YFA Genc-Analiz Eylül

Page 1

Sayı:7 Eylül 2010

GENÇ-ANALİZ Young Future Academy Aylık Gençlik ve Kariyer Dergisi

YOUNG FUTURE ACADEMY


GENÇ GELECEK KÜNYE Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar Takım Lideri Yiğit AKKOCA İnsan Kaynakları Koordinatörü Burçin TOKSÖZ Dergi Editörü Şeyda KAYA Görüntü Yönetmeni Melike GÜNEŞ Dış İlişkiler Koordinatörleri İdil ÖZMAÇİN Utku HATİPOĞLU İş-Staj Koordinatörü Sinan SÖNMEZ Sosyal Organizasyon Koordinatörü Mihraç NALBANTOĞLU Stratejik Araştırmalar Takım Lideri Barhan KAYNAK Dünya Ekonomi Araştırmaları Takım Lideri Utku HATİPOĞLU

İÇİNDEKİLER . Eylül Böyledir İşte ………….…………… 1

. Üretim Süreçlerinde Yeşillenme …. 3 . Kurgudan Gerçeğe TİTANİK …….…..5 . Referandum Savaşları …………………14 . Altyazı Üstadları ………………………….20 . Gençlik Otobüsü Masalı ……………..27 . Büyük Kuzey Komşu ………………..…35 . Simonlaşmak ……………………………..46 . Yılın Genç Avrupalısı Ödülü………..52 . Buenos Aires…….…………………………54 . Garantili Kariyer……….………………..59 . Wikileaks…………………..………………..65

Hazırlayan: Young Future Academy Website: www.youngfutureacademy.tr.gg Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:137 Deü Rektörlük Karşısı Cumhuriyet Apt. K:2 D:6 Alsancak,İZMİR Tel:05065882913

Yurtdışı Eğitim Danışmanı Anna BEGOVİC


EYLÜL BÖYLEDİR İŞTE... Bir yol hayal edin ; iki yanı ağaçlarla kaplı, ağaçlar yapraksız. Yapraklar sararmış ve kuru, ayaklarınızın altında serili. Yürürken çıkan sesi düşünün yapraklar ezildikçe çıtıııır çıtır… Etraf sarının tonlarıyla çevrilmiş. Bakışlarınız buğulu, görüşleriniz sisli. İçinizde garip bir sessizlik… Cıvıl cıvıl bir yaz daha sona ermiş, neşeli şeyler yitip gitmiş. Monoton hayatınıza geri dönüş yolunuzun en başındasınız. Merhaba… Ey rüzgarlı günler, ıslak geceler merhaba. Kronik ayrılık ayı : Eylül, merhaba. Yüreğiniz fırtınalı, gözleriniz nemli, her şeye rağmen merhaba… Hoş geldin Eylül. Sen ne şarkılara, ne romanlara konu oldun, dilden düşmedin Eylül. Biz mi seni hüzünlerimize, pişmanlıklarımıza bahane ettik yoksa sen mi bizi sonlara ve hatalara mahkum ettin bilemem ama hoş geldin.


Eylüldür gençlerin yaz aşkı sona erer, veda vaktidir; sevilmez. Eylüldür çocukların tatili biter, hayde okul hayde ödevli akşamlar başlar; nefret edilir. Eylüldür hızlı bir iş dönemi daha başlamıştır ; hiç hoşlanılmaz. Eylüldür kış hazırlıkları başlar, odun, kömür, doğalgaz derken cepler boşalır ; rüyaların sonu kabusların başlangıcıdır. Ve eylüldür ki hakkında konuş konuş bitmez… Monoton da olsa huzurlu , yorucu da olsa mutlu, sıkıcı da olsa sağlıklı ve zor da olsa HAYIR’lı bir eylül diliyorum herkese.

ŞEYDA KAYA

Yine aynı şarkı başladı bile Bu mevsim böyledir rüzgar gelir Islanmışım ben gözyaşlarımdan Bu mevsim böyledir aniden gelir Eylül aniden gelir Eylül aniden gelir

(GÖKHAN KIRDAR)


Üretim Süreçlerinde YEŞİLLENME

''Küresel yeşil piyasanın yüzde 45'i, bugün Avrupa odaklı şirketlerde üretiliyor. Avrupa'da yeşil ekonomi 1.5 trilyon dolarlık bir pazardır. Yenilinebilir enerjilerin endüstriyel kullanımını tam olarak sağlamalıyız. Bugün sadece yenilikçi ürün ve hizmetlerin üretmenin değil, aynı zamanda çevreye duyarlı ürünler geliştirmenin ve sunmanın zamanıdır. Sürdürülebilir bir geri dönüşüm yaşanacak. Büyüme hızı daha düşük olacak. Farklı bir dünya ve farklı bir siyasi ortam olacak. Siemens AG dünya başkanı ve CEO'su Peter Löscher, yaşanan yeşil değişimi ve oluşacak yeni dünyayı işte bu sözlerle özetliyor. Gerçekten de bugün pek çok dünya devi şirket, üretim süreçlerinde, iş yapma şekillerinde, hatta iş ortamlarında yeşil bir değişim başlatmış durumunda. Dünyanın en büyük perakende şirketi Walmart da bunlardan biri...


Neden Yeşilleniyorlar?

Walmart gibi pek çok şirketiş süreçlerini, üretim süreçlerini gözden geçiriyor, hammaddeden atıklara kadar bir ürünün veya hizmetin yaşam döngüüsndeki her aşamayı sürdürelebilir üretim anlayışı doğrultusunda şekillendiriyor. Bu değişimi ise tetikleyen pek çok neden var. Şirketler, kendilerini çevreye karşı daha sorumlu hissediyor. Tüketiciler ise bu osrumluluğu almak istemeyen şirketler üzerinde baskı oluşturuyor. Diğer yandan sürdürülebilir uygulamalar, tasarruf ve verimliliği sağlıyor. Hatta şirketlerin değerleri üzerinde bile olumlu etki yaratabiliyor. Örneğin TNT, yeşil tedarikçiler ve taşreonlar ile çalışma kararı aldı. ilk yeşil deposunu açtı %70 'den fazla enerji tasarrrufu sağladı. Dünyada 100 video konferans sistemi kurdu. İş seyahetlerini azalttı. Kağıt geri dönüşümü ile elektriğin yüzde 14'ünü suyun yüzde 10'unu geri kazandı. Çevreci araç ve doğru sürüç tekniğiyle birlikte üç yılda 150 bin euro benzin tasarrufu sağladı. Hal bu hal olunca:) Türkiyeli şirketlerde yeşillenmeye başladı. Henkel, Yeşim Tekstil, Teknosa, Koleksiyon mobilya gibi şirketler bu trendin öncülüğünü çekmeye başladı. Daha Temiz daha güzel bir dünya için biz de bu trendi destekliyoruz.

Yiğit Akkoca yigitakkoca-yfa@hotmail.com


KURGUDAN GERÇEĞE DÖNÜŞEN BİR FACİA: 'TİTANİK' Dünya üzerinde yaşayan çoğu kişinin bildiği bir hikayedir Titanik'in başına gelenler. 1912'de yapımı tamamlandığında kendisi Dünya üzerindeki en büyük yolcu gemisiydi. 14 Nisan 1912'de 1517 kişiyi beraberinde götürerek battığında gidişi de doğumu kadar ses getirmişti. Filikaların yetersizliği, alt sınıf yolcuların geminin yolcu taşınması sakıncalı olan yerlerinde seyahat ettirilmesi gibi etmenler kayıp sayısının bu kadar yüksek olmasının nedenleri arasında gösterilmiştir. Bunlar zaten çoğumuzun okuduklarımızdan ve o meşhur filmden öğrendiğimiz şeyler. Burda anlatmak istediğimiz şey ise daha faklı. Titanik' in başına gelenler daha Titanik yapılmadan 14 sene önce, 1898 tarihinde bir edebi eser olarak yazılmıştı ! Dünya'da çok az insan Morgan Robertson ismini ve kendisinin tarihin en büyük kehanetlerinden birinde bulunduğunu bilir. 1861 doğumlu bu Amerikalı gençliğinin bir bölümünü denizlerde geçirmiş, daha sonra ise New York'da kuyumculuk yaparak geçimini


sağlamaya çalışmıştır. Bir gün Kipling'in bir öyküsünü okuduğunda yazar olmaya karar verdi. Bir öykü yazdı ve gerisi geldi. Bu ilk acemilik döneminde kazandığı 1000$ sayesinde yazarlık ona zevk vermeye başladı. Gençliğinde denizcilikle uğraştığından ve denizi sevdiğinden 1897'de uzun bir deniz öyküsü yazmaya karar verdi. Robertson'un teması dev bir yolcu gemisiydi. Asla batmayan, sağlam yapılı bir gemi. Bir aşk hikayesi etrafında dönecek olan öyküde bu gemi zengin Avrupalı yolcularını İngiltere'den Amerika'ya taşıyacaktı. Fakat gemiyi ve yolcularını yolculuk esnasında bir sürpriz beklemekteydi. Batmaz denilen gemi bir kaza sonucu okyanusun dibini boylacaktı. Robertson'un ana hikayesi buydu. Öyküsü için bir isim düşündü ve buldu. Önce öyküye 'nafile' anlamına gelen 'Futility' ismini uygun gördü ama sonra fikrini değiştirdi. Öykünün ismi hikayede geçen geminin adıyla alakalı olacaktı: 'Titan Kazası' Ve öykü 1898'de küçük bir kitap olarak yayımlandı. Sonuç Robertson için tam bir hayalkırıklığı oldu. Öyküsü beklenen ilgiyi görmemişti. Kendisi tarihin en isabetli kehanetlerinden birinde bulunmuştu farkında olmadan ama o tarihte bu öykü eleştirmenleri için ucuz ve basit bir kurguydu.


Aslında buraya kadar anlattıklarımızda isim benzerliği dışında gerçek olayla pek bir benzerlik görünmüyor. Fakat öykünün neden 'büyük bir kehanet' olarak yorumlandığı öykünün içindeki ayrıntılarda gizli. Şimdi bunlara bir göz atalım: Robertson'un romanındaki Titan'ın batış sahnesini buraya aynen aktarıyoruz: "Gözcü haykırdı; -buzdağı!- Birinci subay, kaptana haber verdi ve derhal makine dairesine tornistan yani geri git emri verildi. Fakat dev gemi durmuyordu, hızını kesmesi için zaman lazımdı ve sisler arasında görünen buzdağı yaklaşıyordu. Aşağıdan ise orkestranın ve eğlenen insanların sesleri duyuluyordu. Sonra buzdağı gemiye ulaştı, bu arada gemi ters çalışan pervanelerin gayretiyle yan dönmüştü ama yetersizdi ve kaptanla yardımcılarının çaresiz bakışları arasında buzdağı Titan´ın sancak tarafına çarptı. Darbe hafifti hatta pek hissedilmedi, kaptan o anda ucuz atlattık diye düşünüyordu. Ama birkaç dakika sonra gemi birden yan yattı, buzdağı asıl yarayı su kesiminin altında açmıştı, yara öldürücüydü çünkü uğursuz buzdağı Titan´ın bordasını jilet gibi keserek, parçalamıştı."

Size bir yerlerden tanıdık geldi mi? Aynı o meşhur filmdeki gibi değil mi? Aslında bunun da, filmin de birer kurgu olduğunu düşünebiliriz fakat kazadan


kurtulanların ifadeleri de olayın aynen böyle gerçekleştiği yönünde. Robertson öyküsüne devam ederken filikaların indirildiğini, önce kadın ve çocukların bindirildiğini, Avrupa'nın zengin ailelerinin çığlıklar arasında denize gömüldüğünü belirtmiş. Peki Robertson öyküsünde daha neleri öngördü? Genel olarak bir bakalım: Robertson'un romanında Titan, İngiltere'nin Southampthon Limanı'ndan yola çıkmıştı. Tıpkı 14 sene sonra Titanik‘in yaptığı gibi. (Liverpool geminin yapıldığı yerdir) Romandaki Titan ile, Titanik arasında sadece 4 metre fark vardı. Titan 248 metre, Titanik 252 metreydi. İki geminin ağırlıkları da çok yakındı. Robertson romanında Titan´ı 70.000 ton ağırlığında yazmıştı. Gerçek Titanik ise 66.000 tondu. Her iki geminin de üç pervanesi vardı ve her ikisi de 3000’er yolcu taşıyorlardı. Gerek romandaki Titan´a gerekse de Titanik´e Avrupa´ nın sayılı zenginleri ve ünlü aileleri binmişlerdi ki bu isabeti zaten yukarıda öykünün içeriğini anlatırken belirtmiştik. Robertson ´un romanındaki dev Titan, New Foundland yakınında, Kuzey Atlantik´ de bir buzdağına çarparak battı ve talihsiz Titanik de 14 yıl sonra aynı koordinatta, aynen romandaki gibi bir buzdağına çarparak okyanusa gömüldü. Ve her iki gemide de; yeterince cankurtan filikası yoktu. Robertson romanındaki gemide 24 filika bulunduğunu yazıyordu; Titanik´de ise 22 filika vardı ve bu yüzden can kaybı büyük oldu. Gerçek kazanın sonucunda 1513 yolcu boğularak öldü ve kayboldu. Aynen 14 yıl


önceki romanda yazıldığı gibi. Robertson´un romanındaki Titan´da ise 1500 kişi ölüyordu. Her iki gemi de 3000 kişilikti ve Titanik´e 2224 kişi binmişti. Bir kez daha düşününce bu kadar tesadüf insana fazla geliyor. Peki Morgan Robertson' a ne oldu? Başarılı olamadı ve kitabı satmadı. Daha sonra yazdıkları da ilgi görmeyince psikolojik tedavi gördü. Daha sonra son bir deneme olarak yeni bir öykü yazdı. Bu öyküde de denizin altında gidebilen gemilerden bahsediyordu, periskopu ve işleyişini anlatıyordu. Ama o da tutmadı. Başarısız bir yazar olarak, Mart 1915´de bir otel odasında ayakta geçirdiği bir kalp kriziyle yaşama veda etti. Asıl inanılmaz olay burada çünkü Robertson mart 1915´de öldü. Yani gerçek Titanik´in batışından üç yıl sonra. Ve hiç kimse Robertson´la ilgilenmedi, yine kimse farketmedi ve hiç kimse onun 14 yıl önce Titanik´i aynen nasıl anlatabildiğini merak etmedi. Robertson anca 1980lerde Titanik ile ilgili araştırmalar artmaya başlandığında farkedildi. Ve o tarihlerden sonra bu kadar büyük bir isabetle böyle bir öyküyü nasıl yazdığı merak konusu oldu. Tabi artık bunu kendisine sormamız imkansız. TİTANİK'LE İLGİLİ DİĞER ÖNGÖRÜLER Titanik'in hikayesinin başkaları tarafından hissedilmesi Robertson' un öyküsüyle kalmaz. Bunun dışında Kanada'da bir kilise rahibi olan Charles Morgan (Morgan ismi tanıdık geldi mi?) pazar ayini için okunacak ilahinin numarasını tahtaya yazmış ve


dinlenmeye çekilmişti. Ayin başladığında gözyaşları içinde kürsüye çıkan Morgan ayin sırasında 'denizde zor durumda olan kardeşlerimiz' için de dua edilmesini istemişti. Ayinden sonra neden böyle bir şey yaptığını soranlara dinlenmeye çekildiği esnada uyuyakaldığını ve rüyasından bir gemide olduğunu ve bir felaket yaşandığını anlattı. Tarih 14 Nisan 1912'ydi. Titanik'le birlikte yok olanlardan biri de dönemin ünlü gazetecisi William T. Stead idi. Stead 1892 yılında hayatını öyküler yazarak kazanmaktaydı. Kendisi ayrıca ölüm ötesi yaşam ve Ruhçulukla çok ilgiliydi. O sene yazdığı öykülerden birinin adı 'Titanik'ti ve yine batan bir gemi hakkındaydı. Stead, kazadan 20 sene önce yazdığı öyküde kendisini kazadan kurtulan bir yolcu olarak anlatmıştı. Geminin akıbetini 20 sene önce öngören Stead (öyküsünde gemi buzdağına çarparak batmıştı) malesef kendi sonunu doğru tahmin edememişti. Bir de Titanik'le ilgili garip isimsel ve tarihsel benzerlikler vardır. Bunlardan biri denizci William Reeves hakkındadır.1935'te İngiltere´den Kanada´ya giden "Titanian" adlı kömür yüklü buharlı gemi bir Nisan gecesinde Kuzey Atlantik´te seyrediyordu. Bütün denizcilerin ezbere bildikleri o yere; Titanik´in battığı noktaya varmışlardı. O gün Revees'in doğum günüydü. Kendisi Titanik'in battığı gün olan 14 Nisan 1912'de dünyaya gelmişti. Tam o esnada geminin


alarmı ötmeye başladı. Gemi aniden bir buzdağı ile burun buruna gelmişti. Neyse ki mesafe ve geminin manevra kabiliyeti durmaya yeterliydi. Gemi durduğunda kaptan ve tayfalar hayretler içinde kaldılar. Çünkü hava raporlarında denizin temiz olcağının belirtilmesine rağmen yüzlerce buzdağı ile çevrilmişlerdi. Geri de gidemiyorlardı çünkü geldikleri yol bile bir anda kapanmıştı. Titanian ancak 9 gün sonra buz kırma gemileri geldiğinde ordan kurtulabildi. Titanik'in battığı gece, yolcular gökyüzünde bir yıldızın parçalanarak dağıldığını belirtmişlerdir. Gemi içindeki ve dışındaki tanıkların bunun gibi konulardaki ifadeleri ise olayın gizemini iyice arttırmaktadır. Örneğin gemi limandan ayrılırken orda bulunan izleyicilerden Eva Hart şöyle söylemiştir: "Woolston´da yaşıyorduk, okul öğleyin tatil edildi ve Titanik´in limandan ayrılışını görmeye götürüldük. Öğretmenimiz başımızdaydı, sonra Titanik yavaş yavaş iskeleden ayrılmaya başladı; bu onu son görüşümüzdü, Southampton sularında gittikçe uzaklaşıyordu. Yanımda yaşlı bir adam vardı, eliyle iyi şans işaretleri yaptıktan sonra başını salladı, sonra yüksek sesle hiç umut olmadığını söyledi." BİR MUMYA EFSANESİ Faciadan hemen sonra New York'da bir efsane yayıldı. Söylentiye göre geminin kargosunun gizli bir bölümünde kaçakçılar tarafından ABD'deki alıcılara satılmak üzere getirilen bir Mısır kralı tabutu vardı.


Bu Mısır kültürüne göre bir hırsızlıktı ve 'Firavunun laneti' gemiyi batırmıştı. İki yıl sonra, söylenti yine başladı ama bu kez farklıydı: Mumya batmadan evvel kaçırılmıştı. Yani gemide bulunan kaçakçılar veya kaçakçı gemicilere rüşvet vererek, mumyayı ambardan çıkarttırmış ve bir filikaya yükletmişti. İşin garip tarafı şirketin subaylarından birisi bu öyküyü onaylıyordu. Sonra kaçakçı rüşvet vermeye devam ederek, mumyayı Carpathia (kazazedeleri kurataran ve New York'a götüren gemi) gemisine yüklemeyi de başararak, New York´a getirdi. Ama şansı orada sona erdi, satış yapılamadı, kimse mumyayı almıyordu. Kaçakçılar mumyayı geri götürmeye karar vererek, bu kez Empress Of Ireland adlı gemiye yüklediler ve Empress Of Ireland da battı ama mumya yine kurtarıldı ve Ameriya´ya geri döndü. Sonuncu kez yine bir gemiye yüklenerek, yola çıkarıldı ama kader kararından dönmüyordu. Üçüncü gemi de torpillenerek batırıldı. Geminin adı Lusitania ´idi. Kimliği bilinmeyen gizemli firavun sonunda huzura kavuşmuştu. Tabi burda sorulması gereken soru koca bir firavun tabutunun 4 gemi değiştirip kimse tarafından farkedilmemesinin olasılığının ne kadar kuvvetli olduğudur. Titanik'in kurtulan mürettebatlarından çoğu kazadan sonra denizciliğe devam etmişlerdir. İlginçtir hiçbiri büyük terfiler alamamıştır. Bazıları ise aynı şirkette, White Star- gemilerde çalışmaya devam etmişlerdir. Bu kişilerden Vioet Jessup, Titanik'ten önce aynı şirketin batan bir gemisinden kurtulmuş, Titanik'te çalışmış ve nihayetinde yine aynı şirkete bağlı


'Britannica' gemisininde batmasıyla hayatı son bulmuştur. Bu talihsiz bayan dışında bir de Lucky Tower efsanesi vardır. Bu efsaneye göre de Tower isimli bir mürettebat içlerinde Titanik'in de olduğu 3 felaketten sağ çıkmayı başarmıştır. Fakat yetkililer Titanik'te Tower isimli bir mürettebat olmadığını belirterek efsaneye son noktayı koymuşlardır. Tarih gerçekten de sürpriz tesadüflerle dolu. Zamanın ve tarihi döngünün hangi kurallara göre işlediği, bize öğretilen tarihin ne kadarının gerçek olduğu daima sır olarak kalacak. Düşünür Voltaİre diyor ki; "Belki de raslantı dediğimiz şey; belirli bir şeyin bilinmeyen nedenidir..." Sadece bir adamın hayal dünyasının böyle bir felakete yol açacağını savunmak doğru olmaz. Ama bu kadar uyuşan olgunun sadece basit tesadüfler olduğunu iddia etmek belki de mucizeleri reddetmektir. Not: Yazıyı yazarken anlam bütünlüğünü korumak için, kitaptan alıntıları ve tanıkların ifadelerini kaynaklarımdan aynen aktardım. Kendi cümlelerimle yazmadım. Anlayışınıza sığınıyorum.

Barhan Kaynak


REFERANDUM SAVAŞLARI Eyy gencim, yaşlım, referandumda oy kullanması planlanan hayali vatandaşlarım(!)... Uyanın, uyanın artık... Kaç yıl daha inanabilirsiniz yalanlara, aldatmacalara, kaç yıl sürecek bu cahilliğe sığınma??? Kendi okumadan, kafa yormadan, başkalarının yorumlarına inanarak ülke kaderi belirlemek adetten midir? Ne zaman örf, adet bu cahilliğe çekildi? Bir seçimle daha karşı karşıya olduğumuz şu günlerde inanmak istemiyorum duyduklarıma. Anayasa, bir ülkedeki vatandaşların güvencesidir, milletim unutma... Bir millet kaderini nasıl bilinçsizce belirler? Ha bir de bunu yaparken rahat rahat uyur bu pişkinler... Evet, her şey iktidardan beklenmez. İlk defa katılıyorum belki de bu söze. Kaderinizi bir avuç insanın belirlemesine izin vermeyin. Körü körüne bir şeylere karşı çıkmak değil maksadım ya da kendi görüşümü dayatmak bazıları gibi(zira biliyorsunuz ki Recep Tayyip Erdoğan geliyor ...... evet diyor). Ama derdim şu; ne olursa olsun kararınızı kendiniz verin. Okuyun ,araştırın ,kafa yorun... 13 Eylül sabahı ölmeyi düşünen yoksa aranızda, bilin ki o anayasa sizin de yaşamınızı değiştirecek... Hayatınızda neler değişecek görün bir, sonra kararınızı verin. Başkalarının yaptığı anayasa meallerine aldanmayın, renkli şekerlere kanmayın... 12 Eylül darbecilerine yargı yolu!!!! Hurraaaa kabul etmeliyiz bu yasayı, evet evet evet... Zihniyete bak... Bu anayasa tek bir yasadan oluşmayacak ,benim içi iyilik, saflık dolu vatandaşlarım. 12 Eylül yasasının yanında


elinizden hangi şekerleriniz alınacak bakın hele bir... Zira bu yasa yargı unsurlarını iktidarın ellerine bırakacak.. Eeee hani nerde yargı bağımsızlığı?? Oooh ondan sonra ağlanırsın başbakanın oğlunun teknesine, söylenirsin havuzlu villalara... Uyanık ol, uyanık... Silkelen ve kendine gel ; kaybedeceklerine bi r göz at... Eğer sonuç “evet” olursa iktidar daha rahat hareket edecek. İktidarın bağımsız olması kötü değildir. Ancak bu bağımsızlık halkına karşı değil, yabancı devletlere karşı iyi olabilir. Oysa ki bu anayasayla sana sormadan toprağın satılacak vatandaş! Yazlık mekanları mesken edinen, Türklerden çok toprağa sahip olmaya başlayan turistler! var ya hani, işte onlar Anadolumun dört bir yanında horon tepecek... Evet horon tepecek ve hatta onu da elimizden alacaklar, horon Rusların geleneksel dansıdır diyecekler... Bundan büyük sebep olabilir mi “HAYIR” demek için...?? Neyse yazının başında da belirttiğim gibi amacım kendi görüşümü dayatmak değil. Elimden geldiğince objektif şekilde, düşünmenizi sağlamak amacındayım... Zira o beyinler süs değil... Gelelim her karar aşamasında yapılan,her partinin tarafını belirlediği ve propagandaya başladığı günlere.... Her partinin bir görüş belirlemesi gerekmekte, evet ama oy verdinin partinin anayasa paketi hakkındaki görüşüne uymak zorunluluğu yok... Gelgelelim bir bakalım şu propagandalara... öncelikle taraflar belirlenir. İktidar partisi hazırladığına göre bu anayasa paketini onların görüşünün “evet” olacağı zaten


belli... Sırada muhalefet partileri var... adettendir, muhalefet olmanın gereğidir, kararları iktidarın aksine “hayır” olur. Başlanır halka anayasanın faziletleri ve kötü yanları anlatılmaya... Kızmaca, küsmece , darılmaca yok; herkes kendi çıkarına olanı yeni gelin gibi allayıp pullayıp tezgaha koyar. Sonra gelsin hediyeler... Hediyeler, evet hediyeler... Şimdi düşünelim, görüşümü anlattım ama pek inanmadı galiba bu insanlar, napsam ki daha bu sıcaklarda! Zira il il gezmek pek işe yaramış görünmüyor ve içte hala bir korku, halkın uykudan uyanması korkusu... Duyunca şok olunacak gelişmeler basına sızmaya başlar bu noktada. Gerçi basının ne kadar özgün ve özgür olduğu da tartışılır ya, ama ateş olmadan da tutuşmaz canım şu samanlar. Kimin görüşü bir adım öne geçtiyse diğer parti ya da partiler alev almak suretiyle başlarlar çamura... Onun havuzlu villası var ama hani o memurluktan geliyordu, çıkar sağlamayacaktı mevkisinden?? Lafa bak senin oğlunun teknesi, karının kızının yatı katı yok mu? Ayrıca sadece milletvekilliği maaşlarının bu kadar yüksek olduğu bir ülkede kendine isterse uçaksavar alır, kime ne? Kaldı ki günümüzde ev almak çok da zor bir durum değil. Bankalarda krediler gani gani, seç beğen al... Neyse gelelim yine hediyelere... Malumunuz havalar cehennem sıcağı, insanlar ayılıp bayılıyor... Bu durumu fark eden ve halkının bu durumda olmasına çok içerleyen iktidar partisi evet oyu karşılığında klima dağıtmış. Umarım susuz köye çamaşır makinesi dağıtan bu zihniyet elektriksiz köye de klima armağan etmemiştir. En


azından işine yarasın insancıkların... Acı olan ne biliyor musunuz, bu adamlar halkı bu kadar saf yerine koyuyorlar ve kimsenin sesi çıkmıyor... Pes doğrusu, boş vermişliğin bu kadarı. Ne giydiğini boş ver, hava durumunu, arabanın rengini belki işini, ama geleceğini... Sonracığıma bakalım bir, bu sıcaklar biter gibi, hem kliması olan da çok ülkede yetmez bu hediye, noel babalığa devam en hakikisinden. Peki insanlar başka ne ister? Hımm ülkemde işsizlik büyük bir sorun, atanmayı bekleyen öğretmenlerin haddi hesabı yok... insanlara iş sağlarsam beni tercih ederler, beni tercih ederlerse görüşüme uyup oy kullanırlar. Basit bir hesap, ama nerden bulabilinir ki bu kadar iş, mevki? Zira hepsi geçen seçimlerde dolmuştu... Eee yakında bir sınav var neydi adı hani atamalar yapılıyordu ya, ha KPSS... O zaman şu sorular çok işime yarar zihniyeti ve sonucu... Ya ilkokuldan beri kopya yakalanınca sınavlar iptal olmuyor mu? Nasıl böyle bir aptallık yapılabilir... Soruları eline geçiren , ve kaderini bir işe satan zihniyetin de saflığı ortada aslında. Tam puan çıkarma bari ey aptal dimi... Şimdi güzide ülkemde öğretmenlerim isyanda, atamaları durduruldu. Ve tüm suç çobanlık yapmak zorunda kalan, atama bekleyen bir öğretmenimin üstüne kaldı. Savunması çok güzeldi, soruları ben dağıtmış olsam 81 puan mı alırım niye daha yüksek almayayım dedi. Doğru, diğerlerinin yaptığı saflığı yapabilirdi. Ama kendinden emin. Bazıları diyor ki; belki de belli olmasın diye bilerek düşük puan aldı. Ama zaten bir öğretmen adaıyı yeterince bilgilidir. Eğer 81 puan alıp,


soruları dağıtmakla suçlanan kişi herhangi başka bir meslekten olsaydı ben de vay cingöz diye düşünürdüm. Fakat bir öğretmenin ülkesini sattığına inanmak istemediğim için bu kişinin masum olduğuna inanmak istiyorum. Bir de afişleri var bu işin... propaganda dediğin afişsiz olmaz, insanlar gördüklerine odaklanırlar. Ve eğer kararsızlarsa da az da olsa bildikleri yolu seçerler. Dolayısıyla seçim öncesi sokakları donatan afişler çok önemli. Orda hep iyiler gösterilir. “kadınlara pozitif ayrımcılığa evet” , “fişlenmemek için evet”... e hani nerde “yabancıya toprak satmaya evet” , İmralı’daki itle masaya oturmaya evet” nerde bunlar... yoksa bunlar minik önemsiz detaylar mıydı çok pardon!!! Hiç bir görüşü aşağılamam insanların hür olmasından yanayım fazlasıyla... Ancak görüşsüz olup, başkalarının görüşüne göz göre göre rüşvetle uyanlar midemi bulandırıyor. Üstelik bu görüşsüz insancık da parti lideri... İğrençliğe bak, sen ülkeye özgürlük getirmek vaatleriyle seçimlere girmiyor musun be adam , kendi görüşü olmayan zihniyet neyin özgürlüğünü getirecek bize? Söz konusu kişi Ahmet Türk... Çekinmem sözümü söylemekten, sakınmam asla.... Sustuğumuz için bunlarla karşı karşıyayız. Sustuğumuz için teröristler gözümüze çubuk batıra batıra iktidardan isteklerini dile getirebiliyor... İmralı’ya git, af yolunu aç oyumuz sana. Bunu söyleyecek kadar cüretkarlar artık, nedense!...


Hep iktidara yüklenmek gibi olmasın. Muhalefet de yolunu şaşırır söz konusu seçim olunca... Bakalım onlar nasıl sapıtmış yolu... Genel af istiyorlarmış!!!! Genel af sözü verilirse “evet” derlermiş... Ah tanrım ülkemin her yerini kusmuklar bastı, boğuluyorum... Şu af olayını oldum olası anlamadım. Adam bir suç işlemiş cezası kesilmiş, sen neyi affedip sokağa salıyorsun bu adamı? Ya da affetmek sana mı düşüyor? Tecavüz ettiği kadına sordun mu affedelim mi diye, öldürdüğü adamın yetim çocuğu olur verdi mi? Pardon senin de onlar kadar canın mı yanmıştı bu olaya? Her seçim bir vazgeçiştir. Bu günlerde her şeyimizi özetleyen bir cümlecik... Nelerden vazgeçtiğinizin farkına varın, elinizde ki en büyük ganimet farkındalığınız şu dönemde. Çocuk oyuncağı değil bu, işin ciddiyetinin farkına varın. Kendinizden geçtiyseniz de övündüğünüz Türklüğünüzü düşünün, ayaklar altına aldırmayın kendinizi... Bu kirlilikten arınmak dileği ile 13 Eylül umarım hepimiz için en güzel sonuçları doğurur...

BURÇİN TOKSÖZ


ALTYAZI ÜSTADLARI Bir kaç ay önce kafaya koymuştum, lost bitmeden altyazısını yazana ulaşacağım ve muhteşem röportaj koparacağım:) Ancak böyle olmadı üye olmadığım forum, mail atmadığım admin kalmadı, yeter be kardeşim yazmayacağım hakkınızda dedim. Ama o da olmadı her yabancı diziyi izledikçe bazılarının tekrarına döndükçe onlara hakettiklerini vermek istedim. Bu yüzden alıntı da olsa bu güzel röportajı sizlerle paylaşmak istedim.Bir çok yerden derlenerek hazırlanmıştır. SÜPER güçleri olan kişileri, bu güçlerini keşfetmelerinden sonra karmaşıklaşan hayatlarını anlatan Heroes adlı dizi Türkiye’de de çok beğenilerek izlendi ve final yapıldı Televizyondan önce internette izlenebilen diziye alt yazı yazan ise Darkopal lakaplı kişi. Bir şirkette grafiker olarak çalışan Darkopal, son sekiz yıldır çeviri yapıyor. Smallville, Terminator ve Life dizilerine de Türkçe altyazı yazan Darkopal, bu işe neden girdiğini şöyle anlatıyor: ‘Belli bir dönem film ve dizi çevirisi yapanların sayısı çok azdı. Bir gün Kayıp Balık Nemo’yu izledim. Çevirisinden rahatsız oldum, Türkçe karşılığı olan bazı kelimeler İngilizce olarak bırakılmıştı. ‘Daha iyisini yapabilir miyim?’ sorusu aklıma takılınca da oturup çevirmeye karar verdim. Gerisi de çorap söküğü gibi geldi.’ Doktor Jivago, Darkopal, Asmodeus, Neottoman... Bu isimleri dizi ve filmlerden tanıyoruz ama onlar ne dizi ne de roman kahramanı. İşleri internetten indirilen dizilere gönüllü olarak altyazı hazırlamak. Sanal ortamda büyük saygı görüyorlar ve pek çok film şirketi onlara iş teklifinde bulunuyor.


HİRO’YA ÇOK GÜLÜYORUM ‘Heroes’ta konuşmasını çevirirken en zorlandığınız karakter hangisi?’ diye sorduğumuzda Darkopal şu yanıtı veriyor: ‘Hiro Nakamura. Saflıklarına gülmekten çeviri yapamıyorum.’ Çeviri işine girdikten sonra bir yayınevinden kitap çevirisi ve başka bir firmadan da altyazı ve dublaj çevirileri hazırlaması için teklif aldığını anlatan Darkopal ‘Adımı değil de nick’imi söylediğimde, insanların tavrı bir anda değişiyor, farklı yaklaşıyorlar. Çevirdiğiniz diziler hakkında karşılıklı tartışabiliyorsunuz ki bu çok güzel bir duygu’ diyor. ‘Biz sizin yüzünüzden battık’ diyenler var TÜM bu altyazılar divxplanet.com adresli siteden indiriliyor. Sitenin 55 bin üyesi var, ayda 500 bin altyazı indiriliyor. Siteyi 2004 yılında Neottoman lakaplı reklam ve yayın sektöründe çalışan kişi kurdu. Başka ülkelerin filmleri de izlenmeli anlayışıyla yola çıktığını belirten Neottoman, siteyi neden açtığını şöyle anlatıyor: ‘En basit örneğini verecek olursak, sinema dünyasının efsane ismi Akira Kurosawa’yı Türkçe altyazıyla izlemek için tek alternatifiniz bi site. Ya da yükselen çizgisiyle çarpıcı yapımlara imza atan Asya Sineması’nı izlemenin tek yolu yine biziz.’ Bir ayda yaklaşık 7 milyon kişinin tıkladığı siteden kar etmediğini belirten Neottoman, zaman zaman alınan reklamların sunucu giderleri ve forum lisansları için harcadıklarını söylüyor. Neottoman’ın kendisi de çeviri yapıyor. Şimdiye dek 50 film çevirmiş, bunun yarısı Asya sinemasından örnekler. Bu işi yapmaya başladıktan sonra iş teklifi de aldığını belirten Neottoman ‘10 binin üzerinde sinema filminin Türkçe altyazısına sahip olan bir sitede yönetici konumunda olmak gurur verici’ diyor. Korsan DVD satanların kendisinden şikayetçi olduğunu


belirten Neottoman ‘Bize ‘Sizin yüzünüzden battık, kimse film almıyor’ diyorlar. Bu iş yarı yasal, yarı değil. Ama biz yapmazsak başkası yapacak. Sonuçta korsanı da bir anlamda önlüyor’ diyor. Tüm dünyada bir dizi çılgınlığıdır sürüyor... Her bir bölümü film gibi çekilen Lost, Heroes, 24, House M.D., Prison Break’in başı çektiği daha pek çok dizi ABD’de yayınlanıyor, oradaki dizi fanatikleri yayınlanan bölümü hemen internete koyuyor ve tüm dünyaya servis ediyor. Dizi fanatikleri dünyanın neresinde olursa olsun diziyi internetten izleyebiliyor. Altyazısı olmayan bu dizileri İngilizce bilmeyenler de seyretmek istiyor. İşte bu noktada devreye altyazı çevirenler giriyor.

BİLGİSAYAR BİLMEK ŞART Türkiye’de bu işi gönüllü yapan onlarca kişi var. Diziyi internetten indirdikten sonra İngilizce alt yazı metnini de alıyorlar. Sonra metni Türkçe’ye çeviriyorlar. Ardından bu Türkçe metni diziyi izleyerek, diyalogları sahnelere yerleştiriyorlar. Bu, İngilizce ve bilgisayar bilgisi gerektiriyor. Çeviriyi yapanlar, genelde o dizinin fanatikleri. Bu işe birkaç gün ayırarak milyonlarca bütçe ayrılarak çekilen dizilere ufak da olsa bir katkıları olduğunu düşünüyorlar. Dizi altyazılarının indirildiği siteyle ilgili son üç yıldır ciddi yasal bir durum şimdiye kadar olmamış ve onlar bu işi gönüllü yaptıkları için kimsenin hakkını yemediklerini düşünüyorlar. Peki kim bunlar, neden bu işi gönüllü yapıyorlar? İşte yanıtları...

Sevdiğim filme ben de imza atıyorum


Sanal alemdeki lakabı Asmodeus olan dizi ve film sever ise bir internet sitesinde editör olarak görev yapıyor. Asmodeus, son sekiz yıldır çeviri yapıyor: ‘Eskiden DVD’ler Türkiye’de pek yerleşmemişti, her filmin DVD’sini bulamıyordunuz ve çoğu filminde Türkçe altyazısı olmuyordu. O zamanlar internet ortamında tanıştığım DivX severler bu projeye yeni yeni başlamıştı. Ben de hoşuma giden filmlerin altyazılarını çevirdim.’ Asmodeus şimdiye dek X-Files ve Taken adlı dizilere altyazı çevirdi. Ama onu sanal alemde ünlü yapan asıl çevirisi Yüzüklerin Efendisi adlı filmle oldu. Filmin tüm serisini çevirdi. Bunun dışında tam 24 filmin daha altyazısına imza attı. Profesyonel iş teklifi aldığını da belirten Asmodeus, bu işin manevi getirisini şöyle sıralıyor: ‘İsmim o dizileri ve filmleri izleyenler tarafından biliniyor. Ve bol bol teşekkür alıyorum. En güzeli ise sevdiğiniz bir yapıma ufaktan da olsa bir imzanızı atabilmek.’ House’u Türkçe konuşturan kişi Şırnak’ta doktor HİÇ kimsenin tanı koyamadığı hastalıklara tanı koyarak onların hayatlarını kurtaran ama bu arada ekibindekilerin psikolojilerini de sürekli bozan Dr. Gregory House’un maceralarının anlatıldığı House M.D. adlı dizi Türkiye’de de çok izleniyor. Bu dizide çok fazla tıbbi terim geçiyor. Hal böyle olunca bir doktor, dizinin altyazısını hazırlamak için gönüllü olmuş. Şırnak’ta görev yapan ‘Sacit’. Bu diziyi çok sevdiğini anlatan Sacit, son altı yıldır çeviri yapıyor. Şimdiye kadar Grey’s Anatomy, Dark Angel, Flash Gordon, gibi dizilerin altyazısını çevirmiş. Bu işe İngilizcesini geliştirmek için başlamış ancak sonrasında hobisi haline gelmiş: ‘Şimdi çeviri yapamadan

duramıyorum. Bir eser çıkarmanın verdiği haz bende bir çeşit bağımlılık yaptı.’ Sacit, dizinin bir bölümünün çevirisinin 7-8 saat sürdüğünü


söylüyor: ‘Dizide çok fazla tıbbi terim var. Takıldığım bir hastalıkla karşılaşınca hem çeviriyi yapmak için hem de mesleki merakımı giderip bir şeyler öğrenmek için araştırma yapıyorum.’ Lost onu da şöhret yaptı DVD şirketiyle çalışıyor DÜNYAYI kasıp kavuran dizi kuşkusuz Lost... Bir uçak kazası sonrası başlayan gizem dolu macerayı anlatan diziyi çeviren ise Dr. Jivago... Bu diziyi internetten indirip de izleyenler için altyazıyı çeviren Dr. Jivago, her bölüme bir de not düşüyor: ‘Dr. Jivago iyi seyirler diler.’ Bilgi teknolojileri uzmanı olan Dr. Jivago, 10 yıldır bu isimle sanal dünyada olduğunu söylüyor. Son beş yıldır çeviri de yapan Dr. Jivago ‘George Orwell’in 1984 romanının filmini buldum ama Türkçe altyazısı yoktu. ‘Madem İngilizce biliyorum, neden çevirmeyeyim?’ dedim ve çeviriye başladım’ diyor. Bugüne kadar sayısını bile hatırlamadığı kadar diziye altyazı çevirmiş ama onu şöhret yapan Lost oldu. Dizi o kadar çok seviliyor ki ABD’de yayınlandıktan hemen sonra internetten indirilebiliyor. Dizi, Dr. Jivago’yu da meşhur etmiş: ‘Eşimin arkadaşları benim Dr. Jivago olduğumu öğrenince çok şaşırmışlar ve tanışmak istemişler. Bir yerde Lost’un bahsi açılıp, arkadaşlarım beni tanıdıklarını söyleyince, oradakiler hakkımda sorular soruyorlarmış.’ Dr. Jivago, bir DVD şirketiyle üç yıldır free-lance olarak çalışıyor. Kısa kısa üstadlar : DOKTOR JİVAGO (Lost) Ankaralı (33), bilişim sektöründe çalışıyor Bu lakabı okunuşu havalı olduğu için seçmiş. 100’ü aşkın


DİVX, 50’nin üzerinde DVD altyazısı ve dublaj çevirmiş. Bir DVD firmasıyla dört yıldır çalışıyor. Kitap çevirisi teklifi bile almış. Neden bu işe başlamış peki? "1984 isimli filmin Türkçe altyazısı yoktu. Ben de filmin altyazısını Türkçe’ye çevirdim, sonra devamı geldi." Onu meşhur eden Lost dizisi ama çevirmen "Ben Lost’un zannedildiği kadar fanatiği değilim. Benim görevim sadece altyazısını çevirmek" diyor. DARKOPAL (Heroes) Bursalı (28), grafikerLakabını bir arkadaşının bilekliğinde gördüğü opal taşından almış. 50’yi aşkın filmin, Heroes, Smallville, Terminator, Life gibi dizilerin çevirisini yapmış. "İnternetten indirdiğim filmler için altyazı arıyordum. Sonunda kendim çevirmeye başladım" diyor. Darkopal, çevirdiği Heroes dizisini severek izliyor: "Zevk almadığınız filmi çevirmek zordur" diyor. ZEROETHH (Kyle XY ve Jericho) İstanbullu (30), bankada çalışıyor 2002’den beri "gönül işi" olarak tanımladığı altyazı çevirileri yapıyor. Crash, Opera, Birds, Fahrenheit 451 gibi pek çok filmi ve Twin Peaks, X-Files, Kyle XY, Jericho gibi dizileri çevirmiş. Onu herkes, Kyle XY adlı dizide yaptığı çeviriyle tanıyor. "Çift anlamlı sözcüklerde hata yapılabiliyor. Ben de yaptım. Mesela "Mainland Security"yi "İç Güvenlik" yerine "Mainland Güvenlik" diye çevirdim." OEZEL (Altyazı çevirmenlerinin piri) 56 yaşında, emekli ve Almanya’da yaşıyor. Ona üstad diyenler var. Çünkü çeviriyi İngilizce sözleri dinleyerek yapıyor. "Korsan DVD piyasasından bana ulaşanlar oldu. ’Çeviriyi nasılsa dinleyerek yapıyorsun ve biz nasılsa kullanıyoruz, önce bize yap, piyasanın üzerinde bir ücret verelim’ dediler. Korsan DVD piyasası, bir film henüz yeni çıktığında ve ortada kaynak dilde bir altyazı yokken sadece


dinleyerek yapılan çeviriler üzerine çalışır ve bunların tamamı birer çeviri faciasıdır. Bu tür tekliflere cevabım hep hayır oldu." TAKAYA (Prison Break) Makine mühendisi İstanbul’da yaşıyor Japon kültürüne hayran o yüzden bu lakabı kullanıyor. Özellikle Asya ve doğu filmlerini seviyor. Bir hapishaneden kaçışın anlatıldığı Prison Break dizisiyle meşhur. Prison Break’teki acımasız katili Alabamalı kaba saba T-Bag’in aksanı ve konuşurken yaptığı benzetmeler, onu zorluyor. KONT DRACULA (Grey’s Anatomy) ODTÜ mezunu inşaat mühendisi (25) Niğde’de otoyol yapımında çalışıyor Onu çevirmenliğe iten Nip/Tuck dizisi olmuş: "Çok severek takip ediyordum fakat üçüncü sezonun son üç bölümünde çeviriler durdu. Ben de o bölümleri kendim çevirdim. Keyifli geldiği için de devam ettim." 2.5 yıl önce çevirmeye başladığı hastane dizisi Grey’s Anatomy ile ismi duyuldu. Bir inşaat mühendisi, tıbbi terimleri nasıl çözüyor peki? "Başlarda birkaç hastane terimi için yardım aldım ama kendi araştırmalarım sonucu, bazen de yorum katarak çeviriyorum. En çok kısaltmalı terimler beni zorluyor."

Derleyen:Yiğit Akkoca


GENÇLİK OTOBÜSÜ MASALI!!!

Telefondaki ses ‘-Gençlik Otobüsüne kabul edildin’ dedi. Bu kadar, sadece bir cümle... Ancak benim sevinçten ne yapacağımı bilemediğim, sokağın ortasında kahkahalar atmama, arkadaşları arayıp kahve eşliğinde kutlama yapmama sebep olan bir cümle…. Gençlik otobüsüne ‘’Avrupa Topraklarında Dünya Kardeşliği’’ adlı sloganımla SMS göndererek başvurmuştum. 52 gün boyunca 17 ülke gezecek ve her ülkede projeler yaparak dünya barışına ve kardeşliğine katkı sağlayacaktık. Üstelik bütün masraflarımızı (yeme, içme, konaklama) Ankara’da bulunan MCD gençlik kulübü karşılayacaktı. Bu projeye katılmayı çok istiyor ve her şeyin çok güzel olacağına inanıyordum… SMS ile yapılan başvurunun ardından bir mülakat olacağını öğrenip, büyük bir heyecanla mülakatın yapılacağı Ankara Rixos oteline gittim. Otelden içeri girdiğimde bu projede asistanlık yapan arkadaşlarımla (Yener, Haluk, Ömer) karşılaştım , bu iyiye işaretti, çünkü onların önceden yaptıkları projelerin kalitesini biliyor ve onlara çok güveniyordum. Zaten bu “Gençlik Otobüsü” projesini de Samsun’da ‘’Çocuk Olimpiyatları’’ projesinde tanıştığım Yener’den (aynı zamanda proje sahibi) duymuştum. Yaklaşık iki saat bekledikten sonra sonunda mülakat sırası bana geldi. Odadan içeri girdiğimde epeyce şaşırdım. İçeride benim gibi SMS atarak seçilen


yaklaşık otuz kişi daha vardı. Projenin sahibi Maksut Coşkun Dokunulmaz bu mülakat tekniğinin farklı bir teknik olduğunu belirterek grup içindeki hallerimizi inceleyerek ona göre seçileceğimizi söyledi. –‘Tamam dedim, çok profesyonel çalışıyorlar, bu projede olmalıyım! ‘ Daha sonra üç gruba ayrıldık ve her gruptan insanlığa katkı sağlayacak bir şey icat etmeleri istendi. İcatlar tamamlandıktan sonra icatların tanıtılması söylendi ve bu arada gruplar arasında her türlü münakaşanın serbest olduğu belirtildi. Mülakatta çok konuşamadım çünkü her kafadan bir ses çıkıyordu ve ortam bir hayli gerilmişti. Odadan çıktıktan sonra kafam karışıktı ‘-Seçilebilecek miyim!’ Veee.. Bir hafta sonra heyecanla beklediğim haberi aldım, ‘-Bekle bizi Avrupa!... 12 temmuzda 85 kişi (50 Türk,35 Avrupalı) yola çıkacaktık ama mülakattan yaklaşık bir ay sonra projenin bir hafta ertelendiği haberi geldi. Bir hafta sonra da bir hafta daha ve sonra 1 hafta daha .. Bütün yazımı bu projeye göre düzenlemiş, tüm planlarımı iptal etmiş, hatta mülakata katılabilmek için bir dersten kalmayı bile göze almıştım. Ama olsun! Çok güzel bir proje olacak… Değil mi! Sonuçta 52 gün yerine 20 gün, 17 ülke yerine 11 ülke olarak kısaltılmış, ama yapılacak! Uzun bir bekleyişin ardından zaman gelip çattı ve ben kendimi Ankara yolunda otobüste giderken buldum,


‘Hayallerim gerçek mi oluyor ne! ’ Her ne kadar Ankara’ya sabahın altısında inip, projeden sorumlu kimseye ulaşamasam ve elimde valizlerle çevrenin ıssızlığından yarı korkarak 2 saat kadar buluşma yerini arasam da olumsuz tüm düşünceleri kovaladım zihnimden..’Her şey çok güzel olacak..! Yoksa değil mi! ’ Sonunda arkadaşlarımı gördüm…. Herkes de bir heyecan, yaka kartı verildi ve bütün hazırlıklar tamamlandı artık otobüse binip gitme zamanıydı… Otobüse harika bir tasarım yapılmıştı, üzerinde inanılmaz güzel yapıştırmalar (gideceğimiz ülkelerin sembolleri, sponsorlar vs.) vardı. Bir kez daha heyecanlandım. Bekleyecek halim kalmamıştı, biran önce gitmek istiyordum. Ve sonunda… Yolculuğumuz başladı. Yolculuk oldukça keyifli geçiyordu. İlk durağımız Selanik’ti Atatürk’ün evini ziyaret edecektik . Üç günlük otobüs yolcuğu sonunda Selanik’teydik. Otobüste Maksut beye ilk nerde kalacağımızı sorduğumuzda ‘-İtalya’ dedi. Bu yüzden bir süre daha otobüste uyumamız gerekiyordu. Üç akşam üst üste otobüste uyumak son derece yorucuydu ama hiç önemsemedik, yepyeni bir tecrübe yaşıyorduk, ne olmuş biraz yorulduysak! Yirmi günlük yolculuğumuzda sadece beş gün otellerde konaklayacağımızı öğrenince ilk şaşkınlık ve fısıldaşmalar başladı... ‘Bize her ülkenin başkentlerinde üstelik beş yıldızlı otellerde kalacağımız söylenmişti’ ‘Nasıl dayanacağız bu


tempoya’ ‘’Peki ya ihtiyaçlarımız!, Duş almak, artık ayakkabılarımıza sığmayan ayaklarımızı dinlendirmek falan..’ ‘_ Amaan canım… ne olmuş en azından hem gezecek hem de projeler yapacağız’… ‘Çok güzel bir proje olacak! ‘-Yoksa değil mi!’ Otobüste uyumak, umumi tuvaletlerin lavabolarında saç yıkamak falan tamam da… Her sabah Maksut beyin bağırarak sert bir şekilde uyandırmasıyla gözümüzü açmak, otobüste hazırlanıp, sokakta konserve yemek…’Düşündüğüm kadar kolay olmayacak mı ne! ‘ Nadiren de olsa kaldığımız otellerde doğru düzgün kahvaltı ediyor, en azından tabak, çatal kullanabiliyorduk. Oysa bize kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğinin MCD tarafından karşılanacağı sadece ülkeler arasındaki geçişlerde yemek masraflarının bize ait olduğu söylenmemiş miydi…! ‘Paramız yetecek mi acaba..! Neyse canım, arkadaşlarla birlikte konservelerimizi paylaşıyor ve gittiğimiz ülkelerde marketlerden aldıklarımızı yiyoruz… Destek olmak lazım birbirimize… Bize proje anlatılırken, her ülkede kültür pazarları kurulacak, ülkemizi tanıtan materyaller(broşürler,cd vs..) dağıtılacak ve ayrıca parlamentolar ziyaret edilecek denmişti... Biz ise sadece programsız bir şekilde gezdik ve önemli binaların önünde toplu fotoğraf çektirerek yüksek sesle sponsorlara teşekkür ettik ve onları bolca alkışladık.


‘-Eee niye projeye başlamadık daha!..’ Bir taraftan açlık, yorgunluk ve hayal kırıklığı ile boğuşurken bitivermiş 20 gün… Proje nasıldı ve neler kaldı aklında diye soracak olursanız hemen özetleyeyim; Gittiğimiz ülkelerin önemli yapıları, kültürü, politik sistemi vs. hiçbiri tanıtılmadı, sadece binaların güzel göründüğünü söyleyebilirim size… Ülkemizi tanıttınız, herhangi bir broşür falan dağıttınız mı derseniz, o broşürler hiç var oldu mu? Bilemem… Toplu fotoğraf çekimleri haricinde bolca serbest zaman verildi, herkes kendi imkanlarıyla gezdi çevreyi. Kısacası MCD internet sayfasında da açıkça belirtilen yapılacak olan hiçbir şey yapılmadı. Buna rağmen başlarda benim ve arkadaşlarımın morali oldukça yüksekti ta ki bu projenin bize belirtilen şekilde bir proje olmadığını anlayana kadar… Olayın bir diğer ilginç boyutu ise; herkesin yapılanların farkında olup, ben ve birkaç arkadaşım hariç herkesin bunu belirtmekten çekinmesiydi. Bunun bir nedeni de aslında karşılaştığımız tutarsız ( kimi zaman çok eğlenceli kimi zaman da gereksiz sinirli) tavırlardı. Karşılaştığımız zorluklarla ilgili konuştuğumuzda ağır hakaretler işitip, bulunduğumuz şehirde bırakılmakla tehdit edildim. Keşke şu anki cesaretim olsaydı da o resti görebilseydim. Bunların haricinde otobüs şoförü ve üç arkadaşının da inanılmaz kaba tavırları iyice


moralimizi bozmuştu. Tabi ki uzun süreli bir yolculukta üstelik ‘’ 24 saat yaşanılan bir mekan’’ olan otobüste kuralların olması doğaldı ama genç insanlara uygulatılma şekli çirkindi. (Tahmin edersiniz ki hiçbirimiz yoldan geçerken bu projeye dahil edilmemiştik.) Toplamda sadece sponsorlar tarafından ücretsiz olarak iki kez yemek yenmiş ve iki otelde nasıl proje yapılacağını dinlemiş ama hiçbir proje yapmamıştık. Gençlik otobüsü beyaz bir camın ardındaki siyah yalandan ibaretti. Türk gençliğini Avrupa’da tanıtamadık üstelik dünya barışına da herhangi bir katkımız olduğunu düşünmüyorum. Gençlik otobüsü adı altında sponsorlardan alınan paraların da nereye gittiğini ayrıca merak ediyorum. Çünkü MCD ailesi tarafından yeme ve içme masraflarımız karşılanmadığı gibi iki ülkede kaldığımız yerlerin otelle yakından uzaktan ilgisi olmadığını da söylemem gerekir. Hepimiz adına çıkartılan gri (hizmet) pasaportları da işlevini yerine getiremedi. Yurtdışında Türkiye’ye hizmet için verilen bu pasaportlar sadece on bir ülkeyi vizesiz rahatça dolaşmamızı sağladı. Proje bittiğinde Bulgaristan’da herkesle sırayla röportaj yapıldı. Gençlik otobüsüyle nasıl tanıştığımız, bize neler kattığı ve ne çağrıştırdığı vs. gibi sorular soruldu. Aslında projenin başında özel bir Tv kanalından birinin bizimle projenin başından sonuna kadar beraber olacağı ve gezdiğimiz sürece yaptığımız projelerin dizi olarak Kasım-Aralık aylarında yayınlanacağı söylenmişti. Fakat çekimler MCD asistanları tarafından MCD kamerasıyla yapıldığı için birçok yaşadığımız


gerçeği anlatmadık. Yüzümdeki sahte ve zoraki gülümseme de cabası. Oysaki mülakat, vaad edilenler ve sponsorlar kısacası projenin Türkiye ayağı oldukça sağlamdı. Sınır kapısından çıkana kadar hayallerimin gerçekleşeceğine de yürekten inanıyordum. Şimdi ise bu içi boş projenin sonunda, gerçekten bu projeye güvenerek destek veren sponsorların haksızlığa uğratıldığını düşünüyorum. Bu zorlu süreçte moralimi hep yüksek tutmaya çalıştım ama sona yaklaşırken baştaki motivasyonumu koruyamadım. Daha önce de gençlik projelerine katılmış ve çok olumlu sonuçlar almıştım. Sonuçta bu daha uzun süreli ve içeriği daha dolu bir proje olduğu için hem benim katkı sağlayacağım hem de bana katkı sağlayacak bir proje olduğunu düşünmüştüm. MCD genel sekreteri tarafından beklentimin çok yüksek olmasıyla eleştirildim oysaki beklentim sadece bize çizilen imaj ve imzalatılan sözleşmeyle doğru orantılıydı. Keşke beklentim sadece gezmek olsaymış belki çok daha mutlu, huzurlu ve içi rahat dönerdim. Türkiye’ye döndüğümüzde de kendimi otobüsten nasıl attığımı bilemiyorum. Tüm bu zorluklar sağlam arkadaşlar kazandırıyormuş en azından.. Takside ağlamaklıydım, insanların maskesinin altındaki o çirkin yüzü görmek çok ağır gelmişti galiba. Ve evime giderken sıra arkadaşımın Maksut beye yazdığı şu cümleyi hatırladım;


‘’ Sayın Diktatör Hocam; o gülen yüzünüzün altında bir canavar yatıyormuş meğer, bizden sonraki öğrencilere biraz daha insaf.’’ Gençlik otobüsü masal gibi başlayıp, kabusa dönüşen bir proje oldu benim için. Kime ne yarar sağladı bilemem ama, ülkemize veya Türk gençliğine herhangi bir faydası olmadığı hissini atamıyorum bir türlü üzerimden. Bir de geceleri, geç kaldım ve biri kafama vuruyor korkusuyla sıçrayarak uyanıp, evde olduğum için derin bir oh!…çekme hissi kaldı geriye…. Önümüzdeki yaz Türk mutfağını yurtdışında tanıtmak için Gençlik otobüsünün ikincisi yapılacakmış. Rönesans’ın merkezi Floransa’da çimenlerin üzerinde piknik yapıp, Türklerin mangal keyfini mi tanıtacaklar diye düşünmekten alamıyor insan kendini…

İDİL ÖZMAÇİN


BÜYÜK KUZEY KOMŞU Bu ayki konumuz bir zamanların efsane abisi, iki kutuplu sistemin söz sahibi ve köklü bir geçmişi olan kuzey komşumuz Rusya. Rusya Federasyonu 1991 sonrası Sovyet Rusya’nın çöküşü ile küresel güç yerine bölgesel güç olarak adlandırılmaya başlandı. Soğuk savaşın sonucu Rusya sorununu çözmüş gibi göründü. Ama elbette bu yeterli olmadı. Her ne kadar soğuk savaş döneminde olduğu kadar tehditkâr olmasa da Rusya yeniden küresel bir güç olabilmek için mücadele veriyor ve hem dış hem de iç politikasını tekrar ‘büyük’ olabilme hayalinin üzerine inşa ediyor. Eğer Rusya 1990 lı yıllarda parçalansaydı ve yerine küçük devletler kurulsaydı günümüzde Rusya tehdidi diye bir kelime olmayacaktı. Aslında ABD, Çin ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı birleşip onu tarihin tozlu sayfalarına göndermek için yeterli sebepleri mevcuttu.Ne var ki 20. yüzyılın şartları bunun için çok da elverişli değildi. Çünkü Avrupa iki büyük savaştan çıkmış ve büyük yaralar almıştı, Çin tecrit edilmiş, sadece kendi iç meseleleri ile meşguldü. En önemlisi ise; ABD’nin 2001 den sonra uyguladığı yanlış politikalar Rusya’nın yeniden uluslararası toplumda güçlü bir aktör olarak doğmasıyla sonuçlandı. Çünkü ABD soğuk savaş yıllarının geride kaldığını düşünüyor ve yeni düşmanının İslami terör olduğuna inanıyordu. Bir nevi ‘11 Eylül’ Rusya Federasyonunun yeniden doğuş tarihidir.


Rusya’nın niyetleri ve uyguladığı politikaları tarih boyunca bizi hep yakından ilgilendirmiştir. Ama özellikle 2002 den bu yana hız kazanan ekonomik ve siyasal alandaki ilişkilerimiz dolayısıyla Rusya bizim için daha büyük bir önem arz ediyor. Biz de bu yazı boyunca 1991 sonrası büyük kuzey komşumuzun ekonomik ve stratejik politikalarını kısa kısa inceleyeceğiz. EKONOMİSİ: SSCB’nin çöküşünün sadece toplumsa alanda değil aynı zamanda ekonomik alanda da derin dönüşümleri tetikledi. 1991 öncesinin Rusya’sı merkezi planlama ekonomisi uyguluyordu. Ama ne var ki bu sistem yapısal olarak bünyesinde bazı sorunları besliyordu; hantallık, yenikçiliğe kapalı, verimliliği engelleyici vb… 1990 sonrası Rusya yabancı sermayeyi beraberinde getiren hızlı bir özelleştirme sürecine girdi. Başta ABD, Almanya, Finlandiya’dan gelen sermayeler yiyecek ve içecek, otomotiv ve finansal alanda yoğunlaşmıştı. RF 2000 li yıllara kadar yüksek enflasyon rakamlarıyla boğuşmak zorunda kaldı. Rusya uzun bir geçmişten beri sanayileşme yoluyla ülke ekonomisini kurtarma politikası izliyordu. Ama Rusya’nın sanayileşmede önemli başarılara imza attığını söylemek pek mümkün olmadı. Çünkü hem bu hamleye geç başlamış hem de bunu dışarıdan aldığı(Fransa’dan) borçla gerçekleştirmişti. Ayrıca ülke coğrafyası ve halkın yaşam tarzıda sanayileşme politikası için uygun değildi. Fakat Rusya 2000 li yıllarda stratejisini değiştirdi. Bu tarihten itibaren topraklarının kendilerine sunduğu doğal kaynakların(özelliklede doğal gaz,


petrol, diğer değerli madenler kereste) ihracatına başladı. Avrupa’nın enerji ihtiyacının fazla olması ile de Rusya uluslar arası sistemde kendine yeni ve önemli bir yer buldu… Başka bir deyişle dünya artık eksilerini ve artılarını bilen yeni bir Rusya ile yüz yüzeydi… Rusya’nın ihracat ürünlerinin %70 ini madensel ürünler oluşturmaktadır. Ayrıca GSMH içinde enerji sektörü önemli bir yeri işgal etmekte. Aslında ilk bakışta çok olumlu gibi görünen bu enerji politikasına dayalı ekonomik büyümenin ciddi bir yan etkisi mevcut. Çünkü bahsettiğimiz bu madenler uluslar arası piyasalara karşı aşırı duyarlı. Bu da demek oluyor ki Rus ekonomisinde istikrardan söz etmemiz oldukça güç. Bu önemli nokta sanayinin yeniden yapılanması açısından da sorun teşkil ediyor. Bütün olumlu gelişmelere rağmen Rusya’nın reel GSYİH’ sı 1989 yılındaki seviyesini ancak 2008 yılında geçebilmiştir. Aslında bu tablo Sovyet bloğunun çöküşünün ekonomide ne kadar derin yaralar açtığını gösterebilmek için yeterlidir. Rusya’nın ekonomisinde yaşadığı sorunları çözebilmek için neredeyse tek sektöre bağlı ekonomik yapısını değiştirmek, üretimini çeşitlendirmek, teknolojik açıklarını kapatmak zorundadır. RUSYA’NIN ENERJİ STRATEJİSİ: Enerji Rusya’nın iç ve özelliklede dış politikasının anahtar kelimesidir. RF uluslar arası sistemin yeniden güçlü bir aktörü olabilmek için neredeyse kusursuz bir politika izlemektedir. Hem kendi coğrafyasındaki enerji madeni zenginliği hem de komşularının


yeraltı ve yer üstü kaynakları onun uyguladığı politikaya kusursuzca hizmet etmekte. * Rusya’nın enerji politikasını 4 ana noktada özetlemek gerekirse: 1. Orta Asya’daki enerji arzı üzerindeki monopol(tekel) konumunu korumak, Orta Asya’daki enerji kaynaklarının kendi kontrolünde olmayan alternatif boru hatlarıyla dünya pazarlarına açılmasını engellemek, bu çerçevede enerjiyi daha uygun fiyata taşıyacak yeni boru hatları inşa ederek alternatif boru hatlarını tez avantajlı konuma düşürmek, 2. Yeni boru hatları inşa ederek Avrupa’daki ithalatçı ülkelere enerji naklini transit ülkelere gerek kalmaksızın gerçekleştirmek. 3. Avrupa’daki dağıtım sistemlerinin Gazprom tarafından satın alınarak, Rus projelerine alternatif projelerin hayata geçmesini engellemek. 4. Gazprom aracılığı ile ilgili ülkelerdeki enerji şirketlerinin hisselerini satın alarak hem bu ülkeleri hem de dünya piyasalarının gaz fiyatlandırmasında kontrolü elinde tutmak. Aslında bu 4 madde kısmen Rusya’nın dış politikasının özeti sayılabilir. Bu durumu daha iyi anlayabilmek için Rusya’nın bir ahtapot gibi dört bir tarafa uzanan gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeyi planladığı boru hatlarına bakabiliriz.


Gerçekleştirilmiş Projeler: —Yamal-Avrupa:1999 yılında faaliyete başladı. Rusya, Belarus ve Polonya topraklarından geçerek Almanya’ya ulaşıyor. -Mavi Akım(1997)Rusya, Türkiye, Ukrayna, Moldova, Romanya, Bulgaristan —Batı Sibirya: Rusya- Ukrayna Gerçekleştirilmesi hedeflenen projeler: —Kuzey Akım: Baltık Denizinin altından Almanya, İngiltere, Hollanda, Fransa, Danimarka ve diğer ülkelere boru hattı döşenmesi hedeflenmektedir. —Güney Akım: Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Beregovaya Gaz kompresöründen Karadeniz’in altından uzanan Bulgaristan’a uzanır. —Altay: Rusya-Çin —Burgaz Dedeağaç Petrol Projesi: -Drujba Petrol Boru Hattı: Bu hat, Batı Sibirya, Urallar ve Hazar Havzası petrollerinin toplandığı Samara bölgesinden başlamakta ve Belarus’da iki kola ayrılmakta; birinci kol Polonya üzerinden Almanya’ya, ikinci kol ise Ukrayna, Slovakya, ve Çek Cumhuriyeti üzerinden Macaristan’a uzanıyor.


Özellikle Putin’in başa geçmesinden sonra Rusya enerji gücünü komşuları üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanmaya başladı. Fakat bu durumun olumlu sonuçları olduğu gibi(örneğin Ukrayna’yı bu sayede NATO’dan uzak tutmayı başarması, ayrıca Almanya ve Fransa gibi enerji ihtiyacı fazla olan ülkeleri kendine bağımlı hale getirerek attığı adımları meşrulaştırması) aynı zamanda olumsuz etkileri de ortaya çıkabilir. Çünkü eğer uygulanan baskının tadı kaçırılırsa komşular Rusya’ya karşı birleşebilir ve bu durum ordusu zayıf olan RF için hiç de olumlu sonuçlar doğurmayacaktır. NOT: Her ne kadar Rus Orduları 2000 yılından bu yana yeniden yapılandırılmaya başlansa da henüz yeterince iyileşme sağlanamadı. En azından 2015’e kadar Rusya bu konuda daha temkinli davranmak zorunda. RUSYA’NIN JEOPOLİTİK STRATEJİLERİ Rusya hem içten hem de dıştan gelen tehditlere açık bir coğrafyada yaşıyor. Rusya’nın bu topraklarda varlığını devam ettirebilmesi için daha aktif politikalar uygulamak zorunda. Aksi takdirde RF Sovyetler Birliği kadar şanslı olamayacak ve kendini parçalanmaktan kurtaramayacaktır. Bu durumu daha iyi anlayabilmek için Rusya’nın iç ve dış güvenlik sorunlarına bakmamız gerekiyor. Rusya’nın İç Güvenlik Sorunları: Sovyetler birliğinin çöküşü beraberinde otorite ve güvenlik boşluğunu alevlendirdi. Bu durumda hiçte şaşılmayacak bir şekilde


mafyaların, silah kaçakçılarının rahatça yaşayabileceği bir ortamı tetikledi.( O yıllarda yaşanan bu durumu daha net anlayabilmek için eğer izlemediyseniz ‘Savaş Tanrısı’ filmini izlemenizi öneririm) Diğer önemli bir sorun ise aynı sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan etnik ve sınır çatışmaları, ayrılıkçı hareketler vb problemlerdir.Osetya, Abhazya, İnguşistan, Çeçenistan bu tür olaylara verilebilecek birkaç örnektir. Özellikle Çeçenistan’ın ayrılıkçı hareketleri RF için çok ciddi bir güvenlik sorunu yaratmaktadır. 29 Mart 2010’da Moskova’da bulunan Lubyanka ve Dark Kulturay metro istasyonlarına 40 dk arayla gerçekleştirilen terörist saldırıları hala hafızalarımızda çok tazedir ve ne yazık ki bu ne bir ilkti ne de bir son olacak iki devlet arasında. Rusya’nın Dış Güvenlik Sorunları: Rusya için dış güvenlik sorunu denince aslında sadece Rusya’nın sınırlarına özelliklede en zayıf sınırı olan ‘kuzey batı sınırına bakmamız yeterli olacaktır. RF’nun tartışmasız saldırıya en açık bölgesi düzlüklerden oluşan kuzeybatı sınırıdır. Bu nedenle de Rus hükümeti güvenliğini sağlayabilmek için toprak derinliği stratejisi altında sürekli batıya açılmak ister. Bunun ne kadar mümkün olduğu ise tartışmalı bir noktadır. Çünkü bu bölgelerde Sovyet Rusya’sının işgalini hiçbir zaman unutamayan Baltık Ülkeleri, Romanya, Macaristan, Polonya gibi NATO üyesi devletler yaşamaktadır. Ayrıca bu ülkelerin yanında iki önemli blok daha var ki asla buna izin vermeyecektir: ABD ve AB.


Rusya Devletinin diğer sınırlarında ise durum biraz daha farklıdır. Güneyde doğal bir güvenlik kuşağı vardır. Karadeniz, Kafkaslara kadar Rusya’yı Türkiye’den ayırır. İran ise Hazar Gölü ve Güney Türkmenistan’da kara kum çölü ile sınırlanır. Çin sınırı ise hem uzun hem de zayıftır. Ama iki devletin birbirine saldırması günümüzde pek mümkün gözükmemekte. Ayrıca iki devlet arasında yapılan bir takım anlaşmalar ile de bu sınır sorunu nispeten çözüme kavuşturulmuştur. Aradan 19 yıl geçmiş olmasına rağmen Rusya hala selefinin mirasını bırakmaya hiç niyetli gözükmüyor ve sınırlarını 1991 öncesine getirmek için çeşitli politikalar uygulamaya çalışıyor. Ama bu amacın Rusya için ne kadar karlı olacağı tartışmalı bir konu. Çünkü RF’nun diğer önemli bir sorunu da demografiktir. Rusya giderek azalan bir nüfus krizine yaklaşıyor. Bu da yetmezmiş gibi genç nüfusun büyük çoğunluğu uyuşturucusu bağımlısıdır. Ve doğal olarak bu iki olumsuz durum giderek ülke savunmasını zorlaştıracaktır. Bu nedenle de aslında Rusya’nın yapması gereken ülke sınırlarını genişletmek değil, stratejik bölgeler üzerinde nüfuz kurarak tampon bölgeler oluşturmaktır. Bu noktada da 3 bölge büyük önem arz ediyor: KAFKASLAR: Kafkaslar Rusya’nın Karadeniz ve Orta Doğuya açılan kapısıdır. Aynı zamanda ülkemiz ile Rusya arasındaki tarih boyunca bir çok kanlı savaşa sahne olmuş sınırı çizmektedir. Soğuk Savaş sonrası bu bölgede günümüzde bağımsız olan Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan


vardır. Daha ileride ise Dağıstan ve Çeçenistan yer alıyor. Kafkas sınırı hem Türkiye hem de Rusya için güven vericidir. Ama Rusya’nın şimdiki konumunu yitirip kuzeydeki ovalara çekilmesi ile bütün dengeler alt üst olabilir. İşte bu durumun önüne geçebilmek içinde Rusya her zaman Çeçenistan’daki ayrılıkçı hareketleri çok sert bir biçimde bastırmıştır. Çeçenistan’ın kaybı Rusya’yı stratejik açıdan zor bir duruma sokacaktır. Aslında Rusya mümkün olsa sınırlarını Gürcistan’a doğru kaydırmak ister. Ermenistan zaten hali hazırda bir Rus müttefikidir. Eğer Gürcistan da alınabilirse Rusya’ya Kafkaslardan ir saldırı gelmesi nerdeyse imkânsız olacak. Azerbaycan için ise durum biraz daha farklı. Çünkü buranın alınması hiçbir stratejik avantaj getirmeyecektir. Ama yinede bu bölgenin yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile kısmende olsa İran’a karşı bir tampon bölge olma potansiyeli nedeniyle Rusya için bir çekicilik arz etmektedir. Fakat ne Türkiye ne de ABD Gürcistan’ın Rusya’nın eline geçmesine izin vermek istemez. Çünkü Gürcistan ABD müttefiki ve bu bölgenin kaybı demek ABD’nin

Bölgedeki kontrolünü yitirmesi demektir. Türkiye içinse durum biraz daha ciddi. Çünkü Ermenistan ile zaten sorunlar


yaşarken birde Rusya’nın hâkim olduğu Gürcistan sınırı güvenliğimizi tehlikeye sokacaktır. Günümüzde Rusya bu bölgedeki nüfuzunu çeşitli örgütlenmeler ile sağlamaktadır: Bağımsız Devletler Topluluğu ve ya Kolektif Güvenlik Anlaşması gibi… ORTA ASYA: Bu bölge Çin sınırı ile Hazar Denizi arasında kalan geniş bir bölgedir. Bölge halkı ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluşur ve enerji bakımından zengin topraklardır. Rusya 11 Eylül 2001 yılına kadar bu bölge üzerinde çok aktif bir rol oynamamıştı. Diğer bir değişle Rusya bölgede kendisi için tehdit oluşturabilecek bir devlet görünceye kadar bölgeyi çok fazla önemsememiştir. Ama 11 Eylül saldırıları ile ABD vakit kaybetmeden Afganistan’a saldırdı. İlk etapta ABD’nin yardım isteğini olumlu karşılayan Rusya Taliban karşıtı kuzey ittifakına destek verdi. Çünkü Rus Hükümeti bu durumu geçici olarak görüyordu. Ama yanıldılar. Savaş uzun sürdü ve NATO askeri bölgede kaldı ve bu durum bölge halkını etkiledi. Diğer bir deyişle Rusya kendisi için önemli bir tampon bölgesini kendi elleriyle ezeli düşmanının himayesine verdi. AVRUPA BÖLGESİ: Daha öncede belirttiğim gibi bu bölge güvenlik açısından çok önemli bir konumda. Bölge Baltık Ülkeleri(Estonya, Letonya, Litvanya), Belarus, Ukrayna ve biraz daha aşağı da ise Polonya, Slovakya, Bulgaristan’dan oluşuyor. Bir zamanlar Sovyetlerin uydusu olan bu ülkeler


günümüzde Avrupa’nın birer parçası. Rusya tarafsız bir Baltık Ülkesine razı, ama NATO üyesi bir Baltık bölgesinin kendisi için tehdit olduğunu iddia ediyor. Belarus ve Ukrayna ise daha önemli Rusya için ve bu iki bölgenin NATO’nun eline geçmesi asla kabul edilemez. Aslında Belarus Rusya ile birleşmeyi isteyecek kadar Rus yanlısı. Ama ne var ki Ukrayna için aynı durum söz konusu bile değil. Ukrayna devleti NATO’nun bir parçası olmaya dünden razı. Bunun gerçekleşmesi demek Rusya’nın Karadeniz üzerindeki gücünün zayıflaması demektir. Üstelik bu durum Rusya’nın tarih boyunca birçok savaşı kazanmasını sağlayan toprak derinliğini de olumsuz etkileyecektir. Aslında bu noktada giderek ivme kazanan Türk-Rus ilişkilerine de bakmamız gerekiyor.Ama konuyu daha fazla uzatmak istemediğimden hem bu konuyu hem de Rusya’nın Orta Doğu üzerinde oynadığı oyunları bir sonraki yazımda anlatmaya devam edeceğim…

KAYNAK:*SDE Rusya Analizi-George Friedman:Gelecek 100 yıl

Yasemin Alp


SİMONLAŞMAK …

“Susurluk olaylarında devletin içindeki çeteleri korkusuzca açıklayan, görev yaptığı her yerde yolsuzlukla mücadelede isim yapan Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 14 yıl sonra yeniden konuşuyor.” İşte böyle başlıyor bugünlerde köşe yazılarının nerdeyse tamamı. Sebebiyse Hanefi Avcı’nın yok satan kitabı “Haliç’te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Simonlar”.

Simonlar da kim diye düşünebilirsiz eğer kitaptan haberiniz yoksa ya da neden Haliç’te yaşıyorlar? Tüm bunlar yani kitabın ismi aslında simgesel şeylerden meydana gelmiş Avcı’nın hafızasında. Simon Bekaa kampında üst düzey bir PKK militanı. Ve bir kadın. Örgüt içinde erkek militanların kafasını karıştırdığı iddia edildiği için kız kardeşi yargılanıyor ve Simon kendi elleriyle kardeşinin kalemini kırıyor. Yıllar


sonra Avcı kendisini yakalayıp gerçekten bunu yapmış mıydı diye sorduğunda ise asla cevabını verebilecek kadar da soğuk kanlı davranabiliyor. Simonlar, Avcı’nın gözünde sadece kendilerine empoze edilmiş, beyinlerine işlenmiş örgüt gerçekleri için savaşan ve bunun dışındaki haksızlıklara ses çıkarmayan, itaat kültürünün hakim olduğu grup menfaati için her şeyin yapıldığı her yerde onlar var. Ve Avcı bu davranış biçimini Simonlaşmak olarak tanımlıyor. Haliç’te yaşamalarına gelince; Avcı çok eskiden Haliç’ten geçerken midesini bulandıracak kadar kötü bir koku duyduğunu anlatıyor. Fakat bir süre sonra etrafında piknik yapan, parklarında oyun oynayan çocuklar gördüğünü söylüyor. Demek ki insanlar uzun süre kaldıkları ortamda yanlışlıkları, haksızlıkları ve anormallikleri görmezden gelebiliyor, Türkiye için de yanı şey söz konusu. Veee Avcı Gülen cemaati üyelerine bunlardan yola çıkarak Haliç’te Yaşayan Simonlar adını veriyor. Kitap iki bölümden oluşuyor. Devlet başlıklı ilk bölümde, geçirdiği fikirsel dönüşümü, bu dönüşüme neden olan olayları anlatıyor. Bu fikirsel dönüşümün sonucunda, farklı fikir ve düşüncelerin topluma zarar vereceğine değil, ancak bir zenginlik katacağına, güvenlik sorununa indirgenen Kürt sorununun ancak demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilerek siyasi yollarla çözümlenebileceğine ve ordunun batılı ülkelerde olduğu gibi siyasetin dışında kalarak güçlü bir ordu olabileceğine inandığını açık yüreklilikle ifade ediyor. Cemaat başlıklı ikinci bölümde ise Avcı devletin çeşitli kurumlarına nüfuz etmiş cemaat yapısının son zamanlarda meydana gelen olaylardaki rolünü ortaya koyuyor. Hanefi Avcı, meslek hayatına 1976 yılında Mut ilçe


Emniyet Komiserliği görevi ile başladı. Daha sonra İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü, KOM Dairesi Başkanlığı ve Edirne Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Avcı, halen Eskişehir Emniyet Müdürü olarak göre yapmaktadır. 2006 yılında TASAM’ın Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat Ödülü’nü kazanmıştır. Avcı, Emniyette teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinir. Avcı tanınmışlığını, yıllar önce Susurluk olaylarında korkmadan Emniyet, MİT ve Jandarma içindeki çeteleri açıklamasına, yolsuzluklara karşı yaptığı operasyonlara, çalıştığı her yerde mafya, telefon dinlemesi deyince akla gelen ilk isim olmasına borçlu. “Dinleniyoruz ” korkusunu hiçbir zaman ciddiye almadığını ama kendisinin de kanunsuz şekilde dinlendiğini keşfettiğinde şok geçirdiğini, hâkimlere, savcılara bu kayıtlarla şantaj yapıldığını, anlatıyor. Ayrıca, Danıştay saldırısından Ergenekon’a, Balyoz operasyonlarına, generalleri istifaya zorlayan telefon konuşması kayıtlarına, savcı ve hâkimlere şantaj yapan, emniyet içinde yuvalanmış “garip polisler”e,Nuh Mete Yüksel’in, Deniz Baykal’ın seks kasetlerine, devletin tüm kurumlarını ele geçiren Gülen cemaatinin nasıl örgütlenip çalıştığını örneklerle gösteriyor ve bütün ileri sürdüğü iddiaları belgeleriyle kanıtlıyor. Hanefi Avcı bu kitabında birilerini açıkça ihbar ettiğini söylüyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi’nin neden denetlenemediğini sorguluyor. İstihbarat Daire Başkanlığı’nda arama yapılsa, demirbaşa kayıtlı olmayan cemaatin kendine ait özel dinleme ve izleme aletleri bulunacağından da emin olduğunu açıklıyor. Ve tüm bunların engellenebilmesi için yapılması gerekenin; özel yetkili


mahkemelerin tüm hâkim ve savcılarının emsali hâkim ve savcılarla değiştirilmesi gerektiği oluğunu savunuyor.

Kitabın yalnızca ilk baskısı telaşla piyasaya yetiştirebildi ve anında ortadan kayboldu. Tabi bu ani kayboluş için de çeşitli senaryolar üretilmedi değil. Avcı’dan yana olanlar kitabı Gülen cemaatinin topladığını söylediler önce. Sonra cemaati koruyan yazarlar kitap evlerine gitti yerinde incelemeye olsa gerek, kitabın en çok satan üçüncü kitap olduğunu öğrendiler, yani fakirlikten bol bol ekmek yiyen ülkemizde gerçekten ekmek gibi satıldığını öğrendiler. Kitabın yok sattığını duyan korsancılar atak yaptılar aceleyle ve aynı saatlerde aynı gün farklı illerde kitabın korsanı beliriverdi birden. Tabi bu zamanlama Angora Yayınevini kitabın tek bir elden kopyalandığı dolayısıyla da içerikle oynanmış olması olasılığının varlığına dair bir endişe ve halkı uyarma telaşına sardı. Hemen bir basın açıklaması yapıldı bunlara dair ve insanlar bandrolü olmayan kitapları alırsa farklı şeyler okuyabileceğine dair uyarıldı. Halk arasında “fetocular” dediğimiz kesimin yazarları ise Hanefi Avcı için karalama kampanyası başlattılar bile. Onlardan bir tanesi Avıc’nın bu kitabı yazmasına nasıl şaşırdığını şöyle anlatıyor: “Hanefi Avcı’yı Mayıs ayında İstanbul’da yapılan Türkçe Olimpiyatlarında görünce hiç şaşırmamıştım. Çünkü Sayın Avcı’nın Fethullah Gülen Hocaefendiye ve yapılan hizmetlere karşı derin bir saygısı olduğunu biliyordum. Hatta bir gün Sayın Gülen’e ‘siz doğru bildiğiniz yolda


okullar açarak bu ülkeye ve insanlarımıza hizmet ediyorsunuz. Gerisini önemsemeyin, doğru sonunda galip gelecektir’ bile demişti. Ayrıca çocuğunu bu hareketin okullarından birinde okutmuştu.O kadar Gülen hareketine karşı saygısı ve hürmeti vardı. Adı ‘Fethullahçı’ polise dahi çıkmıştı. Ancak 'Haliç'te Yaşayan Simonlar' adında kitabı yazınca herkes gibi ben de şaşırdım. Emniyet istihbaratın efsane ismi Hanefi Avcı kitabında yıllarca ‘yakından’ tanığı, çocuğunu emanet ettiği camia hakkında akıl almaz suçlamalarda bulunuyor. Dönemin DGM savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından 2000 yılında hazırlanan iddianamede aynı suçlamalar yönetilmişti Gülen hareketi hakkında. İddianamede, ‘Gülen grubunun, başta Milli Eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde başarı sağladığını ‘iddia edilmişti. 10 yıl ağır hapis cezası ile yargılanan Sayın Gülen Yargıtay 9. Ceza Kurulu tarafından oy birliği ile beraat etmişti. Mahkeme bütün bu iddiaları asılsız buldu. Bu süreç içerisinde devletin bütün istihbarat birimleri devlet içerisinde ve özellikle Emniyet teşkilatı içerisinde böyle bir yapılanma olmadığı konusunda raporlar hazırladı. Bu süreç içerisinde Hanefi Avcı’da vardı. Peki, ne oldu da aynı Hanefi Avcı dün yok dediğine bugün var dedi? İddia ettiği gibi devletin her yerine sirayet etmiş, her yeri ele geçirmiş bir yapılanma vardıydı da bu güne kadar neden görememişti?” diyor ve bunu Avcı’nın zamanında İstanbul ve Ankara Emniyet Müdürü olmak isteyip geri çevrilmesine daha sonra da MİT başkanlığı talep edip tekrar başarısız olmasına bağlıyor. Çocuğunu hangi okulda okuttu bilmiyorum ama tüm bunları söyleyen fetocu yazarımız kitabı Avcı’nın yazdığı


konusuna da şüphe düşürmeye çalışıyor ve kitapta bir akışkanlık olmadığını birden fazla elden çıkmış olabileceğini öne sürüyor. Ve bu yazarlardan bazıları Avcı ‘nın kitabı sezonu beklemek yerine acele bir şekilde çıkarmış olmasını referandum sürecini baltalamak amacıyla yaptığını savunuyor. Kitap ve yazarı hakkında şimdiden milyonlarca tez üretildi ve spekülasyon yapıldı. Avcı’nın yazdıklarını polis kavgası diye küçültmeye çalışan da var siyasete atılacak onun için yazdı diyen de. Ayrıca Mehmet Tezkan’da eğer Avcı doğru söylüyorsa onların medyada da uzantıları olmalı başka türlü olmaz dedi ve içlerindeki Simonları aramaya koyuldu geçtiğimiz günlerde. Ve kitap soruşturmaya gideli çok oldu. Soruşturma sonunca dava açılır mı yoksa açılmaz mı bilinmez ama kitabın Türkiye’yi en az Susurluk olayı kadar çarpması bekleniyor tabi önce baskıların arttırılıp kitabın okuyucuya ulaşması gerekiyor. Bakalım önümüzdeki ne kadar karışıklık yaşanacak ….

TÜRKAN BİRCAN


YILIN GENÇ AVRUPALISI ÖDÜLÜ

Heinz-Schwarzkopf Vakfı tarafından 1997 yılından bu yana AB konusunda faaliyetleriyle öne çıkan 18-28 yaş arasındaki bir gence "Yılın Genç Avrupalısı" ödülü verilmektedir. "Yılın genç Avrupalısı" seçilecek adaya 5000 Euro tutarında bir ödül verilmekte olup, ödülü kazanan gencin bu meblağ karşılığında bir Avrupa Parlamentosu üyesinin yanında ya da bir başka Avrupa kurumunda altı ay staj yapması veya Avrupa entegrasyonu konusunda bir proje hazırlaması beklenmektedir. Ödül duyurusu ve aday gösterme formuna, HeinzSchwarzkopf Vakfı'nın http://www.schwarzkopf-stiftung.de/ adresli sitesinden erişim mümkün olabilmektedir. Daha önce seçilmiş ödül sahibi isimlerle ilgili ayrıntılı bilgi adı geçen vakfın web sitesinde verilmektedir.Konu ile ilgili duyuru www.abgs.gov.tr adresinde Avrupa Birliği Genel Sekreterliği internet sitesinde mevcuttur. Kuruluşlar ve kişiler 30 Eylül 2010 tarihine kadar doğrudan aday gösterebilmektedir. "Yılın Genç Avrupalısı" ödülü, 2006 yılında AEGEE-Ankara üyesi Burcu Becermen'e verilmiştir.Bu ödülü kazanan ilk Türk olan Becermen, koordinatörü olduğu ve AEGEE-\Ankara


tarafından 2002-2005 tarihleri arasında yürütülen "Türk-Yunan Sivil Diyaloğu Projesi'ndeki başarısından dolayı bu Ödüle layık görülmüştür."Türk-Yunan Sivil Diyaloğu projesi" Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen, 3000'i aşkın genci bir araya getirerek gerçekleştirdiği dört ana etkinliği ve yayınladığı proje sonuç kitabıyla Türkiye ve Yunanistan gençleri arasında karşılıklı anlayışın geliştirilmesine önemli katkılar sağlamış olan bir proje olarak değerlendirilmektedir. Heinz-Schwarzkopf Vakfı; genç Avrupalıları Avrupa bütünleşmesine katkı sunma konusunda teşvik etmek üzere, uluslararası ve ulusal çeşitli seminerler, burslar, ödüller ve çeşitli fonlar sağlayan bir kuruluştur. Yararlanıcılarımızın bu ödüle aday gösterilmeri gerektiğine inanıyor ve başvuru yapmanızı öneriyoruz.

YİĞİT AKKOCA


Farklı Bir Hayat: Buenos Aires -Genel BakışBuenos Aires’te görülmesi gereken yerler hangileri? Belki de sanatın Güney Amerika kıtasındaki bu şirin ülkesinin içindeki başkentte bulunan Buenos Aires’te en güzel tarihi dokusunun yansıtıldığı yerlerden bir tanesi geniş caddeleri, 500 yıllık mimari yapısından ve dokusundan bir şey kaybetmemiş binaları, opera binaları, eski şehri yani Kaminito denilen ilk olarak göçmenlerin gelip kurmuş oldukları; daha sonra Arjantinlilere bırakmış olduğu eski şehir, bunun yanı sıra ulusal tarih müzesi, modern sanat müzesi. Şehrin içindeki o geniş caddenin üstüne kurulan parkları, ki bunun en ünlüsü Palermo Parkı, aynı zamanda tabiki Arjantin için vazgeçilmez isim olan Evaperon evi ve tabi ki Evaperon’un mezarı başlıca ziyaret edilmesi gereken yerlerden bir tanesi. Ancak şunu unutmamak gerekir ki eğer sizler biraz şehrin dışına gitmek isterseniz size çok özel bir tavsiyem var; lütfen bir tren alıp önce o trenle hep birlikte San İsivro kasabasına uğrayalım. Bu kasabadaki eski tarihi, el işi yapımlarını görelim. Ordan trenle Delta Tigre‘ye devam edelim, Delta Tigre’de inelim bir tekne alalım ve Delta Tigre’de nehir boyunca o müstakil evlerin içerisindeki, tamamen karayla kesilen ilişkideki yaşamın farklı güzelliğini ve doğayla bütünleşen o hoş yaşamı hep birlikte görüp yaşayalım. O zaman Buenos Aires‘e gitmek için beklemeye bir an bile gerek yok. Buenos Aires’e nasıl gidilir? Uzun bir yolculuğu göze alıyorsunuz ama yalnızca Arjantin‘e ve Buenos Aires’e gitmiş olmak için değil. Yalnızca başlı başına oraya gitmek için bence gitmeyin. Bir Güney Amerika


turu alın, içerisinde Arjantin ve Buenos Aires’i de görün. Burada visesiz Türklerin belkide en kolay yaşayacağı, dünyadaki şehirlerden biri olan Buenos Aires’a gitmek için bir Paris’e kadar uzanalım, Paris’ten bir uçak alalım, bu uçakla 12-12.5 saat bir yol katetelim. Başkent Buenos Aires‘e inelim; yani güneşin şehrine. Vizeye gerek olmadığı için pasaportumuzla direkt ülkeye girelim ve işte ondan sonra sokakta tango yapanlar, ülkenin 500 yıl geçmişindeki o geniş caddelerinde uzanan tarihi dokusuyla birlikte başlı başına yaşanması gereken tüm güzellikleri, bütün sanat eserlerini hep birlikte yaşamaya başlayalım. Ne kadar süre gerekli? Bana göre Buenos Aires’te dolu dolu 4 gün, yaşanması için en ideal süreç. O zaman daha ne duruyorsunuz ki… Önce Güney Amerika’ya sonra Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e. Buenos Aires’te nasıl bir yemek kültürü var? Biz Türk halkı yemeğe çok düşkün insanlarız. Arjantin’e gittik, Buenos Aires’te aç kalırız diye bir kere hiç düşünmeyin. Çünkü Kordo Madeiro adlı bir liman var, bu limana varın 50′nin üstünde restoran; ama aklınıza ne geliyorsa. Benim tavsiyem sizlere öncelikle bir Arjantin et restoranına gitmeniz. Çünkü dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen bir servis var. Nasıl bir servis bu? Bir kere etler tamemen sizin isteğiniz ağırlığın gramajına göre geliyor, bunlar 1 kilo, 350 gr diye değişiyor. Bu etler geldikten sonra masada özel bir mangalın üstünde, masaya koyuluyor ve bir nevi aslında bizim kendin pişir kendin ye tarzı restoranının içine taşınmış. Bunun yanı sıra bir sistem daha eklemek gerekirse, yine etler büyük şişlerde Çulaskarya denen bir sistemle hayvanın değişik yerlerinden kesilen etler masalara geliyor ve hiç


durmadan garsonlar tarafından o büyük şişlerden servis ediliyor. Ne zamana kadar siz masadaki dur işaretini kırmızıya çevirene kadar, yeşil daima devam. Deniz ürünü yok mu? Olmaz olur mu. İkinci planda da olsa deniz ürünleri de bir numara, ama benim tavsiyem dünyadaki en iyi et ürününü yiyebileceğiniz tek ülke ve şehir, Arjantin ve Buenos Aires. Buenos Aires için tangonun önemi nedir? Bir ülke hayal edin ki insanları sokaklarında bile 24 saat tangoyla yaşıyor. Hatta bazen yemiyor, içmiyor, yalnızca tango yapıyor. Hepimiz, “Papatya gibisin”, “Sevdim bir genç kadını” gibi şarkılarla ve o şarkılardan esinlenerek yapılan tango danslarıyla büyüdük; ama biliyor musunuz gerçek tango, hayatın bir kaynağı, yaşama kaynağı, nerede tabiki Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te. Oraya vardığınız anda, daha uçaktan iner inmez, şehre ilk girdiğiniz an itibariyle sokakların her köşesinde, sokak tangocularını görmek, onları izlemek ve onlarla birlikte tango yapabilme şansına sahipsiniz. Ama bunla da kalmaz, yetinmezseniz, hakkaten dünyanın en iyi tango danslarının yapıldığı bir gece klübüne gitmek istiyorsanız; o zaman size tek tavsiyem La Ventana adlı tango klübüne gitmeniz ve 150 yıllık bir şarap mahzeninde o inanılmaz ortamda, Arjantin’in en iyi orkestrası eşliğinde, inanılmaz tango dansçılarıyla birlikte bütün bir gece boyunca Arjantin’in ünlü şaraplarını yudumlayaraktan tangonun yaşamın neden bir parçası ve kaynağı olduğunu çok iyi bir şekilde damarlarınızda hissedebilirsiniz. Buenos Aires’e yılın hangi döneminde gidilmeli? Bir Buenos Aires seyahati düşündünüz, iklimine karar vermek istiyorsunuz. Cevap çok basit; bizler burada kış ayını yaşarken, orada insanlar yine yaz ayını yaşıyorlar. Kasım


sonunda gidebilir; Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart hatta Nisan ortasına kadar günlük güneşlik bir ortamda yaşayabilirsiniz. Eğer Mayıs, Haziran ve ya Temmuz gibi gitmek istiyorsanız, yapacağınız tek şey bir şemsiye, bir yağmurluk. Onun dışında çok fazla üşüyeceğiniz bir ortam yok. Ne de olsa bir Güney Amerika kıtası. O zaman siz siz olun, yazı yaşamak istiyorsanız, her ne kadar Buenos Aires’e deniz uzak olsada, içerisinde bir nehir mevcutsa da -Rio de La Plata adlı- bu yüzden denize gitmek için belli bir mesafe katetmek gerekiyor. O zaman isterseniz Mayıs, Haziran, Temmuz aylarında da gidebilirsiniz ama yağmurda Buenos Aires bence pek tatlı olmaz. Siz siz olun, bence gelin Aralık, Ocak, Şubat yada Mart aylarından birinde Güney Amerika’ya gitmişken, Buenos Aires’i ziyaret etme imkanına sahip olun. Buenos Aires’ten neler alabiliriz? Buenos Aires’te alışveriş yapmak istediniz. Hoş, her ne kadar bizde dericilik çok gelişmişse de, dünyada bana göre en gelişmiş, deri üzerine ürünlerin imal edildiği ürünlerin satıldığı ülke Arjantin, şehir de Buenos Aires ama yalnızca bununla da kalmıyor; eğer antika meraklısıysanız, bana göre dünyanın en ünlü, en değerli antikalarının satıldığı tek şehir yine Buenos Aires. Neresi mi, Buenos Aires’te Santelmo mahallesine gidin, mahallenin başından sonuna kadar yürüyün, alabildiğince antikacılar sizleri bekliyor, içindeki o binlerce yıllık tarihi dokusundan hiç bir şey kaybetmeyen eşyalarıyla birlikte.


Buenos Aires’te ne tür sorunlar yaşanabilir? Arjantin halkı belki de dünyada Türklere hem halk olarak, hem kişilik olarak, hem yapı olarak, hem de yüz şekli olarak en çok benzeyen insanlar. Erkekler; bıyıklarıyla, sakallarıyla, bıyıklarıyla, tespihleri hariç. Bayanları; güzellikleri, giyimleriyle birlikte, modernlikleriyle birlikte Türk halkına çok benziyor. Ancak işte en büyük sorun kapkaç. Dünyanın her yerinde var ama burada Türklerin dikkat etmesi gereken en önemli husus, metroların çıkışlarındaki küçük kapkaçlar. Bu yüzden siz siz olun Buenos Aires sokaklarını dolaşırken, lütfen ziynet eşyalarınızı kesinlikle taşımayın, çok fazla para almayın yanınıza; çünkü metro çıkışlarındaki kapkaççılar cebinizdeki hatırı sayılır parayı almak için orada sizi bekliyor olacaklar.

Anna Begovic annabegovic@hotmail.com


GARANTİLİ KARİYER Üniversiteye kapak atmak çözüm gibi görünür. Malesef üniversiteler sadece eğitim yuvasıdır ve öğrenciler mezuniyet sonrası sudan çıkmış balığa dönmemek için , okulun verdiği teorik bilgileri pratikle bütünleştirmelidir. Her fakülte de zorunlu olmasa da her öğrencinin staj sürecini yaşaması gerektiğine inanıyorum. Sadece eğitiminize değil kişiliğinize de olumlu etkilerini olduğunu göreceksiniz. Staj sayesinde mezuniyetten sonra çalışmak istediğiniz alanı daha iyi seçebilir, sektörleri tanıyarak kararınızı verebilirsiniz. Tabii ki staj yapılan kurum son derece önemli, sektöre karar verip kurum araştırmasına girilmeli... Benim gibi mezun olunca ne yöne gideceğini bilmeyenler için ltın bir fırsat. Bu yıl ilk defa sahip olduğum staj tecrübemi paylaşmak istiyorum. Bankacılık sektörünü hep merak ediyordum, sonuçta bankacılıkta herşey gişelerden ibaret değil, göründüğü gibi... bankacılığı merak ediyordum ama bölümümle bağdaştıramıyordum çok fazla, zira ben uluslararsı ilişkiler öğrencisiyim. Her neyse, bankalar stajer seçimine son derece özen göstermekte. Öncelikle sitelerine kaydınızı yapıp cv nizi oluşturuyorsunuz. Ve ardından staj seçeneklerine başvuru süreci başlıyor. Kısa süre içinde size dönüş yapıyorlar ve mülakata çağırıyorlar. Yani tam bir iş başvurusu sistemi... alt tarafı stajer demiyorlar genel müdürlükten insan kaynakları uzmanı ile görüştürüyorlar sizi. Sonuçlar


açıklandığında da olumlu ya da olumsuz mutlaka durumunuz bildiriliyor. Ben bu sene şans eseri, arkadaşımdan duyarak Garanti Bankasının stajı için online başvuru yaptım. Bu işe o kadar özen gösteriliyor ki inanamazsınız. Onlarda gelecekleri için çalışan seçtiklerinin farkındalar ve ince elenip sık dokumanın yanında adaylara sundukları imkanları da çok iyi. Staja başlarken genel inanç, stajerin getir götür işleri yapacağı ve fotokopi çekeceği yönüdedir. Bununla da korkuturlar sizi ve önyargı ile başlarsınız işe.

Stajım başlamadan 1 hafta kadar önce görev yapacağım şubeye gittim ortamı görmek ve bilgi almak için. Şube


tadilatta, her yer ayakta... Ama benimle güler yüzlü bir şekilde ilgilendiler. Evet insanlar güler yüzlüydü ama benden önceki stajer oturmuş suratı bi karış bana kaç der gibi bakmakta... Açıkçası biraz gerildim ama yine de 15 Temmuz günü bankaya gittim. İlk gün eski stajer yeniye işleri öğretir, sistem bu. Stajer beni öyle bir korkuttu ki kölelik yapacağımı düşündüm. Yok yazıcıdan kağıtlarını bile almazlarmış, yok sağa sola özel işlerine yollarlarmış... inanın bana alakası yok, aksine yorulduğum zamanlarda dinlenmem için meşgul olduğumu bile söylediler yardım isteyenlere... tabii ki böyle bir ilişki için kuruma bağlılığınız da çok önemli. Ben ilk günden Garanti’yi benimsedim ve hiç bir işi yapmaktan kaçınmadım. Telefonlara baktım, o sıcakta arşiv ve ofis arasında mekik dokudum... ama hepsinden büyük bir keyif aldım. Karşılığı da benim için çok güzel oldu. İş-akış birimi stajeri olduğum için kredi kapama, çek talebi gibi işlemleri öğrettiler. Vergi dairesi, adliye( icra daireleri) ve noter de işlerin nasıl yürüdüğünü öğrendim. Yani inanılmaz bir deneyim oldu benim için. Bankacılık kesinlikle sabır isteyen bir iş. İnsanların öyle talepleri var ki. Bir kere yemek yemenize müsade bile etmiyor müşteriler. Banka sürekli açık, mesai saati 5’te bitmesine rağmen telefonlar 7’ye kadar susmuyor. İnsan ilişkileriniz iyi değilse yapabileceğiniz bir iş değil kesinlikle. Ve sabır sanırım en önemli unsur... stajımdan önce bankacılığın kolay olduğunu tek riskin para, kasa üzerinde olduğunu sanırdım. Oysa ki bankacılık hayatınızın büyük kısmını harcamanıza sebep olacak bir meslek. Sabah 08:30 bankada hareketlenme


başlar ve bitiş saati inanın çoğu zaman belirli değil. Evet gişeler 5’te kapanıyor ve bankaya müşteri alınmıyor. Ama işler bununla sınırlı değil. Gişe çalışanları kasalarını saymak zorunda ve nakit yönetmeni bu işi denetlemekte. İş-akış gün içinde mail yoluyla gelen işleri yetiştirmek zorunda, birayseller, kobiler,mhtler ve obiler ise birebir müşteri ile ilişki içinde oldukları için 24 saat çalışıyor sayılırlar. Bankacılığın altın kuralı gişe tozu yutulmadan yükselmek imkansız gibi. Yani direk kobi, bireysel falan olunmuyor öyle. Bölümünüz ne olursa olsun, bir eğitim sürecinden sonra gişede başlıyorsunuz işe... 3-4 yıl gişe de çalıştıktan sonra bankanın kendi sınavlarına girip pozisyon değiştirebiliyorsunuz. Ayrıca banka pozisyonunuza uygun olarak sürekli eğitimlere yolluyor sizi. Çok güzel de bir iç denetleme sistemi ile önce siz kendinize puan veriyorsunuz sonra yönetmeniniz ve en sonda şube müdürünün değerlendirmenizi onaylaması ile yıllık çalışma grafiğiniz elde ediliyor.pozisyon değiştirmek için bunlar da önemli unsurlar. Peki gişe tozu yutmadan bankacı olmak nasıl birşey? Bunun yolu da iyi bir üniversiteden mezun olmak ve okuduğunuz dönemde kendinizi çokça geliştirmenizden geçiyor. Ben bu şartlara uygunum diyorsanız “SALES TRAİNEE” ya da “MANAGEMENT TRAİNEE” olarak başvurunuzu yapıyorsunuz. (bu pozisyon isimleri Garanti Bankası için geçerli). Sales trainee olmak için herhengi bir 4 yıllık bölümden mezun olmanız ve 27 yaşını aşmamış olmanız belirleyici unsurlar. 6 aylık yoğun eğitimin ardından bireysel, kurumsal, ticari,özel


bankacılık ya da kobi olarak işe başlamanız mümkün. Management tarainee olmak için ise mühendislik fakültesi ya da iktisadi ve idari bilimler fakültesinden mezun olmanız ya da bu fakültelerde yüksek lisans yapmış olmanız aranan özellikler. 27 yaş sınırı bu pozisyon içinde geçerli ve ingilizcenizin de çok i olması gerekiyor. Uzun bir eğitim süreci ile bankalıkla ilgili herşey bireylere öğretiliyor ve kısa bir staj dönemi ardından şubelerde ki yerinizi alıyorsunuz. Peki yeriniz neresi? Yelpaze çok geniş; pazarlama müdürlükleri, insan kaynakları, ürün geliştirme,kurumsal marka yönetimi,kredi müdürlükleri çalışma alanlarınızdan sadece birkaçı... Evet bankacılık oldukça zor ve riskli ama bir o kadar da eğlenceli bir sektör. Gelelim Garanti Bankasının gençlere sağladığı imkankanlara... Öncelikle Garantili Kariyer diye bir oluşumları var. Buraya üye olup açık pozsyonları görebiliyorsunuz. Staj başvuruları da yine burdan yapılmakta. Garantili kariyer de 2 tür staj şansınız var: birincisi üniversitenin hangi sınfında olduğunuzun fark etmediği yaz dönemi 1 aylık staj programları. Bu staj programı 3 dönemden oluşuyor; 15 Haziran- 15 Temmuz, 15 Temmuz- 15 Ağustos ve son olarak 15Ağustos-15 Eylül tarihleri arası. Bir aylık yaz stajı için stajyerlere ücret ödenmiyor, ancak yemek karşılanıyor. Ve eğer evinizin olduğu yere servisi varsa bankanın bu imkandan da yararlanmanıza izin var. İkinci tür staj ise Garantili eğitim adı altında bir program ve 3 aylık yaz dönemini kapsıyor. Yani 3 ay boyunca garanti bankası bünyesinde eğitim alıyorsunuz. Bu staja başvurunun koşulu ise üniversitenin 3. ya da 4.


Sınıfında okuyor olmak. Bu stajın diğer programdan farkı ücretli bir staj olması ve geleceğin garanti mensuplarını yetiştirmesi. Staj programlarının yanı sıra kış dönemi için farklı şehirlerde ki şubelere asistanlar alınmakta ve eğitilmekte. Asistan olmanın koşulu da yine 3. ya da 4. Sınıf öğrencisi olmak. Asistanlar haftanın belirli 2 veya 3 günü şubelerinde görev alıyorlar. Asistanlık ücretli bir iş. Görüldüğü gibi bankacılık kendini geliştirmeye yatkın, sabırlı, ekip çalışmasına uygun, insan ilişkileri sağlam bireyler için uygun bir sektör. Umarım sektörü tanımanıza biraz yardımcı olabilmişimdir. Keyifli çalışmalar....

BURÇİN TOKSÖZ


WİKİLEAKS

İnternet artık ne kadar faydalı ne kadar zararlı biz tartışadururken bazılarının yüzünü kızartmak için ortaya çıkan bir site olan Wikileaks'i huzularınıza sunarım. Wikileaks sitesi Afganistan’daki iç yazışmaları yayımladığında medya dünyasında da tartışma başlattı. Böylesine büyük bir hikâye ilk kez “yeni medya” tarafından ortaya çıkarılıyordu. Ancak haber NYT, The Guardian, Der Spiegel gibi yayınlar sayesinde büyük yankı buldu. Uzmanlara göre bu, profesyonel gazetecilerle yeni medyanın artık birbirinden kopamayacağının göstergesi


Dünyanın en önemli yayın kuruluşlarından Amerikan New York Times ve İngiliz The Guardian gazeteleri ile Alman Der Spiegel dergisi geçen hafta Amerikan ordusunun Afganistan’daki iç yazışmalarından derledikleri haberleri aynı anda yayınladığında haber uluslararası kamuoyuna bomba gibi düştü. Kim olduğu hala tam olarak bilinmeyen bir kişi tarafından Wikileaks sitesine sızdırılan 92 bin belge, bugüne kadar savaşla ilgili her yerde konuşulan dedikoduları somut bir şekilde gözler önüne seriyordu. Belgeler Pakistan’ın Afganistan’da Taliban’ı desteklediğini, gizli operasyon birliklerinin Afganistan’da yargısız infaz yaptığını, yüzlerce sivilin “yanlışlıkla” öldürüldüğünü gösteriyordu. Ancak dünyayı asıl etkileyen bu bilgilerden ziyade Wikileaks sitesi oldu. Bu yazışmaları, geleneksel haber markaları yerine Wikileaks’in ele geçirmiş olması, New York Times, The Guardian ve Der Spiegel’in ise haberi üreten değil yardım eden konumunda olması gazeteciliğin bugünü ve geleceği ile ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Bilgiler köstebeklerden geliyor Wikileaks 2006 yılından beri dünyanın dört bir yanından “köstebeklerin” kendisine ulaştırdığı belgeleri yayınlıyor. Bugüne kadar Kenya’da seçimleri etkilemeyi, İzlanda’da yeni yasa yaptırmayı, birçok şirkette skandal yaratmayı başardılar. Irak’ta Amerikan askerlerinin sivilleri zevk için vurduğunu gösteren video ve Afganistan belgeleri, 1200 kadar gönüllüden oluşan ve kamuoyunda kurucusu Julian Assange tarafından temsil edilen organizasyonu medya dünyasında New York Times gibi markalarla aynı seviyeye taşıdı. Wikileaks’in Afganistan’dan gelen belgeleri yayın kuruluşlarıyla paylaşmış olması ise kimin daha çok gazetecilik yaptığı sorusunu doğurdu.


Wikileaks Afganistan’dan gelen iç yazışmalar eline ulaştığında hem hukukçuları, hem askeri ve teknik uzmanlarıyla bunların orijinal olup olmadığını inceledi. Tatmin olduktan sonra da yayınlamaya karar verdi. Ancak 92 bin belgenin Wikileaks ekibi tarafından anlaşılabilir bir şekilde okuyuculara sunulması neredeyse imkansızdı. Bu yüzden New York Times, The Guardian ve Der Spiegel’e belgeleri bir ay önceden vermeyi teklif etti. Üç yayın organı bu teklifi kabul ettiklerinde 92 bin veriyi anlamlı hale getirip okuyuculara sunmak için bir aylık bir maraton başladı. Bir ay odaya kapandılar The Guardian’da veri incelemeleri ve sunumları konusunda uzman olan gazeteci Simon Rogers, projeden ilk haberdar olanlardan biriydi. Milliyet’le yaptığı telefon görüşmesinde “Her gazetecinin hayalindeki projeydi. Bir daha bu kadar muhteşem bir iş yapamayabiliriz” dedi. The Guardian’da belgeleri gazetenin en deneyimli muhabir ve editörlerinden oluşan yedi gazeteci, Simon Rogers ve teknik ekipten oluşan 15 kişilik bir ekip inceledi. Teknik ekip veriler için özel bir veritabanı oluşturup dev Excel dosyasını okunabilir hale getirdi. Bir ay boyunca gazetenin üst katında bir odaya kapanan gazeteciler ise gelen verileri değerlendirdi. Rogers “En büyük zorluk içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir bilgi deryasında neyin önemli neyin önemsiz olduğunu anlamak oldu” yorumunu yaptı. Hiç kimsenin haberi olmadı Aynı süreçte New York Times gazetesi tüm dünyadan en güvendiği 10 kadar muhabirini merkeze çağırdı. Belgeleri incelemekle görevlendirilen gazetecilere önce avukatlar brifing verdi, daha sonra çalışmalar başladı. Gazeteciler bir ay boyunca bu özel odada 92 bin belgenin içinden anlamlı bilgiler çıkarmak için uğraştı. Her bilgi defalarca hem


muhabirler hem de başka kaynaklar tarafından doğrulandıktan sonra haberleştirildi. Birbirleriyle haberli olarak projeye giren The Guardian, The New York Times ve Der Spiegel bu bir aylık süreç boyunca iletişimi koparmadı, özellikle datanın incelenmesi sırasında yardımlaştı. Ancak yayınların kendi içinde her şey tam bir gizlilik ortamında gelişti. The Guardian’dan Simon Rogers “Ekipteki 15 kişi ve yöneticiler dışında herkes belgeleri dünyanın geri kalanıyla aynı anda öğrendi” dedi. ‘Devlere’ manşet oldu Sonunda 26 Temmuz sabahı Wikileaks ham belgeleri, hemen ardından da The Guardian, New York Times ve Der Spigel bu belgelerden derledikleri haberleri yayınladı. The Guardian sivil ölümler üzerinde dururken New York Times başlığını Pakistan’ın Afganistan’da Taliban’a destek olmasından vermişti, Der Spiegel ise savaşın göründüğünden daha karanlık olduğunu ve Alman askerlerinin yaşadığı zorlukları ön plana çıkarmıştı. Yani aynı ham madde farklı yayın kuruluşları tarafından farklı editöryol süreçlerden geçip farklı sonuçlarla yayınlandı. Yani Wikileaks belgeleri ele geçirip yayınlayarak ciddi bir gazetecilik çalışmasına imza atmış ama üç yayın organı da farklı editoryal çalışmalarıyla ciddi bir gazetecilik örneği göstermiş oldu. ABD’nin en ünlü gazetecilik okulu Columbia Journalism School’un hocalarından, The Nation dergisini zun yıllar yöneten gözeteci Victor Navasky telefonda sorularımızı yanıtlarken “Wikileaks’in yaptığı şey tek başına gazetecilik değil. Gazeteciliğin yalnızca bir kısmını ama çok önemli bir kısmını yapıyorlar. Diğer kısmı ise noktaları birleştirmek, anlamlı hale getirmek. Gazeteciler bunu başardı” yorumunu yaptı. Afganistan belgeleri ile ilgili medya tartışmalarının


önemli bölümünde Navisky’nin bu görüşü, yani geleneksel ve yeni medyanın işbölümü yaptığı fikri hakim. ‘Basın teknolojisiz yapamaz’ Gazeteciliğin rolünün nasıl değiştiği ile ilgili ilginç yorumlardan biri ise Columbia Journalism School için “Amerikan Gazeteciliğinin Yeniden İnşası” adında bir rapor yazan ve halen Harvard Üniversitesi’ne bağlı NiemanLab’da geleneksel ve yeni medya üzerine yazılar yazan Chris W. Anderson’dan geldi. Anderson telefon görüşmemizde “Wikileaks gazetecilerin eskiden çok iyi yaptığı bir şeyi (bilgi toplamayı) daha iyi, daha hızlı ve daha etkin biçimde yapıyor. Ama bilginin Wikileaks’den gelmiş olması gazetecilerin başarısını küçültmüyor. Aksine gazetecilerin daha önemli olduğunu gösteriyor” yorumunu yaptı. ‘Gazeteci daha önemli olacak’ Medya dünyasını yakından takip edenlere göre Wikileaks’in başarısı “vatandaş gazeteciliğinin kazandığı” ya da “geleneksel gazeteciliğin öldüğü” anlamına gelmiyor. Tam aksine bu ikisinin biribirine muhtaç olduğunu gösteriyor. The Guardian’da veri uzmanı olarak çalışan Simon Rogers “Belgeler dev bir Excel dosyasında geldi. Biz bunları yine Excel kullanarak inceledik. Yani yaptığımız şey o kadar zor değil. Ama teknolojiyi bu kadar dahi kullanmayan gazeteciler gelecekte zorluk çekecek” yorumunu yaptı. Chirs Anderson da gazetecilern gelecekteki rolüyle ilgili şunları söyledi: “Gazeteciler her şeyi kendileri yapmaya alışık oldukları için işin bir kısmını başkası yapınca kendilerini daha az önemli hissediyorlar. Oysa gelecekte profesyonel gazetecilere mutlaka ihtiyacımız olacak. Gazetciler eskisinden de önemli olacak ama artık bilginin mutlak hakimiyeti onlarda olmadığı için daha az güçlü olacaklar.”


KURUCUSU GÖÇEBE GİBİ YAŞIYOR Wikileaks internet üzerinde buluşan bir grup aktivistin hayali olarak başladı. Aralarında Tayvanlı, Güney Afrikalı ve Amerikalıların da olduğu aktivistler insanları, “hükümetlerin ve şirketlerin gerçek yüzüyle” tanıştırmayı amaç edindi. Sitenin kendi manifestosunda “Afrika’da her saat 100 kişi sıtmadan ölüyor. Bunların çoğu çocuk. Yani her gün çocuklar için bir ‘11 Eylül’ yaşanıyor. Oysa sıtmanın nasıl engellendiğini biliyoruz. Bilim evrensel, yönetimler yerel” diyerek ülkelerini sömüren, halkından çalan tüm devlet kurumlarına ve şirketlere savaş açtılar. Adresini kimse bilmiyor Wikileaks’in lideri ise Avustralyalı Julian Assangee... Ailesi gezgin bir tiyatro topluluğunda çalıştığı için çocukluğu boyunca 37 okul değiştiren Assange, gençliğinde NASA’yı “hack”lediği için mahkemeye bile çıktı. Bugün ise “Hacker olmak eskiden iyi bir şeydi. Şimdi Rus mafayası hacker’lık yapıyor” diyor. Julian Assange’nin iş tanımı devlet sırlarını açığa çıkarmak olduğu için tek bir adreste uzun süre yaşayamıyor. Sırtında iki


çantayla (birinde kıyafet, öbüründe masa üstü bilgisayar var) ülkeden ülkeye geziyor. Önemli telefon görüşmelerini telefon dinlemenin yasak olduğu Belçika’da yapıyor. Jullian Assange eline geçen belgeleri doğrulatmak için de bizzat sözkonusu ülkelere gidip araştırma yapıyor. Jullian Assange ile birlikte siteye katkıda bulunan herkes yine gönüllülerden oluşan bir avukat ordusu tarafından korunuyor. Belgeler imha edilmeleri ya da el konulmaları riskine karşı 3-4 farklı server’a kopyalanıyor. Ünlü internet ansiklopedisi Wikipeadi gibi Wikileaks de “wiki” adı verilen arayüzü kullanıyor. Bu sistem dileyen herkesin belgeleri kolayca göndermesini sağlıyor, ayrıca belgelerin incelenme sürecinde geniş kitlelerin katkısını mümkün hale getiriyor. Bağışlarla ayakta kalıyor Wikileaks’in en önemli özelliklerinden biri de arkasında herhangi bir finans grubunun bulunmaması. Sitenin yöneticileri yıllık yaklaşık 200 bin dolarlık giderlerini (buna seyahatler ve teknik ihtiyaçlar dahil) şahsi hesaplarından ve bağışlardından karşılıyorlar. Ancak site sık sık mali sorun yaşıyor ve yardım kampanyalarını artırmak zorunda kalıyor. Siteyi finans kaynakları konusunda yeteri kadar açık davranmadıkları için eleştirenler de var. Zira sitede her şeyle ilgili bilgi yer alıyor ancak finansmandan hiç bahsedilmiyor. Julian Assange business class seyahat ettiği için de eleştiriliyor. SİTEYE ÖZEL BASIN YASASI ÇIKARDILAR KRİZİ TETİKLEDİ: İzlanda’da Kaupthing Bankası’nın sahiplerine şüpheli miktarlarda kredi verildiğini ve büyük borçların silindiğini gösteren belgeler, ülkede patlak veren finansal krizin ilk ayaklarından biri oldu. İzlanda hükümeti bu


olaydan sonra Wikileaks’den feyz alarak ükeyi gazeteciler için “cennet” haline getirmeye karar verdi. Meclis gazetecilerin her türlü koşulda korunmasını öngören yasa tasarısını geçtiğimiz günlerde onayladı. TÜRK İŞADAMINI YAKTI: Karayipler’deki Turks ve Caicos Adaları’nın başbakanının aralarında MagicLife otellerinin sahibi Cem Kınay’ın da olduğu iş adamlarından rüşvet aldığını gösteren belgeleri yayınladı. PENTAGON’U UTANDIRDI: Wikileaks geçtiğimiz aylarda Amerikan ordusunun Irak’ta sivilleri zevk için öldürdüğünü gösteren bir video yayınladı. Videoda bir Amerikan helikopterinden açılan ateşle, aralarında Reuters haber ajansından iki muhabirin de bulunduğu 12 sivilin zevk için öldürüldüğü görülüyor. YENİ BELGELER BEKLİYOR: Wikileaks bu görüntüleri yayınladığında ellerinde Afganistan’dan da çok önemli belgeler olduğunu söylemişti. Bu belgelerin geçen hafta yayınlanan 92 bin iç yazışma olduğu ortaya çıktı. Sitenin kurucusu Julian Assange şimldi de ellerinde Irak’la ilgili belgeler olduğunu söylüyor. Bu belgelerin kaynağının ise istihbarat analisti asker Bradley Manning oyduğu düşünülüyor. Kaynağı parça parça milliyetten aldığım bu geniş bilgi sizlere eminimki kafanızda soru işaretleri oluşturmuştur.Kendileri de sitelerinde detaylı olarak wikileaksi açıklamaktadırlar.Şimdide sizlerle bunu paylaşıyorum. Wikileaks, erişilemez belgeleri açığa çıkartmak ve çözümlemek için geliştirilmiş sansürlenemez bir Wikipedia geliştiriyor. Başlıca ilgi alanımız Asya, Eski Sovyet Bloğu, Sahra Altı Afrika ve Ortadoğu'daki zalim rejimleri açığa


vurmaktır ama aynı zamanda kendi hükümet ve şirketlerindeki ahlaksız davranışları ortaya çıkartmak isteyen bütün bölgelerdeki insanlara yardımcı olmayı umuyoruz. En yüksek siyasal etkiyi hedefliyoruz. Arayüzümüz Wikipedia ile aynı ve herhangi biri kullanabilir. Muhalif topluluk ve anonim kaynaklardan şimdiye kadar 1.2 milyonun üzerinde belge aldık. Hükümet etkinliklerinde saydamlığın, azalan yozlaşma, daha iyi hükümet ve daha güçlü demokrasilere yol açacağına inanıyoruz. Dünya topluluğunun gittikçe artan dikkatli incelemesinden bütün hükümetlerin yanısıra, kendi halkları da yarar sağlayabilir. Bu incelemenin bilgiye gereksinimi olduğuna inanıyoruz. Tarihsel olarak bu bilgi, insan yaşamı ve insan hakları açısından pahalıya malolurdu. Ama teknolojik ilerlemelerle (internet, kriptografi) önemli bilgileri iletme riskleri azaltılabiliyor. Wikileaks, sızdırılan belgeleri herhangi bir medya kuruluşu ya da istihbarat servisinin yapabileceğinden daha güçlü bir şekilde incelemeye açar. Herhangi bir belgenin güvenilirlik, inandırıcılık, gerçeklik ve geçerliliğini bütün küresel topluluğun acımasızca sınaması için Wikileaks'in bir forumu bulunuyor. Topluluklar sızdırılan belgeleri yorumlayabilir ve kendi ilintilerini kamuya açıklayabilirler. Eğer bir belge Çin hükümetinden geliyorsa, bütün Çinli muhalifler ve dışarıda


yaşayan Çinliler bunu özgürce inceleyip, tartışabilirler. Eğer bir belge İran'dan geliyorsa, bütün Farsça konuşan topluluklar bunu çözümleyip, kendi bağlamına yerleştirebilirler. Örnek çözümlemeye buradan erişebilirsiniz. ABD Yüksek Mahkemesi, Pentagon Belgeleri'ndeki kararında "Yalnızca özgür ve sınırlanmamış bir basın, hükümetteki aldatmacaları etkili bir şekilde ortaya çıkartabilir" hükmünde bulundu. Buna katılıyoruz. Hükümetleri güvenilir kılanların sadece o ülkenin vatandaşları değil, aynı zamanda diğer ülkelerin o hükümeti gözlemleyen vatandaşları olduğuna inanıyoruz. İşte bu yüzden toplumun görmesi gereken dokümanların yayılması için anonim bir küresel yol açılmasının zamanı gelmiştir. Yardım etmek için gönüllü olun. Hemen herkes yardımcı olabilir. Wikileaks nedir, nasıl çalışır? Wikileaks, erişilemez belgeleri açığa çıkartmak ve çözümlemek için geliştirilmiş sansürlenemez bir Wikipedia uyarlamasıdır. Wikileaks, çağdaş şifreleme teknolojilerinin sağladığı koruma ve anonimliği, Wiki arayüzünün saydamlık ve sadeliği ile bir araya getirir. Görünümü Wikipedia gibidir. Wikileaks'e herkes yorum yollayabilir. Kullananların teknik bilgiye gereksinimi yoktur. Bilgi sızdıranlar, belgeleri isim vermeksizin ve izi sürülemez şekilde yollayabilirler. Kullanıcılar belgeleri alenen tartışabilir, güvenilirliğini ve doğruluğunu analiz edebilirler. En son malzemeler üzerine tartışabilir, sızdırılan belgeleri arkaplandaki malzeme ve içerikle birlikte okuyabilir, bunlar hakkında yazabilirler. Belgelerin siyasal ilintileri ve doğruluğu binlerce kişi aracılığıyla ortaya çıkartılabilir.


Wikileaks, anonimliği ve takip edilemezliği sağlamak için gelişkin şifreleme tekniklerine sahiptir. Sızdırılmış bilgi sağlayanlar siyasal tepki, yasal yaptırım ya da fiziksel şiddet gibi ciddi risklerle karşı karşıya kalabilirler. Bu nedenle, riskleri en aza indirmek için karmaşık şifreleme ve postalama teknikleri kullanılır. Teknik anlamda düşünenler için Wikileaks, MediaWiki, OpenSSL, FreeNet, Tor, PGP'nin değiştirilmiş uyarlamaları ile kendi tasarladığımız yazılımı bütünleştirir. Wikileaks, bilgileri birçok örgüt ve yetkili çevrelerden, bireylere kadar dağıtılır. Bir belge sızdırıldığı anda, sansürlenmesi artık olanaksızdır. Niye "Wikice" bilgi sızdırma? • Wikileaks neden önemlidir? maddesine de bakın. İlkeli bilgi sızdırma, tarihin yönünü daha iyiye çevirdi; şu anda yaşanan tarihin yönünü değiştirebilir; bizi daha iyi bir geleceğe götürebilir. Vietnam Savaşı sırasında ABD hükümetinde çalışan Daniel Ellsberg'ü düşünün. Savaş boyunca özenle gizlenen bir askeri ve stratejik planlama kaydına (Pentagon Belgeleri) denk düşer. Bu belgeler, ABD hükümetinin savaş hakkında halkı aldatmasının boyutunu ortaya çıkartır. Kamuoyu ve medya bu önemli ve şok edici bilgi hakkında henüz hiçbir şey bilmiyordu. Doğrusu gizlilik yasaları, hükümetin yaptığı büyük sahtekarlıktan halkın bihaber kalmasını sürdürmek için kullanılıyordu. Gizlilik yasaları ve çok büyük riske rağmen, Ellsberg Pentagon Belgeleri'ni gazetecilere ve dünyaya yaymayı başarır. Ellsberg'e karşı açılan davalara rağmen (ki sonunda davalar düşürüldü), Pentagon Belgeleri'nin yayınlanması bütün dünyayı şok eder, hükümeti açığa vurarak, savaşın kısalmasına ve binlerce yaşamın kurtulmasına yardımcı olur.


Hükümetleri, şirketleri ve kurumları engellemede ilkeli bilgi sızdırmanın gücü yakın tarih boyunca çokça sergilendi. Ketum ve sorumluluk taşımayan kurumların halkın dikkatli incelemesinden geçmesi, kurumları kendi eylemlerinin ahlaki sonuçlarını hesaba katmaya zorlar. Halkın ortaya çıkartması olasıyken, hangi resmi görevli gizli, yoz bir işlem yapmayı göze alacak? Yalnızca o ülkenin yurttaşlarına değil, bütün dünyanın önüne serildiğinde, hangi baskıcı plan uygulanabilecek? Utanç ve farkedilme riski arttığında, koşullar komplo, yozlaşma, istismar ve zulmün aleyhine döner. Dürüst hükümet haksızlığa neden olmak yerine, buna karşılık verir. Dürüst hükümet yozlaşmayı açığa çıkartır ve çözer. Dürüst yönetim, iyi yönetimi teşvik etmenin en etkin yöntemidir. Dünyanın pek çok yerinde iktidarda olan otoriter hükümetler, demokratik hükümetlerde artan otoriter eğilimler ve sorumsuz şirketlere verilen artan miktardaki güç yüzünden, bugün açıklık ve saydamlığa olan gereksinim her zamankinden daha fazladır. Wikileaks bu gereksinimi gideren bir araçtır. Wikileaks gerçeği anlatanların risklerini azaltır ve sızdırılan belgelerin analiz ve dağıtımını ilerletir. Wikileaks belgelerin anonim ve izi bulunamaz şekilde sızdırılması için basit ve doğrudan bir yöntem sunar.


Wikileaks aynı zamanda, sızdırılan belgeleri herhangi bir medya kuruluşu ya da istihbarat servisinin yapabileceğinden çok daha titiz bir şekilde incelemeye açar: Bütün dünyadaki bilgili Wiki editörlerinin dikkatli incelemesi. Herhangi bir belgenin güvenilirlik, inandırıcılık, gerçeklik ve geçerliliğini birkaç akademik uzmanın yerine, bütün küresel topluluğun acımasızca sınaması için Wikileaks'in bir forumu bulunuyor. Topluluk sızdırılan belgeleri yorumlayabilir ve kendi ilintilerini kamuya açıklayabilirler. Eğer bir belge Çin hükümetinden sızdırılmışsa, bütün Çinli muhalifler bunu özgürce inceleyip, tartışabilirler; eğer bir belge Somali'den sızdırılmışsa, bütün Somalili mülteci topluluğu bunu analiz edip, kendi bağlamına yerleştirebilir. Wikileaks bir bakıma ilk halk istihbarat servisidir. Better principled and less parochial than any governmental intelligence agency, it is able to be more accurate and relevant. It has no commercial or national interests at heart; its only interest is the revelation of the truth. Unlike the covert activities of state intelligence agencies, Wikileaks relies upon the power of overt fact to enable and empower citizens to bring feared and corrupt governments and corporations to justice. Wikileaks’in arkasında kimler var? Wikileaks Çinli muhalif topluluklar ile ABD'den, Tayvan, Avrupa, Avusturalya ve Güney Afrika'dan gazeteciler, matematikçiler ve şirket teknikçileri tarafından kuruldu. Oluşumu henüz tamamlanmakta olan genel Danışma Kurulumuz, cesur gazetecileri, mülteci topluluklarından temsilcileri, etik ve anti-bozulma kampanyacılarını


(Transparency International'ın eski ulusal baskanı dahil), insan haklari kampanyacılarını,avukatları ve kriptografi uzmanlarını içeriyor. Şu anda 1200+ kayıtlı gönüllümüz var,ama organizasyonal seviyede olmamız için daha çok insana ihtiyacımız var. Vikipedi ile ilişkiniz nedir? Yasal nedenlerden dolayı Wikileaks'in Vikipedi ile resmi bir bağlantısı yok. Ancak her ikisi de aynı wiki arayüzü ve teknolojisini kullanıyor. Aynı radikal demokratik felsefe sayesinde ikisi de geniş ve doğru bilgi dağarcığı oluşumuna yol açan, herhangi birisine yazar ya da editör olma hakkını tanıyor.Both place their trust in an informed community of citizens. What Wikipedia is to the encyclopedia, Wikileaks is to leaks. Wikipedia provides a positive example on which Wikileaks is based. The success of Wikipedia in providing accurate and upto-date information has been stunning and surprising to many. Wikipedia shows that the collective wisdom of an informed community of users may produce massive volumes of accurate knowledge in a rapid, democratic and transparent manner. Wikileaks aims to harness this phenomenon to provide fast and accurate dissemination, verification, analysis, interpretation and explanation of leaked documents, for the benefit of people all around the world. Wikileaks'ın halihazırdaki gelişim aşaması nedir? Wikileaks denemeler sırasında başarılı olmuş bir prototip,ama bütün kamuoyuna yayılabilmek için yeterli tanınırlığa sahip olmadan önce karşılanması gereken hala birçok ihtiyacımız


bulunmakta.Ek (maddi)desteğe,muhalif grupların daha fazla desteğine,insan hakları savunucularına,muhabir ve medya temsilci oluşumlarına(sızan haberlerin yayılımcıları),dillerin bölgelere uyumlulaştırılması,gönüllü editör/analist ve server operatörlerine ihtiyacımız var. Elimizde şimdiye kadar 1.2 milyondan fazla belge birikmiş durumda. Bizimle yukarıda belirttiğimiz herhangi bir görevle ilgili iletişime geçmek isteyenler,bizimle email yoluyla iletişime geçebilir. Ile son bulan bir içtenlik.Yorum Size kalmış?

Yiğit Akkoca yigitakkoca-yfa@hotmail.com



'' MALTA BİZİM İŞİMİZ'' CENSU YURTDIŞI EĞİTİM VE TATİL DANIŞMANLIĞI

***CENSU YURTDIŞI EĞİTİM DANIŞMANLIĞI KURULDUĞU YILDAN BU YANA YURTDIŞI EĞİTİM DANIŞMANLIĞINI TÜRKİYE’DE BAŞARI VE TİTİZLİKLE SÜRDÜRMEKTEDİR. CENSU YURTDIŞI EĞİTİM DANIŞMANIĞI’NIN KALİTE ANLAYIŞI YERİNDE HİZMET POLİTİKASIDIR. MALTA MERKEZ OFİSİMİZ SLIEMA’DA 1999 YILINDAN BU YANA MALTA DA EĞİTİME VE TATİLE GİDEN ÖĞRENCİLERİNE BİREBİR YERİNDE HİZMET VERMEKTEDİR.


CENSU FİYATLARINA DÂHİL OLAN TAAHHÜTLERİMİZ APARTMAN VE OKULUN YURT STANDART KONAKLAMALARDA MUTFAK VE MUTFAK MALZEMELERİ  İNGİLİZCE SEVİYE TESPİT SINAVI  ÜCRETSİZ SPOR SALONU UYELIĞİ  ÖĞRENCİ KARTI  KURS KAYIT ÜCRETİ  KURS KİTAPLARI VE EĞİTİM MATERYALLERİ  EĞİTİMİN SONUNDA KURS SERTİFİKASI  HAFTADA 1 KEZ KONAKLAMA TEMİZLİĞİ + ÇARŞAF VE HAVLULARIN DEĞİŞİMİ 

CENSU TÜRKİYE OFİSLERİ TARAFINDAN SUNULAN REHBERLİK HİZMETLERİ MALTA’DA YAŞAMIŞ VE TÜM OKULLARI GEZME İMKANI BULMUŞ EĞİTİM DANIŞMANLARINDAN MALTA HAKKINDA DETAYLI BİLGİ AKTARIMI  MALTA VİZE BAŞVURUSU VE İŞLEMLERİNİN TAKİBİ  SAĞLIK SİGORTALARININ YAPILMASI (30,000 EURO TEMİNATLI)  İSTANBUL- MALTA YOLCULUĞUNDA, MALTA HAVALİMANINDA MALTA VİZE POLİSİNE SUNULACAK FORMLARIN HAZIRLANMASI VE 


İMZAYA SUNULMASI  ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ İSENİZ HARÇSIZ PASAPORT VE YURTDIŞI ÇIKIŞ HARCINDAN MUAFİYET BELGESİNİN VERİLMESİ  KAYIT OLAN TÜM ÖĞRENCİLERİMİZE TOEFL & KPDS TEST TEKNİKLERİ VE SINAVA HAZIRLIK ADLI KİTAPLARIN VERİLMESİ ORYANTASYON  MALTA HAVALİMANINDA ÖĞRENCİLERİMİZİN TÜRKÇE OLARAK KARŞILANMASI  MALTA HAVALİMANINDA KARŞILAMA VE UĞURLAMANIN YAPILMASI  MALTA CEP TELEFON HATTININ (VODAFONE) MALTA HAVALİMANINDA SİZLERE SUNULMASI VE HATTINIZIN TELEFONUNUZA TAKILARAK AKTİF EDİLMESİ  YANINIZDA GETİRECEĞİNİZ ELEKTRİKLİ EŞYALARI (DİZÜSTÜ BİLGİSAYAR, TELEFON ŞARJLARI VS…) RAHATLIKLA KULLANABİLMENİZ İÇİN MALTA’DA KULLANILMAKTA OLAN İNGİLİZ ELEKTRİK PRİZ/FİŞ SİSTEMİNE UYUM SAĞLAYACAK ADAPTÖRÜN SİZLERE SUNULMASI.  HAVALİMANINDAN SEÇMİŞ OLDUĞUNUZ KONAKLAMA YERİNE TRANSFERİNİZİN VE KONAKLAMAYA GİRİŞİNİZİN YAPILMASI  KONAKLAMA YERİNİZDEN SEÇMİŞ OLDUĞUNUZ OKUL VE MALTA’DA SİZE GEREKLİ OLABİLECEK (MARKETLER, UYGUN TELEFON GÖRÜŞMESİ, RESTURANTLAR VS. ) YERLERİN GÖSTERİLMESİ  MALTA’DAKİ İLK GÜNÜNÜZDE MALTA-TURKEY.COM HOŞGELDİN YEMEĞİNİN VERİLMESİ  7 GÜN 24 SAAT BOYUNCA ÜCRETSİZ ACİL YÂRDİM HATTI (ACİL DURUMLARDA SİZLERE GEREKEN BİLGİLERİN VERİLMESİ VE DESTEK/ULAŞIM, GEREKLİ ACİL DURUMDA TRANSFERLERİ ÜCRETSİZDİR  MALTA ADASINDA HERHANGİ BİR SAĞLIK SORUNU YAŞANMASI DURUMUNDA FİRMA DOKTORUNUN; BULUNMUŞ OLDUĞUNUZ AİLE, YURT VEYA APARTMANA YÖNLENDİRILEREK SİZLERİN EN KISA SÜREDE MUAYENE OLMANIZIN SAĞLANMASI. DOKTORUN VERECEĞİ RAPORA GÖRE, İLAÇ TEDAVİSİNE DAYALI İYİLEŞME İSE İLAÇLARIN ALIMI, EĞER DAHA CİDDİ BİR PROBLEMSE 


HASTANEYE NAKLİNİZIN GERÇEKLEŞTİRILMESİ CENSU YURTDIŞI EĞİTİM MALTA DİL OKULLARI        

EC MALTA DİL OKULU SPRACHCAFFE MALTA DİL OKULU CLUBCLASS DİL OKULU LINGUATIME MALTA DİL OKULU NSTS MALTA DİL OKULU CHAMBER COLLEGE MALTA DİL OKULU ESE MALTA DİL OKULU IELTS MALTA DİL OKULU Daha fazla bilgi için:http://www.censu.net

Kıbrıs Şehitleri Cad. Sinesaf Apt. No:92/14 (TANSAŞ KARŞIŞI) ALSANCAK /İZMİR TEL:0 2324213554 FAX:0 232 4646777


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.