Boo! İkinci Dönem, Sayı 2

Page 66

yor. Ancak görüldüğü kadarıyla burada Sartre’daki varoluş-öz ilişkisinden de farklı bir bakış açısıyla karşı karşıyayız. Çünkü Augusto özü yani ruhu bir kenara koyduğunda, beden ona pek az şey ifade ediyor. Tam burada bir karaktere daha parantez açmam lazım ki bana göre Augusto’dan sonra belki de Unamuno’nun kendisiyle birlikte (bunu gerçekten kastediyorum, zira yazar bir bölümde Augusto’yla romanın içinde diyaloga giriyor) en önemli ikinci kişi diyebileceğim Augusto’nun köpeği Orfeo. Orfeo evcil bir hayvan olmanın ötesinde Augusto için bir sırdaş, dertlerini dinleyen ve hatta dinlemekle kalmayıp belli ölçüde anlamaya çalışan sadık bir dost. Nasıl ki Augusto aşk yoluyla ruhsal varoluşunu temellendirme çabası içindeyse, Orfeo için de sahibi onun varoluşunun dayanağı. Özellikle kitabın yedinci bölümü sadece Augusto’nun Orfeo’yla konuşmalarından oluşuyor ve bence en çarpıcı kısımlarından biri. Ruh-beden problemine geri dönersek, Augusto yine Orfeo’ya şöyle diyor: “Bedenimi elliyorum Orfeo, bedenime dokunuyorum, görüyorum, ama ruhum? Ruhum nerede? Ruhum var mı benim? Ruhumu yalnızca burada Rosario’yu, zavallı Rosario’cuğu, dizlerimin üzerine alıp kucakladığım zaman birazcık duyumsadım; o ağladığı ve ben ağladığım zaman”. Rosario, Augusto’ya platonik diyebileceğimiz bir aşk duyan hizmetçilerden biri ve bir dizi olaydan sonra Augusto’yla ara66 | Boo! Sayı: 1

larında bir yakınlaşma oluyor. Ancak az önce Eugenia’ya duyduğu aşkla var olduğunu iddia eden Augusto’nun bu metafizik şüpheleri hala geçmiş değil belli ki. Aslında aşk denen illüzyon (ki söz konusu durumda son derece uygun oluyor bu tabir) bir bahaneden başka bir şey değil. Acı, kimilerince varoluşu ortaya çıkaran bir turnusol kâğıdıdır. Augusto da yaşadığı bu inişli çıkışlı ilişkilerin kendisinde yarattığı travmalar ve bunlardan ötürü vücudunun gösterdiği reaksiyonlar (ağlamak gibi) sayesinde ruhunun varlığını kendine kanıtlamak istemektedir aslında. Çünkü insanın kendi varlığından şüphe etmesi asla önü alınamayan bir süreçtir. Demek istediğim şayet bu şüphe başladıysa, daha sonra huzurlu bir hayat yaşayabilmek pek mümkün olamaz.

Augusto da bu kararından sonra Miguel de Unamuno’ya gider ve son derece çarpıcı bir sahneye şahit oluruz. Yazar karakteriyle konuşurken, okur kimin gerçek olduğu ya da ortada bir gerçeklik olup olmadığı konusunda allak bullak olur. Kendisini yaratan (!) Unamuno’nun Augusto’ya gerçekte var olmadığından ötürü intihar edemeyeceğini söylemesi üzerine, Augusto için durum bambaşka bir çehreye bürünür. Yaratıcısıyla hararetli bir tartışma içine giren Augusto, onu öldürmeyi düşündüğünü söyleyince Unamuno çılgına döner ve intihar etmesine izin vermeyeceğini ama onun ölmesini sağlayacağını söyler. Bu andan itibaren, henüz beş dakika önce intihar etmeyi düşünen Augusto, birden yaşama isteğiyle dolar ve yaşamak istediğini adeta haykırır.

aslında Sis’i incelemek için apayrı ve derin analizler içeren bağımsız bir metin yazmalı. Ben sadece üç sayfaya en uygun biçimde sığdırabileceğim ölçüde içerikten yararlanmaya çalıştım. Oysa Eugenia’nın ailesi, Augusto’nun Orfeo’yla yaptığı tüm konuşmalar, Unamuno’nun dâhil olduğu bölüm ve tabii ki Orfeo’nun en sonda yaptığı ve okuru derinden vuran konuşma… Bütün bunlara ayrı ayrı yer vermek isterdim, bu yüzden biraz suçluluk hissetmiyor değilim. Lakin elden gelen bir şey yok. Böyle bir kitabın 1914’te yazılmış olması da değinmeden geçemeyeceğim noktalardan biri. Henüz varoluşçuluk sonraki yıllarda olacağı gibi çok fazla duyulmamışken, savaşların ve kaosun kasıp kavurduğu bir dünyada bu eseri ortaya koymak muhteşem bir başarı.

Kaçınılmaz Kaçış: İntihar Söz konusu varoluşçuluk olduğunda bir şekilde intihar kavramının ortaya çıkması neredeyse kaçınılmazdır. Sis’te de Augusto yaşadıklarından sonra intihar etmeye karar verir. Burada maalesef uzun uzadıya Camus’ye değinecek yerimiz yok. Fakat en azından şunu söyleyebiliriz: İntihar, varlık problemleri üzerine düşünen bir kişi için bir çözüm değil, ancak bir kaçış olabilir. Çünkü intihar, görünüşte iradenin özgürlüğüne işaret eder izlenimini bıraksa da, aslında hem varoluşunu kanıtlamaya çalışıp hem de onu ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunmak anlamına gelmesi bakımından, temelde kendi içinde çelişkili ve “saçmadır”.

Bu sahne Tanrı ve yarattığı arasındaki çekişmeyi sembolize eden, aynı zamanda fikrimce kader problemine de atıfta bulunan olağanüstü bir metafordur. Dikkat edilmesi gereken nokta, bireye, intihara duyduğu arzunun “kendi eylemi” olduğu sürece anlam ifade ettiğidir. Ne zaman ki bir üstün güç tarafından veya dışarıdan bir zorlamayla eylemeye mecbur bırakılırsa bu arzunun ortadan kalktığını görürüz. Çünkü mühim olan iradi eylemdir. Bilincinde olarak özgürce alınan karar varoluş açısından bir şeyler ifade eder. Oysa Augusto’nun Unamuno karşısında içine düştüğü durum, aslında onun en büyük korkusunun tezahürüdür.

Bugüne baktığımızda Augusto Pérez gibi insanlar hala var mı diye düşünüyorum. Şüphesiz varlar. Ama çok az kaldılar sanırım. Bunun nedeni koyunların çoğalmasından dolayı çobanların mı kaybolup gitmesi, yoksa çobanların da artık koyunlardan farksız olması mı bilemiyorum. Aslında daha da kötü bir olasılık var ki belki de gerçek olan bu: Varoluş önemini yitiriyor insanlar için. Yani hayat soluklaştı ve sisler arasına gömüldü. Kimsenin umurunda mı ki ruhun nerede olduğu veya özün ne olduğu? Sefaletin sisleri bu etrafımızı sarıp bizi içinden çıkılmaz bir karanlığa gömen. Augusto’dan bir alıntıyla bitirmek en uygunu olacak: “Bugün dün gibi, yarın bugün gibi” görünüyor bana.

Başlangıçta belirttiğim gibi,

Bitti.

“Çünkü intihar, görünüşte iradenin özgürlüğüne işaret eder izlenimini bıraksa da, aslında hem varoluşunu kanıtlamaya çalışıp hem de onu ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunmak anlamına gelmesi bakımından, temelde kendi içinde çelişkili ve ‘saçmadır’.”


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.