barikat1

Page 1

Yeni “Vali” Göreve Başladı.. Bu ay başında görevine yeni atanan Kaya Türkmen ayağının tozu ile Şakir Fakılı'yı aratmayacak derecede adımlarla aldığı emirleri uygulamaya başladı. Türkiyedeki AKP hükümetinin “güvenle” atadığı yeni vali geldiği gün şöyle bir açıklama yaptı: “Türkiye cumhuriyeti daima KKTC'nin yanında olacak.. Kıbrıs'ta çözüm çabalarını daha ileriye taşımak için çabalayacağız..!” Devamı sayfa 4'de

UBP'den Temiz Siyasetçilik.!!! Son dönem UBP'de herkesin bildiği gibi ilginç olaylar yaşandı… DP'nin yönetim kademesinden iki milletvekili partilerinden istifa ederken UBP'ye göz kırparak yollarına devam edecekleri izlenimini yarattılar. (Gazetemiz basım aşaması öncesi olduğu için haberi okuduğunuz zaman katılmış olsalar bile şu an böyle bir resmi katılım yok) Bunun üzerine... Devamı sayfa 5'de

"DAVA" GÜNLÜĞÜ Geçtiğimiz ay 23 Kasım Eylemi ile tutuklanan yoldaşların davaları görüldü. Görülen davada egemenlerin mahkemesi 1000 TL'lik ceza ödenmesine karar verdi. Bunu da sözde “darp edilen arabanın masrafı” için olduğu söylendi. Yani aslında mahkeme “tutuklu yoldaşlar darpçıdır..!” diye bir karar verip bu cezayı uyguladı… Devamı sayfa 7'de

"HAYIR" LISI OLSUN..!! AKP hükümeti 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde ilk defa başa geldi.. 10 sene içerisinde tüm devlet organlarına ve cumhurbaşkanlığına kadar girdi ve örgütlendi.. İnsanlar yıllar yılı “sorunlara çözüm getirecek” diye alternatifsiz kaldıklarından AKP'ye oy verdi.. 10 senede yürüdü yürüdü işi “anayasayı değiştirmek için..!” referanduma gitmek oldu...! Devamı sayfa 13'de

EMEĞİN VE EMEKÇİNİN AYLIK GAZETESİ

"DÜNYA'NIN BÜTÜN İŞÇİLERİ; BİRLEŞİNİZ..!"

EYLÜL 2010

SAYI: 1

FİYAT: 2 TL

DENİZE GİRİŞ İÇİN...: PARA VERMİYORUZ..!

VER-ME-YE-CE-ĞİZ..!

Yıllarca cebimizden onlarca lira para sömürdüler..! Yasal hakkımız olmasına rağmen denizi resmen işgal ettiler..!! Milleti "parasız girilmez" diye uyuttular...! Her türlü temiz deniz alanını talan ettiler..! Halkımızın bu yollarla KANINI İÇTİLER...!

ÖRGÜTLER VURGULADI:"DENİZ

HALKINDIR..!"

Devamı sayfa 2'de


EYLÜL 2010

İÇ SİYASET

SAYFA: 2

"DENİZLER HALKINDIR..! DENİZE BELEŞ GİR..!" 30 Ağustos Pazar günü ülkemizde haklı bir “denize bedava giriş” eylemi daha gerçekleşmiştir. Merit Hotel'de saat 15.00'da Baraka Kültür Merkezi,YKP,KGP ve gazetemiz BARİKAT'ın katılımcı olduğu bu eyleme birçok yurtsever genç ve aktivist katkı koymuş, eylemi başarı ile sonuçlandırmışlardır. BARİKAT gazetesinin bu gibi eylemlere bundan önce bireyler çizgisinde gösterdiği destek gibi bundan sonra da gazete olarak örgütsel çizgide tam desteği devam edecektir. Bizler halkız. Biz denizin sahibiyiz.. Kimse bizden ne para nede başka bir maddi karşılık bekleyemez..! Denizlere bedava girmek anayasal bir hak ise bunu neden kullanamayalım? Veya bunu bize kim ne hakla kullandırtmayacak ? “Gişe memuru ile uğraşmayayım..!” diyerek “parayı zaten zengin olan hotel'e verip plaja

İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİ TEKRARDAN ÜLKEMİZDE..

girme…!!!!” Hakkını kullan..! ONA ALMAYA HAKKI OLMADIĞI BU PARAYI VERME..! “Bu benim hakkımdır de…!” ve içeriye gir.. Polis de gelse, tank, top tüfek de gelse, kimse sana bir şey yapamaz..! Sen emekçisin..! Sen çalışansın..! Sen bu ülkenin bir insanısın..! Kimse kılına bile dokunamaz…! Tıpkı bu eylemde ve bundan önceki eylemlerde, bu örgütlere ve gençlere dokunamadıkları gibi..! Nitekim herhangi bir olay da çıkmadı. Hemde polisler yine eylem yerine gelmişlerdi… Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi bu bir anayasal haktı ve örgütler de bunu kullandılar..! Bu örgütlerden genç bireyler “karpuz” kesip hep beraber yediler, “DENİZ HALKINDIR” diye plaja kum üzerine yazılarını yazıp o anı tekrar tekrar ölümsüzleştirdiler… Bedava denize girmenin tadını hep beraber çıkarttılar.. Bu gibi haklı eylemlerin daha da toplumsal bir boyuta varması için buradan herkese çağrı yapıyor; BARİKAT gazetesi olarak tüm katılımcı örgütlere tekrar tekrar teşekkür ediyoruz. ÜLKE GÜNDEMİ Malum sürekli şekilde ekonomik sıkıntılar içinde ayakta kalma mücadelesi verdiğimiz ülkemizde hiçbir zaman yeterli kaynağımız olmadı. Ekonomik, siyasi ve kültürel nitelikli toplumsal sorunlar her geçen gün katlanarak arttı ve kimse bu gidişata dur diyemedi veya demedi. Kısaca, ülke sınırları içerisinde toplumsal bir kargaşa hakim ve toplumun tüm kesimleri bu kargaşa ortamından etkileniyor. Bizlere uygulanmaya çalışılan bu faşist dayatmalar altında ülkede yaşam mücadelesi veren işçi ve emekçi kesimleri, ya göç ettirilerek doğup büyüdüğü bu topraklardan gitmeye zorluyorlar ya da bu coğrafya içersinde kalarak ağır şartlar altında ezilmeye, daha fazla sömürülmeye ve “yok oluşa doğru sürüklenen yola” mahkûm bırakıyorlar. Bildiğiniz gibi içinde bulunduğumuz bu çıkmaz süreçte ekonomik önlem paketleri ile çok büyük tartışmalar gündemimizi meşgul ediyor. Peki, zor kullanarak uygulatılmaya çalışılan bu ekonomik önlem paketleri sizce çözüm mü veya ülkedeki ekonomik eşitsizliklere bir alternatif mi? Bu önlemleri sadece çalışan ve emekçi kesimin omuzlarına yüklemek bir çözüm şekli midir? Tabi ki değildir..! Bugün KKTC içerisinde gelir düzeyi yüksek durumda olan ve özel sektör de hizmet veren sayılı iş işadamlarının büyük bir çoğunluğu kamu sektöründe çalışan bir devlet görevlisinin yıllık verdiği vergi miktarı ile ayni oranda hatta daha da azını vergi vermektedir. Sonuç ise kayıt dışı ekonomideki korkunç değerler ve emekten sömürülen haddi hesabı bir türlü tutulamayan milyonlarca dolar. Üstüne üstlük bunlara da faizlerini eklersek onlar da işin cabası… KKTC'nin kuruluşundan itibaren bunca yıl bizi yönetme becerisine sahip olmayan siyasi kimliklerin yapmış olduğu yanlışlıkların faturasını emekçiye mal etmenin kabul edilebilinir bir tarafı yoktur. Ülkemizde kayıt dışı ekonominin %60 ile 65 civarlarında olduğu bugünlerde iktidara yakılığı ile bilinen bu burjuvaların üzerine de kimsenin gitmeye niyeti yok. Meydan boş…! Devrimci bir örgütlenme, Marksist-Leninist bir parti veya halka ve emeğe hitap edecek hukuk büroları yok..! Bu toplumsal yozlaşmaya dur demekten başka işçi sınıfının kurtuluşu yine yok..! Zorla dayatılmaya çalışılan bu ekonomik önlemler paketleri ile özel sektörde çalışan işçi ve emekçiler için büyük kazançlar sağlanacağını savunan başta maliye bakanı ve diğer hükümet yetkilileri toplumun tüm kesimini etkileyecek olan bu acı reçetelerin sadece kamu sektöründeki çalışanların değil ayni zamanda daha fazla oranda özel sektördeki çalışanların de çalışma koşullarını olumsuz yönde etkileyeceğini görmezden gelmeyi tercih ediyorlar ve etmeye de devam edecekler...! İçinde bulunduğumuz bu ekonomik çıkmazlar zinciri içerisine toplumun genelinin alım gücünün ne kadar büyük bir oranda düşüşe uğrayacağını göz göre göre saklamayı tercih ediyorlar. Zorluklara karşı direnen emekçiler değil; Emekçilere karşı, ezilenlere karşı her zaman kellesini kurtarmaya çalışan patronlar ve burjuvalar olmalıdır…! Bizlere gaz maskeleri ve çelik yeleklerle saldıranlara karşı elimizde güllerle karşılık veremeyeceğimizi artık anlamamız gerekir. Bu mantaliteyi her şekilde her alanda kavramalıyız. Özel sektör kazanınca; emekçi ekstra kazanmayacak ama özel sektör her kan kaybettiğinde emekçiler direkt olarak yok olacaktır. Tüm bu nedenlerden

Dünyada 1994'den beri ve ülkemizde de iki yıldan beri düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali bu yıl tekrardan düzenleniyor. Geçtiğimiz yıl organizatörlüğü KTÖS,KTOEÖS, KTAMS, BES, TIP-İŞ, DAÜ BİR-SEN, GÜÇSEN, KTMMOB , Baraka Kültür Merkezi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Öğrenci Mücadelesi tarafından yapılan bu kültür organizasyonuna bu yıl gazetemiz BARİKAT da organizatör olarak Baraka Kültür Merkezi tarafından davet edilmiştir. BARİKAT gazetesi bu devrimci mücadele içerisinde her zaman ister siyasal ister kültürel ister sanatsal her alanda başta Kıbrıs'ta Baraka Kültür Merkezi olmak üzere bu ülkede ve dünyada her alanda tüm devrimci çevreler ile böyle bir organizasyonu düzenlemekten şeref duymaktadır. Bunun işçi sınıfının örgütlenmesi ve proletarya ahlakının topluma aşılanması olarak bir adım niteliğinde olduğunu vurgularken organizasyonda maddi manevi bünyesi, kapasitesi elverdiği oranda da çalışacağını açık bir şekilde beyan etmektedir..

dolayı hem Kıbrıs'ta hem dünyada özelleştirilmeye karşı ve özel mülkiyet rejimlerime karşı örgütlü mücadeleden başka kurtuluş yoktur..! Tüm bunların yanında devletin emperyalistlere karşı dış giderlerini de derhal sıfırlanması çok acil bir ihtiyaç ve bu yönde atılması gereken çok büyük adımlar var. Emperyalizmden alınan her kuruş “borç para” bize dayatma halinde geriye dönecektir… Özellikle bu kısır döngü içerisinde siyasilerin çok duyarlı olması ve gereksiz harcamalardan uzak durmaları gerek. Her ne kadar ne meclisteki iktidardan ne de muhalefetlerden umudumuz olmasa da, şimdi gelin hep birlikte Kuzey Kıbrıs'taki hükümet yetkililerinin ne yaptıklarına bir bakalım. Ne yapıyor bu hükümet yetkilileri? Somut ve gözle görülür bir şekilde ellerini o mühim taşın altına koyuyorlar mı acaba? KTHY emekçileri kendi maaşlarından bile para kestirip kendi işyerlerini kurtarmaya çalıştılar ama hükümet yetkilileri bundan bile örnek alamadı ve ceplerinden zerre kuruş kestirtmediler..! Aksine, Denktaş ve Eroğlu üçer kez emekli çıktılar ve ikramiye aldılar. En son geçen aylarda Eroğlu tekrar emekliye ayrılıp 570 bin lira daha ikramiye aldı. Ülkesini bu kadar “çok” seven bu kendilerine “milliyetçi” çevreler niye maaşlarından fedakârlık etmiyorlar acaba? Ya da düşünün ki, bir devlette cumhurbaşkanı kızını cumhurbaşkanlığına alıyor, diğer kızını gençlik dairesi müdürü yapıyor, bir diğerini de meclise vekil olarak sokmak için uğraşıyor. Bu hanedanlık değil de nedir? Kurtuluş yollarından en önemlisi olan üretim sektörünün harcamalarını yaparken kapitalizm'in doğası gereği yapılan boş üretim israflarının önünün kesilmesi, sendikal platformlara her alanda söz hakkı verilmesi ve yaşam standartlarının “AB'ye uygun özelleşmiş makyajlanmış göz boyayan standart noktalara ulaştırılması DEĞİL, insana insan gibi emeğe hak ettiği değeri verebilen” bir raddeye getirilmesi gerekir. Devlet de kaynak yok para yok deniyor sürekli ama vergi kaçıran burjuvaya da kimse dokunmuyor. Ülkemizde patates üzüm yetişirken dışardan getirtiliyor. Ekonomi işte böyle bu hale getirildi senelerce..! Ülkedeki sanayi sektörü olsun, yabancı yatırımlar olsun, turizm sektörü olsun hiçbir zaman yeterli düzeyde olmadı. Özellikle ülkedeki emekçi nüfusa iş olanağı sağlayacak bir sektör oluşturmaktan uzak durma çabası içerisinde olundu. Bunun nedeni de Anadolu'dan kopartılıp getirilen emekçi kardeşlerimize üç-otuz parayı ellerine sıkıştırarak çalıştırmak kimilerine daha tatlı gelmesiydi. Emekçiler sürekli şekilde üretimden kopartılarak bu şekilde göç etmeye zorlandılar. Bu sistemli yapılan bir eylemiydi yoksa tamamıyla bilinçsizce yapılıyordu diye sürekli tartışılmaktadır. Hal böyle olunca ülke içerisinde yaşayan insanların kafasındaki soru işaretleri bir türlü yanıt bulamıyor. Hükümet kanadı içerisinde toplumun endişelerini giderecek hiçbir somut adım atılmadığını görmek yine hiç de zor değildir. Aksine geçirtilmeye çalışılan bu ekonomik önlemler paketleri ile Kıbrıs'ta yaşayan ezilen halkları çok acı bir reçete ile ateşin ortasına atmış oluyorlar. Biz olayların takipçisi olacağız ve zorbaların, egemenlerin, emperyalistlerin ve patronların her alanda bu mücadelede karşısına dikilmemiz hepimizin görevidir.. Bu ülke de bu dünya da bizim…! ÜRETEN BİZİZ…! YÖNETEN DE BİZ OLMALIYIZ…!


İÇ SİYASET

EYLÜL 2010 Elektrik kesintileri..! Son dönem yaşanan elektrik kesintileri halkı bu sıcakta canından bezdirdi.. Hem bugünkü hükümette hem geçmiş hükümetler döneminde mazaretler uyduruldu… Kimisi “yer altından anavatanlarından hat çekecem..!” dedi hatta yurt dışından “kocaman jeneratör getirildi.” Ne oldu? Gene sorun çözülemedi.. Çünkü aslında sorun çözülmek istenmedi.. Bunu neye dayanarak söylüyoruz ? Siz ekonominizi, dış güçlere bağlı yaptığınız sürece size birileri ya “rıca ile” elektrik verecek yada “dayatma ile emir ile bir şeyler isteyerek” karşılık olarak elektrik kullandıracak. Kayıt dışı ekonomi burjuvaların vermediği vergilerle dağ gibi büyüyor. Bunun hesabını halktan çıkartmak isteyen hükümet, elektriği kesip mazot parasını aldığı ağır vergilerle ödemeyi planlıyor. Önümüzdeki gerçeklik bundan ibarettir. Çünkü hiçbir resmi açıklama yok. Sadece “günü kurtarmak için yapılan söylemler” var. Yani artık sistem öyle bir noktaya geldi ki 3 saatlik yakacak mazot parasına bile ihtiyaç duyan bir çizgiye geldi… Yada acaba “bize böyle bir düşünce mi pompalamaya çalışıyorlar?” Gerçekten acaba mazota ödenecek para yok mu? Eğer yok ise, bu sıcakta devlet bizi “elektriksiz bırakmaya mahkum ediyorsa” bu nasıl bir sistemdir… Bu nasıl bir zihniyettir… TSK asker ailelerinden kimilerinin söylemlerine göre “elektrik parası alınmıyormuş”..! Eğer bu doğruysa bunun anlamı nedir? Acaba biz bu ülkede “enayi” konumunda mıyız? Suçumuz TSK askeri veya ailesi olmamak mı? Veya başka ülkelere mi göç edelim? Bu da yetmezmiş gibi, günlük ihtiyaçlarımız için kullandığımız elektriğe bile en az 400-500 TL vergi alınıyor. Bu miktar neredeyse asgari ücretin yarısıdır. Bu koşullar altında zaten elektrik verilmesi bile verilmemesi ile eşdeğerdir. Buzluk mu kullanmayalım? Klima mı? Yoksa aydınlatıcı ampül mü yakmayalım? Tek kullandığımız zaten bunlardan ibarettir.

KIB-TEK

Emekçi aldığı asgari ücretin yarısını elektriğe verdiğinde , yemeye, içmeye, çocuk bakımına, ev ihtiyaçlarına, eğitime,kültüre sanata yani kendi insani yaşantısına nasıl devam edecek? Bu soruyu utanmadan birde elektriği kesenlere sormaktan başka bir şey yapamıyoruz… Birgün gelir bu elektriği bu kadar ağır vergilerden sonra bize kesenler “neden halkın tokadını yiyip hükümetten düştüm” diye elbet kendilerine soracaklardır. Bunun kaçarı yok… Ama birde öbür taraftan bu sistemin başına başka bir muhalefet partisi bile geçse sonuç gene farklı mı olacak? Asla olmayacak…! Çünkü biz bir sömürü ülkesiyiz… Hükümetin başında ister CTP ister UBP olsun, sistem bu olduğu sürece, biz daha çok ağır vergilerle elektriksiz “ilkel komünal yaşamda” hayatımızı sürdürmeye devam edeceğiz… Çözüm üretilmemesinin sebebi tamamen emperyalizm odaklıdır… Biz bu sorunu “emek güçlerinin birliği” ile çözersek bilinmelidir ki bu “bizim ekonomimizi sömüren” kimi devletlerin hiç de işine gelmeyecektir..! Esas nokta budur… Bundan dolayı hiçbir iktidar veya muhalefet partisi hükümette olsa olmasa bu sistemde elektrik sorununa kökten çözüm bulunamaz… Çözüm nedir ? Bu sorunun çözümü tamamen siyasidir.. Emek sınıfı ve halkımız bu kapitalist kuşatmadan kurtulamadığı sürece, elektriğini suyunu ve tüm ihtiyaçlarını “Taşucu-Girne denizaltı hattından” beklediği sürece daha çok bu mağara düzeninden zarar görmeye devam edecektir… Bu oyuna daha fazla geçit vermeyelim…! Siyasi anlamda bu işe dur diyebilecek tek mekanizma “örgütlü emekçilerin mücadelesidir..!” Sisteme karşı, sistemi yönetenlere karşı ve bizlere parasını gönderip bizleri yöneteceğini iddia edenlere karşı..!” Birleşik cephe siyaseti tüm emek örgütlerinin tek çözümüdür… Barikat gazetesi birleştirici bir rolü kendine bir borç bilmektedir… Sadece Kıbrıs sorunu değil, günlük yaşamda da birleşik cepheci duruşunu bu konuda da bir kez daha vurgulamadan sorunun çözülmeyeceğini vurgulamaktadır… Umarız bu siyasete er geç örgütlerimiz omuz verir ve bu çağ dışılıktan kökten kurtuluruz…

“Koruyucularımız…!!!” ın Yeni Patronu “Huduti..!” Görev Başında… Ecevit kızına şunu diyor “Ayşe tatile çıksın..!” Ayşe 1974'de Kıbrıs'a tatile bir geliyor ki geliş o geliş..! Tatil çok tatlı geliyor Ayşe'ye ve gitmek nedir bilmiyor… En son görevlendirilen; Ayşe'lerin yeni komutanı ise “Adem Huduti..!” Hudut'ları olan bir ülkeye hatta insanları içinde bile “hudutlu” bir toplum anlayışı yarattıkları bir ülkeye yepyeni bir komutan…! Hey yavrum hey..! Kenan Evren'in torunları bunlar…! Yiğit çocukları..!!!!!!!! Neymiş efendim? Devir teslimiş..! Tombaladan çıkmış misali.. Bu ülkede 40 bin Türk askeri yani NATO askerlerinin yüzünden sağlık,eğitim,kültür,ekonomi… Her alanda yaşam standartları düşüyor, emekçiler daha da fakirleşiyorken bunları destekleyen siyasi partiler, patronlar, emekli müdürler ve eski TMT mücahitleri ise hep birlikte köşe oluyorlar.. Bu ülkenin ekonomik gelirinin çok büyük bir kısmının askere ayrıldığını bilmeyen yoktur… Bu paralar eğer KTHY'ye yatırılsaydı hemde belki 10'da biri yatırılsaydı birçok insan işsiz kalmamış olacaktı… Bu paralar har vurulup harman savrulmasaydı, elektrikler hergün kesilmeyecekti… TSK'ya ve dolayısıyla da GKK'ya yatırılan her kuruş ezilen halkın ve emekçilerin cebinden çıkmaktadır… Bu Türkiye'den gönderilen Kenan Evren'in torunları , bir eli yağ'da bir eli bal'da, sen işçi sınıfının hakkını yerken, sen bu kuru sıcakta alnından ter aka aka yoğurt-ekmeğe talim ediyorsun emekçi kardeşim… Bunlar NATO'ya, AB'ye, ABD'ye ve diğer birçok işgalci ülkenin patronlarına jestleri çekerken sende özelleştirmeler altında can çekişiyorsun emekçi kardeşim… Bu çarpık düzeni bozmaz isen bunlar bu kirli oyunlarına devam edecekler ve kaybeden gene sen olacaksın emekçi kardeşim… Neden tüm patronlar “Anavatanım, Türk askerim” diyor da başka bir şey demiyor? Neden hepsi “Avrupa Birliği, Gümrük birliği” diye diye sabahtan akşama kadar bas bas bağırıyor? Neden bunların hepsinin tek bildiği “mal varlıklarının güvenliği”? Neden tek bildikleri seni ezmek, kanını içmek ? Neden neden neden? Bu soruların cevabı tektir emekçi gardaş… Amaç sadece seni daha da fakirleştirmek.. Amaç seni tamamen köleleştirmek.. Daha da ezmek daha da insanlıktan çıkartmak… Bunlara dur demelisin emekçi kardeşim… TSK'nın da GKK'nın da güneydeki Rum Muhafız ordusunun da, ülkedeki NATO ve AB askerlerinin de senin askerin olmadığını, seni yok etmekten başka dertleri olmadığını bil emekçi kardeşim.. *** Bir ordumuz olsun..! Emeğin ordusu…! Proletarya dikdatöryasının şanlı kızıl ordusu…! İşte senin ordun bu olmalı.. Patronların haddini bildiren senin kendi ordun ve onurlu askerin..! Seni sömürenlerin canına okuyan senin kendi ordun..! Kendi ordunu kurmanın tek yolu kurtuluşa gitmektir emekçi kardeşim… Önce Kıbrıs'ta birleşik cephe yolunda bir ordu olmamız lazım emekçi kardeşim… Faşizme en büyük tokadı biz vurmalıyız…! İşçi sınıfı önderliğinde tüm ezilen sınıflar…! Hep birden el ele gönül gönüle..! Ancak senin Kızıl Bayrak altındaki şanlı ordun bu bozuk düzenin “katmerli” ordularına dur diyebilir işçi sınıfım..!Bunu bil..! Ve senin mücadelende bu şekilde hep beraber yürüyelim..

SAYFA: 3

GÖRKEM EYLEM g.eylem@barikatgazetesi.com TÖREN İŞKENCESİ Her yıl olduğu gibi bu yıl da otuz ağustos törenlerle kutlanıyor Kutlama yapılmadan önce ve yapılırken yaşananlar tam bir rezalet… Yollar trafiğe kapatılıyor ve işine gücüne yetişmeye çalışan vatandaş bu sıcaklarda perişan oluyor… Şehir trafiğinde yığılma oluyor ve saatlerce süren bu yığılmada millet çaresiz bir an önce trafiğin açılmasını bekliyor… Sonunda açılıyor ama o stres, sıkıntı gün boyunca devam ediyor… Bakmayın boyalı gazetelerin manşetlerinden “Gururla Kutladık” şeklinde haberler verdiklerine… İnsanlar usanmıştır... Daha ne kadar sürecek?, Her yıl böyle mi olmak zorunda? Gibi sorular zihinleri meşgul etmektedir.. Evet böyle devam edecek… Ama nereye kadar? 1974'ten beri süren bu düzen yıkılana kadar… Kolay değil, uzun soluklu bir mücadele olacak, sabır, kararlılık ve cesaret isteyen bir mücadele… Günü geldiğinde bedel ödemeyi göze alacak kadar cesur olmayı gerektiren bir mücadele… İmkansız gibi görünebilir… Çünkü umutsuzluk salgın bir hastalık gibi her tarafa yayılmış… Hiçbir şey olmaz diyenler maalesef çoğunlukta… Alternatif olması gerekenler yok… Meydanı boş bulanlar her geçen gün çoğalıyorlar… Bu boşluktan faydalanıyorlar Peki ne yapalım? Mevcut durumu kabullenip teslim mi olalım? Eşyalarımızı toplayıp başka bir ülkeye mi göç edelim? Şüphesiz gidebilirdik… Ama bizim tercihlerimiz arasında kaçıp gitmek yok… Biz kalmak istiyoruz… Kalıp mücadele etmek istiyoruz. Çünkü bizim bir inancımız var, hedeflerimiz var Hedeflerimiz gerçekleşene kadar mücadele edeceğiz… Uzun sürecek bir mücadele olacak… Gidenler de olacak, kalanlar da… Ama zaferi kazanacağımıza olan inancımız hiç değişmeyecek… Umutsuz değiliz… Kararlıyız… Biliyoruz ki umutsuzluğun olduğu yerde yılgınlık ve teslimiyet başlar Bunlar bizi yok eder… Çünkü meydanı boş bulanlar umutsuzluğun yarattığı boşluktan faydalanırlar… Alternatif yoksa alternatif yaratmak bizim elimizdedir… Kaybedecek neyimiz var ki korkularımızdan başka… Kazanacağımız çok şey var… Bir dünya kazanacağız… Ezilenin olmadığı, sömürenin olmadığı, kendi kaderimize kendimizin karar verdiği yepyeni bir dünya… Böyle bir dünya imkansız değildir… Bu dünyayı kurmak bizim elimizdedir… Bir gün mutlaka kazanacağız… Ha her şeyin elbet bir soru vardır… Elbet bu akıl fukarası eğitim sisteminin de sonu gelecektir… Gün olur devran döner…! Bu uygulamalara son vermek için mücadelemiz devam edecek…


EYLÜL 2010

İÇ SİYASET Yeni “Vali” Göreve Başladı.. Bu ay başında görevine yeni atanan Kaya Türkmen ayağının tozu ile Şakir Fakılı'yı aratmayacak derecede adımlarla aldığı emirleri uygulamaya başladı. Türkiyedeki AKP hükümetinin “güvenle” atadığı yeni vali geldiği gün şöyle bir açıklama yaptı: “Türkiye cumhuriyeti daima KKTC'nin yanında olacak.. Kıbrıs'ta çözüm çabalarını daha ileriye taşımak için çabalayacağız..!” Gülermisin ağlarmısın..! Sanki eski vali Şakir Fakılı çözüm için çok büyük özveri gösterdi de Türkmen de gösterecek..!Hani kendi bile inanmadı söylediklerine… İnanması

beklenebilir mi? Türkiye'nin emek düşmanı devlet yapılanması hangi tarihte bu ülkede samimiyetle barış istedi ? “Annan Planı” döneminde mi? Yoksa Gali Fikirler Dizisi'nde mi? Yoksa 1960 cumhuriyetinde mi? Veya Türkiye'yi yönetenlerin ataları olan Osmanlı devleti bizi İngiliz Emperyalizmine satarken mi? Cevabı tabi ki nettir.. Hiçbirzaman… Beklemeyin de.. Çözemeyecekler değil.. ÇÖZMEYECEKLER…! Çözüm getirseler de onların istediği bir şekil önümüze koyacaklar; olan yine biz emekçilere olacak.. Arkasından vali hazretleri ziyaretler başlıyor… İrsen Küçük ziyaret ediyor.. Kıbrıs'a yönelik “İddialar varmış.. Onları yalanlıyor..!” Neydi bu “iddialar”? Türkiye'nin dayatma paketleri, siyasi baskılarla istediğini yaptırması, askeri ekonomik baskılar..! Yani gerçek olaylar ve yaşananlar..! İrsen Küçük gidiyor ve bunları yalanlıyor… Peki Eğer ortada bir “yalan iddia” var ise yani biz yalancıysak yani T.C. buraya siyasi-askeriekonomik dayatma uygulamıyorsa, İrsen Küçük ; Tayyip Erdoğan ona “sen kaç kuruş alıyorsun sayın başbakan” dediğinde o kürsüden İrsen Küçük'ün onurlu bir davranış sergileyerek çekip kaçması gerekmez miydi? Bunu neden yapmadı madem bu “iddia” lar yalan idi? Çünkü kendisi de bunların doğru olduğunu gayet iyi biliyor… Onurlu olmak mış ? Haysiyetli olmak mış? Kimin umrunda ? Patlat tokadı Emekçiye..! Vur kırbacı çalışana..!!! Yaşasın “anavatan Türkiye..!” “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa..!!!” Hey yavrum hey… Kel başa şimşir tarak misali..!! Türkmen bu sefer Eroğlu'nu ziyaret ediyor ve Denktaş'ı da unutmuyor..! Malum ya “kurucu memur..!” Az hizmet etmedi biricik anavatanına..! Denktaş kendisine şunu söylüyor..! “Sizi üzecekler %1'i geçmez” %1 mi? %1'lik bizim gibi küçücük bir kitle olarak mı görüyor bizi? Biz emekçileriz..! Biz yurtseverleriz..! Biz ezilenleriz..! Esas siz kaç kişisiniz? Esas siz %1'siniz..! Esas biz 100 kişi siz 1 kişisiniz…! Bizim birliğimizdir sizin kabusunuz…! Bizim birleşik cephemizdir sizin en kötü hayalleriniz..! Ezilenleri hafife alma Denktaş..! Geçmişte biz sana çok acı dersler verdik..! Hem sana hem de Vali'lerine..! Acı dersler vermeye, gecelerinin gündüzlerinin kabusu olmaya devam da edeceğiz..! Biz emekçileriz..! Biz bu dünyada gözünün alabildiği herşeyi üretenleriz…! %1 miyiz %100 müyüz günü geldiğinde elbet göreceksin… Olayın ardına Vali Özgürgün'e gider..! Özgürgün de ayni “şükran” hikayelerini sunar her zamanki gibi..

Hani bir “el öpmesi” kalır eksik.. Bir de karşısında diz üstüne çökmesi Özgürgün'ün… Tıpkı AB ve ABD emperyalistlerine NATO teröristlerine Vali'nin ustası Tayyip'in diz çökmesi gibi.. Hani şu “one minute” kahramanı Tayyip..! İngilizce derslerini Eroğlu'ndan alan Tayyip..! Neyse ziyaretler devam ediyor.. Malum ülkemiz zeytin ülkesi..! Yağ üreten çok..! Mücahitler Derneği de gidip bir görünüyor Valiye..! Tekmili veriyor.. Arkasından UBP binası, Asil Nadir ziyareti BRTK, TAK derken film hep ayni.. Söylem belli: “Çözüm üreteceğiz, sorunun çözümüne yardım edeceğiz..!” Yani değerli emekçi yoldaş..! Şekil ortada… Tokadı yine sana vuracaklar..! Biri gider biri gelir bunların.. Gelen memur… Giden memur..! Ezilen gene sen gene sen..! Ha bu işe kim mi dur diyecek… Bilmez misin ey gardaş ? Kimdir bu tokadı bunlara vuracak olan? Elbette ki sen..! Çünkü bu düzende yine en çok ezilen, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan sen…! Sen çekici bırakırsan işler durur…! Sen asfalta dokunmazsan yollar kapanır..! Sen HAYIR dersen eğer patronlar kudurur..! Sen ayağa kalksan DÜNYA DURUR…! Valiler memurlar..Patronların adamı…! Onlar gelirler; otururlar koltuğa klimalar altında sende bu sıcakta çalışırsın 2 kuruş ekmek parasına onlar da senin emeğinle vurgunu yaparlar dururlar..! Biribirlerine kazık atarlar..! Kumarda pavyonda paralarını harcarlar…! Hemde senin ALINTERİNLE.! Bir sabah kalkarsın “ekonomik kriz var işten atıyoruz seni” derler..! Budur kurdukları düzen..! VAMPİRLİK tir meslekleri..! Ne Avrupa Birliği'dir “Vali'ye memur'a patron'a” dur demenin yolu , nede bireysel kurtuluş..! ANCAK VE ANCAK BİRLEŞİRSEN GÜÇLÜSÜN EY EMEKÇİ YOLDAŞ…! ANCAK VE ANCAK TEK YUMRUK OLURSAN EMEĞİNİ KİMSE SÖMÜREMEZ, KANINI AKITAMAZ…! Budur tek yolun..! Budur tek kurtuluşun…! Mücadeleye devam..! Umutsuzluk ve sabırsızlık en büyük düşmanımız, birliğimiz ve kardeşliğimiz en büyük dostumuz…! Genel Grev ve eylem birliğimiz en büyük silahımızdır…! Marksizm-Leninizm'in yolundan ödün verdiğimiz her gün kan kaybıdır… Vali'nin memur'un rahat koltukta oturuşudur…! Onlara kolaylık, emeğe köleliktir… Bunu bilelim.. Buna göre hareket edelim ey işçi gardaş…

SAYFA: 4

HASAN CAFER h.cafer@barikatgazetesi.com Hep Bana Siyaseti ve “Egemenlik”: Ülkedeki işbirlikçilerin özellikle savunduğu “egemenlik” kavramını bir irdeleyelim. Sözde çözüm umutları ile halkı yıllardır uyuttukları müzakere masalarında “KKTC'nin egemenliğinden asla vazgeçmeyiz” sloganlarını sürekli olarak dillendiriyorlar. Toplumu şoven ve milliyetçi duygular eşliğinde uyutarak “egemenlik, egemenlik” diye doluşuyorlar meydanlara. Kâh bir gün şafak nöbeti tutuyorlar, kâh bir gün Rumlarla ortak egemenlikten bahsediyorlar. Bu ne tutarsız bir siyasettir böyle, kendi ülkesinde dahi vatandaşa güven bunalımı veren ve kendi egemenliğinin otoritesini bile sağlayamazken kalkıp egemenlikten bahsediyorlar. Bugün sokaktaki vatandaş demokratik bir sistem olmaktan çıkan ülkedeki demokrasiye güvenmiyor, bugün vatandaş olası bir seçim durumunda en demokratik hakkı olan oy kullanma görevini yerine getirmek istemiyor. Halk ciddi ciddi sandığa gitmek istemiyor çünkü, kendilerini temsil edebilecek bir oluşum yok…! Tek kurtuluş yolu birleşik cephededir..!! Özellikle bugünlerde gündemde olan dayatma ekonomik önlemler paketler ile ezilen toplum, bunu çok daha kolay bir şekilde kavrıyor… Ne yazık ki bıçak kemiğe dayanmadan önce kimse kılını bile kımıldatmak istemiyor. . Unutmayınız, rejimin sağladığı karanlık koşullar yüzünden Kıbrıs Halklarının geleceği yoktur..!! Ülkedeki burjuva siyasetçiler bu önlemler kapsamında 37 bin dolaylarındaki emekçilerden sadece iki asgari ücret alan kesiminden %10luk bir vergi alacağından yani 37 binlik emekliden sadece 7 bininin bu önlemlerden etkileneceğini savunmaktan geri durmuyor. Ama bu dayatılan yasaların içeriğinde istedikleri zaman iki asgari ücret altında maaş alan emeklilerden de vergi alama hakkını ellerinde tutuyorlar…!! Seçimlerden aylar önce emeklileri verilen “maaşlara dokunulmayacak” sözlerinin gerçeği yansıtmadığı ve hükümetin sözlerinin güvenilirlik taşımadığı herkes tarafından biliniyor. Kısacası artık vatandaşın uyanma zamanı geldi..!! Zaman hep birlikte birleşik cephe temelinde tüm emek güçleri ile birleşerek tüm bu dayatma ve baskılara seyirci kalmama zamanıdır. Ülkedeki siyasetin durumu ortada, UBP azınlık hükümeti Ankara'nın talimatları doğrultusunda eline verilen her türlü reçeteyi uygulama niyetinde…! Tabii ki, bu yolda burjuvaların çıkarlarına dokunmuyorlar, hatta paketleriyle daha da çıkar sağlıyorlar… Çünkü emekçiye kırbacı vururken patron'a yönelik hiçbir yaptırım uygulamıyorlar… Plansız ekonomik önlemler ile hiçbir başarı elde edilemez. Tüm bunlar günü birlik siyasetin bir parçasıdır. Unutmayınız KKTC'deki sistem bozukluğunun nedeni ekonomik koşullara bağlı olarak siyasidir. Çünkü KKTC bir sömürü ülkesidir. Rant üzerine kurulmuş bir siyasetin ürünü olan sistem artık çalışamaz durumdadır. Bir bakıyoruz, milletvekililer sırf bakanlık uğruna ya da villa, mal, mülk ve lüks araba uğruna o parti benim bu parti senin diye parti değişiyorlar. Ülkedeki Siyasetin bu kadar alçaltıldığı bugünlerde, vatandaşın burjuva siyasetçilere hiç güveni kalmadı…! Çünkü sistemin tamamı ağzına kadar yanlışlıklarla dolu… Tüm bunlar yetmezmiş gibi meydanlar çıkıp bas bas bağırarak ülke egemenliğinden bahsediyorlar. Artık vatandaş size güvenmiyor, artık halk ninniler, türküler, masallar dinlemek değil, ülkelerinde hak ettiği gibi yaşamak istiyor… Siyasete hakim olan “hep bana hep bana” düşüncesinden dolayı, kendi aralarında bile anlaşma sağlayamıyorlar, peki nasıl olacakta ülke egemenliğinden bahsedecekler.? Nasıl olacakta sokaktaki vatandaşın derdinden anlayacak ve çözüm bulacaklar? Önce emperyalistlerin ekonomik dayatmalarına karşı önlem alınılması gerek. Yaratılan bu koşullar ile ne ülke içinde ne ülke dışında egemenlik kavramından bahsedilemez..!! Kendi burjuva yasalarında yazdıkları gibi “halkın egemen olduğunu” çıkıp kanıtlasınlar..! Bunu kimseyi ülkesinden göç etmek zorunda bırakmadan yapsınlar yapabiliyorlarsa, meydanlarda çıkarak sözde egemenlik sloganları atarak değil …! Ha eğer bunu siz yapamıyorsanız merak etmeyiniz gün gelecek ezilen halk ve işçi sınıfı bunu birleşik cephe çatısı altında başaracak…! Unutmayalım umutların tükendiği yerde yeni umutlar doğar yoldaşlar…!!


İÇ SİYASET

EYLÜL 2010

Günahsız Melek UBP'den “Kirli Siyaset” Eleştirisi…!!!! Son dönem UBP de herkesin bildiği gibi ilginç olaylar yaşandı… DP'nin yönetim kademesinden iki milletvekili partilerinden istifa ederken UBP'ye göz kırparak yollarına devam edecekleri izlenimini yarattılar. (Gazetemiz basım aşaması öncesi olduğu için haberi okuduğunuz zaman katılmış olsalar bile şu an böyle bir resmi katılım yok) Bunun üzerine UBP Lefkoşa millet vekili Hasan Taçoy çok ilginç bir açıklamada bulundu… Güler misin ağlar mısın nitelikli bu açıklamada Taçoy “Yasa'nın yeniden ele geçirilmesinde fayda var. Siyasette yaşanan kirliliğin ortadan kaldırılması için gerekli değişiklik şart” dedi. Çok merak etmekteyiz; acaba Taçoy bu 2 DP millet vekilinin olası UBP katılımına dürüstçe karşı çıkacak mı? Yoksa söylediği bu “politik” cümlenin altında mı kalacak? Hep birlikte göreceğiz..! Yorumu sizlere bırakıyoruz…!!!

Ramazan Geldi.. Neyimize? “Koyunlar keçiler ve koçlar için Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı Bu barış var ya, bu barış Cephedekiler için o kadar barış “ Can Yücel Can Yücel'in bu güzel şiiri ile başladık yazımıza… Belki kurban bayramı değil ama ramazan bayramı çok yakında kapımızdadır.. İnanana da inanmayana da yerden göğe saygımız vardır… Çünkü bir insanı insan olduğu için severiz ve değer veririz… Fakat ne gariptir bu bayram yine çözümsüz gelecek..! Bu bayram yine “silahlar gölgesinde” bir yapı'da daha kutlanacak… Bu bayram yine kimileri çalışırken, alnından ter dökerken kimileri para destelemeye devam edecek.. İşte bu bayram da ; bu ramazan da böyle bir alem..! Yazımızın başında da söyledik malum.. İnanana da inanmayana da saygımız var… Peki ya bu ülkede inanmayana ne kadar saygı var? Neden “kuran'a el basıp yemin edince ” o işin olacağı var sayılıyor..! Ne belli yalan söylemediği yemin eden adamın ? Hani “din ve devlet işleri ayrı laik” bir ülkeydik? Hani nerde? Güney'e gitseniz durum gene ayni..! Kimlik kartı çıkartacak olsanız size “kuran'a el bastırtırlar” güneydeki burjuva devletin vatandaşı olmanız için… Yani kuzeydeki burjuva devletle güneydeki burjuva devletin din konusuna bakış açıları yine ayni… Ramazanı sevsen de kutlayacaksın sevmesen de kutlayacaksın…! Halbu ki bayram ne demektir? İnsanların kardeşçe barış içinde emeğin sömürülmediği bir ortamda yaşamak değil midir? Peki bu bayram böyle mi gelecek? Ülkede din kursları devlet desteği ile “cami” lerde el altından çocuklara aşılanır zorla Müslümanlaştırılırken o çocukların psikolojilerini kim nasıl sorgulayacak? Bu nasıl bir anlayıştır? AKP iktidarı Türkiye'de hakim malum… Eski milli görüş'çülerin torunları AKP..! Daha “Humeyni” ile yatıp “Humeyni “ ile kalkan CIA ajanı Fethullah Gülen'in partisi AKP şuan Türkiye'nin başında… Bizde böyle bir ülkenin sömürüsüyüz..! Bu mudur Ramazan ve arkasından gelecek olan bayram? İnanın ey dostlar… Neye isterseniz inanın… Hatta ister inanın ister inanmayın…! Ama şunu bilin..!

Sömürülen gene siz emekçilersiniz…! Sizi çalıştırmazsa patronunuz emeğinizi sömürmezse zenginleşemez..!!!! Paralarına para katamaz..! Siz bu düzeni değiştirmezseniz eğer, ezilmeye devam edeceksiniz..! Ne ramazan bayramı ne kurban bayramı nede “cennet” size kurtuluşu getirmeyecek..! Bu düzen hırsızların, patronların, ağaların, hatta “din'lerine göbekten bağlı” hacıların hocaların düzeni..! Ve artık bu yobaz ideolojilerini bilmemiz gerekir ki insanlara güzel görünmek için “daha da modern” kılıklara bürünerek uygulamaktan vazgeçmiyorlar…! Aman aldanma işçi gardaş..! Sen sadece örgütlü mücadele devam edersen “bayram” edersin ancak… Sen kendi devrimci mücadelenle kurtuluşa ulaşırsan “bayramları” çoluğunla çocuğunla yaşayabilirsin ancak.. Sen istediğine inanmakta serbestsin işçi gardaş ama: Bizi dost belle ve şunu da bil..! Dost her zaman acı söyler..! Biz bunu sana söylemekten zerre kadar çekinmiyoruz..! Oruç mu tutcaksın ? Tut.. Zaten hergün parasız kalarak doğal olarak oruçlusun..! Bayram mı kutlayacaksın ? Nasıl ? Patronundan zorla aldığın 1. Gün izni ile mi? Yoksa bayramın 2. Gün zorla işe gönderileceğin gün mü çoluk çocuğunla bayram kutlaması yapacaksın? Cami'ye mi gideceksin işçi gardaş? Git..! Sana imam çıkıp şunu diyecek: “Sen çalış, çabala, uğraş..! Cennete gideceksin Allah yaptıklarını görür..!” Sende kendine sor madem: Bu kadar zaman çalıştın çabaladın da ne oldu ? Çoluk çocuğunla gün yüzü gösterebildinmi aldığın maaşla? Hayat standartların insani boyuta ulaştı mı? Rahat mısın? Kölelikten kurtuldunmu “imam” ın söylediği gibi ??? Sen emekçi yoldaşım..! Senin bayramın bil ki mücadeleden sonra, kavgadan sonraki bayram..! O gün hep birlikte olacağız seninle meydanlarda..! O büyük gün hep birlikte kurtuluşun bayramını yapacağız patrondan ağadan sömürenden kurtuluşumuz şerefine..! Yeter ki birleş, örgütlen ve gücünün farkına var..! Bu dünyayı sen yarattın..! Yöneten de sen olmalısın…! İnan..! Bize inan işçi gardaş..! Bilime inan…! Emeğe inan..! İnan ki her günümüz bayram olsun…!

SAYFA: 5

ERDİNÇ GÖKSAL e.goksal@barikatgazetesi.com “BEDAVA” HİZMETLER TARİHE KARIŞTI..! Bilgi sahibi olabilmenin, sağlıklı olmanın, bir yerden bir yere gitmenin, kültürün, sanatın, güvenliğin, denize girmenin v.s. parayla satın alındığı bu düzen, insanı nefes alıp verirken “para harcamamasına” şükreder hale getirmiştir. Özel mülkiyete dayalı uygulamaların hızla devam ettiği bu günlerde birçok yer özel şirketler tarafından işgal edilmiş ve vatandaş hizmet alabilmek için özel şirketlerin “iki dudağının arasından” çıkacak kelimelere bırakılmıştır. Barikat Gazetesi olarak şimdi sizleri, yüzlerce insanın sabahın erken saatlerinde, adanın farklı yerlerinden sağlık hizmeti alabilmek için geldikleri hastaneye bağlı polikliniğin önündeki kalabalığa götürüyoruz. Önceleri boş bir tarladan ibaret olup, farklı bölgelerden insanların arabalarını park ettikleri bölgede, şimdilerde yapılmış yeni bir özel park yeri bulunmakta. Yani, farklı yerlerden gelip sağlık hizmeti alabilmek için saatlerce kuyruk bekleyen insanların, devletten sağlık hizmeti alabilmeleri için dövündükleri yetmemiş gibi, saatlerce bekleyen insanların bekledikleri dakikaya oranla para ödemek durumunda kalıyorlar. Üstüne üstlük, park alanını kullanmak istemeyen insanlar, özelleştirmeye açık destek veren belediyenin zabıtaları tarafından uyarılarak park yerine yönlendiriliyorlar. Kısacası devletin insanları saatlerce bekleterek doğru şekilde veremediği sağlık hizmetiyle ortaya konan yanlışı, özelleştirmeci mantığı pekiştirerek hatanın üzerine bir başka hata ekliyor. Bu da sağlık arayışıyla hastaneye gelen vatandaşın, hizmet mi aldığını, yoksa başkalarına hizmet etmek için mi orada bulundurulduğunu sorusu akıllara geliyor. Herşeyden önce ulaşım, sağlık gibi “insani” hizmetler BEDAVA ve DEVLETİN KENDİ GÖREVİ olmalıdır… Ne KKTC kendi yerel yönetimleri ve iç işleyiş sistemi ile nede KKTC öncesi hiçbir devlet çatısı altında bu GERÇEKLEŞTİRİLMEMİŞTİR… Bunun sebebi “bu işin yapılamaz” bir iş olduğundan değil. Halktan toplanan vergilerin tamamen partizanca uygulamalara harcanarak “halkın cebinden” kesilmesi ve insanları kendi paraları ile “güya belediye yada hükümet” tarafından yapılmış gibi göstererek rezillik yaşatılması onlara para alımı üzerinden para alımı uygulanmasını yaşamaktayız. İşte burjuvazi budur..! İşte yaşadığımız sistemin kalitesizliği budur…! Bu bizim ülkemizdeki sistemin ne derece YOZ ve BATIK olduğunun en basit göstergeleridir… Bu gibi yanlış ve saçma uygulamaların hem takipçisi hemde tekrarlanmaması için elimizden geleni yapacağız… Ezilen insnaların bu zulümleri çekmeleri sadece sermayedar kesimlere hizmettir.. Yakında devlet önce kendi eczanesini sonra kendi park yerini ve daha diğer birçok bölümü özelleştirdiğine göre belli ki yakında bu uygulamaları daha da çoğaltacaktır… Amaç fakirin fukaranın işçinin emekçinin gırtlağını sıkarken adına da “kemer sıkma politikası” derken, birilerine de sürekli maddi jestler uygulaması gerçeği ile karşı karşıyayız… Buna geçit vermemeliyiz ve buna karşı siyasi ve sınıfsal mücadelemizi yükseltmeliyiz…


EYLÜL 2010

İÇ SİYASET

SAYFA: 6

a.yalcinay@barikatgazetesi.com ARTIK YALNIZ DEĞİLSİN İŞÇİ SINIFI…!

ERASLAN'IN ALTERNATİFİ "AB'Lİ ÇÖZÜM..!" Yaptığı yazılı açıklamada Eroğlu'nun son dönem yaptığı “yıl sonuna kadar ya çözüm yada herkes yoluna..!” politikasına haklı eleştiri koyan Adnan Eraslan çözüm önerisi olarak ilginç bir açıklamayı da kendi alternatifi olarak önümüze koyarak hedefin “AB ile çözüm olduğunu” yazdı… Bizim kafamıza takılan ve eleştirdiğimiz nokta şudur: Adnan Eraslan KTOEÖS gibi eskiden beri barış mücadelesini en ileride veren örgütlerden biri olarak neden “AB emperyalizmi” ile bir çözümü alternatif olarak görsün ??? Geçtiğimiz İngiliz sömürgesi yıllarında bu sömürüden en büyük tokadı eğitim emekçileri yemedi mi? AB'nin en büyük patronlarından biri ABD'nin kardeşi İngiltere değil midir? Bizim umudumuz, başta bütün orta eğitim öğretmenlerinin olmak üzere tüm emekçilerin çözümü bu noktada görmemesi ve sadece “kendi ülkemizde diğer ülkelerin emek örgütleri ile elele yüründüğü şartlarda ülkemize barışın geleceği” gerçeğini bilmeleri gerektiğidir. Adnan Eraslan'ın da bu yönde bir siyasi duruşu benimsemesini umut ediyor; haklı olduğu anda yanında olacağımızı ama bu konuda yaptığı açıklama gibi haksız olduğu yerde de karşısında olacağımızı ve yapıcı eleştirimizi eksik etmeyeceğimizi belirtiriz… BIÇAKLI HÜKÜMETİ ELEŞTİRDİ... Türk-Sen başkanı Aslan Bıçaklı 1 Ocak 2010'dan beri asgari ücrete zam yapmayan UBP hegemonyasına yazılı eleştiride bulundu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın çalışanlarla alay ettiğini söyleyen Bıçaklı, yeni asgari ücreti hükümetin halka “unutturmaya çalıştığını” vurguladı. Aslan Bıçaklı son dönem yasallaşan ve çalışana ve emekçiye zarar veren tasarıların meclisten geçtikten sonra insanları daha da zora soktuğunu ve yeni asgari ücretin derhal yürürlüğe girmesi gerektiğini savundu.

BRTK Emekçisi Abluka Altında..! Son dönemde 200 kişinin T.C. Elçiliği'nin emri ile işten çıkartılacağı korkusu BRTK'da çalışan 500'den fazla basın emekçisinin dilinden düşmüyor. Bu sene “en son seçim olan belediye seçimleri” süreci sonrası “akit” tazeleme işlemleri tamamlanan emekçiler yeni yayın dönemi ve 2011'den sonra işlerine devam edip etmeme kaygısını içten içe yaşıyorlar. KTHY'de ve Elektrik-Kurumu'nda yaşanan olayların tekerrür etmesi ihtimali “yüksek” olan BRTK'da ilginç olan bir mesele daha var..! Son dönem sessiz kalmayı kendine maalesef çizgi olarak belirleyen BASIN-

SEN (ilerici demokrat kesimlerin sendikası olarak bilinir) Kemal Darbaz'ın sessiz sedasız istifası ile daha da sessizliğe bürünürken, “hükümetlerin ve müdüriyetin” sendikası BAY-SEN her zamanki gibi “kendi yönetim kurulunun bireylerini kurtarma” yolunda adımlarına devam ediyor… Kısacası tüm kurum “geçici” emekçileri gibi BRTK'daki emekçilerin de durumu “ip üstünde oynayan cambaz” vaziyetinde…! Özellikle yaklaşık 1 buçuk ay sonra düzenlenecek BASIN-SEN kurultayında CTP kanadının seçilmesi beklenirken; net bir aday halen çıkmış değildir. Ola ki CTP kanadından bir blok sendika içinde yönetime gelirse BRTK emekçisinin bugünkü halinden daha da ileriye gidemeyeceği apaçık ortadadır. Umarız, tüm işçi sınıfı ve ezilenlerle BRTK emekçisi kucaklaşır, meydanlarda kol kola haklarını arayabilecek bir pozisyona gelir ve bu abluka dağılır…

Hayati bir olguya imza attık… Ülkemizde ilk yayınlanan Meşale ve Yeni insan gazetelerinden sonra yıllardan geçti. Şimdi bu ilk gazetelerimizden seneler sonra tek Marksist yayın organı olan BARİKAT gazetemizi yayına koyduk… Gazetemizin amacı mevcut burjuva rejime adı gibi bir devrimci barikatı, tüm emekçi kesimlerin birleşik cephesinden oluşacak birleştirici bir BARİKAT'ı, ideolojisini Marksist-Leninist dünya görüşünden alan Kıbrıs'ta KKP'nin (Kıbrıs Komünist Partisinin) yayın organı YENİ İNSAN gazetesinin duruşuna sahip olacak yepyeni bir BARİKAT'ı hayata koymak için mücadele vermeye karar aldık… Oluşumumuz bir grup küçük-burjuva entelektüel halkın içinden kopmuş kimimiz emekçi, kimimiz memur, ı kimimiz öğrenci insanlardan oluşur… Kimi zavallılar “kendi kadro sayısına bakmadan bize 3-5 kişilik” bir grup der niceliklerle uğraşır, kimileri “bizlerin yüzünün içine bakar arkadaş dost ayaklarına yatar işi bittikten sonra yine karşı cepheye koyar” kimileri ise “bizi uzaktan kurt gibi takip eder, bizden belki mevcut düzeni ellerinde tuttukları için şuan çok fazla korkmaz ama tehlike arz ettiğimizin bilincindedir..! Sabırla bekler kanımızı emmek için..!” Hepsinin de tek bir ortak özelliği vardır… Marksizm-Leninizm düşmanlığı..! Biz gazetemizi çıkartırken yaşadığımız ülke koşullarını, üretim tarzını çok çok iyi bilmekte herşeyin sırasını sabırla bekleyen ideolojimizi “hobi” olsun diye değil, mücadele yolumuz olsun diye seçmiş insanlarız… Bizim düşmanımız bu düzende şu anda faşizm'dir emperyalizm'dir… Revizyonizm'i eleştirmekten zerre kadar çekinmeyiz…Ama bilmekteyiz ki birleşik cephe siyasetimizle işbirliği yapabileceğimiz örgütler ise hem Kıbrıs'ta hem dünyanın her ülkesinde tüm emek örgütleridir… İşçi sınıfını ilerletecek her adımda birleşik cephe siyasetimiz gereği biz de varız..! Bugün ülkemde özelleştirmeler, dayatmalar, tehditler almış başını gidiyor… Bugün bu bölünmüş vatan topraklarında emperyalizm ülkemizi kontrol ediyor..! Bugün ülkemizde gerçekten MARKSİST-LENİNİST ideolojiyi benimsediğini iddia eden örgüt veya yayın organı çok; buna rağmen tamamen uygulayabilen en doğru şekilde hayata koyabilen yok… Ve biz de duracağız ve buna seyirci kalacağız ha ? Elbette yapamazdık… İşçi sınıfı örgütlenmeyi bekliyor.. Tek bir şansımız var…! Ya adam gibi devamlılığımızı korumayı bir kenara bırakın, kendimizi her konuda daha da ilerletmeye gayret göstereceğiz…! Yada yok olup gideceğiz…! Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz Marksizm-Leninizm düşmanlarının istediği gibi… Biz taşın altına elimizi değil kellemizi koyduk… İşçi sınıfı…!! Eğer mesele sen isen gerisi bizler için teferruattır.. Bu gazete senin gazetendir…! Emekçi kardeşim…! Bu okuduğun sayfa senin sayfandır… Bizler ise sizler için varız.. Siz neredeyseniz biz de orada olacağız…! Siz ölüme gidecekseniz bizde ölümlere gideceğiz…! Sizler var iseniz, biz de var olacağız…. Sizi “silemediler silemezler..!” Karalamaya çalışırlar ve çalışacaklar…! Kalemlerini kıracağız…! Marksizm'i yok etmeye çalışacaklar..! Kemiklerini kıracağız..!Emeğini sömürenlerin canlarını alacağız! Biz senin için varız işçi kardeşim… Biz sen varsın diye varız.. VAR OLACAĞIZ…! Şuan hep beraber ilk hedef devrime kadar “sadece” burjuvazinin kellesi ve canı..! Bu yolda da ezilen herkesle seve seve işbirliği..! Kurtuluş yolunda kötülüklere karşı ortak BARİKAT..! Bizi her daim uyar işçi kardeşim…!

Bizi uyursak uyandır…! Hata yaparsak sorgula..! Kalleşlik yaparsak kafamıza silahı koy ve bas tetiğe…! Ama doğruyu yaptığımızı anladığın heran bize kucak aç ve bize omuz ver… Barikat tüm işçi sınıfına ve ezilenlere tekrar tekrar hayırlı olsun… Yola devam..! Emeğe bin selam…! Yolumuz açık olsun… YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM


EYLÜL 2010

İÇ SİYASET

SAYFA: 7

YKP:“DENİZ, KUM, GÜNEŞ VE SOSYALİZM..!”

"DAVA" GÜNLÜĞÜ

Geçtiğimiz yıllarda yoldaş bir örgütümüz olan YKP gene enteresan bir şekilde Marx'ı deniz kenarında şezlong üstünde yatıp güneşlenirken enteresan bir davetiye fotografı yapıp “gençlik kampına” çağrı yapmıştı… "Yaratıcılığın" da bu kadarına doğrusu diyecek birşey bulamıyoruz..! Şimdi de buna benzer bir şekilde Marx'ı karikatür içinde konuşturarak “Deniz, kum, güneş ve sosyalizm” dedirtmeyi başarmıştır..!!! Ölüyü diriltmek diye biz buna deriz..!!!! Neden diyeceksiniz? Ölüler nasıl dirilir? Bu bir yalandır… Bir hayaldir… Gerçek dışıdır.. Marx'ı biz hayatımızda “denize, kume ve güneşe” sosyalizmle beraber çağıran hiçbir açıklamasını biz göremedik..! Görenler de olduğunu sanmıyoruz…! Sanacağımızı da bu saatten sonra zannetmiyoruz… YKP, Karl Marx'ı nasıl bilir; kendi yorumlarıdır…. Ama böyle bir şeye sadece ve sadece gülmekten başka bir şey yapamıyoruz.

DÜZEN DAYATIYOR...! AMA DİRENİŞ YETERSİZ..!

Şekilcilik değil amacımız.. Ama Marx gibi bir öndere böyle bir yakıştırma yapılması her şeyden önce Marksizm'e yapılan ciddi bir saygısızlıktır.. Bu daha önce de tüm eleştirilere rağmen yapıldı. Bu da göstermektedir ki yoldaş parti YKP'nin Marksizm anlayışı bundan ibarettir… “İki toplumlu AB üyesi Federal bir yapı” hayalleri içinde olan “Marksist” diye kendi kendini tanımlayan bu partimizin zaten bakış açısı bundan öte elbette ki olamazdı… YKP'nin bundan sonra böyle hareketlerde bulunmaması gerektiği fikrindeyiz… Ne kadar dinlerler veya ciddiye alırlar onların sorunudur ama işçi sınıfı bunu iyi görmelidir.. Devrimci gençlik bunları çok çok iyi yakalamalıdır… Marksizm kavgası verecek olan insanların yeri “bu kadar küçük bir detayla bile görüleceği gibi YKP” değildir.. Aslında YKP bilinç altından anti-Marksist propagandasını burada sergilemiştir. BARİKAT gazetesi bu gibi olaylara “kayıtsız” kalmayacaktır…! YKP ve diğer yoldaş örgütler ile ülkemizin bağımsızlık yolunda mücadele anlamında iyi ilişkiler bizlerin temel politikasıdır… Ama göz göre göre de bunu eleştirmeden geçmeyeceğiz..! YAŞASIN KARL MARX ve ONUN BİZLERE BIRAKTIĞI ONURLU MÜCADELE..! KAHROLSUN REVİZYONİZM ve HER TÜRDEN ANTİ-MARKSİST BAKIŞ AÇISI..! eleştirilerle, onların yaptığı yanlışlara kuyrukçuluk ETMEDEN onlarla yürümeyi öğrenmeliyiz… Çünkü BAŞKA İŞÇİ SINIFI yok..! Sendikalarımız sadece “klimalar altında oturup bildiri yazan ve uyuyan” bir konuma gerilemişse, bunun çözümü onları kırbaçlamak değil, kesinlikle onlara yapıcı şekilde SABIRLA ve İNATLA düzgün eleştirilerle ilerletmek olmalıdır görevimiz… Ha bunun süresi pek kısa olmayacak belli..! O zaman da o süre zarfına kadar sabırlı şekilde yapıcı eleştiri koyarak doğruları söylemeli ve egemenlerin bizlere dayatacağı kararlara ister mahkemede ister sokakta ister heryerde RED cevabı verilmesi gerekir. Bunu yapmaktan çekinmemeliyiz. Çünkü doğrusu aynen budur… Faşizm dayatacak..! Değil ki 1000 TL ler, günü geldiğinde hapisler, işkenceler hatta belki idamlar dayatacak..! Bunları bilmekteyiz.. Bunları bilirken de yine işçi sınıfının en büyük müttefikimiz ve devrimin öncüsü sınıfı olacağmızı da unutmamamız gerekir.. 1000 TL nin ödenmesine tamamen karşıyız…! Sendikaların bu yanlış tavırlarına da karşıyız…! Sendikaların “yapıcı olmayan şekilde” eleştirilmesine de karşıyız…! Taraf olduğumuz ve gerçek çözüm olan tek bir nokta vardır..! Tüm emek örgütleri ayni cephede toparlanmadığı sürece, daha bu faşist dayatmalarla birçok kez karşı karşıya geleceğiz..! Tek çözüm burjuvaların dayatmalarını RED

Geçtiğimiz ay 23 Kasım Eylemi ile tutuklanan yoldaşların davaları görüldü. Görülen davada egemenlerin mahkemesi 1000 TL lik ceza ödenmesine karar verdi. Bunu da sözde “darp edilen arabanın masrafı” için olduğunu söyledi. Yani aslında mahkeme “tutuklu yoldaşlar darpcıdır..!” diye bir karar verip bu cezayı uyguladı… Ve ne yazık ki sendikalar bu öneriyi kabul ettiler. Bizler bilmekteyiz ki bu verilen 1000 TL lik ceza sadece ve sadece emekçileri “darpçı” sınıfına koyma kararıdır. Ve bu karar kesinlikle RED EDİLMELİYDİ. Buna alternatif olarak sendikaların ise tamamen “karşı saflara” konması da bizce yanlıştır. Çünkü tüm sendikaları “sarı sendika yada güdümlü sendika veya iş yapmaz örgütler” halinde görmek de aslında bizlere çözüm getirmeyecektir. Evet doğrudur şuan “devrimci nitelikte” bir sendika yoktur. Bunu zaten görememek “kör olmak” demektir… Ama sorunun çözümünü doğru koyamazsak bilmemiz gerekir ki kaybeden gene işçi sınıfı olacaktır. RED kararını sendikalar uygulamamışsa, bunu yapıcı şekilde teşhir etmek ve onlara bıkmadan usanmadan doğru yolu göstermek esas görevimiz olmalıdır. Çünkü biz bilmekteyiz ki ülkemizde kapitalizm gelişme aşamasındadır ve yarın faşizm zamanı geldiği gün yine en büyük müttefiklerimiz bugün revizyonist politikalarla yanlışlar yapan ama o gün devrimcileşmekten başka çaresi kalmayacak olan sendikalarımız olacaktır. Burjuvazi her şeyden önce kendi sınıf çıkarlarını düşünmektedir ve elinden geldiğince de korumanın kavgasını vermektedir… Hemde tüm imkanlarını en yüksek disiplin anlayışını kullanarak… Bunu yapan düşman sınıfa karşı işçi sınıfı ancak ÖRGÜTLÜ OLARAK sınıfsal ve siyasi temelde etkin mücadele edebilir. Yani safları sıklaştırmalı, onların geri kaldığı noktalarda YAPICI

etmek ve devrimci sol kesimde tamamen birlikteliğe yürümek olmalıdır. Sendikalar da yanlış yapmışlarsa (ki kararı kabul etmekle yapmışlardır) buna da yapıcı yönde eleştiri getirmek hepimizin görevidir… Nazım Hikmet'in dediği çok güzel bir söz vardır: “Esir düşmek değil, teslim olmamakta bütün mesele..” Bu konuda Nazım'ın söylediği söze kesinlikle kulak vermek gerekir… YAŞASIN “ZALİME VE ZULME” BOYUN EĞMEYEN DİRENİŞİMİZ VE ÖRGÜTLÜ İŞÇİ SINIFI..! KAHROLSUN “SARI-SENDİKACILIK..! VE ONLARI BU TESLİMİYETÇİ KARARA SÜRÜKLEYEN TÜM BURJUVA İDEOLOJİLER”


EYLÜL 2010

GÜNLÜK

SAYFA: 8

TARİH'TE EYLÜL AYI 1 EYLÜL 1939 - Almanya Polonya'yı işgal ederek II. Dünya Savaşı'nı başlattı. 2 EYLÜL 1941 - Faşist Alman birlikleri, Anavatan Sovyetler'e saldırdı. 3 EYLÜL 1969 - Vietnam Demokratik Cumhuriyeti lider Ho Şi Minh'in öldü. 4 EYLÜL 1970 - Şili'de demokraitk lider Salvador Allende başkan seçildi. 5 EYLÜL 1985 - Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımayacaklarını açıkladı. 8 EYLÜL 1941 - II. Dünya Savaşı: Alman birliklerinin Leningrad Kuşatması başladı. 9 EYLÜL 1976 - Çin Komunist Partisi kurucusu Mao Zedong öldü 9 EYLÜL 1984 - Yönetmen ve sinema oyuncusu Yılmaz Güney öldü. 10 EYLÜL 1934 - Sovyetler Birliği, Milletler Cemiyeti'ne kabul edildi. 10 EYLÜL 1920 - Mustafa Suphi'li devrimci TKP (Türkiye Komünist Partisi) Bakü'de yapılan kongre ile kuruldu. Daha sonraki yıllarda ise maalesef Suphi'nin TKP'si revizyonist politikalar ile bugünün Kemalist-troçkist burjuva çizgisine kadar sürüklendi. 11 EYLÜL 1970 - Revizyonist Nikita Kruşçev öldü. 11 EYLÜL 1973 – Şili Devlet Başkan'ı Salvador Allende; ABD Tröstleri ve CIA ajanlarının işbirliği ile askeri cunta tarafından devrildi. 12 EYLÜL 1953 - Sovyetler Birliği'nde Nikita Kruşçev parti genel sekreterliğine seçildi. Ve Anavatan SSCB'de gerileme dönemi başladı… 12 EYLÜL 1959 - Sovyetler Birliği Luna II roketini aya fırlattı. 12 EYLÜL 1980 - T.C.'de faşist 12 Eylül askeri darbesi gerçekleştirildi. Birçok devrimci ve komünist öldürüldü, işkenceden geçirildi ve sınırdışı edildi. 13 EYLÜL 1968 - Arnavutluk Varşova Paktı'ndan ayrıldı.

14 EYLÜL 1867 - Karl Marx'ın yazdığı Kapital'in ilk cildi yayımlandı. 14 EYLÜL 1971 - Bilim ve Sosyalizm yayınları sahibi Süleyman Ege Lenin'in "Devlet ve İhtilal" kitabı nedeniyle 7,5 yıla mahkum oldu. 17 EYLÜL 1939 - Sovyetler Birliği, Polonya ezilen halkı ve emekçileri'nin faşist nazi işgalinden kurtarmak için harekete geçer. 16 EYLÜL 1976 - Devrimci İşçi sendikaları konfederasyonu (DİSK) üyesi işçiler genel greve gittiler. İşçiler milliyetçi cephe hükümetinin çekilmesini istediler. Devlet güvenlik mahkemeleri'ni protesto için genel yas ilan ettiler. 18 EYLÜL 1934 - Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Milletler Cemiyeti'ne girdi. 18 EYLÜL 2007 – Abdullah Gül, ilk yurtdışı ziyaretini KKTC'ye yaptı ve ülkemizdeki memurlarını ilk kez yerinde denetledi..! 20 EYLÜL 1928 - İtalya'da Yüksek Faşist Konsey en yüksek yasama organı oldu. 21 EYLÜL 1792 - Devrimci Fransa'da Yasama Meclisi krallığı kaldırdı. 21 EYLÜL 1948 - “Emekçi” gazetesinin Türkiye'ye girişi yasaklandı 22 EYLÜL 1919 - Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kuruldu. 23 EYLÜL 1942 - Naziler, Auschwitz'te gazla öldürme katliamlarına başladı. 24 EYLÜL 1978 - HALK-DER üyesi Mustafa Ertan yoldaş DEVYOL içerisine sızmış bir MİT ajanı tarafından Adana'da katledilir.. 26 EYLÜL 1964 - Kıbrıs Türk ve Yunan alayları Kıbrıs Barış Gücü (NATO) emrine verildi. 27 EYLÜL 1976 - Maden sektörü işverenleri direnişe katılan 483 DİSK'li (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) işçinin işine son verdi. 26 EYLÜL 1971 - Yılmaz Güney, Altın Koza Film Festivali'nde tüm ödülleri aldı. 28 EYLÜL 1864 - Londra'da Uluslararası İşçi Derneği (Birinci Enternasyonal) kuruldu. 30 EYLÜL 1949 - Mao Zedung, Çin Halk Cumhuriyeti başkanı seçildi.

KARİKATÜR KÖŞESİ


EYLÜL 2010

TEORİK-PRATİK

SAYFA: 9

Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı Üzerine Yalanlar ve Gerçekler Antlaşma öncelikle ABD Dışişleri bakanlığı, İngiliz ve Fransız dışişleri bakanlığının katılımı ile Hitler'in diplomatik memurlarının güncelerinden oluşan bir derleme yayınlandı. Buna Nazi-Sovyet ilişkileri adı verildi (1931-1941). Burada yayınlanan bu sahte belgeler tamamen SSCB ile Nazi Almanya'sını bir ittifakmış gibi göstermeye çalışan, işçi sınıfı önünde SSCB yi küçük düşürmeye çalışan belgelerdi. Hitlerin memurları bu gözden geçirilmemiş ve tek yanlı derlemenin yayınlanması dünya kamuoyu önünde emperyalist basının tam da istediği bir şeydi. SSCB bunun “tek yanlı bir şekilde açıklanmasına” izin vermedi… SSCB başka bir alternatif öneride bulundu: Bu belgelerin karşılıklı antlaşma dahilinde ve özenli, objektif bir denetim yapılarak yayınlanmasını önerdi. Ama açıklamayı tek yanlı olarak yapmak isteyen İngiliz dışişleri bakanlığı bu öneriyi red etti. 6 Eylül 1945 de ABD, Alman arşivlerini kullanmak için izin istedi.. Bu izinde sunulan proje BM üyesi ülkelere Arşiv'lere bakma hakkı veriyordu. Buradaki amaç bütün dünya halklarını “Almanya siyasi leyhine” odaklamak ve SSCB yi karalamaktı. Konuyu gündeme getiren ABD ve İngiltere, Alman arşiv malzemelerinin yayınlanmasına ilişkin öneriyi “SSCB tarafından red edildi” gibi göstermeye çalıştı; ama bu kocaman bir yalandı… Tam tersine söz konusu derlemenin yayınlanması gerçeklerin ortaya çıkmasına olanak sağlayacaktı. Bu gerçekler ise elbette ki yazının devamında okuyacağınız gibi SSCB'nin dünya halkları ve işçi sınıfının çıkarları uğruna atılan politik adımlardan ibaretti. SSCB bu belgelerin Hitler'in memurları tarafından çarpıtılmış ve Hitler'in faşist zihniyetini ortaya koyan ve güya SSCB'nin de Nazi Almanya'sının dediklerini uygularmış gibi bir imaj yaratılmaya çalışılmıştı… Hatta bu tek yanlı emperyalistlerin SSCB ye dayatmaya çalıştığı uygulamaya Fransa Resmi Haber ajansı (France Presse) tarafından bile hayretle karşılanmıştı..! Fakat İngiliz hükümeti tek yanlı yayınlanması tutumunda ısrar etti..! Bu hükümetler böylece bu davranışlarının sorumluluğunu üstlendiler fakat SSCB hükümeti bu belgelerin gerçeklerin saptırılmadan yayınlanmasını istiyordu.

ALMAN SALDIRISI'NIN BAŞLANGICI Sahtekar emperyalistler 2. Dünya savaşına varan Alman saldırısının güya 1939 sonbaharında başladığı izlenimini yaratmaya çalıştılar. Fakat bu koca bir yalandı. Almanya Hitler iktidarı ele alır almaz savaş hazırlığına başladı. Ayrıca Hitler rejimi , Alman tekelci çevreleri tarafından ABD İngiltere ve Fransa'nın onayı ile kuruldu. Versay antlaşması ile boyunduruk altına giren Almanya 1. Dünya Savaşındaki yenilgisinden sonra savaş için silahlanamazdı. Büyük bir ekonomik-askeri yıkım içindeydi ve bunu tek başına emperyalistlerin yardımı olmadan başaramazdı. Amerikan bankaları ve tröstleri Versay sonrası dönemde Alman savaş potansiyelinin yeniden kurulması için milyarlarca doları Alman ekonomisine düşük faizli kredi olarak verdiler. Bu krediler sayesinde Alman ekonomik gücü ve savaş potansiyeli muazzam bir şekilde güçlendi. Bunda ABD sermayesinin payı çok büyüktür. Bunun gibi birçok ardı arkası kesilmeyen ABD-Almanya tekelleri askeri ve ticari işbirliğine devam etti ve Almanya kısa sürede 1. Sınıf savaş malzemesi, binlerce tank uçak top ve en yeni tipte savaş gemileri, diğer silah türlerini üretebilecek noktaya geldi.. Fakat tarih çarpıtıcıları bunları yalanlıyor ve 2. Dünya savaşına yol açan ve tarihte 1 örneği daha olmayan bu felaketin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyorlar.. Buna ek olarak İngiltere ve Fransa'nın yöneticileri adeta Hitler'i saldırmaya teşvik etmiş ve Hitler saldırısı başladığında “garip bir şekilde” karşı çıkmamışlardır…! O sıralarda (1933) Roma'da; İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya arasında bir uyum ve işbirliği anlaşması imzalandı. Bu antlaşma daha o zaman saldırmak niyetinde olan Almanya-İtalya faşizmi ile yapılmış kirli bir pazarlıktı. Bunun üzerine bir silahsızlanma konferansı toplandı.

SSCB’NİN EMPERYALİZMİ TEŞHİR EDEN USTA TARİHİ POLİTİKASI Bu konferansta SSCB, “İtalyaAlmanya-Fransa-İngiltere” emperyalistlerinin kendi aralarında yaptıkları uyum ve işbirliği antlaşmasının amacının ne olduğunu çok iyi tahmin ederek, bir “saldırmazlık antlaşması” ve “saldırganın tanımı üzerine” bir antlaşma imzalanması önerisinde bulundu. Bu konferansta diğer ülkelerin haklarını çiğneyerek yürümeye çalışan bu dört emperyalist ülke dünya barışına ve halkların güvenliğine büyük bir darbe indirdiler. Bir tek SSCB tutarlı ve kararlı barış politikasını sürdürdü. Bu da yaptığı “teşhir edici antlaşma sayesinde” gerçekleşti.

FAŞİST ALMAN SALDIRILARINA SÖZDE "TAVRSIZLIK" POLİTİKASI Olayların daha sonraki gelişiminde İngiltere ve Fransa'nın yöneticileri “Berlin-Roma Mihveri” diye bilinen blokta birleşen devletlere verdikleri ödünlerle Almanyayı teşvik etmişlerdir. Stalin İngiltere ve Fransa'nın sözde karışmama politikasını şöyle değerlendirdi: “Karışmama siyaseti… şöyle nitelendirilebilir: “Her ülke kendini saldırganlara karşı istediği ve savuınabildiği gibi savunsun, bu bizi hiç ilgilendirmez; biz hem saldırganlarla, hemde onların kurbanları ile ticaret yapacağız. Oysa gerçeklikte, karışmama siyaseti, saldırıyı özendirme, savaşı zincirlerinden boşandırma ve dolayısıyla da onu dünya savaşı haline dönüştürme anlamına gelir.” Stalin bu politikanın çok tehlikeli olduğunu ve fiyasko ile sonuçlanacağını söyledi. BARİKAT gazetesi olarak bizim tarihte yaşanan bu olaydan tüm işçi sınıfı adına çıkartmamız gereken büyük bir ders olduğu inancındayız… Büyük önder Stalin'in yıllardır insafsızca “oturup faşistlerle, emperyalistlerle antlaşma yaptı..!!” sözlerinin hiçbir zaman bilimsel siyasi-ideolojik temelde bir sebebi halen daha bulunamamıştır ve bulunamayacaktır. Bunun sebebi yukarıda kendisinin de söylediği gibi “karışmamazlık siyasetlerinin” aslında “el altından destek” politikası niteliğini taşıdığı ve emperyalizmin gerçek yüzünü gizlemekten başka bir şey olmadığı gerçeğidir. Bu aslında emperyalizmin günümüz dünyasında da Amerika'nın bazen dünya gözleri önünde apaçık bazen de bugün ülkemizde var olan Türkiye baskısının arkasındaki gizli duruşu gibi bir “karışmamazlık” siyasetidir. Bu emperyalizmin “ustaca” oynadığı bir oyundur. Açıkça görülüyor ki emperyalistler amaçlarına ulaşmak için savaş, tehdit, baskı ve komplo yapmak gibi her yolu deniyorlar. Kirli imparatorluklarını masum insanların kanları üzerine kuruyorlar. Stalin antlaşma yaparak doğru ve zekice bir politika uygulamıştır. Eğer bu anlaşmayı yapmasaydı Proletarya cumhuriyeti tarihe karışacaktı. Çünkü emoeryalizmin oyunları bozulmamış ve dünya işçi sınıfı önünde SSCB küçük duruma düşecekti…

HİTLER'İN EMPERYALİSTLERLE “KARDEŞLİK” POLİTİKASI VE STALİN'İN BUNU TEŞHİR ETMESİ.. Hitler'in hedefleri arasında doğu ülkesi diye tanımladığı esas hedefi olan SSCB'yi ele geçirmek ve komünizmi yok etmek ve bu da yetmezmiş gibi “Nasyonal-Sosyalizmi” uygulayacağı yani FAŞİZM'i getireceği bir “Cermen İmparatorluğu” kurmaktı.. Tabi ki İngiltere, Fransa; Hitler'in bu hedefini çok iyi bildikleri halde karşı çıkmadılar.. Çünkü Hitler'in bu politikası, onların da çıkarları ile birebir uyuşuyordu. Örneğin Britanya Başbakan'ı Chamberlain; SSCB'nin savaşı önlemek için yaptığı çabalara kesin bir şekilde karşı çıktı. İngiltere Dışişleri Bakanı Halifax; Almanya'nın avrupada gerçekleştirmeye niyetlendiği sınır değişikli ile hemfikir olduğunu belirtti ve şunu söyldi: “Böylesi akılcı bir düzenlemeye yardımcı olmak, İngiliz önerisinin hedefidir.” Buradan da görülüyor ki Hitler her anlamda SSCB'yi yok etmek uğruna her kılığa girmekten korkmamış; her türlü emperyalist ülkeyle kucak kucağa ortak politikalar üretmekten zerre kadar ödün vermemiştir. 19 Eylül 1938'de İngiliz ve Fransız hükümet temsilcileri; Çekoslavak Hükümetinden "Südet" Almanlarının yaşadığı Çekoslavak bölgelerini Almanya'ya bırakmasını talep etmiştir. Üstelik bu öneri Avrupa'nın barışa kavuşturulmasına bir katkı olarak sunulmaya çalışıldı. 20 Eylül'de Çekoslavak hükümeti bu öneriye red yanıtı verdi. Ama İngiliz Hükümeti Çekoslavak Hükümeti'ne red yanıtını gözden geçirmesini yoksa İngiliz hükümetinin sorumluluğu üstlenemeyeceğini belirtti. 29 ve 30 Eylül'de Münih'de yapılan Hitler, İngiltere, İtalya danışma toplantısı utanç verici bir pazarlığa imza attı. Ve Çekoslavakyanın kaderi üzerine karar verildi. Stalin bu antlaşmayı şöyle yorumladı: ''SSCB'ye karşı savaşa başlamasının yükümlülüğünün karşılığı olarak Çekoslavakyanın toprakları Almanyaya verildi'' İngiltere ve Fransa'nın yönetici çevreleri tarafından o dönemde izlenen bu politikanın özü, J. V. Stalin tarafından Mart 1939'daki SBKP (B) XVIII. Parti Kongresi'nde aşağıdaki sözlerle ortaya kondu: "Oysa, gerçeklikte, karışmama siyaseti, saldırıyı özendirme, savaşı zincirlerinden boşandırma ve dolayısıyla onu dünya savaşı haline dönüştürme anlamına gelir. Karışmama siyaseti, saldırganları kendi pis işlerinde rahatsız etmeme, örneğin Japonya'yı Çin ile ve daha da iyisi Sovyetler Birliği ile bir savaşa girmekten engellememe; örneğin Almanya'yı, Avrupa işleri içine batmaktan, Sovyetler Birliği ile bir savaşa girmekten engellememe; savaşçı ülkeleri savaş çirkefine boylu boyunca batmaya bırakma; onları karşılıklı olarak birbirlerini güçten düşürüp tüketmeye bırakma, ve sonra da, yeterince güçten düşmüş olacakları zaman, taze güçlerle sahneye girme, elbette «barış yararına ortaya çıkıp, güçten düşmüş savaşçı ülkelere kendi koşullarını dayatma çaba ve isteğini ele verir."

Yazının devamı 2. sayıda..


EYLÜL 2010

KIZIL BAYRAK

SAYFA: 10

MANİFESTO'MUZ MÜCADELEMİZDİR..! BARİKAT gazetesi bu ilk sayısında daha fazla kendisini işçi sınıfına ve ezilenlere tanıtmaya çalışmıştır... Bu anlamda mücadelesini manifestosunda yazıya dökerek kendine tarih önünde vermeye yemin ettiği Marksizm-Leninizm mücadelesini şu şekilde anlatmaktadır: 1- BARİKAT gazetesi Marksist-Leninist dünya görüşüne yani Marx,Engels,Lenin,Stalin ve Dimitrov'un ideolojisine hizmet eder. Emperyalizme karşı faşizme ve her türlü reformist-revizyonist siyasetlere karşı savaş verir ; Kıbrıs ve Dünya'da devrim'in, sosyalizm'in ve komünizm'in onurlu mücadelesini verir. İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilenler BARİKAT gazetesinin doğal müttefikleridir. 2- BARİKAT gazetesi Kıbrıs ve Dünya'da tüm işçi, emekçi ve ezilen sınıfların birleşik cephe'sini savunur ve anti-emperyalist, anti-faşist birleşik cephe hükümeti için bulunduğu her ortamda kavga verir. 3- BARİKAT gazetesi Kıbrıs'ta ideolojisini aldığı 1926'da kurulan Kıbrıs Komünist Partisi çizgisinde yürüyen ve ideolojisi "çarpıtılmaya başlandığı döneme kadarki" sürecini kendine referans olarak alır ve KKP'nin gazetesi olan YENİ İNSAN gazetesinin de direkt olarak mirasçısı olduğunu iddia eder ve tarihini ortaya çıkartmak için mücadele eder ayrıca süreç ilerledikçe yeniden kurucusu ve ayağa kaldırıcı gücü olmak için kavga verir. 4- BARİKAT gazetesi, kendi örgütsel iç çalışmalarını “Stalin – Örgüt Üzerine” kaynağından alır. Bu kuramdan ödün verilmez. Marksist-Leninist örgütsel yaşam ve örgüt kültürünü kendi içerisinde korumak BARİKAT gazetesinin temel görevidir.. Örgüt disiplini ise Kapitalizm’in ilerleyen her aşamasına göre yoğunluk gösterir. BARİKAT gazetesi mevcut koşulları analiz edip en faydalı olacak şekilde örgüt disiplinini ayarlamak zorundadır ve buna yönelik bir pratik tarzı benimsemeyi kendine ana görev olarak görür. Temel anlamda BARİKAT gazetesi örgüt disiplini olmadan hareket etmez. Örgüt disiplinine ters şekilde hareket eden birey BARİKAT gazetesi yayın kurulu tarafından gerekli şekilde cezalandırılır... Birinci (1.), İkinci (2.), Üçüncü (3.) ve Dördüncü (4.) maddeler gazete manifestosunda değiştirilemez; değiştirilmesi talep edilemez. Talep eden ise gazete yayın kurulu'nun belirleyeceği disiplin cezasına bağlı olarak cezalandırılır. 5- BARİKAT gazetesi birleşik cephe siyaseti gereği hem Kıbrıs hem Dünya'da emperyalizme ve faşizme karşı devrim, sosyalizm ve komünizm yolunda, mevcut gerici düzen içerisinde ülkeyi daha da demokratik hale getirecek her türlü siyasal eylem hareketlerinde iyi niyetle samimi ve dürüst bir siyaset izleyen her birey ve örgütle Marksist-Leninist ana kuramlara aykırı olmadığı sürece ortak kavga verir ve mücadele etmekten çekinmez. Çünkü BARİKAT gazetesi devrimci mücadele uğruna iş yapmaktan korkan veya ürken bir yapıya sahip değildir. Devrimci işbirliğini örgütler ve kendinden farklı düşünen devrimci mücadeleye farklı fikirlerle hizmet eden tüm diğer ideolojilere sahip yoldaş örgütlerle ayni çatı altında mücadele etmekten çekinmez... 6- BARİKAT gazetesi EMEK ve DEMOKRASİ GÜÇLERİ'NİN HAKLI OLDUĞU her siyasi eylemde ve harekette varlığını gösterir ve elinden gelen mücadeleyi Marksist-Leninist ideolojisine uygun şekilde verir. Halk'ın her dedğini yapmak gibi bir rolü üstlenmez ama yanlış olduğunu gördüğü her ortamda halkın içinde var olacaksa da TEŞHİR EDİCİ bir şekilde ve DOĞRU OLANI GÖSTEREN bir pozisyonda da yine olmaktan çekinmez. 7- BARİKAT gazetesi, politikayı sadece devrimci siyaset için üretir. Samimiyeti işçi sınıfı ve ezilen insanlar önünde her koşulda teşhire açıktır… Yapıcı eleştiriye kapısı ardına kadar açıktır… 8- BARİKAT gazetesi devrimci kültüre ve sanata da her alanda hizmet eder. Proletarya ahlakının saflığını, temizliğini, eşitlikçi, özgürlükçü karakterini ve davasına karşı bağlılık ve disiplinini kendine yaşam tarzı olarak görür… 9- BARİKAT gazetesi toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için gereken yöntemin özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve proletarya dikdatöryasının kurulumu olduğunu savunur ve bunun için mücadele eder. AB, BM gibi kan emici terörist birlikler veya diğer emperyalist ülkelerin bu konudaki burjuva çözüm önerilerini tamamen reddeder ve teşhir eder. 10- BARİKAT gazetesi ekolojik sorunlara karşı en duyarlı duruşu gösterir. Kapitalizm koşullarıda doğanın kirli bir hale gelmesi ve yok olmasına karşı siyasi ve sınıfsal temelde mücadeleyi kendine hedef olarak görür… Gündelik çözümlerden uzak emperyalizm’in ve emperyalist birliklerin “sözde” çözümlerini ve günübirlik gözboyamacı burjuva çözüm önerilerini red eder. Kapitalizm’in yok edilişi ile ekolojik sorunların farklı boyutlarda görülmesine karşı mücadele eder. BARİKAT gazetesi doğa'nın kirliliğinin kapitalizm şartlarında reformlarla değil ancak ve ancak kapitalizmin kökten kaldırılışı ile çözülebileceğini savunur. 11- BARİKAT gazetesi, gençlik içerisindeki sorunlarına da duyarlıdır. İşçi sınıfının kurtuluşu ile gençliğin sorunlarının son bulacağını savunur. Özellikle öğrenci kitlelerinin eğitim haklarının parasız, demokratik ve bilimsel bir temele oturmasında da BARİKAT gazetesi sosyalist zeminde her türlü mücadeleyi gösterir. Devrimci öğrenci ve eğitim emekçisinin ortak mücadelesinin bu anlamda verimli sonuçlar üreteceğini savunur ve eğitim sorunlarına çözüm üretmeye yönelik devrimci mücadelesini verir. 12- BARİKAT gazetesi küçük esnaf ve/veya küçük ve orta çapta üreticilerin, büyük burjuvalardan ve sermayedarlardan aldığı zararın farkındadır. BARİKAT gazetesi bu büyük burjuvalardan darbe alan kesimlerin yerinin işçi sınıfının yanı olduğunu savunur. Bu gibi küçük ve orta burjuva akımların sadece ve sadece işçi sınıfının kurtuluşunun sağlandığı zaman sorunlarının çözülebileceğini vurgular ve onlara yönelik “yol göstetirici ve emekçilerle birleştirici” siyaset üretir… BARİKAT gazetesi küçük ve orta burjuva sınıfların işçi sınıfının onurlu mücadelesinin ardından gitmediği sürece sorunlarının çözülemeyeceğinin altını çizer. 13- BARİKAT gazetesi ülke ve dünya koşullarında devrimci tarihe de ışık tutar. Ayrıca bilimlere ve teknolojiye, sağlık sorunlarına devrimci siyasetle, kapitalist kuşatmanın yanılgılarından uzak ve kapitalist yozlaşmayı teşhir edici kendi ideolojisine özgü siyasetini savunur. Bu gibi sorunların tek alternatifinin işçi sınıfının kurtuluşu olduğunu vurgular. Özel mülkiyetin ortadan kaldırılışı ile bu gibi önemli sorunların ortadan kalkacağının altını çizer… 14- BARİKAT gazetesi dinin devletle bir bağı olmaması ve dinsel cemaatlerin yönetim otoriteleriyle hiçbir bağlantısı bulunmaması gerektiğinin altını çizer ve bu anlamda mücadele eder. Herkes dilediği herhangi bir dine inandığını yada hiçbir dine inanmadığını yani her sosyalist gibi kural olarak, bir tanrıtanımaz olduğunu söylemekte kesinlikle özgür olması gerektiğini dünya ve tarih önünde ilan eder ve bunun için her türlü mücadeleyi gösterir.


EYLÜL 2010

İŞÇİ-SENDİKA

SAYFA: 11

EMEKÇİ'NİN GÜNLÜĞÜ: Bir devlet kurumu bir de özel sektörde çalışan iki emekçi yoldaş bir günde neler yaşar ve ne sıkıntılarla karşılaşır? İşte onların bizlere söyledikleri ve onların yaşamından dersler: DEVLET KURUMUNDA GEÇİCİ ÇALIŞAN YOLDAŞ

ÖZEL SEKTÖR EMEKÇİSİ YOLDAŞ Özel Sektörde çalışmanın ne kadar zor olduğunu biliyorsunuz… Yine de bu sektörde çalışan bir işçinin yani benim ağzımdan dinlemeniz faydalı olacaktır diye düşünüyorum… Sabah erkenden kalkar, işe erken başlar, akşam saat altıya bazen yediye kadar çalışırım Havaların sıcak olması bir yana, çalışma koşullarının zorluğu ve asgari ücretle çalışmak zorunda bırakılmak yaşamımızı derinden etkiliyor. Benden daha kötü durumda olan işçilerde var. Sigortasız çalışan işçilerin sayısı az değil. Sigortasız çalıştıkları için iş güvenceleri de yok. Bir iş kazasında yaralansalar kendileri zararlı çıkıyor, ne yetkili makamlara şikayet edebiliyorlar, ne de iş kazasında yaralandıklarını söyleyebiliyorlar. Duyulursa ve işverenin kulağına giderse işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Kimi işçiler de kalacak yerleri olmadığı için işyerlerindeki koğuşlarda kalıyorlar. Bazı işyerlerinin koğuşları içler acısı. Kimi işçilerin ise ulaşım vasıtası sadece bisiklet. Durumları iyi olmadığı için araba alamıyorlar. Bisiklet sürerken ise kendilerini tehlikeye atmak zorunda kalıyorlar. Gerekli önlemleri alamadan sürdükleri için… Masraflarımızı kısmak zorunda kalıyor, alım gücümüz azalıyor, bunun üstüne akaryakıta ve gıda ürünlerine yapılan zamlar da eklenince tahmin edersiniz ki kara kara düşünmek zorunda kalıyor ve soruyoruz: Ne olacak bizim halimiz? Nasıl geçineceğiz? İşsizliğin yaygın olduğu, işten çıkarmaların da yaşandığı bir dönemde iş değiştirmek istesem de kolay kolay değiştiremiyorum. Biliyorum ki başka bir iş yerinde çalışsam da yine ayni sorunlarla karşılaşacağım. Öyleyse kendimize şu soruyu sormalıyız Ne yapmalı? Oturup halimize şükredip kaderimize razı mı olalım? Yoksa yaşamımızı kökten değiştirmek için mücadele mi edelim? Biliyorum ilk bakışta hiçbir şey olmaz, biz bir şey yapamayız, vazgeç,bu bizim kaderimiz diyenler olacaktır,.Çünkü başa geçen hükümetin geçirdiği emekçi düşmanı yasalar, bir de patronların daha da pervasızlaşması bazılarımızı umutsuzlandırmıştır… Oysa sorunlar gün geçtikçe büyümektedir. Hükümet güçlü bi direnişle karşılaşmadığı için istediğini yapmaktadır . Mevcut sendikalar kendine ilerici, devrimci diyen örgütler işçilerin sorunlarını mücadele alanlarına taşımıyorlar, taşımak şöyle dursun onlarla ilgilenmemektedirler. Hani toplumsal kurtuluştan bahsediyorlardı. Yoksa kurtuluş sadece kendileri için mi? Kendileri dışında kalanlara nasıl bakıyorlar acaba? Umutsuz olmak karamsar olmak biz işçilere yakışmaz. Kendimize güvenmeliyiz. Başaracağımıza inanmalıyız. Birlik olmalıyız… Biz birlik olsaydık, biz sendikalarda olsaydık patronlar bu kadar pervazsıca davranıp en temel haklarımızdan bile yoksun bırakır mıydı¬? Bizi işten çıkartıp daha kötü bir yaşama mahkum eder miydi? İş güvenliğimizi sağlamazmıydı? Genel grev yapıp kapılarına dayanırdık. Sonunda dize gelirlerdi. Haklarımızı vermediler mi? Bir grev daha. Hem de sonuna kadar, haklarımızı söke söke alana kadar… Çünkü bizim birliğimiz onları korkutur, dünyalarını karartır, kabusları oluruz. Hükümet…! Onların yasaları..! Patronlar…! Ve onların düzen işbirlikçileri… Şimdi rahat yataklarınızda mışıl mışıl uyuyorsunuz. Ama yataklarınızda uyuyamayacağınız, kaçacacak delik arayacağınız günler de gelecek… Her gün ensenizde olacağız…! O günler yakındır… YAŞASIN İŞÇİLERİN BİRLİĞİ VE MÜCADELESİ…

Bir devlet kurumunda geçici olarak çalışmaktayım.. CTP hükümeti tarafından “torpil” kullanılarak işe alındım. Hayatımda kimseden de bunu gizlemedim. Çünkü öyle bir ülkede yaşlıyorsunuz ki torpilsiz işe giremiyor, adım attırılmıyorsunuz…! Benim işyerimde yıllardır yaşadığım sorunlar özel sektördekinden de beter.. Bikere kurum olduğumuz için her defasında amirlerimiz siyasi olarak değişiyor ve mevcut hükümet kimi gönderiyorsa ona yönelik bir çalışma sistemi ile uğraşmak zorunda bırakılıyorsunuz. Maaş olarak özel sektördekinden daha iyi durumdayız ama iş ortamımız çok kötü.. Bikere sendikalarımız müdür’ün emri ile çalışıyor. Müdür “greve katılmayın” dese sendikalar katılmıyor. Aslında sorun sendikalarda değil yada sendikalaşmada da değil..! Sorun sendikaların başındaki sarı sendikacı yöneticilerde..! Çünkü biz biliyoruz ki sendikamız istese, devrimci bir sendika iktidarımız olsa haklarımızı kopartır ve bize kazandırır… İşçiler ve memurlar çalışma sistemleri ile gruplaştırılmış, biribirine küstürülmüş, amirlerin çok olduğu ve yıllar yılı UBP “başbakanlığı” tuttuğu için ve kurumlar da başbakanlığa bağlı olduğu için adım attığınız yerde UBP’li bir militana çarpıyorsunuz… Kim kimi satacak da “kim amirin daha çok gözüne girecek” kavgası var..! Emekçiler biribirine ya amir baskısı ya müdür talimatı ile “iş yaptırımı” uyguluyor ve biribirleri arasında anlaşıp aslında yönetime baş kaldıracaklarına ve birlik olacaklarına maalesef tam tersi olarak kapitalist sistemin tam da dediğini yapar durumdalar… Yani biribirlerinin kuyularını kazıyorlar.. Öyle bir sistem kurulmuş ki insan olarak çok çok iyi bir karaktere dahi sahip olsanız, dürüst de olsanız, şerefli de olsanız, sistem sizi içerisinde yutuyor ve sisteme ayak uymadığınızda ortada kalan siz oluyorsunuz… “Memur mantığı” denen bir olay var.. Tam da budur benim çalıştığım yerdeki olay… Aslında bu mantık “memurun rahatlığını hani derler ya memurlar hiç çalışmaz..!” tam da aslında “memurun memura kazık atması ile iş yaptıran” bir mantıktır bu mantık..! İşçileri ve memurları daha kıdemli ve daha yeni diye ayırırlar.. Kimisi müdür’den taraf torpillidir, müdür yanına çağırır; yasal olmayan bir şekilde ona “sen danışmansın bulunduğun bölümün” der ağzına bal çalar.. Kimilerine “kadrolanma” sözü verirler ; “solcu” geçinen tipler bir anda 1 numaralı UBP li olur çıkarlar… Amirler deseniz onlar da bir üstleri ile iyi geçinmek için altlarındakini ezmek zorundadır…! İşte sistem budur..! Kapitalizm dediğimiz vahşet, “işçilerin robotlaşması” budur… Bizleri biribirimize düşürerek bizlere “iş yaptırma” sistemi.. Bizi geçici bırakırlar ki “mevcut olan her iktidar’a oy verelim aksi takdirde işten atılırız..!” Hep bu korku verilir.. Hep bu işten çıkartma tehditleri bizlere yapılır… Korkmaktan gayrı günlük bir şeydir bizim için… Ama gerçek de olabilir elbet… KTHY’de olanları gördük duyduk şahit olduk… Sonra Elektrik Kurumundakileri gördük.. Şimdi sıra toprak ürünleri kurumunda… Ve sonra da diğerleri… Biz biliyoruz ki sıra bize de gelecek..! Ama kimseden de korkumuz yok..! Olmamalı..! Çünkü kırılacak zincirlerimizden başka hiçbir şeyimiz yok..!

NE YAPMALI? NASIL BİR YÖNTEM? Özel sektörde sendikalrımızın zayıf oluşu malum en büyük gerçeğimiz..! Bu aslında şuanki gelişen kapitalizm şartlarında olmaması gereken bir durum. Çünkü sendikal hareket demek örgütlü işçi sınıfı demektir… Memur ve işçilerin yani emek veren insanların örgütsüzlüğü ve biribirlerinden kopmuşluğu ise sadece içinde yaşadığımız patron-ağa devletine hizmet eder… Biz bilmemiz gerekir ki emekçiler olarak birleşmediğimiz örgütlenmediğimiz sürece zararı hep biz emekçiler görmeye devam edeceğiz..! Özel sektör emekçisi, kamu ve kurum emekçileri olarak tek yumruk olmadığımız sürece kanımız akmaya devam edecek… Kölelik bizim kaderimiz olmamalı…! Biz bu dünyaya 1 kişinin oturup bizim ensemizden para kazanıp lüks hayat geçirmesi ve üç otuz paraya çalışıp sadece boğaz tokluğuna bütün gün çalışmak için gelmedilk..! BİZ İNSANIZ..! BİZ EMEKÇİYİZ..! DÜNYAYI BİZ KURDUK…!

Özlük haklarımız için..! İnsan gibi yaşamak için..! Emeğimizin sömürülmemesi için..! Ülkemizin birleşmesi için..! Sağlıklı bir yaşam için..! KURTULUŞ İÇİN..! TEK YOL VARDIR: BİRLEŞMEK.! Tek yumruk olmak.. Kötülüklere karşı sömürenlere karşı ortak mücadele etmek… Ve emeğin birleşik cephesini yaratmak..! Birimizin kılına zarar gelsin o zaman bakalım…!! Dünyayı nasıl başlarına yıkıyoruz..! Ama şuan meydan boş..! Şuan istediklerini yaptırıyorlar patronlar ve hükümdarlar..! Ya peki kaç gün daha ? Biz tek yumruk olursak kaç gün daha bu kadar rahat olacaklar?? Bu dünyayı istediğimiz an durdururuz…!!! YETER Kİ BİRLEŞELİM..! YETER Kİ KIRILACAK ZİNCİRLERİMİZDEN BAŞKA BİRŞEY OLMADIĞINI GÖREBİLELİM…!


EYLÜL 2010

ÖZELEŞTİRİ

SAYFA: 12

ÖNDER'İN SÖYLEDİĞİNE KULAK VER...! "Bir siyasal partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddî olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevlerini yerine gerçekten getirip getirmediğini saptayabilmemiz için, en önemli ve en güvenilir ölçütlerden biridir. Yanılgısını içtenlikle kabul etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu yanılgıya yolaçan koşulları tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddî bir partinin belirtileri bunlardır, bu, ciddî bir parti için görevlerini yerine getirmek, sınıfı ve ardından da yığınları eğitmek ve bilinçlendirmek demektir." V. I. LENİN İLK SAYIMIZ ÇIKARKEN..! Marksizm-Leninizm kimileri için “babadan görme” bir siyasi-ideolojik akım oldu; kimileri için moda; kimileri içinse geçici bir heves... Bizim kendimize koyabileceğimiz en büyük özeleştiri; Marksizm-Leninizm'i öğrenirken hep bilimlere, teknolojiye, işçi sınıfının bayrağını daha yukarıya taşıyacak her türlü olguya olan susamışlığımız ve kadro sorunumuz sebebiyle birçok toplumsal hareketten istemdışı uzak kalışımızdır… Biz kendi gerçekliğimizin farkındayız… Ekonomik sorunlar, kadro sorunlarımız ve en büyük sorunumuz olarak gördüğümüz iç-eğitim çalışmalarımızın hem bazen sağlık,ailevi veya başka özel sorunlar yüzünden aksaması bizi derinden etkilemektedir… Ama biz henüz yolun başındayız… Biz bir dernek değiliz..! Bir parti de değiliz..! (En azından sadece şuan için) Ama elbet PARTİMİZİ YENİDEN KURMAK ADINA bu adımları teker teker atacağız… Hedefimizi hiç gizlemedik ve gizlemeyeceğiz…! Bu yola çıkış amacımız zaten bu..! En büyük açığımız deneyimsizliğimizdir… Bunun da bilincindeyiz.. . Bizim bu düzen içerisinde kaybedecek hiçbir şeyimiz olmadı kırılacak zincirlerimizden başka… Bizler için gazetemiz bir örgüttür… Tıpkı bir fabrika gibi.. Bir atölye gibi… Biz Barikat gazetesi olarak emekçi kitlelerin içinden gelen bir grup devrimci, yurtsever, aydın insan olarak bugünden itibaren şimdilik sadece “aylık” olarak karşınızdayız… Aylık..! Çünkü ne şuan haftalık veya günlük çıkaracak maddi gücümüz var; nede yeteri kadar kadromuz var… Ama elbet bu gazetemizi önce 2 haftada bir sonra her hafta ve sonra da esas hedefimiz olan günlük gazete olarak karşınızda var olacağımız günler gelecek… Bu ilk sayımızdaki özeleştirimizi bu şekilde yapıp bizleri şimdiden bu noktadan yarın ne noktalara geleceğimizin kendi gözlerinizle şahit olmanızı talep ediyoruz… Bugün kadrosuz, parasız pulsuz, toplum içerisinde küçük bir “küçük-burjuva” aydın kesimi olarak karşınıza çıktık… Budur bizim şu anki gerçeğimiz..! Kimseden ne saklıyoruz, nede saklamaya çalışacağız..! Gazetemizin çıkması için hem ekonomimizi hem kendi yaşantımızdan zorluklara karşı direnip kendimizce en iyisini ortaya koymaktır derdimiz… Biz işçi sınıfı adına, emeğin kurtuluşu adına elimizden geleni ardımıza koymayacağımıza tüm dünya önünde şanlı orak çekiçli bayrak üstüne yemin edip bu yola çıktık… Her türlü eksiğimize rağmen yolumuza alnımız açık başımız dik yürümeye hep beraber daha da güçlenerek devam edeceğiz… Bu ilk sayımızı bürokrasi resmen bizi oyaladı durdu… Üstüne deneyimsizliğimiz de eklenince çok sorun yaşadık.. Ama şuan buradayız..! Dimdik ayaktayız..! Ayakta durmaya da devam edeceğiz..! HAKSIZLIĞA BOYUN EĞMEDİK…! EĞMEYECEĞİZ..! EĞDİRMEYECEĞİZ…! Söz konusu işçi sınıfı ise; gerisi bizler için teferruattır..! YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM YAŞASIN STALİN'İN BİZLERE GÖSTERDİĞİ IŞIKLI YOL

BARİKAT GAZETESİ ABONELİK FORMU: İSİM_________________: SOYİSİM_____________: EV VEYA CEP TEL NO__: E-MAIL ______________: SAYI ADETİ___________: ABONELİK ADRESİ____: NOT: BİZ GAZETEMİZİN BEDAVA YAYIN YAPMASINI İSTERDİK. FAKAT KAPİTALİST SİSTEM İÇERİSİNDE GAZETE GEREK BASKISI GEREKSE DEVLETE ÖDEMEK ZORUNDA KALDIĞI VERGİLERİ KARŞILAMASI GEREKMEKTEDİR. GAZETEMİZ HİÇBİR ŞEKİLDE "KAR" AMACI İLE KURULMAMIŞ; SADECE DERNEKLEŞME SÜRECİNE GİRMEDİĞİMİZ İÇİN VE "TİCARİ ÜNVAN" YOLU İLE ORTAYA ÇIKMAKTAN BAŞKA ÇAREMİZ KALMADIĞI İÇİN BU ŞEKİLDE YÜRÜMEYİ SEÇMİŞTİR. BİRGÜN GELECEK BARİKAT GAZETESİ KENDİ YAYINLARINI KİMSEDEN KURUŞ ALMADAN YAPABLECEK NOKTAYA GELECEKTİR. O GÜNE KADAR BİZLERE YAPACAĞINIZ DESTEK GAZETEMİZİ AYAKTA TUTABİLECEK OLAN EN BÜYÜK YARDIMLARDAN BİRİ OLACAKTIR. GAZETEMİZ İSTENİLEN SAYI KADAR ABONELİK VERMEKTEDİR. İSTEDİĞİNİZ SAYI ADETİNİ BELİRTMENİZ ABONELİK İŞLEMİNİZİN GERÇEKLEŞMESİ İÇİN YETERLİDİR. YUKARIDAKİ BİLGİLERİ DOLDURUP BİZE ELDEN VERİNİZ VEYA info@barikatgazetesi.com ADRESİNE GÖNDERİNİZ. BİZ SİZE ULAŞACAĞIZ, DESTEĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ... İRTİBAT TELEFONUMUZ: 0533 871 39 52


DÜNYA

EYLÜL 2010

SAYFA: 13

ÖZEL HABER

PAKİSTAN'DA DEPREM FELAKETİ...! Güney Asya da bir İslam Cumhuriyeti olan Pakistan nüfusu bakımından dünyanın 6. büyük ülkesi durumundadır. 1947 yılında İngiliz sömürüsü kontrolü altında olan Hindistan'dan kanlı bir mücadele sonucunda ayrılarak bağımsızlığını kazanmış ve özellikle 2008 yılından sonra ülkedeki işbirlikçi hükümet yetkilileri Amerikalı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlayarak radikal İslam din grupları ile sürekli olarak iç savaş haline girmişlerdi. Tüm bunlardan dolayı, bölgedeki halk ağır koşullar altında yarı aç yarı tok yaşamını sürdürmeye çalışıyordu ki bir şamar da sel felaketinden geldi…! Ülkede yaklaşık bir aydan beri devam eden muson yağmurları çok acı bir bilânço oluşturdu ve tam bir “insanlık dramının” yaşanmasına neden oldu..! Sel felaketinin boyutları, Haiti depremi ve T-sunami felaketinin toplamından bile daha büyük. Barınma yardımı ihtiyacı duyan insan sayısı 6 milyon dolaylarında. Uluslararası yardım çok yavaş kalıyor ve halk perişan durumda. Felaketin

ardından yeniden inşa faaliyetlerinin 15 milyar dolara mal olabileceğini kaydediliyor. Sel felaketinde şu ana dek 1600 kişi öldü ve 17 milyona yakın kişi felaketten etkilendi. 5 bine yakın köy tamamen sular altında ve 9 milyondan fazla kişi de evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Zaten yoksul olan mağdurların çoğunluğu, sahip olduğu küçük arazileri ekerek ve besledikleri birkaç hayvanla geçimlerini sağlıyordu. Şimdi sahip oldukları her şeylerini kaybettiler. Çaresizlik içindeki halk, hala daha ne Federal hükümetten ve ne de

AKP hükümeti 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde ilk defa başa geldi.. 10 sene içerisinde tüm devlet organlarına ve cumhurbaşkanlığına kadar girdi ve örgütlendi.. İnsanlar yıllar yılı “sorunlara çözüm getirecek” diye alternatifsiz kaldıklarından AKP'ye oy verdi.. 10 senede yürüdü yürüdü işi “anayasayı değiştirmek için..!” (ki adını demokratikleştirmek koydu) referanduma gidecek gücünü kendinde buldurup “evet” dedirtecek noktaya kadar dayandı.. Peki, nedir bu maddeler? Acaba AKP'nin dediği “12 Eylül'ün antidemokratik yasalarını değiştirmek için” mi yoksa farklı planlar mı var işin içerisinde ? İşte harfiyen “demokrasi kralı AKP” den hediyeler…!!! * Kadın-erkek eşitliği konusunda alınacak tedbirler, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacak. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler ile harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacak. Devlet, her türlü istismara karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacak. * Aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunabilecek. Memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı tanınacak. Greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu grev uygulanan iş yerinde neden oldukları maddi zarardan sendika sorumlu tutulamayacak. Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grevi ve lokavtı, genel grev ve lokavt, iş yeri işgali, iş yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişlere ilişkin yasaklar kaldırılacak. * Kişisel verilerin korunması anayasal güvenceye alınacak. Yurtdışına çıkma hürriyeti ancak suç soruşturması veya kovuşturması nedeniyle ve hakim kararıyla sınırlandırabilecek. * Memurlara verilen uyarma ve kınama cezaları yargı denetimine açılacak. *'Ekonomik ve Sosyal Konsey' anayasa kapsamına alınacak. * 'Kamu Denetçiliği Kurumu' (ombudsmanlık) oluşturulacak. * Partisinin temelli kapatılmasına neden olan milletvekilinin TBMM üyeliğinin düşürülmesi uygulaması kaldırılacak. * Yüksek Askeri Şura'nın (YAŞ) terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açılacak. İdari yargı, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olacak. * Askerlere bazı suçlarda sivil yargı yolu açılacak. Siviller, savaş hali dışında askeri mahkemelerde yargılanamayacak. ----Şimdi ilk bakışta yukarıdaki anayasa tasarısı sokaktaki adam için çok “kulağa sempatik” geliyor. Bunun sebebi AKP'nin her zamanki gibi yaptığı usulsüzlükleri örtbas etmek için kullandığı usta kibar dil ve üstün burjuva lafazanlık yeteneği… Bu maddeleri AKP sıralamış ama acaba hangisinin “nasıl uygulanacağına” yönelik bir politikayı halka nerede açıklamış ? Sadece maddeleri koyup üzerine laf ebelikleri yaptı.. Mitingler düzenledi… Ama nasıl uygulanacağına yönelik hiçbir hukuksal yöntem yok.. Yani mesela örneğim: 2. Madde (grev serbestliği ve

uluslararası kuruluşlardan bir yardım alamadı, hiçbir zaman da yeteri kadar yardım alamayacak..! Felaketin boyutları zayıf ve güçsüz devlet imkânlarıyla telafi edilemeyecek kadar büyük. Ayrıca 10 milyona yakın insanın geleceği de tehdit altında. Yaşanan sel felaketi, Pakistan'da son 80 yılda kayıtlara geçen en büyük doğal afet olarak tanımlanıyor. Özellikle ülkede yetiştirilen ziraat ürünlerinin başını çeken buğday, şeker ve pamuk gibi ürünler çok büyük zarar gördü. Uluslararası örgütler Pakistan için yeteri kadar duyarlı falan da değil..! Bölgede kolera gibi salgın hastalık vakalarına da rastlanmaya başlandı. Ayrıca, bölgeden gelen haberlere göre yeteri kadar temiz su ve gıda sevkıyatı sağlanamadığı için çocukların açlıktan ölmeye başladığı bildiriliyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi meteoroloji yetkilileri yağışların devam edeceği uyarısında bulunuyor. Ama herkesi tedirgin eden ciddi mesele ise, asıl felaketin bir süre sonra başlayacak olmasıdır, zaten fakir ve yeterli imkana sahip olmayan halk

güya grev yapma özgürlükleri getiren yasa tasarısı)Hangi emekçi bu kuru yalanı AKP'nin yapacağına inanır?Madem bu kadar işçi emekçi “grev” hakkını kullanmasına razı bir parti idi AKP; TEKEL işçilerine neden kan akıttı? Neden insanlar açlık grevine dayanacak noktaya getirdi? Maden'lerce 1000'lerce işçi öldü, tersanelerde gene ayni..! Peki, neden bu ölümlere karşı yapılan her grevde AKP, işçilere gaz bombası attı, copladı, kanlarını akıttı?Hani nerde “emeğin yanındaki 12 Eylül düşmanı” demokratik AKP?Birinci maddede kadın-erkek eşitliğinden bahsediyor AKP..! Hey gidi hey..! Kırk yıllık “milli görüşçüler”, dünün kadınlarını siyah peçe ile kapatan kafalarında cübbe ile dolaşıp “Humeyni'ye boyun eğen” yobazları “modern” olmuşlar da bizim haberimiz yok..! Madem bu kadar kadın-erkek eşitlikçisiydi AKP; neden çıkıp 2002 den beri 10 sene içerisinde kadınlara yapılan “baskı, emek sömürüsünü, aile şiddetini” yani kapitalist burjuva sistemin erkek-egemen yapısından dışarıya çıkartıp daha ilerici daha demokratik adımlar atamadı? AKP bunun garantisini karanlık geçmişi ile vermesi mümkün mü? Üçüncü madde zaten başlı başına bir sermaye hizmeti.. Milleti dolandıran zengin işadamı cebini doldurup yurt dışına çıkacak..! Birçok emekçi işsiz kalacak…!

ilerleyen günlerde açlık ve yoksulluktan çok daha fazla etkilenecek ve ne yazık ki, daha çok insan hayatını kaybedecek. Ülkedeki tarım alanları sel yüzünden yerle bir olması da bu noktada çok etkili olacak. Kısacası ülkedeki insanlık dramı her geçen saniye katlanarak artıyor..! Bölgedeki yüzlerce felaketzede yolları keserek eylem yapmaya başladı. Devlet yetkililerinin ve uluslararası yardım kuruluşlarının kendilerine hayvan muamelesi yaptığını belirten sel mağdurları, “sadece basının olduğu zamanlarda gıda ürünleri dağıtılıyor” diyor. Yani sırf dünyaya “yardım yapılıyor” imajını verebilmek için medyayı kullanarak dünyaya olumlu izlenim vermeye çalışıyorlar. Birleşmiş Milletler ise sözde acil yardım kampanyası başlattı ama şu ana kadar yardımların çok sınırlı ve yetersiz kaldığı ortada... Ülke kaos içerisinde sürükleniyor…! Yıllarca sömürülmüş bir toplum olan Pakistan'da halk ayakta kalma mücadelesi veriyor. İşte Gelişmemişliğin Acı Bilânçosu bu..!

madalyonun öbür yüzü ile görebiliyor ve teşhir edebiliyoruz..! Çünkü AKP'nin 12 Eylül'e karşı “halkın kinini kullanarak onları istediğini yaptırmak istediğini” çok iyi biliyoruz…! Çünkü “boykot” siyasetinin veya “yetmez ama evet” siyasetinin veya “içten içe evet” veya “göz göre göre evet” siyasetlerinin biri birlerinin destekçisi olduğunu, “boykot” edenlerin sadece bu göz aldatmacalı referandum'a “açık evet dememek için boykot” ettiklerini çok çok iyi biliyoruz…!Biz AKP'nin de ayrıca AKP'nin bu gizli destekçilerinin de Anadolu'nun kardeş halklarına ve emekçilerine zerre faydalı olmayacağını çok iyi biliyoruz… Bakın Lenin ne diyor? “Aktif boykot, ancak yaygın, evrensel ve devrimin sürekli yükselişi ve bunun silahlı ayaklanmaya dönüşme koşullarında… Sosyal Demokratların doğru taktiğidir.” (Üçüncü Duma Seçimlerine Katılım Konusunda Taslak Karar) Lenin Daha bitmedi..! Lenin “pasiflik “ olarak gördüğü boykot pratiğine karşı çıktı, ancak seçimlerin önemini abartmadan devrimin çıkarları için “orda da sızlanmadan ama övünmeden” mücadelemize devam edeceğiz diyordu... Bunun yanında Lenin seçimlere katılmanın mücadelenin sadece küçük bir parçası olduğunu açıkça belirttiği gibi , iş yerleri ve sokaklardaki mücadelenin daha da önemli olduğunu vurguluyordu. “” Biz , diyor, ikinci Duma ya katılmayı reddetmeyeceğiz…Bu (mücadele ) alanı(nı) kullanmayı reddetmeyeceğiz, ancak onun önemini büyütmeyeceğiz, tam tersine …Duma (parlamento) içindeki mücadeleyi diğer mücadele biçimlerine bağımlı kılacağız ….”

Anayasa ise buna geçit verecek..! İşte AKP'nin gerçek yüzü bu üçüncü maddede yatıyor… İşte gerçek niyetleri buradan bile anlaşılıyor…! Bu yasa ile “Cem Uzan” artık aranmayacak..! Yasal hakkını kullanacak..! Bu yasa ile artık emekçiye kazık atan her istediği yere gidecek..! İnsanlar da bu tarafta çoluğu çocuğu ile aç kalacak…! Milleti dolandıran patron ise bir eli yağda bir eli balda 5 yıldızlı otelde yurtdışında “anayasal hakkını” kullanacak..! Diğer maddeler zaten klasikleşmiş emperyalist AB'ye uyum yasaları… Son maddede ise AKP asker'e “sivil yargı yolunu açmaya çalışmış” izlenimini veriyor.. Sanki biri birleri ile “danışıklı dövüş” içinde değillermiş gibi..!Kısacası AKP meydanı boş bulmuş…! Elinde sopasız dolaşıyor…!Hey yavrum hey..!Ha tek maceracı AKP değil elbet…! Kuru muhalefet CHP-MHP ve “ne evet, ne hayır; boykot” diyen diğer örgütler de cabası…Boykot edenlerin neymiş derdi? “Klasik; biz bu oyuna alet olmayız” masalı..! E peki halk bu oyuna “alet” olacak da siz bu işe seyirci mi kalacaksınız? Alemin akıllıları “boykotçular” bizler gibileri de malum aptallar sürüsü..! Bu koşullarda taraf olmayan bilinmelidir ki “bertaraf” olur.. Bunu iyi görmek gereklidir.. Çünkü AKP'nin halka atmaya çalıştığı bu büyük kazığı biz

Yani kısacası kendine Marksist-Leninist diyenlerin ve ayni zamanda da Türkiye'de şuan ki koşullarda “boykot” u örgütlemeye çalışanların foyası sadece AKP'ye cila atma modelidir.. Yani “EVET” e destektir… Devrimciler bu “zoka”yı yutmadan sakin bir sesle hayır değil bağıra bağıra “HAYIR” diye haykırmalıdır bu referandumda… Alternatif mi? Bu referandum'a HAYIR demekle beraber emek örgütleri ve sol partiler birleşik cepheci bir çalışma ile kendi anayasa tasarılarını kendileri hazırlayıp hükümete dayatmalıdır..!! İstediği kadar uygulamasın AKP..! O zaman da teşhiri yapılmalıdır…! Hadi çıksın AKP ve emekçilerin çalışma saatlerini 4 saate indirsin…! Hadi çıksın AKP işçi-emekçi kesimlere eğitim,kültür, sanat ve insanca yaşam hakkı versin..! Hadi çıksın AKP bürokrasiyi kaldırsın…! Hadi buyursun AKP; IMF'ye olan tüm borçlar ve tüm kapitalist ülkelere olan borçları ÖDEMİYORUM desin..! “Delikanlı” AKP ??? Nerelerdesin ?? Hodri meydan…! REFERANDUM'DA HAYIR HAYIR HAYIR..!


KÜLTÜR & SANAT

EYLÜL 2010

SAYFA: 14

8. KIBRIS TİYATRO FESTİVALİ SAHNEDE... Malesef yine ücretli olarak gerçekleştirilecek olan Festival'de Genco Erkal, Yıldız Kenter gibi usta oyuncular yer alacak. Festival programı: 2 Eylül Perşembe akşamı Ankara Devlet Tiyatrosu’nun “Tek Kişilik Şehir” oyunuyla başlayacak festival, 6 Eylül akşamı İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun “Vahşet Tanrısı”, 11 ve 12 Eylül akşamı Oyun Atölyesi’nin “Testosteron”, 15 ve 16 Eylül akşamı Dostlar Tiyatro’nun “Kerem Gibi” adlı oyunlarıyla devam edecek., 20 Eylül akşamı İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun “Tarla Kuşuydu Juliet”, 23 Eylül akşamı İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun “İntiharın Genel Provası”, 25 Eylül akşamı Makedonya Üsküp Türk Tiyatrosu’nun “Matmazel Julie”, 27 ve 28 Eylül akşamı Kenter Tiyatrosu’nun “Kraliçe Lear” adlı oyunları sahnelenecek. KALIP'TAN ÇIKMA “DEVRİMCİ” KÜLTÜR..! Che beresi… Deniz Gezmiş parkası.. Posbıyık.. “Asarım keserim ben bilirim…!” modası… Hey gidi hey… Devrimcilik..! Marksist bir kültüre ve sanatsal anlayışa sahip olabilmek… Neye göre şekillenir bizim dünya görüşümüz ? Yürüyüş ? Duruş ? Kılıkkıyafet ? Surattaki sakal bıyık ve saça göre mi ? Marksizm'i de geçtik, tüm dünya ideolojilerini ve onlara dayalı kültürleri ele alalım.. Onlardaki durum da ayni mi ? Mesela Meksikadaki devrimciler posbıyık bırakmıyor Türkiyedeki devrimciler bırakıyorsa Meksikadakiler karşı-devrimci mi ? Veya Che t-şirt ü giyen devrimci mi oluyor ? Grup yorum veya Seviç Eratalay dinleyen herkes devrimci mi ? İşte tüm bu soruların ve bunlara bağlantılı sorulara ufak tefek cevaplar arayacağız… Şekilcilik nedir? Veya başka bir değişle Kalıpçı olmak ne demektir? Mesela bir fabrika düşünün bin adet “vazo” üretir ve hepsi aynidir şekil olarak… Neden ? Çünkü bu bir eşyadır… Meta olmaya yani ücretli değer kazanmaya hazır “satışa sunulacak şekle gelmiş” bir üründür… Belirli bir kalıba göre alınır ve kopyalanır… Eşyadır…! Düşünemez.. Sorgulayamaz.. Yorum yapamaz.. Peki insanlar? Hadi önce şu parka olayından girelim şu meseleye… Örnek olarak: Deniz Gezmiş parkası mesela.. Türkiye'de '68 kuşağının öncülerinden Deniz Gezmiş'in ünlü parkası… Cem Karaca üzerine şarkı bile yapmıştı hatta..! Hani genç yaşlarda DEV-GENÇ li olup, hayatının son dönemlerinde islamiyeti savunan Karaca..! Özelliği içinin kürklü, su geçirmez ve sıcak olması

ayrıca da Deniz Gezmiş'le özdeşleşmesinden başka herhangi bir özelliği olmayan bir ürün… Peki emeğin kurtuluşuna bu “parka” nın kendisinin özelliği ne oldu ? Parkanın tek başına ayaklanıp yürüdüğünü ve devrimci mücadeleyi yürüttüğünü gören bilen varmı? Yoksa parka'nın dil'i varı da konuştu mu…!! Her Deniz Gezmiş parkası giyen “Deniz Gezmiş” in cesaretine sahip olabilseydi devrimci mücadelede herkese birer Gezmiş Parkası alır giydirir durup da emeğin kurtuluşu mücadelesindeki cesaret isteyen işleri gençlere aşılamak için bu kadar mücadele vermezdik herhalde.. Hem zamandan hemde emek harcamaktan kurtulurduk..!! Bir toptancı ile anlaşırdık, parkaları getirir “hayda bre..!” derdik millete..! İş biterdi..!!! Ne yazık ki böyle olmuyor bu işler..! Deniz Gezmiş'in ideolojik anlamda Kemalizm'e kayan fikirleri, teorik-pratik yanlışları bu yazıda temel olarak aktarmak istediğimiz görüşleri değil..! Onlar apayrı bir çerçevede inceleyeceğimiz konulardır..! Ama o “Kemalist” akımın şekilci duruşu gelin görün ki işte bugün “hatalarından birçok dersler çıkartması gereken” devrimcilerine bile yansımıştır… Şu “posbıyık” modası gibi.. Özellikle yaygın olan '78 kuşağında devrimciler posbıyık bırakırken; faşist ülkücüler ve ırkçı Türkçü kesimler ise faşizmin bayrağı üç hilali simgeleyen ters “U” şeklinde bıyık bırakırlardı..! Nasıl olsa Kaşlar da “ters u” şeklinde olduğu için hepsi birden birleşince olay bitiyordu…!!! Bir taraftan faşistlerin şekilciliğine gülerken diğer taraftan yine bizim devrimci kesimlerde de posbıyık bırakmanın devrimcilik olduğunu sandıkları gerçeğini eleştireceğiz burada..! Posbıyık modası nereden gelir? Cevabı büyük önderimiz Stalin mi? Eğer Stalin ise, yani Stalin

gibi bir büyük önderi savunmak onun yüzündeki bıyıkları taklit etmekten ibaret gelmişse kimisine, buna sadece ve sadece “Stalin yaşasaydı sizlere çok gülerdi” demekten başka bir şey diyemiyoruz… Kalinin ve Troçki'nin biribirine çok benzeyen fotografları var..! Eeee ne oldu şimdi ? Kalinin Troçkist bir hain veya Troçki, Kalinin gibi Marksist bir kahraman mı oldu? Peki ya Che beresi takanlara ne diyelim? “Amman Che beresi takıyor ne büyük devrimci??” mi diyelim istedikleri gibi.. Kafasına yıldızlı bereyi geçiren soluğu ideolojiden uzak emeği örgütlemekten, işçi sınıfsız, ezilen insanları örgütlemeksizin, dağın ucunda elde silahla “emperyalizmi yok edeceğim” hayallerine dalsaydık herhalde bugün bu gazeteyi de çıkartamazdık..! Eylemlere gideriz, gençlerin kafasında yıldızlı birer bere… Ağızlarda güzel sloganlar... Gençlik yürüyor..! Ne güzel.. Peki o sloganlara güzelliği veren Bere mi? Yoksa o sloganı attıran ideoloji ve siyaset mi? Che bir askerdi..! Bereyi bundan dolayı kullanırdı…! Sonra Che beresi kapitalist moda'nın hem t-şirt ürünü hemde berelerine dönüştü..! Yani kapitalizm “şekilciliği” işte bu şekilde paraya dönüştürüp, piyasayı kırmayı çok güzel başardı… Giyene saygımız var.. Belki birgün bizde eylemlerimize şanlı Sovyet Ordusu'nun onurlu ünüforması ile geliriz belki..! Ama bilinmelidir ki o ünüformalıların içindeki insanlara soru sorulduğunda siyasi-ideolojik fikirleri ile dünya görüşünü ortaya koyabilecek kapasitede oldukları içindir ki bu insanlar böyle giyinmişlerdir..! “Devrimcilik modasına uygun” olsun diye değil…! Ha birde son dönem farklı bir fikirler “dizisi” daha var.!!! Yine ideolojiden siyasetten uzak oluşun en basit göstergeleri olarak..!! “Tip'e göre muamele” düzeninin “tipe göre devrimcidir veya değildir..!!” mentalitesi..

Bakarlar adamın tipine..! “Haa şundan devrimci olur, şundan olmaz derler..!” “Tipine göre en yakın sıfatı takar gönderirler kimileri sıkışınca…!” Tıpkı burjuva bir patron'un işe adam alırken “adamın suratını beyenmeyip” işe almaması gibi.. Yani tamamen burjuva ve şekilci bir konuyu daha deşme ihtiyacı hissediyoruz.. Tıpkı “babadan kalma devrimcilik” dediğimiz ideolojiden uzak, siyasetten uzak yozlaşmış revizyonist zihniyetlerin duruşudur bu duruş… Dünyanın her yerinde proletarya lüks elbiseler giyinemez…! Kalite kumaş kullanamaz..! Düzgün kılık kıyafete sahip olamaz..! Neden ? Çünkü adamın parası yoktur da ondan..! Peki ama devrimi yapacak olan ezilen sınıfların en önde olanı kimler? Dünya'da gözün alabildiğine her şeyi üretenler kim? Tam da işte bu “tipi bozuk” denilen işçiler emekçiler..! Brecht'e bir bakalım… Brecht dünya yakışıklılık kralı mıydı? Neydi onu mücadeleye bağlayan ? Brecht'in gözlüğü mü? Marx'ı devrimci yapan sakalları mıydı ? Engels'i proletarya komutanı yapan karizmatik kalite kumaş elbiseli resmi miydi? Stalin'i komünizm'in gelmiş geçmiş en büyük önderi yapan saç modeli, bıyıkları ve giyimi miydi? Yoksa Lenin'in kısa boylu oluşu Lenin'i Marksist yolunun belirleyicisi mi olmuştu…! Daha yüzbin tane soru sormak mümkün…! “Her kızıl bayrak çeken devrimcidir” felsefesinden kurtulamadığımız sürece bu gibi insani kültürden uzak saçma fikirlere savunmaya devam edecek kimileri..! Simge demek bizler için ideolojiyi simgeleyecekse en başta özenti olmaktan çıkmalıdır.. Nihal Atsız Hitler'e özenerek bir saç modeli yaratmışsa buna gülerek geçmeyi ve bunlar gibi saçma fikirlerden kültürel bazda da uzak durmayı her şekilde

öğrenmek zorundayız… Marksist birey zaten burjuva yaşam tarzdından uzak durduğu sürece gidip elbette ki “üç hilalli Osmanlı bayrağını” taşıyacak hali yoktur.. Neden ? Çünkü adam anti-faşisttir, faşizme karşı mücadele etmektedir… Bayrak da Osmanlı bayrağı ise eğer gidip kaldıracak hali yoktur elbet… Ama gidip de “ters U” şeklinde bırık bırakmayı seviyorsa da kimse tarafından “ülkücü” sıfatı bize göre yakıştırılamaz… Gider kendi bıyık zevkine göre veya saç zevkine göre bir tavır alır ve mücadelesine doğru teorik-pratik birikimle devam eder ve MarksistLeninist mücadeleye verebildiğinin en iyisini katarsa kalkın da itiraz edin bakalım…! O adamdan ne cevap alıyorsunuz..!!! Biz gidip de ülkücüler gibi “ters U” şeklinde bıyık bırakalım'ı savunmuyoruz… Veya gidip de “Che Beresi giyelim de devrmci olalım” ı hele hiç savunmuyoruz…! Biz insanların giyim tarzı ve tiplerinin ancak ve ancak yaşadıkları ekonomik şartlara bağlı şeyler olduğunu savunuyoruz..! Dönemsel olarak kimi zaman çıkıp belli bir kitle birilerine sürekli özeniyor olabilir.. Bu o döneme bağlı bir anı olarak kalmalıdır… Biz ideolojimize siyasetimize bakmalıyız..! Biz “bir bakışta sivil polisleri” tanıyabiliyorsak bu ülkede şuan sivil polislerin aptalca giyiniş tarzlarındandır bu.! Bilmemiz gerekir ki burjuvazi eskisi kadar aptal değildir..! İngilterede sivil polisler ellerinde “devrimci pankartlar” ile kitle arasına karışır kimse de ayırt edemez onları kolay kolay..! Yani hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve olmayacaktır..!!! Bunu ya şimdi kavrarız yada zaman içinde tarih bize bunu kavratır… Devrimci kültürü ve sanatı yaşatma adına yola devam etmeye ve bu gibi “gereksiz” görünen ama tarihte yaşanmış ve yaşanmakta olan konuları irdelemeye devam edeceğiz…


TEKNOLOJİ

EYLÜL 2010

SAYFA: 15

3G REZALETİ VE ÜCRETLİ İNTERNET..! Ülkemizdeki 3G soygunundan neredeyse herkesin eli yandı.. Peki nedir bu işin iç yüzü? Sorunun kökeni ne, çözümü ne? Ülkemizde yıllardır son teknolojiye kıyaslama yaparsak kaplumbağa hızında internet kullanılıyor… Ücretli olarak halka “iletişim” hizmeti olarak sunulan internet dünya emperyalizmi önünde önce kendi burjuvaların kendi odaklarınca “kapalı kod” olarak donatılıp insanlık önüne yıllar sonra çıkartılıyor.. 2001 yılında Japonya 3G yi önce kendi ülkesinde UMTS teknolojisi ile hayata soktu… Ardından Japon burjuvaları önce İngiltere sonra da ABD ile oturup anlaşmalar yapıp yine kendi ülkelerindeki burjuvalara ve askeri güçlerine donattılar bu son teknoloji iletişim ağını..! Peki adamızın kuzeyine ne zaman geldi ? Tam 7 sene sonra 2008'in sonlarına doğru bu insanlık adına birçok sağlık,eğitim,ulaşım,iletişim gibi dallarda birçok işe yarayabilecek olan bu teknoloji ancak ve ancak bize 7 sene sonra geldi daha doğrusu ancak ve ancak 7 sene sonra bu ilk başlarda bu teknolojiyi üreten ülkeler bu teknolojilerden daha da ilerisini bulunca bu eskide ve demode kalan 3G teknolojisini bizlerin önüne sunuverdiler..! Herneyse ülkemizdeki iki mobil telekomünikasyon şirketi malum rekabet içinde olduğundan dolayı fiyatlar biçtiler…! Özellikle birtanesi reklam olarak diğerinin önüne geçti ve fark attı.. “Sınırsız internet” diye yola çıktılar ardından işin içinden kalkamayınca “limitleme ve ceza” uygulamasını getirdiler.. İnsanlar film,müzik indirme hayalleri peşinde koşarken kendi paraları ile madur ve rezil duruma düştüler..! Sonra bu büyük patronlar baktılar işin içinden çıkamıyorlar, sadece limitli internet satışına geçtiler ki fiyatlar yine uçuk…! Aslında çıkartılması gereken en büyük derslerden biri bu konuda devlet'in tamamen duyarsız olmas oldu.. Bu Türkiye ve İngiltere (İlk zamanlar Türkiye firması idi sonra İngiliz firmasına pazarlandı..!) şirketlerinin bu ülkede istedikleri gibi milleti, fiyat bazında soymasına kendine “hükümet” diyenler neden bu kadar alanı sizce boş bıraktı ve kimse bu hırsızlığa “gık” diyemedi ? Neden “özel telefon veya internet firmaları” birçok teknolojiyi ülkemize pahalı fiyatlar ile kalitesiz şekilde getirirken devlet duyarsız kalıyor ve duyarlı olduğu zamanda halktan vergi alıyor ?

Hepsinin cevabı tektir.. Devleti yönetenler, zaten kendileridirler… Bunlar büyük burjuvalar'ın yardakçıları mal sahipleri ve büyük para babaları ve zenginleridirler. Olan yine kime oluyor ? Elbette ki emekçiye iniyor yine darbe…Elbette ki çalışana iniyor..! Dünyada şuan yine birçok büyük emperyalist Avrupa ülkelerinde, Amerika ve Doğu ülkelerinde 4G ye geçildi ve hatta 4G nin de daha gelişmişi deneme aşamasında ilerlemeye devam ediyor.. Japoya “internet 2” diye en üst düzey internet altyapısını oluştururken Amerika da kendine göre başka bir ağ teknolojisi üstünde çalışıyor… Yani kısacası biz bu filmleri kapitalizm var oldukça ve başı ezilmedikçe izlemeye devam edeceğiz..! Yada insanlık uğruna her türlü teknolojinin; ne sıra bekleyerek nede büyük emperyalistlerin maddi çıkar keyiflerini bekleyerek zaman harcamayacağımız “kendi düzenimizi” yaratmak için mücadele vermeyi öğreneceğiz..! Karar bizim..! Sence emekçi kardeşim hangisi senin için daha uygun ? Sorumuzun cevabı ortadadır..! Kavgadır tek çözüm..! Emeğin birliğidir ve birleşik cephe uğruna örgütlenip ezilen diğer sınıfların da desteğiyle siyasi-askeri savaşıdır tek çözüm..!

Zeus Atı Görev Başında...!

2007 yılının Temmuz ayında ABD Ulaştırma Bakanlığı sisteminden veri çaldığı iddiasıyla fark edilen Zeus adlı truva atı yeniden programlanarak dünyaya yayılmaya devam ediyor. Bulaştığı bilgisayarları köle haline getiren “Zeus” ayni anda hem veri çalıyor hemde birçok yere mesaj bırakıyor. Örneğin 2009 Ekim ayında bilgisayarına Zeus bulaşan 1,5 milyon kişi aynı anda Facebook hesaplarından otomatik olarak mesajlar göndermişti. MSN hesaplarını da kontrol edebilen Zeus şuan 2. Versiyonu ile dünyayı sarsmaya devam ediyor. Şimdiden 120 milyon'a yakın bilgisayarı kontrol altına aldındığı bildirilen Zeus 2 gün geçtikçe dünyadaki tüm veri ağlarına devam edecek gibi görünüyor. Peki Zeus gibi bilgisayar virüsleri kimin tarafından ve neden ortaya çıkıyor? Dünyadaki büyük güvenlik yazılımı şirketieri her zaman için “ürünlerini daha fazla satmak için ve biribirleri ile rekabet etmek için mücadele etmek zorundadır. Bundan dolayı bu gibi virüsler de bu şirketlere bağlı uzman programcılar tarafından yazılır ve internet ağına bağlı herhangi bir bilgisayardan dünyaya yayılır… Tabi bu işin tek ortağı “güvenlik yazılımcıları” değildir. Bu gibi virüsler bilgisayarların sadece “bilgi çalınmasına yada sağa sola mesaj atmasına” sebep olmaz. Bilgisayardaki bazı donanım parçalarının da arıza yapmasına hatta yanmasına sebep olur.. Yani bu “danışıklı-dövüş” sayesinde biz insanlar bu şirketlere gidip ya güvenlik yazılımı almak zorunda kalırız..! Yada bu şirketlerin ürettiği donanım ürünlerini alıp eskisi ile değişmek zorunda kalırız..! Virüsü yazan programcının zaten para sorunu olmaz. Çünkü çoktan tatminkar bir miktar parayı cebine indirip dünyadaki herhangi bir ülkenin (ki genelde büyük istihbarat servisleri olur) adına çalışmaya başlar ve paşalar gibi hayatına devam eder… İşte biz buna “kapitalizim'in yok ettiği teknoloji” diyoruz… Yani aslında virüs'ün tek derdi ona buna mesaj atmak yada sizden bilgi çalmaktan çok bu gibi büyük şirketlere para kazandırmaktır… Ne yapmak lazım? Açık kod programlardan ve işletim sistemlerinden vazgeçmemek en faydalı işlerden biridir… Çünkü bedavadır..! Çünkü geliştirilmeye her zaman açıktır..! Çünkü güvenlik sorunu yoktur..! Ama birde başka bir gerçek vardır ki kapitalist kuşatma altında bu gibi uygulamalar da sürekli sayısı azaltılmaktadır… Mesela Linux dünyanın en iyi işletim sistemiyken, hemde açık kodlu bir sistem iken, genelde bu büyük oyun şirketleri ve yazılım firmaları kapalı kod üzerinden ve “casus yazılımlar

içermesi muhtemel” dünyanın en büyük burjuva komprador şirketi Microsoft tarafından üretilen Windows için yazılımlar üretirler… Amaç burada rekabet ve rekabetten de öte kar paylaşımıdır… Yani vahşi kapitalist sistem sadece emekçinin günlük hayatını sağlık,eğitim,kültür ve hayatının her alanında etkilemekle kalmayıp teknolojiye de bu şekilde baltayı vurmayı başarıyor… Biz BARİKAT gazetesi olarak tüm bedava, açık kod yazılımların kullanılmasından yanayız.. Bunların daha da çoğaltılması ve insanlığa daha fazla hizmet edebilir noktaya getirilmesinden yanayız… Bu konudaki takipçiliğimiz devam edecek…

BARİKAT GAZETESİ'NİN BAKIŞ AÇISI İLE KÜNYEMİZ: "Meraklılar" İçin Yasal Künye BARİKAT GAZETESİ Yasal Sahibi: Görkem Eylem Basıldığı Yer: Comment Grafik ve Yayıncılık Ltd. Web Sitesi: www.barikatgazetesi.com Mail Adresi: info@barikatgazetesi.com Telefon: 0533 871 39 52

TEK GERÇEK SAHİBİ : İŞÇİ SINIFI EMEK VERENLER : 1926'DA DOĞAN ŞAFAĞA GÖNÜL VERENLER KAVGASI : MARKSİZM-LENİNİZM ADRESİ : EMEĞİN VAR OLDUĞU HER YER

1926'da doğdu güneşimiz... Parladı alev alev ML''nin ışığında... Yaktı zalimleri kötülükleri.. Ve karalandıkça karalandı sonra... *** Bitti artık bu karanlık günler... Artık İŞÇİ SINIFI; Yalnız değildir...!


EYLÜL 2010

GENÇLİK

Bandista Kıbrıstaydı.. öyle ki, gelişimini tamamlamamış bir kapitalizmin mevcut olduğu bu ülkede, miting meydanlarının, iğne atsan yere düşmez, misali dolmasını beklemek maalesef boş bir beklenti olurdu. Bunun yanında katılım azlığının bir başka sebebi olarak bazı örgütlerin, siyasi–ideolojik sebepler öne sürerek (veya hiçbir sebep de belki öne sürmeyerek) eyleme katılım göstermemiş olmaları dikkatlerden kaçmadı. Bu noktada çağrımız, birleştirici bir birleşik cephe siyasetinin, içerisinde solun siyasi – ideolojik zenginliklerini barındırmaya devam ederken uygulanabileceği zeminin ortak mücadele veren örgütler tarafından hızlı bir şekilde oluşturulması ve mücadelenin uygun bir şekilde güç kazanmasıdır. Çünkü kurtuluş, “bireysel mücadelenin” veya kendisini toplumdan soyutlamış örgütlerin güttüğü siyasetlerin eseri asla olamayacaktır. Kurtuluş, ancak Birleşik Cephe siyasetinin eseri olabilir! Ne var ki, bundan sonraki eylemlere ve siyasi-pratik yaşama Barikat Bayrağı altında katılmak istememiz, Birleşik Cephe Siyasetine taraf olmamızın hatta mimarı olacağımızın bir getirisidir. Bizim zincirlerimizden başka kırılacak bir şeyimiz yoktur! İdeolojimiz en büyük silahımız ülkemizdeki sol veya sosyalist örgütler ise bu yolda siper yoldaşlarımızdırlar. Herhangi bir eylem veya siyasi bir kararda “bireysel kurtuluşu” topluma aşılanmak istense bile bundan korkup kaçmayıp, “katılımcı ve yapıcı” eleştirileri ve pratiği ile birleştirici bir politikayı Barikat gazetesi var olduğu sürece devam ettirecektir. Bizler bu ülkede “devrimci siyaseti, kültürü, sanatı” yaygınlaşması için çalışıyorsak, bunun yolunun işbirliği yapmaktan geçtiğinin çok çok iyi bilincindeyiz. Birleşik cephe siyaseti hiçbir koşulda “kendi kendini toplumsal alandan dışlamayı” kendine hedeflemez. Tam aksine Marksist-Leninist düşünce, birleşik cephe siyaseti ile yürümeyi öngörür. “Karakızıl bayrak açan Bandista'nın konserine, siyasi – ideolojik

SAYFA: 16

Lefkoşa'nın en eski meydanlarından biri olan Selimiye Meydanı Ağustos'un 14. akşamı Kıbrıs'ta yaşayan halkların 36 yıldır vermek durumunda oldukları çetin mücadelenin 1 yıl dönümüne daha tanıklık etti. Farklı örgütlerin bir araya geldikleri meydanda sırasıyla Gommalar, Özgür, Sol Anahtarı ve ülkemize dışarıdan gelerek mücadelemize destek veren Bandista grubu performans sergilerken, konser ve miting alanının son anda kaymakamlık tarafından çıkarılan sorunla değiştirilmesi bile insanları konsere katılmaktan alıkoyamadı! Konser ve miting alanının değişmesinden ziyade ,etkinliğe bireysel olarak katılmak durumunda olan gazetemiz, gerçek katılım azlığının sebebinin aslında meydanın değişmesinden kaynaklanmadığı gerçeğini göz ardı etmedi. Ne yazık ki, katılımcıların çoğunun genellikle örgüt çatısı altında görev alan aktivistlerden ibaret olduğu bir gerçekti. İçinde bulunduğumuz sistemin gerektirdikleri, maalesef toplumumuzun küçük, burjuva zevklerini bir yana bırakarak, mücadele için duyarlılık göstermelerine engel olacak vaziyette. Bu yazımızın amacı topluma suç atmak değil, ayrılıklardan ötürü katılım gösterilmemesi Marksist-Leninist düşüncenin bu öngörüsüne doğrudan doğruya aykırıdır. Bu gibi durumda yapılması gereken konsere katılım gösterilerek, diğer yoldaş örgütlerle yapılan ortaklığın gerektirdiği işbirliği görevinin yapılması, ayrıca “toplumcu, örgütçü, Marksist duruşun” bildirilerle, pankartlarla, sloganlarla, ortaya konmasıdır. Bu gibi etkinliklerin, “Kıbrıs'ta toplumu örgütleyici” noktaya gelmesi ve tüm devrimci-demokrat kesimleri birleştirici bir çizgide devam etmesi hepimizin ana görevi olmalıdır… Bunu da kendi kabuğumuza çekilerek ve kendimizi büyük devrimci ilan edip daha sonra toplumdan soyutlayarak gerçekleştiremeyiz… Bizim “meskenimiz” bilinmelidir ki kültürel alanda işte bu meydanlardadır. Konserler, sergiler, tiyatrolar. Bunlardan kaçmanın sonu, değil sosyalist olmak, sosyallikten uzaklaşıp, a-sosyalliğe sürüklenmektir. Dileriz Bandista, erken zamanda tekrardan ülkemize gelerek adamızdaki devrimci mücadeleye şarkılarıyla destek verir ve bizler de birleşik cepheci siyasetimizle yerimizi alarak, “toplumu örgütleyici” şekilde mücadeleci insanların bir arada olduğu bu ortamlarda sesimizi çıkartmaya devam ederiz. Umudumuz, dernekleşme süreci sonucunda kendi MarksistLeninist müzik grubumuzun da bu meydanlarda devrimci türkülerini söylemesi, her fraksiyondan yoldaşımızın da tebriğini alabilmesi ve son olarak benimsediğimiz siyasetimiz gereği devrimci mücadele için emek harcayan tüm müzik gruplarıyla aynı sahneyi paylaşabilmesi yönündedir. Barikat gazetesi, mücadelenin bulunduğu her yerde bulunmaya ve birleşik cephe siyaseti saflarında haykırmaya bugün itibarı ile “resmen” başlamış ve bundan sonra da buna nefesinin yettiğince devam edecek konumdadır. Bandista, Grup Yorum, Sevinç Eratalay,Grup Munzur, Emekçi ... Hangi "ilerici demokratik devrimci" çizgide sanatçı gelirse gelsin...! Destek olmamak suçtur..! «Tarih kahramanları yaratacaktır...!» Gerçek olan budur. *** Ve yine tarih bize gösterecektir ki, birgün yine ML'nin içinden gelmeyen, halkın içinden çıkmış ve şimdilerde sayıca ufak tefek görülen Marksist-Leninist olan örgütümüz bu başarıyı alıp götürecektir.. Uzayda Marksizm propagandası yapanlar ise en büyük anarşist-troçkistler olarak devrime karşı çıkacakıtır... Eleştirimizi koyarak etkinliklere destek olmaya devam..!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.