Objektif 112. sayı

Page 1

Mayıs / Mai 2016 No: 112

Herkese eşit mesafede...

Strasbourg’ta Türk rüzgarı esti...

Başbakan Ahmet Davutoğlu Avrupa Konseyi’nde konuştu

Diyanet İşleri Başkanı M. Görmez’e büyük ilgi

CHP Strasbourg çıkarması başarıyla tamamlandı

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Avrupa Konseyi’nde temaslarda bulunmak üzere 19 Nisan Salı günü Strasbourg’daydı. Temasları kapsamında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Pedro Agramunt, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Guido Raimondi ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude S.7 Juncker ile ayrı ayrı görüştü.

İslam peygamberi Hz Muhammed (sav)’in KUTLU DOĞUM HAFTASI her yıl olduğu gibi bu yıl da 10 Nisan 2016 tarihinde Strasbourg’ta Zenith salonunda Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr Mehmet GÖRMEZ Hoca’nın katılımıyla kutlandı. Binlerce vatandaşımızın katıldığı kutlama törenleri hakkında Prof. Fevzi Hamurcu’nun yorumlarını ve haberi sayS.7 ve 28 falarımızda okuyabilirsiniz.

CHP Strasbourg Birliği’nin 1. kuruluş yıldönümü, 4 Mayıs tarihindeki Dayanışma Gecesi etkinliğiyle kutlandı. RJ 16 salonunda yapılan etkinliğe 500’e yakın davetlinin yanı sıra, İzmir milletvekili Zeynep Altıok ile Hatay milletvekili Hilmi Yarayıcı da katıldı. Gecenin diğer konukları ise Fransa ve dışındaki CHP birlik başkanları, Strasbourg çevresindeki sivil toplum S.16 kuruluşları ile basın mensuplarıydı.

Büyükelçi Hakkı Akil dernek temsilcileriyle görüştü

Psikolog Erdinç Üstündağ Aile konulu konferans verdi

Sélestat Türk Cemiyeti, Başkanını Ebediyete Uğurladı

T. C. Paris Büyükelçisi Hakkı Akil, 20 Nisan 2016 akşamı, Strasbourg Başkonsolosluğu rezidansında, Başkonsolos Özgür Çınar ve derS.21 nek yöneticileriyle biraraya geldi.

Tel: +336 81 48 55 39

Erdinç Üstündağ’ın, Sélestat Türk Cemiyeti’nde, Cemiyet’in Kadın Kolları Başkanlığı tarafından 3 Nisan 2016’da düzenlenen «Aile» S.31 konulu seminerine yoğun ilgi oldu.

info@objektifgazete.fr

Sélestat Türk Cemiyeti Başkanı İsmail Coşkun, geçirdiği kalp krizi sonucu, 14 Nisan 2016 tarihinde genç yasta hayatını kaybetti. Sélestat Türk Cemiyeti’nde üç dönem başkanlık yapan İsmail Coşkun’un ani ölümü, başta ailesi, yakınları ve Sélestat halkı ile seS.8 venlerini yasa boğdu.

SENİ UNUTMAYACAĞIZ!




4

YAZIYORUM ALİ BAŞARAN Eğitimci - Yazar alibasaran@voila.fr

BİR NEFESLİK TÜRKİYE GEZİSİ Yakın bir zamanda organize etmeye karar verdiğimiz Türkiye’de tatil projemizi Nisan ayındaki Paskalya tatillerinde 17 arkadaş ve tanıdık biraraya gelerek gerçekleştirdik. Türkiye kökenli üç kişi dışında grupta türkçe bilen yoktu ve büyük bir çoğunluğu ilk kez bu topraklara ayak basıyordu. Grubumuz, iki Fas, bir Cezayir, bir İtalyan, üç Türkiye kökenlinin dışında, Fransa’nın değişik yörelerinden gelen fransızlardan oluşuyordu. Aydın, açık görüşlü, tanıma-öğrenme merakında olan katılımcılardı. Önceden gezi hattımızı, otel rezervasyonlarımızı, bize eşlik edecek şoför ve otobüsümüzü ayarladık. Dokuz günlük gezimiz, çok yer görmek, tanımak, anlamak ve de güzel havasından, yeme-içmelerinden yararlanmak amaçlıydı diyebiliriz. İlk durağımız İstanbul’du. Otele bavullarımızı saat 23 gibi yerleştirdikten sonra geç saatlerde de olsa kaldığımız Şişli tarafında bir gezintiye çıktık. 20-25 kişilik, daha çok üniversiteli yaşlarında bir grubun saz, gitar.. müzik çalıp şarkılar söyleyerek eğlendikleri, halay çektikleri bir mekana takıldık. Çabukca kaynaştık, grubun parçası haline geldik, fransız arkadaşlarımızı halaya kaldırdık, birlikte oynadık, türkü de söyledik: Çav Bella ortak parçamız oldu. İşte böylesi coşkulu bir ortamda tam da Türkiye havasına alışacakken bir SMS karasaban gibi omuzlarıma çöktü. Sekiz senedir İstanbul’da öğretmenlik yapan bir Fransız arkadasım, çok dikkatli olmamızı ve turistik, kalabalık yerlere « kesinlikle gitmememizi» zira biraz önce İsrail ve Amerika’nın özellikle İstanbul’daki yurttaşlarını uyardığını, her an bir canlı bombanın intihar eylemi gerçekleştirebileceğini bildirdi. 17 kişinin sorumluluğunu taşımak ne kadar da zormuş! O gece uyuyamadım. Biz İstanbul’u gezmeye geldik. Tarihi, turistik yerlerini, güzelliklerini görmek için buradayız. Bunları yapmamak ya da risk alarak yapmaya çalışmak! Ya içimizden birilerine, (belki de hepimize!) bir şeyler olursa! Ömür boyu vicdan azabıyla yaşamak çok ağır olsa gerek. Katılanlar, tanıdıklar, arkadaşlar ve de bize güvenerek yola çıkmşlardı. Zaten biz olmazsak bu « koşullarda » kesinlikle Türkiye’ye gelmeyeceklerini söylüyorlardı. İnsanın kendisiyle, vicdanıyla, insanlıkla hesaplaştığı anlar vardır, İstanbul’daki üç günümüz biraz öyle oldu. Olası intihar grişimcisinin kendisiyle birlikte fazla oranda insanın da ölümüne neden olmak isteyeceğini düşünerek gruplara ayrıldık, böylece hedef kitle olmaktan çıkacaktık. İşte böylesi psikolojik bir atmosferle İstan-

bul’da gezdik. Tepemizde polis helikopterleri, her taraf resmi ve sivil polisler, polis arabaları… Sultanahmet, Hipodrom, Topkapı ve Ayasofya müzeleri, Sultanahmet Camii, Sultanahmet Köftecisi, Mısır Çarşısı, Mahmutpaşa, Kapalıçarşı, Eminönü, İstiklal Caddesi, Boğaz Turu, Anadolu Kavağı, Yoros Tepesi’nden Karadeniz görünümü, 3. Köprü, Ortaköy… ve de 1923’ten beri Karaköyde’ki tarihi ve eşsiz manzaralı Karaköy Balıkçısı’nda mezeler, ara sıcaklar rakılar-şaraplar eşliğindeki akşam sefası! Bayıldılar Fransız dostlarımız. Hem de kendi ülkesindekilerle kıyasladıklarında bu kadar çok ve güzel yiyecek, bu kadar « az » paraya! Zira bu denli zengin bir sofra Fransa’da olsa bu fiyatın birçok katı olurdu! Üçüncü gün sonunda Bursa’ya doğru yola çıktığımızda epeyice ferahlamış, omuzumdaki yük azalmış gibiydi ama içimdeki korkuyu atamamıştım hâlâ. Bursa’da tarihi Osmalı mahallesinde kaldık ve oraları gezdik. Güzel bir Bursa İskenderi de yedik tabii. Gerek Bursa’da gerekse İstanbul’da ilk defa müzeleri, tarihi semtleri bu kadar boş görüyordum, pek kimse yoktu! Son altı senedir Paskalya tatillerinde İstanbul’a öğrenci gruplarımla gidiyordum, Topkapı ve Ayasofya Müzelerinde kuyruklar oluşurdu. Kapalıçarşı tıklım tıklım olurdu. Bu sene Kapalıçarşı boştu. Müzelerde kuyruklar hiç yoktu. Bursa Kapalıçarşı’da sohbet ettiğim birkaç dükkan sahıbi « Abi, iş yapmadan kapatıyoruz » diyorlardı. Oteller yarı boştu. Bir hayal kırıklığı yaşanıyor Türkiye’de, özellikle de turizmle yaşayan otel, müze, restorant ve esnaflarda. Üçüncü durağımız, yabancı turistlerin pek uğrak yeri olmayan Kaz Dağları, tarihi ve Yunan Mitoloji’sindeki adıyla İda. İlk yazılı kaynaklardan Homeros’un yazdığı mitolojik olayların geçtiği, Tanrıların yaşadığı Mont Ida. Tanrılar tanrısı Zeus’un Truva Savaşı’nı izlediği ve uğruna genç kızların kurban kesildiği Zeus Altara’ya, taş evlerden oluşan ve koruma altına alınan Adatepe Köyü’ne gittik. Yunanistan’ın Midilli Adası’na karşıdan bakan, Asos tarihi kentini gezdik. Büyük filozof ve felsefenin kurucularından, Sokrat’ın dünyada ilk Felsefe okulu açtığı yerdir Asos. Muhteşem görüş açısı ve tarihi kalıntılarıyla görmeye, yaşamaya değer Asos. Burası da koruma altında olduğundan yeni yapı yasak, ancak eski şehrin kenar tarafında yeni yapılar ve mahalle oluşuyor. Kaz Dağları eteklerindeki Türkmen ve Yörük köylerinden bahsetmemek olmaz. Özellikle Türkmen Köyü olan

Tahtakuşlar Köyü’nün Etnoğrafya Galerisi, emekli öğretmen Ali Kuder’in özel çabasıyla oluşturduğu ve ailece geliştirip, yürüttükleri müze, gelenekleri yansıtması açısından ilginç. Ali Bey, yaşayan bir kütüphane gibi! Tatlı sohbetlerinden faydalanarak Türkmen gelenekleri ve tarihi ile ilgili bilgiler edinmek, hoş zaman geçirmek gibisi var mı? Müze’nin arka tarafındaki tepeden denizi seyreden köy mezarlağına asker emeklisi oğlu sevgili Selim ile gittik. Türkmen gelenekleri mezarlarda rahatlıkla görülür: su dolusu testi, altı temel renkten oluşan puşular, meyveler, kuru yemişler…ve mezarlıktaki ocaklar dikkat çeker. Evet, her Hıdırellez günü geleneksel kıyafetlerini giyinen Türkmenler kortej halinde mezarlığa gider, yemekler yapar, yer ve gelenlere ikram ederler. Ölünün arkasından 7., 40. gününde, yılında yemekler verirler. Bunların hepsinin ciddi gerekçeleri vardır kültürlerinde. Fransız dostlarımız büyük bir hayranlıkla bu bilgileri dinleyip, yerinde gördüler tabii. İstanbul’u da bu Türkmenler aldı! Bu Türkmenler, İstanbul’un fethinde kullanılan gemileri yapanlardır. Toroslarda yaşayan bu alevi Türkmenleri Fatih Sultan Mehmet Kaz Dağlarına getirterek, Edremit Körfezinde İstanbul’un alımında kullanılan gemileri yaptırtmış. O tarihten sonra da bu köylerde –isterlerse- kalmaları için tapular vermiştir. Böylece Türkmenler Kaz Dağları eteklerinde yaşamaya başlamışlardır. Kaz Dağları eteklerinde yer alan termal otelimizde Türk Hamamı’ndan faydalanmak, spa yapmak, bol kepçe ve zengin yemeklerinden yemek zevkinin yanısıra cesaretli olan 7 arkadaşımızın Ege’nin serin sularına kendilerini bırakmalarına şahit olduk. Bergama’nın tarihi sitelerini gezdikten sonra İzmir’e kadar devam ettik. Efes antik kenti, tatlı bir şehir olan Selçuk ve de dünyanın 7 şaheserinden biri olan Artemis heykelini barındıran müzesi, eski Rum yerleşim yeri olan Şirince kasabası uğrak yerlerimizdi. İzmir’de Kadifekale’den şahane bakış ve manzaralardan sonra şehrin güzelliklerinden de faydalandık. Kemeraltı, Kızlarağası Han, Kordon, Konak….. ve alış-verişler. Bir akşam Kordon’da 01 Adana’da, son gecemiz müzikli, eğlenceli kabare olan Eğlenceli Meyhane’de sabahladık da. Kısa süreye çok şey, çok yer sıkıştırmaya çalıştık. Dolu dolu sekiz gün yaşadık, yorulduk, eğlendik ve kendimizi zenginleştirdik ! Gezimiz; keşfetmek, öğrenmek, tanışmak için güzel bir araç oldu.

Mayıs / Mai 2016 N° 112

www.objektifgazete.fr info@objektifgazete.fr * Aylık haber, ilan ve reklam gazetesi /Journal mensuel d’infos, d’annonces et de publicités. * İmtiyaz sahibi/Edité par: ACTIF SARL 5, Impasse des Prunelles 67820 Wittisheim

* Grafik: Mutlu Ataç * Rédacteur en Chef: Fahri Ekmekci Dağıtım Sorumlusu / Responsable de distribution Tuncer KIRÖMEROĞLU info@objektifgazete.fr

TEMSİLCİLERİMİZ SAINT-DIE, EPINAL, NANCY ve çevresi Mustaw GÜÇLÜ Tel : +33 6 07 61 09 24 KARLSRUHE ve çevresi: Hasan BELLİKLİ Tel : +49 0176 92962065

SAVERNE-SARREGUEMINESHAGUENAU - BISCHWILLER LUNEVILLE-BOUXWILLERWISSEMBOURG ve çevresi Kemal ERGÜL Tel : +33 6 70 47 09 02 MULHOUSE ve çevresi Faruk BEYAZ Tel: 0619 04 68 93

*Baskı/Imprimé par: Imprimerie des Sun Print / Offenbach

*Objektif Gazete basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. /Objektif promet à respecter les principes et les lois concernant le métier de presse.

*Objektif Gazete’de yayımlanan yazı, haber ve fotoğraflardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. /Toute reproduction de nos articles, textes d’annonces ou publicités parues dans notre journal est libre sous l’obligation de citer le nom du journal.

*Dépôt Légal: Mai 2016

BANKA BİLGİLERİ/ Les coordonnés bancaires

IBAN: FR76 1760 7000 0170 2129 1344 932 SWIFT ( BIC ): CCBPFRPPSTR



6

YASEMİN HOCA’YI ĞURLADIK Yasemin ULAŞ, bitirmekte olduğumuz eğitim döneminde Türkçe Dil Assistanı olarak Strasbourg Akademisi’nde benimle 7 ay çalışmak üzere İzmir’den Fransa’nın Strasbourg kentine gelen, 22 yaşında genç bir öğretmen. Lise ve üniversitede fransızca eğitimi aldı, Türkiye’de fransızca öğretmeni olarak iş hayatına atılacağı bir dönem, tecrübe edinmek ve dil pratiğini geliştirmek için başvurduğü dil asistanlığı kabul edildi, ve bizimle çalışmak üzere aramıza katıldı. Bir öğretim yılımızı birlikte geçirdik sayılır. Liseli öğrencilerimle tanışma, derslerimi izleme-gözlemleme aşamasından sonra hazırladığı İzmir ve bölgesi, Türkiye sunumlarıyla öğrencilerin coğrafi bilgi eksikliklerini giderirken, beğenisini de kazandı. Öğrencilere duyarlı, sorularını anlamaya çalısan ve her zamanki güleryüzüyle yanıtlayan dikkatli bir öğretmendi. Benimle asistan olarak çalışmaya başladığı ilk günden beri birlikte aylık programlar hazırladık, her hafta başı birlikte programı gözden geçirip, neler yapacağımızı değerlendirdik, derslere birlikte katıldık. Derslerin ilerleyişini, uyulması zorunlu takmivsel işlerlikleri, yazılı okumaları, not vermeleri, karne doldurmaları… paylaştık. Sistemin işleyişini, öğrencilerin düzey ve genel kütürlerinin, davranış biçimlerinin Türkiye’dekilerden farklılıklarını gördü. Türkiye ile de kıyasladı. Bunları ciddi ve mesleki sorumlulukla, hatta mükemmeliyetci yaklaşımla yaptı hep. Geleceğin iyi bir eğitimcisini tanıdım, mutlu oldum. Yasemin öğretmen 30 Mart günü süresini doldurarak aramızdan ayrıldı. Memleketi İzmir’de mesleki uğraşını sürdürmek için iş başvurularında bulunacak. İdealist, işinde titiz ve sorumluluk sahibi Yasemin ögretmenle çalışacak şanslı çocukları şimdiden tebrik etmek gerekiyor. Gönül Yasemin’ler çoğalsın istiyor. Yolun açık, şansın bol olsun Yasemin. Seni özleyeceğiz. Ali BAŞARAN ÖĞRENCİLERİ YASEMİN ÖĞRETMEN’İN ARDINDAN YAZDI… Bu sene ilk defa Türkçe dersine katıldım ve iyi ki katılmışım dedirten Yasemin hocama ve tabii ki Ali hocama çok teşşekür ederim. İlk başlarda biraz heyecanlıydım bu ders için. Nasıl olacak, dersleri veya sınavları başarabilecek miyim diye bayağı korkmuştum, ama hocalarım sağolsun. Elimden geleni yaptım ve Onlar da bize bayağı yardımcı oldular. Yasemin hoca gerçekten çok iyi bir hoca, derslerini kolay anlıyordum ve bizim bazen anlamadı-

ğımız konularda bayağı yardımcı olduğu için çok teşekür ederim ve ayrıca çok tatlı bir insan, çok cana yakın, gelecekte büyük işler başarmasını dilerim. Çünkü yeterince hak ettiğini düşünüyorum, seneye umarım yine aramızda olur, onu çok özleyeceğiz tüm grup olarak ve bize verdiği o güzel hediye için çok teşekkür ederiz. Harmanbaşı Rümeysa

Bu sene, türkçe sınıfimıza Yasemin Hoca geldi. Yasemin Hoca Türkiye’de Fransızca öğretmeni olmak istiyor. Bizim derslerimize katıldığı sürece onunla çok sey öğrendik, mesela bize Türkiye’den bahsetti veya İzmir’den. Yasemin Hoca çok sıcak kanlı ve iyi bir insan. İzmirli olduğu için kendimi ona yakın hissetim çünkü ben de İzmirliyim. Bizim derslerimize katıldığı için ve İzmir’in havasını getirdiği için Yasemin Hoca’ya çok çok teşekür ediyorum ve ona gelecek profesyonel hayatında başarılar diliyorum. Gündüz Selina Ben Yasemin öğretmenimi çok seviyorum ve ona çok alışmıştım. Ben ve sınıf arkadaşlarıma çok anlayışlı ve sabırlıydı. Yasemim öğretmenimim dersleri sıkıcı değil eğlenceli geçiyordu. Ayrıca Türkiye’den bize hediye getirmesi ayrı bir incelikti ve ona çok teşekkür ederim. Umarım her şey hayal ettiği gibi olur çünkü iyi kalpli bir öğretmen. Umarım seneye geri gelir çünkü onu çok özleyeceğim. Harmancıbaşı Bircan Sayın Yasemin Hocam, Yaklaşık altı ay boyunca Turkçe derslerimize katıldınız ve bu kapsamda bizimle birçok bilgi paylaştınız. Bu süre içinde bize gelecekte olacak harika bir öğretmen tanıttınız. Sizi tanımlamak için nereden başlayacağımı inanın ki bilmiyorum. Öncelikle bana ve diğer sınıf arkadaşlarıma yaşattığınız bu deneyim için size teşşekür ediyorum. Fransa’daki yaşam şartları ve doğal olarak yaşadığınız aile hasreti umarım çok zor gelmemiştir. Siz türkçe derslerine farklı bir açıdan bakmama vesile oldunuz. Bize, tanıttığınız İzmir bölgesini inanın ki eskisinden olduğundan

daha çok gezmek, gösterdiğiniz yerleri görmek istiyorum. Bize verdiğiniz türk bayraklı kalemi sizden hatıra olarak saklayacağımı bilin. Her şeyin dilediğiniz gibi olmasını umarım. Size gelecekteki öğretmenlik mesleğinizde başarılar, gelecek hayatınızda mutluluklar dilerim. Umarım ki, öğrencileriniz en az bizim kadar sizin ne kadar mükemmel bir öğretmen olduğunuzu görürler. Sakka Tuğ Yasemin hoca gerçekten çok pozitif bir insan, gülüşü ile çok cana yakın bir insan olduğunu düşünüyorum. Anlatış şekli çok güzel, insanın dinleyip öğrenesi geliyor gerçekten :) Onunla geçirdiğimiz bu süreç çok güzel geçti.. Eksikliğini kesinikle hissedeceğiz, keşke mümkün olsa da biraz daha kalsaydı, gitmeden önce bize yaptığı hediye beni çok memnun etti, bizi düşünüp Türkiye bayraklı kalemler he-

diye etti. Umarım bir kez daha görebiliriz seni Yasemin hoca, seviyoruz seni! Seda Yıldırım Sevgili Öğretmenimiz Yasemin Ulaş İyi kalpli, sevgi dolu öğretmenimiz. Ilk geldiğinde, ilk gördüğümde çok sevinmiştim çünkü çok neşeli, güler yüzlü geldiniz. Derslerimiz onunla eğlenceli, güzel ve gülerek geçti. Bizlere birçok seyler öğretti, mesela vatanımız üzerine birçok ders yaptık. Bizlere İzmir'i anlattı ve daha çok sevdirdi. "Yasemin hoca da bugün hocamızla gelmiştir" diyorduk ve gelmediğiniz günler üzülmüştüm. Biz de ona azıcık da olsa fransızca öğretmişizdir inşa'Allah! Çok güzel zaman geçirdik hep beraber. Onu unutmayacağız, onu çok sevdik. Bizim güzel öğretmenimiz. Yeşilyurt Zeynep Ebra


Davutoğlu Strasbourg’da Avrupa’ya seslendi 7

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Avrupa Konseyi’nde temaslarda bulunmak üzere 19 Nisan Salı günü Strasbourg’daydı. Temasları kapsamında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı Pedro Agramunt, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Guido Raimondi ve kendisiyle aynı gün Strasbourg’da olan Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ile ayrı ayrı görüştü. Davutoğlu’nun Strasbourg ziyaretinin en önemli anı AKPM genel kuruluna, yani Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden gelen Avrupalı parlamenterlere hitap ettiği oturum oldu. Davutoğlu bundan 5 yıl önce, 2011 yılında, Türkiye’nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında, Dışişleri Bakanı sıfatıyla AKPM genel kuruluna seslenmişti. Ancak Davutoğlu’nun bu yılki konuşması uluslararası siyasi konjonktür ve sembolik açıdan daha önemliydi. Türkiye 2011 yılında Avrupa Konseyi’nin önde gelen ülkelerinden biri değildi. Oysa 1 Ocak 2016’dan bu yana Avrupa Konseyi bütçesine katkı payı en yüksek 6 ülke arasına girdi. Ankara, bütçeye geçen yıl 13 milyon euro olan katkısını bu yıl 20 milyon euro birden artırarak 33 milyon euro düzeyine çıkardı. Böylelikle Avrupa Konseyi’nde İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya ile eşit statüye yükseldi. Buna paralel olarak AKPM’deki temsilcisi sayısı da 12’den 18’e çıktı.

Davutoğlu 2011’de AKPM’ye hitap ederken Suriye krizi bugünkü aşamada değildi. Avrupa, ciddi terör tehdidi ve sığınmacı kriziyle henüz yüzleşmemişti. Aşırı sağcı ve popülist partiler de Avrupa siyasetine damga vurmaya başlamamıştı. Bugün durum değişti. Davutoğlu da Avrupalı parlamenterlere hitaben konuşmasının önemli bölümünü terörle mücadele, sığınmacı krizi, Suriye’deki savaş ve Avrupa genelinde yükselişte olan aşırı sağ ve popülizme odakladı. Avrupa’da “ırkçı ve faşist eğilimleri olan partilerin ve bu parti liderlerinin yükselişi”nin, “modern Avrupa’nın savunduğu eşitlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi değerler ile tezat oluşturduğu”nu söyledi. “Müslümanlar, göçmenler ve Romanların ayrımcı muamelenin ilk sıradaki mağdurları” olduğuna vurguda bulundu. “Bugün ortak evimiz Avrupa’yı ırkçılık, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm, islamofobi, ekonomik istikrarsızlık ve terörizm batağından çıkartmak için Avrupa ve Avrupalılık kavramları üzerinde yeniden düşünmemiz gerekiyor” ifadelerini kullandı. Terörle mücadelede Avrupa’nın yaklaşımını eleştiren Davutoğlu, “Avrupa’da meydana gelen terör eylemlerine yönelik hassasiyet ve tepkiyi önemsiyor, değerli ve gerekli buluyoruz. Ancak, aynı hassasiyet ve tepkinin Ankara ve İstanbul’daki terörist saldırılar için de gösterilmesini bekliyoruz” şeklinde konuştu. “DEAŞ’ın (IŞİD) Avrupa’daki faaliyetleri bizi

ne kadar endişelendiriyorsa PKK’nın Avrupa’daki faaliyetleri de bizi o kadar endişelenmektedir” ifadeleriyle Avrupa’ya sitemde bulundu. Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar konusundaki yardımlarını da anlatan Davutoğlu, halihazırda Türkiye topraklarında 2 milyon 700 bini aşkın Suriyelinin bulunduğunu, bunların 270 bin kadarının kamplarda barındırıldığını bildirdi. Son dört buçuk yıl içinde Türkiye’de 152 bin Suriyeli bebek doğduğunu belirten Davutoğlu, kamplarda okullaşma oranının yüzde 90’a vardığını, ancak kamplar dışında 400 bin çocuğun hiçbir eğitim almadığı bilgisini verdi. Ankara ile AB arasında sığınmacılar konusunda varılan anlaşmaya değinen Davutoğlu, “Sadece 2015 Ocak ayından bu yana, Türk Sahil Güvenlik botları Ege’de 92 bin göçmeni ölmekten kurtarmıştır. Çabalarımız sonucunda Ekim 2015’te Ege adalarına günde ortalama 6 bin 800 kişi düzensiz göçmen olarak geçerken, bu sayı Şubat 2016’da günde ortalama 2 bine, Mart 2016’da ise 860’a düşürülmüştür. Nisan ayının ilk yarısı için ortalama geçişler 327’e kadar gerilemiş-

Hasan KARAKAYA

Başkonsolosu Özgür Çınar da kısa bir konuşma yaptı. Daha sonra kürsüye gelen Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr Mehmet GÖRMEZ Hoca, söze başlarken ALLAH cc Hamd Alemlerin efendisi Rasulullah sav Efendimize selatu selam getirerek, “Sizler Strasbourg’ta bulunan çeşitli dernek, vakıf ve camilerin ‘Biz böyle bir program yapacağız gelir misiniz’ sorusuna, elbette bizim de koşarak geliriz cevabımız oldu. ALLAH (cc) nasip etti bu günde burada sizlerle beraberiz” dedi. Bir anektodla söze devam eden Görmez Hoca, “Paris’te bir çocuğun babasına sorduğu ‘Babacığım ben okulda adımın Muhammed olduğunu demeyip saklasam ne dersin’ sorusu üzerine o gündür bu gündür içimde bir yaradır ve Strasbourg Zenith salonundan Avrupa’da yaşayan adı Muhammed, Mahmud, Mustafa, Ahmed olan bütün yavrularımızı selamlıyorum. Sakının ha sakının, taşıdığınız isim, yeryüzüne barışı, huzuru getiren büyük bir peygamberin ismi, taşıdığınız isimler yeryüzüne barışı getiren, kendisi Adem’le başlayan peygamberlik binasının bir tuğlası olarak

gelen, Hz İsa’ya kardeşim Hz Musa’ya kardeşim diyen, Hz İbrahim’e Atam diyen, Hz Adem’e Babam diyen Muhammed Mustafa’nın ismidir, siz o isimle iftihar edebilirsiniz” dedi. “Adı Muhammed olan, adı Ahmed olan, adı Mehmet olanların anne ve babalarınaa sesleniyorum: Başka coğrafyalarda binlerce km ötelerde cinayet şebekelerinin işlediği suçlardan dolayı asla islamdan kaynaklanmayan, sevgili peygamberimizle hiçbir ilişkisi olmayan cinayet şebekelerinin işlediği suçlardan dolayı sakın ha sakın başınızı öne eğmeyin. Ankara’yı kana bulayan, Paris’i kana bulayan, Brüksel’i kana bulayan o canilerin İslam peygamberi merhamet peygamberiyle asla bir ilişkisi alakası yoktur. Burada Batılı Avrupalı dostlarımıza bir

GELİN BİRLİK OLALIM İslam peygamberi Hz Muhammed (sav) in her yıl olduğu gibi bu yıl da KUTLU DOĞUM HAFTASI 10 Nisan 2016 tarihinde Strasbourg’ta ZENİTH salonunda Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr Mehmet GÖRMEZ Hoca’nın katılımıyla kutlandı. Alsace bölgesinden ve diğer bölgelerden akın akın bu güne, bu kutlu doğum haftasının açılışına katılmak üzere salona gelen müminlerle, yüksek güvenlik önlemleri altında muhteşem bir açılış yapıldı. Açılışta program organizatörü olarak ilan edilen Strasbourg’taki bütün teşkilatlar, dernekler ve camilerin birlikte katkı sağlamaları gözden kaçmadı. Her ne kadar da isimleri, dernek çatıları farklı olsa da amaç ve gayeleri ALLAH (cc) ve RESULULLAH (sav) olunca akan suların duracağı bildirildi. Açılış Kerim kitabımız Kuranı Kerim’le başladı ve ilk kürsüye gelen Strasbourg Başkonsolosluğu Din İşleri Ataşesi Prof Dr Fevzi Hamurcu, misafirlere bir selamlama konuşması yaptı. Daha sonra Strasbourg

tir” ifadelerini kullandı. Davutoğlu, bu çabalara rağmen sığınmacı krizine kalıcı çözümün Suriye’deki ihtilafın ivedilikle sona erdirilmesinden geçtiğini ifade etti. Türkiye’deki reform sürecine de değinen Davutoğlu, temel siyasi reform hedefinin “yeni, demokratik, sivil bir anayasanın hayata geçirlimesi” olduğunu söyledi. Türkiye’nin yeni anayasayla “1980’lerin darbe hukukunu tümüyle geride bırakacağı”nı savundu. Davutoğlu, konuşmasının ardından AKPM’deki siyasi gruplar adına kendisine yöneltilen soruları yanıtladı. Oturumun bu bölümüne AKPM Birleşik Sol Grup (GUE) sözcüsü, Türkiye delegasyonu üyesi HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün sorduğu soru damgasını vurdu. Kürkçü’nün, Türkçe 1 Ocak 2016’dan itibaren AKPM’de çalışma dili olmasına rağmen sorusunu İngilizce sormasına Davutoğlu tepki gösterdi.

sözüm olacak: hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki Afrika’da, Ortadoğu’da, Asyalar’da işlenen cinayetlerin o topraklardaki sömürgelerden sonra istibdat rejimlerinden sonra küresel güçlerin çatışma alanı haline getirdikten sonra yağlı bilinçlerin savaşın ve şiddetin gölgesinde işlediği cinayetler olduğunu hepimiz biliyoruz. Öyleyse lütfen o dünyalarda işlenen cinayetleri islama mal etmeye hiç hakkınız yok.” Görmez Hoca daha sonra tekrar salonu, uzaktan yakından gelen tüm halkımızı selamlayarak kürsüden ayrıldı. Daha sonra Ankara Türk Musıki Grubu’nun sunduğu ilahilerle devam eden program, kendi seyrinde devam etti.


8

Eyüp Sultan Camii geçeci yerine taşındı Gelecek nesillere yapılan yatırım... Yıllardır Strazburg'da yaşayan halkımıza hizmet veren Eyüp Sultan Camii, ileriki günlerde yapılması planlanan yeni cami projesi kapsamında yıkım öncesi boşaltılmış olup, geçici bir süreliğine hazırlanan yeni yerine taşınmıştır. Bu münasebetle 8 Nisan 2016 Cuma günü bir açılış merasimi düzenlenmiştir. Programa Başkonsolosumuz Özgür Çınar, İslam Toplumu Milli Görüş Genel Başkanı Kemal Ergün, İGMG Doğu Fransa Bölge Başkanı Eyüp Şahin, Eyüp Sultan Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Sebahattin Aydemir, Strazburg Belediye Başkanı adına Olivier Bitz, Bölge Başkan Yardımcısı Jean Philippe Maurer, yerel yöneticiler, dernek başkanları ve halkımız iştirak etmiş, açılışın yapılmasından hemen sonra da ilk cuma namazı kılınmıştır. Eyüp Sultan Camii’nin yeni yeri, eskisinin hemen yan sokağında bulunduğundan, vatandaşlarımız açısından yeni yeri bulmak bir sorun oluşturmayacaktır. Halkımız adına bu işte emeği geçenleri tebrik ediyor, teşekkür ve başarı dileklerimizi sunuyoruz… Eyüp Sultan’da kermes heyecanı İlkbahar ve yaz aylarının gelmesiyle cemiyetlerimizde kermes heyecanı da başladı. İlk kermes organizasyonu, Strazburg Eyüp Sultan Cemiyeti tarafından düzenlendi. 5 Mayıs 2016 tarihinde Strazburg Başkon-

solosu Özgür Çınar’ın, değerli yöneticilerimizin ve dernek başkanlarımızın katılımıyla saat 11.00'de 4 gün sürecek olan kermes programının açılışı yapıldı. Vatandaşlarımızın daha ilk günden yoğun ilgi gösterdiği kermeste temalı standlar ve yerel lezzetlerin tanıtıldığı standların yanında, ayrıca yeni cami projesinin ve planının gösterileceği bir de video sunumu yapılmıştır. si kapsamında yıkım öncesi boşaltılmış olup, geçici bir süreliğine hazırlanan yeni yerine taşınmıştır. Bu münasebetle 8 Nisan 2016 Cuma günü bir açılış merasimi düzenlenmiştir. Programa Başkonsolosumuz Özgür Çınar, İslam Toplumu Milli Görüş Genel Başkanı Kemal Ergün, İGMG Doğu Fransa Bölge Başkanı Eyüp Şahin, Eyüp Sultan Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Sebahattin Aydemir, Strazburg Belediye Başkanı adına Olivier Bitz, Bölge Başkan Yardımcısı Jean Philippe Maurer, yerel yöneticiler, dernek başkanları ve halkımız iştirak etmiş, açılışın yapılmasından hemen sonra da ilk cuma namazı kılınmıştır. Eyüp Sultan Camii’nin yeni yeri, eskisinin hemen yan sokağında bulunduğundan, vatandaşlarımız açısından yeni yeri bulmak bir sorun oluşturmayacaktır. Halkımız adına bu işte emeği geçenleri tebrik ediyor, teşekkür ve başarı dileklerimizi sunuyoruz…

Sélestat Türk Cemiyeti, Başkanını Ebediyete Uğurladı Sélestat Türk Cemiyeti Başkanı İsmail Coşkun, geçirdiği kalp krizi sonucu, 14 Nisan 2016 tarihinde genç yasta hayatını kaybetti. Sélestat Türk Cemiyeti’nde üç dönem başkanlık yapan İsmail Coşkun’un ani

ölümü, başta ailesi, yakınları ve Sélestat halkı ile sevenlerini yasa boğdu. Sélestat’ta her kesimin büyük sevgi ve takdirini toplayan İsmail Coşkun’un ansızın kalp

krizi sonucunda hayatını kaybetmesi, başkanı olduğu Sélestat Türk Cemiyeti’nde şok etkisi yaparken, ölüm haberini alan sevenleri Coşkun’un evine koştular. Sélestat Hastanesi’nde cenazesi yıkanan Sélestat Türk Cemiyeti Başkanı İsmail Coşkun, daha sonra en sevdiği ve her gün -başkan olmadığı dönemlerde dahi- bir an olsun ayrılmadığı Sélestat Türk Cemiyeti’ne getirildi. Coşkun’un cenazesinde sevenlerinin gözyaşları adeta sel olup aktı. Her kesimden yaklaşık bin kişinin katıldığı cenaze törenine, ailesi ve yakınlarının yanı sıra, Strazburg Başkonsolosu Özgür Çınar, Sélestat Belediye Başkanı Marcel Bauer, Strasbourg Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi Dr. Fevzi Hamurcu de iştirak etti. Bu büyük kalabalık tarafından

kılınan cenaze namazının ardından, Başkanımız İsmail Coşkun’un cenazesi Kayseri Pınarbaşı Pazarören kasabasına götürülereke, ertesi gün öğle namazı sonrası toprağa verildi. Büyük Başkan İsmail Coşkun’u asla unutmayacağız. Rahat uyu Başkanımız…


9


10

Psikolog Erdinç Üstündağ’dan Zayıflama ve Sigara Bırakma Üzerine Açıklamalar Avrupa Psikoloji Merkezi Başkanı Erdinç Üstündağ, şişmanlık ve sigaranın zararları konusunda, gazetemize özel açıklamalarda bulundu. Şişmanlık “Vatandaşlarımız bu konuda çok mağdur oluyorlar. Yan bir sürü paralar kaptırıyorlar. Zayıflamak için eğer fizyolojik anlamda bir sıkıntı yok ise, illa ki bir destek almaları şart değil. Kendi kendilerine de evde bunu başarabilirler. Kendilerini psikolojikman bu konuya alıştırsınlar ve zayıflamak, kilo vermek için değil, sağlıklı yaşamak için gayret etsinler. Yani bu çok önemli, bu cümle psikolojimizi çok önemli şekilde etkiliyor. Kilo vermek için değil, sağlıklı yaşamak için. Bunun ismi Kuantum’da Olumlama. Yani kilo vereceğim cümlesi yerine, ideal kiloma kavuşacağım mesela. Bunu kendi kendilerine telkin etmelerinde fayda var. Bununla birlikte en önemli şey şu; yeme alışkanlıkları değişmeli. Yani bir ay zar zor diyet yaptın diyelim, biraz zayıfladın, yeme alışkanlığını değiştirmediğin zaman o verdiğin kilonun iki mislini alacaksın. Bunun da tıptaki ismi Jo-Jo Efekti. Bu büyük bir sıkıntıdır çünkü vücut alışık olduğundan daha az bir gıdaya kavuşursa aç kalacağım diyor ve tehlike, alarm çalıp sizin ona verdiğiniz az gıdadan daha fazla kalori alıyor. Yani az yemek sorunları çözmez, kişi mutlak surette yeme alışkanlıklarını değiştirmeli. Ama biz genelde halk olarak buna pek fazla önem vermiyoruz. Mesela kadınların yaptığı günler olabilir ona bir şey demiyoruz ama gidip gıybetin, boş beleş sohbetlerin olduğu, böreklerin pastaların yağlı yağlı yenip yenip kalkılıp… Bu tür aktivitelerden uzak durmak lazım. İlla ki kadınlarla sohbet ortamı istiyorsanız yürüyüş yapın. 5 tane kadın toplanın, giyinin eşofmanlarınızı yürüyün, örnek olun. Biraz daha çağdaş yaşama ayak uy-

durmakta fayda var. Yeme alışkanlıkları değişmeli. Buradan biz kendilerine bu konuda yardımcı oluruz. Ama bakın, ne söyledim; illa ki psikolojik destek almaları değil, kendileri de bunu yapabilir. Yani örnek vermek gerekirse; çift porsiyon yiyorsanız, artık tek porsiyon yeyin. Bunu üç dört hafta yaptığınızda zaten mide ona alışacaktır. Bir şeyleri feda etmeden, kârlı olamıyoruz. Kilo vermek için illa bir ton para vermeye gerek yok. Çünkü zaten o verdiğin kiloları sonra fazlasıyla alıyorsun. Niye? Ömür boyu diyet yapma şansın yok senin. Yeme alışkanlıklarını değiştirmek zorundasın.”

Sigara “Bir diğer mevzu ise: zehir, sigara. Elimizdeki o zehir. Bunu ailelere ya da kullanan kişilere kesinlikle kullanmamalarını öneriyoruz. Öncelikle bırakmak için; mantıksız işlerde çözüm aramayacağız. Çaba göstermeden bir çözüm yok. Sen bir seansa gel, sana bir iğne yapacağız, bir daha içmeyeceksin. Hayır, böyle bir dünya yok. Bir insanın biraz mantığını kullanması lâzım. Sen bu okula gel, hiçbir şey öğrenmeden biz seni mezun edelim. Böyle bir dünya yok. Yani bunu söyleyenlere ne yazık ki rağbet var. Gerçekçi olup, biraz sabır lazım. Senin fedakârlık, çaba göstermen lâzım diyenlere rağbet yok. Mucize istiyoruz. Mucize herkesin içinde saklıdır. Özellikle şunu söylüyorum; 3-4 randevu ile kesin netice alınan birçok ailemiz var. Hatta onların bir tanesi kendisi de isterse tecrübesini anlatabilir. Sigara-

nın ekonomik anlamda cep yakan tarafı da vardır. Günde 2-3 paket içenler var. Günde 20 eurodan ayda 600 euro eder. Ama çocuğuna 50 euro vermeyen ebeveynler var... Zaten bizde maalesef sorunlar çok. Bunlar eğitimsizlikten geliyor. Sigara içen, evet bu akademik bir insan da olsa hiç hakketmiyor. Demek ki yeterince eğitimli veya bilinçli değilsin. Ve bu iki sorun direkt kalp rahatsızlıklarının en büyük sebepleri: yemek ve sigara. Ayrıca sigara cinsel konularda da gücü etkiliyor. Erkeklerde sertleşme sorunu, erken boşalma gibi sorunları da arttırıyor. Bir de pis gerçekten. Ağzınızdaki o duman ile yani gerçekten pis. Özellikle kullanmayan bir insana hiç hoş bir yaklaşım vermiyor.” Bir diyalog: Sigarayı APM’ndeki seanslardan sonra bırakmış bir vatandaşımızla Psikolog Üstündağ arasında geçen bir konuşma.. « A: Şimdi bile düşünmüyorum E: Yani buradaki seanstan çıktıktan sonra hiç eline almadın. A: Almadım. Gittim sigara paketini de çöpe attım. E: Evet.

A: Yarım paket vardı. Yarım paket değil yani bir paketin içinde 2 -3 tane vardı. Çakmak ile hepsini verdim. Dedim ki ben sigarayı bıraktım. E: Sonra? A: Bir arkadaşın yanına uğradım. Nasıl bıraktın dedi. Bıraktım sigarayı dedim. İşte bu sigara da senin olsun dedim. Kimin yanına gittin dedi. Erdinç Bey’in yanına gittim dedim. E: Evet? A: Evet, doğru. Ben şimdi sigarayı falan bıraktım. Sigarayı içmiyorum. O gün seninle bir araya geldiğim günden bugüne kadar sigaranın kokusundan da nefret ediyorum. Bak benim çocuklar da içiyor. Onları da getireceğim senin yanına. şöyle aradan bir iki ay geçsin. E: Bak, ama haa. A: Oğlanı da getireceğim senin yanına. Onlar da içiyor. E: Eğer, yani bana en ufak bir saygınız var ise o defter kapandı tamam mı? A: Ben daha kesinlikle sigara içmiyorum. E: Peki oldu çok memnun oldum. Tamam mı? O yüzden sordum. A: Erdinç Bey sana bir şey söyleyebilir miyim? Benim kız ile oğlanı da senin yanına getireceğim. E: Tamam olur.»


11


12 Sürpriz Doğum Günü Partisi

Hasan BELLİKLİ / Karlsruhe

Ludwigshafen’de yaşayan tanınmış ailelerden İsmail ve Cennet BAKLAN’ın oğlu Savaş BAKLAN’a 40. yaşgünü partisi hazırlayan nişanlısı Hilâl ile kız kardeşi Ferdane BAKLAN ve arkadaşları, büyük bir sürprize imza attılar. 40 yıla özel olarak hazırlanan partiye BAKLAN ailesinden ve arkadaşlarından çok sayıda katılım oldu. Biz de Objektif gazete olarak Savaş BAKLAN’ın doğum gününü kutlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam dileriz.

GÖZAYDINLIĞI

Sevgili dostlarımız Zıvalı ve Baker ailelerinin çocukları Nurgül ile İzzet 23 Nisan 2016 tarihinde dünya evine girdiler. Genç çifte ömür boyu mutluluklar diler, Baker ve Zıvalı ailelerini kutlarız. Ekmekci ailesi

Satılık fond de commerce 92, Place du 17 Novembre 67130 Schirmeck adresinde bulunan CN fast food, devren satılıktır. Strasbourg’a 40 km uzaklıkta, hiçbir rakibi yok, ortalama yıllık getirisi 150- 160 000 €. 45 kişilik oturmalı + 20 kişilik teras. Hamburger, döner, pizza tarzında çalışan, 70 m2. Toplam 650 € kiranın içersinde 2 odalı, tuvalet ve banyosu olan bir daire mevcuttur. Fiyatı: 60 000 € (livrezon arabası dahil). Tel: 07 83 52 98 08

Satılık fond de commerce

25, rue de Mulhouse 68310 Wittelsheim adresindeki DOY DOY Pizza-Kebab devren satılıktır. Ciddî olarak ilgilenenler için irtibat numaraları: 03 89 55 36 84 / 07 81 29 03 74 Satılık fond de commerce

25, rue de Mulhouse 68310 Wittelsheim adresindeki DOY DOY Pizza-Kebab devren satılıktır. Ciddî olarak ilgilenenler için irtibat numaraları: 03 89 55 36 84 / 07 81 29 03 74 VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI

Çok sevdiğimiz Yengemiz, sevgili arkadaşlarımızın değerli Annesi Döndü AYDIN 1 Mayıs 2016 tarihinde son yolculuğuna çıktı. Acımız derindir. Başta sevgili eşi Kadem Aydın, bütün Aydın ailesinin acısını paylaşıyoruz. Işıklar içinde uyu Döndü Yenge… Ekmekci ailesi

VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI

Sélestat Türk Cemiyeti Başkanı, değerli kardeşimiz İsmail COŞKUN’u 14 Nisan 2016 tarihinde sonsuzluğa uğurladık. Acımız büyüktür. Merhuma Allah’tan rahmet, kederli ailesine sabır dileriz. Objektif Gazete / Ekmekci ailesi

VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI

Sélestat Türk Cemiyeti Başkanı, güzel insan İsmail COŞKUN’u 14 Nisan 2016 tarihinde ebediyete yolcu ettik. Tüm sevenlerinin başı sağolsun. ACEGAL Giresunlular Derneği


13 MUAYENE ODAMIZ Dr. Murat ÇAĞ

Sindirim Sistemi Cerrahisi Uzmanı Karaciğer Safra Yolları Pankreas Cerrahisi ve Kanserolojisi Uzmanı Organ Nakli Cerrahisi Uzmanı

Nouvel Hopital Civil / Strasbourg

muratcag@outlook.com

Safra Kesesi Ameliyatı

MUAYENE ODAMIZ’ın bu sayıdaki konuları 1/ SAFRA KESESİ TAŞLARI 2/ ŞİŞMANLIK VE ZAYIFLATMA CERRAHİSİ Muayene odamızın geçen sayısında e-mail adresimizi yazmayı unuttuğum için 9 eleştiri telefonu aldım. Beni hatırladığınız ve bu kadar canlı takip ettiğiniz için teşekkürler. Ben de bir önceki hastaların sorularını bitirme şansı kazandım bu unutkanlıkla. Onlar da birer birer muayene odamızın kapısından tekrar girdiler, Karşılarında sırtı pencereye dönük oturan benimle, Dr. Murat Çağ’la karşılaştılar. Selamlaştık. Bu sefer çekingenlikleri uçup gitmişti. Samimiyetlerine istinaden geçen sayıda yanıtlayamadığım safra kesesi taşıyla gelen TK Bey’in yakınmasını öncelikle yanıtlamaya karar verdim. Bay TK’nin bir ay önce kızartma ağırlıklı bir akşam yemeği sonrası karın ağrısı olmuştu. 4 gün sonra ağrısı geçmediği için bana ulaştı. O anki muayenesinde bile karnının sağ üst tarafında hassas bir noktası vardı. Bu acil bir cerrahi işaretiydi. T Bey’i benim servisimde yer olmadığı

SPORTİF BAKIŞ FARUK BEYAZ

faruk.beyaz@hotmail.fr

Bir el sporu karıştırıyor 24 Nisan 2016 tarihli Trabzonpor-Fenerbahçe maçının 89. dakikasında, kendini bilmeyen embesil sahaya girerek çizgi hakemini yumrukladı. Bu olayı tamamen kınayarak söylüyorum; ben sporun barış, kardeşlik getirmesinden yanayım, böyle olayları gördüğümde maça başka bir çerçeveden bakarım, bir de söz konusu benim Karadeniz takımları ise başka bir ilgi ile seyrederim; eh sonuçta Giresunlu’yum, kan çekiyor, tabii ki sonuçta hep bir oyun, bir müsabaka. Ve hep de soylerim; iyi oynayan kazansın… Burada bu maçın olaylarını değil, maç sonundaki görünümde İstanbul medyasında olanlar aslında emirlerini ve

için bir arkadaşımın servisinde misafir ettik. Boyuna göre toplu, yüksek tansiyonlu bu hasta için hemen bir kan tahlili ve karın ekografisi (ultrasonografi) yaptırdık. Yattığı serviste ona bir antibiotik ve ağrı kesici tedavisine başladık. Kan tahlilinde akyuvar (lokosit) yüksekliği ve hypercholesterol dışında bir özellik yoktu. En önemlisi sarılıkla ilgili bir bulgu yoktu. Ekografi (ultrasonografi) bize safra kesesinde 3santim çapında bir taş ve safra kesesinin duvarında iltihap bulguları verdi. Bu radyolojik tetkikte taşın boyu, eğer çok küçük değilse veya çok büyük değilse önemli değildir. TK Bey’in taşı alışılageldik bir boydaydı. Bu taşlar genelde beslenme ve kiloyla ilgilidir. Beyaz tenli, birkaç doğum yapmış, 30 yaş civarı toplu hanımlarda daha çok rastlanır. İnsanların yaklaşık yüzde üçünde bulunur. Sadece binde üçünde “Biz buradayız” diye bağırırlar. TK Bey’in hyperkolesterolizis rahatsızlığı bu taşın varlığının nedenini açıklıyordu. Üstelik “Ben buradayım” diye bay TK’yi hastaneye düşürmüşlerdi. Kısaca ameliyatla alınmayi haketmişti bu safra kesesi. Zira hiç varlıklarını belirtmeyip sıradan bir karın kontrolü sırasında bulunmuş olan safra kesesi alınmamalıdır. Çünkü bütün ameliyatlar gibi safra kesesi ameliyatlarının da riskleri vardır, bazen bu komplikasyonlar nedeni ile karaciğer nakline kadar bile giderler. O yüzden safra kesenizde taş var hemen ameliyat diyorsa doktorunuz bir kez daha bu yazıyı düşünün ve kendinize deyin ki benim şikâyetimin gerçek sebebi safra kesem mi? Unutmayın, hiçbir organ boşuna yoktur, gereksiz bir ameliyat sorunlarınızı çözmez ve arttırır. TK Bey’de bütün sorunun safra kesesinden kaynaklandığına emindik. Ne var ki ilk yakınmayla bana geliş arası çok uzun olduğu için acil ameliyat yerine ilaç te-

manşetlerini Amerikan uşaklarından alırlar, onlarla yatarlar onlarla büyürler, onların emri altında olan gazetecilere sesleniyorum. Trabzon maçında çıkan olaylar kesinlikle tasdik edilemez, yapılan ayıp ki ne ayıp, bu bir rezalettir. Sizler bu maçı öyle yorumladınız ki herhalde ülke elden gidiyor zannettim. Hakeme kalkan el, devlete kalkmıştır dediniz, Avrupa’ya girmeye ramak kaldı, Haziran’da vizeler kalkıyor dediniz, gerillalar stadda iş başında dediniz vs... Ben de diyorum ki be kanı bozuk soytarı yorumcular... Fenerbahce Diyarbakirspor’la Türkiye Kupası’nda oynarken İstiklal Marşı’mız ıslıklandı ve İmralı’dakinin ismini andılar, onlar gerilla olmuyor, Trabzonspor seyircisi ne vatana, ne bayrağa küfür eder ne de İstiklal Marşı’nı ıslıklarlar, onların zoru derdi Trabzonspor’dur, başka bir şeyleri yoktur. Avrupa’ya Trabzonspor yüzünden giremeyeceksek bırakın girmeyelim, Avrupa Birliği zaten iflasta, güzelim ülkemizi iflasa sokmayalım.

davisine 1hafta devam kararı verdik. Kendisiyle bu ay ameliyat için sözleştik. Şikâyetleri geçmişti. Yine de ameliyattan sonra başka problemleri ortaya çıkmasın diye bir gastroskopi ( ince yumuşak bir boruyla mide araştırması) yaptırdık. Bir ülser yoktu . Anestezist (Ameliyat sırasında hastayı uyutacak doktor) konsültasyonu yaptırıp ameliyat iznini aldık. İki gün önce yine yer bulabildiğimiz başka bir serviste sabah 7 gibi aç karnına geldi. Selamlaştık. Hazırlıkları yapıldı ve tek delikten laparoskopik olarak (kapalı yontem, video ile ) ameliyatını yaptım. Yaklaşık ameliyat 45 dakika sürdü ama ailesiyle gorüşmesi 3 saati buldu. Zira anestezistler hastanın uyanması için uyanma odasında beklettiler. Akşam saat 6’da ben hastayı tekrar gördükten sonra TK Bey ailesiyle evine döndü. Bakalım 1 ay sonra kontrola geldiğinde yumurta yemeğe başlamış olacak mı? Hep beraber göreceğiz! Bu sefer yine RG hanımın şişmanlık ve zayıflama cerrahisi sorusuna yanıt veremedik ama kan tahlilinde ilginç bir bulguyla karşılaştık; bunu da gelecek ay kesinlikle yanıtlayacağım. Haziran’da ramazan başlıyor. Mide ve kilo problemlerinizi çözmek için az zamanınız kaldı. Unutmayın, Çare Siz’siniz! Yeni e-maillerinizi bekliyorum. Muayene odamızda sizin için yerimiz var! Görüşmek üzere. Aklımdasınız R.G. D.M. T.G. M.B., N .C., , Y.V., A.K. Birten C., G.M., Alin K., H.Tekin. Geçmiş olsun T.K., F.T., A.C.S.

Ülke olarak günlerce şehit veriyoruz Güneydoğu’da, siz çıkmışsınız Trabzon şehrinde futbol oynanmaz diyorsunuz can guvenliğinden. Gidin bakalım Güneydoğu’nun balta girmemiş dağlarında nasıl top oynanıyor. Benim anlatmak istediğim bu… Birileri spora elini soyuyor ve ülkemizi karıştırmak istiyor. Güneydoğu nasıl karışıksa, Trabzon şehrini de öyle karıştırmak istiyorlar… Burada problem Trabzon, Fenerbahçe değil, dedim ya hesaplar büyük, bunu maça bakarak değil stadın dışından bakarak yapalım, o zaman anlarız sorunun ne olduğunu.. Bu maç sonunda Fenerbahce teknik direktörü çok güzel bir konuşma yaptı, şahsen kendisini tebrik ediyorum, insanlığını gün yüzüne çıkarttı, gerçekten delikanlı hocaymış, başarılı olur olmaz orası beni ilgilendirmez, adam soyunma odasına kaçmadı, hakem maçı durdurduğunda futbolcuları hep yanına aldı ve onlar soyunma odasına girdikten sonra soyunma odasına gitti, bravo adama büyük bir insanlık dersi verdi. Bundan pek uzak sayılmaz bir önceki

sene Fenerbahçe’nin teknik direktörü Ersun Yanal hakem düdüğünü çalar çalmaz soyunma odasına koştu, bu da onun ayıbıydı. Yazımı Neyzen Tevfik’in SOSYETE şiiriyle bitiriyorum. « Islahına imkân yok, beyhude üzülme hiç Salgın halinde kumar evde poker ve briç Hayat sirkeden ucuz, düşünme şampanya iç Memleket her baloda kazanır bir sürü piç Olgunluğa sermaye sarf edilen emektir İnsan için nezâket doğruyu söylemektir Asriliğin manası edeb, irfan demektir. Edepte terbiyede çok noksandir bilgimiz Namus ve iffet ile hiç kalmamış ilgimiz. Avcı bilir avını her kuşa saldırmaz Kurnaz çoban sürüden kurda kuzu kaptırmaz İnsanoğlu tuhaftır her söze pek aldırmaz İbne densin kızar da, s..kersin aldırmaz. » Saygılarımla…


14

TOLGA TURAN Empati tolgatr35@gmail.com

KENDİNİ KEŞFETMİŞ KÂŞİF RUHLU KÜLKEDİSİ İNSALARIN DRAMI

İnsanın kendisini sorguya çektiği anlar elbet vardır. Elbet diyorum, olması da gereken budur diye düşünmekteyim. Hayat her an güzellikler ile gelmez karşımıza aynanın öteki yüzü gibi karşıtlığı geliverir mutluluğa inat. Nedense son dönemde mutlu gözüküp mutsuz olduğuna emin olduğum bir sürü insan gözlemlemekteyim. Ruhu ve bedeni birbiri ile zıt iki kutup yaşam bunlar. Tabiri caiz ise aynaya baktığından kendisini göremeyen insanlar. Yaşamları farklı amaçları farklı sürekli beden ruh ve beyinleri ile sürekli savaş halinde olan zeki insanlar. Neden zeki çünkü hem bedeni hem ruhu hem de beyni idare edebilecek kapasiten var ise buna zeki değil de ne denir. Savaş deyince insanın aklına kaba kuvvetten başka bir şey gelmiyor, üstünlüğünü kabul ettirmek ve sonunda evet diyebilmek. Kaçımız ruhumuz ve bedenimiz ile savaş etmedik ki; artık yapmam dediğimiz şeyleri tekrar yaptığımız. Sonrasında kendi kendimizin karşısına geçip utanmıyor musun tekrar aynısını yaptın dediğimiz. Hani başta dedim ya sorguya çekilme anı diye işte tek amaç bu, gaye bu. Birazdan kaleme alacaklarımı okuduğunuzda; hakkımda düşündüklerinizi ya da düşünebileceklerinizi az çok tahmin diyorum, tahmin etmekle kalmıyor satır satır hangi yorum-

larda bulunduğunuzu aynanın diğer tarafından görür gibi oluyorum. Olsun beni bilen bilir onuncu köyün muhtarıyım; doğruları anlatmak ya da doğrunun doğrusunu doğrulamak amacım.Hani dışladığınız, tu kaka değiniz insanlar var; var diyorum görmezden geldiğiniz görmek istemediğiniz. Neden görmek istemiyorsunuz o da açık net çünkü onlar zeki onlar bizlerde olmayan özgüvenlerine sımsıkı sahip, ruhu ve bedenini yönlendiren kendini keşfetmiş kâşif insanlar. Ötekileştirdiğiniz veya ötekileştirdiğimiz. Zor bir durum olsa gerek yaşadıkları kanımca farklı numara ufak olanından ayakkabı giydiğinizde neler yaşarsanız ya da tam tersi bir numara büyük işte öyledir diye tahmin etmekteyim. Bir moda dergisinde okumuş idim, insanların da bir kumaşının olduğunu yazmakta idi. Gerçekten öyle. Şimdi hangi kumaş hangisi diye bilemem ama ipek olan birine Amerikan bezi kumaşı örneklemesi sanırım doğru olmaz. Yani içinde ipekleri olup da dışındaki kumaşı farklı olan nice insanlar. Toplumun her alanında varlar, var olmaya devam edecekler. Kimileri çok ama çok cesur dedim ya savaşçı ruhlu direkt kendini ifade etmekte kimileri ise bastırılmış duygularına yenik düşmekten başka çaresi olmayan insanlar. Toplum ne der arkadaşlarım ne der ailem ne der deyip yaşamının sonlandıran bitik yitik ruhlar. Şimdi bir psikolog değilim bilemem tedavi süreçlerini ama bu bir hastalık değil diye tahmin etmekteyim. Hani özgürlük hani hür

irade ama kısıtlamaları özgürlükleri hür iradelerine kilit vurulmakta. Çevremde tanıdığım tamam kabul başta benim de yadırgadığım. Fakat kendisini tanıdıkça içindeki farklılığı keşfetmiş kâşif olarak tanıdığım gemisini yürüten tam donanımlı kaptan dediğim. Ötekileştiremediğim bir sürü dostum var. Zaman zaman direkt olmasa bile hani bizi de kaleme alsan dedikleri bilirim fakat cesaret edemedim. Cesaretsizlikten değil kendi dünyalarını keşfedeyim derken zarar vermekten korkmaktayım. Elbette bilirim içlerinde sürekli bir çatışma sürekli bir kavga hali olduklarını. Herbirinin bir roman bir senaryo tadında hayatlarının olduğunu bilirim. Tamam, iyinin yanında kötüleri yok mu var elbet ama olsun dostlarım diye bilmekteyim. Biraz sohbet edince içinde kileri dökünce inanın inci taneleri gibi gelir anlattıkları o derin okyanuslarında yaşadıkları gelgitlere inat. Bir liman bulurlar mı demir atarlar mı diye sorarsanız sanırım cevap hayır olur nedeni açık gemici fenerleri üzerinle doğru ışık verirse korkup kaçarlar. Başka bir limana doğru gitmek üzere çoktan demir alırlar o limandan bu limana. Sır saklayabilir misiniz? Düşündünüz değil mi? Doğru ama en iyi sır saklayanlardır. Neden sırrı iyi saklarlar malum yaşadıkları hep bir sırdır da ondan. Oysaki ipekten bir kozadır kalpleri camdan sırça köşkleri vardır bir taş geldi mi direkt parçalanan. İsyanları var mıdır yaratana sanmam senden bende

daha bağlıdırlar ve inanırlar tek koruyucu Yaradanlarıdır. Yoktur yaşamlarında kol kanat gerenleri sadece etraflarında çıkar peşinde faydalanmak isteyenleri sürüce vardır. Ne fırtınalar kopar içlerinde sakinleşir mi dalgaları durur mu bilemem ama dedim ya gemileri hep bir rota halindedir. Gözlerini sürekli kaçırırlar her hareketlerinde acaba derler acaba. Acaba ile yaşamak nasıl bir şey acaba. Aynalara farklı bakarlar bellidir sebebi kumaşları farklıdır ruhları farklıdır. Ama güzel olan nedir renkleri her renk vardır içlerinde yaşamlarında gökkuşağı gibidirler. Şemsiyeleri sürekli ters olarak durur, neden, mutluluk toplarlar biriktirirler. Mutluluklarını paylaşmak dağıtmak isterler istemelerine ama biz alır mıyız bir tutam. Hayat paylaştıkça güzel deriz ama biz paylaşmayı sanırım paslaşma kavga olarak algılamaktayız ya. Yaşamın her alanlında mevcut kimliklerdir aslında kaliteli kimlikler kaliteli kumaşlar. Basından modaya sinemadan sahneye; ışıkları bol mesleklerde kimlik savaşında. Kabul ettiklerimiz çok saymakla bitmez yaptıkları işlerde altına imzalarını atan yüzlerce beden ruh savaşı galipleri yok mu? Sadece bu saydığım mesleklerde mi yok nice mesleklerde varlar var olmaya devamlar. Peki, sayamadıklarımız bir elin beş parmağında takılı kalanlar. Hayatlarını sadece zevk aracı gibi gören işi bitince yargılamadan can veren sanki kendisiymiş gibi tek kurşunla yitip giden nice değerli kumaşlar. Onlar yiyip

gidenler katledilenler savaşlarını yarım bırakmak zorunda kalanlar. Kimsiniz ne hakkınız var kocaman dünyada neden yer vermezsiniz. Bırakın da özgürce uçurtmalarını uçursunlar kelebeğin ömrü kadar neden ömür biçersiniz. Yaradan mısın can alırsın Azrail misin sorgusuzca sualsizce gecenin karanlığında yaşamlarını sonlandırırsın. Peki, düşündün mü hiç ya bir gün senin de en sevdiğinin başına böyle bir şey gelse... Sanırım yapmamız gereken çok şeylerin içine minicik de olsa bedenleri gizli ruhları saklı aslında bizden önce kendilerini keşfetmiş kâşif insanları. Külkedisi masallarında birazcık bile kurtarmak tam yerinde mi olur bilemem ama hepsine Alice harikalar diyarı masalları armağan etmek gerekmez mi? Ötekileştirmeden düğünlerimizde ucu bucağı olmadan tutulan halaylarda bir el verip ortak olmak her şeye belki zor ama sil baştan devam dediğimiz bir hayatı sunmak kendilerine... İşte o zaman ne bir liman ararlar ne de deniz fenerleri üzerlerine tutulduğunda mülteci gibi kaçmayıp gökkuşakları ile renk katarlar kimbilir kumaşlarının özelliklerine göre ruhlarını özgürce bedenlerinde salıp atlarını koştururlar hani bizim özgürce koşturduğumuz hayallerden ibaret yaşamlarımızda. Belki bakarsanız çok şeyler öğreniriz yol gösterirler rehber olurlar. Rehber olmak mı dediniz sanırım evet rehber olmak ruhu ile bedenini kavgadan ayırıp aynı çatı altında tek vücut yaşamanın kurallarının rehberi neden olmasın...


15

BİR SÖZDEN BİR ÖZDEN HASAN KARAKAYA

GELİN CANLAR BİR OLALIM!!! Merhaba sevgili dostlar, yine bir sohbette beraberiz! Hasbihal edeceğiz, dertleşeceğiz, derdimize derman, yaramıza merhem, sıkıntımıza selamet, evimize huzur arayacağız. Zira şu sıkıntılı günlerimizde birbirimizin yanında olmak durumundayız. Atalarımız zira öyle diyor birlikten kuvvet doğar! İşte bu birliğimizi sağlayabildiğimiz sürece bir arada kalmayı başarırız. Aramıza girmeye çalışan fitne ve fesada yer vermeden bir duvarın tuğlaları gibi yan yana durduğumuzda aramıza girecek olan bozguncular giremeyecek. Bizim dostluğumuz kardeşliğimiz ve samimiyetimiz böylece kıyamete kadar devam edecek. Bir aile reisi evinde ailesi ve çocuklarıyla nasıl bir haleti ruhiye içerisinde yaşıyorsa o haleti ruhuyesi dışardaki yaşantısına yansımakta olduğunu müşahade ediyoruz.

L’homme et la nature Ekrem ATAC

ekrem.atac@free.fr

Le projet de loi sur le travail

Le gouvernement français et son jeu dangereux avec le monde du travail. Si c’est cela le changement qui nous a été promis, il ne va pas dans la bonne direction. Ce projet de réforme du code du travail représente un recul total pour le monde des travailleurs. Les progrès sociaux qui ont été acquis au cours du vingtième siècle par les luttes syndicales et par le dialogue social sont émis en question en ce début de vingt et unième siècle! Ambroise Croizat, ministre du travail en 1945, a lui-même travaillé en usine et connaissait le monde du travail, contrairement à notre ministre actuelle. Il a jeté les bases de la protection sociale et salariale: les retraites par répartition, les comités d’entreprise, les conventions collectives, la réglementation dur les heures supplémentaires, les congés etc.

Gerek toplum içerisinde gerek halk içerisinde eğer hak ile beraberliği devam ediyorsa bundan daha mütevazı bir hal olamayacağını düşünmek gerekir, zira ehli kamil bir insan etrafında her kim olursa olsun inancı gereği uygulayacağı terbiye ona kardeş olmayı öğretiyor. Yüce Allah, ‘Müminler ancak kardeştirler…’ (Hucurat Suresi, 10) ayetiyle müminlerin kan bağına gerek olmaksızın kardeş olduklarını ve aralarında sevgi bağı kıldığını bildirir. İnanan insanların arasındaki bu son derece güçlü bağ, kaynağını Allah aşkından alan gerçek sevgidir. Peygamber Efendimiz (sav) de Allah’ın bu buyruğu gereği, müminler arasındaki kardeşliğin asla bozulmamasını ister ve veda hutbesindeki sözleriyle bunu vasiyet eder. “Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler... Birbirinize hased etmeyiniz. Birbirinizle buğz (düşmanlık) etmeyiniz. Birbirinizle iyi ilişkileri kesmeyiniz. Birbirinizden yüz çevirip küsmeyiniz ve ey Allah’ın kulları, kardeşler olunuz. (Mace ,Cilt 10, s. 32) Ülkeleri, kültürleri, dilleri ve aileleri farklı da olsa samimi müminleri bir araya geti-

La durée du travail a été progressivement réduite dans le but d’améliorer les conditions de vie des travailleurs et, dans les années 1998 où le nombre d’emplois diminuait déjà, de mieux partager le travail entre les personnes. C’est l’instauration de la semaine de travail de 35 heures. Jusqu’à ce que quelqu’un dise: « Travailler plus pour gagner plus ». Le projet de loi du gouvernement actuel continue dans la direction de la libéralisation du droit du travail, ce qui est paradoxal pour un gouvernement qui se dit socialiste. L’essentiel de ce projet de loi consiste à diminuer les droits des employés et à laisser le champ libre aux employeurs. - Facilitation des licenciements, même sans difficultés économiques de l’entreprise - Négociation des salaires tous les trois ans seulement - Restriction des possibilités de congés - Majoration du nombre d’heures supplémentaires possibles, mais diminution de la rémunération selon accord. - Horaires de travail modifiés plus fa-

ren ve kardeşlik bağıyla bağlayan, Allah’ın din olarak seçip beğendiği İslam dinidir. Müminlerin birbirlerine duydukları derin sevgi, Allah sevgisi/korkusu temelleri üzerinde kurulmuştur ve bu sağlam temeller üzerinde yükselir. Müminlerin birlikteliğinin önemli özelliklerinden biri, Allah rızası için birbirlerini sevmeleri nedeniyle güçlü olmalarıdır. Az sayıda da olsalar, sayıca daha çok olan bir topluluğa kalplerindeki iman nedeniyle galip gelecek güce sahiptirler. Nicelik değil nitelik önemlidir ve gerçek anlamda güçlü olan, Allah’ın Kendi ruhundan üflediği ruha sahip mümindir. Allah, “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf Suresi, 4) hükmüyle müminlerin aralarındaki bağın nasıl olması gerektiğini haber verir. Ancak insanları saptırmak için kuruntular veren, taktik ve tuzaklar geliştiren şeytan, müminlerin arasındaki birliği, sevgi ve dayanışmayı bozma çabası içindedir. Allah, "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Su-

cilement, astreinte moins payée, fractionnement des heures de repos etc. - Indemnité prudhommale plafonnée - Perte d’autres acquis: visite médicale, réduction des congés pour problème personnels, changement de dates… Toutes ces mesures ne vont pas aider le monde du travail. Bien au contraire, elles pénalisent les salariés en activité et aussi les chômeurs. Le monde du travail dans son ensemble est révolté contre cette loi venant d’un gouvernement socialiste. La pétition contre la loi du travail a recueilli plus de 1 270 000 signatures actuellement. Des grandes manifestations ont eu lieu le 9 Mars dans toute la France et une autre est en préparation. La jeunesse se sent concernée par ces problèmes, son avenir est en jeu. Les jeunes se préoccupent de la manière dont ils vont travailler plus tard et ne veulent pas être les victimes de la libéralisation. Ils participent largement aux manifestations. Suite à toutes ces protestations, le gouvernement a révisé son texte sur certains points. Mais ce n’est pas suffisant. Il faut retirer la loi dans son ensemble pour la sécurité de l’avenir des travailleurs et travailleuses.

resi, 53) ayetiyle, şeytanın bu çabasına dikkat çeker. Dolayısıyla her yıl ALLAH (cc) nün yeryüzüne gönderdiği Resulu Hz Muhammed sav’ın doğum günü olarak kutladığımız KUTLU DOĞUM Haftasının da bu yılki teması bunun üzerine kurulu idi: ’’ GELİN BİRLİK OLALIM ’’. Mensup olduğumuz dinimiz islamın yeryüzündeki insanlığa karşı takınmış olduğu misyon açık. Yaşadığımız dünya bir bu kadar daha insana yetecek durumdayken neden bu husumet, neden bu kin, neden bu nefret? Müslümanlar önce Ayeti kerimenin aslına uygun uymalı ve hadislerdeki manaya teslim olmalı, daha sonra bizimle aynı gezegende yaşayan gayri islami bir yaşantısı olan insanlara da bu yeryüzünde yaşama haklarının olduğunu söylemek lazım. Velhasıl 10 Nisan’da da başlayan açılış programına, Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr Mehmet GÖRMEZ’in de katılımıyla Strasbour ZENİTH Arena’da başlayan ve diğer bölgelerde bir hafta süren program gönüllere su serpti!!! Tekrar etmek gerekirse, yaşadığımız ülkede ve yeryüzünde huzur ve refahın gelmesi gerekiyorsa, gelin birlik olalım. Ayrılıkta azap var, birlikte RAHMET var. ALLAH’ın rahmeti bereketi üzerinize olsun.

Pour réduire le chômage, la solution n’est pas d’assouplir des règles, de licencier les uns et augmenter le temps de travail des autres. C’est continuer à PARTAGER LE TRAVAIL: travailler moins et faire travailler tous pour que chacun trouve une place active dans la société. Tout le monde doit être solidaire dans la défense du droit du travail, les actifs et les chômeurs. Une autre manière s’imaginer l’avenir de notre société pourrait être l’instauration d’un revenu universel de base qui serait accordé à tous les citoyens du pays quelle que soit leur activité, pour que l’on ne dépende pas uniquement du travail salarié. La Suisse organise un vote à ce sujet le 5 juin; envisageons l’avenir de manière plus collaborative. Quand on oublie le passé (acquis sociaux) Quand on néglige le présent (sans se défendre) Quand on ne se bat pas tous ensemble, On nous prend les droits qu’on a conquis et on reste sans défense. L’avenir est sacrifié et c’est trop tard... Défendons tous notre avenir économique, social, politique et humain. Trouvons un équilibre acceptable par tous dans notre société.


CHP Strasbourg 1. Yıl Dayanışma Gecesi yapıldı 16

Fotoğraflar: Ali ŞAHİN 1 Mart 2015 tarihinde kurulan CHP Strasbourg Birliği’nin 1. kuruluş yıldönümü, 4 Mayıs 2016 tarihindeki Dayanışma Gecesi etkinliğiyle kutlandı. Illkirch’teki RJ 16 salonunda yapılan etkinliğe 500’e yakın davetlinin yanı sıra, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir milletvekili Zeynep Altıok ile Hatay milletvekili Hilmi Yarayıcı da katıldı. Gecenin diğer konukları ise, Fransa ve Fransa dışındaki CHP birlik başkanları, Strasbourg ve çevresindeki sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve yerel basın mensuplarıydı. Öncesinde salon girişinde verilen resepsiyonla başlayan ve sunuculuklarını CHP Strasbourg Birliği’nden Burak Özkuzucu ile Zöhre Güneş’in yaptıkları gece, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla devam etti. Gecede ilk sözü alan Strasbourg Birlik Başkanı Mustafa Kemal Özçelik, en büyük ihtiyacın barış, demokrasi ve eşit yurttaşlık olduğunu belirtip, farklılıklarımızın aslında zenginlik olduğunu ve geleceğe inandığını, salondaki kalabalığın bu inancını arttırdığını vurguladı. ‘Susmayacağız, korkmuyoruz, direneceğiz’ diyen Özçelik, daha örgütlü olunması gerektiğininin altını çizdi. Son olarak ekibini tanıtan ve onları akışlatan Özçelik, kürsüyü Hilmi Yarayıcı’ya bıraktı. Yarayıcı ise ‘Merhaba’ diye başladığı konuşmasında, gündemi işgâl eden Suriye, Ortadoğu, Kürt sorunu, toplumsal barış, işsizlik, yolsuzluk, rüşvet, dokunulmazlıklar, davalar ve hukuksuzluk konusundaki görüşlerini dile getirdi. ‘O kadar zulüm varken rahat yatılır mı?’ diye soran, en acil görevin ölü toprağını üzerinden atmak olduğunu belirten, Gezi’de ‘Bu bir başlangıç’ derken bugünleri işaret ettiklerini ifade eden Yarayıcı, ‘Biraraya gelmek tüm demokratik güçlerin ortak işidir’ yargısında bulundu. Akabinde salona seslenen Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya eyaleti CHP Birlik Gençlik Kolları Üyesi Ceren Sarıer ise, konuşmasında devrimlerin ne denli önemi olduğunu, mücadeleye herkesin bir yerden başlaması gerektiğini ve örgütlenmenin en önemli husus olduğunu söyledi. Bu konuşmalardan sonra sıra müzikteydi. Önce Emre Güneş, ardından da Taylan Çiçek – Duran İnal ikilisi izleyenlere –yemek eşliğinde- güzel dakikalar yaşattılar. Yemek ve müzik bittiğinde sıra, CHP Parti Meclisi’ne en genç üye olarak seçilen, Strasbourg Birliği’nden Emre Çam’ın yaptığı duygulu ve çok alkış toplayan konuşmaya geldi. Konuşmasına ‘Kör olma da gör beni’ dizesiyle giren Çam, 14 yıllık Akp iktidarında itibarlı ol-

Ayrıca CHP PM üyesi Emre ÇAM, Almanya Offenbourg ve Kehl Alevi Kültür merkezlerinden Erdogan NAYIR, dede Recep BABA da dayaniışmak için panele katkıda bulundular. Panelde Alevi sorunları üzerinde ağırlıklı olarak duruldu, dokunulmazlıklar ve Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri ile Suriye meselesi ele alındı. Panele katılan yaklaşık 500 kişi, panel sonunda sorularını sorup cevaplarını katılımcılardan alma olanağı buldu.

manın koşulunun 24 saat F. Gülen’e beddua etmek olduğunu belirterek, ‘Bu Türkiye’ye karşıyız, mücadele edeceğiz ve direneceğiz’ dedi. ‘Biz iki ölüyü de, hem Türk hem Kürt gözü yaşlı anayı da bir gören bir siyasal anlayıştayız. Bizim ihtiyacımız barış, demokrasi ve özgürlüklerdir. Başarı için örgütlenmeliyiz’ diyen Emre Çam, heyecanlı konuşmasının semeresini alkışlarla aldı. Gecenin son konuşmacısı ise Zeyne Altıok’tu. Sivas Madımak’ta yakılan şair Metin Altıok’un kızı olan milletvekili, ‘El ele, can cana, yan yana olacağımız yeni bir siyaset dili gerekiyor, merhaba’ diye başladığı konuşmasında, ‘Acılarla yüzleşip bir ve diri olalım, dayanışmamız gerekir, sizlerle olmaktan ve birlikte birinci yılınızı kutlamaktan onur duyuyorum, sizi böyle görünce umudu kalbimde hissettim’ dedi. İktidar için ‘Karanlığı örgütlüyorlar, çocukları birbirine düşman ediyorlar, bu düşmanlıktan besleniyorlar; tekçi, mezhepçi bir diktatoryayın tek adamı olmak istiyorlar’ diyen Altıok, Türkiye’de Alevi, Kürt, devrimci, kadın, solcu olmanın suç sayıldığını belirtti. CHP’nin laik Cumhuriyet’in ve demokrasinin, mazlum ve mağdur olan herkesin güvencesi olduğunun altını çizen Altıok,

sözlerini şu cümlelerle bitirdi: ‘CHP diyor ki, ileri demokrasiye gerek yoktur, bize Mustafa Kemal Atatürk’ün armağan ettiği demokrasi yeter…’ Dayanışma Gecesi, yine müzikle sona erdi: bir yandan Taylan Çiçek – Duran İnal ikilisi ve Mahmut Yalın sahne alırken, gecenin sürprizi Hilmi Yarayıcı’dan geldi; eski bir Grup Yorum üyesi olan Yarayıcı, müthiş sesi ve etkili yorumuyla hem sevilen şarkı ve türküleri hem de sol’un ünlü marşlarını seslendirirek dinleyicilerden tam not aldı.

CHP Yurtdışı Birlikleri’nin Viyana toplantısı CHP Yurtdışı Birlikleri Yapılanma Komisyonu üyeleri, Parti Meclisi üyesi Emre Çam'ın başkanlığında, 15 Nisan 2016 Cuma günü Avusturya'nın Viyana kentinde toplandı. 1-2 Nisan 2016 tarihlerinde Almanya'nın Dortmund kentinde yapılan CHP Yurtdışı Birlikleri çalıştayına Almanya, Fransa,

Milletvekili Eren Erdem’in temasları Haber : Alevi Derneği Basın Sorumlusu Rahime AKARSU / Fotoğraflar: Ali ŞAHİN Bu arada, CHP Strasbourg Birliği Yönetim Kurulu üyeleri ile İstanbul milletvekili Eren Erdem ve son kurultayda CHP yurtdışı birlikleri tarafından aday gösterilen genç Parti Meclisi üyesi Emre Çam, Phalsbourg ve Strasbourg Alevi Kültür Merkezi’nde yurttaşlarla biraraya gelip, sorunları dinlediler. Alevilerin hakları, Kürt sorunu, dokunulmazlık meselesi gibi önemli konuların ele alındığı ziyaretlerde yurttaşlar CHP’lilere yoğun ilgi gösterdiler. Avukat Ali Yıldrıım ve halk bilimci, araştırmacı Piri Er de katılımlarıyla panellere renk kattılar. Strasbourg Alevi Kültür Derneği’nin düzenledigi panelde açılış konuşmasını dernek başkanı Mehmet Özcan yaptı. Panele CHP milletvekili Eren ERDEM ,yazar Ali YILDIRIM ve piri Er DEDE konuşmacı olarak katıldilar.

İsviçre, Avusturya, Hollanda, Kanada, Belçika, İskoçya ve İngiltere birlik yöneticileri katılmış ve çalıştayda CHP Yurtdışı Birliklerinin yeniden yapılanması karar altına alınmıştı. Ayrıca, "Yurtdışı Yapılandırma Komisyonu" ve "Uzlaştırma Komisyonu" adı altında iki ayrı komisyon kurulmasına karar verilen toplantıda, Yapılandırma Komisyonu üyeleri ilk toplantılarını bugün Viyana'da , CHP Avusturya Birliği'nin lokalinde gerçekleştirdi. Toplantıya Parti Meclisi üyesi Emre Çam, CHP Baden Württemberg Birliği Başkanı Kazım Kaya, CHP Hessen Saarland Birliği başkanı Ali Ercan, CHP İngiltere Birliği sekreteri Erhan Düzgün, CHP Avusturya Birliği Baskan Yardımcıs4 Çağdaş Arslan ve CHP Fransa Birliği Yönetim Kurulu üyesi Dr. Mehmet Özçelik katıldılar. Yurdışı programı nedeniyle Avusturya'da bulunan Tunceli Milletvekili Gürsel Erol da, Avusturya Birliği'ni ziyaret ederek temsilcilerle bir hatıra fotoğrafı çektirdi.


Her şeyin köşesi

Meltem BUDAN NALBANT ANNE SABIRDIR, ÖZVERİDİR! ANNE DUADIR! Oldum olası ‘özel' günleri pek de sevmem. Çünkü özel olan insandır, o günler bunu hatırlama aracıdır sadece. Amacından sapmış,kapitalizmin dayatmasıyla hediyeler yarıştırılıp, verilen ve alınan armağanların maddi değeriyle insana verilen değer ölçüt kabul edilir olmuş! Bana göre sadece iki gün kutlanmalı. Bunlardan biri doğum günleri: kişiye özeldir çünkü ve dünyaya gelmek şanstır. Bir diğeri de ise bu şansı bize veren, varlık nedenimiz, annelerimize adanmış olan gün, Yani Anneler Günü! Yerini hiç kimsenin, hiçbir zaman dolduramayacağı tek insan annedir! Hasta olduğunda, baş ucunda sabahlayan, bir ’nefes’ için ömrünü verendir.

Anne sabırdır! Yolunu, yönünü kaybettiğinde pusuladır, Önünü aydınlatan ışıktır. En zor zamanında tek yanında olandır. Anne kurtarıcı melektir! Bedeninde günün yorgunluğunu taşıyor olsa da, başını yastığına koyduğunda: “Tanrım çocuklarımı bana bağışla, dünyanın tüm kötülükleri bana gelsin ama çocuklarıma değmesin” diye yalvarandır. Anne duadır! Çocuğu kaç yaşında olursa olsun, pişirdiği yemek yeterince yoksa karnı tok olduğunu söyleyen, ya da tabağındaki yemeğinin en güzel yerini çocuğuna veren özverinin biçim almış halidir. Anne özveridir! Bu arada bazı anneleri görünce, anneliğin herkesin harcı olmadığın anlıyor insan. Zaten sözüm onlara değil! Sözüm, dokuz ay bedeninde taşıdığı bebeğini, ölene dek yüreğinde taşıyan annelere… Sözüm kendisi dünyaya getirmemiş olsa da, sevgisiyle sarmalayıp büyüttüğü bebeğini geleceğe hazırlayan annelere... Oldum olası özel günleri sevmem ama Anneler Günü hariç…

FRANSA GÜNDEMİ Fatih KARAKAYA

Karakaya.fatih@gmail.com

http://twitter.com/gundemfransa

İslam kötü bir dindir!

2017 o kadar uzak değil. Siyasi partiler resmen ateş ile oynuyor. Kraldan daha kralcı görünerek vatandaşı kandıracaklarını sanıyorlar. Amma velakin halk soytarılara değil krala teveccüh ederse vay halinize! 2017’de Fransa bir kez daha Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidecek. Gerek sağda gerek solda hâlâ kimin aday olacağı belli değil. Parti içi tartışmalar, çirkin oyunlar devam ediyor. Normalde bir partinin Cumhurbaşkanı seçili ise o yeniden aday olur. Ancak Hollande’ın felaket yönetimi onu tartışılır hale getirdi. Karşısında şimdilik sesi çıkmayan Başbakan Valls, yavaş yavaş sahayı hazırlayan ekonomi bakanı Macron kan emmeye hazır vampir gibi bekliyorlar. Valls’ın durumu biraz daha zor görünüyor. Sonuçta bu felaket durumdan o da sorumlu. Amma o kadar hırslı o kadar da kurnaz ki tereyağından kıl çeker gibi işin içinden çıkabilecek biri. Sarkozy’den nefret etmiştik, onu evliya ilan edeceğimiz günler çok yakın. Valls’ın cumhurbaşkanlığı hem Fransa hem de Avrupa Müslümanları için felaket olacak. Sağda Sarkozy hâlâ ayaktayım diyor. Ancak bu

Çok eskilere dayanır Anneler Günü kutlaması. Ta Antik Yunan’a... O zamanlar pek çok tanrının annesi olduğu kabul edilen Rhea için bahar şenlikleri düzenlenirmiş. Antik Roma’lılar da İlkbahar festivallerini İsa’dan 250 yıl öncesinde tanrıça Kibele onuruna kutlarlarmış. 1600’lü yıllarda İngiltere’de de Paskalya bayramından kırk gün önce, ‘Anneler pazarı’ denen bir kutlamaya rastlanır. Hristiyanlık Avrupa’da yayıldığında ise, doğurganlık ve inancı bir araya getirip Anneler Pazarı, Anneler Kilisesini onurlandırmak amacıyla düzenlenmeye başlanır. Günümüzdeki anneler günü anlayışı ise 1872’li yıllara rastlar. İç savaş sonrası Amerikalı savaş karşıtı aktivist Julia Ward Howe, her paskalya yortusunun dördüncü pazarının 'Barış İçin Anneler Günü’ olarak kutlayacağını ilan eder. Ölüme karşı kadınların dayanışmasını amaçlamıştır. Ancak resmiyet kazanmasında başarılı olamaz. Ta ki annesini kaybeden Anna Jarvis’in girişimlerine kadar. Anna Jarvis’in 1908 yılında, annesinin ölüm tarihi olan mayısın ikinci pazarında

kadar mahkeme olaylarından sonra nasıl aday olabilecek pek mümkün görünmüyor. Yarışta olan diğer adaylar kepazelikte birbirleri ile yarışıyorlar. Gerek sağ olsun, gerek sol hepsinin derdi aynı. Sanki Fransa’nın tüm dertleri Müslümanlar yüzünden! İşsizlik var Müslümanlar yüzünden, eğitim sistemi çöküyor başörtülü anneler yüzünden, şiddet olayları artmış, sakallı amcalar yüzünden! Gün geçmiyor ki İslam tartışma konusu olmasın. İşin içinden çıkmasını o kadar beceriyorlar ki Müslümanların en büyük sorunu bu olduğunu düşünüyorum. Kendini ifade edememe gerçekten insanı intihara götürür. Haklı iken haksız duruma düşmeyi bilirsiniz. Bazen okullarda olur bu. Çocuk hiçbir şey yapmamıştır ama o suçlanır. O kadar şok olur ki kendini savunamaz, gerçekleri açıklayamaz, kekeler durur. Sonuç olarak suçlu ilan edilir. Müslümanların durumu da buna benziyor. Elbet bu yavaş yavaş değiştikçe saldırı dozu da artıyor. Eskiden haberleri okuduğumda ya da sosyal medyada gezindiğimde Fransızca yorum yapan, analiz yapan, aklıyla, mantığıyla, bilgisiyle, kültürüyle cevap verebilen pek kimseye rastlamazdım. Son zamanlarda öyle kişilerle karşılaşıyorum ki beni gelecek için ümitlendiriyor. Haliyle bu durumu birileri de görüyor ve rahatsız oluyor. Bunu engellemek için türlü oyunlara başvuruyor. Birileri için belki hep başkalarını suçlamak kolaycılık ama durum ortada. Fransa’nın ünlü gazetelerinden Figaro Allah’ın her günü, abartmadan diyorum her günü İslam karşıtı yazılar, haberler yayınlıyor. Le Point dergisi bu hafta yine manşetine Müslümanları taşıdı. Kapakta mini etekli bayanları

17

başlattığı gün, 1914 yılında kongreden onay alıp resmiyet kazanır. İşte o günden sonra, dünyanın bazı ülkelerinde farklı günlerde kutlansa da yaygın olan Mayıs’ın ikinci pazarı olur.

Ne yazık ki günümüzde Anneler Günü de tıpkı diğer ‘özel ‘ günler gibi, tüketimi arttırmak için pazarlamanın tekeline alınmıştır. Günler, haftalar öncesinden başlayan reklam kampanyalarıyla, insanlara annesine sevgisini göstermek için ne alması gerektiği söyleyip duruyor. Ev eşyaları, bakım eşyaları, mücevherler, çiçekler… Pazar büyük! Oysa anneler ne eşya ister çocuklarından ne de mücevher... Çünkü gücünü sevgisinden alan annelerin kendileri mücevherdir, Çiçeği ne yapsınlar? Onlar sabır çiçekleridir! Anneler ne isterler biliyor musunuz? Sadece sevildiklerini duymak isterler. Her geçen an ömrümüzden eksiliyor. Gün bugündür! İnanın öldükten sonra hiç kimse hissetmiyor kendisine değer verildiğini, Hiç kimse duymuyor sevgi sözcüklerini! Hadi! Vakit varken söyleyelim onlara duymak istediklerini...

koyarak İslamcılardan önce Müslüman dünyası (Le monde musulman avant les islamistes) diye dosya hazırladı. Algı operasyonlarını görüyor musunuz? İslamcı olmak çok kötü ve öldürülmesi gereken insanlar. Mini etek resmi koyarak ister istemez tesettürlü bayanlara karşı bir İslam modeli ve tesettürün İslamcılığın bir parçası olduğu iması! Sonra Figaro utanmadan Fransızların İslam’a bakışı çok kötü diye manşet yap! Yaklaşık bir aydır Fransa yanıyor. Çoğunuz belki bundan haberi bile yok ya da görse bile günlük basit bir mesele gibi yansıtılıyor! Hâlbuki 1000’den fazla insan tutuklandı. Polisle her gün çatışma çıkıyor. Ve basın bunları “Casseurs” olarak tanımlıyor. Gezi olaylarında Molotofcuları, maskeli Berkinleri “Yurtta sesler korusu” üyesi gibi tanıtıyor, 24 saat canlı yayın yapıyorlardı. Zannediyorlardı ki sürekli başka ülkelerde biz bunları yapalım nasıl olsa bizim halkımız ahmak böyle işlere bulaşmaz. Ama gel gör ki şimdi o protestocu gruplar açıklama yapmaya başladı: şiddet olmadan bir şeylerin değişmesi mümkün değil diyerek olayların daha da şiddetleneceği sinyalini verdi. Haydin bakalım ateşle oynadınız eliniz yandı ama durun daha bakın neler yanacak. Türkiye’ye saldıran teröristlere kol kanat gerdiniz, Daeş gibi gruplar da sizin arabalarınız, sizin ürettiğiniz silahlarla size saldırdılar. Bunca yıldır hâlâ Türkiye’nin ömründe görmediği, PKK’ya karşı kullanır diye satmadığınız silahlar DAEŞ’in eline nasıl geçti açıklayamadınız. Sonra da gelmiş İslam şöyle, İslam böyle diye zırvalıyorsunuz.


18


19


Strasbourg Başkonsolosluk Etkinlikleri

20

Yunus Emre Enstitüsü Paris Müdürü’nün 11 Nisan 2016 Pazartesi, Başkonsolos Özgür Çınar’ı ziyareti Yunus Emre Enstitüsü Paris Müdürü Sayın Ahmet Bakcan, Başkonsolosumuz Özgür Çınar’a bir nezaket ziyareti gerçekleştirdi ve görüşmede bulundu. Eğitim Ataşesi Vekili - Konsolos Gül Et-

ramı Etkinlikleri Başkonsolosluğumuz görev bölgesindeki farklı kentlerde Mayıs ayı sonuna kadar çocuklarımızın yer alacağı toplam 30'dan fazla etkinlik düzenlenmektedir. Bu etkinliklere katkı sağlayan derneklerimize, öğretmenlerimize ve sevgili öğrencilerimize ayrı ayrı teşekkür ediyoruz.

kin'in de katıldığı görüşmede Yunus Emre Enstitüsü’nün Fransa'daki faaliyetleri ve yabancılara Türkçe eğitimi ile önümüzdeki dönemde Strazburg’da gerçekleştirilmesi düşünülen kültürel faaliyetler ele alındı. Başkonsolosumuz Özgür Çınar, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle koltuğunu kısa bir süreliğine İlkokul 4. sınıf öğrencisi Aysun Çetin´e devretti 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle, gelenek olduğu üzere bu yıl da Başkonsolosluk koltuğunu kısa bir süreliğine İlkokul 4. sınıf öğrencisi Aysun Çetin’e devretti. 23 Nisan’ın hafta sonuna gelmesi nedeniyle, 25 Nisan Pazartesi günü gerçekleşen etkinlikte, Aysun Çetin isimli öğrencimizin annesi Emine, babası Bünyamin, ablası Zeynep Ünlü ve Maisons des Enfants Derneği başkanı Semra Boz hazır bulundular. Başkonsolosluğumuz Eğitim Ataşesi Vekili-Konsolos Gül Etkin ile Ataşelik personelinin de katıldığı programda, Aysun Çetin, Başkonsolosumuz Özgür Çınar ile çocukların eğitimi, 23 Nisan kutlama programları, gelecekte seçmek istediği meslek ve okul dersleri ile ilgili konularda sohbet etmiş ve İstiklal Marşı’nın iki kıtasını ezbere okumasıyla program sona ermiştir. Başkonsolosumuz Özgür Çınar, Aysun Çetin öğrencimiz şahsında, tüm öğrencilerimizin ve ailelerinin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutladığı mesajını vermiştir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bay-

23 Nisan Bayramını 24 Nisan Pazar günü Mulhouse ve çevresi Türk Cemiyetler Birliği'nin (CACTA - Collectif des Associations Culturelles Turques d’Alsace) başarılı organizasyonu ve Mulhouse bölgesindeki değerli öğretmenlerimizin hazırladıkları muhteşem programla Parc des Expostions de Mulhouse'da kutladık. 3 bine yakın vatandaşımızın izlediği kutlamada, Mulhouse Belediye Başkanı Jean Rottner ve Başkonsolosumuz Özgür Çınar da birer konuşma yapmışlardır. Metz Okul Aile Birliği ve bölgedeki öğretmenlerimizin hazırlamış oldukları 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı programı, AB Parlamentosu Üyesi Nathalie Griesbeck, Woippy Belediye Başkanı, Senatör François Grosdidier, Moselle MilletvekiliFransa/Türkiye Parlamento Dostluk Grubu Üyesi Denis Jacquat ve Metz Belediye Başkan Yardımcısı Patrice Nzihou'nun da katılımlarıyla 23 nisan Cumartesi günü gerçekleştirilmiştir. Başkonsolos Özgür Çınar bu başarılı etkinlikte yer alarak çocuklarımızın ve ailelerin bayram coşkusunu paylaşmıştır. Obernai-Barr-Molsheim derneklerinin desteği ile Obernai, Barr ve Molsheim bölgesi Türkçe Öğretmenlerinin 24 Nisan Pazar günü düzenledikleri 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı öğrencilerimiz ve velilerimiz ile birlikte kutlanmıştır. Etkinliğe Başkonsolosumuz Özgür Çınar katılmıştır. 16 Nisan Cumartesi günü Toul kentinde Başkonsolosluğumuz Konsolosu Can Mutluer'in katıldığı 23 Nisan programına, Toul kenti Belediye Başkan Yardımcısı da iştirak etmiş ve program yaklaşık 350 vatandaşımız tarafından izlenmiştir. 30 Nisan Cumartesi günü Belfort kentinde Başkonsolosluğumuz Çalışma Ataşesi Naim Kavlak’ın katıldığı 23 Nisan programına Belfort kenti Belediye Başkanı Damien Meslot da hazır bulunmuş ve program 350 vatandaşımız tarafından takip edilmiştir. 17 Nisan Pazar günü Sarreguemines'de Başkonsolosluğumuz Muavin Konsolosu

Mustafa Dolay'ın katıldığı 23 Nisan programına Belediye Başkan Yardımcıları Marc Zingraff ve Jean Claude, Bölge Meclisi Başkan Yardımcısı Nicole Muller ve Musevi Cemaati Başkanı A. Bloch da hazır bulunmuştur. Etkinliği yaklaşık 150 vatandaşımız izlemiştir. Başkonsolosluğumuz Muavin Konsolosu Tezcan Kadıoğlu'nun katıldığı, Bar-le-Duc Derneğinin katkılarıyla düzenlenen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Commercy, Revigny, Bar-le-duc ve Ligny bölgesinden toplam 80 öğrencinin iştirakıyla gerçekleşmiştir. Türk okulunda olmayan anaokulu çağındaki çocuklarımız da ilk defa 23 Nisan programında görev almış olup, bölgedeki üniversite ve lise öğrencilerinin de hazırlanmasına yardımcı oldukları programa Meuse bölgesinden toplam 500 davetli katılmıştır. Nancy -Metz Akademiye bağlı çalışan danışman ve müfettiş Regine Pinchard, Jean Moulin Koleji müdürü Thierry Barbier, Pergaud Pagnod İlkokulu öğretmeni Aurore Gatin ve Madame Agnes Goudenhooft’un katıldığı programda Orta Anadolu oyunu Çayda Çıra, Trakya Halk oyunu, Damat Halayı ve Gündoğdu Zeybeği yöresel oyunlarımızın yanı sıra öğrenciler Arap dansı, Hint dansı gibi farklı kültürlerden oyunlar sergilemişlerdir. 23 Nisan programı yerel Fransız gazetesi l´Est Républicain’nde de yer almıştır. Muavin Konsolos Tezcan Kadıoğlu ayrıca, 24 Nisan Pazar günü Pont-à-Mousson'da ve 30 Nisan Cumartesi günü Pontarlier'de düzenlenen iki ayrı 23 Nisan kutlama etkinliklerine de katılmıştır. Pont-à-Mousson'da düzenlenen etkinlik 300 kişi ve Belediye Başkan Yardımcısı Madame Masson ve Okul Müdürlerinin de hazır bulunduğu Pontarlier'de gerçekleşen etkinlik ise 500 kişi tarafından takip edilmiştir. 17 Nisan Pazar günü Besançon´da, Okul Aile Birliği Derneği ve TTKD Öğretmeni öncülüğünde tertip edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yaklaşık 400 vatandaşımız tarafından izlenmiştir. Besançon Belediye Başkan Yardımcısı M. Lebas’ın da katıldığı programa Eğitim Ataşeliğimiz Koordinatör Öğretmeni İbrahim Meral de hazır bulunmuştur. Türkçe ve Türk Kültürü Dersleri öğrencileri halkoyunu, skeç, şiir ve gösteriler sergilemişlerdir. Öğretmen İbrahim Meral ayrıca, Saint Dizier'de 24 Nisan Pazar günü düzenlenen 23 Nisan programına da katılmıştır. Prog-

ram 300 kişi tarafından izlenmiştir. 24 Nisan Pazar günü Bischwiller'de düzenlenen 23 Nisan programına ise Eğitim Ataşeliğimiz Koordinatör Öğretmen Yardımcısı Ayşe Çetiner katılmış, etkinliğe Bishwiller Belediye Başkanı Jean Lucien Metzer, Belediye Encümeni Özlen Karatekin ve Belediye Başkan Yardımcısı Jean Pierre Datin de hazır bulunmuştur. Etkinlik yaklaşık 1000 vatandaşımız tarafından izlenmiştir. Başkonsolos Özgür Çınar’ın 23 Nisan vesimlesiyle yaptığı konuşma metni « Sevgili Çocuklar, Değerli Öğretmenlerimiz ve Velilerimiz Sayın Konuklar, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, istiklal mücadelemizde geleceğimizi şekillendiren tarihi bir adım, ulusal egemenlik ilkesinin vücut bulmasını sağlayan önemli bir dönüm noktası

olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün, ulusumuzun egemenliğine ve bağımsızlığına sahip çıkma kararlılığının ortaya çıkardığı eşsiz bir eserdir. Türk milletinin yokluklarla dolu bir dönemde verdiği, tarihte eşine az rastlanır mücadelesi sonucunda açılan Büyük Millet Meclisimiz, bugün olduğu gibi, yarın da demokratik rejimimizin temel kurumu ve ulusal egemenliğimizin sembolü olmaya devam edecektir. Sevgili Çocuklar, Yüce Meclis’in açıldığı günün Atatürk tarafından sizlere bayram olarak armağan edilmesi, Atatürk'ün ve ulusumuzun sizlere verdiği değerin ve duyduğu güvenin en somut göstergesidir. Sizler ülkemizin ve ulusumuzun en büyük zenginliği, umut kaynağı ve geleceğisiniz. Bugün coşkuyla kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, dünya çocuklarının ilk ve tek bayramıdır. Bayram bu anlamda da çok değerlidir. Değerli Anne ve Babalar, Çocuklar insanlığın umudu, geleceği ve en önemli hazinesidir. Çocuklarımızın eğitimi


21 için atacağımız her olumlu adım, yaşadığımız ülkeye ve Türkiye’ye değer katacaktır. Eğitim konusunu ne kadar ciddiye alır ve benimsersek yarınlara o denli güvenle bakabilir, bireysel ve ulusal hedeflerimize yaklaşabiliriz. Sizin bu ülkedeki varlığınız, etkinliğiniz Türkiye için bir kazanç ve övünç vesilesidir. Kutlama etkinliklerini düzenleyen Sayın Öğretmenlerimize, Okul Aile Birliğine, emeği geçen herkese ve bugün güzel çalışmalarını sergileyen aydınlık yarınlarımızın teminatı sevgili çocuklarımıza çok teşekkür ediyorum. 23 Nisan Bayramı için bu yıl görev bölgemizde bulunan vatandaşlarımızın yaşadığı şehirlerde 30’dan fazla kutlama düzenlenmektedir. Bu kapsamda burada sizlerle birlikte bu değerli günümüzü sevinç ve coşkuyla kutluyor, en içten saygı ve sevgilerimi sunuyorum. » Sarreguemines Belediye Meclisini ziyaret “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı kutlamaları çerçevesinde 16 Nisan 2016 Cumartesi günü Sarreguemines belediyesini Fransız Türk Kültür derneği başkanı Ahmet DOĞAN, Okul Aile Birliği başkanı Songül ARGAÇ, Sarreguemines şehrinin ileri gelen büyükleri ve bir grup öğrenciyle beraber ziyaret edilmiştir. Sarreguemines Belediye Başkan Yardımcısı M. Zingraff Marc heyetimizi Sarreguemines Belediye Meclisi salonunda ağırlamış ve ziyaretten dolayı duyduğu memnuniyetini belirtmiştir. Kendilerine 23

Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hakkında bilgiler verilmiştir. Görüşmenin ardından öğrencilerimize küçük bir ikramda bulunulmuştur.” İstanbul Maltepe Mürüvvet Hanım İlkokulu öğrencilerinin gösterileri “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları çerçevesinde ELCO Öğretmeni Yılmaz Albuzlu ve AFT DİTİB Derneği Başkanı Sedat Uçmak’ın düzenlemeleriyle 1 Mayıs 2016 günü Fameck’de gerçekleştirilen kutlamalara, Türkiye’den İstanbul Maltepe ilçesi’ndeki Mürüvvet Hanım İlkokulu öğrencileri de katılmış ve halkoyunları ekibiyle gösteri sunmuşlardır. Ülkemizin, kültürümüzün, folklorumuzun ve geleneklerimizin tanıtılmasına büyük katkı sağlayan Mürüvvet Hanım İlkokulu öğrencileri ve öğretmenleri ile Okul Müdürü Selmin Yön ve Maltepe İlçe Milli Eğitim Müdürü Faik Kaptan 3 Mayıs 2016 tarihinde Başkonsolosumuz Özgür Çınar’ı makamında ziyaret etmişlerdir. Ziyarette Eğitim Ataşesi Vekili-Konsolos Gül Etkin ve Eğitim Ataşeliğimiz mahalli katibi Funda Turhal da hazır bulunmuştur. Başkonsolos Özgür Çınar, Mürüvvet Hanım İlkokulu öğrencileri ile sohbet etmiş, Başkonsolosluğumuz bölgesindeki vatandaşlarımız, eğitim gören öğrencilerimiz ve okullar hakkında bilgi sunmuştur. Ziyaretin sonunda, Maltepe İlçe Milli Eğitim Müdürü Faik Kaptan ve Mürüvvet Hanım İlkokulu Müdürü Selmin Yön’e Fameck bölgesinde düzenlenen 23

Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programına katılımlarından dolayı birer teşekkür belgesi takdim edilmiştir. Fameck bölgesi ELCO Öğretmenimiz, de-

ğerli dernek başkanı ve üyeleri ile bu etkinliğin yapılmasına emeği geçen tüm vatandaşlarımıza teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Paris Büyükelçisi Hakkı Akil STK temsilcileriyle görüştü

T. C. Paris Büyükelçisi Hakkı Akil, 20 Nisan 2016 akşamı, Strasbourg Başkonsolosluğu rezidansında, Başkonsolos Özgür Çınar ve dernek yöneticileriyle biraraya geldi. Ditib Başkanı Fevzi Hamurcu ile yerel basın mensuplarının da katıldığı sohbet toplantısında, Hakkı Akil dernek başkan ve yöneticilerinden sorunlarla ilgili bilgi aldı, onları dikkatle dinledi ve kendileriyle çeşitli konulardaki görüşlerini paylaştı. Çok samimi bir ortamda gerçekleşen buluşmaya katılan dernekler arasında; Fransa Türk Federasyonu, Türk Kültür Merkezi Strasbourg şubesi, Millî Görüş Strasbourg, CHP Strasbourg Birliği, Epinal Ditib Derneği, Fransa Okul Aile Birliği Federasyonu, Fransa Türk Tabipler Birliği, Eşitlik ve Adalet Partisi, Sélestat Türk Cemiyeti, Cojep, İslam Konseyi Alzas şubesi, UETD, Bischwiller Ditib Dereneği ile Unisons’u sayabiliriz. Büyükelçi Hakkı Akil, yaptığı konuşmalarda şunları söyledi: “Biz hiçbir derneği ayırt etmeyiz. Sizlerden bölgede olan-biteni, beklenti ve görüşlerinizi, faaliyetlerinizi dinlemek için geldim. Türk toplumu kimliğini koruyor, ekonomik olarak gelişiyor, uyum sorunu yok.

Buradaki nüfus artık kalıcı; 700 bin Türk var, bunun 320 bini fransız vatandaşı. Entegrasyon çok önemli. Fransa odaklı siyaset yapmalı, kimliğimizi koruyup toplumun ve kültürün bir parçası olmalıyız. Şu an Batı’da müslüman toplumlar tehdit olarak algılanıyor; bunu aşmak bizim elimizde. Işid derken, müslümanlığı da bunun yanına koyuyorlar. Türk Tabipler Birliği türü meslekî örgütler daha da artmalı her sektörde. Kültürümüzü ve kimliğimizi unutmayalım tabii, ama burası artık çocuklarımızın ülkesidir; fransız vatandaşlığını almayı da ihmal etmeyelim. Alzas önemli bir laboratuar bölgedir. Burada yoğun bir Türk toplumu var ve bu

fransız seçim sonuçlarını değiştirebilir.

Bunun için hep birlikte davranmalı ve seçimlere katılmalıyız. Türkler olarak Fransa’ya uyumluyuz çünkü aynı kültürden geliyoruz: Cumhuriyet, laiklik, idarî yapı vb... Ayrıca organizasyon gücü yüksek bir toplumuz. Fransa’da bir kimlik krizi var, 7 milyon da müslüman yaşıyor burada; biz bu krizi fırsata çevirebiliriz: bizim islamiyete bakışımız Fransa’nın kurtuluşu olabilir, çünkü biz onların yaşayacağı sorunları daha önce yaşadık (demokrasi-islam ve laiklik-islam ilişkileri gibi..).” Unisons Derneği Başkanı Halil Özsoy da konuşmasında şu hususlara değindi: “Bir yıl önce torunumun dünyaya gelmesi beni epey etkiledi; gelecek için, toplum ve gençler için bir şeyler yapmak ihtiyacı duydum ve böylece Unisons derneğini kurduk. Bu dernek aracılığıyla birçok alanda boşlukları doldurup, topluma faydalı olmaya çalıştık. Örneğin Avrupa Parlamentosu’ndaki programlarımızla Strasbourg halkını Parlamento’yla buluşturduk. Türkler’in Avrupa’ya gelişinin 50. yılı programı yaptık. Gördük ki elli yılda, birinci ve ikinci nesil epey mesafe kaydetmiş. Bu uğurda çalışmalarımız hız kesmeden, toplum yararına olarak devam edecektir...”


22


23


24 Yaşadığım Şehir

Halil ÖZSOY

ozsoyhalil@hotmail.fr

Hayatın içinden...

Her canlı kendisine biçilen zaman dilimini kullanıp dünya denen yerküreye veda ediyor. Hepsinin bir görevi var. Görevlerini yerine getirme gayret ve çabasıyla var gücüyle çalışıyor, mücadele ediyor. Ne bir eksik, ne bir fazla. Doğduğum günü hatırlamıyorum, muhtemelen öldüğüm günü de hatırlamayacağım. İslam dini açısından kutsal sayılan üç ayların içerisinde bulunuyoruz. Ve kısa bir zaman sonra on bir ayın sultanı saydığımız Ramazan ayına kavuşacağız. Malumunuz olduğu üzere Ramazan yani "oruç" ayı Şehr-i Strazburg'da (biraz da gurbet elde olmamızın getirdiği gariplikten dolayı olsa gerek) sakin ve sönük geçiyor. Halbuki; birliği, beraberliği sürekli vurgulayan dernekler, cemiyetler biraraya gelse, ortak kararlar alsa Ramazan ayını toplumsal bir şölene çevirse ne kadar güzel olur değil mi? Hem komşularımız olan diğer milletlerin halkları hem de yeni yetişmekte olan genç nesillerimiz için. Temenni ediyorum. Ama; en kısa zamanda bu dileğim gerçekleşebilir mi, kaynaşabilir miyiz bilemiyorum. Toplumsal konularda duyarlılığımızın arttığı bu aylar hızla geçen ömrümüze bir nebze olsun anlam katıyor. Elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince "iyi" tabir edilen insan tanımlamasının içerisinde yer almaya çalışalım. Neden derseniz, "kötü" her zaman kötüdür. İyi ise her zaman iyidir. Yazılarımda, bıkmadan, usanmadan belirtmeye özen gösterdiğim gibi sevelim, sayalım, doğruluktan, dürüstlükten ayrılmayalım. İnsanlar arasındaki iletişimsizliğe karşı çareler arayalım. Gerek yardım kuruluşları, gerekse derneklerimiz vasıtasıyla sunulan yardım taleplerine duyarsız kalmayalım. Gücümüz, kuvvetimiz yerindeyken veren el biz olalım. Günün birinde kendimizin de biçare bir duruma düşebileceği gerçeğini göz ardı etmeyelim, unutmayalım. Uzun lafın kısası insanlığa faydalı bir fert olalım. Bir insan tanıdım bu yazdıklarıma harfiyen uyan. Kısa ama öz bir tanışmaydı bu. Tanıdığım ve gördüğüm kadarıyla bu arkadaş, bu iyi yürekli insandı çevresine uyum sağlayan, insanlara elinden geldiğince faydalı olmaya çalışan, koca bir şehrin halkını peşine takmış yaptığı programlarla onlara hayatı sevdiren. Genç yaşta aramızdan ayrılan bu arkadaşımızı rahmetle anıyorum. Yaptığı iyilikler ona şehadet edecektir ve Rabbim cennetine yerleştirecektir inşaAllah. Onun yarenleri, dostları, sevenleri yapmış olduğu bu güzel ve faydalı işleri örnek alıp, yarıda bırakmayıp devam ettireceklerdir. Unutulmamalıdır ki; iyi insanlar gitseler, aramızdan ayrılsalar bile, geride bıraktıkları izler her daim hatırlanacak, yadedilecektir. Evet, İsmail Coşkun kardeşim, Sélestat şehrimizin sevilen, sayılan insanı, ruhun şad, mekanın cennet olsun. Rabbim rahmetini üzerinden esirgemesin. Her insan bir dünyadır demiş bu işlerden anlayan büyüklerimiz. Birlik olalım, beraber olalım, dünyamızı güzelleştirelim, yaşanır bir hale getirelim. Selam ve dua ile.

L’exposition « Ancrages » à Nancy

Vernissage de l’exposition « Ancrages » a eu lieu le mercredi 20 avril 2016 à 19h, dans le Grand Hall de l’Hôtel de Ville de Nancy, en présence de Laurent Hénart, Maire de Nancy, Lucienne Redercher, Adjointe au Maire déléguée à la culture, à l’intégration et aux droits de l’Homme, Frank Pilcer, Conseiller municipal délégué à la culture et aux droit de l’Homme et Murat V. Erpuyan, Président de l’association A Ta Turquie. Özgür Çinar, Consul Général de Turquie à Strasbourg bien que prévu n’a pas pu venir à Nancy en raison d’un empêchement professionnel. Cette exposition est présentée en partenariat avec l’association À Ta Turquie dans le cadre du 50ème anniversaire de l’immigration turque en France. Elle propose des portraits représentant cette vague migratoire de la fin des années soixante. Réalisée par Ahmet Sel, photographe indépendant turc, en partenariat avec l’association Elele, la série de portraits a été accessible au public du mardi 19 au mercredi 27 avril 2016, du lundi au vendredi de 8h à 17h, dans le Grand Hall de l’Hôtel de Ville. Le 8 avril 1965, la Convention de main d’œuvre a été signée entre la France et la Turquie. Cet accord bilatéral fut le point de départ de milliers de Turcs qui décidèrent de quitter leur terre natale pour une vie nouvelle et naturellement avec espoir de meilleure dans le pays des Droits de l’Homme. Cette convention signée a été propulsée par le patronat français qui voulait diversifier sa main d’œuvre étrangère et les premiers turcs sont venus en Lorraine notamment suite à l’invitation des usines du secteur automotive. Lors de l’inauguration, un intermède musical a été proposé par le musicien Kamber Kilçik au saz, instrument traditionnel turc.


25

AVRUPA PSİKOLOJİ MERKEZİ Psikolog Erdinç Üstündağ Alsace ve çevresi için Her türlü Test (IQ ve Konzentire) yapılır. Resmi kurumlar için her dilde rapor verilir.

8 Yıldır vatandaşlarımıza hizmet vermekten gurur duyuyoruz. Kitabımıza gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederiz. Hizmetlerimiz: Depresyon, Panik Atak, Saplantı Takıntı, Cinsellik, Çocuk Eğitimi, Çocuklarda Motivasyon / Konsantrasyon kumar bağımlılığı

Tel: 0049 7851 496 15 03 www.kekeleme-psikoloji.de


26

Asiye DEMİREL DRACH asiyedemirelstr@gmail.com

1 MAYIS'TA İNSANLARA KIYILMASIN! Dünya çapnda, işçi ve emekçiler tarafindan kutlanan, birlik dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü olarak kutlanan 1 Mayıs günü, dünya üzerindeki pek çok ülkede, resmi tatil kabul edilmektedir. Peki, dünyamızın zenginleri ve fakirleri arasındaki uçurumun derinleştiği, işçi sınıfının ve emeğin bunalımının nefretle şiddetlendiği bu ortamda nasıl çözülecek? Türkiye'de ilk kez 1923 yılında resmi olarak kutlanmıştı. Oysa şimdi bizde 1 Mayıs deyince, hemen aklımıza 1977 yılındaki kanlı 1 Mayıs geliyor. Taksim meydanında 1 Mayıs’ı kutlamak üzere toplanan kalabalığın üzerine, önce faşist bir grubun, ardından polisin ateş açması sonucu onlarca insanın ölmesiyle sonuçlanan olayı nasıl unutabiliriz ki. Hâlâ o öfke ve duygu selinden kurtulamamışken... Yıllardır Fransa’da yaşıyorum, ben hiç 1 Mayıs kut-

AZICIK

Fahri EKMEKCİ

fekmekci@objektifgazete.fr

Ölümler yine canımızı yaktı... Farkındayım, bu köşe son zamanlarda ağıt yakma alanı gibi oldu. Keşke olmasaydı, keşke kimse ölmeseydi ama ne yapalım ki hayat böyle değil; mutlaka birileri ölüyor, çevremizden kimi sevdiklerimiz eksiliyor maalesef. Geçtiğimiz günlerde beni ve yakınlarımı, tanıdıklarımı yaralayan, canımızı yakan iki ölüm olayı yaşadık yine. Önce, 14 Nisan’da, Sélestat Türk Cemiyeti Başkanı, daha 51 yaşındaki sevgili İsmail Coşkun’u yitirdik; sonra da, 1 Mayıs günü, sevgili Yengemiz, çok yakın arkadaşlarımızın Annesi Döndü Aydın bizlere vedâ etti. Her ikisinin de anıları önünde sevgi, saygı ve özlemle eğiliyorum... İsmail çok iyi bir insandı.. Bu, öyle lâf olsun diye, klişe olarak söylenmiş bir söz

lamalarında böyle trajik bir olay, böyle bir taşkınlık ve nefret görmedim. Anlaşılır gibi değil! Bu bir işçi bayramı mı; yoksa, kıyım bayramı mı? Devlet tarafından katledilenlerin hangisini sayalım! Bu hangi politikanın bir parçasıdır.

nucuydu bu olup bitenlerin hepsi.

Keza, memleketimizde « Laiklik Anayasa’dan kaldırılsın » muamması en hafif bir söylemle ülkede her şeyi çürütmeye çalıştıklarının kanıtı değil midir? Memlekette çürümeyen ne kaldı ki? Dahası, siyasal islamın radikal akımlarından gelen sahte çözümlerle laikliğin önüne çelme atmaktır bunlar.

Daha da önemlisi bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, yetişkinler bu haksızlıklardan az da olsa payını alırken, çocukların sistemin elinde bir sefalet içinde daha da ezildiğini unutmak mümkün mü? Göz nurumuz olan çocuklar, iş gücü olarak sömürülürken, sağlık durumları da içler acısı! Türkiye'nin sosyal çaptan düşmesinin çerçevesi genişledikçe, bu genç filizler bir sosyal tehlike haline geliyorlar. Utanmazlığın savunmasız kurbanlarıdır bu çocuklar ve hepimizi ilgilendiren bir dramla karşı karşıyayız maalesef!

Çalışan kadınlar konusuda da, eskiden Avrupa'da, faşizmin bir sloganı vardı: Üç şey söylenirdi; kadın çocuk yapsın, mutfakta çalışsın, kiliseye gitsin. Çalışmaktan alıkoyulsunlar. Kadınlara lâyık görülen buydu. O zamanlar öyleyd; şimdi devir değişti. Hristiyan aleminin çoktan alaşağı ettiği bu paradoks, şimdi islamın faşizmiyle örtüşmüyor mu? Zira, ülkemizde yıllar önce açılan yolların bir so-

Bu bağlamda bunlar, siyasetçilerin şovuyla, gösterisiyle, yardımla, fitreyle zekatla, din ve imanla acımayla çözülemez. Dahası, gerekli niteliklerden yoksun yetiştirme yurtlarının bakımına terk edilmeyecek kadar değerlidir bu çocuklar. Son zamanlarda vakıflarda olup bitenlerden söz etmeye dilim varmıyor açıkçası! Kötüye kullanılan, yarınları çalınan gözbebeğimiz çocuklarımıza

değil; gerçekten de herkesi seven ve herkesin sevdiği, insanlara yardımcı olmak için yırtınan, iyi niyetli ve dürüst bir arkadaşımızdı İsmail. Çok ‘sıradan’ bir örnek vermek isterim: iki sene önce yine bir Mayıs ayında sevgili İsmet Abimizi (Keskin) son yolculuğuna uğurlarken her an yanımızda olmuş, kendisi ve derneği her katkıyı sağlamış, kendi ailesinden birisiymiş gibi hep yanımızda olmuştu.

devlet bile sahip çıkamıyorsa kime güvenecegiz peki?! Çocuklar için çıkarılmış yığınla yasa vardır, ancak ӧlü yasalardır bunlar. Hiçbiri uygulanmıyor. Çünkü çocuklar, iktidar gözünde seçmen değiller, getirecekleri oy da yoktur. Ne var ki, büyük şehirlerimizin varoşların caddelerini dolduran, eğitimsiz ve yarınsız onbinlerce çocuk var. Bu yuzden 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda çocuk işçiler de unutulmasın! Sonuç olarak, ben bu yazıyı yazmak için kutlamalara gidemedim. Strasbourg'da, puslu ve yağmurlu havaya rağmen, devletin sağladığı güvenle, barış içinde sevinçli şarkılarla kutlanıyor şu an. Ancak ben şunu demek istiyorum; tüm dünya üzerinde gerçek demokrasiyle işleyen ülkelerde olduğu gibi, bizim ülkemizde de, «1 Mayıs İşçi Bayramı» huzur ve güven içinde, barışçıl, her dilden, her ırktan ve düşünceden şarkılar söylenerek bayram havasında kutlansın, yeter artık insanlara kıyılmasın demeye hakkımız olmalı!

Hani ölümü akla gemeyecek ya da ölümün yakışmadığı insanlar vardır ya, tam da onlardandı yani.. En son üç sene evvel Fransa’ya geldiğinde görüşmüş (artık Giresun’da yaşıyorlardı), yine takılmıştım kendisine: ‘Senin yüzünden tek çocukta kaldık’! Şaşırdı, neden diye sordu; ‘Çünkü düğün gecesi bizi eve en son sen soktun, demek ki sırtıma iyi vurmamışsın’ diye yanıtladığımdaki kahkahası hâlâ aklımda...

Bir özelliği de çok iyi bir Galatasaray taraftarı olmasıydı. Cemiyet’te birlikte ne maçlar izlemiş; ne başarılarda gururlanıp, acı günlerde kahrolmuştuk.

O da gitti işte, elden ne gelir?

Ölümünden bir gün önce de GS-FB maçı vardı ve bir vesileyle konuştuğumuzda, her zamanki içten söylemiyle, ‘Gel gardaş, senin ayağın uğurludur, gelirsen kazanırız’ demişti. Ama gitmedim, gidemedim; yıllardır maça gitmiyordum Cemiyet’e, bu sefer epey niyetlendim ama yine de gidemedim işte.

Ölüm deyince..

Keşke gitseymiş, İsmail’le son bir kez maç izleseymişim!

Onu 1989’un 4 Mayıs günü, daha 59 yaşındayken kaybetmiş, acılara boğulmuştuk.

Gülü güle güzel insan, güle güle Başkan; ışıklar içinde ol...

O gün bugün o acı geçmedi; azalsa da (alışmak), içimizi sızlatmayı sürdürdü.

Döndü Yenge, bizim çok iyi bir aile dostumuz, çok yakın arkadaşlarımızın Annesi (veya Kayınvalidesi) idi. Fransa’ya ilk gediğimde beni karşılayan ve hep yardımcı olan Kadem Dayı’nın da çok sevdiği eşiydi. Her zaman güleryüzlü, hep şakacı ve şaka kaldıran, daima yardım severdi birisiydi Döndü Yenge.

Çok zordur yakınların ölümü, sevdiklerin ölümü, babaların ölümü.

Umarım gittiği yerde rahat uyuyordur şimdi...

İsmet Abi’yi yazdım yukarıda; onu da hiç unutmuyor ve hep özlemle anıyorum, anıyoruz. Ve tabii sevgili Babam; canım ciğerim..

Dilerim sizlerin başına çok uzun zaman sonra gelir ya da hiç gelmez...


27

Adem GÜRSAL a.gursal@hotmail.com

1- İSLAM BİRLİK ŞART, 2- MHP, FETÖ'YA ÇAKTI Müslüman ülke liderlerinin İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) 13. İslâm Zirvesi için İstanbul’da bir araya gelmeleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İİT’nin 3 yıllık dönem başkanlığını Mısır’dan devralmasını, Erdoğan'ın konuşmalarından yazmayı düşünüyordum. Ama MHP'de yaşananları ele almak, Bahçeli'nin 17-25 Aralıkt’an sonra ilk kez paralel yapıya yani FETÖ örgütüne sert sözlerde bulunması sonrası MHP'yi yazmak daha ağır bastı. Çünkü İslâm İşbirliği Teşkilatı 13. İslâm Zirvesi'ndeki gelişmeleri yazarların çoğu ele alıp okuyucularına ulaştırdı. Bu zirveden benim de söyleyeceklerım var, daha sonra MHP'ye geçeceğim yazımda. 1.5 milyardan fazla Müslümanı temsil eden İİT’nin sahip olduğu nüfus, Avrupa devletlerine karşı ve ABD'ye karşı zayıf, güçsüz vede sessizdir. Atılan adımlar şimdiye kadar yeterli olmadı ki müslüman coğrafyasında kan hiç durmadı. İstikrar hep geri planda kaldı. Müslüman ülkelerini gözümüze getirirsek geniş coğrafya sahip, petrol, gaz ve birçok yeraltı madeni bulunan ülkelerdir. Bu imkânlarına rağmen maalesef Avrupa devletlerinin hiçbir yeraltı kaynaklarının (petrol-gaz) olmamasına rağmen kıyasladığımızda bu ülkeler ne güce, ne ağırlığa, ne de kendi coğrafyalarında etkiye sahip. Pusulalarını yitirmiş, çaresiz bir vaziyetteler. Açık söyleyeyim, Arap ükelerinde cesur ve islam adına dik durabilecek liderler çok az çıktı. Cesur olanlarını da dış güçlerin entrikalarıyla, darbeyle devirdiler veya öldürdüler. Arap ülkelerine huzur gelecekse bu içimizden çıkacak. Biz böyle birleştiğimiz zaman zaten Avrupa devletleri, ABD ve İsrail korkmaya başlayacak. Kendi

Bam Teli

ŞAHİSMAİL KAYA sahismail@web.de

YAŞLI MARANGOZ

Kıymetli Objektif Gazetesi okurlarım; Bugün sizlere güzel bir hikâyeyi kısa yolla da olsa, evvela kendimle, eğer sizler de arzu eder, zaman ayırırsanız sizlerle de paylaşmak isterim.

kendimizle yeteriz elhamdülillah... Recep Tayyip Erdoğan gibi cesur olun. Müslüman coğrafyasında oynanan oyunlara sessiz kalmayıp Erdoğan gibi dik durup islamı savunun. Filistin'i hep birlikte savunun. Kosova'yı ülke olarak tanımayan müsluman devletler var, öncelikli ilk adım olarak Kosova'yı da devlet olarak tanısınlar. Dünyanın beş'ten büyük olduğunu cesurca Erdoğan gibi söylesinler ve halkı için adımlar atsınlar. Müslüman ülkelerinde oynanan oyunlara izleyici olmayın, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla bakmayın, bir gün bu yılan sizin topraklara da geldiğinde ısırmayacağının garantisi yoktur. Teröre karşı bir olun, birlikte adımlar atın. Zulme uğrayanların, ezilelerin yanında durun, koruyun. Din, ırk, mezhep farketmez, kim haksızlığa uğramışsa sessiz kalmayın. Adaleti savunun. Türkiye’nin bugün geldiği nokta bir liderin cesurca attığı adımla oldu. Güçlü Türkiye'nin baş mimarı, her alanda istikrarlı devam ediyor ise, bir liderin dik duruşuyla oldu. Liderin halkını, devletini sevmesiyle oldu. Bunların baş vesilesi, Allah’ın izniyle, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır. Arap dünyasında böyle liderler çıkması gerekir, huzur için, islam için, istikrar için. Gelelim asıl konuya, yani MHP'ye... MHP'de kriz devam ediyor. MHP Olağanüstü Kurultaya gidecek. MHP Genel Başkan adaylarından biri Meral Akşener. Akşener'in diğer adaylardan farkı paralel yapı olan Fetö'nün desteğini alıyor olması. Bu destek MHP'nin başına geçtiği günden itibaren MHP'de sıkıntılı sancılar başlayacağı da kesindir. Türkiye'de ciddi bir muhalefetin gerektiğini herkes söyler. Milli bir muhalefete gerek vardır. MHP'yi beğenmesek de Meclis’teki muhalefet partilerinin içinde yine MHP daha bir milli, daha bir ülkesinin yanındadır. Siyasetinde ciddi hataları olsa da, ülkenin geleceği için atılan adımlarda Mhp'nin de desteği olmuştur. Seçimlerde Erdoğan'ı devireceğiz umuduyla şu ana kadarki çizdiği yol yanlıştı ve yanlış olduğunu da seçimlerde gördü. Paralelle mücadele sürecinde de yanlış yerde saf tuttu, onu da anlamış olmalı ki FETÖ örgütüne partisini teslim etmeyeceğini söyledi. Şunu da sormak gerek, koltuğu elden gideceği endişesinden dolayı mı, yoksa paralel yapının yeni MHP adayı Meral Akşener'e verdiği destekten dolayı mı veya

Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren ve müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılıp eşi ve büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek istediğinden söz etti. Müteahhit iyi bir işçisinin emekli olacak olmasına üzüldü. Ve ondan, kendisine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek zor değildi. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı, çünkü kaliteli bir malzeme için bir-

gerçekten ülke menfatleri için mi böyle bir duruş sergiledi? Merak ederim. MHP lideri Devlet Bahçeli çok şükür paralel yapının lideri Fetullah Gülen’e iyi çaktı. Herkesin malumu… 17-25 Aralık’ta bu ülkede paralel yapı darbe girişiminde bulundu. Türlü deliller ortaya çıkmasına rağmen, belgeler gösterilmesine rağmen Bahçeli, 17-25 Aralık darbe planına sessiz kaldı ve Erdoğan’ı eleştirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de paralel yapıyla beraber seçime girdiği de belli olmuştur. Evet CHP ve diğer partilerin ortak adayıydı ama paralel yapı da bu adaylarına destek vermişti. Fettullah Gülen'le belki Erdoğan'ı indiririz umuduyla kendi tabanından bile oy kaybetti. Dahası da var. Bu seçim sonuçlarından ders çıkarmayıp yola FETÖ ile devam etti. Biraz geriye bakarsak MHP’nin kaset komplolarıyla bu yapıdan ders çıkarması gerekirdi ama unutmuş olmalı o kasetleri. Bahçeli, Paralel Örgüt’le Erdoğan'a karşı hep beraber yürüdü. Paralel yapıyla en büyük mücadeleyi veren AK Parti hükümetini ve Erdoğan’ı görmezden gelerek, ‘Erdoğan düşmanlığı, Erdoğan’ı irtibarsızlaştırmak’ üzerine politika üretenlerle de sessiz kaldı. CHP'nin de yanında durdu. Böyle Erdoğan düşmanlığı kendi partisinin de huzurunu bozdu. Tabanıyla da sıkıtılar yaşadı. Ülkücüler’le yol ayrımına geldı. Seçimlerde bile MHP'li olup Ak Parti'ye oy verenler çıktı. Kısacası, hükümetin paralel yapıyla ilgili adımlarında her konudada sessiz kalmayı tercih edip, Erdoğan’ı eleştirdi. Düne kadar MHP böyleydi. Ama bugün Devlet Bahçeli; partimizi paralel yapıya teslim etmeyeceğiz deme cesaretinde bulundu. Bunlar güzel bir gelişme, ilk adım. Çok geç kalmıştı, yine de farkedip bu paralelle berber yürüdüğü yoldan dönmesi de güzel. Dahası da var... Partisini koruyor bu yapıya karşı ve ateş püskürüyor Meclis kürsüsünden. Paralel yapının MHP'yi yönetemeyeceğini dile getiriyor. Sormak gerek yine de... Şimdiye kadar üç maymunu oynadınız, paralel sürecinde, deyneğin ucu size dokununca mı böyle bir tavır alma kararı aldınız?. Nerdeydiniz şu ana kadar? Özünüze ne zaman döneceksiniz? Öz derken merhum Alparslan Türkeş'in çizdiği yolu söylüyorum. MHP'nin paralel yapının oyuncağı olmaması için biz de sessiz kalmayacağız. Eğer adaylar pararlel yapının desteğiyle yola çıkıyorsa bu adaylarla biz de mücadele edeceğiz. Türkiye'm için milli ve yerli bir muhalefet partisi şart, bu neden MHP olmasın? MHP'li kardeşlerim, liderinizi beğenmiyor olabilirsiniz ama gelecek yeni bir liderinizin de Fettullah Gülen'in (Locaefendinin) maşası olmasın. Dikkat edin ve uyanık olun. Partinize sahip çıkın, bu hainlerden de koruyun...

kaç gün daha beklemesi gerekiyordu. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti! İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı: ‘Bu ev senin’ dedi. ‘Sana benden hediye.’ Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı. Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı?... Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız.

Çoğu zaman da, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilseydik, çok daha farklı yapardık. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Hayatınızın marangozu sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. Bugünkü davranış ve seçimleriniz, yarın yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kuralım e mi? Kıymetli Objektif Gazetesi okurlarım, Hoşça kalın, dostça kalın….


Strasbourg Kutlu Doğum Programı ve yansımaları 28

Dr. M. Fevzi HAMURCU Strasbourg Din Hizmetleri Ataşesi ve Strasbourg DİTİB Genel Başkanı 2016 Yılı Kutlu Doğum Haftası Avrupa Açılış Programı Fransa’nın Strazburg şehrinde binlerce kişinin katılımla gerçekleşti. Strasbourg DİTİB tarafından organize edilen ve Zenith Salonu’nda gerçekleşen programa Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez katıldı. Diyanet İşleri Başkanı’nın katılımıyla her yıl bir Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen Kutlu Doğum Avrupa Açılış Programı için bu yıl Avrupanın önemli başkentlerinden biri olan Strazburg seçildi. Bölgede faaliyet gösteren dinî hizmet gruplarının temsilcileri de programda hazır bulundu. Bu program aslında son zamanlarda Fransa’da ve Avrupa’da yaşanılan sıkıntıların bir analizi gibiydi ve sorunların sebep ve sonuçlarına da temas edildi. Çünkü bu yıl Kutlu Doğum Haftası için seçilen tema, içinde bulunduğumuz süreçte tam da Avrupa’nın ve dünyanın çok ihtiyaç duyduğu bir konu idi: “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet”. Hafta boyunca Avrupa’nın pek çok şehrinde yapılacak etkinliklerde aynı tema işlenecek ve tefrika girdabında savrulan insanlığın derdine derman aranacak ve birliğine çareler aranacak. İsterseniz gelin birlikte bu programın ayrıntılarına göz atalım. Diyanet İşleri Başkanımızın yaptığı konuşma aslında pek çok soruna işaret etmiş ve pek çok soruyu da cevaplandırmıştır. Fransa’dan ve çevre ülkelerden gelerek Zenith Salonu’nu dolduran binlerce Peygamber sevdalısını selamlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Elli yıl önce mübarek Anadolu topraklarından kopup Fransa’yı, Avrupa’yı vatan edinmiş kıymetli kardeşlerim! Bütün zorluklara rağmen kimliğinizi muhafaza ederek, içinde yaşadığınız toplumla barış içinde yaşayarak, varlığınızı, inançlarınızı, değerlerinizi koruduğunuz için hepinizi gönülden tebrik ediyorum” diyerek sözlerine başladı. Muhammed ismini taşıyan gençleri selamlayan Başkan Görmez, Muhammed ismini iftiharla taşımaları gerektiğini belirterek şöyle konuştu; “Muhammed ismini iftiharla taşıyın...” Strazburg’da, Paris’te, Lyon’da, Avrupa’nın şehirlerinde yaşayan ve adı Muhammed olan, Ahmed olan, Mustafa olan bütün çocuklarımızı, gençlerimizi selamlıyorum. Onlara diyorum ki, ‘Taşıdığınız isim, yeryüzünde bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen büyük bir Peygamber’in adıdır. Yeryüzüne barışı, adaleti, hakkı getiren Hz, İsa’ya ‘kardeşim’ diyen, Hz. Musa’ya ‘kardeşim’ diyen, Hz. İbrahim’e

‘atam’ diyen, Hz. Âdem’e ‘babam’ diyenMuhammed Mustafa’nın ismidir. Siz o isimle iftihar edebilirsiniz. “Başka coğrafyalarda İslam’dan kaynaklanmayan, Peygamber’imizle hiçbir ilişkisi olmayan cinayet şebekesinin işlediği suçlardan dolayı başınızı öne eğmeyiniz...” Adı Muhammed olan, Mehmet olan, Ahmet olan, Mustafa olan bütün gençlerimize, anne babalarına sesleniyorum, ‘Başka coğrafyalarda binlerce kilometre ötede, asla İslam’dan kaynaklanmayan, sevgili Peygamber’imizle hiçbir ilişkisi olmayan cinayet şebekesinin işlediği suçlardan dolayı sakın ha sakın başınızı öne eğmeyiniz’ Zira hepimiz biliyoruz ki Paris’i, Ankara’yı, İstanbul’u, Brüksel’i kana bulayanların, bu cinayetleri işleyenlerin yaptıkları işlerin; insanlığa barış, rahmet ve merhamet getiren İslam ile merhamet ve hikmet yüklü adalet Peygamber’i Muhammed Mustafa ile, Kerim kitap ile asla ilişkisi yoktur. “Başka dünyalarda işlenen cinayetlerin hesabı tüm Müslümanlardan sorulamaz...” Buradan bütün Batılı dostlarımıza bir hitabım olacak. ‘Hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki, Afrika’larda, Orta Doğu’da, Asya’larda işlenen cinayetler, o toprakların sömürgelerden, istibdat rejimlerden sonra, küresel güçlerin çatışma alanı haline getirildikten sonra yaralı bilinçlerin; savaşın, şiddetin gölgesinde işledikleri cinayetler olduklarını biliyoruz. O cinayetlerin sorumluluklarını yanı başınızda yaşayan adı Ahmet, Muhammed, Ayşe, Fatıma olandan hesabını sorma hakkına ve salahiyetine sahip değilsiniz’ “İnsanlığı yeniden yüceltmek için gelin birlik olalım...” Bugün Kutlu Doğum Haftasının açılışını yapıyoruz. Sizlerde yüreğinde Peygamber sevdasıyla Avrupa’nın muhtelif yerlerinden akın akın buraya geldiniz. Üzerinde durduğumuz üç başlık var. ‘İnsanlığı diriltmek için gelin birlik olalım’, ‘İnsanlığı yaşatmak için gelin birlik olalım’, ‘İnsanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım’ Bugün insanlık bir değersizleşme, değersizleştirme girdabına girmiş bulunmakta. Sadece değerlerini değil, kendisine değer kazandırmak için gelen ilahi dinleri de değersizleştiriyor. Bugün insanlık merhametini kaybediyor. İnsanlık sadece merhametini değil, aynı zamanda Allah’ın yeryüzüne rahmet olarak gönderdiği dinlerin merhametini de bozuyor. İnsanlık eliyle dinler değişiyor. Dinler bozuluyor. Dinler yeryüzüne barışı, adaleti, hakkı, merhameti getirdiği halde insanlar dinleri kendi hevalarına göre yorumlayarak, kendi

ideolojilerinin yanlışlarını Allah’ın dinlerine onaylatmaya kalkışıyor. Merhametsizlik girdabı içinde insanlık. Yeryüzünde büyük zulümler işleniyor. Hem Müslümanlar hem bütün insanlar yapıyor bu hatayı. “Keşke insanlar yeryüzünde hiçbir canlıya kast etmese...” ABD’de sinek ilacının kullanılmasının yasak olduğunu öğrendim. ‘Ne kadar güzel’ dedim. Tabiatın dengesi bozulmasın diye karar alınmış. ‘Ne kadar güzel’ dedim. ‘Keşke aynı hassasiyet Irak’ta katledilen bir buçuk milyon insana da gösterilseydi’ dedim. Keşke biz insanlar yeryüzünde hiçbir canlıya dokunmasak, keşke biz aynı hassasiyeti Suriye’de katledilen 500 bin insana karşı da yapabilseydik. Keşke biz Afrika’da katledilen milyonları bulan insana karşı da aynı şefkati merhameti de gösterebilseydik. İyilikle kötülük bir değildir. Bütün kötülükleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu iyilik yapmaktır. Karanlığı ortadan kaldırmanın

yolu mum yakmaktır. En azılı düşmanlıkları en sıcak dostluklara dönüştürmeyi ister misiniz? O zaman size yapılan bütün kötülüklere karşı iyilikle mukabele yapınız. Şiddet şiddetle ortadan kalkmaz. Kan kanla temizlenmez. Kötülük kötülükle ortadan kaldırılmaz. Bütün kötülükleri ortadan kaldıracak yegane güç iyiliktir. Çirkinliği ortadan kaldırmanın yolu güzellikte ısrar etmektir. Yanlışları ortadan kaldırmanın yolu doğruluktur. Sakın doğruluktan ayrılmayın, doğruluk sizi iyiliğe, iyilikte sizi cennete götürür. “Nerede yaşarsak yaşayalım hepimize düşen görev, kimliğimizi muhafaza etmektir...” Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın, ister kendi öz vatanınız Anadolu’da, ister Avrupa’da nerde yaşarsanız yaşayın hepimize düşen en büyük görev; kendi varlığımızı, kimliğimizi muhafaza etmektir. Kimliği oluşturan temel unsurlar vardır. Dil, tarih, kültür... Kimliği oluşturan önemli unsurlardır. Ancak tarih bize şunu gösteriyor, inancını kaybeden dilini, kültürünü, tarihini, bütün kimliğini kaybediyor. Birinci vazifemiz nerede yaşarsak yaşayalım inancımızı korumalıyız. Kimliği oluşturan

dili, kültürü korumalıyız. Dua ve niyazım şudur ki, bu topraklarda yaşayan hiçbir yavrumuz asırlar sonra bile İslam’dan, sevgili Peygamber’imize ümmet olmaktan, Allah’a kul olmaktan, Rahman’a secde etmekten asla mahrum olmasın. “Bütün inançları barış içerisinde birlikte yaşatmış bir medeniyetin çocukları olarak başka medeniyetlerden bunu isteme hakkına da sahibiz...” İçinde yaşadığınız toplum hangi inançtan olursa olsun onlarla barış içinde, birlikte yaşayacaksınız. İslam’ın erdemini, faziletini, sulhunu, barışını onlara göstereceksiniz. Tarih boyunca biz bütün inançları barış içerisinde birlikte yaşatmış bir medeniyetin çocuklarıyız. Başka medeniyetlerden bunu isteme hakkına da sahibiz. “Üstünlük ancak insanı insan kılan yüce değerlerdedir...” Veda Hutbesiyle İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini mukayese ederiz. Daha bu asrın içindeyken derileri siyah olduğu için insan kabul edilmeyen kardeşlerimiz vardı. Ama Veda Hutbesinde sevgili Peygamberimiz bütün insanlığa şöyle hitap etmiştir: ‘Ey insanlar, sizin Rabbiniz birdir. Sizin babanız da birdir. Hepiniz Âdemdensiniz. Âdem de topraktandır. Arap’ın Acem’e, Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur. Siyahın beyaza, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak insanı insan kılan yüce değerlerdedir. Sevgili Peygamberimiz bu insanlık ilkesini, eşitlik ve özgürlük ilkesini on dört asır önce insanlığa ilan etmiştir. Bugün Müslümanlar onun getirdiği değerlerden uzaklaştı. Onun için acılar içinde kıvranıyoruz. Irkçılık, renk ayrımı, etnik köken ayrımı İslam’ın gözünde reddedilmiştir. O yüzden biz bu sene Tevhit ve Vahdet üzerinde duruyoruz. “Tevhit medeniyetinin insanları, insanlığa merhametle bakar, bütün insanlığı kardeş kabul eder...” Tevhit soyut bir inanç değildir. İnsanla kâinatın, zamanla mekânın, akılla kalbin, ruhla bedenin birliğidir. Vahdettir. Bütün insanların birliğidir. Hepsinin Âdem’in çocukları olduğu, Allah’ın nazarında tarağın dişleri gibi eşit olduğu İslam’ın en temel ilkesidir. Tevhide inananlar var oluşun gayesini bilirler. Tevhit, bir varlık felsefesi, kültür yorumu, tarih ve medeniyettir.


29


30


31

Sélestat Türk Cemiyeti’nde Psikolog Erdinç Üstündağ’dan Aile Konulu Seminer Avrupa Psikoloji Merkezi Başkanı Erdinç Üstündağ: “Ailenin Temeli Güvendir. Güven olmayan yerde huzursuzluk vardır…”

Avrupa Psikoloji Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Erdinç Üstündağ’ın, Sélestat Türk Cemiyeti’nde, Cemiyet’in Kadın Kolları Başkanlığı tarafından 3 Nisan 2016 tarihinde düzenlenen « Aile » konulu seminerine yoğun ilgi oldu. Erol Süer’in açılış ve hoşgeldiniz konuşmasından sonra, aile ve mutlu olmanın yollarını anlatan Üstündağ, eşlerin birbirleri ile iletişiminin ailenin yönünün belirlenmesini sağlayacağını ifade etti. Psikolog Başkanı Erdinç Üstündağ, ailenin tanımı, aile içi iletişim, ailenin temel gereksinimleri ve yaşam döngüsü nedir, aile içi sorunların kaynağı ve sağlıksız davranışlar ile çözüm yolları, aile içi sağlıklı iletişim önerileri, stres ve başa çıkma yolları ile stres yönetimi, olumlu davranış değiştirme yöntemleri ve ailede zaman yönetimi konularında katılımcılara geniş bilgi verdi. « Güvensizlik duygusu çocuğu farklı yollara iter. Aile içindeki etkileşim çocukları ‘ben değerliyim ya da değersizim’ duygusuna götürür. Bu gereksinim aile içinde yerine getirilmezse çocuk farklı yollarla bu duyguyu elde etmeye çalışır. Aile içindeki bireyler kendilerinin aile içinde emniyette olduğunu, dışarıdaki tehlikeli olayların aile içine girmeyeceği duygusunu sağlamak isterler » diyen ve sosyal medyanın yanlış kullanılması sonucunda birçok ailenin parçalandığını anlatan Psikolog Erdinç Üstündağ, eşlerin en çok tartıştığı konuların başında sosyal medyanın geldiğini ve sosyal medyanın bunalımda olan ve kafası karışık olan kişilerin hedefindeki insanlar olduğunu, bu nedenle bunalımda olan ya da bir sıkıntısı bulunan kisosyal tür bu mutlak şilerin medyalardan uzak durmasının kendi menfaatine olacağını ifade etti. Çocuğa sorumluluk verin Sélestat halkına ailelerine sahip çıkmaları konusunda tavsiyelerde bulunan Erdinç Üstündağ, ”Anne ve babalar davranış ve sözleri ile sorumluluk duygusunu ifade ederler. Aile içinde herkes sorumluluk duygusunu paylaşır. Elbette ki çocuklara yaşları oranında sorumluluk verilmelidir. Tüm sorumluluğu kendi üzerine alan, çocuğunu sorumluluktan kurtaran anne ve babalar kendi yaşamını biçimlendirmekte zorlanan, sürekli başkalarının yönetiminde olmaya yönelik bireyler yetiştirirler. Aile ortamı bir mutluluk ortamıdır. Evde değerli olduğu

duygusunu tadan birey mutlu olur ve yaptığı şeylerden doyum alır, kendini gerçekleştirme olanağı bulur” dedi. Üstündağ, “Aile içi iletişim, kişilerin birbirlerine bilinçli veya bilinçsiz olarak iletmek istedikleri duygu ve düşüncelerini aktardıkları bir süreçtir. Bu sürecin başarısı, bireyin yaşamındaki mutluluğun temelini oluşturur. Aile içi iletişim, ailenin üyeleri arasında nasıl bir iletişimin ve ilişkinin bulunduğunu ifade eden bir kavramdır. Aile içi iletişim becerileri etkin kullanıldığında bu durum tüm aile bireylerinin ruh sağlığını olumlu etkiler” şeklinde konuşan ve mutluluğun sırrının karşılıklı anlayış olduğunun altını çizen Erdinç Üstündağ, “Anne ile baba arasında bir problem var, konuşmalarda asıl sorundan uzaklaşılıyor ve birbirlerine ‘sen zaten..’, ‘sen hep...’ gibi suçlayıcı sözler sarf ediyorlarsa, çocukta problem çıktığında karşındakini suçlayabilirsin algısı oluşur. Anne ile baba seslerini yük-

selterek bir şeyler anlatmaya, bağırarak baskın çıkmaya çalışırsa, çocukta derdimi ancak sesimi yükselterek ya da bağırarak anlatabilirim algısı oluşur” dedi. Eşlerini aldatanlar ikiyüzlüdür Eşlerin birbirlerini aldatmasını anlayamadığını kaydeden Üstündağ, “Ben herhangi bir eşin aldatmasını ikiyüzlülük olarak görüyorum. Çünkü eşinin gözünün içine baka baka yalan söylemek ve kendini eşine dürüst göstermeye çalışmak ikiyüzlülüktür” dedi. Eşlerin birbirlerine jestleri evlilik müessesesini pekiştirir

Eşlerin birbirlerine iltifat ve karşılıklı jestler yapmasının evlilikte mutluluk rüzgârları estireceğini kaydeden Üstündağ, “Küçücük jestler ile büyük mutluluklar yakalanır. Eşinizin özel günlerini unutmayın, sizin istediğiniz hediyeleri değil eşlerinizin beğeneceği hediyeleri alarak eşlerinizi daha mutlu edebilirsiniz” şeklinde konuştu. Sélestat Türk Cemiyeti’nde yapılan Aile konulu seminere Cemiyet Başkanı İsmail Coşkun, Kadın Kolları Başkanı Sevim Demir Tuncay, Caminin imamı Engin Fındıkçı, basından Objektif gazete ile çok sayıda vatandaş katıldı. Seminerin sonunda Dernek Başkanı İs-

mail Coşkun, Avrupa Psikoloji Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Erdinç Üstündağ’a vermiş olduğu bilgilerden dolayı teşekkür etti. Derneğin Kadın Kolları’na, yönetime, katılımcılara ve Objektif’e de teşekkür eden Coşkun, “Burada çok güzel mesajlar verildi. Toplum olarak sürekli birarada yaşamalı, birlikte olmalıyız. Birbirimize sıkı sıkı sarılmalıyız. Sivil toplum kuruluşları etkinse, o toplum gelişmiş toplum olur. Hepiniz derneğimize gelin, etkin olun” çağrısı yaptı. Avrupa Psikoloji Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Erdinç Üstündağ ise, yapkonuşma sonrası tığı bu güzel vatandaşlarımıza kitaplarını imzaladı.


32


33 ARAS'LA İNSAN'A DAİR

Melek Aras

arasmelek58@gmail.com

Adam etmek neydi? Veyahut da adam gibi yönetmek ne demekti? Kısacası lider kimdi? Bir tarafta ırkçılığı bir diğer tarafta mezhepçiliği tetikleyip bunun üzerinden siyaset yaparak kazanmak kolay olsa gerek. Milleti birbirine düşürdükçe onlar yükseliyorlar. Dünyaca bu böyle artık! Hatta siyaset yapmıyorlar, güçlerine göre sadece kavga ediyorlar! Kendini beğenenler ya da oturdukları o koltukların hakkını veremeyenler ile haddini bilemeyenlerin bu bir sorunu olsa da, insanların karekterlerinden midir, yoksa yapılan torpillerden veyahut yanlış terfilerden ve işini yapamayanların bir yönetim becereksizliğinden midir, nedir? "Hırs ilen kalkıp zararla oturan", karşı karşıya getirilebilen birlik ve beraberlikten söz edemeyecek kadar geçinemiyen toplumlar olduk böyle... Okursan adam olursun demek de farklı bir şeymiş yine... Elbette herhangi bir meslek sahibi olabilirsiniz; işadamı, profesör, doktor, avukat, başbakan, cumhurbaşkanı yani her şey olabilirsiniz ama bunlardan biri olmakla insan olmuş olmazsınız! Çünkü; insan olmak, başka bir şeydir. İnsan olmak vicdan, merhamet, ahlak, küçüğe ve yaşlıya saygı, yaratılan her şeye yaratandan dolayı sevgi duymak demektir. Eğer bu nitelikler bir insanda yoksa; sadece isminin başına eklenen bir meslek etiketi sahibinden başka bir şey olamaz. Bununla ilgili örnek bir hikaye: Mesela bir baba, oğluna sürekli senden adam olmaz dermiş... Çocuk büyüdükçe bu söz içine uhte olmuş ve önemli bir meslek sahibi olup babasına yanıldığını göstermek tek amacı haline gel-

miş. Öyle de olmuş. Çocuk büyümüş, başarılarına başarı katan iyi bir öğrenci ve sonunda Vali olmuş. Muhteşem makamını ve gücünü babasına gösterebilmek duygusu ile senelerce yanıp tutuşan Vali makamına yerleşir yerleşmez ilk işi; kendisine her fırsatta "Sen adam olmazsın" diyen babasını, adamlarını göndererek yaka paça makamına getirtmek olmuş. Makamına gelen babasını büyük gururla karşılayıp, ofisini gösteren genç vali: - Baba bak gördün mü.? Sen bana adam olamazsın derdin ama ben büyük bir adam ve ülkeye koca bir vali oldum. Babası bir an durup etrafına göz atmış ve.. -Evet; gerçekten de koca bir vali olmuşsun. Ama beni, babanı yaka paça makamına getirmekle ne yazık ki hâlâ "ADAM OLAMAMIŞSIN..!" demiş... Fuzuli de sanki buna hitap etmiş gibi bakın ne güzel söylemiş: Mey biter saki kalır, Her renk solar haki kalır, Diploma insanın cehlini alsa da; Hamurunda varsa eşeklik, baki kalır... Öyleyse peki sahiden adam olmak neydi? Elbette ki herkesin memnun olacağı hareketleri olan başarılı bir insan olma yolunda ilerleyenler için kullanılan bir deyimdi. ADAM OLMAK; hoşgörülü, inançlı, delikanlı, sözüne güvenilir, cömert, mert, gözüpek, merhametli, yalakalıktan nefret eden, verdiği sözde ucunda ölüm dahi olsa duran, kararlı, dürüst,yetimin hakkını yemeyen, kimsenin ahını almayan, hangi makamda olursa olsun kimseye tepeden bakmayan, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olmak demektir. Ama günümüzde herkesin malumu, kendini adam sanan o kadar çok insan var ki… Yazık, çok yazık… Oysa adam gibi adam olmak, öyle her babayiğidin kârı değil. Makam sahibi olabilir, bol paranız, yatınız katınız olabilir ama kimseye faydanız yoksa bırakınız adam olmayı siz gerçek anlamda koskoca bir “HİÇ”sinizdir o

23 NİSAN KARLSRUHE’DE COŞKUYLA KUTLANDI

Hasan BELLİKLİ / Karlsruhe

23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı Karlsruhe’de Rintheim Spor Salonu’nda kutlandı. Sayg duruşu ve İstiklâl Marşı’nın okunmasından sonra Karlsruhe Okul Aile Birliği Başkanı Erdem Arı ve Karlsruhe Başkonsolosu Cem Örnekol günün anlamını belirten birer açılış konuşması yaptılar. Bu yıl hafta sonuna denk gelmesi nedeniyle daha çok katılımın olduğu Karlsruhe’deki 23 Nisan kutlamalarına, Karlsruhe Başkonsolosu Cem Örnekol

ve Okul Aile Birliği Başkanı Erdem Arı’nın yanı sıra, Diyanet Camii Başkanı Lütfü Azal ve çok sayıda Alman misafir de iştirak etti. Bu yılki zengin programda çeşitli grupların gösterileri, folklor ve dans gösterileri, çocuklardan 23 Nisan şiirleri, Karagöz Hacivat oyunları, Harmony Müzik Okulu öğrencilerinden müzik şöleni yer alırken, 23 Nisan etkinliklerini düzenleyen Karlsruhe Okul Aile Birliğ yetkilileri ve Türkçe Dersi öğretmenleri, hazırladıkları bu güzel organizasyonla vatandaşlarımız tarafından ayakta alkışlandılar.

zaman. Ve öldüğünüzde adam değilseniz son yolculuğa uğurlayışta arkada bir hoş sada bırakmak yerine diyecekler ki “Kimseye bir faydası yoktu, yanında çalıştırdığı insanın hakkını vermeyerek sömüren hatta yararlanmaya çalışan, hayır işi bile olsa Allah versin diyerek savuşturan, yoksula yardım elini uzatmayan, eli cebine gitmeyen cimri bir insandı, bol para kazandığı halde sürekli ağlayan şükretmesini bilmeyen “hep bana hep bana ” diyen, gözü doymayan bir insandı, velhasıl adam değildi …” Oysa misafir olduğumuz bu fani dünyadan giderken “ Çok yazık oldu, rahmetli ne iyi, efendi bir insandı, kimseye zararı dokunmadı, herkese faydası vardı, kimseyi üzmezdi, hep doğrudan yana oldu, doğruları konuştu, doğruları yazdı, üç-beş kuruş menfaat uğruna inandığı değerlerden taviz vermedi, çocukla çocuk, büyükle büyüktü, adam gibi adamdı, adam gibi yaşadı, adam gibi öldü, keşke daha fazla yaşayasaydı” diyerek dua edecekler... Önemli olan da bu dünyadan giderken, geride böyle güzel bir hoş sada bırakmak değil mi? Gerçi günümüzde artık bunlar hiç kimse için, o kadar da önemli değil. Ama yönetmek ve yönetilmek konusunda siyaset yapmak elbette ki mühimdi. Onun için, liderlik neydi? Biz liderliği bir yönetim fonksiyonu olarak görmüyoruz. Herkes kendi kendinin lideridir. Herkesin kendi kendinin lideri olması ne demektir? Liderlik, illa ki, birilerini harekete geçirmek değildir. Bireyin her şeyden önce kendini harekete geçirmeyi öğrenmesi gerekir. Kendini harekete geçirmek demek; ‘Bireyin kendi hayatıyla ilgili olarak stratejik düşünme modeline sahip olması, bu modeli uygulayabilmesi için elindeki kaynakların neler olduğunu görmesi ve bunları nasıl değerlendirebileceğine dair uzun vadeli plan ve programlar yapması »dır. Belki de, şöyle bir felsefeyi çok iyi vurgu-

lamak lâzım; hâlâ ve hâlâ liderlik dediğimizde insanları yönetmek sanatı olarak algılıyoruz. Oysa, 20. yüzyıldan bu yana çok şey değişti. Artık insanları yönetmek gibi bir terimin altını çizmemek gerekir İnsan yönetilmez, yönetilen insanlar sadece ve sadece zihinsel melekeleri olmayan insanlardır ve onlar da destek alırlar. Liderlik fonksiyonu; ‘insanları yönetmek’ değil, insanları yönlendirerek ‘işi yönetmek’tir. Bakış açımızı bu minvalde değiştirmediğimiz sürece o algıladığımız, beklediğimiz ya da şimdiye kadar kitap veya uygulamalarda bize örnek olarak anlatılan ve bizim de örnek aldığımız liderlik modellerini uygulamayacağız. İnsanı yönetmek değil, insanı yönlendirmenin ne olduğunu öğrenmek lâzım. Ama insanı yönlendirmek için bireyin kendi altyapısını sağlam kurması gerekir. Özgüveni olmayan bir insanın lider olması da pek mümkün görünmüyor. ‘Liderlik doğuştan gelir’ diye bir şey yok. Liderlik öğretilebilir ve geliştirilebilir. Ama bunun için bireyin öz farkındalığını yaratması şarttır. Bu öz farkındalık olmadan liderlik formatı ortaya çıkmıyor. Genellikle tüm dünyada yanlış anlaşılan bir olgu var: Bir insan ne zaman bir başarıya imza atsa bu insanı hemen bir lider olarak görüyoruz. Herkes kendi çapında başarılara imza atabilir ve kendince iyi şeyler yapabilir. Hatta bunun bir kısmı diğer insanlara da katkı sağlayabilir. Ama liderlikteki kilit kavramlar; uzun vadeli stratejik düşünme, vizyon, faaliyet planları gibi olgulardır ve bir bütünsel mantık için olayı görebilmektir . Ayrıca “devlet” dediğimiz sistem netice itibarıyla insanların bir araya gelerek oluşturdukları sistemin adıdır. Dolayısıyla o sistemi oluşturan insanlar hak ve hakikate ne kadar yakın ise o ölçüde o devlet hak ve hakikate yakın; ne kadar da haktan ve hukuktan uzaksa o ölçüde de haktan ve hukuktan uzaktırlar . Onun için, egemenlik kayıtsız şartsız Millet'in olmalıdır…


34

Bir müzik ve bilim tutkunu: Ragıp (EGE) Hoca… -5Hocam, çok güzel ve şiirsel anlattığınız kadınlar konusuna bir ara verip, tekrar Strasbourg ve eğitiminiz diyelim mi? Elbette... Strasbourg’a geldiğimde Fransa’da kalmak, akademik kariyer yapmak gibi bir amacım yoktu. Doğru söylemek gerekirse, ileride ne yapabileceğim kaygısını pek taşımıyordum; “nasıl olsa Türkiye’de bir yerlerde bir iş bulurum” diyordum kendi kendime. Ancak o zamanın Fransa’sında yaşamımı kökten belirleyecek bir gerçeklikle karşılaştım. 60’lı, 70’li yılların Fransa’sı, bir anlamda, 20ci yüzyıl başı Viyana’sında gözlemlediğimiz düşünsel ve sanatsal sürece benzer bir süreç tanıyordu. Geçen yüzyıl başında Freud’un, Wittgenstein’ın, Mahler’in, Schönberg’in, Lenin’in, Musil’in, Klimt’in, (saymakla bitmez) Viyana’sı nasıl tükenmez, kaynayan diyebileceğim, bir yaratı etkinliğinin merkezi olmuşsa, 60’lı, 70’li yılların Fransa’sı da buna benzer coşkulu bir yaratı evresinden geçiyordu. Felsefe, insan bilimleri, güzel sanatlar, sinema, tiyatro, müzik, her alanda köklü, kapsamlı, şaşırtıcı derecede yoğun ve derin yapıtlar ortaya çıkıyordu. Bu “yapıt” (eser) kavramını vurgulamak istiyorum. Yalnızca bir iki kitap, yazı, ilginç yaratı falan söz konusu değil; gerçek anlamda, Lâtin dünyasının “summa” dediği, Arapçanın “küll” kavramına karşılık gelebilecek toparlayan, bütünleyen, tümel, kapsamlı eserler söz konusu. Şu ya da bu düşünceyi kısaca dile getirmekle yetinen yazılar değil; son derece sıkı ve sabırlı bir çalışma disipliniyle, düşüncelerini, en uç noktalarına değin ödün vermeden geliştirmeye kararlı bilinçlerin ürettikleri yapıtlar söz konusu. Roland Barthes, Claude Lévi-Strauss, Jacques Derrida, Michel Foucault, Jacques Lacan, Gilles Deleuze, Felix Guattari, Louis Althusser, Etienne Balibar, Jean-François Lyotard, Jean-Pierre Vernant, François Châtelet, René Girard, Michel Serres, Emile Benvéniste, Pierre Boulez, Antoine Vitez, Jean-Pierre Vincent, Samuel Beckett, Marguerite Duras, “Tel Quel” dergisi, Philippe Sollers, Georges Bataille’ın kurduğu “Critique” dergisi, sinemada “Nouvelle Vague” (“Yeni Dalga”) akımı, “Cahiers du Cinéma”, François Truffaut, JeanLuc Godard, Claude Chabrol, Jacque Rivette... sonu gelmez bir liste. Örneğin yakında ölen Claude-Lévi Straus için birçok eleştirmen, yüzyılda bir kez ortaya çıkabilecek bir zekâ yorumunu yaptılar. Ben Lévi-Strauss’un yapısalcılığına neredeyse imanla bağlıyım. Tek başına Jean-Luc Godard’ın sineması, kişinin, üzerinde ömür boyu düşünmesine yetecek yoğunlukta ve çeşitlilikte, insan ger-

çeğini, insanın dünyayı yaşama, duyma, tatma deneyimlerini içerir. Daha önce sözünü ettiğim arkadaşım Nami Başer ile birlikte bu yapıtların “hangi birine yetişeceğimizi bilemiyorduk”, Fransızların dediği gibi, “nous ne savions plus où donner de la tête”. İşte bu yılların Fransa’sının göz kamaştırıcı kültürel zenginliği beni şöyle bir ruh haline sürükledi: bu kaynayan düşün dünyasına bir biçimde ayak atmadan ne

maya başlamış mıydı sizde? Gayet tabii. Lise’de Marx’ın adını, güçlü bir devrimci düşünür olduğunu duymuştum. Ama Marx’ı okumağa üniversitede başladım. Zaten öğrenciler arasında hep Marx konuşuluyordu. Ortaçağ için Aristoteles ne idiyse çağdaş dünyada Marx o olmuştur diye düşünüyorum. Marx’a çağdaş dünyanın Aristoteles’i gözüyle bakılabilir. Ben bu gözleme yukarıda adlarını saydığım tüm düşünürlerin ve sa-

kurtulma çabası, düşüncesini daha anlaşılır, daha berrak, daha sade kılabilmek için gösterdiği hayran bırakıcı irade, gerçek, somut düşüncenin süslenmiş değil budanmış bir ürün olduğu bilinci... Bütün bunlar, Châtelet’nin de yardımıyla beni Marx’ta büyüleyen özellikler oldu. Bu bağlamda, yukarıdaki düşünürlerin önemli bir bölümünün hocası olmuş bir büyükten, Jean Hyppolite’ten söz etmeden geçemeyeceğim. Ben Hyppolite’i

kendimden ne de içinde devindiğim yüzyıldan bir şey anlayamayacağım inancına saplandım. Fransa’da kalmama neden olan etmenlerin arasında kuşkusuz bu inancı da saymak gerekir. Doğallıkla böylesine kapsamlı yapıtları okuyup anlayabilmek, dinleyip seyredebilmek için Fransızcamı güçlendirmem gerekiyordu. Dolayısıyla zamanımın büyük bir bölümünü, aşk derecesinde sevdiğimi söylediğim Fransızcaya ayırdım. Arkadaşım Nami felsefe öğrenimi görüyordu. O yıllarda Strasbourg Üniversitesinin Felsefe Fakültesi’nde çok değerli iki hoca, Philippe Lacoue-Labarthe ve Jean-Luc Nancy, felsefede Derrida’nın açtığı devrimci diyebileceğimiz yolu izleyerek, Kant, Hegel, Heidegger, Bataille, Levinas, Blanchot üzerine, zihin açıcı, düşünmeye, soruşturmaya özendirici dersler yapıyorlardı. Bu dersler beni derinden etkiledi. Hatta bir ara ekonomideki derslerden çok onların derslerini dinlemeye gittim; eskilerin dedikleri gibi “okuma feyzim”i onlardan aldım.

natçıların hepsinin, bir biçimde, kapalı ya da açık, Marx’la bir söyleşi, bir diyalog içinde olduklarının farkına vararak, başka deyimle, çağdaş dünyada düşüncenin Marx’la birlikte sürdürüldüğünü, geliştiğini görerek vardım. Doğallıkla saydığım düşünürler arasında Marx’la doğrudan ilgilenenler Louis Althusser ile François Châtelet idi. Birincisinden Marx’ın entelektüel serüveninin ne olduğunu, düşüncesinin hangi evrelerden geçtiğini, nasıl bir kuramsal soruşturma boyunca spekülatif felsefeden kalkıp Ekonomi Politik’e yöneldiğini, ama bütün bunlardan daha önemli gördüğüm başka bir özelliği, Marx’ın ne denli güçlü bir okur ve yazar olduğunu öğrendim, anladım. Althusser, onun için, “çağımız okumayı Marx’la öğrendi” der. François Châtelet, aynı zamanda yetkin bir Hegel uzmanıydı. Onun Marx üzerine geliştirdiği çözümlemeler, beni, Marx’ın başka bir özelliğine duyarlı kıldı: bu özelliği ben “gerçek kaygısı” diye adlandırıyorum. Hiçbir zaman, kolay soyutlamalarla, yani kolay felsefe ile yetinmemesi, düşünsel serüveni boyunca lâf ebeliğinden, kalem efendiliğinden her adımda biraz daha

yakıcı güneşin altında serin su içer gibi, o suyun içimize saldığı mutluluğa benzer bir mutluluk duygusuyla okudum, okuyorum. Hyppolite, Hegel’in, Phänomenologie des Geistes (“Ruhun Fenomenolojisi”) adlı başyapıtını (düşünce tarihinin kuşkusuz en önemli kitaplarından biri) tadına doyum olmaz bir lezzetle çevirmiş, bu çeviri boyunca da, Hegel’in kitabını sayfa sayfa çözümleyen eşsiz bir yorum kitabı oluşturmuştur. Kimi Almanların Hegel’i anlayabilmek için Hyppolite’in yorumuna başvurduklarını duymuştum. İşte böylesine güçlü bir düşünürün Marx’ın Hegel’le ilişkilerine değgin yazdıkları, beni, Marx-Hegel hesaplaşmasının çağdaş düşünceyi belirleyen düşünce uğraklarından biri olduğuna inandırdı. Yüksek Lisans sonrası yaptığım iki doktora da, büyük ölçüde, söz konusu hesaplaşmayı konu edinen soruşturmalar oldu.

Bu esnada Marksist düşünceler de oluş-

Bu yoğun okuma döneminiz okulun hangi yıllarına denk düşüyor? Üniversitenin ikinci yılından itibaren, fakültemizdeki iktisadî düşünce tarihi profesörü Paul Chamley’in derslerine


35 girmeye başladık. Büyük ölçüde üniversite kariyerimi bu dersler belirledi. Çok sonraları kendisi emekliye ayrıldı; ben onun “halef”i oldum. Şu anda da Strasbourg’ta onun başlattığı geleneği sürdürüyorum; iktisat fakültesindeki BETA (“Bureau d’Economie Théorique et Apliquée”) adlı laboratuvarımızın “iktisadî düşünce tarihi” araştırma ekibini yönetiyorum. Chamley sağcı ve dindar bir Hegelci idi; örneğin Marx’tan hiç hoşlanmazdı. Ancak onun derslerine duyarlı öğrencilerin hemen hepsi, özellikle de ben, hep solcu olduk. Bu noktada, düşünce konusunda deneyimlediğimi sandığım bir gerçeği dile getirmek istiyorum: herhangi bir düşünürü ya da sanatçıyı incelediğimizde, değerlendirdiğimizde, o kişinin ideolojisi yani dünya görüşüyle yapıtını yani düşünsel etkinliğini elden geldiğince birbirinden ayırmamız gerekir. Bu saptamanın, örneğin, Ferdinand Céline gibi çok büyük bir yazarın tam anlamıyla mide bulandırıcı ideolojisi düşünüldüğünde ne denli geçerli olduğu görülür. Chamley sağcıydı ancak metinlere, metnin bütünlüğüne, karmaşıklığına, tutarlılığına, metin içinde yürütülen aklın özel mantığına, kısaca düşünürün çözümleme etkinliğine son derece dikkatli bir kişiydi. Bu açıdan, ideolojik düzeyde neredeyse nefret ettiği Althusser’in metin çözümleme yöntemine çok yakın bir okuma yöntemi uyguluyordu; ancak ideolojik düzeyde bunun farkında değildi. Freud’un bir kavramı var, Verneinung: bir şeyi onayladığımızı sanırken yadsımak, yadsıdığımızı sanırken onaylamak; bu olgu hepimiz için geçerli. İş burada ruhçözümü (psikanalizi) ilgilendiriyor artık; demek istediğim, Chamley’in derslerini izliyordum ama, aynı zamanda, elimden geldiğince, Jacques Lacan’ın çözülemelerini de anlamaya çalışıyordum! Chamley’in derslerinde Aristoteles Yunanca, Thomas Aquinas Lâtince, Steuart, Smith, Malthus, Ricardo İngilizce, Marx, Hegel gayet tabii Almanca okunurdu. Chamley’in gözünde metne dikkat, her şeyden önce, düşünürün diline dikkat yani düşünürü orijinal metninden okumaktı. Sizde Lâtince var mı? Hayır, ne Lâtince ne Yunanca var; zaten en büyük eksiklerimden biri de de budur. Zaman zaman bu dillerdeki metotları alır bir süre çalışırım; ama dili öğrenmeye yeterli çabalar olmaz bunlar. Chamley çevirilerden kalkarak sağlam bir çalışma yapılabileceğini asla kabul etmiyordu. Genelde sağcı ya da dindar düşünce çeviriye şüpheyle bakar; çevirinin, zorunlu olarak, gerçek anlamı, saf anlamı bozduğu, saptırdığı, yozlaştırdığı inancını besler. Kur’an tercüme edilemez, örneğin. Çünkü sağcı ya da dindar dünya görüşü, var olanın özüne ulaşma, var olanı

saflığında kavrama kaygısını taşır. Din, saflık, el değmemişlik, bekâret, pürüzsüzlük arayışı biçiminde de tanımlanabilir. İslamda “asr-ı saadet” denilen el değmemiş, saf tarih evresi bu kaygının ürettiği hayaldir. Bu yüzden ikinci el, yani çeviri, sağcı ya da dindar görüşün gözünde, zorunlu olarak, kirli bir gerçekliktir. Dolayısıyla “hakikat”e ulaşmak, gerçeği kirinden temizlemektir bu yaklaşım için. Bütün bu söylediklerim, siyasal düzeyde benim dünya görüşümü, “iliklerime değin” diyebileceğim, belirleyen Roland Barthes’ın çözümlemelerinin çok yetersiz bir özeti aslında. Sağcı ya da dindar tutum öz tutkusudur. Bütün bunlar Chamley paylaşıyordu kuşkusuz. Oysa ben çeviriye son derece önem vermekle kalmıyorum; çevirinin neredeyse müzik kadar önemli bir etkinlik, iyi çevirmeninse, ötekinin önünde kendisini silmeyi baştan kabul eden bir bilinç olduğu için, en yüce insan olduğunu düşünüyorum. Çeviri konusunda Hocanızla aynı kanıda değilsiniz demek ki? Evet, o çeviriye hiç önem vermezken ben çok önem veriyordum. Çeviri sorunsalına duyarlılığımı, özellikle, Jacques Derrida’nın çözümlemelerini okuyarak edindim. Derrida, onun Strasbourg’taki arkadaşları Philippe Lacoue-Labarthe ve Jean-Luc Nancy, bizlere, gözümüzü kamaştıran bir yetkinlikle, “ilk” dediğimiz olgunun, her zaman ikinci elden çıkan, “ikincil” bir olgu olduğunu öğrettiler. Ne denli geriye gidersek gidelim, ilk dediğimiz gerçeklik, sürgit, var olan bir gerçekliğin üzerine gelen dolayısıyla var olanı yorumlayan, yani bir anlamda çeviren bir gerçeklik. Derrida buna “greffe”, “aşı”, “yama” adını veriyor. En saf , en pür-i pak, tertemiz diye tasarladığımız gerçekliği, eşeleyip deştiğimizde, her zaman, bir yorumla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla baştan beri, evvel ahir, sürgit, “ikinci eller”in dünyasındayız. Dindar ya da sağcı yaklaşımın gözünde bu gözlem bütünüyle sapkınlıktır. Ancak bütün bu

söylediklerim bizi, üzerinde bilimsel çalışma yapmak istediğimiz düşünürün dilini öğrenme çabasından bağışık tutamaz. İki şeyi birbirinden ayırmak gerekir. Sorun örneğin Marx’ı anlamaksa, bunun için ille de çok iyi Almanca bilmek gerekmez; onu İngilizce, Türkçe, bildiği-

orijinal metin, bir müzik parçası gibi işlemeye başlıyor. Bu konuda çok söylenecek var ama, genel bir söyleşi içinde bu tür ayrıntılara girmek eşyanın doğasına aykırı. Chamley konusunu şöyle bağlamak istiyorum. Onun bilimsel ciddiyet anlayışı, beni, bizim kendi geçmişimizle bir türlü sağlıklı bir ilişki kuramamamız sorununa yöneltti. Chamley’in gözünde Yunanca, Lâtince bilmeden geçmişi anlamak, yani kendi geçmişinin metinlerini anlamak olanaksızdı. Bu durumda, bilimsel ciddiyet, bizden de Arapça, Farsça öğrenmemizi istemiyor mu? Cumhuriyete, Atatürk’e, onun ekibine borcumuz sonsuz. Yalnızca şu söyleşide dile getirmeye çalıştığım düşüncelerin kaynağında, bu düşüncelerin dile gelebilmesinin olanaklılık koşulları arasında, onların gerçekleştirdikleri devrim ve reformlar da yer alıyor kuşkusuz. Ancak örneğin Nurullah Ataç gibi, benim gözümde Cumhuriyet Türkiye’sinin Roland Barthes’ı sayılabilecek güçlü bir düşünür

miz herhangi bir dildeki çevirisinden gayet güzel anlayabiliriz. Ancak bilimsel çalışma söz konusuysa, metin çözümlemesi sorunu gündeme gelir. Bu durumda, düşünürü kendi dilinde okumayı öğrenmek gerekir. Orijinal metne gitmek çeviriyi bir yana atmak demek değildir. Tam tersine. Çevirmenin, orijinal metni nasıl çevirdiğini, orijinal metindeki anlamı nasıl bir çalışma sonucu kendi diline aktardığını inceleyerek, orijinal metnin, çıplak gözle görülemeyen anlam katmanlarına inebiliriz. Yani orijinal metnin derinliğine çevirilerden dolayımlanarak ulaşabiliriz. Ben giderek bu tür bir yöntem oluşturdum metin okuması konusunda. Hegel’in ya da Marx’ın bir metnini, değişik dillerde yapılmış çevirilerle karşılaştırarak okuyorum. Beklenmedik anlamlarla karşılaşıyorum. Bu şekilde,

(Türkoloji Master’indeki çeviri derslerimde bıkmadan usanmadan her yıl yeniden ele alıp yorumlarım onun metinlerini), ‘madem çağdaş olmak istiyoruz, Arapça Farsçayı bırakıp Lâtince Yunanca öğrenelim, çocuklarımıza bu dilleri öğretelim’ der. Bu tutum, Kierkegaard’ın bir kitabının başlığına özenerek “ya bu.. ya bu” deyimiyle betimleyebileceğim bir tutum. Oysa bizi ancak “hem bu... hem bu” mantığı çıkmazlarımızdan kurtarabilir diye düşünüyorum ben: hem Doğu hem Batı; hem Arapça Frasça hem Lâtince Yunanca; hem bilim hem sanat; hem ruh hem vücut; hem kadın hem erkek; hem Yahudi hem Müslüman; hem Alevî hem Sünnî; hem Kürt hem Türk.... Edinmeye çabaladığım ahlâk bu tür bir ahlâk... (Gelecek sayıda devam)


36


DUDAKLARI KELİMELERE ÇARPARDI

Zamanın akıcılığına inanmazdım önceleri. Akmazdı bana göre. Dururdu öyle. Zaman varlığımızın bir yanılsamasıydı. Yoktu. Hem zaten ihtiyaç da yoktu. Ercan'la tartışırdık bu konuları. Fizik kuralları derdi bana, matematik derdi. İspat, kuram, teorem. İşte ne duyduysa matematik veya fizik hocasından. Zırvalardı bir şeyler. Hepsine bir cevap bulurdum, kendimce. Yok sayıyorsun dedi bir gün. “Neden yok sayıyorsun biliyor musun? Ailenden kimse ölmedi senin.” Ölmedi dedim, gururla. Oysa Ercan'ın babası ölmüştü. İki ay filan olmuştu herhalde. Ağlayarak ayrıldı yanımdan. Gitmedim peşinden. Utancımdan değil, içimden gelmedi. Beni gördükçe gözümüm içine baktı durmadan. Ortaokuldaydık. O gözümün içine baktıkça dik yürüdüm ben. Babam yaşıyordu benim. Onun annesi gibi temizlikçi bir annem de yoktu. Bankada çalışıyordu. Cep telefonum bile vardı. Öyleydi. Beden eğitimi dersinde yan yanaydık. Boy sırası. O benden biraz uzun, çok değil. Nasıl derin nefesler alırdı yanımdayken. Kulakları kızarırdı. Elleri yumruk. Öyle dururdu. Atatürk kadar katı, bronzdan. Dua ederdi içinden. Dudaklarından anlardım. Allah'la aram o yıllarda yoktu benim. Keyfim yerindeydi. Allah'a ihtiyaç yoktu. O dua ettikçe korkardım yine. Bir seferinde din hocam demişti, her şeye gücü yetendir o diye. Ya kabul ederse duasını. Ya babamın ölmesini istiyorsa Allah'tan. Yine de umursamazdım. Ercan'ı mı dinleyecekti Allah. Dinlemezdi. Anlamazdı da. Çok hızlı konuşurdu Ercan, yutardı kelimeleri. Onu kimse dinlemezdi okulda. Bir bendim işte. Yalnızdı.

Kaderimiz genlerimizde mi yazılı?

Hayatımızın bir döneminde kendimize mut-

laka şu soruları sormuşuzdur: Ben kimim?

Neden böyleyim? İnsan olarak o kadar mü-

kemmel bir şekilde yaratılmıız ki, bazen bu

sorulara cevap bulmakta güçlük çekeriz.

İnsanın karakterini ve kişiliğini belirleyen iki

faktör vardır; yüzde ellisi çevresel faktörler,

yüzde ellisi genetik faktörler. Fiziksel özellik-

leri ise genel olarak genetik faktörler belirler,

mesela bir insanın göz rengi yeşil ise bu ge-

netik olarak yeşil olarak kodlanmıştır ve çev-

resel faktörlerle bu değişmez.

Peki günlük hayatımızda « genlerimizde var

» gibi deyimlerde kullandığımız gen kelimesi

ne anlama gelir?

Bunu bir karşılaştırma ile anlatalım. Bir insani

bir kitap gibi düşünürsek, kitaba anlam ve

şekil veren içindeki cümlelerdir. Cümlelere

anlam veren ise kelimelerdir, bunlara anlam

veren ise harflerin sıralanışıdır. Canlılarda ise

“sıralanmı harfler” hücrelerinde bulunan

DNA’dır, “kelimeler” ise DNA’dan olusan

genlerdir; insanlarda yaklaşık 25 bin gen bu-

lunur. Nasıl ki kelimeler bir kitaba anlam ve-

Din derslerinde hocaya soru sorardım. Çok soru sorardım. Hocam, Allah var, kızmazdı bana. Bir gün ben kızdım ama. Bir sureyi ezberlemedim diye, parmak uçlarıma cetvelle vurdu. İşte o zaman Allah'ım dedim sakat et onu, başına bir iş gelsin. Geldi gerçekten. Bacağını kırdı o hafta. Gelmedi on beş gün. Daha çok korktum Allah'tan o zaman. Gururlandım yine. Ercan'ı dinlemiyor demek Allah dedim içimden. Dönem bitmek üzereydi artık. Ercan'ı üç ay görmeyecektim. Diğer çocuklarla aram iyiydi. Hep futbol oynardık. Hiç kaleye geçmezdim. Kimsenin de gücü yetmezdi beni kaleye geçirmeye. Güçlüydüm. Takımı ben kurardım. Ercan bizi izlerdi hep. Aynı katılıkta izlerdi. Dudakları kelimelerde çarpardı izlerken. Dönemin son maçını yaptığımız o gün, maç bitince, yanıma geldi. Durdu bir süre. Terliyordu. Titriyordu. Kelimeleri yavaş yavaş söyledi. “ İnşallah ölür baban!” Duymamazlığa verdim. Yürüdüm. Kulaklarımda kaldı sözleri. Eve gidip hemen yatağa attım kendimi. Uyanınca annem geldi yanıma. Ne oldu bakalım da erken uyudun dedi, yanağımdan öperken. Çok terlemişim uyurken. Sayıklamışım da durmadan. Öyle dedi annem ben uyanınca. Yok bir şey dedim, iyiyim ben. Oysa korkuyordum. Çok korkuyordum. Perdelerden korktuğum kadar korkuyordum. Sanki beni saracaklarmış gibi havalanırdı gözümde. Beyazlıklarına sarıp kaçıracaklardı beni. Korkardım perdelerden. Çok korkardım. O yaz babam hastalandı. Annemle teyzem kendi aralarında konuşurken duydum. Kansermiş. Yatırdılar. Ablam baktı bana. Annem hep hastanede. Ercan'ın yüzü geldi

riyorsa, genler de hem karakter hem fiziksel

özelliklerimizi

oluşturur.

Bazen çocuklarda anne veya babaya benze-

yen özellikler gözlenir, bu çok doğaldır,

çünkü her insanın genetik yapısının yarısı an-

nenin genlerinden yarısı babanın genlerin-

den oluşur. Evrendeki her canlının genetik

yapısı farklıdır, tek yumurta ikizleri hariç, ikiz-

ler aynı genetik materyele sahiptir.

Fakat bazi genler birçok faktöre bağlı olarak

mütasyona uğrayabilir yani geni oluşturan

DNA’nın kodlamasında bir hata oluşur,

DNA’nın onarım sistemi olmasına rağmen.

Genlerin mütasyona uğrama sebeplerinden

bazıları şunlardır: sigara, hava kirliliği, UV

(güneş) ışınları, yanlış beslenme... Bu mütas-

yonlar sonucu bazı hücrelerin çalışma meka-

nizması değişir ve hücreler, dolayısıyla

organlar normal işlemini yapamamaya baş-

lar ve bazı hastalıklara yol açar veya bu hüc-

reler çok hızlı bir şekilde çoğalıp kanser gibi

hastalıklar ortaya çıkar.

Günümüzdeki genetik biliminin ilerlemesiyle

bilim dünyası bu dalda çok önemli ve geniş

37

“öykü” aklıma. Dudakları. Elleri. O yaz Allah'a yalvardım hep. Ayetel Kursi'yi bile ezberledim. İyileşemedi. Aynı kaldı tüm yaz durumu. Çok ağırdı her şey. Ercan'ın yüzünden gelmişti hep bunlar başıma. Suçlu Ercan'dı. Gitmeyecektim okula. Dinlemediler ablamla annem. Yolladılar beni okula. Zayıflamıştım. Babam da zayıflamıştı. Şaşkınlıkla baktı arkadaşlarım zayıflığıma. Yanımdan birer birer çekildiler sonra. Kaleye bile geçirmeye kalktılar beni. Geçmedim. Yalnızdım. Ercan artık yüzüme bakmıyordu. Hissediyordum, bakamıyordu. Beden eğitimi derslerinde bu sefer aynı katılıkta ben duruyordum. Dudaklarım kelimelere çarpıyordu. Terliyordum, titriyordum. Baban ölsün de diyemezdim. Bir annesi var. Acıdım ona. Yoksa ederdim dua. Ölürdü annesi de. İki sene geçti aradan. Babam iyicene zayıfladı. Dayanamadı, o yaz öldü babam. Babasızlık tuhaf şey. Kaldırım taşı gibi bir sıcaklık bırakıyor geride. Yüreği soğumuyor insanın. Liseye başladım sonra. Ercan'la aynı lisede okuduk yine. Uzun bir zaman konuşmadık birbirimizle. Çocukluk hallerimizden midir, birbirimizi suçladığımızdan mıdır bilmem hâlâ. İkinci senesinde merhabalaştık. Sonra da kopmadık birbirimizden. Sevgililerimiz oldu sonra. Ercan saçını uzattı. Ben de kulaklarımı deldirdim. Gitar bile aldım kendime. Babasızlığımızın ortaklaştırdığı derin bir bağdı aramızdaki. Kopamadık birbirimizden. Üniversite'ye başladık aradan geçen yıllarda. Ercan'la aynı bölümü okuduk hatta. Hukuk. Beyazıd'da eski taş binada okuduk. Duvarları sıcak, içi

bilgiye sahiptir. İnsanların gen haritası çıka-

rılabilir, genetik analizi yapılabilir. Yani bir ki-

şinin hangi hastalığın genini taşıdığı ve ilerde

bu hastalığa yakalanma ihtimalinin yüksek

olabileceği bilinebilir.

Laboratuvar ortamında genlerle ilgili çalışma

yapmak kolaydır, birçok canlının genlerini de-

ğiştirmek mümkündür. Onun için birçok araş-

tırma ekipleri bazı hastalıklara neden olan

genetik mütasyonları düzeltebilmek için ça-

lışmalar yapmaktadır. İnsan bedenine bir

virüs yoluyla mütasyona uğramış genin ye-

rine geçmesi planlanan geni aktarmaya ge-

netik

terapi

adı

verilir.

Bu

yöntem

günümüzde preklinik deneylerde yapılan ca-

lışmalardır. Fakat insan bedenine aktarılan

bu genlerin nasıl bir tepki verebileceği bilin-

memektedir, bu yüzden şu an klinik deney-

lere yani insanlar üzerindeki deneylere

başlanılmamıştır.

Fakat günümüzde genetiği değiştirilmiş orga-

nizmalar, GDO kullanılmaktadır. Maalesef bu

yöntem gıda endüstrisinde kullanılan bir yön-

temdir; daha verimli, iklim değişikliğine daya-

nıklı veya daha çekici olması için bazı bitkilerin

soğuk, nemli toprak üzeri okuduk. Mezun olmamıza az bir zaman vardı. Benan'a âşık olmuştum. Okul çıkışlarında beraber yürüyorduk. Ercan da katılıyordu bazen bu yürüyüşlere. Bira içerken söyledi bana Benan'ı sevdiğini. Taksimde yüksek bir binanın çiçekli balkonundaydık söylediğinde. İstiklal'den geçenlere baktım. Çiçeklere baktım. Ercan'a bakamadım. Ercan da biliyordu oysa Benan'ı sevdiğimi. İntikam mı alıyorsun dedim. Yüzüne işte o zaman baktım. Dik dik bakıyordu. “Öl be Ercan dedim. Öl!” Kalktım masadan. Gelmedi arkamdan. Bakışlarını hissediyordum. Ne kinli çocukmuş bu Ercan dedim çıkarken. Ölmesini diledim içimden. Kırk kere söyledim bunu. Öyle derdi teyzem. Kırk kere dersen oluverirmiş hemen. Ürperdim. O gece öldü Ercan. Bindiği otobüs alev almış aniden. Herkes kaçmış içinden. Bir tek Ercan kurtulamamış. En son çıkmış otobüsten. Çıkmadan da patlama olmuş. Duyarlıydı Ercan. Önce yaşlı, çocuk, kadın derken, unutmuştur kendisini. Basitti hayat. Kelime. Güldüm haberini alınca. Dik dik durdum. Doğa üstü nesne. Ben. Daha gülmek için Kemal Sunal'ı izledim. Öyle yaparım; her duygu durumuma bir film. Daha güldüm. Cenazesine katılmadım. Telefonumu da kapattım. Uzun uzun ağladım sadece. Korktum yine. Çok korktum. Çocukluğumdan beri korkarım. Ellerim, ayaklarım uyuştu. Bronz bir katılığa büründüm. Yeminlerin soğukluğu sardı bedenimi. Üşüdüm. Babam ve Oğlum. Annemi aradım sonra, iyi değildim ben. Uyumuşum. Annem başımda. Ne oldu dedim belli belirsiz. Sayıklamışım akşam, terlemişim. Ferhat KARAAĞAÇ

ve hayvanların genetik yapısı yani doğal

yapısı bozuluyor ve insanların sofrala-

rına gelebiliyor. Bunlar hem insan-

lık için hem doğamız için ilerde

çok ciddi sorunlara yol açabi-

lir.

Fakat GDO olumlu yönde de kullanılabilinir. Mesela Konuk yazar

günümüzde biyoteknoloji endüstrisinde kul-

lanılan bir yöntemdir. Bu yöntemle bazı mik-

roorgnaizmaların,

yani

bazı

virüs

ve

bakterilerin genleri değiştirilip bu canlılara

ilaç olarak kullanılacak bazı maddeler üretti-

rilebilinir ve birçok hastalık için günümüzde

bu biyoteknolojik yöntemler ile ilaç üretilmek-

tedir.

Yani bir gen değişimi ile bir canlının biyolojik

mekanizması değişebiliyor. Bazı canlılarda

bazı genler özellikle değiştirilirken bazı gen-

ler istem dışı değişebiliyor yukarda bahsetti-

ğim mütasyonlarla, yani kitaptaki harflerin

yer değiştirmesiyle. Bu şu demektir: her an

herhangi bir hücremizde herhangi bir mütas-

yon sağlık konusunda bizim hayatımızı de-

ğiştirebilir...

Sevda BÜYÜKUYSAL


Epinal’de Kutlu Doğum Haftası kutlaması

38

Haber ve fotoğraflar / Mustafa ÖZÇELİK

17 Nisan 2016 pazar günü saat 14.30’da, Türk Fransız Dostluk Derneği Selimiye Camii tarafından Kutlu Doğum Programı düzenlendi. Program, Selimiye Camii Din Görevlisi İsmail Harman hocamızın Kuran'dan ayetler okumasıyla başladı. Daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı 2016 yılı Kutlu Doğum ana teması olan « Hz. Peygamber, Tehvid ve Vahdet» konulu konferansını sunmak üzere değerli Hocamız söz aldı. Programın devamında Kur’an Kursu öğ-

rencilerinden oluşan “Kardelen İlahi Grubu”, birbirinden güzel ilahiler ve Hz. Peygamber’e salat-u selamlarını okudular. Epinal semazen ekibimiz de sahnede ilahiler eşliğinde bir gösteri yaptı. Programımız, Epinal Din Görevlimizin yapmış olduğu dua ile son buldu. Program iki saat sürdü, Epinal ve çevresinden gelen yaklaşık 100 din kardeşimiz programı izledi .

Programın sonunda, Kutlu Doğum Haftası anısına, Derneğimizin ve Hanım kardeşlerimizin hazırlamış oldukları pasta çeşitleri, lokum ve Adana kebap ikram edildi.

Lösemili çocuklar yararına Giresunlular gecesi yapıldı 2004 yılından beri etkinliklerini sürdüren Alzas-Loren Giresunlular Kültür ve Eğitim Derneği (ACEGAL), bu yılki faaliyetleri arasına, 9 Nisan 2016 tarihinde düzenlediği, lösemili çocuklar yararına geceyi de kattı. Strasbourg Başkonsolosu Özgür Çınar ve eşinin de onur verdiği geceye büyük ilgi gösteren vatandaşlarımız (içlerinde Giresunlu olmayanlar da bulunuyordu), Türkiye’den gelen Tarık İhtiyar ve grubu ile Mulhouse’tan gelen Ergün Vural – Ezgi – Öncü üçlüsünün söylediği şarkı ve türküleri dinleyip, çaldıkları oyun havaları ile stres attılar. Yerel yemeklere büyük ilgi gösteren davetliler, zengin hediyelerle süslü tombala çekilişine de rağbet ederek biletlerin adeta yok satmasına neden oldular. Hediyeleri kazananlar memnuniyetlerini belirtip, derneğe ve sponsorlara teşekkür ederken, açık artırmaya konulan futbolcular imzalı Giresunspor for-

ması ise Sélestat Cemiyet Başkanı İsmail Coşkun’da kaldı. (Bundan birkaç gün sonra İsmail Coşkun’un vefatı ise, tüm sevenlerinde olduğu gibi, dernek yönetiminde de büyük bir üzüntüye mahal verdi.) Dernek yönetimi adına konuşan Başkan İnci Yurdusever, bu gecede ve son dönemde yapılan aktiviteler sonrası toplanan gelirin löesemili çocuklara gönderileceğini, yaz aylarında yapılacak bağışla ilgili bilgilendirmenin Eylül ayında basın yoluyla gerçekleştirileceğini söyledi. İnci Yurdusever, geceye katılan ve destek veren tüm vatandaşlarımıza ve Özgür Çınar ile eşine yönetim adına tekrar teşekkür ettiklerini belirtirken, bu gecenin yapılmasında katkıları bulunan sponsorlara da ayrıca şükranlarını sundu.

(Gecenin sponsor firmaları şunlardı: Aras Reisen, VB Services, Elsass Pièces Auto, Zıvalı Crépissage, CCE Ex-

pert-comptable, Meubvet, A.C.R. Auto, Desdina Palace, Gürsoy Reisen, Stralang Dil Okulu, Home Peinture ve Unisons Derneği.)


Saint Dié’de Peygamber sevgisi buluşturdu Mustafa GÜÇLÜ Haberleri -SINT DIE DES VOSGES-

Saint Dié Türk-Fransız Dostluk Cemiyeti, Peygamber sevdalılarını belediyenin tahsis ettiği salonda buluşturdu. Kutlu Doğum Haftası etkinliği yoğun katılımla kutlandı. Açılışı Saint Dié TürkFransız Dostluk Cemiyeti'nin Din Görevlisi Hamza Gökçe yaptı. İstiklal Marşımız ve Din görevlisi Şaban Korkmaz’ın Kur'an-ı Kerim tilavetinin ardından kutlu doğum hakkında sinevizyon izlendi. Sevgili Peygamberimiz HZ. Muhammed (s.a.v)'in Kutlu Doğumu, Bu yıl Saint Dié’de halkımızın yoğun ilgisi ile coşkulu bir şekilde kutlandı. Bu yıl Kutlu Doğum teması olarak belir-

39

lenen 'HZ. PEYGAMBER, TEVHİD VE VAHDET' başlığı altında, "İnsanlığı diriltmek için, insanlığı yaşatmak için, insanlığı yüceltmek için, GELİN BİRLİK OLALIM » vurgusu yapıldı. Allah'ın birliği TEVHİD , ümmetin birliği VAHDET konusu işlendi.

Ayrıca erkek ve kız öğrencilerimizin okudukları güzel ilahiler, sûreler, misafir Hocalarımızın okuduğu aşır, sala ve dualar programa ayrı bir güzellik kattı. Çoşkulu program da gül takdiminden sonra sona erdi.

23 Nisan büyük çoşkuyla kutlandı Türk-Fransız Dostluk Cemiyeti ve öğretmen Burcu UYGUN'un 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlaması, belediyenin tahsis ettiği salonda gerçekleştirildi. Öğretmen Burcu UYGUN 'in bir sene boyunca hazırladığı çocuklar programda çeşitli etkinlikler gerçekleştirdi. Aileler çocuklarının gösterilerini izlemek için yerlerini aldılar. Program, Türk ve Fransız milli marşlarının çalınmasıyla başladı. Strasbourg Başkonsolos Özgür ÇINAR’ın kutlama mesajından sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ataşesi Naim Kavlak sıcak ve sevgi dolu mesajıyla bütün çocukların 23 Nisan bayramını

tebrik etti. Ardından Saint Dié Belediye başkanı David Valence konuşma yaptı ve herkesin 23 Nisan gününü kutladı. Bu sene ilk defa yurt dışında görev yapan Burcu UYGUN öğretmen çok heyecanlıydı, ilk 23 Nisan’ını Saint Dié’de kutladı. Burcu öğretmen şu sözleri söyledi: « Dünyada çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye'dir. Bugünü milletçe büyük bir coşkuyla kutlamaktayız. Ayrıca 23 Nisan, tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Milletimiz, bağımsızlığını ve egemenliğini, sömürgeci büyük devletlere ve bunlarla işbirliği yapanlara karşı savaşarak kazanmıştır. Bu nedenle egemenliğimiz, ulusal varlı-

ğımızın başında gelir. Bizler bugün, çocuklarımıza, kendilerine emanet edilen değerleri ve emanetlerin büyüklüğünü anlatacağız. Günümüz yetişkinleri, son-

raki kuşaklara daha yaşanası bir dünya bırakmakla yükümlüdür. Bu, ülkemize ve yarının büyükleri çocuklarımıza olan en temel görevimizdir. »

konusu son birkaç yılda ortaya çıkan aracı kurumlar için de abartılı bir kazanç kaynağı olmuş durumda. Neredeyse her köşede bir "Türkiye'den emeklilik" için danışmanlık kuruluşu var. Standart bir emeklilik müracaatı için gerekli olan formaliteleri biraz dikkat ve çaba sarfede-

rek kendiniz de yapabilirsiniz. Ancak yine de zorlandığınız noktalar olabilir. O zaman bağlı olduğunuz konsolosluklardaki çalışma ataşeliklerinin ücretsiz danışma hizmetlerine başvurmanızı önemle tavsiye ederim » dedi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ataşesi Naim Kavlak yeni kanunlar hakkında bilgi verdi Türkiye Cumhuriyeti Strazburg Başkonsolosluğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ataşesi Naim Kavlak, son dönemde çıkan kanun ve yeni düzenlemeler konusunda vatandaşları bilgilendirdi. Naim Kavlak, gurbetçilerin arabalarını iki yıl bırakabilmesinin şartlarının iyi bilinmesi gerektiğini ve bu konuda bilgi eksikliğinin olduğuna değindi. Birinci dereceden akrabası dahi olsa yurtdışında oturum hakkı olmayanların başka ülkeden gelen aracı Türkiye'de kullanım hakkı olmadığını söyleyen Kavlak, arabayı Türkiye'de bırakıp uçakla dönenlerin bunu en yakın gümrüğe bildirmelerinin mecburi olduğunu söyledi.

Mevcut duruma göre bu haktan yararlanmak isteyenler aracın yurtdışı mülkiyet belgesini (carte grise), araç giriş yapacak kişiye ait değilse geçerli bir vekâletnameyi, araca ait Türkiye’de geçerli

sigorta poliçesini, pasaportunu yanında götürmesini, araç götürecek kişinin son altı ayın yarısından fazlasını yurtdışında geçirmiş olması gerektiğini vurguladı. Buna göre kişinin bir yıl içerisinde 185 günden uzun bir süre Türkiye dışında yaşaması şartı var. Otomobilini Türkiye’ye getirmek isteyen kişinin Türkiye’ye giriş yaptığı tarihten 1 yıl geriye doğru gidilir ve son 1 yıl içerisindeki ikamet durumuna bakılır. Bir örnek verelim… Mesela kişi Türkiye’ye 1 Mayıs 2016’da giriş yapacak. Bu kişinin 1 Mayıs 2015’den günümüze nerede yaşadığına bakılır. Yani 185 günden daha fazla Türkiye’de yaşıyorsa o kişi yurtdışında yerleşik sayılmaz ve bu haktan yararlanamaz.

Ayrıca emeklilik hakkında bilgi veren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ataşesi Naim Kavlak, « Türkiye’den emeklilik


40


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.