33 minute read

DOLU KADEHİ TERS TUT

‘Türkçe müzik yapabileceğimizi hayal edemiyorduk’

Zeynep TOKER D olu Kadehi Ters Tut, 7 yıllık müzik yolculuğunda kendine geniş kitle edinmeyi başaran alternatif müzik grupları arasında. Diğerlerinden farkı bu yıl pop müzik sahnesinin kalesi sayılan Harbiye Açık Hava’da konser vermeleri oldu. Üstelik konser biletleri kısa sürede bitti. Onların konseri Harbiye’nin yeni müzik türlerine açık olduğunu da gösterdi. Kısacası Zor’u başardılar diyebiliriz. Çıkardıkları son parçayla da! Geçen ay Dilan Balkay ile Zor şarkısını yayınladılar. Yalnız parçanın şöyle bir özelliği var; her zaman trompetiyle dinlemeye alışık olduğumuz Dilan Balkayı’ı bu sefer vokaliyle dinliyoruz. Detayları Dolu Kadehi Ters Tut anlattı. ❏ Uzun bir aradan sonra ilk konseriniz

Advertisement

Harbiye Açık Hava’da gerçekleşti, aynı zamanda Harbiye’deki ilk konserinizdi. Hem Harbiye’de olmak hem de uzun zamandan sonra sahnede olmak nasıl bir duyguydu?

Uğurhan Özay: Yaklaşık bir buçuk seneden sonra konser vermek bize çok iyi geldi. Özellikle ilk defa Harbiye’de olmak ve sevgili müzisyen arkadaşlarımız Deniz Tekin, Sedef Sebüktekin ve Canozan ile ilk kez hep birlikte aynı sahneyi paylaşmak bizim için bu konseri iyice özel kıldı. Bağımsız bir grup olarak Türkiye’nin en büyük sahnelerinden birinde yer alıp bütün biletlerin bitmesi bizim için ayrıca gurur vericiydi. Konsersiz geçen aylar sonrasında dinleyicilerimiz de enerjisini toplamış olacak ki seyirciler çok iyiydi! ❏ 2020-21 üretim konusunda Dolu Kadehi

Ters Tut, oldukça aktif bir gruptu. Bu durum pandeminin en başından beri böyle miydi? Yoksa belli bir dönem hiçbir şey yapmayıp sadece beklediniz mi?

Oğulcan Ava: Bizim zaten albüm yapma planımız vardı. Hazırlıklara da başlamıştık. Pandemi daha sonra gelişti aslında. Normal şartlarda yoğun konser takvimimize bir ara verip albüme gireşecekken birden vaktimiz oldu. Biz de albüm hazırlığımıza odaklandık. Kaş’a albüm yapmaya gittiğimizde çok kısa sürede çok fazla şarkı çıkardık Uğurhan’la birlikte. Daha çok şarkıları elemekle uğraştık bile diyebiliriz. Pandeminin ilk başlarında hem bir anda çok boş zamanımız olduğundan hem de albüme hazırlık olması için iyi olur dediğimizden ben solo bir albüm de yaptım. O yüzden üretkenlik konusunda sıkıntı yaşadığımızı söyleyemem. Evde kaldığımız dönem planlarımıza daha net odaklanmamıza sebep oldu. ❏ Geçen ay Dilan Balkay ile yapmış

olduğunuz Zor isimli parçayı yayınladınız. Parçanın hazırlık süreci nasıldı? Parçaya dair her şey aslında ikinizin ve Dilan Balkay’ın elinden çıkmış gözüküyor. Aynı anda bütün her şeyi kontrol etmek, planlamak ve uygulamak yorucu değil mi?

U. Ö.: Parçayı Dilan Balkay ile oluşturduk. Zor, Dilan’la birlikte yaptığımız ikinci çalışma. 2018’de Siz Bana Aldırmayın’ı yayınlamıştık ama sadece trompet çalmıştı. Bizimle birlikte Dilan’ın vokalinin olduğu ilk single Zor oldu. O

26

Her sene bulundukları yaşla ilgili parça çıkaran grubun en son çıkardıkları parça.

yüzden de Zor’un ayrı bir yeri var bizde. Dilan yakın arkadaşımız olduğu için birlikte çalışmak çok heyecan vericiydi. Parçanın kapağını Gizem Güner, YouTube animasyonunu ise Hazal Günal çizdi. Bir süredir çalıştığımız Lu Community ekibi de styling tarafını üstlendi. Fotoğrafları ise Ogün Akgül çekti. Yıllardır çalışma sistemimiz hep 2021 Zor Dolu Kadehi aynı. Bu şekilde kendimizi daha rahat Ters Tut hissediyoruz. Elbette yorucu oluyor ama işler ortaya çıktığında yorgunluğun pek bir önemi kalmıyor. Şarkıyı yapıp yayınladığımızda, insanlarla birlikte bir kere söyleyince tekrar üretmek için motive oluyoruz. ❏ Tolga Akyıldız, bir köşe yazısında

“İngilizce söz yazma ve şarkı okuma üzerine çalışmak da yerinde olabilir Dolu Kadehi Ters Tut için.” yorumunda bulunmuştu. Sizin böyle bir planınız var mı? İngilizce bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

O. A.: Neredeyse 10 yıldır Uğurhan’la birlikte müzik yapıyoruz. Bunun ilk yarısı İngilizce besteler ve cover’lar yaparak geçti. Hatta o zamanlar Türkçe müzik yapabileceğimizi çok hayal edemiyorduk, beceremiyorduk da. Daha sonra Türkçe sözlü müzik yapmaya başlayınca önümüzde çok geniş bir kapı açılmış gibi oldu. Uzun süredir keyifle üretiyoruz. Şu anda İngilizce şarkı yapma fikrimiz ya da gündemimiz yok ama gelecek neler getirir bilemiyoruz, her şey olabilir. Eurovision’a katılırsak neden olmasın. ❏ Önümüzdeki dönem için

planlarınız ne?

U. Ö.: Çalışmaya devam ediyoruz. Önümüzdeki günlerde solo single’ımız Öylece Durdun yayınlanacak. Sürpriz parçalarımız da var. Başka iş birliklerimiz olacak. Konserler yapmaya, dinleyicilerimizle buluşmaya devam ediyoruz. Gerçekten çok heyecanlıyız önümüzdeki işler için. Her şey çok yolunda. Enerjimiz yüksek.

EKİM 202121 ‘Dinleyicilerimle dijital mektup arkadaşlığı başlattım’

Ece ULUSUM

Simge Pınar’ı birçoğumuz Sofar İstanbul’da keşfettik. Sonrasında single çalışmalarını yayınlayan müzisyen, geçtiğimiz sene Harun Tekin’in prodüktörlüğünü üstlendiği ilk albümü, Güzel Şeyler’i müzikseverlerle paylaştı. Biz de ikinci albümünün ilk single’ı Cevap için bir araya geldik. ❏ Boş koltuklar karşısında klip için bile

olsa çalmak nasıl hissettirdi?

İkinci albümümün ilk teklisi, Cevap’ın klibi Ses Tiyatrosu’nda çekildi. Her ne kadar boş koltuklara söylesem de benim için o büyüleyici sahnede olmak çok büyük bir şanstı. Pandemi sebebiyle yaklaşık bir buçuk senedir konser veremeyen bir müzisyen olarak, sahnede olmayı çok özlediğim için buruk bir sevinç yaşadım. ❏ Cevap parçasının sözleri nasıl bir ruh

halinde çıktı?

Cevap’ı yazdığım zamanlar benim için bulanık. O dönem hissettiklerimle bugün şarkıya bakışım çok farklı. O vakitler hüzünlü bir aşk şarkısı olan Cevap, şimdilerde bende çok farklı hisler uyandırıyor. Cevapların kendi içimde olduğunu bilerek söylemeyi seviyorum. ❏ Konserlere daha sık çıktığın dönem

sonrası pandemi araya girdi. Bu süreç motivasyonununuz nasıl etkiledi?

Bu süreç benim için çok inişli çıkışlıydı. Bazı günler evde ve yalnız olmak çok iyi geldi. Oturup düşündüm, kendimi daha çok tanıdım, ne istediğimi daha iyi anlamaya başladım. Kendime döndüm ve bana iyi gelen şeylere çevirdim yüzümü. Bazen hiçbir şey üretemedim, bazen de şaşırtıcı şekilde konsantre olmayı başardım. Covid sebebiyle çok sevdiğim halamı kaybettim. İstemeden de olsa ölüm, yaşam, kendini gerçekleştirme, zamanın uçuculuğu ve bunun gibi pek çok ağır konu üzerine bolca kafa yordum. ❏ Müzikseverlerle Mektup başlığında bir

iletişiminiz oldu. Çıkış noktası nasıldı?

Yıllar içerisinde pek çok yakın arkadaşım İstanbul’dan çok uzaklara taşındı. Onlarla sık sık mektuplaşıyordum. Bir yandan dijital mektup arkadaşlıklarım da sürüyordu. Hiç tanımadığım ama birbirimize gönderdiğimiz mektuplar sayesinde arkadaş yakınlığı kurduğum birkaç kişi vardı. Bundan dört sene önce, dinleyicilerimin de hoşuna gidebileceğini düşündüğüm için bir dijital mektup arkadaşlığı başlattım. Yaklaşık 50 kişiyle başladık. Birbirimizle hayatımızın en özel anlarını, günlerimizi, sevdiğimiz kitapları, şarkıları paylaşıyoruz. Bana gelen her mektubu okuyorum. Elbette kendi şarkılarımı, konser duyurularımı da ilk onlarla paylaşıyorum. Arada bir sürpriz kayıtlar atıyorum. ❏ Efe Demiral ile birbirinizi müzikal

açıdan nasıl besliyorsunuz? Evdeki akustik proje ortaya nasıl çıktı?

Efe, hem müzisyen olarak hem de insan olarak çok hayran olduğum biri. Ondan çok şey öğreniyorum. Yıllar içerisinde birçok konserde beraberdik ve şarkılarımın akustik versiyonlarını sıklıkla çalıyorduk. Pandemi döneminde bu çaldığımız versiyonlardan dört tanesini bir akustik EP’de buluşturmaya karar verdik. Bir yandan da evden kayıt işini kotarabilir miyiz görmek istedik ve ortaya böyle bir kayıt çıktı. Efe, kayıtları bitirdikten kısa bir süre sonra akustik albümü kaydettiğimiz, Fenerbahçe’deki evinden çıkmak zorunda kaldı ve Güzel Şeyler Akustik o evden çıkan son albüm oldu. ❏ Kapanma sürecinde senin için en

unutulmaz olan an hangisiydi?

Yüksek lisansa başlamaktı. Akustik albüm kayıtları esnasında müzik konusunda daha çok derinleşmeye ihtiyacım olduğunu hissettim ve birkaç ay boyunca yüksek lisansa hazırlandım. En sonunda İTÜ MIAM’da Ses Mühendisliği ve Tasarımı yüksek lisansına kabul edildim.

‘Üretim halinde olmayı planlıyorum’

❏ Bundan sonraki süreçte neler

yapmayı planlıyorsunuz?

İkinci albümümü tamamlayacağım, albümün öncüsü birkaç tekli yayınlayacağım. Sürekli bir üretim halinde olmayı planlıyorum. Güzel bir ev stüdyosu kurduk, bol bol kayıt yapmak, şarkı yazmak ve konserler vermek istiyorum.

51bin

Cevap parçasının Spotify'da ulaştığı dinlenmeye sayısı.

Mekanlar yöneticilerinin ruhunu taşır mı?

Zeynep TOKER

Oçok sevdiğiniz grubu dinlemeye gittiğiniz, arkadaşlarınızla deli gibi eğlendiğiniz ya da müdavimi olduğunuz mekanın bir ruhu olduğunu hiç düşündünüz mü? Yapılan organizasyonlar, sahne alan isimler bunların hepsi kimin tarzını yansıtıyor? Sizin mi mekanın mı yoksa mekan yöneticisinin mi? Bu konuyu zaten merak ediyorduk ama geçenlerde bir etkinlik takvimini görmemiz üstüne daha da düşünmemize sebep oldu.

Bir gün ofiste oturmuş İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş’nin düzenlediği etkinliklere bakıyorduk, düzenlenen konser ve festivallerde “Pozitif havası”nın olduğunu fark ettik. Bunun üstüne Murat Abbas’ın Pozitif, Zorlu PSM ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş’de düzenlemiş olduğu etkinliklere kısaca bir göz atmak istedik.

Murat Abbas’ın Pozitif zamanında yaptığı işlere baktığımızda; Rihanna’dan Justin Bieber’a, Red Hot Chili Peppers’dan Iron Maiden’a, Efes Pilsen One Love Festival’den, Rock’n Coke’a birçok yerli-yabancı isimle çalışıp festivallere hayat verdiğini görüyoruz. Zorlu PSM’de bulunduğu yıllara baktığımızda ise, farklı tarzda müzik yapan yerli-yabancı birçok müzisyenin sahne aldığı PSM, görsel sanatların da izlenebileceği favori mekanlardan olup aynı zamanda da Sonar İstanbul’a ev sahipliği yaptı. Günümüzde ise bu durumun İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği etkinliklerde de var olduğunu düşünüyoruz. 30 Ağustos Zafer Bayramı kapsamında Yenikapı’da gerçekleşen konserler hakkında birçok yerde “festival gibi etkinlik” yorumları yapıldı, gözümüzden kaçmadı.

Yapılan organizasyonlarda yer alan isimlere baktığımızda görünen tablo, haber başlığımıza; “Evet, mekanlar yöneticilerin ruhunu yansıtır.” cevabını veriyor. Peki neden böyle? Bunun bilimsel bir karşılığı var mı diye merak ettik ve araştırmaya koyulduk. Konuyla doğrudan bağlantılı bir kaynak bulamasak da şirketlerde CEO/Yönetici/Lider rolünde olan kişilerin, vizyonunun ve çalışma stratejisinin nasıl olması gerektiğine dair birkaç makale bulduk.

HER YÖNETİCİ KENDİ

VİZYONUYLA GELİYOR

Hemen hemen yönetim ile ilgili yazılan her metin ve araştırma, beraber çalıştıkları ekibe rağmen, zaten en büyük sorumluluğun -tahmin edileceği gibi- en üst düzey yöneticiye verildiğini yazıyor. McKinsey'nin önemli partnerlerinin yazdığı, "The Mindsets and Practices of Excellent CEOs" isimli tavsiye makalesinde, bir yöneticinin tüm sorumluluklarının yanına şu cümleyi ekliyorlar: "CEO, bir şirketin vizyonunu belirleme konusunda nihai karar vericidir."

Yine, McKinsey & Company’de yer alan “How New CEOs Can Boost Their Odds of Success” başlıklı makalede, Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk 500 şirketinde 2004-2014 yılları arasında görev alan 600'e yakın CEO grubunu analiz ederek edindiği verilere göre, üst düzey yöneticilerin yaygın olarak yaptığı dokuz stratejik hamle hakkında bilgi toplamışlar. Her şirketin, yeni CEO'nun gelişinden önce sektördeki performanslarına göre, üç kategoriye ayırmışlar. Bu kategorilerin her birinde şirketlerin hareketlerini incelediklerinde ortaya şöyle bir sonuç çıkmış; yeni gelen CEO'lar göreve geldikleri kurumun iyi veya kötü performansı farketmeksizin sıklıkta benzer şekilde davranıyorlar. CEO'ların aldıkları kararların ve eylemlerin etkileri eşit olmasa da, genel çerçevede benzer yöntemler izliyorlar.

Yani yöneticiler, kendilerinden önceki yönetimin durumundan bağımsız olarak kendi vizyonlarını ve kişisel özelliklerini ortaya koymak için benzer hamleler yapıyorlar. Her yönetici, kendi vizyonuyla geliyor. Tüm bunlarla beraber, yönetimsel yetkinliklerin yanında, bir yöneticinin çalışma ortamı ve şirket kültürünü dahi doğrudan etkilediğini, Steve Jobs gibi artık ikonik olmuş örneklerden de biliyoruz. Forbes’ta yer alan “Company Culture Is A Mirror - Here's What Yours Should Reflect” isimli makalede ise, yöneticinin bu alandaki sorumluluğunun altını çizen Jason Kulpa, şirket kültürünün sadece işin bir yansımasının olmadığını aynı zamanda liderin bir yansıması olduğundan söz ediyor. Bir yönetici, aslında sadece yönetimsel stratejiyle veya rakamlarla ilgilenmekle kalmıyor, çoğu zaman şirketin kendisini doğrudan temsil ediyor.

KENDİ EKOLÜMÜ

YARATTIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM

Yapılan araştırmalar yöneticilerin gittikleri mekanda kendi vizyonlarını oluşturduklarını, görev aldıkları şirkette onlardan izler görebileceğimizi gösteriyor. Peki bu durum İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş Genel Müdürü Murat Abbas için de böyle mi? Mekanlar yöneticilerin ruhunu taşır mı? Bir mekanda yöneticinin tarzına göre mi yoksa dinleyicinin talebine göre mi etkinlikler düzenlenmeli? sorusunu kendisine yönelttiğimizde, mekan ve kurumların yöneticilerin ruhlarından, bilgilerinden ve vizyonlarından direkt etkilendiğini, bu durumun da kurumsallığa aykırı bir şey olarak görmediğini söyleyen Abbas, “İster küçük bir caz kulübü, ister büyük bir müzik salonu, performans sanatları merkezi, hatta isterse bir opera salonu olsun, yöneticiler kendi imzalarını atarlar. Bu her zaman kayıtsız şartsız böyle olur diyemem. Kimi zaman köklü kurumların ortodoks yapıları buna müsade etmez kimi zaman da tepedeki yöneticinin imzasını atacak ne bilgisi ne vizyonu olur. Kendi adıma konuşacak olursam imza atmaya bayılırım.” diyor. Mekanlarda gerçekleşecek etkinliklerin de bir denge içerisinde olmasını söyleyen Murat Abbas, program ne tamamen yöneticinin tarzına göre ne de tamamen dinleyicinin talebine göre şekillenmeli diyor. “Pozitif ruhunu” çalıştığı diğer mekanlara da yansıttığını düşündüğümüzü söylediğimizde, Pozitif ve Babylon’da yönetici olarak beş sene çalışmış olsa da ilişkilerinin daha uzun senelere dayandığını ama buna rağmen kendini “Pozitif ruhu” olarak tanımlanan dünyanın bütünleşik bir paydaşı olarak tanımlayamadığını dile getiriyor ve

6Murat Abbas’ın Zorlu PSM’de genel müdür olarak görev aldığı yıl sayısı.

ekliyor: “Pozitif öncesi 10-12 senelik dönemde de etkinlik, festival, organizasyon işlerindeydim. Pozitif sonrası transfer olduğum Zorlu PSM’de ise güzel ve güçlü bir ekiple, belki iddialı gelebilir ama kendi ekolümü yarattığımı düşünüyorum. Bundan sonraki yolculuğumda da hem kendimi hem benimle birlikte bu yolculukta yer alan arkadaşlarımı geliştirmeyi ümit ediyorum.”

Zorlu PSM’de beraber çalıştığı ekip arkadaşlarını İBB Kültür A.Ş takımında yine birlikte gördüğümüz Murat Abbas’a “Yöneticilerin ekiplerinin ruhu da mekanlara ya da organizasyona yansır mı?” diye sorduğumuzda öncelikle böyle bir ekiple çalıştığı için kendini çok şanslı ve mutlu hissettiğini söylüyor, ülkedeki şartlar olumlu anlamda değiştiği anda ekibi ile dünya çapında projelere imza atacağına inanan Abbas, yöneticilerin ve ekiplerinin ruhunun mekanlara da organizasyonlara da yüzde yüz yansıdığını dile getiriyor.

BU İŞLETMELER İÇİN ÖNEMLİ

OLAN PARA KAZANMAKTIR

Konuyla ilgili müzik yazarı Tolga Akyıldız ise istisnai olanlar dışında ülkemizde bellirli bir tür ve sound’a sadık performans mekanının yok denilecek kadar az olduğunu düşünüyor ve bunu iki sebebe bağlıyor: “İlki her isim para kazandıracak kadar bilet satamıyor. İkincisi ise artık dijital müzik platformları tüm sound’ları ortada buluşturuyor. Çalma listeleri bile sound’dan çok ruh halleri üzerinden oluşturuluyor. Artık mekanların işi de aslında müzik üzerinden bir ruh hali satmak.”

Mekanların yöneticilerinin bir müzik zevki ve sektörel bakış açısı olduğunu söyleyen Akyıldız, yöneticilerin kurduğu ilişkilerle birlikte başka bir mekana gittiğini ve yeni mekanların da yöneticiyi bu kapsamda başarılı bulduğu için kabul ettiğini söylüyor ve ekliyor: “Bu işletmeler için önemli olan para kazanmaktır. Ancak sandığınız gibi genel müşteri talebinin dışında ya da onu görmezden gelen bir tavırla para kazanmaları mümkün değildir. Diğer bir deyişle, mekanların tarzı değişiyorsa bu yönetici inisiyatifinden önce müşteri beklentisidir. Yönetici bu talebe göre gelir ve uygular. Eğer eğlence sektörü ekonomik anlamda güçlü olursa yeniden mekanların ruhundan da söz edebiliriz.”

MEKANIN RUHUNA UYGUN

ETKİNLİKLER DÜZENLEMELİ

Müzik sektöründe önemli pozisyonlarda görev alan Şafak Ongan, günümüzde mekanların yöneticilerin ruhunu taşıdığını, yöneticiyle beraber İçerik ve üslubun da değiştiğini düşünüyor. Fakat mekanların kendi ruhu, konsepti olması geretiğini ve mekana uygun etkinlikler yapılması gerektiğini söyleyen Ongan, “Yöneticiler o mekanın ruhuna uygun içeriklerle etkinlikler düzenlemeli” diyor.

YENİ BİR DİNAMİZM GELDİ

Cemal Reşit Rey Konser Salonu Genel Sanat Yönetmeni Cem Mansur’a İBB Kültür A.Ş içindeki hızlı dönüşümü ve Murat Abbas’ın nasıl bir etkisi olduğunu sorduğumuzda Kültür A.Ş’de Murat Abbas ve yeni daire başkanı Figen Ayhan Karakelle ile önemli bir dönüşüm yaşandığını, her ikisinin sanat dünyasından geliyor olmasının, diyaloğu ve işleyişi etkili hale getirdiğini ve yeni bir dinamizm geldiğini söylüyor.

Doğrudan müzik sektörüyle alakalı olmasa da bir kurumun/ şirketin yönetimiyle alakalı yapılan araştırmalar gösteriyor ki yöneticiler gittikleri şirketlere kendi vizyonlarıyla etki ediyor. Mekan ve kurumların yöneticilerin ruhlarından, bilgilerinden ve vizyonlarından direkt etkilendiğini söyleyen Murat Abbas’ın görüşleri de bu araştırmaları destekler nitelikte. Öte yandan fikirlerini aldığımız sanatçı ve müzik yazarlarının bir kısmı mekanların yöneticilerin tarzını benimsemesinde bir sorun görmezken bir kısmı da mekanların kendi tarzını yansıtması gerektiği düşüncesinde.

İstanbul Caz Festivali’nden Açık Mektup

Uzun zamandır festivallere hasret kaldık. En azından fiziki olarak etkinlik alanında bulunup, eş dostla eğlenip, sabaha karşı edememişler, senaryoda ancak 2030 yılına gelirken bir salgın haberi geçiyordu ama o kadar. Tam da böyle zamanlarda yaşıyoruz, büyük eve dönmeler hepimiz için eski güzel bir anıydı. Fakat 2021 yılında yavaş yavaş ve sosyal mesafeli de olsak bu anlara dönmeye başladık. 28. İstanbul Caz Festivali’de bunlardan biri. E konu caz olunca eğlenmeye enerjimiz olmaz mı?

Line-up’ı gördüğümüzde içimizde festival afişindeki gibi çiçekler açtı. İstanbul’un dört bir tarafında gerçekleşen festivalde; Angelique Kidjo, Karsu, Mabel Matiz Feat. Niels Boors, Kenan Doğulu, Altın Gün, Stefano Di Battista gibi performanslarıyla bizi çok heyecanlandıran isimler yer aldı. 1-24 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen festivalin bu seneki mottosu ise “caz Harun İzer hissediyorum.”

Peki caz hissediyorum nereden çıktı? Bu sorunun cevabını ise İstanbul Caz Festivali Direktörü Harun İzer, açık mektubunda yanıtladı.

Bundan birkaç hafta önce hafif distopik bir dizi izlemiştim: İngiltere’de yaşayan dört kardeş, onların geniş aileleri ve ilişkileri üzerinden önümüzdeki on yılı anlatan bir dizi. Bir yandan bilim ve teknoloji ilerlerken, diğer taraftan hiç beklenmedik toplumsal krizler, uluslararası çatışmalar, ekonomik problemler herkesin hayatını alt üst ediyordu. Dizi 2019 yılında çekilmiş, tabii şu yaşadığımız salgını tahmin değişimlerin kestirilmesi zor eşiğinde olduğumuz bir dönemdeyiz. Bir yandan hayata tutunmaya çalışıyoruz, diğer taraftan insan olmanın anlamını da sorgulamaktayız. Bütün bunların ortasında “2021 yılında nasıl bir İstanbul Caz Festivali yapmalı?” sorusu gerçekten çok alakasızmış gibi durabilir ama belki de değil. Bu yıl festivalin görsel kimliği için tasarımcılarımıza böyle zor bir dönemden sonra seyircimizin karşısına iyi hissettirecek, yormayacak bir mesajla çıkmak istediğimizi söylemiştik. Onlar da çok güzel bir sloganla geldiler; kendini iyi/güzel/mutlu hissetmekten yola çıkarak, #cazhissediyorum dediler. Bu, aslında bende sonradan başka bir çağrışıma daha yol açtı; müziği sadece olumlu hislerin değil, olumsuz hislerimizin de tercümanı olarak kullandığımızı düşündüm. Bazen bir kaçış imkânı olarak, bazen o umutsuzlukları aşmak için, bazen de sadece arınmak için; ama kötü hissettiğimizde de müzik yanımızda. Dolayısıyla #cazhissediyorum derken aslında bunların da hepsini kapsıyoruz. Aynen cazın ve müziğin kapsadığı gibi. Bu yıl festivalde yine çok özel anılarımız olacağına eminim, birbirinden güzel ve farklı mekanlarda, belki planlı veya plansız bir şekilde şehrin farklı köşelerinde. Belki “Oh be aylar sonra ilk konserim” diye heyecanla geleceksiniz, belki merakla “Bakalım şu bahsettikleri proje gerçekten iyi miymiş” diyerek. Belki bütün günün yorgunluğu, işyerindeki problem ve kaygılarınızla geleceksiniz veya “Üf bu insanların peşinden niye sürüklendim ben bu konsere” diyerek. Umarım bunların hepsini o konserde olduğunuz birkaç saati içinde unutur, birkaç saatliğine bambaşka yerlere gider, heyecanlanır, hüzünlenir, duygulanır ve oradan “Vay be, ben ne yaşadım” diyerek kalkarsınız. Umarım o anın bütün hisleri, sonrasında ilhamınız olur. Sanıyorum caz hissetmek de böyle bir şey olsa gerek…

EKİM 202125 ‘Doğanın hükümdarı değil ufak bir parçasıyız’

Ağustos ayında, kapılarını 49. kez müzikseverlere açan İstanbul Müzik Festivali, bizlere Eylül ayına kadar kapsamlı bir müzik şöleni yaşattı. Pandeminin de etkisiyle bu yıl festivalde yer alan ekipler, kadrolarında daha az nefesli enstrümana ve daha az müzisyene yer verdi. Tekfen Filarmoni Orkestrası & Anna Vinnitskaya konseri ile açılış yapan festivalde; Fazıl Say, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası & Khatia Buniatishvili, Borusan Quartet & Paul Meyer, ve Simon Ghraichy gibi isimler yer aldı. Festival öncesi İstanbul Müzik Festivali Direktörü Efruz Çakırkaya’dan festival programının hazırlık sürecini ve festivalin “başka”sının nereden geldiğini dinledik. ❏ Bu yıl festival programı

hazırlanırken nasıl bir yol izlendi? İsimler belirlenirken programın müzikseverlere ne vadetmesini istediniz?

Son iki yıldır, dijital olsun fiziki olsun yeni yollar izledik. Öncelikle yurt dışından çok büyük orkestraların yerine daha ufak toplulukların ve yıldız isimlerin davet edildiği bir program oldu. Bu konuk sanatçıları yerli orkestralar ve müzisyenlerle bir araya getireceğimiz içerikler oluşturduk. Aynı şekilde konserlerde seslendirilecek eserler de -müzisyenlerin kapalı alanlarda yapacakları uzun provalar göz önünde bulundurarak- içinde daha az nefesli sazın yer aldığı, daha ufak kadrolarla çalınabilecek repertuvarlardan seçildi. İçeriklerde geleneksel müzik, çağdaş, klasik ve barok repertuvar gibi farklı türlerden seçerek herkesin kendisine yakın bulacağı en az bir konserin programda yer almasına özen gösterdik. ❏ Festivalin “başka”sı nereden geliyor?

Tüm insanlık olarak salgın, seller, kuraklık, savaşlar, zorunlu göçler gibi birçok felaketle karşı karşıyayız. Son 1,5 yıldır yaşadığımız pandemi

de hangi statüde, nasıl bir hayatın içerisinde ne yapıyorsak ve kim olursak olalım bize tek başımıza var olamayacağımızı, birbirimize muhtaç olduğumuzu ve hepsinden önemlisi özümüze dönmemiz; gezegenin ve doğanın hükümdarı değil ufak bir parçası olduğumuzu hatırlamamız gerektiğini çok keskin bir şekilde gösterdi. Tüm bu tahribatın ortasında kültür ve sanatın toplumda yaratabileceği gücün farkındalığıyla; izleyicilerimizden, destekçilerimize tüm paydaşlarımızı kendimizle birlikte dönüştürmeyi, düşündürmeyi hedefleyerek birlik ve dayanışma ile kurulacak yeni bir gelecek için umut içeren bir çağrıda bulunmak istedik. Hâlâ ve şimdi “Başka Bir Dünya Mümkün!” ❏ Basın toplantısında “Zarar

verdiğimiz dünyayı, doğayı iyileştirebilmek için müzikten nasıl faydalanırız?” sorusunun üzerine düşünmeyi hedeflediğinizi söylediniz. Bu süreçte kendinize verebildiğiniz bir cevap var mı?

Elbette var, bu bir değişim-dönüşüm Efruz Çakırkaya süreci başlangıcı. Sanatın, müziğin düşündüren, yol gösteren, ufuk açan etkilerini azımsamamak gerekiyor. Konu üzerinde derinleştikçe, attığımız her adımın neye sebebiyet verebileceğini daha iyi fark ettikçe hem kendi hayatımızı ve aksiyonlarımızı hem de çevremizi ve paydaşlarımızı konu üzerinde düşünüp harekete geçirmek konusunda önemli adımlar attığımızı görüyorum. Bu anlamda örneğin İKSV’nin 20212023 stratejik hedefleri arasında “Tüm süreçleri iklim değişikliği ve etkileri ile mücadele edecek şekilde planlamak” yer alıyor. Bu kapsamda bir danışmanlık firmasının da desteğiyle bu ay içinde yapılacak bir seri çalıştay ile İKSV’nin tüm etkinlikleri için çevre ve sürdürülebilirlik konusunda stratejik bir yol haritası çizilecek ve bu yol haritasının etkinliklerimize önemli yansımaları olacak.

Açılış Konseri- Tekfen Filarmoni Orkestrası

Fazıl Say - Doğanın Sesi

BİFO ÖZEL: Borusan Quartet & Paul Meyer

‘Talep yaratmadığınız sürece satış da yapamazsınız’

Ece ULUSUM N e zaman bir etkinlikle Akdeniz esintisi görsem altında aynı imzayı görüyorum; Pasion Turca. 2000’de aynı zamanda tamamen güvene dayalı bir iş ilişkisi var. Sizin de sorunun içinde söylediğiniz gibi artık birbirimizi çok iyi tanıyor ve neyi kurulan bu uluslararası İspanyol organizasyon isteyip istemediğimizi çok iyi biliyoruz. İyi bir ve menajerlik şirketinin Türkiye’ye getirdiği ekip olmanın işimize yansımalarını da hayata isimler arasında Pink Martini, Buika, Loreena geçirdiğimiz birçok proje ile 20 yıl içerisinde Mckennitt gibi dev isimler var. 20’nci yıl gördük. kutlamalarına çoktan başladılar. Müziğin ❏ Logonun hikayesini de merak ediyorum. başrolde olduğu bu etkinliklerin yanı sıra bir Arşivlere baktığımda bununla ilgili bir televizyon projesi de yolda. Şirketin CEO’su detay göremedim. 20'nci yıla özel logo Sinan Ufuk Nergis, Pasion Turca’nın 20 yıllık uyarlamaları, merch'ler olacak mı? macerasını ve kutlamalarının detaylarını 20. yıla özel bir logomuz da var tabii ki. anlattı. Merch’ler hazırlamayı da planlıyoruz. Ama ❏ Pasion Turca'nın sektördeki 20. yılı, maalesef ki 20. yıl pandemi sürecine denk geldi. öncelikle bu denli sağlam adımlarla yola Niyetimizde yapmak istediğimiz çok şey var. devam ettiğiniz için tebrik ederim. Kaseti Pandemi şartları izin verdiği ölçüde hepsini başa saracak olursak, ilk yılınızı anlatır hayata geçireceğiz. mısınız? ❏ 20. yıl sürprizlerini bir bir

İlk konserimiz 20 yıl öncesine açıklıyorsunuz. Daha neler olacak? dayanıyor. Türkiye’de de halen konserlerini 20’nci yıl kutlamalarımızı bu yıl hayata gerçekleştirdiğimiz ve büyük bir hayran kitlesi geçireceğimiz sürpriz turneler ve projelerle olan Pink Martini ile başlamıştık. Hatta Pink bütün bir yıla yaymak istedik. 20’nci yıl Martini CD’sine bir fuar sırasında rastlamıştım. kutlamaları çerçevesinde Buika, Pink Martini, CD’nin üzerinde “Je ne veux pas travailler” Loreena Mckennitt turnelerine hazırlanıyoruz. (Çalışmak istemiyorum) yazıyordu. Ama Aynı zamanda planladığımız konserler arasında ben onlarla çalışmak istiyordum! Gruba dünyaca ünlü şarkıcı LP’de var. Bunun dışında ulaştığımda Türkiye’den birinin aramasına Pasion Turca olarak yeni televizyon formatları onlar bile şaşırmıştı. Çünkü henüz yeni yeni da yaratmaya başladık. Önümüzdeki dönemde tanınıyorlardı. İlk büyük konserimi Pink televizyon için de farklı projelerle bu kez Martini ile Atina’da yaptım. Sonrasında izleyici karşısında olacağız. İstanbul Caz Festivali için İstanbul’da sahne ❏ Ne çok hikaye ve içerik birikmiştir. aldılar. İlk konserimizde 250 kişilik bir izleyici Günümüz belgesel devri. Bir Pasion Turca topluluğu varken yıllar sonra tekrar Yunanistan’a video serisi ya da belgeseli olmaz mı? gittiğimizde salonda biletli 12 Çalıştığınız isimlerden görüşlerle bin kişi vardı. bir koleksiyon kitabı bile olur. ❏ Vito Montaruli ile Aslında 20. yıl projelerini yollarınız nasıl kesişti? bütün bir yıla yayma nedenimiz Bunca yıl sonra aranızdaki biraz da bu. Yapılacak o kadar dostluk işinize de yansımıştır çok şey var ki. Hatta üniversite sanıyorum. yıllarımda Candan Erçetin’den

Vito ile tanışma hikayemiz Levent Yüksel’in ilk radyo çok ilginç. Bir gün dünya programlarına kadar Türkiye’nin haritasını açtım ve rastgele en önemli isimleriyle yaptığım bir ülke seçtim. Gözümü radyo programlarının kasetlerini açtığımda parmağım İspanya’yı bile saklamışım. 20 yılda gösteriyordu. İspanya’da çalıştığımız isimlerden anı olarak zaman geçirirken, cüzdanımda sakladığımız fotoğraflar nerdeyse İstanbul’dayken izlediğim bir almanak gibi arşivimizde bir Flamenko topluluğunun duruyor. Ama biz bunca yıldır menajerinin kartvizitini bizi organizasyonlarımızda yalnız buldum. O kartvizitin bırakmayan dinleyicilerimizle sahibi şimdiki ortağım Vito birlikte kutlayacağımız projeleri Montaruli idi. Ben Boğaziçi Sinan Ufuk Nergis & Vito Montaruli hayata geçireceğiz. Üniversitesi Matematik ❏ Tüm bu pandemi Bölümü mezunuyum. sürecinde mekanlar açılırken Üniversitede 5 yıl boyunca 400 kadar Türk bilet fiyatları gündeme geldi. Konser sanatçı ile radyo programları yaptım. Vito biletlerine zam geldi. Sosyal medyada Montaruli de o dönem dans toplulukları sektörden isimlerin bir kısmı bunu doğal ile çalışıyordu. Müzik dünyası ile ilişkilerim karşılarken bir kısmı sanatçı kaşelerinin sayesinde acaba ortak bir şeyler yapabilir miyiz yükselmesinin herkesi olumsuz diye düşünürken Vito’yu aradım ve İspanya’da etkilediğini söyledi. Siz ne dersiniz? bir araya geldik. Birlikte sohbet edip kahve Elbette ki pandeminin dünya içerken Pasion Turca’nın temellerini de atmış ekonomisi üzerinde ve birçok sektörde olduk. Aramızda 20 yılı aşan bir dostluk ve benzer yansımaları oldu. Organizasyon

sektörü özelinde yurt içi ve yurt dışı olarak ikiye ayırmamız gerekiyor. Yurt dışında Euro üzerinden bir organizasyon düzenlediğinizde daha stabil olarak kalabiliyorsunuz. Ama yurtdışından bir sanatçı ile ülkemizde bir organizasyon gerçekleştirmeye kalktığınızda kur farkı ilk etapta göze almanız gereken noktalardan biri. Eğer bir sponsor desteğiniz yoksa bu farklılık ister istemez bilet fiyatlarına da yansıyor. Ülkemiz özelinde ise pandemi süreci sanatçılar açısından çok zor geçti. Sektör uzun süre durdu. Hayatın pahalılığı ve bu noktada hayatlarını idame ettirmek adına bilet fiyatlarında revize yapılmasını normal buluyorum. ❏ Pandemi sonrası, booking sürecinde ne

gibi değişiklikler oldu?

Bence bu süreçte bizleri en çok zorlayan şey belirsizlik oldu. Yaptığımız organizasyonlar çok önceden planlanmaya başlıyor. Pandemi bu anlamda bütün planları altüst etmiş oldu. Birçok konser ile ilgili iptal ve ertelemeler yaşadık. Ekonomik olarak da kayıplar yaşamamak adına titiz bir çalışma yapmamız gerekti. Bu anlamda çalıştığımız isimler ya da mekanlarla karşılıklı iyi niyet çerçevesi içinde çözümler bulduk. Dünyayı etkileyen bir süreç olduğu için farklı ülkelerde de benzer durumlar yaşandı bu yüzden uluslararası turneleri gerçekleştirmek zaten imkansız hale geldi. ❏ Albüm satışlarının

istenen ölçülerde olmamasının sebebinin sanatçıların web sitelerinin zayıf olması olarak yorumluyorum. Özellikle Türkiye'de. Yalnızca bir Spotify ve YouTube yönlendirmesi yeterli değil. Oysa albüm, merch gibi sanatçı ürünlerinin satışların yapılabildiği alanlar web siteler. Ben uluslararası müzisyenlerin ürünlerini oradan alıyorum. Sizin deneyiminizle bu duruma yorumunuzu merak ediyorum.

Artık albüm satışı diye bir kavram kalmadı. Dijital platformlarla anında dünya sahnesinde yerinizi alabiliyorsunuz. Tabii ki aynı zamanda devasa bir üretim de söz konusu. Mecralar artarken, ürünlerin o mecralar içerisinde kaybolma riski de artıyor. Bu noktada hem üretiminiz hem de pazarlama stratejinizle fark yaratmanız gerek. Merchandising, web siteleri, sosyal platformlar elbette çok önemli ama asıl önemli olan müziği, sanatçıyı bir marka gibi algılayıp en baştan itibaren o markayı doğru inşa edebilmek. Konumlandırmayı doğru yaptığınızda ve ardından başarılı üretimler sunduğunuz sürece dinleyici sizin farkınıza varıyor. Talep yaratmadığınız sürece satış da yapamazsınız. Bu noktada geleneksel pazarlama anlayışını tecrübeleriniz ve sektörün dinamikleri doğrultusunda dijital pazarlama araçlarına uygulamanız gerekiyor. ❏ Siz bir yandan etkinlik yapıyorsunuz

ancak bir diğer yandan da dünyanın dört bir yanından isimleri ülkemize getirerek bir çeşit ülke tanıtımı da sağlıyorsunuz. Pasion Turca'nın ülke tanıtımında sizin şahit olduğunuz etkileri neler oldu?

Aslında kültür sanat aktiviteleri ile sağladığımız tanıtım dışında, 9 yıl boyunca resmi olarak Türkiye’nin Madrid Turizm Ofisi’nin PR şirketiydik. Çalıştığımız dünyaca ünlü sanatçılarımızı Türkiye’de ağırladık. Lolita, Monica Molina, Rosario Flores gibi İspanya’nın divalarını getirdik ve bu röportajları da İspanyol basınına verdik. Bu isimler aynı zamanda Latin Amerika’da da ünlü oldukları için bir taşla birkaç kuş vurmak gibi oldu. Onlarca monografik sayı, Lonely Planet özel İstanbul sayısı yaptık ve yapılan tüm çalışmalar bir örnek teşkil etti. Bu çalışmalar sonucunda turist sayısı 100 binlerden 400 binlere çıktı. Ama en önemlisi Türkiye’nin güzel bir imajı oluştu. ❏ Pasion Turca'nın etkinliklerinden bir

unutulmaz 5'li seçseniz, hangileri olurdu?

Montserrat Caballe Kazakistan Barış ve Uzlaşma Sarayı Açılış Konseri

Pink Martini Kuruçeşme Arena Açılış Konseri, Innis Türkiye Promo Turnesi Tango Flamenco 100 gösterilik ABD, Kanada ve Meksika Turnesi Paco De Lucia Turneleri.

10 gün 100 sanatçı 31. Akbank Caz Festivali

Caz müzik ile buluşmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Pozitif iş birliğiyle gerçekleşen 31. Akbank Caz Festivali, 1-10 Ekim tarihleri arasında 10 farklı mekanda 100’ün üzerinde sanatçıyla müzikseverlerle buluşmaya hazır! Geçtiğimiz festivallerde konserlerin tadını çıkardığımız Babylon, Zorlu PSM, The Badau, Nardis Jazz Club ve Bova’ya bu yıl Galataport İstanbul Paket Postanesi, Müze Gazhane, Swissotel Sultan Park, callinghouse ve Bizim Tepe’de dahil oldu.

Festival bu yıl, dikkat çeken özel projelere de ev sahipliği yapıyor

Açılış konseri, 1 Ekim’de Galataport İstanbul Paket Postanesi’nde Elif Çağlar’ın festival için Defjen Daf Ensemble ile hazırlamış olduğu özel proje ile gerçekleşecek. Festivalin diğer projeleri arasında ise OttoJazz Ensemble ile Cenk Erdoğan, Muhammed Ceylan ve Emre Erdal’ı; Babadan Oğula Bir Gırnata Efsanesi ile Ramazan Sesler, Anıl Şallıel ve Kaan Bıyıkoğlu’nu; Selen Gülün’ün Kadınlar Matinesi projesiyle de Çağıl Kaya, Özge Fışkın ve Jülide Özçelik’i birlikte göreceğiz. Klasik ve modern cazın yanı sıra elektronik müzik ve dünya müziğinin farklı 773 projelerini de göreceğimiz bu 30 yıl içerisinde Akbank Caz festivalde aynı Festivali’nde zamanda, Da Poet, gerçekleşen konser sayısı Barış Demirel, Kamufle ve Lara Di Lara’da müzikseverlerle birlikte olacak. 31. Akbank Caz Festivali konserlerinin biletlerini Biletix’ten alabilir, festival hakkında detaylı bilgiyi ise www. akbanksanat.com ve www.akbankcaz.com adreslerinden öğrenebilirsiniz.

‘Güzel içerik hazırlıyoruz ama daima B planıyla’

Ece ULUSUM

Pandemi birçok şeyi değiştirdi. Bunlardan biri de kendimizi iyileştirmemizi, dünya dertlerinden birkaç saat de olsa uzaklaşmamızı sağlayan konserlerin fiyatları. Şu sıralar epey gündemde olan konuya noktayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu koyuyor. Genel Sanat Yönetmeni Cem Mansur, yeni sezonda CRR Orkestrası’nın Harbiye Açık Hava konserlerinin standart bilet fiyatlarıyla gayet uygun olduğunu söylüyor. Biletlere şöyle bi’ göz attık da doğrusu bizce de gayet uygun. Sonunda maaile bir etkinlikte yer alabileceğiz! ❏ Dijitalden açık hava alanlara

taşınıyoruz. Açık hava konserlerinde sizce nasıl bir ortam olacak? İnsanlar müziği, bir arada olmayı çok özledi…

Dijital olanlara tam olarak konser demiyorduk, yavaş yavaş yayın demeye alıştık. Konserler, birlikte nefes alıp verdiğimiz, ortak bir duygusal frekansa kilitlendiğimiz olaylar. Biz de dinleyenlerle gerçek iletişimde olmayı çok özledik. ❏ CRR’yi yeni bir dönem bekliyor.

Sezonu hazırlarken dinleyiciye neler vadetmesini arzuladınız?

Çok şey vadetmek isterdim, güzel bir içerik de hazırlıyoruz ama daima B planıyla. Sezonda ne kadar dinleyiciye izin verilecek, bütçenin ne kadarı kısıtlı dinleyici varken harcanmalı vs. birçok dikkat edilmesi gereken nokta var. Umuyorum ki; Ekim ayında, fazla az olmayan bir kapasiteyle, her tür müziğin en iyisiyle bir araya gelebileceğiz. ❏ Bu yıl bilet fiyatları uygun,

konserlerin bir kısmı da ücretsiz olan çok güzel konserler var. Ücretsiz olmasıyla katılımcıların ilgisinin nasıl olacağını öngörüyorsunuz?

Ücretsiz gösteri olayı her zaman ilginç. Bir şeyin bedava olmasıyla değersiz olması bazen birbirine karıştırılabiliyor. Biz Harbiye konserlerini, CRR orkestrasının standart bilet fiyatlarıyla yapıyoruz, evet çok uygun fiyatlar. Bu da sanatı gerçek bir kamu hizmeti olarak görmemizin ifadesi. Ücretsiz konserler park gibi yerlerde, burada da mümkün olduğunca dinleyiciye bu dünyanın kapsını aralamayı umuyoruz. ❏ Basın bülteninde CRR Konser

Salonu’nun programıyla müzikseverlere “Klasik olan ne, müzik neden zamansız ve neden klasik olurmuş” sorularının yanıtının verileceği yazıyordu. Bu soruların ortaya çıkışı nasıl oldu? Etkinliklerle cevaplama süreci nasıl gelişecek?

Bence konserlere gelenler için sorunun cevabı çok basit. Müziğin zamansızlığını sözcüklerle ifade etmek imkansız, canlı olarak yaşanınca ne kadar sihirli bir deneyim olduğu görülüyor. Uygarlık tarihinde değişmeyen değerle ve gerçeklerin taşıyıcısı büyük klasik gelenek. ❏ Yine sizinle yaptığımız röportajda;

doğaya yapılan geri dönüşü olmayan hatalar sizi çok üzeceğini söylemiştiniz. Örnek olarak da Kanal İstanbul’u vermiştiniz. Bugün yangınlar, müsilaj gibi korkunç olaylar söz konusu. Bu sizi nasıl etkiliyor? Bu gibi üzücü durumlar müzisyen ruh halini etkiler mi?

Müsilaj, doğanın “On yıllardır alarm veriyorum, şimdi mi anladınız?” der gibi yüzümüze tükürüşü. Benim yaz aylarım iki yaşımdan beri Burgazada’da geçti, bu yıl ilk defa orada denize giremeyeceğiz. Çocukluğum, gençliğim gasbedilmiş gibi hissediyorum. Müzisyenin de müzisyen olmayanın da ruh halini etkileyen olaylar o kadar çok ki… Türkiye için ne istiyorsun dendiğinde “Şu kanal yapılamasın da…” diyorum. ❏ Günümüzde tüm iş kollarında

olduğu gibi kültür-sanat dünyasında da sürdürülebilirlik konuşuluyor. Konser mekanları, müzisyenler, organizatörler karbon ayak izini azaltmak için yöntemler arıyor. CRR’de de böyle bir dönem başlayacak mı?

Pandemi öncesinde de 90 kişilik bir orkestranın, kargosuyla birlikte Avrupa’nın ta öteki ucundan gelip 1000 kişiye çalıp gitmesinin artık doğru olmadığını düşünüyordum. CRR’de geçen yıl düşündüğüm ve dinleyici ile açıldığımızda uygulamayı çok istediğim bir şey; sanatçılara, otel veya soyunma odalarında solacak çiçekler yerine, ağaç dikimine yönelik bir bağışı temsil eden bir belge vermek.

32

CRR Konser Salonu 1989 yılından bu yana otuz iki yıldır faaliyet göstermekte.

88

CRR etkinliklerinin bilet fiyatları genellikle 22.50 ila 88 lira arasında.

‘AKM’nin opera salonu doğa akustik amaçlanarak tasarlandı’

Zeynep TOKER

Taksim’in ikonik kültür sanat yapısı Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) akibeti hakkında yıllarca konuşuldu, tartışıldı. Uzun sürenin altından, AKM yeniden yükseldi. İçinde nasıl etkinlikler olacak, her sanatçıya yer açılacak mı ya da etkinlik bilet fiyatları ne olacak gibi sorular var aklımızda ancak bunu açıldıktan sonra öğreneceğiz. 29 Ekim’de açılış yapacak binanın, kültür-sanat etkinkliklerine hakkıyla ev sahipliği yapabilmesi ise içindeki mimari tasarım sayesinde mümkün. Kültürel mimarlık alanında öncü olan Desmus imzasını taşıyan projenin detaylarını George Andreou, Back on Stage’e anlattı. ❏ AKM'nin orijinal projesini çok

değiştirmediğinizi belirtmişsiniz. Yeni projedeki salon ve kapasitesinde ne gibi değişiklikler oldu?

Yeni AKM projesinde 2 bin 40 kişilik opera salonu, 804 kişilik tiyatro salonu var. Bunlara ek olarak 1 sinema salonu, 1 çok amaçlı salon, 1 sergi salonu, 1 müze, 1 kütüphane, 1 çocuk sanat merkezi, 2 stüdyo kayıt alanı ve prova alanları eklenmiş durumda. ❏ Spesifik olarak, kültürel mimarinin

müzik ile olan ilişkisini de sormak istiyorum. Hem AKM özelinde hem de diğer projelerde akustik tasarımı yaparken ne tür bir yol izliyorsunuz?

Bir projenin tasarım aşamasındaki en öncelikli adımımızda binanın kullanım amacını belirlemenin, hangi etkinliklere hangi sıklıkla ev sahipliği yapılacağı konusunda kararın verilmesi üzerine yoğunlaşıyoruz. Yurt içi projelerimizde binanın yapılış amacını netleştirmek için aldığımız cevaplar genelde “her şeyi yapmak istiyoruz” olsa da akustik tasarım da dahil olmak üzere tüm sistemler için ana/ağırlıklı etkinlik grubuna göre tasarımımızı oluşturuyoruz. Bunun yanında olası diğer ihtiyaçlara da uygun alt yapı tasarımları gerçekleştirerek en faydalı ve en esnek çözümler geliştiriyoruz. AKM özelinde opera salonu tamamen doğal akustik amaçlanarak tasarlandı. Diğer etkinliklere de ev sahipliği yapılabilmesi için ihtiyaca göre kullanılabilecek donanımlı bir alt yapı oluşturuldu. ❏ AKM’nin konser salonları

tasarımında sahne ve akustik tasarımında müzik türlerinden mi yola çıktınız?

AKM salonları tek bir müzik türüne bağlı kalınarak tasarlanmadı. Ana etkinlik türüne bağlı kalınarak, diğer türlerin de ihtiyaç duyabileceği en esnek altyapı oluşturuldu. ❏ Yatırımcının isteklerinden bağımsız

olarak, bir konser mekanı tasarlarken öncelik olarak nelere dikkat edersiniz?

Tüm unsular neredeyse eşit derecede önemli. Genel olarak mimari şartlar, arzu edilen özellikler, yangın gibi çok önemli olan uluslararası standartlar, yapım maliyeti gibi birçok faktör göz önünde bulundurulup en faydalı tasarım oluşturuluyor. İhtiyaçlar arasında iki konuyu öne çıkarabiliriz. Çok sayıda insanın bir araya gelerek izlediği, önemli sayıda çalışan ve sanatçının da sahne-sahne arkasında çalıştığı bir etkinlik için güvenlik ve binanın esnek çözümler sunabilmesi tasarımlarımızın vazgeçilmez konularıdır. ❏ Projelerin, hayata geçiş aşamasında

ne gibi sorumluluklar üstleniyorsunuz? Özellikle kültürel mimari projelerinde, bu sorumluluğu da düşünerek, nasıl bir bilinçle yaklaşıyorsunuz?

İçinde yaşadığımız dünyanın kültür ve sanatla kalkınacağını ve bu yolla daha güzel bir yer olacağına inanıyoruz. Bireysel ve kurumsal olarak tüm hassasiyetlerimizi toplumsal faydaya göre önceliklendirmemiz gerektiğinin de bilincindeyiz. Topluma kazandırılmış her kültür sanat mekanın hem bugün hem de gelecek için önemli bir yatırım olduğunu düşünüyor ve tasarımlarımızda mekanın birçok etkinliğe ev sahipliği yapabilmesini sağlamak, yapının verimli kullanılması için en uygun alt yapıyı oluşturmanın sürdürülebilirlik anlamında da önemli olduğuna inanarak ilerliyoruz. Her koşulda hem mekan kullanıcıları hem de sanat izleyicileri için maksimum faydayı elde etmek adına çalışıyoruz.

10 Demus, mimar ve mühendislerden oluşan on kişilik ana tasarım ekibiyle çalışmalarına devam ediyor.

Pandeminin müzik sektöründeki etkileri

Zeynep TOKER

Mart 2020’den bu yana geçen bir buçuk senelik süreçte kapalı olan konser mekanları ve uygulanan kısıtlamalardan dolayı müzik sektörü çalışanları gelirlerinin çok büyük bir kısmını kaybetti. Bu durumun 1 Temmuz 2021’de yayınlanan genelgeyle değişeceğini umuyorduk fakat birçok konser mekanı açılmış olmasına rağmen sanatçılar mevcut problemlerden tam anlamıyla kurtulamadı. Hem uzun süredir iş yapamayan mekanlardaki kapasite sınırlaması hem de artan prodüksiyon maliyetleri bilet fiyatlarının yükselmesine sebep oluyor. Bununla birlikte, artan içki ve yemek fiyatları zaten etkinlik seçmek durumunda kalan dinleyicileri, canlı performanslardan uzak tutmaya devam ediyor.

BILET FIYATLARINDAKI ARTIŞ

Önceki dönemlerde de bilet fiyatlarındaki artış dinleyicilerin tepkilerini çekiyordu. Ancak, bir buçuk senin ardından hayata dönmeye çalışan canlı müzik sektöründeki yükselen maliyetler bilet fiyatlarının artışına sebep oluyor. Prodüksiyon, booking, menajer vs. gibi kalemlerin maliyetlerinin artması, müzisyenlerin/ organizasyon şirketlerinin ister istemez bilet fiyatlarını arttırmasına sebep oldu. Ancak öte yandan, dinleyicilerin birçoğu ayda birkaç konsere giderken belki de şimdi konserler arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. Yani bu durum, sektör çalışanlarını, hem müzisyenleri ve dinleyicileri olumsuz yönde etkiliyor.

Büyük konser mekanlarının, o mekanı doldurabilecek sanatçılarla çalışmak istemeleri ise görece daha küçük bir kitleye hitap eden müzisyenler ve ekipleri için aynı sıkıntılar hala devam etmekte. Kaşe alamayan ve gelirini bilet satışından sağlayan müzisyenler, tüm bu sürecin sonunda, belki sahneye çıkıp kitlelerinin bir kısmı ile bir araya gelebiliyor ancak elde edilen gelirler, belki o gece ekibin kaşesini bile çıkaramayabiliyor.

Konserler dışında, dijital platformlardan da gelir sağlayan müzisyenler bu süreçte hemen hemen iki hafta bir single yayınlamaya başladı. Bu durum gelir elde etme açısından şu süreçte mantıklı görünse de bizce bu kadar sık ve hızlı üretim yapıyor olmak, kontrollü ve kaliteli işlerin ortaya çıkmasını biraz engelliyor.

Hem bilet fiyatlarının artışı hem de bu kadar sık üretimin geçekleşiyor olmasıyla ilgili sektörden birinin düşüncelerini almak istedik ve Zoom Müzik’in kurucusu, menajer ve yapımcı Engin Akıncı’dan görüş aldık.

Engin Akıncı’ya bilet fiyatlarındaki artışının sebebini sorduğumuzda, fiyatların sanatçının dinleyici tarafından gördüğü ilgi ve talebe bağlı olduğunu, ne kadar hit parçalar yapıp gündemde yer alıyorsa bu durumun kaşe fiyatlarına etki ettiğini söyledi. Pandemi dönemine geldiğimizde ise alınan tedbirlerden ötürü konser mekanlarında dinleyici sayısının yarı yarıya indirilmesinden dolayı ister istemez satılan bilet adedine göre, bilet fiyatlarının yükseldiğini söyleyen Akıncı, “Bir konser için organizasyon giderleri, mekan giderleri, çalışanların maliyetleri, belediye rüsum vergileri, mekanlardan alınan MESAM, MSG gibi meslek birliği kesintileri, tanıtım ve pazarlama harcamaları vb. gibi onlarca maliyet kalemi varken ve ülkemizde genelde her şeyin fiyatının arttığı bir dönemde bilet fiyatlarının da artması bence bu süreç için kaçınılmaz bir gerçeklik.” diyor.

DINLEYICILERIN

TEPKILERINI ANLIYORUZ

Bu duruma dinleyiciler tarafından baktığımızda, artan bilet fiyatları hakkında gösterilen tepkilere ise “Tepkilerini elbette anlayabiliyoruz ve müşterilerimiz olarak onlarla empati kurabiliyoruz. Ancak dinleyicilerin ve mekanların da artan diğer maliyetleri, bir müzisyen ve ekibinin bir konser için yaptığı ve yapacağı harcamaların da ne kadar arttığını düşünmeleri ve empati kurmaları şart.” diyen Engin Akıncı, pandemi öncesi belli bir ücretle kiralanabilen kültür merkezleri ve konser salonlarına daha az sayıda sınırlı şekilde seyirci alınıp bilet satılmasına rağmen başta yerel yönetimler olmak üzere, resmi kuruluşların hiçbir şekilde kiralama ücretlerinde indirim yapmadıklarını dile getiriyor.

Sanatçıların bu süreçte seri bir üretim haline girmesini bir yapımcı olarak nasıl yorumladığını merak ettiğimizde, bu durumu dijital müzik dinleme platformlarının talebine ve dayattığı algoritmaya bağlıyor.Mevcut modeli, müzik dünyası ve sanatçıların üretimleri için endişeli bulan Akıncı, “İşin sanatsal ve kaliteli üretim boyutunun atlanarak, ‘ne olursa olsun bir şarkı çıksın ama algoritmam zayıflamasın, ben unutulmayayım, aylık dinleyicimi kaybetmeyeyim’ diyen her sanatçı bence uzun vadede onlara da zarar verecek bu durumun içine girdi. Kaliteli üretim, daha iyi beste ve söz yazmak, daha iyi bir prodüksiyon ve stüdyoda geçirilen zaman gibi faktörler maalesef ikinci plana itildi.” diyor.

Müzik sektörünün yaşadığı sıkıntılar ne zaman son bulacak bilmiyoruz ama yakın zamanda olumlu anlamda majör bir değişiklik görebileceğimizi sanmıyoruz. Umarız en kısa sürede tüm müzik sektörü olarak aydınlık günlere ulaşabiliriz.

This article is from: