128
DEİZM
ma gelir." (K adı A bdülcebbar, 14-15)
el-Muğnî, halkul K ur’an,
D ahi Kadımız, aynı eserinde, ‘Mükellef, Yükümlü Tu tulduğu Şeyin Mahiyetini Dinsel Nakillere İhtiyaç Duy madan Aklıyla da Bilebilir' diye bir fasıl açmıştır. Bir deist filozofun attığını söyleseniz kim senin yadırgam a yacağı o başlık altında söylediklerinden bir özet nakle delim: “Nakillerin sıhhatini tespitte ihtiyaç duyulan aklın, ken di tespitlerinin sıhhatini belirlemede nakillere muhtaç olduğunu söylemek doğru değildir. Nakilden maksadın Kur’an ve sünnet olduğu bellidir. İşte bu ikisinin güve nilir olup olmadığını ancak ilimle tespit ederiz. Çünkü Allah hikmet sahibidir, çirkin ve abesle meşgul olmaz. Allah’ı bilmeye ulaşmanın yolu da aklın sağladığı delil lerdir. Bu noktada nakillere ihtiyaç duyulmaz.” “Eğer aksini söylersek yani aklın yerine nakli koyarsak peygamberin her söylediğini bir başka peygamberle ka nıtlamak gerekir. Ve bu durum bir teselsül ile ilk pey gambere kadar gider. Peki, o ilk peygamberin söylediği ni ne ile doğrulayacağız? Akılla. Yani, her hal ve şartta nakillerin doğruluğunu belirleyecek olan akıldır.” “O halde, aklını işleten bir varlığın akıl yoluyla biline cek şeylerde nakle ihtiyacı olmaz. M esela zulmün kö tülüğünü bilmek için nakle ihtiyaç yoktur.” {el-Muğnî, el-aslah, 151-153) Kadı Abdülcebbar’ın akıl-vahiy ilişkisinden çıkardığı so nuçların bundan sonrası, geleneğin saldırısına zemin h a zırlayan ‘mayınlı bir alan’ arz etm ektedir. Burası öy lesine mayınlı bir alandır ki, benzeri ifadeleri kullanan