Im58

Page 1

Seçimlerin ardından…

Bu partilerin her birinin birbirlerinden farklılıklarını göstererek girdikleri kampanya rekabetinde, biz hiçbirinin gündelik, olağan, her günkü çalışmaya, bu çalışmanın kapitalist niteliğine karşı çıkmadıklarının altını çizdik. Sol-sağ liberal, milliyetçi-faşist, Sünni-İslamcı seçim program ve söylemlerinin hiçbiri işçilerin patronlar tarafından normal kabul edilen her günkü sömürüsünü tartışmaya açmıyor, buna karşı çıkmıyordu. Oysa Bursa’dan başlayıp ülkeye yayılan, ardından giderek çözülen, ama geçtiğimiz aya bizce asıl damgasını vuran gelişme metal-otomotiv işçilerinin özgürlük mücadelesi oldu. Çoğu geçmişte AKP’ye oy vermiş, çeşitli siyasi görüşlerden işçiler yıllar sonra bu ülkede yasadışı bir grevi fiilen gerçekleştirdiler. “Meşhuriyet” çağının yaşandığı günümüzde meşhurluğun yolu görünür olmaktan, ekranlarda boy göstermekten, göz doldurmaktan geçtiği için Bursa’dan başlayan metal fırtınasından tüm Türkiye’nin yeterince haberi olmadı. '' 3

yaşasın

sosyalist

işçi demokrasisi Sayı: 58 Mayıs 2015 1 TL

GREV VE MÜCADELE GÜNÜMÜZLE

TANIYAMAYACAKSINIZ BİZİ!

Neoliberalizm, işçi sınıfının sınıf olarak inkarına, yok sayılmasına dayalıdır. Neoliberal kapitalizm, öncelikle işçilerin kolektif örgütlenme ve mücadele yeteneğini tahrip ederek, işçi sınıfını görünmezleştirir. Geri düzeyde burjuva neoliberal demokrasi kurumlarında, kimlik siyasetine yer vardır:Sınıf siyasetine ise yer yoktur! İşçi sınıfının gerçek sınıfsal talep, ihtiyaç ve özlemleriyle kolektif müzakere ve temsiliyet hakkı, bu düzenin bırakalım düzen partilerini, Meclisini, medyasını, sözde “işçi” sendikalarında bile

yoktur! Bu sistemde, işçi sınıfının sınıf olarak görünürleşmesi için yalnızca iki yol bırakılmıştır: Ya Soma’daki gibi yığınlarla ölerek…. Ya da fiili kitle grev ve direnişleriyle, bu neoliberal despotik sınıf kapanını sarsarak…İşte bu yüzden işçi sınıfı, ancak fiili kitle grev ve direnişleriyle, ancak aşağıdan taban inisiyatif ve örgütlenmeleriyle, kendini yeniden sınıf olarak kurabilir. Metal işçilerinin fiili grev ve direniş dalgası, neoliberalizmin sınıf kapanının sınırlarına dayanıp sarsmaya başlayan bir tarihsel adımdır.

“Yaşasın tam bağımsız işçi kardeşliği!” Otomotiv-metal işçilerinin büyük direniş hareketi, yalnız mevcut kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendikacılığı sarstığı için değil, işçi sınıfının mutlak örgütsüzlük içindeki yüzde 90’ına, milyonlarla büyümüş yeni işçi kitlelerine tutulacak mücadele yolunu gösterdiği için önemlidir. Bu yol, aşağıdan öz savaşım organlarına, işçi komite, meclis ve kurullarına ve fiili kitle grevlerine dayalı sınıf savaşımı yoludur. Eğer sanayi işçileri üsttenci, despotik, lobici, sözde TİS (satışcılığı) sendikacılığına sığmaz hale gelmişse… " 8-9


2

işçi meclisi

Harranlı İşçİ öğrencİler: Yaşasın metal işçisinin direnişi… Türk Metal çetesinin varlığına yönelen bu sınıf öfkesi en çok patronları korkutmuştur. Güvendikleri bir kale metal işçileri tarafından yıkılan burjuvazi şaşkına dönmüştür. Şimdi metal işçisi kendiliğindencilik sınırlarını aşan bir bilinçle onbinler olarak sektörün en büyük fabrikalarında kavgayı büyütüyor ve geleceğe ışık tutuyor. Olmaz dediler, yenildi dediler, varsa yoksa “kimlik” İşçi öğrencilerin bizlerin geleceği içinde dövüşüyor. Bugün meslek liselerinde okuyan, ünivervarsa yoksa “ezilenler” dediler. ”İşçi sınıfının çağı sitelerde başta mühendislik fakültelerinde olmak geride kaldı” dediler. Bugün yanılanlar yarının kaybedenleri olacaklar. Onlar nederlerse desinler üzere yüzbinlerce işçi öğrencinin geleceği’de bu direnişin zaferine bağlı. Metal işçisi kazanırsa biz işçi öğrenciler geleceğin ne sandıkta ne ezilencilikte olmadığını biliyoruz. Geleceğimiz sınıf tüm işçi sınıfı kazanacaktır. Birkez daha sınıf kavgasında, sınıfın ellerindedir. Aylardır Bursa’da isterse neleri yapabileceğini bize gösterecek ve gericilikle kodlanmış bir kentte, Türk Metal çete- sınıf kaçkınlarına en güzel cevabı verecektir. sinin şoven zehiriyle yıllardır zehirlenmiş metal işçileri tabiri caizse kabuklarını değiştiriyor ve sınıf Öyleyse bu sesi, bu soluğu meslek liselerine ve bilincini kazanıyorlar. Hemde bu çeteyi üzerlerin- üniversitelere taşıma zamanı. Kendi kavgamızda kendi safımızda olma zamanı. Bugün meslek lisden ata ata, patronlara anladıkları dilden cevap leri ve üniversitelerde bizleri ucuz iş gücü olarak vere vere… görenler metal işçisinin isyan ettiği bu ücretli Aylardır taban insiyatifine dayalı, kolektif bir ira- kölelik düzenini yaratanlardır. deyle geleceklerini teslim ettikleri bu satılmış 12 Bugün staj, ödev, proje sömürüsüyle, kampüslerEylül artığı sendikal anlayışa karşı öfkelerini örgütlüyorlar. İşçi sınıfı kendi kolektif bilinciyle işçi deki argelerdeki atölyelerde bedava kullandıkları emeğimizi sömürünlerle, metal işçisinin geleceğini kurullarını ve meclislerini kuruyor. Bosch işçisinin Türk Metal’in MESS ile imzaladığı çalanlar aynı kapitalist düzenin sahipleridirler. Bugün kazanılacak bir zafer sadece metal işçisinin satış sözleşmesini delen tutumu bardağı taşıran son damla olmuştur. İşçi sınıfı kendi geleceği hak- kendisini değil kolektif bir şekilde bütün sınıfın kazanımı olarak yazılacaktır. Metal işçisi ile düşkında kendi kolektif bilinciyle söz söylemek için Türk Metal çetesini tarih sahnesinden silmeye so- manımız ortaktır. Bu köhnemiş eskimiş kapitalist düzen. yunmuş ve bunu başarmıştır. Türk Metal çetesinin varlığına yönelen bu sınıf öfkesi en çok patronları korkutmuştur. Güvendikleri bir kale metal işçileri tarafından yıkılan burjuvazi şaşkına dönmüştür. Şimdi metal işçisi kendiliğindencilik sınırlarını aşan bir bilinçle onbinler olarak sektörün en büyük fabrikalarında kavgayı büyütüyor ve geleceğe ışık tutuyor. Metal işçisinin kaybedecek hiç birşeyi yok bir işçinin dediği gibi ”Yaşamımız için hiç birşey kalmayıncaya kadar çalışırsak, 1600 tl geçiyor elimize” ekonomik krizi perdeleyenler işçi sınıfının yaşamında bu perdenin çoktan rayından çıktığını unutuyor. Birileri seçim meydanlarında asgari ücreti şu seviyeye çıkaracağız diyor. Birisi asgari ücrete zam sınıfa ihanettir diyor. Metal işçisi asıl asgari ücreti insanca yaşayacak bir noktaya çekecek olanın sınıf kavgası olduğunu şimdi bizlere kanıtlıyor. Metal işçisi sadece kendi geleceği için dövüşmüyor.

Metal işçisinin bu direnişinin aslında bizimde direnişimiz olduğunu görmeliyiz. Metal işçisinin kavgası aslında bizimde kavgamızdır. Bugünden başlıyoruz yarını sınıfsızlaştırmaya diyerek, metal işçisinin bu kavgası bizimde ortak kavgamızdır deme zamanıdır. Geleceğimizi çalanlar, bize kölece çalışmak dışında zaman vermeyenler. Yaşam alanımızı ev ile iş arasına hapsedenlere karşı, birlikte mücadele ederek zamanı, mekanı ve yaşamı özgürleştirmezamanıdır..

yışa karşı gelişkin bir maya, yeni bir sendikal anlayış yaratıyor. İşçi öğrenciler de bugün kendi örgütlülüklerini bu anlayışla kurmak tabana dayalı kolektif bir işçi öğrenci örgütü yaratmak zorundadırlar. Tarih ve sınıf savaşı bunu gerektiriyor. İşçi sınıfı şimdi bunun bilinciyle mücadeleyi yükseltiyor. Metal işçisinin bu görkemli direnişine karşın yaşanacak bir saldırı ya karşıda işçi öğrenciler olarak hazırlıklı olmalıyız. Bu saldırının önüne geçmek için bugünden eylemli bir dayanışmayı örmek ve saldırı olursada metal işçileri ile aynı anda kapitalizmin bu saldırısına cevap vermeliyiz.

Kampüslerimizde rektör, polis ve ÖGB kıskacını yaratanlar bugün Bursa’da vali, MESS ve polis kıskacını işçi sınıfına karşı kullanmaya çalışıyorlar. Ama işçi sınıfı yorulmuyor, geri adım atmıyor ve uzlaşmıyor. Ya kazanacağız, ya öleceğiz diyor. Biliyoruz ya sınıf kavgası için dövüşeceğiz yada çürüyeceğiz. Metal içisi bugün bize öğretiyor. Nasıl Harranlı işçi öğrenciler olarak metal işçisinin kavbir örgütte ihtiyacımız olduğunu bu direnişle bize gasını selamlıyor, kavgaları kavgamızdır, geleceği birlikte yaratacağız diyoruz. gösteriyor. Ölmek var dönmek yok Yaşasın sınıf dayanışmaMetal işçileri taban insiyatifine dayalı. Çetesiyle, bürokratiyla her renkten kokuşmuş sendikal anla- sı. Yaşasın metal işçisinin direnişi…

Tarsus’ta metal işçileriyle sınıf dayanışması! kitle Yarenlik Alanı boyunca Saat Kulesine yürüdü. Eğitim-Sen Tarsus Şubesinin çağrısı üzerine bir araya gelen işçi ve emekçiler, Metal işçilerinin direnişleriyle dayanışmak için 21 Mayıs günü bir eylem Çağrıcısının Eğitim-Sen olduğu eyleme, KESK üyeleri, Halkevleri, İHD, PSAKD ve HDP üyeleri düzenlediler. destek verdi. “Metal işçilerinin haklı direnişini destekliyoruz, Metal işçisi kazanacak hepimiz kazanaİlk kıvılcımı Bursa’da Renault işçileri tarafından cağız” yazılı pankartın taşındığı eylemde, yürüyüş çakılan metal grevi fabrika fabrika, şehir şehir boyunca “Metal İşçisi Yanlız Değildir”, “Yaşasın Sınıf büyüyor. Farklı ülke, şehir ve sektörlerden işçi ve emekçiler de yaptıkları açıklama ve eylemlerle me- Dayanışması”, “Zafer Direnen Emekçinin Olacak”, “Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin”, “Kurtuluş Yok tal işçileri ile dayanışmalarını sürdürüyorlar. Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz”, “İnsanca Bu eylemlerden biri de bugün Tarsus’ta gerçekleşti. Çalışmak, İnsanca Yaşamak İstiyoruz” sloganları sıkça atıldı. Yürüyüş sırasında metal işçilerinin 18:30’da Halk Eğitim Merkezi önünde toplanan

eylemi ve talepleri ile ilgili açıklamalar yapılırken, Tarsus’lu işçi ve emekçilere dayanışma çağrısı yapıldı. Eğitim-Sen adına açıklama, yürütme kurulu üyesi Eyüp Kızıl tarafından okundu. Açıklamada, süren eylem ile ilgili gelişmeler aktarılırken, sınıf dayanışmasının önemine dikkat çekldi. Yapılan açıklama ve atılan sloganların ardından eylem sona erdi.

İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 58- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul - Email: posta@devrimciproletarya.net Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92


Seçimlerin ardından…

3

işçi meclisi

biz kapitalist çalışmadan başlayarak toplumsallaşan, sermayenin işçi toplumunun boğazına geçirdiği yularları, kölelik zincirlerini, bu esas ve ama hiç sorgulanmayan, görünür olmayan çelişkileri çöze gevşete, göstere göstere koparana dek yürüyeceğiz. Bir siyasal devrime, kapitalist devletinizi yıkıp yerine bir işçi devletini kurmaya doğru! Biz insanlara öncelikle yaptıkları işten bakarız. İlk olarak ve sadece siyasi görüşleri odağından bakıp ona göre sınıflandırarak insanlara savundukları şu veya bu partiye göre otomatik olarak değer biçmeyi doğru bulmayız. Bu görüşler farklı farklıdır. Önemlidir. Fakat insan hayatının, insanın bir gününün büyük ve asıl kısmı aslında çalışarak geçer. Siyasi görüşünün ne olduğundan, hangi partiye oy verdiğinden bağımsız olarak insanlar önce çalışır, ha babam de babam, bütün ömürleri boyunca, durmaksızın çalışırlar. Kendilerini değil, patronları zengin etmek için! Yaşamlarındaki asıl ağırlık noktası budur. Ne iş yaptıklarıdır. Hangi sınıfın üyesi olduklarıdır. Biz sınıf bilinçli devrimci işçilerin de elbette seçimlere giren çeşitli partilere ilişkin değerlendirmelerimiz olur. Son seçimlerde parlamentoya giren dört siyasal partiye baktığımızda bunlardan hiçbirinin doğrudan işçi sınıfının talep ve özlemlerini savunmadıklarını, bizi temsil etmediklerini tespit ettik. Şu veya bu partiyi destekleme kararı almadık, yeterli hazırlığımız olmadığı için bağımsız bir işçi arkadaşı aday da göstermedik. Ancak bu partilerin siyasi çizgilerine göre farklılıklar gösterdiklerinin de farkındaydık, seçimlerle birlikte oluşan siyasal ortamın da içerisindeydik. Bu partilerin her birinin birbirlerinden farklılıklarını göstererek girdikleri kampanya rekabetinde, biz hiçbirinin gündelik, olağan, her günkü çalışmaya, bu çalışmanın kapitalist niteliğine karşı çıkmadıklarının altını çizdik. Solsağ liberal, milliyetçi-faşist, Sünni-İslamcı seçim program ve söylemlerinin hiçbiri işçilerin patronlar tarafından normal kabul edilen her günkü sömürüsünü tartışmaya açmıyor, buna karşı çıkmıyordu.

İslami söylem ve sloganlar temelinde ve yeni şeyler vaat etmekten çok, diğer partilerin vaatlerini boşa çıkarma çabasıyla geriden gelen bir kampanya yürüttü. Kendileri açısından asıl düğüm noktası HDP’nin baraj altında bırakılması yoluyla oy düşüşlerini perdelemek ve parlamentoda oy gücünün ötesinde bir temsil hakkını gasp etmekti. Stratejisini de bunun üzerine kurdu. Erdoğan ve Davutoğlu giderek şovenist dozu artan bir söylem yürüttüler, paralel olarak devlet cephesinden illegal vuruşlar da ’90’lı yılları hatırlatırcasına tekrar gündeme geldi. Faşist saldırılar HDP bürolarının bombalanmasından yakılmasına, birkaç yerde araç ve kahve taranmasından insan yakma girişimlerine ve en son Diayrbakır mitinginin alçakça bombalanarak bir kitle kırımı hedeflenmesine dek çeşitli Oysa Bursa’dan başlayıp ülkeye yayılan, ardından yöntemlere kadar vardı, hayatını kaybeden 10’a giderek çözülen, ama geçtiğimiz aya bizce asıl dam- yakın HDP’li oldu. gasını vuran gelişme metal-otomotiv işçilerinin özgürlük mücadelesi oldu. Çoğu geçmişte AKP’ye CHP, adaylarının bir bölümünün önseçimle belirlenmesinden başlayarak yıllar sonra ilk defa kendisi oy vermiş, çeşitli siyasi görüşlerden işçiler yıllar sonra bu ülkede yasadışı bir grevi fiilen gerçekleş- açısından proaktif ve pozitif bir kampanya stratejisi tirdiler. “Meşhuriyet” çağının yaşandığı günümüz- yürüttü. İşçilerin, emeklilerin yaşam koşullarına değen sosyal liberal bir vaat kombinasyonu belirlede meşhurluğun yolu görünür olmaktan, ekranlarda boy göstermekten, göz doldurmaktan geçtiği yerek yer yer inisiyatifi ele almayı, konuşulmayı bile başardı. Fakat bu kalıcı olmadı. Seçim esasen iki için Bursa’dan başlayan metal fırtınasından tüm parti (AKP-HDP) ve iki lider (Demirtaş-Erdoğan) Türkiye’nin yeterince haberi olmadı. Bu yüzden arasında geçti. CHP dergimizde akıntının açısından HDP’ye ve tersine giderek sayfaliberal taleplere daha larımızın ağırlığını bu yakınlaştığı, bu kulvara büyük direnişe verdik. kalıcı şekilde yerleşmeye doğru ilerleyen Seçimlerin en çarpıcı bir hatta yürütülen bir gelişmesi AKP’nin kampanya oldu. Oyiktidarı kaybetmesi larını koruması da bu oldu. 13 yıldır iktisayede mümkün oldu. darda olan bu işçi düşmanı partinin oy Hiçbir şey yapmadan yükselişi artık durdu siyaset yapmayı ilke ve gerilemesi görünür edinmiş, ’90’lı yıllardaoldu. Türkiye’deki ki faşist toplumsal biburjuva demokrasirikimin kaymağını oya çevirmeye yeminli MHP’yi sini en geri düzeyde tutmakta giderek zorlanan ve geçiyoruz. giderek daha fazla zora başvuran bu parti son iki yılda karşısında iki büyük ayaklanma (Gezi ve Kobane) bulmuş, kampanyasına döktüğü milyonlarca Bu seçimin kazananı HDP oldu. Kürt siyasi hareketi 25 yıllık bir yasal mücadele deneyimine de lira, harekete geçirdiği yüzbinlerce parti ve devlet görevlisine karşın yüzde kaç oy alırsa alsın toplum- sahip, köklü bir hareket. Cumhuriyetin başından bu sal meşruiyetini çok öncesinden kaybetmişti. Son yana hakları yok sayılmış, özerkliği elinden alınmış kozunu bu seçimlerde oynadı. AKP seçimde kendi Kürt ulusunun artık eskisi gibi yönetilemeyeceği bu seçimlerle bir kez daha tescillenmiş oldu. Türkiye tabanından kaçışları önlemek üzerine kurulu bir savunma stratejisi yürüttü. Kürt sorununa burjuva Kürdistanı’nın bütün illerinde AKP’yi sildiler, kendi bölgelerinde egemen parti konumlarının altını çözüm sürecini (başlatmadan) askıya aldı. Fiilen çizdiler, Kürt sorununa burjuva demokratik çözüm

taleplerinin arkasında durdular. Sol liberal demokratik içerikli bir kampanya yürüterek Türkiye burjuva demokrasisinin siyasal alanda geri dönülmezcesine yerleşikleşmesine en hazır parti olduklarını gösterdiler. PKK ve HDP’nin Kürt ulusunun siyasal temsilcisi oldukları bir kez daha görüldü, AKP’nin kontrollü bir gerilimle PKK’yi oyalama politikaları iflas etti. HDP aynı zamanda tarihsel olarak ömrünü doldurmuş bir dönemin antifaşist devrimci örgütlerinin de çözülüşünü hızlandırdı, barajı aşmasıyla birlikte bir yandan da kendisiyle birlikte bu çözülen grupları da burjuva demokrasisine bağlama misyonunu yerine getirdi. Saraylı saltanatlı uzun sefahat yıllarının ardından AKP için çözülüşün seçim sonuçlarıyla da resmileşmesinden işçiler zerre kadar üzülmeyecek, bu siyasi meftanın arkasından “iyi bilirdik” demeyeceği gibi, son dönemde daha açık ettiği sınıf düşmanı yüzü nedeniyle ancak bir küfür savuracaktır. Burjuva demokrasisinde seçimlerin işlevi eskiyen partilerin gönderilmesine, yenilerinin getirilerek işçilerin sömürüsünün, kapitalist üretimin devam ettirilmesine, sisteme rızanın yenilenmesine dayanır. Bu seçimlerde HDP barajı geçmeseydi tekelci burjuvazinin köklü gruplarının da desteğini çektiği AKP boşa düşerek bu kez muhtemelen seçimlerde yaptığı hile vesilesiyle Türk-Kürt işçi ve emekçilerin birleşik bir ayaklanmasıyla düşürülecekti. Barajın yıkılması bu patlamayı önledi. Kazanan burjuva demokrasisi oldu. Ancak on yıllardır devlete çöreklenmiş ve herşeye rağmen %40 oyunu koruyan AKPçelişkisiz bir teslim olmayla burjuva siyasal krizi sonlandırmayacaktır. Küçük burjuvazinin ham hayali “çelişkisiz, krizsiz bir Türkiye” yok! AKP’nin gidiş sürecine girildi, ancak bu kolay olmayacak. Burjuva siyasal krizi hafifletme ve çözme umuduyla yeni aktörler devreye girdi, HDP ve onun arkasında-içinde kümelenen küçük burjuva siyasi aktörlerin düzeniçi yürüyüşleri devrimci olan ne varsa heybeden atılmaya devam ederek bundan sonra da sürecek. Bizim de sınıf bilinçli devrimci işçiler olarak yürüyüşümüz devam edecek. Orada da çelişkisiz, çatışmasız, kolay bir yol yok. Ama yazımızın başına dönersek, biz kapitalist çalışmadan başlayarak toplumsallaşan, sermayenin işçi toplumunun boğazına geçirdiği yularları, kölelik zincirlerini, bu esas ve ama hiç sorgulanmayan, görünür olmayan çelişkileri çöze gevşete, göstere göstere koparana dek yürüyeceğiz. Bir siyasal devrime, kapitalist devletinizi yıkıp yerine bir işçi devletini kurmaya doğru!


4

işçi meclisi

Renault önünde işçilerle sohbetler, izlenimler… Reno işçileri, MESS, Bursa Valisi, Türk Metal çetesi üçlüsüne karşı fabrika önünde direnişlerini uzun süre devam ettirdiler.

Reno’da Vali ve MESS’in entrikalarının farkında olan metal işçisi direnişi diğer fabrikalarada yaydı. Reno işçisi Vali ve MESS’in sözde “ortak temsilci seçme” tuzağını red ederek, “biz kendi temsilcimizi kendimiz zaten seçiyoruz, seçeriz de. Biz artık Harranlıyız(!) Türk Metal gitmeden, taleplerimiz kabul edilmeden üretime başlamayız. İşten atılacağım diye de korkacak bir şeyimiz yok; gider markette çalışırız, zaten maaşları da aynı düzeyde.”cevabını verdi. Sermaye cephesinden kıskaca alınan işçilerin iradesi çeşitli taktiklerle kırılmak ve Türk Metal çetesinin yeniden arka kapıdan sokulması dayatılıyor. Oysaki işçilere sopa gösteren, tehdit eden bu mafyatik örgüt artık işçilerin kesin kararıyla fabrikadan atıldı. Türk Metal çetesi işçilerin içerisine soktuğu gerici faşist zehiri bugün harekete

geçiremeyince, vatan, millet edebiyatının tutmadığı yerde kudurmuşa dönüyor ve işçilere saldırıyor. İşçilerin kendi iradesiyle ayağa kalkışını, şovenizmin klasik propagandası; PKK, Kürt, terör ve bir takım hesap ve komplolar üzerinden gerçek sınıfsal sorunları gizlemeye çalışıyor. İşçilerin fabrika fabrika direnişi büyüdükçe, kolektif bağları güçlendikçe fabrika ve sanayiler gezi havasını andırıyor. İşçi emekçilerin parasıyla zengin olanlar, işçileri tehdit etmeye, dövmeye başlayınca yeter diyerek işçilerin başlattıkları fiili eylem, örgütlenme, dayanışma ve mücadele örneği farklı boyuta ulaşıyor.

On yıllarca faşist çetelerin etkisi ve baskısı altında tutulan gericilik elbette bir anda silip atmak mümkün değil. İşçilerin çoğunda milliyetçi muhafazakarlığın etkisi var, ancak bunu kırmaya başlayan, sola ve devrimcilere daha açık davranmaya başlayan işçiler de var. Renault önünde kendi güvenliklerini sağlamak için kimlik kontrolü yapan işçiler, tüm gelen destekçilere eski alışkan-

lıklarına uyarak temkinlilikle bakıyor. Bunda MESS, Türk Metal, Bursa Polisi, yerel sermaye basının dört bir koldan yürüttüğü “provokasyon” vb korkularının da etkisi var. Ancak işçiler dayanışmayı, kimlerin yanlarında olduğunu da görüyor. Tüm bunlara rağmen işçiler fabrika önünde ve içinde çok muazzam bir kararlı kenetleniş sergiliyor ara ara karşılıklı sloganlarla içerde ve dışarda karşılıklı sloganlar atıyorlar. “Yaşasın işçi dayanışması” “Türk Metal gidecek dertler bitecek” “Pevrul pabucu yarım çık dışarıya oynayalım!” slogan atılıyor. Çay semaverleriyle birlikte fabrika önündeki çimlerde çadırlar kurulmuş kimi yerlerde hararetli tartışmalarda kimi yerde uykusuz kalanlar yatıyorlar. Yavaş yavaş değişim gözlemleniyor. Gelin arabalarını direnişe kabul ediyorlar. Yemek, içecekler işçiler arasında toplanan parayla sağlanıyor veya dışardan bazı belediye, kurumlardan gelen yardımlar alınıyor… Bursa’dan doğal muhabir

Soluksuzdum. Şimdi ölüyüm! THY Teknik Hangarı’nda çalışırken, bakımını yaptığı THY’nin Boeing B777’nin flapları arasında sıkışan, kaldırıldığı hastanede ölen, teknisyen işçi kardeşimiz Tugrul Tuna Beken’i yitirdik. Bugün de uğurladık. İşçi kardeşimiz Tuğrul’u yitirmemizin hemen ardından, yine Atatürk Havalimanı’nda Turkish Ground Services (TGS) işçisi Nihat Çelik, bagaj yüklemesi sırasında çekici traktör ve bagaj konteyneri (AKH) arasında sıkıştı. Hastaneye kaldırılan işçi kardeşimiz Nihat’ın durumu iyi; herhangi bir kırığı bulunmuyor… Biz ürettik, biz onardık: Bizim kellemizi aldı! Tuğrul’un çalıştığı THY’nin Boeing 777 tipi uçağının bir an önce sefere verilmesi gerekiyordu. Çünkü peşine bir başka uçak gelecekti, o gidecek bir başkası. Bir solukluk zaman dahi yoktu! Aynı yerde tıpkı olun gibi soluksuz sınıf kardeşleri, Tuğrul’umuzun gelişkin iş disiplinini, özenini anlatıyorlar. Ancak o gün, tümden soluksuzdu: O eğitimden koşarak çalışmaya gelirken, sermayenin

Boeinglerinin ihtiyacı olan emek yoğunluğu, emek şiddeti, emek zaman terörünü bırakalım sınıf kardeşimiz Tuğrul’u, kimse karşılayamazdı. Ha bugün ha yarın… Sermayenin flapları, asla Tuğrulumuzu bekleyemezdi; beklemedi de: Tuğrul’un başını aldı. İnsan yiyerek sermaye biriktiren toplum Birer birer, onar onar, yüzer yüzer, biner biner öldüğümüz canavarlaşan bir toplum içinde yaşıyoruz. İnşaatlardan sapır sapır dökülüyoruz, gemi inşaatları içinde patlamalarla yanıyoruz, madenlerin dipsiz kuyularında yüzlercemiz birden kömürleşiyoruz Soma’yı unutmadık! Önceki gün Soma’daydık on binlerle. Soma’da katledilen canlarımızı omuzlayıp eylemdeydik. İş kazası değil, iş cinayeti demek için oradaydık. Tugrul Tuna Beken’in haberini aldık. Soma’daydık omuzlarımızda maden işçileri, demiryolu işçileri, inşaat işçileri, tersane işçileri, havaalanı işçileri…

Çünkü Soma’yı unutmamak demek, iş cinayetlerini durdurmak demektir! Her gün yeni bir ölüm haberiyle içimiz yansa da, yasımızı isyana, yasımızı ölümleri durdurmaya dönüştürmek demektir. Yetmez! Dahası: Omuzlarımızda binlerce ölümüz; MESS’i, Renault’u, Tofaş’ı vb. dünya çapında bilimum emperyalist kapitalist metal tekellerini, Türk Metal’i, Türk İş’i, valisi, polisi, jandarması, Anayasa’sı, meclisi, hükümeti vb, hepsini karşısında safa dizip hepsiyle bir bütün olarak savaşan metal işçilerinin yanındayız: Omuz omuza, yumruk yumruğa!

7.Alarm %100 Kapİtal Vücudun tam kullanımı,bulunduğumuz vurum içi vücut durumu.Temel yaşam gereksinimi dışına hemen hemen hiç çıkmayan kullanım durumu.Kapitalist için işçi emekçi kitlelerin yaşamını gerçekleştirmelerini (asgari düzeyde) ancak tek şartla imkan tanır. Kendi yaşamını gerçekleştirme imkanı sağladığı sürece. Kapitalistlerin yeni dönem bilimsel arayışları ölen bir vücüdu yeniden hayata kazandırmaya çalışmak. Yaşadığı süre içerisinde, sermaye oluşumu ve onun dolaşım durumunun seyrine kaptırmış olup yaşamın uçup gittiğini düşünerek olsa gerek,yeniden yaşama ihtiyacı veya vücudun %100 kullanım durumuna ulaşmak.(yetenek,beceri,akıl,maximum asalaklık vs.) Geri dödürülen işçi kitleleriyle tam bir köleler coğrafyası yaratma fikri de olabilir. İşçi emekçi kitleler için vücut tam kasite kullanım durumu ancak ve ancak emek-faydalanma biçimiyle gerçekleşmektedir. O her zaman tek şey’dir(mühendis, makinacı,tezgahçı,bilgisayar işçisi) ve her zaman başka şeylere zaman,imkan kalmadan gün sonlanmıştır. Sonra yeni gün,yine gün böyle devam etmekte. Bir vücut olarak insan dayanaklıdır ama taşıdığı düşünceye göre tahammülsüz ,sabırsız ve katlanmaksız durumuna son verebilir. Vücut müdahale eder ama ilk önce fikirler durdurur,başlatır hareketi.Bir sözcük,bir etki,bir temas titreşiği. Metalde sınıf kavgası böyle başladı. Cemşit usta: 16’sında başladı sanayi havzasında yaşamaya, küçüklükten gelme alışkanlıkları var onun,o tahammülsüzlüğü öğrenmeye yokuş yukarı taşıdığı bisiklete neden binememenin nedenlerile başladı,onun değildi ve bitmek bilmeyen nedenleri sıralarken, daha sert,daha kararlı adımlarıyla yürüdü.Kıstaslama biçimiyle neden-neden ben kavgası ama biz hep bir birimizden öğrenmedik mi? zafere oluşan yolu. Cemşit usta iri yarı vücudu ,kocaman elleriyle kavradığı 9-10’luk anahtarı parmaklarının ucundan usulca bıraktı,kaygandı elleri yağdan,nasırdan. Daha o yere düşmeden bakışlar doğruldu,yaklaşık 3 bin işçi.Yere düşen anahtar anlattı sanki herşeyi tin,tin tin çin çin. Çıt kesilmişti fabrika,gözler parıl parıl, 3 bin tane çift bakışlı, topla 6 bin eder,bugün belli olacaktı acaba o haber mi ulaştı?.Öyle babacan ki ne dese olur “fabrikayı boşaltıyoruz arkadaşlar” dedi. Saydım 5 kez yankılandı oda, oda, duvar, duvar, sonra 3 bin 9-10’luk anahtar,saat 17:10 daha 2 saat 50 dk var paydos alarmına. Adım adım boşalıyor makine başları,hiç böyle hissetmemiştim,duygusal ağırlıklı, duygu yoğunluklu. Şimdi herkesler böyle mi hisediyor? Vücudum tir tir,titriyor, korkudan değil ha! %100 insan olduğumunhis durumu mu.Şimdi birlik,birlikte,bir ne güzeliz biz.

Yazar, çizer takımı bir sürü laf kalabalığı ederler biliyorum. Ezilmek, sömürülmek cenderesinde bir sürü Özgürleşmek istiyoruz boğuk laflar. Gerek yok hemşerim!.Bu kavga yaşama hisleriyle dolu,bir kaç kelime gerekirse: Bizler göİşçi kardeşimiz Tuğrul Tuna rünmez olmaktan, stres aracınız olmaktan %100 Beken’i de bağrımıza basıyoruz. rahatsızız,%100 bunu hissediyoruz ve %100 bunu sonlandıracağız. Çalışmanın geçimlik yaşam zorunluluğu ile ölmek arasında Metal’de durum budur diyor ve ekliyoruz: Bizi siz sallandırıldığı bu korkunç ya- bir araya getirdiniz vücut birlikteliğini sağladınız.şimşantımızdan, birlikte mücadele di fikir birlikteliğimizi engelleyemezsiniz. Size karşı ederek özgürleşmek istiyoruz. verilen kavga bizi bir-birimiz yapar,bilemezsiniz.İzole etmeye çalışmanız boşuna,siz bile bizim birliktelik gücümüzden faydalanıyorsunuz.Şimdi amaç edindiğinizi araç edinmenin zamanı. Birlik-birlikte-bir!


5

işçi meclisi

Reno işçilerinden anlaşma hakında açıklama Arkadaşlar bizler 13 günlük direnişimizi bu sabah 9 maddelik protokol ile kazanımla sonuçlandırdık.

Bu protokol MESS ve ihanetçi TM sendikasına rağmen kabul edilmiştir ve bir çok sendikanın yapamadığı maddeleri içermektedir.

Gece üzerinde konuşulan protokolü kendi aramızda tartışmaya başladık yöntem olarak önce üet’e sözcüleri öncülüğünde üet’lerin görüşlerini aldık orada bir eğilim ortaya v çalıştık.

Buna göre,

Sonra bazı arkadaşların önerisi ile sandık kurma kararı aldık niyetimiz evet diyenlerle hayır diyenler arasında bir ayrışmaya neden olmamak… tı. Sandık konusu bizleri birleştirme konusunda en iyi yöntemken bunu da iyi anlatamadık ve sandık oylaması yerine 08-16 vardiyasının genel eğilimi olarak protokolü kabul etme ve içeri girme biçimimde ortaya çıktı ve sabah iş başı yapıldı. Sonuçta 5 bin kişilik fabrikada daha iyisi olabilirdi diyenler olduğu gibi bu protokol kabul edilsin diyenler de oldu. Açıklanan protokol bizim direnişimiz sonucu eksikleri olsada kabul edilen en iyi belge oldu.

1-TM sendikasına Allah rahmet eylesin bu fabrikada bittiğinin ilanı olmuştur. Artık kendi sözcülerimizle (seçimle yeni sözcülerde seçilebilir ve mevcut temsilciler buna katılarak güven tazeleyebilirler) haklarımızı aramaya devam edeceğiz. 2- İçeride 3 ekipte eylemi değerlendirecektir. Önemli olan aramızdaki birliği bozmadan daha güçlü olarak protokolde yazılı ücret ve diğer maddelerin takipçisi ve uygulayıcısı olmalıyız. Bunu sağlayamadığımız anda herkes bilmeli ki asıl o zaman TM yine başımızda boza pişirmeye devam edecek.

sağlandığına göre bütün ekiplerde hızlı bir biçimde bu maddeyi lehimize dönüştürmek için hazırlık yapmalıyız. O zaman bu konudaki kazanımlarımızı daha da artırmış olacağız. Burukluk içerisinde olan ve daha iyisi olabilirdi diyen arkadaşlarımıza hak vermiyor değiliz. Ancak kendi aramızda bazı kararları almak ve uygulamak konusunda eksiklerimiz oldu. Bütün Metal işçilerinin gözü bizim üzerimizde kimse bizim 13 gün önceki noktada olduğumuzu söyleyemez. Dişimiz tırnağımızla bu noktaya geldik daha fazlasını mücadele ederek kazanacağız. Oyak Renault İşçileri

3- Başından beri ortaya koyduğumuz 3 talep dahada genişletilerek 9 maddeye çıkarılmış üzerinde anlaşamadığımız tek konu saat ücretlerine yapılması gereken maddenin ucu açık ve henüz belirsiz olmasıdır. Sözcülerimizin muhatap kabul edilmesi

Metal direnişi: Neoliberalizme bir çizik daha!.. İşçi sınıfı, “vardık, varız, varolacağız” diyor. Biz, sadece acılarıyla gördüğünüz bir sefiller ve cahiller yığını değiliz…. Biz, herhangi bir ezilen kesimi değiliz…. Biz bir iki vaatle arada kaynatacağınız seçim kenar süsü değiliz…. Biz, üreten, mücadele eden, artık toplumun da çoğunluğunu oluşturan yıkıcı ve kurucu, en ileri sınıfız, diyor! Neoliberalizmin işçi sınıfı inkarcılığına karşı Neoliberalizm, işçi sınıfının sınıf olarak inkarına, yok sayılmasına dayalıdır. Neoliberal kapitalizm, öncelikle işçilerin kolektif örgütlenme ve mücadele yeteneğini tahrip ederek, işçi sınıfını görünmezleştirir. Geri düzeyde burjuva neoliberal demokrasi kurumlarında, kimlik siyasetine yer vardır: Sınıf siyasetine ise yer yoktur! İşçi sınıfının gerçek sınıfsal talep, ihtiyaç ve özlemleriyle kolektif müzakere ve temsiliyet hakkı, bu düzenin bırakalım düzen partilerini, Meclisini, medyasını, sözde “işçi” sendikalarında bile yoktur! Bu sistemde, işçi sınıfının sınıf olarak görünürleşmesi için yalnızca iki yol bırakılmıştır: Ya Soma’daki gibi yığınlarla ölerek…. Ya da fiili kitle grev ve direnişleriyle, bu neoliberal despotik sınıf kapanını sarsarak… İşte bu yüzden işçi sınıfı, ancak fiili kitle grev ve direnişleriyle, ancak aşağıdan taban inisiyatif ve örgütlenmeleriyle, kendini yeniden sınıf olarak kurabilir. Metal işçilerinin fiili grev ve direniş dalgası, neo-

liberalizmin sınıf kapanının sınırlarına dayanıp sarsmaya başlayan bir tarihsel adımdır. Gezi’den Metal’e… Gezi, insanların özel yaşamlarını bile devlet zoruyla tepeden dizayn etmeye kalkışan neoliberal demokrasiye karşı, tabandan ilk büyük kitle müdahalesiydi. Metal işçilerinin direnişi ise hem

Bu yüzden, Ford Otosan, Türk Traktör ve Arçelik’te devam eden direnişler, artık Tofaş ve Renault üzerine bir kaç kuruş fazla alma meselesi değildir. Tekçi, tek biçimli, tepeden inme, işçi sınıfını sınıf olarak inkar eden ve hiçe sayan, kölece TİS boyunduruğunun değiştirilmesi mücadelesidir. Göstermelik primler için değil, saat ücretine zam istemiyle devam eden direnişlerin asıl anlamı budur: Tek yanlı, kölece TİS oldu bittisinin geçersiz ilan edilmesi ve sarsılması… İşçilerin taban iradesinin, aktif katılım ve yer almasının, yani sınıf olarak varlığının tanındığı fiili TİS’ler için mücadele… Gezi’den sonra Metal işçilerinin direnişi de yeni bir dönemi, yeni bir mücadele ufkunu ortaya koymaktadır. Neoliberalizmin dolaylı biçimsel temsiliyet haliyle bile tümüyle etkisizleştirdiği parlamento, eski tarz tek biçimli parti ve sendika, TİS gibi kurumsal mekanizmaların, burjuva temsili demokrasinin krizi ve çürümüşlüğü daha bir açığa çıkmaktadır. İşçilerin ve kitlelerin doğrudan, kolektif, aktif olarak katılacakları ve yer alacakları bir aşağıdan mücadele demokrasisi, bir aşağıdan demokrasi mücadelesi belirimleri artmaya başlamıştır. Neoliberalizme bir çizik bir çizik daha…

bir yerde Gezinin sınıf ekseninden devamı hem de bütünleyicisidir. Metal işçileri, boyunlarındaki kat kat sermaye prangalarından biri olan Türk Metal çetesini bir dizi fabrikadan defetmekle kalmadılar. Kendilerinin hiçbir katılımı, onayı olmadan tek yanlı sermaye tarafından tepeden inmeci katmerli köleci TİS sistemine de hayır dediler. Bizim sınıf olarak kolektif katılımımız ve yer alışımız olmadan, bizim sınıf olarak varlığımızı ve irademizi tanımayan TİS sistemini biz de tanımıyoruz, dediler.

Metal işçileri bunun farkında olsun veya olmasın, mücadeleleri neoliberalizmin sınırlarına dayanan ve zorlayan, işçi sınıfının sınıf olarak varlığını kolektif mücadele yeteneğini canlandırarak deklare eden, kendi sorunlarını kendi ellerine almaya başladığı ölçüde bu büyük eşiği geçebileceğini gösteren yeni bir halkadır… İşçi sınıfı, sınıf olarak bırakalım yok olmayı, daha bir büyüdüğünü, güçlendiğini, özgüveninin yeniden canlanmaya başladığı gösterdi. Ve bir şeyi daha: Yeni ve daha gelişkin işçi sendikalarına, yeni ve daha gelişkin sendikal, siyasal her düzeyde önderlik ve örgütlenme biçimlerine, hepsinde daha doğrudan işçi demokrasisine, bunun için mücadeleye olan büyüyen ihtiyacını!


6

işçi meclisi

Renault’da ne oldu? Aştığımız ve aşamadığımız eşİkler… Ve sonrası Renault’daki fiili işbırakma ve fabrikayı terketmeme direnişimiz, 12. gününde kısmi kazanımla sonuçlandı. Renault işçileri, Tofaş, Mako, Ototrim’de TM’nin gitmesi ve 1000 liralık prim ve belirsiz iyileştirme vaadiyle bitirilen direnişlerle Bursa’da yalnız kalmasına karşın, direnişini gerçek bir sınıf inadıyla sürdürerek kazanımları bir adım ileriye taşıdı. Renault patronu, Renault işçilerinin direniş iradesi karşısında, 1000 liralık primin üstüne 400 lira banka primi, yılsonu 600 lira performans priminin yanısıra, düşük ücretli işçilerin durumunu bir nebze iyileştirmeye dönük kategori zammı vaadinde de bulundu. Renault işçilerinin son andaki dağılmaya kadar kararlılıklarını sürdürdükleri saat ücretine 1 Euro zam istemi ise, daha önce Renault idaresi tarafından kabul edildiği halde MESS duvarına çarpıp geri döndü. Renault direnişçi işçileri, son ana kadar bu sınırları zorlamasına karşın MESS’in çektiği saat ücreti zammı sınırlarını ek primlerle bir nebze daha esnetse de, aşamadı. Renault işçileri çok zor koşullarda, ağır baskılar altında, son günlerde neredeyse aç susuz ve nükseten sağlık sorunlarına karşın birliğini ve direniş iradesini korumayı başarmıştı. Renault idaresi adına işleri de artık, daha önce işçilerin kararlılığı karşısında “yalpalayan” Renault idaresi değil MESS merkezi olarak yürütüyordu. Tıpkı Tofaş’ta yaptıkları gibi, baskı ve tehditlerini artırdılar. Tofaş’taki uzlaşmaya hayır diyen Renault işçisini paravanlarla yalıtarak, kantini kapatarak, açlık ve hastalığa mahkum ederek cezalandırmaya kalkıştı. Fabrika içindeki temsilcileri zorla dışarı çıkartarak, işçileri avukat ve temsilcileri olmadan görüşme yapmaya zorladılar. Renault işçileri buna da hayır deyince, yine Tofaş’ta yaptıkları gibi temsilcilerin iş akitlerini fesh, soruşturma, savcılığa şikayet vb tehditlerini masaya koyarak görüşmeye oturmaya zorladılar. Fabrikada tecrit edilen işçiler, sağlık, temizlik, gıda tedarik sorunlarının büyümesi nedeniyle dışarı çıkmak zorunda kaldılar, fabrika kapısı önünde bekleyen işçi arkadaşlarına katıldılar. Akşam işçi temsilcileri, bir ÇHD’li avukatla birlikte MESS güdümlü Renault CEO’su ile görüşmeye girerken, Renault işçilerin çoğunluğunda halen ücret zammı olmayan hiçbir patron teklifine hayır eğilimi ağır basmaya devam ediyordu. Özellikle, iki de bir “etek” bahsiyle rencide edilen, fabrikadaki çok az sayıdaki kadın işçi ve işçi eşi kadınların kararlılığı, metaldeki erkek egemenliğine ders verircesine müthişti: “Biz bunca bedeli bunun için ödemedik, sonuna kadar gitmeliyiz!” MESS/Renault patronlarının, ücret zammı konusunda geri adım atmadan, bir iki ek küçük taviz vererek görüşme sonucunu, ciddi biçimde yıpranan ve yalpalayan birkaç temsilci üzerinden, Tofaş’ta oldu bittiye getirmeye çalışacağı önceden belliydi. Bu yüzden görüşmelerin artık kritik bir eşiğe doğru gittiğinin belli olduğu son 2 gündür, Coşkunöz ve Tofaş’tan çıkarttığımız derslerle, elimizden geldiğince uyarmaya, bu duruma hazırlamaya çalıştık: Son karar

taban iradesinin olmalı, görüşmeden çıkacak sonuç ne olursa olsun, tabanda işçiler tarafından enine boyuna tartışılıp değerlendirmeden, çoğunluk kararı tabandan çıkmadan adım atılmamalı, dedik. Taban iradesi ve demokrasisi böyle olmalıdır; işçi temsilcileri tabana karşı sorumludur. Patronun son teklifi kabul de edilse, red de edilse, önemli olan bunun oldu bittiye getirilmeden, tabanda doğru dürüst tartışılması ve belirgin taban çoğunluğuyla bu kararın alınması, çoğunluk kararına da herkesin uymasıdır. Direnişin ilk eldeki somut sonucu ne olursa olsun, en az onun kadar önemlisi, işçilerin birlikte kolektif karar alma ve uygulama yeteneğini koruması ve sonrasında da devam ettirmesidir. İşte bunun için taban demokrasisi, işçi demokrasisi hayati önemdedir. Ne yazık ki bu konuda yine pek başarılı olamadık. Görüşmeden çıkan sonuç işçiler arasında geniş bir forum oluşturarak doğru dürüst tartışılıp değerlendirilmeden alel acele oylama yapılır gibi oldu olmadı, görüşmeden çıkan işçi temsilcileri kendi aralarında anlaşmazlığa düştü, bazıları taban çoğunluğunun iradesi ve onayı olmadan kendi bölümlerini işbaşı yapmaya çağırdı, işçiler arasında ciddi bir karmaşa yaşandı, işbaşı yapmama eğiliminde olanlar halen çoğunlukta görünmesine karşın maalesef sonuç yine oldu bittiye getirilmiş oldu. Bu sonuçta: 1- 12 gündür çok ağır şartlar ve baskılar altında sürdürülen fiili direnişin, aslında ondan önce 1 aydır fabrikalarda eylemlerle süren kitle direniş ve hareketinin yıpratıcılığı ve yorgunluğu; 2- Özellikle de bu tür direnişlerde hep olduğu gibi öne çıkan öncü işçi ve temsilcilerin sürekli patron, idare, devlet, yargıyla yüzyüze muhatap olmaktan kaynaklanan ağır sorumluluk ve baskılar altında yıpranması; 3Metal işçileriyle eylemli sınıf dayanışmasının zayıflığı ve Renault işçilerinin Bursa’da Tofaş, Mako vbde daha geri sözleşmelerin yapılıp direnişlerin bitirilmesiyle geriye çekilmesi ve yalnız kalması, 4- İlk kez bu çapta bir aşağıdan taban inisiyatifi ve taban iradesinin, işçilerin öz direniş kurullarının ortaya çıkmış olmasının muazzam önemi ve ilerleticiliğine karşın, bunların henüz ilkesel bir form kazanmamış olması, fiili direnişlerde kazanılanın masada kaybedilmemesi için gerekli iç ve taban denetimi ve mekanizmalarından yoksunluk, deneyimsizlik… gibi bir dizi etken sayılabilir. Metal işçileri direnişimizde, fiili grev ve direniş, tabandan öz mücadele kurulları ve inisiyatifi gibi çok önemli bir eşiği aşmaya, sınıf mücadelesini yeni bir düzeye doğru çıkarmaya başladık. Henüz aşamayıp takıldığımız eşik ise, temsilciler kurulları ile taban meclisleri arasındaki ilişkiyi kuramamak oldu. Temsilcilerimizin kendi başına direnişi bitirmek gibi kararları verecemeyeceği, tabana sorumlu olduğu, bu gibi temel kararları ancak taban demokrasisi ile verilebileceği ilkesini gerektiği

gibi uygulayamadık. Ancak bu gibi daha ileri eşikleri aşmak için, çok önemli bir deneyim kazanmış olduk. Her şeye karşın sonuç, büyük bir zafer değilse bile, yenilgi de değildir. Metal işçilerinin bu süreçteki asıl kazanımı, üç beş kuruş prim değil, Türk Metal’i defetmiş olması, onun yerine kendi öz kolektif karar ve eylem yeteneğini geçirmeye başlamış olmasıdır. Şimdi sorun kolektif öz karar organ ve mekanizmalarında son andaki zaaf ve deneyimsizliklerden gerekli sonuçları çıkarmak ve hızla bunları gidererek, savaşımın yeni raundlarına hazırlanmaktır. Renault işçisi kardeşlerimiz, son eşikte dağılan işçi temsilcileri kurulu yerine gerçekten taban çoğunluğunun sonuna kadar mücadele iradesini yansıtan yeni bir işçi kurulu belirlemelidir. Tofaş’tan bir gömlek daha ileri “kategori zammı” gibi işçilerin birliğini güçlendirecek vaatlerin uygulatılabilmesi bile, işçilerin tabandan birliğini bozmadan, tazeleyerek, savaşım deneyimlerinden geriye değil ileriye doğru dersler çıkartarak birliğini güçlendirmesine bağlıdır. Kaldı ki şimdi taban inisiyatif ve öncü işçi komite ve kurullarına dayalı yeni bir sendikal inisiyatif kanalının açılması, mücadelenin daha zorlu ve yeni eşiğidir. Toplamı 25-30 bin işçiyi bulan bir dizi kilit fabrikadan Türk Metal çetesini defetmemiz, MESS’i bizzat işçinin kendisini muhatap almak zorunda bırakmamız, bu çapta bir fiili direnişe karşın işten atma silahlarını büyük ölçüde işlevsiz kılmamız, Renault-MESS’in kendi içinde yaşadığı yalpalama ve yıpranma, Ford Otosan’da Ali Koç’u ayağımıza getirmek zorunda bırakmamız, Renault-Fiat-Ford gibi küresel tekellerin taa Amerika-Avrupa’daki yönetim merkezlerini yerinden zıplatıp bize karşı açıklamalar yapmak zorunda bırakmamız… Bunların hepsi bizi oyalamak için önümüze koymak zorunda kaldıkları 3-5 kuruşluk primlerden daha önemli kazanımlardır. Fakat bundan sonra, kesinlikle rehavete kapılmadan, bu kazanımlarla yetinmeden mücadele inisiyatifini elimizde tutmaya devam etmeliyiz. MESS’e karşı saldırı fırsatı vermeden, birliğimizi güçlendirerek, büyük mücadelemizden doğru dersleri çıkartarak, zayıflıklarımızı gidererek, Renault’da mücadelenin yeni evresine hazırlanmalıyız.


7

Kölece Çalışma ve Yaşam Koşullarına İsyan!

işçi meclisi

Burjuva parlamento seçimlerinin tüm politik, ekonomik gündemi kapladığı bir sırada ezilme ve sömürü ilişkilerine karşı “artık yeter” diyerek ayağa kalkan Bursa metal işçileri sınıf mücadelesinde son yılların en kitlesel çıkışını gerçekleştirdiler.

Kölece çalışma ve yaşam koşullarına, neoliberalizmin ezme ve sömürü ilişkilerine karşı birikmiş öfke sendikal ihanetin en pervasız örneği olan Türk Metal çetesine karşı oluşan tepkiyle birleşik olarak patladı. 12 Eylül’ün ve MESS düzeninin işçi sınıfını kontrol etmek için kullandığı Türk Metal çetesi 98’deki büyük direnişin ardından bir kez daha hedefe çakıldı. Çalışma yaşamında kölelik koşullarını yaşayan metal işçileri, sınıfın öz örgütlülüğü olması gereken sendikalarında dahi bir mafya ve kölelik düzeninin kıskacı altındaydı. Hiçbir söz ve yetki hakkı bulunmayan, en ufak itiraz da fiili şiddetle, işten atılmayla karşılaşan metal işçileri en büyük güçlerinin birlikleri olduğunu fark ederek Bursa’nın tüm otomotiv tekellerinde ardı ardına iş bırakma, işgal eylemi yaparak ücretlerinde iyileştirme ve Türk Metal çetesinin defedilmesi için mücadeleye giriştiler. Son yılların en güçlü sınıf eylemi olarak şimdiden yerini alan metal işçilerinin bu eylemli çıkışı güçlü ve zayıf yanlarıyla birlikte birçok dersi de içinde barındırıyor. Neoliberalizmin kölelik koşullarında başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilen ve sömürülen kesimler şurası kesin ki büyük bir mücadele açlığı içindeler. En ufak bir patlama hiç hesapta olmayan, görünmeyen dip dalgaları, fay hatlarını aynı anda harekete geçirebiliyor. Çalışma ve yaşam koşulları gün be gün kötüye giden, geleceğe dair hiçbir garantisi olmayan, derin bir özgürlük ve demokrasi açlığı yaşayan, insan yerine konulmak isteyen tüm emekçi kesimler Haziran Direnişi’ni bir milat olarak alırsak eğer derin bir kabarma, birikmiş sınıfsal öfkeyi kanalize edecek bir örgütlülük arayışı içindeler. Bir dönemin kapandığı ve artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı bilgisinden hareket ederek söylersek eğer verili sistem tüm muhalif kurumlarıyla birlikte ömrünü tamamlamış görünüyor. Demokrasi anlayışından, temsiliyet ilişkilerinin bürokratik tarzına kadar kapanmış döneme ait olan tüm kurumlar, ideoloji ve anlayışlar artık hükmünü yitirmekte, yerine yepyeni bir demokrasi anlayışı yeşermektedir. Filizlenen bu özlem ve ihtiyaç kendisini ifade edecek bir kurum, örgütsel ideolojik zemin bulamadıkça da tepkiler anarko bir liberterliğe savrulmaya dönüşebiliyor, ya da kendini dış etkilere tamamen kapatarak yalıtabiliyor. Kolektif bir demokrasi anlayışı, tabandan başlayarak bürokrasiye boğulmadan sosyalist bir işçi demokrasisi meclis-konseyler aracılığıyla oluşturulabildiğinde, Pratik karşılığı var edildiğinde bu savrulmalarda ortadan kalkacaktır. Bursa’da metal işçilerinin Türk Metal çetesine karşı oluşan tepkinin bir direnişe dönüşmesiyle ortaya çıkan demokratik bir sendika örgüt arayışı da bu şekilde değerlendirilmelidir. Ağır çalışma koşullarında, ücretli köleliğin tüm musibetlerini iliklerine dek yaşayan işçilerin öz örgütlülüğü olması gereken bir sendikanın temsil ettiği işçiler yerine patronun-sermay-

enin haklarını savunan bekçi köpekliğine soyunmasına karşı patlayan direniş bir onur ve insan yerine konma mücadelesidir de aynı zamanda. İşçiler verdikleri mücadelenin “ekmek mücadelesi” olduğunu söylerken ekmek ve onurun birliğini de belirtiyorlar aslolarak. Metal işçilerinin direnişinin karakteri hedefe patronu ve işbirlikçi sarı sendikayı koyarak sınıf bilincinin oluşması ve gelişmesi açısından sağlam bir zemine kavuşyor. Tabi her şey bununla başlayıp bitmiyor, işçiler kendiliğinden bilincin sınırlarını pratikte zorlayarak bir direniş geliştirseler, her işçi direnişinin olmazsa olmazı olan işçi komiteleri kursalar, temsilcilerini kendi içlerinde öncüleşen arkadaşları arasında seçseler de halen kendiliğindenliğin sınırları içerisindedir. Gericilik birikiminin yoğun olduğu, Türkiye tekelci sermayesinin en güçlü patron örgütlerinden olan MESS’in kalesi olan Bursa gibi bir şehirde, her ne kadar bir işçi şehri de olsa burjuva ideolojisinin türlü sorunları, burjuva denetim kurumları çok güçlüdür. Son direnişte işçiler ileri örnekler yaratarak öne çıksa da, devletin, sermaye patronlarının direnişi yalıtma, toplumsal sahiplenmeyi kesmek için destek halkalarını, sol sosyalist toplumsal kurum ve örgütleri teorize etmesine tepki vermemesi, dayanışmaya kendini kapatması zayıf yanı olarak öne çıktı. Her fabrikanın kendi içine darlaşması, fabrikalar arasında bir eşgüdüm ve mücadele ortaklığının geliştirilememesini de getirdi. Burjuvazinin, MESS’in “bölyönet” politikası burada direnişin güçten düşürülmesini de doğurdu. (Bu yazı kaleme alınırken Bursa’da Renault dışındaki fabrikalarda direnişler belli kazanımların ardından bitirilmişti.) İşçi sınıfının sermayeye karşı en temel dayanağı birliği ve yaratacağı sınıf dayanışması ve ortak mücadelesidir. Sınıf bilincinin en temel parametresidir bu. Metal işçilerinin direnişinin hızla birbirini etkileyerek başka şehirlere, büyük fabrikalara yayılması yakalanması gereken temel sınıfsal halkayı da gösteriyordu. Burjuva devletin seçim gündemiyle elinin zayıf olduğu bir kesitte birlik ve dayanışmanın ortak mücadele ve talepler zemininde sermaye terörüyle MESS’ in inşa ettiği bu kölelik düzeni yıkılabilirdi. Hareket bir kez daha kendiliğindenliğin dar sınırlarına takılarak bu fırsatı kaçırdı. Güçlü bir savaşım kararlılığı işçi sınıfının örgütsel zayıflığı nedeniyle bir kez daha ulaşabileceği ileri sonuçlardan mahrum kalacak gibi görünüyor. Sınıf mücadelesi içinde her hareket, direniş güçlü ve zayıf yönleriyle tarihe dersler

bırakmakta bir sonraki kalkışma için öğretici olmaktadır. Metal işçileri birliğin önemini, kendi yaşam ve çalışma koşullarıyla ilgili tüm karar süreçlerinde aktif bir özne olmanın, kendi kaderini eline alması gerektiğinin, işçi kurul, komite ve meclislerinin, taban birliklerinin aktif kullanımının ne kadar can alıcı olduğunu öğrendiler. Sendikal bürokratik yapılara teslim olmayacaklarını gösterdiler. İşçi sınıfı devrimcileri için burada bir fırsat ve tehlike var. Fırsat işçi sınıfının bizzat işçi demokrasisini tabandan kendi deneyim ve çabalarıyla oluşturma süreci olurken, tehlike işçi sınıfının kendi dar fabrika içi örgütlenmesi dışında örgütlülüklere kendini kapatması, yani sermaye karşısında silahsızlanmaya kendi ayaklarıyla gitmesidir. Örgütlenmenin önemi basit bir kurum olmanın çok ötesindedir. İşçi sınıfının yaşadığı köleleşme sürecinin salt kendi patronuyla ve sendikasıyla ilgili olmadığı bir sistem meselesi olduğu işçiyi kendi dar sınırlarının dışına çıkararak ülkede ve dünya da yaşanan tüm siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel sorunlarla ilgili olduğu ancak güçlü bir örgütlenme aracılığıyla anlatılabilir. İşçi sınıfının üzerindeki sınıf egemenliğine, bu egemenliğin tüm ideolojik formlarına karşı mücadeleyi de zorunlar. Sınıfın geri, ürkek, kendiliğinden sınırlarına karşı mücadeleyi de gerektirir. Öncülük anca böyle, içerden müdahale-mücadeleyle kazanılır. Küçük burjuva kimi örgütlerin yaptığı gibi kendiliğindenliğin, onun bilinç ve pratiğinin önünde eğilmekle, pratikte bu geri eğilimleri derinleştirmeye çalışmakla, güzelleme düzmekte değil. Bursa metal işçileri, Gezi Direnişi’nden bugüne bir ihtiyaç, özlem ve talep olarak çokça dile getirilen neoliberal kapitalizme, onun ezme ve sömürü ilişkilerine karşı isyanı bir kez daha direnişle ifade ettiler. Ve bir şey daha çıktı buradan; sınıfın emekçi kitlelerin tabandan kurul, komite, meclis şeklinde örgütlenme ihtiyacının önemi ve zorunluluğu. Verili kapitalist sistem burjuva ideolojik biçimlerin hiçbiri bu ihtiyacı, özlemi karşılayamaz. Onun varlık gerekçesi ezme ve sömürü ilişkilerini korumaktır. Özgürlük ve demokrasi yaratmak değil! Ki buradaki temel sorun yeni bir yaşama olan açlık ve özlemdir, adı konsun, konmasın bu komünizmin özgürlük dünyasıdır. Ve onun yeryüzünün lanetlileri kuracaktır. Ercan Akpınar Sincan 1 No’ lu F tipi Hapishanesi C-71 Sincan-Ankara


işçi meclisi

8

işçi meclisi

9

Otomotiv-metal işçilerinin büyük direnişi: “Yaşasın tam bağımsız işçi kardeşliği!” Otomotiv-metal işçilerinin büyük direniş hareketi, yalnız mevcut kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendikacılığı sarstığı için değil, işçi sınıfının mutlak örgütsüzlük içindeki yüzde 90’ına, milyonlarla büyümüş yeni işçi kitlelerine tutulacak mücadele yolunu gösterdiği için önemlidir. Bu yol, aşağıdan öz savaşım organlarına, işçi komite, meclis ve kurullarına ve fiili kitle grevlerine dayalı sınıf savaşımı yoludur.

Otomotiv-metal işçilerinin büyük direnişi: “Yaşasın tam bağımsız işçi kardeşliği!” Türkiye’de 2000’li yılların en önemli işçi direnişi yaşanıyor. Bursa’da başta Renault, Tofaş olmak üzere 30 binin üzerinde otomobil ve yan sanayi fabrikası işçisi fiili kitle grevine gitti. Fiili işbırakmalar, Eskişehir, Ankara, Gebze gibi diğer büyük metal-otomotiv fabrikalarının olduğu şehir ve organize sanayi bölgelerine doğru yayılıyor. Başta grevleri yasaklanan Birleşik Metal üyesi metal işçileri olmak üzere, sınıf dayanışması ve eylemleri metal sektörünün bütününe ve diğer işkollarına yayılma eğilimi gösteriyor. Kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendika taşları yerinden oynuyor! Otomotiv-metal işçilerinin fiili kitle grevi, Türkiye işçi sınıfının lokomotif gücü olan metal işçilerinin baş belası faşist Türk Metal çete “sendikası”nı iliklerine kadar silkeleyip belini kırma noktasına getirdiği için önemlidir. Sermaye ve devlet güdümlü çürümüş “sendika” korucularına karşı işçilerin artan tepki ve eylemlerini, daha önce Tekel, Antep Tekstil, Soma, Greif, Boydak gibi bir çok işçi direnişinde gördük. Hatta Birleşik Metal üyesi metal işçilerinin grev yasağı ve Birleşik Metal’in sınırlarını nasıl fiili grev ve işgal girişimleriyle zorladığını gördük. Bu birikimden gelen metal işçileri çıtayı öyle bir yükseltti ki, artık sarsılan yalnızca Türk Metal korucu çetesi olmakla kalmayacak. Zaten güçlü bir tarihsel birikim ve zemini olanbu fiili grevin şok dalgaları, Türkİş, Hak-İş ve hatta DİSK ve KESK’i de doğrudan ve dolaylı olarak etkileyecek. Bundan sonra çürümüş, işbirlikçi, uzlaşmacı, kabuklaşmış, tabutlaşmış sendika patronları, işçileri satmaya kalkışırken 3 kez yutkunacak! Bu dalga kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendikacılığı bir çırpıda süpüremeyecek olsa bile, ayaklarının altındaki zeminin giderek kaymaya başladığını gösteriyor. İşçi sınıfı mevcut bürokratik sendika koruculuğu barikatını bir hamlede tümden yıkamayacak olsa bile, artık bunun tek nedeni, gerçek taban inisiyatifine ve fiili mücadele iradesine dayalı militan bir sınıf sendikacılığı kanalının halen olmaması. Ancak onun da yolu böyle kanırta kanırta açılacak. Türk Metal her zamanki gibi uzantısı olduğu MESS ve kapitalist devlet efendilerine sığınarak ağır zaiyatla paçayı kurtarmaya çalışsa da, sınıf mücadelesinde artık taşların yerinden oynamaya başladığı yeni bir dönem açılıyor. Bundan sonra yapılması gereken, işçi sınıfının artık sığmayacağını apaçık gösterdiği tabutlaşmış sendikacılığa veryansın etmenin ötesinde, gerçek işçi komite ve meclislerine, bölgesel ve sektörel işçi kurullarına, işçi sınıfının aşağıdan öz mücadele inisiyatifine, işçi demokrasisine dayalı ve bunu bütünleyip geliştirecek gerçek bir toplumsallaşmış ve siyasallaşmış fiili sınıf sendikacılığının ne ve nasıl olacağını -bizzat geniş işçi kitleleriyle birlikte ortaya koymak ve fiili mücadeleler içinde pratik olarak yolunu açmak, örneklerini yaratmaktır. İşçi sınıfının öz savaşım organları, fiili eylem biçimleri Otomotiv-metal işçilerinin büyük direniş hareketi, yalnız mevcut kabuklaşmış ve tabutlaşmış sendikacılığı sarstığı için değil, işçi sınıfının mutlak örgütsüzlük içindeki yüzde 90’ına, milyonlarla büyümüş yeni işçi kitlelerine tutulacak mücadele yolunu gösterdiği için önemlidir. Bu yol, aşağıdan öz savaşım organlarına, işçi komite, meclis ve kurullarına ve fiili kitle grevlerine dayalı sınıf savaşımı yoludur. Eğer sanayi işçileri üsttenci, despotik, lobici, sözde TİS (satışcılığı) sendikacılığına sığmaz hale gelmişse… Ofisleri, plazaları, hizmet sektörünü, tarım alanlarını, üniversite ve meslek liselerini doldurmuş milyonlarca işçi ve yeni işçileşme sürecinde olan kesimler hiç sığmaz. Tüm bu işçi kesimlerinin yapması gereken, zaten bürokratik bir kabuktan başka bir şey olmayan bir tabela sendikasına “üye” olmak için didinip durmak değil, kendi işyeri, işkolu ve bölgesinden başlayarak enformal ilişki ağları geliştirmek, işçi komite ve meclislerini, işyerleri arası işçi kurullarını sabırla oluşturmak, adım adım fiili grev ve direniş biçimlerine hazırlanmaktır. Bırakın sendikalaşma arkadan gelsin!

İşçi komite ve kurullarına, fiili mücadele biçimlerine dayanmayan bir sendika “İstediği kadar neoliberal kapitalizm, kentsel dönüşüm, çürümüş sendika engelden başka bir şey değildir! Gerçek işyeri komite ve meclislerine, işçi bürokratları, dahası antiemperyalist ulusalcılık ve antifaşist halkçı demokrakurullarına, bizzat işçilerin seçtiği ve gerektiğinde görevden alabildiği temtizm tarafından görünmezleştirilmiş olsun, işçi sınıfındaki mayalanmanın bu silciler kurullarına dayanmayan sendika bürokratik bir engelden başka (Gezi-bn) direniş ve isyanın üzerinde ve içinde bir etkisi olduğu gibi, Haziran bir şey değildir! Eğer halen yaşam belirtisi gösteren sendikalar varsa bu Direnişi de önümüzdeki süreçte işçi sınıfının fiili grev ve direnişlerine yeni bir şekilde dönüştürülecek, ancak her halükarda yeni ve daha gelişkin bir işçi yaygınlık ve derinlik kazandıracaktır.” (Ve Biz Bilmezdik Taksim’in Bu Kadar sendikacılığının, yeni sendikaların yolu bu şekilde açılacaktır. Kendini hala Özgür Olduğunu Yasaklanmadan Önce, 9 Haziran 2013. Devrimci Proletarya. “sendikalı” ve “sendika üyesi” sanan işçi kesimlerinin de, kamu emekçileri Aynı yazı, Gezi kitabımızdan da okunabilir: Derken Karanfil Elden Ele: Haziran dahil, ilk yapması gereken, kendi temsilcilerini seçme, işyeri komiteleri Direnişi, sayfa 96) ve temsilciler kurullarından başlayarak taban örgütlülük ve inisiyatiflerOtomotiv-metal işçileri, adeta kendi Gezisini, daha bir proleterleşen Geziyi ini fiilen, sendika bürokrasileriyle dişe diş mücadele ederek oluşturmaktır. yaratmıştır. İşçilerin istemi yalnız ücret artışı değil, Türk Metal çetesinin Bu yapılmadığı durumda, TİS dönemi yapılan bir iki göstermelik açıklama fabrikalara girmesinin yasaklanması, işten atılmaların yasaklanması, kendi ve eylem, sendika bürokratlarının iç bayıltıcı nutuklarını dinlemek için seçtikleri temsilcilerin ve komitelerinin fabrika patron ve idareleri tarafından çağrıldıkları “uyarı grev”lerine talim etmeye devam edeceklerdir. Otomotivtanınması, ücret ve metal işçilerinin fiili grev çalışma koşullarının ve fiili TİS atılımından belirlenmesine sonra, halen bu küf kokan aşağıdan kendi bürokratik kukla tiyatroseçtikleri öz organ sunu oynamaya devam ve temsilcileriyle eden “sendika üyesi” işçi ve katılım, tepeden kamu çalışanlarının artık inme dayatmalara yakınmaya hakkı yoktur! karşı fiili işbırakma Artık sendikal harekette hakkıdır. Bu tarihsel yalnız iki yol vardır: Ya süreç, neoliberal aşağıdan öz inisiyatif ve despotik çalışma fiili direnişlerle kendi rejimi dayatmalarına sorunlarını kendi ellerine karşı, Gezi’nin, alarak bir sınıf öznesi olma, Somaların birikimya da çürümüş bürokratik lerini özümseyerek, tabutun bir parçası olma! Türk Metal çetesinin fabrikalara girmesinin yasaklanması, işten atılmaların ilerleyen süreçte, işçi denetimi müİşçi demokrasisi yasaklanması, kendi seçtikleri temsilcilerin ve komitelerinin fabrika patron ve cadelesine evrilme idareleri tarafından tanınması, ücret ve çalışma koşullarının belirlenmesine potansiyeli de Otomotiv-metal işçilerinin kitle grev aşağıdan kendi seçtikleri öz organ ve temsilcileriyle katılım, tepeden inme dayatmalara taşımaktadır. ve direniş hareketi, aşağıdan işçi sınıfı demokrasisinin bir belirimi olduğu karşı fiili işbırakma hakkıdır. Toplumsallaşan işçi için önemlidir. İşçiler en büyük otosınıfına doğru mobil fabrikalarından başlayarak kendi aralarında enformal ağlar oluşturmaya başlamışlardır. Yüzlerini sendika bürokrasisinden birbirine çevirmeye başlamışlardır. Enformal yatay işçi ağları, Otomotiv-metal işçilerinin fiili kitle grev ve direniş hareketi, sıcak genel seçim sürecine denk geldiği için, önemlidir. Daha siyasal bir anlam kazanmıştır. Bosch’ta ne oldu, Birleşik Metal grevinde ne oldu, Boydak’ta ne oldu diye, AKP Hükümeti’nin Gezi’den, Rojava’dan sonra, bir çizik de, çantada keklik işlemeye, her bir direniş biri ötekinden güç almaya başlamıştır. Otomotiv sandığı sanayi işçilerinin toplumsal emek üretkenliği en yüksek kesimlerinden işçileri, Türkiye’nin son dönem işçi tarihinde hiç görülmeyen bir şeyi, hiçbir sendika, kurum ve siyasetin öncülüğü, çağrısı, organizasyonu olmadan, Bursa yediği kesindir. Kent Meydanı’nda bir kitlesel mitingi, Gezi’den esinlenerek, göstere göstere Seçim popülizmiyle hemen metal işçilerine destek açıklaması yapan HDP kendi kararlarını alıp kendileri organize ederek gerçekleştirmişlerdir. Gerisi ve CHP’ye gelince, taşeronluk kalkacak ve asgari ücret 2 katına çıkacak gibi de çığ gibi büyüyerek gelmiş, fabrikalar arası dayanışma köprüleri, ortak işçi vaatlerinden önce, kendi yönetimlerindeki belediyelerde bile taşeronluğu kurulları, birleşik eylemler, iş bırakmalar gelişmeye başlamıştır. niye kaldırmadıklarını, asgari ücreti 2 katına çıkarmadıklarını açıklasınlar. Kimse kendini ve işçileri kandırmaya çalışmasın, taşeronluğun kaldırılması Otomotiv-metal işçilerinin aşağıdan örgütlenme ve fiili direniş dalgası, da, asgari ücretin yükseltilmesi de, çalışma saatlerinin kısaltılması da, işçi durgun gökte çakan şimşek değil, aşağıdan işçi demokrasisi ve fiili işgal, sağlığı ve güvenliğine dönük gerçek kazanımlar da, taban inisiyatifine dayalı grev, direniş örneklerinin yeni ve bir üst düzeye çıkmaya başlayan bir halkası sınıf sendikacılığı da, ve tüm bunlar ve daha fazlası için daha güçlü ve fiili olarak, bu yönde güçlenen bir tarihsel iç dinamizmin ifadesidir. “Demokrasi” bir işçi hareketinin kendi yolunu açması da, toplumsallaşan ve siyasallaşan, denince aklına gelen son “şey” işçi sınıfı olan sınıf kaçkınları, “demokrasi”yi örgütlenen ve bilinçlenen işçi sınıfının, yeni bir temelden mücadele içinde liberal parlamenterist ezilenci demokratik-toplumculukta araya dursun! oluşum sürecinde olan işçi sınıfının kendi eseri olacaktır. Hiçbir hakkın 2013’deki metal eylemleri sürerken, Gezi patlayınca, hemen en büyük Gezi lütfedilmeyeceği, bahşedilmeyeceği, iğne ucu kadar bir kazanım için bile ağır şampiyonu olup uzlaşmaz emek-sermaye karşıtlığını ve ücretli kölelik bedellerle, inatçı, sert ve fiili isyan ve direnişlerle yolun açılabildiği bir dönemkavramını defterden silmek için acele edenler, bulutların üstünde uyuya durdeyiz. sun! Gezi, önceki bir dizi işçi grev ve direnişinden beslendiği ve kendi içinde de yeni işçi kitlelerinin sınıf oluşum dinamiklerini taşıdığı gibi, işçi sınınıfın Halen çok geniş bir kesim, tüm meseleyi AKP ve Erdoğan’dan ibaret görüp, aşağıdan fiili mücadele ve örgütlenme inisiyatifine, despotik-bürokratik liberal reformist parlamentarist hayallerini onun üzerinden aklamaya çalışsa sermaye kurumlarına aşağıdan müdahalesine, yeni bir itilim kazandırmıştır. da, meselenin AKP’den ibaret olmadığını, yaşananın salt bir hükümet Daha Gezi sırasında bunu öngörmüş ve şöyle yazmıştık:

veya siyasal rejim krizi de olmayıp, bir sistem krizi olduğunu, kitlelerin yalnız bu neoliberal siyasal rejime değil, neoliberal despotik çalışma rejimine de sığmaz haline geldiğini, yıkıcı proleterleştirme ve çalışmayı değersizleştirme süreçlerinin, yıkıcı geri dönüşünün de geleceğini kimbilir kaç kez vurguladık. İşte o sürecin belirimleri de kendisini henüz sınırlı ve mütavazi de olsa göstermeye başlıyor. Eskiyi yıkmadan yeni ve daha yüksek bir sınıf oluşumunun önü açılamaz; ve yeninin Gezi gibi belirimleri olmadan da eski yıkılamaz. Bu sınıf ve toplum, giderek kadın, kürt, genç, eğitimli yeni işçi kitleleriyle toplumsallaşan işçi sınıfı, artık bu deli gömleğine sığmaz hale geliyor. Yalnız hükümetine değil, seçim sistemine, mali oligarşik neoliberal demokrasisine, aile kurumuna, eğitim sistemine, sendikalarına ve hiçbir sömürü/egemenlik kurumuna sığmaz hale geliyor. Çünkü sınıfsal, toplumsal, cinsel, ulusal, bireysel ihtiyaçlar ne kadar büyüyorsa, bu neoliberal despotik cendere o kadar daralıyor… Bu ihtiyaçlar belki halen büyük zaferler kazanacak kadar geniş ve şiddetli hissedilmiyor, ama Gezi gibi, Metal işçilerinin direnişi de, bu yönde basıncın giderek arttığını gösteriyor. Bugün için öne çıkan AKP-Erdoğan ve Türk Metal gibi en pervasız ve sivri uçlar olabilir, onların bile kanırtılması için ne büyük bedeller ve mücadeleler gerektiğini görmek gerekiyor.Fakat liberal ezilenci demokratik toplumculuğun onca küçümsediği ve kenar süsü saydığı işçi sınıfının lokomotif metal işçileri bölüğü, en azından sorunun sadece Türk Metal olmadığını, onun arkasında Türkiye’nin en vahşi, en pervasız mali oligarşik sermaye örgütü MESS’in olduğunu biliyor! MESS’le mücadele edebilmek için Türk Metal’i tepelemesi gerektiğini, aşağıdan savaşım örgütlerini geliştirmesi ve fiili grev ve direnişler örgütlemesi gerektiğini biliyor. Tüm sorunu AKP’ye indirgeyen, Gezi’nin birikimini de parlamenterizme havale etmeye çalışan liberal reformizm ise, AKP’nin arkasında ve içinde, veya hükümette kimler olacaksa, arkasında ve içindeki burjuvazi ve mali oligarşisini, Koçları, Sabancıları, Doğuşları, Ülkerleri, TÜSİAD’ı ve MÜSİAD’ı, küresel tekelci kapitalizm ve mali oligarşisini bile göremiyor!! Metal işçilerine seçim popülizmiyle genel geçer “destek” açıklamaları yapan HDP ve CHP, “Bu ülkede AKP kadar Koç grubunun, AB ve ABD merkezli emperyalist kapitalist tekellerin burnu sürtülmeden demokratik ilerleme sağlanamaz” türünden bir açıklama yapsın da görelim! Sınıf dayanışmasına, işçi komite ve meclislerine, fiili direnişleri yaygınlaştırmaya Otomotiv-metal işçilerinin mücadelesi çetin. Kolay bir zafer yolu yok. Dişle tırnakla kopartılması gerekiyor. Kendiliğindenliğin iç sınırları da var. Sınıf düşmanı, geri adım atsa bir türlü atmasa bir türlü, her zamanki cellat-papaz taktiğini oynayacaktır. Şu anda en önemli şey, tam da Soma’nın yıldönümünde olduğumuz, Gezi’nin yıl dönümüne yaklaştığımız, işçi sınıfının 12 Eylül karanlığının delinmeye başlamasında önemli rol oynayan Bahar Eylemlerini çağrıştıran bu süreçte, fiili, eylemli sınıf dayanışmasıdır. Fiili iş bırakmaların yaygınlaşmasıdır. İşçi sınıfının öz savaşım organlarının, işçi komitelerinin, kurullarının yaygınlaşmasıdır. Fiili kitle işgal, grev, direnişlerin yaygınlaşmasıdır. İnsanca yaşanacak ücret, işçi sağlığı ve güvenliği, ve “sermaye için değil işçiler için sendika” (Soma işçilerinin sloganıdır), sermaye demokrasisi değil işçi sınıfı demokrasisi sloganlarıyla eylemli sınıf dayanışmasına! Yalnız metal işçilerine “destek” vermek için değil, tüm işçilerin kendileri için sınıf olarak örgütlenmesi ve eylemine! Yazımızı, fiili direniş sürecindeki bir otomotiv işçisinin Facebook’taki son derece naif ama inanılmaz güzel sloganı ile bitirelim: Yaşasın tam bağımsız işçi kardeşliği!


10

işçi meclisi

Fransa-Renault deneyİmİyle Bursa Renault grevİ: “Sınıfın gücü somuttur”

Renault Flins işçisi, CGT şube sekreteri Ali Kaya Örgütlenme seviyesi… Mücadelede maaş masaya toplantıya, beni nasıl engellersin toplantıya girmemi?”, “O olmaz,” dediler. Ben de dedim ki koyuldu. Böyle zamanlarda ilkin işten atma Bursa’ya ilişkin izlenimlerinin ne olduğunu “Benim senden farkım ne, sen niye gidiyorsun? olur. Kendi kararları vardı, biri atılırsa herkes iş sorduk: Onun için seçilmemiz lazım.” durduracak diye. İlk istifalar başladığında her vardiyada işçiler kapıda bekliyordu. Beraber – Grev günü, hatta öncesi Cuma günü ben – Bütün işçilerin katıldığı toplantılar oluyor giremezsek, birinin kartı basmazsa hepimiz gitmeye karar verdim. CGT’ye “N’apıyorsunuz” muydu? Birlikte karar alınıyor mu? Görüşme greve gidelim diye. Ayın 15’inde herkes içeriye dedim, onlar adına gitmedim, onlar kararsızdı, giremedi, işten çıkarma olunca girmiş olanlar da sonrası işçilere toplu iletilip onaylanıyor muykendi adıma gittim. Renault işçisi olarak. Ama dışarı çıktılar, grev oldu. Önce sakal, çatal bıçak, du? ben gidince CGT bunu resmileştirdi. İki işyeri arasında işçi değişimi vardı. (Yılda or- sonra da bu. O zaman kurul yoktu. Toplantı dedin ya, acil durumda telefonlarla talama 15-25 işçi Fransa-Renault’ya formasyon toplanma oluyor. Fabrika normalde 6000 kişi. için geliyor.) Tanıdıklarım vardı oradan. Benim – Kurulun yapısı nasıldı? Nasıl oluşmuştu? Ama orada en fazla 2000 kişi oluyor. Toplamak bağım olan insanlar solcu ama militan değil. O da zor. Vardiyalar her zaman durmuyor. DinlenKurulda kim olur, kim cesaretlidir, dürüsttür, yüzden de anlatımlarında “filtre” yok. Fakat bu meleri de gerekiyor. Bazı kararlar oylama ile, bazı güvenilirdir… Seçim olmadı, doğal önderlikle mücadelenin içinde militan oldular. Gittiğimde kararlar bağırma ile alınıyor. Temsilciler işçilerin oldu. Sonradan resmileşmiş gibi oldu. İlk karşı BMİS (Birleşik Metal) beni kendi ilişkileriyle kontrolü altında. karşıya gelişlerde öne çıkanlar, söz söyleyenler. tanıştırdı. Orada işçilerin moralini ve düşünce Toplantı olunca kim gidecek konusu üzerinden seviyesini gördüm. İşçilerle militanlar arasında – Bunların içinde Türk Metal temsilcileri var belirlendi. Grev başladı, sonra bunlar 10 kişi kuyu vardı. mı? Yoksa onlar eylemler başlayınca tasfiye kadar, diğerlerini seçtiriyor. Vardiya ve atölye edilmiş mi? temsilcilerini seçtiriyor. Onlar daha resmi bir BMİS’in greve yönelimi yok. Birkaç kişiyle şekilde seçilmiş. Öncelikle bölümleri örgütlenbağları var, kontrolü yok. Ama temsilcilerin bir Onlar likide olmuşlar, zaten 7-8 tanesi kendileri kısmı, ve haksız da değiller, bir aşamada BMİS’e mek için. Mesela 8 kişi biz fabrika temsilcisiyiz mecbur kalacağız diye düşünüyorlar. Yasal sebe- ama nasıl bağ kuracağız. Bir bölümden 8 kişi x 3 istifalarını vermişler. Bir zayıf yön de, grevin vardiya = 24 kişi. 200 atölye var. Bazı bölümlerde fabrikalar arasında örgütlenmesi yok. plerle. Şimdi ama daha erken. Kimse sendikaya bir, bazı iki, bazı hiç temsilci yok. Başı çekenler güvenmiyor. – Fabrikalar arası kurul vardı, ortak sol görüşlü birisi de gerici. açıklamalar çıktı. – Grev nasıl başlıyor, işçiler nasıl bir düşünüşle Ben onlara görüşmelere gitmeden toplanıp hareket ediyorlar? Fabrikalar arası kurul dedin ama o formaltartışıyor musunuz, onaylanarak karar alıyor ize olmadı. Tofaş temsilcileri ile görüşüyorsun. – Bir alt örgütlenme yok. ’98 tecrübesi var. 2012 musunuz, işçilere oy verdiriyor musunuz, diye O seçildi mi, sıradan biri mi? Günde kaç sefer sordum. Gençler çoğu, ama militanlarda bile daha canlı bir tecrübe. Sıradan işçi de biliyor toplantı oluyor? Bunlar soru…. örgütlülük zayıflık. Tabii bu uzaktan ders vermücadeleye başlaması gerektiğini. Problem mek gibi olmasın da!… Örneğin toplantıya maaş; sendika değil. Türk Metal’e çarpması, 1) – Fabrikalar tek tek görüşme ve anlaşmaya gitgitmeden önce 8 kişi konuşuyor, işçiler yok. TM böyle olduğu için, 2) Mücadele çok siyasi tiler. Üst bir örgütlenmeye gidemediler. Ama toplantıda karar vermiyorlar. O, sonra. olmadığı için. Yoksa direkt patrona çarpar. TM it! İşçilerin itin sahibine saldırması lazım.. İşçiler Demokrasi işini formalize etmiyor yönetenler. Koordinasyon olsaydı da böyle fabrikalar ayrı “Ben geldim” dedim “mesela, pres bölümünde doğrudan patronla karşı karşıya gelmek istemiayrı sözleşme yapabilirdi. Öbür fabrikaların temçalışıyorum, ben de gitmek istiyorum dedim yorlar. Bilinçli olsalar direkt ona yönelirler. Renault greve başlamadan önce birçok etap geçti. Sakal bırakma, çatal kaşık vurma, Yasal, onun da dışında örgütlenme okuludur sendikalar. Öyle kullanılabilir. İyi mi değil mi problem servislere binmeme… Çoğu gerici, sarkık değil. Örneğin Renault’da durum böyle devam ederse kötü olur. İşçiler arasında hangi sendika bıyıklı işçilerin. Orada bana gel bize yardımcı ol sendika kuralım diyenlerin face sayfalarına tartışması var. Sendika, tartışılacak bir şey değil. Bir seviyeye kadar sermayeye yardımcı olur. İşçiler baktım, öyleler. Temsilciler solcu, ama dinci radikalleşirse sendika polis rolü oynar. insanları yönetiyorlar.


11

işçi meclisi

silcisi de Renault idi. – Renault’nun talebi hepsini arkasında topladı. Bosch’ta yüzde 60 artış sağlandı, biz de bunu istiyoruz, dediler. Renault işçileri önceki mücadelelerde de hep ilk başlayan ve öncü olan. ’98’de de, 2012’de de ilk harekete geçen. Bosch’un yüzde 60 değil, yüzde 14’le yüzde 60 arasında ama kıdeme göre de değişiyor. Aslında talebin tek olması avantajdı, hala da avantaj… Pratik organizasyon için işçilerin kendilerinin örgütlenme yapması şart. Şu anda mücadele belli bir seviyededir. İşçilerin talebi ekonomiktir, siyasi değil. Bazı yorumlar var böyle ama ben o ikisi arasındaki köprüyü öyle yapmıyorum. – Direkt demokratik bir taleple çıkmıyorlar ama dolayımdan o bağlantı oluşuyor. Seçim dolayısıyla işçilerde illüzyon var. İşçiler hükümet bizden taraf diyor. Talepleri MESS kabul etmiyor diyorlar. Hükümet çözüm istiyor, yönetim istiyor, ama MESS istemiyor diye düşünüyorlar. Ama bu sorun çabuk çözülür. Bak şimdi de mücadele sürüyor zaten. – Öncesinde Ali Babacan, dün Ekonomi Bakanı “Çok zararımız oldu” diyorlar. “Seçim döneminde bu manidar” dediler. Dış mihrak söylemi ile eylemi karartmaya çalışıyorlar. Hükümet ve TÜSİAD geriliminden dolayı hükümet istiyor, TÜSİAD istemiyor diye bir düşünce mi var? Evet. CNNTürk aradı. Telefonda “Renault’nun Fransa’dan yolladığı üretimi tekrar alacağı için seviniyor musunuz?” diye sordu. – Bakanların açıklamalarına işçiler ne diyor? Hem de seçim döneminin etkisi nedir? Diğerleri işçi lafı bile etmiyor. Oy ile mücadele bağı direkt kurulamaz. AKP belediyeleri yardım getirdi, Nilüfer Belediyesi (CHP) getirdi. Ama işçiler gücünü anladı. Çok uzaktan geliyoruz, çok geriden başlıyoruz. 2012’de 30 kişi atıldı, hiçbir şey olmadı. 2 prim artı senelik zam aldılar. Ben buradaki primleri anlattım onlara. Şimdi her sene 12. ay 600 TL alacaklar. Temsilciler kabul edildi, resmileşti. Bu bir devrim. Öbür fabrikalar işe başladı. Üstelik Renault’nun problemi parayı vermek tamam ama her şeyi de kabul etmek istemiyorlar. İşçiler biz burada eyleme bir pause (ara) koyalım, biraz bu verilen sözlerin sonucunu görelim diyor. Temsilcilere kişisel baskılar da oldu. Savcılık, polis falan. Vali görüşmede temsilcilerin gözüne bakarak “İlerde problem yaşarsınız, siz sorumlu olursunuz, Sen başlarsan işçi de başlar” demiş. Şimdi bunun söylendiği kişi kendisini tehdit altında hissediyor. – ’89 daki işçi eylemleri sendikalardan doğmadı. İşyeri komiteleri oluştu, hareket onların önderliğinde gelişti. Şimdi de yasadışı grev sendikaların dışından başladı. Zayıf bir işçi örgütlenmesine dayanıyor. Gelişkin bir sınıf örgütlüğü bilinciyle değil bir zorunlulukla, Türk Metal gibi temsilcileri seçtirmeyen, işçilere saldıracak bir gücü hazırda tutan faşist, mafyatik bir sendikaya karşı tavır alınarak. Şimdi yeni bir sınıf örgütlenme biçimi doğuyor, işçi kurulları. Avrupa işçi hareketinin deneyiminde de var bunlar. Sendikadan ayrı ama onu sendikaların karşısına koymadan, sendikaları reddetmeden onlar üzerinden ilerlemek hareketi güçlendirir mi yoksa onu bırakıp sendikayla mı devam etmeli? İşçiler arasında yeni bir sendika kurma, Birleşik Metal’e geçme tartışmaları da başladı…

Şimdi şöyle bakıyorum ben. Somut durum budur. Mücadeleci işçilerin sendika dışından olması bu kurulları inşa etmeye yardımcı olur. Bu bizim seçtiğimiz bir şey değil. İşçinin örgütlenme tecrübesini hızlandırıyor. Ama burjuvazi şunu da anladı. Mücadele anlamında işçilerin sendika dışında olması onlar için kötü. Avrupa burjuvazisi daha tecrübeli Türk burjuvazisinden. O bu sendikaları daha bağımsız bırakır. Onun için BMİS tam uygun. Şu anda mücadele yükselirse sendikaya ihtiyaç yok. Ama gerileme döneminde, normal dönemde, sendika işçilerin kendini koruyabilmesi için gerekli bir kurumdur. – Yasal bir gereklilik olarak mı, TİS vb için? Renault’da, Tofaş’ta …, işçiler fiilen kendi temsilciliklerini kabul ettirdiler. Yasal, onun da dışında örgütlenme okuludur sendikalar. Öyle kullanılabilir. İyi mi değil mi problem değil. Örneğin Renault’da durum böyle devam ederse kötü olur. İşçiler arasında hangi sendika tartışması var. Sendika, tartışılacak bir şey değil. Bir seviyeye kadar sermayeye yardımcı olur. İşçiler radikalleşirse sendika polis rolü oynar. – BMİS’e giderlerse işçilerin sendikal demokrasi basıncı olur mu? TİS süreçleri vb. işçiye sorulmadan karar alınmamasını sağlar mı? Yönetim üzerinde kontrol, dönüşüm gerçekleşir mi? Yoksa bir sonuca ulaşmış olmakla edilgenliğe mi dönerler; mevcut sendikal yapı onları pasifize eder ve olduğu gibi devam mı eder? Bence TM tarzına dönmez ama işçilerin mücadele, mobilizasyon seviyesine bağlı. Karar çiğneme şu an olmaz ama ilerde olur. Sadece siyasi militanlar faaliyet yürütürse ona karşı frenler. Ama maddi güç veriyorlar. BMİS’in olduğu fabrikaları görüyoruz orada devrim mi oluyor! – BMİS? BMİS işçilere yaklaşamıyor. Bildiri dağıtamıyor. Alternatif olmadığını biliyor. Burjuvazinin bu tek sendika sistemi değişmedi. Bizim amacımız sendika-işçi kopukluğunun olmaması. – Çıkan haberlerde, anlatımlarda işçilerin dışarıdan destek için gidenlere soğuk davrandıkları, katı bir tutum aldıkları , “Neden geldin?” diye sordukları yer alıyor? Oysa grev ve direnişlerde işçiler dışarıdan gelen desteği sevinçle karşılar, davalarını anlatmak ve duyurmak için bir fırsat sayarlar, yalnız olmadıklarını hissederler, burada niye farklı oldu? Ben Pazar akşamı gittim, beni içeri bırakmadılar. İnsanı rahatsız eden bir durum… Ama ben içerde olsam belki ben de yapardım. Eylemi yürüten, işçilerdi. Sonra bana “Öyle yapmasak fabrika önü Gezi’ye dönerdi,” dediler, “tüm solcular gelirdi”. İçeriye sadece Renault kartı taşıyanları alıyorlardı, bunun üzerine Renault yönetimi polislere kart yaptırdı. Onlara bir yöntem önerdim, bölüm bölüm işçiler bir araya gelin, toplanın, tanımadıklarınızı dışlayın diye. Toplandılar bölümde, 6 kişi ortada kaldı, çünkü onlar hiçbir bölümden değildi. İşçiler flic’leri (polis) dışladılar böylece. – “Solcular buraya gelirse anlaşmamız güçleşir, bizim davamız ekmek davası, başka bir yöne çekilmesine imkan vermeyelim” mi düşünüyorlardı? Solu bırakmama sebebi 1) Taban gerici 2) Mücadelenin çıkarları için. İkisi karışık bir durumda. Bu, mücadelenin düzeyi ile bağlantılı.

– Peki Gezi ile ilgili işçiler olumsuz mu düşünüyorlardı? Tabii. Gezi’de Aleviler, solcular, eski asker aileleri katıldı, işçiler yoktu. – İş kulelerinde çalışan beyaz yakalı işçiler, semtlerden gelen genç işçiler vardı. Kendi sınıf talepleri ile değil ama varlardı. Sanayi proletaryası, Bursa, Gebze, bunlar Gezi’ye uzaktı. Benim arkadaşım Türkiye’de Renault’dan emeklidir, o, AKP’ye karşı katıldı. Ama işçi talepleri ile katılmadı. Tek problem AKP oldu. O zaman kimse işçi talebi konuşmuyordu. – Renault’da temel konu ücretti dedin. Çalışma koşulları ağır. Üretimin temposu hızlanmış durumda. Dijital kontrol sistemleriyle birlikte işçiler üzerindeki kontrol ve denetim artıyor. Eskiden az da olsa kaçamak yapabilirken şimdi onu da yapamıyorlar. İşçiler 1 dakikada, 57 saniyede araba çıkartılıyor diyor. Çalışma koşullarının ağırlaşmasına, üretimin temposunun artmasına karşı bir talep yok mu? Sen bunun ortaya çıkardığı hastalıklardan söz ediyorsun… Bu var ama onu geride tuttular. İş koşulları çok zor. TM’e isyanın sebebi bir de odur. Bel fıtığı, boyun fıtığı gibi hastalıkları hiç sorun etmiyorlar. Ama bu sorunlar yeryüzüne çıkmadı. Bence o konuyu fazla öne sürmediler. Çünkü genel bir talep olmadı. Grev ondan patlamadığı için o konu geri planda kaldı. O şimdi bölüm bölüm yaşanacak, genel talep yapamazsın. Bölümler birbirinden farklı. Mesela bizim bölümde saatte 10 dakika pause var. Montajda daha farklı. Günde 26 dakika pause. Ama bu sorun ikinci etapta. Ali, “İşçiler işbaşı yaptıktan sonra telefonla konuştuğumda bana ‘Biz işe başladık, önceden tenezzül edip merhaba demeyenler -fabrika yöneticilerini kastediyor- bize işe başlamanızı unutamayız diyorlar” diye anlatıyor. – Bu işçilerin eylemle neyi kazandıklarının açığa çıkması. Özgüven, işçi onuru. İşçilerin bundan duydukları sevinci,ona verdikleri önemi gösteriyor. Buradakiler onu bilir. (Fransadaki kapitalistleri, yöneticileri kastediyor) – Buradakiler neyi biliyor? Grev yaşıyorlar, işçinin psikolojisini biliyorlar. Bilek gücü ortamını daha iyi anlarlar. Yöntem, böyle durumlarda iyi davranmak. Renault yönetimi, buradakiler tecrübeli, oradakiler işten atmaktan başka bir şey bilmiyor. – Türkiye’de önceki faşist rejimin yöntem ve tecrübeleriyle hareket ederler. Bastırma ve zorbalıkla sonuç alma, fabrikalarda da ilk uygulanan bu olur. İki gün önce bir röportajda Türkiye’deki kapitalistlerden birisi, ana şirket bize “80 cent için üretim mi durdurulur, verin” diyor, biz onlara bu artışın neden verilmemesi gerektiğini anlatıyoruz diyordu. Şimdi işçiye başka türlü bakması lazım. – Biraz burayı da konuşalım? İşçi hareketinin Fransa’da güçlü deneyimleri ve mücadele birikimi var. Eylemlerde bir devamlılık da var. Ama CGT, geriye doğru tekrarlar yapıyor. 1 Mayıs geçen yıla göre zayıftı, okullardaki eyleme katılım yüzde 25’te kaldı, sağlıkçıların eylemi de


12

işçi meclisi

istediğimizi yapalım! – Fabrika sorunlarını bütün işçilerle, meclis tarzı birlikte konuşmak? Yaptığınız grev sırasında sizin fabrikada da gördük: Sendikalar var, işçilere sendikalar olarak ayrı ayrı gidiliyor. Bu sendikalar olarak gidişin dışında fabrikadaki sorunları işçiler olarak bir araya gelerek, sendika sınırlarına hapsetmeden birlikte konuşmak gibi daha farklı bir gidiş olamaz mı? Daha dolaysız, doğrudan işleyecek bir demokrasi, yüzyüze.

benzer oranda kaldı. Siyasal düzeyde sağ partiler UMP, FN yükseliyor, kriz-durgunluk etkisine karşın sol bütün kesimleriyle geriliyor ve karşı bir yükseliş yok. Büyük problem, bizde işsizlik 10 yıldır artıyor. Fabrikalar kapanıyor. Tüm işçi ailelerini etkiliyor bu. Hiç kimse benim ailemde işsiz yok diyemez. O riski herkes yaşıyor. İşçinin morali kırıldı. Kaç senedir biz bununla yaşıyoruz. Sendikalar, özellikle de CGT sendikası Sarkozy döneminden beri burjuvazinin ve hükümetin gözüne iyi görünmeye çalışıyor. Kendi rolünü “sosyal partner olmak” diye tanımlıyor. Sosyalist Parti hükümette zaten. Sosyalist Parti geldikten sonra ilk defa bu yıl 9 Nisan’da eylem oldu. – Evet, bu yürüyüş 1 Mayıs’tan daha iyiydi. Daha kalabalıktı. O yürüyüşten önce CGT yönetimi yolsuzluk sebebiyle değişti. Yeni yönetici eski Renault işçisi, benim merkez temsilcim. O kendini göstermek için yürüyüşe çağırdı. Ama rutin geliyor. Sendikalar mücadeleci değil. Yapsalar başarırlar demiyorum ama onu da yapmıyorlar. – Sendikalar böyle ama işçilerde bir mücadele birikimi olmuyor mu? İşçiler biz bir şey yapamayız, yönetenler çok güçlü diyorlar. Sendikalar bir boka yaramıyor. Biz de bunun ortasında mücadele veriyoruz. – Ama Bursa da patladı böyle. İşçilerin çoğu İç Anadolu bölgesinden göçmüşler. Toplumsal gericilik birikimi yoğun, bir şey olmuyor deniyordu. Şartlar aynı değil. Türkiye’nin ekonomik durumu 10 senedir düzeliyor. İlerliyor. Hükümet, tamam sizin sıranız da gelecek diyor. O şartlarda yaşıyor. Bursa Renault’da ben 2012’de işten atmalar olduğunda burası 5-10 sene kendine gelemez demiştim.

– Otomotivde üretim artış halinde evet. İç pazarda da dış pazarda da satışlar yükseliyor. İşçiler de bunları biliyorlar. Ama işçi mücadelerinde iki durumda yükseliş olur. Birincisi, ekonominin yükseliş dönemi, işçiler ücretlerde artış ve yeni haklar talep ederler, ikincisiyse koşullar çok kötü olduğu zaman hak kayıplarını azaltmak ve isyan biçiminde patlamalar olabiliyor… Bence ne o ne ikincisi, otomatik bir şey yok. – Yok tabii otomatik. Bilmiyorum… Sınıfın gücü somuttur. Gerçek bir gücü vardır. Her an patlama olabilir yani, burjuvaziye güvenebiliriz! Biz kendi çalışmamıza bakalım… – Sendika dışı örgütlenme ve işyeri meclislerinin Avrupa işçi hareketinde de bir yeri var. İşçi meclisleri 1920’lerde yayılan bir örgütlenme biçimi. Türkiye’de ’89 bahar işçi eylemleri de sendikaların dışında işyeri komiteleri önderliğinde gerçekleşti. Geriye doğru baktığımızda işçi hareketi tek bir örgütlenme biçimine bağlı değil. Sendikalar giderek öne çıkıp kurumsallaşıyor. Sendikaları yok saymadan işçi hareketinin bu örgütlenme biçimleriyle yürümesi konusunda ne düşünüyorsun? Bence CGT dahil sendikalar aşırı kurumlaşmış. Doğal bir demokrasi ortamı olması… Bence olmaz… Fransa’da ve fabrikalarda mücadeleci işçilerin hepsi sendikalara sığınıyor. Sendika yönetimleri bürokratik. Ama taban mücadeleci, darbe yiyen, patrondan zulüm yaşayan onlar. Yarın patlak olursa bu sendikalardan geçiyor. Dışında olmaz. Kendini patrona karşı öne sürenler hep mücadeleci insanlar. Hem avantaj sendikalar, çünkü toplu bir birleşim. Hem de dezavantaj, çünkü yönetimi bürokratik. Yönetimin denetimi büyük değil. Ben sordum “Türkiye için ne yapalım” diye. İşçiler “Boş ver onları sen git” dediler. Sendikanın derdi aidatları toplamak. Biz kirayı ödeyelim ama evin içinde

Biz her zaman deniyoruz. Ama işçiler çoğu zaman gelmiyor. Biz her hafta bir bildiri koyuyoruz. Bu da mesela Bursa’yla ilgili bildiri. (Dağıttıkları bildiriyi çantasından çıkartıp veriyor.) 4000 işçiye haftada bir sefer bildiri dağıtıyoruz. – İşçilerde sosyalist düşünceye uzaklık neden? Bizde 30 senedir sosyalistler iktidarda (gülüyor). Bana “kırmızı” diyorlar. Militanların olduğu yerde biz onların aralarındayiz. “Kırmızılara güvenilir” diyorlar. Ama kendisini sorgulamıyor bile. – Fabrikayla sınırlamadan konuşursak, çünkü işçiler, sadece fabrikadaki çalışma koşulları, sadece sömürülme üzerinden düşünmüyorlar, günlük yaşamın, ihtiyaçlarının içerisinden düşünüyor ve ne yapacaklarına karar veriyorlar. Kapitalizm altındaki yaşama, bugünki yaşama nasıl bakıyorlar? Yeni bir yaşam’dan ne anlıyor işçiler? Kapitalizmin kötü olduğunu yaşıyorlar. Onun dışında ne yapılabileceğini kimse düşünmüyor. Eski işçiler biraz anlıyor ama imkansız diyor. Eskiden Komünist Partisi’nin her tarafta militanı vardı. Her fabrikada, her kentte, köyde vardı. Şimdi yok… Her birisi bireysel düşünüyor, olanın içinde kendi için ne yapacağını belirliyor, buna göre davranıyor. Ben Türkiye’den döndüm, atölyede dolaşırken arkadaşlar bana “Biz ne zaman böyle yapacağız” dediler, “Ne oldu” diye sordular, “Gördün mü, 130 TL kazanmışlar, biz ne yapacağız” dediler. Cesaret aldılar. Türkiye’deki mücadele buradaki işçilere de cesaret veriyor. Sendikalar -yöneticiler- deforme olduğu için üretimin Fransa’ya kaymasını düşünüyorlar. İşçiler ise “Bursa’da işçiler ayda 500 Euro alıyor” diyorlar, milliyetçilikle hareket etmiyorlar. Kazanıma seviniyorlar. Röportaj için teşekkür ederiz.


Kapitalizm kanser ediyor Halk sağlığı uzmanı, sağlık sosyoloğu ve iş cinayetlerini oluşturan ortamlar konusunda mücadeleci bir uzman olan Prof. Dr. Annie Thébaud-Mony İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin davetlisi olarak İstanbul’da bir forum çerçevesinde bizlerle oldu. 5 Haziran Cuma gecesi İstanbul Tabip Odası’nda gerçekleşen etkinlikte Annie Thébaud-Mony “İş Cinayetlerinde faili meşhurlar: Şirketler, Devlet ve Bilim Alanı” başlıklı sunumunda kanser konusunda çok çarpıcı bilgiler aktardı.

Kanser bilindiği üzere küresel olarak artış gösteren bir hastalık… Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre dünyada 2012 yılında 14 milyon yeni kanser vakası teşhis edildi ve 8,2 milyon kişi kanserden yaşamını kaybetti. Fransa’da son 20 yılda teşhis edilen kanser vaka sayısı 150 binden 355 bine yükseldi. Kanser vakalarının dağılımında eşitsizliğin de iki yönden giderek arttığı görülüyor: Sosyal sınıflar içerisinden bakıldığında mavi yakalı işçilerde kanserden ölüm riski üst düzey yöneticilere göre 10 kat daha yüksek. Aynı eşitsizlik kanserin uluslar arası dağılımında da görülüyor; tarım, madencilik ve endüstriyel üretim yapan ülkelerde, özellikle de son dönemde hızla kapitalistleşen ülkelerde daha fazla kanser vakasıyla karşılaşıyoruz. Kanserin nedenleri konusunda egemen görüş ile gerçekler arasında bir çelişki söz konusu. Hakim modelde kanser bireysel davranışa (tütün, alkol) ve genetiğe bağlanıyor. Bu modelin hakim hale gelmesinde özel bir rolü olan İngiltere’den Profesör Doll, 40 yıl boyunca sanayi alanında çalıştı ve uluslar arası epidemiyoloji camiasına yön verdi. Bu hakim modelden farklı olarak diğer çok disiplinli ve kapsamlı yaklaşım ise kanserin nedenlerini iki yönden birden, geçmiş maruziyetler odaklı ele alıyor: Birincisi bireyler açısından; yaşam süresi içerisinde (anne karnından iş hayatına ve yaşanılan çevreye dek) kanser yapıcı maddelerin bulaşması ve bu hücresel saldırılara karşı savunma mekanizmalarının insan organizmasında kanser sürecini nasıl değiştirdiğine odaklanılıyor. İkincisi nüfus açısından bakılarak, dünya nüfusunda kanser dağılımındaki evrimin küresel ekonomideki toplumsal ve uluslar arası işbölümüyle bağlantılı sonuçlar olduğu tespit ediliyor. Dolayısıyla çokdisiplinli ve kapsamlı yaklaşım kanser dağılımındaki eşitsizlikleri açıklayabilmekle kalmıyor, çevre ve halk sağlığı açısından önceliği insanlara kanserojen madde bulaşımının engellenmesine veriyor. Paris’te 2002-2012 yılları arasında SeineSaint-Denis bölgesinde Paris XIII üniversitesi tarafından yürütülen GISCOP araştırmasının sonuçları da bu yaklaşımı doğruluyor. Kanser hastası 1200 kişiyle daha önce çalıştıkları işler temelinde yapılan kapsamlı ve çok disiplinli araştırma çok çarpıcı sonuçlar veriyor: Kanser hastalarının %84’ü çalışma yaşamlarında kanserojen maddeler olan asbest, radyoaktiv-

ite, benzen, solvantlar vd. maruz kalmış. Farklı maddelere çoklu maruziyetler sinerji etkisi doğurmuş, etkiyi büyütmüş. Çoğu hastada gerekli önlemler alınmadan uzun süreli maruziyet söz konusu. Peki öyleyse Fransa’daki iş sağlığı kurumları, bakanlıklar neden bu konuyla ilgilenmiyor? Thébaud-Mony’ye göre bunun arkasında çokuluslu şirketlerin etkisiyle halk sağlığı alanında toplumsal olarak inşa edilmişlik görünmezlik yatıyor. Sunumunun ikinci bölümünde Thébaud-Mony şirketlerin kanser konusundaki bilgi üretimi ve halk sağlığı stratejileri üzerinde hakimiyet kurması örneği olarak gemi yapım, bakım ve söküm döngüsünü ele alarak bu durumu somutluyor; biz de kısaca aktarmaya çalışalım:

Fransa’da 1950’li ve ’60’lı yıllarda Alsthom gibi metalürji şirketlerinin yanı sıra asbestli yalıtım konusunda uzman Wanner Isofi gibi şirketlerin koçbaşlığında dev özel tersaneler ortaya çıktı. Bu tersanelerde yüzlerce büyük gemi birden inşa edilirken özellikle taşeron ve geçici sözleşmeli işçiler tehlikeli çalışma koşullarıyla karşı karşıyaydılar. Türkiye’deki Tuzla örneğine benzer şekilde iş kazaları gerçekleşiyor ve işçiler çoğu kanserojen nitelik taşıyan (asbest, kurşun, solventler, boyalar) zehirli maddelere maruz kalıyorlardı.Ancak mesleki kanser teşhisi yapılmıyor, bu alan görünmez kalıyordu. Nedeni birincisi, maruziyet ile kanser semptomlarının ilk görülmesi arasındaki yaklaşık 20 ila 40 yıllık gecikmedir. İşçiler maruziyet zamanından çok sonra ve genellikle emekli olduklarında kanser hastası olurlar. Mesleki hastalıklar konusundaki tazminat haklarını bilmezler. Bunu bilseler bile doktorlar kanser tanı ve tespitinde hakim modelin etkisi yüzünden mesleğe-işe bağlı kanser teşhisi koymazlar. Üstüne üstlük Alsthom ve Wanner Isofi gibi çokuluslu şirketler 1930’lu yıllardan bu yana asbest şirketlerinin yürüttüğü stratejiye uygun olarak bu çalışmanın tehlikeli bir çalışma olduğunu tümden reddederler. Asbest şirketlerinin uluslarararası kartelinin stratejisi esasen asbest ile kanser, asbest ile diğer solunum hastalıkları arasındaki bağlantının kamuya duyurulmasının önlenmesine dayanmaktadır.

Araçlar çeşitlidir: Araştırmalar kontrol edilir; şirketlerden bağımsız 1 araştırmacı varsa, onun karşısına endüstrinin maaşını ödediği ya da “desteklendiği” veya “fonladığı” 10 araştırmacı çıkarılır. Parlamentoda, hükümette, bakanlıklarda önlem amaçlı yasaların çıkışına karşı lobi yapılır. Kamuoyu yanlış bilgilerle yönlendirilir, “kontrollü asbest kullanımı” gibi bir yalan ortaya atılır. Gemi endüstrisinde ’70’li yıllarla ’90’lı yıllar arası dönemde Fransız tersanelerinde gemi bakım işleri ağırlık kazanmaya başlar. Güvencesiz işçilerin çalıştırılması giderek yerleşikleşir

13

işçi meclisi

ve aynı tehlikeli çalışma koşulları sürer. Aynı dönemde gemi piyasasında küreselleşme de başlamaktadır. Ulaşım-nakliye sektöründeki sermaye birikimiyle bağlantılı olarak Asya’daki (özellikle Kore, Japonya, Çin) tersanelerde müthiş bir büyüme gerçekleşir. 2000’li yıllardan itibaren bu kez çok büyük bir gemi söküm piyasasıyla karşı karşıya kalırız. Her yıl gemi söküm tersanelerinde 1000’den fazla büyük gemi Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve tahmin edebileceğiniz üzere Türkiye’de sökülmektedir. Bu dünyadaki en fakir işçilere, dünyadaki en güvencesiz koşullarda, devasa bir zehirli madde transferi demektir. Aliağa örneğinden giderek gemi söküm alanında çalışma koşullarının bir fotoğrafı çekilebilir: İş kazaları sıklıkla görülür (elle gemi parçaları kesilirken, kırılırken yaşanan yaralanma ve ölümler). Geminin içinde kalan zehirli maddelere maruz kalınır, ayrıca da gemi söküm kaynaklı ortaya çıkan özel risk ve tehlikeler söz konusudur (örneğin boya hatta diğer sağlığa zararlı maddeler bile kaldırılmadan gemi kesimi yapılır; kesim sırasında zehirli gaz çıkar, aldırılmaz, çalışılır). İş kazalarına dönük hiçbir tazminat yoktur (son yıllarda ölümlü kazalar kayda geçmesine karşın). Bölgede kanserden ölüm oranı çok yüksek olmasına rağmen mesleki hastalık tanısı olarak kanser teşhisi sıfırdır. Türkiye’de de, Asya’da ve diğer yerlerde olduğu gibi tersanelerde halk sağlığı dikkate alınmaz, sendika yoktur, işçilerin örgütlenme hakları yoktur. Devletin (hükümetin, parlamentonun, halk sağlığı bürokratlarının, mesleki sağlık uzmanlarının) rolüne geldiğimizde de burada sektördeki lobilerin başarısına tanıklık ederiz. Koşulların zehirli, tehlikeli olup olmadığına dair kuşku ve belirsizlik yeniden ve yeniden inşa edilir. Tanıların tespiti ve bunlara ulaşılmasında uluslar arası eşitsizlikler kullanılır; Hindistan ve Brezilya nüfusunun çoğu için teşhis, tanı, bilgilere ulaşım ve yayımı söz konusu değildir. Lobiler sürekli asbestin ve diğer zehirli maddelerin zehirli olduğuna dair baştan yeni kanıtlar isterler. Kanser alanında bilimsel araştırma siyasetini belirleyenler ise; kanser ilaçları üzerinde yükselen devasa ilaç sektörü, lobilerin finanse ve kontrol ettiği “yinelemeli” olarak tekrar tekrar yapılan araştırma ve incelemeler alanı, davranış değişikliği (“sigarayı bırak” vs) stratejileri ve kesinlikle ve hiçbir şekilde (GISCOP gibi) alternatif araştırmalara izin verilmemesi olarak özetlenebilir. Özellikle işyeri hekimlerinin yoğun bir katılım sergilediği etkinlikte karşılıklı deneyim aktarımıyla devam eden paylaşımın ardından katılımcılar Annie Thébaud-Mony’nin Ayşe Güren’in çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan 2012 yılında yayımlanan “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” adlı kitabını kendisine imzalatma ve sohbet şansını da değerlendirdiler.


14

işçi meclisi

Telefonun karşı ucundaki “gülümseyen ses tonu” Hayatımıza telefonun karşı ucunda bir ses olarak giren, işlerinin gereği hep “gülümseyen ses tonu” ile konuşan, her sorunumuzu çözmesini beklediğimiz, bin bir türlü sorun ve insan ile muhatap olan Çağrı Merkezi İşçilerinden Alper Alkuş ile Çağrı Merkezlerinde çalışma koşullarına dair sohbet gerçekleştirdik. -İşçi Meclisi: Merhaba, öncelikle biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? -Merhaba, ben Alper Alkuş, 25 yaşında üniversite öğrencisiyim. Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama bölümünü bitirdikten sonra işsiz kaldım ve maddi koşullardan dolayı çalışmam gerekti. Fakat askere de gideceğimden kısa süreli çalışabileceğim bir iş arıyordum. En kısa sürede çalışmaya başlayacağım en uygun yerin bir Çağrı Merkezi olacağını düşündüm, tıpkı diğer üniversite mezunu işsiz arkadaşlarım gibi. Çalışmaya başladığım esnada Açık Öğretimden öğrenimime de devam ettim. Kısa süreli girdiğim bu işte maddi durumumdan dolayı 4 yıl çalıştım. -Çağrı merkezinde işe girmek bu kadar kolay mı? ya da sadece bu sebepten dolayımı Çağrı Merkezinde çalışmaya başladınız? -İş ilanlarına baktığımda hep çağrı merkezlerinin ilanlarını görüyordum ve daha kolay girebileceğimi daha önce çalışmış arkadaşlarımdan da biliyordum. Çünkü diğer arkadaşlarım da benim gibi ya öğrenci yada yeni mezun olmuş işsizlerdi. Ayrıca fiziki olarak çok yorulmayacağımı ve ofiste çalışmanın daha iyi olacağını düşündüm. Tabi ki her şey beklediğim gibi olmadı fiziksel olarak yorulmasam da günde 500 çağrı almaya başladıkça fikrim değişmeye başladı çünkü çağrı merkezinde zihnen yorulmanın ne demek olduğunu böylece öğrendim.

mans priminin maaşlarımıza çok büyük etkisi olmuyordu ve prim alabilmek için belirli bir puanı almanız gerekiyor. Ve o puanları almak çok zorlaştırılıyordu. Biraz daha açmak gerekirse çalıştığım şirkette uygulanan performans sistemi sayısal ve sözel olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Sözel performansımız; çağrı esnasındaki konuşma kalitemiz (gülümseyen ses tonu), açılış ve kapanış konuşmasını doğru yapmak gibi kriterlerden oluşuyor. Sayısal performansımız ise cevapladığımız çağrı sayısı, çağrı sürelerinin süresi, mola sürelerine ve işe giriş-çıkış saatlerine uymamız gibi kriterlerden oluşuyordu. Ayrıca her kişi bir takım ile birlikte çalıştığı için takımın toplam performansı ve kişinin performansı birlikte değerlendiriliyordu. En çok sorun yaşadığımız konulardan biri de buydu. Yönetim hiyerarşisinde müdür’den başlayarak süpervisör, takım lideri olmak üzere bir baskı mekanizması mevcuttu. Hatta takım arkadaşları sürekli performans düşmesin diye birbirine baskı yapıyor ve birbirimizle de yarışır hale geliyorduk. Rapor aldığımızda yani hasta olduğumuzda bile performans puanımız düşürülerek prim almamız engellenmeye çalışılıyordu. Özcesi hasta olmayacaksın günde 500’e yakın çağrı alacaksın, takımının performans puanın ortalamasının altında kalmayacak ve şirkette performans puanı olarak 500 kişi içerisinden ilk 10’a gireceksin ki performans primi almaya hak kazanabilesin. Ben tüm bunlardan dolayı Yöneticilerin bir şeyi unuttuğunu düşünüyorum; insan olduğumuzu unutuyorlar, makine gibi her istediklerini yapmamızı istiyorlar.

doğal olarak düşmüş oluyordu. Hem müşterinin taleplerini karşılamamız istenirken hemde 1 dakikada çağrıyı bitirmemiz gibi çelişkili bir durum söz konusu oluyordu. Bizde böyle uzun süren çağrılarımızı puanımız düşmesinde diye çok hızlı bitirmek için çabalardık fakat bu seferde çağrıların dinlenmesinden dolayı kalite puanımız yani konuşmamızdan dolayı puanımız düşürülüyordu. Yazılı uyarı almamamız için hiçbir engel yoktu giydiğimiz kıyafetten oturma şeklimize kadar her şeyden uyarı alabiliyorduk. Benimde işten atılma sebebim aldığım bu uyarılardan kaynaklanıyor.

-Performansınızın düşük olması sonucunda her-

Çağrı Merkezlerinde çalışanlara söylemek istedikleriniz var mı?

- İşten çıkarılma sürecinizden bahsedebilir misiniz hangi gerekçelerden dolay işten çıkarıldınız? -Eğitim vermedikleri halde bilgi eksikliği yaşadığım ve müşteriyi birkaç saniye beklettiğim için iş akdim feshedildi. 4 yıllık çalışmamın sonunda birkaç saniye bahane edilerek haksız fesih ile tazminatsız olarak işten atılmış oldum. Çalıştığım esnada verilen yazılı uyarılar ve genel şirket politikalarından dolayı çokta şaşırmadığım bir durum oldu. Çünkü daha önce benim gibi aynı durumu yaşayanlar vardı. Fakat iş mahkemeleri uzun sürdüğü için kimse dava açmıyor ve uğraşmak istemiyordu. Ben ise atıldığımda 4 yıllık emeğimi hiçe sayan bu şirkete dava açarak hukuki mücadelemi uzunda sürecek olsa başlattım. Ve dava süreci devam ediyor. - Son olarak Çağrı Merkezi sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Çağrı Merkezi sektörü genel olarak genç işsizlerin ilk uğrak yeri bence ve Türkiye’de Çağrı Merkezleri bir hayli yaygınlaştı. Liseyi bitiren ve üniversiteye hazırlananlar, üniversite öğrencileri ve üniversiteden yeni -Çalışırken ne gibi mezun olan işsizlerden oluşuyor koşullarda çalıştınız ve bu çalışanların çoğu. Çalışma sizi nasıl etkiledi? koşullarından dolayı bir meslek olarak görülmüyor. Genç kuşağın -Benim çalıştığım şirkette iş hayatındaki tecrübesizliğinden hemen hemen diğer tüm faydalanma durumu söz konusu. çağrı merkezleri gibi asgari Çalışma koşullarının pekte iç ücrete çalıştırıyordu ve açıcı olmadığı bu sektörde sirkülne yol ücreti ne de yemek asyon çok fazla benim çalıştığım ücreti veriyordu. Çalıştığım şirkette her ay yaklaşık 10 kişi şirketin en cazip yanı ise ya kendisi çıkıyordu yada işten yarı zamanlı çalışmanın çıkartılıyordu. Ve işsizlik üni(part-time) olmasıydı. Çağrı Merkezi sektörü genel olarak genç işsizlerin ilk uğrak yeri versite mezunları arasında çok Bundan dolayı üniversite bence ve Türkiye’de Çağrı Merkezleri bir hayli yaygınlaştı. Liseyi yaygın olduğu için işçi bulma öğrencilerinin yoğun olarak bitiren ve üniversiteye hazırlananlar, üniversite öğrencileri ve üniverssıkıntısı yaşamıyorlar. Yerinize çalıştığı bir şirketti. Parttime çalışanlar günde 5-6 iteden yeni mezun olan işsizlerden oluşuyor çalışanların çoğu. Çalışma ertesi gün birini bulabiliyorlar. Son olarak şuan Sektörde saat çalışıyorlar, tam zamanlı koşullarından dolayı bir meslek olarak görülmüyor... Ve işsizlik üniçalışanlara şunu söylemek istiçalışanlar ise haftada 45 saat versite mezunları arasında çok yaygın olduğu için işçi bulma sıkıntısı yorum; Ben işten çıkarılmadan çalışıyor ve haftada bir gün yaşamıyorlar. Yerinize ertesi gün birini bulabiliyorlar. önce Sektörde çalışma yürüten tatilimiz vardı. Vardiyalı olarak bir sendika olduğunu bilmiçalıştığımız için izin günlerimiz sürekli yordum ve tek başıma mücadele etmek duruhangi bir yaptırım söz konusu muydu peki? değişiyordu. Birde performans primi alıyorduk munda kaldım. İşten çıkarıldıktan sonra Sekmaaştan ayrı olarak. törde çalışma yürüten bir sendikanın olduğunu -Bazı günlerde kişisel olarak sıkıntılı olduğumuz öğrendim. için yada moralimiz bozuk olduğu için ses tonu-Asgari ücretle geçinmenin hiçte mümkün olmadığı bir şehirde yaşıyorsunuz peki aldığınız muz insani olarak “gülümseyerek” çıkmıyordu. Şuan hala Çağrı Merkezinde çalışan “Performans Primi” neye göre belirleniyordu ve Çağrılarımız dinlendiği için ses tonumuz uygun arkadaşlara en büyük tavsiyem Devrimci görülmeyerek yazılı uyarı (Feedback) alıyorduk maaşınıza ciddi bir etkide bulunuyormuydu? İletişim ve Çağrı Merkezi Çalışanları Sendikası ve savunma yapmamız isteniyordu. Ya da bisektörde çalışma yürütüyor sendikalı olarak -Ben ailem ile yaşadığım için biraz daha avantajlı zden aldığımız çağrıyı bir dakika içerisinde maruz kaldıkları baskılara karşılık verebilirler. bitirmemizi ve müşterinin talebini bir dakikada sayılabilirim. Fakat daha öncede belirttiğim gibi Yanınızda çalışan arkadaşınız ile performans karşılamamızı istiyorlardı. Bazı müşterilerin çalışanların büyük bir kısmı üniversite öğrencisi olduğu için vardiyalı çalışarak eğitim masraflarını işlemleri 15 ya da 30 dakika sürebiliyordu ve öyle yarışına girmek yerine örgütlü olarak baskılara müşteriler olunca o günkü performans puanımız karşı mücadele edebilirsiniz. bir şekilde hafifletmeye çalışıyorlardı. Perfor-


15

işçi meclisi

Ev işçiliği yasası: “Lütfen cİddİ olanlar arasın” Türkiye’de pek çok kadın işçinin artan sayılarda çalıştığı ve sektörde giderek şirketlerin kurulduğu ev işçiliğine dair, 1 Nisan 2015’te bir yasal düzenleme yapıldı. Çıkarılan tebliğde, ev işçiliği 10 gün ve altı ile 10 günden fazla şeklinde tasnif edildi. Tebliğ, iş’i temizlik, yemek, çamaşır, ütü, alışveriş, bahçe, çocuk, yaşlı, özel bakım’ın aile bireyleri dışında ücretli olarak yapılması şeklinde tanımlıyor. Aile bireyleri’ne 3. derece akrabalar dahil ediliyor, 3. dereceden sonrasına sigorta yapılma zorunluluğu getiriliyor. İşçi ≥ 10 gün çalışıyorsa, bildirimi aynı ay içinde SGK’ya bildirge ile yapılarak sigorta+işsizlik sigortası ödenecek. Birden fazla işyerinde çalışılıyorsa, ayrı ayrı bildirgeler düzenlenecek ve çalışılan gün sayısı ile sigortalıya ödenen brüt ücret yazılacak. Bu yasal sürede yapılmazsa patronlara asgari ücret tutarında, yasal süre dışında yapılırsa her bir işyeri için asgari ücretin 1/8’i tutarında, bildirim hiç yapılmadıysa asgari ücretin 2 katı, işten atıldı da bildirilmediyse asgari ücretin 1/10’u ceza kesilecek. Aynı anda birden fazla yerde çalışılıyorsa aynı anda birden fazla yerde sigortalı olunabilecek.

“ciddi olduğu” belirtiliyor. Ev işleri sektöründe Fransa’da önde gelenlerinden biri olan Shiva’nın ülke çapında 85 şubesi, 4.800 işçisi var. Shiva, yılda 1.600.000 saatten fazla hizmet uyguladığını belirtiyor. Bir diğer firma olan olan O2, broşüründe 36.500 ailenin kendilerini seçmesine gerekçe olarak 166 şubesi, 10.000 işçisi ile hizmet verdiğini duyuruyor. Her semtte, ev işleri, çocuk, yaşlı ve engelli bakım konulu zincirlere ait birden fazla ofis görmek mümkün. Türkiye’de ev işçiliği, toplumsal işbölümünün ağır cinsiyetçi yapısı, eğitim düzeyinin düşüklüğü, gerekse de iç göç (giderek göçmen işçilik)* nedeniyle girilebilecek neredeyse tek mecra olması nedeniyle emekçi kadınların yöneldiği bir işkolu. Kadın araştırmalarının ağırlıkla konu edindiği ev içi emek olgusunun da (ücretli emek ve ücretsiz aile işçiliği) odaklandığı alanlardan biri. Osmanlı’ya doğru tarihsel bir izleği, yakın zamanlara dek gelen, akrabalık ilişkileri ile de örtülmüş türlü biçimleri var. Biz de 3 ayrı evde çalışan bir göçmen kadın işçi arkadaş ile iş koşulları ile ilgili konuştuk. Fatma,

İsteğe bağlı sigortalı olan işçi 10 günden fazla çalışıyorsa sigortası sona erecek. Yaşlı ve emekli aylığı alanlar >10 gün çalıştırılabilecekler. Ama yaşlı aylığı ile bu çalışmanın ücreti arasında tercih yapmak zorunda olacaklar. Eğer >10 gün çalışıyorlarsa sigortalarını patron ödeyecek. Sürekli iş göremez raporu olanlar >10 gün çalışıyorlarsa gelirleri kesilmeyecek ama malullerse kesilecek.

Bu tarz çalışan işçiler için giriş+ayrılış+prim bildirgesi istenmiyor. Uzun vadeli sigorta ile GSS’yi (ki 400 TL buluyor) sigortalının kendisi ödeyecek. Hastalık ve analık sigortası da uygulanmayacak. Göçmen işçiler için ise, yalnızca ≥10 gün çalıştırılabilir, <10 gün çalıştırılamaz koşulu var. Böyle çalıştırıldıkları tespit edilenlerin çalışma gün sayısı 30 gün sayılacak. “Lütfen ciddi olanlar arasın” Fransa’da çok sayıda ev temizlik ve evde bakım şirketi bulunuyor. Özellikle göçmen işçi kadınların gerek şirketler, gerekse de kendi duyuruları ile bu işe yöneldiği görülüyor. Kadim “baby-sitting” işinin yanı sıra, öğrenci genç kadınlar da duvarlara, fırınlara astıkları duyurularla ders verme, okul öğrencisi çocukları karşılama ve aile gelene kadar refakat etme, derslerine yardım gibi işlere yöneliyorlar. Duyurularda, bir sözcük hemen göze çarpıyor. Türkiye’de ev işleri için ilan veren, duyuru yapan kadınlar potansiyel tacizcileri caydırmak için mutlaka “Lütfen ciddi olanlar arasın” yazarlar. Fransa’da asılan duyurularda da iş arayanın

(Bordrosunu getiriyor, bakıyoruz) Bak mesela bu ay 144 Euro kazanmışım 12 saat çalışıp. Patrona 278 Euro’ya gelmişim. Anahtarım var, eve girdiğimde oraya şu saatte girdim diye not yazıyorum. Yok, bu konuda bir hile yapmazlar, hangi saatte gittiysem yazarım, onu değiştirmezler… İşveren bana ödediğini Vergi Dairesine gösteriyor. Ödediğinin yüzde 50’sini vergiden düşebiliyor. Çıkarırsa beni, chomage’a giderim (işsizlik sigortası). Bak bu kişiye de ayda 4 gün gidiyorum. 3’er saat. Deneme yapılıyor işe girişte. 3 gün deneme süresi var. Yasal çalışma süresi 35 saat biliyorsun. Ben ama 17 saat çalışıyorum. Bununla ben emeklilik primimi dolduramam. 63 yaşında emekli olacağım. Analık sigortasıyla prim ödeme süren çocuk başına 2 yıl azalıyor. Bu durumda ben 3 çocuktan dolayı 58 yaşında emeklilik isteyebilirim. Türkiye’de çıkan yeni yasayı biliyorum. Orada 10 gün çalışan, 10 günden fazla çalışan ayrımı koyulmuş. Burada öyle değil. Parayı kendin yatırmıyorsun burada. Çalışmak bana ne getiriyor? Gelir kazanmak, maddi özgürlük oluyor. Kendine daha çok güveniyorsun. Kendi param, karışan olmaz. Hem çalışmak güzel. Ben evde kalınca sıkılıyorum, zamanım geçiyor böyle.

İş kazası ve meslek hastalığı bildirimleri e-turkiye’den yapılacak. Primin %34,5’u+%3 işsizlik primini patron ödeyecek. Son 1 yıl içinde toplam 30 gün prim ödenmiş olma koşuluyla GSS’den yararlanacaklar. Ya <10 gün çalışanlar? <7,5 saat çalışma = 1 gün sayılıyor. Onlar sadece iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası kapsamında olacaklar. Çalıştıran kişi “işveren” sayılmayacak. Sadece %2 iş kazası primi ödeyecek.

(SGK’ya bildirilmesini). Tamam dediler. Patron işe girdiğimde ayın 15’ine kadar bildirmesi gerekiyor. Ben sigorta numaramı patrona veriyorum.

Şirket olsa? O zaman saat ücreti 9 Euro. Şirket 19-20 Euro kazanıyor, sen 9 Euro alıyorsun. Biz ama direkt diyalog kuruyoruz. kendi işkolu olmasından dolayı Türkiye’de yeni çıkan yasaya da göz atmıştı. “19 yıldır Fransa’dayım. 7 yıldır temizlik şirketinde çalışıyorum. İlk geldiğimde sigortam açıldı. Oturumumu aldıktan sonra temizlik, ekmek gibi işlerde çalışır göründüm. Türkiye’de iki konfeksiyonda çalışmıştım, bir de bankada çaycılık yapmıştım. Türkiye’de 3 yıl sigortam vardı. Bu işi nasıl buldum? Ekmekçilere (fırınlara) not bıraktım, afiş astım, ev sahipleri görüp beni aradılar. Şu anda üç patronum var. Birinde 2 gün, birinde 2 gün, birinde 1 gün, yani toplam haftada 5 gün çalışıyorum. Sabah gidip 3-3,5 saatte çıkıyorum. Ne kadar kalacağın yaptığın anlaşmaya bağlı. Yaptığım iş: Ütü, temizlik zorunlu. Pencere, halı, kanape silme yok. Çalıştığım evlerden birinde mesela kadın göz doktoru, eşi direktör. Diğer evde kadın formasyoncu ve elbise mağazası var, eşi direktör. Bana davranışları iyidir. Çocukları bana bonjour demezse hemen uyarırlar. Saat ücretim 12 Euro. Patrona 19 Euro’ya geliyor. Sigorta+7 Euro işsizlik sigortası yatırdıkları için. Daha önce bu evlerde kaçak çalışıyordum. 2 yıl kaçak çalıştım. Kimsenin haberi olmadı, devletin de. Kaçak olunca… Hiç hakkın yok. Ben evde böyle 2 yıl çalıştım. 2 yıl sonra deklare istedim

Bu işte ne kadar çalışırım? Dayanabildiğim kadar yapacağım, sonra bıracağım. Çalışmayınca zorlanırım ben. Eşime bana 5-10 lira ver demeye zorlanırım. Sendika? CGT? Yok, olmadı hiç. Bu yasa bu haliyle bile Türkiye’de işler mi? Yıllarca Türkiye’deki fabrikalarda, madenlerde SGK olmadan çalıştık. Belki, belki 5 yıl sonra… Bu Pazar çalışması gibi şeyler… Sarkozy de ‘Fazla çalışın, fazla kazanın’ diyordu! Temizlik, yemek, evdeki işler. Bu işler hep üzerimizde olmasın isterim, ama mecburum. Her şey benim üzerimde. Görüyorsun, bizim evde işbölümü bile yok.” *İstanbul’da, ev işçisi bir kadın, çalıştığı yerde yatılı kalıyordu. Özbekistan’da sekreterlik yaparken ayda 50 dolar kazandığını, ekonomik koşullar nedeniyle ailesinin pek çok ferdinin İtalya, Türkiye ve başka ülkelerde ev işçisi olarak çalıştığını anlattı. Çocuğuna ülkesindeki annesi bakıyordu. Gedikpaşa’da ayakkabıcılıkta çalışan eşi ve yine ülkesinden başka bir aile ile birlikte Kumkapı’da yaşarken bulmuştu bu işi. Haftada bir, izin gününde eşiyle görüşmek üzere ayrılmıştı o evden. Küçük bir çocuğa bakıyordu. Patronları ondan izin gününü 2 haftada bir’e seyreltmesini istemişlerdi. Eşinin çamaşırlarını yıkaması gerektiğini söyleyerek itiraz etmiş, patronları da çamaşırlarını burada da yıkayabileceğini söylemişler. Buna rağmen ayda 500 dolar kazanıyordu, paranın büyük kısmını da ülkesine gönderiyordu.


İşçi Sınıfının Yeni Anayasası MADDE I

Bu yasaya göre önemli olan dayanışmadır önemli olan araba değil insandır el ele verip üretenlerin gerçek ihtiyaçları için direnilecektir.

MADDE II

Bu yasaya göre, iş günlerinin gece mesailerinin bile bir Pazar sabahı olmaya hakkı vardır.

MADDE II’ye ek

Bu yasaya göre hep birlikte fiili greve çıkınca işçiler sermayenin eskisi gibi buyruğu yoktur artık tepelerinde Meksika dalgası bile yapabilirler hem de iş saatinde.

MADDE III

Bu yasaya göre işçi, işçiyle rekabet etmeyecektir. İşçi, işçiyle birlik olacaktır artık. Biraraya gelip kendi mücadele kararlarını hep birlikte alacak, birlikte uygulayacaklardır.

MADDE IV

Bu yasaya göre, kurtulmuştur işçiler yalanların ve korkuların bir nebzesinden. Kimse kuşanmak zorunda değildir direnişte sessizliğin zırhını, bilip de konuşamamanın kahrını. Direniş sofrasında yemekten önce gerçekler konuşulacaktır.

MADDE V

Bu yasaya göre işçilerin doğrudan katılımı, onayı ve denetimi olmadan imzalanan TİS’ler hükümsüzdür.

MADDE V’in a-bendi

Bu yasaya göre fiili grevlerle belirtilecektir gerçek istemler her fabrikada sloganlar ve pankartlar olacaktır. Reklam panolarına değil ama işçi pankartlarına tanınacaktır haykırma hakkı. Fabrikalar bütün gün açık tutulacaktır dayanışma için gelen sınıf kardeşlerine.

MADDE VI

MADDE VII

Bu yasaya göre grevi olanaksız kılan iş yasası da hükümsüzdür. Fiili grevler, direnişler, işgaller Taban inisiyatifi İşçi kurulları Bunlara dayalı yeni bir sendikacılık Mücadelenin yeni döneminin yeni yasalarını yapacaktır.

MADDE VIII

Bu yasaya göre salt TİS zamanı göstermelik mitingler için değil işçiler ne zaman isterlerse giyebileceklerdir direniş giysilerini.

MADDE IX

Bu yasaya göre Ne kadar çok ihtiyacı olsa işçinin üç kuruş fazla ücrete Değildir üç kuruş fazla asıl mesele. Parayla ölçülemez işçinin onuru, ve isyanı köleliğe.

MADDE X

Bu yasaya göre halen işçinin çalışma yeteneğini satın alsa da sermaye satın alamayacaktır artık benliğini. İşçi kendi sınıf benliğini direnişlerle kendi yaratacaktır.

MADDE XI

Bu yasaya göre üretimde ve ihracatta mucize yaratanın Kolektif emek ve akıl olduğunu bilip de Emeği ve aklı yok sayan bir üretim tarzı Enine boyuna sorgulanacaktır artık Büyüyen ve inatçılaşan mücadelelerle.

SON MADDE

Bu yasaya göre Yasaklanmıştır demokrasi kelimesini yerli yersiz kullanmak. Bu kelimenin duyulduğu yerde Hangi sınıf için demokrasi? diye sorulacak Ardından, sermaye al demokrasini başına çal, diye alaya alınacaktır. Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte Başka bir demokrasi tüm işçi direnişlerinde gündemleştirilecektir. Fiili grevlerde, direnişlerde, işgallerde İşçi toplantılarında İşçi kurullarında Sermayenin benzinin atmasında Soluk alıp veren bir şey olacaktır demokrasi.

Bu yasaya göre gerçekleşecektir işçilerin düşlerinden binde biri sendikacı kılığındaki çakallar fabrikadan gidecektir. İşçi kurulları gelecektir yerine. (Brezilyalı şair Thiago de Mello’nun “İnsan Yasası” şiirinden esinlenerek yazılmıştır.)

devrimcİproletarya.net


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.