
13 minute read
Sanat Akımlarının
from Gozden #13
by GozdenDergi
RÖNESANS-KLASİSİZM - SON AKŞAM YEMEĞİ - LEONARDO DA VINCI
SANAT AKIMLARININ
Advertisement
AMACLARI NEYDi?
Belli bir tarihsel süreçte aynı sanat anlayışına sahip sanatçı topluluklarının eserlerini “akım” olarak kategorize etmek hem sanat tarihini hem de genel tarihi anlamak açısından yol göstericidir. Zira sanat sosyopolitik ortamdan tutun ekonomiye ve bireylerin psikolojisine dek dönemin ruhunun aynasıdır ve sanatçı bunlardan beslenen mesajlarını eserine yansıtır. Bu mesaj yüklü akımların her biri bir amaca hizmet eder ve neredeyse hepsi kendinden önceki akımlara tepki olarak doğar. O nedenle çoğu sanat akımının, varlıklarını kendinden önceki akımlara borçlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Biz de resim sanatı özelinde birbirini doğuran bu akım silsilesini Rönesans sonrasından itibaren, neden ve sonuçları açısından kısaca ele aldık.
Tarih boyunca sanatın neden var olduğunu, nasıl olması gerektiğini, ne için, kim için yapılabileceğini, neyin sanat olup olmadığını tartıştık durduk. Örneğin Kant’a göre kendi dışında hiçbir amacı olmayan sanatı ancak deha yaratabilir. Hegel de sanatın insan aklının ürünü olduğunu, sanattaki güzelliğin doğadaki güzellikten üstün olduğu için sanatın kendisine doğanın taklidinden başka bir amaç bulması gerektiğini söyler. Öte yandan sanatın doğuşu doğanın taklit edilmesi ile başlar. Duyulan sesin taklit edilmesiyle müzik, görüntünün taklit edilmesiyle resim doğmuş ne de olsa. Diğer sanatların da doğayla bağlantısı malum. Marks da zaten “yaratıcı eylem, insan ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır” der ve toplumsal karakteriyle birlikte sanatın yaşamı insanileştiren bir olgu olduğunu savunur. Hatta Ernst Fischer sanatın toplumdaki çürümeyi yansıtması, dünyanın değişebilir olduğunu göstererek değişime yardımcı olması gerektiğini söyler. Burada altı çizilmesi gereken bir nokta var: Tüm bunlar yaratıcılığı kutsayan bir bakış açısı sunar çünkü baktığın yerden farklı manalar çıkarıp bunları özgün anlatım ile sanata yansıtmak ancak yaratıcılıkla mümkündür. Ekonomik, kültürel, sosyal ve politik sebepler bir yana, bakış açılarındaki bu farklılık ve çeşitlilik de sanat akımlarını doğurur en nihayetinde. Genelde bir önceki akıma tepki olarak ortaya çıkması ile sürekli kendini doğuran bu akımları ele almak istediğimizde müzik, mimari, heykel, tiyatro, sinema hatta edebiyattan ziyade, görsel olarak anlatma şansı tanıdığı için konuyu resim sanatıyla örneklendirmek istedik.
Rönesans büyük bir atılımdı
Mağara duvarlarından Rönesans tablolarına gelene dek sayısız ressam geldi geçti ve ruh hallerini, hislerini, mesajlarını kendi tarzları ile eserlerine yansıttılar. Kâh dönemin akımlarından etkilendiler kâh onlara tepki duyup yepyeni akımlar yarattılar. Akım deyince konuyu, bilim ve sanatta patlama yaşatarak bugünkü Avrupa’nın temellerinin atıldığı Rönesans’ın hemen öncesinden başlatmak istedik. Soylu kişilerin yaşantıları ve kır sahneleri gibi konular işlense de, Rönesans öncesi resim sanatı ekseriyetle dini ve mitolojik ögeleri barındıran eserler içeriyordu çünkü krallar kiliseyi kullanarak iktidarlarını sürdürüyordu ve insanlara yol gösterme potansiyeli had safhada olan sanat, iktidarın kontrolü altında olmalıydı. Gotik olarak adlandırılan bu dönemde dinî şahsiyetlerin övüldüğü, ibret verici dinî olayların aktarıldığı resimler kiliseleri süsledi. Resim sanatının önde gelen isimlerine ait eserler kilisenin talepleri doğrultusunda şekilleniyor, önemli ancak tekdüze işler ortaya çıkıyordu. Hatta sanatçılar pek değer verilen kimseler değillerdi. Bir marangozdan ya da taş ustasından farkları yok gibiydi. Hatta bu tutumdan Leonardo da Vinci bile nasibini almış. “Sanatın İcadı” adlı kitabında Larry Shiner, da Vinci’nin Kayalıklar Bakiresi eseri için imzaladığı sözleşmede “ürün”de hangi figürlerin yer alacağı, Meryem’in Genelde bir önceki akıma tepki olarak ortaya çıkması ile sürekli kendini doğuran sanat akımlarını ele almak istediğimizde müzik, mimari, heykel, tiyatro, sinema hatta edebiyattan ziyade, görsel olarak anlatma şansı tanıdığı için konuyu resim sanatıyla örneklendirmek istedik.


MANİYERİZM - ADEM’İN YARATILIŞI - MICHELANGELO
cüppesinin rengi ve teslim tarihinin açıkça belirtildiğini, onarım garantisinin de verildiğini söylüyor. Yani karşımızda görsel anlamda bir sanat var ancak sanatın özgürlüğünden bahsetmek pek mümkün değil. Ve belki de bu tür kısıtlamalar sayesinde Rönesans, da Vinci gibi müthiş sanatçıların bunaltısı üzerinde inşa edilmişti. Rönesans resmindeki hâkim sanat anlayışı kilise baskısından kurtulan resim sanatının konularını çeşitlendirmek, başka mesajlara da odaklanabilmekti. Sanatçılar artık dini eserler yapmak zorunda değillerdi ve bu özgürlük baş yapıtlara giden yolun kapılarını açtı. Bu sayede Antik Çağın değerlerini yeniden keşfetme yolcuğuna çıktılar. Antik Mısır ve Roma, Yunan ve Arap eserlerinin tercüme edilip yeniden yorumlanması ile toplumda doğan merak ve araştırma hissi sayesinde resim sanatı da değişime uğradı. Kadim bilgeliğe sahip büyük matematikçilerin “altın oran” formülünü sanata yansıttılar ve “ideal güzellik” arayışına çıktılar. 15. ve 16. yüzyıl civarındaki Rönesans ile başlayan özgürlük döneminde Klasisizm akımı ön plandaydı. Artık kompozisyonlarda din ve mitolojinin yanı sıra günlük hayata da yer veriliyordu. Mükemmeliyetçi bir akım olan Klasisizmin etkisindeki eserlerde denge ve sadelik hâkim olduğu kadar, kompozisyonlarda ölçüler ve matematik de göze çarpıyordu. Ölçüler ve güzellik arayışının kökeni antik döneme dayanıyordu ve sanatçılar konudan ziyade bu katı kuralların güzelliği yansıttığına odaklandı. Rönesans resminin güzellik arayışına karşı tepkiler yeni bir sanat akımını doğurdu: Maniyerizm. Amaç esere daha zarif bir stil katmaktı zira akımın türediği “maniera” kelimesi İtalyanca “stil” anlamına geliyordu. Kusursuzluk için gerekli olan şey sadece ölçüler değil, zarafet, yaratıcılık ve resim tekniğinde ustalıktan da geçiyordu. Sanatçılar resmin gerçek yaşama uygunluğundan ziyade ilginç ve bazen karmaşık bir kompozisyon dahilinde, duygu ve düşünce içeren mesajları ifade etmekle daha çok ilgileniyorlardı. Maniyerizm’in temellerini atan Michelangelo’nun en önemli eserlerinden “Adem’in Yaratılışı” bunun mükemmel bir yansıması. Rivayete göre Michelangelo, Tanrı’nın yüzü olarak kendi yüzünü çizmiştir. Michelangelo’nun Rönesans sonrasında Tanrı’ya yabancılaşmayı resmettiğini varsayarsak, üzerine sayfalar yazılacak kadar bol sembol içeren eserde tek başına bu bile hayli yoğun bir mesaj. Maniyerizm kimilerine göre bir geçiş akımı, kimilerine göreyse Rönesans’ın parçasıydı. Çünkü bu ardından gelen Barok dönemde resim sanatı tamamen başkalaşacak, mesaj, anlatım şekli ve içerik açısından farklı bir düzleme oturacaktı. Maniyerizm’i de Rönesans ile bir gördüklerinden olacak ki 17. yüzyılda Barok dönem sanatçıları eserlerinde farklı ögelere yer verdiler. Konular artık bir düzen çerçevesinde ele alınmıyordu. Rönesans’ın sadelik ve dengesi yerini asimetriye bırakmış, durağanlık terk edilmiş ve hareket içeren konular işlenir hale gelmişti. Bunu da büyük ölçüde, yeni keşfedilen ışık oyunlarının kullanımı ile sağladılar. Örneğin Caravaggio’nun Şüpheci Thomas adlı eserinde Barok sanatın izleri net şekilde görülür. Thomas’ın alnındaki kırışıklıkların, içini kemiren şüpheyi yansıttığı şüphesiz. Bu eserde hâkim duyguyu sağlayan da işte o ışık oyunları. Barok sanatın getirdiği bu yenilikçi açılımlarla başka bir devrim daha yaşandı. Artık ideal güzellik arayışından

tamamen kopmuş bir resim algısı hâkimdi. Anlatılmak istenen mesaj tüm çıplaklığı ile veriliyor, kanlı sahnelerin açıkça gösterilmesinden çekinilmiyor, idealizm resimdeki yerini kaybediyordu. Gerçek dünyanın tüm olası sahneleri tuvalde kendine hayat buluyordu.

Rönesans ve Maniyerizm arasındaki bağlantı Barok ve 19. yüzyıl başlarında doğan Rokoko’da da vardı. Rokoko, Barok dönemin temelleri üzerine inşa edilen yeni bir bina gibi yükseldi sanat tarihinde. Barok teknikleri uygulanıyordu ancak önemli değişiklikler vardı. Barok’taki sert ve azametli duruşun yerini daha nahif ve çekici olanlar almıştı. Bu aslında Coğrafi Keşifler ile zenginleşen Avrupa’da doğan yeni sınıfın talepleri doğrultusunda şekillenen bir süreçti. Haz ve gösteriş düşkünü burjuvalar, malikânelerinin duvarlarına asabilecekleri ve kendilerini klas gösterecek resimler çizdirmek arzusundaydılar. Yalnızca kendi portrelerini değil gündelik hayattan kesitler de isteyen burjuva, ressamların yeni gelir kapısıydı. Bu talepler Rokoko’yu doğurdu ve sanatçılar güzel doğa manzaralarının fonda olduğu burjuva portreleri üretmeye başladılar. Elbette Rokoko’nun şaşaada aşırılığa kaçması ve eserlerin yalnızca dekoratif amaçla resmediliyor olması bir kısım sanatçıda tepki doğurdu. Bu tepkinin temelinde geçmişin klasik dünyasına duyulan özlem duygusu da vardı. Sanatçılar burjuva evlerinin duvarlarını süslemekten, kişisel hırsları tatmin etmekten yorulmuş olacaklar ki Neo Klasisizm akımında tuvallerini Antik Roma ve Helenistik döneme ait klasik motifler ile süsleyip geleneği canlandırdılar. Bu akımın ruhunda 1789 Fransız İhtilali’nin de tohumlarının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Rokoko döneminin aksine artık resimler burjuva için yapılmıyordu çünkü alt tabakanın yükselişi ile sanat eserlerindeki konu ve kompozisyonlar da değişmişti. Neo Klasisizmin etkileri sürerken dünya yeniden bir dönüşümün ayak seslerini duyuyordu. Sanayi Devrimi ile ekonomiler farklı ihtiyaçların peşine düştü ve yeni çözümler için bambaşka coğrafyalara yelken açmaya başladı. Dünyanın öbür yakası, yani Doğu’nun keşfi bu ihtiyaçlar neticesinde ortaya çıktı. Nihayet Batı resim sanatı Doğu’nun kompozisyonları ile buluşmuştu. Batılı sanatçılar Doğu’nun egzotik dünyasıyla harmanlanan yaratıcılıklarını tuvallerine taşıdılar. Ve Oryantalizm kendi kimliğini sürekli yeniden inşa eden Batı’nın Doğu’ya kendi bakış açısıyla bir kimlik yaratma hevesinin görsel tasavvuru olarak tarihte yerini aldı. Dünya değişmeye devam ediyor, sanatçıların içerikleri de değişiyordu. Sanayileşme ile devrim yaşayan dünyada tüm yaşamı değişen insanlar farklı hisleri deneyimlediler. Artık resim sanatına hükmeden akım Romantizm idi. Sanatçılar kalıplar içinde kalmaktan yorulmuşlardı. Tuvaller tarihsel konular ve folklorik ögeler ile doldu; dönemsel olaylar duygu, tutku ve hareketle harmanlanarak resmedildi. Duygu ve Romantizm deyince akla aşk, sevgi gibi duygular gelir ancak Romantizm akımında durum bununla sınırlı değildi. Tutku, heyecan, üzüntü, korku ve ıstırap gibi duygular bu akımla görselleşme şansı buldu.

ROKOKO - AŞK MEKTUBU - FRANÇOIS BOUCHER NEO KLASİZM - HESEUS MINOTAUR ÜZERİNDEKİ ZAFER - GIUSEPPE CAMMARANO


ORYANTALİZM - CEZAYİR KADINLARI - EUGÈNE DELACROIX ROMANTİZM - MADRİD’DE 3 MAYIS 1808 - FRANCISCO GOYA ROMANTİZM AKIMININ ÖNDE GELEN İSİMLERİNDEN ÜNLÜ RESSAM FRANCISCO GOYA’NIN MADRİD’DE GERÇEKLEŞEN BİR KATLİAMI ANLATTIĞI “MADRİD’DE 3 MAYIS 1808” ADLI ESERİ İSPANYA ÇAPINDA YAŞANAN ACILARIN SİMGESİ HALİNE GELDİ. ÜLKEYİ İŞGAL EDEN NAPOLYON YÖNETİMİNDEKİ FRANSIZ ORDULARINA BAŞKALDIRAN ÖZGÜRLÜKÇÜ ASİLERİN KURŞUNA DİZİLİŞİNİ ANLATAN BU RESİMDE, BİR ASİNİN ELLERİNİ ÇARMIHA GERİLMİŞ İSA ŞEKLİNDE TUTMASI, KURTULUŞU BEKLEMESİYLE ANLAMLANDIRILMIŞ BİR DURUŞTU.
Klasik/Romantik eserlerdeki gösteriş ve yapaylığa karşı duruş gecikmedi elbette. Duyguların dünyasında gezen ressamlar, sanayileşmenin ve endüstriyel gelişmelerin hızlanması ile oluşan toplumsal sınıflara kayıtsız kalamazlardı ve nihayetinde duygular denizinden gerçekler karasına ayak bastılar. Etkileyici gerçek hayat manzaraları resmedilmeye başladı. Mesaj, idealizm sosuna bandırılarak değil, gerçekçilik süzgecinden geçirilerek verilir oldu. Bunu yaparken de resme kendi düşüncelerini katmayı ihmal etmedi ressamlar. Değişen sosyal hayat artık tarlada çalışan işçiler, fabrikada çalışanlar dahil tümden gerçek hayat şeklinde tuvallerde kendine yer buldu. Velhasıl, 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu yeni döneme Realizm yani “Gerçekçilik” adı verilmesi çok da tesadüf değildi. 19. yüzyıl sonuna doğru, Empresyonizm dikkat çekmeye başladı. “İzlenimcilik” olarak Türkçe’ye çevrilen bu akımda sanatçılar kendilerine seçtikleri konuyu gözlem yaparak, yerinde belirlemeyi tercih ettiler. Genellikle stüdyolarda yapılan resimleri açık havaya taşıdılar. Güneş ışığı etkisi ile nesnelerde oluşan renk değişimlerini gözlemlediler ve bunu sanatlarına yansıttılar. Gölgeler soğuk renklerle, ışıklı kısımlar ise sıcak renklerle canlandırıldı. Mekân derinliği güneşin renkleri arasında kayboldu. Çizilen resimler genellikle anlıktı çünkü güneş ışığı günün her anında farklılaşıyordu. Onların amacı gördüklerini aynen sanatlarına aktarabilmekti. Dolayısıyla yöntemleri ve teknikleri itibariyle empresyonisterin kendilerinden önceki tüm akımlara tepkili olduklarını söyleyebiliriz. Empresyonistlerin ışığı bu kadar ön plana almasına elbette tepki gösteren akımlar da oldu; Puantilizm gibi. Kendilerine Puantilistler ismini veren, “Neo Empresyonist yani Yeni İzlenimciler” olarak da bilinen bu gruba göre ışık; biçim, içerik ve konuya önemini kaybettirmişti. Renkler ışığın altında erimemeliydi çünkü en önemli şey renkti. Renk kullanımına o kadar önem verdiler ki renkleri birbirine karıştırmaksızın noktalar şeklinde tuvale uyguladılar. Hatta mor rengi elde etmek için kırmızı ve mavi renkli noktaları yan yana kullandılar.
REALİZM - EKMEK PİŞİREN KADIN - JEAN-FRANÇOIS MİLLET



PUANTİLİZM - GRANDE JATTE ADASI’NDA BİR PAZAR ÖĞLEDEN SONRASI - GEORGES SEURAT
MONET’NİN ÜNLÜ “İZLENİM: GÜN DOĞUMU” TABLOSU İLK OLARAK 15 NİSAN 1874’TE AÇILAN SERGİDE SANATSEVERLERLE BULUŞTU. GAZETECİ LOUİS LEROY BU HABERİ İZLENİMCİLERİN SERGİSİ (L’EXPOSİTİON DES IMPRESSİONNİSTES) OLARAK YAZDI. LEROY’UN ESAS NİYETİ SANATÇILARI BİRAZ AŞAĞILAMAKTI ANCAK BU İSİM MONET VE ARKADAŞLARININ ÇOK HOŞUNA GİTTİ VE KENDİLERİNE BU İSMİ SEÇTİLER.
20. yüzyıl, sanat akımlarının çeşitliliği açısından derya deniz idi
Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinin en yoğun görüldüğü akım olarak nitelendirilen Dadaizm de bu dönemde hayat buldu. Dadaist ressamlar temelde Birinci Dünya Savaşı’nın barbarlığına ve sanattaki katı duruşa tepki olarak resimlerini yaptılar. Var olan tüm sanat düzenlerine karşıydılar. Yani Dadaizm’e anti-sanat akımı demek yanlış olmaz. Zira Dadaistlerin motivasyonu, sanatın temelinde yer alan estetik ve göze hoş görünme gibi amaçların tam tersi neyse oydu. Onlar yaptıkları eserler ile, resme bakana rahatsızlık vermeyi amaçlayan protestoculardı. Modern dünyanın anlamsızlığıyla dalga geçmek amacıyla, mantık dışı olana, kaos ve mevcut düzenin yıkımına kucak açtılar. Alamet-i farikaları muhalif politik duruşları oldu. Hatta Dadaistler kendilerine bile karşıydı zira kendi deyimleriyle “Dada” bir sanat bile değildi. Dadaizm’in ilk adımlarındaki hikâye bu bakımdan çok enteresan. 1916 yılında Zürih’te toplanan savaş karşıtı genç sanatçılar kendilerine isim bulmaya karar verince Tristan Tzara “Larousse” sözlüğünden rastgele bir sayfa açtı ve karşısına çıkan ilk sözcüğü isim olarak seçti. Fransızca’da “Tahta At” anlamına gelen “Dada” idi bu. Empresyonizme bir tepki de Ekspresyonizm yani “Dışa Vurumculuk”tan geldi. Empresyonistlerin tam aksine nesneleri olduğu gibi değil, kendi duyguları ve iç dünyalarının doğrultusunda yorumlayarak çizdiler. Hatta ifade gücünü arttırmak için çizimi deforme de ettiler. Kendi ruhsal durumlarının yansıması olarak gördükleri bu çizimler ile sanata yeni bir bakış getirdiler. Yirminci yüzyılın başında yine geleneksel sanatsal düzene tepki olarak yeni bir akım daha peyda oldu: Fütürizm yani “Gelecekçilik”. Fütüristler ve yaşamın en önemli gerçeği olarak “hareket” olgusunu gördüler çünkü “hareket” yaşamın kaynağıydı. Resmin konusu olarak hareket eden nesneleri seçerken, çizgilerine hareket katmak için de farklı teknikler uyguladılar; nesneleri parçalara ayırıp çizgileri üst üste bindirdiler. Amaçları sanata yeni bir ruh katmaktı. Adından da anlaşılacağı üzere Fütürizm geleceğe yönelik bir hareketti ve geçmişle olan tüm sanatsal bağları koparmak istiyorlardı.
MARCEL DUCHAMP’IN LEONARDO DA VINCI’NİN ÜNLÜ TABLOSU MONA LISA’YI ALAYA ALDIĞI L.H.O.O.Q., DADAİZM AKIMININ AVRUPA’DAKİ SİMGESİ OLMUŞTU. SANATÇI, UCUZ BİR KARTPOSTALA BASILAN MONA LISA’YA BIYIK VE SAKAL EKLEMİŞTİ. ESERİN İSMİNİN ANLAMINA KESİN AÇIKLAMA GETİRİLMEMİŞ OLSA DA “LHOOQ” HARFLERİ FRANSIZCA TELAFFUZ EDİLDİĞİNDE “KIZIN YAKICI KALÇALARI VAR” ANLAMINA GELİRKEN, İNGİLİZCE TELAFFUZ EDİLDİĞİNDE İSE “LOOK” YANİ “BAKMAK” KELİMESİNE BENZER. BU YAKLAŞIM BİLE DADAİZM AKIMINA GÜZEL BİR ÖRNEKTİR.


FÜTÜRİZM - MOTOSİKLETÇİ - FILIPPO TOMMASO MARINETTI
Bu görüşlere tepki gösteren sanatçıların çıkması da pek uzun sürmedi. Metafizik Resim adı altında birleşen sanatçılar Fütürizm’in aksine durgunluk yanlısıydılar. Daha çok düşsel bir dünyayı resmettiler ve mitolojik dünyaya özlem duydular. Eserlerinde yalnızlık duygusu hâkimdi; belki de bu nedenle insan yerine farklı nesneler resmediliyordu. Aynı dönemde sanat dünyasını derinden etkileyen ve bu etkileri uzun yıllar süren bir akım başlamıştı. Önderleri Pablo Picasso ve Georges Braque olan Kübizm, doğayı ve nesneleri geometrik görme ve yorumlama olarak tanımlandı. Resimlerinde duygulardan ziyade aklı temel aldılar. Çizmek istedikleri görüntüyü geometrik parçalara böldüler, o parçaları farklı yönlere katlayıp açtılar, çeşitli perspektiflerle resmettiler. Kimilerine göre onlar çağın toplumsal sorunlarına bir gönderme olarak “parçalama” işlemi uygulamışlardı. Aynı dönemde atomu parçalama çalışmalarının yapılıyor olması da enteresan.

METAFİZİK RESİM - PIAZZA D’ITALIA - GIORGIO DE CHIRICO


EN BİLİNDİK ESERLERİNDEN GUERNICA TABLOSUNDA PABLO PICASSO, İSPANYA’NIN GUERNİCA ŞEHRİNİN BOMBALANMASINDA ORTAYA ÇIKAN MANZARAYI RESMETTİ. RİVAYETE GÖRE RESMİ GÖREN BİR NAZİ SUBAYI PİCASSO’YA “NE KADAR ÇİRKİN, İĞRENÇ BİR RESİM! BU REZALETİ SİZ Mİ YAPTINIZ?” DEYİNCE PİCASSO SUBAYA “HAYIR, SİZ!” ŞEKLİNDE CEVAP VERMİŞTİ.
SÜRREALİZM - BELLEĞİN AZMİ - SALVADOR DALİ

Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerine tepki olarak doğan akımlardan Sürrealizm yani “Gerçeküstücülük” de geçtiğimiz yüzyılın sarsıcı akımlarından oldu. Sanatçılar, gerçek dünyadan soyutlanıp iç dünyalarına yöneldiler. Bunda Sigmund Freud’un bilimsel çalışmalarının etkisi de var. Psikoloji, bilinçaltı ve rüyalarla ilgilenen sanatçılar, bu gizemli dünyayı resimlerine yansıttılar. Hatta Picasso “sürrealizm bir rüyalar iklimidir” der.
Dolayısıyla sürrealistler gerçek dünyadaki nesneleri kendi ortamlarından çıkarıp hayali bir ortama taşıdılar. Amaç, gerçekle olan bağlantıyı kesmek ve hayal dünyasını tuvale yansıtmaktı. Salvador Dali’nin neredeyse tüm eserleri sürrealist akımın manifestosu gibiydi. Manifesto demişken, bu akımın manifestosunu yayımlayan André Breton sürrealizmi şöyle tarif eder: “Bana kalırsa en kuvvetli sürrealist; imaj-resim, görünüşte, olayda ileri aykırılık, karşıtlık derecesine yükselmiş olmayı başarmış olan kişidir. Sürrealizm hayal dünyasının tercümesidir. O hayal dünyası içinde gerçekçi elemanlar somut, soyut elemanlar ise gerçekmiş gibi yansıtılabilir.”
Yirminci yüzyıl boyunca birçok sanat akımı daha hayat buldu. Bunların içinde Action Painting (Aksiyon Resmi) gibi anlam ya da mesaj kaygısı duymaksızın koreografi, dans ve bedensel ifade yöntemlerini içeren çalışmalar da vardı; popüler kültürün bütün yönlerini ayrım gözetmeksizin resmederek eleştiren ve bu anlamda Dadaizm’in muhalif duruşunu sürdüren Pop Art gibi yaratıcı akımlar da. Sayısız sanatçı geldi geçti, fikirler değişti, duygular değişti, isimler değişti, dönemler değişti… Ancak resim sanatı için tek şey baki kaldı: verilecek mesaj ve güdülecek amaç.

