Anafor Dergi Nisan

Page 1

Azınlık Makinesi ve Azınlık-Oluş Grup Psikozu ve Ruhsallığı Üzerine Söylev Yaşam Hakkı ve Ayrımcılık Homofobi Üzerine Neyi Tüketiyoruz? Siz Bu Dünyanın Virüslerisiniz! Resmiyetin Meşrulaştırdığı Ölüm ya da ‘Şehitlik’ Küçük Adamdan Notlar Gece Yeniden Üretim Zaman ve Kadın Umut İklimi


Sunuş Özgürlükler ancak özgürlüklerin kullanıldığı ölçüsünde mümkündür. Bu doğrultuda ifade edilmeyen düşüncelerin de gündelik hayatta yaygınlaşması mümkün olmamaktadır. Basılı bir dergide bir düşüncenin yer alabilmesi için sosyal sermayenizin devletin kurumlarında kanıtlanmış olması ya da belli bir elitin içinde olmayı zorlamaktadır. Diğer bir problem de oluşturduğunuz derginin basımının ve dağıtımının masraflarıdır. Bunun için kapitalizm içerisinde geniş dağıtıcı tekellerliyle muhatap olmak zorunluluğu bulunmaktadır. Diğelim bu aşamayı da geçtiniz, tasarımını maliyeti üzerinden düşünme zorunluluğu doğuyor... Medyanın uyguladıkları yüzünden tartışma dışı kalan, gündem bulamayan bir dünya konu var. Belli normlara uymayan düşünceler bu gündemin dışında kalmak zorundadır. Bunun yerine kendimiz bir dergi oluşturalım ve internet üzerinden bütün dünyayla paylaşalım istedik. Dergiye yazanlar başka başka çevrelerde yaşayan, başka başka ilgileri, dertleri olan insanlar. Felsefe, sosyoloji,eleştiri, şiir, çeviri,... gibi geniş bir skala içerisinde bulacaksınız yazıları. Amacımız, etkin bir yazar ve okuyucu kitlesi yaratabilmektir. Derginin okunurluğu okuyucunun katılımıyla artacaktır. Dergide yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı, “dergianafor@gmail.com” adresine gönderebilirsiniz. anafor

2

anafor


D

Azınlık Makinesi ve Azınlık-Oluş

oğu’dan Batı’ya doğru ve Kuzey’den Güney’e doğru çizilen sınırlar, az çok bütün şehirlerde, mikro düzeylerde yinelenir. Doğu’ya doğru gittikçe yükselen ve dağları zenginleşen Anadolu coğrafyası gibi, Batı’nın Kürt mahalleleri de aynı jeolojik katmanlaşmayı sergiler. O mahalleler de, dört bir yanından, iç-şehirden esnek çizgilerle ayrılır; tekinsizleştirilir, adlileştirilir ve nerede ise bir karantina bölgesi haline getirilir. İnsanlar yeryurt edindikleri topraklardan yersizyurtsuzlaştırılır, göçebeleştirilir, bir kamyon kasasının, sidik kokan uzun yol otobüslerinin akışları içerisinde sürüklenir. Böylece, Mardin’den, Diyarbakır’dan, Hakkari’ den, oraların kasabalarından, köylerinden İzmir’e, İstanbul’a, Manisa’ya doğru karanlık tüneller oluşur; tünellerin birleşim noktalarında karadelikler. Kimliklerin, seslerin, sürçmelerin, yanık tenlerin, nasırlı ellerin karıştığı/kaybolduğu derin boşluklar: Dışarısı. Ama içeride bir üretilen bir dışarısı. Kimi zaman bir duvarın -Mevlana mahallesi ile, Ege Üniversitesi’ni ayıran duvar gibi-, kimi zaman bitmek bilmez yokuşların, kimlik

kontrol noktalarının sınırını belirlediği “dışarı”lar. Tabii bu karadelikler, tüneller, dışarılar sadece azınlık olarak üstkodlananı ilgilendiriyor değildir. Majör olarak üstkodlanan, yaratılan, şekil verilenleri de baskı altına alır. Bu azınlık makinesi, yersizyurtsuzlaştıran bir makine ise de, aynı zamanda, bir dışarısı yaratıp, sürgünlerini yeniden-yerliyurtlulaştırır ve dışarıyı adlileştirmesi ile majör kimlik olarak üstkodlananları da, polise, suç ortaklığına, ihbarcılığa ayartır ve bu şekilde içerisini de baskı altına alır. Artık buradan itibaren, her türlü polisiye önlem, katliam, ölüm, savaş vs.. meşrulaştırılır ve içeridekileri de tehdit eder hale gelir. Patlayan bombalardan çok, potansiyel bir tehdit olarak her yerde hazır ve nazır bulunan, patlamayan bombalar; savaşta o gün ölüp düşenler değil de, yarın veya bir başka gün, ertelenip duran ve asla öngörülemeyen bir kıyamet gibi ulu ve tanrısal bir sesin sürekli fısıldadığı ölüp düşecek olanlar yoluyla bütün bir coğrafya hem terörize, hem de polisiye edilir-ikisi özsel olarak

anafor

3


aynı da olsa, terörize etme süreci korku ile, polisiye etme süreci kimlik kontrolleri, ne zaman geleceği belli olmayan baskınlar yolu gerçekleşir ve azınlıküretimi içerisinde görece farklı olan bu iki süreç, azınlık makinesinin işleyişinde bütünleşir ve birbirini tamamlar. Azınlık-oluş, içeriden dışarıya doğru yol almak değildir; dışarıya karışmak, ve azınlık olmak değildir. Azınlık-oluş, içeriyi, majöriteyi dönüştürmek üzere bir kaçış-çizgisi çizmek demektir: Majör içinde, minör yollar bulmak. Bu bir azınlığın majör dil içerisinde yarattığı kekelemeyi, yeni bir fark oluşturacak şekilde yinelemektir veya herhangi bir protesto eylemine katılarak majör kodlardan bir kaçış çizgisi oluşturmak ve makinenin kodlayan ve üstkodlayan üretiminden yersizyurtsuzlaşmaktır. Ama bir hapishanede, ama bir mahallede, arama ve baskın esnasında, işkence esnasında dizilen ve soyut veya somut, işaretlenen bedenlere sahip çıkmak; tahakküm mekanizmaları -mikro politik iktidar ilişkileri, majör dil- tarafından üretilen edilgen tepkiler değil de, farklı etkin-oluşlar yaratmaktır.

mutluluklar üretmekten uzaktır ve mutsuzluğa ve yalnızlığa yol açarlar-, dışına çıkmak demektir. Sahip olduğumuz öznelliği dönüştürmek demek, demek ki salt bir seçim/tercih edimi değildir. O bir yaratım problemidir. Demek ki, bu şekilde tanımlanan politika da bir yaratıcılıklar çokluğunu kurmaya yönelir. Kurucu felsefe ve kurucu politika, eleştirel-aşkıncı klasik muhalefet biçimlerinin üstüne oturduğu zemini terk eder. Bu tarz bir politikanın yönelimi yeni öznellikler, kimlikler çokluğu yaratabilmektir. Hiyerarşikleştirilemez düzenlemeler oluşturur.

Azınlık-oluş, farklı öznellikler yaratan bir çokluğu oluşturmak demektir. Azınlık-oluş majör öznellikte bu noktadan itibaren kırılmalara sebep olur, bir yandan aynı süreçler tarafından üretilen ve majör kutbu olarak tasarlandığı -kadının karşısında erkek, homoseksüelin karşısında heteroseksüel, Kürt’ün karşısında Türk vs..- bir aynı ürünün minör kutbunu deneyimler ve benzer bir deneyim de karşıda oluşur. Azınlık-makinesinin ürettiği ürün, sırt sırta vermiş iki ev gibidir; iki ev de aynı toprağı paylaşıyor olsa da, içeriden bir geçiş ortada yoktur -kapatılmıştır- ve birinden diğerine gitmek, zıt kapılardan tüm bir toprağı dolaşmakla mümkündür: Hem çok yakın, hem çok uzak. Azınlık-oluş, evdeki karanlığın ve yalnızlığın -çünkü nefret, kin, düşmanlık gibi olumsuz duygulanışlar, yeni bedenleşmeler ve 4

anafor

Oğuz Karayemiş


Grup Psikozu ve Ruhsallığı Üzerine Söylev

E

şitsizliğin kaynağı üzerine söylenebilir en temel argüman, kuşkusuzdur ki, ekonomik gelirin eşitsiz dağılımıdır. İnsanlar arasındaki bu eşitsizliğin kaynağı üzerine teorik bir söylev ve tarihsel bir arka plan oluşturmak için, tarihin dip noktalarında, toplumsal bilinç formlarının tümünü belirtmenin, yazımızın amacını aşacağından, biz grup ruhsallığı üzerinde yoğunlaşmaya devam edeceğiz. Grup psikozu ve ya diğer söylemle ruhsallığı için ilk durum değerlendirmesi, aitlik duygusudur; kendi varlığını zaman'ın uzam'ına yaslama istenci onu - insanı- belki de zorunluluğun yarattığı bir fikrin yüzeyinde kimliklendirme arayışına sürüklemektedir. Ruhsallığın ana teması, metafizik bir söylevin yarattığı kişilik formlarıdır; ilkelliğin tüm dürtüsü dinsel bir vaaz içinde kendini ikame eder örneğin. Tanrıya yöneliş ve varlığını bir yakarı içinde sınamak istemindeki bir insan için, bir ruhsallık temellendirelim ve onun içselliğini oluşturan bilinç bulantılarını devşirelim: sonuç mutlak kendini adama ve kutsama ritüelidir. Dinler kişilik formunu oluşturmada görece başarılıdır; uzak doğu felsefesinin tinselliği, Budacılık, Konfüçyüs,

manicilik ve yerli tüm dinsel formların temel yöneliminin maddi bir alanı ve buna uyarlı amaçlanmış bir söylevi vardır. Kapalı toplulukları salt metafizik bir örüntü içinde değerlendirme eksik ve yanıltıcıdır. Yahudilerin kırk yıllık çileli çöl yürüyüşü, grup ruhsallığının yapı taşlarını ören bir efsanedir ve bir bilinç kusmasıdır geleceğe dair. Tek tanrılı dinlerin duyulur dünyanın nesnelerine yönelimi; devlet ve erk olma istenci, ortak bir ruhsallığın doğal bir sonucudur. Her grubun zamanla kendini var etme isteği bir iktidar sürecini de oluşturmaktadır. Öyleyse tepeden tırnağa metafizik bir söylevin vaazı içinde olan dinsel toplulukların mutlak amacı, egemenlik ve bunun devamındaki tanrının yeryüzündeki temsili devleti, kutsamak olduğunu söylemek yanıltmaz bizi. "İnsan yaradılışı inanç üzerine temellenir ve ya insan doğası inanç duyusuna uyarlıdır." Tüm dinlerin ortak fikri tam da bu cümlenin içinde gizliydi. İlkel dürtünün, aklın, anlağın birleştiği bir uzamda insan kaotik bir anlamın tezahürüydü ve bu denklemin sisteme kaygı uyandırması temel bir normdu. Ruh-

anafor

5


sallığı oluşturtan merdivenleri birbirine ulamak ve insanı toplumun sadık kölesi olarak ikame etmek, grup oluşturmanın adeta zorunlu yasasıydı. Başlangıçta bu, sığ bir özelliği, insan çıplaklığına giydirmek olarak anlaşılabilir ama ruhsallığa zerk edilen toplumsal bir mayalanma, onu ateşli bir söyleve de yöneltebilir. Büyük ve yıkıcı savaşlar, ölümün dirimin nefesine yeğ tutulduğu korkunun tapınakları tarafınca örgütlendirildi ve tarih marxist bir bakışla sınıfların örtük çelişkisi içinde kendini ördü.

artı değer ve sınıf gerçeğinin reddi üzerine kurulu bu ütopyanın kendi içinde bir 'cennet' olduğu ve eşitsizliğe dair bir tavır olarak kutsallık oluşturduğu belirtilebilir. Sınıfların varlık alanı olan üretim ilişkileri, üretim güçleri ve üretim aletleri eşitliğe dayalı bir değişime evrilebilir; sosyalizmin en büyük düşü bu. Sosyalizm ve ya anarşizm bir grup ruhsallığı oluşturabilmiş midir?

Anarşizmle başlayalım; hayır, ruhsallığa yönelişin reddi olarak kendini ikame etmiştir çoğunlukta. Bu, doğrudan anarşizmin kendi Metafiziğin ve onun tüm tezahürlerinin içindeki hem bir erdem ve kutsallığı olan bir tarihsel bulantı olduğunu açık seçik be- erke mesafeli oluşunu hem de bu oluşun lirtmek gerekir. İnsanlar arasındaki eşitsizli- monolitik bir ruhsallığa kendinde bir reddin ğin kökeni sonuç olarak ayrışan sınıfların yöneliminin bir sonucudur. İlkelliğe vurgu egemenlik paylaşımıyla sonuçlandı. Sınıfların yapmak ve onu kutsamak mutlak bir romantahakkümü denilen bir kavramın varlığı, belki tizm ve geçmişe yüzü çevrili bir söylevin yükde sınıfların direkt kendine özgü bir kültürel seltilmesi dışında bir anlam oluşturmamıştır. yapı içinde kimlik edinme üzerinden daha da Pozitivizm; gelecekçilik ve teknik ilerleme net kanıtlanabilir. Burjuvazinin kültürel ya- içinde nasıl bir tüketim ve hareket uzamı şamı, mutfak küliçinde kendini var etmek türü, hedonizmin istemişse, anarşizm de ilsınırlarında dolakelliğe duyulan bir övgü şan kadın erkek ile insanın varoluşsal kaoilişkileri, sanat ve sunun derinliklerine nüfuz elitizm üzerine etme çabasındadır. kurulu tavrı onu bambaşka bir psiAklın krallığına kapitakoza sürüklemelizm şapka çıkarmıştır ve nin sadece küçük insanı, aklın tekçiliğine inbir örneğidir. dirgeme hırsına kapılmıştır. İnsanı mekanik kılmak Sosyalizm ve ve tüm varoluşuna ket din arasındaki vurmak, onu renksiz, temek ayırıcı bir kendi iç görüsünden ve nokta vardır; o da, anlamın arayışından ko"cennetin kralparmak, sonuç olarak işlelığı"nı dünyanın yen sistemin geçerli üzerinde kurmak kâbusudur. istencidir. Dinlerin, hakikatin gölGrup psikozu ve ruhsallığı başlığını, bir de başka gesi olarak bir açıdan görülür kılalım: saydığı bu dünyatümel bir doğru etrafında nın sorunları da bir geçicilik olarak diğer dünyaya ertelen- bir ruhsallığı var etmek - dinlerde tanrıya yömiştir. Sosyalizm ise ortak bir ruhsallık için nelmek tam da bunun en uygun anlatım yobir ütopya oluşturmuştur. Emeğin sömürüsü, ludur- mümkün. Metafiziğin ve ya dinselliğin 6

anafor


bu tümel kutsayıcı durumunu, başka bir dille yüksek bir yaşamın ütopyasına dönüştürmek ve ruhsal-

sallığına bürünmenin kritiği; düşünürleri ve ekolleri okumamakla/görmezden gelmekle sonuçlanmaktadır. Marxizmi okumamak ve ya anarşizmi okumamak tam bu sığlığın bir getirisidir ki, bir taraf psikozu içine sürüklenmek dışında hiç bir yararı olmayan bir erimin yolcusu olmak, kabul edilebilir bir durum olmasa gerektir.

lığı bu ütopik amaca yöneltmek mümkündür. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik sloganları 19. yy siyaset biliminin temel vurgusuydu ve dindeki tümel kutsallık merkezi olan tanrı'nın yerini kaplayan bir teorik algıydı. Kaos ve toplumsal kargaşa, gerçeğin yarıldığı bir uzam içinde her insanın farklı bir ruhsallığa ayrıldığı bir denklem içinde, ideolojilerin kaygıya kapılması da gayet doğaldı. Tarihi ve toplumsal olguları yeni baştan ele almak, bildiğimizi sandığımız ve temel bir önyargının esiri olduğumuz klişe bilgilerin ötesinde, hiç bir ekolün savaşçı ve devamcısı olmadan yürümek de mümkün. Hiç birimiz ekollerin ve ayrışan fikir kulüplerinin, hiziplerin ve tarihsel hesaplaşmaların ne ortağı ne de onu yürüten belagat ustalarıyız. Grup psikozunun tam da olumlanamayacak diğer yüzünden bahsediyoruz şu an. Düşünürleri ve ekolleri, kendi bilgimizin sığlığı içinde kıyaslamak, derin bir görünün ve ruhsallığın önünde bir engeldir. Bir grubun ruh-

Tüm sanat ekolleri, geçmişi ret üzerine kurulmuş, kendi dışında tarzları yok sayma gereğini hissetmiştir. Kadın örgütleri, ekoloji savunucuları, hayvan hakkı savunucuları, sosyalizm ve anarşizm üzerine oluşan teorik ayrışmalar, tüm bunlar, kendi öznel zamanı içinde biyografik bir değer olarak dursa da genel zaman birimi içinde birbirinin devamı olan bir bütünlükle algılanır. 19. ve 20. yy. tüm teorik polemikleri bugün için bir belgesel tadı verebilir ancak bize gerçek anlamda bir perspektif sunacağını iddia etmek yanıltıcı bir sonuç olur. Güncel ödevimizi, geçmişin polemikleri örtmemeli. Bir çağın anatomisini, taraflara bölündüğümüz ve sübjektif bir yorumla gördüğümüz/ görmek istediğimiz bir yerden doğru okumak neredeyse imkânsız. Bu durumda 'tavırlı' olmak bir kamplaşma dahilinde politik kimlikler edinmek, tümel bir amaç için bir aradalığı yakalamada bir engel oluşturduğunu söylemek hakkımızdır.

anafor

Soro (Resimler: Miraç Yıldırım)

7


Yaşam Hakkı ve Ayrımcılık

İ

vanların yaşam hakkı söz konusu olduğunda nsanlar, mezarlıkları sevmez ama hayvan farklı bir ahlak anlayışına bürünür. Eşitlik ve cesetleri için kuyruğa girmeye gönüllüdür özgürlük anlayışından yoksun, çelişkili ve ya da canlı bir hayvana yaklaşmak iste- bencil bir ahlaktır bu. mezken, parçaları iştahını kabartır veya derisini, kürkünü giyebilir. Kendi çocuklarının İnsanın, etçil ya da omnivor (hepçil) besölmesi fikri ile dehşete kapılırken, başka tür- lenen bir tür olduğu söylemi oldukça muğlerin yavrularını tereddütsüz çocuklarına laktır. Türümüzün beslenmesi ile ilgili ve tüm yem edebilir. Bu çelişkili psikoloji, evlerimizi çevrelerce kabul görmüş bir tanımlama yokve diğer yaşam alanlarını bir mezarlıktan tur. Bilim insanlarınca, genel kabul gören farksız kılar. besleme biçimi, omnivor beslenme olsa da gözardı edilemeyecek şekilde biyolojik ve Hayvan üretim çiftlikleri, mezbahalar, fizyolojik yapımızın bitkisel beslenmeye soğuk hava depoları, marketler ve evlerin uygun olduğunu ve fiziksel yapımızın, besderin dondurucuları birer hayvan mezarlığı- lenme modeline göre evrimleştiğini görüyodır. Ancak insan, ceset yediği gerçeğinden ruz. Et yiyebiliyor olsak da, et yemeye kaçınmak ister. Hayvanları küçük parçalara uyumlu evrimsel özellikler taşımıyoruz. Daha bölmek, onların bedenlerini işlemek bu ger- da önemlisi, etçil tür beslenmenin kitlesel çeği değiştirmese de insan algısı bununla katliamlara dönüşmesi nedeniyle çoktan başa çıkmak için hayvanları nesneleştirir, meşruluğunu yitirdiğidir. Besin çeşitliliğinin ürünleştirir ve onları tüm duygularından, olduğu bir gezegende, hayvanları yemenin kendilerine ait olan yaşamlarından arındırır. ardındaki gerçek, damak tadının tatmini ve İnsanlar, hayvanları katlederken ve sömürür- sağlıklı beslenme yalanının ardına gizlenmiş, ken, onların büyük acılar çektiğini onayla- salt bir tüketme anlayışıdır. mak istemez. Aksi halde katliamının meşruluğuna Her an her yerde hayvangölge düşer. Hayvanları isları sömürüyoruz. Bunu olatismar etmek için söylenğanlaştırıyoruz. Günlük meyecek yalan, yaşamın sıradan kavramları kurulmayacak mantık yokhaline getiriyoruz. Bir canlıtur. nın yaşamından söz ettiğimizi unutuyor ya da Bugün dünyada et yeme unutmak istiyoruz. Onları nedenleri üzerine bir araşkorkunç işlemlere maruz bıtırma yapılsa, sonuçlar ararakıyoruz. Bize karşı koyasında ilk sıralarda, sağlıklı madıkları için hergün beslenme, geleneklere bağlı alışkanlıklar, dozunu arttırarak zulmü devam ettiriyoruz. inanç ve damak tadı gibi yanıtlar almak İnsan refahı için diğer canlıların üzerinde tamümkündür. Bu gerekçelerin, insan türünün; hakküm oluşturma pahasına onları katlediçıkarını, edimini ya da saltanatını tek taraflı yoruz. Tahakkümün kökleri türcü ve bir savunmayla, nasıl ileri sürülebildiğini an- insanmerkezci bir dünya algısı, türcülük ise lamak güç değildir elbette. Gelenekler, dinler gezegenin insan türü için yaratıldığı ya da ve bilim sömürüyü toplumsal kabule dönüş- oluştuğu inancı ile besleniyor. Hergün yaptürerek, nesilden nesile aktarır. Umursamaz tığımız seçimlerimizin bu tahakkümü sürdürbir tavırla, diğer canlıların acısını; beslenme, düğünü ve milyonlarca hayvanın katliamına sağlık ve inanç gibi nedenselliklere bağlaya- neden olduğunu bilerek buna devam etmek, rak, katliamcı bir etik anlayışı savunur. Oysa insanlığa katil kimliğini eklemektir. Bu yük insan, kendi türünün yaşamına, paha biçil- insanlığa, huzur vermeyecek kadar ağırdır. İda Anna mez bir kutsallık atfederken, insan dışı hay8

anafor


HOMOFOBİ ÜZERİNE 1970’li yıllara kadar eşcinselliğe yönelik korkular ‘akıldışı kaynağı olmayan korku’ olarak algılanmış ve bir çeşit fobi olarak görülmüştür. Örneğin, yılandan korkmak gibi evrensel insan özelliğinde var olan ‘normal’ olarak görülen korkular ya da uçakla seyahat etmek, deprem korkusu gibi kaygılarımız karşısında savunma mekanizmasının oluşturduğu korkular diyebiliriz. Bu denli içselleştirilmiş ve kişiselleştirilmiş tehdit unsuru olarak görülmeyen bir korku olarak yaklaşılması, eşcinselliğe yönelik ayrımcılığı görünülmez hale getirmiştir. Bu nedenle heteroseksüellik dışında kalan cinsel yönelimlerin ayrımcılığa uğraması, eşcinselliğin bir tehlike olarak görülüp heteroseksüelliğin zorunlu kılınması 70’li yıllara kadar hem akademisyenler tarafından hem de siyasi alanda göz ardı edilmiştir. Ancak 1970’li yıllarda ABD ve Avrupa ülkeleri yoğunluklu LGBTT politik hareketlerinin başlamasıyla eşcinsel bireylerin maruz kaldığı olumsuz yaklaşımlar dikkat çekmiş ve heteroseksüellerin eşcinsellere yönelik düşmanca yaklaşımları bilim alanlarında bilimsel çalışmaların konusu haline gelmiştir. Heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimlerin bir hastalık olarak nitlendirilmesinden ya da cinsel sapma olarak görülmesinden, eşcinselliğe karşı duyulan düşmanlığın bir toplumsal sorun ve ayrımcılık ideolojisi olarak düşünülmesine kadar geçen değişim süreci George

Weinberg tarafından ‘homofobi’ olarak tanımlanmıştır (Herek, 2000). Weinberg homofobiyi “heteroseksüeller açısından eşcinsellerle yakınlaşmaktan ya da yakın çevresinde bulunmaktan korkma ve eşcinseller açısından da kendilerinden nefret etme” şeklinde tanımlamıştır (Weinberg, 1972).

H

omofobinin nedenlerini tanımlarken kişiselleştirmek yanlıştır çünkü homofobi bilinmezliğe duyulan ya da kişisel duygularla oluşan bir korku ötesinde din, psikanaliz, kadın ve erkek rollerini çizen, erkekliği baskın gösteren, kadın cinselliğini ise ahlak normlarıyla ilişkilendiren ve heteroseksüelliği zorunlu kılan toplumsal cinsiyet söylemleriyle bağlantılıdır. Ayrıca bireylerdeki homofobik tutumlar ele alındığında da bir genelleme yapılmamalı, her bireyin homofobisinin kendine özgü olduğu yaklaşımıyla ‘dışsal’ etkenler de göz önünde bulundurulmalıdır. Bireyin yetişmiş olduğu aile yapısı, çevre, sosyal ve kültürel anlamda bireysel koşulları homofobisinin şekillenmesinde büyük rol taşır. Örneğin, muhafazakâr bir ailede yetişmiş bir kadının cinselliğinin ahlak kuralları içerisinde sınırlandırılması ve bastırılması, ataerkil sistem içerisinde kadın rolünün ona gönüllü olarak öğretilmesi ve cinsel arzuların sadece kadın ve erkek ilişkilerinde var olabileceğinin dayatılması, heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelime karşı bu bireyde bir ‘önyargı’ oluşturur. Bu önyargı

anafor

9


homofobisinin temel sebeplerinden biridir. Heteroseksüel erkek modeline bakıldığında ise homofobi çok daha keskin ve sert bir yapıdadır. Çünkü ataerkil sistemde yetişen erkek bireyler cinsel kimliklerini ‘kadınlaşma’dan uzaklaşarak ve heteroseksüel maskülenliklerini yoğunlaştırarak oluştururlar. Bu da eşcinseller özellikle geyler karşısında kimlik çatışmasına girmelerine sebep olur. Erkek cinsel kimliğini kaybetme korkusu, toplumda gey damgası yeme kaygısı ve en önemlisi ataerkil sisteminin tehlike altında olduğunu düşünmesi geylere karşı önyargı oluşturur ve bu güçlü duygularla nefrete dönüşür.

içselleşmiş homofobik tutumlar içerisinde olan heteroseksüel erkek bireylerin, geyleri ‘kadınlaşan erkek’ olarak nitelendirmesi ise tamamen toplumsal cinsiyetçi bir yaklaşımdır. Erkeğin sadece kadın ya da kadınlaşan bir erkek tarafından sevilebileceğini kadın-erkek rol dağılımı içerisinde düşünür. Oysaki erkek bedeninde mutlu olan geyler de vardır ve duyguların cinsiyeti yoktur.

Fakat geylere duyduğu bu güçlü nefret aynı ölçüde kadın eşcinsellere karşı oluşmamaktadır. Çünkü kimlik kaybetme korkusu yerini pornografik fantezilere bırakır ve kadını ikinci plana atan sistemin kadın eşcinseller tarafından yok edilemeyecek kadar güçlü olduğunu düşünür. Heteroseksüel erkek bireylerde görülen homofobi ayrıca sosyal statülerini koruma amaçlı ve çevre baskısı nedeniyle de oluşabilir. Sadece bulunduğu toplumda saygı kazanmak ve benliğini korumak amaçlı homofobik tutumlar da gösterebilir.

Ötekiye duyulan nefret, iktidarların ve medyanın seçmiş olduğu dil ve modern yaşam ideolojileri ile beslenir. Bu anlamda eşcinselliğe yönelik ayrımcılık da bundan nasibini alır. Sosyal gruplar arasındaki hiyerarşinin adil bir paylaşım olarak gösterilmesi, sadece cinsel yönelimlere karşı işlenen nefret suçlarını değil, tüm ayrımcılığa karşı işlenen suçları meşrulaştırmakta ve şiddet karşısında hissizleştirmektedir. Sosyal ve kültürel koşulların homofobik ve ayrımcı tutumlara olan etkisini ve iktidarın dilinin ne denli etkili olabileceğini ele aldığımızda, son aylarda Irak’ta gerYoung-Bruehl “Önyargının çekleşen nefret cinayetlerini Anatomisi” kitabında homofoörnek olarak gösterebiliriz. Eşbiyi 3 karakterde tanımlar: Bicinsellerin ve emoların, saç stilrincisi saplantılı tutumlardır. leri ve küpe takmaları neden Eşcinselliği kirlilik, iğrençlik ve gösterilerek öldürüldükleri bir kadınlaştırıcı bir şey olarak süreçte, Irak İçişleri Bakanlıgörür ve toplumu gey erkeklerğı’nın yapmış olduğu “emo külden arındırmak isterler. İkincisi türü satanizmdir” açıklamasıyla histerik duygularla oluşan hogruplar arası ayrımcılık körükmofobidir. Gey pornografisi izleyerek fante- lenmiş ve cinayetler artmıştı. zilerini süslerler ama aynı zamanda geylerin sistemleri içerisinde bir heteroseksüel gibi Homofobi ve heteroseksizm LGBTT bireydavranmalarını ister ve düzenlerinin bozul- lerin haklarını gasp etmekte ve nefret cinaması durumunda cezalandırırlar. Üçüncüsü yetleri gün geçtikçe artmaktadır. Bu duruma ise erkek egemen gruplarda örneğin askeri sessiz kalmamak ve birlikte mücadele etmek birliklerde eşcinsellik ile narsisistik arasında gerekir. ilişki kurmalarıdır (Young-Bruehl, 1996). BöyFulya Topay lece erkek modellerde daha içsel ve kişiselleşmiş bir ayrımcılık söz konusudur. Bu 10

anafor


H

Neyi Tüketiyoruz?

ayatın dinamikleri, sosyal ilişkiler rını gözetmek üzere yasa tarafından tasarüretmekten ziyade meta tüketimi lanmış, bedensiz olarak yaratılan bu kişilere üzerinden sosyalleşme üretiyor. Bu ölümsüzlerin hakları verilmiştir. sosyalleşme biçimi nasıl oluyor da günümüzün başat ilişki tarzı olmaya devam ediyor? Bu ölümsüz kişilerin tasviri olarak bizde beliren duygulanışlar da reklamlardaki kaEkonominin şekillenmesiyle ortak gelişen rakterlerin kişiliği üzerinden var olmaktadır. bir süreç olarak bu ilişkiyi üreten önemli bir Reklamlarda “eğlenceli, heyecanlı, güçlü, ergüç var o da şirketler. Günümüzün ideoloji- keksi, seksi,...” gibi özellikler verdiğimiz leri, hayat tarzı bu kurumun istedikleri ölçü- kurum, dışsallaştırma mekanizmaları olarak sünde şekilleniyor. Satabildikleri somut sınırsız sorumsuz bir psikopatın karakterine metaların dışında hayat tarzlarının metalaş- sahiptir. masıyla kurumların imajlarını insan bedende üretmeyi sağlıyorlar. Şirketlerin her biri belli bir işi yapmak üzere tasarlanmış dışsallaştırma makineleriNeleri tüketmemiz gerektiğini öğrendiği- dir. Sahiplerinin parasal çıkarını rakip çıkarmiz reklamlar, şirketlerin biçimlerini somut- lar üzerinde tutmaları yasa tarafından istenir. lamamız için de bir araçtır. Şirketin tasviri, Kamu yararını düşünmek gibi bir zorunlulukkendi logosunu kişileştirmeyle birlikte bir ları yoktur, tek düşünmeleri gereken hisseimaj yaratımı meydana getiriyor. Bu yüzden darlarının kısa dönem kârlarıdır. Yaptıkları de şirketlere gerçek kişiler olarak yaklaşma- doğaya zarar vermek, insanların sağlıklarını mız isteniyor. Yasal olarak da kendilerini bozmak gibi etkilere yol açıyorsa onları ilgitüzel kişi olarak tanımlanıyorlar. Hükümetle- lendiren bir durum değildir. Başkalarının işi rin verdikleri imtiyazla çalışan bu sahte kişi, olarak görülürler, yaratılan dışsallaştırma hukuksal açıdan gerçek kişiden farklı olarak makinesi bu iş için tasarlanmamıştır. Zararbir süper insan olarak davranabilir. İnsanlar larından ötürü verilen cezalar sadece bir magibi mal alabilir, satabilir dava açılabilir, ce- liyet unsuru olarak görülür. Eğer zarar zaya uğrayabilir, ... Ancak, ahlaki vicdanları vermenin maliyeti, elde ettikleri kârdan az olmayan, sadece hissedarlarının öz çıkarla- ise zarar vermeye devam edecektir. Ancak

anafor

11


gerçek insanlar ahlaki sorumluluk hissedebilir ve durabilirler. Ortaklıklarda yasa bireylere yönelir; şirketler de ise yasa yarattığı tüzel kişiyi görür, bireyleri tanımaz. Maksimum kâr için çalışan, sürekli büyümeyi düşünen, psikopat karakterli bu ‘kişi’lerin durmaları ise yasal ölümleri gerçekleşmediği sürece mümkün değildir. Dünyada şirketlere karşı büyüyen hareketlerle birlikte, şirketlerin sahte karakterlerine bir özellik daha eklendi, sosyal sorumluluk. Bir şirketin sosyal sorumluluğu düşünmesi daha tüketilebilir, pazarlama stratejisinden ibarettir. Ne hükümet tarafından verilen haklar, ne de şirketin doğası böyle bir özelliği kurumlar arası bir yarışla mümkün kılar. samimi kılmaktadır. Şirket yöneticileri de bir insan olduğuna göre kurumun başında bulunanlar ‘sosyal sorumluluk bilinci’yle hareket edebilir gibi düşünceye sahip olabiliriz. Kurumun sahip oldukları özellikler içinde bulunan kişilerin bireysel tercihlerinin çok ötesinde baskılayıcı sınırları vardır. Oyunun kurallarına göre oynamadığı sürece konumunu devam ettiremeyecek bir yerde dururlar. İnsan yaratımı olan kurum yaratıcısına yabancı, başka istekleri olan bir oluşun içerinde ancak var olabilir. Kurum içerisinde de kendi isteklerini, insanın arzulamasını sağlayan bir oyun yaratır. ”Hayat bilinci belirler.” Bütün dünyayı varlığını büyütebilecek şekilde dizayn etmeye kalkışır, bu dizaynı kendine benzeyen diğer

Devletten sağladığı imtiyazlarla varlığını ekonomik düzene dayatır. Yarattığı ekonominin krizlerini şirketlere en az zararı verecek şekilde insanlara yükler. Fordist aşırı üretim krizinden sonra yeni yarattığı düzen neoliberalizm düşen kârlarını korumak için devletin sosyal eline müdahale eder. Sanıldığının aksine devletin küçülmesi olarak görülen durum, devletin sağ elinin sol eline müdahalesidir. ABD’deki %1’lik mutlu azınlığın, toplam zenginliğin %35’ini elinde tutarken, bu oran 70’li yıllarda %20’lere düşmekte ve 80’lerde ise tekrar yükselmektedir. İktisadi liberalizm hiçbir şekilde devleti küçültmez. Onu kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışır. Sosyal düzenin sarsılmasında ortaya çıkacak ‘arıza’ları önlemek için de güvenlik sektörü icat ederek kendini korumaya çalışır. Ekonomik düzenin sonucu olarak ortaya çıkan eşitsizliklere çözüm yerine, adaletsizliğe karşı çıkışı engellemek için ayrı bir kâr aracı meydana getirir. Kapitalistlerin maksimum kâr arayışı çerçevesinde, eğer bir sektördeki kâr oranları diğerlerine kıyasla daha yüksekse, o sektöre mümkün olan en fazla yatırım yapılacak, kâr oranları düşükse de yatırımlar azalacaktır. Bu mekanizma farklı sektörlerdeki kâr oranlarını eşitleyen bir eğilimi temsil

12

anafor


eder. Böylelikle kapitalist rekabet kanunu herkese gücünü benimsetmektedir: her sermayedar maksimum kârı aramakta fakat sadece ortalama kâr oranını alabilmektedir.

şitliğine zarar verirken, daha çok kâr elde etmek için yerel gıdaların kısırlaşmasını sağlıyorlar. Açlık, kârlarını artırırsa istenen bir durumdur.

Nükleer santral, termik santral yapılması kâr getiriyorsa yapılacaktır. Sorumluluk hissedebildikleri tek koşul budur. Japonya’da geçen yıl meydana gelen Fukuşima Nükleer Santral kazasından sonra enerji politikası, kamuoyunun baskısı sonucunda büyük bir dönüşüm geçirdi. 54 nükleer reaktörün bulunduğu Japonya’da, kazadan bir yıl sonra sadece bir reaktör çalışır durumda. Kazadan önce ülkenin yüzde 30 enerjisi bu reaktörlerden üretildiği söylenmesine rağmen elektrik kesintisi Japonya’da olmamakta. Üretilen enerjinin tamamını yenilebilir enerjilerden elde etmeyi düşünüyorlar. Şirketlerin bu politikaya uyma sebebi, sosyal sorumluluk hissetmeleri değil başka türlü şirketlerinin var olamayacağını düşünmeleridir.

Zorunlu çalışma düzeni oluşturarak, üretilen “artı değeri” bizim yararımıza kullandıkları yalanıyla daha az ve istediğimiz alanlarda çalışmanın imkânlarını engelliyorlar. Halkla ilişkiler çağında insanların ve parçası olduğumuz doğanın katledilmesini, iş kazası istatistiği olarak gören bir dünyadır yarattığımız. Neyi tüketiyoruz sizce? Ahmet Abacı

Böyle bir dünyada ‘sosyal sorumluluk’ sahibi bu karakterler, 12 milyar insanı refah içerisinde yaşatabilecek gıda varken kaynakların kıt olduğu yalanını söylemeye devam etmek zorundadırlar. Şirket biliminin sonucu olan GDO’lu tarım ile dünyanın ekolojik çe-

anafor

13


İ

SİZ BU DÜNYANIN VİRÜSLERİSİNİZ!

nsanın doğayla etkileşimine dikkat ettiğimizde çok hazin bir tabloyla karşılaşıyoruz. Sanırım dünya 5 milyarlık yaşının ilk 4 milyar 800 yıllık dilimine nazaran şu son 200 yılda çok daha fazla yaşlanmış, kirletilmiş ve geri dönülmez biçimde yıpratılmıştır. Canlılar dünyasının bu en zeki olduğu iddia edilen türü, hem kendi türünü hem de tabiat ananın mezar kazıcılığını öyle bir üstlenmiş durumda ki kimi zaman doğaya uyum sağlama kimi zaman da doğayı kontrol altına alma kulplarıyla haklılığının ispatı peşinde. Görece dar bir deneme yazısı içinde çevre katliamlarını, bozulan doğa dengesini, nesli tükenen hayvanları, küresel ısınmayı, genetiği değiştirilmiş organizmaları, ozon tabakasının delinişini ve benzeri birçok insan kaynaklı sorunu nasıl dile getirmeli ki? Her biri ciltler dolusu kitaplara bedel bu felaketleri kalem ucuyla geçiştirmek, belki de bize en fazla bu sorunlarla ilgili tepkimizi dile getirerek insani görevimizi, sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz boşalım duygusundan başka ne sağlayabilir ki? Sonra da görevini yerini getirmiş bir insanın gururuyla ve İngiliz aristokratlarını aratmayacak cakalı bir yürüyüşle kalkarız yazının başından. Oysa kutupların bembeyaz buzunda başı çekiçle 14

parçalanan bir su samurunun, yine kar beyaz tüylerinden sızan kızıl kan, artık çoktan kurumuştur buzulun üstünde. Evet, insanız biz. Dişi için filleri derisi için ceylanları avlarken de insandık. Zevk için ava çıktığımız da olurdu. Keklik bulamayınca, atış yapamamanın siniriyle kaç leylek düşürdük kim bilir avdan dönüş yollarında?

Kalemime hâkim olmakta güçlük çekiyorum. Satırlarım yüzüme haykırıyor. Hadi boğaları da anlat diyor hem de öyle İspanya'lara gitmeden. Matadorun kırmızı pelerini ya da pikadorun keskin kılıcı altında

anafor


hiç olmazsa dövüşerek ölen arenazede boğalara kadar ulaşmadan, burada, gözümüzün önünde her yıl cereyan eden katliamı yaz diyor. Her kurban bayramında kalaslarla kovalanan, taş yağmurlarına tutulan, arabalarla sıkıştırılıp çarpılan, çivili sopalarla dövülen ve bize sebep kazandırıp cennetin kapısını aralayan bahtsız boğaları anlat. Çünkü onlar bizim insanlığımızın resmidir. Hayır diyorum satırlarıma, doğaya karşı suçluluğumuzu anlatırken din tacirlerine malzeme vermek istemiyorum. Çünkü daha Einstein’ın dediğini, zor olanı başaramadık. Atomu parçaladık ama insanlarımızın ön yargıları hala Çin Seddi gibi dimdik ayakta.

ten başka.) Ama biz biliyoruz; bir kurtarıcı gelmeyecek. Bu dünyayı ‘nasıl’ bu hale getirdiysek, yani ‘nasıl’ını çözümleyebilirsek, belki kurtuluşun da taktiğini de üretebiliriz.

Okyanusun derinliklerinden uzayın sonsuzluğuna kadar atıklarımızı yığdığımız bu bahtsız dünyada, körfez savaşındaki petrol deryası içinde yüzen, kanatlarını bir türlü açamayan, çırpındıkça batan, o deniz kuşlarından, karabataklardan, martılardan daha acınası bir haldeyiz. Asit yağmurları altında romantik öpüşlerin hazzını alamayız artık. Büyük şehirlerimizdeki ışık kirliliğinden dolayı Samanyolu’nu göremeyiz; yıldızları görBen derim ki; umut insanda. Hem de inmeden yaşamak metropollülerin kaderi sanlığın ta kendisinde. Eğer insanlarımız bu şimdi. doğanın kendisi için yaratıldığı saplantısından kurtulup kendisi doğanın bir parçası Sıktığımız her deodorant, arabamızın egolarak görürse, atom bombasının oluşturzozundan çıkan her duman bulutu, altın araduğu o mantarımsı bulutun dumanlarını yışı için kullandığımız her damla siyanür, gözlerinin önünden çekip pisliğinin üstünü yanan her orman, kirlenen her nehir, nükleer örten minik bir kedi yavrusu kadar bile soher atık yavaş yavaş silinişimizin, bu evrenrumluluğunu bilirse, doğacı ve toplumcu bir den sıyrılıp gidişimizin birer habercisi. bilinç geliştirirse, tüm sistemini bu bilinç üstüne kurursa, işte yine ormanlarımız zümrüt Hani bir film vardı sinemalarda, Matrix’di yeşili, yine göğümün mavi, hem de massanırım adı. Dünyayı ele geçiren yapay zekâlı mavi…. robotlardan biri, bir insanın gözlerinin içine baka baka, “Siz bu dünyanın virüslerisiniz. AYDIN YILDIRIM Tüm kaynakları tüketiyorsunuz. Gittiğiniz her yerde yaşam son buluyor. Dünyada yaşamın varlığı için siz insanlar yani virüsler kontrol altına alınmalısınız.” diyordu. Bir robot, koskoca insanlık âlemine bir kanser virüsü muamelesi yapıyordu ve maalesef insanlığın kurtuluşu ve ya savunusu adına filmde hiçbir jargon geliştirilemiyordu. (Noe gibi üstün yetenekli kurtarıcı kahramanları beklemek-

anafor

15


Resmiyetin Meşrulaştırdığı Ölüm ya da ‘Şehitlik’ Ölümün kutsandığı yerde insan hayatının Seküler devletin yeni aldığı kararla bu tür değeri yerin altında çürümeye mahkûmdur olaylarda hayatını kaybeden insanları da diyor bir eski çağ filozofu… şehit sayması ve maaş bağlaması bu kavramın dini değil ne kadar politik olduğunu kaDini arkasına alıp ölümü meşru kılan ve nıtlar niteliktedir. Yazının başında kitlelerin çaresizliğine ödül biçmeyle çözüm değindiğim ‘kutsal haçlı’ düşüncesine uygun üreteceğini sanan iktidarların sığındığı liman ilerleyen bu yol çıkmaz bir sokağın ve rutine olan şehitlik dokunulmaz bir tabu olarak me- bağlayan bir duyarsızlığın resmi dille egeselenin özüne kalkan olmaya devam ediyor. men hal aldığını gösteriyor. Devletin ideoloKatolik dünyasının yüzyıllar önce Haçlı ordu- jik aygıtı olan medya, ötekinin acısını ‘ölüm suyla hezeyana uğrayan bu tür kutsallara pornografisi’ şeklinde aşağılayan ve karalagünümüz iktidarlarının sığınması bazı şeyle- yan bir dil ile kamuoyuna çerçeveleyerek rin hala prim yaptığını gösteriyor. Kavramla- vermesi titrek zeminler üzerine kurulan terın tutsağı haline getirilen toplumlar olayın melleri sarsıp kanayan yaraya tuz basıyor. aslını sorgulamadan biçilen rollere bürünü- Gencecik yaşlarda çocukların ‘zorunlu’ olarak yor… bu yollarda heba edilmesi manevi duruşu değil siyası çıkarların kurbanı olduklarını Medyanın sık sık kullandığı ve duyguları kimse eleştiremiyor. Geçmişte Amerikalı anajite ettiği bu kavram bir ananın yüreğinin nelerin Vietnam savaşına karşı çıkması ve çoyangınını söndüremiyor daha da harlıyor. cuklarının neden öldüklerini ve bu kirli Kullanılan haber dili ötekileştirici ve ayrıştı- savaşa ana yüreklerini siper etmeleri bu ülrıcı bir retorik sergiliyor. Sermayenin acı bir kenin en çok ihtiyaç duyduğu vicdani ödülmüzik eşliğinde 3 dakikalığına dramatize et- dür. tiği gerçekler sorunu çözmekten öte çözülmeye itiyor. Kırmızı çizgiler belki yerinde Kanı ve ölümü yücelten dünyayı siyah ve duruyor ama insanların kafasında bölünme- beyaz olarak görmemize neden olan yanlış lerin gittikçe derinleştiğini görmek için go- din algısı olarak şehitliğin iktidarın oyuncağı ogle’dan herhangi bir çatışma haberlerinin haline gelmesi ve kendine dindar diyen kişialtındaki yorumlara lerin rızasıyla işlerlik kagöz atmak yetiyor. zanması acıyı bir kat daha katmerleştiriyor. Üzerinde yaşadığıİktidarın insana yapabimız Anadolu coğrafleceği en kutsal şey yası ağlayan insan onurundan elini annelerle doldu. Yüçekmesi olacaktır. reklerinde militarizmin açmış olduğu Tarafsızlığa yer olmaboşluk ‘vatan sağolyan bu savaşta hayatını sun’ naralarıyla dolkaybeden insanların duruluyor. Egemenin anılarına ve maneviyaiktidar hırsı ve çıkarıtına saygı duymakla benın her gün yeniden raber hiçbir resmi ve ürettiği ve uğruna meşru yakıştırma masubaşkalarının çocuklamiyetin ve samimiyetin rının toprağa düşyerini tutmadığını tüğü şey bedeli bunca yaşananlar önüaskerlik olarak zengin olana canının kurtulu- müze seriyor… şunu vaad ediyor paraya sıkıştığı zaman… Ramazan Başar 16

anafor


Küçük Adamdan Notlar Seri numaraları alınlarınının sol alt köşesinde yazılı, gözleri çeperlerinden fırlayacak, yaşarken çürümüş bedenleriyle, çantalarında onlarca imzalı kağıt taşıyan adamlar sessizce arkamdan yanaşıp bana büyük adamlığı anlatıyor,büyük adam olmayı başaramazsam başıma gelecekleri. iyiliğmi düşündüklerini söylüyor ve bana yapabileceğim en iyi şeyin ,kendime bir büyük adam bularak iki adım geriden büyük ayak izlerini takip ederek, çantasını taşımamı öneriyor. böyle böyle başlarmış bu işler ama yinede büyük onurmuş bu. günün birinde büyük puntolarla yazılmış barkodumu okuyan büyük adam, diğer küçük adamcıklar arasında beni beğenirse ''adalet ve özgürlük '' için onun yanında çalışabilirmişim. ve eğer ''işimi'' iyi yapar isem onun gibi büyük adam olabilir, şaşalı bir hayat sürdürebilirmişim.

ben bir küçük adamım.ve belki günün birinde diğer küçük adamlarla beraber büyük adama karşı ''adalet ve özgürlük'' için çalışabilirim ve eğer ''işimi'' iyi yaparsam ,küçük, küçücük adamlarla beraber büyük ,büsbüyük hayaller kurabilirim... G.Barlas

anafor

17


Gece gece karanlık... tünemiş baykuşlar var ağaçlara gözlerini kırpmadan bakıyorlar kaşları çatık.. büzülmüş oturmuşum yatağıma yorganı çekmişim boğazıma yüzümde ağlamaklı bir ifade yanaklarımda gözyaşları ağlamadım ama hayır hayır ağlamadım. gölge geldi yine kapının camında belirdi silueti her gece gelir kendisi dikilir karşıda korkulur kızgınlığından ama o gelir yine de dokunur canı isterse bazen yüzümü yastığa bastırıp yırtınırcasına ağlar ya beynim kollarım üzüntülüdür kıyamaz okşar başımı ayaklarım kızar tekmeler beni, acımasız parmaklarım gözlerimi oyar tırnaklarım etimi yarar can çekişirim bütün gece aklımı oynatırım konuşamam, bağıramam, anlatamam derdimi.. yıldızların altında her gece bir cinayet işlenir körpe bir beden çimenlerin arasında ölüp çöplerin arasında bulur kendini umutsuz, donmuş bakışları gökyüzüne çevrilmiştir bir parça saçı yüzünün yarısını örter ağzı şaşkın, açıktır gece karanlık... Arren Kelebek

18

anafor


Karşısında diz çökmüşler ve karşıdan bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona. Bakıyor: Başı traşlı kalın kaşlıesmi için. ince uzun boylu Börklüce Mustafa. Bakıyor: Kartal gagalı torlak Kemal.. Bakmaktan bıkıp usanmayıp bakmağa doymayarak İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar.

Resim: Abdullah Tok

anafor

19


Yeniden Üretim Kapitalizm, yalnızca iş yoluyla insanları sömüren bir sistem değildir, sömürüye son verip işi koruyalım. Kapitalizm, tüm yaşamı işe bağımlı kılan ve bunu yaparak çalışmaya zorladıklarını yabancılaştıran ve insanların kendilerini gerçekleştirme yolları geliştirmelerine engel olan bir toplumsal sistemdir. Yaşamın işe boyun eğmesi diğer yaşamsal etkinlikler için çok az enerjimiz kalacak şekilde uzun saatler çalışmak zorunda kalmamızın ötesinde, diğer etkinliklerin de yaşamın emek gücü olarak yeniden üretilmesine yönelik etkinliklerle sınırlı olması anlamına gelir.

erkekler) için, boş zaman çoğunlukla ev işine adanır. Bu iş, yalnızca ev yaşamının yeniden üretilmesiyle kalmaz; çocukları işçileştirmek ve işçilerin de işçi olarak yeniden üretilmesini sağlamayı gerektirir. Başka bir deyişle, kadınlar çocuk doğurur; ama (kimi zaman kocalarıyla beraber) çocukları emirlere uyma, arzularını ve doğallıklarını kontrol altında tutma ve söylenenleri yapma (tıpkı okulda öğretmenlerin yaptığı gibi) yönünde eğitmek durumundadırlar. Böylelikle, çocukların kendi kendilerine hayatı keşfetme özgürlükleri ellerinden alınmış ve işe konulmuşlardır, kendilerini işçiye çevirme ve anne babalarını da bu şekilde yeniden üretme işine. Benzer şekilde, ev kadını olarak kadınlar da, yalnızca kocaları için/kocalarıyla çalışmakla kalmazlar, aynı zamanda kocalarını doyurarak, elbiselerini temizleyerek, etrafı düzenleyerek, cinsel ve psikolojik hizmet sunarak, patronlarını ya da kendilerini vurmadan her gün yeniden işe gidebilmelerini mümkün kılar ve emek gücü olarak kocalarının yeniden üretimini sağlarlar. Benzer analizler, hafta sonları ya da tatillerde boş zaman için yapılabilir. Kısacası, ileri sürdüğüm şey (eleştirel kuramcıların uzun süredir iddia ettiği gibi) sermayenin tahakküm mekanizmalarını fabrikanın ötesine yaymakla kalmadığı, aynı zamanda bu mekanizmaların, yaşamın iş olarak yeniden üretilmesi de dahil olmak üzere, işin dayatılmasını içerdiğidir.

Örneğin, ücretliler, sıradan bir çalışma haftasının her bir gününde (genellikle Pazartesiden Cumaya kadar) uyanma saatlerine doğrudan işte sermaye için çalışmakla el konulduğu yetmezmiş gibi, sözde boş zamanlar da iş için hazırlanarak, evden işe ve işten eve yolda ya da işin yorgunluğunu atmaya çalışarak, yani kısacası ertesi gün yeniden işe gidebilmek için ne gerekiyorsa onu yaparak geçirirler. Ücretli olmayanlar içinse, örneğin evdeki ücretlendiril- memiş emekçiler (yani, genellikle ev kadınları, çocuklar ve bazen de 20

anafor

Harry Cleaver, Massimo de Angelis


Zaman ve Kadın Bir gölgeydi belki de bedenin, uzardı bir haç gibi Göğsüme bastırıp seni düşündüğümde Küçük naif ellerin gibi suskun tüm insanlar Kıyametin alameti belki de gökyüzünde kızılbulutlar Yüzüme vuran yağmur değil, kan pıhtısı Zaman suskun bir cellat yüzü Düşyerimde ağlatan bir kadın Soğumuş dünyanın kalbi Bir mezar sessizliğnde, içimde kayıp bir zaman Uçurumun kenarındayım kanatlanıyor ellerim Örselenmiş incinmiş yorgun ruhum Ah, ellerim avuçlarım kan çanağı Yüzümde karanlığın ürperten sessizliği Kayboldum düşler sarmalında, yazgının laneti Bıraksam zamana kendimi çürür toprağın göğsünde Saplansa kör bıçak dünyanın kalbine Ve yontulsa acının izleri bedenimden Kan fışkırıyor yeryüzünden, kesik başlar İnayeti sığ tanrıların Ah, çıplak yalnızlığı örtündüm, mahşeri zamanlar Dönüşü zor belki de artık, yitirdi büyüsünü tüm tılsımlar Yüzümün yarısı yok, düşleri giydirdim yaşlı bedenime Ve hüzünler, toprağa düşen kan kokusu Gitarımın perdesinden yükselen İştar'ın çığlığı... Bir sanrıymış meğer tüm hatıralar Doğrunun kumaşından örüldü, ruhumdaki günahları örten perdeler Çürüdü zaman, aklın sütunları yıkıldı Ve iyimserliğin gölgesi, Bir kaya gibi Kötürüm bedenlerden koptu Miladı yok aldatmaların ikiyüzlü gülmelerin Her yol ayrımında bir umut taciri, pusu kurmuş aşka ve zamana Oysa büyüklenir her insan kibrin karanlık sularında Gerçeğin adım adım intiharıdır kendini baştan çıkarmak Aşk bir yama gibi durur göğsün kafesinde Her yanı süklüm püklüm, dikiş tutmaz eti Ah, kadınlar bu dünyanın büyülü elleri Toprağın buğusuna sinmiş asırlık kederleri Sırtında beyaz pelerin uçuşan yaralı bir martı Koynunda düşleri tütsülenmiş bir ayaz gecesi Zehrini akıtıyor denizlere, yer gök yüreğinde kuytu bir karanlık Bir kendine yenik bir aşka... Bir gölgeydi belkide bedenin, uzardı bir haç gibi Göğsüme bastırıp seni düşündüğümde Küçük naif ellerin gibi suskun şimdi tüm insanlar Kıyametin alameti belki de gökyüzünde kızılbulutlar Yüzüme değen yağmur değil, kan pıhtısı Zaman suskun bir cellat yüzü Düşyerimde ağlatan bir kadın ikonu

anafor

Soro 21


Umut İklimi Üç yüzyıldır, endüstrileşmiş dünya fosil yakıtlar yakıyor. Kömür, petrol ve gaz milyonlarca yıl öncesinden yerde gömülü kalan ekosistemlerin kalıntılarıdır. Şimdi yer altından çıkartılıp buharlı makinalardan jet uçaklarına kadar çalışan her şeyde bunlar kullanılmakta. Pek çoğumuz vazgeçilmez yaşam tarzlarının yakıtı bunlar. Dünyanın ısısı atmosferlerde doğal olarak bulunan gazlar tarafından hassas şekilde dengelenir. Bu gazların varlığı gezegenin yüzeyinde yaşamı destekleyecek kadar sıcaklık yaratır. Fosil yakıtlar kullanmak karbondioksitin de aralarında bulunduğu bazı gazları açığa çıkartır ki bu durum bahsedilen doğal sera etkisini arttırır. Milattan sonra 1000 yılında atmosferdeki karbondioksit milyon birimde 270 birim kadardı. 1800 yılı civarında, insanların fosil yakıtlar yakması atmosferde izler bırakmaya başladı.

Onlarca yıl süren tartışmaların ve reddetmelerin ardından, şimdi artık tablo net. Biz endüstrileşmiş ulusların mensupları iklimi değiştiriyoruz. Her yıl havada biriken karbon gezegenin yüzeyinde gitgide daha fazla ısı tutulmasına neden oluyor. Daha geniş ölçekte, bu durum küresel meteorolojik kalıpları ve okyanus akıntılarını etkiliyor. Kimse daha sonra tam ne olacağını bilmiyor. Grönland ve Antartika buzul örtüleri erimeye başladı, kıyı yerleşimlerini felaket getiren su baskını tehdidi ile karşı karşıya. Hava şartları eskisi gibi tahmin edilebilir değil ve kasırga, siklon gibi uç hava olayları gitgide daha sık ve tahrip gücü artmış biçimde ortaya çıkıyor. Tüm ekosistemler hareket halinde. Değişen çevre şartlarına uyum sağlayamayan türlerin toplu yok oluşu tehdidi ile karşı karşıyayız. İnsan toplulukları ve tarım ağırlıklı olarak kıyı bölgelerinde yoğunlaşmışken, eğer deniz bu yoğun nüfuslu bölgeleri işgal ederse, yüz Hızlı bir biçimde endüstrileşen toplumlar milyonlarca insan iklim mültecisi haline gebirdenbire yerkürenin ekosistemlerinin so- lecek. Eğer bunun olmasına izin verirsek, asğurabileceğinden daha fazla karbondioksit lında gerçekten geri dönüşü olmayan bir salmaya başladılar. Bilim dünyasının bunun yola gireceğiz. İklim felaketini önlemek için sonuçlarını fark etmesi bir 150 yıl daha henüz zamanımız var. Ancak önce sera gazı etkisi yapan gaz salımlarını bugünün seviyesürdü.

22

anafor


lerinin %20'sine geri çekmeliyiz. Bu fosil üstü miktarda saf enerji içerdiğini fark etti. yakıt kullanımı safha safha bitirmek demek. 20. yüzyılın başında bu enerji çıkartmak için atomları parçalayacak makinalar mevcut deEn fazla kirleten ülkelerin, en büyük deği- ğildi, ancak teknolojinin Einstein'ın teorisine şiklikleri yapmalarına ve bunun da en kısa yetişmesi fazla uzun sürmedi. Anahtar elesürede gerçekleşmesine ihtiyaç var. Karbon ment, en uç halde saflaştırıldığında uranyum salımlarımız indirgerken, kirliliğin nereden olarak adlandırılan bir metal. Dünyada doğal geldiğini bilmeliyiz. Tek başına en büyük sera olarak bulunan az sayıda radyoaktif elegazı salımı elektrik üretimi için fosil yakıt ya- mentten bir tanesi. Bu demektir ki kararsız kılmasından kaynaklanıyor. ve sönmeye meyilli. Tarım, ulaşım ve atıklara da önemli katkıSönerken enerjisinin bir kısmını radyasyon larda bulunuyor. Yakmakta olduğumuz bazı ve atomik zerrecikler olarak bırakıyor. Bunu yakıtlar diğerlerine göre daha fazla sera gazı salıyor. Verimliliğindeki iyileştirmelere rağmen, kömür yakıtların tamamı içinde en yoğun sera etkisine sahip olanı. Doğalgaz kömüre göre sera gazları bakımından daha idareli fakat yine de yenilenebilir olmayan bir fosil yakıt. İdeal olanı, rüzgara ve güneş gibi sıfır karbon salımı olan yenilebilir enerji kaynaklarına geçmek. Fakat bu kaynakların güvenilir olmadığı ve devasa enerji talebimizle baş etmek için çok küçük çaplı kaldıkları iddia ediliyor. Durumu daha da zorlaştıran, dünyanı hızla petrol ve gaz çıkartılması faaliyetinin en tepe noktasına erişmekte olduğu, bu fiyatları yükseltirken alternatif kaynakların aranmasını daha da acil kılıyor. Eğer işlerin eskiden olduğu gibi yürümesini istiyorsak, sera gazı salımına yol açmayan, geniş çaplı, merkezileştirilmiş, tehlikesi ve güvenilir bir enerji kaynağına ihtiyacımız var.

yaparken, uranyum farklı bir radyoaktif elemente dönüşüyor ki bu elementin kendisi de pek çok değişim geçirdikten sonra zaman içinde atom bölünmesi neticesi en sonunda, kurşunun kararlı bir haline erişiyor. Eğer uranyum zenginleştirilme işlemine tabi tutulmuş, yeterince yüksek saflığa eriştirilmişse, her bir parçalanmanın daha fazla atomik çarpışmaya yol açtığı, kontrollü bir Bu Fransa'daki Cattenom nükleer enerji is- zincir tepkime başlatılabiliyor. tasyonu. 4 reaktörü birden çalıştığında Batı Avusturalya'nın güney batısının tamamının 2. Dünya Savaşının karanlık yıllarında, elektrik ihtiyacını karşılamaya yetecek güç güçlü devletler bu gözle görünmez atomik üretiyor. İşletim esnasında karbon salımı: tepkimeleri bir silaha dönüştürmek üzere sıfır. birbirleriyle yarışa girdi. 1945 Ağustos'unda, ABD Hiroşima ve Nagasaki'yi atom bombalarıyla yok etti. Savaş bitmiş ve nükleer çağ Bundan yüzyıl önce, İsviçre'de gösterişsiz başlamıştı. bir patent memuru, sıradan maddeleri meyAskeri nükleer reaktörle silahlar için maldana getiren atomların kendilerinin olağan-

anafor

23


zemeler üretirken aynı zamanda yan ürün olarak çok büyük miktarda ısı açığa çıkartıyordu. 1950'lere gelindiğinde bu savaş dönemi modelleri, buhar türbinlerini döndürerek elektrik üretmek üzere tadil edildiler. İlk yeniden tasarımın küçük ölçekte nükleer denizaltılarda denemesinin ardından, bu reaktörler ölçekleri büyütülüp dünyanın ilk ticari nükleer güç santralleri olarak nın hemen yanına devasa bendler halinde piyasaya sürüldüler. depolanır. Radyoaktif parçalanma ürünlerinden oluşan bir kokteyl içeren bu atık dağları Bir yandan farklı ülkedoğal çevreden onbinlerce Bir nükleer santralı 1 yıl çalıştıraler kendi nükleer siyıl boyunca yalıtılmalıdır. lahlarını geliştirme bilmek için 200 ton uranyum yakıtına ihçabasına girişirken, tiyaç vardır, bu yakıt çıkartılırken geride Uranyum madenciliği teknoloji tüm dünyaya 133 bin 200 ton atık kayaç bırakılır. yüksek seviyede su kulyayıldı. Barışçıl nükleer lanımı gerektirir. Ülkedeki enerji dönemi insanlığa müjdelendi. en büyük su tüketicisi olan Güney Avusturalya'daki Olympic Dam madeni bir günde 33 Ticari nükleer endüstri bir avuç ülkede bin ton su kullanır. Çıkartılan uranyum, zenbaşlayıp 1980’lere dek hızla büyüdü. 2005'e ginleştirme tesislerine gönderilir ve orada gelindiğinde, 441 adet nükleer santral dünya gaz haline dönüştürülüp daha ileri bir saflaşelektrik üretimin yüzde 16’sını, toplam enerji tırmaya tabi tutulur. arzının ise yüzde 6’sını sağlıyordu. Geri kalanın çoğunluğu, gezegenin ısısını arttıran 200 ton sarı pastadan 24 ton nükleer yakıt karbon yoğun fosil yakıtlar kullanılarak üre- elde edilir. Uranyumu daha ziyade zenginleştiliyor. Geleneksel olamayan bir yakıttan tirmek mümkündür, bu süreç sonunda nükböylesine devasa miktarda enerji elde edile- leer silah malzemesi elde edilir; bilmesi için, nükleer güç sahibi ülkeler yer- zenginleştirme tesisleri nükleer silahların yakürenin tümünü kapsayan bir endüstriyel yılmasında anahtar rolü oynarlar. Bu zenginkompleks kurdular. leştirme sürecinin atık ürünlerinden biri "Seyreltilmiş Uranyum"dur. Yüzlerce tok seyBu zinciri uranyum madenciliği ile başlı- reltilmiş uranyumdan yapılma bomba cepyor. Sıradan bir madende ya açık ocaklarda haneliklere doldurulmuş ve Kuveyt, Bosna, ya da yer altı tünellerinde uranyum ihtiva Irak ve Afganistan'a atılmıştır. Bu silahların eden kayaçlar kazılıp çıkartılır. Kayalar kam- saçtığı radyoaktif toz hem askeri güçler hem yonlarla uranyum öğütücülerine taşınır, kaya de siviller arasında hızla kanser ve başka ince bir toz haline gelene dek öğütülür sonra hastalıklarda belirgin artışlara sebep olmuşkimyasal işleme tabi tutulup uranyum zerre- tur. Zenginleştirilmiş uranyum yakıt imal tescikleri ayrıştırılır. islerine sevk edilip dikkatle nükleer yakıt çubukları imal edilir. Bu çubuklara reaktör1 ton sarı pasta, yani uranyum oksit elde lere yüklendiklerinde, nükleer tepkimenin etmek için yaklaşık 660 ton kaya öğütülür ve oluşturduğu yüksek ısıdan elde edilen buhar ıskartaya çıkar. Bir nükleer santralı 1 yıl ça- türbinleri döndürür ve elektrik üretilmiş olur. lıştırabilmek için 200 ton uranyum yakıtına Bir reaktördeki aşırı ısı, basınç ve radyasyon ihtiyaç vardır, bu yakıt çıkartılırken geride alanlarının mevcudiyeti işletmecilerden has133 bin 200 ton atık kayaç bırakılır. sas mühendislik tecrübesi ve daimi bir tetiklik gerektirir. Bu radyoaktif kirli kayalar, maden ocağı24

anafor


Bir yıl reaktör kalbinde kullanılan yakıt, artık bir zincirleme tepkimeyi besleyemeyecek hale gelir. Kullanılmış ve ışın saçan yakıt çubukları havuzlara alınır ve birkaç sene ısı kaybetmeleri beklenir, soğuduktan sonra reaktör yakınında yalıtılmış mekanlarda depolanırlar. Kullanılmış yakıt o denli yoğun bir radyoaktiviteye sahiptir ki tüm işlemler uzaktan kumanda ile yapılır. Bu malzemenin insanlar ve çevreden yüzbinlerce yıl izole edilmesi gerekir. Henüz bunu temin edecek bir yöntem bilinmemekte.

soğuk savaş atıklarını sökme kararı almadıkça, madenden çıkartılan her bir ton uranyum, günün birinde bu silahların kullanılma riskini arttıran bir etki yaratmaktadır. Nükleer santraller ve yeniden işleme tesislerin işletimi artık güvenli olmamaya başladığında, en sonunda bunların dikkatlice sökülüp gömülmesi gerekir. Sadece İngiltere'de birkaç sivil ve askeri nükleer tesisin söküm işlemleri için tahmini fatura 90 milyar İngiliz Sterlini'dir. Maden süprüntülerinden tutun, seyreltilmiş uranyum'a, oradan tükenmiş yakıt çubuklarına kadar nükleer yakıt Bir çözüm önerisi, yakıtı kararlı coğrafi zincirinin her aşamasında radyoaktif maloluşumlarda yerin derinliklerine inen tünel- zeme ürer. Radyasyonun türü ve alınan lerde gömmeden önce kurşun, çelik ve bakır dozun içerden ya da dışardan mı etki ettimetal varillerde muhafazaya almak ve kazı ğine bağlı olarak radyasyon bedenlerimi tünellerini de uzaktan kumandalı robotlarla farklı biçimde etkiler. doldurup çıkmak. Fakat zamanla, atıklar bu muhafazalardan da sızacaktır. 60 yıl sonunda Düşük enerjili alfa veya beta radyasyon hala nükleer atık sorununa öngörülebilir kaynaklarına karşı korunmak mümkündür. çözüm bulunamamıştır. Fakat tozla birlikte solunduğunda ya da gıdalarla yutulduğunda bu radyasyon saçan Az sayıda ülkede yeniden işleme tesisleri parçacıklar akciğerlerimizde veya başka orçalıştırılarak, tüketilmiş nükleer yakıttan plu- ganlarımızda yerleşebilirler. Organlarımızda tonyum ayrılıyor. Teorik olarak bu iş, yeni yerleşen radyoaktif kimyasallara, civardaki nesil plutonyum yakan reaktörler için yakıt hücreleri yakın menzilden bombardımana temin etmek amacıyla yapılır. Pratikte ise, çe- başlar, bunun hücre duvarını delecek ve şitli kazalar ve 100 milyar doları geçen yatı- DNA'yı tahrip edecek gücü vardır. İçsel etkili rımın ardından, ticari olarak başarılı bir radyasyona maruz kalmalar özellikle tehlikeplutonyum reaktörü kurulmasını henüz ba- lidir, zira bazı izotoplar bedenin belirli kısımşarana kimse çıkmadı. Bu sebepten haliha- larında birikir. (thyroid glan-iodine 131; zırda 270 ton'dan fazla ayrıştırılmış muscle, soft tissue- cesium 137; lungsplutonyum, sivil tesislerin stoklarında birik- radon decay products, plutonium; liver, mekte. Bu malzemenin sadece 4 kilogram'ını blood-plutonyum; bones- strontium 90, raele geçirmek bir kenti yok edecek bir bomba dium 226, plutonium; testicles- plutonium). yapmaya yeterli. Bu durum ise kanserlere, organ yetersizliklerine ve bir sürü iyi anlaşılamayan ve radyasNükleer enerji kullanımını genişletme yona maruz kalınmasından seneler sonra planları dolaşımdaki nükleer maddelerin ra- ortaya çıkabilen rahatsızlığa sebebiyet veredikal bir biçimde artışına sebep olacak. bilmektedir. Mart 1970'da Pennsylvania'daki Zaten, nükleer silahlara sınırlamalar getiren Three Mile Island reaktörünün 2. ünitesi kaza uluslararası güvenlik sistemleri de yavaş sonucu soğutucu zaafiyetine uğradı ve reakyavaş çözülüyor. Geçmiş on yılda, Uluslar- tör eridi. Günlerce, santral işleticileri reaktör arası Atom Enerjisi Ajansı nükleer ve radyo- çekirdeğinin patlamaması için savaş verdiler. aktif malzeme kaçakçılığını içeren 650'den Böylece bir patlamanın önünü alabilmek için işleticiler yüzlerce ton radyoaktif gazı atmosfazla vaka rapor etti. fere saldı ve neticede santralı felaketin eşiNihayetinde, nükleer silahı olan güçler, ğinden döndürdüler. o gün bugündür

anafor

25


ABD'de hiçbir yeni santral siparişi verilme- mak, Güney Avustralya’daki Honeymoon mesi ve yeni bir santral inşaa edilmemiştir. madeninden başlayarak ihracatı arttırmak konusunda politikacıları yüreklendiriliyor. Bir Nisan 1986'da, Ukrayna'daki Çernobil keşif patlaması bekleniyor, ümit vadeden nükleer santralı mühendislerin test yaptıkları uranyum madenleri ülke çapında belirleniesnada patladı. Bin- yor. lerce asker ve işçi erimiş yakıt çubuklarını Avustralya’da atılgan ve saldırgan bir söndürebilmek ve fe- kampanya ile zenginleştirme tesisleri ve salaketi dizginleyebil- yısı 25'i bulabilecek nükleer santral inşa işine mek için çabalarken başlandı. Ve ABD'nin "Küresel Nükleer Enerji olağanüstü radyas- Ortaklığı" projesi adı altında Avustralya tekyon dozlarına maruz rar dünyanın yüksek radyasyonlu nükleer kaldılar. Radyoaktif atıklarını göndermek için ideal yer olarak paduman tüm dünyaya yayıldı. zarlanıyor. İklim değişimi çağında, var olan enerji talebimizi olduğu seviyede tutabilmek Boşaltılan civar bölgelerde yaşayan 350 için ödememiz gereken bedelin bu olduğu bin insan bir daha asla geri dönemeyecekler. iddia ediliyor. Maalesef, nükleer endüstri ile Kansere yakalanma oranlarındaki ani yükse- ilgili bir bit yeniği daha var. lişler ve tüm bölgeyi kapsayan çocuk ölümleri en çarpıcı sonuçlardı. Radyasyon Nükleer yakıt zincirinin her safhası ucuz bulaşmış bölgelerde 5.5 milyondan fazla fosil yakıt bağımlısı. Fakat her geçen yıl, yükinsan hala yaşamlarını sürdürmekte. sek nitelikli uranyum tabakaları daha da tükeniyor. Gitgide daha fazla reaktör inşa Nükleer endüstri Çernobil kazasını yegane edilirken ve cevher kalitesi düşerken çıkartıbir durum olarak önemsizleştirmeye çalıştı. lan nükleer yakıttan aynı miktara enerji elde Ancak 2006 Ağustos'unda İsveç Forsmark edebilmek için üretim sürecine gitgide daha santralında işleticiler ir başka reaktör erime- fazla enerji harcanması gerekecek. sinin yarım saat kadar yakınına geldiler. Benzeri "az daha"lar Hindistan, Almanya ve Bir reaktörü 1 yıl işletecek uranyum çıkartABD'de de yaşandı (Narora,Hindistan 1993; mak için yaklaşık 2 milyon ton kaya toz haTHTR-300, Almanya 1986; Davis-Besse, ABD line getirilip, kimyasala işleme tabi tutulup 1985, 2002). devasa yığınlar halinde çöp olarak terk edilir. Buna ek olarak, zenginleştirme tesisleri ve Bunca olağanüstü tarihçesine rağmen, nükleer yakıt zincirinin çeşitli safhalarının yabazı kimseler nükleer enerjinin fosil yakıtlar- rattığı bu muazzam karbon salımlarına badan acilen vazgeçme yönünde oynayacağı karsak, zaman içinde nükleer santrallerin bir rol bulunduğunu ifade ediyor. Avustralya doğalgaz çevrim santralleri kadar çok sera dünya uranyum rezervlerinin %30'unu barın- gazı salımı yapacağını görürüz. Tüm bu sera dırıyor. Ülkede hiçbir nükleer santral bulun- gazı salımları hesaba katıldığında, nükleer madığı halde, dünyanın ikinci en büyük enerjinin iklim değişimine çare olacağı iddiauranyum ihracatçısı (Rusya-3431 ton, Kaza- sında bulunulması hiçbir biçimde mümkün kistan-4375 ton, Kanada-9519 ton, Avus- değildir. turya 9519 ton, Diğerleri 12660 ton). Pek çok insan iklim krizine çözüm aramak Spekülasyon ve arz darlığı sebebiyle, için başka tarafa bakıyor. Ne şans ki bu çödünya uranyum piyasalarında fiyatlar yük- zümler yanımızda yöremizde. Yenilenebilir selme eğilimine girmiş durumda. Madencilik enerji teknolojileri yelpazesi git gide genişendüstrisi, artan fiyatlardan kazanç sağla- liyor. Güneş, rüzgâr gibi aralıklı kaynaklar 26

anafor


jeotermal, biomas, mikro hidro gibi taban kaynaklarla birleştiriliyor, kombine ısı ve güç sistemleri elde ediliyor. Bu yeni teknolojilere karşı kurumsal ve piyasa engellerinin kırıldığı ülkelerde, yenilenebilir enerjiye olan intikal harikulade olmuştur. Pek çok ülke ve eyalet iddialı yenilenebilir enerji hedefleri benimsiyor. Çin 2020'de %15'lik bir hedef koydu, Kaliforniya eyaleti ise 2017'de %20, Danimarka % 29, Portekiz %45, İsveç %60, Avusturya %78'lik hedefleri var. Yeşil enerji kaynakları enerji hakkında yeni düşünce biçimleri ile birleştiriliyor. Enerjinin etkin kullanımı, enerji sarfiyatının düşürülmesi anlamına geliyor, malum elektrik üretimine göre elektrik tasarrufu çok daha ucuza mal olur. Bize iklim değişimi ile radyoaktif bir gelecek arasında seçim yapmak gibi abes bir öneride bulunuluyor. Fakat zaten temiz enerji ile çalışan bir dünyaya ulaşmada hiçbir teknolojik engel bulunmuyor. Var olan engeller tamamen politik. Climate of Hope (copyleft) Yazar: Scott Ludlam

anafor

27


K

edi, gücü, fareyi yakalamak, onu ele geçirmek, pençelerinin arasında tutmak ve nihai olarak da öldürmek için kullanır. Ama fareyle oynarken bir başka etken daha vardır. Kedi farenin gitmesine izin verir, biraz kaçmasına, hatta arkasını dönmesine fırsat tanır; bu süre boyunca fare art›k güce maruz değildir. Kedinin egemen olduğu uzam, fareye yaşattığı umut anları, bir yandan da bütün bu zaman zarfında onu yakından izlemeyi sürdürmesi ve onu yok etmeye gösterdiği ilgiyi ve yok etme niyetini asla elden bırakmaması; bunların hepsine, gerçek iktidar gövdesi ya da daha basit bir biçimde, iktidarın ta kendisi denebilir. Elias Canetti


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.