4 minute read

STEFAN ZWEIG

Next Article
GÜNGÖR GENÇAY

GÜNGÖR GENÇAY

Yanlış Karşısında Doğruyu Savunma Cesareti

STEFAN ZWEIG

Advertisement

Birçok roman, hikaye ve biyografiye imza atan ünlü yazar Stefan Zweig’ı ölümün 64. yılında anmak, yanı başımızda süren, Irak’ı işgalinin getirdiği yıkımı daha iyi anlamak ve Nazi faşizmiyle Amerikan emperyalizminin aynı olduğunu göstermek için; 1942 yılının Şubat ayında intihar eden Zweig’ın yaşamını incelemenin yararlı olacağını düşünüyoruz. 28 Kasım 1881 yılında zengin bir sanayicinin oğlu olarak Viyana’da doğan Avusturya asıllı Alman yazar, henüz çok genç denilebilecek yaşta, 23 yaşında felsefe doktoru unvanını alır. Bunun yanı sıra büyük edebiyat ödülü sayılan Bauerfeld Şiir Ödülü’nü kazanır. I. Paylaşım savaşı başladığında, Almanya’da 1914’ te diğer siyasal yapılarla birlikte, Sosyal Demokratlar da “vatan savunması” adına emperyalist paylaşımının destekçisi durumuna düşerler. Avrupa halklarının birleşmesini savunan Stefan Zweig, “beceriksiz demokratlar”ın ve acımasız silah tekellerinin yol açtığı kardeş kavgasına karşı çıkar. O dönem 73

Avusturya’da bu düşünceleri açıklamak, savaşa karşı olduğunu belirtmek, ağır cezalar ve dışlanmayı göze almayı gerektirmektedir. Stefan Zweig, “Kahramanca davranışlar benim yaradılışımda yoktur.” diyerek, savaşa karşı yapabileceklerinin arayışı içine girer. Hümanist düşüncelerinden dolayı bütün tehlikeli durumların hep uzağında kalmaya çalışan Zweig, bu dönem kararsız kalır. Otuz iki yaşındaki Zweig, kendi iradesiyle bir yerde olmazsa, farklı savrulmaların kendisini beklediğinin bilincindedir. Fazla çaba harcamadan başarabileceği bir iş peşindedir. Sonunda ordudaki yüksek rütbeli bir subay dostunun yardımıyla savaş arşivinde çalışmaya başlar. “Övünülecek bir görev olmadığını açıklayayım; ama böyle bir iş Rus köylüsünün bağırsaklarını süngüyle delmekten daha uygundu bana” sözleri, seçimini ve nedenini izah etmektedir. Stefan Zweig, bu tavrından dolayı resmi makamlardan, Viyanalı dostlarından tepki alır. Dostlarına göre, savaşların güzelliğini şairce çağrılar ya da bilimsel ideolojilerle destekleyip kitlelerin heyecanını kamçılamak, o zaman yerine getirilmesi gereken tek ödevdir. Birçok yazar/şair, ilerleyen askerler ölüme daha istekle koşsunlar diye eski Germen Ozanları gibi türküler düzmeye başlamıştır, tıpkı bugün Irak işgali konusunda ABD yalakalığı yapan yazarlar gibi. Bu durumu Zweig; “Kazanılacak savaşın ve ölüm gerçekliğinin türküsünü okuyan şiirler yağmur gibi iniyor, insanı sersemletiyor.” biçiminde ifade eder. Alman yazarlar o dönem İngiliz, Fransız kültürü gibi bir şeyin olmadığı, bunların Alman sanatı karşısında hiçbir değeri bulunmadığı noktasına kadar vardırırlar düşüncelerini. Bilim insanları daha da ileri giderek, savaşın bir “çelik banyosu” olduğunu ve ulusları uyuşukluktan koruduğunu belirterek savaşı savunurlar. Doktorlar, tahta bir alete kavuşmak için insanların sapasağlam bacaklarını kestiklerini dahi açıklayacak kadar kendilerini yitirmişlerdir. Her mezhepten rahipler savaş için vaaz vermektedir. En çarpıcı olanı ise daha bir ay önce savaşı, çılgınlıkların en çılgıncası diye damgalayan Sosyal Demokratlar’ın, adları “vatan haini”ne çıkmasın diye, başkalarından daha çok savaş savunuculuğu yapmasıdır. Stefan Zweig’in dostça, içtenlikle söyleşebileceği bir dost olarak sadece, Alman şair Rainer Maria Rilke kalmıştır. Savaş arşivinde ona da yer bulunur. Bir süre sonra Zweig, tehlikeli kitle psikolojisinden sıyrılmak ve 74

savaşın ortasında kişisel savaşımına başlamak için, kent dışında kırlık bir semte taşınır. Bunu, kendi sağduyusunu, kitlenin kapılmış olduğu heyecana kurban etmek istemediği için yapar. Fakat bir süre sonra kabuğuna çekilmenin de işe yaramadığını görecektir. “Yabancı ülkelerdeki dostlara” başlıklı sekiz sayfalık bir yazı ile gelişen sürece müdahale eder.

Bir süre sonra İsviçre pullu, sansürden geçmiş bir mektup ulaşır eline. Fransız şair Romain Rolland’dan gelen bu mektupta “Non je ne quiterai jamais mes amis/Hayır, dostlarımı asla yüzüstü bırakmayacağım” cümlesinin altını çizer ve şöyle der bu mektup için: “O mektup ömrümdeki en yüce mutluluk anlarından biridir. İnleyen, tepinen, kıyametleri koparan hayvanlarla dolu Nuh’un teknesinden bir beyaz güvercin gelmişti sanki. Bundan böyle kendimi yalnız hissetmiyordum.” Rolland da, Zweig gibi bir yolu seçmiş, savaş patladıktan sonra İsviçre’de Kızılhaç’a başvurarak hastabakıcılık yapmıştır. O da Zweig gibi öteki görevini unutmayarak daha 1914 sonlarında, ulusların arasında kin tohumları serpen düşüncelere karşı çıkan; sanatçıların savaş sırasında da haktan yana ve insancıl olmalarını isteyen bir yazı kaleme alır. Edebiyat dünyasında, ondan yana olanlar-karşı çıkanlar, diye bir bölünme olur. Bu kez de Rolland’ın en yakın arkadaşları kendisine yüz çevirirler. Çünkü Rolland “Audessus de la mele/Ağız dalaşmasını bırakın” yazısı ile kızgın demire dokunmuş, bu kez savaşın bu yakasındaki yurtseverlik büyüsünü bozmuştur. Rolland ve Zweig tüm tepki/karşı durmalara rağmen savaşın öteki cephelerinde çalışmalarını ve karşılıklı mektuplaşmalarını sürdürürler. Zweig ve Rolland’ın bütün Avrupa uluslarının en önemli düşünürlerini İsviçre’de ortak bir toplantıda buluşturma girişimi sonuçsuz kalsa da yazdıklarıyla savaş karşıtı meşaleyi ateşlemişlerdir. İlk etapta kendi ülkelerinde yapayalnız kalan bu iki insana zamanla savaşa katılan ülkelerden, savaş dışı kalmış ülkelerden mektuplar gelmeye başlar. Rolland ve Zweig’ın verdiği örnek şudur: “Özgürlüğün yolu, bütün dünyaya karşı tek başına olsa bile, kendi inancına bağlı kalmaktır.” Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde insancıl bir insanın düştüğü umutsuzluğu ve korkunç soyutlamayı biraz olsun hafifleten bu çabalar, aynı yüzyılın ikinci çeyreğindeki Dünya Savaşı karşısında daha da soluksuz kalır ve Stefan Zweig savaşların tahripkarlığı/yıkıcılığı ve acımasızlığına daha 75

fazla dayanamayarak, eşiyle birlikte 1942’de dünyayı savaşanlara bırakıp kendi iradesiyle hayatına son verir... Almanya’da Nazi faşizmi iktidara geldiğinde önce İngiltere’ye oradan da Amerika’ya giden yazar, 2. Dünya Savaşı başladığında Brezilya’ya giderek Petropolis kentine yerleşir. Ne ki bu durum da bir şey değiştirmeyecektir. Yazar, faşizmin oraya da, hatta bütün dünyaya yayılacağının getirdiği derin karamsarlık ve umutsuzluk sonucu 23 Şubat 1942’de ikinci eşiyle birlikte intiharı seçer. Trajik ölümlerden birisidir Zweig’ların ölümü. Büyük bir umutsuzluk içinde olan dünyanın, daha da umutsuz bir hal alacak yaşamına ortak olmamak için eşiyle birlikte sonsuzluğa uzanır. Kuşkusuz Zweig’larda, dünya halklarının faşizmden kurtuluşuna dair bir umut vardır ama onlarda ağır basan duygu büyük bir yıkımın, insanlık yıkımının umutsuzluğudur. Esasında ölümleri intihar olsa da, onları katleden faşizmdir. Ve çok değil, bu büyük trajediden yaklaşık üç yıl sonra Nazi faşizmi, Kızıl Ordu’nun insanüstü mücadelesi sonucu ezilir kendi evinde. Hitler ise, Berlin’de yanında bir metres gibi kullandığı kadınla evlenir ve bu kadınla birlikte yarım saat sonra intihar eder. Tarih tersine dönmüştür...

2006 Haziran

76

This article is from: