Az'a Övgü S.1

Page 1

az’a övgü Eylül 2020

aylık ücretsiz doğa – felsefe dergisi

damla şahin

az’a övgü’nün övgüsü antroposen, paradigma ve «az»ıngerekliliği

doğa zorluklardan hoşlanmaz

mahmut polat birden

gülçiçek polat

az’a övgü prof.dr.metin sarfati

insan emperyal olmaktan vazgeçebilir mi?


Az‘a Övgü Aylık Ücretsiz Doğa – Felsefe Dergisi Sayı: 1 Ağustos 2020 Yazı-Araştırma ve Editörler • • • • • •

Prof. Dr. Metin Sarfati Özlem Şimşek Demet Ciroğlu Gülçiçek Polat Damla Şahin Mahmut Polat Birden

Editör Prof. Dr. Metin Sarfati Mahmut Polat Birden Tasarım Mahmut Polat Birden

azaovgu@gmail.com @azaovgu

azaovgu

fotoğraflar https://www.pexels.com/ adresinden alınmıştır.

Merhabalar, Günümüzde yaşamın korkunç hızı, yoğunluğu ve stresi içerisinde gözden kaçırabileceğimiz çok önemli noktalar bulunmakta. Bunun ilk ve en önemli örneği doğamıza verdiğimiz zararlar: Küresel ısınma, fosil yakıt kullanımı, plastik atıklar, vahşi doğanın tahribatı, aşırı tüketim, enerji kaynaklarının tehlikeleri vs. Tüm bu başlıkların her biri, tek tek ele alınıp devasa bir araştırma ve öneri literatürü oluşturulabilecek konular hiç şüphesiz. Fakat bizim bu sayı ile başlayacak serüvenimizde amacımız, bu konuların her birine elimizden geldiğince eğilirken bu yoğun «çok»luk içerisinde «az» ile yaşamanın parçası olduğumuz doğaya ne denli pozitif etki edebileceğini anlatmak olacaktır. «Daha çok» için özendirilen düzen içinde «az» olanın kıymetini, azlığın içindeki çokluğu, gerçekliği ve özü tanımlamak amaçlarımızın temelini oluşturacaktır. Her şeyin bir nedeni olduğu gibi aslında «neden»in de bir nedeni olduğu bilinci ile kök nedenlere inerek sorunun temel kaynaklarını ortaya çıkarmak esas çabalarımızdan olacaktır. Dişlinin çarkı olmaktan ziyade ona dışarıdan bakmak, onu tanımlamak ve onun yanlışlarını ortaya dökmek, kısacası ona bir ayna tutabilmek için Prof. Dr. Metin Sarfati’nin yönlendirmeleri ve değerli fikirleri ışığında bu serüvene başlamaktayız. Umuyoruz ki bu çalışmalarımız ile yeni ilhamların ortaya çıkmasını sağlayabilir ve sizlerin de sevgisini ve en önemlisi desteğinizi kazanabiliriz. Saygılarımızla Mahmut Polat Birden


içindekiler •

Manifesto

“Az’a Övgü”nün Övgüsü Damla Şahin

3 8

«“Çok” ile yaşıyor, çokluk içinde kendimizi kaybediyoruz. İhtiyacımız olandan fazlasını alıyor, ihtiyacımız olandan fazlasını yiyoruz. “Çokluk”un mutluluk olduğu yanılsamasına kapılıyoruz.»

Doğa, Zorluklardan Hoşlanmaz Gülçiçek Polat

10

«Yaşadığımız korona virüs pandemi süreci, biz insanların acil olarak doğaya ve kendimize dönmemizin gerekliliğini bir kez daha acı bir şekilde hatırlatıyor.»

Az ‘a Övgü Metin Sarfati

14

«Her çöküntü, tükenişi beraberinde getirecektir. sonlu bir dünyada sonsuz isteğin mümkün olmayacağı anlaşılmak istenmeyecektir.»

Antroposen, Paradigma ve «Az»ın Gerekliliği Mahmut Polat Birden

18

«Paradigmayı çok olandan az olana doğru evirerek bir çıkış yolu yaratabiliriz.»


Hedefimiz

Manifesto

Doğa ile barışık, doğaya entegre olarak (doğanın içindeki bütün canlılarla) özgür, sürdürülebilir bir yaşam modeli oluşturabilmek için evrensel etiğin farkındalığını yaratmak.

Tespitler

Az’a Övgü

3

Sanayileşme süreciyle güçlenen kapitalizm, kâr hırsına dayalı işleyişi yalnız emeğin değil doğanın da tahakküm altına alınmasına ve bireyin kendine yabancılaştığı oranda doğaya da yabancılaşmasına neden olmuştur. Doğayı yaşamın ham maddesi haline getiren sınırsız tüketim odaklı kapitalist modernitenin mutlak iktidarı, yaşamlarmızı alt üst ederek kalkınmayı ön planda tutan politikalarla, toplumu ve doğayı nesneleştirmiştir. Bireysel olarak her birimiz bitmek bilmeyen, tatmin edemediğimiz hırsların peşinden koşuyoruz. Yaşadığımız Covid-19 pandemi süreci, bizim acil olarak doğaya ve kendimize dönmemiz gerektiğini bir kez daha acı bir şekilde hatırlatmıştır. Nisan 2020 ‘de uzmanların Covid-19 için “Yeni salgınlar bir çevre sorunu, salgınlara doğanın istismarı yol açıyor.” şeklinde açıklamaları olmuştur. Yaşadığımız bu pandemi süreci, biz insanların yaşamını tehdit ederek yaşamımızı alt üst etmiştir. Pandemi süreci, belki de bize doğada insanlarla her konuda eşit olarak var olan diğer canlıların ve tüm varlıkların kendi doğası içerisinde yaşaması gerektiğini hatırlatmıştır.


Manifesto

Sürdürülebilir bir yaşam modelinden yoksun, insan eliyle gerçekleştirilen iklim değişikliği, küresel ısınma ve ekolojik dengesizliğin bazı nedenlerini somutlaştırmamız gerekirse; 1. İnsan, kendi arzuları için ekolojik dengeyi tehdit etmekte ve özellikle biyolojik çeşitliliğe karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. 2. Doğal kaynakların 3/2’si tehlikededir. 3. Doyumsuz ve sürekli olarak “daha çok”a dönük, daha iyi bir yaşam hırsıyla kimyasal gübre ve zirai ilaçlar kullanılarak yapılan endüstriyel tarım, doğal dengeyi bozmaktadır. 4. Tarım alanları ve ormanların tahribatı ve bu alanlar üzerine gereksiz yapılaşmalara izin verilerek betonlaşma süreci hızlandırılmış ve üretim alanlarında kayıp yaşanmıştır. 5. Daha fazlasını elde edebilmek için yapılan endüstriyel hayvancılık, insan sağlığını ve hayvanların yaşamlarını sistematik olarak tehdit etmekle birlikte küresel ısınmanın kaynaklarından birini de oluşturmaktadır. Halbuki daha nitelikli ve daha azla yetinen bir yaşam biçimi, krizlerin var olmasını ortadan kaldıracaktır.

Az’a Övgü

4


Manifesto

6. Gıdanın miktar olarak arttırılması için, genetiği ile oynanmış üretim biçimi, kitlesel olarak insan sağlığını tehdit eder boyuta gelmiştir. 7. Hayvanların doğal yaşamlarını sürdürebilmeleri engellenmekte ve en tabii hakları olan yaşam hakları fütursuzca ellerinden alınmaktadır. Sokakta yaşayan hayvanlar sosyal yaşamdan koparılarak toplama kampı benzeri yerlerde yaşamaya zorlanmaktadır. 8. Hayvanlar sirklerde ve her türlü gösteri amaçlı etkinliklerde doğalarına aykırı bir şekilde kullanılmaktadır. Kafeste yaşamaya zorlanarak doğalarından koparılmaları doğal yaşamın dengesi bozmakta ve vahşi yaşama müdahale edilmesi sonucunda bu canlı türlerinin sayıları hızla azalmaktadır. 9. Sermaye birikimi için, bütün canlılar ve doğanın tümü ham madde deposu olarak algılanmaktadır. Bu amaçla gerekli olan enerjinin sağlanması, doğayı tahrip etmekte ve küresel ısınmanın temel faktörlerinden biri olmaktadır. 10. Kapitalist sistem tüm insanların temel ihtiyaçlarını gidermeyi değil, kendi kâr amacı doğrultusunda sınırsız istekleri tahrik ederek ihtiyaç yaratmayı hedeflemektedir.

Az’a Övgü

5


Önerilerimiz

Manifesto

 Öncellikle, yaşanılan krizin ekonomik ya da siyasi olmanın ötesinde etik bir problem olduğu kabul edilmeli, mevcut etik kuralların iflas ettiği görülerek insanı temelleyen bir etikten ziyade insanın “doğanın sadece küçük bir parçası” olduğunu ve doğanın insana değil insanın doğaya uyumlu yaşaması gerektiğini önceleyen bir anlayışa sahip olunması gerektiği anlaşılmalıdır.  Küresel ısınmayı tersine çevirecek çözümler doğada aranmalıdır.  Tüketim alışkanlıklarında, sınırsız isteklerin ihtiyaç haline getirilmesinin önüne geçilmelidir. Tüketimin kutsanması derhal terk edilmelidir.

 Global çapta eğitim reforme edilmeli, doğa dostu dersler ve etik müfredatlar da eğitimde yer almalıdır.  Sadece insanın değil hayvanların da esaretten kurtulması adına hayvan onurunu da gözeterek tüm hayvanat bahçeleri lağvedilmeli ve sokak hayvanları için daha yaşanılabilir şartlar olusturulmalıdır.

Az’a Övgü

6


Manifesto

 Evrensel hukuk normları içerisine yalnızca insanın değil aynı zamanda doğadaki tüm canlıların yaşam hakkı olduğuna dair maddeler eklenmelidir.  Mavi Gezegen’in “evimiz” olduğu bilinciyle hareket edilerek toplumlara örnek teşkil edecek davranışlarda bulunulmalıdır.  Daha küçük, daha sade ve bireyi ön plana çıkarmaktan ziyade “ortak yaşamı” hedef alan, doğa ile barışık yaşam alanları oluşturulmalıdır.  Sosyal medyada görsel ve yazılı sunumlar yapılarak, ekolojik dengenin tekrar sağlanması ve korunmasını kapsayan içerikler düzenlenmeli ve bu içeriklerin daha geniş kitlelere ulaştırılması hususunda çaba gösterilmelidir.

Az’a Övgü

7


"İşim gücüm budur benim,

“Az’a Övgü”nün Övgüsü

Gökyüzünü boyarım her sabah, Hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi." (Orhan Veli Kanık) “Çok” ile yaşıyor, çokluk içinde kendimizi kaybediyoruz. İhtiyacımız olandan fazlasını alıyor, ihtiyacımız olandan fazlasını yiyoruz. “Çokluk”un mutluluk olduğu yanılsamasına kapılıyoruz. Maddiyatta fazlalığı “bolluk” kabul ederken fazla “bilgi”nin beynimizin odalarını tıka basa dolduran bir külfet olduğunu düşünüyoruz. Oysaki “Az’a Övgü”nün dillendirilmesi gereken bir zaman dilimindeyiz. Gerçekten “az” ile yaşayamaz mıyız?

Damla Şahin

8

Orhan Veli Kanık, “Dalgacı Mahmut” şiiri ile bizi doğanın kollarına bırakıyor. Hangi birimiz sabah kalktığımızda ya da adımımızı dışarı attığımızda, Orhan Veli’nin boyadığı o masmavi gökyüzüne bakıyor? İtiraf edelim, birçoğumuz çevremize dikkat etmiyor, kuşların cıvıltılarını bile duymuyoruz. Oysa doğa bize tüm güzelliğini sunmuş, fark edilmeyi bekliyor. Çokluk içinde boğuşan, işlerinin yoğunluğunda ezilen bizler bu dünyaya alışmış durumdayız. Hiçbir şey bizi şaşırtmıyor. Üstüne üstlük doğayı, doğadaki güzellikleri korumamız gereken yerde bizler, onu yakıp yıkıyoruz. Ormanları tahrip ediyor, türlerin yok olmasına neden oluyoruz.


Plastik atıklarımızı doğaya salıyor, denizleri çöplük yuvası haline getiriyoruz. Gökdelenler dikiyoruz her yere, gökyüzüne yaklaştığımızı zannederken birbirimizden uzaklaşıyoruz. Elimizde ihtiyacımız olandan fazlası var. Tuşlu telefondan akıllı olana geçiş yapıyoruz sonra onu beğenmiyor daha akıllısını istiyoruz. Bir kedi için mama almayı kırk kere düşünürken var olan kıyafetimizin farklı renklerini koleksiyonumuza katıyoruz. Oysa yaşadığımız şu pandemi süreci aslında az olana övgünün «Az olanla gerekliliğini bizlere hatırlatmış olmalı. İhtiyacımız yetinmenin mutluluğunu da olan kadarıyla da yaşayabiliyoruz. Yuval Noah Harari “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens” adlı anlatacağız. Yani, taşın altına kitabında çok haklı bir serzenişte bulunuyor: elimizi koyacak, “Lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır.” Evet, gerçekten bu doğayı de lüks olanı ihtiyaç haline getiriyoruz. O sizlerle birlikte yeşillendireceğiz. gökdelenleri dikebilmek için var olanı yok ediyoruz. Bunların hepsi “çok”a olan Biz hazırız, peki tutkumuzun meyvesi. Peki doğayı doğayla ya siz?» bırakıp onun güzelliklerini tadamaz mıyız? Bizler “az’a övgü” olarak işte tam da bu güzellikleri insanlara hissettirmek için var olduk. Sizlere doğadaki tahribatları anlatacağız ama yapacaklarımız sadece olumsuzlukları anlatmak olmayacak. “Doğayı nasıl kurtarabiliriz?” sorusunun cevabını birlikte arayacağız. Az olanla yetinmenin mutluluğunu da anlatacağız. Yani, taşın altına elimizi koyacak, bu doğayı sizlerle birlikte yeşillendireceğiz. Biz hazırız, peki ya siz? 9


Doğa, zorluklardan hoşlanmaz

Gülçiçek Polat

10

Yaşadığımız korona virüs pandemi süreci, biz insanların acil olarak doğaya ve kendimize dönmemizin gerekliliğini bir kez daha acı bir şekilde hatırlatıyor. 2019 yılının son aylarında Çin’de ortaya çıktığı belirtilen korona virüs salgını ile ilgili uzmanlar, salgınların bir çevre sorunu olduğunu, doğanın istismarı sonucunda ortaya çıktığını ve son salgın olmayacağını belirttiler. Yaşadığımız bu süreç, özellikle insan sağlığını ve yaşamını tehdit ettiği için toplum içinde ciddi bir paniğe yol açtı. Doğanın istismarı; ormansızlaşma, vahşi hayvanlara yönelik avcılık gibi yöntemlerle daha çok şehirleşme amaçlanarak yapılıyor ve doğal yaşam alanları daraltılıyor. Korona virüs döneminde Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wildlife Fund - WWF), ağaç katliamının yüzde 150 arttığını tespit etmiş.(1) Doğal yaşam alanları daraldıkça, insanların yaban hayatıyla daha yakından teması olacak. Bu temasın artması da virüslerin yaşam alanını değiştirmesine neden olacağından bugünleri tekrar yaşamamıza sebep olacak. Bizler biliyoruz ki doğada tüm canlıların yaşam alanlarını işgal ettiğimiz sürece korona virüs gibi hastalıklar insanlığa ciddi bir tehdit oluşturmaya devam edecek. Aslında bu pandemi sürecinde yaşadığımız altüst oluşların benzerlerini, diğer canlıların insanların çeşitli faaliyetlerinden dolayı yıllardır yaşadığını bilmekteyiz.


Hatta insanların yaptıklarından dolayı bazı canlı türlerinin yok olduğunu veya yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını da biliyoruz. İnsan faaliyetlerinin neden olduğu ekolojik değişimlerle bağlantılı olarak ortaya çıkan birçok hastalık bulunuyor. Bunu Dünya Doğayı Koruma Vakfı‘nın yayınında yer alan aşağıdaki tabloda da net olarak görebiliyoruz. «İnsanların yaptıklarından dolayı bazı canlı türlerinin yok olduğunu veya yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını da biliyoruz. İnsan faaliyetlerinin neden olduğu ekolojik değişimlerle bağlantılı olarak ortaya çıkan birçok hastalık bulunuyor.»

11

Hastalık Adı Sıtma

Hastalığın İnsan Kaynaklı Sebepleri Ormansızlaşma ve su projelerinin yapılması

Schistosoma (Şistozoma)

Baraj yapımı ve sulama

Dang Humması (Dengue Fever)

Kentleşme ve kötü barınma koşulları

Kuduz

Ormansızlaşma ve madencilik

Lyme Hastalığı (Borreliosis)

Habitatların bütünlüğünün bozulması

Batı Nil Ateşi (West Nil Fever)

Uluslararası seyahatlar ve iklim değişkenliği

Ebola

Orman tahribatı

Bu tabloya baktığımızda, bizlerin yaşadığı hastalıkların failinin de yine biz insanlar olduğu ortaya çıkıyor. İnsan faaliyetlerinin sonucu ekosistemlerin tahrip edilmesinin temel nedenlerine baktığımızda, tüketim alışkanlıklarımızın gereğinden fazla olduğunu ve buna bağlı sonsuz isteklerimizin ön plana çıktığını görüyoruz. Bu isteklerimizi tahrik ettiğimiz sürece tabiata hakim olmayı kendimizde hak göreceğiz. Doğaya hakim olmayı sürdürdüğümüz sürece de bugün yaşadığımız pandemi süreçlerini daha sık yaşamaya başlayacağız gibi görünüyor.


Doğaya verdiğimiz zarar o kadar büyük ki! Şöyle bir örnek vermek istiyorum: Günlük hayatta her gün kullandığımız ve belki doğaya etkisini hiç düşünmediğimiz pamuklu bir tişörtün (yaklaşık 250 gr civarında) üretim sürecinde kullanılan su ve yine üretim sırasında havaya salınan zehirli gaz miktarı şu şekilde hesaplanmış:(3)

«Her canlı doğa’nın doğal bir parçasıdır. insan, hayvan veya bitki olsun, bu doğallık içinde var olmak için kendi tabiatının yasalarına göre hareket etmelidir.» B. Spinoza

2.720 litre su (bu su miktarı, bir insanın 900 günlük su ihtiyacını karşılar).

Bu suyun 327 litresi bir daha kullanılmayacak şekilde kimyasallar ile kirletiliyor. •

Havaya 3,17 kg karbondioksit salınıyor (bu da araçla 11 km. yol gidildiğinde üretilen karbondioksit miktarına eşdeğerdir.)

Bu iki veri bile bizim sınırsız tüketim alışkanlıklarımızın doğal kaynakların tüketimine ne kadar olumsuz etkisi olduğunu gözler önüne sermekte. Ünlü filozof Spinoza, yaklaşık 350 yıl önce “Her canlı Doğa’nın doğal bir parçasıdır. İnsan, hayvan veya bitki olsun, bu doğallık içinde var olmak için kendi tabiatının yasalarına göre hareket etmelidir.“ diyerek bizi uyarmıştı. Görünen o ki hepimizin amacı, yaşamımızı Spinoza’nın felsefi anlayışına göre temellenip şekillendirmek olmalıdır.

12


İstek ve arzularımızı sınırsız olarak belirlemek yerine ihtiyaçlarımızı mütevazi bir yaşama göre belirleyip diğer canlıların yaşam alanlarını işgal etmeden ortak yaşamı hedef alarak doğa ile barışık yaşam alanları «Doğal kaynakların oluşturmalıyız. Doğal kaynakların aşırı, gereksiz aşırı, gereksiz ve ve doğaya zarar verecek şekilde tüketicisi doğaya zarar olma durumumuzu terk edip, kaynakları veren şekilde tüketicisi olma koruyarak doğa ile barışık, içindeki bütün durumumuzu terk canlılarla entegre olarak sürdürülebilir bir edip, kaynakları yaşamı belirleyip yaygınlaştırmalıyız.

koruyarak doğa ile barışık, içindeki bütün canlılarla entegre olarak sürdürülebilir bir yaşamı belirleyip yaygınlaştırmalıyız.»

13

İçinde bulunduğumuz şu pandemi sürecinde tüketim alışkanlıklarımızın gözden geçirilmesini ve doğaya zarar vermeyerek, kurallar dahilinde hayatlarımızı şekillendirme dileyelim birbirimize.


Az‘a Övgü

“Olabilecekler olabilemeden” diye Jankélévich ,Anders ve birçoklarından sonra sık sık uyarmaya koyulduğunda, karamsarlık ve kötümserlikle az suçlanmayacaktı bu satırların yazarı. Şimdi nihayet “olabileceklerin olabildiği” görülmeye başlandı, kutusu açıldı sanki Pandora’nın. “Apocalypse”i ufukta aramak, hayran olunanın yakıcılığını hissetmek değil tabii bu. Isınan yer kürenin ateşi, Avustralya ve Amazon ormanınkilerle birleştiğinde, yok olan canlıların çığlıkları semayı kapsadığında, “apocalypse” çoktan kapıyı çalmıştır. Akla düşmez mi Camus; ”Kentin orasında burasında aniden fareler görülmeye başlanmıştır. Koşup insanların yanına kanlar içinde ölmektedirler aniden. Öylesine artmaya başlayacaktır ki bu kısa zamanda, metrelerce kuyruk oluşturacaklardır insanların yanına ölmek için gelen sıçanlar…” Veba böyle başlayacaktır kentte. Ölme sırası insanlara gelecektir artık. Kitabın bir yerlerinde vebanın ne zaman biteceğini soranlara Camus cevap verecektir: «Umudunuzu kesin bitmesinden, veba biziz.» diyecektir. Rosuseau da Lizbon depreminden sonra bu dünyada olup bitenin nedeni sadece insandır diyecektir. ***

Metin Sarfati

14


«Gereksizin üretim ve tüketimine koşullanmış bir yaşam. Gereksizin bolluğunda ortalığı kasıp kavuran ateşlerde yok olunurken yok edilen canlar.» Fénélon

15

Fénélon, Télémaque’ın serüvenlerinde şöyle yazacaktı: “İnsanlar her şeye sahip olmak isterler ve gereksizin, fazlalığın isteği ile kendilerini mutsuz ederler; eğer sadece yaşamak ve gerçek ihtiyaçlarını tatmin etmek ile mutlu olabilselerdi, her yerde bolluk , neşe ve barış olacaktı.” Felaketin içinde karantina günlerinde, gereksiz olanın dışında her türlü faaliyet yasak edildiğinde düşmüştü Fénélon yazı masasının üstüne; gereksizin üretim ve tüketimine koşullanmış bir yaşam. Gereksizin bolluğunda ortalığı kasıp kavuran ateşlerde yok olunurken yok edilen canlar. Yuvası yok edilen, bu yer üzerinin en eski canlılarından biri olacaktı son felaketin sorumlusu. Kendi başına ve yalnızlığında yaşamaya aşık pangolin, içinde vebayı taşıyan tarafından tatmin edilemez arzusunun bastırılması için insan pazarlarında teşhir edilmiyor muydu? Lezzetli eti az ile yetinmeyen vebalı tarafından tüketilmiyor muydu? Ama insanlık tarihi günah keçileri ile doluydu. Camus’un deyişi ile “vebayı içinde” taşıyanın doymazlığı değil miydi asıl sorumlu? *** Sonsuz zenginleşme ihtirası, Spinoza‘nın deyişi ile arzusu, modern zamanların vebalısını mutsuzluğun yangınları içinde yakmayacak mıydı? Sanayileşme ile birlikte önce “sahip olarak” sonra “görünerek” ve hep daha çok sahip olup, görünerek yaşamayacak mıydı vebalı olan? Bunlar olmadan nasıl yaşanırdı ki?


Zenginleşme, çok üretip çok tüketme biçimi olarak yanına ölmeye gelinenlerin temel var olma biçimi olacaktı özellikle modern sonrası denilen zamanlarda. Ve bu artık bireysel ve toplumsal sıralamalarda da temel bir referans kriteri olacaktı. Artık varlık ölçülebilir olanla ifade edilecektir. Tanrının evinde dahi ölçü aynıdır. Onun gözünde dahi çokluk saygınlık ölçütüdür. «Her çöküntü tükenişi beraberinde getirecektir. sonlu bir dünyada sonsuz isteğin mümkün olmayacağı anlaşılmak istenmeyecektir. » M. Sarfati

*** Özellikle modern sonrası denilen dönemde hazzın ve hızın önderliğinde bir hayal dünyası inşa edilecektir. Şizofrenik bir yanılsamaya denk düşecektir bu dünya ve hep krizlere çıkacaktır yol. Her çöküntü tükenişi beraberinde getirecektir. Sonlu bir dünyada sonsuz isteğin mümkün olmayacağı anlaşılmak istenmeyecektir. Dünyanın düz ve sonlu olduğu şizofrenin hayalinde yankı bulmayacaktır. Tabiatı egemenliği altına almaya soyunacak insanı Spinoza uyaracaktı halbuki, insan bir imparatorluk içinde imparatorluk değildir. Sonsuz arzunun güdümünde kör edici bir tutsaklıkta daha çoğunu istemek , durmaksızın istemek ,bunun için üzerinde yaşanılan yer küreyi dönüşü olmayan biçimde yok etmek. Ve böylece Spinozist temele tümü ile sırt çevirmek “Bir”liği parçalamak.

*** 16


Felaketin ortasında, Jankélévitch’in uyarılarının çoktan aşılmış olduğu yerde çıkış yolu bulmak… Belki yeni bir egemenlik peşinde olmadan, Spinozyen anlamda gerekliliği inkâr etmeden, tabiatın sadece bir parçası olunduğunu kabul ederek “miktarın ve çok’un” dünyasından vazgeçerek haz ve hızın ötesinde gerçek bir entelektüel dünyada; İnsan emperyal olmaktan vazgeçebilir mi? «İnsan emperyal olmaktan va geçebilir mi?» M. Sarfati

Mümkün mü artık ? Deneyecek başka yol olmadığına göre! Bu bir yoksullaşma değil, gerçek bir zenginleşme olacak diye anlatılabilirse.

Bu bizi kendi yarattığımız esaretten tek kurtarma yoludur denebilirse… Yoksullara biraz daha fazla bolluk, zenginlere daha az. Dayanışmacı bir bolluk. Bireysel ve gereksiz bir farklılığı reddederek entelektüel etkinliğin içinde yaşamanın lezzeti ancak insanı “çoktan“ azat edecektir. Kim bilir affolunur muyuz o zaman?

17


Mntroposen, paradigma ve “az”ın gerekliliği

Mahmut Polat Birden

18

Mavi gezegen, sonsuz boşluktaki soluk mavi nokta, dünya, yeryüzü, yuvamız… Yazarken ya da söylerken sıradan bir sayı gibi söylesek de tahayyül sınırlarımızın çok ötesinde tam 4,5 milyar yıl yaşındaki görece yaşlı bu gezegenin sakinleri, kimi zaman gezegenin kendi jeolojik yapısının öldürücülüğü sayesinde kimi zaman ise uzayın derinliklerinden gelen devasa bir meteorun çarpması ile tam 5 kez yok oldu. Bu yok oluşlarda var olan canlı türlerinin rolü “kurban” olmanın ötesinde değildi fakat gezegenimiz hızlı bir şekilde 6. kez yok oluşa giderken bu kez bir yaşam türü kurban olmaktan ziyade “başrol” olma yolunda olanca hızıyla çalışıyor ve üstelik bunu tam bir bilinç (!) çerçevesinde gerçekleştiriyor. İlk olarak antonio stoppani tarafından 1873 yılında “antroposen” olarak tanımlanan, insanın ekoloji üzerinde giderek artmakta olan etkisini betimlemek üzere kullanılan terim, 1990’lı yıllar ile birlikte daha etkin bir şekilde kullanılır hale geldi. Antroposen dönemin en belirgin özelliği, “insan etkisi”nin yoğunluğudur. Bu yoğunluk nükleer denemeler ve enerji, yoğun tüketim, doğaya –özellikle atmosfere- zarar veren üretim biçimleri, sonu gelmeyen savaşlar, bitmek bilmeyen insan arzuları ve ihtirasları eliyle körüklenmektedir. Kısacası yok oluşun müsebbibi de kurbanı da aynı aktör olacak gibi görünmektedir. “Dünya’ya bu kez insanoğlu çarpmıştır.”


“Dünya’ya bu kez insanoğlu çarpmıştır.”

19

Peki buradan bir “u” dönüşü yapma şansımız var mı? Cevap kısa bir “evet-hayır” durumundan daha karmaşık halde çünkü kaybettiğimiz her an geri dönülmesi imkânsızlaşan sona bizi birkaç adım daha yaklaştırıyor ve her an gelecekten belki de yıllar çalıyor. Ama basit bir çözüm yolu da olabilir: “Az” olanı övmek ve özendirmek. Modern toplumun en büyük sorunlarından biri hiç şüphesiz “daha çok” için verilen çaba; daha çok tüketmek, daha çok kazanmak, daha çok itibar, daha çok… boşluklar elbette daha birçok tanım ile doldurulabilir ancak baştaki sıfat hiç değişmeyen bir kalıp durumunda. Peki hep daha fazlasını arayan ve isteyen biz insanoğlu bunun için nelerden fedakarlık ediyoruz ya da nelerden vazgeçiyoruz? Doğamızdan, sağlığımızdan, bugünümüzden ve nihayet yarınımızdan! Çünkü bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve ihtiraslarımız içinde kavrulan fani bedenlerimizde sürekli olarak “an”ı düşünüyor ve o an içerisinde kendimizi tatmin edebileceğimizi tüketerek mutlu olduğumuz yanılsaması içerisinde küçük hayatlarımızı sürdürüyoruz. Fakat bu tüketme arzusu içinde yarına dair hiçbir endişe taşımamamız, gelecek nesiller bir yana, bugünümüzü yani doğrudan doğruya bizleri bile tehdit ediyor.


Öyle ki artık yeryüzünü kirletmekten öteye giderek uzay çöplüğü oluşturuyoruz, yemeiçme alışkanlıklarımız doğal üretimin ötesinde artık sentetik ve gerçek anlamda mide bulandırıcı bir üretim modeline geçiş yapmamıza ön ayak olurken, paketli ürün tüketimini arttırarak yarattığımız, özellikle plastik gibi doğada çözülmesi binlerce yıl alan, çöplüğümüzü daha büyük ve karmaşık hale getiriyoruz, daha lüks ve pahalı yaşama isteklerimiz ise Afrika’da açlık, sefalet ve “Çok paraya, hastalıkları, Uzak Doğu’da – özellikle Çin gibi şöhrete, yoğun nüfuslu ülkelerde- çocuk işçileri, insani servete, güce olmaya teğet dahi geçemeyecek çalışma sahip olmanın koşulları oluşturuyoruz. Sadece metalar özelinde değil, bireyler özelinde de hızlı bir kutsal bir tüketim içerisindeyiz; çok sayıda ancak hikaye gibi gerçeklik ve samimiyetten uzak, pragmatizm anlatılması, ve oportünizm temelli arkadaşlıklar yolu ile kişisel gelişim insanları da harcıyoruz. Toplum içinde birey kitaplarının olmaktansa bireyler okyanusu içinde tekil bir yeni “vahiyleri” birey olarak yaşamayı dayatıyor paradigma. olarak kabul Unutulmaması gereken bir diğer konu da çok edilmektedir.” olanın “kutsanması” hususu olmalıdır; çok paraya, şöhrete, servete, güce sahip olmanın kutsal bir hikaye gibi anlatılması, kişisel gelişim kitaplarının yeni “vahiyleri” olarak kabul edilmesi, zengin bireylerin yaşamlarına özendirilme ve bu bireylerin “elçi” olarak sıfatlandırılmaları… Bu yol ile sistemin meşrulaştırılmasından bahsetmek çok da zor olmasa gerek.

20


«Paradigmayı çok olandan az olana doğru evirerek bir çıkış yolu yaratabiliriz.»

21

Tüm bu kutsiyetin ve özendirmenin yer küreyi getirdiği hal ortadayken çıkış yolumuz ne olabilir? Daha az tüketmek! Yeryüzünde paylaştığımız her şeyi mümkün olan en optimum seviyede, paylaşarak, bencillikten ve oportünizmden uzaklaşarak, yeni, doğa dostu üretim biçimlerine geçerek, ezcümle paradigmayı çok olandan az olana doğru evirerek bir çıkış yolu yaratabiliriz. Az kelimesi, haliyle mevcut paradigma ile yetişmiş modern dünya insanlarına itici gelecektir fakat az olanın içindeki çoğulluk ve çokluk kavranabilir ve içselleştirilebilirse bu yanılsama doğal olarak ortadan kalkacak ve daha yaşanabilir bir dünya kurulabilecektir. Aksi takdirde mevcut paradigma ile geleceğin –olup olmayacağı bile belli olmasa da- yoğun bir karanlık içinde belirdiği su götürmez bir gerçektir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.