
26 minute read
6- Bölüm IV Neolitik Dönem (MÖ 8.000 – 5.500
from Anadolu Madencilik Tarihi
by Haseki
ANADOLU MADENCİLİK TARİHİ BÖLÜM IV: NEOLİTİK DÖNEM (MÖ 8.000 – 5.500)
Cilalı Taş Devri veya bilimsel adıyla Neolitik Çağ (Yeni Taş Çağı), tarihöncesi çağlardan biridir. Bu dönemde (MÖ 8.000-5.500) önceki devirlere göre daha sert ve daha düzgün taş aletler yapılmıştır. Topraktan veya kilden yapılan kaplar ateşte pişirilmiş, bunun sonucunda seramik sanatı başlamıştır. Bu devirdeki insanlar bilgi ve teknikte önceki dönemlere göre oldukça ileri bir düzeye çıkmışlardır. Kemik ve taştan daha kullanışlı aletler yapılmıştır. İnsanların yerleşik düzene geçmesi de bu dönemde meydana gelmiştir. Birbirine yakın aileler topluca bir yerde oturarak köyleri meydana getirmişlerdir. Böylece tarihteki ilk köyler kurulmuştur. Ayrıca insanlar tahıl üretimine de başlamış, hayvanlar evcilleştirilmiş, insanlar tüketicilikten üretici duruma geçmişlerdir. İlk defa ticaret başlamıştır.
Advertisement
Gezegende yaşanan son buzul çağının sona ermesi ardından, insan topluluklarının yayılma eğilimi gösterdikleri ılıman iklim kuşaklarında, yepyeni bir evrimsel açılım yaşanmaya başlanmıştır. Buzulların çekilmesiyle ılıman iklim kuşağında gerek fauna gerekse flora, hem çeşitlilik hem de popülasyon olarak belirgin gelişmeler göstermiştir. Bu mevsimsel farklılıkların oldukça belirgin olduğu ve genellikle kurak sayılabilecek yaşam alanlarında ortaya çıkan ve yayılabilen türler, kaçınılmaz olarak dayanıklı, uyum sağlama ve üreme yetenekleri geniş, görece daha küçük cüsseli türlerdi. Bu ortam, insan topluluklarına geniş olanaklar sunmuştur MÖ 8.000 yılında başlayan Neolitik Çağ MÖ 5.200 yılında sona ermiştir. Taş Devrinin sonu olan bu çağ “Cilalı Taş Devri” ve “Yeni Taş Devri” isimleriyle de bilinir. Bu çağ başlamadan önce dünya buzul çağının etkisi altındaydı ve canlı türlerinin neredeyse tamamı yok olmuştu. Son buzul çağının bitmesi ile başlayan Yeni Taş Devrinde, yaklaşık 3.000 yıl sürmüştür. Paleolitik Çağ’dan sonra başlayan Cilalı Taş Devri, tarih öncesi dönemlerin sonlarında yer alır. Bu çağda yaşanan gelişmeler, yazının bulunmasında ve Tarihi Çağlara geçişte etkili olmuştur. İnsanlar, toplu halde yaşamaya ve iş birliği yapmaya başlamıştır. Neolitik çağa ait en eski yerleşkelerden biri Amerika Kıtasında yer alan Yucatan Bölgesidir. İnsanlığın uygarlık yolunda attığı ilk adımlar bu dönemde gerçekleşmiştir. Bunun en büyük nedeni ise iklim şartlarının önceki çağlara göre çok daha olumlu olmasıdır.
Neolitik Çağ, tarihte ilk tarımsal faaliyetlerin görüldüğü dönemdir. İklimin, daha önce hiç olmadığı kadar sıcak olması, hem yerleşik hayata geçmeyi hem de tarımsal üretimi kolaylaşmıştır. Özellikle, buğday ve arpa gibi hem kolay yetişen hem de insanların temel ihtiyaçlarını karşılayan tarım ürünlerin yetiştirilmesi, birçok olumlu gelişmenin daha önünü açmıştır. Tarım ile birlikte birçok hayvanı evcilleştiren insan, ilk kez bu dönemde doğaya hükmedebileceğini keşfetmiştir. Bu çağda evcilleştirilen hayvanların başında keçi ve koyun yer alıyor. Sonraki yıllarda doğa ve sığır da yetiştirilmek üzere evcilleştirilmiştir. İnsanların doğaüstünde tahakküm kurması ve dayanışma içinde yaşaması demografik yapıyı da etkilemiştir. İlk def bu çağda, insanların ortalama yaşam süresi uzamış ve nüfus artmıştır. Yapılan araştırmaların sonucunda duvarlara ilk kez resim çizilen çağın da Cilalı Taş Devri olduğu tespit edilmiştir. Almanya ve İngiltere’de bulunan kalıntılarda ise ilk tekerleğin Neolitik Çağ’da yapıldığı kanıtlamıştır.
Cilalı Taş Devri, Avrupa’da Mezolitik Çağ ve Asya kıtasında Protoneolitik Çağın kapanmasıyla başlamıştır. Bu iki çağın sona ermesine neden olan buzul çağı, yaklaşık 500 yıl sürmüştür. İklim şartlarının iyileşmesi ile birlikte birçok canlı türünün devamlılığını sağlaması için gerekli çevre koşulları sağlanmış oldu. Cilalı Taş devrinin sona ermesine yakın kısa bir geçiş evresi yaşanmıştır. Antropologlar bu evreyi “Neolitik Kültür Evresi” adını verir. Yaklaşık 100 yıl süren kültür evresi, Neolitik Çağın başlamasını sağlayacak olan gerekli çevre ve iklim koşullarının oluştuğu dönemdir.
Yeni Taş Çağı iki ayrı döneme ayrılır. Çanak Çömleksiz dönem, bu çağın ilk zamanlarını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Yeni yaşam koşullarına alışmaya çalışan insanların önceliği yerleşik hayata geçmek ve üretim yapmak olmuştur. Çanak Çömlekli Dönemde ise toplumsal düzen büyük oranda sağlanmıştır. Bu çağın MÖ 5.000’li yıllarda kapanması ile birlikte Erken Kalkolitik ya da diğer adıyla Bakır Çağı başlamıştır. Bu dönemde (MÖ 8.000-5.500) önceki devirlere göre daha sert ve daha düzgün taş aletler yapılmıştır. Topraktan veya kilden yapılan kaplar ateşte pişirilmiş, bunun sonucunda seramik sanatı başlamıştır. Bu devirdeki insanlar bilgi ve teknikte önceki dönemlere göre oldukça ileri bir düzeye çıkmışlardır. Kemik ve taştan daha kullanışlı aletler yapılmıştır. İnsanların yerleşik düzene geçmesi de bu dönemde meydana gelmiştir. Birbirine yakın aileler topluca bir yerde oturarak köyleri meydana getirmişlerdir. Böylece tarihteki ilk köyler kurulmuştur. Ayrıca insanlar tahıl üretimine de başlamış, hayvanlar evcilleştirilmiş, insanlar tüketicilikten üretici duruma geçmişlerdir. İlk defa ticaret başlamıştır.
Gezegende yaşanan son buzul çağının sona ermesi ardından, insan topluluklarının yayılma eğilimi gösterdikleri ılıman iklim kuşaklarında, yepyeni bir evrimsel açılım yaşanmaya başlanmıştır. Buzulların çekilmesiyle ılıman iklim kuşağında gerek fauna gerekse flora, hem çeşitlilik hem de popülasyon olarak belirgin gelişmeler göstermiştir. Bu mevsimsel farklılıkların oldukça belirgin olduğu ve

genellikle kurak sayılabilecek yaşam alanlarında ortaya çıkan ve yayılabilen türler, kaçınılmaz olarak dayanıklı, uyum sağlama ve üreme yetenekleri geniş, görece daha küçük cüsseli türlerdi. Bu ortam, insan topluluklarına geniş olanaklar sunmuştur.
Tarımın keşfedildiği ilk yer Orta Doğu’da Bereketli Hilal adı verilen bölgedir. Tarımın keşfedilmiş olması üretici ekonomiye geçişin başlangıcı olduğundan en önemli gelişmedir. Ayrıca bu dönemde hayvanlar evcilleştirilmeye başlanmıştır. Köpek, Mezolotik dönemde evcilleştirilen ilk hayvandır. Etinden, sütünden, yününden vb. faydalanmak amacı ile koyun, keçi, domuz ve sığır gibi hayvanlar daha sonraları evcilleştirilen hayvanlardır. Daha sonraki gelişmelerde, ev yapımı vardır. İlk zamanlar dairesel kulübeler halinde başlayan ev yapımları, daha sonra dikdörtgenler şeklinde gerçek ev görünümünde yapılmıştır. Bunun sonucu olarak köyler ortaya çıkmıştır. Uzun mesafeli ticarete konu olan ilk mal, obsidyendir. (Obsidyen, siyah renkli volkanik taştır) Obsidyen alet yapımında kullanılan hammaddedir. Bu çağda bakır da kullanılmaya başlamıştır.
Bu çağda, avcılık tamamen bırakılmıştır. Artık besin üretimine dayalı ekonomi tamamen yerleşmiştir. Düzenli evler yapılmıştır. Bu evlerde ayrı ayrı odalar vardır. Ayrıca Jeriko ve Jarma (Filistin) gibi yerleşim yerlerinin etraflarına sur duvarlar yapılmıştır. Sur duvarlar derin hendeklerle çevrilmiştir. Bu duvarların önemi, ortak emek gücünün kullanılması ve ileri düzeyde bir toplumsal örgütlenmenin görülmesidir. Bu dönemin sonuna doğru, ölüler evlerin tabanına gömülmek yerine yerleşim yerlerinin dışında bir yere gömülmeye başlanmıştır. İşlenen maddeler, insan çalışmasının, emeğinin uygulandığı her şeydir. Örneğin, doğa, evrensel bir işlenen maddedir. Çalışma araçları, insanların işlenen maddeler üzerinde çalışmak için başvurdukları araçlardır. Çalışma aletleri (el aletleri), örneğin balta, testere, makine, kimya tesisleri, çalışma araçlarının en önemli bölümüdür. Çalışma aletleri, üretim sürecinde kesin rol oynar. İnsanın doğa üzerindeki egemenliğinin düzeyi, çalışma aletlerinin yeterliliğine ve gelişmişliğine bağlıdır. Diğer bir deyimle, insanların doğaya ne ölçüde egemen olduğunu şu veya bu aletin kullanılması yansıtır. Nitekim, ilkel toplumlarda, insan, taşı, sopayı çalışma aleti olarak kullandığı için doğa karşısında güçsüzdü. İnsan günümüzde, çalışma aletleri güçlü olduğu için doğa üzerinde geniş ölçüde egemenlik kurabilmiştir.

İşlenen maddelerle çalışma araçları beraberce üretim araçlarını meydana getirirler. Üretim araçları, maddi nesneleri kendiliğinden üretemez. İnsan olmadığı takdirde, en mükemmel teknik bile hareketsiz kalır. Çünkü alet, kullanılmak için yaratılmak ve geliştirilmek için insanın elinden geçmek zorundadır. Şu halde, üretimin kesin ve belirleyici etkeni bizzat insandır. Daha doğru bir deyimle, insanın iş gücüdür. Eğer, insan gücü ile çalışma araçları bir araya gelirse toplumun üretim gücünü meydana getirir. İnsan, üretim yaparken, doğayı kendi ihtiyaçlarına uygun biçimde değiştirir. Aynı zamanda kendisini bedensel ve entelektüel yeteneklerini de değişikliğe uğratır. İnsan tabiatında uyuklayan melekeleri geliştirir. Örneğin, insanların toplu halde üretim yapması dilin (konuşma) oluşup gelişmesine yol açtı. Dil (konuşma) ihsan beyninin gelişmesinde, insan düşüncesinin oluşmasında belirleyici bir rol oynadı.
Cilalı taş balta, Paleolitik çağın el baltasının gelişmiş türü değildir. Bu alet, sık dokulu bir taştan kesilmiş, iri bir dilimdi. Bir ucu keskin bir kenar oluşturacak biçimde yontulmuştu. [Childe (3)] Yongalar çıkararak, ana malzemeye “balta başı şekli” verildikten sonra, balta başı ıslak, kalın bir taş parçasına sürülür ve böylece yüzeyi düzeltilirdi. Bu alet, bir sapa takılarak, balta ya da keser olarak kullanılırdı. Baltanın keskin kenarı ise, sapa dik pozisyonda idi. Balta, sapa takılırdı. Keser ise, sapa bağlanırdı. Baltanın iki yüzü eşitti ve keskin kenarı simetri ekseniydi. Başlangıçta, balta ile keser arasındaki yapı farkı tam olarak ortaya çıkmamıştı. Fakat zamanla farklı uygulamalarda kullanılmaları, balta ile keserin yapıları arasında farkların doğmasına sebep oldu. Şöyle ki; balta, odunun içine iyice sokulup odunu parçalamak için; keser ise, büyük bir kütleden ince bir parça koparmak için kullanılır. Balta darbe etkisi yapması için ağırdır. Keser, momentuma daha az gerek duyulan işlerde kullanıldığı için daha incedir.
Neolitik devirde genellikle, taş baltalara sap takmak için delikler delindi. Bu deliklerin en eskileri, saat camı şeklindedir. Geç Neolitik devre ait silindirik delikler, çeşitli matkap tipleriyle yapılmıştır. Bilinen en eski düzgün ağızlı baltaları yaklaşık olarak MÖ 6000 yıllarında İskandinavya’da yaşamış olan Ertobolle diye isimlendirilen insan topluluğu yapmıştır. Bu aletlere, MÖ 5.000 yahut daha eski yıllara ait Mısır, Yakın ve Ortadoğu’nun ilk Neolitik tabakalarında rastlanmıştır.
Bu aletin bulunuşunu, “Bu yeni teknik taş üzerinde tahıl öğütülürken gözlenmiş ve bulunmuş olabilir. Belki de, bahçe kazılırken, kırılan bir taş parçası bir tahtaya takılıp bir tür çapa ortaya çıkarılmıştır. Derken bu taşın bir ucu kumlu toprağa sürtülünce keskinleşmiştir” diye açıklamaktadır. Avrupa’da, yaklaşık MÖ 8.000 yılında sık ormanlar oluşmaya, tundra ve stepleri kaplamaya başladı. Yaklaşık MÖ 2.500’den sonra Neolitik çiftçiler, ormanları yakarak veya taş balta ile keserek tarla açmaya başladılar. Bu nedenle, taş baltayı, ormanlarla kaplı bölgelerde yaşayan insanlar daha çok kullanmıştır.
Cilalı taş balta, genellikle Neolitik teknolojinin karakteristik ürünü sayılır. Fakat, aksi tezi savunan bilim adamları da vardır. “Arkeologlar, cilalı taş baltayı Neolitik araç gereç donatımının ayırt edici aleti sayarlar. Fakat bu baltalar vahşi toplumların hiç tanımadıkları bir

araç olmadığı gibi, Neolitik ekonomi düzeninde bulunan, geçmişin ve zamanımızın barbar toplumlarının mutlaka kullandıkları bir araç da değildir” demektedir. Bu düşüncesini doğrulamak için aşağıdaki kanıtlan vermektedir.
NEOLİTİK DÖNEMDE MADENCİLİK
Diyarbakır’ın Ergani ilçesi yakınlarında bulunan Çayönü’ndeki hücre planlı yapılar evresinin sonlarına doğru görülen çakmak taşı ve obsidyenden (volkan camı) bıçak, orak, kazıyıcı ve delici; kemikten iğne, bız, iğne, taş aletleri tutturmak için sap ve bilezikler yapan bu insanlar, sınırlı ölçüde de olsa çevresinden rahatlıkla derleyebildiği malahit ve bakırı işleyebilmiş,39 bakır ve malahit’ten dövülerek yapılmış bız parçaları, telden dövülmüş iğneler, boncuklar ve ufak kürecikler Neolitik çağda insanların maden kullanmaya geçmiş olduklarını kanıtlamıştır. Ancak, bu maden kullanımı yaygın değildir ve çok ilkel olduğu anlaşılan yöntemlerle (ısıtma ve dövme) yapılmaktadır.
Çayönü kazısının, değerlendirmesi yapılırken; madenciliğin sanılandan çok önce başladığı, insanların kilden çanak çömlek yapımını bulmadan önce, bakır gibi madenleri ısıtarak biçimlendirdiklerinin anlaşılması ile ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz bunda yerleşmenin Ergani bakır madenine olan yakınlığı ve çevrede doğal bakır külçelerine yüzeyde bile sık rastlanması önemli etkendir. Daha çok bezeme amaçlı ve takı olarak değerlendirilen, malahit, tipolojik olarak benzeri olan taş buluntular ile aynı yöntemle işlenmiştir. Buna karşılık doğal bakırın hem işleme tekniği hem de kullanılışı farklıdır; bakır önce ısıtılıp dövülerek levha haline getirilmiş ve daha sonra olasılıkla kemikten bir sapın çevresinde döndürülerek bız, iğne, boncuk gibi biçimlere sokulmuş, en sonunda da yeniden dövülerek yapım izleri giderilmeye çalışılmıştır. Bu teknolojik açıdan pyrometallürji olarak kabul edilmektedir. Maden buluntularının arasında çeşitli boncuklar, kakma ve levhalar, daha ender olarak kanca, bız ve iğneler görülür (Çayönü insanlarının ısı ile deneyler yaptığı, maden ve kireç buluntularından anlaşılmaktadır).40
Konya ili, Çumra ilçe merkezinin 11 km kuzeyinde bulunan Çatalhöyük’te kadın mezarlarına boya paletleri, doğal camdan aynalar, kemik iğneler, yeşil taştan minik gerdançeler, pişmiş toprak, bakır ve çeşitli taşlardan boncuklar bırakılmıştır. Bakır ve kurşundan, boncuk, yüzük, olasılıkla iğne ve bız yapımında yararlanılmıştır.41 Çatalhöyüğün, Anadolu’dan hatta komşu ülkelerden soyutlanmış bir kültür olmadığı, Neolitik çağda dahi gelişkin bir ticaret yaşamının

39
SEVİN Veli, “Anadolu Arkeolojisi”, Der Yayınları, 3. baskı, İstanbul, s. 23-30, 2003. 40 ÖZKAN Savaş. “Çivi Yazılı Belgeler Işığında Anadolu’da (MÖ 2. Bin Yılında) Madencilik ve Maden Kullanımı”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1. baskı, Ankara, s. 16-17, 2006.
41 SEVİN Veli, age, s. 55-57.
var olduğu, bulunan çeşitli eşyadan anlaşılmaktadır. Örneğin, Akdeniz kökenli bazı deniz hayvanı kabukları, Ergani madeninden gelen bakır, Toroslar’dan (Gülek Boğazı) çıkarılan kurşun, Suriye’den getirilen tablasal çakmak taşı, İç Anadolu’da bulunan türkuaz benzeri apatit taşı, uzak ve yakın çeşitli merkezler arasında gelişkin bir ticaret ağının kurulmuş olduğunu vurgulamaktadır.42 Orta Toros bölgesi izotop analizleri 1981 yılında arkeometalürjik ve arkeolojik araştırmalara dahil edildi.43
Maden işçiliğinin ilk örnekleri de Çatalhöyük’te ortaya çıkarılmıştır. Kurşun ve bakırdan yapılmış bazı boncuk ve iğne gibi küçük eşyalar metalürjinin ilk örnekleridir. Diğer yandan Çatalhöyük’teki duvar resimlerini yapmak için kullanılan boyaların üretilmesinde de çeşitli minerallerin gerekli olduğu düşünülürse, Neolitik çağda dahi insanların bazı madenleri işleyebilme düzeyine eriştiklerini söylemek mümkündür.
Duvar resimleri beyaz badanalanmış ve perdahlanarak parlatılmış bir zemin üzerine yağ ile karıştırılarak elde edilen ve genellikle maden kökenli olan, kırmızı, sarı ve siyah renkli doğal boyalarla yapılmıştır.44 Çatal Höyük’te, demir oksidi (kırmızı, kahverengi ve sarı toprak boya), bakır (açık gök mavisi, malaşit yeşili), cıva oksidi (zincifre kırmızısı), hamatit kırmızısı, manganez moru ya da erguvan, gri için kurşun gibi madenlerden elde edilen, bir sıra renkli boya kullanılıyordu. Dipyüzey, fildişi ya da donuk beyaz renktedir ve bu, diluviyal deniz kumundan çıkmaktadır. Siyah ise odun isinden elde edilmekteydi.45
Aşıklıhöyük Aksaray il merkezinin 25 km güneydoğusunda, Kızılkaya köyü yakınlarında ve Melendiz çayının kıyısında yer alır. Ölülerini yerleşme içine ve mekân tabanlarının altına, ayaklan karna çekilmiş durumda (hocker) gömen bu insanlar mezarlara armağan olarak yarı değerli taşlardan ya da bakırdan kolyeler ve yüzükler bırakıyorlardı. Dövülerek ince bir levha haline getirildikten sonra bükülüp yuvarlatılmış bakır boncuklar madencilikteki ilk adımları temsil etmektedir.46
İnsanlık tarihinin en büyük devrimlerinden birinin gerçekleştiği ve günümüz kentsel yaşamın temellerinin atıldığı “Neolitik Çağ” da meydana gelen değişim ve gelişmeler, insan hayatını kolaylaştıracak birçok yeniliği de

42 DİNÇOL, A.M., “Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Anadolu Uygarlıkları”, Görsel Yayınlar, 1. baskı, İstanbul, s. 13, 1982. 43 YENER, K.A., “The Domestication of Metals, The Rise of Complex Metal Industries in Anatolia”, Leiden-Boston-Köln, s.76, 2000.
44
DİNÇOL, A.M., age, s. 13. 45 NAUMANN Rudolf, “Eski Anadolu Mimarlığı”, çev. Beral Madra, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 4. baskı, Ankara, 1998. 42 Sevin, 2003: 38–40.
46 SEVİN Veli, age, s. 38-40.
beraberinde getirmiştir. Dağınık ve toplumsal dayanışmadan yoksun Neolitik Dönem öncesi bireyleri, üretim devrimi ile birlikte, yerleşik yaşam tarzına geçmekle, hem daha güvenli bir yaşam sürdürmüşler, hem de bir arada yaşamanın sonucu olarak sosyal ilişkilerinde de ilerlemeler kaydetmişlerdir. Ürettikleri ürünleri depolama ve saklama ihtiyaçlarından çanak çömlek yapımının yaygınlaştığı bu süreç, daha sonra yaşanacak gelişmelerin de hazırlayıcısı olmuştur. Bu dönemde, yoğun seramik üretiminin yanında, sınırlı sayıda da olsa madenlerin işletilerek, madenden eşya ürettikleri yapılan araştırmalar ortaya koymuştur. Neolitik Çağ’ın sonlarına doğru, başta bakır olmak üzere madenlere olan talebin artması, bu alandaki gelişmelere hız kazandırmıştır. Altın, gümüş ve kırmızı renkli doğal bakır, Neolitik Çağ insanının dikkatini çeken ilk madenler olmuştur.47
Parlak sarımsı rengi ile gün ışığında hemen fark edilebilen altın, ilk fark edilen madenlerin başında gelmesine karşın, Anadolu insanı tarafından yaklaşık 10.000 yıl önce işleyip değişik alet ve takı yapımında kullandıkları bakır, metalurjinin ilk dalı olarak kabul edilmiştir.48 Neolitik Dönem yerleşim merkezlerinden olan Diyarbakır-Çayönü (MÖ 8.200-7.500) ve Aksaray-Aşıklı Höyük (MÖ 7.800–7.600) ve Urfa-Nevala Çori Höyüğü’nde bulunan bakır buluntular, insanlık tarihinin şimdiye kadar bilinen en erken madeni buluntuları oluştururlar.49 Buralarda yaşayan halk, yaşamlarını sürdürdükleri alanlarda buldukları nabit (doğal) bakırı toplayıp, bunlardan delici, boncuk gibi küçük alet ve süs eşyası yaptıkları görülmüştür.50
Doğrudan madenden faydalanmanın en güzel örneği ise MÖ 7.250-6.750. yılları arasında Diyarbakır-Ergani yakınındaki Çayönü yerleşmesinde ele geçen bakırdan yapılmış örneklerdir. Doğal bakır olarak bilinen malakit’ten yapılan bir boncuğun yeryüzüne doğal yollarla ulaşan bakır rezervinden alınarak soğuk dövme yolu ile şekillendirildiği anlaşılmaktadır. Önceleri doğadan alınan doğal bakırın dövülme yöntemleri ile çok sınırlı oranda metalden alet yapılabilmişken, sonraları ısıtarak eritilme yönteminin ilerlemesi ile artık maden ocaklarının işletilmeye başlandığına tanık oluyoruz.51 Pişmiş topraktan, taş, ahşap ve kemikten yapılmış geri dönüşümü olmayan aletler yerine eritilerek kalıplama yöntemi ile yapılan geri dönüşümlü madeni alet ve edevatların kullanılmaya başlanması en başta tarım alanında çeşitli kolaylıklar sağladığı gibi üretimin de katlanarak artmasına da neden olmuştur.52
Tüm bunların yanında sürekli gelişen ve değişik ihtiyaçlar hisseden toplumda doğası gereği daha yumuşak olan bakır madeninin her alanda kullanılabilmesi sıkıntı yaşattığı düşünülmüş olmalı ki insanlar buna beli oranda arsenik katarak bakırı sertleştirmeyi yani tunç haline getirmeye başladıklarına tanık oluyoruz. MÖ 4.binlerin son çeyreği ile başlatılan bu süreç yeni bir çağ olarak Tunç veya Bronz Çağ’ı (MÖ 3.200-1.200) olarak ta adlandırılan yeni bir dönemin başlamasını da beraberinde getirmiştir.
Anadolu’da Tunç Çağ’ının erken dönemlerinde bakıra karışım olarak keskin ve kötü bir kokusu olan zehir oranı yüksek arsenik kullanılmışken, MÖ 2. binin başlarından itibaren
47 BAŞAK Oktay, “Taş Çağı’ndan Tunç Çağı’na Anadolu’da Maden Sanatın Gelişimi ve Kullanımı”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Gölü Çevresi Kültür Varlıklarını Araştırma ve Uygulama Merkezi Öğretim Elemanı.
48
ÖZKAN Savaş. Age, s. 15. 49 BİLGİ Ö., ÖZBAL H., YALÇIN Ü., “Castings Of Copper-Bronze/Bakır Tunç Döküm Sanatı,” Anatolia, Cradle Of Castings /Anadolu Dökümün Beşiği, İstanbul, 2004.
50 BİLGİ Ö., ÖZBAL H., YALÇIN Ü., age, s. 5.
51
SAVAŞ Ö., age, 2006, s. 17. 52 AKIN Enver, KAVAK Orhan, “Diyarbakır ve Çevresinde Neolitik Dönemden (MÖ10.000) Günümüze Maden”, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır.
arsenik yerine kokusuz ve zehirsiz kalayın kullanılmaya başlandığına tanık oluyoruz. O dönemde Anadolu’da arseniğin kullanılmış olmasının nedeni olasılıkla Anadolu’daki bolluğu şeklinde açıklanabilirken, kalayın azlığı onun Mezopotamya tüccarları tarafından coğrafyaya pazarlandığını göstermektedir. MÖ 2. binin son çeyreğinde ise yeni bir dönemin Demir Çağ’ının Anadolu’da gelişmeye başlandığına tanık oluyoruz. Aslında Hitit kaynaklarında çok daha önceleri demirin kullanıldığına tanık olunurken ( Hitit kaynaklarında amutum şeklinde geçmektedir) bunun sınırlı kullanılmış olmasından dolayı MÖ 1.200’ler de Anadolu’ya göç eden Deniz Kavimleri yolu ile yerleştirildiği düşünüldüğünden bu sürece Demir Çağı adı verilmiştir.
Tarihsel süreçte Anadolu’daki en önemli bölgelerden bir tanesi Güneydoğu Anadolu olarak görülmektedir. Dicle ve Fırat ırmakları arasında kalan ve Mezopotamya olarak adlandırılan bu bölgede yer alan ve sulanabilen toprakların Anadolu’daki en erken yerleşmelerin bu coğrafyada gelişmesindeki ana etkenlerden biridir. Geniş tarım alanları ve su kaynakları yanında zengin maden kaynaklar ile de dikkat çeken bölgenin sürekli olarak insan topluluklarını cezb ettiği anlaşılmaktadır. Diyarbakır ve çevresinde özellikle Ergani-Maden civarındaki bakır yataklarının Neolitik Dönem’den itibaren aralıksız olarak günümüze kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır ki bazı araştırmacıların bu günkü Diyarbakır isminin de bakır madeni ile ilişkili olabileceği tezini savunmalarına neden olmuştur. Çayönü yerleşmesinde kullanılan ilk bakır işlemesi ile başlayan sürecin arkeolojik veriler ve yazılı kayıtlar ışığında sürekliliğini devam ettirdiği gözlemleniyor. Sümer yerleşme yerlerinin bu bölgede yoğunlaşması aynı zamanda bakır madenlerini de kontrol etme çabası olarak yorumlanabilir.
Çünkü bugünkü Irak topraklarında kalan aşağı Mezopotamya’nın madenler konusunda zengin olmadığı bilinmektedir. Hitit kaynaklarında I. Hattuşili’nin bu bölgeye yaptığı seferlerden sonra bölgeden götürülen zengin ganimetlerden dolayı başkent Hattuşa’nın hazinesinde çeşitli

madenlerin başının ve sonunun olmadığından söz edilmektedir.53 Diyarbakır bölgesi ile ilgili bazı yazılı kaynaklarda MÖ 14.yy. da Tuşhan’da (Bugünkü Bismil ilçesine bağlı Üçtepe veya Tepe beldesindeki Ziyaret Tepe) krallık yapan Tişşatal’ın kendi kentlerinde üretilen bakır kazanları komşu ve dost ülke krallarına hediye ettiğinden söz edilmektedir.
Ayrıca bölgede üretilen bakır kazanların Doğu Akdeniz’deki Tyr, Sidon (Sayda) ve Al Mina limanları yolu ile Yunanistan, Adalar ve Güney İtalya liman kentlerine ihraç edilmesinden söz edilir. Yine madencilik konusunda son derece ilerlemiş olan Urartu Krallığının maden yatakları üzerinde strateji geliştirdiği anlaşılmaktadır ki, Siirt Madenköy olarak bilinen yerde bulunan maden ocaklarını uzun süre kendileri tarafından işletildiği, arkeolojik verilerce de doğrulanabilmektedir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, özellikle Diyarbakır ve çevresinde, arkeolojik kazıların ve yazılı kayıtların yetersizliğinden, maden üretimi işlenmesi ve pazarlanması konusunda elimizde yeterli veri bulunmasa da bölgede özellikle Diyarbakır, Mardin ve Midyat çevresinde köklü altın ve gümüş işlemeciliğinin varlığını günümüzde de devam ettirmesi, bölge insanının tarihin derinliklerinden bu yana maden işletmeciliği konusunda uzman olduğunu göstermektedir. İnsanlık tarihi boyunca, Anadolu’da çok sayıda ve gelişmiş uygarlıkların ortaya çıkmış olmasının nedeni, tarım için elverişli topraklar ile iklimin varlığı kadar zengin altın kaynakları ve diğer madenlerin varlığıdır. Bilim dünyasında da Anadolu madenciliğin beşiği olarak bilinir. Metal kullanımının en eski izlerinin Anadolu’da bulunmasının yanı sıra, madenciliğin Anadolu’dan diğer bölgelere yayıldığı da söylenebilir. Anadolu’daki en eski madencilik yeri, Neolitik döneme tarihlenen (MÖ 7.250-6.750) Diyarbakır-Ergani’deki Çayönü bakır madenidir. Burada bulunan malzemeler, nabit bakır ve malahitten soğuk olarak dövülerek şekillendirilmişlerdir. Cevherden bakırın ısıyla ergitilip amaca göre değişik kalıplara dökülerek kullanılmasının ilk örneklerine MÖ 5.000-4.900 yıllarında Mersin-Yumuktepe’de rastlanmaktadır. Bu yöntem, MÖ 4 üncü bin yılda artık bütün Anadolu’ya hatta Yakın Doğu’ya da yayılmıştır. Nabit bakır çıkarmak amacıyla açılmış en eski maden galerisi (MÖ 4.500) Çorum-Derekutuğun’da bulunmuştur.
Daha sonraları, maden ustaları alaşımı keşfettiler ve böylece bakıra arsenik katarak hem ergime ısısını düşürdüler hem de metali sertleştirdiler. Arsenikli bakırın ilk kullanıldığı yer Malatya-Arslantepe maden işliğidir. MÖ 4’üncü bin yılın sonlarında önce gümüş ve kurşun, ardından altın Anadolu madencilik tarihine girmiştir. Aynı yıllarda Anadolu insanlarının bakır ve kalay alaşımı ile tunç yapmaya başlamalarıyla Tunç Çağı’na girilir (MÖ 3.000-1.200).
İnsanlık tarihinin en büyük devrimlerinden birinin gerçekleştiği ve günümüz kentsel yaşamın temellerinin atıldığı “Neolitik Çağ” da meydana gelen değişim ve gelişmeler, insan hayatını kolaylaştıracak birçok yeniliği de beraberinde getirmiştir. Dağınık ve toplumsal dayanışmadan yoksun Neolitik Dönem öncesi bireyleri, üretim devrimi ile birlikte, yerleşik yaşam tarzına geçmekle, hem daha güvenli bir yaşam sürdürmüşler, hem de bir arada yaşamanın sonucu olarak sosyal ilişkilerinde de ilerlemeler kaydetmişlerdir. Ürettikleri ürünleri depolama ve saklama ihtiyaçlarından çanak çömlek yapımının yaygınlaştığı bu süreç, daha sonra yaşanacak gelişmelerin de hazırlayıcısı olmuştur. Bu dönemde, yoğun seramik üretiminin yanında, sınırlı sayıda da olsa madenlerin işletilerek, madenden eşya ürettikleri yapılan araştırmalar ortaya koymuştur. Neolitik Çağ’ın sonlarına doğru, başta bakır olmak
53 SAVAŞ Ö., age, 2006, s. 21.
üzere madenlere olan talebin artması, bu alandaki gelişmelere hız kazandırmıştır. Altın, gümüş ve kırmızı renkli doğal bakır, Neolitik Çağ insanının dikkatini çeken ilk madenler olmuştur.54
Parlak sarımsı rengi ile gün ışığında hemen fark edilebilen altın, ilk fark edilen madenlerin başında gelmesine karşın, Anadolu insanı tarafından yaklaşık 10.000 yıl önce işleyip değişik alet ve takı yapımında kullandıkları bakır, metalurjinin ilk dalı olarak kabul edilmiştir.55 Neolitik Dönem yerleşim merkezlerinden olan Diyarbakır-Çayönü (MÖ 8.200–7.500) ve Aksaray-Aşıklı Höyük (MÖ 7.800-7.600) ve UrfaNevala Çori Höyüğü’nde bulunan bakır buluntular, insanlık tarihinin şimdiye kadar bilinen en erken madeni buluntuları oluştururlar.56 Buralarda yaşayan halk, yaşamlarını sürdürdükleri alanlarda buldukları nabit (doğal) bakırı toplayıp, bunlardan delici, boncuk gibi küçük alet ve süs eşyası yaptıkları görülmüştür. Bu dönemin önemli yerleşmelerinden biri olan Çayönü’nde ele geçen buluntular, MÖ 7. binlerde bakıra dayalı bir endüstrinin olduğuna işaret etmiştir. Bakırın yanı sıra bu çağda Anadolu’da, ilkel yöntemlerle de olsa kurşunun da işlendiği ve komşu ülkelere ihraç edildiği bilinmektedir.57
Madenlerin, ısıtılınca kolay işlenebildikleri, hatta ateşte uzun süre bekletildiklerinde eridikleri, soğuyunca da yeniden katılaştıklarının anlaşılması, metalurjideki en önemli keşif olmuştur. Bu alandaki ilk önemli adım ise tavlamanın keşfi olmuştur. Arkeolojik kazı sonuçları, tavlamanın ilk olarak Anadolu’da, Neolitik Çağ’da gerçekleştirildiğini ortaya koymuştur. Çayönü yerleşim yerinde “Kafataslı Yapı” olarak bilinen yerleşme yerinde ele geçen bakır bir boncuk erken evrelerden itibaren madenlerin tavlandığını ve dövme tekniğinin de bilindiğini göstermiştir.58 Yine bu dönemin önemli yerleşme merkezlerinden olan AksarayAşıklı Höyük, Konya-Çatalhöyük ve Suberde de yapılan kazılarda, akeramik bir seviyede doğal bakırdan dövülerek yapıldıkları anlaşılan ufak aletlere ve süs eşyalarına rastlanılmıştır. İşlenerek elde edilmiş olan bu parçalar, şimdilik bilinen en eski işlenmiş madeni örneklerdir.59
MÖ 7. binin sonu ve 6. binin ilk yarısına ait yerleşme merkezlerinden Çatalhöyük ve Çayönü kazılarından çıkan bakır topaklarının analizleri, doğal bakırın yanı sıra metalurji alanında bir devrim olan madeninin cevherinden ısı kullanılarak arıtılmış bakırın da kullanıldığını göstermiştir. Anadolu, Neolitik Dönemde, metalurji alanında o kadar ileri gitmiş ki, cevherden izabe yöntemiyle arıttığı bakır madenini, büyük uygarlıklara ev sahipliği yapmış bölgelerden Mezopotamya ve Mısır’a ihraç etme başarısını dahi gösterebilmiştir.60

54 BAŞAK Oktay, age, s. 137.
55 SAVAŞ Ö., age, 2006, s. 17.
56
BİLGİ Ö., ÖZBAL H., YALÇIN Ü., age, s. 41. 57 PALMİERİ A., SERTOK K., “Doğu Anadolu’da Madenciliğin Doğuşu ve Gelişimi”, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, 1995 Yıllığı, Ankara, s. 341, 1996.
58 59 SEVİN V., “Eski Anadolu ve Trakya (Başlangıcından Pers Egemenliğine Kadar)”, İletişim Ya.,, İstanbul, s. 45, 2003. ERGİNSOY Ü., “Maden Sanatı” maddesi, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi II, İstanbul, s. 1141, 1997.
60 SEVİN V., age, s. 47.
İlk Neolitiğin sonlarına doğru maden ile tanışılmıştır. Bu dönemde daha çok işleme denemeleri başlamıştır. İlk olarak kullanılan maden Bakır’dır. İlk zamanlar taş olarak algılanıp böyle işlenip ve bir süre kullanılmıştır. Cevher haldeyken yumuşak olduğu için böyle işlenmiş olabilir. Bakır ilk kez soğukken dövülmüştür. İlk olarak soğukken dövme ve daha sonra ısıtarak dövme tekniği başlamıştır. Bakır doğada ham filiz halinde bulunmaktadır. Bu ham filiz halinde bulunan bakır parçalanmaz, taş gibi kırılır. Eski yerleşmeler de bu şekilde kullanılmış örnekler görülmektedir. Anadolu’da arsenik kurşun, nikel, demir ve az olarak altın-gümüş yatakları bulunmaktadır. Neolitik Çağ’da çok fazla bakır buluntu yok. Bakır buluntular daha çok işlikler, mezarlarda bulunuyor.
Çayönü: Bakırdan kalın iğneler, 7-8 adet bakır boncuk bulunmuştur. Yerleşmede bulunan bakırın ısıtılmış olup olmadığını kazıdıktan sonra mikroskopla incelenerek anlaşılıyor. Bazıları da bu başlangıcı tesadüf olarak bakırın ısıtılması ile daha kolay işlendiğinin fark edilmesi ile birlikte farklı bir malzeme olduğunun anlaşılmasıyla başlatmaktadır.
Çatalhöyük: Malzemelerin tek parça filizden işlenmiş olduğu görüşmüştür. Bunun için öncelikli olarak pota (taş çanak) gerekmektedir. Pota içinde maden eritmek için kullanılır. Pota kalın cidarlı ve bol kumlu (patlamaması için). Pota içerisinde mutlaka maden kalıntısı olmalı. Filizler halinde alınan bakır önce temizlenip, dövülerek toz haline getiriliyor. Daha sonra toz potanın içerisinde dökülerek 850/860 derecede bakır erir. Bu ısıya getirmek için körükle hava verilir yada çok rüzgarlı havada yakılır. Çatalhöyük’te ergitme analizleri yapılmış ve tespit edilmiş. İnsan henüz çanak çömlek üretimine geçmeden önce yüzeye yakın bakır yataklarından topladığı nabit bakırı işlemeye başlamıştır. Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu’nun ilk sakinleri topladıkları renkli mineral ve taş malzemenin yanısıra, buldukları nabit bakır parçalarını da yerleşimlere getiriyor ve onları çeşitli yöntemlerle şekillendirmeyi deniyorlardı. Ve en sonunda bakırı döverek şekillendirmeyi başardılar, bununla da kalmayıp, soğuk dövülen bakırın zamanla çatladığını, kırılıp koptuğunu, ama ısıttıklarında da bu yeni malzemenin plastik özelliğinin arttığını ve daha kolay işlendiğini gözlemlediler. Bakırı tavlayarak, yani ısıtarak dövüp levha haline getirdiler ve bu levhalardan boncuklar yaptılar; küçük iğnecikler, olta uçları elde ettiler. Böylece insan yaşamında hem yeni bir hammadde ile tanıştı hem de bu hammaddeyi işlemek için ilk defa ısıdan yararlandı. O zamana kadar soğuktan ve yırtıcı hayvanlardan korunmak için yararlanılan ateş “teknolojik” amaçlı kullanıldı. Bu yeni “inovatif (yaratıcı)” buluşla toplumların gelişmesinde en önemli etkenlerden biri olan madenciliğin temeli atılmış oldu.61
Nabit bakır, çanak çömlekli döneme geçtikten sonra da insanlığın kullandığı tek metal olarak kalmıştır. Çanak Çömlekli Neolitik Dönem’de (PN), örneğin Çatalhöyük, Hacılar ve Niğde Tepecik’te bakırdan yapılmış küçük nesneler bulunmuştur. MÖ 6.000 yıllarına tarihlenen Can Hasan’da bulunan topuz da nabit bakırdan yapılmış önemli örnekler arasındadır. Bu dönemde ayrıca o zamana kadar bilinen hematit, malakit, azurit gibi parlak renkli bakır ve demir minerallerinin yanısıra ilk defa Galena (PbS) boncuk yapımında kullanılmıştır. Çanak çömleki neolitik dönemde tekrar kırmızı renklerin hakimiyeti göze çarpmaktadır. Hem üretilen çanak çömlekte hem de Çatalhöyük’te olduğu gibi duvar resimlerinde ve bezemelerde hematit, orpiment gibi kırmızı mineraller kullanılmaktadır, kırmızı modası tekrar dönmüştür ve uzun süre devam edecektir.
61 YALÇIN Ünsal, “Anadolu Madencilik Tarihine Toplu Bir Bakış”, Yer Altı Kaynakları Dergisi, Yıl:5, Sayı:9, Deutsches Bergbau-Museum Bochum, 2016.
Anadolu’nun bakır yatakları bakımından zengin olması ve bunların bir kısmının da yüzeye yakın olması, Anadolu’da yoğun madencilik faaliyetlerinin erken dönemlerden itibaren başlamasını sağlamıştır. Anadolu’da henüz insanların mağaralarda yaşayıp, sadece mevsimin elverdiği dönemlerde geçici kamp yerleşimleri kurduğu Epi-Paleolitik Dönem’de (MÖ 12.000-9.500) Antalya’daki Beldibi ve Belbaşı Mağaralarında bulunan demir oksit parçaları, metalik madenlerin daha o dönemlerden bilindiğini kanıtlamaktadır. Anadolu dışında ise MÖ 11. binyıl’da Kuzey Irak’taki Shanidar Mağarası’ndaki bir bakır minareli olan malahit buluntusu ile Kuzey Mezopotamya’da Tell Magzhaliyeh’deki MÖ 8. binyıl’a tarihlenen bakır bız, Yakındoğu’nun en eski tekil metal buluntularıdır. Ancak gerçek anlamda madenciliğin başlaması ve üretimin yoğunlaşması, insanoğlunun yerleşik hayata geçip, tarım ve hayvancılık faaliyetlerini ilk kez yaptığı Neolitik Dönem’de (MÖ 9.500-5.500) Anadolu’da gerçekleşmiştir. Neolitik Dönem’in PPNB olarak tanımlanan safhasında Çayönü, Hallan Çemi ile Orta Anadolu’da MÖ 9. binyıl’da Aşıklı Höyük gibi merkezlerde boncuk, bız, iğne, kanca ve çeşitli levha parçalarından oluşan çok sayıda bakır eser bulunmuştur9. Bu durum dünya üzerinde gerçek anlamda ilk metal eser üretiminin bakır eserler vasıtasıyla Anadolu’da yapıldığını göstermektedir.62
Geç Neolitik’ten Erken Kalkolitik Çağ’a geçişte Anadolu’da teknik gelenekler acısından kültürel bir kesintiden söz edilemez; aksine bir gelişim, devamlılık söz konusudur. Buna karşılık her iki donem arasındaki en belirgin özellikler madencilikte karşımıza çıkar. Örneğin dokum tekniği ile iki ayrı maden filizinin birlikte eritilerek kullanılışı Kalkolitik Çağ’ın ortaya koyduğu yenilikler arasındadır. Bu dönem genel olarak “erken” ve “geç” olmak üzere iki ana bölümde incelenir.
Kuzey Mezopotamya geleneklerine göre kurulan bu istasyonlar daha çok bakır, kurşun ve gümüş ticaretiyle ilgiliydiler. Doğu Anadolu’da Elazığ yöresindeki Altmova’da Tepecik ve Norşuntepe bu türde küçük ticari merkezler arasındadır. Nitekim gerek her iki merkezin bu

62 FİDAN Erkan, “Madenciliğin Beşiği Anadolu: Tarih Öncesi Dönemlere Ait Bakır Yatakları”, Türk Tarih Kurumu, Belleten, Cilt: LXXXI Aralık sayı: 292, sayfa 667-675, 2017.
döneme ilişkin yapılarında ele geçirilen bakırcılıkla ilgili işler ile maden kopuğu, izabe fırınları, bakır kümeleri ve dokum kalıpları metalürji etkinliklerinin en acık belgeleridir.
Bu dönemde insanoğlu giderek daha fazla sayı ve türde mal üretmenin yollarını araştırmaya başlamıştır. Bunun için organize bir iş gücü, depolama tesisleri ve bunların korunması için etkili bir organizasyona gereksinim vardı. Bu yolda ilk adımlar Kalkolitik Çağ içinde atılmıştı. Üretim ekonomisinin gelişiminde madencilik en önemli aşamalardan biridir. Çünkü tunç gibi alaşımları yapabilmek için gerekli bakır ve kalay gibi madenlerin zaman zaman uzak bölgelerden sağlanması ve karmaşık üretim teknolojisi ileri düzeyde uzmanlaşmayı gerektirmektedir.
Obsidyen alet yapımında en çok kullanılan madendir ve ören yerinde çok sayıda kesici alet bulunmuştur. Kemikle boynuz da işlenmiştir (kemer tokaları). İşlenen taş kimi yerde cilalanmıştır baltalar, dibek, büyük değirmen taşı ve kandil yapımında da taş kullanılır. Aydınlatmada bitkisel ve hayvansal yağ kullanımı görülür. Süs eşyasına gelince, geyik dişi ve bakır boncuk dizili kolyeler dikkat çeker. Bakır boncuklar, üzerinde delik açılmış doğal som bakır parçalarından olduğu gibi, yaprak haline getirilmiş bakırın işlenmesiyle de imal edilmiştir. İşlenmiş bakır boncukların incelenmesinden bunların ateşte çalışıldığı anlaşılıyor.
Çayönü’nde incelenen keramik öncesi Yenitaş Çağı evrelerinde görüldüğü üzere, bakır madeninin kullanımı da Bakırtaş Dönemi adıyla Yenitaş Çağı’nda başlar. Anadolu’daki bakır kullanımının izi Hacılar’ın beşinci seviyesinde (C-14 yöntemine göre MÖ 5.500) görülür. Bu dönem, Çatalhöyük’ün bilinmeyen bir nedenle terk edilişine rastlar. Bakır küçük ölçütlü aletlerin ve boncukların yapımında kullanılmıştır. Yenitaş Çağı’nın sonunda, Anadolu’daki teknik ve kültürel gelişim MÖ 4. binin sonuna kadar süren bir duraklama dönemi yaşamıştır. Buna karşılık, aynı dönemde, Mezopotamya’da ve Mısır’ da mucizevi bir atılım kaydedilerek MÖ 3.200’lere doğru yazının bulunmasına yol açmıştır. Mezopotamya’ da Sümer ve Mısır’ da Nagada uygarlıklarını doğuran bu evre Mezopotamya uygarlığının parlamasıyla ilişkilendirilmelidir. Tel Halaf ve Obeid kültürleri Anadolu’nun doğu ve güneydoğusundaki Malatya, Mersin ve Tarsus’ta tomurcuklanarak Van Gölü çevresine kadar uzanmıştır. Bu gelişmenin kanıtıysa, yerel malzemenin yanı sıra bulunan ithal mühürler veya mühür baskılarıdır.
Çünkü Küçük Asya’nın kuzeybatısı yeterli bakır yataklarına sahip olsa da, altın, gümüş ve kalay gibi madenler Orta ve Doğu Anadolu’dan, hatta Yakındoğu’dan ithal edilmek zorundaydı. Ayrıca, Anadolu’nun geri kalan kısmında ve Ege kentlerinde arsenikli bakır kullanılmakla birlikte, Troya ağırlıklı olarak kalay alaşımlı tuncu kullanmıştır, buluntuların % 62’sinin hammaddesi hu alaşımdır.
Troya’nın giriş rampası yakınlarında bulunan ve 101 parçadan oluşan zengin sözde “Priamos” hazinesi (A hazinesi), kuşkusuz, bir köylü-krala ait olamazdı. Troya’nın en görkemli kuyumculuk ürünlerini içeren bu hazinenin parçalan arasında altın ve gümüş maşrapalar, kadehler ve çanaklar, altın takılar, insan biçimli heykelcikler ve metal dolaşımına işaret eden gümüş çubuklar vardır. Kullanılan kaya kristali kılıç kabzalarında, lacivert taşı baltalarda ve çekiçlerde ve amber uzun mesafeler arasında yapılan ticari değişimin birer işaretidir. Troya’da bulunan altın ve gümüş çanakların çoğu bu hazineden kaynaklanır. Telkari (filigran) ve habbeli (granüle) gibi son derece ince tekniklerle işlenen değerli takılar arasında alınlıkları (diadem), küpeleri veya şakak halkalarını (şakaktaki saçları süslemek için) , kolyeleri, gerdanlıkları, boncuklan, salkım küpeleri ve iğneleri sayabiliriz.
Londra’daki British Museum’da bulunan ve Depas Amphiky pellon denilen tipteki son derece güzel gümüş kap olasılıkla Troya’dan gelmiştir. Depas Amphikypellon Eski Tunç Çağı’na özgü bir tür kupadır ve bu isim ilk kez Homeros tarafından Priamos’un kupasını betimlerken kullanılmıştır. Bu kadehin biçimi Troya Il’ye özgüdür, fakat olasılıkla Balkan kökenli olup Troya üzerinden Anadolu içlerine kadar yayılmıştır. Kupanın özel biçimi (kulplu ve dibi sivri) öylesine tutulmuştur ki Troya Il’nin çömlekçileri onun toprak kopyalarını üretiyorlardı. Schliemann’nın 1872’de yaptığı kazılarda ele geçen cilalı kırmızı keramikten bir Depas parçası yine British Museum’da muhafaza edilmektedir. Berlin’deki Yorund Früh Prehistorisch Museum’daysa, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından müzenin elinde kalan az sayıdaki Troya eserleri arasında, Troya II ve V’ten çıkarılmış cilalı kırmızı veya siyah keramikten beş Depas örneği daha bulunur.
Pyroteknolojik ilk örnekleri 113 adet küçük alet ve boncuk gibi buluntuyla Diyarbakır Çayönü ve 45 adet boncukla Aksaray-Aşıklı höyükte görülür. Buna bakırdan yapılmış buluntularla Çayönü’nde MÖ 8.200-7.500 Aşıklı höyükte ise MÖ 7.800-7.600 yıllarında çanak çömleksiz Neolitik Çağ’da ilk defa karşılaşılır. Yine aynı döneme ait bakır bir boncuk da Urfa-Nevali Çori yerleşmesinde ele geçmiştir.
Aşıklı ve Çayönü bakır buluntuları yalnız Anadolu’da günümüzde bilinen en eski maden buluntuları olmayıp, insanlık tarihinin şimdiye kadar bilinen en eski örneklerini oluştururlar. Böylece dünyada ilk metalin Anadolu’da işlendiği rahatlıkla söylenebilir. Nabit bakır çanak çömlekli Neolitik Çağ’a geçildikten sonra da insanlığın tanıdığı tek metal olarak uzun zaman kalmıştır. Bu dönemde örneği Konya Çatalhöyük’te ve sonraki Burdur-Hacılar KırklareliAşağıpınar yerleşmelerinde de bakır izlerine rastlanmıştır.63

63 BİLGİ Ö., ÖZBAL H., YALÇIN Ü., age, s. 8.