EDU&ART MAGAZINE ISSUE 5

Page 1



YAZ, MÜZİK, GÜNEŞ KREMİ KOKUSU Genel Yayın Yönetmeni begum@edu-artdergisi.com

Begüm ÇELİKKOL

Bu aralar takıldığım bir isim var ki o da Concha Buika. Bu nasıl bir sestir böyle? Hele ki akşamüstü saatlerinde, güneş batarken, gök henüz kızılken açacaksınız o söyleyecek, siz uzaklara dalacaksınız. O da bana göre İspanya’nın Kibariye’si... İspanyolca bilmeseniz de şarkıları içinizi acıtıyor, hüzünlendiriyor, gözleri dolduruyor. Gitarın sesine kaptırırsanız kendinizi, hele de elinizde bir fincan Türk kahvesi olursa değmeyin keyfinize. Sakinlik, dinginlik, huzur hissi arayanlara; anılarını özleyenlere, tatile gidemeyenlere bire bir geliyor... Gitar, piyano, bas ve çello gibi birçok enstrümanı da çalabilen şarkıcı için sahne, kendisi ve izleyiciyle derin bir bağ kurabildiği bir mekân olduğu için önem taşıyor. Her güzelin de hayranı olduğu gibi Buika da duyduğumuza göre bir Sezen Aksu hayranı. Hatta bunu İzzet Çapa’yla bile paylaştı. Buika, Çapa’ya

“Sezen Aksu’nun müridi olabilirim” demiş. Bu kadını dinlemenizde mutlaka bir fayda var. Onun dışında Türk popüler müziğinde de yeni isimler çıkıyor. Emir, Çağlayan Topaloğlu gibi isimler bu yazın en çok dinlenenleri arasına çoktan girmiş durumda. Yıldız Tilbe ve Tarkan gibi isimlerle çalışan Emir, 3 parçalık bir albümle mekânları coştururken; Mustafa Topaloğlu’nun kendisine benzemeyen oğlu Çağlayan Topaloğlu’nun ondan aşağı kalır yanı yok. Beş günlük Antalya seyahatinde bu iki isim neredeyse her kulüpte dinleniyor, seviliyor. Yazın en çok seveceğiniz kitabı ise Kız Kısmı olabilir. İnternet dünyasının fenomeni durumundaki Siminya’nın kendi hayatından derlediği kitapta 21. Yüzyıl’ın Ankarası’nda yaşanan traji komik aile ortamını anlatılıyor. Elinizden düşüremeyeceksiniz. Hele ki baskıcı bir ailede büyüyen bir kız çocuğuysanız tam size göre bir kitap. Bir de İzmirli yazar Ferda Ercan Uyulan’ın Okültizm ve Enerji isimli kitabı ilginç. İçinde simyadan gizemli dünyalara pek çok konuyla ilgili bilgiler bulabileceksiniz. Ferda Hanım’la bu aralar biraraya gelebilirsek bir sonraki sayıda kitapla ve gizemli konularla ilgili röportajımızı okuyabileceksiniz. Gelelim Edu&Art’a... Bu sayıda da elinizde dopdolu bir dergi bulacaksınız. Yine tüm gücümüzü siz okurlarımız için harcadık. Sağlık, kültür, eğitim, sanat ile dolu olan Edu&Art her geçen gün daha da yenileniyor ve gelişiyor. Eğer şehirden uzak olacaksınız yanınıza alın, eksikliğini hissedebilirsiniz. Kadro tam gaz, yazın sıcağı ya da rehaveti demeden çalışıyor. Bu kadar sanatseverle birlikte olunca müziğe karşı eğilim artıyor elbette. Yakında Açelya Hanım’la stüdyoya girersek şaşırmayın... Yazarlarımız yine engin bilgileriyle bu sayıda da yanınızda. Yani dört dörtlük bir Edu&Art’ı tutuyorsunuz elinizde şu anda... Şimdilik sevgiyle kalın...

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Yazın belki de en sevdiğim yönü her sokağın güneş kremi kokuyor olması. Mevsimsel psikolojiden mi yoksa deniz özleminden midir bilinmez her yaz yollarda bu kokuyu duyar, mutlu olurum. Daha da mutlu olmak ve o güneş kreminin kokusunu daha da yakında duymak için yaza Antalya’da “Merhaba” dedim. Denizli, kumlu, güneşli günlerden sonra İstanbul’a geldiğimde bir rehavet var ki üzerimde sormayın. Antalya’da Kızıl Ajan Anna Chapman’i gördüm. Kısa bir süreliğine konuşma şansım da olmadı değil. “Türkiye’ye hiç ajanlık için geldiniz mi?” diye sorduğumda kibarca “Bu soruya yanıt vermek istemiyorum” dedi ve devam etti: O görevim çok eskide kaldı. Şimdilerde sokaklarda kalan çocuklara yardım toplamaya çalışıyorum. Herkes yardım etse dünya bir başka olur, savaşlar biter, acılar diner. Doğru söylüyordu Chapman. Antalya’yı çok sevdiğini söyleyen güzel Kızıl Ajan, “Bir dahaki sefere tatile geleceğim” dedi. Anna Chapman’den sonra Rusların Tarkan’ı olarak bilinen şarkıcı Stas Mihaylov’un şarkılarını dinleme fırsatı buldum. Sesi, sahnesi muazam... Dinleme fırsatını bulursanız sakın kaçırmayın!

01

EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 3

7/10/12 3:39 PM


İÇİNDEKİLER

42

10

BUZ DEVRİ 4 KITALAR AYRILIYOR...EFSANE DEVAM EDİYOR Animasyon komedi türünün kült serilerindendir Buz Devri.Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok büyük bir hayran kitlesine sahip.Serinin dördüncü filmi Buz Devri 4 - Kıtalar Ayrılıyor yakın zamanda ülkemizde de sinemalarda...

ESERLERİNE RUHUNU ÜFLEYEN BİR SANATÇI

12

CEYLAN DÖKMEN

Çok yönlü bir sanatkar, hayata sanatın gözüyle bakan her eserinde farklı tarzını yansıtan başarılı bir heykeltraşın sanat yolculuğuna çıkacağız birlikte...

YALÇIN KONUK’TAN MÜZIK ZIYAFETI “KUSUR GÜZELDİR”

temmuz

Yalçın Konuk, 2012 yılında “Kusur Güzeldir” isimli albümünü müzikseverlerin beğenisine sundu. Albümün kayıt ve aranjman çalışmalarının tamamlanması üç yıl sürdü. Konuk bas-bariton sesi ve müziğindeki 1970-80’lere özgü altyapı ile Türk Pop’una bir nevi Art Nouveau etkisi getiriyor.

04 ETKİNLİKLER H MORRISSEY AÇIK HAVA SAHNESİ’NDE

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

H DISNEY LIVE! MICKEY’NİN MÜZİK FESTİVALİ

24

H BİR EFSANE ENRICO MACIAS H GALATA MEVLEVÎHÂNESİNDE SEMA TÖRENİ H SEZEN AKSU’DAN YAZ SÜRPRİZİ: “SEZEN AKSU ACOUSTIC BAND” H JILL SCOTT TURKCELL KURUÇEŞME ARENA’DA H CMYLMZ FUNDAMENTALS H MUSTAFA CECELİ BOĞAZ’IN BÜYÜLÜ SAHNESİNDE

DÜNYANIN TANIDIĞI BİR SANATKAR SITKI OLÇAR O sadece Anadolu kültürünün bir parçası olarak kalmakla yetinmedi... Önce Osmanlı ve Selçuklu’nun muhteşem kültür zenginliğinin peşine düştü, devamında bu toprakları renklendirmiş bütün uygarlıkların sözcüsü olmaya sıvandı... Yaptığı işin kültürümüze katkıları unutulmaz....

02 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 4

7/10/12 3:39 PM


SÖYLEŞİ

PORTRE

48

ŞÖHRET BASAMAKLARINI HIZLA TIRMANAN GENÇ YETENEK

TÜRKÜ TURAN

20

BÜYÜK VİRTÜÖZ

İLHAM GENCER

EFSANELER

LIVERPOOL’UN ÇOCUKLARI... 60’LI YILLARA DAMGALARINI VURAN DÖRTLÜ

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

14

03

EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 5

7/10/12 3:39 PM


AJANDA TemmuzÊ

Tarih: 19 Temmuz Saat: 21:00 Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi, İstanbul

MORRISSEY AÇIK HAVA SAHNESI’NDE

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

www.biletix.com

İngiliz

alternatif müziğinin ikonlarından, efsanevi topluluk The Smiths’in kurucusu, duyarlı ve protest şarkıların söz yazarı Morrissey, Açık Hava Sahnesi’nde vereceği konserle festivale muhteşem bir final yapıyor! Bugüne kadar Vauxhall&I,You Are The Quarry, Ringleader Of The Tormentors, Years Of Refusal gibi albümlerle solo kariyerine başarı üstüne başarıyla devam eden Morrissey “Everyday Is Like Sunday,” “The More You Ignore Me, The Clo-

ser I Get,” “Let Me Kiss You,” “First Of The Gang” ve “You Have Killed Me” gibi hitlere de imza attı. Radiohead, Jeff Buckley gibi müzik efsanelerinin de örnek aldıklarını söyledikleri Morrissey, Rolling Stones dergisinin yaptığı gelmiş geçmiş en iyi 100 şarkıcı listesinde yer alıyor. Bu muhteşem konserin açılışını ise güçlü sesi ve piyanoya hakimiyetiyle müziğinde özgünlük ve ustalığı birleştiren, Morrissey’in iki şarkısında da vokalleriyle yer alan genç ozan şarkıcı Kristeen Young yapacak.

04 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 6

7/10/12 3:39 PM


Tarih: 21 Temmuz Saat: 16:00 Trump Towers Mall www.biletix.com

DISNEY LIVE! MICKEY’NIN MÜZIK FESTIVALI

İstanbul

Çocuk Tiyatrosu, Trump Towers Mall içinde hayata geçirdiği yeni tiyatrosunda 23 Nisan günü “Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali” ile perdelerini açıyor… Tüm dünyada izlenme rekorları kıran gösteride Mickey Mouse ve dostları, ışıltılı kostümler, hareketli ve yüksek enerjili şarkılarla dans ettirerek eğlendiriyor. Koreografisi Madonna’nın koreografı tarafından yapılan Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali’nde, Beyonce, C+C Music Factory, Baha Men gibi yabancı sanatçıların yanısıra; dünyada ilk defa Türkiye’den çok sevilen bir parça da gösteriye dahil oldu! Mickey, Minnie, Donald ile Goofy, Ariel, Sebastian ile Ursula, Yasmin, Aladdin’le Cin, Woody, Buzz ve Jessie’nin de aralarında bulundu-

ğu 25 yıldızdan fazla Disney yıldızının yer aldığı “Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali” sahne arkasındaki telaşı gösteren son derece eğlenceli bir video ile başlıyor. Arka plandaki curcuna sahneye taşarken, Mickey, Minnie, Donald ve Goofy sahneye çıkıyor. Seyirciler çok geçmeden Alaaddin, Yasemin ve Cin’le hip-hop ritimleri, baş döndüren akrobasi hareketleri, uçan halılar ve sihirli değişimlerle dolu bir dünyaya ortak oluyor. Gösteri boyunca denizin altında Ariel ve Sebastian ile buluşup reggae ritmine kapılan Woodie, Buzz ve Jessie’den rodeo tarzı boogie yapmayı öğreniyor. Popüler parçalar ve en sevilen Disney filmlerinden (Aladdin, Küçük Deniz Kızı, Disney/Pixar Oyuncak Hikayesi) bölümler ile doyasıya dans, müzik ve eğlence yaşatacak Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali, 23 Nisan’dan itibaren Trump Towers Mall’da..

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

TemmuzÊ

05

EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 7

7/10/12 3:39 PM


AJANDA TemmuzÊ

Tarih: 25 Temmuz Saat: 21:30 Turkcell Kuruçeşme Arena,

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

www.biletix.com

ENRICO MACIAS

Bu yıl

50. sanat yılını kutlayacak olan Enrico Macias 25 Temmuz’da Turkcell Kuruçeşme Arena’da ilk kez sahne alacak. Eylül ayında Olimpia’da 50. sanat yılı için muhteşem bir tören yapılacak olan sanatçı, kutlamalar kapsamında en sevilen parçaları, dünyaca ünlü şarkıcıların söyleyeceği düetlerden oluşan bir de albüm hazırlıyor. 800 bestenin mima-

rı olan sanatçının 80 şarkısı Türkçe sözlerle yeniden hayat bularak, Ajda Pekkan, Nilüfer, Candan Erçetin, Ayten Alpman gibi ülkemizin en ünlü sanatçıları tarafından seslendirilmiştir. Enrico Macias 50. yıl kutlamalarının Türkiye ayağında 25 Temmuz’da Turkcell Kuruçeşme Arena’da, hayranlarının ezbere bildiği şarkılarını Boğaz’ın ışıkları altında okuyacak.

06 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 8

7/10/12 3:39 PM


EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 9

7/10/12 3:39 PM



17.07

26.07

JILL SCOTT TURKCELL KURUÇEŞME ARENA’DA

28.07 MUSTAFA CECELI BOĞAZ’IN BÜYÜLÜ SAHNESINDE

Grammy ödüllü, yeni nesil divalardan biri olmanın ötesinde, gerçek anlamda çok yönlü bir sanatçı olan Jill Scott, 17 Temmuz Salı akşamı, BKM ve HIP işbirliği ile Turkcell Kuruçeşme Arena’da ilk defa İstanbul’lu müzikseverler ile buluşacak... Soul, r&b, caz, hip hop gibi müzik janrlarının önemli isimlerinin ağırlanacağı “Summer of Soul” geceleri kapsamında 4 Haziran’da Macy Gray’in sahne alacağı, Turkcell Kuruçeşme Arena’nın bir diğer konuğu Jill Scott olacak.

Sezen Aksu imzası taşıyan “Unutamam” adlı eseri seslendirmesiyle tüm dikkatleri üzerine çeken ve ‘En İyi Çıkış Yapan Solist’, ‘En İyi Çıkış Yapan Video Klip’ ödüllerini alan Mustafa Ceceli, müzik kariyerine genç yaşta başlayanlardan. 6 yaşındayken piyano eğitimi alan Ceceli, solo albümünü çıkarmadan önce yaptığı aranjelerle büyük ilgi topladı. Çakkıdı şarkısı Türk Pop Müziğine yeni bir soluk getirdi ve yoğun ilgi gördü. 28 Temmuz Cumartesi akşamı Boğaz’ın büyülü sahnesinin sahibi olacak olan Mustafa Ceceli, dillerden düşmeyen, klasikleşen şarkılarını da bu konserde seslendirecek.

İlk gösterisini Mayıs 1995’te Leman Kültür Merkezi’nde yaptı. Gösterilerine Beşiktaş Kültür Merkezi’nde devam etti. Bu gösteriler sırasında binlerce kişinin ilgisini çekmeyi başardı. Sinema kariyeri 1998’de vizyona giren Herşey Çok Güzel Olacak’taki Altan rolü ile başlayarak, Vizontele’de Fikri, Organize İşler’de Müslüm Duralmaz ve Ramon filmlerindeki rollerle devam etti. Bunun yanında Hokkabaz adlı filmi vizyona girdi. Yüksek bütçeli bilim kurgu/komedi filmi G.O.R.A. 2004’de, A.R.O.G 2008’de ve Yahşi Batı 2010’da gösterime girdi. Filmin senaryosunu yazan Cem Yılmaz, filmde 4 ayrı karakteri canlandırmıştır. Yoğun istek üzerine www.iksev.org Cem Yılmaz, müthiş performansı ile Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda. www.biletix.com

www.biletix.com

www.biletix.com

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

CMYLMZ FUNDAMENTALS

09

EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 11

7/10/12 3:39 PM


SİNEMA

KITALAR AYRILIYOR...EFSANE DEVAM EDİYOR

Buz Devri 4

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Kıtalar

Ayrılıyor (Ice Age: Continental Drift); Manny, Diego ve Sid’in, kendilerini diğerlerinden ayıran afetten sonra sürüklendikleri bir kıtada başlarına gelenleri beyazperdeye taşıyor. Bir buzdağından derme çatma bir gemi yapan kahramanlarımızın maceralarla dolu epik deniz seferi böyle başlıyor. Manny ve arkadaşlarını bu yeni dünyada egzotik deniz canavarları ve acımasız korsanlar da bekliyor. Tarih öncesi sincap Scrat ise bildiğiniz gibi, lanetli palamudu onu nereye sürüklerse oraya gidiyor! 7’den 70’e her yaştan sinema seyircisini kendisine hayran bırakan Buz Devri serisinin son filmi 3D olarak seyircilerle buluşuyor. Orjinal adı: Ice Age: Continental Drift • Yönetmen: Steve Martino, Mike Thurmeier • Tür: Animasyon , Macera, Komedi • Oyuncular: Ray Romano, Denis Leary, John Leguizamo, Jennifer Lopez, Nicki Minaj• Ülke: ABD Yıl: 2012

10 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 12

7/10/12 3:39 PM


DVD

My Week With Marilyn

1956

yılının yazında, 23 yaşında genç bir delikanlı olan Colin Clark (Eddie Redmayne), Oxford’da okuduğu bölümü terk ederek, sinema sektörüne girer ve kendisini o sırada çekimlerine başlanan ‘The Prince and the Showgirl’ adlı filmin setinde, en alt kademedeki asistanlardan biri olarak bulur. Sir Laurence Olivier (Kenneth Branagh), efsanevi yıldız Marilyn Monroe (Mic-

ALTERNATIFLER

helle Williams) ve o dönem yeni evlendiği kocası, İngiliz tiyatro oyun yazarı Aurthur Miller’ı (Dougray Scott) merkezine alan film, asistan Colin’in gözünden Monroe’nun İngiltere’de geçen bir haftasını anlatıyor. Miller İngiltere’den bir süre ayrılmak zorunda kaldığında genç asistana da, Hollywood’a dönmeden önce güzel aktristi İngiliz sosyetesi ile tanıştırmak, gezdirmek ve eğlendirmek görevi düşüyor.

n John Carter n Ağır Abi n Jack ve Jill n Demir Leydi n Neşeli Ayaklar 2 n Karanlıklar Ülkesi: Uyanış n J. Edgar

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

http://www.idefix.com/video/

Marilyn ile Bir Hafta

11

EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 13

7/10/12 3:39 PM


MÜZİK

YALÇIN KONUK’TAN MÜZIK ZIYAFETI

“KUSUR GÜZELDIR”

Yalçın

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Konuk, Belçika’nın Liège kentinde 1970 yılında dünyaya geldi. Müzik eğitimine ilkokulda başladıktan sonra, sekiz yaşındayken Liège Kraliyet Operası’nın çocuk korosundan teklif aldı. Aynı yıl okul korosunun solisti olarak ilk kez sahneye çıktı. Yalçın Konuk’un müziği, Yetmişler ile Seksenler’in deli dolu ve ince dekadansından “yaylı çalgılar, synthesizer ve sert davul ritimleri”ne dek uzanan temaları, dönemin modasındaki hippy chic’ten haute couture’e uzanan yelpaze misali, hem derinlik içerir hem de çeşitlilik gösterir. Albümün ilk single parçası ve parça boyunca 62 kez tekrarlanan “Leyla”, hayal dünyasına ait olup ve orada kalması için yalvarılan bir kız hakkında, bir pop-rock-funk baladıdır ve aşkın bir gerçeklikten çok bizim imgelem gücümüzün bir ürünü olduğunu haykırır. Yalçın Konuk, 2012 yılında “Kusur Güzeldir” isimli albümünü müzikseverlerin beğenisine sundu. Albümün kayıt ve aranjman çalışmalarının tamamlanması üç yıl sürdü.

RAFTAKILER

n Organik / Mustafa Sandal n Bi Düşün / Özcan Deniz n Ahmet Koç / Renkli-Türkçe n Biz Burdayız / Hadise

12 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 14

7/10/12 3:39 PM


KİTAP

KALBİMDE BİR ŞİİR GİZLİ CEZMİ ERSÖZ YAYIN YILI: 2012 208 SAYFA DİLİ: TÜRKÇE YAYINEVİ: TEKİN YAYIN

“Geriye

doğru baktığımda, çünkü ancak böyle anlaşılıyor bazı şeyler, ben aslında ilkokul 4.-5. sınıftan itibaren yazar olmayı kafama koymuşum” diyerek anlatıyor kendisini Cezmi Ersöz. Ve yazar bu sözlerin üzerine son olarak bir şiir kitabı çıkardı. Kitapta pek çok ünlü ismin en sevdiği şiirler yer alıyor. Ve kitap şöyle anlatılıyor: Yeryüzünün en eski sesi şiir, sanatın her alanını sözün anası olarak hep besledi. Şiirin gücü, edebiyatın öykü ve roman macerasına öncülük etti. Sözün yalvacı şairlerin, yüz yıllardır süren amansız koşusu, insanlığa yaratıcılığın en yüksek ürünlerini sundu. Belki bu nedenle insanın şiirle ilişkisi ekmek ve su ihtiyacı gibi vazgeçilmezdir. Sözün hasıdır şiir. Her sanatçı için, suyu hiç eksilmeyen bir kaynaktır. Her bir şiir, günlük yaşantımızda, hatıralarımızda, gerçekle yüzleştiğimiz zorlu anlarda bir deniz feneri gibi yol gösterir bize. Şiirle iletiriz sevgiliye hislerimizi, şiirle ağlar ve güleriz açık ya da gizli. Anlatmakta zorluk çektiklerimizi, şairin iki dizesiyle söyleyiveririz en anlaşılır belki de en zor dilde. Çok

sevdiğimiz şiirler vardır. Bizim olan, büyümemize, geçmişe ve hatta geleceğe tanıklık eden; kalbimizden hiç düşürmediğimiz. İşte bu en sevdiğimiz şiirler bizi bize en doğru anlatan sözlerdir. Kişiliğimizin aynasıdır sanki o şiirden gelen o ölümsüz sesler. Hepimizin kalbinde saklı bir yüz gibi en sevdiği bir şiir yok mudur ‘bu benim’ dediği? Cezmi Ersöz, sözün anayurdu bu ülkede, şiirin eşsiz örneklerinin söylenip, yazıldığı bu topraklarda, en sevilen sanatçılara en sevdikleri şiirleri sorarak bir gül bahçesi oluşturmuş: Kalbimde Bir Şiir Gizli. Kimi sanatçı, tek bir şiir adı söylemiş, kimileri birden çok, ama bir tanesini seçmek zorunda kalmış. Aynı şiiri seçenler olmuş hiç habersiz birbirinden. Ama hiçbir sanatçı, ‘ ben şiir bilmem, anlamam’ dememiş gül bahçesinden gül seçerken. İnsanın ilk ve son sözü şiiri yaşatmaya adanmış bu kitapta yer alan dizeler, aslında hepimizin en sevdikleri. En sevdiklerimizin de en sevdikleri. O zaman kim olduğumuzu çok iyi biliyoruz, kalbimizdeki şiirleri bir daha okuyup, yaşarken, yaşatırken.

RAFTAKILER n Kırmızı Cuma / Nedim Şener n Kristal Bakışlım / Soner Alıç n Seküler Bilimin Tanrıları / Furkan Aydıner

n Engelleri Aşanlar / Nurullah Abalı n Karanlığa Yolculuk / Sevil Atasoy n Aşkla Dans / Mim Kemal Öke

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

KALBIMDE I BIR I ŞIIR GIZLI: CEZMI ERSÖZ

13

EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 15

7/10/12 3:39 PM


EFSANELER

Beatlesmania

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Neredeyse yaptıkları her şarkının ölümsüz bir hit haline dönüştüğü 1960’ların efsane grubu The Beatles’ın eski muhteşem günlerinden anılar. Beatlesmania’nın tüm dünyayı salladığı yıllarda grubun nasıl sevildiğini belgeleyen bu yazıda: John Lennon, Paul McCartney, George Harrison ve Ringo Star’dan kurulu ekibi daha yakından tanıyoruz.

14 EFSANELER.indd 2

7/10/12 3:42 PM


Beatles

rock türü müziği ile 1960’larda dünya çapında yaygın olağan üstü hayranlık uyandıran İngiliz müzik topluluğuydu. Tümü Liverpool doğumlu olan dört üyesi vardı. (James) Paul McCartney (18 Haziran 1942), John (Winston) Lennon (9 Ekim 1940), George Harrison (25 Şubat 1943) ve Ringo Starr (asıl adı: Richard Starkley 7 Temmuz 1940). Hepsi işçi ailele-

EFSANELER.indd 3

rinden geliyordu. Beraber çalmaya başlamadan önce çeşitli rock gruplarında deneyim kazandılar. Önce McCartney ve Lennon 1956 yılında bir araya geldiler. Daha sonra bu gruba 1957 yılında Harrison katıldı. 1960 yılında Suart Suchliffe ve Pete Best’in de katılmasıyla grup Beatles adını aldı. Topluluk dönemin gereği olarak önce Liverpool ve Hamburg’daki gece klüplerinde çalarak kendilerini tanıttılar. Fakat grup kendini fazla koruyamadı ve 1961 yılında Suart Suchliffe ve 1962’de

7/10/12 3:42 PM


EFSANELER de Pete Best gruptan ayrıldı. O yıllarda Brian Epstein’in menejerliğinde bir plak sözleşmesi imzalayan gruba başka bir müzik topluluğundan gelen Starr da katıldı. “Love me Do”, “Please Please Me”, “She loves you” ve “I Want To Hold Your Hand”gibi ilk plaklarının ABD’de piyasaya çıkması ve “Ed Sullivan Show” da ilk kez ABD televizyonlarında gözükmeleriyle “Beatlesmania” (Beatles çılgınlığı) 1964 yılının başlarında ülkeyi bir baştan bir başa sardı.

Uzun saçları, giyim tarzları sayesinde de oldukça ilgi çeken grup dünya çapında ün kazandı. Bütün plaklarının bir milyonun üstünde satabileceğinden emin olan grup büyük bir rahatlık ile çalışmaya başladı ve müziklerini monoton olmaktan kurtarıp her zaman yeni şeyler eklemesini bildi. Örneğin “Yesterday” gibi balatlardan “Paperback Writer” gibi karmaşık ritimli parçalara; “Yellow Submarine” gibi çocuklara yönelik parçalardan “Eleanor Rigby” gibi toplumsal içerikli parçalara kadar pek çok çeşitli eser meydana getirdiler. Halk konserlerine 1966 yılında son verildi.

1967 yılında dramatik bir bütünlüğe sahip olan “Sergeant Pepper’s Lonely Hearts Club Band” adlı albümü çıkardılar. Bu albüm hazırlanış aşamasında elektronik müzikten yararlanılmış olması ve konser salonlarında seslendirilemiyecek bir stüdyo çalışması olmasından dolayı yepyeni bir çalışma idi. Beatles üyelerinin sanatsal yanı müzik ile sınırlı kalmadı. Beraber çevirdikleri ve oldukça da olumlu eleştiriler alan “Help” ve “A Hard Day’s Night” onların sinemaya olan ilgilerini ortaya koydu. Daha sonra da birbirlerinden ayrı olarak pek çok filim çevirdiler. Toplum ilişkilerinin getirdiği zorluklar ve grup dışına olan ilgilerinin artması nedeni ile 1971 yılında grup dağıldı. Yeniden birleşebilecekleri dilden dile dolaştı ve hayranları tarafından hep beklendi. McCartney solo albümler çıkar-

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Başlangıçta Elvis Presley ve Bill Haley gibi yine başta ABD olmak üzere tüm dünya çapında ünlü olan sanatçılardan esinlenen grup; Lennon ve McCartney’in yazdığı basit ama ilginç ve uyumlu sözler ile rock and roll’un ilk günlerindeki heyecanı yeniden uyandırmayı başardı. Bu özellikleri onların yıllarca liste başında kalmalarını sağla-

dı. Şarkı sözleri ve yaptıkları müzikler sayesinde yapımcı kuruluşlardan çok sayıda ödül aldılar. Kraliçe II Elizabeth bile bu grubu O.B.E. (Order Of The British Empire) nişanı ile ödüllendirdi.

16 EFSANELER.indd 4

7/10/12 3:43 PM


Manhattan’daki evinin (Dakota) önünde vurularak öldürülen John Lennon’ın son sözleri tarihe böyle geçti; Yoko: Eve gitmeden bir yere gidip yemek yiyelim mi? John: Hayır, hadi eve gidelim çünkü Sean’ı uykuya dalmadan önce görmek istiyorum.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

“ 17

EFSANELER.indd 5

7/10/12 3:43 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

EFSANELER

dı ve 1971 yılında kendi grubu Wings’i kurdu. Harrison 1970’lerde de Lennon ve Starr’la birlikte çalıştı. Filmlerde boy gösteren Starr daha sonra country müziğine eğilim gösterdi. Lennon, eşi Yoko Ono ile birlikte yaşamanı hem müzikçi hem de bir siyasal eylem adamı olarak sürdürdü. 1980 yılında bir akıl hastası tarafından öldürüldü. Yine grubun gitaristi George Harrison 1997’de boynunda çıkan bir şişlik sonrası gırtlak kanseri olduğu ortaya çıktı. Tedavilere rağmen Harrison 29 Kasım 2001’de hayatını kaybetti. Beatles 1960’lardan günümüze kadar akıllarda ve hayranlarının kalplerindeki yerlerini başarıyla korudular. Günümüzde bile gruba tekrardan toplanıp bir konser vermeleri için tekliflerde bulunulmakta. Tüm müzikseverler bir an için ümitlenmişlerdi fakat ne yazık ki Beatles grubu Lennon olmadan bir daha toplanmayı reddetti ve bu konuda gelen tüm teklifleri geri çevirdi. The Beatles hem sanatsal hem de ticari başarılarıyla tarihte büyük bir üne kavuşmuştur. Modadan müziğe kadar geniş yelpazede bügünkü gelişime payları büyüktür. Grup, birçok satış rekoru kırmıştır (bir milyarı aşkın plak) ve elliden fazla şarkısıyla liste başarısı göstermiştir. ABD’de büyük başarıya ulaşmış ilk İngiliz grup olmuştur. The Beatles Rock Band adındaki oyunları 2009 yılında piyasaya çıkmıştır.

18 EFSANELER.indd 6

7/10/12 3:43 PM


EFSANELER.indd 7

7/10/12 3:43 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

SÖYLEŞİ

20 SINEMA TURKUTURAN.indd 2

7/10/12 3:45 PM


ŞÖHRET BASAMAKLARINI HIZLA TIRMANAN GENÇ YETENEK

TÜRKÜ TURAN Oyuncu Türkü Turan, ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’nden sonra ‘Musallat 2’ adlı korku filmiyle karşımıza çıktı. O, ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin de Nihal’i. Yakında daha pek çok projede adından söz ettirecek belli ki…

Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunusunuz. Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı? Ailemin sahibi olduğu Veli Bar’a küçükken hep oyuncular, yönetmenler gelirdi. Bayılırdım onların sohbetlerini dinlemeye. Merak ederdim yaptıkları işi ama esas hikâyem üniversitedeyken reklamlarda oynayıp harçlığımı çıkarırım düşüncesiyle Duygu Başara Ajansı’na kaydolmamla başladı. Sonra Faruk Teber beni ‘Annem’ dizisi için görüşmeye çağırdı. Dizide oynamaya başlayınca bir anda kendimi oyunculuğa giden yolda buldum. Sizi sinemada önce Reha Erdem’in Kosmos filmindeki ‘Neptün’ rolüyle tanıdık. Sonra, ‘Celal

Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’nde karşımıza çıktınız ve şimdilerde de ‘Musallat 2: Lanet’ ile tekrar beyazperdedesiniz. Bu süreci özetler misiniz? Reha Erdem, Neptün’ü ararken bir arkadaşım Kosmos rolü için görüşmeye gitmiş ve adımı vermiş. Sonra beni çağırdılar ve kısa süre sonra da rolü aldığımı söylediler. Son sinema filminde oynama sürecim ise çok ani oldu. Alper Mestçi beni görüşmeye çağırdı. Görüşmenin 5. dakikasında korku filmlerinden bahsetmeye başladık ve birbirimizin korku filmi fanatiği olduğunu anladık. O anda zaten birlikte çalışmak istediğimize karar vermiştik. “DİZİ ÇEKMEK ÇOK DAHA YORUCU” Rollerden önce herhangi bir ön hazırlık yapıyor musunuz? Tabii ki. Oyunculuğuna hayran olduğum ve güvendiğim bir-iki arkadaşım var, onlara senaryoyu okuyup karakterle ilgili fikirlerini alıyorum. Sonra bu fikirlerden yardım alarak kendi kararlarımı veriyorum ve başlıyorum metin üzerinde çalışmaya. Bütün senaryoyu iyice özümseyene ve karakteri çözene kadar çalışıp sonra kapağını çekim gününe kadar kapatıyorum.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Reha Erdem’in Kosmos filmiyle sinemaya iddialı bir giriş yapan Türkü Turan, ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’nden sonra bugünlerde gösterimde olan ‘Musallat 2: Lanet’ filmindeki ‘Elif öğretmen’ rolüyle de adından söz ettiriyor. Yine onun rol aldığı, Köy Enstitüleri dönemini anlatan ‘Toprağın Çocukları’ ise yakın zamanda vizyona girecek. ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisinde Mete’ye aşık olan garson kız Nihal olarak izlediğimiz Turan’la; oyunculuğunun keşfedilme sürecini, sanat yaşamını ve dünyasını konuştuk.

21

SINEMA TURKUTURAN.indd 3

7/10/12 3:45 PM


SÖYLEŞİ ‘Annem’ ve ‘Çakıl Taşları’ gibi dizilerden sonra şimdi ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’de rol alıyorsunuz. Dizilerde çalışmak filmlerle kıyaslandığında nasıl bir süreç? Bir bölüm diziyle bir sinema filminin çekim süresi aşağı yukarı aynı. Ama diziyi altı günde çekmek zorundasınız. Dolayısıyla dizi çekmek çok daha yorucu ve sonunda çıkan iş sizi bir sinema filmi kadar tatmin etmiyor. Çünkü çalışmak için vaktiniz yok. Gerçi bizim dizimiz için öyle bir şey pek söz konusu değil, sinema filmi gibi çekiliyor ve izlerken de kalitesi hissediliyor. “ÇALIŞMAK İSTEDİĞİM ÇOK KİŞİ VAR” Özellikle beraber çalışmak istediğiniz oyuncular ya da yönetmenler kimler? Say say bitmez aslında çünkü bu topraklarda o kadar çok iyi yönetmen ve oyuncu var ki… Bülent Emin Yarar, Taner Birsel, Vahide Gördüm, Binnur Kaya, Demet Evgar’la çalışmak çok isterim. Yönetmen olarak da Fatih Akın, Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan, Çağan Irmak ve Ferzan Özpetek.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Sinema dışında neler yaparsınız, ilgi alanlarınız neler? Fotoğraf çekmeyi ve bir şeyler yazmayı çok seviyorum. Sürekli film izliyorum ve kitap okuyorum.

22 SINEMA TURKUTURAN.indd 4

7/10/12 3:45 PM


SINEMA TURKUTURAN.indd 5

7/10/12 3:45 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

PLASTİK SANATLAR

24 PLASTIKSANATLAR.indd 2

7/10/12 3:49 PM


TOPRAĞA CAN VEREN ADAM

SITKI OLÇAR Takvim

yaprakları 35 yıl geriye gittiği zaman Sıtkı Olçar, şantiyelerde bir ofis işçisi... Daktilo bozuldu, tamir ettir...Telefonda sorun çıktı,aman takip et... Misafir geldi,biraz çay,kahve getir... İnşaat firmasının sözleşmesi tamamlanınca da güle güle, sosyal güvenlik sigortan için de üzgünüz... Çini üretmenin geleneksel bir sanat olduğu kadar bir ticaret olduğu,herkesin çini ile yoğrulduğu, ekmek parasını da çiniden ka-

zandığı Kütahya’da Sıtkı Olçar ne yapacak, hayatını nasıl kuracak... Oysa, henüz bebek yaşlarında kanına girmiş çini, kendisi de farkında değilo zamanlar... Biraz hayal gücü, biraz da o bitmek bilmeyen macera tutkusu, Sıtkı Olçar’ı bir gün, atalarının sanatına doğru “zorunlu” bir yolculuğa çıkartıyor.Hiç anlamamaktadır bu sanattan ama takvimlerin 1975 yılını gösterdiği günlerde, Osmanlı Çini Atölyesi’ni kurar, ama yanına Kütahya’nın nam salmış eski ustalarını da alır. Bir didinme...Büyük bir çabalama...

Amacı, Kütahya’nın artık unutulduğu ileri sürülen çinisini, geleneksel yapısıyla, eski günlerin ihtişamında yeniden yaratmaktır. Hele, “arkaik” çağın rüzgarlarını taşıyan mavi-beyaz desenli o en geleneksel İznik çinilerini de çalışmaya başlayınca, yabancılar bir anda gözlerini dikerler Sıtkı Usta’nın fırınından çıkan birbirinden güzel eserlere... Atölyesini kurduktan çok değil, sadece iki yıl sonra, Madam Mari Erkonoz sayesinde Büyükada’daki galeride ilk ürünlerini sergiler. Ar-

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

O sadece Anadolu kültürünün bir parçası olarak kalmakla yetinmedi... Önce Osmanlı ve Selçuklu’nun muhteşem kültür zenginliğinin peşine düştü, devamında bu toprakları renklendirmiş bütün uygarlıkların sözcüsü olmaya sıvandı... Yaptığı iş kültürümüze katkıları unutulmaz... Sıtkı Olçar bir çini ustasıydı... Ama dünyanın tanıdığı büyük bir usta... Büyük ustanın hayatına büyüteç tutup kısa bir yolculuğa çıkıyoruz...

25

PLASTIKSANATLAR.indd 3

7/10/12 3:49 PM


HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012

PLASTİK SANATLAR

48 PLASTIKSANATLAR.indd 4

7/10/12 3:49 PM


dından, her zaman ülkenin dört bir yanındaki gerçek sanatçıları adeta kuyudan çıkartan Artizan sanat galerisinin sahibi Ertan beyyardım elini uzatır. O’nu,sanat tarihçi Prof. Dr.Gönül Öney’le tanıştırması tam bir dönüm noktasıdır.Sıtkı Olçar’ın atölyesine artık, Çanakkale’nin ilk dönemine ait kitaplar, İznik ve Kütahya çiniciliği ile ilgili belgeler akmaktadır. Zaten, Sıtkı Olçar’ın atölyesinin eni döneminin ürünleri de gemiler, kuşlar, geyikler ve evlerdir... Yıl 1980’lere uzandığında profesyonel olarak ilk sergisini Akbank Bursa Sanat Galerisi’nde açar. Çinideki desen yolculuğu ise Seluklu dönemine kadar uzanmıştır.

Ama onu, son dönemde, Ayasofya gibi tarihin en önemli eserlerinden birinin çatısı altında sergi açmaya kadar yönlendiren asıl gelişme 1998 yılında Bizans mozaiklerini yeniden keşfetmesi ve Bizans’ın bu güçlü eserlerini çiniye uygulaması olmuştur... Yarattığı bir eseri bir daha yapmayan,bu nedenle, tüm eserlerini sadece “Sıtkı” olarak imzalayan dev bir sanatçıdan söz ediyoruz... O artık, Orta Asyalar’dan gelip, Anadolu ile gelişen Türk seramik ve çini sanatının yanısıra tüm dünyanın eserlerini ve geleneklerini takip eden, insanlığın tüm kültürel mirasına sahip çıkan bir sanatçı... Kendisiyle Ayasofya’daki son sergisi sırasında yaptığımız kısa söyleşide

söylediği şu sözler zaten onun sanatına küresel bakış açılarını da ne güzel gösteriyor... “Orta Asya’dan gelen Türk çini sanatının Semerkant, Buhara, İsfahan ve tüm bu bölgedeki Türk sanatının ucuna gelen Kütahya’daki atölyelerde ço önemli çalışmalar yürütüyoruz. Bu atölyede ben sadece Kütahya çinilerini değil, Kütahya tekniğiyleTürk dünaının bütün sanatlarını kucaklayarak çalışmalarımı sürdürmek istiorum. Bunun için Çanakkale seramiklerini de çalıştımbir dönem. Bütün bunları yaparken de müzelerden, eski dönem formlardan, Selçuklu’nun kuşlarından ve balıklarından, Konya Kudabad Sarayı çinilerinden faydalandım. Burada, Ayasofya’da gerçekleştirdiğimiz bu çalışma Bizans mozaiklerinin birebir üretimini içermiyor. Bu bir arkeolojik mirasa yorum getirme sanatıdır. Ben en azından olaya bu gözle bakıyorum. Anadolu topraklarında var olan mozaiklerimiz bunlar. Ben bunlardan esinlenip gün yü-

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Artık o, Sıtkı Usta’dır ve 1987’de ilk yurtdışı sergisini, Yunanistan’ın Valoskentinde “İznik eserleri” ile açar. Aynı yıl, kader onu, Balkan El Sanatları Fuarı’nda memleketini başarıyla temsil etmeye sürükleyecektir. Artık yolu açılmıştır... Kendini bir anda Türkiye ve dünyanın ssanata düşkün in-

sanları arasında bulur... Kütahya sokaklarının bu, her yönden renkli adamı, kendisi için Kütahya çinisi renginde çok özel bir araç tasarlatacak kadar sıcak ilişki kurduğu rahmi Koç başta, ülkenin tüm önde gelen isimlerinin de yakın dostudur...

27

PLASTIKSANATLAR.indd 5

7/10/12 3:49 PM


PLASTİK SANATLAR züne çıkarmaya çalışıyorum. Bugün yaptığımız olay, Ayasofya’nın kubbesinde erişilmez olan, yüksekte duran mozaikleri,insanların görebilmesi için yere indirmek. Mesela Girit Adası’nda da antik Minos uygarlığına ait seramik formları var.Henüz gidip görmedim ama araştırmalarımdan biliyorum ki, Girit Adası’nda bu alanda büyük bir kültürel miras var. Daha önce Rodos’ta çalışma yaptım. Türk-İslam kültürüyle de biraz karışmışlıkları var. Bunları ortaya çıkartıp, yeni formlar üzerinde çalışmak istiyorum. Sınırlar geçici, kültür kalıcıdır. Sözünü ettiğim yerlerin bugün Yunanistan toprakları olmasıbeni ilgilendirmiyor. Beni için önemli olan, eski dönemde yapılanları bugüne taşımak,hepimizin ortak kültürel mirasına gücüm oranında sahip çıkabilmek...”

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Büyük usta Sıtkı Olçar 15.11.2010 tarihinde tedavi gördüğü İstanbul Amerikan Hastanesinde hayatını kaybetti. Geride emsalsiz eserleri ve gökkubede bıraktığı hoş sedası kaldı...

SITKI OLÇAR KİMDİR?

“Sıtkı Olçar, 1948 Kütahya doğumlu. Doğduğu toprakların bereketinden olsa gerek çiniciliğe büyük bir tutku ile bağlandı. 1973 yılında ‘Osmanlı Çini’ adını verdiği kendi atölyesini kurdu. Çinicilik ve seramik alanında çalışmalarını, sanatından ödün vermeden sürdürdü. Gerçek sanatçı kimliğinin yanı sıra popüler bir isim de oldu bu alanlarda. Antik desen ve formları uyguladığı çinicilik çalışmalarında, İznik ve Kütahya örneklerini ele alarak yeni biçim ve Öz arayışına yöneldi. 1980 yılından itibaren, özellikle İznik çinileri üzerine çalıştı ve kaybolup gitmekte olduğu sanılan Kütahya çiniciliğine yeni bir boyut ve dinamizm getirdi. İznik çiniciliğinin sırrı 300 yıldır çözülemeyen Mercan kırmızısını bulmayı amaç edindi Sıtkı Usta. Çanakkale seramiklerini de yeni bir yorumla ele aldı. İlki 1980 yılında olmak üzere, yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda kişisel sergi açtı ve büyük sayıda hayran kitlesi edindi. 1986 yılında Yunanistan’ın Volos kentinde düzenlenen Balkan Ülkeleri El Sanatları Sergisi’nde Türkiye’yi temsil eden Sıtkı Usta’nın yapıtları özel koleksiyon ve müzelerde bulunmaktadır. Sıtkı Usta ayrıca 18 yıldan beri devam eden ‘Vadide Bir Gece’ adlı organizasyonu düzenliyordu. Dünyanın her yerinden meraklıların katıldığı bu organizayonda yapılan turlar ile Kütahya Firg Vadisi tanıtılmaya çalışılırken gece kurulan kamp ile farklı kültürlerden insanlar bir araya getiriyordu.”

28 PLASTIKSANATLAR.indd 6

7/10/12 3:50 PM


PLASTIKSANATLAR.indd 7

7/10/12 3:50 PM


KÜLTÜR

TARİHE TANIKLIK EDEN MABED

AYASOFYA

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Ayasofya, mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden, dünyada başka örneği olmayan benzersiz bir yapıdır. Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünü olarak değerlendirilir.

Ayasofya

’nın yerinde bulunan ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye bilinen ve

İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı. İsyanı güçlükle bastıran İmparator Justinyen “Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir ibadethane yapmak için harekete geçti. Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan, Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda tamamlanarak, 537’de merasimlerle açıldı. Ayasofya o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen Süleyman Tapınağı’nın önü-

ne geçmişti. Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, “Ey Süleyman! Seni yendim” demişti. Ayasofya’nın bin yıl süre ile aşılamayan ölçüleri, hakkında efsaneler doğmasına neden olmuş, böyle bir yapının ancak kutsal varlıkların yardımı ile yapılabileceği söylentisi kulaktan kulağa yayışmıştır. Roma tarafından geliştirilen mimariyle, yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük öl-

30 KULTUR AYASOFYA.indd 2

7/10/12 3:51 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

31

KULTUR AYASOFYA.indd 3

7/10/12 3:51 PM


KÜLTÜR varlarını eklemesinden itibaren hiç çökmemiştir. Osmanlı dönemi Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girişinin ardından ilk iş olarak Ayasofya’nın onarılmış olması dikkat çekicidir. Bazı rivayetlere göre cami tam kıble yönünde olmadığı için Fatih’in eli ile duvarı kıbleye doğru iterek düzelttiği anlatılır. Rivayetin kökeni aslında diğer en eski kiliselerde olduğu gibi absidi Kudüs’e yönelik olarak yapılmış olması gereken Ayasofya’nın absidinin hafifçe kıbleye yönelik olmasıdır. Ayasofya’daki papaz odalarını medrese olarak faaliyete başlatmış, İstanbul Üniversitesi’nin temeli sayılan bu medreseler 1934 yılında Müzeler Müdürlüğü tarafından her nedense yıktırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet tarafından döneminde camiye çevirilmiş olan Ayasof-

ya, Osmanlılar arasında 500 yıl içinde İstanbul’un en önemli camilerinden birisi oldu. Yapıya çeşitli padişahlarca dört minare eklendi. Ayasofya İstanbul’un fethi ile birlikte başlayan Türk döneminde çeşitli onarımlar görmüştür. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerir. Bunlardan kubbedeki ünlü Türk Hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Kuran’dan alınma bir suresi ile 7.50 m. çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanıdır. Bu tahta levhalarda, Allah, Muhammed, Ömer, Osman, Ali, Ebu Bekir, Hasan ve Hüseyin’in isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar vardır. Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra 1935’de

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

çüde kubbe ile örtülebilmişti ancak dikdörtgen bir mekan ortasında, dev ölçüde bir merkezi kubbe yapımı, mimarlık tarihinde ilk kez Ayasofya’da deneniyordu. Anadolu, Mısır ve Yunan antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya’da kullanılmak üzere İstanbul’a getirilmiştir. Dış görünüş zarif değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır. Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk” eseridir. Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı. En önemli mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti. Kubbe 14.yy’a kadar 3 kez çöktü. Mimar Sinan’ın istinat du-

32 KULTUR AYASOFYA.indd 4

7/10/12 3:51 PM


Duvarlar ve tavanlar mermer ve mozaiklerle kaplı, rengarenk bir görünüştedir. Kubbe mozaiklerinin 3 değişik renk tonu, yapılan 3 değişik tamirat devrini gösterir. Yüksekliği ve çapı ile dünyanın en büyük kubbesi iken günümüzde de sayılı büyük kubbelerindedir. Yapılan tamiratlardan dolayı kubbe tam bir çember değildir. Kubbenin dayandığı 4 pandantifte, 4 kanatlı melek figürü, yüzleri kapatılmış olarak yer alır ve Ayasofyayı koruduğuna inanılır. Fakat Latin istilasında koruyamamış, pekçok mozaik ve melek figürleri istilada zarar görmüş, Apsis önünde yer alan bölme, altar, ambon ve diğer merasim gereçleri altın ve gümüş levhalarla kaplı, fildişi ve mücevherler sökülerek tahrip edilmiştir. Galeriler seviyesinde duvarlara asılı, deri üzerine yapılmış 7.5 m. çapındaki büyük diskler ve kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hatırlatır. 19. yy. ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılıdır. Binayı dışardan destekleyen payandaların kuzeydeki ilkinin içerisi rampadır. Üst galerilere bu rampa ile çıkılır. Binayı üç yönden kuşatan galerilerden muhteşem iç mekan bambaşka görülür. İmparatorluk kadınları ve kilise toplantıları için ayrılmış kısımları vardır. Kuzey kanatta bir, güney kanatta da 3’lü figürler halinde 3 mozaik pano bulunur. Güney galeride, yanındaki pencereden giren gün ışığı altında, Bizans mozaik sanatının şaheser panosu yer alır. Buradaki konu, çok geniş son mahkeme sahnesinin tam ortasında bulunan; “Diesis” diye bilinen, üçlü figürdür. Ortada İsa onun sağında Meryem, solunda ise Hz. Yahya yer alır. Değişik dizili arka fon mozaikleri, figürlerin güzelliğini daha da artırır, yüz ifadeleri fevkâlede realisttir.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Atatürk’ün emri ile müze yapılmıştır. Ayasofya’da bulunan figürlü mozaikler 9.12. yüzyıllarda yapılmıştır. Üst galerideki, Meryem Ana’nın ve Vaftizci Yahya’nın da temsil edildiği büyük mozaikte İsa Peygamber’in yüzünün sağ ve sol yarıları birbirinden farklı olarak temsil edilmiştir. Bu özellik Leonardo da Vinci’nin ünlü eserinde de görülmekle birlikte, Ayasofya’daki bu mozaik 12.yy.’da yapılmış olduğundan Vinci’nin eserinden daha eskidir.

33

KULTUR AYASOFYA.indd 5

7/10/12 3:51 PM


EDEBİYAT

ATAOL BEHRAMOĞLU

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Ayhan Hüseyin Ülgenay • ayhan@edu-artdergisi.com

13.04.1942 Çatalca doğumlu. Baba adı; Haydar; Ana adı İsmet. Ailesi Azerbaycan kökenli. Babası askerlik görevini yaparken dünyaya geldi. Aslen Erzurumlular. Babasının askerliği bitince Erzurum’ a geri döndüler. Babasının işinden dolayı Karsa yerleştiler. İlkokul üçüncü sınıfa kadar Kars’ta okudu ( 1949 - 1952 ). İlkokulu Çankırı da bitirdi ( 1955 ). Ortaokul ve Liseyi Çankırı da okudu ( 1955 - 1960 ). Bir sene Hukuk Fakültesine gitti. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünün derslerini izledi. Aynı okulun Rus Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi ve bu bölümden mezun oldu ( 1970 - 1974 ). Lisansını da bu okulda tamamladı. Paris Sorbonne 2 Üniversite sinde, “Litterature Comperee” alanında Yüksek Lisans yaptı (1985). Evli ( üç sefer ), bir çocuk babası. İngilizce, Fransızca, Rusça biliyor. Yazar,Şair, Yayıncı,Ga zeteci,Çevirmen,Siyaset adamı, Profesör. 1962 yılında Türkiye İşçi Partisine girdi. Fikir Kulübü kurucuları arasında yer aldı ( 1965 ). Fakülteyi bitirdikten sonra çevirmenlik yaptı ( 1967 ). Askere gitti. İsmet ÖZEL le birlikte ayda bir çıkan ‘’ HALKIN DOSTLARI ‘’ dergisini çıkardı ( 18 sayı Mart 1970 - Eylül 1971 ). İngiltere’ye gitti Londra ve Paris’te yaşadı (1972). ARAGON ve NERUDA ile tanıştı. Paris’te ARAGON yönetimindeki ‘’ THECTRE DE LİBERTE ‘’ nin kuruluş çalışmalarına katıldı ( 1971 ). Fransa’ya gitti ve burada bir müddet öğretmenlik yaptı. Sovyet Yazarlar Birliğinin daveti üzerine Moskova’ya gitti ( 1972 ). İki yıl kalarak Moskova Devlet Üniversitesinde stajyer olarak Rus Edebiyatı üzerine çalıştı. 1974 senesinde yurda döndü. Muhsin ERTUĞRUL döneminde İstanbul Şehir Tiyatrolarında dramaturg olarak çalıştı ( 1974 - 1980 ). ADAM Yayınevinde danışmanlık yaptı. Kardeşi Nihat BEHRAMOĞLU ile birlikte ‘’ MİLİTAN DERGİSİ ‘’ ni çıkardı ( 18 sayı; Ocak 1975 - Haziran 1976 ). Çıktığı Atina gezisinde Yannis RİT-

SOS ile tanıştı ( 1977 ). Sofya Dünya Yazarlar Birinci Kurultayına Türkiye Temsilcisi olarak katıldı. Sanat Emeği Dergisinin kurucuları arasında yer aldı ( 1978 ). Türkiye Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu’na seçildi ve Genel Sekreteri oldu ( 1979 ). 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile 1976 tarihinde ilk basımı yapılan NE YAĞMUR NE ŞİİRLER isimli kitabını 1980 tarihinde yaptı-

ğı ilavelerle tekrar yayınladı. TCK’nın 159. maddesi uyarınca sıkı yönetim kitabı toplattırdı. Selimiye Kışlasında bir hafta gözaltında kaldı. 13.05.1981 tarihinde acılan davadan 23.09.1981 tarihinde aklandı. 1982 Mart’ında Barış Derneği Kurucusu ve yöneticisi olarak tutuklandı. Maltepe Askeri Cezaevi ve Sağmalcılar Ceza evinde 10 ay tutuklu kaldı. Cezaevindeyken Asya - Afrika Yazarlar Birliği 1981 LOTUS ödülünü aldı. Katılmadığı son mahkemede 8 yıl hapis cezasına mahkum edildi. ( Hakkında acılan davalardan biri - bir işkence ve ölüm olayıyla ilgili olarak verilen bir demeç nedeni ile hapis cezası ile sonuçlanmıştı). Türkiye Yazarlar Sendikası davasından da yargılandı. 1984 yılında Fransa’ya gitti daha sonra ailesini de yanına aldırdı. Fransa’da SORBONNE

Üniversitesinde Türk ve Dünya Şiiri üzerine seminerler izledi, çalışmalar yaptı. Fransa’da ANKA isimli bir dergi çıkardı ( Aralık 1986). DESTAN isimli tiyatro oyunu İncircinin müziği A. Emel MESCİ’ nin yönetimiyle SÜRGÜNDEKİ HALK OYUNCULARI topluluğunca bir çok Avrupa kentinde oynandı ( 1987 - 1988 ). İVİGNON TİYATRO FESTİVALİ’linde ilk Türkçe oyun olarak sunuldu. Hakkında açılan bütün davalardan aklanınca yurda döndü ( 1989 ). SİMAVİ YAYINLARI’nda editör , Pendik Belediyesinde Kültür Danışmanı olarak çalıştı. MUTLU OL NAZIM isimli tiyatro oyunu M.SOMAY yönetiminde S.ÖZSAN’ın müziği eşliğinde, Türkiye ve Almanya da sahnelendi, LOZAN isimli oyunu Devlet Tiyatrosunca Antalya ( 1992 - 1993 ) ve İstanbul da oynandı ( 1993 ). Türkiye Yazarlar Birliği Başkanlığına seçilerek iki dönem bu görevde bulundu ( 1995 - 1999 ). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesin de RUS EDEBİYATINDA PUŞKİN GERCEKÇİLİĞİ alanında Doktora yaptı ( 2000 ). İstanbul RUS DİLİ VE EDEBİYATI alanında Yardımcı Doçent ( 2002 ), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Batı Dilleri Bölümü Sılav Dilleri ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı RUS DİLİ VE EDEBİYATI alanında Doçent ( 2003 ), Beykent Üniversitesi RUS DİLİ ALANINDA Profesör ( 2009 ) oldu. Halen Beykent Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmalarına devam etmektedir. Ataol BEHRAMOĞLU’nun branşı ile ilgili yurt içi ve yurt dışı bilimsel makaleleri yazıları kitapları var. Uluslar arası Slavistler Birliği Türkiye Komitesi başkanı, Fransa Pen Kulübü üyesi, Pen Yazarlar Birliği onur ödülü sahibi, Rusya Federasyonu Başkanı V.PUTİN’in 1599 sayılı 29.KASIM.2007 tarihli kararnamesi ile Aleksandr S.PUŞKİN madalyası ödülü sahibi. Ataol BEHRAMOĞLU Çankırı Lisesinde okurken, YENİ ÇANKIRI, YEŞİL ILGAZ ga-

34 KULTUR AYASOFYA.indd 6

7/10/12 3:51 PM


AŞK İKİ KİŞİLİKTİR Değişir yönü rüzgarın Solar ansızın yapraklar; Şaşırır yolunu denizde gemi Boşuna bir liman arar; Gülüşü bir yabancının Çalmıştır senden sevdiğini; İçinde biriken zehir Sadece kendini öldürecektir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir.

AŞK İKİ KİŞİLİKTİR 1999 Sayfa.53

ESERLERİ; ŞİİR; 1 -- Bir Ermeni General 1965 2 -- Bir Gün Mutlaka 1970,1975,1977,1980,1981,1989 3 – Yolculuk Özlem Cesaret Ve Kavga Şiirleri 1974,1978 4 -- Ne Yağmur Ne Şiirler 1976,1981,1983 5 -- Kuşatmada 1978,1981 6 -- Mustafa Suphi Destanı 1979,1985 ( Almanya ),1990 7 -- Dörtlükler 1980,1983,1984,1986 8 -- Şiirler ( 1959 - 1982 ) 1983,1984,1986,1987,1988 9 -- Türkiye Üzgün Yurdum Güzel Yurdum 1984,1988,1990 10 -- Kızıma Mektuplar 1987,1989 11 - Eski Nisan 1987,1988 12 - Bebeklerin Ulusu Yok 1988 13 -Toplu Şiirler - 1 - Bir Gün Mutlaka ;. 1991,1992,1993,1994, 1995,1997,1997, 1998,1999,2000,2003,2006,2008,2010,2011 14 -Toplu Şiirler - 2 - Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var; 1991,1992, 1993,1994,1995,1997,1997,1998,1999,2000,20 03,2006,2008,2010,2011 15 - Toplu Şiirler - 3 –Kızıma Mektuplar; 1991,1992,1993,199 4,1995,1997,1998,1999,2000,2003,2006,2008,2010,2011 16 - Sevgilimsin 1993,1994,1997,1997,1998,1999,2000,200 2,2006,2008 17 - Seçme Şiirler 1997 18 - Aşk İki Kişiliktir 1999,2000,2006,2008,2010 19 - Yeni Aşka Gazel 2002,2006,2008 20 - Üşür Bir Deniz Kabuğu Belki 2003 21 -İki Ağıt 2007,2012 22 - Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar 2008,2008,2009,2010,2011 23 - Okyanusla İlk Karşılaşma 2008,2011 24 - Hayata Uzun Veda 2008,2011,2012 DENEME - İNCELEME ; 1 -- Yaşayan Bir Şiir 1986,1993,2007 2 -- SZEL ALMOFO BERAT Budapeşte 1988 3 -- Şiirin Dili Ana Dil 1995,2007 4 -- Utanıyorum 1996 5 -- Mekanik Göz Yaşları 1990,1991,1997 6 -- Nazıma Bir Güz Çelengi 1990,1997 7 -- İki Ateş Arasında1989,1998 8 -- Kimliğim İnsan 1999,2006 9 -- Başka Bir Açı 2001 10 - Gerçekçilik Duygusunun Kaybolması 2001 11 - Rus Edebiyatı Yazıları 2001 12 - Rus Edebiyatında Puşkin Gerçekçiliği 2001 13 - Kendin Olmak Veya Olmamak 2003 14 - Yeni Orta Çağın Saldırısı 2004,2008 15 - Biriciktir Aşk 2005 16 - Rus Edebiyatının Öğrettiği 2008 17 - I’ VE LEARNET SOME THİNGS SELECTED POEMS 2008 18 - Nazım Hikmet Tabu ve Efsane 2008 19 - Sivil Darbe 2009,2010 20 - Benim Prens Adalarım 2009,2010,2011 21 - NİKOGA VEDNO LİYOTA Sofya 2010 GEZİ; 1 -- Başka Gökler Altında 1996, 2010 2 -- Yurdu Teninde Duymak 2008

ANI; 1 -- Aziz Nesinli Fotoğraflar 1995 2 -- Aziz Nesinli Anılar 2000,2008 OYUN; 1 -- İyi Bir Yurttaş Aranıyor 1981 2 – Lozan - İyi Bir Yurttaş Aranıyor 1987,1993 MEKTUP; 1 -- Genç Bir Şair den Genç Bir Şaire Mektuplar 1995 2 -- Şiirin Kanadında Mektuplar (1970 - 1995 ) 1997, 2011 ÇOCUK; 1 – Yiğitler Yiğidi Ve Uçan At Masalı 1986 2 -- Güneşe yolculuk 1996 3 -- Çivinin Marifetleri 1996 4 -- Çörek 1996 5 -- İki Aptal Kurbağa 1996 6 -- Bal Kabakları 1996 7 -- İki Kız Kardeş 1996 8 -- Kolay Ekmek 1996 9 -- Uçan Gemi 1996 10 - Tazının Çizmeleri 1996 11 - Yaşlı Balıkçı İle Altın Balık 1996 12 - Savanların Gözcüsü 1996 13 - Kuşlar 1996 14 - Dünya Halk Masalları 2007,2008 ANTOLOJİ; 1 -- Kardeş Türküler’’ 32 Ozan - 44 Şair ‘’ 1982,1990,2000,2002,2009 2 -- Çağdaş Bulgar Şiiri Antolojisi ‘’ Özdemir İNCE ile beraber ‘’ 1983,2008 3 -- Son Yüz Yılın Türk Şiiri Antolojisi ( İki cilt ) 1987,1991,1993,1997,2001 4 -- Dünya Şiiri Antolojisi ‘’ Özdemir İNCE ile beraber ‘’ ( Dört cilt ) 1987 5 -- Çağdaş Rus Şiiri Antolojisi 1987,2008 6 -- Uçur Diye Ey Aşk 2007,2011 HAKKINDA; 1 -- 1960’larda Şiirin Genç Bir Adam Olarak Portresi. Osman ÇUTSAY 1997 2 -- Ataol BEHRAMOĞLU Armağan Kitabı Korhan KORBEK 2009

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

zetelerinde Ataol GÜRBÜZ ismi ile şiirlerini yayınladı. İlk şiiri 1960 yılında VARLIK dergisinde yayınlandı. Fakülte yıllarında, fakültede yapılan bir şiir yarışmasını kazandı ( Hisar Dergisi Şubat 1964 ). Yine bu yıllarda ATAÇ, ELİF, GENÇLİK, YAPRAKLAR, EVRİM, DOST, DEVİNİM 60 ve kurucuları arasında bulunduğu DÖNÜŞÜM ‘de şiirleri ve hikayeleri yayınlandı. Gençlik yıllarında Orhan VELİ ve Attila İLHAN’dan etkilendi. İlk şiir kitabı ERMENİ GENERAL 1965 yılında yayınlandı. 1969 yılında İsmet ÖZEL ve iki genç şairle birlikte ANT dergisinde bir kaç sayı yayınlanan TOPLUMCU GENÇ ŞAİRLER SAVAŞ AÇIYOR başlıklı oturumda yeni toplumcu şiir üzerine görüşlerini açıkladı. Bestelenmiş şiirleri dünya dillerine çevrilerek dergi ve seçkilerde yayınlandı. Şiirleri yirmiye yakın yabancı dile çevrildi. Yunanca, Macarca, Almanca yayınlandı. 1983 yılında basılan İYİ BİR YURTTAŞ ARANIYOR isimli kitabı Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oyunlaştırıldı ve oynandı. Ataol BEHRAMOĞLU’nun tespit edebildiğim kadarı ile AKŞAM ( 1968 ), DEVRİM ( 1970 ), HALKIN DOSTLARI ( 1970 ), POLİTİKA ( 1970 - 1977 ), CUMHURİYET ( 1975 - 1996 ), MİLİTAN ( 1976 ), TARTIŞMA ( 1978 ), SANAT EMEĞİ ( 1979 ), TÜRK DİLİ ( 1981 ), VARLIK ( 1983 ), ADAM SANAT (1987 - 1993), POESİUM ( 1991 ), ÖZGÜR GÜNDEM ( 1992 ), EXPESS (1992), YAŞAYAN EDEBİYAT ( 1994 ), YENİ YÜZYIL ( 1994 - 1995 ) Gazete ve Dergilerde yazıları yayınlandı bu yazılarını çeşitli kitaplarda topladı. 2000 yılından itibaren Cumhuriyet Gazetesinde ‘’ CUMARTESİ YAZILARI ‘’ başlığıyla köşesinde yazıları yayınlanmakta yirmi adede yakında tercümesi var.

35

KULTUR AYASOFYA.indd 7

7/10/12 3:51 PM


BİLİŞİM

Bir cıvıltı duyduysanız

bu onun sesi...

Twitter yeni değerlemelere göre şu anda 3.7 milyar dolar değerinde. Bu rakam, Amerika’nın asırlık gazetesi olan ve şu andaki değeri 2 milyar dolar civarında olan New York Times’ın nerdeyse iki katı. Wow! Peki Twitter 7,500 dolarlık bir alan isminden 3.7 milyar dolarlık bir şirket haline nasıl dönüştü? İşte Twitter’ın inanılmaz öyküsü…

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

İlk önce

kişisel bilgilerimizi paylaştık internette, sonra resimlerimizi, videolarımızı, ilişkilerimizi derken artık son noktaya Twitter ile geldik. Çalışıyor musunuz, canınız mı sıkkın ya da çok merak ettiğiniz filmi izlerken kimse sizi rahatsız etmesin mi istiyorsunuz? Yazın Twitter’a herkes öğrensin. Benim yaptıklarımı boşver başkaları ne işler çeviriyor diyorsanız cevabı yine Twitter’da bulacaksınız… Sitenin ortaya çıkış hikayesi basit. Jack Dorsey arkadaşlarının neler yaptığını öğrenmenin bir yolunu düşünürken basit bir statü konsepti kurmayı düşünmüş ve bu fikrini arkadaşlarıyla paylaşmış. Obvious tarafından desteklenip şirkette yer verilen ekip, Mart 2006 da iki hafta içerisinde bir prototip yaratmış. Ağustos ayında da hizmete başlamış. Bir anda çok popüler hale gelmeye başlayınca 2007 Mayıs ayında Twit-

36 BILISIMTWITTER.indd 2

7/10/12 3:43 PM


Dünyada fırtınalar estiren ve ülkemizde de oldukça popüler olan Twitter ‘’şu anda ne yapıyorsun’’ sorusu için üretilmişti.Ancak Twitter’ında bazı açıkları var. Bunlardan biride 140 karakter sorunu .Twitter’de 140 harften fazla yazı yazamıyorsun. Twitter’ın neden böyle bir sınır koyduğunu düşündüğümüzde aklımıza her türlü cevap geliyor.

BILISIMTWITTER.indd 3

7/10/12 3:43 PM


BİLİŞİM ter Anonim San Francisco’da kurulmuş. Şu an 17 kişilik bir ekibe sahipler. Bu ekibin içinde Blogger’ın yaratıcısı Evan Williams gibi önemli isimlerin de olduğunu belirtmekte yarar var. Sitenin içeriğine biraz daha açıklık getirmek gerekirse sosyal bir network olan Twitter‘ın mikro bloglama adı verilen servisi sayesinde o an yaptıklarınızı 140 karakterlik bir cümleyle herkesle paylaşabiliyorsunuz. Bunun için bilgisayar başında olmak zorunda da değilsiniz, sms, wap gibi değişik alternatiflerle de Twitter 24 saat hizmetinizde. 50’den fazla uygulmayla hayatınıza daha da çok işlemeyi hedeflemişler. Bir kaç örnek vermek gerekirse Twitter Vision ile harita üzerinden kim, nerde, ne yapıyor takip edebiliyorsunuz ve gerçekten çok eğlenceli , Twitterholic ile en iyi performansa sahip twitterları takip edebiliyorsunuz, Twitterment ise farklı konulardaki twitterları karşılaştırmanıza olanak sağlıyor. Nasıl para kazanıyorlar derseniz, şimdilik bu durumu arka plana atmış gözüküyorlar. Aslında para kazanmak için oldukça güzel fırsatları olduklarını söyleseler de, hala araştırma aşamasında olduğunu düşündükleri

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

İrlanda’da kaybolan köpek Patch, Dublin’e gitmek için trene atlayınca, tren istasyonu görevlileri Patch’in fotoğrafını ‘Kayıp köpek’ başlığıyla Twitter’da paylaştılar. 32 dakika içinde 500 tweet paylaşımından sonra köpeğin sahibi ‘O köpek benim’ diye tweet attı. Böylece twitter kaybolan köpeği sahibine kavuşturdu.

38 BILISIMTWITTER.indd 4

7/10/12 3:43 PM


Twitter dalgası vurabilir. Amerika’daki üyelerin daha fazla olmasına rağmen Twitter’ ın İspanya’daki sıralaması Amerika’dakinden biraz daha yüksek. Bu iki ülkeyi ise sırayla Kanada, İngiltere ve Japonya izliyor. Aşağıda siteye günlük yüzdelik erişim tablosu bulunuyor. Twitter, bir sosyal ağ ve mikroblog sitesidir. Kullanıcılarına tvît (tweet, İng. cıvıldama) adı verilen 140 karakterlik metinler yazma imkânı veren Twitter, çeşitli araçlarla daha etkin kullanılabilen bir yeni nesil iletişim aracıdır. Kullanıcılar tarafından atılan tweet’ler herkes tarafından görülebilir. Ancak kullanıcılar attıkları tweet’leri sadece kendi arkadaşları olarak da görülmelerini sınırlan-

dırabilir. Kullanıcılar diğer kullanıcıların tweet’lerine üye olabilirler. Üye oldukları kişi veya kurumların takipçi sayısını ve bunların kimleri takip ettikleri görebilirler. Tüm kullanıcılar Twitter’ın websitesi aracılığıyla tweet’lerini gönderebilir ve alabilirler. Kullanıcılar Twitter’ın website’sine uyumlu harici uygulamalar( akıllı telefonlar gibi) veya belirli ülkelerde erişilebilen kısa mesaj servisi tarafından giriş yapabilirler. 2008’deki ABD seçimlerinde özellikle Barack Obama tarafından sıklıkla kullanılan Twitter’dan Türkiye’deki son yerel seçimlerde de yararlanılmıştır. Ayrıca Twitter, sosyal medyanın en popüler araçlarından biri olarak gösterilmektedir.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

sitelerini mükemmelleştirmeden kendilerini para kazanmak gibi konulara odaklamak istemiyorlar. Bu durumun sitenin ilerleyişini etkileyeceğini düşünüyorlar. İnsanların davranışlarını inceleyen ekip, onların organize olma, gruplaşma gibi farklı isteklerine de karşılık verebilmek için çalışmalar yapıyorlar. Tüm bu çalışmalar bittikten sonra gelir üzerine odaklanacaklar. Siteyi biraz da Alexa‘dan inceleyelim. Twitter trafik sıralamasında 606. sırada. Üyelerin %38.9’u Amerika’dan, geri kalan yüzde ise ülkeler arasından paylaşılmış durumda. Türkiye ise %0.6 yla baya düşük bir orana sahip. Fakat Türk gençliğinin yeniliklere çok kolay adapte olmasını ve facebook‘un yarattığı dalgayı düşünürsek, yakında Türkiye’yi

39

BILISIMTWITTER.indd 5

7/10/12 3:43 PM


SİNEMA

AUTHOR SİNEMASI Buğra Şendündar • Sinema Eleştirmeni • bugra@edu-artdergisi.com

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Her

şey 28 Aralık 1895 tarihinde, Auguste ve Louis Lumiere kardeşlerin sinema tarihinin ilk kapalı gişe gösterimi olan Sortie des Usines Lumiere a Lyon (Lumiere Fabrikasından Çıkan İşçiler) filmi ile başladı. Filmlerinde, trenin istasyona yaklaşırken olan planı seyircileri korkutacak ve sanki üzerilerine doğru gelen bu trenin, onları ezeceği duygusuna kapılacaklardır. İlginç bir şekilde amacı korkutmak olmayan bu film, beklide sinema tarihinde izleyicisini korkutan ilk filmdir. O dönemde ilk kez bir perde de hareketli görüntü izleyen izleyici için bu çok yeni ve olağan üstüdür. Bu ilk sinema gösterimi daha sonra yedinci sanatın doğuşuna sebep olacak ve bu sanata ölümsüz eserler bırakacak sanatçıları yaratacaktır. Sinemada Author (Yaratıcı) tanımı, son yıllarda unuttuğumuz bir kelime. Sinema sanatı alanında yapılan işlerin giderek tek düzeleşerek ve sanki endüstriyel birer ürün haline gelmesiyle bu sanat adına yaratıcı ve kalıcı işler bulmak giderek zorlaştı. Author sıfatını hak eden büyük yönetmenler bile stüdyoların kar gütme amaçlarının bir uzantı-

sonucunda, Sanat için Sanat, sözü giderek, Stüdyo için Sanat, sözüne kaymaya başladı. Zamanımızın en büyük Author yönetmenlerinden biri olan Ridley Scott , uzun yıllar beklenen yapımı Prometheus’ta belli ki fazla özgür bırakılmamış olacak ki eseri sinemalara yaklaşık 30dk. kırpılarak gösterime sokulmuş. Prometheus örneğinde olduğu gibi yaşatılan süre sıkıntılarından ötürü , yönetmenler ancak filmlerinin Dvd ve Blu-Ray baskılarında kendi genişletilmiş kurgularını izleyiciye sunabiliyorlar.

sı olarak giderek daha az yaratıcı işlere imza atmaya başladılar. Son 10-15 yıldır yapılan eserlere bakıldığında, konu olarak bir birine benzer ve gişeye yönelik yapımların ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Bir zamanlar sinemaya yön vermiş büyük isimlerin ( Francis Ford Cappola, Steven Spielberg ve Brian De Palma gibi…) son işlerine baktığımızda artık o eski yaratıcılıklarının giderek azaldığı görülüyor. Belki de film stüdyolarının eserler üzerinde daha da kontrol sahibi olma istemeleri yönetmenler üzerinde bir baskı oluşturmakta ve onları fazla özgür kılmamakta. Tüm bunların

Peki, nedir bu Author kavramı? Author, kelime anlamı olarak yazar ve yaratıcı anlamına gelmekte ve sinema sanatında “yaratıcı” olarak kabul görmüş bir sözcüktür. Kimdir bu Author olan yönetmenler? Cevabı son derece göreceli olmakla beraber, herkesçe kabul görüp üzerine Author etiketi takılmış kimi isimlerden bahsetmek doğru olacaktır. Orson Welles , Citizen Kane (YURTTAŞ KANE - 1941), Fritz Lang, Metropolis (1927 ), Francis For Coppola, The Godfather (Baba - 1972 ), Martin Scorsese ,The Taxi Driver ( Taksi Şoförü- 1976 ) ve Ridley Scott , Alien ( Yaratık-1979 )

40 BILISIMTWITTER.indd 6

7/10/12 3:43 PM


Fritz Lang’in, sessiz sinema örneği olan Bilim-Kurgusu Metropolis’i (1927) içeriğindeki öngörüleri ve felsefesiyle sinema tarihinin ilk fütüristik eseridir. Kapitalizmi eleştirip işçi sınıfının yanında yer almasıyla Lang, Bilim-Kurgu’yu kı-

lıf olarak kullanıp sistem eleştirisi yapmıştı. Dönemin en pahalı yapımlarından olan eser, görkemli dekorlarıyla dikkat çekmekteydi. Avusturyalı yönetmen Lang’in yapımında , günümüz Bilim-Kurgularındaki bir çok detay fark edilmekte. Devasa gökdelenler, uçan araçlar ve sinema tarihinde ilk kez karşımıza çıkarılan yapay zeka içeren ilk Android’i bu yapımda mevcuttur. Lang, türün hem yapı taşlarını belirlemiş hem de alt metinleriyle 20’li yılların düzenine karşı tavrını da ortaya koymuştur. Bu başyapıtıyla gerçek bir Author işi ortaya koyup, günümüz sinemasını da etkilemiştir. İlk dönem Author sinemacıları yalnızca birkaç iki isimle sınırlandırmak elbette mümkün değil. Bu dönemde eser-

ler vermiş birçok yaratıcı yönetmen ( Sergei M. Eisenstein, Potemkin Zırhlısı - 1925) gibi…) başarılı işler ortaya koymuştur. Hepsini ele almak birkaç sayfaya sığmayacaktır. Günümüz sinemasında özellikle bu son 10 yıllık dönemde en yaratıcı işlerin Güney Kore’den çıktığı görülmekte. Dikkat edilirse, Hollywood ne zaman konu sıkıntısı çekerse çareyi kimi başarılı uzak doğu eserlerinin yeniden çevrimlerinde (Garez, Halka ve Göz gibi…) buluyor. Joon-Ho Bong (Gwoemul -2006), JeeWoon Kim (I Saw The Devil 2010 ) ve Chan-Wook Park (Oldboy 2003 )gibi yönetmenler, son 10 yılda Güney Kore sinemasına damgasını vurmuş bir isimler. Bu yapımlarında yalnızca kendi ülkelerinde değil uluslararası arenada da ses getirdiler. İlginç bir şekilde bu üç yönet-

men şu an Amerika’da aynı sene (2012) yönetmenliklerini üstlendikleri farklı türden projelerle şanslarını deniyorlar. Joon-Ho Bong, Gwoemul (Yaratık ) ile yaratık filmlerini Ti’ye alan ama başlı başına kalburüstü bir yapıma imza attı. Jee-Woon Kim , I Saw The Devil ( Şeytanı Gördüm) ile katili daha filmin en başında göstererek nasıl yakalanacağı ile ilgilenmeyip bu katilin peşindeki kişinin intikam duygusu sonucu nasıl bir şeytana dönüşeceğiyle ilgilendi. Chan-Wook Park , Oldboy (İhtiyar Delikanlı) ile geçmişinde başkası hakkında dedikodu yapan kişinin bu davranışıyla ileride başına ne bela alacağı ile ilgileniyordu. Okyanusun öte tarafında ya da Avrupa sinemasında bu tür konuları alan yapımlarda çoğunlukla benzer olay örgüsü ve klişelerinin takip edildiği gözlemleniyor. Güney-Kore sineması, ele aldığı türün klişelerini ters yüz ederek hem seyircisini ters köşeye yatırıyor hem de türe yeni bir şeyler ekleyerek her şeyiyle “yeni” olan bir eser ortaya çıkarıyor. Bu açıdan bakarsak , son yıllarda gerçek Author sinemacıların GüneyKore’den çıktığını söylemek yanlış bir yaklaşım olmayacaktır. Son tahlilde Author kavramının , ele alınan “Türü” gerçek anlamda yeniden yorumlamak ile ilgili olduğu sonucuna varıyoruz. “ Artık yeni bir şeyler üretmek zorlaştı”, diyen kimi yönetmen ya da stüdyoların , Güney-Kore sinemasına bakmalarında bir fayda var. Şu an, gişe kaygısının yaratıcılıktan daha önemli olduğu bir zamandayız. Bu durum, Dünya sineması haricinde ülkemizde de geçerliliğini koruyor. Her şeyin bir çırpıda tüketildiği günümüz toplumunda karşımıza çıkartılan sinema eserlerinin amacının, izleyici nezdinde hemen tüketilip, unutturulup ve bunun sonucunda stüdyoların kasalarının doldurulmaya yönelik olduğu görülüyor. “İyi seyirler”, sözcüğü giderek daha da kendini arattırıyor.” İyi tüketin”, demek belki de daha doğru olacaktır.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

gibi büyük yönetmenlerin ortaya çıkardıkları bu başyapıtlarının ortak paydaları, eserlerinde ilgili “türe” daha önce denenmemiş bir bakış açısıyla yaklaşıp ve yeni bir şeyler katarak hem türe hem de sinemaya getirdikleri yenilikçi bakış açısıyla sinema sanatına yön vermiş olmalarıdır. Kuşkusuz, ismi sayılan bu yönetmenler Author kavramının ortaya çıkışındaki en önemli kişilerdir. Orson Welles, Fritz Lang ve Sergei M. Eisenstein için erken dönem Author sinemacılar diyebiliriz. Günümüz sinemasının temel yapı taşlarını ortaya koymaları açısından bu üç isim önem arz etmekte. Bu üç büyük yönetmen, sinemada anlatım ve biçimin yanında, filmlerde alt metinler vasıtası ile sistem eleştirisi de yapılabileceğini kanıtlamışlardır. Günümüz sinemasının kurgu, çekim teknikleri ve eleştirel anlatımın ilk örneklerini bu yönetmenlerin sinemasından çıkmış olduğunu görüyoruz. Provakatif diyebileceğimiz bu isimlerin eserleri bugün halen sinema derslerine konu olmaya devam etmektedir. Yurttaş Kane, Welles’in ilk sinema filmi olup aynı zamanda sinema tarihinin de en iyi filmlerindendir.Özellikle anlatım açısından dikkat çeken yapımda Welles, o döneme kadar kullanılmamış farklı kurgu, ışıklandırma ve çekim teknikleriyle 1941 yılından günümüze sinema sanatına çok şey kattı. Görkemli öyküsünün yanında sırf anlatım tekniği ile de dikkat çekici bir yapım. Walles’ın , Yurttaş Kane’de kurgusal anlamda, Rus sinemacı Dziga Vertov’un Kameralı adam (Man With The Movie Camera – 1929 ) belgeselinde kuralları konulan kurgu tekniğini bir adım daha ileri götürdüğü görülmekte. Rus sinemacı Vertov’un, Kameralı Adam’ı Dünya sinema tarihinde kurgu tekniği üzerinde yapılmış ilk ciddi eser olduğunu söyleyebiliriz.

41

BILISIMTWITTER.indd 7

7/10/12 3:43 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

KAPAK KONUSU

42 KAPAKKONUSU.indd 2

7/10/12 3:41 PM


Eserlerine ruhunu üfleyen bir sanatçı

CEYLAN DÖKMEN Röportaj: Ferhat Gedik

Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Ben Ceylan Dökmen. 1981 İstanbul doğumluyum. Heykeltıraşım. Bunun dışında özellikle, yazıya, müziğe ve sanatın her alanına ilgi duymaktayım. Ayrıca çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde ve özel eğitim kurumlarında

sanat eğitmenliği dönem dönem yapmaktayım. Sanat eğitiminize nasıl başladınız? Hani derler ya 6 yaşında müziğe, resme başladım. Biraz öyle diyebiliriz. Doğuştan yatkın olduğun durumlar

var ama tabiki de üzerine çalışmak çok önemli. Çocukluğumdan beri resme, üç boyutlu üretimlere ve yazıya ilgim vardır. Fakat esas olarak sanat eğitimim lise sonrası Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümüne girmemle

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Çok yönlü bir sanatkar, hayata sanatın gözüyle bakan her eserinde farklı tarzını yansıtan başarılı bir heykeltraşın sanat yolculuğuna çıkacağız birlikte...

43

KAPAKKONUSU.indd 3

7/10/12 3:41 PM


KAPAK KONUSU

başladı ve halen heykelle devam etmektedir.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

İnsanlara mesleğinizi nasıl tanımlıyorsunuz ? Heykel Sanatçısı vs... Heykeltıraş olarak tanımlıyorum. Bazı durumlarda da tasarımcı olarak.

uygulama , şekillendirme zorluğu getirse de, aynı zamanda yeni ufuklar açmakta. Bu yüzden yeni malzemeler kullanmayı seviyorum. Her malzeme, onu doğru dinlemeyi başarırsan sana yeni yollar açacaktır.

Heykel dışında farklı uğraşılarınız var mı ? Mesela spor yapıyor musunuz ? Yazıyorum. Sanat dergilerine eleştiri yazıları ve makaleler yolluyorum. Sürekli araştırıyorum. Okuyorum. Çocuklara sanat eğitimi veriyorum. Beyoğlu belediyesi kapsamında Dolapdere’deki okullarda çocuklarla çeşitli sanat çalışmaları yaptık. Farklı materyallerle heykel yapmayı denediniz mi? Nasıl bir sonuç aldınız? Evet farklı materyallerle çalışmayı seviyorum. Sürekli araştırmayı, çağı ve yenilikleri takip etmeyi severim. Metal, ahşap, polyesterle çalıştım. Şu anda deri, kösele ve ahşapla çalışmaktayım. Her yeni malzeme, onu

Heykellerinizde en çok neleri ön plana çıkarmayı tercih ediyorsunuz? Düşünceyi ve duyguyu. Heykel, sanat tarihindeki gelişiminde daha önce betimlemeyi ve doğayı taklidi ön plana alsa da, zaman içerisinde ve şu an bulunduğu konum itibariyle dü-

şünceyi ön plana almaktadır. Bende heykellerimde ilk başta bir düşünce kıvılcımından, etrafımda beni etkileyen, bana çarpan ve yansımalarını bulan her şeyden etkilenmekteyim ve bunları üç boyuta dönüştürmekteyim. Beni en çok etkileyen şeyler insanlar ve mekanlar. Doğakent-insan üçlüsü. Doğayı bırakıp, kendisine yarattığı dünyasında yaşadığı kısırdöngüleri anlatmaya çalışmaktayım şu dönemde. Sanat insanları düşündürmeli, farklı sorular sormayı denemelidir. En başta da samimi olmalıdır. Tercih ettiğiniz figürler ya da örnek aldığınız akımlar var mı? Giocometti’nin incecik figürlerini, Calder’in havada asılı duran dengesini, İlhan Koman’ın matematiğin şiirselliğini sunan ve Kuzgun Acar’ın metal heykellerini çok sevmekteyim. Akım olarak da Kübizm, Fütürizm ve Gerçeküstücülük ilgimi en fazla çekmekte.

44 KAPAKKONUSU.indd 4

7/10/12 3:41 PM


Eserlerinizi şu ana kadar nerelerde sergilediniz ? Tüyap sanat fuarı, Maltepe Sanat Galerisi, Sanat Akmerkez’de, L’Aquila Çağdaş Sanat Müzesi, Galleria Famiglia Margini İtalya, Design Week, Borusan Sanat Galerisi ve çeşitli kurum ve galerilerde sergilerim oldu. Yurtdışındaki heykel ve resim etkinliklerini izleme olanağı bulabiliyor musunuz? Sizi en çok etkileyen yerli ve yabancı sanatçılar kimler? Elimden geldiğince. En son Venedik Sanat Bienali’ni gezdim. Son dönemde beni en çok etkileyen yabancı sanatçılar Patricia Piccini, Ron Mueck, Antony Gormley, Isaac Cordal, Willy Verginer, beğenmekteyim. Türk sanatçılardan ise Yücel Kale, Seçkin Pirim, Yaşam Şaşmazer, Çağdaş Erçelik ve Rahmi Aksungur’un heykelleriyle ilgilenmekteyim.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Sizi diğer meslektaşlarınızdan farklı kılan özellikleriniz nelerdir? Zor bir soru. Her insan farklı, özel ve biriciktir bence. Önemli olan bu farklılığı, biricikliği ve samimiyeti vurgulayabilmekte. Kendi farklılığını, ken-

45

KAPAKKONUSU.indd 5

7/10/12 3:41 PM


KAPAK KONUSU

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Üretmek, doğaya uyum sağlamaktır. Çalıştığın zaman kendini doğayla daha uyumlu hissetmektesin. Varlığın anlam kazanıyor, hayatta varoluşun anlam kazanıyor ürettikçe. Kadın olmanın, en büyük farlılığı hayata bir varlık getirmek, annelik. Heykeltraşlık ve annelik bir noktada birleşebiliyor; bu da en büyük avantajlarımızdan biri bence.

dinin tanımlaması zor bence. Beni ben yapan, genetik özelliklerim, büyüme biçimim ve bu zamana kadar çevreden depoladığım gözlemlerim ve etkilenmelerimin toplamı. Hayata sanatın gözüyle bakmayı seviyorum. Her şeye daha duyarlı yaklaşıyorsunuz. Soru soruyorsunuz, bir şeyleri kabul etmeden önce. Heykellerimde hikaye anlatmayı seviyorum. Benim gördüğüm dünyayı, benim gözümden insanlara aktarmaya çalışıyorum. Mesleğinizde kadın olmanın zorlukları var mı? Varsa neler ? Veya mesleğinizde kadın olmanın avantajlı yanları var mı ? Sanırım en büyük dezavantajı bazen fiziksel güç ve direnç. Heykel ne olursa olsun fiziksel bir güç ve dayanıklılık da

gerektirmekte. Bazen kadın olarak gücünüzle savaşıyor oluyorsunuz. Ama direnç göstermek ve doğanın karşısında ya da tam olarak doğayla beraber hareket etmekte de insana bir güç kazandırmakta. Yerçekimine karşı direnmek gibi heykel yapmak çoğu zaman. Üretmek, doğaya uyum sağlamaktır. Çalıştığın zaman kendini doğayla daha uyumlu hissetmektesin. Varlığın anlam kazanıyor, hayatta varoluşun anlam kazanıyor ürettikçe. Kadın olmanın, en büyük farlılığı hayata bir varlık getirmek, annelik. Heykeltıraşlık ve annelik bir noktada birleşebiliyor bu da en büyük avantajlarımızdan biri bence. Kadın olmanın farklı bir duyarlılığı ve sezgiselliği var bence ve bu sanatına yansıyor her adımında. Sürekli sorgulamak, düşünmek ve üretmek

bir kadın sanatçı olarak beni çok mutlu etmekte. Gelecek planlarınızdan bahis eder misiniz? Ulusal ve uluslararası platformda heykellerimi sergilemek ve diğer insanlarla paylaşmak istemekteyim. Sürekli kendimi geliştirmek , heykellerimi ileriye taşımayı amaçlamaktayım. Bir sanat köyü kurup, sanatla herkesin uğraşabilmesini görmek ideallerimden. Çünkü sanat insanı daha duyarlı, mutlu, üretken ve doğaya yakın kılmakta. Çocuklarla sanat, heykel yapmak başlıca isteklerimden. Sanat ve heykel öğretmenliği için iletişim adresleri: ceylandokmen@gmail.com / ceylan_dokmen@yahoo.com

46 KAPAKKONUSU.indd 6

7/10/12 3:41 PM


KAPAKKONUSU.indd 7

7/10/12 3:41 PM


PORTRE

KİM DER Kİ ONA 87 YAŞINDA DİYE?

İlham Gencer

Taksim’deki Elite World Otel’de buluşacaktık. Açıkçasını söyleyeyim canlı bir tarihle buluşacağım için heyecanlıydım. Otelin içindeki Jazz Company’de otururken birden geliverdi. Pembe ceketi, kravatı ve dinçliğiyle yaklaştı ve elimi öptü... Hiç 87 yaşında gibi değildi... Dinç, dinamik... Bir o kadar da mütevazı. Sanki Türkiye’de popüler müziği başlatan o değil, sanki Ajda Pekkan, Cem Karaca, Ayten Alpman, Barış Manço, Emel Sayın gibi isimleri ilk kez sahneye çıkaran o değil... O kadar sıcak ve içten... Ayten Alpman’ın konusu geçiyor, gözleri doluyor ve espriyi patlatıyor: Hocasıydım, kocası oldum... İlham Gencer işte... Başladık sohbete...

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Röportaj: Begüm Çelikkol

Sizi tanıyabilir miyiz? 1925 doğumluyum. Ailem beni 1934 yılına kadar, İlham Osman ismiyle çağırdı. Soyadı Kanunu’ndan sonra babam Gencer soyadını aldı ve bugünlere geldik. Annem ve babam ben üç aylıkken ayrıldı. Annem Almanya’da eğitim görmüş bir hanımdı. Çocuklara piyano dersi verirdi. Sanıyorum sanatçı ruhumu ondan aldım...

Müzik ilgisi nasıl başladı? Şişli Terakki Okulu’na başladım. Sonrasında Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydımı yaptırdım. Okulda Almanca’yı çok iyi öğrendim. Bu arada annemden aldığım derslerle piyanoyu ilerlettim. Orta ve lisede bu çalışmalar beni müziğe hazırladı. Bu arada ilk bestemi de beş yaşında yaptım.

Çocukluğunuza dair ilginç bir anınız var İlham Bey. Mustafa Kemal Atatürk’ün cenazesiyle ilgili.. 1938... Atatürk’ün ölümü. Dedemden, onun cenazesine beni de götürmesi için rica etmiştim. Dolmabahçe Sarayı’ndaki törene gittik ve bir anda dedemin elinden kurtuldum. Ne olduğunu anlamadım. Top arabasını çeken atların altında kaldım ve yaralandım. Gözlerimi açtığımda Teşvikiye Sağlık Yurdu’ndaydım. Bir buçuk ay da tedavi gördüm. Sonasında bu olaya çoğu kişi inanmadı ama arşivler tarandı ve bu olayın başıma geldiği anlaşıldı.

Sizin de okulda takıldığınız dersler var mıydı? Olmaz mı? Felsefe hocam. Çirkin bir kadındı. Uyurdum derslerde. Kafama cetvelle vuruyordu, dersten atıyordu. Belge verdiler sonra. İnatçıyım. Lise mezunu olmak istiyordum. Hatta hukuk okumak istedim. Hukuka girmedim ama bir davada avukat olmadan kendi kendimi beraat ettirdim. Piyanonuza epey ücret ödemiştiniz değil mi? Aynen öyle. Bir müzayede vardı 1953’te. “Steinway” konser piyanosunu gördüm.

Müzayedeye Koç ve Sabancılar da katılmıştı. Ve ben piyanoya tam otuz bin lira verdim! O zamanlar bu paraya üç yalı alınırdı. Sonrasında peki? 24 yaşındayken TRT İstanbul Radyosu’nda canlı yayında “İlham Gencer’le Cumartesi Geceleri” diye 20 dakikalık bir şov programı yapıyordum. Bu arada Tea Room isimli bir kulüpte de çalışmaya başlamıştım. Sonrasında askere gittim. 1950’de Kervansaray’da dans gösterileri yapan Amerikalı zenci şarkıcı Eartha Kitt’le tanıştım. Ona Üsküdar şarkısını öğrettim ve bu sayede bu şarkı dünyaca tanındı. Peki ya Ayten Alpman... Acısı çok taze... Önce hocası oldum sonra da kocası... 1953 yılında evlendik. Lisedeydim o da talebeydi. Bir gün Nişantaşı’nda yürürken gördüm onu ve peşine takıldım. Piyanoda ses denemesi yaptık ve yeteneğini gördüm. Birlikte

48 PORTRE ILHAMGENCER.indd 2

7/10/12 3:47 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

1938... Atatürk’ün ölümü. Dedemden, onun cenazesine beni de götürmesi için rica etmiştim. Dolmabahçe Sarayı’ndaki törene gittik ve bir anda dedemin elinden kurtuldum. Ne olduğunu anlamadım. Top arabasını çeken atların altında kaldım ve yaralandım. Gözlerimi açtığımda Teşvikiye Sağlık Yurdu’ndaydım. Bir buçuk ay da tedavi gördüm. Sonasında bu olaya çoğu kişi inanmadı ama arşivler tarandı ve bu olayın başıma geldiği anlaşıldı.

49

PORTRE ILHAMGENCER.indd 3

7/10/12 3:47 PM


PORTRE çalışmaya başladık. Evlendik. Kısa bir süre sonra hamile kaldı. İlham dünyaya geldi. Kısa süre sonra da Ayşe’ye hamile kaldı. O sırada Borivaj Gazinosu’nda program yapıyorum. Bu mekân pek çok önemli kişinin uğrak yeri oldu. Size “Çatı Kulüp” desek... Şişli’de Site Sineması’nın bulunduğu binanın en üst katındaydı. Artık birikimlerimi bir çatı altında toplamam gerekiyordu. Türkiye’nin bir tür özel konservatuarıydı. Ajda Pekkan’ı, Cem Karaca’yı, Barış Manço’yu, Emel Sayın’ı, Metin Ersoy’u, Füsun Önal’ı ve Fikret Kızılok’u burada sahneye çıkardım. Ajda Pekkan? Evet... Çok güzel bir kızdı, hâlen öyle. Annesi getirmişti. Piyanoyla denedik. Başarılıydı. Ve sahneye çıktı. Şimdi de mesleğini sürdürüyor. Ayten öldüğünde ilk arayanlardandı. Ağlıyordu. Bir çekime girecekmiş. Gelemeyeceğini söyledi cenazeye...

Linç olayı var yaşadığınız... 27 Nisan’dı. Bugünün tarihi de 27 Nisan... O zamanlar basında çıkan haberlerim oluyordu. Gündemdeydim. Bazı çevreler rahatsız oluyordu. Ben de Milliyetçi’yim. O dönemde Çatı’da işler iyi gitmiyordu. Personel sayısını azaltmıştık. 27 Nisan 1966 yılında personelin sigorta primlerini yatırmak için Beyoğlu’ndaki reklam ofisinden çıkmış Taksim Meydanı’na yürümüştüm. Bir grup da Taksim Meydanı’nda toplanmıştı, protesto gösterileri için. O sırada Milli Gençlik Teşkilatı’nın üyeleri mikrofonla, “Hükümet ülkede özgürlükleri kısıtlıyor. Polis kırmızı ceket giyen Jazz sanatçılarımı komünist diye tutukluyor, bunlara nasıl katlanıyorsunuz?” diye sesleniyordu. Tesadüfen oradan geçerken bunu duydum ve “Yalan söylüyorsun” diye bağırıp kürsüye koştum. Mikrofonu elime aldım ve konuşmaya başladım. Ortam iyice gerildi. “Ben müzisyenlerime kırmızı ceket giydiriyorum. Allah’a şükür aramızda tutuklanan yok dedim ve ortalık karıştı. Bana ilk yumruk Coşkun

Arıcı’dan geldi. Kalabalığın ortasına itildim. Polis, güç bela beni kurtardı. Sonra kalabalığın arasından bana destek verenlerle ayrıldım. İstanabul Milletvekili Tekin Erer, cesaretimden dolayı sonrasında bana mektup gönderdi. Çatı’da işler ne durumdaydı bu arada? Gazinoların rakibi olmuştu. Ama bir yandan da sevilmiyoduk. Büyük vergiler ödemiştim. Fakat bir yandan da hedef haline gelmiştik. Sanatseverler destek verse de olmadı. Tahliye edildi. Tahliyeyi engellemek için bir gün bir bidon benzin aldım. Ve çatıya çıktım. “Yedi sene en çok vergiyi ödedim, turizme katkıda bulundum. Kabileti olan gençleri müziğe kazandırdım. Bunu yapmamalısınız, haketmedim” diye bağırıyordum. Herkes binanın önüne toplanmıştı. Kızım Ayşe de o kalabalığın içindeydi. Kalabalıktakiler “O kişi İlham Gencer” diyormuş. Ayşe de bunu duyunca polislere kızım olduğunu söylemiş. Yanıma çıktı. “Ne olur babacığım bizi düşün, seni çok seviyorum” diyordu. Onun sesini duyunca, evladım, eylemden vazgeçip indim. Ve Çatı da kapandı. Sonrasında Necla İzmir’e gitmeyi önerdi. Gittik, onun ailesinin yanında kaldık. Ama İstanbul’u özlüyordum. Sonunda dönmeye karar verdik. İstanbul’a İşçi müzisyen olarak dönecektim. Bebek Gazinosu’nda olacaktım. Ama bu işte 1969’a kadar sürdü. Yeni işe başlamadan önce İzmir’de eşimin ailesine teşekkür etmek için İzmir’e gidecektim gene.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Bir de Türkan Şoray var... Evet. Onu da annesi getirdi. Fakat yeteneği yoktu. Annesine söyledim, yeteneği olmadığını ve gönderdim. Bana ilk başta kızdılar. Ama iyi ki de kızdılar bakın şimdi Türk Sineması’nın Sultan’ı oldu. Çatı Kulüp’e dönelim mi tekrar? Site Sineması’nda film önceleri kısa bir şov yapıyordum. Her gece Çatı’da program saat 22:00’de başlıyordu. Ayten Alpman’ın muhteşem yorumu... Düşünebiliyor musunuz ne güzel bir ortam?

Ayten Hanım’la ayrıldınız sonrasında.. Evet, 1960 yılında ayrıldık. Bir daha evlilik düşünmüyordum. 1963 yılında Türker İnanoğlu’nun oyuncuları Çatı’ya gelmişti. Aralarında Ege Güzeli Necla Öyke de vardı. İlerleyen saatlerde ona ilgim artmıştı. Telefonumu verdim ilerleyen günlerde beni aradı. İlk konuşmamızda çok utandığımı anımsıyorum. Bir anda ona evlenme teklif ettim. Ve evlendik. 1965 yılında da Bora doğdu.

50 PORTRE ILHAMGENCER.indd 4

7/10/12 3:47 PM


Bu marşın okunduğu ilginç bir gün vardı sanırım anlatır mısınız? 1978 yılında rahmetli Alparslan Türkeş’in liderliğinde Ankara’da yürüyüş yapmıştık. Bir ucu Keçiören’de bir ucu Kızılay’daydı. 800 bin kişi katılmıştı. Yukarıda helikopterler dolaşıyordu. Dönemin İçişleri Bakanı, “Ne oldu bunlar geri döndüler mi?” diye odasında dört dönmüş endişeden Orada 800 bin kişiye ben ilk defa “Ya Allah, bismillah Allahu ekber” diyerek gençliğe ben sundum bu sözleri.

si yerinde ve zamanında gereklidir. Her olur olmadık yerde söylenmemelidir. Bu haykırış o zaman çok gerekliydi. “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş” nasıl çıktı? 1961 yılında “Çatı Kulübü”nde Lübnan asıllı Fransız şarkıcı Bob Azzam’ın o yıl dünyada meşhur ettiği “C’est écrit dans le Ciel” adlı şarkıyı Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı eğlenceli sözlerle Türkçe olarak seslendirdi. Bu parça Türkçe söylenmiş ilk pop şarkısıydı. O zamana kadar Türkiye’de pop şarkılar Türk şarkıcılar tarafından orijinal dillerinde yani İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve İtalyanca söyleniyordu. Artık “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş” adını alan bu şarkı ilk olarak 78 devirli taşplak formatında, daha sonra da 45’lik vinil plak olarak yayınlandıktan sonra ülke çapında büyük bir ilgiyle karşılandı ve bu tür şarkıların devamı çığ gibi geldi.

“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma, Gün doğmadan evvel iklim-i Rum’a, (Rum toprakları) Bozkurtlar ordusu geçti hücuma. Yeni bir şevk ile gürledi gökler; Ya Allah! Bismillah! Allahu ekber!”

Şu anda Pop Müzik var mı? 5 yaşından beri müzisyenim. Pop diye bir şey yok. Popüler Müzik var. Jazz var, Opera var, Klasik Müzik var. Pop yok. Arabesk müzik gibi sonradan çıkmıştır. Arabesk Arap müziğinden türemiştir. Bak Bir Varmış Bir Yokmuş mesela, “Pop Müzik” diyorlar ama değil. Her şeyt kavram karmaşası Türkiye’de. Atatürk diyor ki, “Efendiler... Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hattâ cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat zanaatçı olamazsınız”. Sanatçı olmaz. Müzisyen olur, gitarist olur ama sanatçı değil...

Yemin ediyorum Keçiören’e kadar Ankara’yı inletmişti gençler. Ama hep-

Şu anda kimi beğenirsiniz? Sertab Erener... Çok beğeniyorum. Çok

güzel... Jazz müzikçiler var. İçlerinde İpeğim var. İpek Dinç. Şu an birlikte sahne alıyoruz. Böyle bir şey olamaz. The Marmara’da çıkıyor, televizyon haberciliği yapıyor, Kimya bitirdi. Fazıl Say’ı nasıl buluyorsunuz? Çok başarılı. O çocuğun üzerine çok geliyorlar. Kim bizi yurtdışında temsil etti bu kadar? Peki siz nasıl bu kadar dinç kalıyorsunuz? Sigara içmiyorum. Daha önceleri Malazgirt Marşı ile ip atlardım. Şimdi de yüzüyorum Les Ottomans Otel’de. Bir de Kedi Sporu var. Sabah kalkınca gerinirim yatakta. Bir de göz egzersizlerim vardır. Her gün 10 dakika yaparım. Kafamı oynatmadan gözlerimi sağa sola, yukarı aşağı oynatırım. Bir de günde bir öğün yemek yerim. Kiloma dikkat ederim. Sohbetimiz sona erdi, İlham Bey Jazz Company’de solisti İpek Dinç’le sahneye çıktı. Sahne performansı o kadar iyi ki, 30 yaşımdan utandığımı söyleyebilirim. Hani biz sürekli “Yorgunum”, “Akşam olsa da uyusak” diyoruz ya, o da tam tersi! “Akşam olsa da sahne olsa, müzik olsa” diyenlerden... Gencer sahnedeyken biz de can yoldaşı, S. Sami Coşkun’la konuşmaya başladık. Coşkun, İlham Bey’le uzun zamandır tanışıyor ve onun biyografisinin olduğu Bozkurt İlham Gencer isimli kitabı yazdı. O kitabı imzalarken, ben çoktan İlham Bey’in piyanosunun sesine kaptırmıştım kendimi.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Sanırım burada Alparslan Türkeş’le tanıştınız... Evet... Havalimanında Alparslan Türkeş ile tanıştım. Alparslan Bey havalimanında yanıma geldi. Beni dinliyormuş ve beğeniyormuş. “Müzisyen kişiliğinizle büyük işler yaptınız. Bunlar ileride mutlak fark edilecektir. Siz müzik yaparken kültür ve sanat yönünden de Türk Milleti’ni yüceltecek değerlere sahipsiniz” demişti. Bu sözler çok hoşuma gitmişti. Beni sonrasında Alsancak’taki Ülkü Ocakları Binası’na davet etti. Bu arada heyecanlıydım. Çünkü Necla Hanım “Bozkurtların Başbuğları” diye bir şiir yazmıştı ben de bestelemiştim. Bu marşı Türkeş’e armağan etmek istiyorum. Çok beğenildi.

51

PORTRE ILHAMGENCER.indd 5

7/10/12 3:47 PM


AŞK’A DAİR

YARINLARA BIRAKILAN AŞK Nalan Güven • nalan@edu-artdergisi.com

SEVGİLERDE / Behçet Necatigil Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı. Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telaşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vakit olmadı. Yarınlara bırakmak aşkı, sanki yarının garantisi varmış gibi… Birçok ertelediğimiz ve sonra da, “Keşke…” dediğimiz yapılmamış işlerle, gerçekleştirilememiş hayallerle doluyken yaşamımız, önünüze çıkan belki de bir daha hiç rastlamayacağımız bir aşkı ertelediniz mi hiç? Her zaman bir bahane bulunur yarınlara bırakmak için, kimi zaman şartlar zordur ama zor olan değil midir güzeli güzel yapan? İmkânsızlık değil midir tutkuyu kamçılayan? Tarih böyle ertelenmiş sevdalarla doluy-

ken bize kalan bu yaşanmamışlıklardan doğan şiirler ve romanlara konu olan aşkların okunması oluyor. Tıpkı büyük üstat Behçet Necatigil’in satırlarına dökülen şu sözlerinin içimize işlemesi, belki de derinlerde saklı duran bir pişmanlığın bize kendini başka hayatlarda hatırlatması gibi; “Sen bilmezsin mirim ne gariptir bir başkasına düşlerini anlatmak. Gün be gün eksilir zaman… Şair olunmaz doğulur. Neye, kime inat? Duygular yön verir kalemine, duygulara da yaşananlar. Mutluluk anlarında çıkmaz şiir. Buhranla dolu gecelerde, kâbusların sözcüsü olurlar. Sonra bir tek satır kokuları anımsatır. Buruk bir neşe geçmişe karışır. Sevgileri yarınlara bırakırsınız... Hayat hep olası hikâyeleri özlemekle geçer durur. Gidilmeyen filmlerde görmediğin heyecanlar, uyanmadığın sabahta etmediğin kahvaltı, çalmayan telefondaki utangaç sesi... Daha üzgün durur olmamışlıkları anımsamak. Mutsuz aşklar prim yapar. Masada iki bardak, bir şişe rakı. Ne diye içip durursun boş sandalyeye karşı? Onu böylesine sevmek için delirmiş olmalısın. Bir düşün, imkân var mı? Dün arasın diye beklemiştin. Telefon çalmadı. Bugün ilk sabahın ışıklarında kapının altından kaymış not. Bulduğunda tuhaf bir yanılsama. Yanlış zamanda gelmiş aşklar. Vakti dolduğunda… Bitmemiş ilişkiler sardı duvarları. Bu odayı, kitabın sayfaları-

nı, rüyaları. Başlamadan bırakmalı, henüz özlem içini kemiren kuşkulara dönüşmeden, ellerin yatağın boşluğunu hissetmeden, olası tutkulara içini dökememişken. Üç noktalar doldurmalı mektuplara. Söylenmemiş sözler için. Her yuttuğumuz gözyaşı bir aşkın sonu. Yarın düne benzemiyor şimdi. Sanki ilk kez yaşamışız yaşanmışı dünlerde, ya da başlamışız ansızın ta ilerde olacak…” Dar vakitlerde kalan sevginin sıkışıp kaldığımız dünya koşturmasına mücadele edecek gücü olmadığından ya da odalarımıza sakladığımız yalnızlığı kaybetmenin verdiği korkudan olsa gerek bu kaçışlar. Kitaplara sığdırılmış kelimelerle yaşamak ve kapağını kapadıktan sonra kendi telaşlı gündelik yaşamımıza dönüp aşkı ertelemek kadar bir göz ardı etme yaşamın gerçek varlığının sebebini. Aşk ile dünyaya gelmek ama hep ertelemek bir başka zamana… Belki de olmayacak bir zamana… Sözleri yarım bırakarak içimizde, hiç olmamış farz ederek devam etmeye çalışmak nefes almaya… Gelmeyene sevdalanmak, bol vakitler bekleyip aldanmak… Oysaki yeter olmalı bir kahve içimlik zamanlara dahi sığdırılmış bir bakış, sevgilinin dilinden bir hoş sohbet veya kısacık bir telefon konuşması… Yarına kalmadan… Yarına bırakmadan… Aşk ile yol almanız dileğiyle.

52 PORTRE ILHAMGENCER.indd 6

7/10/12 3:47 PM


Bazen düşünceler Oyalıyor beni Dün akşam Aktörlük yıllarım Geldi aklıma Tiyatro maceram Rollerim Çok zevkliydi Düşüncelerim Sahne, ışıklar, alkışlar Ve sanatçı olarak yaşamak Sonra o soruyu sordum kendime Şimdi imkanları zorlasam Tiyatroya döner miyim Pek olumlu değil bu düşünce Üstelik Tanımadığım bir adam var Beynimin içinde Hala sanatçı gibi ama Artık onu anlıya mı yorum Haydi söyle bana arkadaşım Sanata karşı düşünceler mi yaşlanmış Yoksa ben mi yaşlanıyorum. 26.06.2O12 AYHAN HÜSEYİN ÜLGENAY

Bırakıp gidebilmek zamanı geldiğinde Bazen giderken kendini bırakmak Bazen alıp götürmek yanında her ne varsa Uğruna vazgeçebilmek en değer verdiğinden Göze alabilmek hasreti Dille söylemeden adını Kalbinden zikredebilmek her solukta Gelmeyeceğini bilerek beklemek Yavaş yavaş tüketmek içinde Gözyaşları ile hayalini silmek Ve bir sabah adını anmadan uyanmak Yarına kalmadan... Nalan Güven / 2012

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Kabullenmek sonun başlangıcını

53

PORTRE ILHAMGENCER.indd 7

7/10/12 3:47 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

SÖYLEŞİ

54 ROPORTAJ NADIDE.indd 2

7/10/12 3:47 PM


SULTAN’I GİTTİ, GERİYE KALAN

NADİDE

Biz onu Nadide Sultan olarak tanıdık. 90’lı yıllarda hayatımıza “Vuslata Beş Kala Diyerek” girdi ve bir daha oradan çıkmadı. O yıllarda fiziksel görünümü biraz da olsa parçalarının önüne geçmişti. Ama şimdilerde konservatuar eğitiminin hakkını verdiğini gösterdi ve bomba gibi bir albümle karşımıza çıktı. Nadide Sultan’ken Nadide’S oldu. Ve Sultan ile S tamamen gitti... İki yıl sonra yeni bir albümle geldiniz. Kaçıncı albümünüz oldu? Geneç albümüm maksi single idi. Onu da sayacak olursak yedinci albümüm oldu.

Kararsızlıklar olmadı mı seçim yaparken? Çok tarzım olmadığını düşündüğüm ama çok sevdiğim şarkıları demo yaptık. Demo yaptığımız şarkıları şirkette dinlerken oylama yaptık.

Diğer albümlerden farkı nedir yeni albümünüzün? İlk defa bir ekibim oldu. TMC ile anlaştım. Mustafa Karahan ve onun kurduğu koca bir ekiple seçtik repertuarı. Ben hiç bu şekilde çalışmamıştım.

Mustafa Karahan’ın adil bir yöntemi vardır. Ekibi toplar ve şarkıları oylatır. En son sözü bu oylara göre kendisi söyler. Hiç bana uymayacağını düşündükleri şarkılar repertuara girdi. Özellikle de bir arkadaşımız, “Bu şarkı olmaz” dedi... (Basın danışmanı Ferda Kervan’ı işaret ediyor)

Sonrasında peki? Titizlikle seçilince güzel bir albüm oldu. Siz şarkıları çok severseniz, herkes seviyor. Şarkıları seçmek 8-10 ay sürdü.

Ferda Hanım, hangi şarkıydı o? Cem Özkan’dan Dön Bana. “Nadide pop söylüyor, Nadide’ye olmaz” dedim. Bağdaştıramadım bir an.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Parçaları ya plak şirketi seçmişti ya da ben seçmiştim. İlk defa hikâyemi ekibimle birlikte yazdım. Onlar alanında uzman bir ekip. Ya menajer var, ya basın danışmanı insanlar vardı ekipte. Sonra gittik tüm şarkıları demo yaptık, gitarla söyledik, farklı yorumlarla söyledik. Bu yolla seçince tam kalbimi titreten şarkıları seçme şansım oldu. Demoları dinleyen insanların benim sesimden şarkıları duyup, en doğru kararı vermeleri söz konusu oldu.

(Bu sırada sözü Nadide alıyor) Mustafa Karahan, bana “Sen hiç kimseye söyleme, şarkıya demo yap gel, toplantıda dinletelim” dedi. Orkestradaki arkadaşlar da “Nadide bu ne alaka?” dediler. Söyleyince, “Ay çok güzel oldu” dediler. İkinci bir repertuar toplantısı oldu. Mustafa Bey, “Size bir şey dineleteceğim” dedi ve parçayı dinletti. Ferda da, “Yok! Bu o mu? Güzel olmuş. Ters köşe yaptınız ama” dedi. Gitti içeri Cem Özkan’ı aradı, o da mutlu oldu.

55

ROPORTAJ NADIDE.indd 3

7/10/12 3:47 PM


SÖYLEŞİ Nasıl bir şarkı oldu peki? Çok değişik oldu. Nakarata gelene kadar kimse anlayamıyor. Nevzat Yılmaz ona öyle bir aranje yaptı ki, ara nağmesini de değiştirdi. “Dön Bana Yeniden Ne Olur” kısmına gelene kadar farklı geliyor. Nakarata gelince de “Aaa, bu şarkı mıydı?” dedirtiyor. Tam olması gerektiği gibi oldu. Bu benim başarım değil. Aranjörümün başarısı. Çok hoşumuza gitti. Cem Özkan, “Tanıyamadım şarkıyı, çok iyi olmuş” dedi.

tan yana hiç mi gülmez bana?” diye eşlik etmeye başladı. Hoş bir enerji çıktı, sanki eğlence yerine gitmişiz gibiydi. Çok eğlendik. Ondan sonra onun da demosunu yaptık. Müfide birkaç saat içinde iki şarkıyı birden yazmış. Tam harflerin verdiği melodiye oturtmuş müziği.

Başka nasıl şarkılar var? İki tane Greek şarkımız var. Onu da bir yönetmen arkadaşımın Yunan şarkıları arşivinden dinledim. Önerdiği 8 şarkının içinden bunları seçtik. Bir tanesine söz yazdırmakta çok zorlandık. O kadar tatlı bir melodisi var ki. Çok önemli söz yazarları yazdı. Ben de yazdım. Sonra Müfide İnselel’e başka bir Yunan şarkısı bulduk. Müfide, iki parçaya da söz yazdı. Ertesi sabah gözünde gözlüklerle uyumadan geldi. Birlikte koro çocukları gibi Mustafa Bey’in yanına gittik. Yunancayı açıp, üzerine sözleri söyledik. Nakaratta şirketteki hanımlar da “Hayat aşk-

İçinde aşkın halleri var? İlk şarkımızda diyoruz ki, “Taşındım yüreğinden”. Bir ayrılık var burada. Sonrasında da, “İçimin İstanbul yanı, neredesin? Bana yine can der misin?” diyoruz. Yani geri çağırıyoruz. Arkasından da “Ne olur söyleyin, beni sordu mu?” diyoruz. Hani birisiyle ayrılırsın, ortak arkadaşlarınız olur ve “Beni sordu mu acaba?” dersiniz ya, onun gibi. Ardından da “Dön Bana Yeniden Ne Olur” deniyor. “Aşk beni de al”, “Hayat Aşktan Yana” gibi şarkılarımız var. Tam aşk albümü. Sonbahar ve kışa gidebilecek, ömürlük bir albüm...

AŞKIN HALLERİ Toplam kaç şarkı var? 10 şarkımız var. Albüm genel olarak akustik

Aşk var isyan var. Size dişi Halil Sezai diyebilir miyiz? Tarzımız benzemiyor ama... Bir aylık aşklar gibi değil ömürlük aşklar gibi. Plajda çalsın bir daha çalmasın gibi değil. Şarkılar aylarca dinlenebilecek bir albüm. Stüdyoya gitmediğim için daha az dinler oldum, başka hazırlıklarımız oluyor. Şarkıları özleyip, otomobil açıyor dinliyorum. İnsan çok heyecanlanıyor. Bu albümün diğerlerinden farkı daha uzun ömürlü olabilmesi için uğraştığım bir çalışma. Çok daha ticari tercihler olabilirdi ama biz “Bunlar hızlı patlayacak ama uzun ömürlü olmalı” şeklinde çalışmalar yaptık. Ama şarkılar internette patladı. Eskiden elimizde bir kaset olurdu şimdi hemen internetten satılabiliyor... Çok garip. Kaset döneminin sonuna denk geldim. TEKNOLOJİ Ben hâlâ kaset döneminde kalmış gibiyim. Walkman vardı mesela, yeri ayrıydı. Benim ilk dönemimde kaset daha fazla çıkıyordu, CD az çıkmaya başladı. Sonra

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Ben hâlâ kaset döneminde kalmış gibiyim. Walkman vardı mesela, yeri ayrıydı. Benim ilk dönemimde kaset daha fazla çıkıyordu, CD az çıkmaya başladı. Sonra bu oran tam tersine döndü. CD’nin yerini de internet aldı. Hayat çok hızlı.

56 ROPORTAJ NADIDE.indd 4

7/10/12 3:47 PM


olursam 3. günde ayrılır, “Bu nasıl iş?” der ve gider... İlişkiler uzun sürmüyor.. “Seni anladım” deseler de olmuyor. Ünlülerle birlikte olan erkekler zorlanıyor. Ünlü erkeklerin eşleri biraz daha az zorlanıyor. Kadınlar daha çilekeş ya. Kıskançlık olursa daha da zorlaşıyor iş. Onlar için üzülüyorum. Ünlüler için de zor. MÜZİK, KONSERVATUAR VE EĞİTİM Bu arada müzik eğitimi alan biri olarak yeni çıkan müzisyenleri nasıl buluyorsunuz? Aranje, stüdyo tekniği, ses kayıt tekniği çok ilerledi. 90’lı yılların başındaki pop müziği de hoş bulurum. Şimdi de gençlerin alternatif işlere ilgi göstermesi benim çok hoşuma gidiyor. Şu andaki müzik dinleyicisi de daha birikimli ve daha iyi seçici. Kendileri-

Sultan tamamen gitti değil mi? Benim kimliğimde üç tane ismim var. Birini söylesem biri alınır, diğerini söylesem öbürü alınır. Bana hep “Nadide” diyorlar. Nadide olarak kaldık. Sultan gitti. Form doldururken çok zor oluyor. Öbür adınla yaz, hatalar oluyor. AŞK YOK Ben de çok çektim. Üniversite hayatımda babamın ikinci adı “Metin” değil “Meti” olarak geçti...Onun da ön adı var, benim de ön adım var. Her neyse! Hayat aşktan yana mı? Benim için şu anda aşktan yana değil. Tanışma ihtimalim de yok. Şirkete gidiyorum, konsere gidiyorum. Eğlenmeye gitmek, sosyal ortam falan yok Neden? Havaalanında biriyle çarpışırsınız, elinizdeki repertuar kâğıtlarınız yere saçılır, o da toplar... Olmaz mı? Ama ona verecek kafam da yok. Aşk şarkıların içinde kalsın. Biriyle birlikte

bir başkadır. Üniversitede giderdim yanlarına biri çalar bağlama, biri çalar gitar. Söylerdik... Ne kadar güzel değil mi? Çok keyiflidir konservatuar. Şu anki pek çok isim konservatuar terbiyesini, ortamını yaşamış olsalardı çok farklı olurdu. Ben mesela af ile geri döndüm okula. Biterken nasıl üzüldüm anlatamam. Okulda “Nerede master yapsam?” diye düşünürdüm. Konservatuar eğitimine devam etmek istiyordum. O ortam çok güzel. Öğrenmek bitmez. Ben bu işi yapıyorsam, ne kadar şanslıyım ki sevdiğim işi yapıp para kazanıyorum. Sokaktaki pek çok insan mutsuz. 32 yaşında yeniden geri döndüm okula. Dönüşüm çok güzel oldu. Camiadaki herkesin şu eğitimi tatmasını isterim. Albümden sonra neler değişti? Her albümden sonra duyduğum panik, heyecan aynı. Ama bu benim sanki ilk albümüm gibi. “Ben çok güzel bir iş yaptım” diyerek paniğimi bastırıyorum ki bu benim için çok ciddi bir değişim. Kendi şarkılarımı özlüyorum- ki ben bunu düşünmemiştim. Konservatuara girdiğinizde bu noktaya geleceğinizi düşündünüz mü? Düşünmedim valla

ne sunulandan çok araştırıp, dinliyor Herkes albüm çıkarıp, şarkı söyleyebilir mi? Madem teknikler değişti Doğru şarkı, doğru aranje olursa neden olmasın. Ama gönül ister ki konservatuardaki arkadaşlarımın hepsi yıldız olsun. Dünyada da böyle değil. Ciddi bir karizma olması gerekiyor. Konservatuarda da keşfedilmemiş ciddi yetenekler var. Konservatuar ortamı da

Kim keşfetti? Garo Mafyan. Vokal yaptığım bir şarkıcı benden bahsediyor. Ben de vokal yaptığım insanlar tarafından, “Albüm yapacak” diye lanse edildim. Benim için bir şeyler yapmaya çalıştılar. Garo Mafyan albüm çalışmasındaydı, beni dinledi. “Köpek gibi şarkı söylüyorsun, asılıyorsun, canavar gibisin” demişti. Hayatımda farklı bir süreç başladı böylece. Nasıl bir süreçte olduğumun farkında değildim. Konservatuara üçüncülükle girdim. Son olarak mesajınız var mı? Kaliteli müziği dinlesinler, bu albümü de dinlesinler istiyorum.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

bu oran tam tersine döndü. CD’nin yerini de internet aldı. Hayat çok hızlı. Heyecan verici bir sürece tanık olduk. Bizden sonrakiler nelere tanık olacak kim bilir? Geçen gün arkadaşımla caddede yürürken teyzeler gördüm, “Biz bu yaşa gelince belki de çocuklar kay kay ile caddede uçuyor olacak. Biz de ‘Yapma çocuğum, düşeceksin’ diye bağıracağız” dedim. CERN’de dünya değişiyor. Kim bilir neler yaşanacak? Biz televizyonla doğduk. Televizyonda İstiklal Marşı okunup, televizyon kapanırdı. “Kapanmasaydı, bir gün kapanmayacak ben de annemleri uyutup izleyeceğim” derdim. Biz bilgisayara “Bu ne ya? Canavar mı?” diye yaklaştık. Bizden 3- 5 yaş küçük olanlar ilk gençliklerine bilgisayarla başladılar. Biz “Bu ne ya?” der şekildeyiz. Aranjör bir şarkıyı aranje ediyor, bana mail atıyor. Ben önceden bir aranjeyi dinlemek için aranjörün stüdyosuna, şirkete giderdim. Bir daha yapıldığında bir daha giderdim. Üzerine basıp, okuyup, demo yollayabiliyoruz. Acayip bir dönemi yaşıyoruz.

57

ROPORTAJ NADIDE.indd 5

7/10/12 3:47 PM


TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

SAĞLIK

58 SAGLIK.indd 2

7/10/12 3:45 PM


Egzersizde

platoya takılmak!.. İster kas oranınızı artırmaya çalışın, ister yağ vermeye çalışın, vücudunuzun bunu yapması için belli bir süreye ihtiyacı vardır. Bu sürenin hızını azaltmak için maalesef yapılacak fazla bir şey yoktur. Saatlerce koşmak, daha fazla kas çalışması yapmak veya beslenme uzmanının verdiği programın yarısını yemek bu gibi davranışlar hedeflediğimiz noktaya yaklaşmak yerine uzaklaşmanıza neden olur. Arif BUDAK • arifbudak2005@hotmail.com

bütün söylediklerinizi yapıyorum ama hala istediğim sonuca ulaşamıyorum!..” Bu cümle spor salonlarında çalışan fitness eğitmenlerinin sık sık duydukları cümlelerden sadece biridir. Bu egzersiz uzmanlarının ‘plato’ dedikleri durumu göstermektedir. Kişi düzenli egzersiz yapıyor, beslenmesine dikkat ediyor olmasına rağmen istediği sonuca ulaşamaz. Böyle bir durumda öncelikle sakin olmalıyız. Bu düzenli egzersiz ve profesyonel olarak spor yapan, hedeflediği fiziksel görüntüye sahip olmak isteyen her insanın başına gelebilir. Bunun birçok sebebi olabilir… İnsanlar genelde fitness eğitmenlerinden sihirli bir şeyler duymak isterler. ‘Şu egzersizi yaparsan kesin zayıflarsın’ veya ‘Sadece bunun suyunu içersen,

inan süper olacaksın’ gibi... Ancak insan vücudu, maalesef bu kadar basit çalışmıyor. Vücudumuzun hedeflediğimiz noktaya ulaşması için daha çok emek harcamalı ve daha fazla fedakârlık etmeliyiz. En çok yapılan hatalardan biride insanların sonuç almak için gerekli olan zamanı kısaltma arzularıdır. Ancak istediğiniz sonuç ne olursa olsun, ister kas oranınızı artırmaya çalışın, ister yağ vermeye çalışın, vücudunuzun bunu yapması için belli bir süreye ihtiyacı vardır. Bu sürenin hızını azaltmak için maalesef yapılacak fazla bir şey yoktur. Saatlerce koşmak, daha fazla kas çalışması yapmak veya beslenme uzmanının verdiği programın yarısını yemek bu gibi davranışlar hedeflediğimiz noktaya yaklaşmak yerine uzaklaşmamızı sağlar. Bizim düzenli olarak uyguladığımız egzersiz ve beslenme programından

sonuç almamızın yavaşlaması ve hatta durmasına neden olan birçok etken olabilir. Bunlardan biri herkesin göz ardı etti konulardan biri olan, dinlenmedir. Yeterli ve sağlıklı uyku şart Uyku düzenimiz, vücudumuzun dinlenmesi ve kendisini yenilemesi için çok önemlidir. Uyku esnasında büyüme hormonu ve protein sentezi artar. Bu da vücudumuzun yenilenmesi ve kas oranımızın artması için çok önemlidir. Günlük 7–8 saatlik uyku vücudumuzun dinlenmesi ve normal çalışması için gereklidir. Eğer yeterli uyumuyorsak, vücudumuz dinlenemez ve kendisini yenileyemez. Bunun sonucunda hedeflediğimiz noktaya ulaşmak için sarf ettiğimiz bütün çaba boşa gitmeye başlar. Yoğun bir egzersiz programı sonrası vücudun kendisini toparlaması ve kasların kendisi-

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

“Hocam

59

SAGLIK.indd 3

7/10/12 3:45 PM


SAĞLIK

Kişi uykusunu almadığında veya haftalık egzersiz programında yeterli dinlenmediğinde kişinin vücudu yıkıma uğramaya başlar. Hücreler kendisini yeterli oranda yenileyemez ve egzersiz programından beklediği sonucu alamamaya başlar. Hatta çoğu zaman gerileme bile gözükebilir.

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

ni yenileyebilmesi için 24–48 saat arası bir süre gerekmektedir. Bu yüzden gün aşırı egzersiz tavsiye edilmektedir. Tabii bu durum kişinin egzersiz geçmişine ve egzersiz uzmanının vereceği tavsiyelere göre değişmektedir. Ancak kişi yeterli oranda dinlendiğinden emin olmalıdır. Kişi uykusunu almadığında veya haftalık egzersiz programında yeterli dinlenmediğinde kişinin vücudu yıkıma uğramaya başlar. Hücreler kendisini yeterli oranda yenileyemez ve egzersiz programından beklediği sonucu alamamaya başlar. Hatta çoğu zaman gerileme bile gözükebilir. Yeterli dinlenme ve yeterli uyku hücrelerimizin kendisini yeterli oranda yenilemesini ve metabolizmamızın düzgün çalışmasını sağlar. Bu yüzden dinlenme en az düzenli egzersiz ve düzenli beslenme kadar önemlidir. Vücut, programa alışmalı Uyguladığımız egzersiz programını ne kadar süredir uyguladığımızda oldukça önemlidir. Aynı egzersiz programını ve aynı sistemi uzun süre uygularsak vücudumuz yine platoya gelip orda kalabilir. İnsan vücudunun en önemli özelliklerinden biride hücrelerin uyum sağlama özelliğidir. Vücudumuzu nasıl bir egzersiz programına sokarsak vücudu-

muz 6–8 hafta içinde o programa alışacaktır. Bununla beraber aynı egzersiz programını uygulamaya uzun süre devam edersek, o programdan aldığımız sonuçlarda azalma hatta durma bile olabilir. Bu yüzden egzersiz uzmanımızın önereceği aralıklarla egzersiz programının değiştirilmesi istediğimiz sonuçlara ulaşmamızı pozitif etkileyecektir. En çok yapılan hatalardan biride bazı dergi ve yayınlarda başka insanlar için hazırlanmış egzersiz programlarının uygulanmasıdır. Kişi uyguladığı sistemden sonuç alamadığında bu tip bir yola başvurabilir. Ancak bu durum faydadan çok zarara neden olabilir. Bu yüzden egzersiz uzmanının verdiği programın dışına çıkılmamalı ve gerekli olan değişiklikler o kişinin gözetiminde yapılmalıdır. Beslenmede küçük yanlışlar olumsuz sonuçlar doğurur Beslenme sistemimizde de aynı durum söz konusudur. Uzun süre aynı beslenme programını uygulamak veya beslenmemiz de doğru yaptığımızı düşündüğümüz, ancak yanlış olan bazı minik detaylar sonuç almamızı negatif etkileyebilir. Bunun sonucunda yine vücudumuz platoya dayanabilir. Genellikle insanlar az yemek yenildiğinde faz-

la yağlardan kurtulacaklarını düşünürler. Bu durum kısmen doğrudur. Evet, pasta-börek ve alkol hayatımızdan çıksa, hiç de fena olmaz. Ancak bu tek taraflı bir beslenme, yani sıfır karbonhidrat ve bol protein anlamına gelmez. Fazla yağlardan kurtulmak için düzenli ve sistemli bir beslenme programı uygulamak gerekir. Vücudumuzun protein karbonhidrat ve yağlara ihtiyacı vardır. Yağlanmamızı sağlayan vücudumuzun ihtiyacından fazla besin tüketmemizdir. En çok yapılan hata olan karbonhidratı tamamen hayatımızdan çıkarmak veya bazı sebze suları ile yaşamaya çalışmak bizim yağ vermemizi sağlamaz. Ayrıca yağlanmamızı hatta sağlığımızın tehlike altına girmesini bile sağlayabilir. Bu yüzden beslenme konusunda profesyonel yardım almak istediğimiz hedeflere ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Uyguladığımız rutin beslenme ve egzersiz programının dışına çıkmak, genel sistemi değiştirmek, takıldığımız platoyu aşmamıza yardımcı olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki bir egzersiz ve beslenme uzmanından yardım almak her zaman için hedeflerimize daha kolay ulaşmamızı sağlayacaktır.

60 SAGLIK.indd 4

7/10/12 3:45 PM


SAGLIK.indd 5

7/10/12 3:45 PM


SPOR

KOŞMAK MI? BİR DAHA DÜŞÜNÜN! Göksel Yavuz • goksel@edu-artdergisi.com

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Artık hepimiz biliyoruz ki sağlık için egzersiz şart. Ama maalesef ki fitness endüstrisinin son 40 yıldır ısrarla savunduğu günde 45 dakika ila bir saat yoğun aerobik egzersiz (tempolu koşma) faydadan çok zarar veriyor. Yaşı müsait olanlar Jim Fixx`i hatırlayacaklardır. 1977`de yazdığı koşu kitabı bütün Dünya’da yankılar yaratmış, sırf ABD`de bir milyondan fazla satmıştı. Ama maalesef , 52 yaşındaki Fixx bir sabah koşarken kalpten ölmüştü . Aerobik egzersizler sağlık için gerçekten yararlı mı? Artık hepimiz biliyoruz ki sağlık için egzersiz şart. Ama maalesef ki fitness endüstrisinin son 40 yıldır ısrarla savunduğu günde 45 dakika ila bir saat yoğun aerobik egzersiz dictum’unun (koşu, spinning, vs.) batı toplumlarını getirdiği –ve dikkatli olmaz isek bizi de getireceği- nokta sürantrene olmuş, fit olmaktan uzak, bağışıklık sistemi ve metabolizması karman çorman bir nesil. Bizler sabit bir tempoda uzun süre yoğun aerobik egzersiz(koşu, jogging, spinning, vs) yapmak için yaratılmadık. Doğada tek bir aktivite bile yoktur ki bu tür bir efor gerektirsin. Ama merak etmeyin, mutat metodun neden işe yaramadığını inceleyerek, daha etkin –ve eğlenceli- bir metot üstünde konuşmaya başlayabiliriz. Dr. Angel Keys’in bilimsel tutarlılığı fazlasıyla su götürür 1953 tarihli araştırmasıyla birlikte, belki de fitness endüstrisinin şu anki halini almasını sağlamış yegane eser olan Kenneth Cooper’ın 1968 tarihli “Aerobics” isimli kitabında hazret(!) yüksek yoğunlukta yaptığımız her saat için bir ödül pu-

anı belirlememizi salık veriyordu, her kim ki en yüksek puana sahip olur, o kişi en sağlıklı ve en yağsız olandır. Belki de iyi niyetlerle başlayan ama fitness endüstrisinin kar marjı ve de amortisman giderleri en fazla olan kardiyovasküler cihazlardan akan para için desteklediği bu yöntem sağlık peşinde koşanları 40 yıl boyunca aynı yanlışa mahkum etti. Bu yöntem ise sadece vaat ettiği yararları sağlayamamakla kalmıyor, üstüne bir de sağlık riskleri taşıyor. Öncelikle bu tür egzersiz –hele bir de, genelde tavsiye edildiği gibi yüksek düzeyde rafine karbonhidratlarla desteklendiğinde- sistemik enflamasyonu fazlasıyla arttırıyor, ve aynı zamanda sizi fazlasıyla kortizol’e maruz bırakıyor. Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus ise çalışma ekonomisi ya da faydamaliyet eğrisi. Şöyle kabaca bir hesap yaparsak, bir kilometre koşmak için 1000 adım atmak gerekiyor ve koşarken atılan her bir adım alt uzuvlara vücut ağırlığının iki katı kadar baskı yüklüyor. Yani, Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre ortalama 72 kilo olan bir Türk erkeği sadece 200 kalori yakmak için vücuduna travmatik bir 144000 kilo/144 Ton (Yazı ile, evet , yüz kırk dört ton) baskı yapıyor. Bunun yaratacağı kümülatif etkiyi bir düşünün. Şimdi vücudun iki temel enerji sistemine bir göz atalım: Birinci sistem, biz dinlenirken, uyurken ya da çok düşük düzey-uzun süreli fiziksel aktiviteler yaparken yağları enerji kaynağı olarak kullanan. Oksijenin olduğu (rahatça nefes alınabilecek) bir tempoda yağlar kolay bir şekilde yanar. Toplayıcılık yapmak ya da yeni bir

av sahasına varmak için çok hafif tempoda kilometrelerce yürüyen Taş Devri atalarımız gibi. İkinci sistem ise, kısa zamanda çok zor işleri yapmamızı sağlayan ATP bazlı sistemimiz. ATP devamlı kaslarımızda bulunur ve “yüksek oktanlı” bir yakıttır. Maalesef ki, nispeten kısa sürede bu stoklarımız boşalır, ama gene kısa sürede tekrar dolar. Bir yırtıcı tarafından yenmemek için hızla koşup bir ağaca tırmanan Taş Devri atalarımızı düşünün. Dahası bu kısa süreli/patlamalı çabanın sonucu olarak kaslarımızda yeni bir güçlenme kıvılcımı oluşacak ve bir dahaki yırtıcıyla karşılaştığımızda daha atik ve güçlü olacağız. –Tam anlamıyla ve en mükemmelinden evrimsel adaptasyon… Sonuç olarak, yağlar ve ATP bizim lokomosyon için kullandığımız temel enerji sistemlerimizdir. Vücudumuz –glükoz formunda- karbonhidratı enerji kaynağı olarak kullanabilse dahi yağ ve ATP’yi her zaman için tercih edecektir. Taş Devri atalarımız hiçbir zaman –bizim artık her gün yapmaya çalıştığımızın aksine- bir saat boyunca kalp ritimlerini yüksek seviyede tutmaya uğraşmadı. Organize avlarda dahi, avı kovalamak -sonunda avı yakalayamama şansı her zaman olduğu için- enerji korunumu açısından gayet verimsiz bir yöntem olurdu ve dahası bu güçsüz durumdayken başka bir yırtıcıya av olmak çok daha kolaylaşırdı. Peki bu sürdürebilir olması için yüksek miktarda şeker gerektirerek insülin yüksekliğine yol açan, serbest radikallerin üretimini 20 kata varan oranlarda

62 KOSE YAZARLARI.indd 12

7/10/12 4:03 PM


Toparlamak gerekirse: Düşük düzey aerobik egzersizlerin yararları(yürüyüş, hiking, yüzme, bisiklet, vs):

Kılcal damar yoğunluk ve kalitesini arttırmak z Mitokondri işleyişini daha etkin hale getirmek z Yağ yakım ve taşınma enzimlerini harekete geçirmek z Daha eğlenceli ve sosyal bir egzersiz türü olması İnterval ve Ağırlık egzersizlerinin yararları: z Kas dokusunun güçlenmesi z Aerobik kapasiteyi arttırmak z Mitokondri işleyişini daha etkin hale getirmek z İnsülin hassasiyetini arttırmak z Egzersiz-Sonrası Oksijen Tüketimi’ni art-

tırmak yoluyla yağ yakımını hızlandırmak z Büyüme hormonunu arttırmak suretiyle yağ yakımını hızlandırmak Yüksek düzey aerobik egzersizlerinin zararları (koşu, jogging, spinning, vs.): z Çok fazla karbonhidrat gerektirmesi • Bunun sonucu olarak insülin dengesini bozması z Verimli yağ yakımı metabolizmasına zarar vermesi z Stres hormonu kortizolü arttırması z Sistemik enflamasyonu arttırması z Serbest radikaller üretimini yükseltmek yolu ile oksidatif zararı artırması z Bacak eklemlerine aşırı derecede baskı yüklemesi z Fena halde sıkıcı olması

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

arttırarak oksidatif zararı arttıran, kortizolü yükselterek enfeksiyon, kemik yoğunluğunda düşüş ve kas kaybı yaratan yöntem dışında kullanabileceğimiz yöntem nedir? 40 ila 100 bin yıldır değişmeyen DNAmızı ve onun tercih ettiği enerji sistemlerini dikkate alırsak, gün içi aktivitelerimiz arttırmak suretiyle her gün düşük düzeyde aerobik egzersiz ile haftada 2-3 interval egzersizleri ve ağırlık çalışması yapmak en ideali olacaktır.

63

KOSE YAZARLARI.indd 13

7/10/12 4:03 PM


KÜNYE

Temmuz 2012 Sayı: 5

EDU&ART Dergisi Adına İmtiyaz Sahibi Açelya ÜLGENAY acelya@edu-artdergisi.com Genel Yayın Yönetmeni Begüm ÇELİKKOL begum@edu-artdergisi.com

TEMMUZ EDU&ART DERGİSİ 2012

Editör Feyhan UZUNOĞLU feyhan@edu-artdergisi.com Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Açelya ÜLGENAY acelya@edu-artdergisi.com Görsel Sanat Yönetmeni Ferhat GEDİK ferhat@edu-artdergisi.com Reklam Müdürü Seval AKÇA seval@edu-artdergisi.com

Abone-Dağıtım Ahu ÇELİKYÜREK abone@edu-artdergisi.com YÖNETİM YERİ VE ARDESİ Defne 4 Villa 14 Bahçeşehir /İstanbul Tel: (0212) 669 96 26 Faks: (0212) 669 96 26 info@edu-artdergisi.com www.edu-artdergisi.com BASKI VE CİLT Koridor Matbaacılık ve Tanıtım Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. İkitelli Organize Sanayi Bölgesi İpkas Sanayi Sitesi 3.Etap B 19 Blok No: 5 Küçükçekmece/ İstanbul / TÜRKİYE Tel: 0212 549 88 60 (pbx) Faks: 0212 549 88 65 Sertifika No: 16206

KAPAK FOTOĞRAFI: SİBEL GÜNAK

SÜRELİ YEREL YAYIN

EDU&ART DERGİSİ ayda bir yayınlanır. Para ile satılmaz.Yayınlanan yazı ve reklamların sorumluluğu sahibine aittir. Dergideki yazılar, görseller ve reklam çalışmaları izin alınmaksızın kullanılamaz. Gönderilen yazı ve görseller yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergideki yazılar için yazarlara telif ödenmez.

64 KUNYE64.indd 4

7/10/12 3:50 PM




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.