1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi 20. Sayı

Page 76

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

EDEBİYAT VE İSTANBUL ÂDÂBI/ Gülsüm SEZGİN

“Önce siz buyurun beyefendi.” “Estağfurullah siz buyurun.” “İmkânı yok mirim, vallahi geçmem.” “Türabınız olayım, kerem edin.” “And verdim ama, vallahi geçmem.” 1900’lü yılların başında, Beylerbeyi İskelesi’nden bu türlü bir nezaket ve tevazu yarışından sonra binermiş insanlar vapurlara. Çengelköy`ün sebzevatı, Kuzguncuk`un muzahrafatı, Beylerbeyi`nin ise işte bu teşrifatı yüzündenmiş Şirketi Hayriye vapurlarının gidecekleri yere geç kalması. Memurları taşıyan vapur, sabahları uğradığı her iskelede üç-dört dakika beklediği halde, Beylerbeyi`nden yirmi dakikada ancak ayrılabilirmiş. Haldun Taner, “Eski Boğaziçi`nin en kalburüstü bürokratlarını barındıran, âdâbın, erkânın, teşrifatın, Osmanlı güngörmüşlüğünün simgesi, bir köşesidir” diye hayranlıkla anlatır Beylerbeyi’ni. Osmanlı güngörmüşlüğünün semtler içerisindeki simgesi Beylerbeyi ise şehirler arasındaki timsali de İstanbul’dur. İstanbul denilince akla ilk gelen şeydir incelik: Taner’in “güngörmüşlük” diye özetlediği; duyuş, düşünüş, yaşayış, hal, tavır ve edada incelik, rikkat, nezaket, zarafet... İstanbullu şair Nedim’in: “Haddeden1 geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana/Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı al olmuş sana” diye bahsettiği nazenin İstanbul güzeli, İstanbul’un

74

ta kendisidir aslında. Nezaketin imbikten geçip süzülmüş; zarafetin boy pos edinmiş halidir İstanbul. Naif bir ruhun toprağa kondurulmuş halidir. Nedim’den yüzyıllar sonra bir başka İstanbul aşığı şair, Necip Fazıl Kısakürek, boşuna demiyor:“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar/Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” diye. “İçimde tüten bir şey; hava, renk, edâ, iklim/O benim zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.” Hava, renk, edâ, iklim… Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir kitabında İstanbul’u anlatmaya başlamadan önce bir hatırasını nakleder. Saat başında ‘gonk’ diye ortalığı çınlatan saate benzer bir etki bırakır okuyucusunun zihninde. Ve sonrasında Tanpınar’ın İstanbul’a dair söylediği her şeyi özetler bu olay: “Çocukluğumda, bir Arabistan şehrinde ihtiyar bir kadın tanımıştık. Sık sık hastalanır, humma başlar başlamaz İstanbul sularını sayıklardı: - Çırçır, Karakulak, Şifa suyu, Hünkar suyu, Taşdelen, Sırmakeş… Adeta bir kurşun peltesi gibi ağırlaşan dilinin altında ve gergin, kuru dudaklarının arasında bu kelimeler ezildikçe fersiz gözleri canlanır, bütün yüzüne bizim duymadığımız bir şeyler dinliyormuş gibi bir dikkat gelir, yanaklarının çukuru sanki bu dikkatle dolardı. Bir gün damadı babama:


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.