Tehlikeli Oyunlar

Page 18

Merdivende bir ayak sesi duyuldu. Kafasının bir yanı dul kadının yaklaştığını sezdiği halde, bir başka yanında ilgisiz düşüncelerin etkisi devam etti: O zamanlar fırçayı bu kadar iyi kullanabilseydim, Kâmil Beyin kapılarını ben boyardım. Ben, ne anahtarlıklarla uğraştım, ne de tespihlerle: Kerpiç yaptım. Oysa öteki —ayağından masaya bağlı olan— zincirlerini sürükleyerek su dolu leğenin yanma gidiyormuş kayıklarım yüzdürmek için. İşin saçmalığını bal gibi biliyorum, diyordu. Gene de kâğıt bacalı kâğıt gemilerimi yüzdürmekten kendimi alamıyorum. İradesini zayıf buluyordu. Kâmil Beyin karısı da çok biberli çorbalar yapıyordu. Yemeği yere bağdaş kurarak yerdik; ya-¦dırgamazdım. Dul kadını gördü kapı aralığından; telaşlandı. Neredeyse kadının yüzüne kapayacaktı kapıyı. «Buyur Nurhayat Hanım,» dedi zayıf bir sesle. Kadın çekinerek, «Rahatsız ettim kardeş,» diye sokuldu. «Bir mektup yazdıracaktım bizim oğlana.» Bu kadının da bir kocası vardı, onunla yatıyordu. Zor iş olmalı rahmetli için. Üç tane de çocuk... Kadının kapıda durduğunu gördü, yolu kapadığını anladı. Kenara çekilerek, «Ayaklarını çıkarma Nurhayat Hanım,» dedi. «Ev zaten kirli.» Sözümü dinlemedi. Ayaksız dolaşırsın o halde; sen bilirsin. Kadından çamaşır sabunu ve yağ kokuları yükseliyordu. Ellerinin çatlakları arasında, şişkin ve yağlı derisi parlıyordu. Kıpkırmızı elleri var. Çizgilerle dolu soluk yüzü ve elleri, sanki aynı inşanın değildi. Kara bir çalı gibi karışık kaslarıyla uzun kirpikleri arasında gözleri kaybolmuştu. Ten rengi kalın çoraplar giymişti; üstüne de dizine kadar gelen siyah yün çoraplarını geçirmişti. Entarisinin üst kısmını, bluza benzeyen kısa bir şey örtüyordu yer yer. En üstte vişne çürüğü ren42 UO IV» L ivclU „ V UO IV» L ivclU tUUİSBier vardır belki. İnsan nesli yeryüzünde görünmeden önce yaşamış zırhlı hayvanların bugüne miras bıraktıkları küçük akrabalarına benziyordu. Kabuklarının verdiği zorlukla ağır ağır yürüyen bir hayvan... döşemeleri titretiyordu. Odaya girince hemen masanın yanına geldi, yaslandı; kendi yaslanmadı, elbiseleri yaslandı. Derisi, eti çok daha derinde... Elini koynuna soktu, elbise ya da çamaşır tabakaları arasından ikiye katlı bir zarf çıkardı. Hikmet'e uzattı, «Cevabı yazmadan bir daha okuyalım, olur mu kardeş?» ¦dedi inceltmeye çalıştığı bir sesle. Başörtüsünü takmamış: Artık iyice kardeş olduk demektir bu. Bir iki tokaya rağmen siyah saçları dağınıktı, yüzünün orasına burasına savrulmuştu. Hikmet, sandalyesini masanın önüne çekti, karnını keskin çıkıntıya dayayarak oturdu. Oldu. Nurhayat Hanım, hırkasının cebinden buruşuk bir kâğıt çıkardı: «Suna yazıver istersen.» Hikmet, masanın tek çekmecesini karıştırarak, «Olmaz,» dedi. «Bende daha düzgünü var.» Önce, askerden gelen mektubu bir daha okudular. Nurhayat Hanım, masanın yanından Hikmet'e doğru sarktı; Hikmet de mektubu tam karşısına koydu özenle. Hangi şarkıyı okuyacaksınız Bayan Nurhayat? Parmaklarını açarak masanın kenarına dayadı. Ben de size piyanoda refakat... «Oğlanın yazısı düzgün mü?» «Anlaşıldı,» dedi Hikmet, «İçimden okutmayacaksın bana. Buyur dinle: Pek möhterem annecim Asker ocamda sizlere 3 mektupumu yazıyorum. Beni şimdi hayvanlara verdiler. Atlara katırlara bakıyorum. İç-timada uzun çavuş beni ayırdı. İstiklal muharebesinde atlar çok mühimmiş dedi bize anlattı. Mustafa Kemal paşa askeri toplamış anlatmış. Türk nalbantları


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.