Sayı1

Page 1

Güzel Türkistan Sayı: 1 - Aralık 2013 -

KAZAKLAR

ÖZBEKLER

AZERBAYCAN

KIRGIZLAR

UYGURLAR

TÜRKMENLER

TATARLAR


İmtiyaz Sahibi Safiye Yazıcı

Editör Ayşegül Örseloğlu Muhammet Emin Çevik

Yayın Kurulu Goncagül Tanrıverdi Betül Dönmez Fatih Ertürk Bilal Sakık

E Dergi Sorumlusu Muhammet Emin Çevik

Grafik Tasarım Kübra Basmaz

İnternet Sitesi http://turkdat.gazi.edu.tr/

İletişim Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü


SUNUŞ Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu 1995 yılından bu yana Türk Dünyası ile ilgili akademik, kültürel ve sosyal faaliyetlerini Gazi Üniversitesi çatısı altında sürdürmektedir. Topluluğumuz Gazi Üniversitesi’nin Türk Dünyasına açılan bir kapısı niteliğindedir. Topluluk etkinliklerimiz, özellikle de “Türk Dünyasından Notlar” başlıklı seri konferans programlarımız ile Türk Dünyasının her köşesini, uzman bilim adamlarının sunumlarıyla Gazi Üniversitesi çatısı altında tanıtmaktadır. Böylece Türk Dünyası ile kardeşlik bağlarımızı kuvvetlendirmekte, Türk Dünyası ile olan kültürel yakınlığımızı akademik boyutlarda ortaya koymaktadır. Topluluk olarak Türk Dünyası ile ilgili faaliyetlerimize “Güzel Türkistan” ile bir yenisini daha eklemiş bulunuyoruz. “Güzel Türkistan”, bundan sonraki süreçte Türk Dünyasına dair her konuyu işleyecek, Türk Dünyasının her köşesini en yakından, en uzak noktasına kadar meraklısına tanıtacaktır. Bu amaç doğrultusunda bu ilk sayımız, daha çok Türk Dünyasının değişik bölgelerini tanıtıcı mahiyette bir sayıdır. Umuyoruz ki “Güzel Türkistan” okuyucuların beğenisini kazanır ve meraklısına Türk Dünyası’nın bir esintisini getirir.

Arş. Gör. Cemile KINACI Topluluk Akademik Danışmanı

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

3


İÇİNDEKİLER 3

Arş. Gör. Cemile KINACI Sunuş Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN

6

KAZAKLAR

9

KIRGIZLAR

18 4

Güzel Türkistan - Aralık 2013


ÖZBEKLER

26 UYGURLAR

30 AZERBAYCAN

34 TÜRKMENLER

40

TATARLAR

46 Aralık 2013 - Güzel Türkistan

5


Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN BİYOGRAFİSİ Ahmet Bican ERCİLASUN, 8 Şubat 1943 tarihinde İzmir’de dünyaya gelir. Babası Mehmet Bey; annesi, Cemile Hanım’dır. Ahmet Bican ERCİLASUN, büyükbabasının ölümü üzerine 1946’da ailece taşındıkları Kıbrıs’ın Gazi Magosa şehrine bağlı Büyükkonuk Köyü’nde, 1950 yılında ilkokula başlar. Aile 1951’de İzmir’e döner ve Ahmet Bican ERCİLASUN ilköğrenimini Topaltı İlkokulu’nda tamamlar. Ortaokulu ve liseyi 1955-1962 yıllarında İzmir İmam-Hatip Lisesi’ndeokur. 1962 yılında İzmir İmam-Hatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra,Edremit Lisesi’nde “fark imtihanlarına giren Ahmet Bican ERCİLASUN, buradan 1963 yılında mezun olur. Aynı yıl, üniversite giriş sınavında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nü kazanır. Bu bölümde hepsi birbirinden değerli hocalardan ders alır. ERCİLASUN, 1967 yılında Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’de açılan asistanlık sınavına başvurur ve kazanır. 1967-1971 yılları arasında, bir yandan Atatürk Üniversitesi’nde öğrencilere Türkiye Türkçesi, Osmanlı Türkçesi, Orhun Türkçesi dersleri verir. Prof. Dr. Selâhattin OLCAY’ın yönlendirmesiyle Kars ve ilçelerinde derlemeler yapar. Ahmet Bican ERCİLASUN, Prof. Dr. Selahattin OLCAY’ın yönetiminde hazırladığı Kars İli Ağızları -Ses Bilgisi- adlı doktora tezini 1971 yılında, Prof. Dr. Selahattin OLCAY, Prof. Dr. Kaya BİLGEGİL ve Prof. Dr. Halûk İPEKTEN’den kurulu jüri huzurunda savunup, “Edebiyat Doktoru” ünvanını alır. Aynı yıl, Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdarî Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak geçer. Haziran 1976- Ağustos 1977 tarihleri arasında Amerika Birleşik Dev-

6

letleri’nde Washington Üniversitesi’nde (Seattle) “misafir araştırmacı” olarak bulunur. Doktora sonrasında çalışmalarını daha ziyade Türk lehçeleri, eski Türk dili ve Türkiye Türkçesi’nin problemleri üzerinde yoğunlaştırır. 1979 yılında, Prof. Dr. Hasan EREN, Prof. Dr. Ahmet TEMİR, Prof. Dr. Faruk Kadri TİMURTAŞ, Prof. Dr. Talât TEKİN, Prof. Dr. Doğan AKSAN, Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ ve Prof. Dr. Vecihe HATİPOĞLU’ndan kurulu jüri huzurunda “Kutadgu Bilig’de Fiil” adlıdoçentlik tezini savunarak “Doçent” ünvanını alır. 1980 yılında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü aslî üyeliğine seçilen Doç. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN, 1983 yılında (ek görevle) Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü Başkanlığına atanır. Bu görevi 1985 yılına kadar yürütür. 1983 yılında Yüksek Öğretim Kurulu tarafından Türk Dil Kurumu Aslî Üyeliği’ne seçilir. 1986 yılında Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne “Profesör” olarak atanır; bu fakültenin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kurar. 1993 yılında Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş TürkLehçeleri ve Edebiyatları Bölümü’nü kurar ve bölüm başkanı olur. 1993 tarihinde “vekâleten”; 1994 tarihinde ise, “Üçlü Kararname” ile “asaleten” Türk Dil Kurumu Başkanı olarak atanır. 37 akademik çalışanına Yüksek Lisans yaptıran Ahmet Bican ERCİLASUN, 27 akademik çalışanına da Doktora Tezi hazırlatmıştır. Gazi Üniversitesi bünyesinde bulunan Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu olarak, Değerli hocamız Ahmet Bican ERCİLASUN ile röportaj gerçekleştirdik. Röportajımızda Gazi Üniversitesi’nin Türk Dünyasına açılan penceresi olan ve Türk Dünyası Araştırmaları TopluluGüzel Türkistan - Aralık 2013


Hocam, Gazi Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü’nün açılış serüveni hakkında bilgi verebilir misiniz? Bu süreç nasıl yaşandı? ğu’nun kurulmasında itici rolü üstlenen Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümünün kuruluşu ile ilgili merak ettiğimiz soruları ve Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu hakkındaki değerli görüşlerini aldık. Röportaj izletimize Topluluğumuzun sitesinden ulaşabilirsiniz.

RÖPORTAJ -Hocam, Gazi Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü’nün açılış serüveni hakkında bilgi verebilir misiniz? Bu süreç nasıl yaşandı? -Tabi, aslında 1983 yılında Yüksek Öğretim Kanunu yeni çıkınca ve yeni üniversiteler açılınca ben Gazi Üniversitesinde görev aldım. Daha doğrusu Gazi Eğitim Enstitüsü ve daha başka birkaç yüksekokul Gazi Üniversitesi olarak şekillendi 1983 yılında. Ben de o zaman Gazi Eğitim Yerleşkesinde görev aldım. Ek görevle Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün başkanı oldum. Aralık 2013 - Güzel Türkistan

O zaman hemen ben Türk Lehçeleri hakkında Master ve Doktora dersleri vermeye başladım öğrencilerime. Ama o zaman Sovyetler birliği ile pek temas şansı yoktu. Biz de Adana’daki Özbeklerle, Eskişehir’de Tatarlarla, Ankara Polatlı’da Kırım Tatarlarıyla, 1982’de Afganistan’dan gelen Kazaklar ve Kırgızlarla iş birliği yaparak, talebelerimi oraya yollayarak Master ve Doktora dersleri almalarını sağladım. Yani Lehçeler bölümünü açmadan önce ben öğrencilerimi yetiştirdim. 1983 yılında bu işleri düşünmüyorken ama özverili çalışarak ben öğrencilerimi yetiştirdim. Sonra 1989 yılında dünyada büyük bir olay oldu Duvar ortadan kalktı. Doğu bloğu çöktü. 1991 yılında ise Sovyetler Birliği dağıldı. Oradaki Türklerden de beş grubun bağımsız devletleri oldu, hepimizin bildiği üzere. Bu defa temas imkanları arttı. Ama ondan evvel de biz temaslarımıza başlamıştık. Yani Azerbaycan’la, Özbekistan’la temas kurmuştuk ve oradan bilim adamları gelip gitmeye başlamıştı. Hatta biz oradan getirttiğimiz, Kültür Bakanlığının getirttiği öğrencilerle benim başkanlığımda Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğünü daha önce hazırlamaya başlamıştık. 1986 yılında ben tekrar Gazi Üniversitesinde bu defa kadromla geldim ve Fen Edebiyat Yerleşkesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kurdum. Bu 1991 yılında ki dağılmadan sonra bağımsız devletlerimizin ortaya çıkmasıyla artık Çağdaş Türk Lehçelerinin Türkiye’de öğretilmesi ihtiyacı ortaya çıktı. Önce DTCF’de Sema Barutcu ÖZÖNDER 1992 yılında Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümünü açtı. Ardından 1993 yılında ben Gazi Üniversitesinde açtım ve yine 1993 yılında Muğla Üniversitesinde Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümü açıldı. Bu bölümleri açıyorsunuz ama kimler ders verecek? İşte benim 1983 yılından beri yetiştirdiğim öğrenciler her biri bir lehçede yetişmiş olan öğrencilerimi buraya bu yeni açtığım bölüme eleman olarak aldım. Kazakçadan Ferhat TAMİR Bey’i, Kumukçadan Çetin PEKACAR Bey’i Kırgızca ve Yeni Uygurcadan Hülya Çengel KASAPOĞLU Hanım’ı onları bu bölüme aldım. Diğer Üniversiteden yetişmiş arkadaşları da benim zamanımda

7


veya benden sonra dahil oldu. İlk programını da ben hazırladım. O zaman Milli Eğitim Bakanlığı ders programı içinde %40 Türk Dili ve Edebiyatı ile ortak dersleriniz olursa öğretmen olma imkanı da olur demişlerdi. Her zaman değişiyor bu öğretmenlik hakları biliyorsunuz. O zaman öyle demişlerdi ben de programı ona göre hazırlamıştım. Yani Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün derslerinden %40’ını programın içine yerleştirmiştim, zaten o kadarı da gerekiyor aslında. Yani Türkiye Türkçesi, Çağatay Türkçesi, Orhun Türkçesi öğrenmek zaten gerekiyor. Böylece Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümünün programını oluşturmuş olduk. Beni kırmayıp gelen arkadaşlarımla birlikte, çoğu benim öğrencim. Mesela Fatih KİRİŞÇİOĞLU Bey’i de Konya’dan getirdik, onu da Yakutçada Doktora Tezi ona yaptırmıştım. Gelen arkadaşlarımla bu bölümü rahatça yürüttük. Türk Cumhuriyetlerinden de birkaç hocamız oldu. Hala biliyorsunuz Azerbaycan Türkçesinde Mehman Bey var. Yakın zamanda aramızdan ayrılan Türkmen bir arkadaşımız daha var. Onlar da dersler verdiler zaman zaman dışardan da Kazak-Kırgız hocalarımız oldu, konuşma dersleri için. Böylece bölüm yürüdü ve bu günlere geldi.

8

-Peki Hocam, Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu hakkında söylemek istediğiniz ya da ayrıca sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı? -Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu, Türk Dünyasını her bakımdan araştırmak üzere kuruldu benim anladığıma göre. Sadece dil ve edebiyat değil, folkloru, tarihi, coğrafyası, etnografyası dimi hatta yemekleri en güzel yanı da bu işin yemek tarafı. Türk Dünyasının yemeklerini biliyor musunuz? Biz Türk Dünyasının her şeyini tadıyoruz. Türk Dünyasıyla uğraşmak demek aynı zamanda Kazak dinletisi dinlemek demek, Kırgız kopuzu dinlemek demek, Tatarların Başkurtların kurayını dinlemek demek, o bozkır havalarını dinlemek demek, her birinin yemeklerini tatmak demek, Kazakistan’a Kırgızistan’a gideceksiniz beşparmak yiyeceksiniz. Özbekistan’a gideceksiniz Türkistan pilavı, şaşlık yiyeceksiniz, aynı zamanda bu demek. Yani yemeklerin yapılışı, adetleri, gelenekleri görenekleri, oyunları, hepsiyle iç içe olmak demek. Yani benim bu topluluk için tavsiyem aynı zamand a onların bütün Halk Bilimi, folklorlarını, yemeklerini, oyunlarını, müziklerini kısacası her şeylerini öğrenmek. -Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz hocam.

Güzel Türkistan - Aralık 2013


KAZAKLAR

Ayşegül ÖRSELOĞLU1* Kazaklar arasında Kazakların ortaya çıkışıyla ilgili sayısız efsane mevcuttur. En yaygın efsane , “Kazak” sözcüğünün “kaz“ – Kazakça kaz-kuğu ve “ak” – beyaz sözcüklerinin birleşiminden oluştuğu ve halkın kökeninin mitolojik kuş: beyaz kaz-kuğuya dayandırıldığıdır. 19.yüzyılda yaşayan ünlü Kazak bilim adamı ÇokanVelihanov “Kazak” sözcüğünün “cesur, korkusuz asker” anlamına gelen askeri terimden kaynaklandığını belirtmiştir. Bu tezi destekleyen ünlü Rus bilim adamı V.V.Radlov “Kazak” sözcüğünün “özgür, hür insan” anlamına geldiğini ileri sürmüştür. Z.V.Togan ise “Kazak” adının ilkin ancak sultanlara mahsus olduğunu, sonra onlara tâbi kabilelere ve tüzümek istedikleri devlete de itlâk Aralık 2013 - Güzel Türkistan

olunduğunu, o vakte kadar “Kazak” kelimesinin devlete değil, kabileler heyetine bile ad olduğunun görülmediğini ifade ederek; bu ismin ekseriya siyasi bir maksatla, bir isyan neticesinde ailesiz (boydak) halde ve bazen de aile ile cemiyetten uzaklaşarak dağ ve sahralara çekilen ve fırsattan istifade ederek hükümet işlerini ele alana kadar el ve kabilenin himayesinden dışarıda dolaşan sergüzeştlere bir sıfat olarak verildiğini söylemektedir. Çekoslovak tarihçisi Groznıy Kazakların milat öncesinde Hazar denizinin batı bölgesinde yaşayan Hunların torunları olduklarını ve ‘Kazak’ sözcüğünün Kavkaz “Kafkasya” ve Kaspi “Hazar” kelimelerinin bünyesindeki kaz, kas hecesinden türemiş olduğunu söyler. A.N Bernştam, W.W. Radloff, A.Vambery, V.V.Bartold ve A.N.Samoyloviç de bu görüşte olup, bu sözcüğün Kaspi “Hazar” ve Sak “Saka” sözcüklerinin birleşiminden meydana geldiğini ve “hür, yiğit, bağımsız ,

9


isyancı” anlamlarını sonradan kazandığını ifade etmektedir. 19. asrın başlarına kadar Kazak ve Kırgız kavramlarının birbirinden çok da ayrılmadığını belirtmek gerekir. Ruslar, Kalmuklar ve Tatarlar başta olmak üzere birçok topluluk Kazaklarla Kırgızları tek bir etnik unsur olarak kabul etmekteydi. Sovyetler Birliği bünyesinde kurulan Kazak yönetiminin adı Kırgız Muhtar Sovyet Cumhuriyeti olduğu gibi, Rus dilinde kaleme alınan ilk Kazakça dilbilgisi kitaplarının adı bile daima Kirgizski Yazık idi. Z.V.Togan’ın da belirttiği gibi Rus bilginleri bu Türk topluluklarını birbirinden ayırmak amacıyla önce Kazakistan Türklerini Kırgız –Kazak, Tiyanşan Türklerini ise Kara Kırgız olarak adlandırmaya başladılar. Bugün ise, Kazak ve Kırgız Türkleri aralarındaki müthiş kültür ve dil birliğine rağmen ayrı unsurlar olarak kabul edilmekte, öyle isimlendirilmektedir.

KAZAKİSTAN Kazak Türklerinin yaşadığı ülke manasına gelen Kazakistan Orta Asya’nın geniş bozkırları ile eski Tük ana yurdu Altaylara kadar uzanan sahayı içine alan bir Türk cumhuriyetidir. Kuzeybatısında Volgograd, Saratov, Orenburg ve Çilebi vilayetleri; kuzeyde Omsk vilayeti; Kuzeydoğuda Sibirya bölgesi; doğusunda Doğu Türkistan; güneyinde Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a bağlı Karakalpak muhtar bölgesi bulunmaktadır. Kazakistan batıdan doğuya doğru, İdil nehrinin aşağı mecrası

10

ve Hazar Denizinin kuzey sahillerinden Doğu Türkistan’a kadar 2.500 km. uzunluğunda ve kuzeyden güneye doğru 1.700 km. genişliğinde, 2.717.300 km2 bir sahayı kapsamaktadır. Kazakistan, Asya kıtasının orta kısmında yer aldığı için iklimi genellikle çok kurak ve şiddetli karasal bir özellik gösterir. Yazın sıcaklık +40 dereceye çıkabilmekte, kışın da -40 dereceye kadar düşebilmektedir. Ülke topraklarının büyük bölümünü çöl sahası oluşturur. Orman yönünden fakir olan Kazakistan’ın ancak % 3’ü ormanlarla kaplıdır. 1800’lü yıllardan itibaren Rusların işgaline uğrayan, 1919’dan sonra da Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Kazakistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 16 Aralık 1991 yılında bağımsızlığını ilan ederek Kazakistan Cumhuriyeti adını almıştır. Kazakistan bugün on dokuz eyalete ayrılmış durumdadır. Başkent Almatı, Astana’ya taşınmıştır. Kazakistan’ın önemli şehirleri arasında Almatı, Aktübe, Cambul, Karaganda, Kustanay, Çimkent, Pavlodar, Tselinograd, Kızılorda, Astana bulunmaktadır. 1989 nüfus sayımına göre, Kazakistan’ın nüfusu 18.227.878’dir. 1989 nüfus sayımına göre ülkede Kazak Türklerinin oranı % 40, Rusların oranı ise % 38’dir. 1893’ten 1952’ye kadar Kazakistan’a Rus göçmenleri yerleştirilmiştir. 1921 yılında bozkırlarda ortaya çıkan açlık, Sovyetlerin bu bölgedeki nükleer denemeleri, alkolizm gibi durumlar Kazak nüfusunun artışını engellemiştir. 1989’dan günümüze kadar geçen zamanda ortaya çıkan nüfus artışı ve yaşanan göçler sebebiyle Kazakistan’daki toplam Türk nüfusu, Türk olmayanların nüfusunu aşmıştır. 1994 yılı istatistiklerine göre, Kazak Türklerinin oranı % 44’e yükselmiş, Rusların oranı ise % 36’ya düşmüştür. Kazakistan bir tarım ve hayvancılık ülkesidir. 2,5 milyon hektarlık bir alanda tarım yapılmaktadır. Kazakistan’da umumiyetle buğday, darı, ayçiçeği, hardal, pamuk, pancar, tü-tün, kendir, pirinç gibi ürünler yetiştirilir. Daha çok büyük baş hayvancılığın yapıldığı Kazakistan’da hayvansal ürünler ekonomide önemli bir yer tutar. Kazakistan, yer altı kaynakları bakımından zengin bir ülkedir. Rezerv bakımından dünyada tungstende birinci, krom ve manganezde ikinci, Güzel Türkistan - Aralık 2013


Altınordu Devletinin parçalanmasıyla (1430’dan sonra) yerine bazı hanlıklar kuruldu. Bu hanlıklar şunlardır : 1. Kırım Hanlığı 2. Kazan Hanlığı 3. Astrahan Hanlığı 4. Özbek Hanlığı

borda üçüncü, molibden ve fosfatta dördüncü sırada yer alır. Kazakistan bugün BDT’nin ürettiği petrolün % 4.2’sini, kömürün % 18’ini, demir dışı metallerin % 57.1’ini ve elektrik enerjisinin % 5.2’sini karşılamaktadır. BDT bakır rezervinin % 74’ü Kazakistan’dadır. Kazakistan’da çalışan nüfusun % 17.3’ü sanayi sektöründe çalışmakta ve millî gelirin % 45’i sanayiden sağlanmaktadır.

Kazak Boyunun Teşekkülü Kazaklar, 15. yüzyılın 2. Yarısında (1456’dan sonra) Altınordu ve Timur Devletlerinin parçalanmasından sonra teşekkül etmiş olan bir Türk boyudur. Ancak Kazakları meydana getiren Türk urukları (kabileleri) “Kazak” adı altında toplanmadan önce de vardı ve Çin Seddi’nden Tuna nehrine kadar uzanan sahada kurulan Türk devAralık 2013 - Güzel Türkistan

letlerinin bünyesinde yer almışlardı. Biz burada Kazak tarihini anlatırken Kazakları meydana getiren Türk uruklarının Kazak adı altında toplandıklarından sonraki tarihleri üzerinde duracağız. Altınordu Devletinin parçalanmasıyla (1430’dan sonra) yerine bazı hanlıklar kuruldu. Bu hanlıklar şunlardır : 1. Kırım Hanlığı 2. Kazan Hanlığı 3. Astrahan Hanlığı 4. Özbek Hanlığı Kazakları meydana getiren Türk urukları önceleri bu hanlıklardan Özbek Hanlığı’nın idaresinde bulunuyorlar ve Özbek adını taşıyorlardı. Özbek Hanlığı Ural Dağlarının doğusunda Yayık Nehri ile İrtiş Nehri arasındaki topraklarda kurulmuştu. 1428-1462 yılları arasında bu hanlığın başında Ebulhayr Han bulunuyordu. Ebulhayr Han kuzeyden yani Aral Gölü’nün kuzeyinden güneye doğru bir genişleme hareketi başlattı. Sır Derya (Seyhun) boyundaki yerleri Timur’un oğullarından aldı. Sır Derya’nın kuzeyindeki bütün toprakları ele geçirdi. Bu başarılar üzerine Cengiz Han gibi bütün Asya’ya hakim olma sevdasına düştü. Ancak 1456 yılında Ebulhayr Han’ın ordusu Oyrat ( Kalmak/ Kalmuk) adı verilen Doğu Moğollarına yenildi. Ebulhayr Han Sır Derya boyundaki şehirlerin yağmalanmasına göz yummak zorunda kaldı. Bu yenilgi EbulhayrHan’nın otoritesini büyük

11


Sonraki yıllarda da Ebulhayr Han’a bağlı olan gruplardan bazıları Özbek Hanlığı’ndan ayrılarak Kazaklara katıldı. Kazaklar gittikçe kuvvetlendiler. 1465’ten itibaren Canıbek ve Kerey Sultanlar “Han” unvanını alarak Kazak Hanlığı’nı kurdular. Böylece Kazaklar devlet haline gelmiş oldular. ölçüde sarstı. Onun idaresinde bulunan ve yine onun gibi Cuci sülalesinden gelen iki sultan (şehzade) Canıbek ve Kerey, bu durumu fırsat bilerek kendilerine bağlı uruklarla beraber onun idaresinden ayrıldılar ve Doğu Çağatay Devleti Hanı 2.Esen Buga’nın himayesine girdiler. 2.Esen Buga onlara Balkaş Gölünün güneybatısındaki Çu ırmağı çevresinde onlara yer verdi. Onlarda bu bölgede yaşamaya başladılar. Bu iki sultan ve onlara bağlı olan uruklara “hür ve serbest yaşamayı seven, maceraperest, “asi”anlamlarına gelen “Kazak” adı verildi. Böylece Kazak adıyla anılan bir Türk topluluğu meydana gelmiş oldu. Daha sonraki yıllarda da Ebulhayr Han’a bağlı olan gruplardan bazıları Özbek Hanlığı’ndan ayrılarak Kazaklara katıldı. Kazaklar gittikçe kuvvetlendiler. 1465’ten itibaren Canıbek ve Kerey Sultanlar “Han” unvanını alarak Kazak Hanlığı’nı kurdular. Böylece Kazaklar devlet haline gelmiş oldular.

19. Yüzyıla Kadar Kazak Türkleri Tarihi Kazak Hanlığı Devri (1465-1731)

Kazak Hanlığı Balkaş gölünün güneybatısında Çu ırmağı çevresindeki topraklarda kuruldu. Kazakların ilk hanları Canıbek ve Kerey Hanlardır. Kazak Hanlığı kurulduktan sonra toprakları

12

gittikçe genişlemiş ve Tevekel Han zamanında (1582-1592) en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Ancak 1730’dan sonra Kalmak saldırıları sebebiyle Kazak Hanlığı parçalanmış ve Kazak tarihinde Üç Cüz Devri başlamıştır.Kalmak saldırıları sebebiyle Kazak Hanlığı parçalanmış ve üç cüze ayrılmıştır. Bu cüzler batıdan doğuya doğru Küçük Cüz, Orta Cüz ve Ulu Cüz’dür. Bunlardan Küçük Cüz 1824 yılında, Orta Cüz 1822 yılında Rusya tarafından ortadan kaldırıldı. Ulu Cüz daha uzun yaşadı. Bu cüzün topraklarının bir kısmı ilk önce, güneyde kurulmuş olan HokandHanlığı’nın idaresine girdi. Geri kalan toprakları ise Rus Çarlığı idaresine girdi. Ruslar 1854 yılında bugünkü Almatı şehrinin yerinde Verniy kalesini kurdular. Bu kalenin kurulmasıyla bütün Kazak bozkırları (dalası) Rus idaresi altına girmiş oldu. Bu gelişmelerden sonra Kazakların 19. yüzyıldaki tarihi artık hür bir milletin tarihi olmaktan çıkmış, Kazakların Rusya idaresi altındaki yaşayışı haline gelmiştir. RUS İDARESİNE KARŞI İSYANLAR Rusya idaresine girmeye başladıktan sonra Güzel Türkistan - Aralık 2013


Kazakların Rus baskılarına ve Rus sömürgeciliğine karşı birtakım isyanları olmuştur. Bu isyanların önemlileri şunlardır: Sırım Batır İsyanı (1783-1797) Küçük Cüz bölgesinde meydana gelmiştir. Rusların bu bölgede yaşayan Kazak halkına yaptığı baskıları önlemek amacıyla ortaya çıkmıştır. Sırım Batır adlı bir kahramanın idaresinde toplanan halk tarafından yürütülmüş, başarılı olmuş, sonunda kendiliğinden bitmiştir. Arın Gazi Sultan İsyanı (1816-1821) Küçük Cüz bölgesinde ortaya çıkmıştır. 1816 yılında Küçük Cüz uruklarının büyük bir kısmı, Rusların kendilerine tayin ettikleri hanı kabul etmeyip Kazak han sülalesinden Arın Gazi Sultan’ı han ila ettiler. Arın Gazi Sultan da bunu kabul etti.Arın Gazi Sultan’ın gayesi Küçük Cüz ile Orta Cüz’ü birleştirip Kazak Hanlığı’nı tekrar kurmak ve hanlığı şeriat kanunlarına göre idare etmekti. O, bu gaye ile güneydeki Buhara Hanlığı ile iyi münasebetler kurdu ve bu hanlık tarafından han olarak kabul edildi. Arın Gazi Sultan han olarak kabul edildikten sonra kendisine bağlı olan bölgenin işlerine Rusya’yı karıştırmamaya başladı. Durum böyle devam ederken Ruslar, Arın Gazi Sultan’ı bir hile ile yakalayıp, Rusya içlerine sürgüne gönderdiler. Böylece isyan da sona ermiş oldu. İsatay Batır İsyanı (1836-1837)BökeyOrdası’nda çıkmıştır. Rus baskılarına ve Rusya himâyesinde hanlık yapan Cengir Han’ın halktan ağır vergiler almasına karşı yapılmıştır. Bir oymak reisi olan TaymanoğluİsatayBatır’ın liderliği altında toplanan Kazaklar, BökeyOrdası’ndaki Rus kalelerine ve han sarayına saldırdılar. Bu saldırıda Rus kuvvetleri yenildi, isyan Aralık 2013 - Güzel Türkistan

iyice yayıldı. Ancak Ruslar topçu kuvvetleri ile takviye ettikleri yeni bir ordu göndererek isyanı bastırmak üzere harekete geçtiler. 1837’de Tastöbe (Taştepe) denilen yerde Rus kuvvetleriyle İsatayBatır’ın idaresindeki silahlı Kazaklar arasında yapılan savaşta Kazaklar büyük kahramanlıklar gösterdilerse de topçu ateşi karşısında gerileyip çekildiler ve bozkır içinde dağıldılar. İsatay Batır yanında kalan kuvvetlerle Hive Hanlığı topraklarına geçti. Ruslar isyana katılan Kazaklardan ele geçirdiklerini 500-2000 kamçı cezasına çarptırılıp Sibirya’ya sürgüne gönderdiler. Kazakların büyük halk şairi Muhammet Ötemisoğlu da bu isyana bizzat katılmış ve avılavıl dolaşarak söylediği şiirlerle halkı birlikte hareket etmeye ve Ruslarla mücadeleye çağırmıştır. Kene Sarı Han İsyanı (1836-1847) Kene Sarı Sultan, Kazakların son büyük hanı Abılay Han’ın torunuydu. O, önce kendisine bağlı olan uruklara dayanarak güçlü bir ordu kurdu ve kendisini Orta Cüz Kazaklarının “Han” ı ilan etti. Gayesi, yıkılmakta olan Kazak Hanlığı’nı tekrar kurmaktı. Bu düşünceyle önce Rusya’ya müracat ederek dedesi Abılay Han zamanında olduğu gibi dış siyasette Rusya’nın himayesinde bir Kazak Hanlığı kurmak istediğini bildirdi. Ancak Rusya onun bu istediğini reddetti. Bunu üzerine Kene Sarı Han, Rusya’ya karşı silahlı mücadele başlattı. Bu gelişmeler üzerine Rusya, Kene Sarı Han’ın üzerine ordu birliklerini gönderdi. Kene Sarı Han üzerine gönderilen bu birlikleri yendi ve daha önce Rusya’nın kontrolüne girmiş olan Torğay (Turgay) ve Irgız bölgelerini de geri aldı. Onun bu başarısı Kazaklar arasında büyük bir sevinç ve heyecan yarattı. Kendisine verilen destek arttı (1838). Kene Sarı Han bir taraftan da kendisine

13


tâbi olan Kazak topraklarında yeniden bir devlet teşkil etti. Güneydeki Hive ve Buhara Hanlıkları onun hanlığını tanıdı. Bu gelişmeler sonucunda Ruslar Kazak bozkırlarındaki hâkimiyetlerini büyük ölçüde kaybettiler. Durum bu şekilde devam ederken 1840 yılı kışında Kazakistan’da büyük bir “Cut (şiddetli soğuktan hayvanların kırılıp ölmesi)”olayı yaşandı. Kazakların çok sayıda hayvanı at, koyun,sığır sürüleri soğuktan öldü. Bunun üzerine Kene Sarı Han kendisine bağlı kuvvetlerle birlikte Kuzey Kazakistan’dan Güney Kazakistan’a, Sır Derya boylarına çekildi. Kene Sarı Han Sır Derya boylarındayken, Ruslar ona elçiler gönderip Orenburg civarında kendisine verilecek geniş çiftlikler ve malikâneler karşılığında onu istiklâl sevdasından vazgeçirmeye çalıştılar. Kene Sarı Han bu teklifleri şiddetle reddetti. Arkasından Hive Hanlığı’ndan aldığı destekle Rus kalelerine saldırmaya başlandı. Yine bazı başarılar elde ettiyse de Rusların getirdiği topçu kuvvetlerine yenilerek tekrar güneye, Sır Derya boylarına çekildi.

Bunu yapmaktaki gayesi Rusya ile olan mücadelesinde Çin’den destek almaktı. Kene Sarı Han burada ayrıca Kırgız urukları da kendisiyle birlikte mücadeleye davet etti. Bu Kırgız urukları önceleri Kene Sarı’nın bu davetini kabul etti. Ancak daha sonra bu Kırgız uruklarından bazıları bir taraftan Rusların, bir taraftan da HokandHanlığı’nın teşvikiyle Kene Sarı Han’a karşı çıktılar. Kene Sarı Han ve kardeşi Navrızbay, Kırgızlardan beklemedikleri bir sırada iki Kırgız uruk reisi (manabı) tarafından pusuya düşürülerek öldürüldü (1847 yazı). Onların ölümüyle, onlara bağlı olan kuvvetler dağıldı. Böylece Kazak hanlığını tekrar kurma çabaları sonuçsuz kaldı. Ruslar, bütün Kazakistan’ı istila ettiler. Kene Sarı Han ordusunun Rus kuvvetleri karşısında gerilemesinin en büyük sebebi Rus ordusunda çok sayıda top bulunmasıdır. Kazaklar bir bakıma Ruslara değil, ellerinde bulunmayan toplara yani modern silahlara yenilmiştir. Kene Sarı Han öldükten sonra Kazaklar tarafından milli bir kahraman ilan edilmiş ve hak kında destanlar söylenmiştir. Ancak Sovyetler Birliği devrinde, Sovyet İdaresi tarafından kendi halkına kötülük eden bir kişi olarak gösterilmiştir.

KAZAK TÜRKLERİ EDEBİYATI Kazak Türklerinin edebiyatı Kazak boyunun ve Kazak Türkçesinin teşekkülünden sonra, yani

Rusların kendisini takip etmesi karşısında burada da tutunamayarak 1846 yılında Doğu Kazakistan’a Çu vadisine gitti. Böyle yapmasının nedeni; henüz Rus işgaline girmemiş olan bu bölgede tekrar kuvvet toplamak ve Ruslarla mücadele etmekti. Burada Kene Sarı’nın işleri önceleri iyi gitti. Doğu Kazakistan’daki Ulu Cüz urukları ona tâbi olup, onu han kabul ettiler. Kene Sarı Han burada bir taraftan da Çin ile temas kurdu.

14

Güzel Türkistan - Aralık 2013


15.yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlar. Fakat bugünkü Kazak edebiyatı tarihçileri, 15.yüzyılın ikinci yarısından önce Göktürk, Uygur, Karahanlı, Harezmşahlar, Altınordu ve Çağatay devletleri zamanında ortak Türk yazı dili ile meydana getirilen edebî eserleri de Kazak edebiyatına dahil etmekte ve bu devri diğer Türk boyları ile ortak olan devir olarak kabul etmektedirler. Çünkü onlara göre Kazakları meydana getiren Türk toplulukları “Kazak” adı altında toplanmadan önce de vardı ve Çin sınırı ile Tuna nehri arasındaki coğrafyada kurulan Türk devletlerinin ahalisi içinde yer almışlardı. Onun için Kazak Türkleri, Orhun Abideleri’ni, Kutadgu Bilig’i, DivânüLûgati’t Türk’ü, Atabetü’l-Hakâyık’ı , KodexKumanikus’u, Rabguzî’ninKısâsü’l-Enbiyâsı’nı, Harezmî’nin Muhabbetnâmesi’ni ve Nehcü’l-Ferâdis’i de kendi eserleri saymaktadırlar. Kazaklar Türkistan bozkırlarında çoğunlukla konar-göçer olarak yaşıyorlar ve hayvancılıkla meşgul oluyorlardı. İçlerinde yerleşik hayata geçmiş olanlar azdı. Bu hayat tarzının sonucu olarak kazak ülkesinde halkın büyük bölümünü tesiri altına alabilecek kültür merkezleri teşekkül etmemiş, dolayısıyla 19. yüzyılın sonlarına kadar Kazak Türkleri arasında okuma yazma bilenlerin oranı çok düşük olmuştur. Halk arasında avul mollaları tarafından çocuklara dinî eğitim verilmesi yaygın hale gelmiş ise de bu eğitim son zamanlara kadar Kur’ân-ı Kerîm’i yüzden okuma Aralık 2013 - Güzel Türkistan

Kazaklar Türkistan bozkırlarında çoğunlukla konar-göçer olarak yaşıyorlar ve hayvancılıkla meşgul oluyorlardı. İçlerinde yerleşik hayata geçmiş olanlar azdı.

ve İslâm’ın temel bilgileri ile sınırlı kalmıştır. Kazaklar arasında öğretmenlik yapan bu mollaların çoğunluğu da Kazaklardan olmayıp Kazan, Nogay ve Başkurt Türklerinden gelen mollalar idi. Bu durum medreseler yoluyla yayılan Arap ve Fars kültürlerinin Kazaklar arasında geniş ölçüde yayılmasını önlemiş, Kazakların eski Türk sözlü kültürünü ve bu arada eski Türk edebiyat geleneğini daha iyi muhafaza etmelerini sağlamıştır. Bütün bunların sonucu olarak da 19. Yüzyılın sonlarına kadar Kazaklar arasında yazılı bir edebiyattan ziyade sözlü bir edebiyat meydana gelmiştir.

15


SÖZLÜ EDEBİYAT Kazak sözlü edebiyatı, Türk edebiyat geleneğinin, yabancı tesirlerden uzak bir Türk topluluğu içinde devam eden bir şekli olup, çok zengin ve gelişmiş bir edebiyattır. Bazı âlimlere göre Türk boylarının halk edebiyatları içinde en zengin ve gelişmiş olanı kazak halk edebiyatıdır. Kazak Türklerinin bu zengin sözlü edebiyatı, 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rus Türkologları (Radloff, Potaninv.b.) ve Kazak folklorcuları(Ebubekir Divayev, MeşhürJüsipKöpeyulı, Ahmet Baytursınulıv.b.) tarafından yazıya geçirilip yayınlanmıştır. Bu sözlü edebiyatın başlıca türleri şunlardır: 1. Ertegiler:Kazaklarda masala ertegi (veya erteg), masal anlatıcılara da ertekşi adı verilir. Kazak masalları 3 gruba ayrılır. a.Qıyal-ĞajayıpErtegileri (Peri Masalları) b.Turmıs-Salt Ertegileri ve HayvanattarTuwralıErtegileri (Hayvan Masalları) c.ŞınşılErtegiler (Gerçekçi Masallar) 2 AñızAñgimeler (Menkıbeler, efsâneler): Tarihte yaşadığı bilinen tanınmış kimselerin hayatı ve işleri etrafında teşekkül etmiş olan efsanelerdir. 3. Maqal-Matelder: Kazaklarda atasözlerine maqal-matelder adı verilir. 4. Jumbaqtar: Kazaklarda bilmeceye “jumbaq” adı verilir. 5. ŞeşendikSözder: Cevabı zor olan ve aniden sorulan sorulara kimsenin itiraz edemediği, kıvrak bir zekâ ile söylenmiş güzel ve mânâlı sözlerdir. 6. Adet-GurıpqaBaylanıstıTuwğan Ölen-Jırlar: Halk arasında çeşitli toplantı ve merâsimlerde söylenmesi âdet haline gelmiş olan ve makamlı (ezgili) olarak söylenen şiirler. 7. Jarapazan: Kazaklarda Ramazan ayında söylenen mânilere jarapazan adı verilir. 8. NawrızJırı: Kazaklarda Nevrûz günü söy-

16

lenen şiirlere denir. 9. Beşik Jırı: Kazaklarda ninnilere beşik jırı adı verilir. 10. Aytıslar: Karşılıklı olarak söylenen şiirlere verilen addır. 11. Kazak Destanları: kazak sözlü edebiyatının en yaygın türlerinden birisi de destanlardır. Kazak destanları konuları bakımından ikiye ayrılır: a)Kahramanlık destanları (BatırlarJırı b)Büyük aşk hikâyeleri (Liro-EpostıqJırlar)

YAZILI EDEBİYAT Çağdaş Kazak Edebiyatı, XIX. yüzyılda başlar. Çağdaş edebiyat kendi arasında: 1. Hazırlık Dönemi (XIX. yüzyıl) 2. Hürriyet Dönemi (1905-1920 arası) 3. Sovyet Dönemi (1920’den sonraki devir) olarak üç bölümden oluşmaktadır. Bağımsızlıktan sonraki (1991) edebiyat da ayrı bir dönem olarak değerlendirilebilir. 1. Hazırlık Dönemi: Rusların Kazakistan’ı istilası ile başlar. Bu dönemde Kazak aydınları süratle Rusça öğrenirler ve bu dille yazılan eserler aracılığı ile Avrupa’nın ve dünyanın diğer ülkelerinin edebiyat ve fikir hayatı ile yaşayışları hakkında bilgiler edinirler. Bu şekilde Kazak edebiyatında roman, hikâye, tiyatro gibi yeni türler ortaya çıkar. Hazırlık döneminin en önemli kişileri Abay Kunanbayulı, ÇokanVelihanov ve Ibıray (İbrahim) Altınsarin’dir. Abay, çağdaş Kazak edebiyatının ve dilinin kurucusu sayılır. Doğuyu ve batıyı iyi tanıyan Abay, 1880’de ilk Kazak ozan ve yazarı olarak ortaya çıkar. Kazak Türkçesini ustaca kullanması, kıvrak anlatımı, halk edebiyatı ve folklor ürünlerini büyük bir başarıyla kullanması ile kendinden sonra gelecek yazarlar kuşağına çığır açar. Abay’ın iki yüzden fazla şiiri, kırk civarında didaktik hikâyesi, dört manzumesi (Maksud, İskender, Azîm Hikâyesi, Vadim) ve çeşitli tercüme eserleri vardır. Hazırlık döneminin diğer önemli adı olan ÇokanVelihanov, Cengiz Han’ın soyundandır. Manas Destanı’nı yazıya geçirmenin dışında, Kazak Türklerinin çağdaş dünya ile yüz yüze gelmesi için ortaya koyduğu çabalarla Güzel Türkistan - Aralık 2013


tanınır. Ayrıca, ilk Kazak ressamıdır. EserleriÇağdaş Türk Yazı Dilleri-II 108 ni daha çok Rusça yazan Velihanov’un; CungaryaOçerkleri, Ablay, Kırgızlar, Çin İmparatorluğunun Batısı, Kulca Şehri, Kazaklarda Şamanizm, Kazak Şecereleri, Kazak Silahları gibi eserleri vardır. IbırayAltınsarin ilk Kazak eğitimcisidir. Folklorla yakından ilgilenmiştir; realist Kazak nesrinin kurucusudur. İlk kez Kazak Türkçesini resmî yazışmalarda kullanmış ve bu lehçeyle ders kitapları yazmıştır. Rusların Kazak Türkleri arasında Hristiyanlığı yayma çalışmalarına karşı çıkmış, bu faaliyetleri engellemek için “Şerâitü’l-İslâm Müslümanlıktın Tutkası” adıyla bir ilmihal yazmıştır. 2. Hürriyet Dönemi: 1905 yılında gerçekleşen Japon Savaşı ardından, Rusya’da yaşanan hürriyet havasından faydalanan Kazak aydınları derhal teşkilatlanıp halkına seslenmiş ve çeşitli basın yayın organları kurmuşlardır. Kazak Türkçesiyle çıkan Sirke gazetesi, İslâmcı Aykap mecmuası, Kazakistan gazetesi, Kazak gazetesi, İşim Dalaşı ve Alaş gibi gazeteler millî şuurun canlanmasında önemli rol oynamışlardır. Daha çok millî konuların işlendiği bu dönemin önemli şair ve yazarları arasında Köpeyoğlı Yusuf Bek, İsfendiyar Köpeyoğlı, Sultan Mahmut Toraygıroğlı, Ahmet Baytursunoğlı, Ömer Karaşi,ŞahingirayBükeyhan, MağcanCumabayulı, İsa Baycaoğlı sayılabilir. 3. Sovyet Dönemi: 1920’den başlayarak devam eden dönemdir. 20 Ağustos 1919’da Ruslar, millî hükûmeti yıkarak yerine Kazakistan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurarlar. Böylece Kazakistan’da Sosyalizm ve Komünizmin baskısı altında bir edebiyat ortaya çıkar. Bu yıllarda yeni rejime ayak uyduramayan sanatçılar “Repressiya” denilen 1937- 1938 ve 1939 yıllarındaki katliamlarda öldürülürler. Yeni Aralık 2013 - Güzel Türkistan

yetişen nesillere baskı ile resmî ideoloji kabul ettirilir ve bu yolda eserler yazılır. Ancak 1950 yılından sonra resmî ideolojiye tepki olarak millî mirasa sahip çıkma, geçmişin önemli olaylarına ve büyük kahramanlarına karşı ilgi gösterme şeklinde ortaya çıkan akım, bir kısım Kazak halkı ve aydınları arasında millî birlik ruhunu meydana getirmiş ve millî gururu canlı tutmuştur. Bu dönemin önemli edipleri arasında SakenSeyfullin, Muhtar Avezov, Sabit Muqanov, Abidin Mustafin, AbidMusrepov, TahaviAhtanov, Tahir Cerakov, Abdullah Tacıbayev, Ali Urmanov, Olcas Süleyman, KalkamanAbdulkadirov gibi isimler önde gelir. Bunlar arasında Muhtar Avezov ve Olcas Süleyman’ın ayrı bir yeri vardır. Muhtar Avezov, Kazak Destanları ve Türkistan Türk Edebiyatı üzerinde bilimsel yayınlar yapmış ve konusunu tarihten alan oyunlar yazmıştır. Abay’ın hayatını belgelere dayalı olarak kaleme aldığı “Abay Yolu” adlı romanı ünlü olup pek çok dile çevrilmiştir. Olcas Süleyman da son devir edebiyatının en büyük şairidir. Şairin Argamaklar, Yeryüzü, İnsana Eğil, Parisli Bir Kızdır Gece, Seherin Güzel Vakti gibi şiir kitapları vardır. Şairin “Fizikçinin Duası”, “Az i Ya”, “Yazının Ucu” adlı kitapları Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Kaynakça TAMİR Ferhat, 1998, Türk Dünyası El Kitabı/Türkiye Dışı Türk Edebiyatları, Kazak Türkleri Edebiyatı, Dördüncü Cilt, 3.Baskı,Sayfa: 423, Ankara Kazak Türkçesi Grameri, Kenan Koç, Oğuz Doğan, Ekim 2004, Ankara T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2430 Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 14 1* Ayşegül ÖRSELOĞLU, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi.

17


KIRGIZLAR Muhammet Emin ÇEVİK1* Çin kaynaklarında adları Kien-kun, K’iku, Kie-kou, Hsiachia-ssu şeklinde geçen Kırgız adı, Göktürkçe yazılı metinlerde Kırkız, Tibetçe kaynaklarda Gir-kis şeklinde geçmektedir. Kırgız isminin kökeni hakkında ise çeşitli fikirler vardır. Kırgız adının “Kır” ile “Giz” kelimelerinin birleşmesinden kır gezen anlamı, “Kırk” ile “Yüz” kelimesinden birleştiği de ileri sürülmüştür. Bu isimlendirmelerin dışında Kırgızların Oğuzlarla olan ilişkileri de göz önüne alınarak “Kırk” ile “Oğuz” şeklinde ortaya çıktığı ve zamanla Kırgız’a döndüğü şeklinde iddialar da vardır. Bu adlandırmalar dışında başka adlandırmalar da mevcuttur.

Çin kaynaklarında rastlanır. Çin kaynaklarında MÖ 2-1. Asırlarda Hunlar ile ilgili yıllıklara geçen olaylarda isimleri zikredilerek, kaynaklarda adı geçen en eski Türk boylarından biri olmuştur. Nüfuslarına dair ortalama bir rakam dahi belirtilmiş ve 100150 bin civarında oldukları Çin kaynaklarında yer almıştır. Diğer bir kayıt ise MS 1. asırda görülür. Burada adlarının geçmesinin sebebi ise Kuzey Hunlarına karşı giriştikleri isyan hareketidir. İlerleyen asırlarda Kırgızlar, Tabgaçlara, Juan-Juanlara ve Tölös boylarına katılmışlardır. Türkistan coğrafyasında gücü elinde tutmak isteyen büyük gruplar aralarında sürekli savaştıkları için bütün Türk topluluklarının bu yüzden sayısının azaldığı gibi Kırgızların sayısında da büyük kırılmalar görülmüştür.

Tarihsel süreç içerisinde Kırgızlara ilk defa

560 yılına gelindiğinde I. Göktürk Kağan-

18

Güzel Türkistan - Aralık 2013


ve Kırgızlar 840 yılına kadar Uygurlara bağlı kalmışlardır. 840 yılına şiddetli bir hücumla Uygur Devletini yıkarak Ötüken’de kendi devletlerini kurmuşlardır. Ancak bu saltanatları fazla sürmemiş, 920 yılında bütün Moğolistan’ı ele geçiren K’i-tan’lar Kırgızları Ötüken bölgesinden çıkararak eski yurtlarına geri göndermişlerdir. 920 yılından sonra Ötüken Türk yurdu olma özelliğinden çıkmıştır.

lığını idare eden Mukan Kağan Türkistan coğrafyasında gücü eline almaya başlamış ve Kırgızları kendine tabi kılmıştır. Demircilik alanında usta olan Kırgızlar, Göktürk ordusuna gerekli materyalleri ve Kağan’ın çadırına gerekli olan metal eşyaların yapımını üstlenmişlerdir. II. Göktürk döneminde de Kırgızlar itaat altına alınmıştır. II. Göktürk hakimiyetine son veren Uygurlar döneminde ise Moyen Çor Kağan tarafından itaat altına alınmış

Cengiz Han dönemine gelindiğinde ise (1207), Kırgızlar itaat altına alınan ilk Türk boyu olmuştur. Cengiz Han Kırgızların isyan hareketi içinde olduğunu anlayınca Kırgızları bir kez daha oğlunun komutasındaki orduyla yenilgiye uğratarak Kırgızları “Kağan” sız bırakmıştır. Küçük çapta kendilerine baş seçerek Cengiz dönemini geçirmişlerdir. Bundan dolayı Kırgızların en kötü dönemi Cengiz ve oğullarının hâkimiyeti altına girdiği dönemdir. 1370 yılında Timur kendi devletini kurarak Türkistan’daki karışıklıklardan yararlanıp kısa sürede büyümüştür. Bu dönemde Tanrı Dağları ve çevresi Timur ile Moğolların savaştığı en önemli bölge olarak göze çarpar. Tanrı Dağları ve çevresinde hayatlarını sürdüren Kırgızlar bu durumdan oldukça kötü etkilenir. Çeşitli yerlere göç ederler. Fakat 15. Yüzyıl ortalarında Timurlular eski gücü-

1370 yılında Timur kendi devletini kurarak Türkistan’daki karışıklıklardan yararlanıp kısa sürede büyümüştür.

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

19


Türkistan coğrafyasında Timurlular-

dan sonra çeşitli hanlıklar kurulur. Hokand Hanlığı bunlardan sadece birisidir.

nü kaybetmeye başlamış ve içeride bölünmeler baş göstermiştir. Bu durumu iyi değerlendirmek isteyen Kırgızlar 16. yüzyılın başında yani 1514’de Yarkent Hanlığına katılmışlardır. Ordusunda ve yönetiminde zamanla söz sahibi olmuşlardır. Yarkent Hanlığı yöneticilerinin Kırgızlara karşı bir takım olumsuz davranış sergilemesi üzerine Kırgızlar isyan hareketine girişirler ve Yarkent Hanlığını zayıflatırlar. Türkistan coğrafyasında Timurlulardan sonra çeşitli hanlıklar kurulur. Hokand Hanlığı bunlardan sadece birisidir. Hokand Hanlığı içinde bulunan Özbekler, Kazaklar ve diğer Türk gruplarının birbiri arasındaki çekişmeden faydalanarak Hokand Hanlığında sözü geçer bir topluluk olan Kırgızlar devlet kademelerinde önemli yerlere gelmişlerdir. Kırgızların liderliğindeki Hokand Hanlığı kısa sürede gücüne güç katar ve Hanlıklar arasında kendisine önemli yer bulur. Bu gelişmelere kayıtsız kalamayan Çin ve Rusya Türkistan coğrafyası için çeşitli planlar hazırlayıp hayata geçirmek istiyorlardı. İleride Türkistan Hanlıklarının büyük tehlike olacağını düşünen Çin 1757 yılında önce Doğu Türkistan’ı daha sonra Hokand Hanlığını mağlup etmiştir.

rullah cevap dahi vermemiş ve Hokand Hanlığına büyük darbe vurmuştur. Bu durum Rusların işine çok yaramıştır. Gün geçtikçe zayıflayan Hokand Hanlığı 1876 yılında Rusların eline geçmiştir. 1876 yılından sonra çeşitli isyanlar görürüz fakat en büyüğü 1916 yılında gerçekleşen ayaklanmadır. Bişkek’te Kırgızların önderliğinde ki bu isyan çok kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Resmi rakamlara göre Kırgızlar bu isyanda 673.000 şehit vermiş, 200.000’e yakın Türkün Sibirya’ya sürüldüğü ve 300.000 Türkün de Çin’e kaçtığı bilinmektedir. Bu kanlı isyan Kırgız edebiyatına da yansımış ve ünlü şair, AalıTokombayev’in Kanduu Cıldar adlı manzum romanında 1916 yılındaki tarihi kırgın bütün gerçekliğiyle dile getirilmiştir. Bağımsızlık fikri aşılayan eser 1950 yılında yasaklanmış, 1962’de Tañ Aldında adıyla tekrar yayımlanmıştır. 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen devrim sonrası Türkistan coğrafyasında milliyetçi hareketler göze çarpar. Ruslar buna önlem olarak

Buhara Hanlığının başına geçen Nasrullah dengesiz politikalar izlemiş ve Türkistan coğrafyası üzerine plan kuran Rusya ve Çinin işine yarayan hareketler yapmıştır. Hokand Hanlığının askerlerinin Doğu Türkistan ve ülkenin kuzeyinde olduğunu öğrenince Hokand şehrini kuşatır (1842). Hokand Hanlığı barış teklif etse de Nas-

20

Güzel Türkistan - Aralık 2013


dönemi içinde en çok acıyı Stalin devrinde yaşadığı bilinmektedir. 1960 yılına kadar eski günler unutulmak üzere rafa kalksa da Kırgızlar 1960 yılından itibaren dergi ve gazeteler neşretmeye başlamış ve eski milliyetçi günleri özlediklerini ifade etmişlerdir. Acılı ve sancılı dönem Kırgızlar için 31 Ağustos 1991 de bitmiş ve Kırgızistan Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Ancak 25 Aralık 1991 yılında uluslararası camiada tanınmıştır.

bütün Türkistan coğrafyasını “Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti”adı altında birleştirdiler. 1924 tarihinde muhtar bir bölge olan Kırgızistan, 1926 yılında “Sovyet Sosyalist Birlik Cumhuriyeti” statüsünü almıştır.

Bugünkü Kırgızistan, doğusunda Doğu Türkistan, batısında Özbekistan, kuzeyinde Kazakistan ve güneyinde Tacikistan’ın yer aldığı Orta Asya’nın en küçük ülkelerinden biridir. İdari olarak beş bölgeye ayrılmakla beraber bu bölgeler aynı zamanda coğrafi alandır. Bunlar; Bişkek, Isık-Köl, Tanrı Dağları, Celalabad ve Oş’tur. Yüzölçümü 198.500 km², nüfusu 4,5 milyon ve başkenti Bişkek’tir. Bugün Doğu Türkistan ve Afganistan’da iki milyonu aşkın Kırgız Türkü mevcuttur. Bayrak ola-

Baskılar ve büyük acılara neden olan savaşlar bittikten sonra, ekonomi ve endüstri yönünden bütün bölgeleri kalkındırmak bahanesiyle Türkleri çeşitli bölgelere sürgün etmişlerdir. Bu sürgün bütün Türk nüfusunu derinden etkilediği gibi Kırgızları da etkilemiştir. Sürgünler ve köylü nüfusun köleleştirilmesi gibi olaylara dayanamayan Kırgızlar 1926’da Narın İsyanını başlatmışlardır. Narın isyanı da kanlı bir şekilde bastırılmış ve Kırgızların bir kısmı Doğu Türkistan’a diğer bir kısmı ise çeşitli bölgelere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göçler Türkistan coğrafyasındaki Türk nüfusunu iyiden iyiye kırmaya başlamış ve Rusların yapmak istediği kültürel soykırım olayına zemin hazırlamıştır. Kültürel soykırımın başında dil gelmiştir. Türk Dünyası 13. yüzyıldan itibaren Arap alfabesini kullanırken 20. yüzyılda Latin alfabesine geçirtilmiş ve Latin’den de son olarak Kiril alfabesine geçirtilmiştir. Narın isyanı neticesinde ki bağımsızlık çalışmaları 1930 yılına kadar sürmüşse de çok fazla başarı elde edilememişti. Sovyet yönetimi altındaki diğer bütün Türklerin ve Kırgızların Sovyetler Aralık 2013 - Güzel Türkistan

21


bulunmayan Manas Destanı, Kırgız Türklerinin milli şuurunu sürekli ayakta tutmuştur. Bu yüzden Sovyet döneminde yasaklanmıştır. Fakat yasaklansa bile sözlü edebiyat olduğu için küçük toplantılarda bile söylenir. Bu sayede hafızalarda canlı tutulur. Günümüzde dahi önemini devam ettiren destan hastaların başında Kur’an-ı Kerim ile beraber bile okunmaktadır. 1856 yılında Kazak âlimi Çokan Velihanov destanın bir kısmını derleyerek ilim dünyasına tanıtmıştır. 1862 yılında da Türkolog W.Radloff destanın bir kısmını yazıya geçirmiş ve Almanca tercümesi ile yayınlamıştır. Destanın tamamı 1930-1950 yılında yazıya geçirilmiştir. Fakat günümüzde Manasçılar günlük olayları da destanı anlatırken ekleyebilmektedirler. rak Kırmızı zemin içinde sarı renk Güneş sembolü ve güneş içinde Kırgızca’da tündük adı verilen Türkiye Türkçesinde keçe çadırının çatısındaki yuvarlak pencere olarak adlandırılan şekil vardır. Güneşteki 40 ışık saçağı ise Kırgız kelimesinin anlamı olan Kırk-uz yani kırk boyu temsil ettiği söylenir. Edebi anlamda ise Kırgızlar çok geniş bir sözlü edebiyata sahiptirler. Kırgızlar yazılı edebiyata geçene kadar muazzam bir sözlü edebiyat oluşturmuşlardır. Bütün Türk boylarında olduğu gibi Kırgızlarda da sözlü halk edebiyatı çeşitli çalgılarla söylenir. Bu çalgıların başında Kırgızlar da kopuz gelmektedir. Bu sözlü edebiyata örnek verecek olursak eğer; Manas, Alpamış, Kococaş, Er Töştük, Er Tabıldı, Kedekan, Kurmanbek, Canış-Bayış, Olcoboymenen Kişimcan gibi destanlar bu edebiyat içinde önemli yer tutar. Sadece destanla sınırlı değil tabiki, atalarsözü, dualar, beddualar, mitler, efsaneler ve masallar bu gelenekte kendine bolca yer bulmuştur.

19. yüzyıl yazılı Kırgız edebiyatında; Moldo Niyaz, Toktogul Satılganov, Togolak Moldo, Moldo Kılıç, Aldaş Moldo, Eşenalı Arabayev, Abılkasım Cutekeyev öne çıkan isimler olmuştur. Moldo Niyaz, Türkçe dışında iyi derecede Arapça ve Farsça da bilir. Fakat şiirlerinde Türkçe kelimeleri kullanmaya özen göstermiştir. Rusların Kırgız topraklarını 19. yüzyılda tamamen işgal ettiği döneme denk gelmiş ve şiirlerinde bu olaylara dikkat çekmeye çalışmış, bundan dolayı yazdığı eserler basılmamış ve el yazması olarak kalmıştır. Fakat günümüzde kitap halinde basılmıştır. Bağımsızlık için çalışan önemli şahsiyetler için şiirler yazmıştır. Alımkul bunlardan birisidir. Alımkul Taşkent çevresinde öldürülmesi üzerine “Kırgızlar için kıyamet günü yaklaşmıştır” diyerek tehlikenin geldiği noktayı vurgulamıştır.

Manas Destanı, Kırgız sözlü edebiyatının en önemli eseridir. Kırgız Türklerinin hayatını ve inançlarını destanın kahramanı olan Manas’ın kişiliğinde canlı olarak görebiliriz. Dünya edebiyatında hacim bakımından bir benzeri daha

22

Güzel Türkistan - Aralık 2013


Cengiz Aytmatov, milletin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi, askeri yani bütün maddi ve manevi unsurları eserlerine yansıtmıştır. Kırgız halkının içine düştüğü zor durumları ustaca eserlerinde yer vermiş, bu durumların çözümüne dair ipuçları vermiş ve eserlerinde kendi tabiriyle ‘tipik insan’ ı ortaya koymaya çalışmıştır.

ToktogulSatılganov ise, Kedekan, Kurmanbek, Kococaşgibi destanları derleyerek unutulmaktan kurtarmıştır. Fakat kendi şiirlerinin hepsini yazıya geçirmediği için çoğu şiiri bugün bilinmemektedir. 8 yıllık bir sürgün hayatı yaşamış ve sürgün edildiği Sibirya’dan kaçarak Kırgızistan’a tekrar geri gelir. Şiirlerinde iyilik, güzellik, doğruluk, ahlaklı olma gibi öğüt verici şiirler yazmıştır. Kendisine ait olduğu bilinen şiirler 1930 yılında yazıya geçirilmiş, melodileri ise notaya aktarılmıştır. 1933 yılında vefat ettikten sonra hakkında romanlar ve oyunlar yazılmıştır. Modern Kırgız edebiyatı ise Sovyetlerin hakimiyeti altında girdikten sonra başlar. Siyasi alanda ki başarısızlık Kırgız edebiyatını etkilememiş ve aralıksız gelişmeye devam etmiştir. Dünya çapında önemli isimler yetiştirmiştir bu dönem. Cengiz Aytmatov, Mukay Elebayev, Aalı Tokombayev, Alıkul Osomonov gibi isimler örnek verilebilir. Aralarında Türkiye’de de meşhur olan Cengiz Aytmatov’dur. Aytmatov’un bazı eserleri Türk Sinemasına da aktarılmıştır

AalıTokombayev, nesrin gelişmesine öncülük eden yazarlardan biridir. Yazarın, Çopardın Kanı adlı hikayesinin bazı parçaları 1932 yılında Çabuul dergisinde yayımlanmıştır. 1920’lerden sonra Kırgız nesrinin, A. Tokombayev, M. Elebayev, K. Cantöşev, T. Sıdıkbekov ile aşama kaydettiği görülmektedir. Bu yazarlar natüralizm ve sembolizm yerine sosyalist realizmi benimsemişlerdir. II. Dünya Savaşı çıktığında, savaştan dolayı dünya edebiyatlarında çeşitli eksen kaymaları görülür. Kırgız edebiyatında da tema değişikliği görülmektedir. Bu dönem eserlerinde en çok savaş konuları işlenmiştir. Gazete ve dergilerin her gün ve her sayılarında savaşları konu edinen şiirler yayımlanır. Kırgızların önemli geleneklerinden biri de halk oyunlarıdır. Bu oyunlardan birine dikkat çekmek gerekirse, bu Kökbörü olur. Nesilden nesile miras olarak aktarılan bu oyun, Kökbörü oyunu, Kırgızların yanısıra başta Kazaklar ve Özbekler olmak üzere Türkistan’da pek çok Türk halkının da vazgeçilmez oyunları arasında olup bugün hâlâ, bütün canlılığıyla yaşatılmaktadır. Manas destanında da kendine yer bulan Kökbörü oldukça eski bir oyundur aynı zamanda. Kırgızlarda müzik oldukça önemlidir. Kırgız müziği komşu milletlerin müzik kültürüne benzemekle birlikte, kendine özgü özellikleri, formları, ifade etme araçlarının sadeliği ile ayırt edilmektedir. Eski Kırgızların müzik sanatı üç istikamette gelişmiştir. Akınların (ozanların) eserleri, destancıların eserleri ve toplumda popüler şarkılar.

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

23


Kırgız geleneksel giyimi bugüne kadar süregelmiştir. Kırgızların milli giysileri göçebe halka özgü olarak yabani ve ev hayvanlarının postları, işlenmiş deri, keçi, koyun ve deve yününden dokunan kumaşlar (taar) ve ipek gibi ev şartlarında elde edilen doğal malzemelerden yapılmaktadır. Ülkede giyilen giysilerdeki en büyük farkların esas sebebi iklim şartlarından kaynaklanmaktadır.

Çalgı ile çalınan halk müziği de asırlar boyunca gelişme göstermiştir. Kopuz, Kıyak, Temir Komuz, Çoor, Cığaç, Ooz Komuz gibi çalgı aletleri ile çalınan halk müziği eşsiz bir stil yaratmaktadır. Eski zamanlarda “Surnay”, “Kerney” gibi nefesli çalgıların ve “Dool”, “Dobulbas” gibi vurularak çalınan müzik aletlerinin eşliği ile oluşturulan orkestra, kağanların askeri seferleri, büyük düğün ve kutlamalar sırasında duyulurdu. Ama en yaygın ve en sevilen Kırgız milletinin sembolü olarak sayılan müzik aleti, elbette, “Kopuz”dur. Günümüzde bu çalgıların bir çoğunu kullanarak sanat icra eden grubun adı ise “El Şayırlar”dır.

24

Dağlık kesimlerde kalın materyallerin (özellikle hayvan postu ve kürkü), ılıman bölgelerde ise ince materyallerin (ipekliler) kullanılması dikkati çekmektedir. Yine soğuk kesimlerde koyu renk tercih edilmekte ve işlemelerdeki stilize hayvan motifleri, özellikle ülkenin simgesi haline gelmiş geyik “Buğu” boynuzu ve koçboynuzu “Koçkormüyüz» motifleri kullanılmaktadır. Sıcak kesimlerde “Gül” çiçek motifleri, açık renkler (özellikle beyaz) kullanılmaktadır. Türklerde misafir çok önemlidir. Bu bizim çok eski zamanlardan beri gelen geleneğimizdir. Kırgızlar evlerine ilk kez gelen misafire ekmek ve tuz ikram etmektedirler. Kırgız geleneklerine göre

Güzel Türkistan - Aralık 2013


sunulan ekmekten en az bir parça yemek gerekmektedir, aksi takdirde misafirin ev sahibine karşı düşmanca duygular beslendiği kabul edilir. Yine Kırgızlar evlerine gelen misafirlerine sundukları yemeklerden misafirin yiyemediklerini paket olarak evden ayrılırken misafirlerine verirler. Bu paketi almamak da ev sahibine karşı hakaret sayılmaktadır. Türkistan coğrafyasında yemek kültürü hemen hemen her yerde aynıdır. Kırgızların “Beşparmak, Türkistan mantısı, samsa, boorsok, kattama, Kırgız pilavı” gibi yemekleri vardır. Beşparmak Kırgızların en meşhur yemeği olup, önemli misafirlerin gelmesi durumunda mutlaka ikram edilir. Yemeğin adı beş parmakla yenmesinden gelir, kesme denilen çok ince kesilmiş hamurun üzerine çok küçük doğranmış et ve soğandan oluşan sosun ilave edilmesiyle yapılır. Bütün Türk Dünyasında ortak olduğu gibi Kırgızların da geleneksel içeceği “Kımız”dır.

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

KAYNAKÇA Saadettin, GÖMEÇ, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Ankara 1999 (1.Baskı), s.105148. Doğan KAYA, Kırgızların Milli Oyunu Kökbörü. Mehmet SARAY, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, İstanbul 1996, s.189. TİKA, Türk Dünyası Edebiyatı 1.Cilt, Ankara 2002 Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Dünyası El Kitabı 1.Cilt, Ankara 2001(3.Baskı) Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Dünyası El Kitabı 4.Cilt, Ankara 1992(3.Baskı) Nurgül MOLDALİEVA, Kırgız Kültüründe “Cıgaççılık(Marangozluk)” ve “Boz Üy” ile İlgili Kelimeler Üzerine, sf.7 1* Muhammet Emin ÇEVİK, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 2. Sınıf Öğrencisi.

25


ÖZBEKLER Fatih ERTÜRK1* Özbekistan, resmî adıyla Özbekistan Cumhuriyeti, Orta Asya’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden sonra bağımsızlığını kazanan ve resmî dil olarak Türk lehçelerinden Özbek Türkçesini kabul eden bir Türk devletidir. Başkenti Taşkent olan Özbekistan’ın diğer önemli şehirleri Buhara, Semerkant, Namangan, Fergana, Nukus, Hive, Hokand, Andican, Urgenç, Termez, Şehrisebz’dir. Asya’nın merkezinde bulunan ve toplam 447.000 kilometrekarelik yüz ölçümüne sahip olan ülkeyi Altay Dağlarının uzantıları olan Tanrı Dağları ve Hisar Dağları çevreler. Başta gelen akarsuları Amu Derya ve Sır Derya ırmaklarıdır. Topraklarının %80’i düzlüklerden ibarettir. Bu düzlüklerin önemli bir kısmınıAmu Derya Irmağı’nın güneydoğu kısmında kalan Kızılkum Çölü oluşturmaktadır. Özbekistan; doğudan Kırgızistan ve Tacikistan, güneyden Afganistan ve Türkmenistan, batıdan ve kuzeyden ise Kazakistan ile komşu devlettir. Devlet nüfusunun %71’ini Özbekler oluşturmaktadır. İkinci sırada % 10 orana sahip olan Ruslar gelir. Diğer etnik unsurların başta gelenleri ve genel nüfusa oranları ise şöyledir: Tacikler %4.7, Kazaklar %4, Karakalpaklar %2, Tatarlar %1.7, Kırım Tatarları %1. Bunların dışında kalan etnik unsurların oranları % 1’in altındadır. Türklerin tamamına yakını Müslüman’dır. Ülke 8 Aralık 1992’de yürürlüğe giren anayasayla yönetilmektedir. Devletin en üst yöneticisi cumhurbaşkanı, hükümetin başkanı ise başbakandır. 500 üyeli bir parlamentosu vardır. Özbekistan, BM, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü), BDT (Bağımsız Devletler topluluğu) ve IMF (Uluslararası Para Fonu) gibi uluslararası örgütlere üyedir.

26

Türklerin kadim yerleşme alanlarından biri olan Özbekistan coğrafyasına, tarihte Hun Türkleri, Göktürkler, Kırgız Devleti, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlar, Moğollar, Altınordu ve Timurlular hâkim oldu. Özbekistan ve bölge ülkelerinin altın çağı Timurlular dönemi oldu. Timurlular Devleti, tarihin en büyük hükümdarlarından biri olan Timur Han tarafından 1370’de Orta Asya ve İran toprakları üzerinde kuruldu. Bu devlet, Maveraünnehir ve İran dâhil Çin ve Delhi’ye kadar bütün derin Asya’nın yanı sıra Irak, Suriye ve İzmir’e kadar tüm Anadolu’ya egemen oldu. Timur Han’ın 1405’te Çin’e sefere giderken vefatıyla ülke, oğulları ve torunları arasında pay edildi. Fakat Timur’un oğlu Şahruk 1420’de bütün ülkeye hâkim oldu. Şahruk’un vefatından sonra taht mücadelesini Güzel Türkistan - Aralık 2013


1447’de oğlu Uluğ Bey kazandı. Aynı zamanda büyük bir âlim olan Uluğ Bey’in 1449’da, oğlu Abdüllatif tarafından öldürülmesiyle başlayan istikrarsızlık, 1451’de Ebu Said bin Muhammed’in hâkimiyetiyle son buldu. 1470’te Timur Devleti tahtına geçen Hüseyin Baykara’nın 1505’e kadar süren döneminde Timur Devleti kültür ve medeniyet alanında en parlak dönemini yaşadı. Daha sonra 1507’de hâkimiyetin Şeybanîler’in (Özbekler) eline geçmesiyle Timur Devleti sona erdi. Timurlular kültür, sanat ve mimaride muhteşem eserler verdiler. Batılılar bunu “Timurlu Rönesansı” diye isimlendirdi. Timurlular döneminde birçok büyük İslam âlimi ve mutasavvıf yetişti. Ülkeye adını veren Özbek Türklerinin ilk dönemleri fazlaca bilinmiyor. Fakat ‘’Özbek’’ adının ilk olarak 1313-1340 arasında hüküm süren Altınordu hükümdarı Gıyaseddin Muhammed Özbek tarafından verildiği biliniyor. Timur İmparatorluğu topraklarının Aral Gölü ve Seyhun Nehri’nin kuzeyindeki bölgelerde dağınık olarak yaşayan Özbekler 1428’de kısa sürede çevredeki kabileleri hâkimiyet altına aldılar.

1468’den sonra Çağatay Moğol hükümdarı Yunus Han’a iki defa yenilerek dağılan Özbekler, Ebu’l-Hayr ‘ın torunu Muhammed Şeybanî etrafında toplanarak, ‘’Şeybanî’’ adını aldılar. Bu dönemde Çağataylıların himayesine girerek Türkistan’a yerleşen Özbekler, 1500’de Buhara’yı ele geçirerek Timurlu Hanedanına son verdiler ve tahta Muhammed Şeybanî’yi geçirdiler. Orta Asya’nın en güçlü devletini kurdular. Hive ve Buhara Hanlıklarının yıkılması 1860’da Ruslar Türkistan içlerine ilerlemeye başlamasını güçlendirdi. Buhara ve çevresi, Taşkent ve diğer iller Ruslar tarafından işgal edildi. Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği Dönemlerinde her Türk devleti gibi sancılı bir süreç geçiren Özbekistan, 20 Haziran 1990’da egemenliğini, 1 Eylül 1991’de ise bağımsızlığını ilan etmiştir. 29 Aralık 1991 tarihinde düzenlenen referandumla bağımsızlık ilanı onaylanmıştır. Özbekistan birçok önemli aydının doğduğu ve yaşadığı topraklardır. Bunlardan Türk diline büyük hizmetlerde bulunan Ali Şîr Nevâî, hadis düsturunu oluşturan Muhammed İbn İsmail El Buharî, bilimci Birûnî ve Hoca Ahmet Yesevî, İslam âlimlerinden Ubeydullah-ı Ahrar, İmam-ı Maturidî gibi önemli kişilikler Özbekistan topraklarında doğmuş, büyümüş ya da havasını soluyup bu topraklarda hayata gözlerini yummuştur. Türkçenin iki büyük kolundan birine, Çağatay Türkçesine bağlı olarak gelişen bugünkü

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

27


1930’lara kadar sürmüştür. Hamza Hekimzâde Niyazî, Abdurrauf Fıtrat gibi yazarlar Özbek Çağdaş Edebiyatının öncülüğünü yapmışlardır. Bu dönemde Terakki, Hurşit, Şöhret, Turan, Sada-yı Türkistan, Hürriyet, Ayine gibi gazete ve dergiler yayımlanmış; modern şiir, öykü, piyes türünde eserler yazılmaya başlamıştır. Ancak 1925’ten sonra Sovyetler Birliği’nin sanat anlayışı edebiyatta da etkisini hissettirmeye başlamıştır.

Özbek Edebiyatı, Çağatay Edebiyatının bir devamıdır. Özbeklerin zengin bir halk edebiyatı geleneği vardır. Alpamış ve Köroğlu çevresinde oluşan destanlar başta olmak üzere, aşk öyküleri, masal, atasözü, mani, ninni, türkü, ağıt, alkış, kargış, bilmece, atışma, taşlama, sözlü halk tiyatrosu bu ürünlerdendir. Bu ürünler 1918’den sonra bilimsel olarak derlenip yazıya geçirilmeye başlanmıştır. Doğal olarak bu ürünler bugünün edebiyatına da bir temel oluşturmuştur. Çağdaş Özbek Edebiyatı, 1860’tan 1910’lu yıllara kadar bizdeki Tanzimat dönemini andıran bir hazırlık dönemi yaşamıştır.

1991’de Özbekistan’ın bağımsızlığım kazanmasıyla ülkede “Ulusal İçerikli” bir edebiyat gelişmeye başlamıştır. Bu edebiyatın başlıca temsilcileri şunlardır: Hamit Alimcan, Erkin Vahidoğlu, Abdullah Arifoğlu, Cemal Kemal, Rauf Parfi, Gûlçehre Nurıllayeva, Amar Matcan, Dedehan Hasan, Muhammed Salih, Hasiyet Baba Muradoğlu, Azim Süyün, Umsan Azimoğlu, Şevket Rahman, Erkin Azam, Hurşit Davran, Tahir Kahhar, Sait Ahmet, Naim Karimov, Nazar Eşankul, Seyyar. Özbekistan’ın önemli şehirlerinden Taşkent, içerisinde kültürel mirasları hâlâ korumaktadır. Bunlar: Kukeltaş Medresesi, Hast-İmam Meydanı, Zengiata’dır. Semerkant: Sah-ı Zinde Türbesi, Gor Emir Anlt Kabri, Uluğ Bey Rasathanesi, Registan Meydanı’dır. Buhara: Ark Kalesi, İsmail Samani

Edebiyatın modernleşme safhasında öncelikle biçimde eskiye, özde yeniye bağlılık gözlenmektedir. Edebiyat; toplumu aydınlatma, eğitim, toplumsal aksaklıklar, türünden sorunlara yönelmiştir. Özellikle İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul’un Türkistan’a yayılmaya başlayan düşünceleri, tüm Türk dünyasında olduğu gibi Özbekistan’da da yenilik akımı anlamına gelen ceditçi ve millî bir edebiyat anlayışı uyandırmaya başlamıştır. Özbek edebiyatında yenilikçi (ceditçi) dönem 1903’te bu ulusal uyanışla başlamış ve

28

Güzel Türkistan - Aralık 2013


Özbekistan; tarihi, kültürel mirasları, mutfak kültürü, Özbekistan insanlarının samimiyeti, misafirperverliği ile gezilecek ve görülecek önemli Türk devletlerinden biridir. Türbesi, Çaşme-i Eyüp Türbesi, Çor (dört)-Minare Medresesi, Poi Kalon Camii, Kukeldaş Medresesi, Leb-i Havuz Meydanı, Nadir Divanbeyi Medresesi, Uluğ Bey Medresesi, Mir Arap Medresesi. Hive’de ise Allah Kulu Han Medresesi, Cuma Camii, Muhammed Rahim Han Medresesi, Kunya Ark Hisarı, Palvan-Kari Külliyesi önemli turistik ve kültürel miras yerleridir. Özbekistan’da Nevruz Bayramı en eski halk bayramlarındandır. 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde yeni yılın başlangıcı olarak 5 bin yıldan bugüne kadar kutlanmaktadır. Bir gelenek olan doppi şapkaları ise bayan-erkek her kesimin kullandığı kültürel bir nesnedir. Her şehrin doppi’si farklı olur. Seramik ve minyatür sanatının da Özbek ellerinde güzel şekillere girip korunduğu, devam ettirildiği görülmektedir. Özbek aile yapısında samimiyet çok önemlidir. Aileler çocuklarına bu geleneği çok küçük yaşlarda öğretmektedirler. Selamlaşma ve edep Özbek çocuklarına küçük yaşlarda kazandırılır. Bölgede en çok üzüm, kayısı, kavun, karpuz, erik, kiraz, ayva, şeftali, armut, incir gibi meyveler yetiştirilmektedir. Özbek yemek kültürü ise çok çeşitlidir. Diğer Türk mutfaklarında görüldüğü üzere, Özbek mutfağında da et ve hamur çok tüketilir. Yemek kültüründe en dikkat çekici unsur, Özbek pilavıdır. Bu pilav dünyaca ünlü bir tattır. Sütten yapılan ekşimik, çökelek, katık, sızma, kaymak vb. zevkle tüketilen yiyeceklerdir. Sos ve garnitür geleneksel Aralık 2013 - Güzel Türkistan

Özbek mutfağında yok denecek kadar azdır. Özbeklerde çay tüketimi de çok fazladır. Hem “karaçay” dedikleri siyah çayı hem de yeşil çayı çok tüketirler. Çayı “piyale” adı verilen kâselerde içmeyi tercih ederler. Özbekistan; tarihi, kültürel mirasları, mutfak kültürü, Özbekistan insanlarının samimiyeti, misafirperverliği ile gezilecek ve görülecek önemli Türk devletlerinden biridir.

KAYNAKÇA ÖZTÜRK, Rıdvan (2012), “Özbek Türkçesi”, Türk

Lehçeleri Grameri, Editör: Ahmet Bican Ercilasun, Akçağ Yay., Ankara

h t t p : / / w w w. c o g r a f y a . g e n . t r / s i y a s i / d e v l e t l e r / ozbekistan.htm (08.12.2013)

h t t p : / / w w w. m i l l i f o l k l o r. c o m / t r / s a y f a l a r / 2 4 / 2 4 . pdf#page=10 (07.12.2013)

http://www.tdid.ege.edu.tr/files/gultekin.mustafa. anitma-9-2.pdf‎ (07.12.2013)

http://www.turkish-cuisine.org/pages php?

ParentID=3&FirstLevel=19&SecondLevel=124 (07.12.2013)

http://tdid.ege.edu.tr/files/gultekin.mustafa. anitma-9-2.pdf (07.12.2013)

http://turkoloji.cu.edu.tr/makale_sistem/tum_list. php?t=tum&psearch

=%D6zbek (06.12.2013)

ÜŞENMEZ, Emek (2013), Yeni Özbek Edebiyatı, Akçağ Yay., Ankara

Yazım Kılavuzu, TDK Yayınları, 2012, Ankara, 7. Baskı

1* Fatih ERTÜRK, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 2. Sınıf Öğrencisi.

29


UYGURLAR Safiye YAZICI1* Uygur adı ve bu adın anlamıyla ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Türkçe kaynaklarda Uygur adı ilk kez Orhun Yazıtlarında geçmiştir. Çin kaynaklarında Hui-He, Hui-hu, Wei-wu şeklindedir. Uygur adının anlamıyla ilgili Hamilton, “şahin gibi hücum eden orman halkı”; Bahaddin Ögel, “çukur”; Ebulgazi Bahadır Han Şecere-i Terâkime’de “uymak, yapışmak”; Kaşgarlı Mahmut, “kendine yeter” gibi anlamlara geldiğini savunmuşlardır. Uygur adının siyasi bir ad değil, kabile veya bölge adı olduğunu ileri sürenler de bulunmaktadır. Çin kaynakları, Uygurların Hunların neslinden geldiğini ve Köktürkler gibi onların da kurttan türediğini kabul etmektedir. Buna benzer bir görüş de Uygur Türklerinin ağaçtan türedikleridir. Yine Çin kaynaklarından ve Köktürkçe kitabelerden tarih sahnesine Selenge ırmağının doğduğu kısmından çıktıkları ve buranın ilk yurtları olduğu anlaşılmaktadır. İlk dönemlerinde Baykal Gölü etrafında yaşam sürmüşlerdir. 745 yılında Uygur Devletini

30

kurmuşlardır. 840 yılına kadar yaşadıkları bölgenin en büyük gücü haline gelen Uygurların yine bu tarihte kuzeyden gelen Kırgızlar tarafından egemenliklerine son verilmiştir. Farklı dinî inanışları bulunan Uygurlar, 10. yüzyılda Karahanlıların öncülüğünde İslamiyet’i benimsemişler. 13. yüzyılda Moğol hâkimiyetine girmişler ve 18. yüzyıla kadar bölgede bulunan hanlıkların egemenliğinde yaşamışlardır. Uygur Türkleri, 1933 ve 1944 yıllarında iki defa kendi devletlerini kurdular. 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Türkistan’ı işgal ederek Uygur Türklerinin 1944 yılından beri varlığını sürdürdüğü 2. Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni yok etmiştir. 1955’te eyalet sistemine son verilmiş Doğu Türkistan’ın adı Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi, başkentin Dihua olan adı da Urumçi olarak değiştirilmiştir. Uygulanan baskılar neticesinde bölgedeki Uygur Türkleri ekonomik ve kültürel faaliyetlerde bulunamamışlardır. Uygur Türkleri, günümüzde varlıklarını Türkistan’ın doğusunda bulunan Doğu Türkistan’da Çin hâkimiyeti altında sürdürmeye çalışmaktadırlar. Doğu Türkistan, 1.65 milyon kilometrekarelik bir alanı kaplamaktadır. Zengin bir tarihe ve kültüre sahiptir. Petrol, uranyum, altın, kömür, doğalgaz gibi yer altı ve yerüstü zenginlikleri mevcuttur. Çin, kömür rezervinin yarısını Doğu Türkistan’dan sağlamaktadır. Hammadde zenginliklerinin %85’i Doğu Türkistan’da bulunmaktadır. 1993 yılında yapılan nüfus sayımına göre Doğu Türkistan’daki nüfusun %62’sini Türk kökenliler oluşturmaktadır. %47’lik oranı Uygur Türkleri temsil etmektedir. Rakamsal olarak 7 milyon 589 bin civarındadır. En yaygın din İslamiyet olmakla birlikte Hristiyanlık, Budizm, Taoizm gibi dinler de yaşamaktadır. Güzel Türkistan - Aralık 2013


Uygur Türkleri, Çağatayca’nın devamı olan Uygur Türkçesini kullanmaktadırlar. Radloff’un ve Ramstedt’in yaptıkları tasnifte Uygur Türkçesi, “doğu” grubunda yer alırken, Samoyloviç’in yaptığı tasnifte “tağlık” grubunda yer almaktadır. Kullandıkları alfabe Arap harflerinden oluşmaktadır. Uygur Türkleri esaret altındaki vatanlarını kurtarmak için çeşitli mücadeleler vermişlerdir. Baskılara, zulümlere ve işkencelere karşı direnmeye çalışmışlardır. Esir durumdaki halkın milli duygularını harekete geçirecek ve onlara bağımsızlık mücadelesinde öncü olacak isimler var olmuştur. Bu isimlerden bazıları Mesut Sabri Baykuzu, Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin’dir. 1930’lu yıllardan itibaren milleti için mücadeleye başlayan Alptekin, Doğu Türkistan’ın içinde bulunduğu durumu şu sözlerle ifade etmiştir: “Memleketim, halen Çin esareti altında ve Rus istila tehlikesi karşısındadır. Halkım, büyük bir imha tehlikesi ile karşı karşıyadır. Eğer bu imha tehlikesinden kurtulamazsa yok olup gidecektir. Çinliler, son yıllarda Doğu Türkistan’a getirmeye başladıkları m i l y o n l a r c a muhacirle, nüfus fazlalığı altında Türkleri ezmek istemektedir. Gayeleri, zamanla iki yüz milyon Çinliyi Doğu Türkistan’a yerleştirmek ve Türk nüfusunu zaafa uğratıp asimile etmektir. Ancak bütün bunlara rağmen, tarihte nice imparatorluklar kuran, üç kıta üzerinde hâkimiyet tesis eden, büyük bir kültür ve medeniyet meydana getiren büyük Türk milletinin bir parçası olan Doğu Türkistan Türkleri, yüce Allah’ın yardımıyla bir gün mutlaka esaret zincirlerini kıracaklardır. ‘İnanıyorsanız, muhakkak galipsiniz’ ilâhi Aralık 2013 - Güzel Türkistan

hükmü mucibince, bütün esir Türk ülkeleri, hürriyet ve istiklallerine kavuşacaklar, kendi milli devletlerini kuracaklardır. Buna inancım tamdır.”2 Doğu Türkistan’da edebiyat alanında bazı isimler dikkat çekmiştir. Halkın yaşadıklarını yazılarıyla ve şiirleriyle anlatmaya çalışan yazar ve şairlerin 1949 yılından sonra yazma özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Yasaklara rağmen yazmaya çalışanlar ağır suçlamalarla cezalandırılmışlardır. Abdurrehim Ötkür, Uygur edebiyatında öne çıkan isimlerden olmuştur. Yazma özgürlüğü elinden alınan Ötkür yazmadan halkının sesini, isteklerini nasıl duyuracağının üzüntüsünü yaşamıştır. Bunun üzerine şu dizeleri kaleme almıştır: Uygur Türkçesi Ḳelem suŋdi, elem ezdi dilimni Şamal darip kikeç ḳildi tilimni. Ḳolum tutmas, putum basmas, paleçmen. Nimeŋ birle ḳilay razi elimni paleçmen Nimeŋ birle ḳilay razi Türkiye Türkçesi Kalem kırıldı, zulüm ezdi gönlümü, Rüzgâr vurup, kekeme yaptı dilimi Elim tutmaz, ayağım basmaz, felcim, Nasıl memnun edeyim halkımı. 3 Abduhaluk Uygur, Lütpulla Mütellip, Armiye Nimşehit, Zünun Kadiri Uygur edebiyatında değerli eserler veren diğer isimlerdir. Doğu Türkistan’da sağlık hizmetlerinden eğitim alanına, çocuk planlamasından dinî vazifelerin yerine getirilmesine, zorunlu göçten iletişim imkânlarından faydalanmaya kadar her alanda Uygur Türklerine karşı bir sindirme politikası mevcuttur.

31


Uygur Türklerinin kültürlerinin bir parçası olan halk eğlenceleri, bugün de yaşattıkları oyunlardan oluşmaktadır. Bu oyunlar özel gecelerde, şenliklerde, festivallerde, bazen taklitlerle bazen de oyun materyallerinin hazırlanmasıyla oynanır. Bazı oyunlar gösterilerde sergilenen hareketler ve konular sebebiyle siyasi bir havaya bürünmüştür. Uygur halk eğlencelerinden bazıları şöyledir; güreş, cambazlık, dönme salıncak, kaplan oyunu, deve oyunu, teke oyunu, tepküç oyunu, ceviz oyunu ve oğlak çekişmece. Yaşanılan eşitsizliklerin önemli bir kısmı eğitim alanında gerçekleştirilerek Uygur Türklerine getirilen kısıtlamalar, onların söz kazanma, eğitim seviyelerini yükseltme oranlarının önünde engel teşkil etmektedir. 1998 yılında alınan kararla üniversitelerdeki eğitim dili Çince olarak düzenlenmiştir. Bu uygulamanın bütün okullarda faaliyete konulması planlanmaktadır. Uygur Türklerinde halk giyiminin geçmişi 3000 yıl kadar öncesine uzanmaktadır. 1949 yılında Tanrı Dağlarının çevresinde yapılan kazılarda yün dokumalar bulunmuştur ve bu dokumalar bugün Doğu Türkistan giyimlerinde görülen motiflerle benzerlik göstermektedir. Bu durum aynı zamanda Uygur halk giyimindeki köklü medeniyetin de göstergesidir. Uygur Türklerinde ipekçiliğin gelişmesiyle beraber çeşitli ipek kumaşlardan giysiler yaygınlaşmıştır. Özellikle “etles” adı verilen kumaş tercih edilmektedir. Giysiler üzerine genellikle badem, gül gibi motifler işlenmektedir. Giyim konusunda oldukça çeşit bulunmaktadır. Üst giyimler; gömlekler, çekmençapan, perace-çapan, peşmet çapan, limçe ve cüyaza diye adlandırılmaktadır. Ayak giyimleri; keşe, mese, toflik’tir. Baş giyimlerinin çeşitleri ise doppalar ve tumaklardır. Uygur Tüklerinin giydikleri elbiselerdeki motifler, onların hangi yöreye ait olduklarının, hangi mesleği yaptıklarının ve maddi durumlarının göstergesidir. Giysilerde kullanılan renkler genelde sarı, yeşil, kırmızı, pembe, mavi, siyah ve beyazdır.

32

Uygur Türklerinde önemli olan konulardan biri de yemektir. Köklü geçmişleri kültürlerine olduğu gibi mutfaklarına da yansımıştır. Uygur mutfağında yemek çeşidi oldukça fazladır. Bu yemek çeşitlerinden bazıları Çin Müslümanları (tunganlar) tarafından Çinlilere de geçmiştir. 150’den fazla yemek çeşidi bulunan Uygur yemekleri, hamur, et, yumurta ve sebze yemekleri şeklinde gruplandırılmaktadır. Uygur mutfağındaki yemeklerden bazıları; katmer, tavuklu pilav, etli havuçlu pilav, legmen, et yemekleri, kıymalı şorpa (sulu köfte), samsa (börek), lamb kebab (şiş kebap)’tır. Her yemeğin farklı bir pişirme şekli vardır ve hangi yemeğe hangi baharatın veya sebzenin konulduğunu bilmek de önemlidir. Genelde yemek yemek için seçilen alan geniştir ve daire şeklinde değil, evin biçimini köşeleyecek şekilde oturmaktadırlar. Sofrada öncelik, yaşı büyük olanlarındır. Başköşeye yaşı büyük olan oturur, diğerleri de yaş sıralamasına göre

Güzel Türkistan - Aralık 2013


Uygur Türkleri uzun yıllar boyunca çeşitli zorluklara göğüs germişler, fakat hiçbir zaman şiddetten yana olmamışlardır. Tüm olumsuzluklara ve kısıtlamalara rağmen kültürlerini ve değerlerini korumaya gayret göstermişlerdir.

Kaynakça * 1 Safiye YAZICI, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi.

2 TAŞÇI, Mehmet Ali (1985), Esir Doğu Türkistan İçin İsa Yusuf Alptekin’in Mücadele Hatıraları, İstanbul. sofrada yerlerini alırlar. Bu durum saygının göstergesidir. Yemekten önce ellerin yıkanması da Uygur Türkleri için önemlidir. Yemekler genelde kâselerde yenilmektedir. Uygur Türkleri de diğer Türk toplulukları gibi misafirperverdirler. Evlerine gelen misafirlere ilk önce yeni demlenmiş çay ikram ederler ve sonrasında yemek sofrasına geçerler. Bu çay bazen sütlü çay da olabilmektedir. Yemekten sonra da yine çay ve meyve ikram edilir.

3 ALİYEVA, Minara (2009), Abdulhaluk Uygur’un Çağdaş Uygur Edebiyatındaki Yeri ve Önemi, ÇÜ Türkoloji Araştırmaları Merkezi.

Uygur Türkleri, müzik ve dansa yatkınlıklarıyla tanınmaktadırlar. Müzik, hayatlarının bir parçası olmuştur. Bu yüzden her evde mutlaka bir tane de olsa müzik aletine rastlamak mümkündür. Yazılı kaynaklara göre Uygur Türklerinin bilinen en eski müzik örnekleri 6000-8000 yılları öncesine kadar dayanmaktadır. Müzik ve kullandıkları çalgılar bakımından Uygur Türkleri oldukça zengindir. Baliman, ney, surnay, tambur, dutar, def, pipa Uygur ç a l g ı l a r ı n d a n d ı r. Uygur Türkleri, folklor zenginliklerini de bugün türkü ve koşma söyleme alışkanlıklarıyla yaşatmaktadır. Aralık 2013 - Güzel Türkistan

33


AZERBAYCAN Bilal SAKIK1* Azerbaycan resmî adıyla Azerbaycan Cumhuriyeti, Güney Kafkasya’da Türk kökenli bir devlettir. Kuzeyde Rusya, Kuzeybatıda Gürcistan, güneybatıda Ermenistan, güneyde İran ve güneybatıda Türkiye (Nahçivan sınırı) ile komşudur. Doğu sınırını Hazar Denizi çizmektedir. Bir kısmı Avrupa ve bir kısmı Asyadadır. Başkenti Bakü’dür. Azerbaycan sözcüğünün kökeni hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunların arasında önde gelen görüşler şunlardır:

1.

Mehmet Emin Resulzade’ye göre Makedonyalı İskender’in kurduğu Yunan-Bahter imparatorluğuna karşı bağımsızlığını ilan eden Satrap Atropet’in adından gelmektedir.

2.

Ahmet Cağferoğlu’na göre Atar ve Patar kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir (Özkan,1997:205).

3.

Mecusî diniyle ilgili olarak “od“ anlamındaki azer ve “muhafız“ anlamındaki baygan kelimelerinden de gelmiş olabileceği belirtilmektedir (http://www.tika.gov.tr/Dosyalar/ Azerbaycan.doc).

Azerbaycan Tarihi Azerbaycan, tarih sahnesinde M.Ö. 6. asırdan itibaren görülmeye başlar. Jeopolitik durumu itibariyle, devamlı istilalara uğramış ve çeşitli devletlerin hâkimiyeti altında kalmıştır. Bu bölgede kurulan ilk devlet, Ahameni Komutanı Sahrap Atropates’in temellerini attığı krallıktır. Atropates Krallığının ismi zamanla değişikliklere uğramış, Sasanilerce Azurbeycan, Süryanilerce Azerbaigan olarak isimlendirilmiştir. Türkler ve İranlılar ise bu bölgeye Azerbaycan ismini vermişlerdir. Atropetes krallığından sonra bölgeye çeşitli devletler hâkim olmuşlardır. Türklerin buraya esaslı yerleşmeleri M.S. 4 ve 5. asırda olmuştur. 10151016’dan sonra buraya Oğuz boyları yerleşmeye başlamıştır. 1043 senesinde Tuğrul Bey, amcası ve amcaoğlunu burayı fethe gönderdiyse de, Bizanslılarla uzun süren çarpışmalardan bir netice alınamamıştır fakat Azerbaycan’ın kesin Selçuklu

34

Güzel Türkistan - Aralık 2013


18. yüzyılda Şeki Hanı Hacı Çelebi, Gence Hanı Şahverdi Han gibi bazı hanlar gönderdikleri mektuplarda Osmanlı Devletinin hizmetinde olduklarını bildirmişlerdir.

hâkimiyeti altına girmesi Sultan Alparslan devrinde gerçekleşmiştir. Azerbaycan, 12. Asırdan 16. asra kadar birçok devletin hâkimiyeti altına girmiştir. Azerbaycan, 15 ve 16. asırda Safevi ve Osmanlı Devleti arasında sürekli mücadeleye sahne olmuş ve nihayetinde Sultan III. Murad Han devrinde Osmanlı Devletinin tam hâkimiyetine girmiştir. 18. yüzyılda Şeki Hanı Hacı Çelebi, Gence Hanı Şahverdi Han gibi bazı hanlar gönderdikleri mektuplarda Osmanlı Devletinin hizmetinde olduklarını bildirmişlerdir. Bu yüzyılda Rusya’nın Azerbaycan üzerine yapmış olduğu akınlar Osmanlı Devleti tarafından engellenmiştir. 19. asrın başlarında Rusya, himaye bahanesiyle Doğu Gürcistan ile birleşmiş ve Azerbaycan’ın işgalinin önünü açmıştır. Azerbaycan 1828 Türkmençay antlaşması ile ikiye bölünmüş; Aras nehri sınır olmak üzere kuzeyi Rusya’nın, güneyi İran’ın hâkimiyeti altına girmiştir. Bu antlaşmadan itibaren Azerbaycan toprakları uzun süre mücadelelere sahne olmuştur. Rusya Azerbaycan’ı ele geçirdikten sonra Anadolu Türkleri ile Azerbaycan Türklerini birbirinden ayırmak maksadıyla Erivan merkez olmak üzere yapay bir Ermenistan yaratılmıştır. Azerbaycan’da Rus istilası olurken Ruslar

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

35


savaş masraflarını karşılamak için halka ağır vergilerle yüklenmeye başladı. Rus sömürüsüne dayanamayan Türklerin isyanı meşhur Kaçak Hareketi ile kendisini gösterdi. 1890’larda Rus idaresinin ağır vergilerini ödeyemeyen Nebi adlı fakir bir Türk köylüsünün direnmesiyle başlayan Kaçak Hareketi, milli bir baş kaldırma haline geldi. Daha sonra bu hareket İran’a sıçradı. Rusya ile iş birliği yapan İran ayaklanmanın ele başlarını öldürerek, bu hareketi dağıttı. Nihayetinde 28 Mayıs 1918’de Mehmet Emin Resulzade önderliğinde Kuzey Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmiş; ancak 1920 yılında Ruslar tarafında işgal edilmiştir (Özkan, 2002: 92). Bu işgalden sonra 1990 yılına kadar Sovyet rejiminde kalmış Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra 30 Ağustos 1991’de Kuzey Azerbaycan bağımsızlığına kavuşmuş, Güney Azerbaycan ise İran toprakları

içerisinde kalmıştır.

Nüfus ve sosyal yapı Azerbaycan’da yaklaşık olarak 8.202.500 (2002) nüfusun %90,6’sını Azerbaycan Türkleri, kalanını da diğer ırklar oluşturmaktadır (Özkan, 2002: 93). Güney Azerbaycan Türklerinin nüfusu ise 20-30 milyon arasında tahmin edilmektedir. Kuzey Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün dışında önemli şehirleri Gence, Lenkeran, Sumgayıt, Mingeçevir, Alibayramlı ve Şeki’dir.

KarabağSorunu

1988 Ocak ayında, Ermenistan Azerbaycan’a karşı baskısını artırdı. 6 Mayıs 1989 tarihli Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulunun kararı ile Dağlık Karabağ yönetiminde görevli olan bütün

Lider kişilerin bu sözleri ülkeler arasındaki bağın derinliğine önemli bir vurgu yapmıştır. 36

Güzel Türkistan - Aralık 2013


Azerbaycan Türkleri bölgeden çıkarıldı. 30 Kasım 1989’da Ermenistan Meclisi SSCB’nin onayı ile Karabağ’ı kendi topraklarına katma kararını aldı. 20 Ocak 1990’da Sovyet yönetimi aldığı kararla Sovyet ordu birlikleri kanlı bir olay ile Bakü’ye girdi. 8 Ağustos 1991’de Karabağ da bulunan son Türk köyü olan Nüvedi Köyü boşaltıldı ve Karabağ Ermeniler tarafından kanlı bir şekilde ile zaptedildi.

Azerbaycan Türkiye İlişkileri Azerbaycan Türkiye ilişkilerini liderlerin şu sözleri ile açıklayabiliriz: Atatürk: “Azerbaycan’ın sevinci bizim sevincimiz, kederi bizim kederimizdir.” Ebülfez Elçibey: “İki kardeşin yan yana ayrı devletler kurduğu nerede görülmüştür. Azerbaycan ve Türkiye olarak en kısa zamanda birleşmeliyiz.” Haydar Aliyev: “ Biz bir millet, iki devletiz.” Lider kişilerin bu sözleri ülkeler arasındaki bağın derinliğine önemli bir vurgu yapmıştır.

Azerbaycan Edebiyatı 12 ve 13. yüzyıllarda Azerbaycan edebiyatında Farsça yazan önemli edebiyatçılar yetişmiştir. Genceli NİZAMİ: 1141 yılında Azerbaycan’ın kültür Aralık 2013 - Güzel Türkistan

merkezlerinden olan Gence’de doğmuştur. Nizami’nin en büyük özelliği hamse yazan ilk Türk şairi olmasıdır. Nizami’ye şöhret kazandıran eseri “Hamse”sidir. Hamsesinde “Sırlar Hazinesi”, “Hüsrev ü Şirin”, “Leyla vü Mecnun”, “Yedi Gözel” ve “İskendername” isimli mesnevileri bulunmaktadır. Nizami, yalnız şair olarak değil, büyük bir fikir adamı olarak da tanınır. Hikâyeleri arasında Sultan Sencer ve Karı Hikâyesi, Kerpiç Kesen Koca Hikâyesi önemlidir. 14. yüzyıldan sonra bölgeye yönelen Türk akınları, Farsça’nın etkisini kırmıştır. Seyit Nesimi: 1369 yılında Azerbaycan’da doğmuştur. Şeyh Fazlullah’tan almış olduğu Hurufilik düşüncelerini yaymaya çalışmıştır. Devrin din adamlarınca düşünceleri, İslam’a aykırı bulunarak 1417 yılında idam edilmiştir. Şiirlerini halkın konuştuğu sade ve akıcı Türkçe ile söylemiştir. Türkçe ve Farsça söylediği şiirlerini ihtiva eden bir divanı vardır. Gazel tarzının en tanınmış şairi olarak gösterilir. Hem Osmanlı hem Azerbaycan edebiyatı içerisinde sayılan Fuzuli, 16. yüzyılda dünya çapında büyük lirik şairdir. Bu dönemde önemli âşıklar ve tasavvuf şairleri de yetişmiştir. Şah İsmail Hatai: 1486 yılında Güney Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde doğmuştur. Şeyh Safiüddin’in soyundandır. İyi bir eğitim gören Şah İsmail 16. Yüzyıl’ın başlarında İran’da Safevi

37


Devletini kurmuştur. Hatai mahlasını kullanmış, daha çok aşk tasavvufi şiirleriyle tanınmıştır. Hatai, şiirlerini Türkçe ve Farsça dilleriyle yazmış, gazelleri ve koşmalarından başka “Dehname” ve “Nasihatname” adlı mesnevileri de vardır. 18. yüzyılda Osmanlı edebiyatındakine benzer tarzda klasik şiirle halk şiirinde birbirine yaklaşma, dilde sadeleşme görülür. 1875’te Azerbaycan Türkçesi ile ilk gazete (Ekinci) çıkarılmıştır. MirzeFeteli (Fethali) Ahundov, HasanbeyZerdabi, MirzeKâzım Bey gibi toplumsal konuları işleyen edebiyatçılar yetişmiştir. Mirze Feteli Ahundov, 1812 yılında Azerbaycan’ın Şeki şehrinde doğmuştur. Küçük yaşlardan itibaren, çevresinde sayılan önemli bir din adamı olan amcası, Fethali’nin tahsil ve terbiyesi ile bizzat meşgul olmuş; ona Arapça ve Farsça öğretmiş, dini ilimlerle ilgili dersler vermiştir. Amcası ile birlikte Azerbaycan’ın birçok yerini gezip görmüş, halkın hayatını yakından tanımıştır. Bu döneme ait gözlemlerini, daha sonra tiyatroda malzeme olarak kullanmıştır. Ahundov, edebi hayatına 1830’lu yıllarda şiir yazarak başlamıştır. O, klasik şiir anlayışının dışında kalmış, realist halk şiirini benimsemiştir. 1850’den itibaren yazdığı komedilerini 1859 yılında “Temsilat” ismiyle yayımlamıştır.

Bu bakımdan Ahundov, dünyasındaki ilk Tiyatro yazarlarındandır. Komedilerinde sosyal meselelere yer vermiştir. İran ve Rus hükümetlerinin zulümleri, halka karşı insafsız tutumları, çok sert bir şekilde, bazen üstü kapalı bir üslupla tenkit etmiştir. O, tiyatroyu; toplumu eğitmek, kötü alışkanlıkları, sosyal bozuklukları, insan tabiatındaki ihtirasları ortadan kaldırmak yolunda bir silah olarak kullanmıştır. Ahundov’un yazdığı belli başlı komediler şunlardır; “Hikayet-i Molla İbrahim Halil-i Kimyager ”(Kimyager Molla Halil’in Hikayesi), “Hikayet-i Mösyö JordanHekim-i Nebatat” (Mösyö Jordon’un Hikayesi). Çok yönlü bir şahsiyet olan Ahundov, tiyatro alanının yanı sıra hikâyeler, mektuplar, tarih, coğrafya, din, felsefe, estetik, sanat ve edebiyat hakkında makaleler yazmıştır. Eserlerinin, anlaşılır, sade bir Azerbaycan Türkçesiyle yazan Ahundov modern Azerbaycan nesir dilinin kurucusu olmuştur. 1878 yılında vefat eden Mirze Feteli Ahundov, eserleriyle sadece Azerbaycan’da değil Türkistan’da da tesirli olmuştur. 20. yüzyıl başlarında Rusya’da başlayan değişimler Azerbaycan’da ulusal benliğe dönüş eğilimini güçlendirmiştir. Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık akımları gündeme gelmiş; özellikle

Eserlerinin, anlaşılır, sade bir Azerbaycan Türkçesiyle yazan Ahundov modern Azerbaycan nesir dilinin kurucusu olmuştur. 38

Güzel Türkistan - Aralık 2013


Türkçülük hareketi çevresinde dergiler, gazeteler yayımlanmıştır ve tiyatro dalı da gelişmiştir. Günümüz Azerbaycan edebiyatında Üzeyir Hacıbeyli, Samed Vurgun, Bahtiyar Vahapzade, Nebi Hazri, Ahmet İsmail, Mehmet Ardan, Şehriyar, Sehend, Ali Tebrizi gibi önemli sanatçılar vardır.

Azerbaycan Yemek Kültürü Azerbaycan mutfağının en önemli özelliği çeşit zenginliği ile doğal malzemelerden meydana gelmesidir. Bu zenginlik bölgeyi gezmiş çeşitli seyyahların tespitleriyle belgelenmiştir. XVI. yy’ da Azerbaycan’ı görmüş İngiliz asıllı seyyah Antoni Cenikson,Şamaha bölgesinde Abdullah Han’ın evinde kendisine ikram edilen yemeği şöyle anlatmaktadır. “Yere sofralar açılmıştı. Üzerine her çeşitten yemekler konulmuştu. Yemekler çeşitlerine göre gruplandırılmıştı. Benim hesabıma göre 140’a yakın yemek vardı sofrada. Bir müddet sonra sofralar, üzerindeki yemeklerle birlikte kaldırıldı. Yeni sofralar getirildi. Bunların üzerinde de 150 çeşit tatlı ve meyve vardı. Böylelikle bir defada 290 çeşit yemeği tatmak imkânı doğdu. Bütün yıl boyunca taze sebze ve meyvelerin bulunması, bunların tek başına ya da başka doğal besinlerle birlikte uyumlu bir biçimde kullanılması Azerbaycan mutfağının zenginliğini yaratmıştır. Bu zenginlikte, çok değişik pişirme teknikleri ile kullandıkları kap kacakların rolü büyüktür. Azerbaycan mutfak kültüründe komşu ve kardeş halkların mutfağının etkisinden de söz etmek gerekir. Bu etkileşim komşu Kafkas boyları, Türkiye, İran, Arap, Çin ve Hint mutfakları arasında olmuştur. Burada altının çizilmesi gereken husus, İpek Yolu gerçeğidir. Tarihi İpek Yolu birçok kültür unsuru gibi mutfak kültürlerinin de birbirleriyle tanışmasına yol açmıştır. Aynı şekilde Azerbaycan mutfağına mahsus dolma çeşitleri, pilavlar, haş (Kellepaça soğuk ve söğüş olarak yenir), bozbaş (sulu et yemeği), çığırtma (kavrulmuş tavuk üzerine yumurta), çorba vb. yemekleri de yukarıda andığımız halkların mutfağında görmekteyiz.

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

Azerbaycan Müzik Kültürü Zengin bir kültüre sahip olan Azerbaycan Türkleri bu özelliklerini müzik alanında da gösteriyor. Bin yıllık bir geçmişi olan Azerbaycan müziği, konularını genelde Azerbaycan halkının yaşamlarından ve sosyal olaylardan almıştır. Azerbaycan Türkçesinin Farsçadan etkilenmiş olması geleneksel Azerbaycan müziklerinde kendini gösterir. Zira Kafkas, Orta Asya ve İran ağırlıklı etkiler dikkat çeker. Azerbaycan müziklerinde tar, kemençe, ut, bağlama, balaban, zurna, kaval, nağara, garmon (küçük akerdeon), tütek (düdük flüt) gibi çalgılar kullanılır. Zengin bir halk oyunu kültürüne de sahip olan Azerbaycan’ın halk oyunları şunlardır; Abbas Gendi (Çay şekeri), Abayı, Avarı, Ağır Garadağlı, Azerbaycan, Alça Gülü, AsmaKesme, Asta, Garabağlı, Ay Beri Bah, Benövşe (Menekşe), Beyaz Geceler, Brilyant (Pırlanta), Cengi, Ceyranı, Cehribeyim, Çalparağ, Çattadı, Çay, Çit Tuman,Darçını, Desmalı, Enzeli, Gazağı, Gaytağı, Goçeli, Gızlar Bulağı, Gızılgül, Gıtgılıda, Gelin Havası, Gofta, Gülegez, Gelin Getirme, Gülmeyi, Hala-Bacı, Halay, Hançobanı, Iğdır Barı, Innabı, İki Arvadlı, Kışkanç, Köroğlu, Lâle, Lezginka, Mehribanım Çal Oyna, Naz Eyleme, Sarı Gelin, Sarı Köynek, Semeni, Şalaho, Uzundere (dans) ve Vağzalıdır.

KAYNAKÇA KARTALLIOĞLU Yavuz, YILDIRIM Hüseyin, Azerbaycan Türkçesi, Ankara 2007, s.173-174 GÖMEÇ, Saadettin, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Ankara 1999, s. 35-36 T İKA, Türk Dünyası Edebiyatı 1.Cilt, Ankara 2002 1* Bilal SAKIK, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 2. Sınıf Öğrencisi.

39


TÜRKMENLER Betül DÖNMEZ1* Türkmenler, soydaşları Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar ve Uygurlar gibi yakın tarihe kadar aynı siyasi kaderi yaşamışlardır. Bu bakımdan Türkmen tarihi diğer Türk halklarının tarihinden ayrı tutulamaz. Türkmen adının ortaya çıkışı da 10. yüzyıla rastlar. Bu ad üzerine dile getirilen genel görüş “Müslüman ve yerleşik hayat sürdüren Oğuzlar” şeklindedir. Günümüzde bu ad dar manada, Türkmenistan’da yaşayan Türkmenler ile İran, Irak, Suriye ve Anadolu’da yaşam süren Türkmen boylarına mensup Türkler için kullanılmaktadır. Türkmenler, Türklerin Oğuz grubundandır. Bir takım eski dil özelliklerini korumakla beraber, Çağatay ve Kıpçak sahası boylarının arasında kaldıklarından, diğer

Oğuz grubu ağızlarında görülmeyen bazı dil hususiyetlerini de benimsemişlerdir. Günümüzde Türkmenler Asya’nın çeşitli bölgelerine yayılmış olmakla birlikte, büyük çoğunluğu Horasan bölgesinde yaşam sürmektedir. Türkmenler, Safevi hükümdarı Nadir Şah’tan sonra, İranlıların ve Hivelilerin hücumlarına maruz kalmışlardır. 1835’ten itibaren ise Merv bölgesine doğru yayılmaya başlamışlardır. 1845’te Türkmenler, Hivelileri iki kez mağlup etmişler ancak 1856 ve 1860’ta İranlılar ile karşılaşmalarından sonra büyük kayıp vermişlerdir. İran’a barış teklifinde bulunmalarına rağmen İran barış teklifini kabul etmemiş bunun üzerine tekrar İran ile savaşa başlamışlardır. Bunun sonucunda Farslıları yenilgiye uğratarak tekrar bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. 1873’te Ruslar Hive’yi istila etmişlerdir. 1879’da ise Ruslar, General Lomakin önderliğinde Göktepe’ye hücum etmişler ve bunun üzerine Nurbendi Han’ın oğlu Berdimurad insanüstü bir gayret göstererek Rusları yenilgiye uğratmıştır. Ruslar yenilginin sorumlusu olarak gördükleri Lomakin’i azledip yerine Skobelev’i tayin etmişlerdir. Haziran 1880’de Slobelev, Türkmen topraklarına girmiş ve Rus yenilgisinin öcünü en kanlı şekilde almıştır. Türkmenlerin ve Türkistan’ın son müdafaa kalesi olan Göktepe, Çarlık Rusyasına karşı olağanüstü bir kahramanlık mücadelesi göstermiş olan Türkmenlerin eşit olmayan şartlarda meydana gelen savaşa dayanamayarak ağır kayıplar vermesiyle 12 Ocak 1881’de düşman eline geçmiştir. Çarlık Rusyasının işgaline karşı Türkmenistan da muhalefet baş göstermiştir. 1916’da Türkistan Ayaklanması başlamış,

40

Güzel Türkistan - Aralık 2013


Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’tır. Nüfusunun yüzde yetmiş sekizini Türkmenler, yüzde dokuzunu Özbekler, yüzde altısını Ruslar, yüzde ikisini Kazaklar, yüzde birini Tatarlar ve yüzde dördünü diğer azınlıklar oluşturmaktadır. bu ayaklanma Bolşevik İhtilalinden sonra da devam etmiş fakat başarılı olamamıştır. 1924 yılında ise Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. 1927’de SSCB federal bir anayasa çıkararak, Orta Asya’daki Türkleri beş cumhuriyete ayırmıştır. 1990’lı yıllar Türkmenistan ve Türk Dünyası için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Mayıs 1990’da Türkmen Türkçesi Cumhuriyetin resmi dili kabul edilmiş, 27 Ekim 1990’da ise Saparmurat Türkmenbaşı Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Türkmenistan uzun yıllar Sovyet hâkimiyetinde kalmış ancak, 22 Ağustos 1990’da egemenliğini

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

kazanmıştır. 27 Ekim 1991’de yapılan halk oylamasıyla bağımsız Türkmenistan Devletinin kurulmasına karar verilmiştir. Bağımsızlığını tanıyan ilk ülke Türkiye olmuştur. Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’tır. Nüfusunun yüzde yetmiş sekizini Türkmenler, yüzde dokuzunu Özbekler, yüzde altısını Ruslar, yüzde ikisini Kazaklar, yüzde birini Tatarlar ve yüzde dördünü diğer azınlıklar oluşturmaktadır. Türkmenistan, Orta Asya Cumhuriyetleri arasında nüfus artış oranı en yüksek olan ülkedir. Ülkede okuma yazma oranı yüzde doksan

41


Türkmenistan tarihi derinliklerden kendine özgü değerleri dünden bugüne taşımayı başaran bir ülkedir. Zengin ve özgün bir medeniyete sahiptir. dokuzdur. Ülkenin dini İslam’dır. Türkmenler, inançlarına son derece bağlı bir yapıya sahiptir. Gelenek ve inançlarında İslam dininin yanı sıra, Türkmenlerin eski dini olan “Gök Tanrı” (Şamanizm) geleneklerinin etkisi görülmektedir. Türkmenistan’da Çarlık devrinde ve Sovyetler Birliğince eğitim alanında olduğu gibi din alanında da dinden uzaklaştırma politikası izlenmiştir ancak bu politika onların iman ve inançlarının önünde bir engel olamamıştır. Türkmenistan Bayrağı, yeşil zemin üzerine beyaz bir ay, beş yıldız ve beş Türkmen halı motifinden meydana gelmektedir. Batısında Hazar Denizi (Azerbaycan), güneyinde İran (Horasan Eyaleti), güney doğusunda Afganistan (Güney Türkistan), kuzeyinde ise boydan boya Özbekistan’ın Karakalpakistan Muhtar Cumhuriyeti ve asıl Özbekistan bulunmaktadır. Kuzeybatısında ise Kazakistan ile sınırı vardır. Ülkenin büyük çoğunluğunu dünyanın en büyük çöllerinden biri olan Karakum Çölü kaplamaktadır. Güneyden uzanıp giden Köpet dağı, bölgeye canlılık veren Amuderya Irmağı ve bu ırmaktan beslenen Karakum Kanalı ülkenin en önemli coğrafi değerlerindendir. Dünyanın en uzun ve geniş ırmaklarından olan Ceyhun diğer adıyla Amuderya Nehri, bir yandan bölgeye hayat verirken diğer yandan da ekolojik zenginlik ve nehir turizmine de ev sahipliği yapmaktadır. Türkmenistan’da kara ve ak sazak çöldeki

42

en belirgin bitki örtüsüdür. Asya, Avrupa ve Afrika’yı asırlarca birbirine bağlayan en önemli ulaşım, haberleşme ve ticaret yolu olan İpek Yolunun dokuz güzergâhı da Türkmenistan’dan geçmektedir. Ülkenin en önemli gölleri; Sarıkamış, Karaboğaz ve Hazar Gölü’dür. Türkmenistan’da pamuk üretimi de önemli bir yer tutar. Pamuğun yanı sıra üzüm, kavun, karpuz gibi meyveler de yetişmektedir. Güzel iklim koşullarında çeşitli meyve ve sebzeler yetiştirilmektedir. Toplam yüzölçümünün üçte ikisi çöl olan ülkenin, tarıma elverişli alanı sadece yüzde üçtür. Bu sebeple tarım sadece nehir vadilerinde ve vahalarda yapılmaktadır. Ülkede doğal hayat oldukça canlıdır. Hayvancılık gelişmiştir ve başka coğrafyada bulunmayan hayvanların büyük bir bölümü ülkenin üçte ikisini kaplayan Karakum Çölünde yaşamaktadır. Türkmenistan’a özgü en önemli hayvan ise Ahal-Teke Atlarıdır. Ahal-Teke atları görkemiyle, güzelliğiyle dünyaca ünlüdür. Zarif ve ince bir yapıya sahip olan Ahal-Teke Atı’nın kulakları dik, gözleri parlak, kuvveti sağlam, kuyruğu ve yelesi kısadır. Açlığa ve susuzluğa oldukça dayanıklıdır. Ülkede gıda sanayi üretimi oldukça azdır. Başlıca sanayi tesisleri petrol ve pamuğa Güzel Türkistan - Aralık 2013


dayanmaktadır. Son yıllarda petrol rafinerileri, gaz çıkarılması, kimya sanayi, elektrik sanayi ve makine imalatı ürünleri ile azotlu gübre, halı ve tekstil ürünlerindeki artış ile sanayi sektörü canlanmaya başlamıştır. Ülkede iki büyük rafineri bulunmaktadır (Türkmenbaşı, Türkmenabat). Türkmenistan’ın en önemli yeraltı kaynakları petrol ve doğalgazdır. Çıkarılan petrolün kalitesi oldukça yüksektir ve henüz işlenmemiş geniş petrol sahaları vardır. Türkmenistan, yeni Türk Cumhuriyetleri içinde, en büyük doğalgaz rezervine sahip ülkedir. Petrol, genellikle Hazar Denizi ve yakınlarında bulunduğu halde, doğalgaz Hazar Denizi kıyılarında ve daha çok ülkenin kuzey ve doğu bölgelerinde bulunmaktadır. Türkmenistan tarihi derinliklerden kendine özgü değerleri dünden bugüne taşımayı başaran bir ülkedir. Zengin ve özgün bir medeniyete sahiptir. El sanatları oldukça gelişmiştir ve çeşitli zanaatlar yapılmaktadır. Kuyumculuk, Türkmen hayatında ticarette önemli olduğu kadar sosyal hayatta da oldukça önemlidir. Kuyumculukta işleniş inceliği, zarifliği yıllar geçmesine rağmen özgünlüğünü kaybetmemiştir. Ayrıca yapılan işlemelerde kullanılan kırmızı akik, granat, firuze taşlarının halkı mutluluğa,

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

huzura kavuşturacağına inanılmaktadır. Bu bakımdan Türkmenler için özellikle Türkmen kadınları için takılar, psikolojik bir güç kaynağı olarak varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Türkmen takıları, kökleri oldukça eskiye dayanan, ince bir sanat olmasının yanı sıra, Türkmen kültürünün de en önemli unsurlarından biri olmuştur. Bu sanat edebiyata kadar işlemiş, ünlü Türkmen Şairi Mahkumkulu’nun eserlerine de yansımıştır. Türkmenlerin milli kıyafetleri ise binlerce yıllık geleneğe sahiptir ve tarih kaynaklarında da belirtilmiştir. Milli kıyafetlerinden en dikkat çekici olan erkeklerin başlarına giydiği “Silkme Telpek”tir. Yünü kesilmemiş kuzu derisinden yapılır ve hava koşullarına uygundur. Yaşı büyük olanlar siyah, gençler ise beyaz giyerler. Bir başka başlık türü de genç kız ve erkeklerin giydikleri “Tahya” (Börk) dır. Tahyaları genellikle genç kızlar ile gelinler giyer ve kızların giydiği Tahyalar, erkeklerin giydiklerinden oldukça farklıdır. Türkmen gelinlerinin giydiği “Çırpı”, “Kürte”, “Gınaç”, “Keteni Köynek” süsleri bakımından sanat derecesinde olan el işlerinin örnekleridir. Türkmen erkeğinin ak ve kara telpeği, yakası işlemeli uzun gömleği, ağı geniş pantolon ve kaftanı, kadınların kolları ve yakaları motifli uzun elbiseleri modern giysilerin yanında zaman

43


zaman kullanılmaktadır. Geleneksel Türkmen giysileri, Türkmenistan’daki yaşama tarzını ve iklim koşullarını yansıtmaktadır. Bu geleneksellik, Türkmenlerin kültürel açıdan oldukça büyük bir zenginliğe sahip olduklarını göstermektedir. Kültürünün önemli bir parçası olan Türkmen halıları dünyaca üne sahiptir. Türkmenistan bayrağında bulunan beş büyük boyu simgeleyen ve bu boylara ait halı motiflerinin bulunması, Türk Dünyasında halıya verilen önemi göstermesi açısından oldukça önemlidir. Türkmenistan’da her halının bir hikâyesi vardır ve dokuyanlar duygularını adeta yazar gibi halılara işlemişlerdir. Dünyanın en büyük halısı yine Türkmen halısı olup 1996 yılında Türkmenistan’da dokunmuştur. Büyüklüğü 285 metrekare, boyu 20.82 metre, eni 12.90 metre ve ağırlığı bir tondur. Türkmenlerin her türlü duygu ve düşüncelerini halıya işlemeleri bu sanatın aslında ne denli gelişmiş ve ustalık gerektiren bir iş olduğunu gözler önüne sermektedir. Şöyle ki halıya verilen ve yüklenen değerleri, Türkmenistan’ın en önemli bayramlarından olan Halı Bayramından anlayabiliriz. Türkmenler resmi ve dini bayramlara, ayrıca özel günlerin kutlanmasına oldukça özen gösterirler. Nevruz ve Kurban bayramları ayrı bir yere sahiptir. Ramazan bayramı ise hâlâ resmi olarak kutlanmamaktadır. Ancak her yıl oruç tutanların sayısı artış göstermektedir. Bu bayramlar içerisinde en kapsamlı kutlanan bayram “Nevruz”dur. Türkmenistan’da Nevruz “Semeni” olarak adlandırılan yiyecekle özdeşleşmiş ve “Nevruz”un simgesi olmuştur. Türkmenler, Özellikle bağımsızlık sonrasında bayramlarını kitleler halinde kutlamaya başlamışlardır. Halk bayramlarının yanı sıra Türkmenistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra resmi bayramlar da ilan edilip kutlanmaya başlanmıştır. Türkmen halkının tarihi olduğu gibi sanatı da çok geniştir. Dutar, gıcak, gargı ve dilli tüydük gopuz müzik sanatına renk katmıştır. Dutar; varlığı insanların çok eski tarihine dayanan

44

Türkmen çalgısıdır. Şairler, kendi şiirlerini dutarın eşliğinde halka sunmuşlardır. İki telli, on üç oerdeli bir müzik aletidir. Dutarın sesi, Türkmenlerin, Türkmen kalbinin sesidir. Türkmen halkı zengin folklora sahiptir. Folkor, büyüklerinin genç nesillere bıraktığı bir mirastır. Türkmen folklorundan; “Nakıllar” (Atasözler) “Hüvdüler”, (Ninniler) “Matallar” (Masallar)... örnek gösterilebilir. Türkmen Edebiyatı, edebi geleneği çok eski bir tarihe dayanır. Türkmenistan bir edebiyat hazinesidir. Köroğlu: Türkmenlerin Köroğlu destanı daha eski ve en zengin varyantlardan biridir. Bu destanın günümüze kadar gelmesini söze ve saza borçluyuz. Bahşılar, ozanlar, âşıklar Köroğlu kervanının başını çekenlerdir. Köroğlu destanı Türk topluluklarının genelinde bulunmaktadır. Köroğlu bir iki asrın değil, birkaç hanedanlık devrini içine alan bütün bir çağın ruhi önderi olarak halkın duygu düşüncelerinde, maddi hayatında yaşaya gelmiştir. Korkut Ata: Bugünkü Uygur yurdunda, Kazakistan’da, Azerbaycan’da ve gelenekler müzesi olarak adlandırmak gereken Türkmenistan’da Dede Korkut, halkın hafızasında, dilinde bozulmadan, en eski el yazmalarını nerede ise tamamlayacak şekilde yaşayıp günümüze gelmiştir. Korkut Ata Destanı veya Oğuznamesi tahminen 1500-1600 yıl önce oluşmuştur. Türkmen Klasik Edebiyatı, 17. yüzyılda kurulmaya başlanmış, bilhassa Azadi ve Mahtumkulu ekolleri ile ün kazanmıştır. Mahtumkulu: Türkmen halkının adeta övünç kaynağıdır. Âlim bir babanın oğlu olarak 1732’de Gerkez’de doğmuştur. Türkistan’da Arapça, Farsça ve edebî doğu Türkçesini öğrenmiştir. En önemli ilkesi, dürüstlük, vicdan, bağımsızlık ilkeleridir. Türkistan Türkmen Güzel Türkistan - Aralık 2013


konusunun yanı sıra kahramanlık, mertlik kavramlarını işlemiştir. Ayrıca sevgi konulu şiirler de yazmıştır. Seyitnazar Seydi: 1768’de doğmuştur. Yaşadığı devirde, hem vatanı için mücadele etmiş hem de yazmış olduğu şiirlerle halka moral kaynağı olmuştur. Tarihi ve edebiyatı bir çatı altına toplamış ve bu bağlamda oldukça çarpıcı eserler vermiştir.

boylarından yetişen şairlerden en önde gelenidir. Şiirleri hala bütün Türkistan’da büyük bir önemle okunmaktadır. Şiirlerinde işlediği konular ağırlıklı olarak birlik ve beraberliktir. İdeali bütün Türkmen boylarını tek çatı altında toplamaktır. Mahtumkulu ve eserlerinde Türkmen halkının dehasını, millî iradesini görmek mümkündür. Türkistan ve Azerbaycan’ın her yerini dolaşmış ve tasavvufta şaha çıkmıştır. Kemine: Asıl adı Memmetveli’dir. Türkmen klasik şiirini üstün bilgisi, felsefesiyle zenginleştirmiştir. Devrin meselelerini şairane bir üslupla dile getirmiştir. Mahtumkulu’ndan sonra sosyal konuları açıkça dile getiren bir şairdir. Şiirlerinde sivri dilli bir üslupla gerçeği olduğu gibi anlatan, şahısları değil geneli ele alan bir şairdir. Halka ihanet eden mollaları, kadıları şiirlerinde eleştirmiştir. Edebi yaratıcılığının diğer bir yanını fıkralar oluşturur. Zelili: 1800’de Gürgen’de doğmuştur. 1837 yılından sonra meydana gelen olaylardan oldukça etkilenmiştir. Yazdığı şiirlerden dolayı şaire, vatan şairi denilmiştir. Şair, vatan konusunu en iyi şekilde anlatmıştır. Bu konuları en akıcı ve etkileyici bir biçimde anlatabilmek için halk arasında yaşayan atasözlerinden ve hikâyelerden faydalanmıştır. Şiirlerinde vatan

Aralık 2013 - Güzel Türkistan

Türkmenler Klasik edebiyatta olduğu kadar Çağdaş edebiyatta da oldukça gelişme göstermiştir. 20. yüzyıla damgasını vurmuş olan Türkmen şairlerinin ve yazarlarının sayısı oldukça fazladır. Kerim Gurbannepesov: Bazı Türkmen edebiyatçılarınca 20. yüzyıldaki Mahtumkulu olarak görülmektedir. Fakir bir ailede dünyaya gelmiştir. Hayatta iken basılmamış eserleri ölümünden sonra basılmıştır. Berdinazar Hudaynazarov: Çağdaş Türkmen Edebiyatının en önemli şair ve yazarlarındandır. Türkmenlerin Cengiz Aytmatov’u da denilmiştir. Eserleri birçok dile çevrilmiştir. Türkmenistan Yazarlar Birliği başkanıdır.

Kaynakça Altın Asıra Girerken Tükmenistan, Şubat2000, Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi Gurbandurdı Geldiyev, Sözkonusu Edebiyat, İstanbul, 2003, Kaynak Yayınları Mehmet Kara, Türkmen Edebiyatı Üzerine İncelemeler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Dünyası El Kitabı 1.Cilt, Ankara 2001(3.Baskı) 1* Betül DÖNMEZ, Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 4.Sınıf Öğrencisi.

45


TATARLAR Goncagül TANRIVERDİ1* Tatarlar ya da Tatar Türkleri daha çok Rusya Federasyonu içinde yaşayan bir Türk halkıdır. Tataristan Cumhuriyeti, Doğu Avrupa’da Çulman ve İdil nehirlerinin birleştiği yerde bulunan Rusya Federasyonuna bağlı özerk bir Türk cumhuriyetidir. Moskova’nın yaklaşık 800 km doğusundadır. Yüz ölçümü 68.000 km² dir. Başkenti Kazan’dır. Ak İdil, Ik, Çulman, İdil ve Mokrat Tataristan’da yer alan en büyük akarsulardır. İdil ve Çulman aralarında en büyüğüdür. Tatarlar XIX. yüzyılda bütün kültür kurumları gibi alfabenin de yenileşme (ceditçilik) akımının gündeme gelişine kadar eski yazıyı kullanmışlardır. Şimdiki alfabeleri Kiril alfabesidir.

Tataristan devletine kaynaklık eden “Tatar” adını tarihte asıl meşhur eden Altın Orda Devleti olmasına rağmen bu ad, komşuları ve eski batılı yazarlar tarafından Asya’daki bütün Türkleri adlandırmak için kullanılmıştır. Bugünkü Tataristan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılma sürecinde 30 Ağustos 1990’da Tataristan’da tam siyasi bağımsızlığını ilan etti. Rusya’dan ayrılma niyetini bildirince, Rusya parlamentosu buna ret cevabı verdi. Bu bağımsızlık halen hiçbir devlet tarafından tanınmamaktadır. Ülke Rusya Federasyonu içerisinde Tataristan Cumhuriyeti olarak varlık göstermektedir. 1992 yılında referandum ile yeni anayasa onaylanmış ve %62 kabul oyu ile kabul edilmiştir. 15 Şubat 1994 tarihinde Tataristan Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasında kurumların konu ve yetkilerinin sınırlandırılmasına

Bugünkü Tataristan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılma sürecinde 30 Ağustos 1990’da Tataristan’da tam siyasi bağımsızlığını ilan etti. 46

Güzel Türkistan - Aralık 2013


dair anlaşma imzalanmıştır. Bölgede yaşayan Tatarlara, Kazan veya İdil Tatarları adı verilir. Dünyada kendisini bu halkın üyesi kabul eden 7 milyon kadar insan yaşamaktadır. Ancak bunların dörtte biri Tataristan’da yaşamaktadır. 1989 sayımına göre Tataristan’da 1.765.404 olan bu sayı bütün SSCB’de toplam 6.645.588’dir. Tataristan’ın tamamına yakını Müslüman’dır. Kreşin olarak bilinen küçük bir Tatar grubu ise Ortodoks’tur. Özellikle tarihten günümüze dek Tatarlar üzerinde sağlanmaya çalışılan bölünme ve Ruslaştırma, Ortodokslaştırma girişimlerinin pek başarılı olmadığı, Tatarların her şeye rağmen din ve dillerine bağlı kaldıkları söylenebilir. Tataristan’da yaşayan farklı etnik grup olarak Karatay Mordvinleri gösterilebilir. 100 civarında olan Karatay Mordvinleri, Mordvince sözleri barındıran bir Tatarca konuşmaktadırlar. Tataristan yönetiminin başında cumhurbaşkanı yer alır. Tataristan Cumhurbaşkanı Rustem Minnikhanov’dur. 25 Mart 2010’da görevine başlamıştır. Tataristan Anayasası’na göre cumhurbaşkanı sadece Tataristan halkı tarafından Aralık 2013 - Güzel Türkistan

seçilebilir. Ancak Rusya Federasyonu’nun yasalarına göre bu yasa belirsiz bir tarihe kadar askıya alınmıştır. Rusya’daki “Cumhurbaşkanlığı Seçim Yasası”na göre yöneticiler, yerel yönetimler tarafından seçilebilir ve sadece söz konusu yönetici adayları cumhurbaşkanı adayı olarak seçilebilirler. Cumhuriyet, geçmişten günümüze gelen üç kültür ve iki dinin tarihî ve kültürel mirasına sahiptir. Bu miras bugün ülkedeki üniversitelerde, müzelerde, tiyatrolarda, kütüphanelerde çeşitli boyut ve yönleriyle irdelenmektedir. Tataristan’da ulaşımda nehirlerden faydalanılır. Irmak limanlarıyla Moskova ve İdil Nehri havzasının diğer şehirlere düzenli yolcu taşımacılığı yapılır. Demiryolu ulaşımı fazla gelişmemiştir. Ülkede birçok otoyol vardır.

Tatar Edebiyatı Stalin döneminde baskılar sırasında Tatar-Başkurt ihtilâl öncesi yazarların hemen

47


hepsini kaybetmiş edebiyat ve tiyatro ani bir gerileme içine girmişti. Yazarlar parti düzeni içerisinde ideolojik savaşta araç olmaya başlamışlardı. Çeşitli merkezlerde matbuat organları kapatılıyordu. Yirmili yılların sonunda edipler çeşitli merkezlerden Kazan’a toplanmaya başladılar. Orenburg’tan Ş.Kemal, Samara’dan F.Burnaş, Taşkent’ten H.Toktaş, Ufa’dan N.İstenbet geldiler. Moskova’da Tatarca çıkan gazete ve dergilerin basımı durduruldu. Ediplerin 1920-30’lu yıllarda işte böyle zor şartlar altında ideolojik baskıyı çeşitli taraflardan hissettiği hâlde eser vermeleri gerekiyordu. Onun için yazarlar kendi iç sansürünü oluşturup edebiyatta sanat için açılmış imkânlardan faydalanarak yazarlık misyonunu yerine getirmeye çalıştılar. Savaşların yanı sıra ihtilaller de Tatar şairlerini pek çok bakımdan etkilemiştir. Sosyalist İhtilal’in temel maksadı yeni ve sosyalist görüşe uygun toplum yaratmaktı. Komünist Partisi sanata ve edebiyata el atmış gençleri ve aydınları yavaş

ve sistemli bir şekilde eğiterek Marksist-Leninist görüş ve estetiğini benimsetip sanata ve edebiyata hâkim olma işini gerçekleştirme yolunda adımlar atmıştı. Mecit Gafuri’nin“Urak Biyen Çükiç”, Hadi Taktaş’ın“İşliyler”, Musa Celil’in “Başakta Tehit” şiirleri, siyasi eğilimlerin edebiyata yansımasını ifade eden çarpıcı örneklerdir. İhtilalin başarısı için halkın el birliğiyle çalışması, iş üretmesi telkinleri eserlerin vazgeçilmez teması olur. Folklor alanında başarılı çalışmalarıyla tanıdığımız Naki İsembik de dönemin modasına uyarak “Komuna Timirliğinde” adlı eserinde toplu olarak çalışmanın faziletinden bahsederek milletçe ideallerinin “iş birliği” olduğunu söyler. Dönemin büyük şairleri; Selah Atnagulov, Fethi Burnaş, Galimcan İbrahimov, Abdullah Tukay, Musa Celil, Fatih Kerim, Hasan Tufan, Hadi Taktaş’tır. Tatar-Sovyet Edebiyatı, diğer Türk boylarında olduğu gibi Sovyet baskısı ve ideolojisi etrafında şekillenmiştir. Ceditçi saflarda yer alan aydınlar baskı ve zulme uğramışlar, bu uğurda yaşamlarını yitirmişlerdir. Stalin’in ölümünden sonra bir rahatlama yaşansa da 1960’lı yıllarında sonunda aydınlar üzerindeki baskı politikası yeniden başlamıştır. Bu durum millî uyanışı zedelememiştir. 1991’de SSCB’nin dağılıp Türk boylarının bağımsız olması ile millî kültürün ve edebiyatın gelişmesinde yeni imkânlar sağlanmış olur.

Tatarlarda Giyim-Kuşam ve Yemek Kültürü Tatar Türklerinin giyim kuşamları kültürlerinin yansıtıcısı olmuştur. Giyimlerindeki kültür de oldukça zengindir. Deri dokuma ve süsleme tekniği, Tatar Türklerinin giyimlerinde dikkat çekmektedir. Motiflerde genellikle çiçek, bitki, yıldız, bazen de Arapça harfler ve kuş

48

Güzel Türkistan - Aralık 2013


örnekleri işlenmiştir. Erkeklerde de kadınlarda da tunik şeklindeki gömlekler tercih edilmektedir. Gömlekleri yeleklerle ve her birinin özel ismi olan şapkalarla tamamlamışlardır. Erkekler kışın giysilerini dizlere kadar uzanan kürk paltolarla tamamlarken kadınlar, kısa kürkleri bazen de kadifeden yapılmış paltoları tercih ederler. Çocukların giysileri de yine büyüklerin giysilerine benzer şekildedir. Tatar Türklerinin giyim kuşamlarındaki çeşitlilik yemeklerinde de görülmektedir. Tatar yemekleri daha çok hamur işi ağırlıklıdır.

1 Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2002, sayı 203. Tatar Edebiyatı Tarihi, SSRF Fener Akademiyesi Kazan Filiali G. İbrahimov, 2. Cilt, Kazan, 1985, 482-485s. Gönül PULTAR, Tataristan Cumhuriyetini Tanımak, Radikal, 20.02.2009, s.15 1* Goncagül TANRIVERDİ, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi.

Düğün, doğum, ölüm gibi özel günlerde imece usulüyle hamur işi ağırlıklı tatlı ve tuzlu börekler hazırlayarak misafirleri en iyi şekilde ağırlamaya özen gösterirler. Başlıca yemekleri çiğbörek, kaşık börek, köbete, sarı burma, tava lokum, lakşa, oğmaç, baklalı erişte ve katlamadır. İçecek olarak ise en çok yeşil çay tüketilmektedir. Çay, Tatar Türklerinde misafirperverliğin bir sembolü olarak görülmektedir. Yaygın olan bir diğer içecek de kış içeceği olarak bilinen bozadır.

Kaynakça Aralık 2013 - Güzel Türkistan

49



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.