Rahatsız mısın ? Neyin var, yavrum ?.. Neren ağrryor? Bak, deminden beri hiç defarkına varmamışım... Yazan solgun... Soğuk almışsındır. Şu dilini çıkanver bakayım, çıkar, oğlum, çıkar... Çıkar ayol, sana söylüyorum, sana... Yanındakile­ rin yazane de sabun suyu... Yoo! alnında pek o kadar sıcaklık yok. .. İç çamaşıriann sıcak mı? Çöz bakalım şu düğme/eri, gözlerimle görmek istiyorum. U/an kerata, anan sayılınm... Bak! Demedim mi? Böyle incecik şeyler giyinilir mi bu havada ? Ah, cahillik i§te... SenyanJanila istersin oğlum, yan[anila... Sakalın da beş karış... 368


Neılm traş olmuyorsun, paran yok 11111 !. . Ytıltm .w'Jy/üyor.ı-un, }:th'll'r bakalım paralarını, hadi KiJster, boş lafa ktırnım tok benim... Çabuk hemen eve dt'Jnüp yatmalısın... ah, cahil/ik, ah... Sustu/ar. Tramvay gıcırdadı, durdu, yine yol aldı ve Ermeni kadın köpürdü: - ah, ah... Böyle zayıfzuyufyavrularyapa yalnız kalıyorlar sokak ortasında... Ana kuzusu bunlar, ama analan başlannda değil ki?.. Yakın oturmuyoruz ki... Gelip beş altı tane şişe çekerdim, pirupak olurdun, bir şeyciğin kalmazdL &ç yaşındasın ? Vah yavrum, vah... Gözüm çıksın inşallah... Delikanlı, merak edilecek bir şey olmadığını, bu kadar ilgilenmeye değmedi­ ğini ısrar etti. Ebrakse hanım kızdı, ama hemen sustu. Delikanlı yine başınhğd� düşüncelere dalmqtL Ermeni ana «Hey gidi dünya» diye mınldandı ve bir damla gözyaşını sildi. Sonra birden patlayı verdi: - Yerin dibine geçsin şu kızlar. Ayol, bunların nesi var da eteklerinden ayrılmıyorsunuz ?.. Büyük oğlum us/udur ama küçüğam başbelasL .. ah şu kızlar, hepsi de yerin dibine batsın... Hepsi de... Sokaklar geride kalıyor, yolcular iniyor, yenileri geliyor, biletçiyorgun bir sesle durakların adlarını sesleniyordu. Epey zamandır iki Ermeni susmuştu. Sonunda kadın, üzgan bir tavırla yine konuşmaya başladı: - Nereden karşıma çıktın, ay oğul?.. Yüreğime dert olacaksın. Çocuklannıı da tanımıyorsun ki, senden nasıl haber alabilirim ? Elimden de bir şey gelmiyor?.. Keşke karşıma çıkmaz o/aydın... Mahzun delikanlı teşekkür etti. «Dünyada iyi insanlar varmq daha!» diye düşündü, sustu. Tramvay yine gıcırdadı ray/ann üstünde. Bir vitrin mallarını yüzde elli oranda değerden düşürdü; bir sinema onanm yüzünden kapı/ann ı kilitledi; taşradan taze yumurta getirildi; biire (bira) içkilerin en iyisi olarak reklam edildi; garajlı ve iki oda/ı bir ev kiralık oldu; karaiara bezenmiş bir dükkan «yas» hazırladL Yirmidört saatte her şey karanlığa gömülünce, Norayr, başmı kadına yaklaş­ tırarak: - Beni dinle ana, dedi. Bu kadar iyiyürekli olduğuna göre senden bir ricada bulunabilirim sanıyorum. Zor bir şey değil, ama sakın hayır demeyesin. Az ötede birlikte ineceğiz, orada sana bir otel göstereceğim, benim oturduğum otel. Yok, uzak değil, tramvay durağından birkaç metre ötede. Bir pusula vereceğim sana. Otele bırakırsın, hepsi o kadar. Başka hiçbir şey istemem senden. Sürdüreceğin yol için tramvay parasını ben veririm sana, fazlasını da veririm... Hayır deme, ne versem alacaksın, sen yalnız pusulayı otelin sahibine verirsin, hepsi o kadar. Ebrakse hanım kaşlarını iyice çattL Dinledi, ama yapılan öneri hoşuna gitmedi, çünkü delikanlının oteline kadargitmekten çekindiğine ve ille de kendisini göndemıek istediğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Delikanlının rahatsızlığıyla bu teklı[ arasındaki ilgiyi bir türlü kavrayamıyordu. - Ne sen sor, ne ben anlatayım, diyordu delikanlL Ben gidemem. Ben gitmemeliyim. Ama şunu iyi bil ki bana büyük, çok büyük biryardımda bulunmuş olacaksın. İnan bana, birkaç adımlık bir yerdir... Bana analık etmiş olacaksın... Kadın işin ayrıntılarını çözmek istedi, ama delikanlı aynı sözleriyine/ed� inat ..

369


etti, ya/nu pusulayı �:marmt•Jini rica etti. Kararlaştırılan yere inecek.ken, biletçi: - Madam, Klarnar burası değil, dedL Elbette Klarnar'ın burası olmadığını biliyordu, daha Paris 'ten çıkmamqlar­ dL Ama Porte'un kokusu geliyordu. Emıeni ana ve delikanlı tramvaydan indikten sonra kaldınmda durak/adı/ar. Kadının halısını taşıyan Norayr, onu bir kanepenin asıane koydu, kendisi de yanına oturdu, kadına bir dakika beklemesini rica etti, kadıncağız ayakta kaldL Norayr, portföyanden bir temiz kılğıt ve srilosunu çıkanp kesin bir kararla şunlan yazdı: Bayan ve bay Daver Ben artık otele dönmeyeceğim. Beni bir daha gömıeyeceksiniz. Sonumu yannki gündelik gazetelerden öğrenirsin iz. Yaşamıma son vereceğim. Nedenleri tamamiyle özel, karanm kesindir. Yaşamak istemiyonım. Bilin ki Paris 'te... Ebrakse hanım, delikanlının çabuk çabuk ve dazgün yazqına bakıyordu: - Öff, dedi, maşalah kaleminden de kan akıyor... Sti/o kağıdı deldi, delikanlı gaya stilonun ucuna öfkelenerek, hafiften bir kafar savurdu ve mektubunu sardarda: Hiç bir kimseye bir santim bile borcum yok, hiç kimim kimsem yok. Bu pusulayı size gönderdiğimin nedeni sizden bir isteğimdir. Bu pusulayı size getiren kadının, yuntaşım olan bu kadının, odamda bulunan her şeyime sahip olmasını istiyonım. Her şeyimi bu zavallı kadına veriniz. Ona bağışiıyonını varımı yoğumu. Polis lllJiilftndan zapredi/mesini istemiyonım. Bu son ricamın kabul edileceğini umut eder, son selamımı gönderirken teşekkar/erimi sunanm. ROBER (Norayr Garabedyan) - Hernencecik de bitiriverdin, dedi, Ebrakse hanım. Norayr port[öyande zarf anyordu, ama boşuna. Bulamadığı için de canı sıkılıyordu. Birden aklına geldi ve kadına Fransuca okuyup okumadığını sordu, «İşte bir bu eksikti» dedi kadın. O zaman delikanlı pusulayı katiadı ve ananın eline koydu, anık başka umar yoktu. Sonra nafus kağulını çıkardı, onu da verdi ve pusu/anın altına şunlan ekledi. «Pusu/anın benim tarafınıdan gönderi/diğine güvenmeniz için nafus kılğıdımı da ekliyonım.» Norayr ve kadın bir yan sokağa girdiler, biraz ilerledi/er. Delikanlı bir kasap dakkanının önande durakladı ve karşıda, az ötede, mermer kapı/ı, asiünde altın renkli yazılar bulunan bir oteli gösterdi. Kadın, pusulayı oraya götürüp otelciye verecekti. Norayr halıyı kadının koltuğuna koydu, aynı zamanda bir banknot uzattı, Ebrakse hanım kesinlikle geri çevirdi. Bayak bir fırtına kopardı Emıeni ana... Çıldıracaktı, aklını yitiriyordu. Herhalde bir yanlışlık o/acaktL Acaba dognı okuyor/ar mıydı? Okuduklarını aniayabiliyorlar mıydı? Dediklerine güveniyorlar 370


mıydı ? Amım yara/ılıi, yt�kınlarda bir Ermmi yok muytiu ? (idip ıle• ııdam tıkıl/ı bir çc•virisini yapaydı. 1/an�-:i otladtıki e�yalar!... Kc•ndisinin ne• ilgisi wırdı poli.,·in zaplc•dc•cc•ği c·�yalarla!.. Ne•? ne? Rober mi?.. Pusulayı önce, şirin ve orta boylu otelcinin kansı okudu. Rengi henıc•n sarardı. Bürodan dışan fırladı ve merdivenlerin başında «Dezire, Dezire» diye bagırdı. Kocası karşılık vermeyince, bürodan katiara bağlı olan bütün elektrikli zillerc• bastı. Sonunda, otelci içeri girdi ve «Sigortadan yanit gelip gelmedi1,'fini «sordugu anda eşinin solgun yazünü gönlnce sinir/endi:» Deli., dedi., ne var, ne oluyoruz?.. Norayr'dan gelen pusulayı ol..uyunca, bu kez kansıyla birlikte bir soru yağnıunma tuttu ebrakse hanmıı. Doğal olarak ilkin her şeyi kadına anlatmaya cesarc•t edemiyordu, çünkü bu Ermeni kadınla delikanlının arasındaki ilişkilc•r üstüne• hiçbir bilgisi yoktu. Sonunda, yalnızca bir yurttaşlık bağı olduğuna kanmısayınca, pusulada yazılanları özet/eyerek anlatmaya çalıştı. Yoo! Valiahi inanamıyordu. Gözleri karanyor, kanı beynine fışkırıyordu, böyle şey olamazdı. yazılaniann doğru dünlst çeviri/nıesi için bir Emıeninin bulunup getirilmesinde direniyordu. Yalan yanlış bir şey söylemediklerini Emımi kadınma anialıncaya dek göbekleri çatiadı. Çok sabır tüketmişlerdi. - Öyleyse ne duruyorsunuz? Koşun, arkasından koşun, bulun onu... Anası var, kızkardeşi var, diye bağınp çağırıyordu Ebrakse hanım. Ve, uzak bir yerde anası olan bir çocuğun arkasından neden hemen koşup gitmediklerini bir türlü kafasına sığdıranııyordu. Otelcinin kolundan tuuu, çekişiirdi onu, sokağın kapısına kadar sünlkletii, Norayr 'la birlikte geldikleri yeri gösterdikten sonra ona mutlaka yetişebileceğini söyledi. Bir arabaya binip arkasından gitmeliydi, «Şan z 'E/ize» istasyonundan m et­ roya binerek Emıeni kilisesine haber vemıeliydi. Ama ne yazık!.. Kendisi ne• koşabilir, ne de düşündüklerini becerebilirdi... Yine büroya döndüler. Ebrakse hanım ağlıyordu. Tasariadık/arını azıcık olsun anlatabilseydi, böylece ağlamazdı e/belle. Ama dil bilmezlikten ötünl zorluk çekiyor, üzülüyor, Emıenice ve Türkçe sözcükleri, gülünç Fransızcasıyla kanştırı­ yor; otelci, kadıncağızın söylediklerini anlamaktan çok kavramaya çalışıyordu. Fırtınayı biraz olsun yatıştımıak için adamcağız sertfiğe baş vurdu: - Ama kendinizi tutun bir az madam, dedi, çocuk değilsiniz. Hem biz onu daha yakından tanırız, ama... Bu kadar abartmaya gerek yok. .. Ne de olsa siz bir yabancı sayılırsınız... Ne?.. Yabancı mı?.. Hiç de de1,1jf. Onlar birbirlerine yabancı değillerdi. O çoktandır Norayr'ı tanırdı. Nice pazar günleri kilisede karşılaşmış/ardı. sonra, o kendisine bir apartman kall arıyordu, nerede ise bulmak üzereydi... Sonra, bu gc•ı-c• Norayr'ın yanına gidip sırtına altı tane şişe çekecekti... Yabancı mı?.. İçindm kaç kat çamaşır giydiğini bile bir bir bi/irdi... Yabancı ha?.. Otc•/cinin karısı: - Bu çocu1,'un bir derdi olduğunu zaten seziyordum, dedi. İki gecedir otde• gelmiyordu, öyle değil mi, Dezire? İki gecedir otde• uğramadı. - Sen sus, dedi adam kızgınlıkla. Sen zaten her şeyifaciaya çevirir, sonra da kireç kesilirsin. Yataktan çıkalı ancak iki gün oldu... Siz de yani inandınız mı :n ı


htıyatmtı sım ı·ın·ı·l'�inı• "! Jlı•klt•yin btıkalım hir 11z Ltıjla pilav pişma. llangi �:mç bu gihı ılll\'i:lllıırll kapılmım11ş "! Bm bile Li/ 'dı• bulundui,"fumuz zaman yazmamış •••

..

1111)'111111

/.; / . . .

Sm nt' diyorsun, n11üü, diye bağırdı Ebrakse hanım, sen/e o bir misiniz? Onu11 �:ı"iLlaint• bakan bilir nasıl inatçı olduğunu. Bildiğinden şaşan delikanlı/ar­ dtın ılt·�il o, aklına koymuş bir kez, yapacak Bir adamın yüzüne bir baktım mı ben, onun nt' oldui,"funu sana söylerim. Ktıdın bu sözleri söylerken (veya anlatmak istediğini sanırken) yine bağırıp çağırıyor, içini yakan ateşi püskı1n1yor, durmadan elini kolunu alabildiğine sallı­ yordu havada. Otelci, onu yine yatıştırmaya çaba/adı, ama karşısındakinin ken­ disini anlamadığım düşününce: - O, la barbe. Dedi. - Ya, işte, diye yanıtladı Ebrakse hanım, sakalı da bir kanştı, ömründen vazgeçmişti. Fransızlar bu kez de gülüşmediler, bu olanaksızdL Otelcinin kansı kocasına karakola gitmesini, olayın polise bildirilmesi gerektiğini önerdi. Belki onlar biryol bulup delikaniıyı kurtarabilir/erdi. «Zaten başka çare de yok» dedi otelci ve karakola gitmeye hazırlandL ama, Emıeni kadınının yeniden gürültü çıkarma olasılığının burada hoşnutsuzluk yaratabileceğini ve kansının yeniden «hasta» düşebileceğini önlemek için, Ebrakse hanımın kolundan usulca tuttu, bürodan dışarı çıkardı. birkaç kat yukarı çıktıktan sonra, otelci bir kapı açtı, kadınla içeri girdiler. Burası Garabedyan 'ın odasıydı. Adam aynanın üstünde bulunan fotoğ­ raflardan birini aldı ve: - Ben gerekeni aniatırım hükümet adamlarına, onlar belki bu fotoğraf sayesinde onu bulurlar. Ben gelinceye dek siz buradan çıkmayın, dedi ve kadını yalnız bıraklL Ve sonra gardrobunu açtL Orada asılı yeni kostümünü, pallosunu ve başka eşyalarını gördükten sonra: «istemem, ayol, istemem!» diye bağırdL Aynanın üstünde yaşlı bir kadının fotoğrafı vardı. Bu belki de Norayr'ın anascydL Az kır/aşmış saçlan arasından tatlı tatlı gülümsüyordu. «Gözlüğüm deyanımda değil ama, hatun bir kadına benziyorsun» dedi Ebrakse hanım ve içi dolu, aynadan uzaklaştL Uzaklaşması ve fotoğrafa doğru aynı hızla geriye dönmesi bir oldu. «Ocağın söndü kadın... Ah! Gözüm çıksın... Bu günü görmez duymaz o/aydın... Tıpkı da oğluna benziyorsun, bumundan düşmüş... Seni biryerlerde görmüş üm gibi geliyor bana... » Ve birden, Norayr'a kızdL Ama çok kızdL Yo! Bunu yapmamalıydL Anası sağ olan bir evlat böyle şey yapamaz. Bu üzüntüyü, bu derdi anasından esirgemeliydi Ne olmuş sanki, ay oğul, şükür Tannya, elin ayağın tutuyor, azıcık dişlerini sıksan olmaz mıydı? Sonra da: «Benden ne istiyordun? Ben sana ne kötülük ettim ki? Başıma gelenler bana yetmiyormuş gibi... Benden ne alıp vereceğin vardı da beni buralara kadar sarak/edin, bana yazık, günah değil mi?.. Ah, cahillik işte, boşuna delikanlı dememişler, haklan var, kanınızda delilik tohumlan olunca, akacak kan damar372


da durnr mu ?.. Tranıı·avıla ilk karşılııştı�m katlmdan... BıJylt• şıy nt' gı'JralmıJş, nt' dt• duyu/muş... » Ebrakse hanım duvara yapışık olan 11/ustration [oto1,'fraj7arına bakıyordu görmez gözlerle. Ak ve pak o/du1,'funu öğrenmek için yorganını kaldırdı, çarşaj1ara bakınca başını sallayarak: «Delikanlı işte... » dedi. Sonra gidip gardrobu bir daha açtı, iç çamaşırianna baktı, parmaklanyla yeni kostamana okşadı, onu fakir birisine vereceğine and içti, ve içi gerçekten burkularak oradan uzaklaştL İçi gerçekten burkuldu, çankü aynı yaşta olan küçak oğlunu anımsamıştı. Kendi <')'aramaz köpeği» geldi gözlerinin önane; mahzun, boynu bakak, bir karış uzamış sakaliyle. Bu sevimli yaz gitgide saranyor, sarardıkça solgun/aşıyordu. Ebrakse hanım bezgin, bir sandalyeye yıkı/ıverdi, ama oğlunun solgun imgt•Ji gözlerinden uzaklaşmıyordu. Umutsuzdu o ve kimsesizdi. İçinden çok hafifgiyin­ mişti, [ani/ası da eskiydi, bir şişe çekeni de yoktu, ve odasının eşyalarını bir başkasına vasiyet ediyordu. Birden, o «yaramaz köpeğin» kafası kana bu/ant/ı. Ağzından, burnundan, şakak/arından kanlar akıyordu. Bir anda kafa bir tramı•ay altında ezildi, sağdan soldan adamlar koşuşmaya, bağrışmaya, imdat çağırmaya başladılar. Oğlunun boğazını bir us turayla kestiler birden. Birden... Ebraksı• ha­ nım ağlıyordu. Karnı şişmiş olan oğlunu Sen lrmağı 'ndan çıkarıyor/ardı, yı•şillm· bariinmaşta ve ıpıslak giysileriyle onu eve getiriyorlardı. Geniş gövdeli, sm vı• amansız concierge (kapıcı) dehşet/e omuzlarını kaldınyor ve Ebrakse hanıma «Ben sana tövbe, tövbe>> diyordu, kendisi de oğlunun cesedine kapanmış, saçlarını yoluyordu... Ebrakse hanım ayağa kalktı. Bu acıya dayanamazdı. Boğulacaktı. Hızla kapıyı açtı, merdivenlerden aşağıya doğru baktL Otelci hiilii gecikiyordu. Yine içai girip sağa sola yarayerek oyalanmaya koyuldu, bu öldaraca, kıyıcı daşanet'lai zihninden silmeye çaba/adı. Dakikalar sonsuza dek sarayordu. Bu öldaraca mezarlıktan bir an önce kaçmak istiyordu. Başına soğuk su serpti, in/edi, Ilmill­ suz/andı ve gözleri boşluğa çakılı, ezgin bir halde dura kaldL Gözleri öylece boşluğa çakılı, dudakları kıpırdamadan, başını saliaya saliaya daşanmeye koyuldu: Bir genç eksi/miş.. Kime ne?.. Hesabını soran kim ?.. Biri gelip de seni arar mı?.. Bir kez ölmeyesin yoksa... Savaşlarda bunca adam ö/dara/ayor, bunca suçsuzların kaniarına giriyorlar... Kim kime?.. Herkes ganlak ekme1,Tinin pı•şindı•, yarınını daşanayor... Bari bir mucize olaydı da şu oğlanı bulsa/ardı... Bir muciu· olaydı da kurtulaydı... Bir an daşancelerinin etkiledi&Ti uyuşukluktan sıyrılarak kendine gt'ldi Ehrıık­ se hanım. Gökten bir taş daşmaşçesine bir daşance inmişti beynint•. Bir an bill' fırsat vermeden ani eylemiere sarakleyen daşance/erdendi bu. Yani nedm yapma­ sındı ? Kim görı•bilirdi kendisini? Kim kime? Ve hemen pencereyi boylu boyunca açtıktan sonra bohçasını sökta, halıyı dışarıya sarkıttı. Si/keleyecekti. Var gacayle, bayak bir çabayla, kıvançla silkelemeye başladı. «ey, iştt' bu p ık iyi oldu» diye daşanda ve gergin kollarıyla, vacudu az dışarıya sarkık bir durumıla •

-

373


ptıt kılt, ptıt kıJt halıytı ı•urmtıytı btışltıdı. kim �:l'lip dt• m�:d oltımktı ? Kim kimt•, dum dım111.. . Ptıt kat, Jltll ... 1h.'rkm, tıyahJı kaydı. 0/duk�·a yıpranmış, yeni par/atılmış, tap taze cilalı döşemenin astande, t•.rkimiş topuk/anndan ve te/aşından ötarü, yazasıa kaydı Ebrakse hanım. Bir an tJylt·ı·t· l:t'çti. Acı bir ağrı duydu göbeğinde. Bazı geometrik çizgiler, pencerelerden a.rılı \·amaşırlar ve aşağıdaki avlu dönaverdi gözlerinin önande, halı eğriler çizdi, kayboldu, ama kıldın asıldı, yapıştı, hiç olmazsa pencerenin çerçevesini yakıılaya­ bilmişti. Zorlukla, soluk soluğa doğruldu, bakındı. Halı, avludaki iki çöp bidonu­ nun asıane serilmişıi. Öda kopmuştu. Böyle bir korku hiç geçirmemişti Ebrakse hanım. Batan gacayle iki ellerini başına vurdu ve derinden, içinin ta derininden: «Aman, aman, Aziz Meryem Ana» diye haykırdı. Sanki tehlikeden korunma!<, daha bayak bir gaven içinde bulunmak için, odanın derinine, kuytu bir yerine sığındı, orada do/andı ve titreyen ellerini başına vurarak: « Ya Rabbim! az kalsın giJmlayordum... Vay oğııllanma... Aman, aziz Meryem Ana...» diyerek çırpınmaya başladı. Yo, hayır, gamlememişti. kuşkusuz daşmemişti. Buradadaydı, odanın içinde. Tehlike, çok şakü.r geçmişti. Kendini aynada buldu. Yaza az kızarmış, renk renk olmuştu. Bir haç çıkardı ve «Pazar gana kiliseye giderek bir mum yakmaya» kıırar verdi. Aynaya bakıırken gözayabancı ananınfotoğrafina takıldı. Tatlı tatlı galam­ sayordu o daha... Tatlı tatlı galamsayordu o daha... - Edepsiz Ebrakse, yerin dibine geçesi Ebrakse... Kudumıuşçasına kendi kendini paylıyordu. Şu köta huylannı ne zaman değiştirecekti. Kendi kendine bunu soruyor ve anlamsız alışkıınlık/anndan ne zaman vazgeçeceğini merak ediyordu. «Haydi, söyle bakıılım» diye yineliyordu her sözanan başında ve sonunda, ve suçlu Ebrakse yanıt vermediğinden, cezaya layık olduğıınu onaylryordu. Sen bunu hakettin, hak ettin başına gelenleri. İki evliJdına acımayan kendisi gibi bir cadının sonu böyle olurdu elbette. Daha beterine rastla­ sındı. �man, tövbe, tövbeler olsun, aziz Meryem Ana» diyere_k, ağlamaya başladı Ebrakse hanım. Yoo! inip de otelci kadından halısını istemeye cesaret edemezdi. Ölmeye kil/kışan bir gencin odasında halı silkelediğini hiçbir zaman itiraf etmeyecekti. Suçunu görüyordu aynada. O halde ne yapmalıydı? Otelcinin sesi duyuldu o anda. Polislerle birlikte geldiğinden sesi şimdi daha tok garlayordu. Ebrakse hanım önce pencereyi kııpadı. Ayak sesleriyaklaşryordu. Basarnaklann gıcırtısı dahayakından geliyordu. birden halryı sardığı kııra örtüye takıldı göza. Boş, bomboş kııra bir örtü... Ebrakse hanım dön yanını sazda, ve hızla hemen yorganın altındaki bayak yastığı kııpıp, kııra örtasane sardı ve «hop» diyerek yorganı yeniden önta. Beygirler birbirlerinin boynunu ısırmaya uğraşırken, gaçla hamal/ar kuyruklu birpiyanoyu indiriyorlardı. Herzamankinin tersine, yağmuryağmadığından, nisan ayının bugiinkü gandaza bir az uzun sarayordu. Yakınlarda, yaksek bir bacadan aşağrya doğru yayılan dumanlardan sıkılan çöpça başını yukıırrya kııldırarak 374


dırdırlanmaya başladı Gt·çmişi karanlıklara karışmış bir ka.wp, bir kt'lpt·klt· oynaşıyordu dakkt1nının eşiğinde. G6bekli kasap a1,lzındaki umarili [ırlatırkm şaşakalmıştL .. Hareketleri en azından yabansı g6n1nen, ktıralara sarılmış wvallı bir kadına bakıyordu. iriyan kadının kolıugunda kara bir bohça vardL Sinirli sinirli sokağın ucuna gidiyor, orada duraklıyor, sonra gerisin geri gidiyor. Vçanca kezdir, avare kadın böyle dolanıyordu. Memıer kapıya dogru ilerliyor ve altın yaldızla yazılı otelin kapısından içeriye girmeye kesin karar vermiş gibi yaklaşıyor, ama ikircim/e duraklıyor, sonra teldşla uzaklaşıyordu. Bohçasını açıyor, beyaz bir şeye bakarak anlaşılmaz bir şeyler mınldanıyordu. Ama, ille de kaç kez ve hızla ellerini başına vuruyor, vuruyor. Yardım bekler gibi de d6nyanına bakınıyorduysa da, hiç kimse, otelin kapısının eşiğinde o zavallı davranışıyla duran kadına yardıma gelmiyordu... O kadına, ki ben Ebrakse hanım demiştim, ama sm dt• bilirsin ya, okuyucu, o, bir lokma tatlı gtJna/dar. Şahan Şahnur

375


HOVHANNES ŞİRAZ -Garabedyan­ (Aleksantrapol/Gümrü 27 Nisan 1915-Erivan 1984) Şair Hovhannes Şiraz, Türk-Ermeni Sava�ı sırasında (1 920) babasını

(çiftçi Tareos) kaybedi nce, olgu n l u k çagına kadar yel imhanede kaldı. Aleksantrapol'daki (Gümrü) okullarda ve Erivan Üniversitesi Ara�tırma Fa­

kültesi'nin Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde ögrcnim gördü (1937-1 941 ). İ lk �iirleri, Leninakan'daki Tekstil Kombinesi'nin MANADZAKORDZ (1932) ve P ANVOR(İ�çi) /1 933- I 935/ gazetelerinde yayınlandı. 1 935'te ilk �i ir kitabı «Kamanamudt>> (İikbahara Giri�) adıyla yayınlandı. Bu eseriyle derhal tanındı. Daha sonra yayımlanan «Arevi Yergir» (Güne� Ülkesi) /1938/, «Yerk Hayasdani» (Ermenistan Şarkısı) /1940/, «Panasdeğdzi Tsaynt>> (Şairin Scsi) /1 942/, «Yerkeri Kirkt» (Şarkılar Kitabı), /1 942/, «Liriga» (Lirik) /1 946/, «Hay Joğovurti Yerkı» (Ermeni Halkının Şarkısı) /1947/, «Hraztan» (1947), «Mer Küğeri Anunnerı» (Köylerimizin Adları) !1948! adlı eserlerinde lirik �iirin en güçlü üstadlarından biri oldugu gözlemlenen Şiraz'ın, tercih ettigi motifleri geni� bir sanat alanına yaydıgı görülür. Şairin yurtseverlik lirizminde Ermeni halkının toplumcu uyanı� motifi vurgulanmı�tır. Şiraz, doganın insan ya�amı üzerindeki etkilerin i yansıtırken, hümanistik duyguları, dünyamız ve insania­ rına kar�ı besledigi içten bagııııgı belirginle�ir.

376


ANAM

Evimizin tekkesi, Umut kapuna, anam. * * *

Evimizin kalesi, Beşiğimizdir, anam. * * *

K6le ve efendimiz, Anam-babamdır, anam. * * *

Evimizin evsizi, Knrtal yuvama, anam. * * *

Bizim demzammadır Benim demıansa anam. * * *

Evimizin pınarı, Benim susamı§ anam. * * *

Bizim tatlı ninnimiz, Benim uykusuz anam. * * *

Evimizin çırası, Güneşimizdir anam. * * *

Anam, ekmeğimizdir, Ulu tannma, anam. * * *

377


Derdimi verdim ye/e, yeller almadı, Savurdum deniz/ere, deniz a/madL • • •

Dosta verdim derdimi, dostum almadı, Yare verdim derdimi, yarim almadL • • •

Verdim taşa derdimi, almadı taşlar, Verdim data derdimi, almadı daglar. • • •

Asra sundum derdimi, hayır, almadı, Derdime tek bir kimse ortak olmadL • • •

Bacıma sen al dedim, o da almadı, Anam aldı, eridi, bir avuç kaldL Hovhannes Şiraz

378


HOVHANNES TUMANYAN (Tseğ köyü/Lori, 19 Şubat 1869-Moskova 23 Marl 1923) Şair ve yazar Hovhannes Tumanyan, ilk ögrenimini papaz olan babası Tateos'dan gördü. Orta ögrenimini Tiflis'teki Nersisyan Okulu'nda yaptı (1883-1 887) . İ lk �iir kitabı 1 890'da, ikincisi ise 1892'de Moskova'da yayınlandı. Daha sonraki yıllarda AG PÜR (Çeşme) , MURC (Çekic), HASGER (Başak­ lar), HOR İZON (Evren) vb. dergilerde yazıları ve �iirleri yayınlandı. 1903'te Tiflis'te yayınlanan «Sasuntsi Tavit» adl ı epik �iiri kısa zamanda popüler oldu. 1 890'1arda köy hayatını canlandıran hikfiyeler, güzel masallar, söylqiler ve ko�malar yazmaya ba�layan Turnanyan 'ın «Gigor» adlı eseri 1 907'de yayınlandı. Burj uva kentinde kurban olmu� köylü bir çocugun öyküsü olup birçok kez sahnede temsil edildi ve uzun metrajlı sinema filmine konu oldu. 1908'de Çarlık hükOmeti tarafından tutuklanarak Medek zindanına kapatıldı. Orada «Bir Damla Bal» ını yazdı. Bir yıl sonra hapisten kurtulduysa da, Kası m 191 1 'de yeniden tutuklanarak Petersburg'a gönderildi. Mart 1912'de Tiflis'e dönen Tumanyan, bu kez yaratıcı çalı�malarının yanısıra, geni� sosyal-kültürel faali­ yete giri�ti. Kafkasya Ermeni Yazarları Dernegi'nin kurulmasına önayak oldu. Edebi geccler, konferanslar düzenledi. Yazdıgı «Anuş» �iiri, Ermeni Edebiya­ tı'nın en çok begenilen eserleri arasındadır. Bu �iir üzerine Armen Dikranyan tarafından «Anuş Operası» bestelenmi�tir (1912) . «Davul Kale'nin Alınma­ sı»(1902), Aleksandr lsbentiaryan'ın «.4/masd» operasının edebi temelini ol�­ turmu�tur. Ermeni Edebiyatı'nın düzyazı türünün en iyi sayfalarından olan Tumanyan'ın hikayeleri, büyük ölçüde Ermeni köy hayatını, y�antısını ve dogasını yansıtır. Eserlerinin büyük bir bölümü, Fransızca, İ ngilizce, Almanca, İtalyanca, Rusça vb. dillere tercüme edilmi� tir.

379


KUYRUKSUZ TİLKİ

Bir vamıış bir yokmuş, yaşlı bir kııdın varmış. Bir gan yine bu kadın,keçisini .\·aKmış, Jat kabını bir yana koymuş, sata kaynalmak için çalı çırpı toplamaya 1:itmiş. O sırada bir tilki çıkagelmi§, başını soknıuş sat kııbının içine, sata içip bitirmiş. Yaşlı kadın dönap de olanlan gönlnce, nacağı kaptığı gibi tilkinin kuyruğunu kesivermiş. Kuynıksuz tilki kaçıp bir taşın asıane çıkmış, başlamış yalvamıaya: - Nine, ninecik, ver kuyruğumu da yapıştırayını gövdeme, varıp yetişeyim arkadaşianma ki, kuynıksuz tilki neredeydin demesin/er. Yaşlı kadın, - Sen git hele satama getir, demiş. Tilki, doğru ineğe gitmiş. - İnekçik, ey inek, bana satanden verir misin, demiş. Ver de götarüp yaşlı kadına vereyim, o da kuynığumu versin bana, yapıştırayını gövdeme, varıp yeti§e­ yim arkadaşianma ki, kuyruksuz tilki neredeydin demesin/er. - Git bana ot getir öyleyse, demiş inek. Tilki gitmi§ tarlaya: - Tarla, tartaeık, bana otundan verir misin ? Götarüp otu ineğe vereyim, in ek bana sat versin, sata yaşlı kadına vereyim, kadın kuynığumu versin, yapıştırayını gövdeme, varıpyetişeyim arkadaşianma ki, kuyruksuz tilki neredeydin demesin/er. - Git bana su getir öyleyse, demiş tarla. Tilki gitmiş çeşmeye: - Çeşme, çeşmecik, bana suyundan verir misin ? Götünlp tarlaya vereyim, tarla bana ot versin, otu ineğe vereyim, inek bana sat versin, sata yaşlı kadına vereyim, kadın kuynığumu versin, yapıştırayını gövdeme, varıp yetişeyim arkııdaş­ /anma ki, kuynıksuz tilki nerdeydin demesin/er. - Git bir testi getir öyleyse, demiş çeşme. Tilki, kızcağıza gitmiş: - Kızcağız, kızcağız, testini bana verir misin ? Götarap çeşmeye vereyim, çeşme bana su versin, suyu tarlaya vereyim, tarla bana ot versin, otu ineğe vereyim, inek bana sat versin, sata kadına vereyim, kadın kuynığumu versin, yapıştırayını gövdeme, varıp yetişeyim arkadaşlarıma ki, kuynıksuz tilki neredeydin demesin/er. - Git öyleyse boncuk getir, demiş kız. Tilki gitmiş çerçiye: - Çerçi, çerçi, bana boncuk verir misin ? Boneuğu kıza vereyim, kız bana testi versin, testiyi çeşmeye vereyim, çeşme bana su versin, suyu tarlaya vereyim, tarla bana ot versin, otu ineğe vereyim, in ek bana sat versin, sata yaşlı kadına vereyim, kadın bana kuynığumu versin, yapıştırayını gövdeme, varıp yetişeyim arkııdaş/a­ nma ki, kuynıksuz tilki neredeydin demesin/er. - Git öyleyse bana yumurta getir, demiş çerçi. 380


Tilki Kidip tt11'14K14 lıulmuş: - Tavukçuk, tavukçuk, bana yumurta verir misin ? Yumurtayı çerçiye vere­ yim, çerçi bana boncuk versin, boneuğu /aza vereyim, laz bana testi versin, testiyi çeşmeye vereyim, çeşme bana su versin, suyu tarlaya vereyim, tarla bana ot versin, otu ineğe vereyim, inek bana süt versin, süta yaşlı kadına vereyim, kadın kuyruğu­ mu versin, yapıştırayını gövdeme, vanpyetişeyim arkadaşianma ki, kuyruksuz tilki neredeydin demesin/er. - Git öyleyse bana buğday getir, demiş tavuk. Tilki gitmiş harmancıya: - Harmancı, harmancı, bana buğday verir misin ? Götarap tavuğa vereyim, tavuk bana yumurta versin, yumurtayı çerçiye vereyim, çerçi bana boncuk versin, boneuğu kıza vereyim, kız bana testi versin, testiyi çeşmeye vereyim, çeşme bana su versin, suyu tarlaya vereyim, tarla bana ot versin, otu ineğe vereyim, inek bana süt versin, sütü yaşlı kadına vereyim, kadın bana kuyruğumu versin, yapıştırayını gövdeme, vanpyetişeyim arkadaşianma ki, kuyruksuz tilki neredeydin demesin/er. Harmancı acımış tilkiye, bir avuç buğday vermiş. Tilki buğdayı tavuğa götür­ müş, tavuk yumurta vermiş, yumurtayı çerçiye götürmüş, çerçi boncuk vermiş, boneuğu kıza götürmüş, kız testiyi vermiş, testiyi çeşmeye götarmüş, çeşme su vermiş, suyu tarlaya götarmüş, tarla ot vermiş, otu ineğe götürmüş, inek süt vemıiş, sütü yaşlı kadına götümıüş, kadın kuyruğunu geri vermiş, tilki de kuyruğunu gövdesine yapıştırmış, koşup yetişmiş arkadaş/anna. AKlLSlZ ADAM Bir zamanlar akılsız bir adam varmış. Ne kadar çalışsa, ne kadar çaba/asa, yine de yoksul kalırmış hep. Bir gün her şeyden .umudu kesmiş, gidip Tannyı bulayını da ne zaman kurtulacağım şu yoksulluktan sorup öğreneyim, bir de dilekte bulunayını demiş. Yolda bir kurta raslamış. - Hayrola insan kardeş, nereye böyle, demiş kurt. - Tannnın huzuruna, demiş yoksul adam. Derdim var yakınacak. - Aman, diyeyalvarmış kurt. Tanrıya gidersen, de ki ona, aç bir kurt varmış. Dağ demez taş demez, dolaşır durumıuş gece gündüz, ağza atacak bir şey bula­ mazmış. Sor bakalım, daha ne kadar aç kalacak böyle? Hem yarattın, hem niye aç bıraktın ? - Peki, demiş adam ve geçip gitmiş. Az gitmiş uz gitmiş, gazel bir kıza rastlamış. - Nereye gidiyorsun kardeş, diye sormuş kızcağız. - Tannnın huzuruna. - Ah, diyeyalvarmış gazel kız. Tannyı görürsen, de ki genç, sağlıklı, varlıklı bir kız varmış, ama sevinç nedir, mutluluk nedir bilmiyomıuş. Sor bakalım bunun uman nedir? - Sorannı, demiş yolcu ve yürümüş gitmiş. Derken bir ağaca rastlamış. Bakmış görmüş ki, su dibinde olduğu halde aKaç 381


kupkuru.

- Nmye ry yoku,

diye .mrmuş kuru ağtıç. - Tanrının huzuruna. Kuru ağaç yalvarmış: - Dur hele, benim de bir çift sözarn var Tanrıya. De ki ona, bu nasıl iştir? Su/ak yerde yetiştiğim halde, yaz kış kupkuruyum, ne zaman yeşereceğim ? Yoksul adam bunu da dinlemiş, yolunu sardarmaş. Gide gide sonunda bulmuş TannyL Yaksek bir kayaya belini dayamış ak sakallı bir in.ran göranamandeymiş Tanrı. - İyi günler, demiş yoksul adam, Tanrının huzuruna dikilmiş. - Hoş geldin, demiş Tanrı. Ne istiyorsun? - Şunu istiyorum ki, demiş adam. Herkese eşit davranasın, kimine kavun kimine ke/ek yedimıeyesin. Öylesine çalışıyorum ki canım çıkıyor, yine de aç kalryorum. Oysa benim yarım kadar çalışmayan kimileri hem zengin, hem rahat yaşıyorlar. - Peki, demiş Tanrı. Açtım senin şansını, sen de zengin olacaksın bundan böyle. - Bir diyeceğim daha var Tanrım, demiş yoksul adam ve sırasıyla aç kurtun, gazel kızın ve kuru ağacın söylediklerini aktamıış. Tanrı hepsinin bir biryanıtını vermiş, yoksul adam da «Sağol» deyip ayrılmış huzurundan. Dönaşande kuru ağaca rastlamış. - Tanrı benim için ne dedi, diye sormuş ağaç. - Senin dibinde altın vamıış, o altın çıkarı/madıkça köklerin derine da/amaz, sen de yeşeremezmişsin. - Dur hele, nereye gidiyorsun, demiş kuru ağaç. Gel çıkar şu altını, hem sana yararı olsun, hem bana. Sen zenginleşirsin ben de yeşeririm. - Olmaz, hiç vaktim yok. Tanrı şansımı açtı, gidip bulayım da işlerim yoluna girsin, demiş adam ve çekip gitmiş. Bir sare sonra o güzel kız çıkmış bu kez karşısına. - Ne haberler getirdin benim için, diye sormuş. - Tanrı dedi ki, sen kendine içten bir can yo/daşı bu/ma/ıymışsın. Üzantün kalmazmış o zaman, şen şakrak yaşamıışsın. - Öyleyse gel sen benim can yoldaşım ol, diye yalvarmış kızcağız. - Olmaz, benim can yoldaşı olmaya vaktim yok. Tanrı şansımı açtı, bir an önce bulayım da gözarn gön/am şenlensin, demiş yoksul adam ve uzak/aşmış ordan. Aç kurt, yolunu bekliyormuş adamın. Uzaktan görür görmez koşup karşısına dikilmiş: - Söyle bakalım, ne dedi Tanrı? - Kurı kardeş, senden sonra güzel bir kıza, bir de kuru ağaca rastladım. Kız, niye sevinemediğini, ağaç da niye yeşeremediğini Tanrıya somıamı istediler. Ben de sordum. Kız kendine iyi bir can yoldaşı bulma/ı, dedi Tanrı. O kuru ağacın da dibindeki altın çıkarılmadıkça kökleri derine dalamaz, bu yazden de yeşeremez dedi. Kendilerine anlattım. Ağaçyalvardı altını çıkarıp götüreyim diye. Kızyalvardı 382


can yoldaşı olayım diye. Ikisine de stJyledim duramayacagımı, Tannnın şansımı açtıgLmı, gidip bu/mam gerektigini. - Ya benim için ne dedi Tanrı, diye sormuş aç kurt. - Senin için de, akılsız bir adam bulup onunla karnını doyuruncaya kadar aç dolaşsın dedi. Kurt: - Senden daha akılsız adamı nerde bulur da yerim, deyip saldırml§ akılsız yoksula ve yiyip bitirivermiş oracıkta. AGA İLE HİZMETÇİSİ Bir varml§ biryokmuş, iki yoksul kardeş vamıl§. Bunlar hep, ne yapsak, nasıl etsek de evi geçindirebi/sek diye daşanar/emıiş. Sonunda şöyle bir karar vermişler: Kaçak, evde kalsın, ev işlerine baksın, bayak de zengin bir ağanın hizmetine girsin, aylık alsın, eve para göndersin. Böylece bayilk kardeş gitmiş bir zengin ağa bulmuş. Zengin ağa, duyulmadık ' bir koşul öne sarmaş. - Sen kızarsan bana bin lira verirsin, ben kızarsam sana bin lira veririm, demiş. - Bende bin lira ne gezer, nasıl verebilirim, demiş bayilk kardeş. - Zarar yok, veremezsen yanımda on yıl parasız çall§ırsın. Oğlan hem korkmuş bu koşu/dan, hem de ne olacak sanki diye daşanmaş, ne isterse yapsın ben de kızmayıveririm, biter gider. Yok o kızarsa, varsın koydugu koşulun cezasını çekiversin. - Peki, demiş ve girmiş ağanın hizmetine. Ertesi gan ağa sabah erkenden kaldırml§ hizmetçiyi, tarlaya ekin biçmeye göndermiş: - Ortalık aydınlanınca biçmeye başla ki karanlık basınca ge/esin. Hizmetçi gitmiş, batan grln ekin biçmiş. Akşama yorgun argın eve döndagande, - Niye geldin, diye somıuş ağa. - Ganeş bauı, ben de geldim. - Yoo, ben sana ne dedim, ortalık aydınlıksa biçeceksin. Ganeş battı ama bak ay çıktL Ayın ışıgı gilneşinkinden aşagı kalmaz ki. - Nasıl olur, diye şaşmış hizmetçi. - Ne demek, yoksa kızdın mı, demiş ağa. - Yok, kızmadım. Yalnız yorgun daştam, biraz dinleneyim dedim... Hizmetçi saklam paklam yine gitmiş ekin biçmeye. Ay batıncaya dek biçmiş ha biçmiş. Ay batmış ama bu kez grlneş yeniden doğmuş. Gaca takenen hizmetçi yıgılmış tarlaya ve başlamış umutsuzca sövmeye: - Hay senin tarlana da, verecegin paraya da.. Zengin ağa o saat dikilmiş tepesine: - Ne o, kızıyor musun ? KızdıgLna göre koşulu yerine getir bakalım. Anlaşma uyannca hizmetçiyi ya bin lira ödemeye, ya da on yıl parasız 383


\·ıı/ışmıı)''' torlllmış. 1/ilmı·t\·iyi ııtt•ş bmmış. Bin lirası yok ki versin de canını kunarsın. BtJyle bir millmil on yıl hizmet etmek ise yenir yurulur gibi değil. Düşanmaş taşuım�.J, bin /im/ık bir St'nt't vemıiş zengin ağaya. Eve eli boş dtJnmaş. Et', ne yaptın bakalım, diye sormuş kaçak kardeş. Ağabeyi de başına ne �o:l'ltliyst' bir bir anlatm�.J. Aldımıa, demiş kaçak kardeş. Sen otur hele, şimdi. de ben gideyim. Vt' kıılkıp ağanın yanına gitmiş. Zengin ağa yine aynı koşulu tJne sarmaş. - Olmaz, diye karşı çıkmi.J kaçak kardeş. Sen lazarsan bana iki bin lira vat'aksin, ben kızarsam iki bin lira verecek veya yirmi yıl parasız çai�.Jacağım. - Peki, demiş ve küçak kardeşi hizmetine almış ağa. Tanyeri ışımış, ona hizmetçi çıkmamış yatağından. Ağa girmiş çıkmi.J, bakmış ki daha uyuyor yatağında, - Ee, kalk bakalım, gündaz oluyor, demiş. - Ne o, yoksa kızıyor musun, diye başını kaldırmi.J hizmetçi Ağa korkmuş: - Yok canım, kızmıyorum. Yalnızca ekin biçrnek için bir an tJnce gitme/iyiz diyorum. - Ha, peki tJyleyse. En sonunda hizmetçi kalkıp başlam�.J çarıklarını giymeye. Ağa gimıiş çıkmi.J, bakmış ki oğlan hfılfı giyiyor çarıklarını, - Elini çabuk tut be çocuk, demiş. Tez giysene şunları. .. - Ne o, kızmıyorsun ya!.. - Yok canım, kim kızıyor? Ben yalnızca gecikiyoruz demek istedim. - Ha, o başka! Yoksa koşulumuz koşul, unutma... Hizmetçi çank/an giyip tarlaya gidene kadar tJğle olmuş. - Şimdi ekin biçmenin sırası mı, demiş. Baksana herkes yemeğini yiyor, biz de yiyelim öyle gideriz. Oturup yemiş/er. Yemekten sonra oğlan, - Rençber adamız yahu, demiş. Hele biraz uzanıp da dinlenelim. Ve başını sokmuş samaniann içine, akşama dek kestirmiş. - Kalksana u/an, karanlık bastı, demiş ağa. Herkes biçti ekinini, bir bizimki kaldL Hay seni gtJnderenin de boynu altında kalsın, yediğin içtiğin de gtJzane dizine dursun, yaktın beni! - O ne, kızıyor musun yoksa, diye başını kaldırm�.J hizmetçi. - Yoo, ne kızması ? akşam oldu, eve gitme zamanı geldi demek istedim. Eve dtJnmaş/er, bakmi.J ki konuk var, koyun kesmeye gtJndermiş hizmetçiyi. - Hangisini, diye sormuş oğlan. - Hangisi eline gelirse. Hizmetçi işe girişmiş. Biraz sonra haber salm�.Jiar ağaya, oğlan batan saraya kesti diye. Ağa koşup bakmi.J, bir de ne gtJrsan, dedikleri doğru. Başlamış kafasını yumruklamaya: - U/an ne yaptın allahsızi Ocağımı yıktın, senin de evin barkın yıkılır inşallah! - Sen demedin mi hangisi eline gelirse diye, ben de elime geleni kestim, demiş

384


istijini boımmJan /unm·t\·ı. l'ıınılmıyor.wm sen kızıyor.1un ama.. . - Yok, ku.mıyorum da, onca malımın kırıldı}!ıntı acıyorum .. - Peki öyleyse, ku.mt�dıj!ına göre daha hizmet edebilirim demek. Zengin ağa, nasıl etsem de kurtulsam diye düşünmeye baş/am�·· Anlaşmaları ilkyazda guguk kuşları ötene kadar. Daha kış başında/ar, ilkyaza çok var. Düşün­ müş taşınmış, sonunda bir çıkaryol bulmuş. Kansını ormana götürmüş, bir ağaca çıkarmış. Biz geldiğimizde «Guguk» diye bağınrsın demiş. Sonra hizmetçisini almış, ava gidiyoruz diye ormana götürmüş. Kansı ağaçtan «guguk, guguk» diye bağırmaya başlayınca, - Eh, gözün aydın, demiş hizmetçiye. Guguk kuşu öttü, anlaşma bitti. Oğlan anlamış ağanın kumazlığını, - Yağma yok, demiş. Kim inanır kış ortasında guguk kuşunun yumurt/ayıp da öleceğine? Ben şimdi gösteririm deyip tüfeğini kaldırmasıyla ağaca nişan alması bir olmuş. Ağa hemen elini tutup bağırmış: - Aman, vurmayasın sakın... Allah be/asını versin sana rastladığım günün! - Ne o, kızıyor musun yoksa? - Evet, ktzıyorum. Ne ödeyeceksem ödeyim de kurtulayım senden. Koşulu ben öne sürdüm, cezası neyse çekmeliyim. Şimdi anlıyorum, insan ne yaparsa kendine yapar sözünün anlamını. Böylece aklı başına gelmiş zengin ağanın. Ağabeyinin verdiği senedi yırtmış küçük kardeş, üste bin lirayı alıp evine dönmüş. .

ALTIN KÜPÜ Bizim yaşlılardan dinlemiştim ben bunu, onlar da kendi dedelerinden, dede­ leri de kendi büyüklerinden dinlemiş/er. Bir zamanlaryoksul bir çiftçi varmış, bir günde sürü/ebilen bir avuç toprağıyla bir çift öküzü varmış bu çiftçinin. �· bastırınca çiftçinin öküzleri ölmüş. Çift sürme zamanı öküzleri olmadığındım komşusuna kiraya vermiş tarlasını. Adam toprağı sürerken saban bir şeye takılmış. Birde bakmış ki bir kap altın. Öküzleri boyundurukta bırakmış, doğru köye, toprak sahibine koşmuş. - Gözün aydın, demiş. Toprağında bir küp altın çıktı, gel de al. - Yoo kardeş, o benim olamaz, diye yanıt vermiş toprak sahibi. kiralayan sensin, süren de sensin, ne çıkarsa çıksın senindir. Başlamışlar tartışmaya. Senindi benimdi derken iş kavgaya varmış, soluğu padişahın huzurunda almışlar. Padişah, altın sözünü işitir işitmez, gözlerifal taşı gibi açılıp, Ne senindir, ne de onun, demiş. Ülkemin toprağında çıktığına göre benimdir. Adamlan ile gitmiş, küpü çıkarmış. Ağzını açtınnca bir de ne görsün ? İçiyılan dolu.. Ktzmış köpümıüş, geri dönüp kendisini aldatmaya yeltenen çiftçileri ı:ezalan dımıaya kalkışmış. ·

385


/lu aradtı gidip bir dııha baksm/ar diye başka adanı/anm göndermiş. Onlar dt"Jtıdı1KıJIIdt• küpün gerçc•kten altın dolu olduğunu söylenıqler. Allah Allah, diye şaşmış padişah. Demek iyi görenıenıişinı veya gördüğüm başka bir küpnıüş. Bir daha gitmi§, küpü açmış, balcnıış ki yine yılan dolu. Ne olduğunun içinden çıkanıayınca haber salmış, ülkenin bütün bilgelerini toplamış. - Söyleyin baka/ını, demi§. Bu çiftçiler bir küp altın bulmuşlar. Ben gidip bakıyonını içi yılan dolu, bunlar halayor/ar altın dolu. Bu nasıl qtir? - Kıznıazsan anlata/ını, demiş bilge kişiler. Altın dolu küp çiftçilere alınla­ rının teriyle çalıştıkları için gönderilmiştir. Onlar gidince altın buluyor/ar, sen başkasının hakkını çalmak için gidiyorsun altın yerine yılan buluyorsun. Padişah, sarsıntı geçirmiş, ama bir şey diyenıenıiş. - Peki, size göre ikisinden kim haklı, altınlar kimin ? - E/bel/e tarla kiminse onun, demiş kiralayan çiftçi. - Hayır, sürenindir, diye söze karışmış toprak sahibi. Ve yeniden başlamışlar kavgaya. - Peki, peki, hele durun, diye araya girmiş bilge/er. Kiminiz kimseniz var nu ? Birinin kızı, öbürünün oğlu olduğu anlaşılmca, bilgeler bun/an evlendimıeyi, alum da onlara bıraknıayı kararlaştırnıışlar. İki iyi insan sevinmişler bu karara. Kavga bitmiş, düğün başlamış. Yedi gün yedi gece düğünden sonra armağan gönderilen altın küpünü çocuklarına vermişler. İyilik onlarda kalmış, kötülük de o obur padişahta.

KONUŞAN BALIK Bir varmış bir yokmuş, yoksul bir adam varmış. Bu yoksul adam, gitmiş bir balıkçıyayardımcı olmuş. Karşılığında her gün birkaç balık alır, geçimini bununla sağlarm ış. Bir gıJn balıkçı, güzel bir balık avlanıış, saklasın diye yardımcısına verip yine avma dönmüş. Yardımcı, kıyıda otururken, bir yandan ba/ığa bakar, bir yandan düşünümıüş: - Ey Tanrım, bu da bizim gibi canlı bir yaratık de&'il mi? Bunun da anası babası, eşi dostu yok mu bizim gibi? Bu da ne olup billiğini anlamaz mı, sevinip acı duymaz nu ? Tanı bunları düşünürken balık dile gelmiş: - Dinle insan kardeş, ırmağın dalgaları arasmda arkadaşiannıla oynuyor­ dunı. O kadar dalıp gitnıişinı ki balıkçının ağına düştüm. Ananı babanı kimbilir nasıl ağlıyorlardır şimdi, arkadaşlarını nasıl üzülüyordur. Görüyorsun ya, ben de iyi durunıda değilim, soluğunı nasıl kesiliyor suyun dışında. Geriye dönüp yaşa­ mak, arkadaşiannıla eskisi gibi oynamak istiyorum o duru, so&iuk sulann içinde. Ah, öyle istiyorum ki, n 'olur bırak da gideyinı... Bunlan güç duyulur bir sesle, kupkuru ağzım kımıldatarak söylemiş balık Adam o kadar acımış ki, dayananıayıp balığı yine ımıağa salmış.


Hadi J.,-it güzel balık, denı4. Git de a�lanıasın artık anan baban, arkadaş· /ann üzülnıesin. Hadi git oyna onlarla. Balıkçı durumu öğrenince kapiere binmiş. - U/an aptal heri[, demiş yardımcısına. Benim canını çıkıyor tutacağım diyt, sen tuttuğum balıklan yine suya salıyorsun. Çık git, gözünıe görünnıe! artık yardımcım filan değilsin, nasıl doyurursan doyur karnını! Elindeki torbayı da almış, dınıdızlak bırakmış. - Ben şimdi nereye gider, ne yapar, nasıl yaşanm, diye düşüne düşüne, eli boş, evinin yolunu tutmuş adam. * * *

Böyle hem düşünür, hem yürürken, insan kılığında bir ejder çıkmış karşısına. Önünde güzel bir inek vamıış ejderin. - İyi günler kardeşlik, niye böyle dalgınsın, ne düşünüyorsun, diye sornıu�· ejder. Yoksul adam da başına gelenleri, nasıl işsiz ve unıarsız kaldığını, şimdi na.HI yaşayacağını bilmediğini bir bir anlatmış. - Dinle dostum, demiş ejder. Ben bu ineği üç yıllığına sana veririm. O kadar çok süt verir ki bu inek, karın da sen de sabah akşam doya doya içersiniz. Ama Bir koşulum var. Üçüncü yılın son gecesi gelir bir şeyler sorarını, doğru yanıt verirseniz inek sizin olur, veremezseniz ikinizi de alır götürür, ne istersenı yaparım. Ne dersin ? Nasıl olsa açlıktan öleceğiz, diye düşünmüş yoksul adam. ineği alır ü�· yıl yaşarını. Üç yıl sonunda kimbilir belki bir başka yol bulurum veya sorulara doJ..'IrU yanu veririm... - Kabul ediyorum, demiş ve ineği önüne katıp doğru evine J.,-itnıiş. * * *

Üç yıl boyunca ineğin sütünü sağıp doya doya yaşamış/ar. Vaktin na.l"ı! geçtiJ.,"fini de anlanıanıışlar. Gele gele ejderin geleceJ.,"fi güne ulaşnıışlar. Güneş batarken, adamla karısı kapılarının önünde oturmuş, üzgün üzgıln düşünmeye başlamışlar. Kimbilir ne sorar da nasıl yan u veririz ejdere ? İnsanın işi düşer de ejderden iyilik beklenir mi hiç, diye diye içieri pişmanlıkla dolmuş. Ama olan olmuştur bir kez, unıarlan yoktur. Korkunç gece bastırmak üzeredir. O sırada, daha önce görmedikleri güzel bir delikanlı, yanlarına yaklaşıp, - İyi akşam/ar, demiş. Ben yolcuyunı, karanlık bastırmak üzere, yorgununı da, geceyi geçimıek üzere konuk kabul eder misiniz bmi? - Niye kabul etmeyelim yolcu kardeş, demişler. Tanrı konuJ.."Tıısun sen. Ama başımızda bir tehlike dolaşıyor bu gece. Ejderden bir inek almıştık, üç yıl sütünü sağıp beslendik. Aranıızdaki anlaşmaya göre, üç yılın sonunda ejder gdecek, bile sorular soracaktı. DoJ.,"Tru yanıt verirsek inek bizim olacaktı, verenıezsek alıp gideCl'kti bizi. Şimdi süre doldu, bu gece ejder gelecek, ne yanu verec:eJ.."fiz bilnıc·yil. Bilim lıaşınııza gelen neyse ne, ama senin başına bir iş gelir diye korkarız. .-l ltlımım•m. tli�·e yan11 vanıiş yabancı. Size ne gelirse bana da gef.lin.

"\X7


/Juyur ı·tmişiı 'r yalwnnyı ı·vlaine. Gecı· yarısı olmuş, kapı çalınmış. Kım o '! Ilm ıojtlt-rim, yanıtınızı almaya geldim. Korkudan dil/ai tutulmuş kan kocanın, donup kalmışlar olduklan yerde. Korkmayın, ben sizin yerinize yanıt veririm, demiş genç konuk ve kapıya gitmiş. Ejda, kapının arkasından, - Işte geldim, diye seslenmiş. - Ben de geldim, demiş içerden konuk. - Nereden geldin ? - Deniz kıyısından. - Neyle geldin ? - Topa/ sivrisineğe semer vurdum, atiadını sırtına geldim. - Demek deniz pek kaçakmaş. - Ne /a1çağa, karta/ bile uçamaz bir ucundan öbarane. - Öyleyse karta/ yavruymuş. Ne yavrusu, bir kenti örter kanatlanyla. - Öyleyse kent pek kaçakmaş. - Ne küçağü, tavşan yetişmez bir ucundan öbarüne. - Demek tavşan yavruymuş. - Ne yavrusu, koca bir adama kark çıkar postundan. - Öyleyse adam caceymiş. - Ne cacesi, ayağının dibinde horoz ötse sesi kulağına erişmez. - Desene sağırmış adam. - Ne sağın, dağda ceylan ot yese işitir. Ejder an/amış ki içerde akıllı, başa çıkılmaz biri var, diyecek bir şey bulama­ mış ve sıvışıp gitmiş karanlıkta. Ev sahibiyle kansı sevinmişler, danyalar on/ann olmuş. Tanyeri ağanrken konuk gitmeye davranmış, bırakmak istememiş kan koca. - Sen bizim yaşamımızı kurtardın, söyle ne yapabiliriz bu iyiliğine karşı, demişler. - Bırakın yoluma gideyim, demiş konuk. - Hiç olmazsa adını söyle, demişler. Birşeyyapamadık, dua/anmızdan adını eksik etmeyelim hiç değilse. - Yap bir iyilik, at denize, balık bilmezse yaradan bilir, demiş konuk. Yaşamımı kurtardığın o konuşan balığını ben... Söyle demiş ve şaşıran kan kocanın gözleri önanden silinip gitmiş.

YALANCI Bir varmış biryokmuş, a/kenin birinde birpadişah varmış. bu padişah ganan birinde çığınkanlar salmış dört bir yana. Huzurumda öyle bir yalan söylensin ki, demiş, işte yalan dediğin böyle olur diyeyim ve söyleyene padişah/ığımın yansını vereyim. 388


6nce bir �-oban �·ıkıp gelmiş. - Padişahım çok yaşa, demiş. Benim dedemin IJyle bir degneği vardı ki şiJylt• bir uzatır, gökteki yıldızlan kanştınrdL - Olurya diyeyanıt vermiş padişah. Benim dedemin de tJyle bir çubu� vardı ki, bir ucu ağzındayken öbar ucunu giineşin ateşiyle yakardL Yalancı, başını kaşıya kaşıya dışan çıkmış. Bu kez bir terzi gelmiş padişahm huzuruna. - Bağışlayın, demiş. Daha erken gelecektim ama biliyorsunuz dan çok yağmur yağdı, şimşek çaktı, gökyaza yırtıldı, dikeyim dedim geciktim... - İyi etmişsin, demiş padişah. Ama tam dikememişsin, bu sabah biraz yağmur dökalda. Terzi de saklam paklam aynlmış. Bu kez, elinde bir tahta kapla yoksul bir ktJyla girmiş huzura. - Sen ne demeye geldin be adam, diye çıkışmış padişah. - Bu kabı dolduracak kadar altın borçlusun, almaya geldim. - Ne, bu kabı dolduracak kadar altın mı, diye ş aşmış padişah. Yalan, benim sana borcum filan yok. - Yalan stJylayorsam ver bakalım padişahlığının yansınıf - Yok, yok, doğru söylayorsun, diye söza değiştirecek olmuş padişah. - Doğru mu söylayorum, demiş köyla. Öyleyse altınla do/dur bakalım bu kabL KESİK KOLLU KIZ Bir vamıış biryokmuş, biri kız biri oğlan iki kardeş varmış. Kız öylesine giizel, öylesine inceymiş ki ay parçası gibiymiş. Adı da Aycık 'mış zaten. Oğlan ganan birinde evlenmiş, eve bir gelin getirmiş. Aycık 'ı herkesin nasıl sevdiğini görünce gelinin yareğine kıskançlık yılan gibi girip çöreklenmiş. Başlamış her Tannnın gana ileri geri söylenmeye, kızı incitip ağ/atmaya. Oğlan ise kızkardeşini hoşnut edip sevindirmek için neyapacağını bi/emiyor­ muş. Bir giin çiçek getiriyorsa, öbar gün yemiş alıyormş kardeşine, daha öbar gı1n de giyim kuşam. Ve Aycık iyiyarekliliğini, güzelliğini sardarüyor, herkesin sevgisini kazanıyormuş yine. Kıskançlıktan deliye dönen gelin, başlamış daşanmeye. Ne yapar, nasıl ede­ rim de şu Aycık 'ı ortadan kaldınnm ? Bir gün kocası evden çıkınca, kalkmış, ne kadar eşya varsa evde, birbirine vurup parçalamış hepsini, sonra kollannı göğsande kavuşturup beklerneye başla­ mış kapının önande. Kocası görünar görünmez, iki göza iki çeşme, - Ah, yetiş, demiş. Şu sevgili kızkardeşin var ya, evde ne varsa hepsini kırdı dökta. - Zarar yok kancığım, bunun için ağlanır mı hiç? Hepsi alınacak şeyler, kırdıysa yenisini alırız. Asıl biz Aycık 'ın yareğini kımıayalım, onu kırarsak ne 389


yaparı; .11 '"''�� ? /\adın lıaknıış ki olawk ı:ilıi de1,'fil. Başka birgün, yine kocasının arkasından ahım inmiş, V'k .w•vtlil,'fi atını çözüp salıvermiş, sonra da yine kolları göğsünde beklemlye başlamış kapının önünde. Kooısı ı:önlnünce, ( iördün mü sevgili kızkardeşini, diye dövünmüş. Ocağımızı başımıza yıktı, s min o üstüne titrediğin atı kırlara götünlp salmış. - Ne yapalım canım, demiş adam. Saldıysa saldı, çalışır başkasını alınm. At alınır ama kardeş alınır mı bir daha? Bu kez de çabası boşa çıkan kötü kadın iyice kudurmuş. Bir gece, beşiğinde uyurken çocuğunu kesmiş, kanlı bıçağı götünlp uykudaki Aycık 'ın cebine gizlemiş. Sonra da başlamış saçını başını yolup ,, Vah çocuğum, vah çocuğum» diye çığlık atmaya. Ev halkı ftrlamış yataklanndan, balmuşlar ki çocuk beşiğinde kan içinde. Kim yapar bu işi, kim kıyar buncacık çocuğa? - Kim olacak, demiş gelin. Bizden başkası girmedi ki bu eve!Kimin üstünden çıkarsa kanlı bıçak, bu işi de o yapmıştır! Aramışlar taramışlar, Aycık 'ın cebinde bulmuşlar kanlı bıçağı. Taş kesilmiş hepsi de. Ama söylenecek söz mü kalmış ki? Dövünüp dunırmuş kötü kadın «Ah yavnım, vah çocuğum» diye diye. Gün ışığıyla birlikte haber de yayılmış ortalığa. Halk köpürmüş, yargıç iste­ miş. Gelin ağlamış, yargıç istemiş. Sonunda güzel Aycık 'ı çıkarmışlar yargıç karşısına. Yargıçlar da kollannın kesilmesine, uzak bir ormana sürgün edilmesine karar vermişler. Kollan kesilmiş kızcağı.zın, bir ormana sürgün edilmiş. Adı sanı silinip gitmiş. Böylece iki kolu kesik Aycık, günlerce sürünap dumıuş ıssız ormanda. Çalı ve dikenler parçalamış üstünü başını, çıplak kalıp bir ağaç kovuğuna sığınmış. Orda da sivrisinekler rahat bırakmamış zavallıcığı. .. Günlerden bir gün, padişahın oğlu avlanmaya gelmiş ormana. Bir de bakmış ki av köpekleri bir ağacın çevresinden aynlmıyorlar, iyi bir iz bulduklannı düşünüp kışkırtmış hayvanları. - Köpeklerini üstüme salma padişah oğlu, ·diye kız seslenmiş ağacın kovuğundan. Av hayvanı değilim ben, insanım. - Öyleyse dışan çık. - Çıkamam, çıplağım, utanırım. Padişahın oğlu atından inmiş, adamlarıyla kaftanını göndermiş, kız örtünsan diye. örtünüp çıkınca kızın güzelliği karşısında gözleri kamaşmış. - Kimsin sen güzelkız, demiş. Neyapıyorsun bu ormanda, niye girdin o ağaç kovuğuna? - işte öyle biriyim. Bir tek kardeşim vardı, o da bıraktı beni, şu dünya da! - Kardeşin de bıraksın, dünya da, ama ben bırakmam, demiş padişah oğlu ve alıp Aycık 'ı sarayına götürmüş. Anasıyla babasına, - Ya bu kızla evlenirim ya da canıma kıyarım, demiş. - Dünyada kız mı kalmadı ay oğul, demişler anasıyla babası. Padişahlann,

390


vezir/erin kuları ni' Kıint' duruyor? Kala kala bu kl•.l'ik kol/u, \·ıplak, .mhip.l"i.t kua mı kaldın ? - Onu bunu bilmem, ille de bu kız olacak. .. Umarsız kalmışlar karı koca. Ülkede ne kadar bilge varsa saraya ça�,"5ırmışlar, oğullarını everip evermemek konusunda onlara danışmışlar. - Herkesin yazgısı yüreğine göredir, demiş bilge/er. Oğlunuzun yazgısı da bu kız olacak ki gönlü ona düştü. Tanrı uygun görmese böyle o/mazdL Ana babanın aklı bu yanıta yatmış, oğullarım isteğine boyun eğmişler. Yedi gün yedi gece düğün yapılmış, padişahın oğlu güzel Aycık 'la evlenmiş. Gel zaman git zaman, padişahın oğluna yol görünmüş. Yola çıkmadan önce, karısı doğuracak olursa kendisine haber göndermelerini istemiş. Gittikten birkaç ay sonra Aycık, kıvır kıvır altın saçlı, güzel mi güzel bir bebek doğurmuş. Kralla kraliçe pek sevinmişler buna, hemen bir <<gözün aydın» mektubu yazıp oğul/anna göndermişler. Haberci yolda Aycık 'ın kardeşinin evinde gece/emiş. Sofrada konuşurlarken, olan biteni, nerden gelip nereye gittiğini de anlatmış. Kötü gelin hemen anlamış durumu. Geceyarısı usulca kalkmış, mektubu almış adamın cebinden, yerine yeni bir mektup yazıp koymuş. Şöyle demiş mek­ tupta: «Sen gittikten sonra karın bir it eniği doğurdu, dünyaya rezil olduk. Şimdi ne istiyorsan bize bildir de ona göre davranalım.» Haberci enesi gün padişahın oğluna mektubu ulaştımıış. Delikanlı okumuş ve çok üzülmüş. Ne yapalım, yazgımda demek bu da varmış, diye yazmış ana babasına. Tanrı ne verdiyse benim, dönene kadar saklayın. Kanma tek kötü söz etmeyin. Haberci mektupla dönerken yine Aycık 'ın kardeşinin evinde gece/emiş. Kötü gelin yine kalkmış geceyansı, mektubu yok etmiş, yerine de şun/an yazıp koymuş: «Kıınmın doğurduğu it eniğini göğsüne bağlayın, sokağa atın ikisini de. Döndü­ ğümde orda olduklannı görürsem canıma kıyanm.» Kralla kraliçe çok şaşırmışlar bu satırlan okuyunca. - Nasıl iş bu böyle? Kızı hem kendi bulup getirdi, biz istemediğimiz hahlt' evlendi, hem de sokağa atmamızı istiyor şimdi? Üzülmüşler, acımışlar ama elden ne gelir! dediklerini yapmadılar diye ya oğullan canına kıyarsa? Ağiaya sulaya bağlamışlar bebeği anasının göğsüne, salmışlar dışan Aycık, göğsünde bebek, gözyaşlan içinde vurmuş kendini yollara. Derin koyaklardan aşmış, karanlık ormanlardan geçmiş, sonunda kupkuru bir çöle ulaşmış. Gitmiş gitmiş, bir kuyu çıkmış önüne. Eğilip bakmış, su çokyakın. içmek için eğilince bebek düşüvermiş suya. Çığlıklar atarak çırpınmaya başlamış. O sırada arkasından ses, - Korkma kızcağızım, korkma, demiş. Çıkar... Dönüp bakmış, sakalı belinde yaşlı bir adam. - Nasıl çıkar dedecik, demiş. Koliarım yok ki.. . - Çıkar kızcağızım, çıkar. Koliann var senin, hele uzat... Gerçekten de bir çift kol oluşmuş Aycık 'ta, uzattığı gibi kapmış bebe1,'>i sudan. Teşekkür edeyim diye döndürmüş adama başını, ne görsün? Yeller esiyor adamın

J9 1


yt·rintiı'.

( iddim şimdi dt• pmlişalun of!luna. Dt'likanlı �:eri dönüp olan biteni ö1,'fre­ nina ı\·t·ri �:irnımıiş, karısıyla Ç(JCU/tunu bulmak için hemen daşnıaş yollara. Ontı sormuş, buna somıuş, bir adama rastlamış ganan birinde. Iyi �:an/er, demiş adama. Nereye böyle? - Kızkardeşimi aramaya. - Gel birlikte arayalım öyleyse, ben de kanmla çocuğunıu anyonını. Arkadaş olmuşlar, ikisi birlikte başlanıış/ar dolaşmaya. Üç yıl geçmiş ara­ dan, ne bir iz bu/abilnıişler, ne bir haber. Padişahın oğlu, yol üstünde bir kervan­ saray kiralanıış. Arkadaşı da ailesini taşımış, yerleşmişler oraya. Gelen geçenden belki bir haber alırız umuduyla. Bir gan, küçük çocuğuyla yoksul bir kadın gelmiş kervansarayın kapısına. Padişahın oğlu, - Gel şu kadınla çocuğu içeri alalım, demiş arkadaşına. Bunlar iyi masal bilir, gazelde anlatır. Bizse dertli adanılarız, kadın aniallıkça vaktin nasıl geçtiğini anlanıayız. Arkadaşının kansı, «Burası zaten dar, nereye sığdınrız on/art» diye karşı çıkmışsa da padişahın oğlu diretnıiş. Kadınla çocuğu içeri almışlar. Ana oğul, bir duvar dibine bazalap otumıuşlar. Padişahın oğlu, - Nicedir gözanıaze uyku gimıiyor bacını, demiş. Bize bir masal anlatırsan avununız belki. - Masal falan bilmem, diye yanıt vemıiş yoksul kadın. Başınıdan geçen gerçek bir öykü var, dilerseniz onu anlatayım. - Peki, anlat baka/ını. Yoksul kadın başlamış anlatmaya: - Bir zamanlar, biri oğlan biri kız iki kardeş vamıış. Oğlan günün birinde evlenmiş, kötü ve kıskanç bir gelin getimıiş eve. - Başladı uydumıaya, diye kıznıış evsahibi kadın. Kocası içerlenıiş: - Ne diye engel oluyorsun, bırak an/atsın. Sen anlat bacını, anlat... Yoksul kadın sardarnıaş: - Kız gazel ve iyi yarekli biriynıiş. Herkes severmiş onu. Kardeşi ise ya çiçek getirimıiş her akşam ona, ya yemiş, ya da giyim kuşam. Kıskanç gelin, ne yapsanı ne etsem de şu kızı ortadan kaldırsanı diye daşanarnıaş. - Bakın bakın, neler söylüyor, diye yine araya girmiş evsahibi kadın. - Ne oluyor sana be kadın ? Bırak din/eye/im... Sen sardar bacını, kulak asma ona. Yoksul kadın sardamıaş: - Kötü gelin, olmadık düzenler kurmuş. Evde ne var ne yok parçalanıış bir gan, suçu kıza yük/emiş. Başka bir gün de, kocasının çok sevdiği atı salmış, suçu yine kıza yük/emiş. En sonunda, beşikteki çocuğunu kesmiş, kanlı bıçağı kızın cebine gizlenıiş. - Kes sesini pis kan, diye atılmış evsahibi kadın. Hangi ana çocu1,'1una kıyar böyle,

392


- /lır11k atı!tıt.ıın lıt• kıu/m, ı/iye 1:ürlı 'mi� kouuı. ( it'irnıüyor nııuun, m· il�o:in\· ştylı·r anlatıyı 1r! Yoksul kadın sürtlümııJş: - Suçsuz kızı yargılamış/ar, kollarını kesip sürgün etmişler uzaklara. /ssız omıan­ larda başıboş dolaşmışyıllarca. Padişahın oğlu, omı anda avianırken bu güzel kıza rastlamış bir gün. Alıp sarayına götümıüş, evlenmiş onunla. Yolu uzak bir ülkrye düşmüş sonra. O giuikten sonra karısı kıvır kıvır altın saçlı bir oğlan dogurmuş. Babasına gözün aydın mektubu yazmış/ar. Götüren haberci yolda kesik kol/u kızın kardeşinin evinde gece/emiş. Gelin mektubu yok edipyerine başka bir mektup koymuş. Kann bir it eniği doğurdu diye yazmış nıektuba... - Yeter uydurdu k/ann, diye bağımuş kuduran evsahibi kadın. Padişahın oğlu, - Kanna söyle de araya gimıesin, demiş arkadaşına. Bak ne ilginç şryler anlatryor, dinleye/im hele... Yoksul kadın sürdünıüş: - Padi.şahın oğlu mektubu okuyunca gücüne gitmiş ama yine de diJnrne kadar göz kulak olnıa/annı yazmış. Haberci, dönüşte yine aynı evde gece/emiş. Kötü gelin, yine değı'ştirmiş mektubu. Bu kez «Mektubu alır almaz çocuğu anasının göğsüne bağlayın, ikisini birden kapı dışan edin» diye yazmış. Padişah/a karısı bu mektubu alınca çok şaşırmış, çok üzülmüşler ama ellerinden ne gelir? Yazılanı yerine getirip çocuğu anasının göğsüne bağlamış, kapı dışan etmişler. - Nerden çıkıp geldi bu köpek, diye haykımıış evsahibi kadın. - Yeter artık, diye bir ağızdan gür/emiş kocasıyla padişah oğlu. Sen anlat bacını, sonra ? Yoksul kadın sürdürmüş: - Sonra padişahın oğlu ülkesine dönmüş, öğrenmiş olan biteni ve hemen karısryla oğlunu aramaya çıkmış. Yolda kesik kol/u kızın kardeşine raslanuş. O da kardeşini arıyomıuş. Arkadaş olmuşlar, birlikte dolaşnıışlar. Geznıedik/eri yer kalmamış, ama bir ize rast/anıayınca yol üstü bir kervansaray kiralanıışlar... - Yalan söylüyor, diye bağımuş evsahibi kadın. Kocasıyla padişah oğluysa donup kalmışlar sözün nereye varacat,'ını bt•k/a­ ken. Ve yoksul kadın şöyle getirmiş sözün sonunu: - Ana oğul aç susuz dolaşa dolaşa varmışlar kervansarayın kapısına. Kardeşiyle kocası, acıyıp içeri alnıış/ar ve bir masal anlatmasını istemişler. - Eyvah/ar olsun, diye çırpınmış evsahibi kadın. - Demek sensin Aycık, demişler padişah oğluyla arkııdaşı. - Evet, demiş yoksul kadın. İşte kardeşim, işte kocanı, işte kıvır kıvır altın saçlı yavnmı ve işte kötü gelin... Biribirini arayıp bulanların sevincini anlatmaya söz yetmez. Kötü gelini bir katınn kuyruğuna bağlayıp salmışlar bozkıra. Kanın danıla ­ dığı yerde diken bitmiş, gözyaşının döküldüğü yerde bir gölçük oluşmuş. GölcüğıJn dibinde, bir bıçağa başını dayayıp uyuyan bebek/e bir nıanastır görünmüş. Mantı.ı·­ tırın dibinde de bir kadıncağız, ardı arkası kesi/nıeden ağltyormuş.

393


BALTA KARDEŞ Adamın biri uzak bir alkeye çalışmaya gitmiş. Yolu bir köye daşmaş. Bakmış ki insanlar elle odun kınyorlar. - Kardeşler, demiş. Odunu niye elle /arıyorsunuz, baltantz yok mu ? Çıkarmış kuşağından baltasını, yanp yanp bir yana yığmış odun/an. Gören köy/afer, hemen köye koşup haber vermişler herkese: :.... Gelin de bakın, neler yaptı balta kardeş! Sonra da top/aşmışlar adamın başına, bir yandan ya/varmışlar, bir yandan olmadık pahalar biçip almışlar balıayı elinden. Sıraya bindirmişler odun kırma işini. İlk girişen, oduna indirecek yerde bacağına indirmiş baltayL Başlamış kapı kapı dolaşıp bağırmaya: - Gelin yahu, gelin de görün, şu kudurmuş balta kardeş bacağımı ısırdL Köyla/er toplanmış, sopalarla girişmişler balıayı dövmeye. Dövmaşler döv­ maş/er, bakmışlar ki bana mısın demiyor, odunlan tutuştunıp onu da içine atmışlar. Alevler yatışıp ateş sönmeye yaz tu tunca ne görsan/er? Balta kıpkırmtzı değil mi? Bir ağızdan bağırmışlar: - Eyvah, balta kardeş çok ktzmış, baksantza kıpkırmtzı! Salan başımtza bir be/ii açmasın ? Ne yapsak acaba? Daşanmaş taşınmış/ar, samanlığa atmaya karar vermişler. Atmışlar ya, samanlar tutuşmuş, yalım/ar yeri göğa kaplamış. Bunun azerine ardından koşup sahibine yetişmiş/er. - Tann aşiana gel, diye ya/varmışlar. Gel de söz geçir şu balta kardeşe. YİGİT NAZAR Bir varmış biryokmuş, Nazar adında zavallı bir adam varmış. İşeyaramazın, aşengeçin biriymiş bu Nazar. öyle de korkakmış ki öldarsen Japırdatamazmışsın yerinden. Sabahtan akşama kansının dizi dibinden ayrılmaz, dışan da çıksa eve de dönse onunla birlikte olurmuş hep. Bu yazden de Korkak Nazar demişler adına. Bir gece karısıyla birlikte kapılannın önane çıkmış. Bakmış ki soğuk, ama ayışığıyla dolu bir gece, - Kancığım, demiş. Tam da yol kesilecek bir gece. Şeytan diyor ki kalk git, şahın Hindistan 'dan dönen kervanını vur, getir do/dur şu evi. .. Kansı: - Kes sesini, otur yerine, demiş. Sen kim, kervan vurmak kim... Nazar: - Daşancesiz kan, ne diye bırakmıyorsun ki gidip kervan vurayım, evi ma/la macevherle doldurayımf ama suç bende, bir de erkek olacağım, elbet ben ses 394


pkarmaz.wm karşımtla lwnuşur.wn ln'iyk . . İş kavgaya wmnm kadın eve girmiş, luıpıyı kapamış. - Hadi git de kervanların yolunu kes bakn/ını şimdi, demi§. Kapıda kalınca Nazar'ın korkudan ödü kopmuş. Başlamış luıdına yalvanp yakamıaya, açsın luıpıyı da içeri alsın diye. Kadın açmamış. Onun üzerine bir duvar dibine büzülmüş Nazar, tanyeri ağarana dek titremi§ durmuş orda. Belini ganeşe verip beklemi§ sonra da, kadın gelip eve götürsan diye. Sıcak basınca sinekler uçuşmaya başlamışlar tepesinde. Bumunu bile silmeye üşendiği için de yüzüne gözüne doluşmuşlar. Öyle buna/tmış/ar ki sonunda bir şaplak indimıi§ suratına. Bir de bakmış patır patır dökülmüş sinekler önüne. - Bakın hele, bunlar da ne, diye şaşıp luılmış. Bir vunışta kaç tane öldürdüm diye saymaya kalkmış, ama üşenmiş. Binden aşağı değildir diye düşünmüş. Sonra da kendi kendine söylenmi§: - İşe bak, ne erkekmişim de bugüne dek bilmiyomıuşum! Ben ki bir vunışta bin canlı hayvanı yere seriyonım, niye o işe yaramaz kadının dizi dibinde kalayını hfı/fı? Doğru köyün papazına gitmiş. Kutsamasını istemiş. Böyle böyle demiş, anlatmış sinekleri nasıl öldürdüğünü. Artık luırısından uzaklaşacağını söylemiş ve yiğitfiğini herkese duyuracak bir yazı almış papazdan. Şaka niyetine, bir beze şöyle yazmış papaz: «Hiç yenilmez Yiğit Nazar Bir vunışta bini kırar» Bezi bir değneğin ucuna bağlamış Nazar, beline pas/ı bir kılıç asmış ve komşusunun eşeğine atladığı gibi uzak/aşmış köyden. * * *

Önüne çıknn ilk yolda, nereye gideceğini bilmeden i/er/emi§. Gitmi§ gitmiş, bir de bakmış ki, köy filan görünmüyor. Yüreğine korku düşmüş. Usul usul bir türküye başlamış. Uzaklaştıkça korkusu artmış, korkusu arttıkça sesini yükselt­ miş, onun bağırtısına eşek de luıtılmış. Kopan günl/tüden kuşlar uçuşmuş, tavşan­ lar ftrlamış, kurbağalar suya atmış kendilerini Nazar, omıana girince daha da yükseltmiş sesini Her çalının dibinde, her kayanın ardında sanki bir hırsu. veya yabanıl hayvan var da saldıracakmış gibi Tam o sırada bir köylü gönlnmüş, yedeğinde atıyla. Sesleri i§itince, - Eyvahlar olsun, demiş. Bunlar hırsa./ar olsa gerek, gördün mü başıma geleni! Atını bıraktığı gibi tabanlan yağlamış. Yiğit Nazar, bağıra çağıra ge/mi§, bir de ne görsün, yolun orta yerinde serneri pınl pınl bir at kendisini bekliyor. Hemen eşekten inip ata binmi§ ve koyu/muş yola. * * *

Az gitmi§, uz gitmi§, bir köye rastlamış. Ne o köyü tanıyomıuş, ne köy onu. Nereye gitsem, ne yapsam derken kulağına bir zuma sesi çalınmış. Sesin geldifti eve doğru çevimıi§ atın başını, baknıış düğün var. - Hepinize iyi günler, demi§. 395


Hoş 1:t'ldin Tanrı kon111,�1, dt•mişla, buyur t•tmişler i�·eri. Baş Mşeye alıp yiyt•n•kla i(t't"t•kla .I"Unmuşlar. Bu amda da/!lin sofrasındakiler merak etmişler konugun kimliğini. Kulaktan kulağa bir fmldaşmadır almış yaramaş. Ondan ona, ondan ona, sözan ucu paptua kadar ulaşmış. O da değneğin ucundaki bezde yazılı «Hiç yenilmez Yiğit NazariBir vunışta bini kırar>> sözlerini olaıyup iletmiş yantndakine. Dılğün evini bir Ul,"fultu kaplamış bir anda. Böbarlenmeye meraklı biri, - Tamam, demiş. Yiğit Nazar bu! O kadardeğişmiş ki birden tanıyamadım... Herkes başlamış onun yiğitlik öykü/erini, birlikte başlanndan geçenleri anlatmaya. - İyi ama, demiş tanımayan biri. Ne uşağı var, ne hizmetçisi. Böyle adamlar uşaksız olur mu hiç? - hizmetçiden uşaktan hoşlanmaz, diye yanıt vemıiş bir başkasL Somıuş­ tum ben de bir gıln. Hizmetçiyi neyapayım, batün danya benim hizmetçim demişti - Peki, ya kıltema ne demeli? Doğru darüst bir kılıç bulamamış da niye pas/ı kılıç asmış beline? - Asıl özelliği orda ya! Pas/ı kılıçla bir vunışta bini kınyor, keskiniyle herkes kırar. Ayağa kalkmışlar, Yiğit Nazar 'ın onurona kadeh kaldırmışlar. İçlerinden biri de söz alıp şöyle demiş: <<Senin anana ne zamandır işitmiştik, yazana gömıenin özlemini çekiyorduk. Ne mutlu bize ki karşımızdasın bugıln!>> Bir ozan hemen bir rarkü dazap başlamış okumaya: <<Hoş gelmişsin ey, sefa gelmişsin, Gaçla kartalı dağlanmızın, Tacı, övancasan danyamızın Hiç yenilmez Yı1,Tit Nazar Bir vunışta bini kırar. * * *

Zavallı/ann yardımcısısın, Batün acılardan hep kurtarırsın, Hırsızlardan da bizi konırsun, Hiç yenilmez Yiğit Nazar Bir vunışta bini kırar. * * *

Kurban olalım o bayrağına, O kıltema ve o arına, Hem ye/esine, hem kuynığuna, Hiç yenilmez Yiğit Nazar Bir vunışta bini kırar. Esrik dağzinca/er coşmuşlar, bir ağızdan başlamışlar bağırmaya: Hiç yenilmez Yiğit Nazar Bir vunışta bini kırar.

396


Böyle·a mıım Y'K'tliklai lıa yacil' anlatılır, o korkun( Kc'JrünüşıJ elile/m dile· aktarılır, adı ymi eloKIIII �·oı·uklara verilir olmuş. • • •

Nazar, düğün evinden ayrılıp yola koyu/muş. Gide gide yemyeşil bir çayıra ulaşmış. Bırakmış atını otlasın diye, kendisi de bayrağını dikip altında yatmış uyumuş. Yedisi de hırsız, dev gibi yedi kiırdeşin topraklanymış b ura/ar. Dağın doru­ ğunda bir de kiJieleri varmış. Kııleden bakmı.şlar ki çayırlannda bir adam yatıyor, bu ne korkusuz adam diye çok şaşmış/ar. Kırkar kiloluk tüfeklerini omuziadık/an gibi inmişler aşağıya, adamın yanına gelmiş/er. Tepesinde dikili bayrakta «Hiç yenilmez Yiğit Nazar/Bir vuruşta bini kırar» sözlerini okuyunca donup kalmışltJr. Esrik düğüncü/erin yaydıklan haber onların da kulaklarına ulaşmışmış çünkü. Ağızlan dilleri kurumuş, öylece beklemişler uyansın diye. Nazar uyanıp da karşısında kırkiır kiloluk tüfekleriyle iri kıyım yedi adamı görünce ödü kopmuş. Bayrağının altına sığınmı.ş, güz yapraklan gibi titremtyt' başlamış. Adamlar Nazar'ın titrediğini görünce <<Aman, demişler, pek ojkelendi, şimdi bir vuruşta yedimizi de yere serer». Hemen yere kiıpanıp yalvarmı.şlar: - Senin o dillere destan adını işitmiş, görüşebilmeyi çok istemiştik. Ne mutlu bize ki kendi ayağınla geldin toprağımıza. Bizler senin kul/ann yedi kiırdeşiz. Killerniz şu dağın doruğunda. İçinde bir de güzel mi güzel kızkiırdeşimiz var. Sen ki hiç yenilmez Yiğit Nazar'sın, bir vuruşta bini kırarsın, yalvarırız, n 'olur gel de ekmeğimizi bölüşelim... Bunun üzerine Nazar geniş bir soluk almış, atına atlamış, ötekiler de bayra­ ğını kiıvrayıp düşmüşler önüne, görkemli bir alayla çıkmı.şlar kiıleye. Padişahlara yaraşır bir biçimde ağırlamı.şlar Nazar 'L Yiğitliklerini o denli övmüşler ki kızkar­ deşleri Nazar'a tutulmuş. Böylece daha bir saygı ve onur kazanmış. • • •

O günlerde o ülkeye bir kaplan dadanmış, korku salmış herkesin içine. Kim ortadan kaldırabilir bu kap/anı? Elbette Yiğit Nazar! Kaplanın karşısına çıkacak yürek başka kimde var? Gökte Tanrı, yerde Nazar! Herkesin gözü Nazar'da. Nazar bunu duyar duymaz, korkuyla dışan fırlamış. Herkes kaplanı öldür­ meye gidiyor sanmış. Nişanlısı, önüne geçip <<Nereye böyle silahsız, bir tüfek al da öyle git» demiş, yiğitliğine biryiğitlik daha eklensin diye bir tüfek tutuşturmuş eline. Nazar, tüfek elinde, omıana dalmı.ş. Dalmı.ş ama kaplanla karşılaşmamak için bir ağaca çıkmış, tünemiş. Yüreği üç buçuk atıyormuş korkudan. Olacak işte, kaplan da gelip tam bu ağacın altına uzanmamış mı? Nazar bunu görünce eli ayağı tutmaz olmuş, gözleri kararmış, pat diye düşüvermiş ağaçtan. Doğru hayva­ nın üstüne. Kaplan sıçramış, Nazar da yapışmış hayvanın beline. Nazar sırtında, başlamış kaplan kaçmaya, o dağ senin bu dağ benim, o koyak senin bu koyak benim... Görenler bir de ne görsünler? Yiğit Nazar kaplanı sürüyor, tıpkı at gibi. - Koşun koşun, diye bağnşmışlar. Koşun bakın, Yiğit Nazar kaplanın sırtında! Yareklenip onlar da saldırmışlar dört yandan kap/ana. Kimi hançer, kimi 397


kı/ı\·· kimi Iliş, kimi .wpayla vamişler veriştirmişler, ktıplanı cansu semıişleryere. Kmdine �.:e/ince Naıar'ın dili çözülmüş. - Çok ytUık, demiş. Niye öulürdünüı sanki. Ne güzel at yapml§tım ben onu, bıraksaydına da biraz daha sürseydim. Haber lu.ıleye de ulaşml§. Herkes dışanftrlaml§, Nazar 'ı karşılamaya. Hemen oracıkta bir de türkü düıüp başlamt§lar bir agudan söylemeye: Eşin var mı ki senin dünyada, Bilinen insanlar arasında, Ey Yiğit Nazar. * * *

Yıldınm gibi ve ateş gibi, Yüce kaleden uçup ge/dindi, Ey Yiğit Nazar. * * *

Korkunç kaplanı atın yaptındı, Binip sırtına dağlar aştındı, Ey Yiğit Nazar. * * *

Sen hepimizi tümden kurtardın, Yüzyıllar boyu anılacaksın, Ey Yiğit Nazar. Ve Yiğit Nazar'ı o dev gibi yedi kardeş, dünya güzeli kızkardeşleriyle başgöz etmişler. Padişah yapmışlar kendilerine. Yedi gün yedi gece düğün boyunca padi­ şahı ve eşini şarkılar söyleyip övmüş/er. Dağ dornğuna yeni çıktı ay, O kime benzer? Dağ dornğuna yeni çıktı ay, Yiğit Nazar dır. Güneş çevrende ışı/ ışı/dır, O kime benzer? Güneş çevrende ışı/ ışı/dır, Yiğit Nazar'ın nazlı yaridir. * * *

Padişahımu kıpkırmuutır, Güneşi bile hep kırmuulır, Tacı da aldır, kıpkırmızıdır, 398


Al/ar bağlan.ım hep kıpkırmızı, Kuşa,.,� da al, tüm kıpkırmızı, Terlikleri al, o da kırmızı, Kraliçe de apal, kırmızı, Selamlar olsun kraliçeye, Güneşler doğsun ey, padişaha, Kutlular olsun, kutlular olsun, Yiğit Nazar'a da kutlu olsun, Nazlı yarine kutlu olsun, Bütün danyamıza da kutlu olsun. * * *

Nazar 'ın evlendiği kızı komşu ülkenin padişahı da istemez miymiş? Kendisint' değil de başkasına verdiklerini duyunca ordusunu toplamış, yedi kardeşin azerint• yürümüş. Haberi alan yedi kardeş doğru Yiğit Nazar'ın huzuruna çıkmış/ar, durum böyle böyle deyip buyruk dilemiş/er. Nazar korkudan ftrlamış dışarı, başını sokacak bir yer aramaya. Herke.ı· düşman ordusuna saidıracak sanmış. Hemen yolunu kesip ya/varmışlar: «Zırhsız sili1hsız böyle nereye, kelle koltukta mı savacaksın, yapma!» Bir silahla bir de kalkan tutuşturmuş/ar eline. Karısı ise kardeşlerine, «Aman, demiş ardını bıraknıayın. Yiğitlik gözana karartır, bakarsınız tek başına girişir düşman asker/erine!». Haber, askerler ve halk arasında yayılmış bir çırpıda. Yiğit Nazar'ın zırhsız tüfeksiz savaş alanına koştuğu düşmana da duyurulmuş casus/ar aracılığıyla. Zar zor durdurup geri getirmişler Nazar'ı. Altına azgın mı azgın bir at çekmiş/er. Askerler de coşmuş, naralar atarak şah/anmış/ar: «Yaşasın Yiğit Na­ zar! Düşmana ölüm!» Nazar'ın altındaki at, binicisinin işe yaramaz bir adam olduğunu anlayınca kişnemiş, başını alıp düşman ordusuna doğru saldırmış. Askerler de Nazar saldı­ rıya geçti sanıp ardına düşmüş/er. Nazar atı durduramuyacağını anlamış, yanın­ dan geçtiği bir ağaca sarılmak ve kendini kurtamıak istemiş. Olacak bu ya, ağaç çürük değil miymiş, köküyle çıkmış topraktan, Nazar'ın elinde kalmış. Ünana önceden duyan düşman askerleri, onu böyle ağacı koparmış görünce, şaşkına dönmüşler veyazgeri edip kaçmaya başlamışlar. Kınlan kırılmış, kalanlar sili1hla­ nnı Yiğit Nazar 'ın ayağı dibine atıp teslim olmuşlar. Ve böylece o korkunç savaş alanından kaleye dönmüş Nazar. Halk utku çelenkleriyle, coşkulu şarkılarla karşılamış onu. Yeniden tahtına oturtmuş. O gün bugündar Yiğit Nazar 'ın yaşadığı vepadişahlık ettiği söylenir. Yanında ne zaman yiğit/ikten, akıldan, dehadan söz edilse gülermiş Nazar: - Yok canım, dermiş. Ne yiğitliği, ne aklı, ne dehası! Bunlar boş şeyler, insanın şansı olmalı asıl. Varsa şansın, keyfet dur... Ve o gün bugündar de Yiğit Nazar'ın, ke§[ettiği dünyaya bakıp gülda,.,-sa söylenir.

Hovhannes Turnanyan 399


BEDROS TURYAN İ ( stanbul 1851-a.y.l872) Şair Bedros Turyan, Üsküdar'daki Cemaran Okulu'nda ögrenim gördü. ögrenciyken lirik �iirler yazmaya ba�ladı. Ünlü tiyatro adamı Agop Vartavyan (Gü/la Agop) onu oyun yazarlıgına özendirdi. Yazdıgı oyunların Güllü Agop­ 'un Gedikpa�a Tiyatrosu'nda sahneye konulmasıyla adı duyuldu. Turyan'ın «Vart ve Şuşan», «Sibiryaya Sürgün», «Kara Topraklar>>, <<Dünya Fatihi Ardaşes», «Arşaguni Hanedanlığı 'nın düşüşü», «Tiyatro v'ya Sefil/er» adlı oyunlarının hepsi de Batı Ermeni sahnesinde temsil edildi. Otuzu a�kın lirik �iirleriyle, Ermeni Edebiyatı'nda önemli yeri olan Turyan'ın �iirlerinin çogu Rusça, Fransızca, İ ngilizce, Almanca, İ talyanca, ispanyolca vb. dillere tercüme edilmi� tir. Onun nazım heceli, canlı, etkileyici, duygusal �iirleri, mektupları, Sovyet yönetimin­ den önceki ve sonraki yıllarda lO'u a�kın kez, yapıtlarının külliyatı ise, 1 972'de 2 cilt halinde Erivan'da yayınlanmı�tır. 21 ya�ında veremden hayata gözlerini yuman Turyan'ın ki�iligi ve yapıtları hakkında günümüze dek çe�itli tarihlerde 6 kitap yayınlanmı� bulunmaktadır. ÖLÜMÜ M

Solgun beniz/i ölüm meleği, Sınırsız bir gülüşle karşıma diki/se de, Acılarınıla ruhum buhar olup uçsa da, Bilin ki hala yaşıyorum. * * *

Yaslığırnın ucunda Eriyen,

400


Soluk çelıreli bir nı ımı Soğuk ışın serpse de ah, Bilin ki hll/11 yaşıyorum. * * *

Ter/i alnımla Taş kesilmi§ vücudumu, Kefene sanp kara tabula koysalar da, Bilin ki hll/11 yaşıyorum. * * *

Acımasız ölüm meleğinin titrek gülüşü Dokunaklı çanın çalmasıyla, Tabutum ağır ağır ilerlese de, Bilin ki hlllll yaşıyorum. * * *

Yas şarkılan söyleyen insanlar, Siyah giysileri ve asık suratlanyla Tütsü ve dua yaysalar da, Bilin ki hll/11 yaşıyorum. * * *

Çukurumu kazıp beni gömse/er de, Yasa bürünmüş sevdiklerim Ağiaşıp ayrılsalar da, Bilin ki hll/11 yaşıyorum. * * *

Ama eğer bir köşede Unutu/up giderse mezanm, Ve halıram da so/arsa, İşte o zaman ben ölürüm, ah!

Bedros Turyan

401


RUPEN ZARTARYAN (Siverek 1874-1915) Gazeteci, §air ve yazar Rupen Zartaryan, 1 876'da ailece gidip yerle§tigi Harput'ta ögrenim gördü. 1 892-1 903 yıllarında Megri Getronagan Okulu'nda ögretmen l i k ya ptı. Siyasi faal iyet leri nedeniyle t ut u k l a n d ı (1903!4). Salıverilerek Bulgaristan'a gidip Plovdiv §ehrine yerle§ti (1905) . Orada RAZMİG (Muharip) gazetesini çıkardı. İkinci Me§rutiyet'ten sonra İstanbul'a döndü (1908) , günlük AZADAMARD gazetesini yayınladı (1909) . 1 890 yıllarının ba§ından itibaren yazı hayatma girmi§ olan Zartaryan'm, Harput'tan İstanbul'a gönderdigi çogunlukla köy ya§amıyla ilgili hikaye ve masalları, DZAG İ G (Çiçek) , MAS İ S , A R EYELYAN M A M U L (Doğu Basını) gazeteleri nde yaymlanm ı§ttr. 1 9 1 0'da İstanbul 'da «Tsaykaluys» a d ıy l a yaymladıgı kendi hikaye ve romanlar külliyatı, 1 9 1 2'de Paris'te Fransızca olarak da yayınlandı. En seçkin hikayeleri, Rusça, Türkçe ve diger dillere de tercüme edilmi§ olan Zartaryan, 3.4.5. ve 6. sınıflar için «Meğraked» ba§hklı ders kitapları yayınlamı§, Maksim Gorki'den, V. Gorolen ko'dan, E. Verharn'dan, B. Şelli'den, Victor Hugo'dan, Oscar Wild'dan, Anatale France'dan (İliihlar Susamış) çeviriler yapmı§tır. Eserleri 1 930'da Paris'te, 1 964'te de Erivan'da yeniden yayınlanmı§ olan Rupen Zartaryan, 1 9 1 5 yılında çıkarılanTehcir Kanunu'nun uygulanı§ı sırasında, tutuklanarak sürüldügü ta§ra yollarında hayatını kaybeden Ermeni aydınlarından biri oldu.

VURULMUŞ A VCI Balta girmemiş güıergiihlardan, yılanka vi yollardan, taşiann azerinden bir 402


erkek karaca kaçıp gidiyor; geçtiği yerlerden /azı/ kan damlamış ve taşlar hiJltl ıslak. Koşuyor, uzak/aşıyor, taşlar yuvarlıyor boynuz/an. Kayalıklar üzerinden sıçrayarak, çi/ yavnılannı yuvalanndan uçurarak ve dağlardan dökülen sulan bulandırarak, hızla koşuyor karaca, kaçıyor, yüreği ağzında. Korkusu mathiş olmalL Uzakta, tirkeşi omuzunda, oku çeken bir adam görülayor. Aşağıdan, o denli aşağıdan ok hedefine ulaşamaz. Dağlar kayalıktır ve zirveye giden bir yol görülmayor. Oralardan yalnız kertenkeleler koşar, ve avcı, yılan ayaklı olmalıdu. Karşıki kara, /oş dağiann Masdan astanden bir karaca kofUYOr, avcı da peşinden. * * *

Dikenli findık ağaçlannın ve yaban dutlannın yetiştiği dağlarda, binlerce yabani çiçekler, güzelliklerini açıp kapatır/ar. Dağlarda ne yaban nane/eri biter, ne de her yana yayılmış, bodur çalılar yapışır toprağa. O yerlerin sessizliğini bozan salt bir erkeğin gunıldaması değil. /ssız, derin vadi/erde, serin mağaralarda, tazeyeşillik/erin kalkık tepelerinde, karacalaryavnılar doğunır, karacayavnılannı gader. Ve dağiann evltldıdır karaca. Ona hayat veren o dev taş/ardır, ve onu besleyen on/ann tepesinde biten yosun/ardır. On/an doğuran Masdar'dır. Lanet olsun karacaya kurşun atana! * * *

Kaçtı karaca, avcıyı peşine takmış. Ama yol yok, kertenkele ayağı gerekli tırmanmak için. Çıktı, çıktı avcı, karacanm ayak izlerinden damlayan /azı/ toprak yoluyla. Gitti, ama dağın ö/ame götardağana, inmek içinde başka çare bulunmadığını, karacaya kurşun atanın lanetlenerek öldağana hiç aklın,a getir­ memişii avcL İşte tepeye ulaştLFakat karaca yoktu. Taşlar yank/an içine mi almışlardı onu, yoksa inierinde mi banndırmışlardı onu dağlar, kim bilir. A vcı çok aradı,ama onu bulamadL Şiddetli bir öfkeyle taşa vurarak param parça etti tirkeşi de, okuda, yayı da, ve rüzgarlar alıp götardaler onların parçalannL Burada, orada kanallar çığlık atıyor, kocaman kanatlarını çırpıyorlardL çaramaş kemikler ve akbaba gagasıyla tanınmayacak halde, delik deşik olmuş cesetler daşmaşta on/ann yuvalannın yakınında. Parça parça bulutlar, zaman zaman, ağır ağır gelip geçiyor ve hafif gölgeler/e gidip uzaklaşıyorlardL Şimdi dağlarda yapayalnız, korkuyordu yiğit avcı, onlarda,durmadan tepinen ayaklannın yansıyan sesi, huzursuz ediyordu kendisini. Yokuşu tırmanmak kolay, ama aşağı inmek arpertici. Nereden yukan çıktığını unutmuştur avcı, ve kendisini aşağı götarecek bir yol yok. Hiç değilse ayağını basacak yerler olaydı, ah! Karaca avı lanetlenmiştir, onun peşinden giden avcı, işkence ile ölar. Göz rahatça bakamaz dağdan aşağıya, veaşağı yu var/anan avcı, işkence/erin en korkuncu ile, ö/amanan arpertici dehşetinin bilinciyle ölecek. 403


Avcı, umutsuz �:özler/e uzaklara bakıyor. Evren, alçalıyor daR/ann üzerinde vr kucaklıyor onları. Uzak mesafede belirsiz bir ışın/ama deviniyor.Ba�yor avcı, tuhaf sesler/e, iniltili yakanşla imdat çagınyor ve daglarda, taşlarda sesi, zikzak çizerek yansıyor, uzayıp gidiyor. Akşam serinfiğiyle boynuzlu böcekler (gül böcek/eri) bagırışıyorlar ve arasıra esen rüzgar, yabani hayvan/ann, yakuıdan uzaktan gelen ses parçacıklannı serpiyorlar her yana. Dagm üstilnde durmuştur avcı yapayalınız, yeller dalga/andırıyor saçlannı ve yalın ayaklanndan kan fışkınyor. Umudunu yitirmi§tir, artık inemiyor. Gelecek olan birini beklercesine orada durdu. Bu arada önünden çekirgeler sıçrayıp topluca, hafifkanat/anyla aşağı üşüşüyorlardı. On/ann aşağı inip titreşerek gözden kayboluşunu, gözlerinin hüzün dolu bakışlarıyla izledi. Zaman zaman bir bokböceği, monoton vızı/tısıyla sessizliği bozarak, uçup gidiyordu. Durdu orada, dağın başmda avcı, gözleri tilkenmeyen umutla aşağıyöne/mi§, daglann ötesinden gelecek kimseyi bekledi ki gelsin. Gelip çatan ölüm, gözlerini yuva/anna, açık başını da omuzuna çaktı. Ve şimdi dağın şarkısı var. Kııracaya ni§an alanın vay haline!

Rupen Zartaryan

404


BERÇ ZEITUNTSYAN (İskenderiye/Mısır 18 Temmuz 1938) Yazar ve çevirmen Berç Zcytunyan, Piatigork Yabancı Diller ve Egi tim Ensıitüsü'nü bitirdi (1963). 1975'den beri Ermenistan Sovyet Yazarları Birligi yönetim sekreteridir. «İlkArkadaşı»(J 956), «Mahaliemizin Sesleri»(1959), «Biz­

lerden Sonra»(1 963), «Paris İçin»(1965), «Claude Roben Iserlie»(J 968), «Kntıl­ mayanlarla Komedya»(1 975) adlı kitaplardan ba�ka filme alınan «Erivan Gün ­ leri Kroniği» (1 973) adlı dökümanter eserin senaryosunu da yazan Zeytunyan'ın «En Üzüntülü Adam»(J 974) ve «Yıkık Şehrin Hikayesi» (1 975) adlı piyesleri

oynanmı�tır. Eserleri Rus, Latin, Litvan, Eston, Çek ve Bulgar dillerine çevril­ mi� olan Zeytunyan'ın ayrıca E. Goldwcll, K. Grin, E. Hemingway gibi ya7..ar­ ların eserlerinden çevirileri vardır.

HER ON KİŞİDEN BİRİ Neredeyse gelirler... - Sigaran var mı ?.. - Korkuyorum... ölmek istemiyorum... - Sus be, hiçbir şey olmaz... - Evde, bir şi§e viski bıraktım damda... görmemişlerse, savaş bittikten sonra içerim... - Kimde sigara var? diye sordum size... - Kentte bir kunduracı tanınm... Savaştan sonra gider, çırak olurum yanın da... - Saat kaç ?.. - Kimsc·nin .watı yok ki...

405


/lım/ar, tmşları uwmış, a.nk yaz/a, az konuşan aJka/erdi. Kmıuşmaya lıaş­ laymw ıla, ıvır zıvır, boş ştyla anltlllrlardı. Ama hepsi de kulak keJilmiş dinler ve birbirlerini iyi anlar/ardı. Kendilerinden söz etmeyi, bir de savaş astane kırk kez söyit'dik/erini yinelerneyi sever/erdi. Kimse de yakınmaz, kimse de bunları zaten işitmiş olduğunu söy/emezdi. Bıkıp usananlar bile sabırlı sabırla dinlemeye devam eder/erdi. Ama kimi zaman, karşısındakinin sözana kesenler de olurdu.- Yeter be, her defasında aynı şeyi anlatırsın sen de... Ve sessizlik çökerdi. Bir şey soracalmuş gibi birbirlerine bakar/ardı. Belki de doğru söylemişti o. Ama O kirndi? Neredeydi? Dört yanı arar bulamaz/ardı. O söyleneni aralanndan her biri demiş olabilirdi. çanka herkes kendi hikayesini anlatmak isterdi. Oysa bunu, yalnızca biri de anlatabilirdi Öteki askerse devam ederdi: - Ben do/abı odanın köşesine koyunca, (oda bayükta... aydınlık. .. ve temiz­ di) eşim: kapının yanına koymak daha iyi olur dedi... - Peki, kapının yanı uygun muydu ? diye sorardı biri merakla. Bu askerler grupu, birkaç gün önce miydi ne, birinci cephe hattında savaş­ maya gitmeyi reddetmişti. Bu yüzden, şimdi korku içinde, başianna geleceği bekliyor/ardı. Aralanndan biri korkuyla, beklenmedik bir anda: - Geliyorlar! diye bağırdı. Ve bağıran kendilerinin arkadaşı olduğu halde, bu ses onlara birden, pek yabancı olarak, çok, ama çok tanıdık bir ses gibi geldi... Ceza/andımıakla görevli manga yaklaştı. - Kalk! Sıraya gir! emri işitildi. Ge/işigılzel sıraya girildi. Kimse hiçbir şey daşanmayordu. Yalnızca, biraz ötede kırda kavga eden iki köpek herkesin dikkatini çeknıişti. Daha doğrusu köpekler dövaşayor/ar mı, oynuyorlar mı belli değildi. Subaylardan biri başladı konuşmaya. Askerlerin aklında bu uzun konuşma­ dan, yalnızca tek bir şey kalmıştı. Hain sayılıyor/ardı, ve emre uymadık/an için, her on kişiden biri kurşuna dizileeekti Kimse korkmadı. Kimse o her on kişiden birinin kendisi olabileceğini daşanmedi. Ve birden, sessizliğin içinde isterik bir çığlık işitildi: - Ben ölmek istemem... beni zorladılar... Ancak o zaman herkes anladı ki, her on kişiden biri ölecektir: Onuncusu, yirmincisi, otuzuncusu... Ve hepsi yetmiş kişi olduk/anna göre, demek yedi kişi ölmeliydi: Onuncusu, yimıincisi, otuzuncusu... Sıradaki birinci asker gü/amsedi. Mutlu baktı subay/ara. Sırada birinci olduğu için sanki onlara minnettarmış gibi... Subaylardan biri sinema artistine benziyordu. Asker elini cebine soktu ve beğeni içinde gevşedi. Bunlar kendilerini ne sanıyorlardı ki, komutanlığın emriniyerine getirmemiş­ /erdi. Bir hiçti/er: Sıradan askerler. Onun için de ceza/andırı/malıydı/ar. Ama birden, o işi örgütleyenlerden biri de kendisi olduğunu anımsadı. Korktu, utan�la

406


ellerini cebinden çıkardı Vt' başladı yere bakmaya. Subay gerçek/en sinema arıü­ ıine benziyor mu ? diye geçirdi akimdan. Sıradaki ikinci ve açancil askerler kendilerinin ölmeyeceğine inanamıyorlar­ dı. Hep sayıp duruyor/ardı: Bir, iki .. O ikincisiydi. Bir... iki .. aç... Bu da açam:a askerdi. Ama ikisi de nedense /askanıyordu birinciyi. Oysa, nasıl olsa ne birinci, ne ikinc� ne de açancil kurşuna dizilmeyecekıi. Ama yine de birinciy� salt birinci olduğu için kıskanıyor/ardı; herkesten öndedir diye... Öbar askerlerse tJyle bekliyor/ardı, çanka hiçbiri kendi sayısmm hangi sayı olduğunu bilmiyordu. Herkes yaksek sesle kendi sayısını söylemeye başladı. Ağır ağır söylayorlardı sayılarını. İlk asker bile «birinci... » diye kendi sesini işitince korktıı. Dokuzuncu asker onuncunun hemen yanında olduğu için, rengi atmıştı. (>yle ya, dokuzia on arasında pek kaçilk bir aynm vardı. Bunun için de on sayıdan dokuza bir şey bulaşıyor gibiydi. Kendisini JO'a kadar saymaya zorladı. .. Bir, iki, aç, dört , beş, altı, yed� sekiz, dokuz, on... Hayır, ne de olsa bir sayı aynm az değildi. 9 '/a 10 arasında aynm olmasaydı, 9 sayısı var olamazdı ki. Ve memnun galamsedi bu buluşuna. Askerlerin sesleri ağır ağır işitiliyordu: - On altı... - On yedi... - On sekiz.. . - On dokuz.. . Ondokuzuncu utanıyordu, çankiL acıyordu yirminciye. Çanka onun ailesine mektup yazıp avutması gerekecekti. .. Savaştan sonra da evlerine gidip, elinden geldiğinceyardım etmeliydi... Ama batün bunlar hep keyfindendi... Yirminci olma­ dığına, kurşuna dizilmeyeceğine seviniyordu... İnsaniann ne kadar ufak şeyler, ne kadar korkak olduklannı anladı. Kendisini hep soylu bir insan saymıştı. Şimdi ömriinde ilk kez ne mal olduğunu anladı. Ama kendi hakkında btJyle kötü düşünmeye neden izin vermişti kendisine? O da sevincindendi. .. - Ben ölmek istemiyorum... diye, yeniden işitildi o korkunç ses. Ve askerler ağır ağır saymaya devam ediyorlardı: - Yirmi altı. .. - Yirmi yedi... - Yirmi sekiz.. . - Yirmi dokuz.. . Yirmidokuzuncu galamsedi. Bu, ömriJ boyunca Tanrı ya inanmıştı, hep dua ederdi ona; çocuklarını lı er pazar kiliseye götürür, dualan ezbere öğrenmeye zor/ardı onları. Gönüllerini hoş etmek için şeker alırdı kendilerine. Eşiyle ilk kez kilisede rast/aşmış, ve İsa 'nın resmi altında galamsemişlerdi birbirlerine. Bir gün de el sıkışmış ve öpaşmaşlmli. İsa bunu göriip de gülamsemiş gibi gelmişti kendilerine. İşte bunun için otuzum·u değil, yirmidokuzuncu olmuştu. Böyle olacağına zaten ta başından güveni vartlı ve öylesine içtenlikle inanıyordu ki O'na, sevincinden: - Kardeşler, inanın, O sizi kurtarabilir, diye bağırmak geldi içinden. Ama Tanrı 'nın öyle çok bir iyili!,'i görülmedi, çünkü şimdi O 'na inananlar til, 407


lıunun i�·i11 tlt• kmtli.l'inin O 'ndan daha çok Şt'Y istemeye hakkı vardı... Sağ, diri .l'tlvaştan... iyi bir iş bulayım... zengin olayım ... iyice yaş/andıktan sonra \·ok çok ak çarşajlanm olsun... ben de batün bunlara karşılık sana inanır... tlua ederim... bak, alnıma haç çıkanyorum işte... unutma ama, unutma ki şimdi sana inananlar az... Amin... - Otuz altı. .. - Otuzyedi .. - Otuz sekiz... - Otuz dokuz... Ve otuzdokuzuncu asker kırktan bir eksik sayısı olduğu için sıkılcyordu. Kırkıncıyakın arkadaşcydı, birlikte okumuş, birlikte savaşmış, birlikte acı çekmiş­ /erdi. Ve şimdi de sırada, birlikte, yan yana duruyor/ardı. Arkadaş olmasaydılar sırada da yan yana durmaz/ardı ve o zaman arkadaşı da kırkıncı olmazdı belki. Onunla arkadaşlık yaptığına sıkı/ıyordu, ve vaktında ona ettiği batün iyilik/eri, şimdi onun burada kırkıncı olması için yapmış gibi geliyordu kendisine. Ona yapmış olduğu batün iyilik/erden, gösterdiği kaygıdan uraneyordu şimdi. Sonra birden, sevinçle gü/amsedi. Arkasından, derin bir nefes aldı. Kendisini mazur gösterme yolunu bulmuştu. Artık kimse onu suçlayamazdı. Arkadaşına bir kez kötü/akyapmış olduğunu ansıdı. Bir gün işsiz kalmışlardı da, biryerde iş olduğunu öğrenmiş ama arkadaşına söylememişti. Kendisi tek başına gitmişti. Gerçi sonra pişman olmuş ve utanmıştı yaptığına. Bunu anımsarken bir an korktu. Yeniden iyi arkadaş olmaya başlıyordu. Sadece yaşamında bir kez yanılmış bir adama dönaşayordu. Ofikri bayak bir çabayla attı kafasından ve batün bun/ann önemli olmadığını daşanda. Önemlisi, kendisinin o kötü/ağa yapmış olmasıydı. Burada toplanmış olanlar işitse/erdi, kendisinin namussuz olduğunu söyler/erdi. Yeniden içiyatıştı. Kötü bir arkadaş, kötü bir insan olmuştu. Ve o karmakanşık insan kaosunda, bu, en bayak mazereti olmuştu. - Kırk altı... - Kırkyedi.. . - Kırk sekiz.. . - Kırk dokuz.. . Kırkdokuzuncusu ölamden kurtulduğuna hiç şaşmamış gibiydi. Ta başından inanmıştı ölmeyeceğine. Çankü soylu, iyi bir insan olmuştu; onun için de ölmeye­ cekti. Derken, birden subayın sesi işitildi: - Durun!.. Yanlışlık oldu... kırktan başlayın yeniden saymaya... Ve anlaşıldı ki kırkdokuzuncusu ellinciymiş, eliineisi de e/libirinci... Öyle de olmalıydı zaten. O ölmeliydi. Ta baştan bunu biliyordu, çankü iyi bir insandı, onun için de ö/me/iydi... Ellibirinciyi hemen hemen tanımayan eski ellinciyse, kızardı utancından ve olaniann suçunu kendinde bularak, alçak sesle: - Ben... suçlu değilim ben... dedi. Ama bu pek yetersizdi, hatta ya/andı bile. Ve o anda bu en basit gerçek, suçmuş, yanındakiyle alay etmekmiş gibi görünayordu. Eski ellinci bir şey daha mınldandı, ve bu kez söylediği çok doğruydu: tWntyim t'Jltyim. . .

408


- Bilinmt•z ki... bm tlt• ölürüm belki... . Savaştan evt• dönmlt•r az... Ve bu, tek ve en büyük mazeret oldu... - Elli altL .. - Elliyedi... - Elli sekiz.. . - Elli dokuz.. . Altmışıncmın o tanıdık isterik sesi yeniden işitildi: - Ölmek istemiyorum... beni zorladılar... Kimse ona acımadL Yalnız yetmişinciye acıdı/ar. O da yalnız şunun için ki, onuncusu, yirmincis� otuzuncusu, hepsi de kendi sayılan gelinceye kadar, umutlan vardı ölmeyecek/e­ rine, her on kişiden biri kendileri olmayabileceğine. Yetmişinci askerse, sonuncusu olduğundan, çoktan biliyordu öleceğini

Berç Zeytunt.\yan

409


KRİKOR ZOHRAB (İstanbu/ 26 Haziran 1861-19 Temmuz 1915) Gazeteci, roman ve hika.ye yazarı, ele�tirmen, hatip, hukukçu, fikir ve siyaset adamı Krikor Zohrab, Mekteb-i Sultani'ni n (Galatasaray Lisesi) Mü­ hendislik ve Mimarlık Bölümlerini (1879) ve İstanbul Hukuk Mektebi'ni (1883) üstü n ba�arıyla bitirdi. 1 890 yıllarında parlak bir hatip, Türk ve Fransız d illerin i çok iyi bilen bilgili bir hukukçu olarak sivrildi. Üstlendigi büyük ve önemli davatarla ün kazandı. Sultan Il. Abdülhamid'in istibdad yönetimine ka�ı çıkanlardan biri oldugundan b irkaç kez tutuklandı. 1906'da Avrupa'ya gitmek zorunda kaldı. Me§rutiyet'in ila.nı üzerine yurda dönünce (1 908) dava vekilligi mestegin i sürdürmeye ba§ladı. İstanbul Hukuk Mektebi'nde Ceza Hukuku Müderrisligi (Profesör/ağa) yaptı. Dersleri, yazıları, eserleriyle Türk Hukuk �ileminde m üstesna bir yer i§gal etti. 28 Kasım 1 908 günü Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na (Parlamento) üye seçilen Zohrab Efendi, Meclis içinde ve dı§ında aktif bir faaliyet gösterdi. Ülkenin siyasi, ekonomik, sosyal, bilimsel ve kültürel ya§amının ıslahı ve geli§mesi için çalı§tı. Osmanlı parlamentosunda kad ın haklarını savunan ilk sosyalist milletvekili oldu. <<Hukuk-ı Ceza Mün1r-ı Zamanla11.» ( l 886) ve <<Siyasi Nutuklar» ( 1 908) adlı Türkçe eserleri İstanbul'da yayınlandı. Ermenice olarak yayınlan mı§ 22 ciltlik eserlerindeki roman ve h ika.yelerinin çogu 26 dile çevril­ mi§ olan Zohrab Efendi, 191 5'te çıkarılan Tehcir Kanunu'nun uygulanı§ı sırasında İstanbul'da tutuklanıp sürüldügü ta§ra yollarında hayatını kaybeden Ermeni aydınlarından biri oldu. Edebi ki�ili�i

Ermeni Edebiyatı'nda XIX. yüzyılın sonlarına dogru ba§layan realist (ger­ çekçi) akımın önderlerinden biri olan Zohrab Efendi'nin 1 884 yılından beri kaleme aldıgı roman ve hikaye dizilerinden <<Hayat Olduğu Gibi» 1 9 13'de 4 10


SABAH gazetesinin ünlü ba�azarı Diran Kelekyan Efendi'nin i�nsözüyle İstanbul'da Ahmed İhsan Matbaası'nda eski harflerle basılmı�ıır. Çagda� Ermeni edebiyatında kısa hikaye türünün en önde gelen adı Krikor Zohrab, Fransızların Maupassanı'ı ve Rusların Çekhov'u gibi bu türü n ustalarından biri olarak tanımlanır. S undugum bu hikaye dizisinin agırlık noktasını, d�le dolu ya�am , m utsuz çıplaklık, ıstırap ve hayal k.ırıklıgıyla sona eren a�k serüvenleri, kendilerini feda eden kadınlar olu�ıurmaktadır. Yazarın betimlemeleri �iirseldir. Dogaya ka�ı gösterdigi �ırı duyarlık ve heyecan, onun kendine özgü sanat anlayı�ına hafif, akıcı ve renkli bir yön verir. Ta�ıdıgı sezi� ve insanlara nüfuz etme gücü, onun aynı zamanda yetenekli bir psikolog old ugunu kanıllar. Zohrab, insan sefaJetini ve dramatik a�k ya�anıısını son derece gerçekçi bir biçimde dile getirir. Ruhsal ya�anııları ve ıstırapları acıktı bir ırajik dille ve kademeli bir geli�me içinde beli mler. Varlıklı sınıfı veya zevk dü�kün ü insanın a�agılık �ehveı duygularını yerer ve dotaylı bir ıuıumla da olsa dü�kün insanı özel bir sempatiyle korur. Zohrab'ın hikayelerinden herbiri, hayat zenginliklerinin degi�ik açılardan ele alınarak tasvir edilmi� birer görün tüsünü simgeler. Onlar arası ndaki birligi sagtayan karma�ık bagınıı, sevgidir. Kim i zaman taliıdır bu sevgi, kimi zaman acı, kimi zaman ise ısıırapla dolu. Ama hemen daima dogrudan veya dotaylı olarak oradadır. Zohrab'ın ya�anan gerçek hayallan kaynaklanan hikayeleri; biraz ideoloji ve biraz da inançla yogrulmu� yarı maddile�mi� hayatı veya zenginlerin ve agaıarın tahakkümü allında ezilmi� yoksulun çiteli ya�anıısını yogun bir biçim­ de kapsar. Zohni'b'a göre, bezirgantıkla, tefeci li kle servet sahibi olanlar, genel­ Iikle �ehveı ve zevk ü sefa adamlarıydı; onlara göre kadınlar, kendi arzularını, ihliraslarını ve ahlak yoksunu kaprislerini tatmi n eden basiı birer hizmeıkardı. Bu zihniyeı biçimine ve serbest etkisini ta�ıyan o dönem İstanbul hayatına kar�ı cephe alanlardan biri de Zohrab'tı. Genç, aydın, cesur ve tartı�macı Zohrab Efendi, 1882'de ilk ele� ı iri dene­ meleriyle dikkaıi çekmi�, güçlü bir ki�iligin varlıgını duyurmu�ıu. Agalık ili�­ kisinde yer alanlarla, demokratik ilkelere aykırı davranan tarla, toplumun yük­ sek çıkarlarını hiçe sayantarla veya ıa�rayı ve ta� ralıyı hor görenlerle m ücadele eımi�ti Zohrab. Yukarıda belirııigim gibi Ermeni Edebiyatında ba�latılan realisı (gerçek· çi) akımın önderlerinden biri olan Zohrab Efendi'nin, bu alandaki ilk dikkate deger romanı «Kaybolmuş Bir Nesil»dir. Zaman, onun hikayelerini eskilemed i. Bunca yıl sonra aynı ilgiyle ve aynı zevkle okunan bu hikayeler, yarın da okunabilecektir. Bunun da sebebi: 1 - «Tanınmış Simalar» adlı hikaye dizisinde ele aldıgı tipierin günümüzde de ya�amakıa olu�larına; 2- Bu tipieri n «Yokolmuş Nesil», «Vicdan Sesleri» veya «Sessiz Acılar» adlı hikaye dizilerinde özellikle daha derin ve mükemmel d uygutarla yansııılm ı� olmalarına dayanmaktadır. Nitekim günümüzde de var o kadınlar, o a�klar, o i hane ller, o yalanlar, o bo�kafalılıklar ve sahtelikler, o sanıklar, o alçakgönüllüler, o küçüklerle bü-

41 1


yükler. Ünt·mscnmcyccck simalar dcgil onlar; hizimlc gelir, hizimlc ya�arlar ve bizden sonra varlıklarını sürdürürler. Zolırah'ın edebi sayfalarında bir sanatçı ve bir §air göze çarpar. İçinde renkli tipierin kayna�ugı ve elle tutulur ya§am gerçeklerinin dile gctirildigi hik:'lyclcrini okuyup geçer ve tekrar aynı noktaya dönersiniz; çünkü gözünüz, kulagınız, ruhunuz gelip geçen satırlarda derin bir haz kaynagı bulmu§lardır. Zohrab'ın bu çizgisi, kendi gerçekçi edebi karaktcrini daha çok belirgin duru­ ma getirir ve bir sanatçı sivrilir onun ugr�ında.

FESLEGEN O zaman da gür saçlan severdim. Ve şimdi, oturduğum yerden, ötede beriıle asılı gaz lambalan altında, gör­ kemle ışıldayan kar gibi ak ensesinin üstünde bir demet biçiminde toparianmış kara saçlannı seyrediyordum arkadan. Bakışım sankimıhlanmış kalmıştı bu kara demete. Neler, neler ftsıldamıyordu bu saçlar bana ? Tellerinin suskun duruşunda, kurumsuz, temiz, azacü ve insanı çileden çıkaran bir şey vardı. Gözlerimle, uzaktan bile insanın yüreğini kımıldatan, taranmak istemeyen ve biryay gibi kıvnlarak hafifçe titreşen ve isyancı tellerini seyrediyordum. Zaman geçtikçe sen/i ben/i oluyor, içtenlikle bağ/anıyor, sanki konuşuyordum onlarla. Yazana bana doğru çevirince, beklenmeyen bir mutlulu/da doldu içim. Güzel miydi? Değildi herhalde. Ama, şaşılacak kadar sevimli olan çehresi cana yakındı_ Hele yorgunca ve üzgün bakışlannın durakladığı yerde, sapianan bir çekiciliği vardı_ Acaba bu nedenle mi uzun zaman gözlerimin içinde çakılı kaldı onun gözleri? bilmiyorum. Ama, beni iyice süzdüğünü, ölçüp biçtiğini, hele gözlerimin hayranlık dolu şaşkınlığını sezdiğini anlıyordum. Elbette ki bu bakışımdan kıvanç duymuştu. Çünkü, ufukta hafifbir kızıllık bırakarak batula sönüp eriyen güneşin ışın/an gibi, yüzünde aydın/anan ve hemencecik kaybolan bir gülümseme belirdi. * * *

Orada kaldığımız sürece, yüreğimizin tümüyle, sessiz bir içtenlikle bağlandı­ ğımızı duyuyorduk Etrafında yaşlı kimseler vardı_ Babası, belki de amcalarrydı_ On/ann yanında, hele bu Mühürdar bahçesini dolduran hor bakışlı insanların ortasında ağırbaşlı olması gerekiyor ve sık sık benden yana bakınmaktan çekini­ yordu. Bir yolunu bulup da başını bana doğru çevirdiğinde, içini yakan bir sabır­ sızlığın tedirginliği okunuyordu yüzünde. Çözümleyemediğim çekiciliğiyle, özlemlerimin simgesi olan ve gençlik çağla­ nnda aranan, düşlenen biryaratık vardı şimdi karşımda. Yüzü me bakmayıp gülmem eye serbestti o şimdi. Ne zaran vardı ? Ben yine de sevecektim, izleyecektim onu, bağlanacaktım onun anısına. Onun heykelimsi ilgisizliği hiç de sarsamazdı inantmL 412


Şimdi daha çok mutluydum. Bana karşı ilgisiz olmadı�nı, beni tt•diJWn edm daşancelerin onun da usundan geçtigini, şimdi daha tam olarak duyuyordum. Daşlere dalml§tık. Ve durmadan, sulann durgun yazeyinLle titreşerek e/mas parçalan serpen olgun mehtabı seyrediyordu/c. Serin bir geceydi Hafifçe titreşen gar yapraklı ağaçlarla çevrilm4ti her yanımız. İkimiz de, saatlerce, havanuı hoşluğuna, ferahlığına verinm4, daşlere dalml§tık sanki • • •

Gece yansına yakındL Ay artık gön1nmayor, kalabalık dağılmaya başlıyordu. Onlar da ayağa kalkarken, anlamı salt ikimizce bilinen hafifçe baş eğilini, umut dolu bir selam gibi karşıiadım nıhumda. Uzaktan yoldaş oldum onlara. Knran­ lıkta yan:ırken, arada birgeriye dönerek sanki birini arayan nazlı başını izliyordum. Ağır ağır gidiyorlardL Etraftmızı çevreleyen sessizlikte, babasının bir buynık gibi çınlayan, sert ve kızını uysallığa çağıran sesi duyuluyordu. Şimdi acıyordum ona. Acaba neler çekiyordu bu katıyarekli adamın elinden ? Gar bir ağaç gölgesi altında açılan, ve doğal olarak kopacak n1zgtlnn vuruşların­ dan konınan bir çiçekti o; ama ganeş yaza göremezdi istediği kadar. Tersine, öyleleri vardı ki, açık havada kar vefırtına/ann tehlikelerine bırakılml§lardı, ama, özgiirlağan tadımlannı da doyasıya yaşamak olanağına sahiptiler. Bunlardan hangilerini mutlu sayma/ı? Benimki kafeslerin ardında konınan bir kızdL Bunu anlıyordum. Onun çekingenliği bana bu kanıyı veriyordu. Sonunda, Kntoliklerin okulu yakınlannda bulunan yeni yapı/ml§ bir evin önande durakladılar. Elinde kandili, bir hizmetçi laz kapıyı açtL Töre uyannca ilkin babası, sonra ötekiler, en sonunda o girdi içeriye. Ben, on adım ötede, kendi başıma kaldım sokağın karanlığında. Şimdi evi istediğim gibi seyredebiliyordum. Ön tarafı Kıq Diline inen yokuşa ve oradan kayıp giden çaya bakıyordu. Burası sevimli bir /Wycağa anduıyordu. Bu giizel gön1ntüye bakan evin sağ köşesinde bulunan odada bir l§ık, sonra da bir karanı belirdi. Oydu. Şimdi saçlannı serpm4, açık pencereye yaklaşarak, yamaç­ larla çevrili Moda koyunu seyrediyordu. Bir sare sonra l§ık sönda ve her şey bir anda karanlığa gömalaverdi. * . *

Pencerenin önande, elini başına dayaml§ ne daşanayorsun sen öyle? Hafif bir n1zgtlr özenle olquyor saçlannı, ve ben, buradan, on/ann arasından saza/en arpertiyi seziyonım. Benim, bu duvann dibinde seni daşandağam gibi, sen de, beklenilen ve giinlerden bir gan eski bir dost gibi karşına çıkan ve ilk andan cana yakın duyulan o yabancı genci, beni mi daşanayorsun ? Şu anda, bakl§lanmı yukanlara dikmekten ve değilmeyen şu durgunluktan bezerek, sokakta tek başıma böylece sağa sola yanırken senden ne umuyonım ? Bizim karşılıklı duygulanmıza belge olacak bir tatlı söz, bir tek sözcak ma? Elini çenesine dayadığından, karanlıkta yazana seçemiyonım. Ama, başın413


daki ktmı .1'11\' tlt•mf'tini J.:önJyorum. Bununla birlikte, ilk stJzca�,JıJ stJylemek cesa­ retindl' bulunamıyor o. Bense, ondan daha çekingen, bu daşa bozmak korkusuyla, çıt çlkamwmtık karanndayım. Serinlik gittikçe daha da artıyor, sağa sola uzanan sokaklarda gece bekçisinin a*'r sopasının vuruşlan çınlıyor, saatın yediye ulaştığını bildiriyor. O, yukanda bir heykel gibi kıpırdamadan beklerken, ben de aşağıda onu seyrederek mutluluklar yaşıyorum. Ufukta ışıklar giderek soluyor, gece daha da durulaşıyor, daha saydamlaşıyor şimdi Ufukta denizin koyu mavifiği önceki aydınlığını yiıirerek, karalarla örtala engin bir tabutu andırıyor. Çevremde egemen olan ululuk ve durgunluk içinde kendimi başka bir dün­ yada duyuyorum. Aramızı dolduran evrende, benden ve kendisinden başka tek bir canlı bulunmayan ak ve an bir danyaya taşındığımı sanıyorum. Horozlar t'Jtmeye başlarken doğudan ışıklar/1§/anyor. Gazelim saçlarpence­ renin önande hep aynı biçimde, aynı duruşta. Sabahye/i okşuyor onları, titreştiriyor minicik saç te/lerini, yoğunlaşan ışıklar gittikçe taşıyor, yayılıyor, hafifçe kızıl/aşı­ yor. Tanyeri ağanyordu. Hemen o anda, kara saçiann dalgalandığı yerde, koyu kırmızı bir saksı içinde, sabah razglinndan hafifçe arperen bir fes/eğen topağına takılıyor gözlerim birden. Gan ağanncaya kadar beni bekleyen bu muydu ? Şaşakalmıştım. Nasıl da farkına varmamışım ? Şimdi çok ga/anç bir duruma daştağıJma anlıyor, öfke/eni­ yor, alınıyordum utancımdan. * * *

Bu dizileri karalarken, ey kaçacakfes/eğen dem eti, en yakın, en içten bir dost gibi, batan gece beni mutluluğa eriştirdiğin için, sana hayır dualan okuyorum şimdi. Bir kez yazane banJnerek hayaller peşinden sanikiedin sen beni. İyi de ettin. Minicik yapraklanna harcadığım o sevecen sevgi anlanm için hiç de pişmanlık duymuyonım. Sabaha doğru taşan aydınlığın kıyıcı gerçekliği istediği kadar hırpa­ lasın beni. Sen, her zaman, onun gar ve gazel saçlannın simgesi olarak yaşayacaksın gözlerimin derinliklerinde. Krikor Zohrab

NARGİLE Geniş salon, pencereler kapalı ve kilitli, Yerde bir kilim/e bir sedir, alçak ve geniş, Çıplak duvarda altın yaldızlı çerçeve ile Arapça salt bir sözler dizisi. * . *

Köşede bir adam,danyaya kıJskıJn Nargilesinifokurdatarak keyifle, 414


/faz duyara

k bu hıçkınk na�,wu·.l"inden, Ve havada sarsan dumandan lilpanısı ve kırlaşnı�·. •

• •

Ve derhal seni anımsanm, sessizce Dinlersin hep iniilimi ve sanki Zevk alırsın, o adam gibi seyre dalıp Alev/endirdiğin yürek ateşimin dumanını.

Krikor Zohrab

Panı TuO!acı. Krtkor Zohrab'ın kızı Doloree 1...iebman (1905-1990) ile (N.w Yeri', ,., 1fHI9).

415


NOTlAR

(1)

KARAL, Enver ziya, Tanzimat'tan Sonra Tark Dili Sorunu, Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansi klopedisi, c. Il, 1 985, s. 3 14-320.

(2)

ANAHİD, Paris, Yıl: 7, s:3, 1 936, s. 6.

(3)

PAZMAVEB, Vened ik, Temmuz 1 902, S:7.

(4)

Anlamı, saza gönlüm baglıdır. Saf ve halis §arabın esiriyim. �h bir §arap dalgasıyım, kah rübabın bir teliyi m.

(5)

İCTİHAD, No. 27. «Kıyamet-Lord Bayrotı>>.

(6)

Anlamı, ben canımdan o kadar doymu§ adamım ki elimde kılıç ve kefen oldugu halde celladın kapısına, gazel okuyarak gittim. «Tarih-i İslamiyet», Doktora tezi, c.I I, s. 432.

(7) (8)

Her uzuv için aglayan göz gibiyim. Her kime olursa olsun bir gam eri§digi vakit ben melOl olurum.

(9)

ZARTONK(c.,yanış), İst. S: 1 , 30 Nisan 1 932.

(10)

Turyan'ın bu §iiri hemen hemen bütün dillere tercüme edilmi§tir.

(ll)

Sabır.

( 1 2)

Hava akımı.

( 13)

TCHOBAN İAN, Archak, Victor Hugo Chateaubriand et Lamartine dans la Litterature Amıenienne, Paris, 1 935, s. 58-59.

( 14)

S.P.E.H.S., 1 932, s. 73-74.

( 15)

Şen §akır, apa§ tipinde Tiflis hovardası.

(16)

Maruta Manasım'nın kilisesi.

( 17)

«Pançuni» kelimesi, hiçbir §eyi olmayan anlamınadır. Ba§ka deyi§le yazar, dolayısıyla «Proleter>> demek istiyor.

( 18)

«Pançuni» imgesel bir devrimcidir.

( 1 9)

Pançuni'nin keçi inatçıligını duyurmak istiyor yazar.

(20)

Bu mektuplar ilk kez PÜZANTİON'da çıkmı§tır. Mektupların eline «rastgele» geçmi§ olmasını yazmakla yazar, fantezi yapıyor, çünkü mektupları yazan kendisidir.

(21)

Yazar «Sosyalist Emıeni devrimcisi» derken dolayısıyla Ta§nakları duyurmak istiyor, çünkü Ta§naklar kendilerini «ulusal sosyalist» sayarlardı, tıpkı Hitler'in ulusal sosyalizmi gibi. Zaten yazarın, bu mektuplarla, Ta§naklara ta§ attıgı söylenir. 416


(22)

Ba�kasının malını elinden alma, müsadcrc.

(23)

Eugene Patlier'nin «enternasyonal marşt>> nın ilk dizelcri: Kalkın, yeryüzünün kahrolmu�ları, kalkın, açlıga mahkumları Bu iki dize Türkçeye: Uyan artık uykundan uyan Uyan esirler dünyası ! diye çevrilmi�lir, ki, aslına pek uygun degildir. Ta�naklar'ın <<İleri» anlamına gelen Ermenice HARAÇ adlı bir gazeteleri vardı ki, Paris'le bugüne dek yayınlanmaktadır.

(24) (25)

Ba�kasının mü lküne zorla el koyma.

(26)

Yazar, Zablvar köyü'nün Ermeni burj uvazisini duyurmak istiyor .

(27)

<<Söz değil, eylem».

(28)

Ta�naklar'ın mar�ıdır bu.

417


BİBLİYOG RAFYA Alma11ca

2345678910 1 112 13 -

ABEGH lAN, M., Geschichte der armenischen Literatur, I. Bd. Ercwan, 1944; 2. Bd. 1946. BARDENHEWER, 0., Geschichte der altchristichen Literatur, 5. Bd. Mit Einschluss des altesten armenischen Schrifttums, Freiburg, 1 932. DJANASH IAN, P.M., Geshichte der neuarmenischen Literatur (1 700-1915) , Vcnedig, 1 953. GATERDJIAN, P. Jos., Geschichte der amıenischen Literatur, ungeschriebene Periode, Wien, 1 85 1 . HÜBSCHMANN, H., Arnıenische Studien, Leipzig, 1 883. INGLISIAN, P.V., Das arnıenische Schrifttum, Linz, 1 929. KIBARIAN, P.K., Geschichte der armenischen Literatur, Venedig, 1 944. N EUMANN, C.F., Versuch einer Geschichte der armenischen Literatur, Leipzig, 1836. PAPASIAN, V., Geschichte der amıenischen Literatur, Tiflis, 1910. TH Ö LÖ LIAN, M., Die Literatur einen Jahrhunderts 1850- 1950, Kairo, 1 955. ZAM INIAN, Ab., Geschichte der altamıenischen Literatur, Beirut, 194 1 . ZARBANELIAN, P.G., Geschichte der alrmenischen Literatur, Vencdig, 1905. ZAR BANELIAN, P.G., Geschichte der armenischen Literatur, Venedig, 1932.

Fransızca

1 4- DER-MELKONIAN,Chake, L 't.popeePopulaire Amıenienne David de Sassoun, Montreai-Canada, 1972. 15 - <<David de Sassoun», Paris, 1964. 16 - FEYDİT, Frederic, Manuel de Langue Amıenienne, Amıenien Oc­ cidental Moderne, Paris, 1935. 17 - FEYDİT, F., Consideration Sur L Alpaber de Saint Mesrop, Wien, 1964. 18 - GROUSSET, Rene, Histoire de L 'Armenie, Paris, 1 947. 19 - <<Le Livre Armenien a Travers /es Ages» , Marseille, 1 985. 20 - MACLER, Frederic, Chrestomathie de L 'Armenien Moderne Avec Vocabulaire, Paris, 1932. 2 1 - MARCEL, Luc-Andre, Gregoire de Narek et L 'ancienne Poesie Armenienne, Paris, 1 953. 22 - MEILLET, A., Esquisse D 'une Grammaire Comparee de L 'Armenien Classique, Vienne, 1 936. 418


23 - MEİLLET, A, Etudes de Linguistique et de Philologit• Arnıhıimm·.1·, Paris, 1 962. 24 - MORGAN, Jacque de, Histoire du Peuple Arnıenien, Paris, 1 9 1 8. 25 - REVUE DES ETUDES ARMENIENNES, Paris, 1 920-1 974. 26 - TCHOBANIAN, Archag, Victor Hugo Chateaubriand et Lanıartine dans la Litterature Arnıenienne, Paris, 1 935. 27 - THOROSSIAN, H., Histoire de la Literature Arnıenienne des origine.1· jusquii n os jours, Paris, 1 95 1 . 28 - THOROSSIAN, H., Historia de la Literatura Arnıena, Buenos Aires, 1 959. 29 - VOGEL, Charles et COUMRYANTZ, A, L Amıenie, Paris, 19 1 7.

İngilizce 30 - GREPPIN, John A.C., lnitial Vowel and Aspiration in Clanical Arnıenian, Wien, 1 973. 3 1 - KATZNER, Kenneth, The Languages ofthe World, London, 1 977, s. 1 26- 1 27. 32 - KURKJIAN, V. M.,A History ofAmıenia, New York, 1956. 33 - LANG, D.M., Arnıenia Cradel of Civilization, London, 1 978. «The

Life and Time ofS. Gregory the 11/unıinator, Translated by S. C. Mala n, London, 1 868. 34 - SURMELIAN, Leon, Daredevi/s of Sassoun, New York, 1 964. «The Encyclopaedia Britannicll», Ninth Edition, Volume Il, Edinburgh, 1 875.

Ermenice 35 - ACARY AN, H., Hayeren Arnıadagan Pararan (Emıenice Etinıo/oji Sözlüğü), Erivan, 1 926. 36 - ACARYAN, H., Hayots Lezvi Badnıutyun (Ermeni Dili Tarihi), Erivan, 1 95 1 . 37 - BARDİZAG (Bahçecik),Yıl: 4 , Ekim 1 913, S:9, s . 1 6-2 1 . 38 - ÇOBANYAN , Ar�ak, Bedros Turyan, Tiflis, 1 894. 39 - ÇRAKY AN, H.K., Hay Madenakimer Dasninnerort Taru (XIX.

yüzyıl Ermeni Kitap Yazarları) , Venedik, Saint-Lazare.

40 - DAGAV ARYAN, N., Dzakunıın Hay Darits (Ermeni Harflerinin Kökeni) , Viyana, 1895. 4 1 - EKSERCİYAN, Parseh, Parehişadag BedrosTuryani lntart.wg

42 43 44 45 -

Gensakruıyunı (Hatırası unutu/nıayan Bedros Turyan 'ın Biyografi.l·i), İst . 1 9 1 ı . GÜRCÜYAN, Hrand, Mesrob Yev Sahag, İst. 1913. H A G O P Y A N , S i m o n , Bedros Turyan Gankın u Yergen (BedrosTuryan 'ın Hayatı ve Eserleri) ,Viyana, 1 922. HİSARYAN, H., Makruhi Yev Hosrov, PANASER, İst. 1 85 1 . HOVHANNİSYAN, S. V., Yerukhan, Erivan, 1 970.

41()


4fJ - «Rusalıayots Kraganutyunı /sgispits Minçev Mcr Orm... (BaşlımKı�·ttm Günümüze Rus Ermenilerinin Edebiyatı), Vencd ik, Sain ı - Lazarc, ı 904.

47 - KAPRİYELYAN, Henri, Hay Pilisopayagan Mui.ki Badmutyun (Er­ meni Felsefi Düşünce Tarihi) Erivan, ı956. 48 - KAPRİYELYAN, V., Timanıgamer (Simalar), Erivan, ı 976. 49 - KEVORK - MESROB, Badmutyun Hay Yegeğetsvo (Ermeni Kilisesi Tarihi), isı. ı 913. 50 - KÜRKÇÜYAN, V.M., Sahag Yev Mesrob Hay Md/d Lusavoriçnen (Ermeni Düşünün Aydın/atıcıları Sahak ve Mesrob), İsı. ı9ı4. 5 ı - MAGARYAN, A, Yervant Odyan,Erivan, ı965. 52- MAGARYAN, A.,Yervant Odyani Ganki Yev Hrabaragakhosagan

Kordzuneutyunı (Yervant OdyanınHayat ve Yazı Faaliyeti) ,Erivan,

ı 977. 53 - MANUELYAN,Levon, Rusahay Kraganutyan Badmutyun, Alek­ santrapol (Gümrü), ı 9ı I . 54 - NAZARYAN, Ş., Hraçya Koçar (Ermeni Edebiyatı Tarihi), Erivan, ı962. 55 - PAPAZYAN, V., Badmutyun Hayots Kraganutyan,Ti fl is, ı 9ı I . 56 - ŞARURYAN, A., Bedros Turyan, ı972.

57 - TABAKYAN, Mihran, Hayots Kreru Küdı 41 2- 1 9 1 2 (Ermeni Harflerinin icadı), İsı. ı 913. 58 - TAN İ E L Y A N , J . Ho vsep Va rtan Paşa, HAYGAGAN HAYAKİDAGAN HANTES, Beyruı, ı 979. 59 - TEOTİG, Dib-u-Dar (Basım ve Yazı), İsı. ı 9 ı 2. 60 - TERZİBAŞYAN, V., Bedros Turyan,Erivan, 1 959. 61 THOMSON, W. Roberı,An Introduction to Classica/Armenian, New York, 1 975. 62 .:.... TORANYAN, T., Verısdin Gartalov Şahan Şahnun Şahan (Şahnuru Tekrar Okumakla) , Halep, 1 97 1 . �

· •

Rusça 63 - MOROZOV, A.V., Rus Portreler Kata/oğu, cilı Il, Moskova, 1 9 1 3.

Türkçe 64 - ELİÇİN, E.T., Dünya Mizahından Seçme/er, İsı. 1 972, s. 325-329. 65 - KOÇU, R.E., İstanbul Ansiklopedisi, C. IV, s. 2 1 22-21 24. 66 - Ö ZÖ N, M.N., Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İsı. 1 967, s. 63. 67 - SABAH, 1 1 Ekim 1329(1913) 68 - SERVETİFÜNÜN, No. 1 1 69, Eylül 1 329 (1913), c.I, s.591. 69 - SEVENOİL, R.A., Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu , İsı. 1 934, c. I, s.

42-43. 70 - ŞAHRİGY AN, Serents, Ermeni Edebiyatı Numune/eri, isı. 1 328

(1912).

7 1 - TANiN, No. 1 739, 1 740, 1742, 25, 26, 27 Ekim 1 329 (1913) 72 - TUGLACI,Pars, Okyanus Ansiklopedik Sözlük, İsı. 1 974. 420

.


Ingiliz Şair Lord Byron ' u n Venedik St. Lazare Adası'ndaki Ermeni Mıkhitarist Manastırı'nı ziyaretini betimleyen dünyaca ünlü deniz ressamı Ayvazovski'nin 1 898 tarihli yağlı boya tablosu [Ermenistan Devlet Galerisi].

-.ı


Dil, sözlük ve ansiklopedi uzmanı, tarih ara�lırmacısı ve yazar Pars Tuglacı, İstanhul'da dogctu

(1 Nisan 1933 ) .

İlk ögrenimini İstanbul'da yaptıktan sonra yurt

dı�ına gitti. Orta ögrenimini Kıbrıs'ta Melconian Educational Institute'ta ( 1 95 1 ) yaptı.

(1955).

ABD'de

Michigan

Üniversitesi 'nin

İngiliz

Filolojisi

Böl ümü'nü

bitirdi

Genç ya�ta ba�ladıgı sözlük ve ansiklopedi çalı�malarını ba§arıyla sürdürdü ve bu dalda uzmanla�arak Çagda� Türk Sözlükçülügünün ba�lıca otoritesi oldu . Tür­ kiye Türkçesinin nitelik ve nicelik bakımından en geni� izahlı ve etimalajik sözlügü sayılan ·Okyanus Ansiklopedık Türkçe Sözlülo>ü hazırladı (ist.

1993).

İsmet İnönü

(19661

ve Cevdet Sunay'dan

(1 966)

1974, 9. baskı

sonra Cumhu rba�kanı

Fahrı Koru tü rk tarafından da, Çankaya Kö�kü'ne davet edi lerek Türk Dili'ne bu ­ l u nd u gu bu degerli katkısından dolayı k u l landı

(1 7 Mart 1 9 74).

Bu tarihten sonra dilbilim çalı�malarının yanısıra geni� çapta tarih ara�tırma­ cılıgına da yönelen Pars Tuglacı, 20'i a�kın yabancı ü l keyi dola�arak, küt üphane, m üze ve devlet ar�ivlerinde ara�tırmalarda bulundu. Cumhuriyet ve Milliyet gaze­ teleri ile Milliyet Sanat. Tarih ve Toplum ve Yıllar Boyu Tarih dergilerinde yazıları yayımlandı. Pars Tuglacı, Türkiye Tarihi ile ilgili ara�tırmalarının önemli bir bölü ­ münü olu�turan •Çağdaş Türkiye»n i n ilk üç cildini yayınlandı

( 1987-1990).

Eser,

Türkiye C u m h u riyeti'nin ilk 15 yılının geni§ tarihini, temat İ k ve kronolojik bir d ü ­ zen içinde v e belgesel olarak sunmaktadır. Pars Tuglacı, 1 988'de Amerikan Biyografi Enstitüsü'ne ömür boyu üye seçil­ di

ve aynı enstitü tarafından UL USLARARASI KÜLTÜR ŞEREF DiPLOMASI

ile ödüllendirildi. 1 99 ! 'de U luslararası Güvenlik ve Barı� Parlamentosu üyeligine seçilen Pars Tuglacı, bu Parlamento'nun Türkıye elçisi oldu

(10 Mart).

Aynı zamanda Londra

Üniversitesi Tatbikf Ara�tırma Enstitüsü'nce Şeref Bilim Doktorası payesiyle ödül­ lendirildi. U luslararası Aydınlar Akade misi'ne üye seçildi. Almanya'nın Lafsensis Ursinus Komitesi'nce «Insanlık Toplumunun Gelişmesine Katkıda Bulunduğu» ge­ rekçesiyle §öva lye lik rütbesi ve ni�anı ile onurlandırıldı. 1 992'de Dü nya Barı§ ittifa­ kı'nın (A UPA C) Yüksek Ara�tırma Enstitüsü 'nce Profes(:lrlü k ünvanına lilyık gö­ rü len ve Brü ksel'deki Avrupa Dokü mantasyon ve Ara§tırma Enstitüsü Yönetim Kuru luna da Profesörlük ünvanıyla üye atanan Pars Tuglacı'ya, aynı yıl Paris insa­ ni Bilimler Evrensel Akademisi tarafından «Şeref Profesörlüğü payesi» , Amerika Birle�ik Devle tleri'nin Los Angeles Eyaletindeki Addison Devlet Üniversitesi'nce

«Genel Araştırma Doktor/uğu» payesi, Londra Üniversitesi Tatbikf Ara§tırma Ens­ titüsü nce «Edebiyat Doktor/uğu» payesi verildi. Yine aynı yıl ABD'nin Ul uslararası Bibliyografya Enstitüsü'ne «Şeref Profesörlüğü» ünvanıyla ve Avustralya 'nın U lus­ lararası Düzenlemeli Ara�tırma Enstitüsü'ne •Şeref Profesörlüğı"l>> ünvanıyla ömür boyu üye seçildi. B u nlardan ba§ka Pars Tuglacı, Bohemya Kraliyel Tacı'nın «Baran» ünvanı,

askerf «Deniz Kartalt» ve Kudüs «Kutsal Haç» ü nvanına lilyık görü ldü.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.