Öküz ve Kirpi

Page 1

Un poco sostenuto

Öküz ve Kirpi Mehmet Zafer Demir-2009 Yazmak deliliktir. Okuyucu ve Yazar, Yazar ve Metin, Okuyucu ve Metin arasındaki mesafe aşılamaz. Bir yazarın başka bir çağda üzerine çalıştığı anlayabileceğimiz bir tek kavram bile yoktur. Sanki aynı çağdakileri anlayabilecekmişiz gibi! Bunun için dünyanın dört bir tarafında maaşlı devlet ve şirket filozoflarının ürettiği akademik kabızlıklar ve hazımsızlıklara bir göz atmak yetecek de artacaktır bile. 'Ne bu yazdığım bir bilgisayardır ne de bu yanımdaki bir kitaptır.' Ne buyrulur bu önermeye? 1


Eğer ne zaman ve nasıl doğduğumu ve hala niçin yaşamaya devam ettiğimi ve niçin devam ettirmemeyi ertelediğimi ve niçin günde en az iki defa hayvanlardan farksız bir mekanizmayla yiyecek bulmak icin ortalığı velveleye vermeye hazır olduğumu bilmiyorsam nasıl emin olabilirim ki bu bir bilgisayardır ve şu bir kitaptır? Gerçekten de Haydn'ın 3. senfonisini mi dinliyorum şu an? Gerçekten de bir koltuk mu şu üzerinde oturduğum şey? Ya yerçekimi kanununu inkar edenlerdensem? Pencereden atlamam mı teklif edilecek hemen? Ya atlamaya hazırsam hemen ve şimdi? Eger atlarsam ve düşersem yerçekimi kanunu ispat edilmis mi olacak yani? Yoksa sadece kolumu bacağımı mı kırmış veya ölmüş mü olacağım? Niçin çalıştığım yerde sadece kapının bize dönük olan tarafında 'Güleryüzlü ol!' düsturu yapıştırılmış? Ne olurki yarın işe gitmezsem? Açlıktan geberir miyim? Hatta şu an hayatta kalma ihtimalini bile unutmalı mıyım? Rivayet edilir ki ' Zaman değişir, insanlar değişir.' Her ne kadar bu önerme bir çeşit hakikat' e sahip gözükse de, ben aksini iddia etmek istiyorum ve diyorum ki bu önerme yanlıştır. Diyorum ki bu önermeyi tesis eden 'zaman' ve 'insan' adları ve 'değişmek' fiili gayet bulanık ve gayet ikircikli. 'Zaman' , bir zihinsel inşa etme, bir insanmerkezci teselli, eğer bir kendini kandırma değilse tabi ki, kendini koruma içgüdüsünün güdümünde, ki niçin ve nasıl koruyacağımız hakkında en ufak bir bilgimiz olmadan, yıldızlı cennetlerin altında yakalanıp da apışıp kaldığımız anlamsızlığı unutmak için kullandığımız bir araçtan başka da bir şey değil halbuki. Eger bu argüman ikna edici olmadıysa o zaman Heidegger'i dinleyelim yani felsefenin sonunun filozofunu: 'Fakat zaman nerdedir? Zaman diye birşey var mıdır ve bir mekana sahip midir? Açıkcası, zaman hiç yok da değildir.' İşte filozoflar bu bezdirici düğümü çözmek için ta eski zamanlardan beri uğraşıp duruyorlar ama asla çözmeyi de başaramayacaklar. Ama bu demek degil ki çözmüş gibi böbürlenmekten geri 2


duracaklar bu maaşa bağlanmış devlet filozofları, sanki düğüm filan yokmuş gibi! Efendim? 'Sonsuza kadar' ve 'Eski zamanlardan beri' mi dedim ben şimdi? Evet, maalesef dedim. Mesele şu ki, tecrübe ettigimizi anlamlı kılmak icin bir çeşit başlangıç ve bir çeşit son'a ihtiyacımız var. (Ama bununla birşey tecrübe ettiğimizi filan da kastetmiyorum tabi.) Önce farzediyoruz ki, eğer bir dünya varsa -birinci illüzyon- bunun bir de başlangıcı olmalı -ikinci illüzyon. Ve eğer bir başlangıç varsa bir de bunun bir sonu olmalı -üçüncü illüzyon- diye sonuca ulaşıyoruz. Ve bizler o kadar da ağzı açık avanaklarız ki, aynen bir balığın oltaya takılmış solucanlara zaafı olduğu gibi, kendi kendimizle yüz göz olup en sonunda -bütün bağırtılara, çağırtılara, suçlamalara rağmen- bir 'ben'e dayanarak - veyahut Hegel'in 'öznesine', 'kişisine' 'özgür varlığına', ki bunlar illuzyonların illuzyonudurlar aynen onun halkaların halkası gibi – varoluşsal çemberimizde dönüp dolanıyoruz: kendimizi hazlara boğmakla kendimizi yırtına yırtına yırtmak arasinda gidip gelmenin şehveti ve korkunçluğunun mihmandarlığında. Peki nedir bir illüzyon? İllüzyon: varlığından şüphe edilmeyen fakat aslında yok olan bir şey. Zaman öylesine saplanmış ki bilincimize – farzediyorum ki bir 'bilinç'e sahibiz – sanki bir kene gibi, aynen tanrının vicdanımıza gramer vasıtasıyla saplandığı gibi. Eğer bir tanrı varsa, akıl da var o zaman, hem saf hem pratik. Ve akıl ancak ve ancak bir tanrının filan olmadığını ilan ederse saf ve pratik olabilir. Çok aceleci bir hüküm değil midir o zaman 'Zaman değişir, insanlar değişir'? 'Değişmek' fiilinin bizzat kendisi o halde illüzyonların illüzyonunun illüzyonu değil midir? Yani eğer biz hiç yoktan bir 'zaman' ve bir 'benlik' üretebilmeye muktedirsek, bütün bu illüzyonlardan müteşekkil zihinsel inşalara belli anlamlar vererek onları daima 'değişmek' olarak yorumlamamıza da şaşırmamalıyız. İşte bu değişme yani devinim sayesindedir ki Thomas Aquinas – ki kendisinin lakabı 'Kalın kafalı Öküzdür – bir tanrı icat etti ve 3


bununla da bizzat kendi kalın kafalılığını tasdik etmiş oldu tabi bu arada yazdığı onca ancak bir öküzün taşıyabileceği kitapların neyi tasdik ettiğini bilmeden. 'Sadece bir hercümerç işte başka bir şey değil', der Dostoevsky, 'Neyin ne olduğunu ve kimin kim olduğunu bilmeden; fakat bütün bu kararsızlıklara ve hokkabazlıklara rağmen hala öyle bir sızı var ki içinde; işte o sızıdır ki neyin ne olduğunu bilemedikçe daha da beterleşip zonklar durur.' Diğer bir deyişle: Ellerimiz zaman ve mekan gibi kaygan ve kaypak mefhumlarla kirlenmişken, nasıl bir defasında tırmandığımızı hiçbirimizin bilmediği bir dağdan aşağı inmeye çalışıyoruz. Ve kaslarımız ve sinirlerimiz umutlarımızın ve beklentilerimizin ürettiği illüzyonlarla mest olmuşken aynı dağa tırmanmaya çalışıyoruz nasıl aşağıya ineceğimizi bilmeden. Buraya kadar kullanılan yorum tarzının itidalli bir yorum olmadığı gayet açık. Fakat itidal demek bir toplumda kabul ve teşvik edilen bir ahlakın üzerinde uzlaşılmış değerleri ile uyum içinde olmaktır. Bu yüzden bir yorum tarzının itidalli olup olmaması ile yorumların varoluşsal değerini yorumlamanın uzaktan yakından bir alakası yoktur. Dolayısıyla şu veya bu yorum tarzı ve bütün yorum tarzları eksik ve noksan olmaya mahkumdur. İster yorumlarımızla uyum içinde hareket etmiş olalım ister olmayalım, ister yorumlarımızin doğru veya yanlış olmalarını bilelim ister bilmeyelim; eylemlerimizin ve onların sonuçlarının tikel, belli belirsiz ve subjektif bir yorumu hariç başka bir şeye ulaşamayacağız ve dolayısıyla da yorumların doğruluğu ve yanlışlığını nihai anlamda tesbit edemeyeceğiz – tabi bu arada belli yorumlara doğru belli yorumlara da yanlış değeri vererek hayatımızı idame ettirmemize rağmen. Bazen yorumlarımızla uyum içinde hareket ederiz ve onların doğruluğuna inanırız. Fakat yorumlarımızla daima uyum içinde hareket etmediğimiz kadar bazen de yorumlarımızın doğruluğunu veya yanlışlığını dikkate almadan eylemlerde bulunduğumuz da vaki. Mesela 4


hakkında emin olduğumuz ve onunla uyum içinde eylemde bulunduğumuz bir yorumu mercek altına alalım ve bu yorumun ne derece güvenilir bir yorum olduğunu tesbit etmeye çalışalım. Çok geçmeden görülecektir ki o çok güvendiğimiz yorum bir başka yoruma dayanıyor; ve bu en sonuncusu da bir başkasına. Muhtemelen Wittgenstein'ın aklında böyle bir şey vardı şunları dediğinde: 'Güvenilir ve sağlam bir inancın altında güvenilmez ve çürük bir inanç yatar.' Bu sebebtendir ki, bütün yorumlar öznelliğin, belirsizliğin, anlaşılamazlığın, keyfiliğin vs. sultası altında belirlenmek ve işletilmek zorundadır. Bu anlamda; yorumlar yani inançlar yanlışlık, kafa karışıklığı, kanaat, çaba, kapris ve geçicilik dahilinde ve vasıtasıyla teşkil edilir Hegel'in 'mutlak idea' sına zıt olarak – Hegel'in bizzat kendisinin icat ettiği mutlak ideasının yegane varlık, örselenemez hayat, kendi kendini tasdik eden hakikat ve bizzat hakikat olduğundan o kadar da emin olmasına rağmen. Peki bütün bunlara birisi 'Bu da sadece bir yorumdur.' diyerek itiraz edemez mi? Fakat bu bir itiraz olabilir mi ki? Farzedelim ki bir filozof 'Bu da sadece bir yorumdur.' ifadesini telaffuz ediyor diyelim ki aşağı yukarı bir asır sonra başka bir filozofun ifadesine bir itiraz olarak. Diyelim ki bu bir asır önceki filozofun telaffuz ettiği ifade şu: ' Olgular yoktur, sadece yorumlar vardır.' Şimdi bağlamını dikkate almaksızın bu ifadeye bir itiraz teşkil edebilecek cevaplara bir bakalım: 'Yorumlar yoktur, sadece olgular vardır.' 'Olgular da yoktur, yorumlar da yoktur.' 'Olgular da vardır, yorumlar da vardır.' 'Bu da bir kirpidir.' 'Bu da bir yorumdur.' 5


Eğer 'Olgular yoktur, sadece yorumlar vardır.' ifadesini reddetmek istiyorsam, ve üstelik birde karşı bir argüman ortaya koymak istiyorsam ilk ifadeyi kullanacağım: 'Yorumlar yoktur, sadece olgular vardır.' Eğer 'Olgular yoktur, sadece yorumlar vardır.' ifadesini reddetmek istiyor fakat karşı bir argüman ortaya koymak istemiyorsam ikinci ifadeyi kullanacağım: 'Olgular da yoktur, yorumlar da yoktur.' Eğer 'Olgular yoktur, sadece yorumlar vardır.' ifadesini reddetmek filan istemiyorsam ve eğer ifadedeki iki önermeyi de olumlamak istiyorsam üçüncüyü kullanacağım: ' Olgular da vardır, yorumlar da vardır.' Eğer bir uyuşturucu maddenin etkisi altındaysam dördüncüyü kullanacağım: 'Bu da bir kirpidir.' Eğer maaşlı bir felsefeci isem beşinciyi kullanacağım: 'Bu da bir yorumdur.' Eğer bir uyuşturucu maddenin etkisi altındaysam yahut bir mağarada kendimi biraz hurma, biraz ekmek ve biraz suyla bir kaç hafta süreyle izole ettiysem muhtemelen şunlara benzer ifadelerle devam edeceğim: 'Kirpi görünmez bir şeydir.' 'Kirpi benimle konuşuyor.' 'Kirpi benden daha güçlüdür.' 'Kirpi benden daha hikmetlidir.' 'Kirpi kutsaldır.' Eğer bir uyuşturucu maddenin etkisi altında değilsem ve hala bu ifadeleri telaffuz ediyorsam o zaman ben bir peygamberim ve bir çeşit sara nöbeti sırasında/hemen öncesinde/hemen sonrasında yeni bir din icat ediyorum. Eğer ki bir peygamber bir filozofun tam da zıddıysa o zaman bir filozofun söylemesi gereken tam da bir peygamberin söylemeyeceği şeyler olmalıdır. Eger 'kirpi' 'hayat' dedigimiz şeyin yerine bir metafor olarak kullanılacak olursa, Thomas Hobbes gibi bir filozof mesela şunları telaffuz edecektir: 6


'İnsan hayatı münferittir.' 'İnsan hayatı perişanlıktır.' 'İnsan hayatı berbattır.' 'İnsan hayatı gaddardır.' 'İnsan hayatı kısadır.' Fakat Vattimo ne bir peygamber ne de bir eroin bağımlısı. Vattimo sadece 'Olgular yoktur, sadece yorumlar vardır.' ifadesine itiraz olarak 'Bu da bir yorumdur.' der. İste bu tartışmanın bütün bağlamı: 'Fenomen karşısında tökezleyen positivizme karşı – 'Sadece olgular vardır' – ben diyorum ki: Hayır, olgular sadece tamda olmayan şeylerdir, sadece yorumlar vardır. Bizzat kendi kendine ve kendi kendinde var olan herhangi bir olgu filan tesis edemeyiz: böyle bir şeyi istemek muhtemelen aptallığın daniskasından başka birşey olmayacaktır. 'Herşey subjektifdir,' diyorsun; ama bu bile bir yorumdur. 'Özne' verilmiş bir şey değil, aksine eklenmiş, icat edilmiş ve bizzat var olanın ardında vehmedilmiş bir şey. - O zaman en son tahlilde yorumun arkasına bir yorumlayan koymak gerekli mi olacak yani? Bu bile bir icat, bir hipotez. Dünya ancak ve ancak 'Bilgi' kavramının herhangi bir anlam taşıdığı sürece bilinebilir bir şey, fakat bu bile tamda tersi anlamda yorumlanabilir, yani onun arkasında bizzat bir anlam filan yoktur yalnızca sayısız anlamlar vardır. - 'Perspektifizm.' Bizzat ihtiyaçlarımızdır ki işte onlar dünyayı yorumlar, yani güdülerimiz ve onların Leh ve Aleyhleri. Her çeşit güdü hükmetmek için bir çeşit ihtirastır; her bir güdü bizzat kendi perspektifine sahiptir ve diger güdüleri de bizzat kendisini bir norm olarak kabul etmeye icbar eder.' İşte bu önermelere Vattimo'nun cevabı şöyle: 'Nietzsche'nin yazdığı 'Olgular 7


yoktur, sadece yorumlar vardır' ifadesi objektif ve metafiziksel bir önerme değildir. Bu önerme de sadece bir yorumdur.' Şimdi farzedelim ki başka bir filozof, Hüseyin diyelim ona, Vattimo'ya şu şekilde cevap veriyor: 'Vattimo'nun yazdığı - 'Olgular yoktur, sadece yorumlar vardır' ifadesi objektif ve metafiziksel bir önerme değildir – objektif ve metafiziksel bir önerme değildir. Bu önerme de sadece bir yorumdur.' Şimdi de ikinci bir filozof daha sokalım muhabbete ve onun adı da Casper olsun, ve Hüseyin'e cevap olarak desin ki: 'Hüseyin'in yazdığı – Olgular yoktur, sadece yorumlar vardır' ifadesi objektif ve metafiziksel bir önerme değildir, Vattimo'nun iddia ettiği gibi, objektif ve metafiziksel bir önerme değildir – objektif ve metafiziksel bir önerme değildir. Bu önerme de sadece bir yorumdur.' Eğer sokaktan geçen bir adam bu konuşmayı duysa ve ona ben desem ki: 'Merak edilecek bir şey yok Vattimo, Hüseyin ve Casper sadece felsefe yapıyorlar'. Sokaktaki adam muhtemelen şöyle bir şey diyecek: ' Eger bu felsefe yapmaksa altına yapmak ne ola ki? ' Sizce de öyle diyecek: O zaman bu felsefi fabl'ın hissesi: ' Sakın olaki bir beynin olduğuna filan inanma eğer kafanı duvara vurarak parçalayıp onu bizzat kendi gözlerinle en azından ve en nihayetinde bir aynada bile olsa görmediysen.'

8


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.