YFA Genç Analiz Ocak

Page 1

Genç Analiz Ocak 2011 Sayı : 11

*KoĢun Olay Var! *Kaybolan Dünya * Yılan Bilgeliği ve Pleiades * Kadife Sesli Mia Ġçin…


GENÇ GELECEK KÜNYE Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar Takım Lideri

Yiğit AKKOCA İnsan Kaynakları Koordinatörü Burçin TOKSÖZ Dergi Editörü ġeyda KAYA Görüntü Yönetmeni Melike GÜNEġ Dış İlişkiler Koordinatörleri Ġdil ÖZMAÇĠN Utku HATĠPOĞLU

İş-Staj Koordinatörü Sinan SÖNMEZ

İÇİNDEKİLER . HoĢgeldin …………..…………….…… 1 . KoĢun olay var! …………………..……... 2 . Kayıp Gençlik ………….…..…….…....... 5 . Rumların Bitmeyen Nefreti………….….... 6 . Kadife Sesli Mia Ġçin.. …………..……..…. 9 . Kaybolan Dünya ………………………… 12 . Filistin’de Ġktidar Mücadelesi …………...19 . Yılan Bilgeliği ve Pleiades …………….… 29 . Em-Pi-3 ………………………………….. 45 . Büyük ġehrin Küçük Ġnsanları ………… 47 . Bir Film Bir Kitap ……………………… 51

Hazırlayan: Young Future Academy Website: www.youngfutureacademy.tr.gg

Sosyal Organizasyon Koordinatörü Mihraç NALBANTOĞLU

Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:219 Kalyon Apt. Daire:5 35220 Alsancak, İZMİR

Stratejik Araştırmalar Takım Lideri Barhan KAYNAK

Tel:05065882913

Dünya Ekonomi Araştırmaları Takım Lideri Utku HATĠPOĞLU

Yurtdışı Eğitim Danışmanı Anna BEGOVĠC

NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için gencgelecek@windowslive.com adresine mail atabilirsiniz ya da yazarlarımıza direkt isimlerinin altında yazan mail adreslerinden ulaşabilirsiniz. İyi okumalar.


HOŞGELDİN Hoşgeldin 2011. Hoşgeldin yeni yıl. Hoşgeldiniz yeni günler, aylar, dakikalar, saatler, anlar, haftalar falanlar filanlar. Ve şimdiden hoşgeldiniz bu yıl hayatıma girecek olan insanlar… Ocağın ilk günlerinde herkesin içinde sıcacık bir ümit, bazıları bu yıl güzel olacak der bazılarıysa bu yıl notlarım iyi gelecek. Kimileri sevgili bulacağım der, kimileri bulduğuyla düğün hayal eder… Yeni yılla ilgili bestelenmiş bir sürü şarkı vardır, ve ne tesadüftür ki hiçbiri hüzünlü değildir. Kimse kaybetmekten bahsetmez, yeni yılın kötü geçebileceği ihtimali akıllarda yoktur bile. İnsanoğlu böyle, umut etmekten büyük ne meziyeti var ki… Kendi adıma mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir 2010 geçirdiğim için 2011‟den daha fazla bir şey getirmesini umut etmiyorum. Zaten daha fazlası olabilir mi? Elimdekiler o kadar güzel ve değerli ki… Dileğim herkesin (öncelikle bu yazıyı okuyanlar, sonra Karşıyakalı olanlar olmak üzere) benim geçirdiğim gibi bir yıl geçirmesidir. Mutlu yıllar sevgili okurlarım :) Şeyda KAYA Dergi Editörü seydakaya-yfa@hotmail.com


KOġUN OLAY VAR! Ülkem insanı bir karmaşa, bir sorunsal bulduğu zaman, ona yapışmaktan kendini alamıyor. Birkaç ay önce bazı vatandaşlarımızın çocuklarını okullarına göndermeyerek kendi çaplarında bir eylem, bir boykot girişiminde oluşuyla ilgili bir yazı yazmıştım. Sandım ki o günden bu güne bir şeyler değişir. Ama nerede; sezon daha yeni açıldı. Anadillerinde eğitim görmek istediklerini söyleyen bir grup vatandaşımız, bu sefer de kendilerini eşit haklar arayan siyasi bir parti gibi gösteren şarlatan ordusunun peşine takılıp; köy, mahalle gibi yerleşim yeri tabelalarının ana dillerinde olması gerektiği savunuyorlar. Savunmakla kalmıyorlar, hiçbir izin olmaksızın devlete ait o tabelaları kendi kafalarına göre değiştiriyorlar. Sanırım boykot sırasında yeterince sert bir tepki alamadı

kendileri… Anadilde eğitim, seçmeli ders gibi düzenlenerek kabul edilebilecek bir şeydi belki; ama anadilimizde tabela görmek istiyoruz dersen bak bunun başka boyutları var söyleyeyim. Bir kere yer isimleri devlete aittir, o tabelalar da devlet tarafından hazırlanır. Bu durumda devletin resmi dilinin kullanılmasından daha mantıklı bir şey olamaz bence. Sen evden çıkarken yine annene babana ve bilimum aile ferdine, konuya komşuya gideceğin yeri istediğin dilde söyle. Hıımm tabelaları değiştirmişken meclise anadilimizi sokalım devlet 2 dilli olsun mu diyorsun? Evet duyuyorum bunu. Bu konuya yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğim. Gelelim anadilde tabela olayına yine… Benim ülkemin, güzel ülkemin 7 coğrafi bölgesinde tabiri caizse 7 farklı etnik grup barınmaktadır, belki daha da fazlası. Bunlardan biri de daha çok doğu bölgelerinde yaşamakla birlikte; vatan


toprağının her köşesinde varlığı devam eden, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtlerdir. ( Onlar bizim adımızı küçük harflere sığdırır ama biz Türk terbiyesi gördük ) Bu vatandaşlarımızın yedikleri kaba tükürmekten daha büyük bir işlevleri yoktur. ( Hepsinin değil tabi ki söz meclisten dışarı bahsettiğim kesim Kürtlüğün adını lekeleyen bir grup insanımsıdır.) Milletlerinin isimlerini kirletmekte üstlerinde yoktur. Tabelaların anadilde olması isteklerini savunmak için, bazılarının Türkçe bilmediği gibi saçma bir açıklama yaptılar. İşte ben o an yıkıldım. Sen bu topraklarda yaşıyorsun, dili öğretmeden gelişimi nasıl sağlıyorsun, nasıl öğrenebiliyorsun? Bu ülkede birçok etnik grup olduğunu biliyoruz; milleten ya da dinen farklı olan birçok insan birlikte yaşıyoruz. Her birinin yaşadığı bölgelerde, böyle bir şey istediğini düşünsenize bir! Karadeniz‟de Lazların yaşadığını biliyoruz, hiç böyle bir istekleri oldu mu? Diyebilirsiniz ki Kürtler sayıca en üstün olanı, biraz daha hakları genişlese. Ama öyle değil bu ülke sınırları içinde milyonlarca Çerkez, Laz, Boşnak, Macır yaşamakta. Sayıları da azımsanamayacak ölçüde. Ve hepsi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan, onun dilini kullanmaktan memnunlar. Köklerini unuttular mı? Hayır, tüm geleneklerini sürdürüyorlar, sadece kamusal alanda devletin

gerçeğinin farkındalar ve ona göre davranıyorlar. Peki, siz niye kendinizi kaybetmekten bu kadar korkuyorsunuz? Sorun sizde olabilir mi acaba? Bu ülke tarihin hiçbir döneminde içinde yaşayan halklara asimile politikası gütmemiştir, gütmez. Zaten bir ayrım da söz konusu değil. Liderler ( her ne kadar bazılarının duruşları bize hoş gelmese de ) her zaman Türkiye topraklarında yaşayan ve ülkenin kazanılmasında omuz omuza savaşan tüm halkların Türk Devleti vatandaşı olduklarını savundular. Kendinizi azınlık görüp, azınlık hakkı istemek niye? Size eşit haklar


veriliyor zaten. İngiltere‟ye gitsen devlet kurumları Kürtçe isim yazmanı kabul edecek mi tabelalara? Etmez, hiçbir ülke yoktur ki dünya üzerinde bu durumu kabul etsin. Bazı Kürt vatandaşları, ülkemizde ki işletmelerin isimlerinin yabancı olmasının sorun edilmezken, Kürtçe tabelaların neden bu kadar sorun olduğunu anlayamadıklarını belirtiyorlar. Evet, haklılar bence de işletmeler de yabancı dillerden isim alamasın. Sonuna kadar destekliyorum bunu. Ama Kürtçe olayı daha farklı bir boyut, ideolojik bir mesele haline geldi artık. Ve ne yazık ki

bunu yapan da o dilin kendi bireyleri. Takılıp 3-5 çulsuzun peşine, milletinizi, dilinizi kirlettiniz. Siyasete alet ettiniz kendinizi, oyunlara kurban… Gelelim mecliste ki Kürtçe konuşma isteğine. Bu siyasi şarlatanlar meclise giren Kürt kökenli ilk vatandaşlarımız mı? Daha önce de milletvekili olmadı mı Kürtler? O zaman niye gündeme gelmedi böyle bir sorun? Çok basit, o günlerde ülke gündemini meşgul edecek, halkı galeyana getirecek başka bir şey gündemi ele geçirmişti. Böyle bir tartışmaya ihtiyaç yoktu. Şimdi ise ülke için 2 dillilik konuşuluyor. O zaman canım benim ülkenin dili 5-10 olsun. Zira diğer bölgeler Kürtçe yerine, kendi dillerini isteyecektir. Ee hakları da yok değil hani… Kısacası, yazık ki düzmecelerin kurbanı oluyoruz. Her şey bir düzmece, uyanmayıp alet olursan; zamanla ne için savaştığını bile unutursun. Olay siyasi boyutu aştığında zaten kimseyi rahatsız etmeyecektir. Silkelenin ve kendinize gelin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, her biriniz! BURÇİN TOKSÖZ burcintoksoz-yfa@hotmail.com


Kayıp Gençlik Gençlerimizin zamanlarını nasıl harcadıklarını hiç merak ettiniz mi? Size biraz bahsetmek istiyorum. Of pofla geçen dersin üzerine PlayStation kafede maç yapmak, o günü gençlere unutturuyor. Ya da arkadaşlarla birlikte bir yere gidip saatlerce oturmak daha kolay geliyor. Bunlara elbette karşı değilim. Sonuçta ben de bir gencim. Yorgun beynin ve vücudun dinlenmesi gerek. Ama bunun da bir dozu var. Çoğumuz bu ayarı tutturabiliyor muyuz? Mesela PlayStation kafede 1 saatten fazla oturmanın anlamı nedir? Ya da çayının bitmesine rağmen, o boş bardağa bakıp dalıp gitmenin anlamı... Abarttığımı düşünmüyorum. Anlattıklarım gördüğüm ve yaşadığım şeylerdir. Her şeyin bir yakışı vardır bence. Çayın bittiyse kardeşim hesabını öde ve evine git. Al kitabını oku, haberleri izle... Dünyayı takip et. Ne bieiyim biraz genel kültür öğrenmek, dünyadan haberdar olmak o kadar kötü olmasa gerek. Dün bir TV programında İstiklal Marşımızın yazarı soruluyor. Bu soru sokaktan geçen bir gence soruldu. Gencin cevabı ; ''Arif mi Akif'li mi bir şeydi ama çıkaramadım '' oldu. Bu duruma üzülmemek elde mi? Mezun olalı daha 5 sene olmuş. Oysa sorun Sibel Can'ın diyet rehberini, Ronaldo'nun etkili olduğu mevkiyi ne güzel cevaplar gelir. Çünkü günümüz gençleri bunları takip ediyor. Mehmet Akif'miş Yahya Kemal'miş ne önemi var ki onlar için? Bence bu gençler derhal silkelenip kendine gelmeli. Yoksa ileride bilmeleri gereken ne bir tarih kalır ne de yazan. Harun SARAÇOĞLU


RUMLARIN BĠTMEYEN NEFRETĠ: KIBRIS’TA TÜRK BAYRAĞINA SALDIRI

İnsanlık tarihinin belki de en büyük nefretidir Rum‟un Türk‟e olan nefreti. Hiçbir zaman azalmaz. Bizans İmparatorluğu‟nun Türkler tarafından buruşturulup atılmasından ve kutsal saydıkları İstanbul‟un Türk şehri olmasıyla içten içe büyüyen o nefret ruhlarına o kadar işlemiştir ki, onlar için yazısız bir kanun gibidir “Türk‟e saldırmak”. Türk‟ten güçlü olduğu her saniye bir fırsattır Türk‟e zarar vermek ve Türk‟ün kanını dökmek için. İlk fırsat 1821 yılında ele geçmiştir. Yunanlılar 6 Nisan 1821‟de patlak veren Mora ayaklanmasını şu sözlerle başlatıyorlardı: "Mora'da tek bir Türk bırakılmamalıdır". Gerçekten de sözlerini tuttular. Kısa zamanda Mora Yarımadası‟nda yaşayan 20.000‟den fazla Türk, teslim olmalarına rağmen, asker-sivil-yaşlıçocuk demeden “tamamen” katledildiler. Daha sonra sıra Girit‟teydi. Adada 1821 isyanından Girit‟i kaybettiğimiz 1909 yılına kadar birçok kez Türk katliamı yaşandı. Girit‟teki Türkler Mora‟dakilere göre daha şanslılardı, çünkü bir kısmı kurtulup Anadolu‟ya ulaşabildi. I.Dünya Savaşı sonrası gözlerini iyice karartan Rumlar artık Anadolu‟yu istiyorlardı. Rumların İzmir‟e çıktığı 15 Mayıs 1919‟dan Kurtuluş savaşımız bitip de düşmanı denize


dökene kadar yine benzer görüntüler vardı: Rumların Türk katliamı... Bu sefer bir farkla, Türkler katliamın hesabını sormuş, Rum‟a şamarı atmış ve Anadolu topraklarını Rum‟dan temizlemiştir. Kurtuluş savaşımızdan sonra, yeni bir katliama gücü yetmediği için bir süre dinlenen Rumlar, sahneye bu sefer Kıbrıs‟ta çıktılar. Görüntüler hiç değişmedi: evlerde, yollarda Türklerin ölü bedenleri, ağlayan analar... 20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Kıbrıs Barış Harekatı, gözü dönmüşlere bir şamar daha attı. O zamandan beri Rumlar sabırla, bir kez daha güçsüz olacağımız zamanı beklemektedirler. Güçsüzleştiğimiz zaman, görüntüler yine aynı şekilde olacaktır, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Peki Rumlar o vakte kadar nefretlerini nasıl diri tutacaklar? Cevap basit: ufak tefek saldırılarla. Kimi zaman spor müsabakalarında taşlarla sopalarla Türk seyircilere saldırarak, kimi zaman uluslar arası bir şirkette kendisinin altında çalışan Türk‟ü psikolojik olarak yıldırarak, kimi zaman Amerika‟daki bir üniversitede öğrencisi olan Türk öğrenciyi dersten bırakarak... Bunun bir örneği yaklaşık 2 hafta önce parke salonlarında yaşandı. Türk bayrağının spor arenasında vücut bulmuş hali* olan Karşıyaka Spor Kulübü, Kıbrıs Rum kesiminde, 1974 öncesi adayı kan gölüne çeviren EOKA örgütünün gençlik kolu gibi çalışan APOEL‟li çakalların saldırısına uğradı. Maçta en ufak tahrik yokken, Karşıyaka zaten önceki maçlarda gruptan lider çıkmayı garantilemişken, ve maçı da kaybetmişken bu vahşi saldırı meydana geldi. 1500 APOEL taraftarı sahaya girdi, linç edilmemek için soyunma odasının yolunu tutan Karşıyakalı sporcular, soyunma odasının önünde maç bitmeden toplanmış olan ellerinde sopalarla bekleyen başka bir grup APOEL taraftarı ile karşılaştılar. Sporcularımızın yumruk


yumruğa mücadelesi ve en sonunda teşrif edip olaya müdahil olan Rum polisi sayesinde soyunma odasına ulaşabildiler. Saatlerce soyunma odasında mahsur kalan sporcularımız; Türkiye‟nin Birleşmiş Milletler ile diyaloğa girmesi ve üst düzeyde çabaları sonucu salondan kurtularak kalacakları otele vardılar ve ertesi gün ülkemize döndüler. Karşıyaka‟nın yaşadığı bu olay, bazı balık hafızalıların unuttuğu, “Rumların Bitmeyen Nefreti”ni tekrar hatırlattı. Neden mi? Çünkü APOEL takımı Karşıyaka‟daki maçta en iyi şekilde ağırlandı. Çünkü Karşıyaka‟nın bir iddiası yok, zaten gruptan çıkmış. Çünkü Rum takımı maçı kazanıyor. Çünkü bu saldırının tarihi de rastgele değil: 21 Aralık, yani 434 Kıbrıslı Türk‟ün öldürüldüğü, Kanlı Noel adı ile anılan 21 Aralık 1963 katliamının yıldönümü. Neden peki bu olaylar? Yaşanan skandalın altında ne var? Cevap basit: “NEFRET”. Bize düşen, Rumların bizden ne kadar nefret ettiğini unutmamamız. Çünkü bugüne kadar hiç şaşmamış bir gerçek var: Güçsüz düştüğümüz zaman bize yeniden saldıracaklar...! (*: Karşıyaka Spor Kulübü, armasında Ay-Yıldız taşıma hakkı verilen ilk spor kulübüdür. Bu hak Karşıyaka‟ya, Kurtuluş savaşındaki mücadelesinden ötürü için bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilmiştir. Bu hakka sahip olan diğer iki spor kulübü Beşiktaş ve Kasımpaşa, bazı sportif başarıları nedeniyle meclis kararı ile, Karşıyaka‟dan yıllar sonra Ay-Yıldız‟a sahip olmuşlardır.) ġamil KAYA


Kadife sesli Mia için, Tarihin oynadığı en padişahı bol oyunsun sen. Kemerlerini kendi varlığınla süsledin. Katmerli bir bohça edindin kendine.Öldürülmüş renklerle bezedin üstünü. Tuhaflaştırdın. Fakat bunların hepsini yaparken unuttun gökkuşaklarını. Yerli yersiz açan çiçek griliğini unuttun. Beni aramayı unuttun Mia! Hayattayım demeyi unuttun. Oysaki beklemiştim, şizofren bir sevişmeye hasret.. Beklemekten ağlamıştım. Oysaki ölmüştüm de sen sormamıştın. Sonra doğmuştum, yine susmuştun. Yer gök yarılmıştı hasretten, susmuştun. Ben ağlıyordum ardı sıra köprünün, ki yıkılmıştı; sen başıma taç yapmakla meşguldün. Benim dizlerim kanıyordu, sen ucuz şaraplar içiyor ve boktan aşk filmleri izleyip duruyordun. Mia, sevgili kadın. Mia, soylu adam. Kabuklarını çatlatmış laubalilikte, beni merdivenlerin başında bırakıp bir başkasına koşan sen: Mia. neden artik anlamıyorsun? Ben sana aşığım! Kirli diye ellerin ellerimde değil. Susma, yalvaran gözlerle bakma da. Seni kandırdım olan bu. Etine başka bir düşle felaket, etine başka bir düşte dokunuşla ihanet ettim. Yaptım. Affetme. Kabus olmalı evet, uyanacağız şimdi. Birinizden biri aslında yokmuş. Hiç görülmemiş dün. Ve ondan evvelsi. Bir


evvelsi daha. Geçen yüzyılda o adda biri olmamış hiç. yaşamamış. Ama hanginiz o? Ben seçmeyeceğim. Rica ederim biriniz beni terk ediniz! Evet evet, herhangi biriniz, koyup gidin beni şuracıkta. Elimin uzanabildiği ılık mavi hangisiyseniz. Tekmeyi kıçıma basıp gidin. İntiharlarımı bana bırakın. onlar faziletli ve erdemliler. Onlar yüce ve kutsanmışlar. Labirentlerden oluşmuyorlar. Dolambaçlı sözlerle edilmiyorlar. Onlar birdenbire ve tertemizler. Şuracıkta, elimin uzanabildiği her yerdeler. Peki sen Mia.. Peki sen neredesin? Gülçeray ERSOY



KAYBOLAN DÜNYA Yeni Dünya düzeninin kurum ve kuralları oluşturulmakta ve düzen küreselleşme logosu altında benimsetilmektedir. Küreselleşme bilimde, teknolojide, vb. çeşitli alanlarda yaşanan gelişmelerle artık dünyanın dev bir köy haline geldiğini, sınırların ortadan kalktığının kanıtıdır. Küreselleşme yani tek dünya devleti (Mondializm) kurma şu şekilde gerçekleştirilir; NATO (Dünya savunma bakanlığı), FED (Dünya merkez bankası), ve Birleşmiş Milletler kullanılarak siyasi, askeri ve iktisadi bir Yeni Dünya düzeni yaratılmak istenir. Küreselleşme olarak tanımlanan bu yeni düzenin uygulanması sonuçlarını çok çabuk vermiş, az sayıda zengin zenginleşirken, daha büyük kitleler yoksullaşmıştır. Küreselleşme karşıtları aslında dünyada işbirliği ve dayanışmaya dayalı bir küreselleşmeye değil, bugün olduğu gibi, küçük bir zengin çevrenin çıkarlarını korumaya ve arttırmaya yönelik küreselleşmeye karşıdır. Küreselleşmeye karşı olanlar zengine hizmet ettiği kadar fakire de hizmet eden daha adil bir küreselleşme alternatifinin arayışı içindedirler.


İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki soğuk savaş döneminde, Sovyet Rusya‟nın Doğu Avrupa‟ daki yayılma politikası ve daha ileriye yönelik emperyalist ideolojik emelleri Batı Avrupa‟yı da endişelendirmiş, öncelikle Batı Avrupa ülkeleri kendi aralarında Sovyet tehdidine karşı bir güvenlik paktı oluşturmayı düşünmüş, ancak güçlerinin yetersiz olduğuna kanaat getirerek bu birliğe Amerika‟yı da davet etmişlerdir. Böylece 1949‟da NATO yani Kuzey Atlantik Paktı kurulmuştur. Kuruluş amacı komünizme karşı dünyayı ve Amerika‟yı korumaktır ancak 1991‟de Sovyetler tarihe karışır. Peki NATO şimdi neyle savaşıyor? NATO kendi denetiminde olmayan ülkeleri tehdit sayar ve Amerika karşıtı olanlara müdahale etmekle yükümlüdür. Amerika Sovyetler dağılınca düşmansız kalmıştır ve artık kendine yeni komünistler bulması gerekecektir. Yeni Dünya düzenine yani emperyalizme direnen devletler „yeni komünist‟ ilan edilecektir. Bu devletler ne tesadüftür ki enerji kaynakları ve enerji yolları üzerinde bulunan devletler yani Irak, İran, Afganistan, Suriye‟dir. Amerika‟nın ekonomik olarak dünyada bir güç olduğu mutlaktır. Ancak ekonomisinin güçlü olması bir devleti dünyanın süper gücü yapması için yeterli değildir Ekonomik gücün yanında dünyanın her köşesine ulaşabileceği bir askeri güce sahip olması gerekmektedir. ABD bu askeri güce sahiptir ve bu kendisini süper güç yapan en önemli nedenlerden biridir. Bunların yanında bölgesel kriz ve çatışmalara müdahale etmeli, kültürel yaşam biçimini de dayatması gerekir. Amerika günümüzde bunların hepsine sahip hegemon güçtür. Amerika 2001‟de uğradığı saldırıyla büyük bir şok geçirmiştir. Terörü bahane ederek Irak‟a Afganistan‟a girmiş ve petrole kavuşmuştur.


Küreselleşmenin motoru olan, dünya tarihinin küresel anlamda tek süper gücü olan ABD‟nin yumuşak karnı da aynı zamanda küreselleşmedir. Bilgi, iletişim ve ulaştırma teknolojileriyle kültürel gücünü dünyaya yayan, para akışının ana merkezi olan, her siyasi olaya müdahale etme imkanı bulunan, tüm dünyaya yayılan askeri üsleriyle gücünü her yerde hissettiren, en stratejik yerlerde (Basra Körfezi, Uzakdoğu ve Avrupa‟da) tartışmasız hava üstünlüğüne sahip, donanmasıyla okyanusları kontrol eden, en gelişmiş uzay teknolojilerine sahip ve bu teknolojileri askeri gücü için kullanan ABD, küreselleşmenin tanımı gereği kimsenin tekelinde kalamaması özelliğinden dolayı aynı zamanda diğer güçlerin de ortaya çıkışına zemin hazırlıyor. Küreselleşmiş dünyada, bilgi artık sadece onu üretenden bulunmuyor, herkes bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyor. Pazarlama taktikleriniz birileri tarafından taklit edilebiliyor. Bundan 20 yıl önce sadece en zengin, en güçlü ülkelerde olan nükleer silahlar, bugün ciddi ekonomik sıkıntılar çeken İran gibi bir ülkenin ulaşma sınırı içerisinde, Pakistan çoktan nükleer güç oldu bile. Daha trajik olarak terör örgütleri kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlara erişme potansiyeline sahip. Ülke içi çözülmelerle, diğer toplumların yükselişleri gibi etkenlerle süper güçlerin de çözülme sürecini başlar. Bundan sadece 65 sene önce İngiltere, 20 sene önce Sovyetler Birliği süper güç konumlarını kaybettiyse ABD de bu konumu kaybedecektir. Yeni Dünya Memurları:


Condolezza Rice: Chevron petrol şirketinden gelir ve Amerika‟nın Dışişleri Bakanlığına yükselir. Bill Clinton: Arkansas Cumhurbaşkanlığı‟na gelmiştir.

valiliğinden

Amerikan

Dick Cheney: Petrol ve silah tüccarlığından gelip devleti yönetmiştir. Z. Brezezinski: Bir dönem Amerika‟nın Ulusal Güvenlik Konseyi danışmanıydı. Amerika‟nın en ünlü akademisyeniydi. Şimdi Obama‟nın tüm söylemlerinin mimarı, akıl hocası, kısacası perdenin arkasındaki adam şöyle diyor: “Ulus devletlerin bağımsızlık tanımı artık değişiyor! Uluslar arası tekeller ve bankalar küresel ekonomiyi yönetiyorlar!” Tony Blair: Bir önceki İngiltere Başbakanı, bugün Ortadoğu Dörtlü Komisyonun başında. Bernard Kouchner: Bir dönem Kosova‟da Birleşmiş Milletler Yüksek Komiseri, bugün Fransa Dışişleri Bakanı. Paul Warburg: Dış İlişkiler konseyi‟nin (CFR) başındaki en önemli isimlerinden biri.”Her şey tek dünya devleti için. Kim ne derse desin yakın gelecekte tek dünya devleti kurulacaktır. Tek sorun bunun, uzlaşmayla mı yoksa işgalle mi olacağıdır!” diyor. David Rockefeller: Dış ilişkiler Konseyi‟nin Onursal Başkanı ise şöyle söyler:” Dünya devleti kurduğumuzda, dünya daha mükemmel ve istikrarlı olacaktır. Dünya bankerleri ve küresel elit, dünya halklarını özgürlüğe kavuşturacaktır.”


Samuel Huntington: Dış ilişkiler Konseyi‟nin önemli üyesi ise “Medeniyetler çatışacak” diyor ve dünyayı büyük bir satranç tahtasına benzetiyor. Rasmussen: Dün Danimarka Başbakanı, bugün NATO Genel Sekreteri, aynı zamanda İslam düşmanı. Kemal DerviĢ: Bir zamanlar Dünya Bankası‟ndaydı, birden bire Türkiye‟nin Ekonomi Bakanı ve siyasi deprem yaratan kişi olarak karşımıza çıktı. 2005‟te BM Kalkınma Örgütü‟nün başına getirildi. Şimdi Amerika‟nın politikasına yön veren düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü‟nde. Brookings Enstitüsü, eski Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn‟un denetiminde. Onlar küreselleĢme memurlarıdırlar!

diyen

emperyal

örgütün

Gizli Örgütler ve Küresel Elit Birinci Dünya SavaĢı Sonrası Paris BarıĢ Konferansı’nda dünyayı yönetmeye karar veren dev şirketlerin sahipleri ve büyük doğal zenginliklerin sömürücüleri çekirdek bir yapılanmayı oluşturmaya başladılar. Örgütün yönünü çizecek adam, Avrupa‟nın en zengini Lord Rothshields‟ di. Rothshields‟ler Güney Afrika madenleri ellerinin altında olan, Avrupa demiryollarına sahip olan, Amerika bankacılık sektörüne el koyan, patlayıcı yapan en büyük fabrikalar, tüm savaş uçaklarına sahip olan bir aileydi. Kısaca dünya imparatorluğuna soyunan bir aileydi. New York‟ta DıĢ ĠliĢkiler Konseyi (CFR =Council on Foreign Relations) kuruldu. CFR, adı üstünde, Dış İlişkiler Konseyidir, yani amacı Amerikan dış politikasını yönlendirmektir. Ancak bir ülkenin, hem de Amerika gibi bir


ülkenin dış politikasını yönlendirmek, yalnızca karar mekanizmalarını ele geçirerek tam anlamıyla başarılamaz. Çünkü Amerika ve diğer Batılı ülkeler demokratik ülkelerdir ve devletin kararları halkın düşüncesinden büyük ölçüde etkilenir. Dolayısıyla, dış politika konusunda radikal bir karar verebilmek için, halkın desteğine ihtiyaç vardır. Halk destek (yani en başta oy) vermezse, yönetici elitler istedikleri politikaları uygulayamazlar. Buna karşılık, yöneticilerin halka rağmen istedikleri kararı verdikleri sistemlere totaliter sistemler denir. Yani Amerika‟da ki sistem bir nevi demokratik totalitarizm, görünmez bir demokrasidir. Amerika'yı yönetenler, bir konuda karar verdiklerinde, örneğin bir dış müdahale istediklerinde, medyanın karşı konulmaz büyüsünü kullanarak önce halkı bu konuda hazırlamaktadırlar. Amerika'nın saldırmak istediği hedef (Saddam, İslami gruplar vs.) önce halkın gözünde birer şeytana dönüştürülür. Bunu yapabilmek için medya aracılığıyla görünür propagandalar ya da bazen görünmez psikolojik bilinçaltı telkinleri yapılır. Sonuçta halka, yabancı bir ülkeyi işgal edip insanlarını öldüren Amerikan askerlerini alkışlamaktan başka bir görev kalmaz. Herkesin izlendiği, dinlendiği ve kontrol edildiği bir düzen… İnsanlar mutlu ve özgür! Çünkü artık düşünemiyorlar… İşte insanlığın geleceği için Dış İlişkiler Konseyi‟nin hayalleri bunlar… 1927‟de ise dünyanın en zengin adamı David Rockefeller konseye katıldı. Daha sonra 1954‟te Avrupa alt örgütü olarak Bilderberg kuruldu.1973 te ise Amerika, Avrupa, Japonya sermayesini birleştiren Üçlü Komisyon(Trilateral Commission) kuruldu. Kurdukları örgüt dünyanın her köşesine sızacak, Afganistan‟dan Asya‟ya darbeler yapacak, işgaller gerçekleştirecekti. Planlar sonucunda halklar ölecek, şirketler büyüyecekti. Geçen yüzyıldan bugüne kadar, Dış İlişkiler Konseyi ya da Bilderberg veya onlara yakın bir örgütlenme içinde olmayan


hiç kimse etkili bir pozisyonda görülemiyor. Silahlı sanayicileri de, petrol şirketleri de, uyuşturucu ticareti de onların denetiminde… Ülkelerin en kılcal damarlarına kadar giriyorlar. Çokuluslu şirketlere ait beyaz eşyalar, yiyecek içecek markaları, deterjanlar her ülkede uzun zamandır varlar. Sonuç olarak küresel elit tükenen kaynaklara el koymak, ulus devletleri zayıflatmak, halkları robotlaştırmak; tek dinli, tek dilli, tek ordulu, tek medyalı bir dünya devleti yaratmak istiyor. Ancak hesaba katmadıkları bir şey var. Baskı altındaki halk çok daha çabuk uyanır. Bizi tuzağa düşürmelerine izin vermeyelim çünkü bizden alacakları vereceklerinden çok daha fazladır. Önce ruhuna, kimliğine, emeğine el koyarlar… Ne kadar iyi köle olursan ol fark etmez. İşlerine yaradığın sürece varsındır.

CEREN BAKICI

KAYNAKLAR Hangi Dünya Düzeni?-Banu Avar http://www.mufad.org http://yordam.manas.kg/ekitap


FİLİSTİNDE İKTİDAR MÜCADELESİ FİLİSTİN MİLLİYETÇİLİĞİ VE ULUS DEVLET OLMA MÜCADELESİ 1948 yılında İsrail‟in kurulmasıyla birlikte binlerce Filistinli mülteci konumuna düşmüştür ve 1964 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü kurulana dek geçen sürede Filistinliler bağımsız bir aktör hatta halk olarak tarih sahnesinden silinir gibi olmuşlardır. 1948 Arap-İsrail Savaşı (Filistinliler buna El-Nakba “Felaket” der) büyük toprak sahipleri, tüccar ve esnaflardan oluşan Filistinli elitleri mülksüzleştirmiştir ve yeni oluşmaya başlayan şehirli orta sınıfı parçalarına ayırmıştır. Bu ; toplumsal önderliğe aday bir sınıfın ortadan kaybolması anlamına gelir. Yani bu şartlar değerlendirildiğinde Filistin milliyetçiliğinin gelişmesinin imkansıza yakın derecede zor olduğu görülmektedir. Ayrıca Filistin halkının mülteci olarak ikamet ettiği topraklardaki halkla din, dil ve kültür ortaklığının bulunması Filistin milliyetçiliğinin gelişmesi için bir engeldir. 1950‟li yıllarda bütün Arap dünyasında olduğu gibi Filistinliler arasında da yeni bir elit yükselişe geçmiştir. Bu yıllar, mülteci Filistinlilerin sosyal dayanışma ağlarını yeniden kurdukları ve bir Filistinlilik fikrinin yaratılması anlamında toparlanma yılları olmuştur. Filistinlilerin çoğu, bu yıllarda gelişen PanArabist akımın etkisiyle, Arap eliyle Filistin‟in kurtarılabileceğini düşünüyordu. Birleşik Arap Cumhuriyeti fikri iflas edip 1961‟de Suriye ve Mısır ayrılınca ve daha sonra 1967 yılındaki


yenilgiyle beraber Arap eliyle sorunların çözülebileceği inancı etkisini yitirmiştir. Bu gelişmelerle birlikte 1964 yılında FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) kurulmuştur. 1967 Savaşı kaybedilince örgüt içindeki dengeler değişmiş ve ekonomik açıdan orta ve alt sınıfın çocukları olan, yaşadıkları ülkelerde üniversite eğitimi alan, yaşadıkları felaketi Arap monarşilerinin varlığına bağlayan kişilerdi. Genç Yaser Arafat önderliğindeki bu grup, Nasır‟ın Filistin sorununa salt Mısır‟ın çıkarları doğrultusunda yaklaştığının farkına varmıştı. Kahire‟de yaşam deneyimi, Nasır‟ın baskıcı tutumu ve bazılarının hapse gönderilmesi onları diğer Arap devletlerinden bağımsız bir yol izleyerek Filistin ulusal kimliği yaratmak ve bağımsız bir Filistin ulusal hareketi oluşturmak konusunda yönlendirmişti. El-Fetih Örgütü‟nün ana çizgisi böylece oluşmuş oldu. Bu nesil, 1960‟lı yılların ulusal kurtuluş mücadeleleri (Cezayir, Vietnam vb.) etkisiyle silahlı mücadelenin Filistin‟in kurtuluşu için tek yol olduğuna inandı. Küçük gerilla grupları halinde örgütlenen bu gruplar arasında en büyüğü ve önemlisi Fetih hareketi oldu. Fetih Örgütü Fetih örgütü ve onun kontrolündeki FKÖ, Filistinlileri hiçbir dini ayrıma tabi tutmadan mücadeleye davet etmiştir ve sol milliyetçiliği referans alan bir direniş yürütmüştür. 1970‟lerin ideolojik mücadele ortamında partileşen FKÖ, seküler milliyetçiliği öne çıkartmışsa da, pratikte pragmatist bir politika gütmüştür. Arafat ve diğer


parti yöneticileri İslamı referans alan söylemlere mücadele içerisinde sık sık yer vermişlerdir. İslamcı partilerin aksine Fetih‟in referans noktası olarak milliyetçiliği aldığı görülmektedir. Fetih, Filistin Kurtuluşu İçin Halk Cephesi ve Filistin Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe partilerinden de bu noktada ayrılmaktadır. Fetih‟in kuruluş bildirgesinde dine yalnızca 9. ve 13. maddede vurgu yapılmıştır. 9. maddede bağımsız Filistin devletinin kutsal toprakları ve dinleri koruyacağı ifade edilirken, 13. maddede tüm Filistinlilerin hiçbir dini ayrıma tabi tutulmadan eşit haklara sahip olacağı belirtilmektedir. Fetih içinde bazı kesimler doğrudan İslamı temel alan bir direniş yürütmesine karşın, sol kanat örgüt içerisinde daha ağırlıklı bir etkiye sahip olmuştur. Yönetim kadrosunda Abu Cihat gibi isimlere yer vermekle birlikte aynı zamanda Abu Iyad, Ahmad „Abd alRahman (Radwan), Majid Abu Sharar ve Nimr Salih gibi sosyalist görüşleri ve ilişkileri ile öne çıkan isimlere de yer vermiştir. Bu grupları bir arada tutmayı başaran Arafat aynı zamanda Filistin direnişine dönemin koşulları çerçevesinde yön vermeyi de başarmıştır. Soğuk Savaş döneminde hem Arap ülkeleriyle hem de SSCB ile iyi ilişkiler içerisinde olunmuş ve nasyonal sosyalist bir propaganda yürütülmüştür. Hamas Hamas, şeriat esaslarıyla yönetilecek bağımsız bir Filistin devleti için, 1987 yılında yola çıkmış bir örgüttür. Örgüt, Mısır‟da Hasan el Benna liderliğindeki Müslüman Kardeşler örgütünün bir kolu olarak kurulmuştur. 1988 Ağustosunda


yayınlanan Hamas Misakı‟na göre örgütün ideolojik yapısı ve örgütlenmesi Mısır‟daki Müslüman Kardeşler‟e dayanmaktadır. Müslüman Kardeşler‟in kurucusu olan Hasan Benna‟nın esas üç temel öğretisi Hamas tarafından da benimsenmiştir Bu üç öğreti “dini eğitim, uyanış ve örgütlülük” olarak ifade edilir. Barışçıl çözümlerin reddedildiği Misak‟ta öne çıkan temel vurgu Müslümanlık, Filistinlilik ve Araplılık olmuştur. Yani askeri direnişte yoldaş devri kapanmış kardeş dönemi başlamıştır. Hamas – Fetih İlişkileri ve Hamas’ın Gücünün Artış Sebepleri Yahudilerle uzlaşılmasına karşı çıkan Hamas ayrıca Kudüs merkezli bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını savunmaktaydı. Fetih ise ilk kurulduğu yıllarda bağımsız bir Filistin devleti kurmayı öngörmesine karşın, önce 1974‟te ardından da 1988‟de barışçıl çözüm stratejisini desteklemiş ve tüm İsrail‟in yok edilmesi amacından uzaklaşmıştır. Fetih‟in iki devletli çözümü kabul etmesine rağmen Oslo sonrası dönemde bu konuda ilerleme sağlanamamasının da etkisiyle Hamas‟a olan toplumsal destek artmıştır. 1990‟ların başında Arafat, Hamas‟ın FKÖ içerisinde temsil edilmesi önerisinde bulunmuştur ama Hamas‟ın İsrail‟i tanımama ve Cihat‟ı sürdürme isteği birleşmeyi engellemiştir. Fetih‟in milliyetçilik anlayışı, özellikle I. İntifa‟da süreci ile birlikte İslami yönü ağır basan bir çizgiye kaymıştır.


Oslo sonrası İsrail-Filistin meselesinin çözümsüzlüğe sürüklenmesi ve 1996 yılında da barış sürecinin çökmesi Fetih hareketinin ve FKÖ‟nün daha da zayıflamasına neden olmuştur. Aynı dönemde Hamas hem sosyal programlarla hem de İsrail‟e karşı düzenlediği intihar saldırılarıyla Filistinli halk üzerindeki etkisini artırmıştır. 1990‟ların ikinci yarısından itibaren yerleşimcilere düzenlenen saldırılarla ve İsrail‟de düzenlenen intihar saldırılarıyla Hamas kısa zamanda direnişin en önemli sözcüsü konumuna gelmiştir. İsrail ise yoğun bir şekilde örgütün lider kadrosundaki kişilere suikastlar düzenlemiştir Şeyh Ahmed Yasin, İsrail tarafından düzenlenen bir saldırı ile 22 Mart 2004‟te Gazze‟de öldürülmüştür. Şeyh Yasin‟den sonra Hamas‟ın liderliğine gelen Dr. Rantisi de Mayıs ayı içerisinde öldürülmüştür. Örgüt liderlerinin öldürülmesi Hamas‟ın İsrail‟e karşı saldırılarında bir güç kaybına yol açmanın aksine Fetih‟in askeri mücadele sahnesinde etkisini kaybettiği bu dönemde Hamas‟ın boşluğu tek başına doldurmasına ve büyük bir halk desteğini arkasına almasına yol açmıştır. Arafat döneminde, Hamas ve Fetih arasında bazı anlaşmazlıklar söz konusu olsa da Hamas, Arafat‟ın otoritesine saygı göstermiştir. Arafat da Hamas‟ın faaliyetlerini yasaklama yoluna gitmemiştir ve askeri bir rekabete girmemiştir. Filistin direnişinin yönü Soğuk Savaşın bitimi ile birlikte İslamileşme sürecine girmiş ve Fetih örgütü de bundan etkilenmiştir. Bununla beraber Filistin


direnişinde politik İslam‟ın temel savunucusu Hamas olmuş ve El-Fetih pragmatist bir şekilde sürece dahil olmuştur. Hamas‟ın Filistin direnişinde önemli bir güç olmasına sebep olan diğer unsur da ; 2004 yılında Arafat‟ın ölümünden sonra Fetih‟in karizmatik bir lider çıkartamayışı ve kendi içinde liderlik kavgasına sürüklenmesi olmuştur. Ayrıca, bu dönemde Fetih‟in yolsuzluklarla anılmaya başlanması da Filistinlilerin Hamas‟a yönelmesini etkilemiştir. Fetih‟in yolsuzluklar ve iç iktidar mücadelesine sürüklendiği bir dönemde İsrail‟in Gazze‟den çekilmesi de Hamas‟ın ve askeri direnişinin bir başarısı olarak görülmüştür halk tarafından. Gazze‟yi direniş üssü olarak kullanan Hamas‟ın İsrailli yerleşimcilere ve İsrail‟in askeri birimlerine düzenlediği roket saldırıları İsrail‟in çekilmesinde etkili olmuştu. Dolayısıyla İsrail‟in Gazze‟deki yerleşim birimlerini boşaltması ve bu toprakları Filistinlilere bırakması Hamas‟ı güçlendirmiştir. HAMAS’ın Filistin Seçimlerine Katılımı : Legal Siyasete Geçiş 1996 seçimlerini boykot eden Hamas, 2004 sonunda bu politikasından vazgeçtiğini ve Filistin‟de 2005‟te gerçekleştirilecek olan seçimlere katılacağını açıklamıştır. Hamas, kuruluş yıllarında İsrail tarafından işgal edilen tüm Filistin topraklarının kurtarılmasını temel hedef alsa da de, bu amaçta ısrarcı olmayacağını ortaya koymuştur. Parlamento seçimlerinden iki hafta


önce İsrail‟in yok edilmesini öngören maddeyi kuruluş bildirgesinden çıkartmıştır. 2005 yılında dört aşamada yapılan yerel seçimlerde Hamas beklenenin üstünde bir başarı elde etmiştir. Gazze‟deki başarısının yanı sıra Fetih‟in kalesi olarak bilinen Ramallah‟ta da Hamas‟ın kesin zaferi gözlemcileri şaşırtmıştır. Yerel seçimlerin, İsrail‟in Gazze‟nin tümünden ve Batı Şeria‟daki bazı yerleşim birimlerinden çekileceğinin gündeme geldiği bir dönemde yapılması Hamas‟a yaramıştır yani. Daha sonra örgüt, genel seçimlere de doğrudan katılma kararı almıştır. 25 Ocak 2006‟da yolsuzluklar, iç iktidar mücadelesi ve İsrail‟in askeri saldırılarının Fetih iktidarını zayıflattığı bir dönemde yapılan genel seçimlere katılım yüksek olmuştur. Seçimlere İsrail‟le ve yolsuzluklarla mücadele propagandalarını kullanarak disiplinli bir şekilde hazırlanan Hamas, 132 sandalyeli Filistin Meclisi‟nde 74 sandalye kazanmıştır ve hükümeti tek başına kurma çoğunluğunu elde etmiştir. Yaklaşık 50 yıldır Filistin toplumunun önderliğini yapan Fetih ise ancak 45 sandalye kazanabilmiştir. Hamas‟ın tek başına hükümeti kurması, onu yıllarca bir terörist örgüt olarak görmüş olan ABD ve İsrail ile Filistinliler arasındaki ilişkinin zor bir döneme girdiğini göstermekteydi. ABD, AB ve İsrail‟in 2006 sonu ve 2007 başında Fetih hareketine ekonomik ve askeri destek vermesi, Filistin‟de iki ayrı yönetimin oluşmasına yol açmıştır ve Filistinlileri bir iç savaşın eşiğine getirmiştir. İsrail, bir yandan


doğrudan Fetih güçlerine askeri yardımda bulunurken diğer yandan da Arap ülkelerinden Fetih güçlerine gönderilen silahların İsrail üzerinden örgüte ulaştırılmasına engel olmamıştır. ABD ve AB ülkeleri İslami direnişin Filistin topraklarında zayıflaması için Fetih‟i desteklemişlerdir. 2007 başında Hamas hükümeti uluslararası kamuoyunun uyguladığı baskıyı azaltmak ve Filistin‟de süren iç çatışmaları sona erdirmek için Fetih‟in de içerisinde bulunacağı ulusal uzlaşı hükümetinin kurulması fikrini desteklediğini açıklamıştır. Suudi Arabistan‟ın arabuluculuğu ile başlayan Fetih-Hamas görüşmeleri en sonunda Mart 2007‟de bir ulusal koalisyon hükümetinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Yeni hükümette on bir bakanlığı Hamas alırken, Fetih de altı bakanlık elde etmiştir. Yeni hükümette Hamas‟ın Başbakanlığın yanında on bakanlık alması Hamas‟a karşı olan ülkelerin tepkisine neden olmuştur. İlk destek ise İran ve Suriye‟den gelmiştir. Bu iki ülkenin yanı sıra Katar ve Yemen de koalisyon hükümetini tanımıştır. Avrupa‟dan da Norveç, yeni koalisyon hükümetini tanıdığını ve Filistin‟e uygulanan ekonomik yaptırımlara son vereceğini açıklamıştır. Bu gelişmelere rağmen Filistin‟de süren ekonomik sıkıntılar ve iktidar mücadelesi Hamas ile Fetih arasındaki çatışmaların yeniden başlamasına neden olmuştur. İç Çatışmaların Alevlenmesi Hamas militanlarının Gazze Şeridi‟nde Fetih güçlerini tasfiye ederek bölgenin kontrolünü ele


geçirmesi üzerine Mahmut Abbas, 15 Haziran‟da ulusal birlik hükümetini fesih ettiğini ve Başbakan Haniye‟yi de görevden aldığını açıklamıştır. İsrail de yeni hükümeti tanıyacağını açıklamıştır. Mısır da yeni hükümeti desteklediğini açıklamıştır. Abbas, Hamas‟ı “eli kanlı teröristler” olarak nitelendirmiştir. Bu gelişmeler üzerine İsrail, yeni Filistin hükümetine dondurulan 560 milyon Doların bir kısmını acilen transfer edeceğini açıklamıştır. Beyaz Saray yönetimi de Mahmut Abbas‟a destek vermek amacıyla Filistin‟e uygulanan ambargoya son verildiğini açıklamıştır. İsrail’in Müdahil Olması 2007 Haziranındaki çatışmalardan sonra Fetih‟in Batı Şeria‟nın, Hamas‟ın da Gazze Şeridi‟nin kontrolünü ele geçirmesiyle Filistin sorununda farklı bir aşamaya geçilmiştir. Yaklaşık 1,5 milyon insanın yaşadığı Gazze‟de İsrail‟in ambargo uygulaması sonucu ciddi ekonomik, sosyal ve sağlık sorunları baş göstermiştir. İsrail hava kuvvetleri de aralıklı bir şekilde Gazze‟deki Hamas militanlarına ve destekçilerine karşı hava operasyonları düzenlemiştir. Bu saldırılar sırasında Hamas militanlarının yanı sıra birçok sivil de yaşamını yitirmiştir. İsrail‟in saldırılarına kısa menzilli roketlerle karşılık vermeye çalışan Hamas‟ın tecridi kaldırma politikası ise uluslararası toplum tarafından desteklenmemiştir. Gazze Savaşı 27

Aralık‟ta

yoğun

bir

hava

saldırısı

ile


başlayan Gazze Savaşı‟nda İsrail‟in öncelikli hedefleri arasında doğrudan Hamas‟ın lider kadrosu ve Hamas‟ın denetiminde olan askeri, sıhhî, sosyal ve kültürel tesisler vardı. İsrail‟in büyük çaplı bir operasyona girişmesini beklemeyen Hamas saldırılara hazırlıksız yakalanmıştır. 27 Aralık-18 Ocak arası süren saldırılar sırasında BM verilerine göre 412‟si çocuk olmak üzere 1300 kişi yaşamını yitirmiştir. 1855‟i çocuk olmak üzere 5450 kişi de İsrail saldırıları sonucu yaralanmıştır. Gazze Savaşı 17 Ocak‟ta İsrail‟in Mısır tarafından önerilen ateşkes şartlarını kabul etmesinden sonra Hamas‟ın da ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini açıklamasıyla sonlanırken, geride enkaz halinde bir Gazze bırakmıştır. Kendi çocuklarını yiyen bir savaş, uluslararası alanda İsrail‟e karşı haklı mücadelesinde meşruiyetini yitirmek üzere. Bu durum, haklı bir davayı kısır bir çekişmeye çevirirken, zaten uluslararası alanda zemin kaybeden Filistin meselesinin daha da ertelenmesine yol açabilecektir.

Şeyda KAYA

seydakaya-yfa@hotmail.com


YILAN BĠLGELĠĞĠ VE PLEĠADES

Geçmişimizde ne kadar çok yılan hikâyesi vardır; mitolojide, destanlarda, tarihi eserlerde, hikâyelerde ve kutsal kitaplarda… Havva’yı baştan çıkarıp cennetten kovduran yılandır. Ama insanları iyileştirip şifalandıran Tıp Biliminin sembolü de yılandır. Yılan bir sürü yerde karşımıza farklı isimlerle çıkar: Naga, Nagual, Nacaal, Adder, Djedhi, Amarus, Levites, Ejderha, Ejder, Quetzlcoatl (Kukulkan), Şahmeran, Serpent, Snake, Typoon, Nahaş… Mısır firavunları Kobrayı başlarında taşırdı. Tevrat’taki Nahaş kelimesi hem yılan, hem sırları bilen anlamına gelirdi. Sümer’de Tanrı Enki’nin sembolü yılandır. Tufanda


Utnapiştim’i uyandırıp uyaran yılandır. Zeus ve Maia’nın oğlu ve habercisi Hermes, yılan dolalı bir asa ile düşmanını yenmiştir. Güney Amerika’daki kadim Meksika, Aztek, Toltek, Maya uygarlıklarının gökten gelen tanrıları yılandır. Eski Türk inanışlarında Ejderha; kutsal, göksel ve iyi bir varlıktır. üç buçuk kez (yedinin yarısı) kıvrılıp uyuyan spiral bir yılan demektir. İnsanın içindeki ateşi göstermek üzere Kundalini kelimesi kullanılır. Bireysel uyanışın, aydınlanmanın ve bilgeliğe ulaşmanın sembolüdür. Mısır’da Roma’da resmedilen kanatlı yılan Kundalinidir. Uyuyan spiral bir yılan… Kundalini.

Bütün bu mitsel kalıtlara göre yılan; bugünkü kötü imajına inat, aslında yaşamın öz ateşi ve bilgelik sembolüdür. Işıktan dünyaya, yani maddeye inişin başlangıç noktasında bir yılan; çöreklenmiş ve kıvrılmış oturuyor sanki. Etimolojik açıdan Evren sözcüğü ‘eviren’, ‘çeviren’ anlamına gelir. Eski Türkler ve Çinliler de gök çarkının/çarklarının döndüğü kabul etmekte ve onlar gök


kubbenin en alttaki çemberini bir çift gök ejderinin çevirdiğine inanmaktaydı. Ejder gök çarkını ve buna bağlı olarak da ‘yaşam çarkı’nı çevirmekteydi. Böylece Eski Türklerde ‘ejder’ de evren olarak adlandırılmıştır. Eski Anadolu antik edebiyat el yazmacıları tarafından anlatılanlara göre, bir zamanlar Anadolu’da tanrısal bilgeleri doğuran kadın, yılan olarak görülüyordu. Ve oturduğu kentin adı Piytion’du. Pi sözcüğünün anlamı ‘baba’dır. Sözcüğün to eki ise ‘sen’ demektir. Pito yani senin baban, senin atan anlamındadır. Piyton kenti ise senin babanın, senin atanın oturduğu kent anlamındadır. Mitolojide Tanrıça Gaia’nın da yılanları vardır. Kadın Tanrıçaların elindeki bu yılanları Zeus ele geçirmiştir. Apollon ve Zeus’la süreç, artık erkek egemen duruma geçiştir. En baştan beri Babil, Mısır, Girit, Anadolu’da da eski inançlar içerisinde kadın tanrıçalar yılanla bir tutulmuştur. Bilgelik ve bilicilikle yılan, ilişki halindedir. Hindistan’da insiye bilgelere ve kâhinlere, ‘akıllı yılanlar’ anlamına gelen ‘Nagalar’ denirdi. Alnın tam ortasına sembolün konması, yılan gibi akıllı olmak için iç psişik melekelerin kullanılmasını ifade ederdi. Mister Okulu’nun sadece en yüksek inisiyelerine yılan başlığı takma izni veriliyordu. Başını kaldırmış yılan, aşağıdan yükselen kundalini, Yılan Ateşi’ni sembolize ederdi. Kundalinin


yükselmesi ve üçüncü göz’ün açılmasıyla kişi büyük bilgeliğe ve spiritüel yaratıcı güce ulaşır; her şeyin sonsuzluğu bilinir olurdu. Hint yazmalarında ve efsanelerinde Naga ırkı, yeraltında yaşayan ve yüzeyde insanlarla irtibata geçen bir yılansı ırktır. Bu yılanların kimilerinin insana dönüştüğü yazar. Hint yazmalarında bunlardan başka Sarpa denen bir başka yılansı ırktan daha söz edilir. Ayrıca Hint okyanusu civarında ve sonradan denizin dibine batmış bir ülkede var olduğu söylenen bir yılan krallığının bahsi geçer. Antik Kolombiya mitolojisinde de ilksel kadın olan Bachue; büyük bir yılana dönüşür ve bazen ‘ilahi yılan’ olarak adlandırılır. Tevrat’ın içinde adı geçse de kendisi ortada olmayan kayıp kitaplarından Yaşer’in Kitabı’nda Masonik dinin kurucusu sayılan Nemrut’tan ve insanlığın yaratımında söz sahibi olan bir yılan-ırkından söz edildiği iddia edilir. Aborjinlerde pek çok tanrı yılan isimleriyle tanımlanır. Ungud bazen dişi bazen erkek olan bir yılan tanrıdır. Wollunqua (yağmur ve bolluk) bir yılan tanrıdır. Atina’nın ilk kralı olan efsanevi Cecrops yarı insan yarı yılan

olarak bilinir. Yunan mitolojisindeki birçok Titan ve dev kanatlı insansılar şeklinde karşımıza çıkarlar. Tek farkları bacak yerine yılansı gövdelere sahip olmalarıdır; ejderha


şeklindedirler. Örneğin Boreas, kuzeyin soğuk rüzgârını getiren ve yılan gövdesine sahip olan kanatlı bir Yunan tanrısıdır. Afrika’daki bazı geleneklerde şamanların, derin ezoterik bilgi öğreten bir yılan-ırk olarak tanımladıkları Chitauri’lerden ders aldıklarına inanılmaktadır. Afrika’daki bu inanç, Amerikan yerlilerinin dimethyltryptamine içeren ayahuasca uyuşturucusuyla yaptıkları çalışmaların içeriğine benzerdir. Bu bitkiyi kullanan yerli Amerikan şamanların çoğu, yılansı ve uzaylı benzeri varlıklarla iletişime geçtiklerine ve onlardan ders aldıklarına inanmaktadırlar. Mixcouatl, Aztek Savaş ve avcılık tanrısıdır. Bulut yılanı anlamına gelir. Tezcatlipoca’nın aldığı isimlerden biridir. Toltek, Aztek, Maya tanrılarının birçoğu yılanla sembolize edilmiştir. Mark Amaru Pinkham’a göre; Nagual kelimesi yılan demektir. (Bilgelik Yılanlarının Dönüşü adlı kitabın yazarıdır) Toltek bilgeliği öğretilerine göre; ( Carlos Castaneda Kitapları) Nagual kelimesi, doğaüstü güçlere ve bilgeliğe sahip olan büyücü anlamında kullanılır. ( Nahuatl dilinde Nagual kelimesinin tıpkı Mason kelimesi gibi,İnşaatçı Ustalar anlamına gelmesi ilginç bir benzerliktir) Kendi dünyasal


âlemimiz dışında başka dünyalarda yaşama yeteneğine ise, Nagual’a geçmek denir. Evrenden akan enerjiyi aktığı gibi görebilmek ve dünya dışı güç alanında yaşamak olarak tanımlanan Nagual olma durumu, insan biçiminden çıkıp farklı varlıklara dönüşebilme yeteneğidir. Yaqui kızılderilisi Don Juan Matus’a göre eski şaman kadim atalardan kalan bu öğretinin sırları, insanbilimci Carlos Castaneda tarafından bir kitap diziniyle anlatılmıştır. İlk kitap Don Juan Öğretileri, sanrılandırıcı bitkilerin kullanımıyla geçilen olağandışı zihin hallerini ayrıntılı olarak anlatır.

Toltek başkenti olarak kabul edilen Tula'daki en çarpıcı eserlerden biri, Atlant denilen dev taş heykellerdir. Bunlar alçak bir piramit platformunda duran, muhtemelen vaktiyle bir tapınağın çatısını taşımakta olan, yani sütun görevi gören heykellerdir. 4.6 metre yüksekliğinde, tüylü saç modeli olan ve mızrak taşıyan bu heykeller, eski Amerika uygarlıklarında genel bir ilah olan ve bu kentte bazen Toltek hükümdarlarıyla, bazen de sabahyıldızı özdeşleştirilen Quetzalcoatl'ı(tüylü yılan) temsil eder. Bu ad, Toltekler ve Aztekler'de ‘sakallı


yılan’ anlamına gelir. Buradaki sütunlardan bazılarına, mimari örnek ve damgalara, Yucatan'daki Chichen Itza bölgesinde de rastlanır.

Azteklerin anası Coatlicue, Tula kenti yakınındaYılandağ (Coatepek) tepesinde bir tapınağı süpürürken gökten bir tüy topu düşmüş ve onu bağrında saklayınca Huitzilopochtli’ye hamile kalmıştır. (Tula kenti için bir not: Astrolojik çembere göre 3 derece boğa burcu, Krittika denilen bizim Pleiades (Süreyya) diye tanıdığımız takımyıldıza karşılık gelmektedir ve akrep burcunun (Vishakha) 3 derecesi ise Sanskrit dilinde Tula diye adlandırılan bizlerin terazi burcunun kuzey ve güney ucu diye bildiğimiz noktaya denk gelmektedir.) Tüylü yılan Quetzalcoatl birçok efsanede yer almış, hatta İspanyollar kıtayı işgale geldiklerinde Quetzalcoatl ile ilgili efsanelerden ötürü yerliler bu istilacıları saygı ile karşılamışlardı.


Çin Mitolojisinde de ilginç göksel ve yılan hükümdarlar vardır. Amerikalı mitoloji uzmanı Joseph Campbell ‘Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’ adlı kitabında ‘Ulu Üçler’ diye adlandırılan ve M.Ö. yaklaşık 3000 - 2500 yılları arasında yaşadıkları söylenen üç imparatordan bahsetmektedir. Üçü de bazı olağanüstü özelliklere sahiptir. Fu Xi "Göksel İmparator" diye bilinmektedir. Rahme düşüş hikâyesi mucizevî nitelikler göstermektedir. 12 yıllık bir gebelik döneminden sonra doğmuştur. İnsan kolları ve öküz başı taşıyan bir yılan vücuduna sahiptir. Fu Xi'den sonra insanları onun halefi ‘yersel imparator’ Shen Nong yönetmeye başlamış. Shen Nong boğa başlı, insan vücutluymuş. Mucizevî bir ejderin etkisiyle meydana gelmiş. Bundan utanan annesi, bebeği bir dağ kenarına bırakmış fakat vahşi hayvanların onu besleyip koruduğunu öğrenince eve götürmüş. Çin tıbbının temeli de bu imparatora dayanmaktadır. Shen Nong, yetmiş zehirli bitki ile panzehirlerini keşfetmiştir. Karnına bir cam dayayıp her bitkinin sindirilişini oradan izleyebiliyormuş! Shen Nong'dan sonra Huang Di, yani ‘sarı imparator’ yönetime geçmiştir. ‘sarı imparator’ denmesinin nedeni şudur: Annesi Chao Tian eyaleti prensinin bir metresiymiş. Büyük Ayı takımyıldızı çevresinde göz alıcı altın bir ışığa rastlayınca gebe kalmış.


Huang Di'nin de olağanüstü özellikleri vardır. Yetmiş günlükken konuşmaya başlamış, on bir yaşında tahta çıkmış. Fakat en ayırt edici özelliği düş görme gücüymüş. Ona " düşler imparatoru " denmesi daha uygun olurdu! Huang Di, uykuda, en uzak bölgeleri ziyaret edebilir ve doğaüstü dünyadaki ölümsüzlerle konuşabilirmiş (Toltek bilgeliğindeki en önemli bilgilerden birisi de rüyaların başka dünyalara gitmek için kullanıldığıdır). Tahta çıktıktan sonra tam üç ay süren ve kalbini denetleme dersi aldığı bir düş görmüş. Bir üç ay daha süren bir düş gördükten sonra, insanlara ‘öğretme gücü’yle geri dönmüş. Onlara, doğanın güçlerini kalplerinde denetlemeyi öğretmiş. Hermetik Bilgilerde Yılan ve Yedi Irk Hermetik bilgilere göre fiziksel âlem, süptil âlemin aynasıdır ve ruhlar bir zaman sonra büyük ışığa doğru çekilirler, onlara yol gösterilir. Evrende kozmik yasalar işlemektedir. Hermetizme göre eski insanların kökeni Dünya-dışı’dır. Hermetika adı verilen bilgilerin, eski Yunanca ve Latince yazılmış eldeki parçaları bütününe verilen ad; Zümrüt Tabletler’dir. Hermes-Thot’un öğretisine ait kimi metinler - İskenderiye yangınından ve bağnazların ellerinden kurtulabilmiş bilgiler bir miktar anlam kaybına uğrasa da,Kilise’nin tüm çabalarına rağmen Avrupa’da yayılmayı başarmıştır.


Hermes’in (Hermes’in Toth ile aynı kişi olduğu söylenir) Zümrüt tabletlerinin bilgilerine göre; meditasyon ve duaya yönelen Hermes’e bir ejderha görünmüştür. Anlatılanlar şöyledir: Bu suret kanatları gökyüzünü kaplayan, bedeninden her yöne ışıklar saçan Yüce Ejderha’ydı. Yüce Ejderha, Hermes’e adıyla seslendi ve ona Dünyanın Gizemi hakkında neden düşündüğünü sordu. Gördüğü şeyle dehşete kapılan Hermes ejderhanın önünde kendini yere attı ve kim olduğunu açıklaması için ona yalvardı. Yüce Varlık, kendisinin Poimandres, Evrenin Aklı, Yaratıcı Zekâ, her şeyin Mutlak Hâkimi olduğunu bildirdi. Bunun ardından Poimandres hemen şekil değiştirir. Durduğu yerde göz kamaştıran, nabız gibi atan bir Nur vardır. Bu Işık, bizatihi Yüce Ejderha’nın ruhani doğasıdır. Hermes görkemin ortasında ‘yükseltilir’ ve maddi evren onun bilincinden silinir. Hızla koyu bir karanlık çöker ve karanlık genişleyerek Işık’ı yutar. Her şey sarsılır. Etrafında suya benzer bir töz girdap halinde döner ve ondan dumana benzeyen bir buhar çıkar. Etraf dile gelmez iç çekişlerle ve acı haykırışlarla dolar, bu sesler sanki karanlık tarafından yutulan Işık’tan gelmektedir. Aklı Hermes’e ışık’ın spiritüel evrenin şekli olduğunu ve dönen karanlığın onu yutan maddi töz olduğunu söyler.


Yine Hermetik bilgilere göre: “Doğanın Semavi İnsan ile evliliğinden, hepsi iki cinsiyetli, hem erkek hem kadın olan ve iki ayağı üzerinde duran ve her biri Yedi Yöneticiden birinin doğasına sahip yedi insan doğurdu. Bunlar, yedi ırk, yedi tür ve yedi çarktır. Yedi insan bu şekilde yaratılmıştır. Toprak dişil element ve su eril elementtir; ateş ve esîrden ruhlarını aldılar ve Doğa insan türünde ve suretinde bedenler yarattı. Ve insan Yüce Ejderha’nın Hayat ve Işık’ını aldı. Ruhu Hayat’tan ve Aklı Işık’tan yapıldı. İçinde ölümsüzlük olan ama ölümlülükten de pay alan bütün bu birleşik yaratıklar, bir süre bu hal içinde devam etti. Kendilerinden kendilerini yarattılar, çünkü onlar hem dişi hem erkekti. Fakat dönemin sonunda Kaderin düğümü Tanrı tarafından çözüldü ve her şey serbestleşti. Ve Tanrı bunu söylediğinde, Takdiri İlahi Yedi Yöneticinin yardımıyla cinsiyetleri bir araya getirdi, onları birbirine karıştırdı, kuşakları yarattı ve her şey kendi türüne göre çoğaldı. Bedeni severek bağlanma hatasına düşenler ölüme ait şeyleri hissederek ve onlardan acı duyarak karanlıkta dolaştı, fakat bedenin ruhun tabutundan başka bir şey olmadığını kavrayanlar ölümsüzlüğe yükseldi.” (Hermes’in Zümrüt Tabletlerinin, yani Toth’un Ölüler Kitabı’nın masonların elinde olduğu iddia ediliyor. 33 sayısı Masonlukta, üstatlığı temsil eder. Alcyone, Pleiades’teki en parlak yıldızdır ve böylece Alcyone 33 derecedir – mistik temel rakam. Master ikiye bölününce Ma / Ster olur ve anlamı


Ana Yıldız (Mother Star) demektir. Böylece Alcyone Ana Yıldızın sayısıdır – 33 derece) Bu kadar çok yılan sembolü ve tanrısının özellikle insanın yaratılışı ve bilgeliği ile ilgili mitlerde yer alması sadece tesadüf olabilir mi? Medusa, gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi canavardır. Perseus, Medusa’nın başını kestiğinde Poseidon'dan olan çocukları Pegasus ve Chrysaor dışarı fırlamıştır. Kandamlaları Libya çöllerinde birer yılana dönüşmüşlerdir. Daha sonraları bu yılanlardan biri Mopsus'u öldürmüştür. Bütün yaratılış efsanelerinde ve kutsal kitaplarda göklerden inen yılan biçimli tanrıların üstün özellikleri vardır. Yılan tanrılar yeryüzündeki insanlara, bilginin yolunu, teknolojiyi, inşaatçılığı, alfabeyi, astronomiyi öğretmiş, hatta tufandan kurtarmıştır. Bu yılan tanrıların mitsel hikâyelerinin hemen hepsinde, gökten inen bir ışıkla gebe kalan dünyalı dişilerden bahseder. Yılan Tanrılarla Pleiades Bağlantısı Bütün eski efsanelerdeki mitsel yılanlar, göklerle bağlantılıdır ve uzaydan gelip uygarlık kuran (Extra-terrestrial) varlıklardır. Atlantis’teki yıldızlararası yılanlardan bazılarının Pleiades’ten geldiği söylenir. Bu androjen (çift cinsiyetli) yılanlar,


kutsanmış yedili diye bilinir (Yılan söz konusu olduğunda ilginç bir şekilde yedi sayısı gündemdedir). Pleiades’lilerin insanoğlunun zihnine kıvılcım aşılamak için dünyaya yolculuk yapmış oldukları iddia edilir. Bu konuda özellikle Cherokee yerlilerin kayıtlarında bulunan söylemler anlamlıdır. Pleiades görevlilerin yeryüzü üzerinde İnsan topluluğu ile eşleştikleri ve onların soyunun Atlantis’te devam ettiği söylenir. Benzer bir şekilde Yunanlı tarihçi Diodorus; Pleiadesli yedi kız kardeşten ikisi olan Celoene ve Alcyone’un, Atlantis kralı Poseidon ile çiftleştiği ve onların çocuklarının da Atlantis sakinleri olduklarını anlatmıştır. Pleiades yıldız sistemi, Ülker, Süreyya, Pervin olarak da anılır. Bir açık yıldız kümesidir. Boğa takımyıldızında (Taurus) bulunur.Ülker'in görünen yıldızları Yedi Kızkardeşler olarak da bilinir. Güneş sistemimiz her 25.860 yılda bir Pleiades çevresinde bir tur dönmektedir. Pleiades üzerinde yapılan astronomi çalışmalarına göre Güneş sistemimiz ve başka birtakım sistemler, Pleiades sisteminin bir parçasıdır. Bu sistemin döngüsüne göre on binlerce yıl Galaktik gece denilen karanlık çağı yaşadığımız, 2000 yıl kadar da ışık çağını yaşayacağımız iddia ediliyor. Bazı bilim adamları tarafından kıyamet zamanı ya da Maya takvimindeki zamanın sonu diye


tanımlanan döneme girmek üzere olduğumuz söylenmektedir Foton kuşağı diye adlandırılan bu iddialara göre; bu süreç 2012 yılında başlayacak ve dünyamız büyük bir enerji kuşağının içine girecek ve uyanış çağı başlayacaktır. Bir önceki foton çağı döneminin Atlantis zamanına rastladığı iddia edilmektedir. Işık bölgesine geçiş sırasında tüm teknolojinin duracağı, buna karşın insanların özel yetenekler kazanacağı, DNA sarmalının değişerek, uyuyan hurda genlerin devreye gireceği iddia edilmektedir. Yıldız aktivasyonu, Güneş Sistemimizin Pleiades (Alcyone yıldızı), Sirius, Arcturus, Orion ve Andromeda ile aynı sıraya dizilmesi ile başlayacaktır. Bu kuşağa girildiğinde, şu anda bulunduğumuz 3. boyuttan 5. boyuta yükseleceğimiz iddia edilmektedir. Bütün kültürler boyunca tarih şiir ve mitolojide kozmik objelerden en çok vurgulanan Pleiades: Yedi Kızkardeşler, Krittika, Kimah, Güvercinlerin Sürüsü, Tavuklar, Bahar Bakireleri, Denizcinin Yıldızları ve Atlantisli Kızkardeşler gibi isimler; Pleiades’in görünür yedi yıldızlarının adlarıdır. Pleiades, Kuzey Amerika’daki Sibirya’daki ve Avustralya’daki insanlar tarafından Yedi Kızkardeşler olarak bilinir ve bu onların 40.000 yıl daha önceden anlatıldığı demektir.


M.Ö. 2357 yılı Çin yargılarında beliren astronomik edebiyatta adı ilk geçen yıldızlar arasında Pleiades görünmektedir. Alcyone, ilkbahar gündönümüne en yakın olmasıyla en parlak yıldızdır. Yaklaşık 25.900 yıllık uzun dönem dönüşü için Pleiades Yüce Yılı, onları yılı başlatma konusuna kadar yükseltmiştir. Giza Büyük Piramidinin yedi odasının bu yedi kız kardeşleri anımsattığını, 19.Yüzyılın sonlarında Profesör Charles Piazzi Smyth önermiştir. Büyük Piramidin bitirilme tarihi, kış gündönümünün gece ortasında Pleiades, Alcyone ile tam aynı çizgide bu piramidin boylamı üzerinde yayıldığı dönemdir. Alcyone, Araplar tarafından Al Wasat, yani merkezi olan ve Babilliler tarafından ise Temennu, yani kuruluş taşı olarak adlandırılmaktaydı. Musevilerin kutsal şehri Sion- Zion ismi, sadece tesadüf müdür? Mezo-Amerikanın Mayaları, uygarlıklarının tohum yatağı ve ışığın kodlarını çocuğuna veren kozmik yıldız ana olduğu için Pleiadesi cranary (anlamı


yüksek nitelikte tohum üreten bölge) diye adlandırmaktaydılar. 10 Merovenjler, ( Troyanın Kralı Priamın oğlu) Prens Paris’ten sonra Parisi kurdular ve kente onun adını verdiler. İlyada’daki Elektra (Pleiades takımyıldızındaki 7 kız kardeşten biri) Troya soyunu kuran Dardanosun anasıydı (bir başka Pleiades bağlantısı). Gizemli Yılan Bilgeliğinin kaynağı gerçekten Pleiades midir emin olmak çok zor. Bilim kabul etmeden söylenenler iddiadan ve düşlerden ibaret olacak. Pleiades yıldız sisteminin evrensel mirasın odağı olduğu konusunda efsaneler, mitler ve kutsal kaynaklardaki şifreli ifadelerin bu kadar benzer olması şaşırtıcıdır. Yılan sembolünün bilgelik ve aydınlanma ile ilişkisi, ustalığı ve İlahi bilgiyi bu kadar içermesi, yıldızlarla bağlantısı araştırmaya, düşünmeye gerçekten değer kanımca… Günümüzde yerleşik bir kabul haline gelmiş olan,yılanın, kundalininin sembolü olarak kullanılmış olduğu inancı ezoterizmle ilgi duyan birçok kimse için ortak bir sava dönüşmüştür.Mevcut bakış açısı,aydınlanma yolunda kundalinin harekete geçirilmesini öncül şart olarak kabul eder. Yiğit AKKOCA yigitakkoca-yfa@hotmail.com


EM-PĠ-3 Sen … evet evet sen … hani şu mp3 , mp4 ya da müzik çalar özelliği olan telefonun sesini sonuna kadar açan arkadaş. Senden ve senin gibi bir kaç bin tanesinden bahsediyorum . Hayır yani amacın ne ?? “Kendimi sağır ediyorum madem herkes sağır olmalı” falan mı? Yoksa “ Ben seviyorum nooolur sen de sev ve dinle” mi ?? Hayır istemiyorum lütfen kısın o şeylerin sesini. Sadece siz ve kendiniz dinleyin. Otobüslerde dörtlü koltuğa oturmak bir çeşit işkenceye dönüşür oldu. 3 yanımdan farklı sesler biri pop dinler ; “seni çöpe atacağım poşete yazzıık”, biri rock veya metal dinler o İngilizce zaten anlamıyorum , diğeri de rap dinliyorsa tam oldu. Bazen de şoför eklenir bu şenliğe ; “Çekmediğim dertleeer çile kallmaaadı”. Benim gibi mp3 ü olmayan , ortam sesini dinlemek zorunda kalanlar da acılardan acı beğensin artık. Dört sesin anlamsız , beter , iğrenç karışımı .Hangisini dinlesen şaşır , başına ağrılar girsin ve daha niceleri. Bazen üçünü birden dürtüp otobüsün ortasında çirkefçe bağrınmak istiyorum. Mp3 ü alıp kırayım ya da “söz vallaha bir daha yüksek sesle dinlemem ablaaa” diyene kadar vermeyeyim geriye. Şoföre de kendimden önce mp3

alayım. (gerçi bilmem kaç tane şoföre almak zor olur ama işin ucunda huzurlu yolculuklar varsa düşünülebilir.) Ama biliyorum ki ben çirkeflik yapsam onlar benden daha çirkef olur. Genel olarak zeytinyağı gibi olup üste çıkma


eğilimindeler. “Ne karışııyosun canım a-aa” , “rahat rahat müzik de dinleyemiceez bu ülkede cık cıkkkk” bunlar söyleyecekleri en hafif şeyler olur . Geri kafalılıkla falan da suçlanabilirim “hangi çağda yaşıyoruz yaaa …devir teknoloji devvrii”. Beni geçtim belki de bu olaydan hükümet suçlu tutulur “hükümet yakında bunu da yapmamızı engellicek zaten yoldaşlaar gelin buna bir dur diyelim”.

Tamam tamam mübalağa ediyorum belki ama sizinki de benden aşağı kalır bir abartı değil. Ses seviyesini 30 a vurdurmanın anlamı nedir? Biraz ortamı paylaştığımız insanları da düşünmek gerekmez mi ? Herkes bizim müziğimizi dinlemek zorunda değil , sen onun sevdiği müziği sevmeyebilirsin ve ben kimsenin müziğini dinlemek istemiyorum !! Akıllı ol , adam ol müziğinin sesini kıs kavga çıkmasın , herkesin saçı kafasında kalsın (:

Melike GÜNEŞ


Büyük Şehrin Küçük İnsanları

Köyden indim şehire birden döndüm deliye derler ya, bende de aynen öyle İzmir’e geldiğimden beri... Benim gibi liseye kadar yaşamı küçük bir ilçede geçmiş ardından okuldan, işinden veya daha farklı sebeplerden ötürü kendini koskocaman şehrin ortasında bulanlar benim halimi çok iyi bilirler.

Elinde devasaL bavuluyla kendini kocaman şehrin ortasında bulan bu kişilerde iki duygu hakimdir. Birincisi önlerinde keşfedilmeyi bekleyen koskocaman bir şehrin verdiği, özgürlük ve zincirleri kırmışlık hissi.. Sevdiklerini geride bırakarak tek başına ya da


sevdiklerinle beraber bu büyük şehirde ayakta kalma mücadelesine dahil olmak içten içe kişiye bir mutluluk verir. Yaşattığı bir diğer duygu ise kişide yarattığı iç burukluğudur. Bugüne kadar yaşadığın yeri arkada bırakmanın yanı sıra, koca şehirde ayakta nasıl kalabileceğinin verdiği panik ve kararsızlık hali. Büyük şehirde doğup büyüyenler ise yaşadığı şehrin kıymetini pek bilmezler ve bizim bu durumumuza pek de anlam veremezler. En basitinden metroya veya vapura binmek onlar için sıradan bir durum iken, bizlere metroya veyahut vapura binmek bile büyük bir zevk verir. Büyük şehre ait insanlar içinde bulundukları şehre sığmazlar ve onunla yetinmeyi bilmezler. Küçük yer insanları ise büyük şehirde yaşayanlar bu memnuniyetsizliğine anlam veremezler. Karşılıklı anlam verememezlik hali mevcuttur. Ayrıca, küçük şehrin insanlarının, büyük şehirle tanışana kadar çarşı diye nitelendirebildikleri ve alışveriş yapabildikleri hepi topu dolaşması sadece on beş dakikasını alan oluşan tek bir mekanı varken, büyük şehre geldiklerinde çarşı diye adlandırabilecekleri yerlerin ucu bucağı yoktur. Aklıma ilk gelen bu sebeplerden dolayı, büyük şehre gözümüzü açmak, küçük şehirden kopup gelen bizim gibi insanlar için Allah’ın büyük bir lütfudur. Gezebileceğin çok fazla yer seçeneğinin olması bizlere mutluluk verir, nereye gideceğim diye tasa duymamıza artık hiç mi hiç gerek kalmaz.


İzmirle belli bir yaştan sonra tanışan kendimden ve etrafımdaki kişilerden örnek vermem gerekirse, İzmir’de yaşamaya başladıysan her ruh haline ve görmek istediğin yere göre birçok alternatiflerin vardır. Kafa dağıtmak için kendini Alsancak’taki Kordon’a, İnciraltı veyahut Güzelyalı’ya atabilirsin. Bir şey almak ve yaptığın alışverişin yorgunluğunu küçük bir mola verip en iyi Türk kahvesinin tadına bakarak atmak istediğinde Kemeraltı’na gidebilirsin. İndirim ve taksitleri yakından takip etmek için Karşıyaka ya da Agora, Balçova Kipa akla gelen alışveriş merkezleri aklıma gelen diğer seçenekler. Şirince’de sevdiğinle bir şarap içer, Efes’te tarihe tanık edersin. Vapurla Karşıyaka’ya geçer, bu kez şehrin güzelliğini uzaktan seyredersin. Asansöre çıkar, fotoğraf stüdyosuna gerek kalmaksızın en güzel fotoğrafları kareleyebilirsin.


Ve bu bahsettiklerim aklıma ilk gelen ve İzmir’in içinde barındırdığı güzelliklerin sadece bir kaçı. Bunun yanında İstanbul, Ankara ve Bursa gibi birçok büyük şehrin de kendine ait birçok güzelliği var elbette ama ben kendi deneyimlerimden yol çıkarak İzmir’den örnekler vermek ve benim gibi bu şehrin yaşamına sonradan dahil olanların duygularına tercüman olmak istedim. Kısacası küçük şehir insanları büyük şehrin cevherlerini büyük şehir insanlarından çok daha fazla farkındadır. Ve bunları bilerek, her günün hatta her anın tadını çıkararak ve en önemlisi yaşadığı şehrin kıymetini bilerek yaşamlarını sürdürürler.

AYġE NUR EKER ekeraysenur@hotmail.com


Devlet Oyunları (State of Play)

Amerikan Kongresi’nin yakışıklı, soğukkanlı ve temkinli üyesi Stephen Collins (Ben Affleck), bağlı olduğu siyasi partinin geleceğini temsil eder. Savunma harcamalarını denetleyen komitenin başkanlığı gibi onurlu bir görevi vardır. Yaklaşan başkanlık seçimleri için partisinde tüm gözler onun üzerine çevrilmiştir. Onun araştırma asistanının ve metresinin vahşice öldürülmesi üzerine o güne kadar derinlerde bir yerde gömülü duran sırlar birer birer ortaya çıkmaya başlar. Araştırmacı gazeteci McCaffrey’nin bu olaya ilgi duymasının iki sebebi vardır. Birincisi Collins onun eski arkadaşıdır, ikinci sebebi ise acımasız editörü Cameron’dan (Oscar ödüllü Helen Mirren) bu olayı araştırma görevi almıştır. Gazeteci, katilin kimliği üzerindeki esrar perdesini kaldırmaya yaklaştıkça


ülkenin güç dengelerini oluşturmaya başlar.

sarsacak

bir

tehdit

Sahte doktorların ve yozlaşmış zengin politikacıların var olduğu bir kentte çok önemli bir gerçeği öğrenecektir; milyar dolarlar tehlikeye girmişse hiç kimsenin sadakati, güvenirliliği, sevgisi ve hayatı güvence altında değildir.

Yönetmenliğini Kevin Macdonald’ın yaptığı Devlet Oyunları (State of Play) adlı filmin senaryosu Tony Gilroy ve Matthew Michael Carnahan ait. Filmin oyuncu kadrosunda ise Russell Crowe, Rachel McAdams, Ben Affleck, Helen Mirren ve Jason Bateman rol alıyor. Filmin türü ise dram, gerilim, macera, politik ve suç. Oldukça sürükleyici ve gerilim dolu bir filmdi. Amerikan devlet yapısı içindeki kirli oyunları göz önüne seren, para için insanların hayatlarıyla nasıl oynadıklarının bir belgesi niteliğinde bir film. İzlerseniz pişman olmayacağınız bir film.

CEREN BAKICI


BU YIL HERKESE “EVET” “ Bana teklif eden bütün erkeklere „evet‟ diyecektim. En azından bir kez, hem de hepsine “ Bu satırı okuduğunuzda muhtemelen kültürümüze çok uzak bir şeylerden bahsettiğimi düşüneceksiniz. Oysaki bu bir kitap ve onun ilk cümlesi. Aslında kitabın tamamını özetleyen minicik bir cümle. Yeni bir yılın ilk ayı, bu kitabı paylaşmak istedim. Böylece kendimize dersler çıkarabiliriz. Hepimiz, hayatın her evresinde yanımızda olacak, bizi sahiplenecek bir ruh ararız; eş ruhumuz. Bu Yıl Herkese “ EVET ” adlı kitabın yazarı Maria D. Headley de bizler gibi ruh eşini uzun süre arayanlardan. Kitap yazarın gerçek hayatından bir yılın kesiti. Aslında sizden, benden pek de farkı yok. Ne istediğini bilmeyen kafasında kurduğu tek tip erkek modeline göre ilişki arayan bir kadının hikayesi. Üniversite yıllarında 2 arkadaşıyla küçük bir dairede yaşamını sürdüren yazar, başarısız ilişki denemelerinden bunaldığı bir evrede; bir sabah uyanıyor ve herkese evet deme kararı alıyor. Kitabın hikayesine kısaca değinmek gerekirse, yazarın New York Üniversitesi‟nde sanatla ilgili bir bölümde okurken yaşadığı bir yılı konu alıyor. Daha çok yazarın ilişkileri üzerine ilerleyen kitap, aslında insanların ruh halleri üzerine de güzel bir analiz. Sizi buradan alıp başka başka dünyalara götürüyor. Ve ne yalan söyleyeyim, bir an sadece bir an “ben de yapmalıyım” dedirtiyor.


Maria, hayır demeye programlı bir makine gibi çalışıyor adeta. Önüne gelen tüm ilişki tekliflerine kriterlerine uymadığı için hayır diyor. Ama bir gün çok fazla eleştirel olduğu için herkese evet deme kararını alıyor. Böylece farklı insanlar tanımaya ve belki de kim bilir aşık olabileceğini düşünmeye başlıyor. Bu düşüncesini ev arkadaşlarına açtığı zaman onu vazgeçirmek için çok uğraşıyorlar. Ama yazar hayatının en asi döneminde ve aklına koyduğunu yapıyor. Kitapta geçen tüm ilişkileri anlatmak mümkün değil. Ama birkaç örnek verilebilir. Her gün kullandığı metroda kendi halinde gösteri yapan pandomimciyle ayaküstü flörtleşiyor, nefret ettiği alt komşusu Pierre ile gizli bir ilişki yaşıyor. Ve hatta Pierre‟ i bu şekilde tanıdıktan sonra onunla arkadaş olmayı bile başarıyor. Birkaç sokak aşağısında yaşayan evine kızların birinin girip bir diğerinin çıktığı „köpek adam‟ ile birkaç günlük kusursuz saatleri paylaşıyor. Kendisini dünya starı sanan bir ayyaşa yemek ısmarlıyor ve hiç tanımadığı bir adamla atlayıp otobüse, kendini okyanusun buz gibi sularına bırakıyor. Bunlar yazarın o yıl hayatına giren adamlardan sadece birkaç tanesi. Bazıları ise büyük acılar getiriyor. Tam kendisine göre olduğunu düşündüğü artistin onu yol ortasından bırakması aslında nişanlı olduğunu öğrenmesiyle, kalbi bin parçaya bölünüyor. Yıllarca takip ettiği o çok iyi oyun yazarının gerçek kişiliği onu hayal kırıklığına boğuyor. Ama yine de pes etmiyor. Bir yılın sonunda tam 12. ay da aslında uzun zamandır tanıdığı ama evli bir senarist olduğu için evet yılına dahil etmediği adamla otel odasında buluyor. Sanırım bundan sonrasını en iyi onun cümleleri anlatır; “ Senarist uyurken, ben de yanına kıvrıldım ve şehrin gürültüsünü dinledim: Tepeden geçen bir helikopter, korna çalan taksiler, havlayan köpekler ve birbirlerine iyi geceler


dileyen insanlar. Pierre‟in elektrik süpürgesini çalıştırdığını ve Tamirci‟nin zilime bastığını duydum. Boksör, o berbat hikayemizi insanlara anlatıyor; Prensler kendi başarılarıyla övünüyorlardı. Baler, yürüyerek uzaklaşıyor, Balo Kraliçesinin nefesini duyuyordum. Louie‟yi, „chuppa, chuppa‟ diye şarkı söylerken dinledim, sanki bir aşk şarkısıymış gibi. Harika Kadın, bana beni öpeceğini söylüyor; Artist Çin yemeği siparişi veriyordu. Pandomimcinin, parmaklarıyla havayı kesişini izledim. Köpek Adam, suyun altında nefes alıyordu. Karşılaştığım her adamı, bir hayaletler korosuymuş gibi dinledim ve hayatımın sonuna kadar benimle kalacaklarını anladım. “ “ New York‟ta saat sabahın 3‟üydü ve bir otel odasında, evleneceğim adamın kollarında uyanık bir şekilde yatıyordum. O zamanlar bunu bilmiyordum. Bir süre daha bilmeyecektim. Ama önemli değildi. O gece, asla hayal etmediğim bir şeyin başlangıcıydı; hatta bütün zamanımı onu hayal ederek geçirmiş olsam ve siz kendi mutlu sonumu yazacağımı düşünmüş olsanız bile. Bunu yazamazdım. Aşk, her zaman olduğu gibi bir mucizeydi çünkü. Senarist‟e baktım. Gözleri kapalıydı ve gülümsüyordu. New York‟un gürültüsü etrafımızı sarıyordu. Gözlerimi kapadım ve New York‟un ninnisini dinleyerek uykuya daldım “ Maria, hiç beklemediği bir anda uzun süredir aradığı ruh eşini buldu. Bunun için çıktığı yol çokça cesaret isterdi ama o başardı. Umarım denemekten korkmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatabilmişimdir. Herkese güzel bir yıl diliyorum. Bazen “EVET” demekten korkmayın. BURÇĠN TOKSÖZ burcintoksoz-yfa@hotmail.com


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.