Mardin artuklu melikleri tarihi

Page 1

MARDİN ARTUKLU MELİKLERİ TARİHİ


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayın No: 2 Proje Koordinatörü: İbrahim ÖZCOŞAR Kapak Tasarım: Uğur Atan İç Tasarım: Serap Gökçeoğlu-Sultan Esin Basım Adedi:1000 Basım Yeri ve Tarihi: Prestij Reklam İstanbul Mayıs-2006 Kapak Resmi: Zinciriye Medresesi ISBN: 975-585-599-8 Bu kitabın telif hakları Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesine aittir.

Bu kitap Avrupa Birliği’nin mali desteğiyle basılmıştır. Bu belgenin içeriğinden “Mardin Valiliği İl Özel İdaresi” sorumlu olup, hiçbir durumda Avrupa Birliği’nin pozisyonunu yansıttığı şeklinde yorumlanamaz. This book has been published with the financial assistance of the European Union. The contents of this document are the sole responsibility of “Mardin Valiliği İl Özel İdaresi” and can under no circumstances be regarded as reflecting the position of the European Union


MARDİN ARTUKLU MELİKLERİ TARİHİ Kâtip Ferdî Naşir Ali Emirî Hazırlayan Y. Metin Yardımcı

Editör İbrahim Özcoşar-Hüseyin H. Güneş

İstanbul-2006



İÇİNDEKİLER TAKDİM ....................................................................................

III

SUNUŞ ........................................................................................

V

ÖNSÖZ .......................................................................................

VII

Naşirin Önsözü...........................................................................

1

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi .............................................

7

Mardin Mülûk-i Artukiyye Tarihi ve Kitâbeleri Vesâir Vesâiki Mühimme..........................................................

51

SÖZLÜK.....................................................................................

94

RESİMLER ................................................................................

105


II


III TAKDİM İnsanların yaşadıkları yerler, derin ve köklü tarihî izler taşıdıkça anlam kazanır. Bu anlam; sahip olduğumuz kültürün, ilmin, folklorun, etik değerlerin kısacası her türlü hasletimizin temeli olan bir olgudur. Mardin, sahip olduğu morfolojik yapı itibariyle, kadim uygarlıklara beşik olduğu hemen fark edilebilen bir ilimiz. Değişik uygarlıkların; yüzyıllar içerisinde meydana getirdiği engin tolerans, nezaket ve zarâfet insanımızın mayası olmuş durumda… Bu zengin tarihî mirası oluşturan medeniyetlerden biri de; Mardin’de devlet kuran Artuklu hanedanıdır. Mardin Artuklularının büyük bir zevk, şevk ve aşkla inşa ettikleri öğrenim yuvaları, hamamlar, konaklar az da olsa zamanımıza ulaşabilen bazı köprüler, hâlâ varlıklarını devam ettiriyorlar. Bir üslup ve mimarî değer harikası olan bu muhteşem miras, görenleri şimdi bile cezp edip, hayran bırakıyor. İşte elinizdeki bu eser “Mardin Artuklu Melikleri”nin tarih ve hayatlarına ilişkin bir özet içermektedir. 1537 senesinde yazılmış ve 1875 yıllarında merhum Ali EMİRİ tarafından keşfedilerek, kitabe ve açıklamalarla zenginleştirilmiş, bilahare Osmanlıca olarak yayınlanmıştır. “Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi” çalışmaları arasında, Yusuf Metin YARDIMCI tarafından istifademize sunulmuştur. Yer yer başka tespitlerin de, dipnotlarla döşendiği eser, iki kısımdan oluşmuştur: Sadeleştirilen birinci bölüm… Ardından bilim çevrelerinin, araştırmacıların orijinaline başvurma ihtiyacını karşılayabilecek biçimde günümüz alfabesine aktarılmış; Osmanlıca bölüm… Benzeri çalışmaların devam etmesi ümidini de taşıyarak, emeği geçenleri gönülden kutluyorum. Mehmet KILIÇLAR Mardin Valisi Mayıs-2006


IV


V SUNUŞ Bu çalışma; 2002 yılında teorik olarak ortaya atıp, üç yıllık bir hazırlık döneminden sonra 2005 yılında hayata geçirebildiğimiz “Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi” adlı Mardin tarihiyle ilgili çok yönlü projenin bir parçasıdır. Proje, Mardin’in çok konuşulan ancak çok az araştırılan tarihi bir şehir olması gerçeğinden yola çıkılarak hazırlandı. Her yönüyle tarihi özümsemiş Mardin, tarihi zenginlikleriyle uluslararası düzeyde ilgi çekmesine rağmen tarihine yönelik bilimsel araştırmaların az olduğu ender şehirlerden biridir. Mardin’in tarihi yönü denince akla gelen şehir dokusu, Mardin’in taş evleri ve tarihi kalıntılardır. Mardin’in bu yönü önemli olmakla birlikte, Mardin’in tarihi zenginliği sadece tarihi yapı ve kalıntılardan ibaret değildir. Mardin yüzyıllarca değişik inançtan insanların uyumlu yaşadığı bir coğrafyadır. Ancak Mardin’in bu yönü yani yaşanmış tarihi (hikayesi) ihmal edilmektedir. Bu ihmali ortadan kaldırmak için yerli ve yabancı araştırmacılar ile üniversitelerin Mardin tarihine ilgilerini çekmek gerekmekteydi. Bu ilgi Mardin’i uluslararası düzeyde tanıtacak bilimsel çalışmaları da beraberinde getirecekti. Ancak bu tür çalışmaların önünde iki önemli engel göze çarpmaktaydı. Bunlardan ilki; Mardin’in tarihi dokusunun çok konuşulmasına rağmen, araştırmacıların ve üniversitelerin çalışmalarına konu olmaması, ikincisi ise; tarihi zenginlikleriyle ilgi çeken tüm şehirlerin aksine, Mardin’de Mardin tarihiyle ilgili çalışma yapacak araştırmacılara kaynak bakımından gerekli imkânları sağlayacak bir alt yapının olmamasıydı. Bu sebeple hazırlanan Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi bir yandan Mardin tarihine ait temel kaynakları bir merkezde toplarken diğer yandan bu kaynakların en azından bir kısmını geniş kitleler için kullanılabilir hale getirmeyi amaçladı. Bu amaca yönelik olarak Mardin tarihine ait bazı temel kaynakların Türkçeye kazandırılması çalışmalarına başlandı. Bu çalışmalardan biri de “Mardin Artuklu Melikleri Tarihi” isimli çalışmadır. Mardin’in Mardin olmasında, Artuklu hâkimiyetinin etkisi inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak Mardin Artuklularıyla ilgili, en azından Mardin tarihinin aydınlatılması açısından, geniş araştırmaların olmadığı da başka bir gerçektir. Bu açıdan “Mardin Artuklu Melikleri Tarihi” adıyla günümüz Türkçesine çevirdiğimiz bu eserin, bu alanda çalışacaklar için önemli bir kaynak hüviyeti taşıyacağını düşünmekteyiz. Proje kapsamında yapılacak çalışmaların Mardin tarihine yönelik çalışmaları arttırması temennisiyle… İbrahim ÖZCOŞAR Proje Koordinatörü


VI


VII ÖNSÖZ Yeryüzü; binlerce yıllık zaman dilimlerinde birçok uygarlıklara tanık olmuştur. Bunlardan çoğu, belki hiç eser bırakmadan gitmiş, bazısı da izdüşümlerini asırlar sonrasına, günümüze kadar ulaştırmışlardır. Mardin de, tarihi yönüyle dünyada ender görülebilecek yerlerden biridir. Farklı medeniyetlere beşik olan bu görkemli kent, hiç kuşku yok ki varlık ve şöhretini, İslâm kültür ve anlayışıyla kökleştirmiş, sürekli kılmıştır. Bu muhteşem ve harikulade kentimizi, ülke ve dünya gündeminde canlı ve aktüel kılan, şüphesiz vaktiyle bu topraklar üzerinde hâkimiyet kuran; Artukoğullarıdır. Hangi köşeye, hangi mıntıkaya giderseniz gidin, onlardan birçok iz bulursunuz. Üç yüz yıldan fazla Mardin’de hüküm süren Artukî hanedanı; çoğunlukla düzenleyici, toparlayıcı, geliştirici ümran faaliyetleriyle göze çarpar. Onlar sahip oldukları bu toprakları, yiyip-içip sömürmediler. Bilimsel, tarımsal, endüstriyel birçok sahada atılımlar gösterdiler. İslâm âlemine karşı girişilen Haçlı seferlerine göğüslerini siper ederek, diğer Müslüman ülke bey ve hükümdarlarıyla bir araya gelip, Müslüman yurdunu korumada kanlarını döktüler. Böylelikle cihan çapında başarılara imzalarını atarak, tarihe yön verdiler. Onlar öğrenime çok önem veriyorlardı. Muzafferiye, Hatuniyye, Hüsamiyye gibi inşa ettirdikleri; Doğunun en büyük ve en ihtişamlı medreselerinde, zamanın en iyi öğretici ve eğiticilerini görevlendirdiler. Konu ilim olunca; hiç bir masraftan kaçınmıyorlardı. Öğrenci ve öğretmenlerinin maddi ihtiyaçlarını kurdukları vakfiyelerle karşılıyorlar, bilim dışında başka işlerle zaman yitirmesinler diye, her türlü imkânı sağlıyorlardı. Bu medreselerde sanılmasın ki, sadece dini bilgiler veriliyordu. En seçkin müderrislerin gözetiminde; felsefe ve özellikle mantık, matematik, astronomi, o güne göre yabancı dil, mimarlık, hendese gibi köklü dersler okutuluyordu. Müfredat programları; gerçekçi ve çağının ihtiyaçlarına göreydi. Elbette ki; her şey teorik düzeyde değildi. Öğrenilen her şey, kazanılan her bilgi pratiğe dökülüyordu. Akarsuyu olmayan Mardin Kalesi ve civarında, farklı tekniklerle su buluyorlar, bunların yollarını inşa ediyorlar; örtmeler, eyvanlar ve benzerleriyle koruma altına alıp, insanların yararına sunuyorlardı. Su yollarına metrelerce mesafede, kayaları bile delerek kuyular açıyorlar, çöken ve su akışına engel teşkil eden mâniaları temizlettiriyorlardı. Manevi eğitime eğilimli olanlar için ise, zaviyeler yaptırmışlardı. Mistik (sufiyâne) anlamda bunlara ahlaki değerler öğretiliyor, nefsi arındırma yolları reel ve İslâmi yöntemlerle kazandırılıyordu. Buralar yalanın- dolanın, şirretliğin ve ukalâlığın uğramadığı mümtaz yuvalardı.


VIII Gerek medrese, gerek zaviye ve camiler mutlaka bol suya kavuşturulup, yeşillendirilirdi. Sıralı ve sade olarak oluşturulmuş öğrenci odalarında; zeki, çalışkan, yetenekli kişiler barındırılırdı. Zoraki icazet verilmezdi. Meydana getirilmiş bağlar, bahçeler, kasırların benzeri yoktu. Bunlardan zamanımıza kalanları, hâlâ hayranlıkla seyrederiz. İşte bize o günlerden söz eden, Mardin Artuklu Hükümdarlarını konu edinen bir eser, 1537 senesinde Kâtip Ferdî tarafından özlü ve kısa olarak, edebi tarzda yazılmıştır. Merhum Diyarbakırlı Ali Emirî 1875 senesinde Mardin’e genç bir delikanlı iken geldiğinde, bu eseri bulup kopyasını çıkarıyor. Daha on yedi yaşlarında iken başardığı bu iş, yaklaşık kırk yıl sonra tamamlanıyor. Eser birçok düzeltme ve ilâvelerle; M:1913 yılında, Dersaadet (İstanbul) “Kader” Matbaasında baskıya veriliyor. Osmanlıca olarak yazılmış ve tabedilmiş bu eser; “Mardin Mülûki Artukiyye Tarihi ve Kitâbeleri vesâir Vesâiki Mühimme” adıyla okuyucuya sunulmuştur. Biz bunu “Mardin Artuklu Melikleri Tarihi” olarak çevirdik. Eser; edebi bir dil içerdiğinden, elden geldiğince sadeleştirmede o yapıyı ve espriyi bozmamaya özen gösterdik. Manzumelerin okuyucu tarafından daha rahat anlaşılabilmesi için ise, kitabın sonuna bir sözlük hazırlayıp, ekledik. Müellifin yer yer mübalağalı ve esprili bir dil kullanmış olması, olaylardan ibretler çıkarıp öğütler vermesi, yapıtın bir çırpıda okunmasını sağlayacak tatlılıktadır. Ayrıca kitabın sonunu tarihi mekân fotoğraflarıyla donatmamız, okuyucuyu farklı bir atmosfere götürecektir. Bu kitap aynı zamanda Mardin’i tanıtacak; “Kılavuz Kitap” hüviyeti de göstermektedir. Bu kadim ve mümtaz şehrimize karşı vefa borcumuzu, inşallah ileride az bilinen, hatta hiç bilinmeyenleri de ortaya çıkarmakla, ödemeye devam edeceğiz. Yusuf Metin YARDIMCI 1 Nisan 2006- Mardin


NÂŞİR’İN ÖNSÖZÜ H.1292 (M.1875) senesinde hava değişimi için memleketim olan Diyarbekirden, Mardin’e gitmiştim. Gerçekten Mardin’in tertemiz su ve havası, insana can veren manzaraları, az bir süre içinde sağlık kazanmama sebep oldu. H.1295 (M.1878) senesine kadar, tam olarak üç sene müddetle, Mardin’de ikâmet ettim. Zirâ o esnada, vatanımın kendisiyle övünülen kişisi olan, fazîletli insanların baş tâcı Said Paşa hazretleri, Mardin Mutasarrıfıydı. Büyük dayımız Abdülfettah Fethi Efendi, Mardin Tahrîrât Müdürü ve küçük dayımız Abdülkerim Abdi Efendi, Mardin Rüsûmat Müdürüydü. Memleketin erdemli ve yararlı kimselerinden olan Ahmed Hilmi Efendi ise Kasım Padişah Medresesi Müderrisi bulunuyordu1. Gece gündüz sohbetimiz şiir ve nesir yazılar hakkında konuşma, görüşmemiz ise manevî konularla nükteli-sanatlı ince sözlerin müzâkeresiydi. Ben ise onyedi yaşlarında işe yeni ve büyük bir hevesle başlayan bir genç olduğumdan, bir taraftan üstâdım olan Ahmet Hilmi Efendi hazretlerinden ilim öğrenmeye çalışırdım. Diğer taraftan da, Said Paşa gibi bir erdemli-üstün kişi ile dayılarım gibi iki edipten, bilgi-kültür kazanmaya ve bu kıymetleri çevirmeye, hayatımda kullanmaya gayret ederdim. Hattâ seçkin ediplerimizden meşhur Şâir Veysi’nin anlatışı herkese benzemeyen, cümlesi muğlak, buna rağmen yazdıkları benzerlerine oranla ustaca ve edibâne “Dürretü’t-Tâc Fî Sîreti Sâhibu’l-Mi’râc” isimli düzgün olarak yazılmış eserini, onların önerisi ve teşvikiyle baştan sona kadar, orada ezberledim. Üstâd ve akrabam olan bu dört saygın edebiyatçıdan başka, Mardin’in ne kadar erdemli edipleri var ise, çoğu geceler ve tatil günleri bir araya gelinir, zarif dostluklar ve büyük sohbetler olunurdu. Kış mevsimi, şehrin evlerinde, yaz zamanı köşklerde ziyâfetlerin haddi hesabı yoktu. Mardin görülmedikçe, dillerle tarif olunamayacak, her yanı gören 1

Bunların dördünün de şiirleri ve biyografileri “Tezkire-i Şuâra Amid” de yazılmıştır .


2

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

yüksekçe bir yer, görkemli bir yüce şehir ve gönlü dinlendiren bir mekândır. O derecede ki, her evinin pencerelerine; cihânı izlettirecek dürbün denilse yeridir. Vapur ile deniz arasında bulunan bir kimse, denizin sonu semâ ve semânın başlangıcının deniz olduğunu hayâl edebilir. İşte bunun gibi, Mardin’de oturan bir insan, önünde bulunan sonsuz sahraya baktıkça, o yüksek mevkiin, bir tarafa dönen sevinçli bakışları karşısında dağlar, tepeler küçülür küçülür. Âdeta zemine serilmiş engelsi bir nokta şeklini alır da, aydınlık bakış onların üzerinden geçip giderek, gökyüzü ve zeminin birbiriyle birleşmiş sanılan en uzak noktalarına kadar dolaşıp süsleyerek ulaşır2. Mardin, Diyarbekir’e onsekiz saat kadar yakın olmakla beraber, Diyarbekir ile maddî ve manevî pek çok bağlantıları vardır. Diyarbekir’in daire şeklinde olan, o azâmetli sağlam sur’u ile Mardin’in hilâl şeklinde olan o kıymetli, sağlam kalesi, sanki cihân tarihinin bir güneş ve hilâlidir. Diyarbekir’in sur ile eski mevkilerinin hangisine bakılsa, geçmiş zamanlardan yadigâr kalmış güzel bir binaya ve üzerinde değer ifâde eden kitâbelere rastlanıldığı gibi, Mardin’de dahi hangi yöne göz atılsa, eski insanlardan geriye kalan eserler kendisini gösterir3.

2

Said Paşa hazretleri “Mir’etü’l-İber (İbretler Aynası)” adlı ünlü tarihinde, Mardin hakkında şu açıklamayı veriyorlar: “Mardin şehri “Bilâd-ı Cezire (o şehirlerdir ki Fırat ve Dicle arasındaki yerlerdir.) Ve Diyâr-ı Rabia’dan (uzunluğu Siirt Rakka arası, eni Mardin’den Habur’a kadardır ki Abdüsselâmoğullarının atası olan, Medar İbn-i Nezar’ın kardeşi Rabia’dan esinlenip, bu ismi almıştır.) sayılmış olup, Diyarbekir’e 72 km. mesâfededir. Çöl çevresinin doğu yönünün sonunda bulunan bir şehirdir”. Sözü edilen şehir, yüksek bir dağ üzerindedir. Bu dağa “Cebel-i Ğurâb (Karga Kalesi)” denilir. Şehrin üstten görünen kısmı, denizden üçbinikiyüz (RakıM.1094) ve Diyarbekir şehrinin mevkiinden ikiyüz kadem (ayak anlamıyla birlikte, yarım arşın uzunluğunda bir ölçüdür ki, yaklaşık olarak 34 cm. Kadardır.) yüksektir. Med Basra çöl yöresinin güneyinden yüz, ve batısından da yüz kilometre mesâfeye kadar uzayarak, havası gayet hoş bir yerdir. İlkbahar mevsimindeki manzarasında, geniş olan ovanın yeşil otlarla örtülmesi, yeşil bir denizi andırır. Mardin şehrinin bitişiğindeki kocaman kale, doğal kalelerdendir. Kalenin içinde burc ve kale eserleri, yüz kadar ev yıkıntısı, Hızır aleyhisselâmın yüce isimlerine nisbet edilen bir ziyâretgâh ve pek geniş su sarnıçları mevcuttur. 3 Amid (Diyarbekir) şehrinin; Sur, Kale ve Ulu Camiindeki değerli kitâbeler hakkında İsviçreli müsteşrik (oryantalist) Mösyö Van Berkem tarafından ilmî ve tarihî büyük bir kitap yazılmıştır. 350’yi aşkın resim ve harita, kitâbe ve levhâyı içeren önemli bir yapıttır. Bu eser; benzersiz, gerçekten büyük ölçüde takdir edilmeye değer ise de, şu kadar ki; “Amid” kitâbeleri bundan daha fazladır. Bu


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

3

Şu iki eşi ve benzeri olmayan güzellikteki şehir, biri diğerine bu kadar yakın iken; Diyarbekir’de Türkçe, Mardin’de ise Arapça konuşulur. İşte bu iki şehir ahâlisinin zekâsının artmasına yardım eden bir şey varsa o da budur. Çünkü Diyarbekir’de oturanlar Mardin’e giderek, kısa sürede Arapça konuşmayı öğrenir. Mardin halkı da Diyarbekir’e gelerek, kısa bir zamanda Türkçe’ye vâkıf olur. Geçmiş İslâm Devletleri hükümdârlarından Mardin’de en çok yönetimde bulunan, Türk boylarından, Artuklu Melikleridir. Yönetimleri Hicrî 6. asrın ilk zamanlarında başlamıştır. Cengiz, Hülâgu, Timur gibi her biri birer kan dökücü savaşçı olan ve bunu yapmada kendilerinde hak gören bu musibetler, Mardin Artuklu Melikleri zamanında ortaya çıkmıştır. Öyle olduğu halde onlar, kimisine sertlik ve şiddetle mukabele, kimisine de tatlılık ve yumuşaklıkla muamele etmişler, böylelikle bir hayli büyük belâları atlatmışlardır. Yönetimde bulundukları süre Hicrî 9. asırdan sonralara kadar ulaştığından, memleketi idare etme müddetleri, üçyüz seneyi geçmiştir. Böyle, pek çok zaman hükûmet eden bir devlet hakkında vaktiyle Müslüman olan milletlerin hiç birinin dillerinde, özel ve bağımsız bir tarih yazılmamıştır. Artukî devletinin aşağıda sikkelerinde görülecek olan özel işaretlerden anlaşılacağı üzere, Kayıhan soyuna bağlı olup, Osmanlı Devletinden ikiyüz sene önce kurulduğu görülecektir. Eğer Artukîler zamanında Türkçe bir eser yazılacak olsaydı veya yazılmış ise ortaya çıksaydı, millî hazinelerimizi süsleyecek nice nice vezinli ve kâfiyeli sözlere ve eserlere rastlanılacağına kuşku yoktu4. Çünkü “Kudâtgûbîlîg”5 ve “Divân-ı Ahmed Yesevî”6 gibi eski ve kitabın bir nüshası, kütüphânemizde mevcuttur. Fakat Mardin’in gönül kapan yazıtlarına ilişkin henüz bir kitap yazıldığı, tarafımızdan işitilmemiştir. 4 O cümleden olarak, büyük Türk fazıllarından olan; Mahmud Kâşgarî hazretlerinin H.464 (M.1072) senesinde yazmaya muvaffak oldukları; “Dîvân-ı Lüğâtü’t-Türk” bu türlü ender bulunan eserlerdendir. Temiz Türk kavminin bu kitapta olan şiirleri, atasözlerini, lügâtı ve benzeri eskilere ait yüce eserleri, dünyada hiç bir kitâbede henüz görülmemiştir. Bu kitap Dâhiliye Nâzır’ı Müzâhirî Tal’at Beyefendi hazretleri, lâyık olduğu büyük önem oranında, millî onur ve haysiyet göz önüne alınarak gayet nefis bir tarzda; “Matbaa-i Âmirede baskısı yapılıp yayınlanmasına çaba harcamış, bir çok cildinin baskısı bitmiştir. İkinci ve üçüncü ciltlerin baskısı ise bitmek üzeredir. 5 Bu kitap yani Kûdâtgûbîlîg, Avrupa’da basılmıştır. “Dîvan” İstanbul’da mevcut, “Bâbürnâme” si, Avrupa’da matbu’ olan, Kânunî Sultan Süleyman çağının meliklerinden olan Bâbür Şâh’ın noksan bazı şiirleri toplanıp bir araya getiriliyor da, ondan beş yüz sene evvel yazılan ve bizde nüshası bulunmayan bu kitap ile, Hüdavendigâr zamanı tanınmış erdemli şahsiyetlerden; “Kadı Burhânüddin Divanı”


4

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

kıymetli kitaplar varsa da, Osmanlı lehçesine pek uygun değildirler. Bununla beraber Türklüğün irfân hazinelerine ait pek değerli vesikalardır. Sanıyorum; Osmanlı’nın karakter özelliğine ait eski pek çok eserlerimiz vardır. Mesela H.618 (M.1221) senesinde otağda bulunup da, padişahlık eden Hârizm’in ulularından olan Şeyh Necmüddin Kübra’nın Ertuğrul Gazi ile Rum tarafına gelen halifelerinin, kezâ “Hârizmî” ve “Hacnedî” mahlaslı eski Türk şâirlerinin eserleri, dikkate değer. Hatta Hârizmî’nin “Mehabbetnâme” ve Hacnedî’nin “Letâfetnâme” leri gibi manzum ve kıymetli kitaplar, Osmanlı dili şivesinin asıl ve aynı kökten gelen sözcüklerin birbirleriyle olan ilgilerine aittir. Meselâ; Hârizmî’nin H.704 (M.1305) senesinde tamamladığı “Mehabbetnâme”nin başlangıcında olan ve yine o zamanlarda yazılan nüshasında bulunan ve kendi imlâsiyle dikte edilen şu üç beyte olsun göz atılırsa, Osmanlı edebiyatının nerelerden kopup geldiği ortaya çıkar: Ûlûğ Tanrinun adın yâd kıldım, Mehabbetnâmeî bünyâd kıldım. Dokuz kat zer nigâr eyvân bâlâ Yaratti alti günde, Hak Teâlâ. Yer ûzere kudreti deryâ yaratti, Sadefdi lü’lüyi lâlâ yaratti. Bizden öncekilerin eski ve yüce eserlerini bulmak ve millî hazinelerimizi hakkıyla zenginleştirmek için, hakiki bir istek ve meslek ciddiyeti ile çalışmak gerekir. Meşhur Ebu’l-Fidâ; Eyyûbi Tarihi’nde, Mardin Artukîlerine dâir; “Hall-i Takvim-i Mardin” isminde birşeyden bahsediyor ise de, bazı Mardin Meliklerinin ondan nakledilen ölüm tarihlerine bile ‘zan’ işâretini ardı sıra söylemesine nazaran, bunun bir tarih olmaktan çok, isminden de anlaşılacağı gibi “Takvim”e benzer bir şey olması daha fazla yakışık alır. Bir de Ebu’lFidâ H.693 (M.1294) tarihine kadar bundan söz etmiştir. Halbuki Mardin Artukîleri, ondan daha yüzyirmi sene sonraya kadar yönetimde bulunmalarına nazaran, “Hall-i Takvim-i Mardin” elde edilse bile, fazla bir şeye kuvvet ve zenginlik katamayacağı belli oluyor. Mardin’de bulunduğum esnâda, gerek Artuklu Meliklerinin, gerek başka meliklerin, câmi ve yapılar üzerindeki kitâbelerine merak salarak, epeyce şeyleri, kaydedip, yazmıştım. bile bizde olmuyor. Mademki Avrupa’da basılan eserleri mecmualarımıza topluyoruz, seçilmiş yazıları bir araya getirip kitaplaştırıyoruz, onlardan daha önemli ve daha eski böyle eserlerimiz de acaba yazılsa, ne olur? 6 Ahmed Yesevî’nin ölümü; H. 562 (M. 1166)’dir.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

5

Bir gün Mardin’in eski müftüsü, Hacı Kemâleddin Efendi’de7, Mardin’e dâir bir tarih olduğunu haber aldım. Zaten kendileri “Kur’a Muayene Meclisi” üyesiydiler*. Bendeniz de o meclisin fahri şekilde yazı yazma memurluğunda bulunuyordu. Müsâadelerini alarak, bir Cuma günü giderek, sözü edilen tarih kitabını gördüm. Gerçekten, Kâtip Ferdî imzalı bir zât tarafından “Artuklu Meliklerine” dâir, H.944 (M.1537) senesinde Türkçe olarak yazılmış mûciz ve muhtasar bir tarih idi. Kitâbın aslı tomar şeklinde ve uzunluğuna yazılmıştır. Bilindiği gibi Artuklu Melikleri’nin bölgelere göre hükümranlıkları üç kısım olup; birincisi “Hasan Keyf ile Diyarbekir”, ikincisi “Mardin”, üçüncüsü “Harput” şehirlerini hükûmet merkezi edinerek, her bir şube ayrı ayrı yönetimde bulunmuşlardı. Kâtip Ferdî’nin elimize geçen, Mardin’in Artuklu Tarihine ait, tomar halindeki bu eseri, geçen zaman içinde yıpranmış ve baş tarafı imha olduğundan, kimin emri ile yazıldığını, kendisinin hüviyetine veya diğer Artuklular için de başkaca bir tarih yazıp yazmadığına dair –kitabın başında bununla ilgili bir açıklama varsa da, okunamadığından- maalesef bir bilgi yoktur. Açıklamalardan sonra, yalnız Mardin Artuklu Meliklerine ait olan şu tarihin baş tarafında iki-üç yerinde yarım veya bir satır kadar yerlerden başkası tamamen mevcut bulunuyordu. Bir sûretinin derhal kopyasını çıkarmıştım. Şu Artuklu devletlerinin sanayi, ticaret, tarım ve özellikle de öğretim birimlerine hizmetleri pek çoktur. Vaktiyle hüküm sürdükleri yerlerin, hangi tarafına bakılsa, akılları hayrete düşürecek eserleri görünüyor. Diyarbekir (Amid) şehrinin “Benusen” denilen mahallede, kitâbe ve nakışları içeren gayet yüksek iki burc ile Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri, Mardin’in Ulu Camii, Hasankeyf’in dünyanın şaşılacak şeylerinden olan “Su Terazisi”8 gibi muhteşem binalar, uygarlık âleminde kendilerine takdir 7

Rahmetli Hacı Kemal Efendi 25 Safer 1271 senesinden 23 Muharrem 1276 senesine kadar beş sene Mardin Müftülüğünde bulunmuşlardı. * Bu meclis, Tanzimattan sonraları kurulmuş olup, yöntemsel olarak bir yılın doğumluları arasında, ad çekilerek, adına “K” yazılı kâğıt çekilen, askere gönderilirdi. 8 Dicle nehrinden seksen metreden daha yüksek ve tek parça kesme taştan ibaret olan Hasankeyf Kalesine çıkarılan suyun yükselmesine yardımcı olan “büyük mîl” ile başka eserleri kale üstünde saplanmış olduğu halde, şu anda bile akıllara hayret verecek derecede varlığını sürdürüyor. Artuklu yönetimleri zamanında su makinelerine, saatlere vesâir enteresan sanâyie ilişkin bir çok resimler ve şekilleriyle beraber telif olunmuş olan bir kitap, Yavuz


6

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

edilecek büyük bir mevki vermek için vicdan mahkemesi karşısında, tanıklık edip duracaklardır. İşte böyle bir eseri, izi kalmamış bir devletin isterse bir bölümüne ait olsun. 400 sene önce Türkçe yazılan bir kitabın, dil bilimi ve tarih ilmi konusunda ehliyet sahibi olanların nezdinde değerli görüleceği düşüncesiyle, bir armağan sunmak üzere bu defa basım ve temsilini uygun gördüm. Vaktiyle bir suretini çıkardığım nadide bir kitabın böyle kırk sene sonra basım ve yayımına bu aciz kulu muvaffak eden Cenab-ı Kibriyaya sonsuz övgüler arz ederim. Pahası ağır ve değerli kitabeleri eserin altına yazıp, daha bazı açıklamalar ilave ile bu işitilmemiş kitabı; “Nevâdir-i Eslâf” adlı dergimizin dördüncü kısmı sayarım. Ali EMİRİ

Sultan Selim Han’a ulaşarak, Padişâh tarafından takdire uygun görüldüğünden, Türkçeye tercüme ettirdiği bazı Tabakâtta (biyografilerde) gözümüzle görülmüştür. Topkapı Saray-ı Hümâyununda bulunan dört adet değer taşıyan Kütüphâne’nin hepsinde araştırma yapılmış ise de, o kitabın ne aslı, ne de çevirisi bulunamamıştır. Lâkin; Melik Artukî adına yazılmış olan bu kitabın aslı, içinde bulunan resimlerle beraber, bizzat yazarın el yazısından çoğaltılmak üzere bir yerde görülmüş, ömrümün büyük bir bölümünü buna tahsis ederek, bundan onbeş sene önce çoğaltmaya başlamış idim. Lâkin bir yere ulaştım ki, orada noksan olduğu halde, kitap zorlu, kötü bir şekilde ciltlendiğinden, bir bakışta anlaşılamıyordu. Bezginlik geldiğinden artık sonrasını yazamadım. Olagelen incelemelerime göre, Avrupa başkentlerinin birisinde, bu kısmı mevcut imiş. Geçen zaman içerisinde haberleşip, yazdırmayı pek çok arzu ettim. Bazı kişiler ile müzâkerelerde bulundum. Hattâ haberleşmek istedim ise de, bunun mümkün olamayacağını anladım. İşte kısmen eksik olan o kitaptan yalnız bu kadar gizli olan bir anlamı çıkardım ki, Artuklular böyle yerin altından yükseklere su çıkarmak gibi türlü türlü hüner ve uygarlık sanatlarına vâkıf olup, ülkelerinin ilerlemesine hizmet etmişlerdir. Nümûnesi ise yukarıda açıklandığı üzere, hâlâ Hasankeyf’te, pek hünerli ve sanatlı olarak yapılıp da geriye kalan; Su Terâzisi ile diğerleridir.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

7

MARDİN ARTUKLU MELİKLERİ TARİHİ MELİK NECMÜDDİN GAZİ “..............................m olub merğub ola,9 Men’ olûb sehv u hatâdan vird-i pür üslûb ola.” Bundan sonra Doğu vilâyetinde Diyarbekir hânesinde ...................10..le bilinip şöhret bulan büyük şehir ve kalesinde Akkoyunlu ve Karakoyunlu pâdişahları ....................11 ..le ve cesaretle öncelikli iş olaraktan zikr olunan Artuklulardan o cevherlerin................12..ulularından, bilgin ve sâlih olan kimselerin Meliği, yoksul ve gariplerin yardımcısı, mertlik ve cömertliğin sahibi, gayret ve şefâatin, kedersizliğin yücesi, geçen günlerde hak ile iş yapan niyâzi ve nâzi. “Melik Necmüddin Gazi13” (Rahmet ve hoşnutluk ona olsun.) ki zamanında

9

Önsöz ile bu beytin ilk mısraının yarısına kadarı, asıl nüshada tamamen yırtılıp, mahv ve perişan olmuştur. 10 Burada da bir kaç sözcük kopup, ziyân olmuştur. 11 Şurada bile bir satırlık ibâre, zamanla toz olup, ortadan kalkmıştır. 12 Burada da bir kaç kelimeyi zaman aşımının zorlu eli gasp etmiştir. Kitabın başka bir nüshası yok ki şu eksiklikler giderilebilsin. 13 “Ümmü’l-İber” tarihinde Melik Necmüddin İl Gazi’nin babası Emir Artuk, onun babası Eksük, onun babası İl Gazi, onun da babasının Davud olduğu yazılıdır. O halde İl Gazi ismi, bu aileye atalarından intikal etmiş oluyor. Ünlü tarihçi Necib Âsım Beyefendi Hazretleri H.1318 (M.1900) senesinde yayınladıkları “Türk Tarih-i Âliyesi”nde, kendisinden söz ettiğimiz meliğin kendi adına bastırdığı madenî para hakkında; “Gazi’nin elde bulunan ilk sikkesi H.502 (M.1108) tarihli olduğundan bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran seçiciler, bağımsızlık yılının bu tarihten başladığı yargısında bulunurlar.” diyor. Fakat kaynak göstermiyor. Kendisinden söz ettiğimiz Necmüddin İl Gazi Hazretlerinin, Mardin Kalesinde yaptırdığı, Hızır aleyhisselamın yüce isimlerine nisbet edilen ziyâretgâh câmide bir kitâbe olduğunu haber aldım. Bazı yaşlı kimseleri, memlekete davet edip, onlara ziyâfet vererek, o yüksek kaleye çıktık.


8

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

H.494 (M.1101) yılında Frenk milleti memleketlerinden, şehirlerinden kalkıp büyük bir şehir olan Halep üzerine saldırdıklarında, Halep halkı bunlardan korkup, yukarıda sözünü ettiğimiz Necmüddin Gazi’ye mektup ile14 haber gönderip, yardım istediler. Daha fazla dayanamayıp, Halep Câmiin mihrâbı ile minârenin dört köşeli temel kâimesinden başka eser ve yapı kalmamıştı. Mihrâbın üstünde Âyete’l-Kürsî, kazılarak yazılmıştı. Altındaki ibareden ancak şu kadarı bulunuyordu: “Emr-i tecdîde Mevlâna es-Sultân el-Melik el-Mansûr Necmü’d-Dünya ve’d-Din” Alt tarafının taşı zaman aşımı ile yerinden uçmuş, mahv ve perişan olmuş olduğundan, pek çok araştırdıksa da, bundan başka yazılı bir taş parçasına rastlayamadık. Melik Necmüddin İl Gazi’den başka bu silsilede; “el-Melik es-Said Necmüddin” ve “el-Melik el- Mansur Necmüddin” adıyla iki Necmüddin daha vardır. Kitâbede var olan; “es-Sultân el-Melik el-Mansur Necmü’d-Dünyâ ve’dDin” deyimine bakılırsa, üçüncü Necmüddin’in olması daha muhtemeldir. Bu câmiin yıkılmış olan minâresinin gayet yüksek olduğunu, bayram geceleri bu minâreye çıkıp, Diyarbekir’in cami minarelerinde yakılan kandilleri gördüklerini bazı yaşlı insanlar, babalarından duyduklarını anlattılar. Gerçekten Ramazan Bayramı yaklaştı mı, Diyarbekir’in çoğu minârelerinin şerefelerine iskeleler kurulur. Gerek bu iskeleler, gerek onun üst tarafı son derece gösterişli kandillerle süslendiği gibi şerefelerden aşağıya da iplerle kandiller sarkıtılır. Çoğu minâreler âdeta nurdan yapılmış sütunlar şekline girer. Memleketin sokakları bir dereceye kadar aydınlanır ki, sabaha kadar ele fener almağa gerek kalmaz. Işıltılar bir diğerine kavuşarak, öyle bir biçimde çarpıp geri dönerek dünyanın yukarılarına atılır ki, bir kaç saatlik uzak mesâfelerden bakılsa, şehrin üstünde nurdan bir tâc konmuş sanılır. Sesi güzel olan gençler minârelere çıkarlar. Müezzinlerle beraber sabahlara kadar tevhid ve tekbir getirirler. Naatler (Hz. Peygamberi öven şiirler) okurlar. Ramazan Bayramından sonra iskeleler minarelerden sökülmeyip, Kurban Bayramına kadar yerlerinde bırakılır. Kurban Bayramı gelse bile aynı kutsal davranış, devam ettirilir. Ondan sonra iskeleler bozulur. İskeleler kurulduğu vakit minârelerde oluşan tarrâkeler (gürültü çıkaran sesler) şehirdeki çocuklara, yüce âlemden süzülüp inen bir ilâhî nağme kadar hoş gelir. Büyük bir neş’e ve sevinçle gözlerini minârelerden ayıramazlar. Amma iskelelerin bozulduğu esnada çıkardığı patırtı (tarrâke), mâsumlara; yıldırım belâsı kadar ümitsizlik verir. İşte bu minâreden, Diyarbekir minârelerinin kandillerinin gözle görülebilmesi, bu istisna oluşturan şenliğe özeldir. 14 Necmüddin Gazi hazretleri Mardin’de bir Mâristan (Bimâristan-Hastahane) ile Câmi, Medrese, Hamam v.s. binâ etmiştir. Hastahane yıkılıp dökülmüşse de, diğerleri bir çok onarıma uğradığı halde yerlerinde duruyor. Mardin eski müftülerinden; Abdüsselâm Efendi “Ümmü’l-İber” isimli tarihinde der ki: “Câmi, Mâristan ve Hamamı, Necmüddin İl Gazi’nin kardeşi Emünüddin tarafından sürâtle yapılmaya başlanılmışsa da, ömrü bunların tamamlanmasına yetmemiştir.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

9

şehrini Frenklere teslim edip itaat gösterdiklerinde, Halep şehrinde ziyâdesiyle kıtlık olup, zâhiresiz kalmıştı. Melik Necmüddin Gazi, çevresinden yiyecek toplattırıp, Müslümanları bir ölçüde de olsa zahireye kavuşturup, Halep şehrini silahlı güçleriyle ele geçirdi. Oğlu Hüsâmüddin Timurtaş’ı, Halebe melik olarak atayıp, kendisi dönüp Mardin’e geldi. Bunu fırsat bilen kovulmuş kafirler yine Halep üzerine saldırıp, bu ülkenin çoğu yerini yağma edip, yakıpyıkmışlardı. Bundan sonra, Halep şehrinin halkı Bağdat’a yardım istemek için feryâdçı gönderdiklerinde, onlardan kimse yardıma gelmedi. Böylelikle Melik Necmüddin Gazi savaşa niyetlenip, yirmi bin asker toplayıp, Bitlis ve Erzen sahipleri “Üsâme ibn-i Mübârek bin Süblü’l-Külebi” ve “Emir Sağan Arslan” birleşerek, atlı birlikleriyle Şam tarafına gittiler. Kağân Arslan bigî (gibi), meydânde erler, İşte îmdî niçe kılur, hünerler, Ricâlü’l-gayb, bûlâra oldi yoldâş, Erirdi heybetinden, dağ ile taş. Kâfir askeri de tam olarak otuzbin atlı ve dokuz bin piyade toplandıkları halde, Necmüddin Gazi hazretlerinin geldiğini işittiklerinde karşısına çıkmaya cesaret edemediler. Kaçarak Tel’afrîn adlı dağa çıkıp, o dağı kendilerine sığınılacak yer edindiler. Bu yer sarp ve yüksek bir dağdır ki, ancak üç yerden yolu olup, sanki göğün tepesine çıkıp, Kâf dağı misâli bir acâyip yer ve bir garip dağlık alandır ki, anlatmak kâbil değil. Öyle olacak ki, Necmüddin Gazi gayrete gelip, Hz. Hamza gibi kâlplerin coşku ve âhengi için bir çok savaş araç ve gereçleri edinip, askerine bahşişler, paralar vererek iyiliklerde bulunup gönüllerini hoş edip, teselli etti. Ardından askerini üç bölüğe ayırarak, o sarp dağın üç yerinden “Allah-ü Ekber” deyip, kâfir askerine koyuldular. Öyle büyük ve şiddetli savaş oldu ki, acı veren bir azâbı kâfirlerin başlarına, gökyüzünden gelen belâ gibi yağdırdılar. Şöyle ki; şeytanlar topluluğunu aşağıların en aşağısına, inkârcıların yürüyüşlerini cehennemin dibine değin ulaştırdılar. Otuzdokuz bin yetmiş kâfirden artık hiç birinin canı ortada olmayıp, kılıcın tadını alarak, yerle bir oldu. İslâm askeri sınırsız mal ve ganimet elde ederek, o tarafı fethettiler.

Necmüddin İl Gazi, bunların yapımını tamamlayarak, kardeşinin adıyla isimlendirdi.” Gerçekten de sözü edilen Câmi ve Hamam, Mardin’de hâlâ Eminüddin Câmii, Mâristanı ve Hamamı diye anılır.


10

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi NAZIM Hak Teâlâ virdi nusret, hoş fütûh, Kâfire olmuş idi, tûfân-ı Nûh. Mü’minân bulmuş idi gazây-ı îd, Dürlû dürlû feth u nusret key, saîd.

Necmüddin Gazi buna benzer daha bir çok gazalar yaptı. Kendisine verilen açık ve gizli velilikle âlem içinde duası kabul olunan kişi olarak bilindi. Âhiret hallerini dünya sarayında yaşadı. Ardından bu dünyadan ıssızlığa geçip H.516 (M.1122) yılında âhiret yurduna aziz cânını teslim eyledi15. Allah’ın rahmeti bol bol üstüne olsun. NAZIM Kimseneye bâkî kalmaz, işbû mülk-i bî bekâ, Küllü şey’in fânî olîser, illâ Hak durur bekâ. Etmedî merdân bu dünyâ mülküne her göz nazar, Rağbet îtmeyub kamûsî etdiler bundan hazer. MELİK HÜSÂMÜDDİN TİMURTAŞ Rahmet ve mağfirete uğramış, mutlu şehit Necmüddin Gazi -Allah onun kabrini nurlandırsın- âhirete kavuşup, Hak Teâlâ’nın (c.c.) sonsuz rahmetine ulaştıktan sonra, oğlu “Melik Hüsâmüddin Timurtaş16” tahta

15

Melik Necmüddin İl Gazi’nin kabri, Mâristan (Bimârisistân) karşısında “Câmiu’lAsfar” (Sarı Câmi) diye bilinen camidedir. Bir odanın içinde olduğunu, Mardin’in eski müftülerinden olup; H.1259 (M.1843) senesinde vefat eden, Abdüsselâm Efendi yazıyor. Böyleyken; İmâdüddin Ebu’l-Fidâ İsmâil Eyyûbi; “Kitâbü’l-Muhtasar Fî Ehbâri’l-Beşer” isimli meşhur tarih kitabında, Necmüddin İl Gazi’nin H.516 (M.1122) senesi Ramazanın’da, Meyyâfârikin’de (Silvan) vefat ettiğini açıkça yazıyor. Bu iki farklı rivâyeti, Necmüddin İl Gazi’nin nâşının Mardin’e naklolunmak suretiyle, birleştirmek mümkündür. 16 Hüsâmüddin Timurtaş’ın bendenizde bulunan sikkesinin üstündeki cümle şudur: “el-Melik el-Âlem el-Âdil Hüsâmüddin Timurtaş bin İl Gazi bin Artuk IVI ” . Artukoğullarının kendi adlarına bastırdıkları madenî paraların (sikkelerin) şekli, ağırlığı, resimleri hakkında, sikkelerle ilgili yazılmış eserlerde -Meskûkâtnâmeyeteri kadar açıklama yapılmış olduğundan, burada ayrıntılara girmeye gerek yoktur. Ancak bu sikkelerde IVI şeklinde mevcut olan damga, Türk’ün Kâyıhan sülalesine ait özel işaret olduğundan, Artuklu Meliklerinin o soydan olduklarını gösterir. Diğer Türkmen boylarının da buna benzer özel işaretleri vardır. Kısaca Akkoyunlu sikkelerinde görülen damga bile kendilerinin Türk’ün Bayındır Han soyundan olduklarına delildir. Bu şekiller; “Divân-ı Lugâtü’t-Türk” isimli önemli kitapta vardır.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

11

geçerek pâdişah oldu. H.516 (M.1122) NAZIM Göründi tâc u taht bahtiyârî, Kâmû mahlûkun oldı ihtiyârî. Saâdet izz u ikbâlile doğdi, Tamâm bedr-i dücâ tek , tahta ağdî. Deminde adl u insâf dutdi, âdem, Anın lutfîle pür olmuşdi, âlem Ondan sonra Melik Hüsâmüddin Timurtaş, Mardin kalesine ve etrafındaki vilayetlere padişah olup, her yönden baş kaldıran düşmanları çiğneyip, dize getirmiştir. Allah’ın yardım ve inâyetiyle, Diyarbekir vilayeti, Şam ve Halep gibi yerler kendi yönetiminde ve tasarrufunda kalmıştır. Amma merhum Necmüddin Gazi, kendisi hayattayken oğlu Süleyman’ı; Meyyafârikın’e müvellâ (Vali, yönetici) olarak atayıp, kardeşi oğlu Süleyman bin Cebbâr bin Artuk’u da, Halep şehrine, melik tayin etmişti. Bütün bunlardan sonra Melik Hüsâmüddin bu vefâsı olmayan dünyada, bir nice süre sırf Allah yolunda çabalayıp, din uğrunda düşmanla savaş yaparak, bir çok beldeleri fethetti. Padişahlık günlerini bu şekilde dönüp-dolaşarak tamamladıktan sonra, can kuşu artık ahiret sarayına gitmeyi

Sözünü ettiğimiz Melik, Mardin’de; “Hüsâmiye” adında bir medrese, karşısında bir de Câmi-i Şerif yaptırıp, bunlara yeterince vakıflar tahsis etmiştir. Cömert birisiydi . “Ümmü’l-İber”de Abdüsselâm Efendi, der ki: “Bir gün bütün servetini yoksul, âlim ve zayıflara bağışladı.” Abdüsselâm Efendi, “Bedihî” adında bir bilginden naklen, şu öyküyü yazıyor: “Vaaz ve öğütlerde bulunmak üzere Diyarbekir’e giderken, Mardin’e uğradım. Melik Timurtaş beni iftara davet etti. Huzuruna çıktığımda, bana asla iltifat etmediğini ve hafife aldığını gördüğümden, müteessir oldum. İftardan sonra bir kitap getirterek, o kitabı okumamı bana işaret etti. Kitabı açtığımda İmrü’l-Kays’ın; “Gazeliyât”ı olduğunu gördüm ise de, birinci gazeli, içinde bulunduğumuz ortamda okumayı uygun bulmadım. Kendiliğimden birkaç beyit söyledim. Durumu anında anlayarak, yayılmasına neden oldu. Hakkımda pek çok iltifatlarda bulunarak, çokça ihsanlarda bulundu.” Melik Hüsâmüddin Timurtaş H.544 (M. 1143) yılında kızını, Musul Meliği Seyfüddin bin İmâdüddin Zengi ile evlendirdi. Fakat henüz karı koca birlikte olamadan, Seyfüddin hastalanıp vefat ettiğinden, yerine geçen Kutbuddin, kendisine muhabbet edilmiş kızı aldı. İki aile arasında bu şekilde yakınlık bağı oluştu. Melik Hüsâmüddin Timurtaş öldükten sonra, değerli yâdigâr’ı olan, medresesinde toprağa verilmiştir.


12

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

arzulayınca; H. 548 (M. 1153 ) yılında öldü17. “Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz.” (Bakara:156)” Allah’ın rahmeti bol bol üstüne olsun. NAZIM Hak yolunda cânını kıldî sebîl, Buldî cennât içre, ayn-ı selsebîl. Cârî oldî bahr-i vâr, her rûz u şeb, Cânû dilden eyledî, Hakkı taleb. Eyledi küffâr ile dûn gûn cihâd, Tâ kîm oldî âlem içre nîk nihad. Hakkın emrîn hoş getürdî yerîne, Buldî bin ecr ânun îçûn birîne. MELİK NECMÜDDİN ALPI Tahta oturup melik olan Necmüddin Alpı18 kötü sözlerle anmak 17

Ebu’l-Fidâ tarihinde; “Hüsâmüddin Timurtaş’ın ölümü H.547 (M. 1152) senesinin sonundadır.” diye yazıyor. Amma “Ümmü’l-İber” ile “Mir’etü’l-İber” Ferdî’ye uygun yazıyorlar. 18 Mardin Artuklu hükümdârı olan, Melik Necmüddin Alpı’nın bile kendi adına bastırdığı sikkesi mevcûttur. Sikkelerin bazısında “Meliku’l-Umerâ Ebu’l-Muzaffer Necmüddin Alpı Melik-i Diyarbekir” şeklinde niteliklerini belirten yazısı vardır. Bazı sikkelerinde ise kendi isminden başka, şu ibareler yazılı durumdadır: “Emîrü’l- Mü’minin el-Müstencid Billâh”, “Emîrü’l-Mü’minin el-Müstadî Billâh” Sözü edilen meliğin vefâtı “Ümmü’l-İber” ve “Mir’etü’l-İber” isimli tarih kitaplarında geçtiği gibi, Kâtip Ferdî’nin de daha önce gösterdiği 560 tarihidir. Meskûkât Kataloğunda ise 572 yılını gösteriyor. Ebü’l-Fidâ’nın yazmış olduğu tarihte vefatını, yıl yıl da kazanmış olduğu zaferleri beyân ediyor. Abbasi halifesi el-Müstadî Billâh’ın tahta çıkışı 566 senesinin öncesi demek olan Rebîulevvel ayının dokuzuncu günü vuku bulduğundan, buna dayanarak melik Necmüddîn Alpı’nın o seneye kadar yaşadığını söyleyebiliriz. Öyle olmalıdır ki melik kendi adına bastırdığı sikkesine, sözü edilen Abbasi halifesinin adını yazmıştır. Lâkin hükümet etme müddeti 566 senesini geçmemiştir. Bunu da kendisinden sonra yerine geçen oğlu Kutbuddîn’nin Mardin’de bina ettirdiği “Büyük Câmi”in doğu tarafındaki duvarda yazılı olan yazıdan anlıyoruz: “Ahir-i Muharrem 568 senesi.” Ayrıca Cami’in minaresinde nakışlanmış bir şekilde 572 senesini gösteren tarihle de tespit edilmiştir. Sözü edilen kitâbelerden başka “Vakıfnâme” sinin tarihinde bile 573 rakamı yazılıdır. Böylesine azâmetli bir câmi bir-iki sene içerisinde bitirilemiyeceğine, ”Vakıfnâme”si bir o kadar sürede düzenlenip tescil olunamayacağına göre durum ortadadır. Bu kitâbeler ileride “Kutbuddîn” bahsinde aynen görülecektir. Sözü edilen meliğin hanımı olup, oğlu melik Kutbuddîn İl Gazi hazretlerinin anneleri bulunan “Sitti Radiyye” nin, “Hâtuniyye” ismi ile adlandırılmış ve hâlâ mevcut olan bir medresesi vardır. Bu medresenin “Sitti Radiyye” nin oğlu İl Gazi


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

13

olmaz. Zirâ o velilikle bilinen bir kimsedir. Hem de adâlet ve şecaat nitelikleriyle meşhur olup, âlem içinde din ve milletin benzeri olmayan, karşılığı bulunmayan sultanıdır. İnkârcıların, din zararcılarının ortadan kaldırıcısı, devletin ve mücâhidlerin yardımcısı, mümin ve Müslümanların emiridir. Zulmet içre Hızır’a hem-râh gösteren âb ı hayât, Ol velî olsa ucbemî bâtın ve hem der-sıfât. NAZIM Ser-teser âlemda olmuşdi benâm, Gündûzün kıblede vitirdi hâs u âm. Tâatinden hûd usanmışdi melek, Kuruda yaşda melik hem ker semek Sözünü ettiğimiz melik Necmüddîn Alpı bu geçici dünya sarayında Allah’ın (c.c.) buyurduğu şekilde lütuflar, cömertlikler, bağışlar içerisinde itaat ile geçiren, gözleriyle hak olanı gören, dünyadayken ahireti gözeten, ömrünü Allah’ın yasaklamış olduğu davranışlardan uzak tutan, emrolunduğu amelleri ise başını verme pahasına yerine getiren, yüzü ak olarak, Hak dergahına çıkmaya hak edip, özel bir kişi olarak ihlasla her murad edilenler elde edildikten sonra vefât etti. zamanında inşa ettiği duvarında (Arapça olarak) yazılı olan şu kitâbeden (yazıt) açık olarak anlaşılıyor (Türkçe çevirisi): Besmeleden sonra.; “Aziz olsun efendimiz Sultan, Allah’ın yardımıyla üstün gelmiş; adâletli sağlam ve sarsılmaz bir mücâhit olan, Melik Kutbuddîn; inkârcıları, inatçıları kahr eden, azgınları, âsileri ezici-ufaltıcı; İslâm’a ve Müslümanlara yardımcı, mü’minlerin destekçisi, büyük Mardin şehrinde bilinen mübârek Hâtuniyye Medresesi’nin vakf edilmiş cihetlerinin sultanı.....” Sonra iki satır yazı vardır ki, beher satırı on zirâ’a yakındır. Fakat bu satırlar, ayrıntılarına dairdir. Lâkin okunamayacak derecede bozulmuştur. Ondan sonra şu ibâre mevcuttur: “Kim ki bu Vakıfnâme‘yi işittikten sonra onu değiştirirse, onu değiştirecek olan kimselere de önderlik etmiş olur. Allah ise her şeyi işiten ve bilendir. Alacakları karşılık ise Allah’a kalmıştır. O Allah ki güzel iş yapanların ecrini zâyi etmez. İşte bu (Vakıfnâme) Cemadilâhir (de yazılmıştır.) Sene......Âlemlerin rabbı Allah’a hamdolsun. Salât ve selâm büyüğümüz Hz. Muhammed, âline ve ashâbının tümünedir.” Kendisine işaret edilen Sitti Radiyye’nin türbesi, Hatuniyye Medresesi’nin içindedir. Türbenin bulunduğu odada, kıble yönünde Hz. Peygamberin ayak izi olduğu söylenen “kadem-i şerif” adı verilen mübarek bir taş duvarın içindedir. Oğlu Kutbuddîn İl Gazi’nin mezarı da, annesinin yanındadır. Ama melik Necmüddîn Alpı, necip babaları gibi Hüsâmiyye Medresesi’nde defnedilmiştir.


14

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

KUTBUDDİN GAZİ BİN NECMÜDDİN ALPI Melik Necmüddin Alpı’nın ölümünden sonra (M. 1165) onun çocuklarından özellikle yaradılışta kendisini andıran, (daha bunun gibi) bir çok inci (gibi çocuklar) yağdıran varlığından ve elmas (gibi evlat) saçan nesebinden gelen; “Kutbuddin Gazi bin Necmüddin Alpı19” H. 560 (M. 1165) senesinde padişah oldu. Kutbuddin Gazi, otuz sekiz yıl saltanat burcunda sultanlık ederek, adâlet ve ihsanla, sağa-sola bol bol lütûflarda bulunarak, doğudan batıya kadar nâmını yayıp, ünlendi. NAZIM Lutf u ihsân idi daim pîşesî, Ehl-i diller ma’denî Hak tûşesî. Her ki dîrîlûr cihânde hayr ile, Tâ kıyâmet zikr olunur hayr ile. Kendû gitse adi kâlûr bî gümân, Tâ ebed kâlûr eyûlur câvidân. Bellûdur dîdî Resûl-i kâmver, Mü’min ölmez ol serâya nakl ider Büyük bir şehir olan Mardin’de, Kutbuddin İl Gazi, meşhur Ulu Camii binâ ettirmiştir20. Camii şöyle tanımlanabilir: 19

Sözü edilen Kutbiddin İl Gazi’nin sikkelerinde yazılı olan lakapları şu şekildedir: “el - Mevlânâ el-Meliku’l-Âlem el-Âdil, Kutbuddin İl Gazi, Meliku’l-Ümerâ Şâh-ı Diyarbekir” Ayrıca Abbasi halifesi Nâsırüddinallah ile de müşterek bazı sikkeleri vardır. Vakıfnâmesinde yazılı olan ibârede, nitelikleri şöylece sıralanıyor: “...Sonra hayır işlerinin sahibi, daima iyiliklerle uğraşan, pek şümûllü olarak gösterdiği faziletli davranışlarda onur ve meziyet sahibi, bütün mahlûklardan ve insanlardan yoksulluk içinde olanlara koyun, sığır gibi hayvanlardan cömertlikle bol bol veren, Artuklu soyuna bağlı olmanın şeref ve görkemini, değerini arttıran, kendisine mahsus olarak insanların Rabbinden inâyet gören, İslâm Meliklerinin iftihar kaynağı ve Artuklu sülâlesinin içinden çekip-çıkarılan, günahtan sakınan; sâlih, âlim, âdil, muzaffer, mücâhid, mürabıt, müeyyed, mansûr; Artuk’un oğlu Emîr Timurtaş, Timurtaş’ın oğlu -Allah mağfiret etsin- Melik Necmüddin Alpı, Necmüddin Alpı’nın oğlu Kutbuddin İl Gazi. İlâ eden kocanın onurunu koruyan, göğsünü yer yüzü (nün her türlü sıkıntı ve acılarına) açan, o gün (kıyamet günü) onu, Mardin Melikine yardımcı olan (Allah) fazlıyla bereketlendirecektir. 20 Mardin Ulu Camii’nin doğu tarafındaki duvarında, bu camiin hangi tarihte bina edildiği yazılıdır. Lakin baş tarafında altı satır yazı zaman aşımı ile bozulmuş olup, okunamıyor. O altı satırdan sonraki ibâre şudur: “Muharrem ayının sonu Hicrî beşyüz atmış sekiz senesi. H.568 (M. 1173)”, “Efendimiz Muhammed (S.A.S.)”.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

15

Ulu Camiin minaresinde yazılı olan kitâbe ise şöyledir: “Devlet-i eyyam içerisinde bu minareyi bina etmeye bizi muvaffak kılan Allah’a hamd ve şükürler olsun.” “İl Gazi Kutbuddin el-Artukî Melik-i Diyarbekir” “Bu minareyi Muharrem ayı, beşyüz yetmiş iki senesinde bina ettim.” Bununda altında Kûfi tarzında yazılmış bir yazıyla şu ibâreye yer verilmiştir: "Kim ki Allah’a tevekkül eder, O ona yeter.” Büyük bir taş üzerinde Ulu Camiin “Vakıfnâme”sinin tamamı yazılıdır. Vakıfnâmenin düzenleme tarihi sözünü ettiğimiz Melik Kutbuddin zamanında H. 573 (M.1177) senesini gösterdiği halde, bu taş üzerine ondan kırk sene sonra; “H.613 (M.1216) senesinde” yazılmıştır. Şu şekilde başlar: “Berzu’l-mersûm ve’l-emru’l-âli es-Sultan el-Muvaffak el-Muzaffer..” ve nihayet tarih şudur: “Şu yazı muazzam Şevval ayının yarısında yazılmıştır. Altıyüz onüç senesinde.” Zikr edilen Vakıfnâmenin suretinin tamamı buraya alınmıştır. Fakat pek ayrıntılı olduğu için, başlangıcıyla sonucundan birer miktar almakla yetineceğiz: Başlangıcı “Hamd (övgüler) yüce Allaha’dır. O Allah ki, melikleri kudret eliyle görevlendirdi. Kararlılıklar (azm, sebat, yetki) O’na aittir. Sultanlara en güzel fikirleri ortaya koymalarını ilham etti. Mülkün, vakıf malı hâline getirilmesine ve başkalarının faydalanmasına izin verdi. Allah’ın bu saltanatını başkalarının değiştirmesine güç yetmez. Allah münakaşaya girenlerin, tartışmalarının derecesini daha da arttırdı. Öncekileri ise yaptıkları iyi işlerden dolayı müjdeledi. Salât ve selâm o kişinin üzerine olsun ki; o kimse Allah’ın kendisine parça parça ayetler gönderdiği, kendisini burhanlarla güçlendirdiği, mucizeleri şahsına onaylattırdığı Muhammed (S.A.S.) dir. Onun yakınlarına, kendisine itaatkâr ashâbına ve onun tertemiz olan eşlerinedir. Bundan sonra; bu şer’î bir yazıdır ve yürürlükte olan bir kitâbedir.” Sonucu (Nihayeti): “Yedi kat gök ile yedi kat yerin ve onların içinde olanların Rabbı ve büyük Arş’ın da sahibi olan Allah’a hamd olsun. Övgüler olsun, büyük Arş’ın sâhibi olan Allah’a. Merhametli ve esirgeyici olan büyüğümüz Muhammed (S.A.S.)’in üzerine salât ve selâm olsun. Bu yazı, aylardan muazzam Ramazan ayının yirmiyedisinde, alemlere rahmet olarak gönderilen (H.z. Muhammed )’in Hicretinin 573 (M.1177) senesinde yazıldı.” Ulu Camii “Vakıfnâme”sinde iki minareli olduğu ifade ediliyor. Doğu tarafındaki minare hâlâ varlığını koruyorsa da, batı tarafındaki Timurlenk tarafından tahrip edilmiştir. Lâkin bu tahripten sonra bir daha yapılmamıştır. Mevcut olan minarede zarif nakışlar vardır. Rivâyete göre melik, çelikten bir zincir imâl ettirerek, bunu her iki minare arasına bağlatmıştı. Batı tarafındaki minarenin tahribinden bir müddet sonra bu zincir, Sultan İsa Medresesi’ne taşınmış, iki kubbe arasına astırılmış ve ondan dolayı, Zinciriye Medresesi adını almıştır. Yine bu camii şerifin yüce mihrâbında iki “Kadem-i Şerif” izi mevcut olup, bu “ayak izleri” Nusaybin kasabasında bulunan ‘Câmiü’l-Mukaddem’den sökülüp


16

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi NAZIM Dürr u gevherle bezenmiş sânasun mahbûbdur, Anın îçûn beş vakitde halk anâ matlûbdur. Dilgüşâdır âlem içre gökde sânı ma’mûrdur, Cânlara virir sürûrlar, içi dolu nûrdur. Subh u şâm îçinde olur zikr u tesbîh u nemâz, Hak Teâlâ hazretîne kulları kılur niyâz.

Melik Kutbuddin İl Gazi, Mardin kalesine sahip olup, devrini hak din olan İslâm’a uygun ve tam bir insafla geçirip, karanlığın tohumu; onu dünyanın ekin tarlasından mahv edip; ilim, rahmet ve hikmet kitapları defterlerini Levh-ı Mahfûz sahifesine nakş edip, hayatının yazı sırasının ipliği düzeltilip (defteri dürülüp) sudûr yeri olan Cennete çıkıp, ömrünü tamamlayıp, Hakkın bakılacak konak yerlerine aziz can kuşunu, büyük bir sevinç ile tertemiz ruhunu, O’ nun mukaddes yerinin yoluna (Cennete) uçurup, doğruluk ve ihlâsla Allah’ın emirlerine itaat edip, Hicri 598 senesinde Rabbine kavuştu21. Allah’ın rahmeti bol bol onun üzerine olsun. buraya nakledildiği söylentisi vardır. Bunun böyle olduğunu, Mardin’in bazı erdemli kişileri “Rıhlet-i Zemahşerî” isimli bir kitapta yazılı olduğunu söylediler. Fakat bu adda, bir esere şimdiye kadar tanık olamadık. 21 Kendisine işaret olunan Kutbuddin H.598 (M.1202) senesinde vefat etmeyip, H.580 (M.1180) yılında vefat etmiştir. Yerine de ileride ismi beyân olunan Melik Nâsıruddin tayin edilmeyip, Hüsâmüddin Yavlak Arslan melik olmuştur. Babaları Melik Kutbuddin İl Gazi’nin Vakıfnamesinde bile ismi şu vecihle yazılmıştır: “Sonra bundan böyle tertemiz hayrâtın vakıf işlerine bakma vazifesi (tevliye), zikrolunan vakfedilmiş yerlerin çekip-çevrilmeleri (idâreleri) kendi sulb (soy)’undan olan oğlu günahtan kaçınan, nesli pâk olan kimselerin iftihar kaynağı, keskin fikirlianlayışlı olanların özü; Hüsâmüddin. Yardım eden, ona yardımcı olsun.” Binaenaleyh her nasılsa kitabın içerisine sokulmuş olan kendisine işaret olunan kimsenin ismi ile hallerinden bir miktarını buraya toplayıp, ilâve eyledik: “Melik Hüsâmüddin Yavlak Arslan” Adı geçen kişi Kutbuddin İl Gazi’nin büyük oğludur. Babasının ölümünden sonra makamına oturmuştur. Çok genç bir delikanlı olduğundan işlerin görülmesini sağlayamıyordu. Babasının kölesi Bakş (Alpkuş) tarafından memleket idaresi yürütüldü. Hicrî 594 (M.1198) senesinin Ramazan ayında, Eyyûbi meliklerinden Şam hükümdarı, Melik Âdil Seyfuddin Ebûbekir bin Eyyûb, Mardin’e hücum etti. Şiddetli muharebeler cereyan ederek, Mardin’de büyük kayıplar oldu. Şam meliğinin askeri, Mardin şehrinin ortasına kadar ulaştılar. Hüsâmüddin ve Nizâmüddin, daha bir hayli ahâli, memurlar kaleyi takviye edip, sağlamlaştırdı. Şehrin muhasarası bir seneyi buldu. Yüz yıldan beri güzel yönetim ile ahâliyi memnun eden bir devletin zamanı, ‘bir tek kişi kalmayacak şekilde tükendi-bitti’ denilerek, herkes teessüf içerisinde müteessir


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

17

Cân hümâsî Hakka pervâz eyledi, Cümle âlem halkı feryâd eyledi. Kimse kâlmaz bû cihânde tâ ebed, İllâ hemîn birdür, Allah’üs-Samed. Küllü şey’in helikün Hakdur bekâ, Küllü men aleyhâ fânin mutlaka. Daima işbu dürür çarhın işi, Âkibet olmakdadur, erkek dişi. Bu fenâda kimsene bulmaz muradı, Lâ cerem ketmin gerek ey hoş nihâdı. Her ki dünyâya uyar, mağbûn olur, Âhirette lâbüd ol mahzûn olur. Kutbuddîn Gazî sözi bûnda tamâm, Oldı, sad-bâr ruh-ı pâkine İslâm. Ondan merhum mağfûr, said, şehid, Allah’ın nuruyla nurlanmış kabri, “Sur Kapı” yakınlarında annesinin inşa ettirdiği “Sitti Radiyye” medresesinin içinde bulunuyor. Sultan II. Kutbuddîn İl Gazi’nin ölümü (1184) üzerine (yerine oğlu genç bir delikanlı olarak Yavlak Arslan geçmiş, onun da M.1201 tarihinde vefatı üzerine kardeşi) oğlu Melik Nâsırüddin, idareyi ele almıştı.

iken bir umut doğdu. Mısır sultanı ile Şam meliği arasında ortaya çıkan ihtilaf, Şam havalisini tehlikeye düşürmüştü. Şam meliği, Mardin kuşatmasını oğlu Melik Kâmil’e havâle ederek, kendisi Şam’a gitmek üzere, Meyyafârikîn’e (Silvan) gitti. Melik Âdil’in Mardin’den çekilmesini müteakip, Musul hükümdarı (atabek) Nûreddin Arslan Şâh H. 595 (M.1199) senesinin Şaban ayının ikinci günü, Mardin’e dört saat mesafede bulunan Koçhisar-Düneysır’a geldi. Amcazâdesi Sencâr hakimi Kutbuddin ve diğer amcazâdesi Cezire-i İbn-i Umar hakimi Sencer Şâh birer askeri birlik ile yardıma geldiler. Artukoğulları devletinin kıymetli kasırları ve bahçeleri bulunan “Harzem” adlı mevkie indiler. Oradan da Mardin dağının alt tarafına doğru bir keşif müfrezesi sevk eylediler. Melik Kâmil, askerleri ile Mardin’den çıkıp kendisine hücum etmek isteyenlere mukabelede bulundu. Fakat askeri hezimete uğrayıp, perişan bir vaziyette Mardin dağına doğru kaçtılar. Hüsâmüddin’in askeri daha önce kaleden inip Mardin şehrini muhafaza altına aldılar. Arka taraftan Melik Kâmil’e doğrudan saldırdılar. Melik Kâmil’in askeri dağda, suda çalışırken, Hüsâmüddin’in askeri önden saldırdığında, Nûreddin’in askeri de arkadan yetişti. Düşman askerini fena hâlde yenip esir aldılar. Onları berbat eylediler. Melik Kâmil, Meyyafârikîn’e doğru firar etti.. Hüsâmüddin Yavlak Arslan bu büyük tehlikeyi atlattıktan sonra üç sene kadar yaşadı. 598 senesinde (M.1201) vefat eyledi.


18

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

MELİK NÂSIRÜDDİN22 İdareyi ele alan dünya ve din konularında vasıfları ve şehit olarak bilinen Nâsırüddin Said’in; Koçhisar diye ünlenmiş şehirde Cami-i Kebir (Büyük Cami)’i ve yakınında Medrese-i Âli (Ulu Medrese)’i inşa 22

Sözü edilen kişinin diğer adı Artuk Arslandır. Kutbuddin İl Gazi’nin ikinci oğludur. Babasının bina ettiği Cami-i Kebir (Ulu Cami)’in Vakıfnâmesinin düzenleme tarihi olan H. 573 (M.1177) senesinde, o görülen bu dünyada salına salına giderken, sözü edilen Vakıfnâmenin şu ibâresinden, bunun böyle olduğu (Kutbuddin Gazi’nin oğlu olduğu) anlaşılıyor: “Vakfedilen bu yerlerin sevâbı, vakf edenin ve iki oğlunun üzerine olsun. Allah ondan kabul etsin.” Böyle olmasına rağmen o tarihten ne kadar önce dünyaya geldiği bilinmiyor. Hicri: 637 (M.1239-40) senesinde vefât etmesine bakılırsa, her halde sultanın atmış beş yaşından ziyade yaşamış olduğu açıkça ortadadır. Sikkelerinde “el-Melikü’l-Mansur Nâsırü’d-Dünya ve’d-din Artuk Arslan Melik-i Diyarbekir” ve “el-Melikü’l-Âlem el-Âdil Nâsırrüddin Artuk Arslan Melik-i Diyarbekir” unvan ve lakapları yazılıdır. Melik Âdil Eyyûbî ve Melik Kâmil Eyyûbî, -Halep hâkimi- Zahir Gâzî, Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat ve Abbasi Halifesi Müstansır Billâh ile de bazı müşterek sikkeleri vardır. Babası Kutbuddin İl Gazi’nin zamanında vezirlik rütbesine yükselmiştir. Melik bulunan kardeşi Yavlak Arslan’ın henüz genç bir delikanlı olması münâsebetiyle onun onsekiz yıllık hükümeti süresince atabek olarak görev yapan, Nizâmüddin Bakş (Alpkuş), söz konusu kişinin zamanında bile, tek başına hükümet ettiğinde, en başta oturup, ona yol gösteriyordu. H.601 senesinde Nizâmüddin Alpkuş’un hastalanması münasebetiyle Melik Nâsuriddin onu ziyarete gitti. Uzun süreden beri beyliğin yönetimini elinde bulunduran Alpkuş’u bizzat öldürerek, hükümet etme yetkilerini eline geçirerek iktidârı almıştır. (M.1204) Öldürülmüş olan Nizâmüddin Alpkuş’un bile yaptırdığı bir çok hayır ulaştıran binalar ve câmiler vardır. Şu eksikliklerle dolu olan yazıtlarda onun isminin geçmesi bunun kanıtıdır: “Besmele....bu camii; el-Emîrü’l-İsfihsâl are’l-kebîr el-Âdil el-Abdülmuvaffak Nizâm İbn Abdullah................bina etti. Bu büyüğümüz Muhammed (S.A.S.)’in hicretinin 572 (M.1176-77) senesinin Muharrem ayının son onu idi.” Bir diğer kitâbede ise şu ifadeler yer alıyor: “Devletin ve Müslümanların onur kaynağı, adâletin dirilticisi Ebûbekr Mansûr elBakş (Alpkuş)” Yukarıda işaret ettiğimiz Artuklu meliğinin kadi’l-kudatı, Koçhisar (Düneysır)’ın erdemli kişilerinden Muhammed bin Süleyman bin Mücellî ed-Düneysırî namıyla bilinen zattı. H. 613 (M.1216) senesinde kadi’l-kudat görevine tayin olmuş, kadılık vazifesinin süresi elliüçsene kadar uzun sürmüş ve H. 669 (M.1272) senesinde vefat etmiştir. Bırakmış olduğu güzel şöhret ve iyilikle anılmasına hürmeten, yine faziletli bir kişi olan oğlu Mevlâna Abdullahî Düneysırî yerine atandı. İleride onun da bahsi gelecektir.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

19

ettirmiştir23. Artuk Arslan ayrıca Harzem’de bir medrese, ondan başka büyük bir vilâyet olan Mardin’de Şehidiye adıyla bilinen Medrese ve Cami olarak içiçe bulunan medrese24 ve Cum’a- mescidini bina ettirip, onun gibi nice medreseler inşa ettirip, vasıflandırmıştır. BEYİT Bir nazar kılsan ânın bünyâdîne ey şâh-ı dîn!.. Zâhir ola çeşmine, mi’mâr-ı dîn ayne’l-yakîn. NAZIM Hayrile âlemde rûşen bir delîl, Gûn gibi her yerlere olmuş celîl. Otûz beş yıl kîm tamâm itdî hükûm? Akibet ânu dahi, ûtdî ölûm. Bî vefâ dünyây-i dûndur bî vefâ, Kimseye kalmaz vefâ, illâ cefâ. Güldüre ger bir nefes halkdan birin, Ağladûb tâmû ider bin yıl yerin. Çûnki bu dünyâ doludur böyle gam, Pes nedür ânâ harîs olmak ümem. Pîre zendür bakmayub geçmek gerek, Ahiret menziline göçmek gerek. Olur ukbâda murâdât hâsıli, Leyl bunda âl rızâat hâsıli.

23

Bir akşam Mardin’de güneşin batışı sonrasında, Mardin eşrâfından “Ensâri”zâdelerle “Gelmedi” zâdelerin konakları arasında bulunan evimizin damından ova tarafına bakarken beş-altı saatlik mesafede bir kubbe ile iki minare gibi şeyleri hayal meyal his olunmaya başladı. Hemen odadan dürbünü getirip, dikkatle gözlediğimde, gerçekten ortada bir kubbe ve iki tarafında iki minare olduğu güzelce fark olundu. Yanımda duran Mardinli Timur namında bir hizmetçiden görülen bu yerin Koçhisar (Düneysır) olduğunu öğrendim. İşte bu cami ile karşısında bulunan Medrese kendisine işaret edilen kişinin imiş. Şimdi Kasaba, bir köy halinde olduğu gibi cami ve medresede yıkılmış bir durumda... Lakin kitâbesi kısmen mevcutmuş!. Oraya gitme hususunda bir kaç defa niyetlendimse de, bir türlü nasip olmadı. 24 Kendisine işaret edilen Melik, bu koca medreseyi seksen oda olmak üzere bina ettirdiğinden “Semânîn” (seksen) adıyla anılır.


20

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Yukarıda adı geçen Melik Nâsırüddîn (Artuk Arslan) H.533 (M.1239) senesinde vefât etmiştir25. Vefât eden meliğin nâşı Mardin’de bina edilen medresede defnolundu. Allah’ın rahmeti bol bol üzerine olsun. MELİK SAİD 35 yıllık hükümdarlıktan sonra ölen Artuk Arslan’ın yerine oğlu, Melik Saîd26 sultan oldu. 25

“Ümmü’l-İber” ve “Mir’etü’l-İber” tarihleri kendisine işaret edilenin ölümünü H. 632 ve “Kâtip Ferdî” yukarıdaki satırda H. 623, başka bir takım tarihler H. 636 gösteriyorlar. Lakin Ebû’l-Fidâ Eyyûbî hazretleri yüce tarihlerinde H. 632 sözünü beyan ile beraber vefatını H. 637 senesi olmak üzere açık açık söyleyip, kaydetmiştir. 26 Kendisine işaret edilenin ismi Necmüddin, lakabı ise Gazi’dir. Sikkeleri “el-Melik el-Saîd Necmüddin İl Gazi” ve “el-Melik es-Saîd İl Gazi” ünvanlarıyla bilinir. ElMustasım Abbasi, el-Melik en-Nâsır Yusuf Eyyûbî ve el-Melik es-Sâlih Eyyûbî ile bazı müşterek sikkeleri vardır. Necmüddin Gazi’nin veziri, İsmâil bin Ebî Sa’d bin Ali bin el-Mansûr bin Muhammed bin el-Hüseyn eş-Şeybânî el-Amidî’dir. Bu kişi “Amid” şehrine dair gayet güzel bir tarih yazmış ve Mardin’e giderek; fazilette, olgunlukta ve yazı yazma konusundaki ustalığıyla, ender kişilerden olduğu hasebiyle Melik Saîd’e vezir olmuştur. Oğlu Şemsüddin Muhammed, Mardin Hakimi Melik Saîd’in oğlu Melik Muzaffer ile birlikte büyümüş olduklarından, Melik Muzaffer H. 958 (658 yılı olmalı) senesinde Mardin hakimi olduktan bir müddet sonra, kendileri dahi vezareti oğlu olan Şemsüddin Muhammed’e terk etmiştir. Kendisi de H. 673 senesinde Mardin’de vefat etmiştir. Oğlu olan Muhammed’den ileride gelecek olan “Melik el-Muzaffer” bahsinde bilgi verilecektir. Kendisine işaret olunan vezir İsmail bin Ebi Sa’d, Amid şehrine dâir yazmış olduğu, çağın entellektüelleri tarafından pek çok övgülere mazhar olan Tarih eserine, esefle söyleyelim ki henüz tarafımızdan şahit olunamamıştır. Yanya ve İşkodra vilâyetleri Maliye Müfettişliğinde bulunduğum esnada, yanıma memur olarak verilmiş bir zât, Yanya’ya gelmişti. Kendisiyle sohbet ettiğimiz esnada, Yemen eşrâfından bir zâtın Kütüphanesinde gayet mükemmel bir “Amid” tarihi olduğu, hatta şehrin sokaklarına varıncaya kadar her tarafı inceden inceye sayıp-döktüğünü söylemişti. Bunun üzerine isminden ve tarihinden bahs ettiğimiz zâtın yazmış olduğu tarih olmak ihtimali ile fazlasıyla meraklandım. Derhal bu tarihi elde etmek için, Yemen’de bazı zevât ile haberleşmeye başlanıldı. O esnada on bin kuruş maaşla, yeniden oluşturulmaya karar verilen Yemen Vilâyeti Maliye Müfettişliği Nezâretinden, şifreli telgrafla bana görev teklif olunarak, muvafakat edip-etmeyeceğim soruldu. Bu kitabın aşkıyla, kemâl-ı memnuniyetle kabul ettim. Böylelikle Yemen’e gitmek üzere Dersaâdet’e (İstanbul) gelmiştim. Lakin ne öyle bir kitap ve ne de eşraf içinde o isimde bir zât olduğuna dair cevaplar geldi. Pek mahzun oldum ve artık Yemen’e gitmeye gerek görmeyip, sözünü ettiğim müfettişlikten istifa ettim.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

21

NAZIM Ûrüldi başına devlet külâhı, Ânûn destinde kâldî tahtıgâhı. Atânun oğli devletlû kopıcak, Tutar meydân bahâdır er olacak. Melik Saîd dahi bir niçe eyyâm, Sûrûb devlet zemânunda beher kâm. Verildî izz u câh-ı kâmurânı, Dûtub şöhret biraz gördî cihânı. Çerkes Hân oğli Hülâgû erişur, Melik Saîd ölûmîne durîşûr. Melik Saîd reâyâsile nâçâr, Girerler Kal’a-i Mardin’e yekbâr. Gör imdi bed felek cünbüşlerini, Ne tîz gosterür ol çep işlerini. Verir devlete akabince zevâli, Bû durur kim cihânun mekr u âli. Yukarıda adı geçen Hülâgu bin Çerkes (Cengîz) Han, Melik Saîd’in üzerine hücum edip gelince, Melik Saîd (Necmüddin Gazi) etrafında, kendisine bağlı halkla birlikte Mardin kalesine çekildiler. Kuşatma esnasında yapılan savaşlarda, birçok hasar meydana gelip, halktan ve akrabasından fazlasıyla insan ruhlarını teslim ederek, âhiret konağına gitmek üzere yola çıkarıldılar. Allah’ın takdiri olan emir, ecel biçiminde Melik Said’e bile erişip, korkunç emellerin hastalığından birden bire ölüm bardağından (akıp gelen şerbetle) çekip-alınarak, sözü edilen kalede öldü. Allah’ın rahmeti bol bol üzerine olsun. NAZIM Dâr-ı dünyâdan revân olur o gün, İnne lillâhi ve inne ileyhi râciûn. Ruh-ı pâkî ol serâya azm idüb, Cennet içre yerini hoş bezm idüb. Kişi gider, kalur illâ nîk nâmı, Bu olaydan yedi sene sonra, Hazinenin Maliye Müdürlüğü’ne tayin edildiğim esnada, yine on bin kuruş maaşla, Teftiş Heyeti Üyeliği ile Yemen’e gitmem gerekli hâle geldi. Yemen’in her tarafında tahkikat için gittiğimde, gerçekten Yemen’in hiç bir tarafında öyle bir kitap olmadığını, ebediyen anladım. Hayretler içinde kaldım. Lakin Yemen taraflarında, pek nadir ve kıymetli kitaplar bularak, bazısını satın alarak, bazısını ise yazıp nüshâlarını çıkarmak sûretiyle, elde etmeye muvaffak oldum.


22

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Devlet issî kûl kazanır, nîknâmı. Dirûşur hayr işe merdân, rûz u şeb, Her ne kılsa hayr îçûn, kılur taleb.

Melik Said’in dünyasını değiştirip, âhiret sarayına intikal etmesinin tarihi, H. 656 senesidir27. MELİK MUZAFFER Necmüddin Gazi’nin ölümü, (M.1260) üzerine oğlu Melik Muzaffer28 kendisine babasının ölüm haberi erişince, fazlasıyla gam ve 27

Başka bir takım tarihler, kendisine işaret olunan meliğin ölüm tarihini iki sene sonra, H. 658 senesinde yazıyorlar. 28 Melik Muzaffer’in bilinen ismi “Kara Arslan”dır. Adına bastırdığı paralarda “elMelik Muzaffer Kara Arslan” yazısı yer alıyor. Bazı sikkelerinde Hülâgu Cengizî ile müşterektir. Mardin’de bir taşı beyaz, bir taşı siyah olarak hanefî ve şafiilere özel inşa ettirdiği camileri vardır. Bundan başka Muzafferiye Medresesini yaptırıp, tarikat bağlıları için de bir zâviye bina ettirmiştir. Bazı Kurra Vakfiyeleri vardır. Vefat ettiğinde kendi adıyla anılan medresesine defnedilmiştir. Sözünü ettiğimiz Melik Muzaffer’in önceden veziri Amid (Diyarbekir) tarihini yazan babası Melik Said’in vezâretinde bulunup, ismi yukarda geçen, İsmâil Amidî idi. Kendisine işaret olunan vezirin oğlu olup, Melik Muzaffer ile birlikte büyüyen “Muhammed”, erdemli, tedbirli ve akıllı bir kişi olarak yetiştiğinden, babasının ihtiyarlaması nedeniyle, onun da rızasını alarak vezirlik mevkiine gelmiş, devlet yönetimine katılmıştır. Bilgili, akıllı, ustalıkla yazı yazabilen, olgun bir kişi olmakla beraber, Sultan Ahmed bin Hülâgu’nun İslâm dinine girip de şereflenmesine gayret eden hamiyetlilerdendir. Kendisine işaret olunan İslâm olduktan sonra ismi nigudar (hoş) iken, Ahmed olarak değiştirmiştir. Bu çevirmeyi başaran kişiyi (Vezir Muhammed’i) H.681 (M.1282) senesinde, İslâm birliğini sağlamak için, Mısır sultanı, Melik el-Mansûr Seyfüddin Kalavan tarafına elçi olarak göndermiştir. H.682 (M.1282) senesinde kendisine işaret olunan Sultan Ahmed’in şehid olmasından sonra, Mısır’dan bir daha geri dönmemiştir. Mısır’da Şeyhülislâm Ebu Abbas İbn-i Teymiyye, Şeyh Safîddîn bin Abdilhak, İmâm Berzelî ve İmâm Zehebî gibi zâtlar, bu kişiden ilim tahsil ettiler. Dersaadette Genel Kütüphane’de hâlâ mevcut olan bir kitabın üstüne, kendisinden söz ettiğimiz vezir Muhammed’in Arapça olarak el yazısıyla yazmış olduğu ibâre aynen şöyledir: “Muhammed bin İsmâil bin Ebî Saîd bin el-Amidî afe’llâhü anhü (Allah affetsin onu). Günah işlemekten Allah’a sığınır ve ona tevekkül eder. Kitaba Mardin’de altıyüzyetmiş senesindeki aylardan birinde sahip oldu. Allah ona sahip olsungözetsin.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

23

sıkıntıya kapılıp, kıyas edilemeyecek kadar matem ve üzüntü içine girdikten sonra çaresiz takdir-i ilahiye boyun eğip, Allah’ın hükmüne zaruri olarak sabretti. Ki bu “Allah sabredenleri sever” ayetine uygundur. Taziye için kendisinin yanına Hülâgu bin Çerkes Hân gelip; “baban rahmete kavuşup öldüyse, sen gönül şenliğiyle, sevinçli olarak kıyamete kadar kal.” deyip hatırını alarak, teselli etti. NAZIM Hülâgû’nun sözi oldı tesellâ, İdûb cânû gonülden şükr-i Mevlâ. Hükümrân oldı, giydî hil’at-ı hâs, Dahi dergâh-ı Hakka kıldı ispâs. Yedirûb, toplayub kendü yerine, Ani gönderdi oturdi yerine. Melik Muzaffer oldı tahta Sultân, Muzaffer berle oldı millete Hân. Sabâhat, akl u devlet nâmdârî, Ferâset ehl-i şevket tâcdârî. Civânmerd u sühendân oldı, kendi, Ûrunüb tâc kûşândî, tîğ u bendî. İykin rağbet îderdî ehl-i dîne, Gürûh-i mü’minîn u âbidîne. İdüb rağbet vîrirdî bahşiş-i in’âm, Asâyiş bulmuş idi ehl-i İslâm. Gazâlar eyleyûb çok cehd iderdi, Emân diyenler ile ahd iderdi. Alâ veş halk içinde, şâh-ı merdân, Lakab anınçûn oldı; “Kara Arslan” Şecâat berle hem adille meşhûr, Keremle hûd olur, nûrun alâ nûr. Bundan sonra Melik Muzaffer (Kara Arslan), kendi zamanında yüce Mardin şehrinde, sözü sürekli edilen kale yakınında meşhur Muzafferiye Medresesini yaptırdı. Öyle bir medrese ki bu, pek yücelere delâlet eden, yüksek (dik) bir vilâyette ancak gönüllere ferâhlık verecek, insanların gezinirken birbirlerine rast gelip, kavuşabilecekleri bir gezinti yeri olarak şöhret bulmuştur. NAZIM Bir müzeyyen beyt-i Hak, san Kabedür, Hak dilersen gör ani, mihrâbe tûr. Ak, siyâh mermerle hoş nakş eylemiş, Anda bana umrîni bahş eylemiş.


24

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Hân Muzaffer cümlesin ma’mûr idüb, Cânû diller mülkini, pür nûr idüb. Düzdî koşdı eyledi bir yâdigâr, Ârzûsîdür anun perverdigâr. Oşbû evsâfı çokdur illâ ihtisâr, Oldı yigirmi sekiz yıl tâcidâr. Oldahi kıldî kamû umrîn telef, Bî’ ukbâda rûhunu virdi selef. Medh û geş olasi söz az idelüm. Mürğ-ı cân ukbâya pervâz idelüm.

O da; geride kalan rahmet ve mağfiret edilmiş, mesut ve şehit kabri, Allah’ın nuruyla ışıklansın Muzaffer Han, sultanlık makamında yirmisekiz yıl sultanlık ettikten sonra, geçici olan bu dünyadan göçüp, kalıcı olan dünyaya, aziz olan ruhunu gönderdi. Allah rahmet ve mağfiret etsin. Sultan Karaarslan H.68429 (M.1285) senesinde ahirete intikâl edip, Muzafferiye Medresesinde defnolundu. MELİK MANSUR30 29

Bu zâtın vefâtını başka tarihler H. 691 (M.1292) olarak kayd ediyorlar. Ebu’l-Fidâ bile tarihinde zan yolu ile H.691 olarak gösteriyor. 30 Bu zâtın sikkelerinde “es-Sultan el-A’zam Zıllu’l-lâhi fi’l âlem-Allah’ın yer yüzündeki gölgesi- el-Melikü’l-Mansur Necmüddin Ebî’l-Feth Gazi” şeklindeki tantanalı ismi nakışlanmıştır. Bilginlerin erdemlilerinden olan Zeynüddin Abdulkadir İbn Muhammed el-Hanefi er-Râzî isimli edip; “Ravdati’l-Fesâha” ismindeki kitabını, bu zatın namına yazmıştır. “-Allah tarafından- ismi güçlendirilmiş olan Sultan el-Mansur Necmüddin Ebü’l-Feth Gazi el-Artukî onurlandırıldı” ibaresini dikte etmiştir. İbn Hacer’in anlattığına göre Melik Mansur, gayet şişman bir adamdı. At üzerinde yorulup sıkılırsa, binmek için yanında bir de “Mahfe” gezdirirdi. Ender olarak rastlanan bir erdem ve irfana haiz olan, Osmanlı hanedânından bir prensesle evlenmiş bulunan eski Maarif Nâzırı Muhammed Şerif Paşa İbn Ahmet Şükri Paşa İbn Muhammed Şerif Paşa hazretlerinden yâdigar olarak kalan, bizzat kendi kalemiyle eşi benzeri olmayan bir güzellikte tercüme ettiği “İbn-i Batuta Seyahatnâmesi” nde, şu güzel ifadeler yer almaktadır: “Mardin’e ulaştığımda gördüm ki bu belde, İslâm şehirleri içerisinde eşi ve benzeri bulunmayan, sağlam ve hoş, dağ eteklerinde bulunan muazzam bir yerdir. Çarşıları güzeldir. Orada “Mer’az” adıyla bilinen, yünden yapılma dokumalar (akmişe) imal olunur. Yüksek bir kalesi vardır ki, şöhretli kalelerden olarak, dağın zirve noktasındadır.” İbn-i Cevzi der ki; “Bu Mardin kalesi -Şehbâ’ (kır, akçıl)- diye isimlendirilir.” Şair Irâkî ‘Safiyüddin Abdulaziz bin Serâyây-ı Hıllî’ <Mesmat> manzûmesinde, aşağıdaki beyitlerinde, bu kaleyi kasdeder:


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

25

Melik Muzaffer- Kara Arslan- ölünce yerine muhakkak surette sahip olan oğlu Melik Mansur31, rahmetli atasının vefatından sonra tahta geçerek sultan olup, yerini sağlamlaştırdı. Melik Mansur (IV. Necmüddin Gazi) yirmi yedi yıl, padişahlık yapmıştır. Bu sultan; her işte olgun, akıllı, yiğit, cesaretli, dinin yardımcısı, yasa koyucu, evvel zamanın seçkin başkanı, zamanın ermişlerinin başı olup, adâleti uyguladığı günlerinde (zamanında) bir güven, yardım ve aman dilenecek yer olmuştu. Öyle ki; kurt koyun ile birbirine alışmış, panter âhu ile yakınlık kurmuş, her yer sevinçle dolmuş, hüküm sürdüğü dönemde insanlar şenlenmiş, doğu vilâyetleri baştan başa onarılmış olup; nimet, rahmet ve şefaat denizine boğulmuştu. NAZIM Devletünde yer yüzi ma’mûr idi, Kande kim ûrsa kadem, mansûr idi. Akl u idrâk issî hem ehl-i kerem, Hem mürüvvet kânî, hem sâhib alem. Hem kiyâset berle, ihl-i rey idi, Sanâsun devrinde, Hâtem Tây idi. Mülk-i dilde gün bigî rûşen zamîr, Feda’ rubûa’l hılleti’l- feyhâi, Vezver bi’l-aysi an’iz-Zevrâi, Velâ takif bi’l-Mûsıl hadbâi, İnne şehâb’el-kal’ati’ş-Şehbâi, Muhrikuşşeytâne surûf’üd-dehri. Yukarıda adı geçen şairin Arapça olarak yazdığı manzum dizelerin, Türkçe anlamı şudur: Genişçe olan alanın durağını (evlerini) dörtte birini terket ve develer ile Zevrâ (Bağdat) dan çık (vazgeç). Eğilmiş- bükülmüş olan Musulda da, durma. Muhakkaktır ki; kır-akçıl kalenin kıvılcımları, zamanın iblis belalarını yakar. (Haleb kalesine de, Şehbâ adı verilmiştir.) Bu “Mesmat” adlı manzûm şiir, eşi-benzeri olmamakla birlikte, şâir bunu Mardin Sultanı, Melik Mansûr için yazmıştır. Adı geçen sultan; cömert, şöhret sahibi bir kişi olarak orada elli -veya yirmi- sene kadar buyruğunu sürdürdü. 31 Kendisine işaret edilenin yerine Melik Mansûr’dan önce gelen diğer oğlu Şemsüddin Davud’un oturduğunu başka tarih kaynakları, bize gösteriyor. Kâtip Ferdî bu kişiyi her nasılsa tarihinde göstermiyor. Bu Şemsüddin Davud’un H. 691 (M.1292) tarihinde Mardin’e hükmetmeye başladığını, bir yıl dokuz ay hükümet ettikten sonra, H. 693 (M.1294) senesinde yerine kardeşi; “el-Melik el-Mansur Necmüddin bin Kara Arslan”ın geçtiğini, Eb’ul Fidâ söylüyor. Kendi yazdığı tarihte; “Takvim-i Halli Mardin” isimli eserden naklederek “Artukoğulları” başlığı altında inceliyor.


26

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Küllü eşyâ hüsn-i hulkundan münîr. Çûn harîs olub, imâret eyledi, Avn-ı Hak oldı, hidâyet eyledi. Mülk-i Harzem hem cevâsık, he tamâm, Ravza-i Dicle ve Firdevsuhe makâm. Bî aded mülk-i mükemmel, lânazîr; Yâsadî kıldî müheyyâ ol emîr. Sûrdî âlemde safâlar, bî kıyâs, Kendû mahmûd, kûllarî idi eyâs. Niçe niçe bâğ ü bostân ü serâ, Cennet’ül Me’vâya nisbet, dil-güşâ. Dürlü dürlü havz u ırmak, bî şumâr, Tahtehe’l enhâr adil içre sular. Ravzalarla devhalar, pür gülistân, Sanâsun cennât-ı gülşen, dilistân.

Melik öyle bilgili, zarif bir varlıktı ki, dünya sarayında bir benzeri daha yoktu. Şöyle ki; bir yılı dörde ayırırdı: İlkbahar zamanında üç ay Makam-ı Dicle’de32 olurdu. Ki buranın ılımlı havası cana can katar, türlü türlü safa sürülürdü. Orada üç ay kadar sırma gibi bedenler, gül gibi nazik endâmlarla, gece-gündüz, yiyip-içip vaktini eğlencelerle geçirdikten sonra, Yaz mevsiminde Firdevs33 (Ferdus) Bahçesine geçerdi∗. Melik Mansur üç ay o yüksek makamda heva u hevesin 32

Bu yer; “Sultan Yaylası” adıyla bilinen çok güzel bir yerdir. Mardin şehrinin, Sur Kapı dışında hâlâ var olan, akar suyu latif, gönüllere ferahlık veren bir kasırdır. Mardin’in kıymete değer Kasr ve bahçelerinin başlangıcıdır. Şimdiki adıyla “Zınnâr” adıyla bilinen ve var olan, üç dört saatlik mesâfede bulunan bahçe ve ravzalar, bu Kasır’dan sonra başlar. Kâtip Ferdî’nin burada “Firdevs Bahçesi”(Ravza-i Firdevs) ve yukarıdaki manzûmade “Firdevsühe”, bir kaç satır aşağıda ise “Firdevs köşklerinde” demekten maksadı, bu bahçelerin hepsidir. Mardin civarındaki bu köşk ve bahçelerden dört-beşi hariç, diğerlerine gidip de, oralarda kalmak nasip olmadı. Muhtemeldir ki pek çok kitâbeler vardır. Yalnız bahsi geçen Kasr’a ait bir kitâbe, ileride Melik Sâlih bahsinde görülecektir. ∗ Zinnar bahçeleri Mardin’in en havadar, suyu berrak ve lezzetli, ağaçları gayet çeşitli olan yerleridir. Son yıllarda uğratılan ihmallere rağmen, çok kısa bir süre öncesine kadar buralar, en onarımlı yerlerdi. Hâlâ değerli mevkilerdir. Mardin ilinin yetiştirdiği büyük bir dehâ ve âlim olan Mevlâna Şeyh Yusuf ENSARİ, Yaz mevsiminde bir çok eski Mardin eşrafının yaptığı gibi, bütün ailesiyle Vadi-i Safâ’daki Zinnar bahçesine taşınır, ilmî etütlerini buradaki kasrında sürdürürdü. Vadi-i Safâ, adındanda anlaşılacağı üzere, sefâ sürülecek, suyu bol, havası temiz bir yerdir. Bıtım ve mahleb ağaçlarının şifâ kaynağı olduğu, bilinen bir husustur. 33


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

27

durağında, gönül okşayan altından yapılmış sürahilerle, kevser gibi doldurulmuş kadehlerle hûri şeklindeki sevgililer ile cennettekiler gibi can cana gönülleri ferahlatarak, zevk ve neşesini bulurdu. Bu dünyanın gam, keder ve putlarını aşarak, gül gibi kırmızı yüzlü dilberlerle Tavus kuşları gibi Firdevs köşklerinde kuşlar gibi süzüle süzüle dolaşıp,gönlü neyi dilerse yerine getirip, üç ay orada otururdu. Ardından güz mevsimi erişip, meyveler tamamen olgunlaştığında, zevk ve safa günlerinin çağında, yeşil atlas otağında Rişmil34 demekle vasıflanmış emlâkinde; envâi türlü meyve engürter (taze üzüm), şeftali, elma ve ayvâ, enâr (nar), tatlı şirin âlû (erik) lar, sözün kısası kıyas bile edilemeyecek her türlü meyveden, nasibini alırdı Daha sonra kış mevsimi geldiğinde Harzem35 diye bilinen, kış döneminde konakladığı emlâkinde∗, Hacı Bektaş’a benzer bir biçimde ateş Yusuf Ensari’nin oğlu olup, şair yönüyle de bilinen Ahmet YARDIMCI, burayı dizelerinde şöyle tasvir ediyor:

ZINNAR Şelâledir kaynaklar, Havuzlar dolar,taşar. Cıvıldaşır dallarda, Bin bir çeşitli kuşlar. * * * Cennet misâli Zınnar, Sende gamlı ne arar? * * * Bahar gelir, gülersin, Gam, kederi atarsın. Rengârenk esvâbınla, Nice canlar yakarsın. * * * Cennet misâli Zınnar, Sende gamlı ne arar? 34

Yıllarca türidiler, Sömürüp, doymadılar. Hunharca baltalayıp, Can damarın kestiler. * * * Cennet misâli Zınnar, Sende gamlı ne arar? * * * Ahmed’in çıka geldi, Atalar rahatladı. Sana yâr olmayanlar, Kucağından atıldı. * * * Cennet misâli Zınnar, Sende gamlı ne arar? (Ç.N.)

Bu yer hala var olup, gönülleri açan tarihi bir yerdir. Buradan bazı erdemli kişiler çıkmıştır. 35 Burası tarihlerde bilinen bir yerdir. “Kitâb’ür-Ravzateyn” isimli eserde, Harzemin bahsi vardır. Artukî’lerin en güzel kasırlarını, Dârü’z-Ziyâfe (Şölen Salonu) lerini içine alan bir yerdir. Burada bir çok muharebeler vuku bulmuş olduğu gibi, bina yıkıntılarının bile eseri kalmamıştır. ∗ * Mardin Artuklu hanedânının, zaman zaman kullandıkları konak ve şölen salonlarından iz bulur ümidiyle, Harzem’e gittiğimizde, fazla bir şey bulamadık. Mardin Hava Alanının tam karşısındaki yol sapağından gidilebilen ve şimdi artık


28

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

kenarında zamanını geçirip, dünya planında aziz ömrünü hoş edip, dilediğini yapmıştı. BEYİT Anâ da kalmadı bu kahbe devrân, Oni şîrîn, sonunda acıdur cân. Sonunda bu sultan için de ecel vakti erişip, ölüm meleği gerdânını (boynunu) eliyle sıkıp, yirmi yedi yıl padişahlık sürdükten sonra H.711 senesinde36 can kuşunu, yüce Allah’ın sınırsız ve tükenmez rahmet denizine ulaştırdı, Allah’ın rahmeti bol bol üstüne olsun. Melik Mansur IV. Necmüddin Gazi’nin tertemiz cismi, kardeşinin inşa ettirdiği “Hüsâmiye” diye bilinen Medreseye defn olundu. Allah’ın rahmet ve mağfireti üzerine olsun.

“Ziyaret Köy” diye anılan bu eski Artuklu kenti, gerçekten ortasından geçen akarsuyu ve tertemiz havasıyla dikkat çekiyor. Giriş noktasında, sağa bakan tarafta evlere dayalı olan tepenin; yıkılmış bulunan eski binalardan oluştuğu, hemen belli oluyor. Anlaşılan o ki, harabe yığınlarından çıkarılan taşlarla sonraki zamanlarda derme-çatma evler yapılmış. Çünkü bazı evlerin duvarlarında rastladığımız eski harf yazılar, bizi böyle bir tespit yapmaya yöneltti. Her şeye rağmen akarsuyun üstünde hâlâ varlığını sürdüren üç gözeli taş köprünün üstünden geçerek, mevcudiyetini yarım-yamalak zamanımıza aktarabilmiş olan, cami-türbeye geldik. Tahribinin önlenebilmesi için, beton ilâvelerle aslına uygun olmayan onarımlar yapılmış. Bir minare de eklenmiş. İçeride uzunca bir hücrenin dibinde, Habeşistan’dan geldiği rivayet edilen, saygın bir zâtın kabrine tesadüf ettik. Odanın kapı duvarında muhafaza edilmeye çalışılan bir kitâbe vardı. Camiin giriş kısmında, kapıya üst yapılan yek pâre Arapça bir kitâbe mevcuttu. Bu kitâbede anlam olarak şunlar yazıyor: “Rahman ve Rahim olan Allah adıyla... Bu makam, amelinde tevâzu gösteren, Allah-u Teâla’ nın kapısına yaklaşan, O’nun Rahmetine yoksullukla ihtiyaç içerisinde olan Habeşistanlı -Hur- Tacüddîn Mesûd bin Abdullah en-Nâsırî’nindir. Allah ondan kabul eylesin. Bu bina; Mevlâna el-Melik el-Âlem el-Âdil el-Müeyyed el-Muzahhar el-Melik’el Mansur, din ve dünyâ konularında yardımları bulunan Artuk Arslan İbn Übey Gazi bin Timurtaş bin Artuk Zahir, mü’minlerin yönetiminde bulunurken yapılmıştır. Bu binanın bayındır olmasına yardımcı olanları, Allah aziz eylesin (H.608 Muharrem M.1238).(Ç.N.) 36 Ebu’l-Fidâ H.712 senesi (M.1312) Rebiulâhirinin sekizinci pazar günü vefat ettiğini, İbn Hacer de aynı şekilde sözü edilen yılın, Rebiulâhirinde öldüğünü ittifak ederek, yazıyor.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

29

NAZIM Âh, vâh bu çarh-ı gerdûn âkibet, Öldürür her şey’i, dûn gûn âkibet. Ger yaşarsa dünyada bin yıl âhir, Mevt yelî seni koparur; bil âhir. Pes bu siccîn mü’minün yeri değil, Dâr-ı ukbâ dürür, âhir doğri yol. MELİK ÂDİL Yukarıda sözünü ettiğimiz Melik Mansûr’un yerine aynı sene oğlu Melik Âdil37, adalet tahtına padişah olup, mutluluk burcunda parlak ay gibi, ömrü kısa ve bitimi yakın olup, on sekiz gün geçici olan bu dünyada sultanlık yapabilmiş, zamanının başları ölüm meleği gibi kahramancasına çengelden pençesini gül gibi nâzik endâmına, onun selvi ağacı gibi uzun boyuna el vurup, ancak bir kuş kadar olan canını bir an ve bir nefes alacak miktar aman vermeyip, ahiret bağ ve gül bahçelerinin tûtî (Papağan cinsinden taklit yapan bir kuş) misâli kabir âleminin şekeristânı (şeker kamışı tarlası) na eriştirdi. Vefası olmayan bu dünyada, çektiği mihnet ve sıkıntıların karşılığını, ölüm emri gelip de, esenlik yurduna gittiğinde, sakinleştiriciler verilip, pak ruhu sonsuz gelecek zamanlara ferahlıklarla, hesap vermeksizin ve azap çekmeksizin sınırsız şefaate ulaştı. Allah ondan hoşnut olsun. Ama yukarıda sözü edilen Âdil padişah’ın muhterem ve sayılan iki veziri vardı. Biri Emîr Şucâüddin38, diğeri de Emîr İzzüddin... Her biri akıl 37

Kendisine işaret olunan el-Melik el-Âdil Alpı, İmâdüddin Ali isim ve lakâbına sahiptir. Kâtip Ferdî hükümet ettiği sürenin, on sekiz gün, İbn Hacer, on yedi gün ve Eb’ul-Fidâ, on üç gün olduğunu yazıyorlar. İbn Hacer hazretleri zehirlenerekten vefat ettiği rivayetinide kayd ediyor. 38 Sözü edilen Emîr Şücâuddin’in babası, Emir Seyfullah İshâk olduğu, şimdikinden bir önce görev yapmış olan Melik Muzafferüddin’in vezirlerinden olduğu bir kitâbeden anlaşılıyor. Kâtip Ferdî’nin kaydettiğine göz atacak olursak, Emîr Şücâuddin’in “Melikü’l- Âdil Alpı İmadüddin Ali” zamanına kadar vezirlik yaptığı görülüyor. Sözü edilen Arapça kitâbe, Mardin’de defnedilmiş bulunan, toprağı yarlıganmış-affedilmiş olan sahabe-i kirâmdan; Zırâr İbn Ezver hazretlerinin türbeleri kapısında, aynen şöyle yazıyor: “Rahmân ve Rahim olan Allah adıyla.. Bu fakir ve yalvarıcı-ümitli olan, mutlu kimsenin inşa ettiği eserdir. Rabbi ona rahmet etsin. Emîr Şücâüddîn Râşid İbn el-Emîr Seyfullah İshâk, Muzafferin mülkünde, bunu ve başkalarını vakfetmiştir. Hamam inşa etmiştir. Başaklar yolunda bostan yaptırmıştır. Düneysır şehrinin batı bölgesinde, Dâhiyye oluşturmuştur. “Hatip Köyü”nde bostan meydana getirmiştir.


30

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

ve olgunluk sahibi, görüş isabetliliğinde birer, Süleyman peygamberin veziri Âsaf örneği, cömertlik ve ihsanda; maden gibi... Öyle ki onların vasıflarını saymak, mümkün değil. NAZIM Bunların da defterün dürdi ecel, Hükmüni bunlara da sürdi ecel. Nidelûm çûn ûşbudur, kâr-ı felek, Çâre yokdur mevte, ger olsan melek. Dedi Resûl dünyâ, bir saat dürür, Ol saatde emr olan, tâatdürür. Bâkısi küllü feşer, ender feşer, Buni böyle anla sen, ey şöhrever! Cümlesî ol dünyâya oldı revân, Husûsâ bu devr-i bed, âhir zemân. Rabbenâ sen kûllara, olğıl muîn, Rahmetinle yâ ilâhe’l-âlemîn Melik Âdil’in ölümünden sonra H. 712 (M.1312) senesinde pâdişah olan Melik Muzaffer, kılıç ve kalem kullanmada vasıf sâhibi, Arap ve Acemlerin sultanı, gayret ve cömertlik pâdişahıydı. MELİK SÂLİH39 Bunların gelirlerinden bir Kurrâ’ (Kur’ân’ı yedi kıraat ve on rivayet dahilinde okuyan üstad hafızlar) için, her ay 20 dirhem para, bir ölçek (1,5 sa’lık) buğdayın da, üçte biri verilecektir. Aziz olan kitâbın (Kur’anın) tilâvetini öğrenmekte olan yirmi çocuktan her biri için de, her ay on dirhem para ve bir ölçek buğday ödenecektir. Bundan başka her ay, her bir kişi içinse üç dirhem, eğer bunlar okutuyorlarsa, on dirhem ve bir buçuk ölçek buğday verilecektir. Her gece de aydınlanmak için bir kıyye (100 gr.kadar eski bir ölçek) zeytin yağı, gece yarısından ve rağbet edilen -mübarek veya etüt- gecelerinde ise bir rıtıl (bir ağırlık ölçüsüdür. Mısır’a göre 460.8 gr.) zeytin yağı ve bir kıyyenin üçte biri kadar mum ile Kur’an-ı Kerim’i hatim için okuyanlaraysa iki rıtıl tatlı (helva) verilecektir. Bu kitabe Muharrem ayının, Hicrî.... Senesinde yazıldı. Allah kendisinden kabul etsin.’’ 39 İsim ve künyesi “el-Melik es-Sâlih Şemsüddîn Mahmud”dur. Meskûkatında (sikkelerinde) “Sultan” ünvanı da vardır. Mardin civarında Firdevs (veya Ferdus) adlı köşkün, su eyvânının üzerinde mermer bir levhada iki beyitli Arapça olarak yazılmış bir kitâbe -çelik kalemle- kazılmıştır. Şu birinci beytinden bu köşkün, vaktiyle kendisinden söz ettiğimiz Melik Sâlih’in olduğu, anlaşılıyor:


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

31

“Hâne ez-zemânü ma’yî biküllî îşe sâlih, Ve ezdâdü mucidden bi’l-Melîk’üs-Sâlih.” Bu şiirin Türkçe anlamı şudur: ”Her güzel ve hayırlı (doğru) işe el attığımda, zaman bana ihanet etti. Hayat akıp-gittikçe Melik Sâlih vasıtasıyla gerçekten (iyi işler) arttı.” Oğlu Emir Abdullatif’in bina ettirdiği, hâlâ dipdiri ayakta duran Latifiyye Camii Şerifi’nin kitâbesi şudur: “Rahman ve Rahim olan Allah adıyla...” Bu fakir, latif ve mübarek olan camiin inşaını, yapmaya gücü yetti. Allah-ü Teâla’nın rahmeti, Abdullatif el-Melik es-Sâlih’e ulaşsın. O istenilen şeyi ortaya çıkardı. Allah indinde karşılıkları olursa... Allah kasd ettiğini tamamlayıp, ahdini (sözünü) yerine getirdi. Allah’ın başlangıç aylarından olan, Receb’ül esam’ın H.776 senesinde. (M.1374) Bu Câmiin minaresini, Musul valiliğinde bulunan vezirlerden Gürcü Muhammed Ziya Paşa H.1362 senesinde yeniden bina etmiştir. Sözü edilen kişi, yetmiş yaşında bir ihtiyarken, Mardin kalesine yaya olarak çıkmakla hastalanmış ve zikredilen yılın, Zilkade ayında vefat etmiştir. Damat Muhammed Şerif Paşa hazretlerinin; “İbn Batuta” çevirisinde, kendisine işaret olunan Melik Sâlih hakkında, şu merhametli ibâre yazılıdır: “Biraz önce bildirilen Melik Mansur’un oğlu Melik Salih olup, babasından mirası alarak sultan oldu. Dillere süs veren, cömertlikleriyle şöhret olarak, her yerde tanındı. Irak, Şam ve Mısır’da bundan daha cömert ve âsil, kimse yoktur. Dergâhına gelen şâir ve yoksullara, kendi babasını örnek tutarak, bol bol hediyeler, bahşişler verirdi. Ebû Abdullah Muhammed bin Câbir el-Endelûsî adıyla bilinen kör bir kasideciye, kendisine gelip övgüler düzmesine karşılık, yirmi bin dirhem vermiştir. Sadakaları, oluşturduğu medreseler, yemek yedirmek için yaptırdığı zâviyeleri çoktur. Veziri; ünü yaygın olan, çağının önderlerinden bulunan Cemâlüddin Sencârî’dir ki, Tebriz beldesinde okumuş ve büyük bilginlere, yetişmiştir. Kâdı-i Kudât’ı (Baş Kadı) olan kâmil imam; (Burhânüddin Mevsali), Allah dostlarından Şeyh (Fethi Mevsali)’ye mensuptur. Sözünü ettiğimiz Kadı Burhânüddin, dinine bağlı ve dininin emrettiği şeyleri titizlikle yerine getiren, erdemli bir kişidir. Sert yünden, on dirhem bile değeri olmayan bir elbise giyer, sarığı da buna benzerdi. Çoğunlukla Medrese dışında bulunan mescidin sahanında oturarak yargılama yapardı. İbadetini de orada yapardı. Kendisini tanımayan bir kimse, onun bu durumunu görse, kesinlikle hizmetçi sanırdı. Kendisiyle ilgili şöyle bir öykü vardır: “Rivâyet olunur ki, Kadı Burhanüddin, mescidin dışında bulunduğu esnâda bir kadın gelir. Kadıyı tanımadığından; -Ey Şeyh (Ey ihtiyar veya tekke, medrese reisi)! Kadı (Hakim) nerededir? demesiyle, Kadı; -Ondan ne istersin? diye sorar. Kadın;


32

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

-Kocam beni dövdü. İkinci bir eşi de olup, aramızda her yönden adâlete uygun hareket etmediği gibi, mahkemeye davet etmiş olduğum halde oraya da gelmiyor. Yoksul olduğumdan dolayı mahkemeye ihzâr ettirmek (Hâkim huzuruna çıkarmak) için, Kadı’nın memurlarına verecek bir şeyim yoktur, cevâbını verir. Kadı ; -Kocanın evi nerededir? diye sorar. Kadın; -Belde’nin dışında, Melâhin (şimdiki adı;Kabala) köyündedir. yanıtını vermesiyle; -Seninle oraya giderim, der. Bayan; -Vallahi sana verecek bir şeyim yoktur, demesine cevaben; -Senden bir şey almam, dedikten sonra; -Köye git de hâricinde beni bekle, arkadan geliyorum, diye tenbih eder. Kadın, kendisine söylendiği şekilde gidip, kendisini köyün dışında beklemeye başlar. Kadı arkasından bir kimsenin gelmesine müsaade etmemek âdeti olduğundan, yalnız gider. Sözü edilen şikayetçi kadını bulup, onunla kocasının evine girer. Bayanın kocası, Kadı Burhânüddin’i görünce, karısına: -Seninle beraber gelen bu uğursuz şeyh, kimdir? diye soru sormasıyla, Kadı: -Vallahi ben senin dediğin gibiyim. Lâkin karının gönlünü al, deyip sözü uzatırlar. Halk gelir. Kadı’yı tanıyıp, selam verirler. Şikayet edilen adam o âna kadar onu tanımadığından korkar, mahcup olur. Kadı: -Korkma, eşinle aranı düzelt, diye tembih ettikten sonra, adam bundan böyle eşini hoşnut eder. Kadı o günün nafakasını (yiyecek parasını) onlara vererek, geri döner.” Sözü edilen bu Kadı ile görüştüm. Beni evinde konuk etti. Sonra Bağdat’a dönmek üzere, hareket ettim.” Melik Salih’in önceleri Kadi’l-Kudât’ı Abdullah bin Muhammed bin Süleyman Mücelli-i Düneysirî idi. Babası, Kadı Muhammed, Melik Nâsırüddin bahsinde geçmiştir. H.699 senesinde babası vefat eylediğinde yerine oğlu bulunan bu kişi Kad’il-Kudât olmuş ve görev süresi elli bir sene tutmuştur. H.646 senesinde dünyaya geldiğini, İbn Hacer Hazretleri açık açık söylüyor. H.681-706-710 senelerinde üç defa Hicaz’a gitmekle müşerref olmuş, Melik Mansur ile Bağdat ve Mahmud Gâzân’ın, Suriye’de bulunduğu esnada, sözü edilen Melikle berâber Suriye’ye gitmişti. Zeki, bilgili, faziletli, işlerin yürütülmesini başarabilen ve siyâset alanında iyi yetişmiş bir kişiliği vardı. İşte bu zat; H.720 tarihinde vefât eylemiş, İbn-i Batuta’nın beyân ettiği “Burhânüddin Mavsalî” ondan sonra, Kadi’l Kudât olmuştur. Melik Salih’in; Fennü’l-Câna (gönle hitap eden sanat, mûsikî) fazlasıyla merakı olduğundan, zamanında özellikle aşağı idarede yetişen (köleler) şarkıcılar, bestekârlar; Mısır ve Şam taraflarından imrenilerek, izlenirdi. Bunlara güzelce okuma-yazma öğretir, hem tefsir ve hadis ilimlerinde, hem de musikî sanatında eşsiz, benzersiz bir dereceye ulaştırırdı. Bunlardan biri; “Küteyle” adıyla tanınan, sesi gayet güzel bir çalgıcıdır ki, bu işlerde dünyaca şöhreti yaygın olan Safyüddin Abdülmümin’in bir çok bestelerini ezberleyip zaptetmiş, ilim öğrenmede üstün gayret göstermiştir. Bunlardan başka; “Güzel Yazı Yazma Sanatı”nı da öğrenerek, benzerlerinden üstün olmuştur. Öyle ki Mısır Sultanı, el-Melik en-Nâsır Muhammed İbn-i Sultan Seyfüddin Kalâvan (Kılâvun), onun şöhretinin yayılmasını haber alarak, Mardin’e


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

33

Melik Salih, atasının tahtına oturup, her yönüyle adâleti ve her öğrendiği ilmi hayatına uygulayıp-yaşayan, erdemli bir kişidir. Öyle ki onun niteliklerini, değersiz kalem uçları ile ilim sahibi bilginler sonsuz-sınırsız ömür sürseler bile, yazmaya ve anlatmaya güç yetiremezler. Cihanın, tüm tedbirli olup, düşünce ile hareket eden adamları, sulak ve ağaçlarla donanmış bahçelerin vasıfları onun güzelliğini anlatmada acizliklerini itiraf edip, suskun kalırlar. Oysa ki; uçsuz-bucaksız lütuf denizinden bir zerre, rahmet ve şefkat kaynağından bir damla, az bir koklayış ile onu kısaca yazıp anlatmış olurlar. NAZIM Ger bunun vasfın işide, câm-ı Cem; Unudub kendûzün ola, fehm-i kem. Bî misâl velâ nazîr bir şâhidi. Sanâsın burc-ı felekde, mâhidi. Melik Salih; ulu, gayretli, mutluluk ve nimet sâhibi, yüce tabiatlı bir kimseydi. Bu, her ne kadar böyleyse de, zâten mübarek ve temizlenmiş ismi, Sâlih idi. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S.)’nın yolunda, namuslu doğru olan özel görevle memur göndererek, Küteyle’yi Mısır’a getirtmiş, yüksek bir mevki vermiştir. Yüzü ay gibi parlak câriyelerin öğretilip-eğitilmeleriyle görevlendirildiğinde, ondan pek çok câriyeler; güzel ses ve makamlar öğrendiler. Ses güzelliğinde benzersiz olduğu gibi, Acem Çeng’inde (Kanun’a benzer, dik tutularak çalınan bir çeşit saz.) bile eşi-benzeri olmayan birisiydi. H.710 senesinin sınırlarında vefât etmiştir. Keza bu meliğin, Ali bin Abdullah el-Mârdinî adında diğer bir kölesi vardı ki; tüm Mûsikî dallarında, özellikle Ud çalmakta benzersiz, çok güzel bir sese sahipti. Bunun da şöhreti yayılınca, Mısır Sultanı Nâsır bin Kalâvan haberdar oldu. Onu da Mardin’den isteyince, Mûsikî sanatkârı köle, H.728 senesinde Mısır’a ulaştı. Sultan onun edep ve terbiyesinden, Mûsikî ilmindeki ustalığından son derece hoşlanarak, kendisini saygı duyulacak yüksek bir mevkie kavuşturdu. H.740 yılında Nâsır bin Kalâvan (Kılâvun)’ın ölümü üzerine, dünyada Ud çalmada eşi bulunmayan muhteşem bir sanatkâr olduğu halde, bu işi terk etti. Tüm mûsikî çalgılarını kırıp, yok etti. Onca çabalayarak elde ettiği bilgilerin genişliğine rağmen, bunları bıraktı. Kur’an-ı Kerim’i ayrıca Kudûri’yi ezberledi. Git gide terfi ederek, H.753’de Şam, ardından Halep, H.759 (M.1358) yılında ikinci defa Şam, H.761’de Hama, H.762’de üçüncü kez Şam, H.769 (M.1368)’da Mısır Valisi oldu. Yasalara boyun eğen, edip, gerçek dost, anlayışta olgun, dinin kural ve edeplerine uygun hareket eden yüce niteliklere sahip bir kişiydi. Bunun böyle olduğunu zamanının tarihleri, güzelce tanıklık yapıyorlar. İşte başlangıçta bir çalgıcı iken; ilim tahsili ve öğrenme konusunda gayretli olması, kendisini bu yüksek mertebelere yükseltmiş ve ulaştırmıştı.


34

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

kimselerden ve Allah’ı severekten, İslâmın koyduğu kurallara uygun hareket edenlerden olup, yoksulların padişahıdır. Gözde olan velilerin baş tâcı, doğruluktan sapmış olan dünyanın bile onuru ve kıvancı, Ademoğlunun sevinç kaynağı olup, her türlü bilgi ve olgunluk vasıflarıyla nitelenmiş, davranışlarında saflık ve berraklığıyla bilinen bir kimseydi. Allah dostları ve içi temiz, tuttuğu yol doğru olan kimselerin seçkini, gözünün nûrudur. İrfan sahibi olanların sultanı, gerçeği ortaya çıkarmaya çalışanların dayanağı, dinin ve devletin yardımcısı, isteklerine kavuşmuş, mutlu bir padişahtır. Bütün bunlar; terbiye edici rızıklandırıcı olan, Hz. Allah sayesindedir. Onun zamanında benzeri yoktu. Öyle ki; Mısır, Şam, doğu ve batı olmak üzere çevre yerlerden hükümdarlık makamına, yönetimi altında bulunan yerlere, yüklerle sahip olunan mallar gelirdi. Gerçekten ilginç ve tuhaf şeyler ulaşırdı. Erkek-kız olmak üzere kendi soyundan tam yüz çocuğu dünyaya gelmişti. Bu çocukları içerisinde ünlü, seçkin, ata iyi binen ve pehlivan gibi olanlardan yanında ve önünde, İran’ın meşhur pehlivanı ve savaşçısı Rüstem gibi meydanda kükreyen Aslan misali, 40 yiğit babalarıyla beraber at sürerlerdi. Dinin gerektirdiği işlerde, onunla beraber yardımcı olup, gece gündüz babalarıyla zamanlarını geçirirlerdi. Yukarıda adı geçen Melik Salih, dünyada 97 yıl ömür sürüp, 5440 yıl saltanat makamında bulunup, padişahlık etmiştir. Allah onu mutlu ve mümtaz kılsın... NAZIM Gîcei üç bahş iderdi ol azîz, Müttakî sâhib, niyâz, ehl-i temîz. Gîcenün bir bahşini verdi tene, Râhat olub nevm verirdi, cismine. Hem ikinci kısmını ezvâce bahş, Hâne-i dilde kılurdı buni nakş. Tâatîçûn sülüs bahş kılurdı ol, Subh olunca kıluridi, zikrî bol. Ûşbunun üzre geçürdi, rûzigâr, Rûz u şeb cehd ile her leyl u nehâr. 40

İbn-i Kesir; Melik Salih’in ömrünün 80 yaşından fazla, yönetim süresinin de 60 sene olduğunu beyân ediyor ise de, İbn Hacer buna itiraz ederek, onun daha tüysüz bir genç iken, babasının makamında bulunduğunu söylüyor. Bu sebepten ötürü onun yönetiminin 60 sene değil, 54 yıl olduğunu yazıyor. Bu da Kâtip Ferdî’nin yukarıda yazmış olduklarına, gayet uygun düşüyor. Fakat İbn Hacer’in, bu rivayetine göre Meliğin ömrünün 97’ye, belki de 80 yaşına bile ulaşmaması gerekiyor.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

35

Hem mukarreb dört vezîri var idi, Dördî dahi key aceb dîndâr idi. Biri Nûreddîn HacıOsmân idi, Alemüddîn oğli Mîr Alî biri. Seyfüddîn Sunkûrdî biri müstakîm, Hem Mucîrüddîn biri, merd-i kerîm41 Bunlar iderdi müdâm tedbîr u rey, Yüzleri rûşen sanâsın, tolû ây. Mardin Artuklu Meliği Salih; veziri olan Hâcı Nureddin’i görevinden alıp, onun yerine az önce sözü edilen Emîr Ali bin Alemüddin Sencârî42 geçmiştir. Söz konusu olan Melik Salih zamanında, onun adâlet ile insanları yönettiği günlerde, başkalarına söz geçirmede bir düzen tutturup idaresi altında olan tüm kaleler, köy ve kasabalar bayındır hâle getirilip-onarılmış, şehir ve kasabaların tümü şenlenip, imâr olmuştu. Melik Salih hayatta iken oğullarından bir kısmı, devletçe bazı yerlerde işlerin yürütülmesi için-Müvellâ olarak- atanmışlardır ki, adlarından söz etmeye değer. Öncelikle büyük bir şehir olan Amid (Diyarbekir)’e idareci olarak gönderilen oğlu “Melik Ömer” dir. Melik Ömer’in ölümünden sonra, yine aynı yere yönetici olan oğullarından “Melik Süleyman” dır. Sözünü ettiğimiz bu oğlu da vefat edince; “Ayn Ze’râ” yakınına defnedildi. Allah’ın rahmeti üzerine olsun43. Yukarıda ismi geçen Melik Süleyman’ın yerine, “Âmid” şehrinde yönetici olan kişi ise; “Melik el-Âdil” dir. Oğullarından “Re’sulayn” (Ceylanpınar)’a vali olan Melik Burhanüddin’dir. Yine oğlu olan Melik Davud da aynı makamda görev yapmıştır. Melik Salih ülke yönetimini ele aldıktan sonra, ancak elli dört yıl 41

Kâtip Ferdi’nin bildirdiği Emir Osman bin Hacı Nureddin ve Emir Ali bin Alemüddin Sencari, Emir Seyfüddin bin Emir Sungur ve Emir Mucirüddin bin Müstakim adlarında dört vezirden başkası da vardı. Bu Alpı bin Abdülaziz bin Ahmed bin Muhammed bin Şücaddün isimli kişi de saltanat mevkiinde (yönetimde) bulunuyordu. Bu zat; erdemli, üstün, şair olup h. 768 yılında Hacca gitmiştir. Bunun böyle olduğunu İbn-i Hacer, onun Arapça olarak yazmış olduğu şiirin bir kıtasını “ Dürer-i Kâmine (Gizli İnciler)” adlı eserine alarak, dikte etmiştir. 42 Yukarıda ismi söz konusu edilen “Emîr Ali bin Alemüddin Sencârî”, İbn-i Batuta’nın “Seyahatnâmesi”nde bahsettiği “Cemâlüddin Sencârî” adlı kimseyle, aynı kişi olsa gerektir. 43 Diyarbekir (Amid) şehrinin “Ayn Zevra” yakınında üstü tek parça olup, uzunlamasına mermerden ibâret, bir mezar vardır. (Mevkilerin ismi farklı söylenmiş de olsa, aslında aynı yer olduğu anlaşılıyor.)


36

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

adâlet tahtında Sultanlık devrini sürdürebilmiştir. Sonunda ona da ölüm ve aman vermeyen tükeniş gelip, Ululuk sahibi olan Allah’ın dermansız bırakan yok edici kahrı erişince; H. 765 (M.1364) senesinde vefat etmiştir44. Melik Salih’in cenâzesi, Melik en-Nâsır’ın yaptırmış olduğu “Şehidiye Medresesi” nde defnedildi. Allah tümünü rahmet eylesin. MELİK MANSÛR KÜÇÜK45 Melik Salih’in vefatı üzerine, Melik el-Mansûr Küçük yerine geçip, padişah oldu**∗. Bir yıl süre padişahlık yapan Mansûr Küçük, hükmettiği günlerde bir başka yerden, Bayram Hoca adındaki birisi, Mardin Kalesine büyük bir açgözlülükle hücûm etti. Yukarıda kendisinden söz ettiğimiz Melik Mansur’un, mükerrem (ululandırılan) ve muhterem (saygıdeğer) bir Ulu Beğ (Emîr-i Kebîr)’i vardı ki, adına Âltun Boğa denirdi. Bu ulu vezir, Mardin kalesi yakınında kıbleye karşı büyük bir Medrese yaptırmıştı. 44

Sözünü ettiğimiz Meliğin vefatını ibn-i Hacer; “H.766 (M.1365) senesi veyahut H. 766 senesinin sonudur. Lakin ikincisi daha doğru olmalıdır. Çünkü sözü edilen Meliğin, Şam’da ardından kılınan cenaze namazı H.766 yılının Muharrem ayındaydı.” diyor ki, bu Ferdî’nin yukarıda beyan ettiği tarihe uygun düşüyor. 45 Ebu’l-Fidâ Tarihi’yle diğer bir takım tarihlerde bu zâtın ismi görülmüyor. Babasının ölümünden sonra oğlu “el-Mansûr” Ahmed’e irsî olarak geçen, yaşı küçük olduğundan dolayı da, yaklaşık iki sene yönetimde bulunup, H.769 yılında öldüğünü İbn-i Hacer yazıyor. Kâtip Ferdi yukarıda bir sene kadar ülkeyi yönettiğini söylüyor. Mardin’de “Sur Kapı Camii” nin kapısı üzerindeki şu Arapça yazıt, kendisinden söz edilen kişiye aittir: “Rahman ve Rahim olan Allah adıyla... Bu -- “değildir” anlamına gelen Arapçada “mâ” olumsuzluk edatı veya “o şey ki” anlamında ism-i mevsûl var, sonraki yazı bir miktar bozulmuş ....................... ---eddin Ahmed bin es-Sultan el-Melik es-Sâlih, Şems’üd Dünyâ ve’d-dîn bin ........ (din ve dünya’nın güneşi) Allah onun şânını (ününü) iyi etsin, Mizân’da (kıyamet günü terazisinde) iyiliklerini ağır tutsun.” ∗ ** II. Melik Mansûr Ahmed’in H.754 yılında tahta oturup, H.769 senesinde ölümüne kadar toplam 15 yıl hukümdarlık yaptığını söyleyenler de vardır. (M.13531368) Mardin’deki Sur Kapıda bulunan Câmi, aslında bu Melik tarafından yaptırılmıştır. Yukarıdaki kitâbe buna işaret ediyor. Fakat Câmiin “Melik Mahmut”a nisbet olunmasının sebebini bilemiyoruz. Ayrıca Ali Emiri “mâ” ifadesinden sonrasını okuyamamakla beraber, sonradan yazıyı dikkatle inceleyenler “.......eddin” ifadesine kadar çözebilmişlerdir. Bu çözümün Türkçe anlamı şudur: “Bu o şeydir ki; Allah ve Resûlüne yaklaşmak için inşaına güç yetti (H.764M.1363). senesinde.(Ç.N.)


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

37

Vezir Âltun Boğa∗***, Mardin’e saldıran Bayram Hoca’ya karşı savaş meydanına askerleriyle inip, düşman askeriyle karşılaştı. Çok büyük bir vuruşma, cenk ve kargaşa meydana geldi. NAZIM Ceng îçûn meydân dutub, bir niçe şîr, Na’ralar ururdi Hamzevâr, dilîr. Key katî ceng oldı ve kânlar devân, Göğdeden cân ayrılub, oldı revân. Pehlevânlar gayret idüb, duruşur, İki asker birbirine karışur. Saat-i Mirrîh’de olmuşdı, kıtâl, Hançer-i zerrîne, dönmüşdi hilâl. Bir azîm ceng oldı orada, o dem, Seyl bigî ol dem, revân olmuşdı dem. Çok kişi toprağa düşüb, hâksâr; Oldı niçe şehsüvârân nâmdâr. Er bahâdır dirûşur, ad kazana, Dîr muhannes aşk ola, nân kazana. Bu çetin savaş sırasında Melik Mansûr’un askeri güçsüz kaldı. Mardin meliği, Sultan Üveys diye bilinen şöhreti yaygın olan padişahtan yardım istemek durumunda kalmıştı. Adı geçen Sultan Üveys; “işittik ve itaat ettik” diyerek, can u gönülden daveti (yardım isteğini) kabul edip, çağrısına geldiğinde Bayram Hoca kaçarak, kendi yönettiği vilayetine gitti46. ∗

*** Yukarıda Mardin Kalesi yakınında bir Medrese yaptırdığı ifâde edilen vezir Âltunboğa’nın bu güzel eseri, şimdiki “Sultan İsa-Zinciriye- Medresesi”nin civarındaydı. Nakışlı, son derece süslü, harikulâde bir kapısının olduğu anlatılır. 1927’li yıllarda sözünü ettiğimiz bu “Âltunboğa Medresesi” yıktırılmış, taşlarından şu anda “Kız Meslek Lisesi” olarak faaliyyette bulunan okul inşa ettirilmiştir. “Ayn Kutn (Pamuk Pınar)” diye bilinen kaynak da bu okulun kuzey cephesinde, hâlâ varlığını sürdürüyor. Civar evler, yer yer suyunu kendi evlerine yönlendirip kesiyorlarsa da, aktığı zamanlar bu suyun tadına doyum olmaz. Ayrıca az aşağıda, cadde üstünde bulunan câmi de; “Câmi’ül Kutn (Pamuk Câmii)” diye isimlendirilir.(Ç.N.) 46 Bayram Hoca; Karakoyunlu devletini Musul çevresinde kuran, birbirinin ardınca gelen Karakoyunlu yönetiminin atası olan, meşhur Bayram Hoca’dır. Sultan Üveys ise Tebriz ve Azerbaycan hükümdârı olup, Hoca Selmân Sâvacı, Hoca Muhammed Asâr ve Übeyd Zâgânî gibi yaşadığı dönemde itibar makamında bulunan, sivrilmiş şâirlerin güzellikle vasıflandırdıkları ve övgü dolu şiirler yazdıkları, meşhur meliklerdendir.


38

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Daha sonra Sultan Üveys, Mardin meliği Mansur ile bir araya gelipbuluşarak, iyilikler edip-bağışlarda bulunarak (hediyeleşerek), aralarında gerektiği biçimde sevgi oluştuktan sonra, Tebriz’e doğru yola çıktı. Melik Mansur da bir yıl memleketi adâletle yönettikten sonra; H.766 (M.1365) senesinde, (İbn-i Hacer; H.769-M.1368 senesinde diyor.) rahmeti bitip-tükenmeyene (Allah’a) kavuştu. Allah’ın rahmeti bol bol üstüne olsun47. NAZIM Anâ dahi îrdî şol darb-ı ecel, Kıldı mahzûn anî de, harb-ı ecel. Çıkarub dünyâdan eyledi zebûn, Ağlatdı anî dahi dünyây-ı dûn. Fevk-ı tahtda olmuşiken pâdişâh, Bî mecâl, taht-ı zemîne dutdî râh. Ölûr âhir, ger Nebî ve ger velî, Küllü mahlûkun, budur hak menzilî. Hil’atî kefen, sarâyi kabr ola, Cümle eşyâ bununile kahr ola. SULTAN MELİK MAHMUD48 47

Melik Mansur Ahmed’in Latifiye Medresesinde gömülü bulunduğunu, Abdüsselâm Efendi Tarihinde kaydediyor. 48 Bu zâtın ismi ve yönetim süresine ait tarihler, hiç bir yerde görülmüyor. Fakat İbni Hacer, yukarıda ismi geçen “el-Melik el-Mansur Ahmet” den sonra, makamına oğlu; “Salih Mahmud” un geçtiğini söylüyor. Salih Mahmud dört ay memleketi yönettikten sonra, amcazâdesi “el Muzaffer Davud bin Salih” in, hükûmeti ele geçirdiğini de ifâde ediyor ki, bu Ferdi’nin tesbit ve yazdıklarını doğruluyor. Yalnız yönetim süresinde biraz farklılık görülüyor ki, İbn-i Hacer dört ay gösterdiği hâlde, Ferdî 2 yıl, 2 ay gösteriyor. Koca Avusturya Devleti Askeri kaimakamlarından; “Eduard de Zambaur” adlı zâtın, M.1914 yılında basılan; “Doğuya Özel Sikkeler İlmine Ait Yeni İncelemeler” isimli yapıtında kendisine işaret olunan Mardin hükümdârının, silikçe bir bakır sikkesi vardır. Salih Mahmud’un adına bastırdığı bu paranın bir tarafında Kelime-i Şahâdet, etrafındaysa seçkin dört dost -Halife-; Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali’nin temiz güzel isimleri...Diğer tarafındaysa “Mahmud bin Ahmed” etrafındaysa “es-Sultan elMelik es-Sâlih, halledel’âhü mülkehü (Allah mülkünü sürekli kılsın) “ibâresi vardır. Alt tarafında ise kitabı hazırlayanın; “Sikkeler biliminde bu Artuklu hükümdârı henüz bilinmiyordu.” cümlesi yazılıdır. İşte görülüyor ki ; İbn-i Hacer hazretlerinden başka, henüz ismi tarihlerimizde bilinmeyen-yazılmayan bir hükümdârı, Kâtip Ferdî cenapları bundan dört yüz sene önce yazdığı bu tarih eserinde kayd etmiştir.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

39

Mardin Artuklu hükümdârı, mağfiret ve rahmet bulmuş mutlu şehit; Melik Mansur Ahmet’in ölümü üzerine (Allah onun kabrini aydınlatsın), yerine geçmesi gereken oğlu Melik Mahmud, Sultan oldu. Melik Mahmud; 2 yıl ve 2 ay padişahlık edip, vefası olmayan çarpık feleğin (çarh-ı kej) kötü giden elinden, yaşamı sona erdiren aldatma ve hilelerinden, nasibini aldı. Bütün bunlar bir semâvî âfet ve ansızın gelen kaza gibi, kendi yönettiği toplumundan sürüyle hainin çıkıp, üzerine saldırmasıyla gerçekleşti. Bir çok insan ölüp, zararlar oldu. Melik de H.768 (M.1367) senesinde Mardin kalesinde vefât etti. NAZIM Hâyinî sanmân ki, berhûdâr ola, Ya kesilür başı, ya berdâr ola. Kankı nâmerd, kem nemek nân bilmeye; Sanmâ kem mihnetle, ol cân virmeye. Lâ büd, elbette gore ol merg-i derd, Bûlîser eyû yâvuz, ne kılsa merd. Pes nâmerdlük nedür, eyleyûb kişi? Çûnki parmak dişlemek, âhir işi. Rahmet ve mağfiret edilmiş olan Melik Mahmud’un nâşı; “Sur Kapı” yakınında inşa ettiği câmi’de defn olundu.Allah onu rahmet ve mağfiret eylesin. SULTAN MELİK DÂVUD EL-MUZAFFER BİN MELİK SÂLİH NAZIM Gün bigî dogdî yine bir kutlû Şâh! Vârîse bedr-i dücâ, oldur o mâh. Dûtmuş îken taht-ı sadrında karâr, Küllîsîne olmuş iken ihtiyâr. Ana da en son bu dünyâ nögbeti, Gûşimâl idüb, ûrur bir zilletî. Kız karındâşı anın Dünyâ Hâtûn49[1], 49[1]

Bu; “Dünyâ Hâtûn”meşhûr Mahmûd Ğâzân’ın kardeşi olup, H. 705 (M. 1306) senesinde saltanat tahtına oturduğunu ve H. 716 (M.1316)’da vefat eden Hudabende ibn-i Argün Han’ın eşi eşi olan “Dünya Hatun” ise Melik Davud el-Muzaffer’in kızkardeşi olmayıp, büyük halası olmalıdır. Kâtip Ferdî, tarihin önemli köşelerini keşfederek, Dünya Hatun konusunu ortaya atması, Cihan tarihi açısından önemli keşif sahiplerinden olduğunu gösteriyor.


40

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Nâgehân habs idüb, ider ser nigûn. Andan anun hurûcuna ittifak, Bir cemâat kasd ider onâra hak. Çûn çıkar habsden, halâs olur cânî, Bî mecâl öldürür, Dünyâ Hâtûnî.

Melik Salih’in oğlu melik Davut el-Muzaffer 9 yıl 10 ay padişahlık ettikten sonra, dünya sarayında elde edebileceği nimet ve mutlulukları tamamalayıp, artık ahiret rahmetini arzu etti. H.778 (M.1376) senesinde vefat edip, o mis gibi kokular yağdıran cesedi, amber misali hoş kokular saçan tozu, Hüsamiye diye bilinen taprağa mücevher derecesinde kıymet ifade eden yere gömüldü. Allahın rahmet ve hoşnutluğu onunla olsun. MELİK İSA BİN MUZAFFER DAVUT BİN EL-MELİK ESSALİH Melik Davud’un ölümü üzerine, aydınlık ve ışıltılar saçan güneş gibi hükümet makamına inen, kıyamet günü sur’a üfleyecek melek (İsrafil) gibi, adalet menzillerine Melik İsa indi. Tam bir adalet ve insaf padişahı; bağış, cömertlik ve ikramların sultanı oldu. NAZIM Hulkî şîrîn, lutfî tâm Şâh İsa’dur, Ma’den-i cûd ve sehâ kendüsidür. Oldı îllerde muazzez, muhterem; Sâhib-i dünyâ ve’d-dîn, ehl-i kerem. Hoş dutardi dâimâ fakîrleri, Dirîğ etmez, virirdi sîm u zerî. Dutdi devrinde tamâm âlem, nizâm; Gûnbegûn tûtmişdî devrân, iltizâm. Melik İsa, Mardin Kalesi yakınında; “Zinciriyye” adıyla şöhret bulan Medreseyle birlikte cami yaptırdı ki, o binayı dil ile tanımlamak, güzellik ve ihtişamını kalemle yazmak mümkün değildir50. Melik İsa’nın bir veziri vardı. Fakat bu vezir gereği gibi kabiliyetli ve becerikli değildi. 50

Zinciriye Medresesi’nin kapısındaki Arapça kitâbe şudur: “Rahman ve Rahim olan Allah adıyla... Rabbim! Bana, anama ve babama lütfettiğin nimete şükretmemi gönlüme esinle. Senin hoşnut olacağın bir salih amel (güzel iş) yapmamı bana ilham et. Rahmetinle beni iyi kullarının arasına dahil et. (Neml: 19)


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

41

Bundan dolayı yüce bir gayrete sahip, melek sıfatlı, ululandırılan, saygın; beceriklilik, cömertlik ve soylulukta büyük olan Emîr Ali bin Alemüddin oğlu Hacı Feyyaz’ı vezir edindi. Bu öyle bir vezirdi ki; akıl ve ferâset (çabuk seziş) te ilâhî bir feyiz gibi kendisinde bol bol bulunan, anlayış ve uyanıklılıkta özü-sözü doğru bir adamdı. Bildiklerini eksiksiz ve doğru aktarmada da öyleydi. Bu vezirin yönetimde bulunduğu günlerde, dünya düzeni yerli yerine oturmuş, her tarafta huzur ve güvenlik oluşmuştu. Aradan bir nice günler geçtikten sonra, Karakoyunlu topluluk beylerinden Kara Muhammed diye nâm salarak meşhûr olmuş kişi, Melik İsa üzerine hücûm edip, savaşa tutuştu. Harp ve karşılıklı insan öldürmeye yol açıp, Buveyre köyü yakınlarında, açık meydan savaşı oldu. Artuklu ordusu yenildi. Melik İsa’nın veziri esir düşüp, bağlanarak zindana atıldı. NAZIM Gidince devlet etmez ıssî hoş rây, Gerek dûreş hezâr rûz u hezâr ây. Velî devlet gelünce, el dutarlar, Segirdişüb yanınca, hoş dutarlar. Daha sonra Allah’ın yardım ve iyiliği, bitip-tükenmeyen hikmetinden destek erişip, vezir Hacı Feyyâz H.786 (M.1384) senesinde kurtulup, Mardin Pâdişahı, Melik İsa katına erişerek, arzusuna kavuştu. Aradan üç yıl geçtikten sonra, büyük ve ulu Emîr, namlı koca padişah; Timurlenk , titrerdi zulmünden vahş u peleng (vahşi panter). İşte bu adam, Mardin kentine bir defa, fazla kalmamak kaydıyla gelip, Diyarbekir yönüne gitmişti. Oradan da dönüp, uzaklaştıktan sonra memleket nizâma kavuşup, korkusuzluk ve güven bulmuştu. Aradan yedi sene geçmişti ki, Timur geri dönüp Şam tarafına varıp, edeceği kötülükleri edip, ikinci kez Tebriz ve beldelerine dönmüştü. Ezelden var olan Allah’ı; her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim. Sen O’nu doğru yolu gösteren bir hidâyet rehberi ve dost olarak bulursun. Kerîm olan Rabbin tarafına arzu ve istekle yönelerek, O’nun cömertliğine inan ve güven. Çok büyük sevap vereceğini de, ümit et. Çokça olan rızâsını isteyerek, O işiten ve bilene tevekkül et. Halbuki fakir olan O’nun bu kulu, Allah’ın rahmetine muhtaçtır. Bu zayıf, hakîr (itibarsız) ve muhtaç olandan, doygun ve zengin olana...Bu yoksul olan (Melik)’dan, gani olana... İsa bin Davud bin Sâlih Gâzi el-Artukî şunu vakfetti ve ebediyen vakıf hâline getirdi................Tüm övgüler Allah’adır. H.787 senesinin, Muharrem ayında. (M.1385)


42

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Fakat tekrar Mardin cihetine yönelip, Mardin şehrinin yarısının altını üstüne getirdi. Etrafındaki beldeleri de, yakıp-yıkarak harap etti. Bütün bunlar H.803 (M.1401) senesinde oldu. NAZIM Zulmile meşhûr idi ol bed fiâl, Kılur idî kande vârsa mekr u âl. Zulmile nâhak dökerdi kanları, Pîr u civân, öldürür oğlanları. İncimişdi cümle âlem kendüden, İçî küfr u kîn tolmuş, bed hûden. Daîmâ ekerdi zulmet tohmini, Bilmemişdi no’lâ âhir vaktini. Lâ cerem bed âdîle, meşhûrdur, Yüzi kara âkibeti makhûrdur. Dünyâ mel’ûn oldahi bir şûmdur, Katî azğûn bî dil u mezmûmdur. ŞAM DİYARINDAN ÇEKÜM HAKKINDAKİ HABER Çeküm, Melik İsa üzerine Mardin vilâyetine gelip Harzem’de ordugah kurdu. Melik İsa ile tam bir gün karşı karşıya kalıp, çok şiddetli bir savaş oldu51. NAZIM Kıldı İsâ ile Çeküm Ali cenk, Birbirine hamle kılur, san pelenk. Akıbet anda Çekûm oldı şikest, Çekdi tîğın kabzasından, merd-i dest. Kaçdı gitdi vardı şehr-i Âmid’e, Dinle imdi, mekr u âlîn ey dede! Su akidüb, cenk yerin batak ider, Îsâ’ya ol demde çok şaltak ider. Cüz’î âdemle görinür Îsâ’ya, Dahi çok âdem komuşdî, pûsîya. Gâfil olub İsa uğrar, batağa, Sanki düşdi sûda semek, yatağa. 51

Çeküm, Melik İsa üstüne gelmemiştir. Tam aksine Melik İsa ile ittifak ederek, Diyarbekir’de hüküm sürmekte olan Emîr Osman Bayındırî üzerine gelmişlerdi. Bunların tamamını Diyarbekir şehrinin önünde bulunan bahçeler arasındaki bataklığa çekerek, öldürüp-yok etmiştir. H.809 (M.1406).


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

43

Kâtilân şiddetli, maktûl bî hisâb, Kopdi oldem, sanâsın yem’il hisâb. Key katî ceng u cidâl eylediler, Bî aded katl-i ricâl eylediler. İbrahim Beg İbn-i Emîr-i Kebîr Osman Beg, bu savaşta öldürüldü. Melik Sultan İsa ile veziri, Hacı Feyyâz yakalanıp, H.809 (M. 1406) senesinde öldürülüp52, ahiret yurduna ulaştılar. Rahmet denizinin girdâbında boğulup, Cennetin bâki saraylarında sonsuz gelecek zamanlarına kadar kaldılar. Allah’ın rahmeti üstlerine olsun. MELİK es-SÂLİH KÜÇÜK53

52

Makrîzî; “es-Sülûk Fî Ma’rifeti’l-Mülûk” adlı değerli “Tarih” eserinde, Melik İsa’nın şehâdetini H.809 (M.1406) senesi nin Zilhicce ayının 27’nci günü olduğunu açık açık söylüyor. 53 Lakap ve unvanı; Sâlih Şehâbüddin, ismi ise Ahmet’dir. “Câmiu’d-Düvel” isimli eserde, Melik İsa’nın yeğeni olarak gösteriliyor. Soyu Sâlih Şehâbüddin Ahmed bin İskender bin Melik Muzaffer Davud bin Sâlih Şemsüddin Mahmûd olmuş oluyor. “Ümmü’l-İber” isimli tarihî yapıtta, Melik Muzaffer Davud’a uğratılmayıp, Melik Salih Şehâbüddin Ahmed bin İskender bin Melik Sâlih Mahmud olarak gösteriliyor. Fakat eski Sadrazam Edhem Paşazâde Gâlib Bey, Allah kendisini rahmet eylesin, düzenlediği; “Meskûkât-ı Türkmeniyye Katalogu”nda, Ferdî’nin rivâyetine uygun olarak; “Şehâbüddin Ahmed bin İsa” olarak kaydolunmuştur. Merhum eski Sadrazamlardan Edhem Paşa’nın vaktiyle pek büyük emekler sarf ederek meydana getirdiği; “Fenn-i Mimari-i Osmânî” adlı, ulusal övüncümüzü oluşturan değerli eseri, sürekli bir öneme haizdir. Ayrıca rahmetli oğlu; İsmail Galib Bey’in, “Meskûkât-ı İslâmiyye-İslâm Sikkeleri-” hakkında Katalogu ve mikyâslara ilişkin güzîde eseri, diğer oğlu merhum Hamdi Beg’in “Levhalar ve Şekiller”i içeren; Nemrud Dağ’ı kazıları, keza iki büyük cilt olarak önemli portre ve şekilleri içeren, Sîde kazıları vardır. Özellikle Rumeli ve Anadolu vilâyetlerinde yaşayan erkek ve bayanlara mahsus kıyafetleri konu alan kitabı, benzersizdir. Edhem Paşa’nın saygıdeğer üçüncü oğlu olup, kendisinin sağlam görüş ve irfânından istifade ile iftihar ettiğimiz “Müze-i Hümâyûn (Padişah Müzesi))” Müdürü Sayın; Halil Bey Efendi’nin, peyderpey yayınlamış olduğu; “Mebâni-i Celîle-i İslâmiyye ( İslâm Uygarlığının Büyük Binaları)” isimli kitabı da önemlidir. Kısacası bu kıymetli eserlerin tümü, dünyada unutulması kâbil olmayan, zaman geçtikçe değeri artan, vatan için yapılmış büyük hizmetlerdendir. Az bulunan İslâmî eserleri koruma altına almak için, gönülden bol bol nakit para sarf etmek, o kadar büyük bir vatan hizmetidir ki, telâffuz ettiğimiz sözler ve ifadeler yönündeki kabiliyetimiz, bunun gereği gibi tasvir ve takdirine kâfi değildir. Nasıl kâfi olsun ki!?..


44

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Mağfiret edilmiş mutlu şehit -Allah onun kabrini nurlandırsın- Melik İsa’nın yerine, oğlu Salih Küçük pâdişah olup, güneş gibi parıldayan doğru sözlü bir baş olarak saâdet tâcını giyerek, tahta çıktı.

H.1296 senesinde memleketimden ayrılmış olduğum zamandan beri, dünyada bir benzerini görmediğim Diyarbekir’in muazzam surunu, pek sağlam bırakmıştım. Onaltı sene sonra; “Ma’muret’il-Aziz” Defterdârlığına atandığım sırada, çevreyi gezmek düşüncesiyle gidiş yolumdan bir kavis (yay) oluşturarak, Diyarbekir’e uğradım. Mardin Kapısı civarında gayet yüksek ve yekpâre bir kesme kaya üstüne, ustaca yapılmış eşi-benzeri olmayacak bir güzellikteki yere, hayret veren bir biçimde kondurmuş olduğu yüksek ve her tarafı gören bir burcun süs veren dendâneleri ve onun altında bir kaç tane mevcut yerleri, bakışlara çirkin gösterecek biçimde değiştirmişlerdi. Ayrıca vaktiyle görülmekte olan azâmetini ortadan kaldıracak bir görüntüde, tahrip ve imhâ edildiği izlendi. Yapılmakta olan bu işlerin nedeni sorulduğunda ise yönetimden, sûrun taşlarının yerlerinden çıkarılmasına müsâade edildiği öğrenildi. Sûr ise yek pâre bir kaya şeklini aldığından, yıkmak ve taş koparmak kâbil olmayıp, ancak dendâneler (halkâri çevreleyen tepelikleri boydan boya ve en dıştan saran, içeriye dönük olan kavisçiklerin beheri. Ç.N.) gibi güzel görünüşler gösteren yerleri kolaylıkla koparabildikleri için, yıkıp-bozduklarını söylediler. Sûr’un civarında ve iç tarafında vaktiyle eski yazıyla yazılmış olarak görmüş olduğum kitâbelerin de büyük bir bölümünü, aşırılmış buldum. Bir hatâ, iyi niyetten kaynaklanırsa affedilebilir. Fakat böyle kıymet ifade eden bir şeyin, velev ki câhillikle olsun yıkılmasına başlanılırsa, acaba en değerli yerinden mi, yoksa en önemsiz ve gereksiz tarafından mı başlanılıyor!? Bununla beraber, sûrdan taş koparmak gibi esefle karşılanılacak bir sorun, ahâliden ziyâde, bazı menfaat odaklarının işlerine yaradığını anladım. Birkaç sene önce çıkarmış olduğum; “Amid” adındaki belirli günlerde çıkan mecmuanın, 5’nci sayısında Diyarbekir’de “Güzel Sanatlar”dan olan câmilerden; Melik Ahmet Paşa Câmii” ile bu Câmi-i Şerifte yerlerinden kopup bir tarafa yığılmış olan çok değerli çiniler hakkında bir makâlem vardı. Acaba o çiniler ne oldu? Halbuki sonraları bu şekilde kanaat olunmayıp, surun yıkılması hakkında, bulunmuş olduğu yerden çeşitli bilgiler alan kendisine işaret olunan Halil Beg Efendi hazretleri, büyük emekler harcamış ve gerekli olan girişimlerde bulunmuştur. Bundan bahisle; “Tarih-i Osmânî Encümî (Osmanlı Yıldızları Tarihi)” adlı Dergi’nin altıncı nüshasında “Amid” kitâbelerine surun yıktırılmasına ilişkin, gayet kıymetdâr bir makâle yazmışlardı. Bundan dolayı da her kesten fazla kendilerine ben müteşekkirim. Büyük uğraşılarının mümkün mertebede azaldığı bir zamanda inşallâh teşrif ederler de, gerek yer altında gömülü kalan, gerek yer üstünde bulunan kitâbeler münâsebetiyle o yörenin nasıl bir; “Kitâbeler Kâinatı” olduğunu gözleriyle görürler.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

45

NAZIM Oldı hüsrev tek cihânde şehsüvâr, Hem şecâat issî, hem sâhib vakâr. Tahta geçüb, belîne zerrîn kemer, Bağladı ve oldı, şâh-ı nâmver. Yukarıda adı geçen Melik Sâlih ile Karakoyunlu beylerinden Musul’a egemen olan; Emîr Yusuf bin Emîr Muhammed düşmanlık ettiler54. Aralarında çekişme ortaya çıktığında, Mardin vilâyetine gelip, ülkede ne kadar tarım ürünü varsa, biçtirip yedirdi. Gelip-gidenin mallarını rehin alarak, iki yıl kadar adı geçen vilâyette gürültü koparıp, kötülükler yaparak, Nusaybin şehriyle Savur Kalesini kuvvetsiz bırakarak zapt etti. Melik Sâlih düşmana karşılık verecek ve baş edebilecek kuvvetinin olmadığını düşünüp, kaçmak zorunda kaldı. Zira Melik Sâlih’in ülkesi baskına uğramış olduğundan, zayıf duruma düşmüştü. Çaresiz Allah’ın hükmüne râzı olup, emrine boyun eğdiler. Allah, Artuklu pâdişahları devletini, artık hükme bağlamıştır. Onların günlerini sona erdirmiştir. Ölçülüp-biçilmiş olanın (kaderin) gereği olarak ortaya çıkan şu son, tedbir sahibi olan Allah’ın emri artık yerine gelmiştir. Aziz ve Celil olan Allah buyruğudur: “De ki: Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. İyilik yalnız senin elindedir. Gerçekten sen, her şeye gücü yetensin.” (Âl-i İmrân:26). Yusuf, bir yazı yazıp göndererek Mardin Sultanı Melik Sâlihten, süslü tahtını -ki o süslü taht, Mardindir- teslim etmesini istemiştir. Buna karşılık kuvvetli sözler veren Emir Yusuf, şunları teklif etmiştir: “Melik Sâlih’e istediği kadar mal hattâ tüm mal varlığını, beygir, koyun, güzel yüzlü küçük cariyeler, aydınlık yüzlü güzeller, güneş misali göz alan ve hûri kadar çekici kendi kızını, dahi bol bol çeyizleriyle vermeyi...Ayrıca Musul kentini bile kendisine teslim edip, barış tesis ederek, sözleşme yapıp, savaşı bitirmeyi” önermiştir. Melik Sâlih, artık direnecek gücü kalmadığından, zorunlu olarak razı olup, Emîr Yusuf’a; H.812 ( M.1409) senesinin Safer ayının 4’ünde, Mardin kalesini teslim etti.

54

Bu savaş, Karakoyunlu Kara Yusuf ile olmamış, Akkoyunlu Kara Osman Bâyındırî ile olmuştur. Fakat Mardin’i ona vermeyip, Musul ile karşılıklı yer değiştirme sûretiyle, Kara Yusuf’a teslim etmiştir. Ayrıntılar tarihlerde vardır.


46

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi NAZIM Sanâsın rûh-ı revânun verdi, teslîm eyledi, Cân yerine dürlü derdi, cisme ta’lîm eyledi. Olmasun kimse cihânde kimseye nâçâr, zebûn; Ölmesi yeğdür azîzân, dîrî olmakdan o gün. Key yâvuz sarb işdürür, yârdan cüdâ olmak cüdâ İki âlemde budur, pes vârîse müşkül cezâ.

Ondan sonra, Melik Sâlih kendisine verilen bunca mal, at (beygir), davârı alıp, Emîr Yusuf’un kızıyla da evlenip, Musul’a vardı. Melik Salih, büyük Mardin şehrinde, üç yıl yönetimde bulunabilmiş, Musul vilâyetindeyse ancak sekiz gün beylik edebilmiştir. Yukarıda sözü edilen senede vefat edip, Allah’ın rahmetine ulaştı. Yusuf Bey’in kızı da -ki Melik Salih’in eşiydi- Melik Salih’in ölümünden sonra üç gün bu geçici olan dünyada (dâr-ı fenâ) kalıp, ardından vefat etmiş olup55, kocasıyla beraber, Musul’da defn olundular. Allah ikisinden de hoşnut olsun. Emîr Yusuf’un, adı geçen Melik Salih’i, zehir vererek öldürttüğünü söylerler. Melik Salih’in vefatından sonra diğer hanımlarından doğma üç oğlu kalır. Büyüğü; “Melik Musa”, ortancası “Melik Muhammed”, küçükleri “Melik Abdülhay” dır. Bunlar; “Sencâr” da oturuyorlardı. H.824 (M.1421) senesinde, Melik Musa ölüp, iki oğlu kaldı. Biri “Melik Mahmud” diğeri de “Melik Mansur” dur. Adı geçen Melik Mahmud, kendisiyle beraber olanlarla, göçebe hayatı yaşıyordu. Kendine ait ve başkalarıyla birlikte üç bin eve, Emîr oldu56.

55

Bazı tarihçiler, Melik Salih’in vefat eden hanımının, Kara Yusuf’un kızı olmadığını, eski eşi olduğunu beyan ediyorlar. 56 “Ümmü’l-İber” adlı tarihî eser; Melik Musa ’nın, Mansûr isimli oğlunun ömür süremeyip öldüğünü, Melik Mahmud ’un ise yaşadığını yazıyor. Bunun da Sencâr’dan çıkıp, üç bin evden ibaret kendisine uyanlarla beraber, ömrünün sonuna kadar çölde-kırda kaldığını, H.884 ( H.834 senesi olmalı ki M. 1431 yılına tekabul eder. Ç.N.) tarihinde öldüğünü, böylelikle Artuklu sülâlesinin arkasının gelmeyerek, zürriyetinin tümüyle tükenmiş olduğunu, ilave ediyor. Ancak bu rivayetine bir kaynak göstermiyor. “Münşeât-ı Feridûn Beg (Feridûn Beg’in Nesir Yazıları)” de, Mardin hâkimi (vali, yönetici) Nâsırüddin tarafından Osmanlı Sultanı II. Murad’a yazılan bir mektupta; Kara Osman Bayındırî’nin, Diyarbekir’den Erzincan tarafına gidip, oğlu Hamza Beg’in ise Mardin üzerine saldırarak meydana gelen savaşta askerinin bazısının


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

47

Mardin Artuklu pâdişahlarının, saltanat yurdunda yönetimde bulundukları tarih budur ki, zikr olunur. İdarelerinin süresi 318 (üçyüzonsekiz) senedir. Adı geçmiş yeri, gidip özgeler (yabancılar) eline teslim eylediler. Allah’ın rahmeti, tümünün üstüne olsun. İşleri kolaylaştıran, devirleri başka şekle sokan-çeviren Allah’ı, her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim. öldüğünü, bazısının da Hamza Bey ile beraber tutsak edilmiş olduğunu beyan ediyor. Sultan II. Murat Han tarafından da gösterişli ünvanlarla cevap yazılıyor. Her ne kadar bu mektuplarda tarih yok ise de, Sultan Murat Han hazretlerinin cülûsu H.824 (M. 1421), Kara Osman Bayındırî’nin Erzincan yönünde öldürülmesi; H.838 (M. 1434-35) senesinde olmasına bakarak, bu savaşın şu ondört senelik zaman içinde olması, çok doğaldır. Adı geçen “Nâsırüddin”in kim olduğu bilinmediği gibi, Hamza Beg’in H.850 (M.1446) tarihinde Mardin’i zapt etmiş olduğunu bazı tarihler bize gösteriyor. Acaba bu “Nâsırüddin”, Kâtip Ferdî’nin beyan ettiği şu “Mansûr” olmasın mı? Mardin’in, geçen Artuklu Melikleri içinde bir “Melik el-Mansûr Nâsırüddin” geçmiştir. Bu da atasının ünvanına uyarak “Mansûr” ismine, bir de “Nâsırüddin” ilave etmiş olması, ihtimale yakındır. Şu var ki, diğer kardeşi “Melik Mahmud”un bile unvanı “ Nâsırüddin” olabilir. Lâkin ismin hem atalarının adına uygun, hemde “ Münşeât-ı Feridun Beg”deki ünvana uygunluğa nazaran “Mansûr” olması daha tercih edilir gibi görünüyor. Çünkü Mardin’i Artukluların elinden alan, Kara Yusuf üzerine Şahreh Sultan’ın saldırması sırasında önceden Mardin’i ele geçirmiş olan bu Kara Yusuf H. 823 (M.1420) yılında ölmüş, memleketini de, Şahreh Sultan zaptetmiştir. Ayrıca Kara Yusuf’un, İskender Mirza ve Cihân Şah Mirza ile diğer oğulları birbiriyle savaşa tutuşarak, bir diğerini öldürmekte, artık Mardin’in muhafazasına bakacak halleri kalmamıştı. Mardin ahalisinin üç yüz senelik bir hânedan olan Melikzâde (Artuklu Meliklerinin oğulları)’lerini davet etmeleri veya başında bulunan kuvvetle, kendisinin bizzat gelip, Mardin şehrini, yönetimi altına alması gerekirdi. Yahut Şahreh Sultan tarafından, baba ve ataları mülkünün sorumluluğunun üstlenilmesi, mevcut 84 ülke sınırında Akkoyunlu hükümdarı, Sultan Hamza’nın ortaya çıkan saldırısı esnasında vefat etmesi, yahut vurularaktan öldürülmüş olması veya eskisi gibi çöl yönüne doğru çekilmelerinin olasılıkları vardır. Çünkü, üç yüz sene saltanat süren bir hânedanın, soyu-sopu temiz çocuklarının, başında öyle bir kuvvet mevcut olduğu halde, bu kadar karma karışıklık esnasında kayıtsız ve yabancı durmaları ve özelikle Şahreh Sultan yaradılış olarak pek ulu ve verimcil bir pâdişah iken; Melik Mansûr ve Melik Mahmud gibi Şehzâdelarden birisinin onun katına gitmemesi, Şahreh Sultan’ın miras kalmış mülklerini kendilerine iade etmemesi, ihtimalden uzaktır. “Münşeât-ı Feridûn Beg” de mevcut olan sözü geçen iki mektuptan başka bu konuda gereği biçimde çözüm sağlayacak belge henüz yoktur.


48

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

NAZIM Dünyâdan gidüb, kodiler nîk nâm; Pes dürer kılsa, cihânde nîk nâm. Dâyimâ hayr îşe durûş, ey püser! Ne ki buyurdı bize hayru’l-beşer. Kanî işbu zikr olunan Artukîn? Gittiler vâdîleri kaldı hemîn. Kanî Dârâ, Kisrâ ü Nûşînrevân? Nemrud u Fir’avn ü Kârûn’dan nişân. Küllisi ol dünyaya oldi revân, Hak buyurur; “Küllu men aleyhâ fân. Zerre denlü hayr iderse, hayr bulur; Hem yine şer kılsa, âdem şer bulur. Hayra duruş, cân-ı men olmâ ğâfil; Bunda iken azûğın, kılğıl hâsıl. Kim seferin, key uzakdur bilesin; Zahîresüz hem susuz, anlayasın. Çok tâat kıl, dünyayı terk eylegil, Cân u dilden Hakka, dil berk eylegil. Hak buyurduğı işe tedbîr kıl, Zikr-i Hakkı her zemân tefsîr kıl. Tâ kim olâ ol kapûda yüzün ak, Dâima hak ile ol, ey merd-i Hak! Ulular izine segirtmek gerek, Pâylerîne rûyî sürtümek gerek. Her ki iderse cevâb, dutmak gerek; Cân virüb yollarına yurtmak gerek. Söz öğüşdür leyk, bu hayrü’l-kelâm, Çok muammâ gösterür, bunda tamâm. Her ki buni okuyub, duta azîz; Hak Teâlâ eyleye anı azîz. Zîrâ bunlar küllisî, Hak dostları; Zikr u tâat, hayr işidi kasdları. Bunları her kim okuya, anlaya; Cânu dilden şâd oluben, dinleye. Okuya bir fâtiha, ihlâsile; Şeksüz îre dürlü dürlü hâsıla. Okuyana, dinleyene, yazana; Sehv olan içinde, hattın düzene. Hak Teâlâ ana, hoş rahmet kıla;


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi Vire ni’metler ve bî minnet kıla. Hem musannif “Ferdî Kâtib” rûhîçûn, Okuyalar fâtihâ, Allah îçûn. Temmet oldı işbu, zikr-i kâmurân; Bahr u kândür, bahr u kân ey merdegân! Hem “dokuzyüz kırk dörd”ünde tarihin, Bağlamış musannif anı pür fasîhin. Hakka sad bâr minnet u hamd-i müdâm, Hem Resûle çok selâm, her subh u şâm.

49


50

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Mardin Artuklularından iz buluruz düşüncesiyle, Mardin halkı tarafından Bakırkıri diye bilinen bahçelik yere gittik. Burada Mardin Artuklu Meliklerinden Melik Salih’e ait bir Kasır’la karşılaştık. Kasrın su eyvanının kaynak kısmında, bir kitabe bulduk ki, zaman içerisinde yazılar bir hayli silinmiş, okunamaz hale gelmişti. Ancak şu kadarcık bir kısım okunabilir durumdaydı; “Dâr el-Melik es-Salih. Vezede mecdehû li... Melik’us-Salih. Mecdühû mecdüs-sürûr. Ve bi hucretihi selsebil.” Bu Arapça ibarenin anlamı şudur: “Burası Melik Salih’in Konağıdır. Melik Salih’in şan ve şerefi artsın. Onun bu ululuğu, sevinç veren bir ululuktur. Melik Salih’in odasındaki suyun aktığı bu yer, selsebil(kademeli olan çeşme)dir.(Ç.N.)


MARDİN MÜLÛK-İ ARTUKİYYE TARİHİ VE KİTÂBELERİ VESÂİR VESÂİKİ MÜHİMME


52

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

NÂŞİR’İN ÖNSÖZÜ 1292 senesinde tebdîl-i hava içûn memleketim olan Diyarbekir’den Mardin’e gitmişdim. Vâkıâ Mardin’deki âb u hava ve menâzır-ı ruhbahşa az müddet içinde bâis-i kesbi âfiyet oldı.1295 senesine kadar, tamâm üç sene müddet Mardin’de ikâmet itdüm. Zîrâ o esnâda vatanımın mâbih’il iftihârî olan tâc’ıl fudalâ Said Paşa hazretleri Mardin Mutasarrıfı ve büyük dayımız Abdülfettâh Fethi Efendi Mardin Tahrîrât Müdîri ve küçük dayımız Abdülkerîm Abdi Efendi Mardin Rüsûmât Müdîri, fudalâ ve sulahây-ı memleketden Ahmed Hilmi Efendi Mardin’in Kâsım Pâdişâh Medresesi müderrisi bulunuyorlardı1. Gîce gûndüz sohbetimiz müdâvele-i şı’r ve inşa ve ülfetimiz müzâkere-i mazmûn ve ma’nâ idi. Ben ise on yedi yaşlarında bir nev’ heves olduğımdan bir tarafdan üstâdım olan Ahmed Hilmi Efendi hazretlerinden tahsîl-i ulûma çalışır ve bir tarafdan da Said Paşa gibi bir fâzıl ile dayılarım gibi iki edîbden kesb-i maarife sarf-ı nakdîne gayret eylerdüm. Hattâ mümtâz üdebâmızdan şâir meşhûr Veysi’nin mu’ciz beyânın ibâresi muğlak, lâkin emsâline nisbetle üstâdâne ve edîbâne yazdıkları “Dürretü’t-Tâc Fî Sîreti Sâhibu’l-Mi’râc” unvanlı kitâb-ı belîğınî onların teklîfi ve teşvîkile ibtidâdan intihâya kadar orada ezber itdim. Üstâd ve akrubam olan şu dört edîb-i muhteremden başka Mardin’in nekadar fudalâ ve üdebâsî var ise ekser gîceler ve ta’tîl günleri birleşilir, zarîf ülfetler ve azîm sohbetler olunurdı. Kış mevsimi şehrin kâşânelerinde ve yaz zamanı köşklerde ziyâfetlerin hadd ve hisâbı yok idi. Mardin gorülmedikçe, dillerle ta’rîf olınamayacak cihânnümâ ve şâhâne bir şehr-i bülend ve dilârâdır. Bir derecedeki her hânesinin pencerelerine -dûrbîn cihân- denilse sezâdır. Vapur ile deryâ ortasında bulunan bir kimse deryânın nihâyeti semâ ve semânın ibtidâsı deryâ oldığını tahayyül eyledigi gibi Mardin’de mukîm 1

Şu zâtların dördinin de eş’ârı ve terâcim-i halleri “Tezkire-i Şuâray-ı Âmid”de mestûrdur.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

53

olan bir âdem de pîşgâhinde bulunan o pâyânsız sahrâya bakdıkça o mevki-ı bülendin in’ıtâf iden enzâr-ı neşâtı karşısında tâğlar, tepeler küçülür küçülür. Âdetâ zemîne serilmiş bir nukta-i bî hâil şeklinî alır da nûr nazar anların üzerinden mürûr iderek âsumân ve zemînün birbirile birleşmiş zan olunan nekât-ı baîdesine kadar cevelân pîrâ vüsûl olur2. Mardin Diyarbekir’e on sekiz saat kadar karîb olmakla berâber, Diyarbekir ile mâddî ve ma’nevî pek çok revabıtı vardur. Diyarbekir’in müstedîrü’ş-şekli o azametli sûr-ı metîni ile Mardin’in şekl-i hilâli olan o kıymetli kal’a-i rasînî gûyâ ki cihân tarihin bir şems ve hilâlidür. Diyarbekir’in sûr île emâkin-i kadîmesinün hangisine bakılsa geçmiş zamânlardan yâdigâr kalmış güzel bir binâya ve üzerinde kıymetdâr kitâbelere tesâdüf olundığı gibi Mardin’de dahi kangı cihete tevcih-i nazar îdilse, âsâr-ı bâkiye-i eslâf kendisüni gösterür3. Şu iki şehr-i bedâyi’ nümâ yekdîğerîne bu kadar karîb iken, Diyarbekir’de Türkçe, Mardin’de Arapça tekellüm olunur. İşte şu iki şehir ahâlîsinün tezyîd-i zekâsına yardım iden bir şey var ise budur. Çûnki Diyarbekir ahalisî Mardin’e giderek az vakitde Arapça tekellüm ider ve Mardîn ahâlisî Diyarbekir’e gelerek çabuk zamanda, Türkçe’ye vâkıf olur. Mülûk-i sâlife-i İslâmiyyeden Mardin’de en ziyâde icrây-ı hükûmet iden Türk kabâilinden Mülûk-i Artukiyye’dür.

2

Saîd Paşa hazretleri; “Mir’etü’l-İber” unvânlı tarîh-i âliyelerinde Mardin hakkında şu îzâhâtı i’tâ buyuriyorlar: “Mardin şehri Bilâd-ı Cezîre ve Diyâr-ı rabîadan ma’dûd olub Diyarbekir’e yetmiş iki kilometrû mesâfede ve çöl havâlîsinün intihâi cihet-i şarkiyyesinde vâki’ bir medînedür. Medîne-i mezkûre bir yüksek dağ ûzerindedür. Şu dağa Cebel-i Ğurâb dinilür. Şehrin mevki-ı sathı bahırdan üçbin iki yüz ve Medîne-i Âmid’in mevkiından bin ikiyüz kadem mürtefi’dür. Med Basra çöl havâlîsinün cenûbundan yüz ve garbden dahi yüz kilometrû mesâfeye kadar mümted olarak havası begâyet latîfdür. Bahar mevsiminde manzarasında sahrây-ı vâsiın yeşil otlarla görinişi bir deryây-ı ahdarî andırur. Mardin şehrinün ittisâlindekî kal’a-i cesîme,kılâı tabîıyyedendür. Derûn-i kal’ade burc ve bâre eserleri ve yüz kadar hâne harâbesi ve Hızır aleyhi’s selâmın nâm-ı âliyelerine mensûb bir ziyâretgâh ve pek vüs’atlı su sahrıncları mevcûddur. 3 Âmid (Diyarbekir) şehrinün sûr ve kal’asile Câmi-i Kebîr’indekî kıymetdâr kitâbeler hakkında İsvîçreli müsteşrık Mösyo Vân Berkem tarafından ilmî ve tarîhî bir kitâb-ı kebir yazılmışdur. 350’den mütecâviz resim ve harita ve kitâbe ve levhayî hâvîdür.Bu eser bî nazîr, cidden şâyân-ı takdîr-ı azîm ise de şu kadar ki; “Âmid” kitâbelerî bundan dahâ pek çok fazladır. Bu kitâbın bir nüshası kütübhânemizde mevcûddur. Lâkin Mardin’in dilrubâ kitâbelerine dâir henûz bir kitâb yazıldığı mesmûumuz olmamışdur.


54

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Hükûmetleri altıncı asır hicrî evâilinde başlamış; Cengiz, Hülâgû, Timur gibi her biri bir cihângîr-i hûnrîz ıtlâkına kesb-i istihkâk iden o dâhiyeler bunların müddet-i hükûmetleri zamanında zuhûr itmiş oldıkları hâlde kimisine batş ve şiddetle mukâbele ve kimisine rıfk ve mülâyemetle muâmele icrâ iderek ve hayli beliyye-i uzmâ geçirerek silsile-i hayat-ı hükûmetlerini dokuz nice asırdan sonralara kadar îsâl eyledüklerinden müddet idâreleri üçyüz seneyi geçmişdür. Böyle müddet medîde hükûmet iden bir devlet hakkında elsine-i İslâmiyyenin hiç birisince vaktile husûsî ve müstakil bir tarih yazılmamışdur. Artukî devletinün zîrde tefsîli görilecek sikkelerinde olan alâmet-i mahsûsadan anlaşılacağı üzere Kâyîhân silsile-i âliyesine mensûb olub, tarih teşekkülleri de Osmanlı devletünden ikiyüz sene mukaddem oldığından eger Artukîler zamanında Türkçe bir eser yazılmış olsaydı veya yazılmış ise zuhûr itseydi hazâin-i milliyemizi tezyîn idecek nîce nîce cevâhir-i eş’âr ve âsâre tesâdüf olınacağında şübhe yok idi4. Çünki “Kûdâtgu Bilig”5 ve “Dîvân-ı Ahmed Yesevî”6 gibi kadîm ve kıymetdâr kitâblar mevcûd îse de Osmanlı lehçesine pek de muvâfık değildürler. Bununla berâber Türklüğün hizânet’ül irfânına aid pek degerli vesâikdır. Zannımca Osmanli seciyye-i mahsûsasına âid kadîm pek çok eserlerimiz vardır. Meselâ 618 senesinde azm serâ-perde-i melekût iden Havârizmin meşâyih-i i’zâmından Şeyh Necmüddîn Kübrâ hazretlerinün Ertuğrul Gazî île Rum cânibine gelen halîfelerinün ve kezâlik; “Hârizmî” ve “Hacnedî” mahlaslı kadîm Türk şâirlerinün eserleri ve hattâ “Hârizmî”nin “Mehabbetnâme” ve “Hacnedî”nin “Letâfetnâme”lerî gibi manzûm ve kıymetdâr kitâbeler Osmanlı lisânı şîvesinün asıl ve iştikâkına âiddür. 4

Ez cümle eâzım-ı fudalây-ı Türkden Mahmud Kâşgarî hazretlerinün 464 senesinde te’lifine muvaffak oldıkları; “Dîvân-ı Lûgat’üt Türk” bu kabîl âsâr-ı muazzama ve nâdîredendür.Türk kavm-i necîbinün bu kitâbede olan eş’arı ve durûb-ı emsâli ve lûgatı vesâir âsâr-ı kadîme ve âliyesî dünyada hiç bir kitâbede henûz görülmemişdür. Bu kitâb-ı muazzamî, Dâhiliyye Nâzırı teâlî müzâhiri Tal’at Beg Efendi hazretleri lâyık oldıgı ehemmiyet-i azîmesi nisbetinde nazar-ı dikkat ve hamiyyete alarak gayet nefîs bir sûretde; “Matbaa-i Âmire” de bile hitâm bulmuşdur. İkinci ve üçünci cildleri dahi tab’ olunmak ûzeredür. 5 Bu kitâb Avrupa’da basılmışdur. Dîvân’ı; İstanbul’da mevûd ve Bâbürnâmesi Avrupa’da matbu’ olan ve Kanûnî Sultân Süleyman zamanı mülûkundan bulunan Bâbür Şâh’ın noksân ba’zı şiırleri derc olunmakdan ise ândan beşyûz sene evvel yazılan ve bizde nüshası bulunmayan bu kitâb ile Hüdâvendigâr zamanı fudalâsından; “Kâdî Burhânüddîn” Dîvânı dahi bizde mefkûddur. Mâdem ki Avrupa’da basılan eserleri mecmûalarımize derc idiyoruz anlardan daha mühim ve daha kadîm böyle eserlerimiz de aceba yazılsa, ne olur. 6[1] Ahmed Yesevî hazretlerinün vefâtı 562 senesindedür.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

55

Meselâ; “Hârizmî” hazretlerinün 704 senesinde ikmâl eylediği; “Mehabbetnâme”nin başlangıcında olan ve yine o zamanlarda yazılan nüshasinde muharrer bulunan ve kendi imlâsile yazılan yalnız şu üç beyte olsun imâle-i nazar buyurılursa Osmanlı edebiyyâtının nerelerden kopub geldigi tezâhür ider: NAZIM Ûlûğ Tanrinun adın yâd kıldım, Mehabbetnâmeî bünyâd kıldım. Dokuz kat zer nigâr eyvân bâlâ Yaratti alti günde, Hak Teâlâ. Yer ûzere kudreti deryâ yaratti, Sadefde lü’lüyi lâlâ yaratti. Eslâfın kadîm ve âlî eserlerini bulmak ve hazâin-i milliyemizî behakkın zenginleştirmek îçûn şevk-ı hakikî ve meslek-i ciddi ile çalışmak ister. Meşhûr Eb’ul Fidâ; Eyyûbî tarihinde Mardin Artukîlerine dâir -Halli Takvîm-i Mardin isminde bir şeyden bahs idiyor ise de, ba’zı Mardin meliklerinin andan nakil eyledigi tarih vefâtlarıne bile –zan- işâretini terdîf itmesine nazaran bunun bir tarih olmakdan ziyâde isminden de anlaşılacağı vechile –takvîm- gibi bir şey olması dahâ ziyâde yakışık alır. Bir de Eb’ul Fidâ 693 tarihine kadar bûndan bahs itmesine ve halbûki Mardin Artukîleri andan daha yüz yigirmi sene sonraya kadar hükûmet itmelerine nazaran –Halli Takvim-i Mardin- elde idilse bile fazla bir şeye destres olamıyacağî mahsûs oluyor. Mardin’de bulundığım esnâda gerek mülûki Artukiyyenin ve gerek sâir mülûkun, cevâmı’ ve mebânî üzerindeki kitâbelerine merâk iderek epeyce şeyler zabt ve tahrîr eylemişdim. Bir gün Mardin müftî-i esbakî Hacı Kemâlüddin Efendi7 de Mardin’e dâir bir tarih oldığını haber aldım. Zâten kendileri Kur’a Muâyene Meclisinde azâ’dan oldukları gibi bu hakîr de o meclisin fahrî sûretde hizmet kitâbetinde bulunuyordum. Müsâadelerile bir cum’a güni giderek tarih-i mezkûri gordüm. Fi’l-hakîka –Kâtib Ferdi- imzalı bir zât tarafından mülûk-i Artukiyyeye dâir 944 senesinde Türkçe olarak yazılmış mûciz ve muhtasar bir tarih idi. Kitâbın aslî tûmâr şeklinde tûlânî olarak yazılmışdır. Ma’lumdur ki Mülûk-i Artukiyye üç kısım olub; birincisi Hasenkeyf ile Diyarbekir, ikincisi; “Mardin” üçüncisi, “Harpût” şehirlerini merkez-i hükûmet ittihâz iderek her bir şu’be ayrı ayrı icrây-i hükûmet itmişlerdi. “Kâtib Ferdî” nin 7

Hacı Kemal Efendi merhûm 25 Safer 1271 senesinden 23 Muharrem 1276 senesine kadar beş sene Mardin müftülüğünde bulunmuşlardı.


56

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

elimize geçen şu tarihi Mardin Artukıyyesine âid ise de mürûr-i zaman bu tûmârın baş tarafini imhâ itdîginden kimin emriyle tahrîr idildigine ve kendisinün hüviyetine ve dîger Artukıyyeler îçûn de başkaca birer tarih yazdığına dâir eger baş tarafında izâhât virmiş ise şâyân-ı teessüfdür ki; mahv ve nâbûd olmuşdur. “Ba’demâ”dan sonrasının ya’nî yalnız Mardin Mülûk-i Artukiyyesine âid olan şu tarihin baş tarafında iki üç yerinde yarım veya bir satır kadar mahallerden mâadâsi tamâmen mevcûd bulunuyordı. Bir sûretini derhâl istinsâh eylemiş idim. Şu Artukiyye devletlerinün sınâyi’ ve ticâret ve zirâat ve bi’l hassa ulûm ve maârife hizmetlerî pek çokdur.Vaktîle hükümfermâ oldukları kıt’aların el-hâletü hâzihi kangî tarafına bakılmış olsa hayret efzâ ukûl eserleri göriniyor. Diyarbekir (Amid) şehrinün “Benûsen” dinilen mahalde kitâbe ve nukûşlarî hâvî ve gâyet azametli iki burc ile Mes’udiyye ve Zincîriyye medreseleri ve Mardin’in; Câmi-i Kebîr’i ve Hasenkeyf’in garâib-i rüzgârdan olan “Su Terâzûsi”8 gibi muhteşem binâlar âlem-i temeddünde kendilerine büyûk bir mevki’ takdir-i bahş itmek îçûn mahkeme-i vicdân karşusında şahâdet idub durmakdalardur. İşte boyle bir devlet-i münderisenin velev bir şu’besine âid olsun. 400 sene evvel Türkçe yazılan 8

Dicle’den seksen metrûdan ziyâde yüksek ve yekpâre kesme taşdan ibâret bulunan Hasenkeyf kal’asine çıkarılan suyun suûdîne hâdim olan mîl-i cesîm ile sâir âsârî kal’a üstünde merkûz oldığı hâlde el-ân hayret bahş ukûl olacak derecede mevcûddur. Hükûmet-i Artukiyye zamanunda su mâkinelerîne ve saatlere vesâir sınâyi-i garîbeye dâir bir çok resimler şekillerile berâber te’lîf olunmuş olan kitâbe; Yavuz Sultân Selim Hân hazretlerine vâsıl olarak kıymetini bi’t-takdîr Türkçeye terceme itdirdiği ba’zı tabakâtta meşhûdumuz olmuş ve Topkapu Serây-ı Hümâyûnunda bulunan dört aded kütübhâne-i kıymetdârın cümlesi teharrî olunmuş ise de o kitâbın ne aslî ve ne de tercemesi bulunamamışdur. Lâkin melik Artukî nâmına yazılmış olan bu kitâbın aslî hâvî oldığı resimlerle berâber bizzât müellifinin hattından müstensıh olmak üzere bir mahalde gorülmüş ve bu abd-i âciz ömrümün bir kısm-ı e’zamıni buna tahsîs iderek bundan on beş sene evvel istinsâha başlamış idim. Lâkin mahalle vâsıl oldum ki orada noksân oldığı hâlde sa’blî bir sûretde teclîd idildiginden yek nazarda anlaşılamıyordu. Fütûrî bâdî oldığından artık mâ ba’dînî yazamadım. Vâkı’ olan tetkîkâtıma nazaran Avrupa pây-i tahtlarının birisinde bu kısmî mevcûd imiş.Zamân-ı sâbıkda muhabere idub yazdırmaği pek çok arzû itdüm. Ba’zı zevât ile müzâkerelerde bulundum ve hattâ muhâbere itmek istedüm ise de bunun kâbil olamayacağını anladım. İşte kısmen nâkıs olan o kitâb-ı âliyeden yalnız şu kadarını istinbât itdim ki; Artukîler boyle zîr-i zemînden yûkseklere su çıkarmak gibi envâı hüner ve sınâyi-ı medeniyyeye vâkıf ve terakkî-i memlekete behakkın hâdim imişler. Nümûnesî ise bâlâda beyân olundığı ûzere el-hâletü hâzihî Hasenkeyf şehrinde âsârî pek hünerlî ve san’atlî olarak bâkî olan Su Terâzûsi ile sâiredür.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

57

bir kitâbın ilm-i lisân ve fenn-i tarih erbâbî nezdinde kıymetdâr görileceği cihetiyle bir tuhfe-i takdîm olmak üzere bu kerre tab’a ve temsîlini münâsib gördüm. Vaktile istinsâh eyledigim nâdîde bir kitâbın böyle kırk sene sonra tab’ ve neşrîne bu abd-i âcizi muvaffak iden Cenâb-ı Kibriyâya arz-ı tahmîdâtı mâlâ nihâye îder ve girânbahâ kitâbelerî zîrîne tahrîr ve dahâ ba’zı hâşiyeler ilâve île bû eser-i nâşinîdeyî; “Nevâdir-i Eslâf” mecmûamızın dördünci cüz’î ad eylerim. Ali EMİRİ


58

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

MARDİN MÜLÛK-İ ARTUKİYYE TARİHİ “………………………m olub merğûb olâ,9 Men’ olub sehv u hatâdan virdi pür üslûb olâ.” Ba’demâ şark vilâyetinde Diyarbekir hânesinde10 ..………..…………le ma’rûf ve meşhûr mahrûsesinde ve kal’asinde Âkkoyunlu ve Karakoyunlu pâdişâhları11 ……………….le ve şecâatle evvel emirden zikr olunan Artukkıyyûndan ol gevherlerin12……..lularından melikü’l-ulemâi ve’s-sulahâi muînu’l-fukarâi ve’l-ğurabâi sâhibü’lmürüvveti ve’s-sehâi uluvvü’l-himmeti ve’ş-şefâati ve’s-safâ dûn gûn hakla kılân niyâzî ve nâzî. “Melik Necmüddîn Gazî” aleyhi’r-rahmetü ve’r-rıdvân13 ki zamanında 494 yılında tâife-i Frenk memleketleründen ve şehirleründen 9

Mukaddime ile şu beytin ilk mısraının yarısına kadar nüsha-i asliyyede kâmilen yırtılub mahv ü nâbûd olmuşdur. 10 Şurada dahi bir kaç kelime kopub zâyi’ olmuşdur 11 Şurada dahi bir satırlık ibâre telef gerde-i rûzgâr olmuşdur. 12 Şurada dahi bir kaç kelimeyî pençe-i mürûr-i zaman gasb itmişdür. Kitâbın daha bir nüshasî yok ki şu nevâkıs ikmâl olunsun. 13 Ümmü’l-İber tarihinde müşârün ileyh Melik Necmüddin Îl Gazî hazretlarinün babası Emîr Artuk ânın babası Eksük ânın babası ÎlGazî, ânın babası Davud oldığı muharrerdür. Şu hâlde Îl Gazî ismi şu âileye ecdâdından intikâl itmiş oluyor. Müverrih-i şehîr Necîb Âsım Beg Efendi hazretleri 1318 senesinde neşr buyurdukları; “Türk Tarih-i Âliyesi” nde melik müşârün ileyhin sikkesi hakkında; “Gazî’nin elde bulunan ilk sikkesi 502 tarîhli oldîğından nakkâdîyun sene-i istiklâlinin bu tarîhden başlandığına hükm iderler.” buyurıyorlar. Lâkin me’has göstermiyorlar. Müşârun ileyh Necmüddîn İl Gazî hazretlerinün Mardin Kal’asinde; Hızır aleyhisselâmın nâm-ı âliyelerîne mensûb ziyâretgâh câmi’de kitâbesî oldığını haber alarak ba’zı pîrân-ı memleketî da’vet ve ziyâfet iderek o mürtefi’ kal’aya çıkduk. Câmi’ın mihrâbile minârenin dört köşelî temel kâimesinden başka eser bina kalmamışdı. Mihrâbın ûstünde Âyet-i Kürsî mahkûk idi ve altındaki ibâreden ancak


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

59

kalkub mahrûse-i Haleb üzerine hurûc itdükde, Haleb halkı bunlardan korkub mezbûr Necmüddîn Gazî hazretlerîne mektûb ile14 kâsıdlar gönderub istiânet dilediklerinde ve şehr-i Halebi teslîm idub itâat gösterdiklerinde ol esnâda şehr-i Haleb ziyâde kıtlık olub bî zahîre kalmışdı. Melik Necmüddîn Gazî etrâfından zahîre cem’ itdürüb Müslümanları bir mikdâr zahîrelendürüb şehr-i Halebi zabt idub, oğlı; “Hüsâmüddîn Timûrtaş”ı Haleb’e melik nasb idûb kendü dönüb şehr-i Mardin’e geldik de şu kadar mevcûd idi: “Emr-i tecdîde Mevlânâ es-Sultân el-Melik el-Mansûr Necmüddünyâ ve’d dîn.” Alt tarafının taşi mürûr-i zaman ile yerinden uçmuş ve mahv ve nâbûd olmuş oldığından pek çok taharrî itdük ise de bundan başka yazılı bir seng pâreye tesâdüf idemedük. Melik Necmüddîn Îlgazî’den başka bu silsilede el-Melik es-Saîd Necmüddîn ve el-Melik el-Mansûr Necmüddîn elkâb ve unvânile iki Necmüddîn daha vardur. Kitâbede mevcûd; “es-Sultân el-Melik el-Mansûr Necmüddünyâ ve’ddîn.” ta’bîrine bakılırsa üçinci Necmüddîn olması daha muhtemeldür. Ve yıkılmış olan minâresi de gâyet yüksek oldığını ve bayram gîceleri bu minâreye çıkub; Diyarbekir’in cevâmi-ı şerîfesî minârelerinde yakılan kandîlleri gordüklerini ba’zı ihtiyârlar pederlerinden rivâyeten hikâye eylediler. Fî’l-hakîka Ramazan Bayramı yaklaşdımı; Diyarbekir’in ekseri minârelerinün şerefelerine iskeleler kurulur. Gerek bu iskeleler ve gerek anın üst tarafı kilitli kandillerle tezyîn idildigi gibi şerefelerden aşağıya da iplerle kandîller sarkıdılır. Ekser minâreler âdetâ bir amûd-i nûrânî şekline girer. Memleketün sokaklar bir mertebe âdîn olur ki, sabaha kadar ele fener almağa hâcet kalmaz. Ziyâlar yek digerîne iltisâk iderek öyle sûretde aks endâz âlem bâlâ olur ki, bir kaç saatlik uzak mesâfelerden bakılsa şehrin fevkıne nûrdan bir tâc konmuş kıyâs olunur. Güzel sadâlı gençler minârelere çıkarlar. Müezzinlerle beraber sabahlara kadar Tevhîd ve Tekbîr getirürler. Ve Nuût-i Şerîfeler okurlar. Ramazan Bayramından sonra iskeleler minârelerden alınmayub Kurban Bayramına kadar mevcûd kalır. Kurban Bayramında dahi aynî muamele-i kudsiyye icrâ olunur. Andan sonra iskeleler bozulur İskeleler kurulduği vakit minârelerde hâsıl olan tarrâkaler, sıbyân-ı memlekete, âlem-i bâlâdan süzilub inen bir terâne-i Lâhûtî kadar hoş gelir. Kemâl-i neş’e ve sürûrlarından gözlerini minârelerden ayıramazlar. Ammâ iskelelerin bozulmak tarrâkasi ma’sûmlara bir sâika-i belâ kadar ye’s âver görinür. İşte vaktile bu minâreden Diyarbekir minâreleri kandîllerinin müşâhede olması bayram akşamları icrâ olunan şu mübârek şehr-i âyîn-i müstesnâya mahsûsdur. 14 Müşârün ileyh Necmüddîn Gazî hazretlerî Mardin’de bir Mâristân (Bîmâristân) ile câmi’ ve medrese ve hammâm ve sâire bina itmişdür. Mâristân harâb ve yebâb olmuş ise de sâir müberrâtî bir çok ta’mirâte uğrâdîğî hâlde mevcûddur. Mardin müftî-i esbakî; Abdüsselâm Efendi merhûm; “Ümmü’l-İber” isimli tarihinde dîr ki; Câmi’ ve mâristân ve hammâmî Necmüddîn Îl Gazî’nün birâderî Emînüddîn bünyâde ibtidâr itmiş ise de ikmâline umrî vefâ itmedüğünden müşârün ileyh Necmüddîn Îl Gazî ikmâl iderek birâderi namile tevsîm eyledi Fi’l-hakîka mezkûr câmi’ ve hammâma Mardin’de el’ân; Emînüddîn ve Mâristan Câmii ve Hammâmı dinilur.


60

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

küffâr-ı laîn yine Haleb üzerine hücûm idüb Haleb ülkesin ekserîn gâret idüb, harâb eylemişlerdi Andan şehr-i Haleb’in halkı Bağdâd’a feryadci gönderüb istiânet taleb eylediklerinde anlardan kimesne yardıma gelmeyüb, Melik Necmüddîn Gazî gazâ niyet idüb yigirmi bin er cem’ idüb bilesince; “Üsâmet’übn-i Mübârek bin Sübl’üle Külebî” ve “Emîr Sağân Arslan” sâhib-i Bidlis ve Erzen, suvâr olub bicânib-i Şâm revâne oldilar. Kağan Arslân bigî meydânde erler, İşte imdi nice kılur hünerler. Ricâl’ül ğayb bûlâra oldı yoldâş, Erirdi heybetinden dağla taş. Andan kâfir askeri tamâm otuz bin atlu ve dokuz bin piyâde cem’ olub; Necmüddîn Gazî hazretlerinün geldügün işüdücek karar idemeyüb kaçub, Tel’afrîn nâm dağa çıkub ol dağı melâz idunüb ile sarb bûlend cibâldir ki; ânca üç yerden yoli olub ser âsumâne çıkub Kûh-i Kâf misâli bir acâyib bûkaa (bukaa) ve bir garâyib kûhistândır ki vasfa kâbil değil. İle olacak Necmüddîn Gazî hazretleri dâhi gayret kuşanub Hamzevâr cûş u hurûş kılub harb âletine mustağrak olub askerine bahşiş ve in’âm-ı ni’met ve dilhoşî ve istimâlet virub çerîsin üç bahş idüb ol dağın üç yerinden; “Allah-ü Ekber” deyüb kâfir askerine koyuldular. Bir ceng-i azîm ve bir azâb-ı elîm kâfirlerin başlarına kazây-ı âsumâne bigî yağdırdiler. Şöylekim; şeyâtîn cem’iyetî esfel’üs sâfilîne degin ve kâfirlerin revânlerı çık cehennem dibine degin urûc olundilar. Otuz dokuz bin kâfirden yetmiş kâfirden artık cânına dermiyân bulmayub ta’me-i şemşîr ve hakle yeksân olub İslâm askerî bî nihâyet mâl ü ganîmet-berle etrafı feth eylediler. NAZIM Hak Teâlâ virdi nusret, hoş fütûh, Kâfire olmuş idi, tûfân-ı Nûh. Mü’minân bulmuş idi gazây-ı îd, Dürlû dürlû feth u nusret key, saîd. Andan Necmüddîn Gazî hazretleri nîçe nîçe bunun emsâli gazâlar idüb, zâhîr u bâtın velâyetle âlem içinde müstecâb’üd da’ve olub âhiret ahvâlinî dünyâ sarâyında müretteb ve dâr-ı dünyâdan vahşet idüb; 516 (sitti ve aşar ve hamsemiyye) yılında dâr-ı ukbâya cân-ı azîzîn teslîm eyledi15. Rahmet’ullâhi aleyhi rahmetün vâsia. 15

Melik Necmüddîn İl Gazî’nin kabri Mâristân (Bimâristân) karşusında “Câmiu’lAsfar” dimekle câmi’de ma’rûfdur. Bir hucre derûnunda oldığını Mardin müftî-i


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

61

NAZIM Kimesneye bâkî kalmaz, işbu mülk-i bî bekâ, Küllü şey’in fânî oliser, illâ Hak dürür bekâ. Etmedi merdân bu dünyâ mülküne her göz nazar, Rağbet itmeyüb kamûsî etdiler bundan hazer. Andan merhûm ve mağfûr saîd, şehîd nevverellâhü markadehü Necmüddîn Gazî âhirete intikâl idüb Hak Teâlâ Celle Celâlühünün rahmet-i bî pâyânına vâsıl oldukdan sonra oğli; “Melik Hüsâmüddîn Timûrtâş”16 tahta geçûb pâdişâh oldi.

esbakî olub 1259 senesinde vefât iden Abdüsselâm Efendi yazıyor ise de Melikü’lmüeyyed Imâdüddîn Ebû’l Fidâ İsmâîl Eyyûbî; “Kitâbü’l-Muhtasar fî Ehbâr’il Beşer” nâmındakî tarîh-i meşhûrunda Necmüddîn ÎlGazî’nin 516 senesî Ramazanında; Meyyâfârıkîn’de vefât eylediginî tasrîh eyliyor. Şu iki rivâyetin müşârün ileyhin na’şının Mardin’e nakil olunmak sûretile te’lîfî kâbildür. 16 Hüsâmüddîn Timurtaş’ın bu hakîrde bulunan sikkesinün zahrındaki ibâre şudur: el-Melikü’l-âlem el’âdil Hüsâmüddîn Timürtâş bin İlgazî bin Artuk IVI Benî Artuk sikkelerinün şekil, vezin, resîmleri hakkında meskûkâtnâmelerde îzâhât-ı kâfiye mevcûd oldığından burada tafsîlât virmeğe lüzûm yokdur. Şu kadar ki bu sikkelerde IVI şeklinde mevcûd olan tamğa, Türkün Kâyîhân sülâlesine aid işâret-i mahsûsa oldığından mülûk-i Artukiyye’nün o silsileden olduklarını gosterir. Sâir akvâm-ı Türkmâniyyenün de boylece işâret-i mahsûsaları vardur. Ez cümle Akkoyunlı sikkelerinde görilen tamğa dahi kendilerinün Türkün Bayındurhân silsilesinden olduklarına alâmetdür. Bu şekiller; “Dîvânü Luğâti’t-Türk” unvânlı kitâb-ı mühimmede mevcûddur. Müşârün ileyh Mardin’de Hüsamiyye nâmile bir medrese ve karşusunda bir de câmi-i şerîf bina ve bunlara evkâf-ı kâfiye tahsîs eylemişdür. Sehâvetle muttasıf idi. “Ümmü’l-İber”de Abdüsselâm Efendi’dir ki: Bir gün bütün servetini fukarâ ve ulemâ ve zuafâya i’tâ eyledi. Yine Abdüsselâm Efendi, Bedihî nâmında bir âlimden naklen şu hikâyeyi yazıyor: “Va’z ve nasîhat itmek üzere Diyarbekir’e giderken Mardin’e uğradım. “Melik Timurtaş” beni iftâra da’vet eyledi. Huzurına girdikde, aslâ iltifât itmeyub nev’ıme istihfâf gördigimden müteessir oldum. Ba’del iftâr bir kitâb celb ve kırâatini bana işâret eyledi. Kitâbı açtığda İmriul Kays’ın “Gazeliyât”i oldığını gördüm ise de birinci ğazeli hâl ve zamana muvâfık bulamadım. Kendiliğimden bir kaç beyt söyledîm. Vâkıf olarak fefkalâde inbisâtîni mûcib oldi. Hakkımda pek çok iltifatlar ibzâl ve bir çok ihsâne müstağrak eyledi.” Melik-i müşârün ileyh 544 senesinde kerîmesini Musul meliki Seyfüddin bin Imâdüddîn Zengî’ye tezvîc eyledi. Lâkin henûz halvet-i sahîhe olmadan Seyfüddin hastalanub vefât eylediğinden yerine geçen Kutbuddin mevdûd kızî aldî. İki aile arasında şu sûretle sıhrîyet peydâ oldi. “Melik Hüsâmüddîn Timurtâş” yâdigâr-ı kıymetdârı olan medresede defîn-i hâk-i ğufrândur.


62

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Göründi tâc u taht bahtiyârî, Kâmû mahlûkun oldı ihtiyârî. Saâdet izz u ikbâlile doğdi, Tamâm bedr-i dücâ tek , tahta ağdî. Deminde adl u insâf dutdi, âdem, Anın lutfîle pür olmuşdi, âlem

Andan mezbûr Melik Hüsâmüddîn Timurtâş; kal’a-i Mardin’e ve etrâfında olan vilâyetlere pâdişâh olub her câniblerden ser kalduran adüvlerin pâyimal idüb beavni ve inâyet-i Rabbânî vilâyet-i Diyarbekir ve mülk-i Şâm ve şehr-i Haleb maa vilâyete dest-i hükûmetinde ve kabza-i tasarrufunda kalub amma Necmüddîn Gazî merhûm kendu hâl-i hayatunda oğli Süleyman’ı Meyyâfârikına müvellâ kılub ve karındâşi oğli Süleyman bin Cebbâr bin Ârtuk’ı şehr-i Haleb’e melik nasb eylemişdi. Ândan Melik Hüsâmüddin dahi dünyây-ı bî vefâda bir niçe müddet fî sebîli’llâhî cehd ve cihâd ve feth-i bilâd idüb bîr zemân pâdişâhlık resminî sûrub devr-i eyyâmını tamâm itdükden sonra âhiret serâyına cân-ı hümâsî tâlib ve râğıb olub 548 (semâni ve erbaîne ve hamsemiyye) yılında rıhlet itdi17. İnnâ li’llâhî ve innâ ileyhi râciûn. Rahmetullâhî aleyhi rahmetün vâsia. NAZIM Hak yolunda cânını kıldi sebîl, Buldi cennât içre, ayn-ı selsebîl. Cârî oldi bahr-i vâr, her rûz u şeb, Cânû dilden eyledi, Hakkı taleb. Eyledi küffâr ile dûn gûn cihâd, Tâ kim oldı âlem içre nîk nihâd. Hakkın emrin hoş getürdi yerine, Buldi bin ecr anun îçûn birine. “Melik Necmüddin Alpı”18

17

Eb’ul Fidâ tarihinde Hüsâmüddîn Timurtaş’ın vefâtını 547 senesi âhirinde mukayyeddür. Ammâ “Ümmü’l-İber” ile “Mir’etü’l-İber” Ferdî’ye muvâfık yazıyorlar. 18 Melik Necmüddîn Alpîsının dahi bu hakîrde sikkesî mevcûddur. Sikkelerinün ba’zîsında “Melikü’l- Ümerâ Eb’ul Muzaffer Necmüddîn Alpî Melik-i Diyarbekir” evsâfî vardur. Ve ba’zı sikkelerinde dahi kendi isminden başka “Emîr’ulmü’minîn el-Müstencîd Billâh” ibârelerî muharrerdîr. Müşârün ileyhin vefâtı “Ümmül İber” ve “Mir’et-ül İber” tarîhlerî, Ferdî’nün bâlâda tahrîr eylediğine muvâfık olarak 560 yazîyorlar. Ve Meskûkât Kataloği 572 gösterîyor. Ve Eb’ul Fidâ’ın tarihinde, vefâtı senesine zaferyâb olamadığı beyân idiyor.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

63

Duhûl idüb anı hod dîllerle zikr itmek olmaz. Zîra hem velâyetle ma’rûf ve hem adâletle ve şecâatle mevsûf ve meşhûr olub, âlem içünde lâ nazîr ve bî bedel sultân-il milleti ve’ddîn kâtil’il kefereti ve’l-mütemerridîn gıyâsi’d-devleti ve’l-mücâhidîn emirü’l-mü’minîn ve’l-müslimîn. Zulmet içre Hızır’a hem-râh gösteren âb-ı hayât, Ol velî olsa ucbemî bâtın ve hem der sıfât. NAZIM Ser-teser âlemda olmuşdi benâm, Gündûzün kıblede vitirdi hâs u âm. Tâatinden hûd usanmışdi melek, Kuruda yaşda melik hem ker semek. Andan mezbûr Melik Necmüddîn Alpi bu serây-ı fânîde lütf u keremle ve ihsân-ı tâmla ruzîgârın leyl u nehâr ikdâmla Hak Teâla celle Halife-i Abbasi el-Mustadî Billâh’ın cülûsî 566 senesînün evâili dimek olan Rebîu’levvel’ın dokuzunci güni vuku’ bulmasına binaen her halde Necmüddîn Alpî o seneye kadar yaşamışdur ki sikkesinde halîfe-i müşârün ileyhin ismini yazmişdır. Lâkin müddet-i hükûmetinün 566 senesinî giçmediği halefî ve mağdûmi Kutbuddîn’ün Mardin’de bina eylediği Câmi-i Kebîr’in cidâr-ı şarkiyyesinde mektûb olan; âhir-i Muharrem sene 568 ve kezâlik minâresinde menkûş olan sene 572 tarihlî kitâbelerle müstebitdür. Mezkûr kitâbelerden başka Vakıfnâmesînün tarihi dahi 573 olub, öyle azametli bir câmi-i celîl’in bir iki senede itmâm olunub, Vakıfnâmesî tanzîm ve tescîl olunamaz. Bu kitâbeler âtide Kutbuddîn bahsinde aynen görilecekdür. Melik müşârün ileyhin haremî olub ve mahdûmi “el-Melik Kutbuddîn Îl Gazî” hazretlerinun vâlideleri bulunan “Sitti Radiyye”nün Hâtûniyye ismile mevsûm ve elhâletü hâzihi mevcûd bir medresesi vardur. Mahdûmî Îl Gazî zamanında inşa itdiği cîdârında muharrer olan şû kitâbeden müstebân oluyor: ‫ﺑﻌﺪ اﻟﺒﺴﻤﻠﻪ ﻋﺰاﻟﻤﻮﻻﻧﺎ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻤﻨﺼﻮر اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻌﺎدل اﻟﻤﺠﺎهﺪ اﻟﻤﻮءﻳﺪ ﻗﻄﺐ اﻟﺪﻳﻦ ﻗﺎﻣﻊ‬ ‫اﻟﻜﻔﺮة واﻟﻤﺎﺣﺪﻳﻦ واﻟﻤﻌﺎﻧﺪﻳﻦ ﻗﺎﺻﻢ اهﻞ اﻟﺒﻐﻲ واﻟﻄﻐﺎة وﻧﺎﺻﺮ اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ وﻇﻬﻴﺮ اﻟﻤﻮءﻣﻨﻴﻦ ﺳﻠﻄﺎن‬ ‫اﻟﺠﻬﺎت اﻟﻤﻮﻗﻮﻓﺔ ﻋﻠﻲ هﺬﻩ اﻟﻤﺪرﺳﺔ اﻟﻤﺒﺎرآﺔ اﻟﺨﺎﺗﻮﻧﻴﻪ واﻟﻤﻌﺮوﻓﺔ ﺑﻤﺎردﻳﻦ اﻟﻤﺤﺮوﺳﺔ‬ Sonra iki satır yazî vârdır ki beher satırî on zîrâa karîbdir, vakfın tefsîlâtına dâirdür. Lâkin bozulmuşdur. Andan sonra şu ibâre mevcûddur: ‫ واﺟﺮﻩ ﻋﻠﻲ اﷲ اﻟﺬي‬.‫"ﻓﻤﻦ ﺑﺪﻟﻪ ﺑﻌﺪ ﻣﺎ ﺳﻤﻌﻪ ﻓﺎﻧﻤﺎ اءﻣﻪ ﻋﻠﻲ اﻟﺬﻳﻦ ﻳﺒﺪﻟﻮﻧﻪ ان اﷲ ﺳﻤﻴﻊ ﻋﻠﻴﻢ‬ ‫ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ واﻟﺤﻤﺪ ﷲ رب اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ وﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻲ‬....‫ ﺳﻨﺔ‬.‫ﻻﻳﻀﻴﻊ اﺟﺮ اﻟﻤﺤﺴﻨﻴﻦ وذﻟﻚ ﻓﻲ ﺟﻤﺎدي اﻻﺧﺮة‬ ."‫ﺳﻴﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ وﻋﻠﻲ اﻟﻪ وﺻﺤﺒﻪ اﺟﻤﻌﻴﻦ‬ Müşârün ileyh; “Sitti Radiyye” nün türbesi dahi buradadur. Ve türbenün derûnunda ve kıble cihetinde divar içinde; “Kadem-i Şerîf” hazret-i nebevî eserî olan bir mübârek taş mevcûddur. Mahdûmlari; “Melik Kutbuddîn Îl Gazî” dahi vâlîdeleri yanında gunûdedür. Ammâ melik müşârün ileyh Necmüddîn Alpî vâlid-i mâcîdleri gibi Hüsâmiyye medresesünde medfûndur.


64

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

celâlühü buyurduği emre itâat gösteren ve zâhir gözile hak gören ve bu dünyâda âhiret yerâğın bi’lkülliye ömrini nehy olunan ef’âlden berî ve emr olûnân e’mâle ser virüb yüzi âk Hak dergâhına müstehak olub kutb-i hâs ezder-i ihlâs her murâdat tahsîl olundukdan sonra âkibet dârîne mürtefi’ olub anûn evlâdından ve kendû nazar-ı nihâdından ve ol lü’lü-ü dürbârından ve ol nesebin gevher nisârından; “Kutbuddîn Gazî bin Necmüddîn Alpî”19 Sene 560 (Sittîn ve hamsemiyye) de zikr olunan mülke pâdişâh olub adâlet hükûmetînde otuz sekiz yıl burc-i saltanatta Sultânlık idüb adil ve dâdle ve lutf-i bezl-i âdle şarkdan ğarba nâm-ı şerîfî benâm olub: NAZIM Lutf u ihsân idi daim pîşesî, Ehl-i diller ma’denî Hak tûşesî. Her ki dîrîlûr cihânde hayr ile, Tâ kıyâmet zikr olunur hayr ile. Kendû gitse adi kâlûr bî gümân, Tâ ebed kâlûr eyûlur câvidân. Bellûdur dîdî Resûl-i kâmver, Mü’min ölmez ol serâya nakl ider. Ancılayın Kutbuddîn ki mahrûse-i Mardin’de; Cami-i Kebîr dimekle meşhûr câmii bünyâd idüb20 ta’rîf-i câmi’: 19

Müşârün ileyh Kutbuddîn ÎlGazî’nün sikkelerinde muharrer olan elkâbı şu vecihledir: “Limevlâne el-Meliki’l-âlem el-âdil Kutbuddîn Îl Gazî Melikü’l- Ümerâ Şâh-ı Diyarbekir” ve halife-i Abbâsî en-Nâsırüddînallah ile de müşterek bazı sikkeleri vardur. Vakıfnâmesinde muharrer olan ibâre-i tavsîfiyyesî şöyledir: ‫ﺛﻢ ان ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات وﻣﻮاﻇﺐ اﻟﺤﺴﻨﺎت ذااﻟﻘﺪر اﻻﺗﻢ واﻟﻔﻀﻞ اﻻﻋﻢ ﻣﻦ ﻓﺎق ﻣﻦ اﻻﻧﺎم ﺑﺎﻟﺠﻮد‬ ‫واﻻﻧﻌﺎم وﻓﺎز ﺑﺎﻟﻌﺰ واﻻﺣﺘﺸﺎم واﻟﻤﺸﺮف ﺑﺎﻧﺴﺴﺎب اﻻرﺗﻘﻴﻪ واﻟﻤﺨﺘﺺ ﺑﻌﻨﺎﻳﺔ رب اﻟﺒﺮﻳﻪ ﻓﺨﺮ اﻟﻤﻠﻮك اﻻﺳﻼﻣﻴﻪ‬ ‫وﻧﺨﺒﺔ ﺳﻼﻟﺔ اﻻرﺗﻘﻴﻪ اﻟﻨﻘﻴﻪ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺼﺎﻟﺢ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻌﺎدل اﻟﻤﻈﻔﺮ اﻟﻤﺠﺎهﺪ اﻟﻤﺮاﺑﻂ اﻟﻤﺆﻳﺪ اﻟﻤﻨﺼﻮر ﻗﻄﺐ اﻟﺪﻳﻦ‬ ‫اﻳﻠﻐﺎزي اﺑﻦ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻤﻐﻔﻮر ﻧﺠﻢ اﻟﺪﻳﻦ اﻟﺒﻲ اﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ ﺗﻤﺮﻃﺎش اﺑﻦ ارﺗﻖ ﺿﺎﻋﻒ اﻟﻤﻮﻟﻲ ﻗﺪرﻩ وﺷﺮح ﻟﻠﻤﺒﺮات‬ ."‫ﺻﺪرﻩ وهﻮ ﻳﻮﻣﺌﺬ ﺑﻤﻦ اﷲ وﻓﻀﻠﻪ اﻟﻤﻌﻴﻦ ﻣﻠﻚ ﻣﺎردﻳﻦ‬ 20 Mardin Cami-i Kebîrî’nün cidâr-ı şarkîsinde câmi-i mezkûrun tarih-i senesi muharrerdür. Lâkin baş tarafında altı satır mürur-i zaman ile bozulub okunamıyor. O altı satırdan sonraki ibâre şudur: .‫ﻓﻲ اﺧﺮ ﺷﻬﺮ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن وﺳﺘﻴﻦ وﺧﻤﺲ ﻣﺎﺋﻪ ﻣﻦ هﺠﺮت ﺳﻴﺪ ﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ ﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ Câmi-i Kebîr’in minâresinde mektûb olan kitâbe şudur: ‫اﺣﻤﺪ اﷲ واﺷﻜﺮﻩ اﻟﺬي وﻓﻘﻨﺎ ﻟﺒﻨﺎء هﺬﻩ اﻟﻤﻨﺎرة ﻓﻲ دوﻟﺔ اﻳﺎم اﻳﻞ ﻏﺎزي ﻗﻄﺐ اﻟﺪﻳﻦ اﻻرﺗﻘﻲ ﻣﻠﻚ‬ .‫دﻳﺎرﺑﻜﺮ‬ ‫ﻣﺎﺋﻪ‬.‫ﺑﻨﻴﺖ هﺬﻩ اﻟﻤﻨﺎرة ﻓﻲ اﻟﻤﺤﺮم ﺳﻨﻪء اﺛﻨﺘﻴﻦ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺧﻤﺲ‬ Ve altında hatt-ı kûfî ile: .‫وﻣﻦ ﻳﺘﻮآﻞ ﻋﻠﻲ اﷲ ﻓﻬﻮ ﺣﺴﺒﻪ‬


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

65

NAZIM Dürr u gevherle bezenmiş sânasun mahbûbdur, Anın îçûn beş vakitde halk anâ matlûbdur. Dilgüşâdır âlem içre gökde sânı ma’mûrdur, Cânlara virir sürûrlar, içi dolu nûrdur. Subh u şâm îçinde olur zikr u tesbîh u nemâz, Hak Teâlâ hazretîne kulları kılur niyâz. Ve kal’a-i mezbûreye mâlik olub insâf-ı tamla ve dîn-i hak İslâmla rûzigârun geçurub tuhm-ı zulmet ekinlerin mezraa-i dünyâdan mahv idüb ve ilm-i rahmet û hikmet kitâblar defterlerini levh-ı mahfûz sahîfesine nakş idüb rişte-i ma’delet satırlarun cennet masdarına çekub âkibet yerâğın tamâm idüb, Hak nazargâhî merâhiline mürğ-ı hümâvâr cân-ı azîzin ve cây-ı makdes-i râhına rûh-ı temîzîn tamâm sürûr-ı berle pervâz idüb bi’l sıdkı ve’l Büyük bir taş üzerinde Câmi-i Kebîr’in tamam-ı vakfiyesî muharrerdür. Vakfiyyenün tarih-i tanzîmî müşârün ileyh Melik Kutbuddîn zamanında 573 senesinde oldığı hâlde bu tâş üzerîne ândan kırk sene sonra 613 senesînde yazılmışdır. Şöylece bâşlar: ....‫ﺑﺮز اﻟﻤﺮﺳﻮم واﻻﻣﺮ اﻟﻌﺎﻟﻲ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻮﻓﻖ اﻟﻤﻈﻔﺮ‬ Ve nihâyet tarîhi şûdur: ‫ذﻟﻚ ﻓﻲ ﻧﺼﻒ ﺷﻬﺮ ﺷﻮال اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ ﺛﻼث ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ‬ Ve mezkûr vakfiyenin dahi sûretî tamâmen ahz olunmuşdur. Lâkin pek mufassal oldığı îçûn yâlnız ibtidasile intihâsından birer mikdâr yazılmakla iktifâ olundi. İbtidâsî: .‫اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬي ﺧﻀﻌﺖ اﻟﻤﻠﻮك ﻟﺪﻳﻪ ووﻗﻔﺖ اﻟﻌﺰاﺋﻢ ﻋﻠﻴﻪ واﺣﺴﻦ ﻣﺎ ﺻﺮﻓﺖ اﻻﻓﻜﺎر واﻟﻬﻤﻢ اﻟﻴﻪ‬ ‫ وﻓﺎز اﻟﻤﺒﺎرزون ﻣﻦ‬.‫واﺟﺎز ﻓﻲ ﻣﻠﻜﻪ اﻟﻮﻗﻒ واﻟﺤﻜﺮ واﻻﺳﺘﺤﻜﺎر وﻻ ﻳﺘﺼﻮر ﻓﻲ ﺳﻠﻄﻨﺘﻪ اﻟﻤﺘﻐﺎﻳﺮ واﻻﻏﻴﺎر‬ ‫ﻋﻨﺪﻩ ﺑﺎﻋﻠﻲ اﻟﺪرﺟﺎت واﺳﺘﺒﺸﺮ اﻟﺴﺎﺑﻘﻮن ﻳﻮﻋﺪﻩ اﻟﺰﻟﻔﺎت واﻟﺼﻠﻮة واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻲ ﻣﻦ ارﺳﻠﻪ ﺑﺎﻻﻳﺎت اﻟﻘﺎﻃﻌﺎت‬ ‫واﻳﺪﻩ ﺑﺎﻟﺒﺮاهﻴﻦ واﺟﻞ اﻟﻤﻌﺠﺰات ﻣﺤﻤﺪ ﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ وﻋﻠﻲ اﻟﻪ وﺻﺤﺒﻪ اﻟﻨﺠﻮم اﻟﻄﺎﻟﻌﺎت وﻋﺘﺮﺗﻪ‬ ...‫وازواﺟﻪ اﻟﻄﺎهﺮات اﻣﺎ ﺑﻌﺪ ﻓﻬﺬا ﻣﺮﺳﻮم ﺷﺮﻋﻲ وآﺘﺎب ﻣﺮﻋﻲ‬ Nihâyetî: ‫واﻟﺤﻤﺪ ﷲ رب اﻟﺴﻤﻮات ﻟﺴﺒﻊ واﻻرﺿﻴﻦ اﻟﺴﺒﻊ وﻣﺎ ﻓﻴﻬﻦ ورب اﻟﻌﺮش اﻟﻌﻈﻴﻢ واﻟﺼﻠﻮة واﻟﺴﻼم‬ ‫ﻋﻠﻲ ﺳﻴﺪ ﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﺮؤف اﻟﺮاﺣﻴﻢ ﺣﺮر ﻓﻲ اﻟﻴﻮم اﻟﺴﺎﺑﻊ واﻟﻌﺸﺮﻳﻦ ﻣﻦ ﺷﻬﺮ رﻣﻀﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﻦ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ‬ .‫ﺧﻤﺴﻤﺎءة وﺛﻼث ﺳﺒﻌﻴﻦ ﻣﻦ هﺠﺮة ﻣﻦ ارﺳﻞ رﺣﻤﺔ ﻟﻠﻌﺎﻟﻤﻴﻦ‬ Vakfiyede bu câmiin iki minâreli olduğî muharrerdür. Şark cihetindekî minâre mevcûd ise de, garb tarafındakî Timurleng cânibinden tahrîb idilmiş lâkin bir daha yapılmamışdır. Mevcûd olan minârede nukûş-i zarîfe vardır. Rivâyete göre pûladdan bir zencîr i’mâl itdirûb bunî her iki minâre ârasına ta’lîk itdirmişdî.Garb tarafındakî minârenün tahrîbinden bir müddet sonra mezkûr zencîr Sultan İsa Medresesine nakl olunûb iki kubbe arasına asdırılmış ve ondan dolayı Zinciriyye Medresesi nâmını almışdır. Kezâlik bu Câmi-i Şerif’in mihrâb-ı âliyesinde iki “kadem-i şerîf” eserî mevcûd olub vaktile “Nusaybin” kasabasında bulunan; “Câmi’ul Mukaddem”den buraya nakl idildiğinün “Rıhlet-i Zemahşerî”de muharrer oldığını ba’zı Mardin fuzalâsî söylediler. Lâkin “Rıhlet-i Zemahşerî” nâmında bir eser, şimdiye kadar meşhûdumuz olmadı.


66

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

ihlâs emre itâat gösterûb sene 598 (semâni ve tıs’îne ve hamsemiyye)de bârigâh-ı illîyine bî hısâb vâsıl ve mütevâsıl oldı21. Rahmetullâhi aleyhi rahmetün vâsia.

21[1]

Müşârün ileyh Kutbuddîn 598 senesinde vefât itmeyüb, 580’de vefât itmişdur. Ve yerine de ismi beyân olunan Melik Nâsırüddîn ta’yîn olunmayub, el-Melik Hüsâmüddîn Yavlak Arslan ta’yîn olunmuşdur. Pederlerî “Melik Kutbuddîn Îl Gazî”nün Vakıfnâmesinde dahi ismi şu vecihle muharrerdür: ‫"ﺛﻢ ﻣﻦ ﺑﻌﺪﻩ ﺗﻜﻮن اﻟﺘﻮﻟﻴﺔ ﻋﻠﻲ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﺨﻴﺮات واﻟﻤﺒﺮات وآﺎﻧﺔ اﻟﻤﻮﻗﻮﻓﺎت اﻟﻤﺬآﻮرة وادارﺗﻬﻢ ﻻﺑﻨﻪ اﻟﺼﻠﺒﻲ‬ "‫وﻣﺠﻠﻪ اﻟﺘﻘﻲ ﻓﺨﺮ اﻟﻨﺠﺒﺎ وزﺑﺪة اﻟﺬآﻴﺎ ﺣﺴﺎم اﻟﺪﻳﻦ اﻋﺎﻧﻪ اﻟﻤﻌﻴﻨﻆ‬ Binaenaleyh her nasılsa derûn-i kitâbe derc olunmamış olan müşârün ileyhin ismile ehvâlinden bir mikdârini buraya derc ve ilâve eyledük: “El-Melik Hüsâmüddîn Yavlak Arslan” Sâbıku’t-terceme Kutbuddîn Îl Gazî’nün büyük mahdûmîdür. Pederinden sonra makâmına kâim olmuşdur. Henûz hadîs’üssin idi. Bizzât idâre-i umûr idemeyûb babasınun memlûki Nizâmüddîn Bakş tarafından idâre-i memlekete kıyâm olundı. 594 senesi ramazânında mülûk-i Eyyûbiyyeden Şam hükümdârı melik’ul Âdil Seyfuddîn Ebû Bekr bin Eyyûb Mardin’e hücûm eyledi. Şiddetlü muharebeler cereyan iderek Mardince telefât-ı âzîme vukûa geldi. Melik el-Âdil’in askeri Mardin şehrînun ortasına kadar vâsıl oldıler. Hüsâmüddîn ve Nizâmüddîn ve daha bir hayli ehâli ve me’murîn kal’ade tahassün eyledi. Müddet-i muhasara bir sene mümted oldi. Yüz yıldan beri hüsn-i idâre ile ehâlîyi memnûn iden bir devletin zaman-ı inkırâzı hulûl itdi diyerek her kes müteessîf ve müteessir iken Sultan-ı Mısır Melik el-Afdal ile Melik el-Âdil beyninde zuhûr iden ihtilâf Şâm havâlîsini tehlikeye düşürdi. Melik el-Âdil Mardin muhasarasınî oğli Melik el-Kâmil’e havâle ile kendîsi Şâm’a gitmek üzere Meyyâfârikîn’e azîmet itdi. Melik el-Âdil’in Mardin’den çekilmesini müteâkıb Musul hükümdâri Nureddin Arslan Şâh 595 senesî şehr-i Şa’banının ikinci güni Mardin’e dört saat mesâfede bulunan Koçhisâr “Düneysır”a geldi. Ammizâdesî Sencâr hâkimi Kutbuddîn ve dîger ammizâdesi Cezîre-i İbn-i Umar hakîmi Sencer Şâh dahi birer kuvve-i askeriyye ile yanına geldiler. Benî Artuk devletinun kıymetdâr kasırlari ve bağçeleri bulunan Harzem nam mevkıe nüzûl ve oradan dahi Mardin cebelinun alt tarafına doğri bir istikşâf mefrezesi sevk eylediler. Melik el-Kâmil askerle Mardin’den çıkub mühâcimlere mükâbele eyledi. Lâkin askeri münhezîm ve perîşân ve Mardin cebeline doğri girîzân oldiler. Hüsâmüddîn’ün askeri daha mukaddem kal’aden inub Mardin şehrini taht-ı muhâfazaya aldiler. Ve arka tarafdan Melik el-Kâmil’e sûret-i hücûm gösterdiler. Melik el-Kâmil’in askeri cebele suda çalışırken Hüsâmüddîn’ün askeri önden ve Nûreddîn’un askeri arkadan yetişdi. Düşman askerini fenâ hâlde esîr ve berbâd eylediler. Melik el-Kâmil Meyyâfârıkîn’e doğri firâr eyledi. Hüsâmüddîn Yavlak Arslan şu tehlike-i azîmeyî atlatdukdan sonra daha üç sene kadar yaşayarak 598 senesinde vefât eyledi.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

67

Cân hümâsî Hakka pervâz eyledi, Cümle âlem halkı feryâd eyledi. Kimse kâlmaz bû cihânde tâ ebed, İllâ hemîn birdür, Allah’üs-Samed. Küllü şey’in helikün Hakdur bekâ, Küllü men aleyhâ fânin mutlaka. Dâimâ işbu dürür çarhın işi, Âkibet olmakdadur, erkek dişi. Bu fenâda kimsene bulmaz murad, Lâ cerem ketmin gerek ey hoş nihâd. Her ki dünyâya uyar, mağbûn olur, Âhirette lâbüd ol mahzûn olur. Kutbuddîn Gazî sözi bûnda tamâm, Oldı, sad-bâr ruh-ı pâkine İslâm. Andan merhûm, mağfûr, saîd, şehîd nevver’ellâhü merkadehû’nun cesed-i pâkî; Bâb-ı Sûr kurbunde vâlidesi inşa itdüği; “Sitti Radiyye” medresesünde defn olundi. Aleyhirrahmeti ve’r-rıdvân. Ândân yerîne müvellâ olan oğli: “Es-Sultân Melik En-Nâsırüddîn”22 22

Müşârün ileyhin ismi Artuk Arslandır. Kutbuddîn ÎlGazî’nün ikinci oğlidur. Pederînün bînâ eylediği Cami-i Kebîr’in Vakıfnâmesi’nün tarih-i tanzîmi olan 573 senesînde âlem-i şühûdda hırâmân bulundığı mezkûr vakıfnâmenün şu; “ve yekûnü sevâbühüm li-rûh’il vâkıfi ve veledeyhi yetekabbel Allahü minhu” ibâresinden anlaşılıyor ise de o tarihden ne kadar evvel dünyaya geldiği bilinemiyor. 637 senesinde vefât itmesine nazaran her halde sinninin altmış beşden ziyâdeye bâliğ oldığı bedîhidür. Sikkelerinde; “el-Melik el-Mansûr nâsır’üd-dünyâ ve’d-dîn Ârtuk Arslan Melik-i Diyarbekir” ve “el-Melik’ul âlem el-âdil Nâsırüddîn Artuk Arslân Melik-i Diyarbekir” unvân ve elkâbı muharrerdür. Melik Âdil Eyyûbî ve Melik Kâmil Eyyûbi ve Melik Zâhîr Gazî ve Sultan Alâeddîn Keykubât Selçukî ve elMustansır Billâh Abbâsî ile de ba’zı müşterek sikkeleri vardur. Pederi Kutbuddîn ÎlGazî’nün zamanında rütbe-i vezârete suûd iden ve birâderi Yavlak Arslan hadîsü’s-sin olmak münâsebetile on sekiz senelik zaman hükûmetinde Atabek’i bulunan Nizâmüddîn Bakş, müşârün ileyhin evâil-i zamanında dahi makâm-ı infirâdda tasaddur-nümâ iken hastalanması münâsebetile 601 senesinde ziyâretine gîderek Nizâmüddîn Bakş’î bizzât öldirüb hükûmet-i mevrûsesini yed-i iktidârına almışdur. Maktûl Nizâmüddîn Bakş’ın dahi cevâmi-i şerîfe vesâir mebâni-i hayriyyesi vardur. Şu noksân kitâbeler müşârün ileyhin nâmına mensûbdur: ‫وآﺎن ذﻟﻚ‬...............‫ﺑﻨﻲ هﺬا اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻻﻣﻴﺮ اﻻﺳﻔﻬﺴﺎﻻر اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻌﺎدل اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻤﻮﻓﻖ ﻧﻈﺎم اﺑﻦ ﻋﺒﺪاﷲ‬...‫"ﺑﺴﻤﻠﻪ‬ "‫ﻓﻲ اﻟﻌﺸﺮ اﻻﺧﺮ ﻣﻦ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﺔ اﺛﻨﺘﻴﻦ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺧﻤﺲ ﻣﺎﻳﻪ ﻣﻦ هﺠﺮة ﺳﻴﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ ﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ ‫دﻳﻜﺮ‬


68

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Sâhibü’d-dünyâ ve’d-dîn el-mâ’rûf bi’ş şehîd ancılâyın Nâsırüddîn Saîd’in Koçhisâr dimekle ma’rûf şehirde; Câmi-i Kebîr ve kurbunda Medrese-i Âlî23 ve Harzem’de dahi bîr medrese-i âher ve ândan mahrûse-i Mardin’de medrese maa câmi-i vâsi’ ki; Şehidiyye dimekle mevsûf medrese24 ve cem’an -cum’a- mescidin bünyâd etdürüb anın gibi medâris derk-i derzebânühe mevsûf est. BEYİT Bir nazar kılsan anın bünyâdîne ey şâh-ı dîn!.. Zâhir ola çeşmine, mi’mâr-ı dîn ayne’l-yakîn. NAZIM Hayrile âlemde rûşen bir delîl, Gûn gibi her yerlere olmuş celîl. Otûz beş yıl kîm tamâm itdî hükûm? Akibet ânu dahi, ûtdî ölûm. Bî vefâ dünyây-i dûndur bî vefâ, Kimseye kalmaz vefâ, illâ cefâ. Güldüre ger bir nefes halkdan birin, Ağladûb tâmû ider bin yıl yerin. Çûnki bu dünyâ doludur böyle gam, Pes nedür ânâ harîs olmak ümem. Pîre zendür bakmayub geçmek gerek, Ahiret menziline göçmek gerek. Olur ukbâda murâdât hâsıli, Leyl bunda âl rızâat hâsıli. ." ‫" ﻋﻈﺪاﻟﺪوﻟﺔ واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻣﺤﻲ اﻟﻌﺪل اﺑﻮ ﺑﻜﺮ ﻣﻨﺼﻮر اﻟﺒﻘﺶ‬ Melik müşârün ileyhin Kâdî’l Kudâtî Koçhisâr (Düneysır) fuzâlasından; Muhammed bin Süleymân bin Mücellî ed-Düneysırî nam zât idi. 613 senesinde Kâdî’l Kudât nasb ve ta’yîn olmuş ve müddet-i kazâsi elli üç sene imtidâd ve 669 senesinde vefât itmişdür. Bırakmış oldığı hüsn-i sayt ve zikr-i cemile hürmeten yerine mahdûmi fuzâlâdan Mevlâna Abdullah Düneysırî ta’yîn olundi. Âtide bahsî gelecekdür. 23 Bir akşam Mardin’de güneşin ğurûbi sırasında Mardin eşrâfından “Ensârî” zâdelerle “Gelmedî” zâdelerîn konâkları arasında bulunan hânemizin damından çöl tarafına bakarken beş altı saatlik mesâfede bir kubbe ile iki minâre gibi şeyler hayâl meyâl his olunmağa başladı. Hemen otadan dürbîni getürüb dikkatle nazar itdiğimde fi’lhakika ortada bir kubbe ve iki tarafında iki minâre oldığı güzelce fark olundi. Yanımda duran Mardinlî Timur nâmında bir hizmetçiden şu görilen mahallin Koçhisâr (Düneysır) oldığını öğrendim. İşte bu câmi’ ile kurbunda bulunan medrese müşârün ileyhin imiş. Şimdi kasaba bir köy hâlinde oldığî gibi câmi’ ve medrese de harâb. Lâkin kitâbesi kısmen mevcûd imiş. Oraya gitmek husûsî bir kaç def’a niyet olunmuş ise de nasîb olmadı. 24 Müşârün ileyh bu medrese-i cesîmeyî seksen hücre olmak üzere bina eylediğinden ‘Semânîn’ nâmile yâd olunur.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

69

Ve mezbûr Melik Nâsırüddîn sene 533 (selase ve selasîne ve sittemiyye)de müteveffâ olub25 Mardin’de bünyâd olunan medresede defn olundi. Rahmetullâhi aleyhi rahmetün vâsia. Ve anun yerine sultan olan oğli. “Melik es-Saîd”26 25

“Ümmü’l-İber” ve “Mir’etü’l-İber” tarihleri müşârün ileyhin vefâtını 632 ve “Kâtib Ferdî” bâlâdaki satırda 623 ve ba’zı tarihler 636 gösteriyorlar. Lâkin Eb’ul Fidâ Eyyûbî hazretlerî tarih-i âliyelerinde 632 kavlini beyân ile berâber vefâtıni 637 senesi olmak üzere tasrîh ve kayd eylemişdür. 26 Müşârün ileyhin ismi Necmüddîn, lakâbı Gazî’dür. Sikkeleri; “el-Melik es-Saîd Necmüddîn Îl Gazî” ve “el-Melik es-Saîd Îl Gazî” unvânile muanvendür. El-Müsta’sım Abbâsî ve el-Melik en-Nâsır Yûsuf Eyyûbî ve el-Melik es-Sâlih Eyyûbî ile ba’zı müşterek sikkeleri vardur. Müşârün ileyhin vezîri İsmâîl bin Ebî Sa’d b. Alî bin el-Mansûr bin Muhammed bin el-Hüseyn eş-Şeybânî el-Âmidî’dür. “Âmid” şehrine dâir ğâyet güzel bir tarih yazmış ve Mardin’e giderek fazl u kemâl ve kitâbetde nevâdirden olmak hasebile Melik es-Saîd’e vezîr olmuşdur. Mahdûmi Şemsüddîn Muhammed, Mardin hâkimi; Melik es-Saîd’ün oğli Melik el-Muzaffer ile birlikte büyümüş olduklarından, Melik el-Muzaffer 958 senesînde Mardin hâkimi oldukdan bir müddet sonra kendileri dahi vezâretî mahdûmlari Şemsüddîn Muhammed’e terk ve 673 senesinde Mardin’de vefât itmüşdür. Oğli Şemsüddîn Muhammed; “Melik el-Muzaffer” bahsinde görilecekdür. Vezîr müşârün ileyh İsmail bin Ebi Sa’d; “Âmid” şehrîne dâir yazub, fuzalây-i asrî tarafından pek çok senâlara mazhar olan tarihi maatteessüf henûz meşhûdumuz olmamışdur. Yanya ve İşkodra vilâyetleri müfettişliğinde bulundığım esnâda Yemen’de me’mûriyet virmiş olan bir zât Yanya’ya gelmişdi. Esnâ-i sohbette Yemen eşrâfından bir zâtın kütübhânesinde gâyet mükemmel bir “Âmid” tarihi oldığı ve hatta şehrün sokaklarına varıncaya kadar irâe ve ta’dâd eylediğini beyân itmesi üzerine yukarıda isminden ve tarihinden bahs eylediğimiz zâtın tarihi olmak ihtimâlile merâk ve sevdâsına düşdüm. Derhâl bu tarihi elde itmek îçûn Yemen’de ba’zı zevât ile muhâbereye başlanıldı. Ve ol esnâda on bin gurûş maâşla müceddiden teşkiîline karar virilen Yemen vilâyet-i celîlesî Mâliye Müfettişliğî, Mâliye Nezâret-i celîlesünden şifreli telgrâfla bendenize teklif olunarak, sûreti muvâfakatım istifsâr buyuruldı. Bu kitâbın aşkile kemâl-ı memnûniyetle kabul eyledim. İrâdesi şerefzuhûr iderek Yemen’e gitmek üzere Derseâdet’e gelmişdim. Lâkin ne öyle bir kitâb ve ne de eşrâf içinde o isimde bir zât oldığına dâir cevâblar vürûd eyledi. Pek mahzûn oldum. Ve artık Yemen’e azîmet itmege de lüzûm görmeyûb zikr olunan müfettişlikden isti’fâ itdum. Andan yedi sene sonra Hazîne-i Celîle Mâliye Kapûn Müdîrliğine ta’yîn buyuruldığım esnâda, yine on bin gurûş maâşla Hey’et-i Teftîşiyye azâlığıyla Yemen’e gitmekliğim zarûrî hükmüni aldı. Yemen’in her tarafında tahkîkat icrâ itdiğimde fî’l hakîka Yemen’ün hiçbir tarafında öyle bir kitâb olmadığını bakıyyen anladum. Hayretler içinde kaldım. Lâkin Yemen kıt’asında pek nâdir ve kıymetdâr


70

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Atâsı vefâtından sonra yerine sultân olub pâdişâhlık merâhiline duhûl idub. NAZIM Ûrüldi başına devlet külâhı, Ânûn destinde kâldî tahtıgâhı. Atânun oğli devletlû kopıcak, Tutar meydân bahâdır er olacak. Melik Saîd dahi bir niçe eyyâm, Sûrûb devlet zemânunda beher kâm. Verildî izz u câh-ı kâmurânı, Dûtub şöhret biraz gördî cihânı. Çerkes Hân oğli Hülâgû erişur, Melik Saîd ölûmîne durîşûr. Melik Saîd reâyâsile nâçâr, Girerler Kal’a-i Mardin’e yekbâr. Gör imdi bed felek cünbüşlerini, Ne tîz gosterür ol çep işlerini. Verir devlete akabince zevâli, Bû durur kim cihânun mekr u âli. Andan mezbûr Hülâgû bin Çerkes (Cengîz) Hân, Melik es-Saîd’ün üzerîne hücûm idüb gelicek, Melik es-Saîd dahi maa ra’ıyyetihî Kal’a-i Mardin’e girüb hısâr olub halkından ve akrubâsından bî nihâyet âdem hasârat olub rûh-i revânları âhiret menzilinun merg-i esbine süvâr olub revâne olundılar. Melik Saîd’ün dahi ecel erişüb biemr-i takdir-i Rabbânî ve bimarazı hâil-i bî emânî. Câm-ı mevt-i nâgehânî berle kal’a-i mezbûrda fevt oldı. Rahmetullâhi aleyhi rahmetün vâsia. NAZIM Dâr-ı dünyâdan revân olur o gün, İnne lillâhi ve inne ileyhi râciûn. Ruh-ı pâkî ol serâya azm idüb, Cennet içre yerini hoş bezm idüb. Kişi gider, kalur illâ nîk nâmı, Devlet issî kûl kazanır, nîknâmı. Dirûşur hayr işe merdân, rûz u şeb, Her ne kılsa hayr îçûn, kılur taleb.

kitâblar bularak ba’zısını iştirâ ve ba’zısını istinsâh sûretile elde itmege muvaffak oldum.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

71

Çünki Melik es-Saîd dahi dünyâsın değiştirüb sene 656 sitte ve hamsîne ve sittemie27 de âhiret serâyına nakl idicek oğli: “Melik el-Muzaffer”28 Kal’a-i Birîcek’de bulunub atasınun mevt haberi erişücek çok gâm u melâlet vâkı’ olub bî kıyas mâtem ve ye’s itdükden sonra âhir’ül emr nâçar takdîrün emrîne ve Allahü Teâlâ celle ve alânun hukmine bizzarûr sabr eyledi ki; “İnnellâhe yuhibbu sâbirîn”dür. Andan Hülâgû bin Çerkes Hân gelûb Melik el-Muzaffer’e itdî ki; “bâban merhûm gitdise siz şâd ve safâberle ilâ yevm’ilkıyâme bâkî ve pâyidâr olun.” deyû teselli-i hâtır buldukda. NAZIM Hülâgû’nun sözi oldı tesellâ, İdûb cânû gonülden şükr-i Mevlâ. Hükümrân oldı, giydî hil’at-ı hâs, Dahi dergâh-ı Hakka kıldı ispâs. Yedirûb, toplayub kendü yerine, Ani gönderdi oturdi yerine. Melik Muzaffer oldı tahta Sultân, 27

Tevârih-i sâire müşârün ileyhin vefâtını iki sene sonra 658 senesinde yazıyorlar. İsmi Kara Arslan ve sikkeleri; “el-Melik el-Muzaffer Kara Ârslân” elkâbiledür. Ba’zı meskûkâtı Hülâgû Cengizî ile müşterekdür. Mardin’de bir taşı beyaz bir taşı siyah olarak Hanefî ve Şâfiîlere mahsûs câmi’lerî vardur. Bundan başka Muzafferîye Medresesini bina ve ehl-i tarîkat îçûn da bir zâviye inşa ve ba’zı kurâ vakf ilemiş. Ve vefâtunda medresesine defn olunmuşdur. Müşârün ileyh Melik Muzaffer’ün evvelce vezîri, Âmid (Diyarbekir) tarihini yazan pederi Melik Saîd’ün vezâretinde bulunub ismi yukarıda mürûr iden İsmail Âmidî idi. Sonra vezîr müşârün ileyhin mahdûmî olub Melik Muzafferle birlikde büyûyen; “Muhammed” bir fâzıl-ı sâhib tedbîr zuhûr îledîginden pederinün ihtiyarlaması hasebile ve rizâsile mevkı-i vezârete gelerek nâib-i memleket ve müdîr-i umûr-i devlet olmuşdı. Alim, âkil, kâtib, kâmil olmakla berâber Sultan Ahmed bin Hülâgû’nun şeref-i İslâm ile müşerref olmasına sa’y iden hamiyyetmendândandur. Müşârün ileyh İslâm oldukdan sonra ismi Nigûdar iken Ahmed nâm-ı mübârekine kalb eylemiş ve sâhib-i tercemeyi 681 senesinde ittihâd-ı İslâm îçûn; Mısır Sultanî el-Melik el-Mansûr Seyfüddîn Kalâvan tarafına risâletle göndermişdi. Lâkin 682 senesinde müşârün ileyh Sultan Ahmed’in şehâdetî vuku’ buldığından Mısır’dan bir daha avdet itmemişdur. Mısır’da Şeyh’ul İslâm Ebu’l Abbâs İbn-i Teymiyye ve Şeyh Safîddîn bin Abdülhak ve İmâm Berzelî ve İmâm Zehebî gibi zâtlar bu zâtdan okudılar. Derseâdet’de; “Kütüphâne-i Umûmiyye”de el-hâletü hâzihi mevcûd olan bir kitâb zahrîne müşârün ileyhin hatt-ı destile yazmış oldığı ibâre aynen şöyledür: ‫ﻣﻠﻜﻪ ﻓﻲ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﻪ‬.‫"ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﺳﻤﻌﻴﻞ ﺑﻦ اﺑﻲ ﺳﻌﺪ ﺑﻦ ﻋﻠﻲ اﻻﻣﺪي ﻋﻔﺎ اﷲ ﻋﻨﻪ ﻳﻌﺘﺼﻢ ﺑﺎﷲ وﻳﺘﻮآﻞ آﻠﻌﻠﻴﻪ‬ ."‫ﺣﻤﺎهﺎاﷲ‬.‫ﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ ﺑﻤﺎردﻳﻦ‬ 28


72

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Muzaffer berle oldı millete Hân. Sabâhat, akl u devlet nâmdârî, Ferâset ehl-i şevket tâcdârî. Civânmerd u sühendân oldı, kendi, Ûrunüb tâc kûşândî, tîğ u bendî. İykin rağbet îderdî ehl-i dîne, Gürûh-i mü’minîn u âbidîne. İdüb rağbet vîrirdî bahşiş-i in’âm, Asâyiş bulmuş idi ehl-i İslâm. Gazâlar eyleyûb çok cehd iderdi, Emân diyenler ile ahd iderdi. Alâ veş halk içinde , şâh-ı merdân, Lakab anınçûn oldı; “Kara Arslan” Şecâat berle hem adille meşhûr, Keremle hûd olur, nûrun alâ nûr.

Andan kendû zamanında mahrûse-i Mardin’de kal’a-i mezbûre kurbunda bir medrese-i âli benâmı Muzafferiyye ve delâyili samediyye bünyâd idüb, dikme bir vilâyetde ancılâyın dilgüşâ ve bir teferrüçgâh bûlikâ dimekle meşhûr medrese olmuşdur. NAZIM Bir müzeyyen beyt-i Hak, san Kabedür, Hak dilersen gör ani, mihrâbe tûr. Ak, siyâh mermerle hoş nakş eylemiş, Anda bana umrîni bahş eylemiş. Hân Muzaffer cümlesin ma’mûr idüb, Cânû diller mülkini, pür nûr idüb. Düzdî koşdı eyledi bir yâdigâr, Ârzûsîdür anun perverdigâr. Oşbû evsâfı çokdur illâ ihtisâr, Oldı yigirmi sekiz yıl tâcidâr. Oldahi kıldî kamû umrîn telef, Bî’ ukbâda rûhunu virdi selef. Medh û geş olasi söz az idelüm, Mürğ-ı cân ukbâya pervâz idelüm. Pes merhûm, mağfûr, saîd, şehîd nevverAllahü kabrehü “Muzaffer Hân” dahi dâr-ı saltanatta yigirmî sekiz yıl sultânlık etdükden sonra dâr-ı fenâdan vahşet idüb dâr-ı ukbâya cân-ı azîzîn revân eyledi. Aleyhi’r-rahmetü ve’l-ğufrân.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

73

Ve müteveffa-i mezkûr sene 684 (erbau ve semânîne ve sittemiyye)29 de âhirete intikâl idüb medrese-i mezbûrede defn olundı. Ve kendû yerinde alâ’ttahkîk müvellâ olan oğli30 “El-Melik el-Mansûr”31 Merhûm atâsı vefâtından sonra sultân olub mukarrar oldı. Ve tahta geçüb yigîrmi yedi yıl pâdişâhlık sürüb her işde kâmil, âkil, dilâver, ehl-i 29

Bu zâtın vefâtını sâir tarîhler 691 kayd idiyorlar. Ebu’l-Fidâ dahi tarihinde sûret-i zân ile 691 olarak gösterîyor. 30 Müşârün ileyhin yerine Melik Mansûr’dan mukaddem diğer oğli Şemsüddîn Davud kâid oldığını sâir tarihler bize irâe idiyor. Ferdî bu zâtı dahi her nasılsa tarihinde göstermiyor. Ve bu Şemsüddîn Davud’un 691 tarihinde hâkim-i Mardin olarak bir sene dokuz ay hükûmet itdükden sonra 693 senesinde yerine birâderi; “elMelik el-Mansûr Necmüddîn bin Kara Arslân” geçdigini Ebu’l Fidâ; tarih-i Benî Artukî beyân iden; “Takvîm-i Halli Mardin” nâm eserden nakl ile beyân eylemişdur. 31 Bu zâtın sikkelerinde; “es-Sultân el-A’zam Zıllullâhî fî’l-âlem el-Melik’il Mansûr Necmüddîn Ebi’l-Feth Gazî” unvân-ı müdebdebî menkûşdur. Fuzalây-i ulemâdan; Zeynüddîn Abdulkâdir İbn-i Muhammed el-Hanefî er-Râzî nâm zât, ilm-i bedî’den; “Ravzatü’l Fesâha” ismindekî kitâbınî bu zâtın nâmına te’lîf iderek; “ve eşrefehû bi’smis Sultâni el-müeyyedi el-Mansûr Necmüddîn Ebi’l Feth Gazî el-Artukî” ibâresini yazmışdur. İbn-i Hacer hazretleri buyururlar ki; “Melik Mansûr” gâyet semîn idi. At üzerinde yorulub sıkılırsa binmek îçûn yanınca bir de mahfe gezdirürdi. * * * Müstesnâ bir fazl ve irfânî hâiz olan damad hazret-i şehriyârî Maârif Nâzır-ı sâbıkı Muhammed Şerîf Paşa İbn-i Ahmed Şükrî Paşa İbn-i Muhammed Şerîf Paşa hazretlerinun yâdigârı hâme-i bedâyi’ pîrâları bulunan; “Seyâhatnâme-i İbn-i Batûta” tercemesinde Mardin hükümdârı müşârün ileyh; “Melik Mansûr” hakkında aynen şû ibâre-i nezîhe, zînet ârây-ı sutûrdur: “Mardin’e muvâsalat itdük ki; dağ eteğinde bir belde-i azîme olub, meden-i İslâmiyyenün en latîf ve bedî’ ve metînidür. Çarşuları güzeldür. Orada; “mer’az” nâmile ma’rûf sûfdan ismine mensûb akmişe i’mâl olunur. Yüksek bir kal’asî vardır ki meşâhir-i kılâ’dan olarak zirve-i cebelde kâindür. Ve İbn-i Cezî, dîr ki; “Bu Mardin kal’asî ‘Şehbâ’ tesmiye olunur. Şâir Irâkî (Safiyüddîn Abdülazîz bin Serâyây-ı Hıllî) Mesmat manzûmesindekî ebyât-ı âtiyede bu kal’ayî kasdider: ‫وازور ﺑﺎﻟﻌﻴﺲ ﻋﻦ اﻟﺰوراء‬ ‫ﻓﺪع رﺑﻮع اﻟﺤﻠﺔ اﻟﻔﻴﺤﺎء‬ ‫ان ﺷﻬﺎب اﻟﻘﻠﻌﺔ اﻟﺸﻬﺒﺎء‬ ‫وﻻﺗﻘﻒ ﺑﺎﻟﻤﻮﺻﻞ اﻟﺤﺪﺑﺎء‬ ‫ﻣﺤﺮق ﺷﻴﻄﺎن ﺻﺮوف اﻟﺪهﺮ‬ Ma’nâsî: Hılle-i feyhânun meskenlerîni terk ve develer ile Zevrâdan adûl it. Mûsul-ı hadbâde tevakkuf itme. Muhakkakdur ki kal’a-i şehbânun şihâbî iblîs nevâib-i zamanî ihrâk ider. (Haleb kal’asina dahi Şehbâ’ nâmı virilur.) Bu; “Mesmat” pek bedîi olub şâir, Mardin sultanî Melik “Mansûr”un mehdine nazm itmüşdür. Sultân mûmâ ileyh; kerîm ve sayt ve şöhret sâhibî olarak orada elli –yigirmi- sene kadar fermân rân oldı Tâtâr hükümdârı; “Gâzân”un zamanını idrâk ve kerîmesi; “Dünyâ Hâtûnî” vîrerek, Sultan Hüdâbende ile karâbet-i sıhrıyye peydâ eyledi.”


74

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

şecâat, dinün yardımcısı, ulü’l-emr, evvel zamanun güzîde serveri ve kutb’uz zamani olub eyyâm-ı adâletünde bir emn-i emân olmuşdi ki; kurd koyun ile mûnis ve peleng âhû ile üns tutub bir asâyiş huzûr-i pür hubûr peydâ olub her yerler devr-i zemânında şenlenûb başdan bâşa vilâyet-i şark ma’mûr olub ni’met ve rahmet ve bahr-ı şefâate mustağrık olmuşdı. NAZIM Devletünde yer yüzi ma’mûr idi, Kande kim ûrsa kadem, mansûr idi. Akl u idrâk issî hem ehl-i kerem, Hem mürüvvet kânî, hem sâhib alem. Hem kiyâset berle, ihl-i rey idi, Sanâsun devrinde, Hâtem Tây idi. Mülk-i dilde gün bigî rûşen zamîr, Küllü eşyâ hüsn-i hulkundan münîr. Çûn harîs olub, imâret eyledi, Avn-ı Hak oldı, hidâyet eyledi. Mülk-i Harzem hem cevâsık, he tamâm, Ravza-i Dicle ve Firdevsuhe makâm. Bî aded mülk-i mükemmel, lânazîr; Yâsadî kıldî müheyyâ ol emîr. Sûrdî âlemde safâlar, bî kıyâs, Kendû mahmûd, kûllarî idi eyâs. Niçe niçe bâğ ü bostân ü serâ, Cennet’ül Me’vâya nisbet, dil-güşâ. Dürlü dürlü havz u ırmak, bî şumâr, Tahtehe’l enhâr adil içre sular. Ravzalarla devhalar, pür gülistân, Sanâsun cennât-ı gülşen, dilistân. Ve öyle ârif ve zarîf vücûd idi ki; dünyâ sarâyında misl u menendî yoğidi. Şöylekim; bir yılı dört bahş iderdi. Evvel bahar çağında üç ay Makam-ı Dicle’de32 olurdı ki; mu’tedil hava, câna cân virirdi dürlü dürlü safa. Andan üç ay mikdâr sîm beden nâzik, gül endâmlarla işu ışret leyl u nehâr kıldıkdan sonra ve fî’s-sayf Ravza-i Firdevs33’de, üç ay ol âlî 32

El-hâletü hâzihi Sultan Yâylâsı nâmile bir mevki-ı latîfdür. Mardin şehrinün bâb-ı sûr hâricinde el-hâletü hâzihi mevcûd ve âb-ı revânî latîf ve kebîr bir kasr-ı dilârâdur. Mardin’ün kıymetdâr kasırlar ve bağçelerînün ibtidâsîdür. Şimdiki hâlde; “Zınnâr” nâmile ma’rûf ve mevcûd olan ve üç-dört saatlik mesâfeyî hâvî bulunan bağçeler ve ravzalar bu kasırdan sonra başlar . Lâkin Ferdî’nün burada; “Ravza-i Firdevs”de ve yukarıdaki manzûmede; “Firdevsuhe” ve bir kaç satır 33


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

75

makâmda hevâ u heves tahtında dilâramlarla zerrîn sürâhîler ve pür kevser câmlarla ve hûrî sıfat mahbûblar cenânîler bigî cân câne gönlün yabâne idüb tamâm zevk u sürûr bulub bu dünyâ gamları pûtlarını ûşârûb, cemâli kırmızî gül dilberler ile tâvus var, Firdevs köşkleründe hümâ sıfat cevelânlar idüb gönül dilegî neyse yerîne getîrub üç ây mikdâr ânda murâd alub. Andan gûz faslı erişûb tamâm meyvenün kemâlünde ve safâ ve zevk eyyâmınun çâğında yeşil atlas otağunda Rişmil34 dimekle mevsûf emlâkinde envâı dürlû meyve, engûrter, şeftâlûler, elma vü eyvâ, enâr, tatlû-şîrîn âlûlar muhassal-ı kelâm, bî kıyâs her dürlû meyvadan nasîb alub. Andan mevsim-i şitâ erişûb Harzem35 dimekle ma’rûf kışla-i emlâkinde Hacî Bektâş var ateş kenârun dünyâya vermeyûb bu resme umr-i azîzün hoş görüb murâd bahş olmuşdı. BEYİT Anâ da kalmadı bu kahbe devrân, Oni şîrîn, sonunda acıdur cân. Âhir buna dahi vakt-i ecel erişüb melek’ül mevt gerdenine dest telâ idüb yigirmi yedi yıl pâdişâhlık sürdükden sonra sene 711 (ıhde aşar ve seb’a miyye) de36 cân-ı hümâsi ol Hüdâ’nun bî girân ve bî pâyân rahmet-i deryâsına mütevâsıl şud. Rahmet’ullâhi aleyhi rahmetün vâsia. Ve Andan cism-i mutahharî karındâşı inşa itdügi Hüsâmiyye dimekle ma’rûf medresede defn olundi. Aleyhi’r-rahmetü ve’l-ğufrân NAZIM Âh, vâh bu çarh-ı gerdûn âkibet, Öldürür her şey’i, dûn gûn âkibet. Ger yaşarsa dünyada bin yıl âhir, Mevt yelî seni koparur; bil âhir. aşağıda; “Firdevs köşklerinde” dimekden maksadı şu bağçelerün cümlesidür. Ve şu köşkler ve bağçelerün Mardin’e civâr olan dört-beşinden başkasına gitmek ve orada kalmak nasîb olmadı. İhtimâl ki pek çok kitâbeler vardır. Yâlnız bahsî geçen kasra âid bir kitâbe, âtîde Melik Sâlih bahsinde görilecekdür. 34 El-hâletü hâzihî mevcûd ve dilrubâ ve tarihi bir mahaldür. Buradan ba’zı fuzalâ zuhûr itmüşdür. 35 Burası dâhi tarihlerce ma’rûf mahaldür. Ez cümle; “Kitâbü’r-Ravzateyn”de bu Harzem’ün bahsî vardur. Artukilerin en güzel kasırlarını ve Darü’z-ziyâfelerini muhtevî olub burada bir çok muharebeler vuku’ bulmuş oldığı gibi enkâz-ı münderise de mevcuddur. 36 Ebu’l-Fidâ 712 senesî Rebîulâhirinün sekizinci pazar günivefât eyledigini ve İbn-i Hacer dahi sene-i mezkûrenün Rebîulâhirinde irtihâl itdigüni müttefikan tahrîr buyuriyorlar.


76

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Pes bu siccîn mü’minün yeri değil, Dâr-ı ukbâ dürür, âhir doğri yol. ve mezbûr Melik el-Mansûr yerine sene-i mezkûrede oğli.

“Melik el-Âdil”37 Taht-ı adâletinde pâdişâh olub burc-i seâdette mâh-i tâbân bigî zevâl umr-i kasîr karîb olub hemân on sekiz gün taht-ı bî bekâda mesken tutmuş iken reîs-i zemânîler, melek’ül mevt, kahramânîler bigî pençe-i çengâlini ol nâzik gül endâmına ve ol serv kad elif lâmına el urub bir kuşça cânına bir dem ve bir nefes emân virmeyüb âhiret bâğ-ı gülzârının tûtî misâl şekeristânına irişdürüb berzecün dünyây-ı bî vefâda çekdügi mihnet u meşekkat ıvazınî âkibetü’l-emr dâr’üsselâmda müsekkinler virilûb ruh-ı mutahharı ebed’il âbâd ferahiyetlerle bî hisâb ve bilâ azâb şefâat-i bî nihâyete vâsıl oldılar Radiyallahü Teâlâ anhü. Ammâ mezbûr Adil pâdişâhın muhterem ve mükerrem iki vezîri dahi vardı. Biri Emîr Şücâuddîn38 ve biri Emîr Izzuddîn. Her biri âkil ve kâmil sahib-i re’y Âsafı’z-zemân ma’den-il cûd ve ihsân. Şöylekim; vasfa kâbil degildür. NAZIM Bunların da defterün dürdi ecel, Hükmüni bunlara da sürdi ecel. Nidelûm çûn ûşbudur, kâr-ı felek, Çâre yokdur mevte, ger olsan melek. Dedi Resûl dünyâ, bir saat dürür, 37

Müşârün ileyh; “el-Melikü’l-Âdil Alpî Imâdüddîn Alî” nâm ve lakâbını hâizdür. Ferdî; müddet-i hükûmetinî on sekiz gün ve İbn-i Hacer; on yedi gün ve Eb’ul Fidâ; on üç gün yazıyorlar. Ve İbn-i Hacer hazretleri mesmûmen vefât eylediği rivâyetini de kayd idiyor. 38 Müşârün ileyh; “Emîr Şücâuddîn’ün pederi Emîr Seyfullah İshâk olduği ve sâbiku’t-terceme Melik Muzafferüddîn vüzerâsından oldukları bir kitâbeden anlaşılıyor. Ve Ferdî’nun şu kaydına nazaran Emîr Şücâuddîn’ün; “el-Melik el-Âdil Alpî Imâdüddîn Alî zamanuna kadar mevki-i vezârette bulundığı nümâyân oluyor. Mezkûr kitâbe Mardin’de medfûn hâk-i ğufrân olan sahabe-i kirâmdan Zırâr İbn Ezver hazretlerinün türbelerî kapûsunda şöylece aynen muharrerdür: ‫اﻻﻣﻴﺮ ﺷﺠﺎع اﻟﺪﻳﻦ‬.‫ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ هﺬا ﻣﺎ اﻧﺸﺎء ﺑﻌﺪ اﺛﺮ اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﺮاﺟﻲ رﺣﻤﺔ رﺑﻪ‬ ‫راﺷﺪ ﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ ﺳﻴﻒ اﷲ اﺳﺤﺎق اﻟﻤﻠﻜﻲ اﻟﻤﻈﻔﺮي واوﻗﻒ ﻋﻠﻴﻪ وﻋﻠﻲ ﻏﻴﺮﻩ اﻟﺤﻤﺎم اﻟﺬي اﻧﺸﺎءهﺎ واﻟﺒﺴﺘﺎن اﻟﺬي‬ ‫اﻧﺸﺎءهﺎ ﺑﻄﺮﻳﻖ اﻟﺴﻨﺎﺑﻴﻞ واﻟﺪاﻟﻴﺔ اﻟﺬي اﻧﺸﺎءهﺎ ﺑﻤﺪﻳﻨﺔ دﻧﻴﺴﺮ ﻣﻦ ﻧﺎﺣﻴﺔ اﻟﺨﺮب واﻟﺒﺴﺘﺎن اﻟﺘﻲ اﻧﺸﺎءهﺎ ﻓﻲ ﻗﺮﻳﺔ‬ ‫اﻟﺨﻄﻴﺐ ﻓﻲ آﻞ ﺷﻬﺮ ﻋﺸﺮﻳﻦ درهﻢ وﺣﻨﻄﺔ ﻣﻜﻮآﻴﻦ وﺛﻠﺚ ﻧﻔﺮ ﻗﺮاء ﻟﻜﻞ ﻧﻔﺮ ﻓﻲ اﻟﺸﻬﺮ ﻋﺸﺮة دراهﻢ وﺣﻨﻄﺔ‬ ‫ﻣﻜﻮآﻴﻦ وﻋﺸﺮﻳﻦ ﺻﺒﻴﺎ ﻳﺘﻌﻠﻤﻮن ﺗﻼوة اﻟﻜﺘﺎب اﻟﻌﺰﻳﺰ وﻳﻜﻮن ﻟﻜﻞ ﻧﻔﺮ ﻓﻲ آﻞ ﺷﻬﺮ ﺛﻼﺛﺔ دراهﻢ واﻟﺬي ىﻘﺮﻳﻬﻢ‬ ‫وﻓﻲ آﻞ ﻟﻴﻠﺔ زﻳﺖ ﻗﻴﺔ وﻓﻲ ﻟﻴﻠﺔ اﻟﻨﺼﻒ واﻟﺮﻏﺎءب زﻳﺖ رﻃﻞ وﺛﻠﺚ اواق‬.‫ﻋﺸﺮ دراهﻢ وﺣﻨﻄﻪ ﻣﻜﻮك وﻧﺼﻒ‬ ‫ﺗﻘﺒﻞ اﷲ ﻣﻨﻪ‬....‫ﺷﻤﻌﺔ وﺣﻼوﻩ رﻃﻠﻴﻦ وﻳﻘﺮؤن اﻟﻘﺮاء ﺧﺘﻤﺔ وذﻟﻚ ﺑﺘﺎرﻳﺦ اﻟﻤﺤﺮم ﺳﻨﺔ‬


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

77

Ol saatde emr olan, tâatdürür. Bâkısi küllü feşer, ender feşer, Buni böyle anla sen, ey şöhrever! Cümlesî ol dünyâya oldı revân, Husûsâ bu devr-i bed, âhir zemân. Rabbenâ sen kûllara, olğıl muîn, Rahmetinle yâ ilâhe’l-âlemîn. Ve andan sene 712 (isnâ aşar ve seb’a miyye) olan Melik elMuzaffer mâliki rikab’ül ümem sâhib’üs seyfi ve’l kalemi Sûltâni’l-Arabi ve’l-acem. Ale’l-himmeti ve’l kerem. “El-Melik es-Sâlih”39

39

İsmi ve künyesi; “el-Melik es-Sâlih Şemsüddîn Mahmûd”dur. Meskûkatında; “Sultan” ünvanı da vardur. Mardin civârında; “Firdevs” nâm köşkün su eyvânınun üzerinde mermer bir levhâda iki beyitli Arabî bir kitâbe mahkûkdur. İkinci beytini mürûr-i zaman ile ma’nâ çıkarılamayacak derecede bozukdur. Şu birinci beytinden bu köşkün vaktile müşârün ileyh Melik Sâlih’in oldığı anlaşılıyor: ‫ﺧﺎن اﻟﺰﻣﺎن ﻣﻌﻲ ﺑﻜﻞ ﻋﻴﺶ ﺻﺎﻟﺢ‬ ‫وازداد ﻣﺠﺪا ﺑﺎﻟﻤﻠﻴﻚ اﻟﺼﺎﻟﺢ‬ Ve mahdûmi Emîr Abdullatif’ün bina idub el-hâletü hâzihi ma’mûr olan Latifiyye Camii Şerîfi’nün kitâbesi şudur: ‫ﺗﻄﻮع ﺑﺎﻧﺸﺎء هﺬا اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﻤﺒﺎرك اﻟﻠﻄﻴﻒ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﻲ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ‬.‫ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ‬ ‫ﻋﺒﺪاﻟﻠﻄﻴﻒ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺼﺎﻟﺤﻲ اﻟﻤﻀﻬﺮي ﻃﺎﻟﺒﺎ ﻟﻤﺎ ﻋﻨﺪاﷲ ﻣﻦ اﺛﻮاب اﺗﻢ اﷲ ﻗﺼﺪﻩ واﻧﺠﺰ وﻋﺪﻩ ﻓﻲ اواﺋﻞ ﺷﻬﺮاﷲ‬ ‫رﺟﺐ اﻻﺻﻢ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ ﻣﺎﺋﺔ وﺳﻨﺔ وﺳﺒﻌﻴﻦ هﺠﺮﻳﻪ‬ Bu camii şerîfün minâresini Musul vâlîliğinde bulunan vüzerâdan Gürcî Muhammed Ziyâ Paşa 1362 senesinde yeniden bina itmüşdür. Müşârün ileyh yetmişlik bir pîr iken Mardin kal’asine piyâde çıkmağla hastalanmış ve sene-i mezkûre Zilka’desünde vefât eylemişdür. * * * Dâmad hazret-i şehriyârî Muhammed Şerîf Paşa hazretlerinün; “İbn-i Batûta” tercemesinde sultân müşârün ileyh; “Melik Sâlih” hakkında aynen şu ibâre-i râife muharrerdür. “Ânifen zikr olunan Melik “Mansûr”un mahdûmî Melik “Sâlih” olub pederinden tevârüs-i saltanat eyledi. Mekârimî elsine pîrâ iştihâr olarak Irâk, Şâm ve Mısır’da bundan sehî ve civânmerdi yokdur. Dergâhına gelen şuarâ ve fukarâya pederinün eserîne ıktıfâen atâyây-ı cezilede bulunur. “Ebû Abdullah Muhammed bin Câbir Endelüsî-i Mervî-i Kefîf”e, kendüsini gelüb medh itmesine mukabeleten yigirmi bin dirhem virmişdür. Sadakâtı ve medârisi ve it’âm-ı taâmı îçûn zevâyâsı çokdur. * * * Vezîr-i âlîşânî imâm âlem vahîd-i dehr, ferîd-i asr “Cemâlüddîn Sencârî”dür ki; Tebrîz beldesünde kırâat itmüş ve kibâr-ı ulemâya yetişmişdür.


78

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Kadî-i Kudâtı olan imam kâmil; “Burhânüddîn Mevsalî” veliyyullâh Şeyh “Feth Mevsalî”ye mensûbdur. Kadî-i mûmâileyh mütedeyyin ve müteverri’ bir fâzıldur. Kabâ sûfdan on dirhem kıymeti olmayan bir libâs giyer. Amâmesi de buna benzer. Ale’l-ekser hâric-i medresede bulunan mescid’ün sahanında oturarak hükm ider. Orada ibâdete muvâzabat idub kendusini bilmeyen bir âdem görse kâdî’nün hüddâm ve e’vânundan zan ider. -HikayeRivâyet olunur ki kadî-i mumâileyh mescidün hâricinde bulundığı esnâda bir kadın gelur. Kâdıyî bîlmedîgünden; “Yâ Şeyh! Kâdî nerede oturur?” dimesile kâdî; “andan ne istiyorsun?” deyü sorar. Kadın; “zevcim beni dögdi. İkinci bir zevcesi de olub beynimizde nevbete riâyetle icrây-ı adâlet itmedigi gibi mahkemeye da’vet itmiş oldığım hâlde oraya da gelmiyor. Fakîr oldığımdan nezd-i kâdîya ihzâr itdürmek îçûn Kadî’nün adamlarına virecek bir şeyim yokdur.” Cevabını virür. Kâdî; “Zevcinün hânesi nerededür?” deyü suâl iderek, kadın; “Hâric-i beldede Melâhîn karyesindedür.” cevabını i’tâ itmesile; “Seninle oraya giderüm” dir. Hatun; “Vallahi sana virecek bir şey’im yokdur.” dimesine cevaben; “Senden bir şey almam” didükden sonra; “Köye git de hâricinde beni bekle. Arkandan geliyorum.” deyü tenbîh ider. Kadın emri vechile gidüb muntazır olur. Kâdî arkasından bir kimsenun gelmesine müsâade itmemek âdeti oldığı cihetle yalnızca gider. Ve mezbûre Kâdî ile hâne-i zevce girer. Herif Kâdîyi görünce; “Seninle beraber gelen bu menhûs şeyh kimdür?” deyü suâl itmesile kâdî; “Vallahi ben senün didigin gibiyim. Lâkin zevceni irzâ it.” deyüb beynlerinde söz uzar. Halk gelür. Kâdîyî tanıyûb selâm virirler. Bu adam korkar. Mahcûb olur. Kâdî; “Korkma! Zevcenle ıslâh-ı beyn it.” deyü tenbîh eylediginden merkûm kadını hoşnûd ider. Kâdî o günün nafakasını anlara i’tâ ile avdet ider. Kâdî-i mumâ ileyhi ile mülâkat itdüm. Beni hanesinde mihmân itdi. Sonra Bağdâd’a avdet itmek üzere hareket eyledüm. * * * Melik müşârün ileyhin evvelce Kad’il Kudât’ı; “Abdullah bin Muhammed bin Süleymân bin Mücelli-i Düneysirî” idi. Pederi Kâdî Muhammed Melik Nâsırüddî bahsinde geçmişdür. 669 senesinde pederî vefât eyledük de yerine mahdûmi bulunan bu zât Kâdi-i Kudât olmuş ve müddet kazâsi elli bir sene imtidât eylemişdür. 646 senesinde tevellüd eyledigini İbn-i Hacer hazretleri tasrîh buyuriyorlar. 681-706-710 senelerinde üç def’a Hicâz’a mağfiret tarâze azîmetle müşerref olmuş ve Melik Mansûr ile Bağdâd ve Mahmûd Ğâzân’un, Sûriye kıt’asında bulundığı esnâda kezâlik melik müşârün ileyhile berâber kıt’a-i mezkûreye azîmet itmüş(?) idi. Zekî, âlim, fâzıl, idâre-i umûra ve siyâsete vâkıf bir zât idi. İşte bu zât 720 tarihinde vefât eylemüş ve Îbn-i Batûta’nun beyân eylediği Burhânüddîn Mevsalî hazretlerî andan sonra Kâdî’l-Kudât olmuştur. * * * Müşârün ileyh Melik Sâlih’in Fennü’l-Cân’a ziyâdesile merâkı oldığından zamanunda ve bi’l-hâssa zîr idâresünde yetişen muğanniler, bestekârlar ğıpta fermây-ı Mısır ve Şâm idi. Bunları güzelce okutdirür, yazdırur; hem ulûm-i âliyyede ve hem de fenn-i mûsikîde yektâ bir dereceye îsâl eylerdi. Bu cümleden biri; “Küteyle” nâmında sadâsı gâyet güzel bir çalgıcıdur ki; ilm’ul lihânde meşhûr cihân olan Safiyüddîn Abdülmümin’ün bir çok bestelerini hıfz ve


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

79

Atası tahtına geçüb her vechile âdil ve her ilimle âmil ve fâzıl olub şöyle ki; anun vasfını kalem hurde dehân ile ve zû fünûn âlimler umr-i bî pâyân ile tahrîr ve takrîrîne, müdebbirân-ı cihân ve vâsıfânı ravza-i cinân aczîne i’tirâf gösterûb beyâni mümkin değildür. Meğer bahr-i bî nihâyet lutfünden bir zerre ve ayn-i rahmet şefâatînden bîr katre ve bîr şemme ihtisâr ola. NAZIM Ger bunun vasfın işide, câm-ı Cem; Unudub kendûzün ola, fehm-i kem. Bî misâl velâ nazîr bir şâhidi, Sanâsın burc-ı felekde, mâhidi. Melik es-Sâlih ki; ulû himmetlu ve devletlu, hulk-ı azîm didükleri kendûzünde tamâmdı. Ve gerçi mübârek ve mutahhar ismi Sâlih îdî. Ammâ râh-ı Mustafa’da sallalâhü aleyhi vesellem ehl-i sulahâdan ve zümre-i takvâdan ve melik’ül fukâradan ve ser tâc-ı çeşm-i evliyâ ve fahr-i bihter-i âlem ve sürûr-i benî âdem olub her ilm ve kemâlâtda evsâfla mevsûf ve her zapt itmiş ve tahsil-i ulûmda sarf-ı himmet eylemiş ve bunlardan başka hutût-ı nefîsede ta’lîm iderek fâikı’l akrân olmuşdur. Bir derecedeki Mısır sultânı; “elMelik en-Nâsır Muhammed İbn-i Sultân Seyfüddîn Kalâvan” şöhret-i şâyiasını haber alarak me’mur-i mahsûs bi’l i’zâm taleb eyledigünden müşârün ileyhin yanında dahi mevkı-i azîm sâhibi oldı. Mâh-ı peyker cârîyelerînün ta’lîmine me’mûr eylediginde andan pek çok cevârî vesâire ahd-i esvât ve makamât eylediler. Hüsn-i savtte yektâ oldığı gibi, Çeng-i Acemî’de dahi bî-hemtâ idi. 710 hududunda vefât itmüşdür. Kezâlik melik müşârün ileyhin Alî bin Abdullah el-Mardinî nâmında dahi dîger bir kölesi var idi ki; umûm-ı mûsikîde ve bi’lhâssa ûd çalmakda yektâ ve mâlik-i hüsn-i sadâ idi. Bunun dahi şöhret-i şâyiasî Mısır sultanı müşârün ileyh Nâsır bin Kalâvan’a vâsıl oldukda, Mardin melikinden taleb itmekle 728 senesinde Mısır’a vâsıl oldı. Sultân müşârün ileyh; edeb ve terbiyesinden ve ilm-i mûsikîde olan mahâret nâmesünden ğâyetü’lğâye haz iderek kendisini büyük bir mevkı’-i ihtirâma îsâl eyledi. 740 senesinde Nâsır bin Kalâvan’un vefâtı üzerîne dünyâda ûd çalmada nazırı bulunmayan böyle bir sâhib-i san’at oldığı hâlde hidâyet-i rabbâniye irişerek tâib ve mustağfir oldı. Ve bi’l-umûm âlât-ı musikıyyesinî kesr ve imhâ itdi. Evvelce tahsîl eyledigî ulûmun tevsiıne himmetle Kur’an-ı azîmuşşa’nî ve kitab-ı Kudûrîyi hıfz eyledi. Refte refte terfî îderek 753’de Şâm, ba’de Haleb 759’da sâniyen Şâm, 761’de Hamâ, 762’de sâlisen Şâm, 769’da Mısır vâlisî oldî. Şer’i şerîfe munkâd necîb, edîb muhib, ilmâ fakıyye kâmil, âdâb-ı diniyyeye murâî bir zât meâlî sıfat bulundığı hakkında zamanî tarihleri mufassalan hüsn-i şahâdet idiyorlar. İşte ibtidâlari bir çalgıcı iken tahsil-i ulûm ve maârife himmet itmiş kendisini şu merâtib-i âliyeye ref’ ve îsâl eylemişdi.


80

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

muâmelâtda safa ile ma’rûf, evliyâ ve asfiyâ bölüginün güzîdesi ve nûr-ı dîdesi, sultân’ül ârifîn ve sened’ül muhakkıkîn gıyâsı’d-devleti ve’d-dîn pâdişâh-ı kâmkârdur. Sâye-i hazret-i perverdgâr. Anun zemânunda misli yoğdi. Şöylekim; Mısır ve Şâmdan ve şark u ğarbdan ve ba’zı etrâfda olan meliklerden taht-ı hükûmetine ve kabza-i tasarrufuna yüklerle mâl ü menâl ve acâyib ve ğarâib tuhfeler gelüb vâsıl olurdı. Ve kendü sulb-i evlâdundan oğul, kız tamâm yüz zürriyet dünyâ sarâyına gelüb benâm, güzîde, şehsuvâr, pehlevân evlâdundan yânınca ve önünce Rüstem misâl şîr-i meydan kırk yigit bile atlanub atalarile her masâlih-i dinde muâvenet idüb leyl u nehâr babalarile rûzigârun geçürürlerdi. Ve mezbûr Melik es-Sâlih dünyâda doksan yedi yıl ömr sürüb ve elli dört yıl40 saltanat ve pâdişâhlık eylemişdi. Efâdallahü berekâtühü. NAZIM Gîcei üç bahş iderdi ol azîz, Müttakî sâhib, niyâz, ehl-i temîz. Gîcenün bir bahşini verdi tene, Râhat olub nevm verirdi, cismine. Hem ikinci kısmını ezvâce bahş, Hâne-i dilde kılurdı buni nakş. Tâatîçûn sülüs bahş kılurdı ol, Subh olunca kıluridi, zikrî bol. Ûşbunun üzre geçürdi, rûzigâr, Rûz u şeb cehd ile her leyl u nehâr. Hem mukarreb dört vezîri var idi, Dördî dahi key aceb dîndâr idi. Biri Nûreddîn HacıOsmân idi, Alemüddîn oğli Mîr Alî biri. Seyfüddîn Sunkûrdî biri müstakîm, Hem Mucîrüddîn biri, merd-i kerîm41

40

İbn-i Kesîr melik müşârün ileyhin umrî seksenden mütecâviz ve müddet-i hükûmetî âltmış sene oldığı beyân idiyor ise de; İbn-i Hacer hazretleri i’tirâz îderek, şâb-ı emred iken kâim-i mesned-i vâlid oldîğından hükûmetî altmış seneye bâliğ olmayûb, 54 sene oldığını tahrîr idiyor ki; Ferdî’nin bâlâda tahrîrine muvâfık bulunuyor. Lâkin İbn-i Hacer hazretleri’nün şu rivâyetine nazaran umrînün 97’ye ve belki seksene bile vâsıl olamâmasî lâzım geliyor. 41 Ferdî’nin beyân eyledigi Emîr Osmân bin Hacî Nureddîn ve Emîr Alî bin Alemüddîn Sencârî ve Emîr Seyfüddîn bin Emîr Sunkûr ve Emîr Mucîrüddîn bin Mustakîm nâmlarında dört vezîrden başka Alpî bin Abdülazîz bin Ahmed bin Muhammed bin Alpî Şücâüddîn nâm zâtın dahi –mevki-i saltana-- oldığını ve fâzıl,


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

81

Bunlar iderdi müdâm tedbîr u rey, Yüzleri rûşen sanâsın, tolû ây. Andan vezîri Hacı Nûreddîn’i azl idüb yerine mezbûr Emîr Alî bin Alemüddîn Sencârî42 mukarrar olmuşdi. Ve mezkûr Melik es-Sâlih zamânunda ve eyyâm-ı adâletünde velâyeti tamâm nizâm bulub dest-i tasarrufunda olan cümle kılâ’ ve kurâ ma’mûr ve termîm olub şehr ve bilâd küllisi şenlenüb imâret olunmuşdi. Ve mezbûr Melik es-Sâlih hâl-i hayâtunda oğullarından ba’zı yerlere müvellâ olan bunlardır ki zikr olunur. Evvel emirde mahrûse-i Âmid’e müvellâ olan oğullarından; “Meliki’l-Umar” dır. Ve mezbûr Melik el-Umar vefâtundan sonra yine mahrûse-i Amid’e müvellâ olan oğullarından; “Melik Süleymân”dur. Ve mezbûr Melik Süleymân müteveffâ olub anda bikurbi; “Ayn Ze’râ” defn olundi. Rahmetullâhi aleyh43. Ve andan mezbûr Melik Süleymân yerîne mahrûse-i Âmid’e müvellâ olan; “Melik el-Âdil”dür. Ve oğullarından Re’sul Ayn’e müvellâ olan; “Melik Burhânüddîn”dür. Ve oğullarından bemakam bu yere müvellâ olan; “Melik Davud”dur. Ve Melik es-Sâlih elli dört yıl taht-ı adâlette sultânlık ve pâdişâhlık devrânun sürdükden sonra ona dahi mevt u zevâl-i bî emân kahr-ı Zülcelâl-i bî dermân erişûb sene 765 (hamse ve sittîn veseb’a miyye)de44 müteveffâ olub; Melik en-Nâsır bünyâd etdügi medrese-i Şehidiyye’de defn olundi. Rahmetullâhi aleyhim ecmaîn. Andan Melik es-Sâlih yerine müvellâ olan “Melik Mansûr Küçük”45 bâri’ , şâir olub 768 senesinde hac eylediğini beyân ve Arabî bir kıt’asınî İbn-i Hacer hazretlerî; “Dürer Kâmine”de tahrîr buyurıyor. 42 Yukarıda ismi geçen; “Emîr Alî bin Alemüddîn Sencârî” İbn-i Batûta’nun beyân eylediii; “Cemâlüddîn Sencârî” olmak lâzım gelür. 43 Diyarbekir (Amid) şehrinün; “Ayn Zevrâ” kurbunda üstî yekpâre tûlânî mermerden ibâret bir mezâr mevcûddur. 44 Melik müşârün ileyhin vefâtı İbn-i Hacer hazretlerî; “766 senesî veyahud 76 senesinun âhiridür. Lâkin ikincisi daha savab olmalıdur. Çünki Dımeşk’de müşârün ileyhin salâtü’l-gâibî 766 senesinün Muharreminde kılındî” buyurıyor ki; Ferdî’nin bâlâda beyân eylediği tarihe muvâfık düşiyor. 45 Tarih-i Ebu’l-Fidâ’da vesâir tarihlerde bu zâtın ismi görülmiyor ise de; pederi Melik es-Sâlih’in vefâtından sonra oğli; “el-Mansûr” Ahmed’e tevârüs ve kendisi küçük olmağla berâber takrîben iki sene hükûmet idub 769 senesinde vefât eyledigini İbn-i Hacer hazretleri yazıyor. Ferdî bâlâda bir sene hükûmet eyledigini gösteriyor. Mardin’de Bâbu’s-Sûr Câmii Şerîfi’nün kapusı üzerindeki şu kitâbe müşârün ileyhe âiddür:


82

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

pâdişâh olub, mukarrar oldı. Ve bir yıl mikdar pâdişâhlık idüb bir âher yerden Bayrâm Hoca nam kimesne; Kal’a-i Mardin’e tamamına hücûm idüb mezbûr Melik Mansûr’un mükerrem, muhterem Emîr-i Kebîri Âltûn Boga dimekle ma’rûf ulû vezîri vardı ki kal’a-i mezbûre kurbunda kıbleye karşu bir medrese-i âlî bünyâd etdirmüşdi. Mezbûr Altûn Boga inüb mezbûr Bayram Hoca ile mukâbele olub, azîm mukâtele ve ceng u âşûb ulaşub. NAZIM Ceng îçûn meydân dutub, bir niçe şîr, Na’ralar ururdi Hamzevâr, dilîr. Key katî ceng oldı ve kânlar devân, Göğdeden cân ayrılub, oldı revân. Pehlevânlar gayret idüb, duruşur, İki asker birbirine karışur. Saat-i Mirrîh’de olmuşdı, kıtâl, Hançer-i zerrîne, dönmüşdi hilâl. Bir azîm ceng oldı orada, o dem, Seyl bigî ol dem, revân olmuşdı dem. Çok kişi toprağa düşüb, hâksâr; Oldı niçe şehsüvârân nâmdâr. Er bahâdır dirûşur, ad kazana, Dîr muhannes aşk ola, nân kazana. Andan Melik Mansûr’un ol hînde askerî zebûn olub Sultân Uveys dimekle meşhûr pâdişâhdan istiânet ve muâvenet taleb eyledükde, mezbûr Sûltan Uveys dahi; “semi’nâ ve eta’nâ” deyû cânû dilden da’veti kabûl idüb hizmetine geldikde, Bayrâm Hoca kendü vilâyetüne kaçub gitdi46. Ve Sultan Uveys dahi Melik Mansûr ile mülâkât ve birbirîne in’âm ve bahşişler idüb mâbeynlerinde geregi bigî meveddet ve mehabbet ızhâr olub andan Sultan Uveys dahi bemakâm-ı Tebrîz’e revâne oldı. Ve mezbûr Melik Mansûr bir yıl hükûmet berle adâlet sûrüb âhirü’l-emr sene 766 (sitte ve sittîn ve seb’a miyye)de rahmet-i bî pâyâne mütevâsıl oldı. Rahmetullâhi aleyhi rahmetün vasia47. ‫اﻟﺪﻳﻦ اﺣﻤﺪ ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺼﺎﻟﺢ ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ اﺻﻠﺢ‬...............‫هﺬا ﻣﺎ‬.‫ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ‬ ‫اﷲ ﺷﺎﻧﻪ وﺛﻘﻞ ﺑﺎ ﻟﺤﺴﻨﺎت ﻣﻴﺰاﻧﻪ‬ 46 Bayrâm Hoca; Karakoyûnlî hükûmetini Musul havâlîsünde ibtidâ te’sîs iden ve Karakoyûnlî silsile-i hükûmetînün ceddi bulunan meşhûr Bayrâm Hocadır. Sultan Uveys dahi Tebrîz ve Azerbâycân hükümdârı olub; Hoca Selmân Sâvacî ve Hoca Muhammed Asâr ve Ubeyd Zâgânî gibi zamanundaki serfirâzan şuarânın mevsûf ve memdûhî olan mülûk-i meşhûredendür. 47 Müşârün ileyhin Latifiyye Medresesünde medfûn oldığını Abdüsselâm Efendi tarihinde kayd idiyor.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

83

NAZIM Anâ dahi îrdî şol darb-ı ecel, Kıldı mahzûn anî de, harb-ı ecel. Çıkarub dünyâdan eyledi zebûn, Ağlatdı anî dahi dünyây-ı dûn. Fevk-ı tahtda olmuşiken pâdişâh, Bî mecâl, taht-ı zemîne dutdî râh. Ölûr âhir, ger Nebî ve ger velî, Küllü mahlûkun, budur hak menzilî. Hil’atî kefen, sarâyi kabr ola, Cümle eşyâ bununile kahr ola. Andan merhûm, mağfûr, şehîd, saîd nevverellâhü merkadehü Melik Mansûr müteveffâ olucak yerine müvellâ olan oğli: “Es-Sultân Melik Mahmûd”48 pâdişâh olub iki yıl ve iki ay pâdişâhlık idüb, bu bî vefâ çarh-ı kej rev’in bed elinden ve mekr u zevâlünden ana dahi afet-i semâvî kazây-ı nâgehânî bigî nâzil olub yine kendü cemâatünden özîne hâin olub ve hayli âdem hasârat olub kal’a-i Mardin’de sene 768’de (semâni ve sittîne ve seb’a miyye) müteveffâ olub.

48

Bu zâtın dahi ismi ve hükûmeti, tarihlerün hiç birisinde görülmiyor. Lâkin İbn-i Hacer hazretleri yukarıda ismi geçen, “el-Melik el-Mansûr Ahmed”den sonra makâmına mahdûmi; “es-Sâlih Mahmûd” geçtigini ve dört mâh hükûmet idub ba’de amûcazâdesi; “el-Muzaffer Davud bin Sâlih” nâil-i hükûmet oldığı gösteriyor ki Ferdî’nün zabt ve tahrîrîni musaddakdür. Yalnız müddet-i hükûmetinde birâz fark göriliyor ki İbn-i Hacer hazretlerî dört mâh gösterdîgî hâlde, Ferdî iki yıl iki ay gösteriyor. * * * Avusturya devlet-i muazzaması askeri Kâimakâmlarından; “Fun Zambaur” nâm zâtın Viyana’da 1914 senesinde tab’ olunan; “Şarka Mahsûs Fenn-i Meskûkâta âid Yenî Mütâlaat” unvânlı eserinde Melik müşârün ileyhin bâkır ve sîlikce bir sikkesi mevcûddur. Bir tarafında kelime-i şahâdet ve etrâfında çâr-yâr-ı güzîn Efendilerimizün esâmi-i celileleri. Ve diğer tarafında; “Mahmûd bin Ahmed” ve etrafında; “es-Sultân el-Melik es-Sâlih halledAllahü mülkehû” ibâresi vardır. Zîrîne de müellif-i kitâb tarafından; “Fenn-i meskûkâtde bu Artukî hükümdârı henûz ma’lûm degil idi.” cümlesi muharrerdür. İşte görûliyor ki; İbn-i Hacer hazretlerinden başka, henûz ismi tarîhlerimizde ma’lûm olmayân bir hükümdârî; “Kâtib Ferdî” cenâblarî bundan dört yûz sene mukaddem yazdîğî şû tarîhe kayd ve tahrîr eylemişdür.


84

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi NAZIM Hâyinî sanmân ki, berhûdâr ola, Ya kesilür başı, ya berdâr ola. Kankı nâmerd, kem nemek nân bilmeye; Sanmâ kem mihnetle, ol cân virmeye. Lâ büd, elbette gore ol merg-i derd, Bûlîser eyû yâvuz, ne kılsa merd. Pes nâmerdlük nedür, eyleyûb kişi? Çûnki parmak dişlemek, âhir işi.

Ve andan mezbûr, merhûm, mağfûr Melik Mahmûd’un cismî; Bâb-ı Sûr kurbunda inşa etdûgî câmi’de defn olundi. Aleyh’ir rahmetü ve’l ğufrân. “Sultân Melik Davud el-Muzaffer bin Melik es-Sâlih” sultân olub: NAZIM Gün bigî dogdî yine bir kutlû Şâh! Vârîse bedr-i dücâ, oldur o mâh. Dûtmuş îken taht-ı sadrında karâr, Küllîsîne olmuş iken ihtiyâr. Ana da en son bu dünyâ nögbeti, Gûşimâl idüb, ûrur bir zilletî. Kız karındâşı anın Dünyâ Hâtûn49, Nâgehân habs idüb, ider ser nigûn. Andan anun hurûcuna ittifak, Bir cemâat kasd ider onâra hak. Çûn çıkar habsden, halâs olur cânî, Bî mecâl öldürür, Dünyâ Hâtûnî. Andan Melik es-Sâlih oğli Melik Davud el-Muzaffer dokuz yıl ve on ay pâdişahlık idüb oldahi dünyâ serâyında olan ni’metün tamâm idüb âhiret rahmetini arzû idüb sene 778 (semâni ve seb’îne ve seb’miyye)’de müteveffâ olub, ol cesedi müşgbârî ve ol anber misâl ğubârî, Hüsâmiyye dimekle ma’rûf türâbı gevher nisâba câri olundi. Aleyhi’r-rahmetü ve’r-Rıdvân. Ve anun yerine mihr münevver bigî taht-ı hikûmetine nüzûl ve Melekü’s-Sûr gibi adâlet menâziline duhûl iden: 49

Bu; “Dünyâ Hâtûn”meşhûr Mahmûd Ğâzân’ın birâderi olub 705 senesinde taht-ı saltanata cülûs iden; “Sultân Muhammed Hudâbende İbn-i Argûn Hân”un zevcesi olan; “Dünyâ Hâtûn” ise; “Melik Dâvûd el-muzaffer”in kız kardâşı olmayub büyük hâlası olmak lâzım gelür. Cenâb-ı “Ferdî” tarîhin mühim kûşelerîni keşf iderek, “Dünyâ Hâtûn” mes’elesinî meydâne atması âlem-i tarihçe keşf-i mühim eshâbından oldığını irâe eyliyor.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

85

“Melik İsa bin Muzaffer Dâvûd bin el-Melik es-Sâlih” pâdişâh olub, adl u insâf-ı tâmla ve çok lutf u ikrâmla sultân olub. NAZIM Hulkî şîrîn, lutfî tâm Şâh İsa’dur, Ma’den-i cûd ve sehâ kendüsidür. Oldı îllerde muazzez, muhterem; Sâhib-i dünyâ ve’d-dîn, ehl-i kerem. Hoş dutardi dâimâ fakîrleri, Dirîğ etmez, virirdi sîm u zerî. Dutdi devrinde tamâm âlem, nizâm; Gûnbegûn tûtmişdî devrân, iltizâm. Andan Melik İsa kal’a kurbunda Zincîriyye dimekle meşhûr medrese maa cem’an bünyâd eyledi ki anı dil ile ta’rîf ve kalem berle tahrîr eylemek mümkin degildür50. Ve Melik İsa’nun bir vezîri vardı. Amma geregi bigî ehil olmamağın, bir âli himmet, melek sıfat, mükerrem, muhterem, uluvvü’lhimmeti ve’l-kerem; Emîr Alî bin Alemüddîn Sencârî oğli Hacı Feyyâz feyz-i ilâhî bigî vâfir akl u firâsette ve zeyreklikde merd pür nakil idi.Vezîr idindi. Şöylekim; mezbûr vezîrün devr-i eyyâmında âlem tamâm nizâm bulub asâyiş almışdı. Andan bir niçe eyyâm geçdükden sonra Karakoyunlu cemaat beglerinden Kara Mehmed dimekle meşhûr namdâr Melik Îsâ üzerine hücûm idüb ceng ve cidâle ve harb ve kıtâle şürû’ idüb bekurb-i karye-i Buveyre muharebe olunub mezbûr vezîri dutulub asker yagi ve bî mecâl bend u bâğî içunde mahbûs olub. NAZIM Gidince devlet etmez ıssî hoş rây, Gerek dûreş hezâr rûz u hezâr ây. Velî devlet gelünce, el dutarlar, Segirdişüb yanınca, hoş dutarlar. Ve andan inâyet-i ilâhi ve ân hikmet-i nâmütenâhî erişûb mezbûr vezîr halâs olub sene 786 (site ve semenûne ve seb’a miyye)’de yine 50

Zincîriyye medresesinün kapusundaki kitâbe şudur: ‫رب اوزﻋﻨﻲ ان اﺷﻜﺮ ﻧﻌﻤﺘﻚ اﻟﺘﻲ اﻧﻌﻤﺖ ﻋﻠﻲ وﻋﻠﻲ واﻟﺪي وان‬..... .‫ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ‬ ‫ﺗﻮﺳﻞ واﻋﺘﻤﺪ‬.‫ﺗﺠﺪﻩ هﺎدﻳﺎ ووﻟﻴﺎ‬.‫ ﺳﺒﺤﺎن اﷲ ﻣﻠﻴﺎ‬.‫اﻋﻤﻞ ﺻﺎﻟﺤﺎ ﺗﺮﺿﻴﻪ وادﺧﻠﻨﻲ ﺑﺮﺣﻤﺘﻚ ﻓﻲ ﻋﺒﺎدك اﻟﺼﺎﻟﺤﻴﻦ‬ ‫وﻃﻠﺒﺎ ﻟﺮﺿﺎﺋﻪ اﻟﻌﻤﻴﻢ اﻟﻤﺘﻮآﻞ ﻋﻠﻲ اﻟﺴﻤﻴﻊ‬.‫ورﺟﺎء ﺛﻮاﺑﻪ اﻟﺠﺴﻴﻢ‬.‫ﻋﻠﻲ آﺮم رﺑﻪ اﺑﺘﻐﺎء وﺟﻪ رﺑﻪ اﻟﻜﺮﻳﻢ‬ ‫"ﻋﻦ ﻏﻴﺮﻩ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﻲ اﻟﻐﻨﻲ ﻋﺴﻲ ﺑﻦ داود ﺑﻦ‬.‫ﻋﺒﺪﻩ وﻓﻘﻴﺮ رﺣﻤﺘﻪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﺤﻘﻴﺮ اﻟﻤﻔﺘﻘﺮ اﻟﻴﻪ اﻟﻤﺴﺘﻐﻨﻲ‬.‫اﻟﻌﻠﻴﻢ‬ ‫ﻓﻲ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﻪ ﺳﺒﻊ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ‬." "....‫واﻟﺤﻤﺪﷲ‬.....‫ﺻﺎﻟﺢ ﻏﺎزي" "اﻻرﺗﻘﻲ وﻗﻒ ذﻟﻚ وﺟﻌﻠﻪ وﻗﻔﺎ ﻣﺆﺑﺪا‬ ."‫وﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪ‬


86

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

pâdişâhî Melik İsa kâtına erişub bermurâd oldı. Üç yıl mikdâr geçdükden sonra, Emîr-i kebîr-i a’zam ve pâdişâh-ı nâmdâr muazzam Melik Timûrleng, ditrerdi zulmünden vahş u peleng. Bir defa gelüb mahrûse-i Mardîn’de karâr itmeyüb mahrûse-i Âmid cânibine gidüb ve andan dönüp gitdükden sonra îl memleket nizâm bulub emn u emân olmuşdı. Ve ba’de seb’a sinîn dönüb Şâm kıbeline varub etdugin idüb sâniyen bemakâm-ı Tebrîz ve bilâdına varub tekrar cânib-i Mardîn’e gelüb, Mardîn şehrinün yarusına ve etrâfında olan kend u bilâdın yakub yıkub harâb eyledi. Fî sene 803 (sülse ve semâni miyye). NAZIM Zulmile meşhûr idi ol bed fiâl, Kılur idî kande vârsa mekr u âl. Zulmile nâhak dökerdi kanları, Pîr u civân, öldürür oğlanları. İncimişdi cümle âlem kendüden, İçî küfr u kîn tolmuş, bed hûden. Daîmâ ekerdi zulmet tohmini, Bilmemişdi no’lâ âhir vaktini. Lâ cerem bed âdîle, meşhûrdur, Yüzi kara âkibeti makhûrdur. Dünyâ mel’ûn oldahi bir şûmdur, Katî azğûn bî dil u mezmûmdur. “Zikr-i Peyâm-ı Çeküm Min Diyâr-ı Arz-ı Şâm” Mezbûr Melik İsa üzerîne vilâyet-i Mardin’e gelüb bemakamı Harzem tamâm bir gûn mukâbele olub muharebe-i azîm ve mukatele-i delîm olub51. NAZIM Kıldı İsâ ile Çeküm Ali cenk, Birbirine hamle kılur, san pelenk. Akıbet anda Çekûm oldı şikest, Çekdi tîğın kabzasından, merd-i dest. Kaçdı gitdi vardı şehr-i Âmid’e, Dinle imdi, mekr u âlîn ey dede! Su akidüb, cenk yerin batak ider, Îsâ’ya ol demde çok şaltak ider. Cüz’î âdemle görinür Îsâ’ya, 51

Çeküm; Melik İsa üstüne gelmeyüb, Melik İsa ile bi’l-ittifak Diyarbekir hükümdârı bulunan Emîr Osmân Bâyındırî üzerîne gelmişler idi. Bunlarun cümlesi Diyarbekir şehri önünde bağçeler arasındaki bataklığa çekerek katl ve ifnâ itmüşdür.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

87

Dahi çok âdem komuşdî, pûsîya. Gâfil olub İsa uğrar, batağa, Sanki düşdi sûda semek, yatağa. Kâtilân şiddetli, maktûl bî hisâb, Kopdi oldem, sanâsın yem’il hisâb. Key katî ceng u cidâl eylediler, Bî aded katl-i ricâl eylediler. İbrahim Beg İbn-i Emîr-i Kebîr Osmân Beg katl olunub ve mezbûr Melik es-Sultân İsa maa vezîrihi Hacı Feyyâz dutulub fî sene 809 (tıs’a ve semâimiyye)’de52 müteveffâ olub; dâr-ı âhirete mütevâsıl ve bahr-ı rahmet girdâbına ğarîk olub, cennet-i bekâ serâylarında ebed’il âbâd kaldılar. Rahmetullâhi aleyhim ecmaîn ve mağfûr mezbûr saîd, şehîd nevverellâhü merkadehü’nün yerine oğli “Melik es-Sâlih Küçük”53 52

Makrîzî hazretleri; “es-Sülûk Fî Ma’rifeti’l-Mülûk” unvânlı tarih-i âliyesinde Melik İsa’nın şehâdeti 809 senesî Zilhiccesinün 27nci güni oldığını tasrîh idiyor. 53 Lakab ve unvânı; Sâlih Şehabüddîn ve ismi Ahmed’dür. “Câmi’üd Düvel”de; Melik İsa’nun birâderzâdesi gösteriliyor ki silsilesî Sâlih Şehâbüddîn Ahmed bin İskender bin Melik Muzaffer Davud bin Sâlih Şemsüddîn Mahmûd olmuş oluyor. “Ümmü’l-İber” de; Melik Muzaffer Davud’a uğradılmayub, Melik Sâlih Şehâbüddîn Ahmed bin İskender bin Melik Sâlih Mahmûd gösteriliyor. Lâkin sadr-ı esbak Edhem Paşazâde Gâlib Beg merhûmun tanzîm eyledigi; “Mekûkât-ı Türkmâniyye Katalogu”nda, Ferdî’nün rivâyetine muvâfık olarak – Şehâbüddîn Ahmed bin Îsâ mukayyeddür. Sadr-ı esbak Edhem Paşa merhûmun vaktile pek büyûk emekler sarfile meydâne getirdükleri; “Fenn-i Mi’mârî-i Osmânî” unvânlı eser kıymetdâr-ı mefâhir-i milliyemizi teşkîl iden âsâr-ı muhallededen oldığı gibi mahdum-ı necîbeleri İsmâîl Gâlib Beg merhûmun meskûkât-ı İslâmiyye hakkındakî katalogları ve mikyâslara dâir eser-i güzîdesî ve dîger mahdûmi âliyelerî Hamdî Beg merhûmun dahi levhâlar ve şekillerî hâvî; “Nemrûd Tâğî Hafriyâtî” ve kezâlik büyük iki cild üzerîne elvâh ve eşkâl-ı mühimmeyi muhtevî Sîde Hafriyâtı ve bilhassa Rûmili ve Anatoli vilâyâtı akvâmınun zeker ve nisvânına mahsûs kıyâfetlerîni şâmil kitâb bî nazîrî ve üçünci mâhdûm-ı âliyelerî olub el-hâletü hâzihi re’y-i metîn ve irfân-ı vâsı’larından istifâde ile müftehir oldığımız Müze-i Hümâyûn müdîr-i muhteremi; Halîl Beg Efendi hazretlerinün peyderpey neşr buyurmakda oldukları mebâni-i celile-i İslâmiyye kitâbeleri ve el-hâsıl bu âsâr-ı kıymetdârın cümlesi dünyâda unudulması kâbil olmayan ve zaman geçtükçe kıymeti artan hizmât-ı azîme-i vataniyyedendür. Nevâdir-i âsâr-ı İslâmiyyeyî muhâfazaya bezl-i nakdîne cân eylemek o kadar büyük bir hizmet-i vataniyyedür ki müstaid telâffûz oldığımız elfâz ve ta’birât bunun lâyıkile tasvîr ve takdîrine kâfî degildür. Nasıl kâfî olabilsin ki? 1296 senesinde memleketimden ayrılmış oldığım zamandan beri dünyâda bir de nazîrînî görmedigim Diyarbekir’in sûr-ı azîmini pek sağlam bırakmışdım. On altı


88

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

pâdişâh olub, devlet ve seâdet külâhîn hurşîdveş ber ser-i pâdişâhî nihâde şud. NAZIM Oldı hüsrev tek cihânde şehsüvâr, Hem şecâat issî, hem sâhib vakâr. Tahta geçüb, belîne zerrîn kemer, Bağladı ve oldı, şâh-ı nâmver. Ve mezbûr Melik es-Sâlih île Karakoyunlu beglerinden hâkimu’lMûsul emîri Yusuf bin Emîr Muhammed adâvet idüb54 münâzaat ızhâr eyleyüb gelüb vilâyet-i Mardîn’ün ülkesinde vâki’ olan zirâatın biçüb sene sonra Ma’mûretülazîz Defterdârlığına ta’yîn olındığım sırada civâr bulunmak hasebile târık-ı azîmetümde bir kavis teşkîl iderek Diyarbekir’e uğradım. Mardin Kapûsı civârında gâyet yüksek ve yekpâre bir kesme kayâ üstüne üstâd bedâyi’kârînün hayretbahşâ bir sûretle kondurmuş oldığı mürtefi’ ve cihânnümâ bir burca zînet viren dendâneleri ve anun altında bir kaç metrûlık mahalleri nazarlara çirkîn görinecek ve burcun vaktile görülmekde olan azâmetîni gaib idecek bir sûretde tahrîb ve imhâ idildiği nazar-ı teessürle görüldi. Sebî suâl olundukda olvakitkî hükûmetden sûrun taşlarınun koparılmasına müsaade olındığından ve sûr ise yekpâre bir kaya şeklini aldığundan yıkmak ve tâş koparmak kâbil olmayub ancak dendâneler gibi nâzik ve menâzır nümâ olan mahalleri kolaylıkla kopara bildikleri cihetle câbcâ tahrîb eylemekde olduklarını söylediler. Ve anun civârında ve iç tarafında vaktile hatt-ı kadîm ile görmüş oldığım kitâbelerin de kısm-ı a’zamını aşırılmış buldum. Bir hata hüsn-ü niyyetden sudûr iderse gerçi ma’fuvdur. Fakat böyle kıymetdâr bir şeyin velevki cehl ile olsun yıkılmasına başlanılıyorsa acaba en kıymetli yerinden mi yoksa en ehemmiyetsiz ve lüzûmsuz mahallinden mi başlanılıyor. Binaenaleyh surdân tâş koparmak mes’ele-i müteessifesî ehâliden ziyâde ba’zı erbâb-ı istifâdenün işlerine yaradığını anladum. Bir kaç sene evvel çıkarmış oldığım “Âmid” risâle-i nefîseden olan cevâmi’den; --Melik Ahmed Paşa-câmi-i şerîfi ile bu câmi-i şerîfde yerlerinden kopub bir tarafa yığılmış olan kıymetdâr çînîler hakkında dahi bir makâlem varidi. Acebâ o çînîlere ne oldı? Halbûki sonraları bununla da kanaat olunmayub sûrun yıkılması hakkında mahallinden …ler gelmekde oldığını haber alan müşârün ileyh Halîl Beg Efendi hazretleri büyük himmetler ve mürâcaatlar itmiş ve bundan bahisle; “Tarih-i Osmânî Encümî” mecmûasınun altıncı nüshâsında “Âmid” kitâbelerine ve sûrun yıkdırılmasına dair gâyet kıymetdâr bir makâle yazmışlar idi. Bunun îçûn en ziyâde minnetdâr ve müteşekkir olanların bu abd-i hakîr birincileründendür. Meşgûliyet-i azîmelerinün mümkin mertebede azaldığı bir zamanda inşallah teâlâ teşrîf iderler de gerek zîr-i zeminlere gömülüb kalan, gerek sath-ı zemînde bulunan kitâbeler münâsebetile o havâlînün nasıl bir “kitâbeler kâinâtî” oldığını müşâhede buyururlar. 54 Bu muhârebe Karakoyûnlû Kara Yûsuf ile vâki’ olmayûb, Akkoyunlû Kara Osmân Bâyındırî ile vâki’ olmuş, lâkin memleketî ana virmeyüb, Mûsul ile becayiş sûretile Kara Yûsuf’a teslîm itmişdür.Tefsîlâtî tarihlerde mevcûddur.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

89

yedirüb, âyende vü revende rehîn kat’ idüb iki yıl mikdâr vilâyet-i mezbûrda şûr u şerre dirişûb şehr-i Nusaybîn ve kal’a-i Sâvurî dahi bî mecâl alub zabt eyledi. Kaçan kim Melik Sâlih tefekkür idüb bu adüv ile mukabele ve mücadele kılmağa takat yoğdi. Zîrâ bûnlâr bâsılûb zaîf olmuşlardî. Nâçâr Allah-ü Teâlâ’nun hükmine râzî ve emrîne münkad oldılar. Kad kazAllahü Teâlâ devlet-i pâdişâhân-ı Artukıyyîn ve inkızâü eyyâmühüm ve kâne zâlike bi’l kazâi’l mukadderi ve’l emr’ul müdebbir. Bikavli’llâhi azze ve cell: ‫ﻗﻞ اﻟﻠﻬﻢ ﻣﺎﻟﻚ اﻟﻤﻠﻚ ﺗﺆﺗﻲ اﻟﻤﻠﻚ ﻣﻦ ﺗﺸﺎء وﺗﻨﺰع اﻟﻤﻠﻚ ﻣﻤﻦ ﺗﺸﺎء وﺗﻌﺰ ﻣﻦ ﺗﺸﺎء‬ .‫وﺗﺬل ﻣﻦ ﺗﺸﺎء ﺑﻴﺪك اﻟﺨﻴﺮ اﻧﻚ ﻋﻠﻲ آﻞ ﺷﻴﺊ ﻗﺪﻳﺮ‬ Andan mezbûr Yusuf kitâbet gönderüb mezbûr Melik es-Sâlihden taht-ı müzeyyenîn ki, taht-ı Mardin’dür, dileyûb ahd-i şart ve kavl-i berk idüb mezkûr Emîr Yûsuf, Melik es-Sâlihe bî kıyâs mâl ü menâl ve esb u ğanem ve cemâl u hûbrû kenîzegân-ı münevver cemâl ve kendû âfitâb misâl ve hûrî sıfat kızîn dahi bî hisâb cihâz île ve mülk-i Mûsulî dahi teslîm idüb ve kavl-i karar eyleyüb sulh u musâlaha gösterüb Melik Sâlih dahi bi’zzarûrî râzî olub mezbûr Emîr Yûsuf’a râbi-ı şehr-i Safer sene 812(isnâ aşar ve semâni miyye)’de kal’a-i Mardîn’i teslîm eyledi. NAZIM Sanâsın rûh-ı revânun verdi, teslîm eyledi, Cân yerine dürlü derdi, cisme ta’lîm eyledi. Olmasun kimse cihânde kimseye nâçâr, zebûn; Ölmesi yeğdür azîzân, dîrî olmakdan o gün. Key yâvuz sarb işdürür, yârdan cüdâ olmak cüdâ İki âlemde budur, pes vârîse müşkül cezâ. Andan Melik es-Sâlih bunca mal, esb tavari ve Emîr Yûsuf’un kızını alub, Mûsul’a vardı. Ve mezbûr Melik es-Sâlih taht-ı mahrûse-i Mardîn’de üç yıl hükûmet sürüb ve vilâyet-i Mûsul’da ancak sekiz gün beglik idüb sene-i mezbûrde müteveffa olub Allah-u Teâlâ rahmetine vâsıl oldı. Ve mezbûr Yûsuf Begün kızı dahi ki; Melik es-Sâlih’ün zevcesi idi. Melik esSâlih vefâtından sonra üç gün dâr-ı fenâda kalub oldahi vefât olub55 Mûsul’da defn olundular. Radıyallahü Teâlâ anhümâ. Ve mezbûr Emîr Yûsuf mezkûr Melik es-Sâlih’i zehir ile ûtermişdîrler. Ve Melik es-Sâlih vefâtundan sonra ğayri avratundan üç oğli kalur. Büyügi; “Melik Musâ” ve ortancası; “Melik Muhammed” ve gîcilerî; “Melik Abdülhay”dür. Ve Sencâr’da mesken tutmuşlardı. Sene 824 (erba’ ve ışrîne ve semâni miyye)’de Melik Mûsâ müteveffâ olub iki oğli kaldı. Biri; 55

Ba’zı tarîhler bu Melik Sâlih’ün vefât iden zevcesî Kara Yûsuf’un kerîmesi olmayub eski haremi oldığını beyân idiyorlar.


90

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

“Melik Mahmûd” ve biri; “Melik Mansûr”. Ve mezkûr Melik Mahmûd ulûs göçeridi. Ve Hindûlûdan ve ğayrihi üçbin mikdârı hâneye Emîr oldı56. Artukıyyîn pâdişahlarînün dâr-ı saltanatta hükûmet sürdükleri tarih budur ki, zikr olunur. Sene 318 (suls miyye ve semâni aşar) ve mezkûrun 56

“Ümmü’l-İber” nâm tarihinde; “Melik Musa”nun “Mansûr” nâmındaki oğli muammer olmayub vefât eylemiş ve “Melik Mahmud” muammer olmuş ise de, Sencârdan çîkûb üç bîn hâneden ibâret etbâıyle umrînün nihâyetine kadar bâdiyede kalmış ve 884 tarihinde bu da vefât idub Erâtıka sülâlesî külliyen munkarız olmişdür.” diyeyor. Lâkin bu rivâyetine bir me’haz göstermiyor. “Münşeat-ı Ferîdun Beg”de Mardin hâkimi; “Nâsırüddîn” tarafından Sultân Murâd sânî hazretlerine yazılan bir mektûbda; “Kara Osmân Bâyındırî” Diyarbekir’den Erzîncân tarafına gitdükde oğli Hamza Beg Mardin üzerine hücûm iderek vâki’ olan mukâtelede askerinün ba’zîsî maktûl ve ba’zısi Hamza Beg’le berâber me’sûr oldığını beyân idiyor. Ve Sultân Murad Hân-ı sânî hazretleri tarafından da mutantan elkâb ile cevâb yazılıyor. Gerçi bu mektublarda tarih yok ise de; Sultân Murâd Hân hazretlerinün cülûsi 824 ve Kara Osmân Bâyındırî’nün Erzincân cihetinde maktûl olması 838 olmasına nazaran bu muharebenün şu on dört senelik zaman içinde cereyân itmiş olması tabiîdür. Bu; “Nâsırüddîn”ün kîm oldığı bilinemedigi gibi Hamza Beg’in 850 tarihlerinde Mardin’î zabt itmiş bulundığını ba’zı tarîhler bize gösterîyor. Acebâ bu; “Nâsurüddîn” Ferdî’nün beyân eyledigi şu “Mansûr” olmasun mi? Mardin’ün mülûk-i sâlife-i Artukıyyesî içinde bir; “Melik el-Mansûr Nâsıruddîn” geçmişdür. Bu da ceddînün elkâbına ittibâen; “Mansûr” ismine bir de; “Nâsırüddîn” ilâve etmiş olması ihtimâle karîbdür. Maazâlik dîger birâderi; “Melik Mahmûd”un dahi unvânı; “Nâsırüddîn” olabilir. Lâkin ismin hem ecdâdı ismine mutâbakat ve hem de; Münşeat-ı Ferîdun Begdekî unvâna mukarenete nazaran “Mansûr” olması daha müreccah gibi göriniyor. Çünki Mardin’î Artukiyye yedinden zabt iden Kara Yûsuf üzerîne Şahreh Sultân’un hücûmi esnâda evvelce Mardin’î zabt itmiş olan bu Kara Yûsuf 823 senesinde vefât eylemiş ve memâlikdeni Sultân müşârün ileyh zabt eyledigi gibi, Kara Yûsuf’un İskender Mîrzâ ve Cihânşâh Mîrzâ ile sâir oğulları birbirile muharebe iderek yekdîgerini katl eylemekde ve ârtık Mardin’ün muhâfazasına bakacak hâlleri kalmamakda oldığından Mardin ehâlîsinün üçyüz senelik kadîm bir hânedân melikzâdelerini da’vet itmeleri veya başında bulunan kuvvetle kendisinün bizzât gelüb Mardin şehrini zabt itmesi veya Şâhreh Sultân tarafından âbâ ve ecdâdî mülkünün uhdelerîne tefvîz kılınması ve 84 hudûdunda Akkoyunlî Sultân Hamza’nun vâki’ olan hücûmî esnâda müteveffâ veya maktûl olması yâhud kemâ fî’s-sâbık çöl cihetine çekilmelerinün ihtimâlleri vardur. Çünki üçyüz senelik bir hânedân-ı saltanat evlâd-ı necîbinün başında öyle bir kuvvet mevcûd oldığı halde ve bu kadar herc u merc esnâsında bî kayd ve bîgâne turmaları ve hususile Şahreh Sultân fıtraten pek kerîm bir pâdişâh iken; “Melik Mansûr” ve “Melik Mahmûd” gibi şehzâdelerden birisinün ânun nezdîne gitmemesî ve sultân-ı müşârün ileyhin mülk-i mevruslarını kendilerine iâde itmemesi müstebaddür. Lâkin; Münşeat-ı Ferîdûn Beg’de mevcûd olan mezkûr iki mektûbdan başka bu bâbda lâyıkı vechile hall-i eşkâl idecek vesîka henûz mefkûddur.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

91

gidüb menzilî özgeler eline teslîm eylediler. Rahmetullâhi aleyhim ecmaîn. Fesübhâne müyessirelumûr ve mukallibedduhûr. NAZIM Dünyâdan gidüb, kodiler nîk nâm; Pes dürer kılsa, cihânde nîk nâm. Dâyimâ hayr îşe durûş, ey püser! Ne ki buyurdı bize hayru’l-beşer. Kanî işbu zikr olunan Artukîn? Gittiler vâdîleri kaldı hemîn. Kanî Dârâ, Kisrâ ü Nûşînrevân? Nemrud u Fir’avn ü Kârûn’dan nişân. Küllisi ol dünyaya oldi revân, Hak buyurur; “Küllu men aleyhâ fân. Zerre denlü hayr iderse, hayr bulur; Hem yine şer kılsa, âdem şer bulur. Hayra duruş, cân-ı men olmâ ğâfil; Bunda iken azûğın, kılğıl hâsıl. Kim seferin, key uzakdur bilesin; Zahîresüz hem susuz, anlayasın. Çok tâat kıl, dünyayı terk eylegil, Cân u dilden Hakka, dil berk eylegil. Hak buyurduğı işe tedbîr kıl, Zikr-i Hakkı her zemân tefsîr kıl. Tâ kim olâ ol kapûda yüzün ak, Dâima hak ile ol, ey merd-i Hak! Ulular izine segirtmek gerek, Pâylerîne rûyî sürtümek gerek. Her ki iderse cevâb, dutmak gerek; Cân virüb yollarına yurtmak gerek. Söz öğüşdür leyk, bu hayrü’l-kelâm, Çok muammâ gösterür, bunda tamâm. Her ki buni okuyub, duta azîz; Hak Teâlâ eyleye anı azîz. Zîrâ bunlar küllisî, Hak dostları; Zikr u tâat, hayr işidi kasdları. Bunları her kim okuya, anlaya; Cânu dilden şâd oluben, dinleye. Okuya bir fâtiha, ihlâsile; Şeksüz îre dürlü dürlü hâsıla. Okuyana, dinleyene, yazana; Sehv olan içinde, hattın düzene.


92

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi Hak Teâlâ ana, hoş rahmet kıla; Vire ni’metler ve bî minnet kıla. Hem musannif “Ferdî Kâtib” rûhîçûn, Okuyalar fâtihâ, Allah îçûn. Temmet oldı işbu, zikr-i kâmurân; Bahr u kândür, bahr u kân ey merdegân! Hem “dokuzyüz kırk dörd”ünde tarihin, Bağlamış musannif anı pür fasîhin. Hakka sad bâr minnet u hamd-i müdâm, Hem Resûle çok selâm, her subh u şâm.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

93


SÖZLÜK Ab-ı revân Âftâbi Âhir Akeb Âkibet Âl Âlem-i Şühûd Âlet Amûd Âsaf Âsümân Ayn Azâim

= = = = = = = = = = = = =

Azamet Azîmet Azîz Azizân Azm Azze

= = = = = =

A Akar su. Tente, güneşlik, şemsiye, güneşe ait. Nihayet, son olarak. Bir diğerinin arkasından gelen. Son, nihayet. Hile, düzen. Görülen âlem, bu dünya. Avadanlık ,vâsıta, makina, aygıt. Direk, sütûn. Süleyman peygamberin veziri. Gökyüzü. Göz. Sebatlar, kararda katilikler, hastalara şifa olsun diye okunan dualar. Büyüklük,çalım-kurum Gitme, gidiş. Muhterem, sayın. Sayın, sevgili. Kasıt, niyet, karar. Aziz olsun.

Bağy Bahr Bahş Baht Bâlâ Bân Bâre Bed fiâl Bed hû Bedi’ Bedr-i düca Bekâ Benâm Bend Ber Berbâd Berdâr

= = = = = = = = = = = = = = = = =

B Azgınlık, serkeşlik. Deniz. Bağış, ihsan. Talih, kader, kısmet. Yüksek, yukarı. Dam, satıh. Kale-Defa. Kötü işler işleyen kimse. Kötü huy. Eşi ve benzeri olmayan. Karanlık dolunay. Bakilik, devam, sebat. Namlı, ünlü. Bağ, yular, râbıta, bağlama. Göğüs, sine, kucak. Perişan, bozuk, virân. Asılmış, salbedilmiş.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi Berhurdâr Beriyye Berk Berz Bezl Bî aded Bî dil Bi mecâl Bî minnet Bîmisâl Bünyâd

= = = = = = = = = = =

Mutlu olan, onan. Halk, İnsanlar. Katı, sağlam-Şimşek. Ziraat, ekin. Bol bol verme. Sayısız, hesapsız. Korkak, kalbsiz. Bî hesab,Sayısız, hesapsız. Güçsüz, takatsız. Minnetsiz, ettiği iyiliği başa kakmayan. Eşsiz,eşi bulunmayan Asıl, temel- Yapı, bina.

Câh = Câm = Câm-ı cem = Cem’in sihirli = Cân-ı men = Câvidân = Cây = Celîl = Cenân = Ceng = Cennât-ı gülşen = Cennet’ül me’vâ= Cerem = Cezîl = Cidâl = Cihât = Civân = Cûd = Cüdâ =

C İtibar, makam. Kadeh, bardak. Şark mitolojisinde şarabın icatçısı sayılan kadehi, şarap. Bencil. Daimi kalacak olan, ebedi. Yer. Büyük, ulu. Kalp, yürek, gönül. Savaş, vuruşma. Gül bahçesi. Ahirette cennetteki bir bahçedir. Günah, cinayet, hatâ. Çok, bol. Karşılıklı kavga. Taraflar, yönler. Genç. Cömertlik, el açıklığı. Ayrı ayrı düşmüş, ayrılmış. Ç

Çep Çeşm

= =

Sol-Yanlış, falso. Göz.

Dâd Darb-ı ecel Defin-i hâk Deh

= = = =

D Adâlet, doğruluk-İhsân, sevgi. Ecel vurması, ölüm. Toprağa gömülü. (Ölmüşler hk.) İyi, güzel- Saf, sıra.

95


96

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Dehân Delâil Dem Derk Dermiyân Derz

= = = = = =

Dest-res Devân Devha Devrân Dilâram Dil-güşâ Dilîr Dîr Diriğ Dûn Dûreş Dünyâ-yi dûn Dür Dürer Düzd

= = = = = = = = = = = = = = =

Ağız. Delâlet eden şeyler. An, zaman-Soluk-Kan. Anlama, kavrama, idrâk. Ortada, orada. Dikiş yivi, kuru duvarın taşları arasına harç doldurup,tesviye etmek. Kuvvet ve zenginlik, ele verme. Koşan, hızlı yürüyen. Büyük, ulu ağaç. Talih, dünya, felek. Gönül okşayan, gönül dinlendiren. Gönül açan, kalbe ferahlık veren. Yürekli, cesur, yiğit. Geç, çoktan, uzun müddet. Esirgeme, önleme. Aşağı, aşağılık. İki siyah. Alçak, sefil dünya. İnci. Büyük inci taneleri. Hırsız, uğru. E

Eamm Ehl-i dil Ehl-i kerem Eimme Emâni En’am Enâm Ender Enhâr Eşref

= = = = = = = = = =

En umumi, pek kapsamlı. Gönül adamı, kalender. Bağış yapan, asalet sahibi. İmamın çoğulu, imamlar. Emeller, arzular. Deve, koyun gibi hayvanlar-Hayvan gibi kimseler. Bütün yaratıklar, halk, insanlar. .....de, içinde. Irmaklar, çaylar. Şerefli, onurlu. F

Fâk Fasîh Fehm-i kem Ferr

= = = =

Yoksulluk, ihtiyaç. Güzel, düzgün konuşan-Açık, âşikar. Eksik anlayış. Firar, kaçma.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi Feşâr Fevk Feyhâ Fezâ Fiâl

= = = = =

97

Saçma, dağıtma, sıkma. Üst, üst taraf, yukarı. Büyük, geniş alan-Engin. Arttıran, çoğaltan. İşler, eylemler. G

Gabra Gâret Ger Gerden Gerdûn Geş Gıyas Gûn Gûşimal Gürûh

= = = = = = = = = =

Yeryüzü, arz. Çapul, yağma, akın. Eğer sözcüğünün kısaltılmışıdır. Nazımda kullanılır. Gerdan, boyun. Dönücü, dönen-Dünya, felek. Güzel, hoş-Naz ve edâ ile yürüme. Yardım. Renk-Gidiş, tarz, sıfat. Yola getirme, tedip. Cemaat, bölük, takım H

. Hâil Hâksâr Hâme Hançer-i zerrîn Harîs Hasbünallah Hâsıla Hâss Hâss üâm Hatt Hayr’ıl kelâm Hayr’ül beşer Hazer Hem Hemm Hemrâh Hezâr

= = = = = = = = = = = = = = = = =

Korkunç. Toz, toprak içinde kalmış. Kalem. Altından yapılmış hançer. Hırslı, bir şeye çok düşkün. Allah’ım bana yeter. Kazanç, fayda. Mahsus, özel. Herkes. Yazı, satır, sıra, saf. Sözlerin hayırlısı. İnsanların en hayırlısı-Hz.Muhammed. Sakınma, kaçınma. - dek, deş, - i bir. Gam, tasa. Yoldaş, yol arkadaşı. Bin-Bülbül-Pek çok.

Hızır

=

İçenlere ölmezlik veren âb-ı hayatı içmiş bulunan ve sıkıldığı zaman imdadına yetiştiğine inanılan kişi.


98

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Hil’at

=

Eskiden padişah tarafından beğenilen kimseye giydirilen süslü elbise, kaftan.

Hille Hizâne Hûd Hurûç Hümâ Hüsrev

= = = = = =

Durak. Hazineler. Zırh, başlık, miğfer. Çıkış, ayaklanma. Devlet kuşu, mutluluk. Pâdişah, sultan.

Inkıraz İbtidâr İdâre İhtisâr İhtiyar İltizâm İmâle İmtidâd İn’am İnbisât İntisab İrâe İstidâe İstincâd Îşu İyken İzz

I-İ = Bitme. = Bir işe sürâtle başlama. = Döndürme, çekip çevirme. = Kısaltma, sözü-yazıyı kısaltma--sadeleştirme. = Seçme, seçilme. = Kendi için gerekli sayma-Devlet gelirlerinden birinin toparlanması işini üstlenme. = Meylettirme, yatırma. = Uzama, uzanma, uzun sürme. = Nimet verme, iyilik etme. = Yayılma, açılma. = Bir kimseye mensub olma. = Gösterme, tayin etme. = Ziyalanma, aydınlanma. = Yardım isteme. = İşret, yiyip içip eğlenme, sefâhat. = Malik iken. = Yücelik, değer, kıymet. K

Kadd Kadi’l Kudat Kadr Kâim Kâm Kâmi’ Kâm-râni Kâmver Kâsım

= Boy. = Kadıların kadısı, Şeyhislam veya Kazasker rütbesinde bulunan kimse. = Değer, itibâr, onur, meziyet, rütbe, derece. = Ayakta duran = Meram, arzu, istek-lezzet, zevk. = Kahreden, yok eden. = Arzusuna kavuşmuş olma. = İsteğine kavuşmuş, mutlu. = Kırıcı, ezici, ufaltıcı.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

99

Kâtil = Öldüren. Kem = Eksik, az. Kemân = Yay, kavis-keman. Ker = Kudret, kuvvet-merâm, maksat. Kerem = Asalet, soyluluk-cömertlik. Ketm = Bir sözü gizli tutma. Key = Ne zaman. Kıtâl = Vuruşma, savaş. Kiyâset = Uyanıklık, anlayışlılık. Kül = Hep, bütün, çok. Küllû men aleyhâ fân= Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. (Rahmân:26) Küllü mahlûk = Tüm yaradılmışlar. Lâbüdd Lâcerem Lâlâ Leyk Lü’lü’

= = = = =

L Gerekli (Aslında ayrılık yok, demektir.) Şüphesiz, besbelli, elbette. Saray haremağası. Lâkin, fakat, ancak. İnci.

Mâh-ı tâbân Mahmûd Makhur Maktûl Mansûr Mâristan Masdar Mekr Melâl Merâhil Merdân Merdegân Merd-i Hak Merg Merğûb Merîh Mersûm Mesned Mevkûfe Mevlâ Mevlâna

= = = = = = = = = = = = = = = = = = = = =

M Parlak ay. Övülmeye değer. Kahrolmuş, Allah’ın gazabına uğramış. Öldürülen. Allah’ın yardıyla üstün gelmiş. Hastahane. Bir şeyin sudur ettiği, çıktığı yer. Hile, düzen-dubârâ. Usanç, sıkılma-sıkıntı. Konaklar, mesafeler. Mertler, yiğitler. Mertler, adamlar. Allah adamı-ermiş kişi. Ölüm. (Mevt aynı anlamdadır.) Rağbet edimiş, sevilen. Mars. (Aslı, Mîrrîh’dir.) Resmolunmuş, yazılımış, çizilmiş. Rütbe, makam. Vakfedilmiş. Mâlik, sahib. “Efendimiz” anlamında kullanıiır.


100 Mezmûm Mihnet Mu’cir Muaddel Muammâ Muazzez Mûcîr Muhannes Muhtass Muîn Mukaddem Mukarreb Mukarrer Mûlî

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi = = = = = = = = = = = = = =

Zemmolunmuş, yerilmiş. Zahmet, eziyet, gam, keder. Bir çeşit kadın başörtüsü. Düzeltilmiş. Bilmece, güç anlaşılır söz. İzzetlendirilmiş, onurlandırılmış. İcâr eden, kiraya veren. Korkak, kalleş. Bir şeye veya bir kimseye mahsus olan. İane eden, yardımcı. Önce gelen. Yakın. Kararlaşmış, şüphesiz, sağlam. İlâ eden erkek. (Erkeğin bir müddet karısına yaklaşmaması için yemin etmesi.) Munis = Alışılan, yadırganmaz. Musannif = Kitap yazan. Mübâriz = Dövüşe kalkışan, kuvvetli tartışmaya girişen. Müdâm = Devam eden süren. Müheyyâ = Hazır, hazırlanmış. Mülûk = Padişahlar. Münderise = Eseri, izi kalmamış. Münîr = Nurlandıran, ışık veren. Müretteb = Tertib olunmuş, dizilmiş. Mürg = Kuş. Müstebân = Meydanda, açık olarak anlaşılan. Müstecâb’üd-Dâ’ve= Duası kabul olunan. Müvâzab = Bir işle daima uğraşma. N Nâgehânî Nâhak Nahbe Nâmdâr Nân Nazar Nazargâh Nemek Nevâib Nigâr Nihâd

= = = = = = = = = = =

Ansızın, birdenbire. Haksızca. Çekip, çıkarma. Namlı, ünlü. (Nâm-ver de aynı anlamdadır.) Ekmek. Göz atma-iltifat-itibar. Bakılan veya bakılacak yer. Tuz. Belalar, musibetler, kazalar. Resim-resim gibi güzel sevgili. Tabiat, huy.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi Nîknâm Nümâ

= =

101

İyi nam kazanmış. Gösteren, bildiren anlamlarıyla kelimelere katılır. P

Pây Pâymâl Pehlevân Peleng Per Pervâz -Perverd Pes Pîr - Pirâ Pîri zen = Pîşe Pûlâd Püser

= Ayak, kök. = Ayak altında kalmış, çiğnenmiş. = Yiğit, güreşçi. = Panter. = Kanat. = Uçma, uçuş. (Birleşik kelimeler yapar.) = ….Besleyen, yetiştiren, koruyan, terbiye eden anlamlarıyla birleşik kelimeler yapar. = Ard, arka, geri. = İhtiyar. = “Donatıcı, süsleyici, düzenleyici” anlamlarıyla birleşik kelimeler yapar. İhtiyar kadın, koca karı. = Alışmış, huy edinmiş. = Polat, çelik. = Oğul, erkek çocuk R

Râğıb Râh Rây Revân Revâne Ricâl Rihlet Rikâb Rişte Rubû’ Rûşen Rûy Rûz Rûz u şeb Ruzgâr

= = = = = = = = = = = = = = =

Rağbet eden, istekli. Yol. Rey, oy, fikir. Yürüyen, giden, akan. Giden, yürüyen. Erkekler. Göçme, ölme. Boyun, ense kökü. İplik, tire, ipucu, tutamak-İlgi, bağ. Dörtte birler. Aydın, parlak-Belli, meydanda. Yüz, çehre.. Gün, gündüz. Gece ve gündüz. Zaman, devir- Dünya. S


102

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

Sâbık = Geçen, geçmiş. Sâbîkûn = Sabıklar, geçmişler, önce gelmiş olanlar. Sad = Yüz ( Rakkam). Sâd-bâr = Yüz kere. Sadr = Göğüs- Baş,başkan- Oturulacak en iyi yer. Safâ = Saflık, kedersizlik, gönül şenliği. Sahâ = Cömertlik ( Cûd aynı anlamdadır.) Sahib-i dünyâ ve’ddîn=Dünya ve din konusunda vasfı olan. Sahn = Sıcaklık, harâret. Samed = Pek yüksek, ulu, dâim. Seg = Köpek. Seğirmek = Koşmak. Sehv = Unutma. Sel = Sel ( Seyl olarak da okunur ) Selsebîl = Cennette bir çeşmenin adı. Semek = Balık. Sernigûn = Başaşağı olmuş, ters dönmüş. Serteser = Baştanbaşa, hep, bütün. Sicn = Hapishâne. Sim = Gümüş. Sim u zer = Gümüş ve altın. Sît = Ün, iyi şöhret. Sûz = Yanma, tutuşma, ateş, sıcaklık. Sürûr = Sevinç. Ş Şâd Şaltak Şaltak ider Şehbâ Şehsüvâran Şek Şerh Şevket Şihâb Şikest Şöhrever Şûm Şümâr

= = = = = = = = = = = = =

Sevinçli. Geçimsiz, kavgacı. Saldırır. Kır, akçıl, Halep kalesi. Ata iyi binenler. Şüphe, kuşku. Açma, ayırma, açıklama. Büyüklük, heybet. Kıvılcım, cesur kimse (Arapçada ) Kırılmış, kırık, yenilme. Meşhur, şöhret sahibi. Uğursuz, şom. Hesap, sayı/bî şümâr: hesapsız, sayısız. T


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi Ta’lîm Tâcdâr Tahte Taht-ı sadr Taht-ı zemîn Temmet Tîg Tîz Tuğât Tuhm Tûşe

= = = = = = = = = = =

Öğrenme, öğretme, öğretim, öğretilme. Taç giyen, padişah. Alt, altında. Oturulacak en iyi yer, padişah makamı. Toprak altı. Bitti, tamam oldu. (Kitapların sonunda yazılırdı.) Kılıç. Tez, çabuk-keskin, sık. Asiler, azgınlar, serkeşler. Tohum. Ölmeyecek kadar yenecek azık. U-Ü

Ucbe Udûl Ukbâ Ulü’l-emr Urûc mem Unvân

= = = = = = =

Şaşılacak şey. Sapma, yoldan çıkma, vazgeçme. Âhiret, cezâ. Padişah, kanun koyucu. Yükselme, yukarı çıkma. Ümmetler. İsim, kitap-Dergi başlığı.

Vâlid - Vâr Velî Veş

= = = =

V Baba. Benzetme edatı, gibi. Velâkin, amma-Ermiş. Gibi mânâsını veren bir benzetme edatı.

Yâsadı Yavuz Yek-bâr Yümn

= = =

Y Düzene koydu, sıraladı. Kuvvetli, sert, yaman. = Bir kere, bir defada. Uğur, bereket. Z

Zafer-yâb Zahîr Zâhire Zamîr Zebûn

= = = = =

Zafer bulan. Arka çıkan, yardımcı. Anbarda saklanan yiyecek. İç, içyüz-Kalb, vicdân. Zayıf, güçsüz, âciz.

103


104 Zer Zerrîn Zevrâ’ Zikr u taat Zikr-i Hak Zillet Zîr

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi = = = = = = =

Altın. Altından yapılmış. Dicle nehri, Bağdat şehri. Allah’ı anma ve emirlerini yerine getirme. Allah’ı anma, hatırlama. Alçaklık, aşağılık. Alt, aşağı


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

105

RESİM 1- Mardin Kalesinde, Hz.Hızır adına izafe edilen bu ziyaretgah caminin içteki mihrabında şu yazılıydı: “Emr tecdide Mevlana es-Sultan el-Melik el-Mansur Necmu’d-dünya ve’d-din.”

RESİM 2- Bu minareden Diyarbekir minarelerinin kandillerinin gözle görülebilmesi, bu istisna oluşturan şenliğe özeldir.


106

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 3- Necmüddin İl Gazi’nin kardeşi Eminüddin tarafından inşasına başlanan, fakat ömrü yetmediğinden bizzat melik tarfından tamamlattırılan ve kardeşinin ismiyle tesmim edilen MARİSTAN HAMAMI.

RESİM 4- Düşman Askeri 30 bin kişilik kuvvetle Necmüddin Gaziden kaçarak Tel’afrin dağına sığındı.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

107

RESİM 5- Melik Necmüddin İl Gazinin, Maristan karşısında “Camiu’l-asfar” diye bilinen şimdi Necmettin Camii olarak anılan mabedin bir hücre dibinde veya giriş kısmın sol tarafında defnedildiği sanılmaktadır.

RESİM 6- Rivayete göre şimdi yıkılmış olan kale üstündeki cami minaresinin gayet yüksek olduğu, bayram geceleri bu minareye cıkıp, Diyarbakır camilerinin kandillerinin seyredildiğini anlatılır.


108

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 7- Sitti Radiyye’nin oğlu İl Gazi’nin inşa ettiği Hatuniyye Medresesinin duvarında, arapça olarak yazılmış bir kitabe, bu kitabede vakıfname ile ilgili ifadeler yazılıdır.

RESİM 8- Ulu Caminin batı tarafındaki Minare’nin yıkılmasında sonra iki minare arasına gerilen çelik zincir, Sultan İsa Medresesine nakledilip, İki kubbe arasına astırılmıştır. Bundan dolayı Zinciriye Medresesi adını almıştır.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

109

RESİM 9-Vaktiyle “Mardin Ulu Camii’nin” mihrabında iki “Kadem-i Şerif” İzi Mevcut olup, Peygambere ait olduğu söylenen ayak izlerinin Nusaybin’deki Cami’ül-Mukaddemden sökülüp buraya nakledildiği rivayet edilir.

RESİM 10- Mardin Hatuniye Medresesindeki; Hz.Peygamberin ayak izi olduğu söylenen, Kadem-i Şerif.


110

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 11- Mardin Ulu Camiin Doğu tarafındaki Duvarında, Bu camiin hangi tarihte bina edildiği yazılıdır.”Muharrem ayının Sonu Hicri:568.

RESİM 12- Mardin Ulu Camii Vakıfnamesinde bir kesit:“Yedi kat gök ile yedi kat yerin ve onların içinde olanların Rabbı olan Allah’a Hamd olsun.”


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

111

RESİM 13- Artuklu Meliği Nasırüddün Said (Artuk Aslan)’in Koçhisar diye ünlenmiş Düneysır’da (Kızıltepe) bina ettirdiği Cami-i Kebir Artuki Mimari stilinin, bir harikasıdır.

RESİM 14- Artuk Arslan’ın Harzemde yaptırmış olduğu Medreseyi görmek için gittiğimizde ,geriye yukardaki kalıntılarla karşılaştık.


112

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 15- Melik Artuk Aslan, Şehidiye Medresesini seksen olmak üzere Bina ettirdiğinden;”Semanin (Seksen)” adıyla anılır.

RESİM 16- Mardin, Maristan (Eminüddin) Camiinden günümüzden bir görüntü.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

113

RESİM 17- Melik Mansur (IV Necmüddin Gazi) yaz mevsimi geldiğinde, hala Mardin’in Sur Kapı dışında varlığını koruyan Firdevs (Ferdus) bahçesine gelir, üç ay kadar vaktini zevk ve eğlencelerle geçirirdi.

RESİM 18- Mardin’de inşa edilmiş Tekke’nin su eyvanında, İnsanlar hayat bulurdu.


114

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 19- Katip Ferdi’nin; “Ravza-i Firdevs” ve şiirde geçen “Firdevsühe” daha sonra “Firdevs Köşklerinde”demekten amacı, zınnar bahçelerinin tamamıdır.

RESİM 20- “Vadi-i Safada” bulunan Zınnar bahçesinde Şeyh Yusuf Havuzu “ diye bilinen bu havuz çevresinde bereketine, inanıldığından dolayı, her yıl yemek ve ekmek yapılıp ahaliye dağıtılır.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

115

RESİM 21- Zınnar; Vadiü’s-Safa Bahçelerinden kesitler.

RESİM 22- Sahabeden olan, Zırar İbn Ezver’in türbesinin yanında bir kitabe vardır.Vakıfname bize çok şey anlatacak niteliktedir.

RESİM 23- Harzem’de; Cami-Türbenin içerisnde Habeşistanlı “Hur” Tacüddin Mesud bin Abdullah en Nasıri’nin olduğu rivayet edilen türbe ile bir kitabe mevcuttur.


116

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 24- Harzem’de; Cami-Türbe’nin giriş kısmında, binanın yapılış zamanı ile ilgili Artuklu dönemine işaret eden Arapça bir kitabe bulunuyor.

RESİM 25- Mardin mezar taşı işçiliğine ve mezar taşlarına yazılan kitabeler, kendisine özgü bir ayrı değer taşır.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

117

RESİM 26-“Ferdus” kasrının su Evyan’ının üzerinde, eskiden bulunan mermer bir levhada, arapça olarak şu şiir vardır. “Han’üz Zemanü mei bükülli işe Salih, Ve azdadü Mücidden bi’l-Melikü’s-Salih.”

RESİM 27- Mardin; Abdulkadir Paşa Kasrın’dan, farklı bir görüntü.


118

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 28- Vaktiyle Altun Boğa Medresesi’nin yakınında bulunan “Ayn Kutn ” diye bilinen “:Pamuk Pınarın” şu an ki hali.

RESİM 29- Melik Salih’in Cenazesi; Melik en-Nasr’ın Mardin’de yaptırmış olduğu “Şehidiye Medresesi’nde defnedildi.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

119

RESİM 30- Latifye Camii

RESİM 31-Melik Mansur Ahmed vefat ettikten sonra naşı Latifye CamiMedresesine gömülmüştür.


120

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 32-Mardin “Sur Kapı Camii”ni II. Melik Mansur Ahmed yaptırdığı halde , bu Cami’in hangi sebepten “Melik Mahmut’a nispet olduğunu bilmiyoruz.

RESİM 33- Melik Mansur Küçük’ün Veziri Altun Boğa’nın, Mardin Kalesi civarında yağtırdığı Medrese’nin nakışlı, son derece süslü olan kapısından arta kalan bazı taşlar, Mardin Kız Meslek Lisesini dış kapısında kullanılmıştır.


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

121

RESİM 33-“ Melik Mahmut vefat ettikten sonra, naşı Mardin “Sur Kapı” yakınında inşa edilmiş olan Cami’de defn edildi.

RESİM 34-“ Karakoyunlu topluluk beylerinden; Kara Muhammed, Melik İsa zamanında Mardin’e saldırıp, kendisne karşı cıkan Artuklu ordusuyla, Büveyre köyü yakınlarında, meydan savaşına tutuştu.


122

Mardin Artuklu Melikleri Tarihi

RESİM 35- Melik İsa Mardin kalesi yakınında, güzellik ve iştihamda tanımlamak mümkün olmayan” Zinciriye Medresesi’ni yaptırdı.

RESİM 36- Zinciriye Medresesi’nin kapısındaki ayetin bir bölümü şöyledir; “Rabbim! Bana, anama ve babama lütfettiğin nimete, senin hoşnut olacağın güzel iş yapmanı bana ilham et.”


Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi

123

RESİM 37- Mardin Meliği İsa Diyarbekirde, bataklıklara doğru cekilerek tuzağa, düşürülüp şehit edildikten sonra, cenazesi getirilerek Mardin’deki kendi adıyla yaptırdığı “Sultan İsa Medresesi’ne” defnolundu.

RESİM 38: Bakırkıre’deki Melik Salih’e ait kasrın eyvanında “Melik Salih’in şan ve şerefi artsın” yazısı vardır.


MARDİN’E GELEN AĞLAR, GİDEN AĞLAR Bakın hikmet-i Hudâ’ya ey dostlar! Evrende kimi güler, kimi ağlar, Doğrusun isterseniz çözemedim; Mardin’e gelen ağlar, giden ağlar!.. * * * Görünmüyor o güzelim kartallar, Nerde kaldı, asil has küheylânlar? Fare, köstebeklere anlatamadım, Mardin’e gelen ağlar, giden ağlar!.. * * * Güzeldir Bahar, Zınnar’da dalyanlar; Ayın Kıne’den türer, çağlayanlar, Bülbüllerin sesine doyamadım; Mardin’e gelen ağlar, giden ağlar!.. * * * Gidince Mardin’den karnı doyanlar; İzmir ya da, İstanbul’lu olurlar, Yabancı hevesin anlayamadım; Mardin’e gelen ağlar, giden ağlar!.. * * * Çoğu hartada yerin bulamazlar; Adın duyunca feryâdı basanlar, Sonradan tutkusun anlayamadım; Mardin’e gelen ağlar, giden ağlar!.. * * * Kal’at-ül gurab adını duyanlar; Sırtta serpilmiş, Mardin’i anarlar, Âb u havasına hiç doyamadım; Mardin’e gelen ağlar, giden ağlar!.. * * * Ahmet sözün söyler, sözde anlarlar; Acep neden böyle, bön bön bakarlar, Bir türlü derdimi anlatamadım; Mardin’e gelen ağlar, giden ağlar!.. Ahmet YARDIMCI


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.