duydunuz mu, bilmiyorum; eğer ilgilendiyseniz, düşlerin günde lik yaşamlarımızın bir devamı olduklarını görmüşsünüzdür. Gün boyu neler yapıyorsanız, yaptığınız tüm kötülükler, yoz hareket ler, duyduğunuz nefret, gelip geçici zevkler, ihtiras, suçluluk, vb. işte bütün bunlar düşler aleminde de kendilerini sürdürürler; bir farkla ki artık simgeler, resim ve imgeler halini almışlardır. Bu resim ve imgelerin yorumlanması gerekir ve düşü oluşturan kar makarışık yapı ve gerçekdışılık meydana çıkar. Kişi hiçbir zaman neden rüya gördüğünü sorgulamaz. Düşleri yaşamın özden bir parçası, bir gereği olarak kabul etmiştir. Şim diyse biz (eğer beni izliyorsanız) niçin rüya gördüğümüzü ken dimize soruyoruz. Uykuya daldığımızda tamamiyle sakin bir zihne sahip olmak mümkün müdür? Çünkü zihin ancak bu sakin durumda kendini yeniler, içindeki herşeyi boşaltır; böylece taze, genç, kararlı hale gelir; karışıklıklardan kurtulmuş olur. Eğer düşler gündelik yaşamımızın bir devamıysalar, gündelik çalkantı, endişe, güvenlik ihtiyacı, bağlanma gibi yaşantılarımı zı sürdürüyorsalar, tüm simgesel biçimleriyle kaçınılmaz olarak varolacaklardır. Bu çok açıktır, öyle değil mi? Ve kişi kendine şöyle sorar “Niçin rüya görmek zorundayız?” Beyin hücreleri, günlük işlerin yükünü taşımak yerine, dingin bir durumda kala mazlar mı? Bu sorunun yanıtını deneysel olarak bulmak gerekir; konuşma cının söylediklerini kabul etmekle yetinirsek olmaz. Lütfen bu biçimde davranmayın; eğer birlikte birşeyler paylaşıyorsak bir likte araştırmamız gerekir. Bunu gün boyu yaptıklarınızın tam anlamıyla farkında olarak, düşüncelerinizi, niyetlerinizi, sözleri nizi, yürüme ve konuşma biçiminizi izleyerek sınayabilirsiniz. Eğer bilinçaltıyla, daha derin katmanlarla yakınlaştığınızı birden 61