İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Page 1

PUSULA İbrahim Turhan Lisesi

Sayı 2

Vural Çelik Bizlerle

Kayıp Kıta MU Comenius Projesinde Sıra Bizde

İstanbul Rüya Gibi Riga


CUMHURİYET FİKRİ HÜR,İRFANI HÜR, VİCDANI HÜR NESİLLER İSTER. K. ATATÜRK


İçindekiler

6 Sayfa

SİNDE S PROJE AN LİSESİNDE U I N E COM TURH RAHİM SIRA İB

rçek r Ve Ge le ş ü D e a Üzerin

Oli mp iya t

ları

Say

Sporun Her Da lın

da Birin

ciyiz

Letony

Tiyatro Fel sefe

yfa 8 ler... Sa

Sayfa 10

2

R DA

rle e l iz KB

i nc

fa 1

Sayfa 9

ÇE l a r Vu fa 13 Say

ri Bi

ÜN rD

ar

ay um k r o 12 Şii yfa Sa

ı as ışm

u Uğ

Editörden/Zafer ÖZATEŞ.....................4

Şiir.....................................................36-38

Başyazı/ Yüksel ÖZTÜRK....................5

Hikaye ..............................................39-43

İstiklal Marşımız 91 Yaşında.................11

Deneme...................................................44

İlginç Bilgiler.................................15-22

Rehberlik..............................................45

Medeniyetler Beşiği İstanbul....23-25

Mizah................................................46-47

Eleştiri..............................................26-35 2012 Sayı: 2 Sahibi / İbrahim Turhan Lisesi adına,Yüksel ÖZTÜRK Editör/ Zafer ÖZATEŞ Yazışma adresi/ Yavuz Selim Mah. İstanbul Cad. No: 43 /Esenler Telefon: 0 (212) 568 76 68

grafik Tasarım/ 05424198744 Baskı/Toprak Ofset Pusula Dergisi 2569 Sayılı Teblliğler dergisi’nde yayımlanan sosyal etkinlikler yönetmeliğine göre hazırlanmıştır.


Editörden

Dergimizin ikinci yaşı… Çilesiyle, mutluluğuyla, yorgunluğuyla mücadelesiyle bir serüveni yaşadık. Sizler sonucunu görürken her yazı her resim bizim için ayrı bir yaşanmışlık zamana bıraktığımız ayrı bir iz…

D

Merhaba değerli okurlar…

ergimizin ikinci sayısını çıkartıyoruz, bana göre dergimizin ikinci yaşı… Çilesiyle, mutluluğuyla, yorgunluğuyla, mücadelesiyle bir serüveni yaşadık. Sizler sonucunu görürken her yazı, her resim bizim için ayrı bir yaşanmışlık, zamana bıraktığımız ayrı bir iz…

bir parçasısınız doğal olarak, hatta en önemli unsurusunuz. Emeğimiz ve özellikle de ürünümüz umarım sizlerin de hoşuna gider. Bizim için en önemlisi de bu.

Çabamız asla bir okul dergisi çıkarmak değildi. Gençlerin hayata, topluma, arkadaşlarına, ailesine, belki de kendilerine söyleyeceği sözler vardı. Hiçbir düşünce, hiçbir söz, hiçbir duygu sahipsiz, yalnız kalmasın istedik; çünkü fark edilmeyen her ses anlamsızlaşır. Bize göre bütün seslerin ayrı bir anlamı olmalıydı…

Koray Yıldırım, Büşra Torlak, Kader Alan, Melek Alkış, Murat Oral, Bilal Uzun, Salih Samet Gür, Duygu Özmen, Gamze Baran, Medine Efe, Hümeyra Özbek, Elifnur Karanfil, Cem Akbulut, Hatice Sağlam, Metin Beşiktaş, Kadriye Erdoğan ve yazılarıyla bize destek veren diğerleri…

Bir söz daha söylersek belki her şey düzelir dedik. Söylenecek daha o kadar çok söz var ki… Biz düşünceler ormanında kıvılcım çıkardık, yangının büyümesi biraz da size bağlı… Her alev parçası ruhumuzdan beynimize karanlıkları yok etsin istedik. Karanlığın esaretinden kurtulmak, biraz kendini tanımak daha da fazlası özgür düşünebilmek demektir. Sözlerimizle insanların ruhlarını aydınlatalım istedik…

Sizlerin huzurunda hepsine teşekkür ederim…

Bu yolculukta birlikte çalıştığımız değerli öğrencilerim bir elin parmakları gibi birbirlerine kenetlendiler. Hepsi birbirinden güç aldı. Biri olmadan diğerlerinin Zamanın sonrasızlığına duygularımızı, ruhlarımı- eksik kalacağı inancını taşıdılar. Hepsi bu çalışmayı zın yansımalarını, beklentilerimizi, eleştirilerimizi, size ulaştırabilmek için günlerce ama günlerce uğraşsözlerimizi bırakmak istedik. Sözler hayata bakışımı- tılar. Bu çalışmanın kahramanıdır onlar. zın kodlarıydı bizim için. Bu isimleri sizlerle paylaşmak isterim. İsmail

Bu çalışmada yorulsak da biz çok mutlu olduk. Eserimizi seyrederken amaçlarımızı ve umutlarımızı görüyoruz. Bu güzellik sizlerin bakışlarında, değerlendirmelerinizde anlam kazanacak. Sizler de bu eserin

4

İbrahim Turhan Lisesi

Desteğini bizden hiç esirgemeyen okul müdürümüz Yüksel Öztürk’e, Müdür başyardımcımız Bahattin UZUNPINAR’a ve okul aile birliğine teşekkür ederim. Bütün çalışmamız boyunca bize moral ve fikir desteği veren Felsefe Grubu Öğretmeni Dilek ÇAKMAK öğretmenimize ayrıca teşekkür ederim. Zafer ÖZATEŞ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ


Başyazı

Özveri içerisindeki değerli öğrencilerimiz hem arkadaşlarına hem Esenler halkına öncülük etme gayretindeler.

Değerli Okurlar

O

kulumuz ilçemizin en köklü eğitim kurumudur. Yani bir geleneği vardır. Bu geleneğindeki en büyük misyonu, çevresine örnek olmak; ilçenin üniversiteye açılan kapısı olmaktır. Yılların getirdiği birikimle Esenler’in her zaman temsilcisi, sesi olmuştur. Okulumuz her yıl yüzlerce öğrencisinin üniversiteyi kazanmasıyla, sportif müsabakalarda ülke hatta dünya genelinde dereceler almasıyla, Avrupa Birliği kapsamında değişik projeler üretmesiyle çok yönlü bir kurumdur. Bu başarılarımızı daha yüksek sesle duyurabilmek için öğretmen ve öğrencilerimizin çabalarıyla okul dergisi çıkarmaktayız. Yıllardan beri gazete şeklinde yayın hayatına devam eden ekibimiz, bu yıl dergi şeklinde içeriği daha zengin ve kapsamlı bir faaliyet içerisindedir. İbrahim Turhan Lisesi bu dergiyle sadece okuldan haberler yapmamakta; kültür-sanat, tarih, güncel olaylarla ilgili haberler vermektedir.

sayısını arttıracak; bununla birlikte toplumun aydınlanmasını sağlayacaktır. Öğrencilerimiz de böyle düşünmüş olacak ki dergimizin adını ‘’Pusula’’ demişler. Özveri içerisindeki değerli öğrencilerimiz de hem arkadaşlarına hem Esenler halkına öncülük etmek gayretindeler. Öğrencilerimizi ve öğrencilerimize rehberlik eden Zafer ÖZATEŞ öğretmenimizi ve emeği geçen tüm çalışanları, bu çabalarından dolayı kutluyorum. Başarılarının devamını diliyorum. Saygılarımla Yüksel ÖZTÜRK Okul Müdürü

Yazılı medya bir toplumun düşünce tarihini oluşturur. Toplumun yazılı belleği, gelişmişlik durumu gazete ve dergi sayısıyla doğru orantılıdır. Her yazınsal uğraş okuyan insan İbrahim Turhan Lisesi

5


Ebru AYTEKIN

Okulumuzdan Haberler

COMENIUS PROJESİNDE SIRA İBRAHİM TURHAN LİSESİNDE...

O

kulumuz Esenler İbrahim Turhan Lisesi, Comenius Okul Ortakları Projesi çerçevesinde Letonya, İspanya, İtalya, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti’nden gelen 36 konuğunu ağırladı. Comenius Okul Ortakları projesi ile Letonya, İspanya, İtalya, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti’nden gelen 16 öğretmen ve 20 öğrenci önce İbrahim Turhan Lisesi’ni ziyaret etti. Öğrenci ve eğitimcilerden oluşan misafir grubu İbrahim Turhan Lisesi öğrenci ve öğretmenleri tarafından en güzel şekilde karşılandı. Misafirlerimizin yabancılık çekmemesi için müdürümüz Yüksel ÖZTÜRK, Müd. Yard. Bahattin UZUNPINAR ve öğretmenlerimiz Vesile KALSIN, Berna ESER, Aynur BOYRAZ, Zafer ÖZATEŞ büyük özveride bulundular.

6

İbrahim Turhan Lisesi

Bir hafta ülkemizde kalan misafirlerimizi İstanbul’un güzellikleriyle tanıştırdık. İlk gün her ülke kendi bayram ve festivallerini tanıtıp, yöresel gençlik oyunlarıyla birbirini karşıladı. İkinci gün Dünya medeniyetinin sembolü olan Sultanahmet, Bizans’tan Osmanlıya ve günümüze gelen kültür birikimi anlatıldı. Ayasofya, Topkapı ve kapalı çarşı gezisi düzenlendi. Üçüncü gün İstanbul’u diğer dünya şehirlerinden ayıran özellik boğaz, tekne turuyla tanıtıldı. Dördüncü gün okulumuzda çeşitli etkinliklerle eğlenceli bir günün ardından misafirlerimizi artlarından su dökerek uğurladık. Ekim ayında okulumuz İtalya ve İspanya’ya proje amaçlı geziye katılacak. Ebru AYTEKIN


Okulumuzdan Haberler

Ebru AYTEKIN

İbrahim Turhan Lisesi

7


Okulumuzdan Haberler

Letonya Üzerine Düşler Ve Gerçekler... Rüya gibi Riga

H

erkesin hayallerinin şehri vardır. Hayali bir şehir değil bahsim, hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz bir şehir Letonya. Leton arkadaşlarımızdan önce, Letonya’nın keskin soğuğu karşıladı bizi. Beynimi kemiren bin bir düşünce içinden sıyrılıp, artık yaşayacağım farklı dakikalara odaklıyordum kendimi. Yolculuk esnasında sohbet sonrası sessizlikte başımı cama dayayıp ‘’ben neredeyim, ne yapıyorum?’’ diye sorgularken buldum kendimi. Fakat Letonya’nın sıcakkanlı insanlarının yüzlerinde oluşan o sıcak tebessüm, içime huzur doldurmaya yetiyordu. Arkadaşım Ugis ile tanıştığım an, iyi zaman geçireceğime ve ‘’Letonya’ya iyi ki gelmişim’’ diyeceğime inanmaya başladım. Letonya’nın eşsiz gün batımını, Arnavut kaldırımlarını, değişik mimarisini tüm samimiyeti ile anlattı bana. Letonya, hayatın yavaş aktığı fakat bir o kadarda hızlı anlara sahip bir ülke. Bir Türk insanının kolay bir şekilde adapte olamayacağı birçok kültür farklılıkları var. Örneğin, tavuğu kahve eşliğinde yemek gibi...

8

İbrahim Turhan Lisesi

Gelişmişlik düzeyi de, Türkiye’ye oranla bir o kadar yüksek. Ugis’in okulunu ziyaret ettiğimde ve okulun ‘’sauna, fitness, yüzme havuzu’’ gibi birçok sosyal aktivitelerin geliştirilebileceği özelliklere sahip olduğunu öğrendiğim zaman bile,Letonya’nın Türkiye’den ne derece ileride olduğunu düşünmeden edemedim. Ugis ile Letonya’nın Arnavut kaldırımlı geniş eski sokaklarında yürüyüş yaparken, binaların ve yapıların “Barok ve Nouveau’’ tarzından etkilenmiş olduğunu fark ettim. Evler; birçok yaşanmışlığı ve tecrübeyi barındırmış yaşlılıkta... Ayrıca birçok sokağı gezerken,’’Susam Sokağı’’ hissiyatı belirdi beynimde. Letonya birçok güzelliği barındırıyor içerisinde. Mavi, yeşil, turuncu... Doğanın her tonunun birleştiği eski bir tablo gibi adeta... Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi rüya gibi Riga maceramız da sona eriyordu... Geride yaşanmışlıklar ve ihtimaller bıraktığımız Letonya’dan, buruk bir tebessümle ayrılıyoruz...Bir kere daha Letonya sokaklarında yürüme umuduyla...

Bilal UZUN 11/F


Okulumuzdan Haberler

Hatice SAĞLAM

İBRAHİM TURHAN LİSESİ SPORUN HER DALINDA BİRİNCİ!..

e Türkiy

üncüsü

birinc

ya üç isi dün

11 FEN A sınıfından SAADET KILIÇ arkadaşımız karate müsabakasında kendi kilosunda Türkiye birincisi, dünya üçüncüsü oldu. Arkadaşımızın başarılarının devamını diliyoruz.

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği ve okulumuz spor salonunun misafirliğinde liseler arası basketbol, voleybol ve badminton müsabakalarında okulumuz 4 şampiyonluk, 1 ikincilik mutluluğu yaşadı. BASKETBOLDA EN BÜYÜK İBRAHİM TURHAN LİSESİ İlçemizde düzenlenen genç kızlar ve genç erkekler basketbol şampiyonasında takımlarımız tüm maçları kazanarak şampiyon oldu. GENÇ KIZLAR MAÇ SONUÇLARI İBRAHİM TURHAN LİSESİ-KIZ MESLEK LİSESİ:46-12 İBRAHİM TURHAN LİSESİ-TİCARET LİSESİ :50-16 İBRAHİM TURHAN LİSESİ-ATIŞALANI LİSESİ :48-18 GENÇ ERKEKLER MAÇ SONUÇLARI: İBRAHİM TURHAN LİSESİ-ATIŞALANI LİSESİ:37-34 İBRAHİM TURHAN LİSESİ-DEVRAN KOLEJİ :46-30 İBRAHİM TURHAN LİSESİ-TİCARET LİSESİ :32-26 VOLEYBOLDA FİLENİN SULTANLARI EZDİ GEÇTİ… Genç kız voleybol takımımız yıllardır süren geleneği bozmadı. Tüm maçlarını set vermeden 3-0 kazanarak üst üste beşinci şampiyonluğuna ulaştı ve kırılması güç bir rekora imza attı. Takımımız Ticaret Lisesi, Atışalanı Lisesi, Amiral Vehbi Ziya Dümer Anadolu Lisesi ve ? Lisesi ile maçlar yapmıştır.

Genç erkekler voleybol takımımız da turnuvada finalde Ticaret Lisesine 3-1 yenilerek 2. oldu. BADMİNTONDA İLK ŞAMPİYON İBRAHİM TURHAN LİSESİ… Gençler kategorisinde ilçemizde ilk kez düzenlenen badminton turnuvasında kız takımımız tüm maçları set vermeden kazanarak şampiyon oldu. Tüm bu başarıların mimarı olan Beden Eğitimi Öğretmeni Yusuf YAVUZARSLAN, başarıların tesadüf olmadığını belirtti. Uzun ve planlı bir çalışma sürecinin meyvelerini topladıklarını belirten öğretmenimiz, çalışmalarının ve yatırımlarının devam edeceğini söyledi. Başarılarda katkıları bulunan diğer beden eğitimi öğretmenlerine, Cantürk Dede’ye, Birçe Şılak’a, Mecnun Gün’e teşekkür etti. En büyük amaçlarının daha çok sayıda öğrenciye spor yaptırmak olduğunu söyleyen Yusuf YAVUZARSLAN, önümüzdeki yıl Futbol kız ve erkek takımları ile Hentbol kız ve erkek takımlarını da kurarak 10 ayrı takım sporunda müsabakalara katılacaklarını açıkladı.

İbrahim Turhan Lisesi

9


Murat ORAL

Okulumuzdan Haberler

İstiklal Marşı’mız 91 Yaşında

12 Mart İstiklal Marşı’mızın kabulünün yıldönümünde okulumuz Esenler Kaymakamı ve Milli Eğitim Müdürünün de izleyici olarak katıldığı anma etkinliklerinde bir tiyatro gösterisi sundu. Okulumuz Edebiyat öğretmeni Cemalettin MESKEN yönetiminde hazırlanan tiyatro gösterisini Murat ORAL ve Sefa IŞITAN oynadı.

10

İbrahim Turhan Lisesi


Tarih

H

İSTİKLAL MARŞI’MIZ 91 YAŞINDA

er milletin tarihinde dönüm noktaları vardır. Hele Anadolu topraklarında yaşıyorsanız bu dönüm noktaları artacaktır. Bu topraklarda yaşamanın ayrı bir bedeli vardır. Nice savaşlar görmüştür bu topraklar, nice felaketler, nice istilalar. Her seferinde büyük bedeller ödenmiştir ve her ödenen bedel daha güçlü kılmıştır Anadolu insanını.

Akif “Korkma!” diyerek bu yiğitlerin ne kadar cesur olduklarını haykırıyordu. Korkmuyorlardı, zafere koşuyorlardı. Yiğitler istiklale gidiyor, Mehmet Akif İstiklal Marşı’nı yazıyordu. Mehmet Akif: “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!

Tarih, yine büyük bir bedeli işaret ediEbediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl. yordu. Dünya devletleri Çanakkale’yi geçememişti. Anadolu insanı, bütün varlığını Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet; ortaya koymuş, düşmanı amansız bir şe- Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!” kilde püskürtmüştü. Ecdadının ruhlarıyla birlikte vatanını koruyan bu millet, büyük diyerek şanlı hilal için dökülen kanın ne bir zafere imza atmıştı. Bu halk vatanın kadar helal olduğunu dile getiriyordu. nasıl sevileceğini bütün dünyaya gösterMehmet Akif, Hakk’a tapan, Hak için samişti. vaşan bir ulusun hür yaşama azmini ölümsüzleştiriyordu. “Bu topraklar bizim, hep bizim kalacaktır.” mesajı düşman uluslar tarafından iyi Aradan 91 yıl geçti. Mehmet Akif in idrak edilememiş, düşman, kendince barış ölümsüz eseri yazışının 91. yıldönümünü adı altında çeşitli hilelerle bu toprakları işkutladık. gal etmeye kalkışmıştı. Cephanelere el koBu vatan için şehadet mertebesine ulaşnulmuş, ordu dağıtılmıştı. Anadolu’da bümış kahramanları ve bu kahramanların yük bir mücadele başlamıştı. Bu mücadele, sesi olan Büyük Şair Mehmet Akif Ersoy’u bağımsızlığın, yeniden varoluşun, ecdadısaygıyla yâd ettik. Mehmet Akif ’in dediği nın yâdına sahip çıkmanın mücadelesiydi. gibi: ‘’Allah, bu millete bir daha İstiklâl Bu mücadele verilirken halka moral veMarşı yazdırmasın.’’ recek, orduyu şahlandıracak, milletin sesi olabilecek bir marşa ihtiyaç duyulmuştu. Cemalettin MESKEN Yüreklerde söylenen marşın, sözcüklerle Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni hayat bulması gerekiyordu. Vatan için, millet için çarpışan yüreklerin şehadete: “Allah Allah Allah… ” diyerek giden kahramanların haykırışları Mehmet Akif ’in güçlü kalemiyle yeniden hayat buluyordu. Ecdadı gibi şehadeti Allah-u Teâlâ’nın buyruğu gören yiğitlerin sesi Mehmet Akif ile daha gür çıkıyordu.

İbrahim Turhan Lisese

11


Okulumuzdan Haberler

O

kulumuz ilk defa Türkiye genelinde felsefe olimpiyatlarına katıldı. Okulumuzu 12 TM A sınıfından Bahar DURMUŞ temsil etti. Beyoğlu Saint Benoit Fransız Lisesindeki yapılan yarışmaya arkadaşımızı Dilek TOSUN ve Berivan BAŞARAN öğretmenlerimiz hazırladı.

E

senler genelindeki ortaöğretim okulları arasında yapılan şiir okuma yarışmasında arkadaşımız UĞUR DÜNDAR ilçe birincisi oldu ve okulumuzun başarısını arttırdı. Arkadaşımızın başarısını okul adına tebrik ederiz…

12

İbrahim Turhan Lisesi


Okul Mezunları

İsmail Koray

OKULUMUZDAN MEZUN OLMUŞ ESKİ ÖĞRENCİLERE ULAŞTIK ÖĞRETMENLERİNİ VE ANILARINI ANLATTILAR…

İbrahim Turhan Lisesi 1968 yılından beri Esenler’in aynası ve simgesi olmuş bir okuldur. Okulumuzdan mezun olan nice öğrenciler günümüzde değişik mesleklerde, konumlarda ülkemizin gelişimini sağlamaktalar. İşte binlerce mezundan sadece birkaç tanesi. VURAL ÇELİK

O

kulumuzun 1987 mezunu olan Vural Çelik, Avrupa Yakası’nın Kubilay PEYNİRCİOĞLU karakteriyle ünlendi. Aynı dizide Gülenay Abi karakterini de canlandırdı. Ayrıca ‘’BAYRAMPAŞA FAZLA KALMAYACAĞIM’’ Yahşi Güzel dizisinde Reşo Ağa, şu anda Trt1’de SEKSENLER adlı dizisinde Niyazi karakterini canlandırmaktadır. Şu an ömrümün en güzel ve özel anlarından birini yaşıyorum. Duygu yüklü bir an yaşamaktayım. Yıllar yıllar önce 1987’de mezun olduğum okuluma ilk defa geliyorum. Bana bu imkânı sağlayan Pusula Dergisi ekibine ve eski matematik öğretmenim şu an okul müdürü olan Yüksel hocama teşekkür ederim. Sanki az sonra yine çantamı toplayıp buradan mahalleme evime gideceğim hissini yaşıyorum. Sanki yine az sonra derse girip haylazlıklar yapacağım hissini yaşıyorum. Çünkü ben çok haylaz, hareketli bir öğrenciydim. Bu duygusallık bana iyi geldi, kesinlikle iyi geldi… Çünkü bu duygusallık benim üretimimi daha da arttıracaktır. İbrahim Turhan Lisesi benim hayatımda ilk gençlik demek, arkadaşlığın, fedakârlığın, kardeşliğin adı demektir. Okulumuzun mimarisi çok değişmiş ama içeriği, ruhu, öğrencilik havası aynı… Öğrenci arkadaşlarımızla soru cevap yöntemiyle sohbet eden Vural Bey: Tiyatroya mektepli olarak değil alaylı olarak başladım. Böyle bir durum aslında şanstır. Ben şanslıydım.Genelde mektepli olmak şarttır tiyatroda,dedi.

Eurovizyon yarışmasında Bonomo hakkında ise öncelikle başarılar dilerim, benden talepte bulunsalardı Gülenay Abi’den bir parça söylerdim, dedi ve bizlerle beraber şu parçayı söyledi Geçti ömür Tükendi günler sevdiğim Ağardı saç, görmüyor gözler Sensiz geçen yıllarıma yanarım şimdi Ayrılığın sarmasaydı beni Ağlamak istiyorum göğsünde Bakıp bakıp gözlerine ilk an gibi Anlatmak istiyorum hasretimi Sensiz geçen her anımı Roman gibi.. Huzurum sen günahım sendin sevdiğim Akıp giden bir hayat gibi Sensiz geçen günlerime yanarım şimdi Ayrılığın sarmasaydı beni Sensiz geçen günlerime yanarım şimdi Yokluğun sarmasaydı beni Ağlamak istiyorum göğsünde Bakıp bakıp gözlerine ilk an gibi Anlatmak istiyorum hasretimi Sensiz geçen her anımı Roman gibi.. Söz/Müzik: Mahkumlar (BAYRAMPAŞA

FAZLA KALMAYACAĞIM FİLMİNDEN)

Ardından okulu gezip okul sıralarında uzun uzun oturup bizlerle sohbet etti….

Şu an ömrümün en güzel ve özel anlarından birini yaşıyorum... Duygu yüklü bir an... Sanki az sonra yine çantamı toplayıp buradan mahalleme evime gideceğim.

İbrahim Turhan Lisesi

13


Okul Mezunları

Melek Alkış

Kübra KAPLAN

2007 yılında İbrahim Turhan Lisesi yabancıl dil ağırlıklı bölümünden mezun olan öğretmenimiz Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Bilgisi öğretmenliği mezunu. Okul yıllarından Mürüvvet KUNT’u hiç unutamadığını belirten öğretmenimiz, fen derslerini Mürüvvet hoca sayesinde sevdiğini belirtti. Okul yıllığı hazırladıkları günlerinde çok çaba harcadıklarını ve kendilerinde unutulmaz bir anısı kaldığını belirtti. Hala ara ara yıllığı karıştırıp anılarını ve arkadaşlarını hatırladığını belirten öğretmenimiz bizi başarı temennileriyle uğurladı.

Kübra KA

PLAN

Ümit KARTAL

1984 Halkalı doğumluyum1998 yılında İbrahim Turhan Lisesi’ne giriş yaptım ve 2002 mezunuyum. Ayhan TÜRE sayesinde dil bölümünü seçtim ve bu sayede şu an İngilizce öğretmeniyim. Öğrencilere ders çalışma konusunda, sadece soru çözmeyin, konularla ilgili mutlaka kitap okuyun. Kendinizi çok yönlü geliştirmeye çalışın, derim. Çevrenin olumsuz etkilerinden uzak durmak da gerekiyor.

Ümit KART A

L

Onur DEMİRKAN

1986 Esenler doğumluyum.2003 yılında İbrahim Turhan Lisesi’den mezun oldum. Yabancı dil ağırlıklı bölümden mezunum. Yabancı dil ağırlıklı bölüm başarılı kişilerin gittiği bölümdü ve sınıf mevcudu 14 kişiydi. Unutamadığım öğretmenlerim arasında Hüseyin UĞURLU vardır. Bize sazıyla güzel türküler çalardı sürekli ve sonraları albümü de çıktı. Öğrencilere tavsiyem, hiçbir başarı tesadüf değildir, inanırsanız başarırsınız.

Onur

14

İbrahim Turhan Lisesi

Demi

rkan


Medine EFE

İlginç Bilgiler

GÜNLERİN ANLAMI NERDEN GELİYOR? Öncelikle ‘’gün’’ sözcüğünün anlamını araştırdık ve şu sonuca ulaştık: “Gün” kelimesi, eski Türkçedeki “kün” kelimesinden gelmektedir. Güneş sözcüğü de aynı kökten zamanla türetilmiştir. Eski Türkçede günler, birinç, ikinç, üçünç, törtinç, beşinç, altınç, yetinç kün şeklinde söylenmekteydi. Şu an kullandığımız gün isimleri ise şu şekilde oluşmuştur: Tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını bilirler (yek, du, se, cihar, penç, şeş). Şimdi de yedi sayısını biz söyleyelim. Farsça yedi ‘heft’ dir (veya hefte). Yedi günlük ‘hafta’ ismi de buradan alınmıştır. Pazar, Farsça kökenli bir sözcük olan bazar sözünden gelmektedir. Yemek satılan veya daha güncel bir söylemle alışveriş yapılan yer anlamındadır. Günümüzde de böyle kullanılır. Bu alışverişin sıkça yapıldığı güne de bu isim verilmiştir. (Ba = yemek, zar = yer) Pazartesi,yine Farsça kökenlidir. Pazardan s o n r a gelen anlamında, “Pazar ertesi” nden gelmektedir.(Ertesi sözcüğü Türkçedir.) Salı, Arapça kökenli bir kelimedir. Üçüncü anlamına gelen, sellase (veya selase) sözcüğünden dilimize geçmiştir. Bazı kaynaklarda İbranice salis (üç) ‘ten, haftanın üçüncü gününe denk gelen gün anlamından geldiği de söylenmektedir. Çarşamba, Farsça kökenli bir kelimedir. Haftanın dördüncü gün cıharşenbe, (veya ceharşenbe) sözcüğünden gelir. Çarşanba olarak da söylenmiş, çarşamba olarak yerleşmiştir. (cehar, cahar, cihar :dördüncü, şenbe:gün) Perşembe, yine Farsça beşinci gün anlamında, penç şenbe sözcüğünden gelmektedir. Perşenbe olarak da söylenmiş ,perşembe olarak yerleşmiştir. (penç = beş, şenbe = gün) Cuma, Arapça Cem sözcüğünün (toplanma, toplantı anlamında) Cuma şeklinde türetilmesiyle oluşmuştur. İslam dinine göre Müslümanların haftada bir toplanıp toplum işlerini görüştüğü, birlikte ibadet ettiği toplanma günü anlamındadır.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu´da da günler kendine has yöntemlerle ayrılıyor. Türk insanı yılların birikimlerinden de etkilenerek, biraz mitolojik biraz efsanevi şekilde günlere anlamlar yüklemiştir. Bu durum batıl inanç olarak karşımıza çıkmaktadır. Günleri özelliklerine göre şu şekilde ayırmışlardır. GÜNLERE YÜKLENEN ANLAMLAR Pazartesi: Bir işe başlanacağı zaman bugün beklenir. Pazartesi çok uğurludur ve ayrıca çamaşır günüdür. Yorgan kaplanır, her iş yapılır. Soğan, biber, tütün gibi acı şeyler hiç kimseye verilmez. Salı: Bugün bir işe başlanmaz. Başlanan iş sallanır. Çünkü bugün olumsuzluk olur, çabuk bitmez. Uğursuz gündür. Badana yapılmaz. Çamaşır yıkanmaz. Göç yapılmaz. Çarşamba: Çarşamba günü dikiş dikilmez. Çarşamba Anası dikiş dikenlere kötülük yapar. Çamaşır yıkanmaz ve gecesi iş yapılmaz. Gece iş yapılırsa Çarşamba Kadınları gelip kötülük yapar. Perşembe: Perşembe günü erken lamba yakanın ölüsü kalkar. Çamaşır yıkanır, badana yapılır. Perşembe günü uğurlu bir gündür, her iş yapılır. Cuma: Cuma namazına kadar çamaşır yıkanmaz, oda kaldırılmaz. Üç cuma arka arkaya yıkanan çocuk ölür. Cuma günleri kız istemeye gidilir. Yeni dikilen bir elbise ilk kez cuma günü giyilirse onun sorgusu sorusu olmaz. Cuma günü örümcek alınmaz, badana yapılmaz. Sela ile öğle arası hiçbir iş yapılmaz. Cuma günü mübarek bir gün olduğu için ava gidilmez. Cumartesi: Cumartesi günü elbise kesilmez. Dünyanın kurulduğu gün olduğu için çamaşır yıkanmaz. Pazar: Pazar günü çamaşır yıkanır, gezmeye gidilir. MEDİNE EFE 11 J

Cumartesi, yine Arapça kökenli bir kelimedir. Cumadan sonraki gün anlamında kullanılmıştır. NOT: Pazartesi ve cumartesinin suçu neymiş de, önündeki günlerin isimlerini almışlar şeklinde bir soru takıldı kafama :) İbrahim Turhan Lisesi

15


İlginç Bilgiler

Medine EFE

K ay ı p K ı ta

M

Mu

u…Yani Güneş İmparatorluğu; eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olarak kabul edilir.Günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan kıta.Bilimsel olarak ispatlanmamış olmakla beraber teori olarak varlığı düşünülmektedir.

du. Aynı tarihlerde Mu’lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.

Mu’nun Yeri

1. Çin’de bulunan 400’e yakın piramit bu piramitlerin en az 10.000 yıllık olduğu söylenir. Bu piramitler Mu varsayımında geçen Büyük Uygur İmparatorluğuna ait olduğu Piramitler üzerinde bulunan yazıtlarda görülür. (James Gaussman’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Hindistan’dan Çin’e uçuşu sırasında gördüğü piramitler.)

İlk olarak İngiliz Albay ve gezgin James Churchward’ın Tibet’te yaptığı araştırmalara dayanan ve bunlarla ilgili olarak yazdığı 4 adet kitabına konu edilmiştir. Churchward, Tibet tapınaklarında bulduğu yazı tabletlerini oradaki rahiplerden on iki senede öğrendiği Naga Maya dili ile tercüme ederek elde ettiğini açıkladığı efsaneye göre Büyük Okyanus’ta, Asya kıtası ve Amerika kıtası arasında ve Avustralya’nın iki katı büyüklüğünde bir kıta olduğunu anlatır. Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve Mu varsayımını destekleyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir: -Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır. -Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı. -Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır. -Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür. -Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyor-

Churchward’un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir:

2. Dr. William Niven’in 1921-1923 yılları arasında keşfettiği, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan 2600 tablet. 3. Yucatan’da hazırlanmış eski bir Maya kitabı olan ‘Troano El Yazması’. British Museum’da bulunmaktadır. 4.Bir başka Maya kitabı olan Cortesianus Kodeksi. Bugün Madrid Ulusal Müzesi’nde bulunmaktadır. 5. Paul Schlieman tarafından Tibet’teki bir Budist tapınağında keşfedildiği ileri sürülen “Lhassa Belgesi”. 6. Yucatan’da (Meksika) Churchward’un batan Mu kıtasının anısına inşa edilmiş olduğunu ileri sürdüğü Uxmal tapınağı’ndaki yazıtlar. Bu tapınaktaki yazıtlarda “geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin anısını korumak için inşa edilmiştir” ifadesi bulunmaktadır. 7. Meksiko şehrinin 96 km. güneybatısında yer alan Xochicalo Piramiti yazıtları. Bu piramit, üzerindeki yazıtlara göre, “Batı ülkelerinin yıkımının anısına” inşa edilmiştir. 8. Perezianus ve Dresden kodeksleri


İlginç Bilgiler

Çin’e, Hindistan’a, güney Asya ülkelerine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde, kıtamız battı; biz de buraya kaçtık, yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Auguste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı araştırmacılar da Churchward’la aynı dönemde Mu konusunda araştırmalarda bulunmuşlardır; kimilerine göre konuyu ilk kez Le Plongeon gündeme getirmiştir. Arkeolog Egisto Roggero, D’Espiard de Cologne, Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar. Mu araştırmacılarına göre, Büyük Okyanus’taki, Mu kıtasından arta kalan, çoğu insanlarca meskun olmayan adalardaki devasa kalıntılar da Mu varsayımını desteklediği iddia edilmektedir. Ancak bu iddiaların hiçbiri bilimsel yönden Mu efsanesine kanıt sağlamamaktadır. Konuyla ilgili Tahsin Mayatepek’in araştırmaları: Tahsin Bey, Atatürk’ün isteğiyle 1935 senesinde Meksika Büyükelçiliği’ne atandı. Ancak Büyükelçi Tahsin Bey’in vazifesi çok daha farklıydı; Mustafa Kemal Atatürk Tahsin Bey’i Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmakla görevlendirmişti. Meksika’ya maslahatgüzarı Tahsin Bey, 2 Mart 1936 tarihinde Churchward’ın kitapları ile ilgili 7. raporu Gazi’ye sunduğunda Gazi Atatürk, Churchward’ın kitaplarını getirtmiş ve 60 çevirmene kısım kısım taksim ederek Türkçeye tercüme ettirmiştir. Mayatepek raporlarının geri kalanları Maya kültürü ve dili ile ilgilidir. Tahsin Bey, Meksika’da Maya kültürünü incelemiş, incelemeleri sonuncunda çok sayıda sözcüğün Türk ve Maya dillerinde aynı olduğunu saptamıştı. Bu sözcüklerden biri de Türkçedeki “tepe” sözcüğüydü (Maya dilindeki karşılığı “tepek” idi ve

Medine EFE

tepe anlamına geliyordu) Fakat Tahsin Bey’in iki kültür arasında bulduğu ortak noktalar sözcüklerden ibaret değildi; her iki kültür arasında, Mayalar’ın ayyıldızlı davullarından, Şamanik kültüründen, kilim desenlerinden, sembollerinden tüy takma alışkanlıklarına kadar pek çok ortak nokta mevcuttu. Tahsin Bey’in çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik bir defter hâlinde toplayarak Atatürk’e gönderdi. Bunların ikisi 1970’lere kadar TDK kütüphanesinde bulunuyordu. (No:57-56) Üçüncü defter kayıptır. Bu defterlerde dinî tören, ibadet ve tapınaklarda da benzerlikler bulunduğu belirtiliyordu

Medine EFE 11 J


Medine EFE

İlginç Bilgiler

T A V L A V E S A T R A N Ç

H

ayatımızda bulunuş öyküsünü bilmediğimiz birçok nesne vardır.Gerek kullandığımızda işimizi kolaylaştıran;gerekse oynamaktan zevk duyduğumuz birçok nesne var.Şimdi gelelim oynamaktan büyük zevk duyduğumuz iki zeka geliştirici oyuna.

Tavla ve Satranç...

mek üzere başka bir oyun icat etmesini emreder. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer daha sonra da on günde tavlayı icat eder (Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birliği olarak tavla bir tanedir.)

4 köşesi;4 mevsimi,tavlanın içindeki karşılıklı altıM.Ö 4000li yıllarda Pers İmparatorluğu’yla Hint şar hane,12 ayı;pulların toplamı,ayin 30 gününü;siyah İmparatorluğu’nun soğuk savaşı döneminde tavla ve -beyaz pullar,gece ve gündüzü;karşılıklı on ikişer satranç oyunu ortaya çıkmıştır. hane,günün 24 saatini simgeler.Ve imparatora sunar… Hint İmparatoru, satranç oyununu Pers imparatoruna Hint İmparatoru’na yanında bir mektup ile birlikte hediye olarak gönderir. tavla oyunuyla birlikte Mektubunda satrançla ilgili bir bilgi verilmezken şöyle gönderilmek üzere şöyle bir mesaj yazılıdır. bir mesaj hazırlanır.

Pers İmparatoruna:

Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. İşte hayat budur... (Satranç hakkında söylenmeyen bilgileri sizlere biz sunalım..) Satranç, İran’da M.Ö. 4000 yıllarında, zamanın padişahı tarafından savaş stratejisi olarak hazırlanmış, daha sonra oyun halini almış ve günümüze kadar gelmiştir. Satrancın şans oyunlarına halkın rağbetini azaltmak için İran Şahı’nın isteğiyle veziri tarafından icat edildiği de rivayetler arasındadır. Satrancın adı Hintçeden gelir. Anlamı, dört cins figürün, dört ayrı silahla sunulmasıdır. Bu dört figür konusunda çok değişik yorumlar vardır. Bazılarına göre, dört figür “Hava, Ateş, Toprak ve Su”yu, bir kısmına göre de, “Yaz, Kış, İlkbahar ve Sonbahar”ı yansıtır. Burada, en kuvvetli taş olan “Vezir, ateşi ve bilginleri;Kale, toprağı;Fil,havayı;Şah,kâinatı” temsil eder. Bu benzetmeler dört taşın geometrik şekillerinden esinlenerek söylenmektedir.) Pers imparatoru bunun üzerine veziri olan Buzur Merih’e, oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint imparatoruna hediye edil-

18

İbrahim Turhan Lisesi

Hint imparatoruna: Evet, Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. Ama biraz da şanstır. İşte hayat budur…” MEDİNE EFE 11 J


İlginç Bilgiler

Medine EFE

TÜRK VE DÜNYA TARİHİNİN BİLİNMEYENLERİ DAVİNCİNİN ŞAŞIRTICI ÇİZİMİ Leonardo Da Vinci’nin 16. yy. basinda modern helikoptere sasirtici derecede benzeyen uçan makineler çizdigini, Engizisyon korkusu ile bunlari gizledigini, Bu tasarilar 1797 yilinda yayinlandiginda herkesin havadan agirmakinelerin asla yerden ayrilamayacagi konusunda fikir birligi ettigini, 20.yy.baslarinda ünlü astronom Simon Newcomb’un uçan araçlarin uzun mesafelere gidebilmesini saglayacak bir itici gücün bulunamayacagini savundugunu, 1924 yilinda prof.Hermann Oberth’in “Uzaya Roketler” adli kitabini elestiren ünlü Nature dergisinin uzay roketi tasarilarinin ancak insan soyunun tükenmesinden biraz önce gerçeklesebilecegini öne sürdügünü, Ilk roketlerin dünyadan ayrildigi 1940’larda bile doktorlarin insan aaaabolizmasinin yerçekimsiz ortama,uymayacagini ve insanli uzay uçuslarinin imkansiz oldugunu savunduklarini, Biliyor muydunuz? KRAL VE 21 SAYISI

Ocak 1793’te ise Kral 16. Louis giyotinle idam edildi

İNGİLİZ TABURU NEREYE GİTTİ? 12 agustos 1915’te Çanakkale savasinda Ingilizlerin 54. tümenine ait 4. Norfolk taburunun Küçük Anafartalar ovasinda bir tepeye tirmandigini, Tepenin üzerindeki ekmek somunu seklindeki beyaz bulutun içine girdiklerini, Son askerde bulutun içinde kaybolduktan sonra bulutun yavasça havalandigini ve rüzgarin aksi yönünde hareket ettigini, 250 asker, 16 subay ve 1 albayin hiç bir iz birakmadan kaybolup gittigini ve bir daha haber alinamadigini, MEDİNE EFE 11 J

Fransız Devrimi’ nin bahtsız kralı on altıncı Louis, daha çocukluk çağlarında garip bir yabancı adam tarafından ziyaret edilir. Adam, bu genç kral adayını uyarmak istemektedir. Ona, 21 sayısının kendisi için tehlikeli olacağını ve ömür boyu onu korumak için her ayın 21’inde onun yanında olmak istediğini söylemektedir. Fakat Louis, adamdan hoşlanmaz ve onu saraydan dışarı attırır. Adam son anda, karga-tulumba götürülürken “21 sayısı seni öldürecek” diye haykırır. Aradan uzun yıllar geçer ve devrim patlar. Kral ve Kraliçe kaçarlar iken Varennes Ormanı’nda yakalanırlar, tarih 21 Haziran 1792… Devrim Konseyi 21 Eylül’de krallığı lağvedip, cumhuriyeti ilan etti ve 21 İbrahim Turhan Lisesi

19


Gamze Baran

Nevruz

Nevruz Nereden Çıkmış ki Bu Nevruz?

Ş

imdi biz bu konu hakkında yorumlar yaptık

Nevruz, her millet için farklı anlamlar içerir.

diyelim. Nevruzun daha ne olduğunu tam an- Kimi toplumların bayramlarıyla denk geldiği için

lamıyla aktarmadan, görüşlerimizi ve şurada şöyle kutlanmaktadır. Kimi toplumlarda ise çeşitli anyapılıyormuş burada böyle yapılıyormuş dememiz lamlar vardır, hayvancılıkla, tarımla uğraşan topdoğru olur mu? Bence olmaz :)

lumlar için kışın bitip baharın gelmesi yeniden di-

Şöyle başlayalım:Nedir bu nevruz ?

rilişin sembolleşen başlangıcı olarak görülür.

Acaba Nedir Bu Nevruz?

Gece ve gündüzün eşitlendiği, doğanın uyandı-

Nevruz, Farsça bir kelimedir. Nev yeni, ruz ğı ve dolayısıyla üremenin başlangıcı olarak kabul

gün anlamına gelmektedir bu doğrultuda takdir edilen 21 Mart tarihi pek çok takvimde ve kültürde edersiniz ki Nevruz, yeni gün anlamına gelmekte- yılbaşı olarak kabul edilip kutlanmıştır. dir. 21 Martta kutlanmaktadır. Nevruz da mitolojik

Kuzeydoğu Asya’dan merkezi Avrupa’ya kadar

zamanlara bağlı efsanevi bir geçmişin başlangıcında uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Şamanist, Bumeydana gelmiş kutsal bir olay hatırlanır ve bu olay dist, Hıristiyan, Musevi, Müslüman Türk halkları yeniden güncelleştirilir. Nevruz öncesinde zaman, arasında yılbaşı-bahar bayramı varlığını korumakinsanın varlığı, toplum ve evren eskimiş olarak ka- ta ve her yıl coşkuyla kutlanmaktadır. bul edilir.

Nevruzda her şeyin yenilendiğine, yeni

bir var oluşun gerçekleştiğine inanılır. İlkbahar ve yeni bir yılın gelişi dünyanın yeniden doğuşu anlamındadır. Yeni yılla birlikte, yaratılış anındaki saf zamanın yeniden tekrar edildiğine inanılır. El-Birûnî’nin ifadesiyle, Nevruz gününde yaratılış yenilenir.

20

İbrahim Turhan Lisesi


Nevruz

Gamze Baran

ka tamamlar. Bir torbaya koyup -Mesela Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür evine asar ve bir yıl bekler. Dileği ve güneşin koç burcuna girdiği ilkbaharın başlan- kabul olursa taşların kırk bir adet gıcı sayılan bir gündür.

olacağına inanılır. Bir dahaki Nevruz-

-Alevi- Bektaşi inancında Nevruz, Hz. Ali’nin do- da dilek kabul olsa da olmasa da taşlar ğum günü, Hz. Fatma ile evlendiği gündür.

alındığı yere konur.

-Kürtlerde Nevruz bayram günüdür. Kawa adlı bir demircinin zalim yönetici Dahhak’ı yendiği bir Gaziantep’te 22 Mart gününe “Sultan Navrız” degündür.

nir. Halk arasındaki inanca göre 21 Marta bağlanan

-Tokat civarlarında ise Nevruz Tanrı’nın ilahi gü- gece sultan Navrız, belli olmayan bir saatte, batıdan zelliğinin yeryüzüne yansımasıdır.

doğu-

ya göç eden güzel bir kızdır. Sultan

-Çin’de ilkbaharda evrenin filizlendiği kabul

Navrız’ın geçtiği saatte uyanık

edilir.

olanların dileklerinin gerçekle-

-Sümerler, yeni yılın ilk gü-

şeceğine inanılır.

nünde elementlerin birleşmesini kutlarlar ve ilâhların bir-

Ağrı’da gençler “gıllik” adı

leşmesi sonucu doğurganlığın

verilen, tuzlu hamurdan ya-

ve bereketin artacağına inanılır.

pılmış bir çöreğin yarısını yer, hiç su içmeden yatar-

NASIL KUTLANIR?

lar. Rüyada kendilerine su verileceğine ve suyu veren kişiyle evlenileceğine inanılır.

Bahar gelmektedir, çiçekler açmıştır ve topluluklar tarafından anlam taşıyan bir gün gelip kapımızı Yozgat’ta genç kızlar, gelecek yıl koca evinde çocuk çalmaktadır. Dini bir gündür, zafer günüdür, kurtu- kucakta olalım dileğinde bulunarak çimen veya luş günüdür, bereket günüdür. Ve toplumlar deği- sebzeleri düğümlerler. şik inançlarla, değişik şekilde kutlamışlar ve bahar geldikçe sanırım kutlanmaya devam edeceklerdir.

Manisa’nın ünlü “Mesir Bayramı” da Nevruz günü kutlanan bir bayramdır. Nevruz günü, türlü otlar-

Mesela, Doğu Anadolu’da Nevruzdan bir gece önce dan ve çiçeklerden alınmış maddelerle yapılmış ve aile reisi aile bireylerinin sayısı kadar küçük taş kâğıtlara sarılmış küçük macun parçalarının minatoplar. Bunları evin bacasının etrafına dizer. Taşla- reden atılması ve aşağıda toplanmış halkın, şifalı rın kimi temsil ettiği önceden belirlenir. Nevruz sa- saydığı bu macunları kapışması törenin en önemli bahı taşların altı kontrol edilir. Hangisinin altında kesimi sayılıyor. Sivas’ta Nevruzda gök gürlerse o kırmızı böcek bulunursa, o kişi uğurludur.

yıl ürünün bol olacağına inanılır.

Orta Anadolu’da Nevruz sabahı erkenden kalkıla- Tunceli’de de Nevruz baca dizme ve taş dizme adetrak, mezarlar ziyaret edilir, dilekte bulunulur. Di- leriyle kutlanır. lekte bulunan kişi, mezarlardan birer taş alarak kırİbrahim Turhan Lisesi

21


Gamze Baran

Anadolu’da Türkmenler Nevruzu, Sultan Nevruz olarak adlandırmaktadırlar. Büyük ateşler yakılıp üzerinden atlanır.

Nevruz

Kürtler çoğunlukla şehir dışındaki bölgelerde ve açık alanlarda bir araya gelir ve gelmekte olan ilkbaharı kutlarlar. Kadınlar rengârenk elbiseler giyerler ve başlarına pullarla süslenmiş ışıltılı örtüler örterler. Aynı şenliği Karadeniz Bölgesinde de görTopluluk büyük bir ateş yakar ve bu atemekteyiz. şin etrafında dans ederek ya da üstünden atlayarak büyük bir coşkuyla bu bayramı Trakya’da Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de kutlarlar. Bunlardan en yaygın olanı büyük Nevruz şenlikleri ve Mart dokuzu adıyla ateşler yakarak üzerinden atlama ve bu şenlikler yapılır. Nevruz kutlamaları için sırada “Ağırlığım, uğurluğum sende kalmesire yerlerine gidilir. Eski hasırlar yakıla- sın”, “kırmızılığın bana, sarılığım sana” gibi rak üzerlerinden atlanır. büyüsel duaların edilmesidir. İnanışa göre Nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklardan İzmir ve Uşak’ta da Mart Dokuzu Şenlikarınır ve yıl boyunca hastalanmaz. Bir diğer leri ve Sultan Nevruz Bayramı adıyla kutla- düşünce, hayvanları ateş üzerinden atlatmalar yapılır. mak veya iki ateş arasından geçirmektir. Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, Uşak’ta “Yıl Yenilendi” tabiri yaygındır. onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinAlevi-Bektaşileri her Nevruz da, birbirleden kaynaklanmaktadır. Çünkü ateş evreni rini ziyaret edip barış dostluk sevgiyi mut- canlandıran güneşin dünyadaki uzantısıdır. luluğu paylaşırlar, akşamda “Nevruz cemi” Gamze Baran yaparlar. Sultan-ı Nevruz ve Hz. Ali hakkında muhabbet edilir. Gülbanklar, deyişler okunur, semahlar dönülür, canlar getirdikleri lokmaları paylaşır, şerbetler (dem) içilerek Nevruz Cemi yapılır. Caferiler küçük saksılara buğday ekip yeşertirler ve bunu evlerinin bir köşesine koyarlar. Buna “semeni yeşertmek” denir. Bu, yeni bir başlangıcı, toprağın canlanmasını, bereketini simgeler. Caferiler böyle yaparak evlerine bolluk ve bereketin girmesini ümit ederler.

22

İbrahim Turhan Lisesi


İstanbul

Salih Samet GÜR

Medeniyetlerin Beşiği Olan Şehir

İstanbul

Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır İşte bu beyitle sesleniyordu Lale Devri’nin o büyük şairi Nedim.” Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur/ Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır.” Diyerek 18. yüzyıldan, tüm zamanlara haykırıyor. Peki nedir İstanbul’u bu kadar değerli kılan şey? İşte bu soru karşısında binlerce cevap ortaya çıkıyor. Hiç kuşkusuz Garb’ı ve Şark’ı bir köprü gibi bağlayan bu tılsımlı şehir tüm zamanların birikimiyle eşsiz ve benzersiz bir çabayla donatılmışken tarih ise tabii bir eklenti gibi eşsiz kılıyor Fatihin şehrini.Bizanslılar, Cenevizliler ve en sonunda imparatorluk haline getirdiği devlet olan Osmanlı, tam yedi tepesinden kucaklıyor bu ihtiyar şehri.Ve hiç şüphesiz en çokta Osmanlı şenlendiriyor kuşatmalardan yorulmuş Dersaadet’i..

ce yıllık şehir kuşatma altında onlarca gün dayanıyor. Ve müjdelenmiş komutan Fatih Sultan Mehmed oluyor. ve İSTANBUL…

Her köşesinde taştan yapılmış sanatıyla Sinan’dır, Evliya Çelebi’dir, Kanuni’dir bu şehir. Ama aynı zamanda Patrona Halil’dir, Lâleli Baba’dır, kırdığı testinin başında ağlayan geleceğin Saliha Sultan’ıdır. Konstantin’dir, Theodosius’tur, Romen Diyojen’dir, Jüstiniaus’tur. Ama aynı zamanda Kurtubalı Abdülaziz Bey’dir, talihsiz oğlu Mihail’dir, Güzeller güzeli Anna Komnena’dır, Nika ayaklanmasında boyunları vurulanların şehridir. Vakvak ağacına asılanların da, Anemas Zindanı’na yahut Yedikule hapishanesine atılanların da körler alfabesine sığınmış adları yazılıdır onun yollarına. Herevî ve İbn Battuta kadar Kuşatmalardan aşınmış surlara bu kez Sultan Novgorodlu Anthony’dir, İspanyol Clavijo’dur, FranII.Mehmed dayanıyor.Şahi topları döverken surları sız şiirinin mahzun martısı André Chénier’dir. Sultan Mehmed’in kulaklarında İki Cihan Efendisinin sözleri yankılanıyor:“Konstantin elbet bir gün Kabul edelim ki çıldırmış renklerin cirit attığı bu tabfethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel ko- loya en yakışan isim, bir elinde Homeros’un İlyada’sı, mutandır, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Ve öbür elinde Gazalî’nin Tehafüt’üyle Fatih Sultan Sultan Mehmed Müjdelenmiş Komutan olarak or- Mehmed’dir. dusunun başında, bir gecede yetmiş gemiyi karadan yürüterek Haliç’e indiriyor.Bizanslılar şaşkın, binler-


Salih Samet GÜR

Rüya Şehir İstanbul’u Yazanlar Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü? Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”

İstanbul

rak takan bu şehir, ufuk çizgisinin üzerine kondurduğu her yeni öpücükle diğer şehirlerin kıskançlığını biraz daha katmerlendirmiş, hiç eksik olmayan sevenlerinin gönlüne daima bir sevinç pırıltısını damlatmayı bilmiştir. İşte bu eşsiz dünya şehri. Mutluluğun kapısı(Dersaadet) olan şehirin vazgeçilmez bir imzası vardır.. Üsküdar’ın sembolü haline gelen bu eşsiz imzada kimi zaman Cenevizliler’in, kimi zaman Bizanslılar’ın kimi zamansa Osmanlı’nın izlerine rastlanır.

İstanbul aşığı şair Yahya Kemal(Beyatlı) bu cümlelerle seslenir bize, o kutlu günü kelimelerle yansıtır. Müjdelenmiş komutan Fatih’i tekrar hatırlatır. Akan suları fetihle beraber tersine çeviren Fatih’in altı yüzyıl Türk-İslam kültürüyle yoğrulmuş payitahtına başka bir pencereden bakan şair olma bahtiyarlığına ulaşır. Kime zaman üstüne sis çöktüğü sanılan ihtiyar şehri korumak için kalkan olur kelimeleri. Ve savunur onca asıra göğüs germiş şehri. Fakat kılıçla değil, kılıçtan keskin kalemi ve kalkan olan güçlü sözleriyle… Yahya Kemal verilebilecek örneklerden biridir sadece. Onun gibi pek çok şair İstanbul’un ruEfsanelerin gözenekleri arasından yansıyan görünhunu ve zevkini şiiriyle fethedip sözleriyle gönüllere tüsüyle sevmişizdir çoğumuz Kuleyi. İmparatorun duyurur aziz şehri.. biricik kızı, şom ağızlı kâhinin uyarısıyla bir hapis hayatına mahkûm olur kulede. Kâhin, kızı 18 yaşına Fethinden önce Dede Korkut Hikâyeleri, Battal girince bir yılanın sokarak öldüreceğini söyler. Baba Gazi Destanı ve Saltukname’de “Küffar ili” olarak yüreği bu, çaresi olmadığını bile bile, kızı adaya yeranılan şehir. O büyük zaferle birlikte mutluluğun leştirir, her gün de bir kayıkla yiyecek yollar. Günün kapısı olan payitaht olur… Kimi zaman 16. Asırdan birinde bir üzüm sepetinin içinde Kızkulesi’ne çıkan ışık tutar şair payitahta.. Sinan’nın taşları yontarak bir yılanın sokması üzerine prenses ölür ve rivayet bu ördüğü şehri. Sözleriyle kuşatır Bâki..Evliya Çelebi ya, kule ismini bu olaydan alır. 17. Asırda “17 Tılsım”ıyla aralar efsunlu şehrin kapılarını… 18. Asırda ise şiirlerinde “bir tutku” dere- İSTANBUL Hakkında Kim Ne Demiş? cesinde İstanbul’dan bahsetmeyi seven Nedim, eserlerini bir İstanbul belgeseli gibi sunar bizlere... Her Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar; dönemde büyük yankı bulur İstanbul.. Hiç şüphesiz Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... ismine en fazla şiir ve yazı yazılan dünya şehridir.. Bu dizelerle sesleniyor Şehirlerin Sultanına, Şairler İstanbul’un imzası “Kız Kulesi” Sultanı Necip Fazıl. Ve İstanbul’un her haliyle insaŞairin iki deniz arasına sıkışmış yekpare bir mü- nı bahtiyar ettiğini söylüyor. Tabiki de sadece üstad cevhere benzettiği İstanbul, üzerine kurulduğu Yedi değil, pek çok kişi Şehirler sultanıyla ilgili sözler söyTepe, Haliç ve Boğaziçi’yle, kubbe ve minarelerinin lüyor. Bunların tamamını söylemeye sayfalar yetmeufuk çizgisine incelik ve ustalıkla ördüğü benzersiz yecek olsa da bir kısmını şöyle sıralayabiliriz. siluetiyle, özellikle şehre tepeden bakmakta zarif minarelerle yarışan asırlık kuleleriyle yeryüzünün en “Konstantiniyye(İstanbul) elbet Feth olunacaktır. gönül çelen köşelerinden biridir. Onu Feth eden Kumandan ne güzel Kumandan, Feth eden Asker, ne güzel Askerdir” |Hz Muhammed(S.a.v) Süleymaniye Haliç’e kazırken derin gölgesini, Aya- Ya ben İstanbul’u fethederim, ya da İstanbul beni… sofya bir imparatorluk ihtişamını oyar asırların içine. Fatih Sultan Mehmet Han Etrafını kuşatan suları alnına lacivert birer taç ola-


İstanbul

Salih Samet GÜR

İki büyük cihanın kesinti noktasında Türk vatanının ziyneti Türk tarihinin serveti Türk milletinin gözbebeği İstanbul bütün vatandaşların kalbinde yeri olan şehirdir. (Mustafa Kemal Atatürk)

ediyor:“Bütün dünya, bu şehrin dünyanın en güzel yeri olduğu fikrindedir. Koca tepelerin zirvelerine ve yamaçlarına göz alabildiğine dağılmış ve bir perinin sihirli değneğinden doğmuş Hintli yazar Shamsur Rahman Faruqi, bu şehrin büyük bir şehir gibi latif ve ışıklı Üsküdar, Altıngüzelliklerini anlattığı yazısına “Benim İstanbul’um” şehir oradaydı (…)” adını koymuştur. Görülüyor ki dünyanın birçok ünlü ismi İstanbul sevSuudi Arabistan asıllı şair Abir Zaki, İstanbul’a dalısıdır. İstanbul’a âşık yüzlerce ismi burada saymaduyduğu sevgiyi yazdığı bir aşk mektubuyla dile ge- nın imkânı yok. Sadece şu biline ki İstanbul, dünyatirmiştir. Azerbaycan doğumlu olan Gazeteci- yazar nın gelmiş geçmiş en güzel incisiydi. O, binlerce yıl bir Dr. Nazile Abbaslı: “İstanbul, hakkında ne kadar ke- istiridyenin içinde saklı kalarak Hz. Muhammed’in lam edilirse edilsin, bir şeylerin hep eksik kalacağı bir müjdelediği bir güç aracılığıyla doğumu beklemişdüş ülkesidir. Güzellikleri bakımından İstanbul gibi- tir. Güney Çin halkının bir efsanesine göre “Bir inci, sini görmedim.”diyor. içinde sihrin gücünü simgeler.” İşte, içinde o incinin bulunduğu istiridyeyi açan Fatih de rüyaları gerçek“Roma, yeryüzünün hülasasıdır; İstanbul ise yeryü- leştirmiş ve 4. Haçlılar tarafından (1204’te) insafsızzünün kendisidir.” ( Bir Venedik elçisinin sözü, 16. ca yağmalanan bu rüya kenti, yeniden mamur hâle yüzyıl) getirmiştir. Napolyon: “Dünya tek bir devlet olsa başkenti İstanbul olurdu.” der. MimarPeter Eisenman, İstanbul için şöyle diyor: “Dünyada simgeye ihtiyacı olmayan, kendisi simge olan bir şehir.” Lady Montegu, 1717’de yazdığı bir mektuptan birkaç satır: “Boğaziçi’nden inerken yirmi mil kadar uzaklığa bakış çok güzel, çok renkli. Dünyada bir eşi daha yoktur… İstanbul, çok büyük bir şehir… Sarayı görebileceğim kadar gördüm. Hıristiyanlık âleminde bu sarayın yarısı büyüklüğünde sarayı olan kral yoktur.” Lamartine’in İstanbul tasvirinden birkaç cümle: “… Evlerin önündeki bahçeleri süsleyen çınarlar, incir ağaçları ve serviler yeşil kümeler hâlinde kubbeler arasından yükselir. Birbirlerinden küçük şehirler gibi ayrılan semtler, mahalleler arasından beliren yeşil tepeler, boyalı ahşap saraylar, çeşitli renklerle bezenmiş köşklerle örtülüdür(…)” Edmondo De Amicisde 1874’teİstanbul’u şöyle tasvir

İstanbul’u anlatmaya ne sayfalarımız yeter, ne de tamamını anlatacak kadar kelamımız var. Bu yazımı İstanbul’un Manevi Fatihi Akşemseddin Hazretleri, Müjdelenmiş Kumandan Fatih Sultan Mehmed Han ve İstanbul’un fethiyle müjdelenmiş askerlere ithaf ediyorum. Salih Samet GÜR


Eleştiri

Umut Yanlık

Edep “Söz Meclisten İçeri”

Bir gün içinde birçok kez kullandığımız bir kelime. Fakat herkes için başka başka karşılıkları var zihinlerde. Size neyi ifade ediyor “edep”?

“mir’at” Bir gün içinde birçok kez kullandığımız bir kelime. Fakat herkes için başka başka karşılıkları var zihinlerde. Size neyi ifade ediyor “edep”? Yazıyı okumaya devam etmeden birkaç saniye düşünün lütfen… …………. ………… ……… “Saygı” deyip geçemeyeceğimiz kadar içsel, Hürmet diyemeyeceğimiz kadar daha samimî şeyleri kastediyor olmalı... Örf-âdete uymak demek de pek doğru olmaz sanırım. Kuru bir saygı mıdır? Haddi aşmamak mıdır? Çapını bilip boyundan büyük işlere kalkışmamak mıdır??? Her kes için farklı bir şeyleri anlamlandıran, göreceli bir kelime “edep”. …“edep”… Neyse… Ne olduğundan ziyade biraz ne olmadığı üzerine sözümüz var bizim. Malum daha çok olanıyla değil, maalesef olmayanıyla muhatabız; olmayan tarafını koyuyoruz ortaya! Ve hatta iftihar ediyoruz bununla! Edebiyatla aynı kökten gelmesine rağmen aynı şeyi ifade etmez, bilirsiniz. Öyle ya her edebiyat ehlinin bir edep sembolü olduğunu kim söyleyebilir? Bu gün bizlere Mevlana’dan, Yunus’tan bahsettiren onların edebiyatçı olmaları değil, daha çok edepli olmalarıdır. Edebiyatçı değil “edepli”, “sergici” değil “değerli” olmalarındandır gönlümüzdeki muhabbetleri Sözleri samimîdir, yıkmak için değil onarmak için, kendinde olanı sermek için değil; muhatabında gizli kalanı ortaya çıkartmak için konuştular onlar. Onlar işlerini mahlûk bilsin diye değil; Hâlik bilsin diye yaptılar. Halen de görevdeler, cisimleri olmasa da işini yapmaya devam ediyorlar hilimleriyle. Bir düşünün; çok güzel bir bercestenin altına “lâedrî” yazabilir misiniz? Budur işte edep. Kendi ürettiğinin reklamını ürettiğinden daha fazlasıyla yapmak ne kadar da edebe mugayyirdir! Biraz susup dinlemektir edep. Ama dinlemiş olmak için değil; anlamak için dinlemek… Öbür türlü anlıyor insan: ”benim bitirmemi bekliyor aslında” diyor kendi kendine. “Bitirsin, ben konuşmaya bir başlayayım da o da beni böyle saygı dolu bir duruşla dinlesin” dediği hissediliyor. Hem dış bükey aynalar gibi olmamak; içini dışa vurarak, yine kendini geçirip aynanın karşınsa kendini büyütme hastalığına kapılmamak gerek. İçine bakmalı insan, ne kadar yetkinde olsa daha çok içine bakıp kendini tartmalı, sorgulamalı ve hatta yargılamalı. İç bükey aynalar gibi olup kü-

26

İbrahim Turhan Lisesi

çültmeli âlemde kendi büyüklüğünü. Sık sık şeytan neden kovuldu huzurdan hatırlamalı. Edebiyle örnek olmak için “selvi” gibi olmalı; gösterişli ama bir o kadar da ağır salınmalı çakılı olduğu yerde. Böyle cezp etmeli, böyle özendirmeli çevresindekilere kendini. Kavak gibi olmak ne kötü olur bir düşünsenize; endam var, içi boş, gölgesi yok! Azıcık yel vurduğunda gürültüsü de cabası! Gülerken de, bakarken de; konuşurken de susarken de ölçülü olmaktır edep. İçinizde karga sesinden hoşlananınız var mı? Tercih edeniniz var mı bülbül sesine? Şanlı bir “Edep” sancağı olup dalgalanmak için ‘Bir’e dönmeli. Bakmalı onun kelamına. (4/36, 16/23, 17/37….) “tevazu ile yürüyün”ü, “ne yeri yarabilirsin’i ne de “göğe erişemezsin”i, “neyden yaratıldı unuttu”yu aklından çıkarmamalı. ‘Bir’e dönmeli ki “birr” olsun gönüller. Konuştuğunda insanlara bir şeyleri anlatırken kendinde olanı pazarlamak için değil; insanda olanı anlamak için konuşmalı. Kâşif gibi olmalı; bakarken, okurken, dinlerken, susarken… Bir saklı defineyi her an bulacakmışçasına heyecan ve ümit ile gezinmeli saklı gönüllerde. Kişi Konuştuğu “hak” da olsa konuşmasında tartmalı kendini. Hakk’kı kendini haklı çıkarmak için değil; kendini de kendiyle olanları da Hakk’ka taşımak için dil dökmeli… ve Hakk’ka taşıyan nebileri model almalı. Onları okumalı, onlara özenmeli. Vahye müşerref olmuşların ilkelerini kendine şiâr edinmeli. ‘Abese’yi bilmeli, neyden yaratıldığını unutmamalı. Nisyana isyan etmeli. İlah’ın “sen onlara en güzel şekilde anlat” hükmünü kalemine mürekkep, sohbetine muhabbet edinmeli. “Yoksa etrafından dağılıp giderler” uyarısı varken, kulaklarımızı tıkarsak bu mesaja; hangi taşın yontulup eser, hangi harfin dizilip edebiyat ve hangi insanın çağrıya uyup kemâle ermesini bekleyebiliriz? Velhasıl fıtrata uygun yaşamaktır edep… Tersi??? “şüphesiz insanlar kendi kendine zulmedicidir” haberinin icrası olur. Hey edep yolunun yolcuları! Hepimize “edebe” müebbet bir yaşam dilerken “Söz meclisten dışarı” desem sizlere edepsizlik yapmış olurum. O sebepten söz meclisten içeri!

Umut Yanlık Tarih Öğretmeni


Eleştiri

Duygu ÖZMEN

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü

Y

azıma şu sıralarda aklıma takılan bir konuyla başlamak istiyorum. Son birkaç gündür dikkat ettiğim bir husus... Annemi bugüne kadar hiç evreni ve varoluşu sorgularken, ya da bir şiir yazarken görmedim. Sorguladığı şey daha çok yemeği beğenmemiz için farklı tatlar ya da fayansları daha da parlak gösterecek bir kimyasal madde arayışı oldu. Gerek çevreden gelen baskı, gerekse geçmişte kadınların düşünce yapılarının kısıtlanması bugün çoğumuzun sorgulamasına engel. Örneğin, bundan 200 yıl önce evlenmeyip, yazdıkları ile ayakta durmaya çalışan Jane Austen’in çevresinin verdiği ilk tepki gülmek olmuştur. Daha da acısı, sadece düşündükleri için ‘ Cadı ‘ ilan edilmekle kalmayıp taşlanarak, eziyet edilerek öldürülen filozof kadınlarla doludur tarihimiz. ( Bkz; İskenderiyeli Hypatia ) Peki, sizin aklınıza Emekçi Kadınlar günü deyince ne geliyor? Geçmişten kalma basmakalıp bir isim mi? Yoksa onlar gibi ticari amaçlı olmasa da “kadın olma hakkını” kazanarak almış insanlar tarafından bizlere yukarıdan verilmiş bir günün gelişi mi? Biraz daha ileriye gidersek, pozitif ayrımcılığın gözler önüne serildiği, ‘Erkekler Günü’ yokken ‘Kadınlar Günü ‘ kutlamanın aslında bilinçaltında kadınları ikinci plana itilmesi mi? 8 Martın tarihçesi ezilen kadınların başkaldırmalarının gururu olarak mı kutlanır yoksa başkaldırmaları sonucu canlarından olan kadınlar adına anılır mı tartışılır doğrusu. Lâkin kesin olan bir şey varsa oda insanların 364 gün şiddete maruz kalan, ezilen, hor görülen kadınları sadece bir günleri varmışçasına ‘ kandırmalarının ‘ doğru olmadığıdır.

Öyleyse her güneş doğduğunda 1857 yılında Newyork’ta zor çalışma koşullarına karşı greve başlayan 40.000 kadının, karşılığını alamayacağı bildiği halde direnerek çalışan Burcu Hanım’ın, yıllardır hayatın zorluklarıyla boğuşan Ayşe Teyze’nin, kocası evde hasta yatarken ona bakmak için hafta sonu bile çalışan Hatice Abla’nın ve bir gün bu düzene karşı dimdik duracak, kendi kaderlerini kendi elleriyle yazmaktan çekinmeyecek olan nesillerin EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN. DUYGU ÖZMEN 11/J

İbrahim Turhan Lisesi

27


Humeyra Özbek

Eleştiri

Nükleer Santrallere Karşı Nükleer Santraller…

elektrik üretebildiğinden ısınma ve ulaşım gibi taleplere imi insanın korkulu rüyası, bu insanlar çevreci- cevap vermiyor. ler ve insan yaşamına değer veren kişiler. Kimileri var ki politikada rant sağlamak uğruna insan yaşamını Bugün dünya üzerinde 436 nükleer reaktör bulunuhiçe sayan, ülkeler arası prestijlere önem veren olaya toz yor. Yapımına 13 ülkede devam edilen 56 reaktörünse pembe gözlüklerin ardından bakan insanlar var. 12 tanesinin inşası 20 yıldan uzun süredir devam ediyor.

K

Son 20 yılda Batı’da inşasına başlanan reaktör sayısı saPolitik kararların, menfaatlerine en ters düştüğü alan- dece 2 tane. ların başında enerji politikaları ve nükleer santral inşa etme kararı geliyor. Kısa ve dönemsel başarılar peşinde Bizim bu nükleer santralleri Rus teknolojisinden yakoşan politikacılar, halklarının geleceğiyle kumar oyna- rarlanarak yapacak olmamız bile tek başına çok güçlü maktan nedense çekinmiyorlar. bir neden aslında.

Halkın görüşüne başvurulduğunda, nükleer santraller kırmızı kart görüyor. İnsanların sağ duyusunu, politikacılar görmek istemeseler de,İtalya,Polonya ve Türkiye Rus teknolojisinden birkaç arıza örneği; nükleer santral istemiyor! Ağustos 2007’de Kali’nin nükleer santralinde korsan donanım bulundu. Çünkü santralde yanlış anahtarlar Türkiye’nin %64’ü,Mersin’in %72’si meclisteki tek bir vekil dışında hiçbir politikacı nükleer santral istemi- kullanılmıştı. yor. 10 Ocak 2010’da buhar jeneratöründe arıza tespit edildi. Arıza buhar jeneratörünün borularından kaynaklandı ve reaktör kapatıldı. Ünite şebekeye ancak 16 ocakta Türkiye’nin saf çoğunluğunun istemediği nükleer sant- tekrar bağlanabildi. ralleri Akkuyu‘ya inşa etmekte diretenler,halklarına hizmet ettiklerini söyleyebilirler mi?.. Ben şimdi nükleer santral fikrini savunmuyorum dediğimde doğal olarak neden sorusuyla karşılaşıyorum. Neden? Çünkü.. Nükleer enerji pahalı,kirli,verimsiz,gelişmeye müsait olmayan eski,hantal ve tehlikeli bir teknoloji.

Sanırım şimdi neden nükleer santral karşıtı olduğum hakkında bilgi sahibi olmuşsunuzdur.

Bir nükleer santralin tamamlanması ortalama 10 yıl sürüyor. Üretime başladıktan 23 yıl sonra ise artık tükendiği için yine oldukça masraflı olan kapama ve Her “gelişmiş ülke” –biz gelişmiş dediğimiz batı ülkesöküm süreci başlıyor. Üretim maliyetleri çok yüksek lerini taklit etmeyi çok severiz ama artık bu tutumdan olmasına rağmen elde edilen enerji toplam enerji ihti- vazgeçtik sanırım- nükleer santralleri tek tek kapatma yacının %6,5’ini karşılayabiliyor.Nükleer enerji sadece yolunda ilerlese de biz açmakta diretiyoruz.

28

İbrahim Turhan Lisesi


Eleştiri Başta Avrupa olmak üzere, pek çok ülke nükleer santrallerini kapatma konusunda kararlı ve hızlı adımlar atıyor. İsviçre üst meclisi tarafından onaylanan karar ise nükleer santralleri kapatma konusunda alınan kararların devlet politikalarına yön vermeye başladığının kanıtı. Dünya, nükleer santralleri kapatırken Türkiye, güvenlik konusundaki büyük zaafları defalarca dünya haberlerine konu olan Mersin’de nükleer santral kurmayı planlıyor. Bir de neredeyse her gün ulusal ajanslar, yetkililer açıklama yapıyor nükleer santraller tehlike arz etmiyor diyorlar.

Bakan Yıldız, Çernobil gibi 40 yaşını aşmış santrallere karşı olduğunu ifade ediyor. Ancak kendisine hatırlatmak isterim ki Çernobil patladığında henüz 3 yaşındaydı.O dönemde de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı,Çernobil’de ki santralde kaza olasılığının imkansız olduğunu açıklamıştı.Yapılan her yeni santralde siyasiler o teknolojinin en güvenli olduğunu iddia ediyorlar. Nükleer santrallerin bir de fazla gün yüzüne çıkmayan yönü var. Nükleer silahlanma...

Humeyra Özbek Amerikan savaş uçaklarından atılan iki nükleer bomba ile sarsıldı. Atılan nükleer bombaların doğrudan etkilerinden yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Nükleer bombaların yıkıcı etkilerinden kurtulanlar kendilerini şanslı saymadılar. Nükleer bombadan yayılan radyoaktivite ise insanlara tarifsiz acılar ve ölümler getirdi. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombaların hem insanlar, hem de doğa üzerindeki yıkıcı etkileri hala devam ediyor. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalara şahit olanlar patlamayı şöyle anlatıyor: “Alev alev yanan bir jetin içinde yukarı doğru fırlatılan iğne başı büyüklüğünde parlak ışık karanlığı deldi, ardından korkunç beyaz bir ışık çölü parlattı”. Bombanın etkisiyle bir saniyeden daha az sürede yayılan ışık o büyüklükteki başka gezegenlerden bile görülmüş olmalı. Merkezindeki sıcaklık güneşin çevresindeki sıcaklığın dört katı, yüzeyindeki sıcaklık ise on katından fazlaydı. İnsanlığın kendi elleriyle yarattığı bu fırında yüz binlerce insan acı çekerek, yanarak, radyasyonun tenlerine ve kemiklerine işlemesi sonucu can verdi. Milyonlarca insanın hayatı, geçmişi, geleceği ve insanlık tarihi bire anda uçaklardan atılan bombalarla yıkıldı. Nükleer santralleri savunanların toplumun bilincinde yaratmak istedikleri tablo elektrik üreten, teknolojinin doruk noktası olan, sevimli endüstriyel yapılar... Nükleer reaktörlerin soğutma sularının çekildiği göllerin yanında romantik piknik yapan sevgililer ve balık tutan insanlar. Hâlbuki nükleer reaktörler, ne romantizme ilham veriyor ne de masumlar! Gizlilik içinde kurulan nükleer reaktörlerin insanlığa mirası nükleer silahlar ve yıkımdır. Hümeyra ÖZBEK

Dünya nükleer santraller ve nükleer silahlanma ile 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda tanıştı. 1945 yılının Ağustos ayında Japonya’da bulunan Hiroşima ve Nagazaki şehirleri, İbrahim Turhan Lisesi

29


Eleştiri

Cem AKBULUT

Nükleer Santral

Aslında Öyle Değil Nükleer Santral...

İ

lk söylendiğinde ürkütücü gelen bu tesislerin, aslında dünyadaki en kaliteli enerjiyi ürettiğini bilmiyoruz. Radyoaktif enerjinin oluşu, Çernobil ve Japonya’daki patlama belki gözümüzü korkutuyor olabilir. Ama Fransa’daki Cattenom Nükleer Santrali’nin sorunsuz çalışması, Çernobil’in de, Japonya’nın da izahının olduğunu gösteriyor. Türkiye’ye gelince... Deprem ve özellikle tsunami riskinin zayıf olduğu bir ülkede nükleer santrallerin zararlı görülmesi mümkün olabilir mi? Duygusal davranmayalım... Ülkemizde deprem görmeyen bölgeler var. Bir Japonya’daki deprem ve akabinde gelişen tsu- de şu var: Coğrafyamızda tsunami ihtimalinin nami, büyük kayıplara yol açmıştı. Tsunaminin 0’a yakın olması bilim adamlarının ortak fikrietkisiyle nükleer santralde patlama yaşanmış ve yatı. O halde nedir korkumuz? Radyoaktif sıradyoaktif dalgalar havaya yayılmıştı. zıntı mı? Japonya’nın en tehlikeli deprem bölgesi olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bu patlamanın beklenen bir olay olarak nitelendi- Yeniden Cattenom... rilmesi yanlış olmaz. Nükleer santraller ağır bir darp görmediği sürece sızıntı vermezler. Kanıtı mı? Wikipedia öyle bir görselle anlatmış ki, yelkenlerin suya inmemesi için keçi inadına sahip olması gerekir! Görsel şöyle: Cattenom Nükleer Santrali’nin etrafı çayır-çimen... Şimdi soruyorum: Radyasyon yiyen bir toprakta nasıl ot biter? Peki, böyle bir tesisi olan Fransa’nın sırtı yere gelir mi? Aklınızdan geçen ilk cevap doğru, emin olun. 30

İbrahim Turhan Lisesi


Eleştiri

Cem AKBULUT

Gelelim Çernobil’e... Çernobil nükleer Santralinin patlayacağı yapımından itibaren bekleniyordu. Zira 1000 Megawatt gücündeki 4 reaktör de hatalı tasarımlanmıştı. Rusların bu gerçeği görmezden gelerek, bir reaktör üzerinde deney yapma isteği, facianın habercisiydi aslında. Sonuç olarak, deney için güvenlik sistemi devredışı bırakıldı ve korkunç son 01:20 sularında gerçekleşti.

leri ile korunuyor. Tüm bunlar bize, aslında o kadar da korkmamak gerektiğini gösteriyor. Bugün Fransa, enerjisinin %77’sini Nükleer Santrallerinden karşılamakta. Avrupa’nın bir numaralı devletinin büyük faydasını gördüğü bu enerjiyi kalitesiz ve kötü görmek ne mümkün?

Şimdi...

Yine ABD, ülke sınırları içerisinde birden fazla santral barındırıyor. Diyelim ki santraller zararlı ve bulunmaları tamamen tehlike... Dünyanın süper gücü, en gelişmiş bölgelerine tesis kurar mı? Umarım biraz olsun kafalarımız rahatlamıştır. Santraller ne ölüm saçıyor, ne de başka bir şey. Sadece enerji üretiyor. Son zamanlarda nükleer santrallerin asıl amacının nükleer ve kimyasal silah üretmek olduğu şeklinde bir kaç spekülasyon duydum. BM’nin ‘’Kimyasal ve biyolojik silah kullanma yasağı’’ getirmesi ve Nükleer silah kullanmanın kitlesel ölüm ve kayba yol açma tehdidine dayanarak ‘’Nükleer silah kullanma yasağı’’ getirme teklifi, bu santrallerin masumiyetini gösteren bir gelişme aslında. Gelişmekte olan bir ülkenin dünya standartlarına ayak uydurması ve kalkınması için nükleer santraller büyük önem arz ediyor. Üst düzey önlemler ile nükleer santraller daha güvenli hale gelecek ve içimizdeki korku kaybolup gidecek.

Az önce okuduğunuz doğruydu. Hatalı tasarım... Bu olayın benzeri, belki de eşi şu değil mi: Parçası eksik, yanmaya hazır bir motoru arabaya takıp marşa basmak. İşte örnekteki arabanın sonunu nasıl biliyorsak, tüm dünya da Çernobil’in sonunu öyle biliyordu. Ruslar gaflete dalıp, felakete meydan okumak yerine tedbiri ve tekniği kullansa, bunlar yaşanmazdı.

Gel gelelim ki, şu anki gelişmeler büyük bir felaketin olmayacağını gösterir nitelikte. Santrallerdeki çalışmalar, son düzey teknolojik aletlerle gözlemleniyor ve en üst düzey güvenlik sistem-

Cem AKBULUT

İbrahim Turhan Lisesi

31


Eleştiri

Gazel Atış

Sınav KORKULU RÜYA

KORKULU RÜYA “SINAV”

B

iz öğrenci milletinin on iki yıldır çektikleri az şey değil. Hep bir sınav, hep bir sıkıntı. Bence eğitim sistemi yanlış işliyor, sınav sınav diye ömrümüzü tüketiyorlar. Ortaokuldan liseye geçmek için SBS , liseden üniversiteye geçmek için YGS-LYS tüneline giriyoruz.Tam bitti derken bu sefer KPSS karşımıza çıkmış bize pişkin pişkin gülüyor.Çoğu öğrenci bu sınav heyecanı yüzünden psikolojisi,sağlığı bozuldu.On iki yıl hiç durmadan çalış ,sınav günü heyecandan gerçek bilgini göstereme,hayatını ertele sürekli,hiç adil değil. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de öğrenci her şeyi son sene halletmeye çalışıyor ve çok fazla yük biniyor omuzlarına. Son sınıfa gelene kadar hiçbir öğrenci bu işin ciddiyetini kavrayamaz. Son sene de her şey birbirine karışıyor. Sınav sistemi yüzünden öğrenci okul derslerini önemsemiyor, okuldaki verimli 32

İbrahim Turhan Lisesi

ğini günden güne düşüyor. Bu durumdan ne öğretmen ne öğrenci memnun! On iki yıl boyunca sınırsız konu ve soru gördükten sonra, hayatın 160 soruluk bir sınava bağlı olsun…! Lise dört öğrencisiyim, bu seneye kadar stresli, kötü ve geleceğe korkulu baktığım bir yılım olmadı.Yeterli çalışmamamızın acısını şimdi çekiyoruz. Yükümüzü biraz hafifletmeleri gerekiyor, yoksa çok fazla yol almadan düşüp kalacağız. BÜTÜN KADER ARKADAŞLARIMA “SABIR” DİLİYORUM. GAZEL ATIŞ 12 TM E


Eleştiri

Elif Nur KARANFİL

Sonbahar Mevsimler…

İ

lkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... Duygularımızı tetiklemede ne de etkililer. Mutluluğumuzu art-

tırma, mutsuzluğumuzu ikiye katlamada… Tabi insanların her şeye olduğu gibi mevsimlere de önyargısı var.Yazın mutlu, sonbahar da hüzünlü… Bunlar kalıplaşmış düşünceler. Bir de şu açıdan bakmaya ne dersiniz; sonbahar, yağmur yağıyor,

kumandam çatıdan gelen yağmur sesleri, penceremden izlediğim yaprağın ahenkle yaptığı dansını görebiliyorum. Mutluyum ya çayım olmasa ya yağmuru duyabileceğim sağlıklı kulaklarım, yaprakların savruluşunu izleyebileceğim sağlıklı gözlerim olmasaydı… Her kalıplaşmış bilgiye inat sonbaharda mutluyum. Elif Nur KARANFİL

denizin karşısında, gelen mesajlara aldırmadan, montunuz, kaş kolunuz oturuyorsunuz bir bankta. Mutluyum, yalnız değilim, sevenlerim tarafından atılan mesajlarım var. Mutluyum üzerimde montum, kaş kolum... Mutluyum yarım saat sonra evdeyim ya yarım saat yürümeme rağmen ulaşabileceğim bir evim olmasaydı... Mutluyum yağmur yağıyor ve yağmuru seviyorum ya sevmeseydim... İşte evimdeyim. Elimde sıcak çayım, diğer elimde

İbrahim Turhan Lisesi

33


Merve Demir

Eleştiri

Hep O Mutlu Masallarla Büyüdük Biz

H

ep o mutlu masallarla büyüdük biz. O zaman- ları götürdüğü bir hayattı bizimkisi… dan beri oyalanmaya başlamışız aslında, gerHep karşımızdakiler düşecek gözüyle bakarken biz çekten uzakta yaşatılmaya taa o zaman başlamışız. “hayata” inat dimdik ayakta durduk, sendelediğiO yüzdendir belki de şimdilerde, en ufak bir aksi- miz yerde doğrulduk tek başımıza. likte ya da gerçek yaşamla burun buruna geldiğiŞimdi bize en büyük kötülüğü yapan önce masalmizde sendeleyip geri çekiliyoruz. Bu yüzden bu larla bü- yütüp sonra gerçeklerle başbaşa bıkadar umursamaz oluşumuz belkide kim bilir. rakan büyüklerimiz, bizim deli dolu İtiraf etmeliyiz masallarla büyütülmüş hallerimize umursamaz tavırlarımıbir nesil için her şeye za “Nasıl nesil?” deyip küçük gör“aman ya”demek ne mesinler. kadar garip olabilir Hayatın ortasında tek kalan, birki.Masallar mutlu birine tutunan bizler o kadar biter hep ne kadar umursuyoruz ki bu hayatı, sizleyalan,ne kadar zorluk rin bunu görüp yaşamdan korkolsa da mutlu biter.Biz manızdan korktuğumuz için de kendi masalımızın susuyoruz belki de kim bilir? hep mutlu biteceğine inanıyoruz. Bir gençliğin geleceğini, bir gençten başka kimse göreAma tutun ki bizi mamez. Sadece biraz güvenin istiyoruz sallarla büyütüp mutlu geleceğimize sahip çıkacağız çünkü geleceğiniz Bİsonlara alıştıran o büyükZİM GELECEĞİMİZ… lerimiz birden, karşılarına alıp “hadi gerçeklerde sıra” deyip o hayatın en acımasız yanlarını Merve DEMİR anlatmaya başladılar, onlar anlattıkça biz anlatmadıklarını yaşayıp öğrendik. Nasıl mı üstünden geldik? Çok sendeledik, garipsedik… Üç doğrunun bir yanlışı götürdüğü değil tek yanlışın tüm doğru-

34

İbrahim Turhan Lisesi


Eleştiri

Ozan ÖLMEZ

OKULU ÇEVRELEYEN SESLER!...

O

kulumuzun etrafı iş makineleriyle sarılOkul sadece sıra, tahta ve tebeşirden oluşmış durumda. Bu durumdan, öğrenci ve maz. Her şey sadece sınıfta anlatılanla sınırlı öğretmenler olarak rahatsız olduğumuz ko- değildir. Bazı konularda öğrencinin ruh hali nusunda bir şey söyleyemeyeceğim. ve psikolojisi de düşünülmelidir. Eğer okulda daha başarılı öğrenci yetiştirmek isteniyorsa Rahatsız olsak bile artık alışmış sayılı- öncelikle öğrenciye gerekli ilgiyi göstermerız. Semtimiz öyle bir çarpık kentleşme üze- li. Bunun olmaması büyük olasılıkla okulun rine kurulu ki, belediye ve diğer yetkililer, bu suçu değil, sosyal şartların gerektirdikleridir. çirkin görüntünün biraz da olsa düzelmesi Okulumuz çok kalabalık ve maalesef okulda için sürekli bir inşa ve yıkım çalışması için- her öğrenciye gerekli ilgiyi göstermek için ne deler. Etrafımızda sürekli yeterli öğretmen ne de yeterli yol onarımı, kanalizasyon zaman var. Bütün bu olumçalışmaları, park yapımı, suzlukların üstüne bir de öğboş arazilerin ticari amaçlı retmen ve öğrencilerin okulu değerlendirilmesi gibi güçirkin iş makineleriyle paylaşrültü ve görüntü kirliliği ması öğrenci açısından hiç iç oluşturan çalışmalar görüaçıcı bir durum değil. Öğrenyoruz. Bu çalışmalar bitticilerin iş makinelerinin gürülğinde güzel neticeler verse tüsü eşliğinde ders dinlemelede buna benzer çalışmalari( dinleyememeleri! ) büyük rın yapılacağı bölgeler her bir sorumsuzluk örneğidir. zaman var olduğundan, bu alışılmış çileyi çekmeye deAncak başta bahsettiğim gibi vam edeceğiz. bu duruma alıştık. Ne acı ki rahatsız olsak da, alışkanlık bizi susmaya mahkûm ediyor. RaBu çalışmalardan bazıları da bu sıralar hatsızız, ama şikâyetçi değiliz(!) okulumuz çevresinde yapılıyor. Geçen seneye kadar okulun bahçesinin sınırları içinde Bu bölgeyi park yapma fikri ne kadar manyer alan ve kullanışsız olan bir bölgeyi park tıklı ve doğru bir karar ise parkın yapıldığı tayapma çalışmaları var. Bu çalışma kullanışsız rih bir o kadar mantık dışı görünüyor. Keşke arazileri( kullanışsız olduğunu düşünmeyen belediye bu parkı yapmak için yaz tatilini beköğrencilerden özür diliyorum ama o mekânın leyebilseydi. yokluğunu çekeceğinizi sanmıyorum) olumlu OZAN ÖLMEZ 12 TM A şekilde değerlendirmeye güzel bir örnek olabilir. Ancak çalışmanın yapıldığı tarih, eleştiriyi hak eden bir konudur.

İbrahim Turhan Lisesi

35


Şiir Mahmur Geceler Bir yıldız kayardı ansızın, sonra bir şems-i mesâda felek mahmur ben, ben her zamanki gibi gözü yaşlı izlerim, tulû-ı kameri. Sonra bir sükûn-ı çöker o dalgın denize işitmem artık denizin dalgalarını, mürganların kanat seslerini… İster miyim işitmeyi bilmiyorum aslında,benim işitmek istediğim tek şey bir sükûn-ı içinde senin kalbinin atışını dinlemek, senin pür nur ela gözlerine korkmadan bakabilmek, o sükûn-ı çöken sahilde beraber yürüyebilmek, çok mu? Bana bunlar ey nazlı ma’şukam… Sen olmayınca benim yanımda,güller soldu, kamerin ziyâsı söndü, ay çıkmıyor, deniz durdu, güneş doğmuyor.Mürganlar gelmiyor, sular dondu, rüzgar esmiyor… Sonra seni bir an yanımda hissederim,sonra o an kamerin ziyâsı parlar gibi oluyor.Ay çıkıyor ama mahmur, bulanık, güneş doğuyor şüpheli, mürgan geliyor yaralı rüzgar esiyor isteksiz… Zulmet gecelerde arıyorum seni, sürüsünü kaybetmiş bir mürgan gibi aratma artık mahmur gecelerde kendimi, gel artık gel ki beraber izleyelim(Ruşen) yıldızların kayışını, şems-i mesâda , tulûn-u kamerin birbirimizin kalbini, ma’şukam… Seni hep zulmet,sâkit sahillerde beklerim… Mücahit Oğuz 11-F

KAR NEFTİ Kar nefti yağıyor ölüye Ölüde ki ormana kar Orada sık ağaçlı bir bedeviye Kar sorar,ölü sorar Ölümün anlamı ne? Gözle pek görülmeyen, Düşlerde pek görülmeyen bir orman Ölümle bakılan, bakılınca da tersine dönmüş bir gündüz gibi.. Her türlü akşamın mezarlığında. Kar nefti yağar ölüye Yağsın ölüde ki ormana kar Değil ki ölüler onlar,bile görmez Bu mevsimde akşamı bembeyaz gözleriyle.

36

İbrahim Turhan Lisesi

Ahir zamandayım. Yitik bir benle yaşamaktayım, Korkularımı kaybetmiş yalnızlıkla savaşmaktayım, Kaybedecek bir şeyim kalmamış, fuzuli dünyada acizce savaşmaktayım. Yüreğimi bir kenara savurmuş, olmamış aşklara yelken açmaktayım. Sevdanın en ağır yükünü cahilce omuzlarımda taşımaktayım. Yersiz yurtsuz gönüllerde zehrolmaktayım. Ölümle, ölümle inatlaşmaktayım… Gazel ATIŞ 12 TM E YALNIZLIK Yalnızlığımla oyalanıyorum bazen…Tutkularımı dile getiren ; rüyalarımla yaşıyorum ben. Beni ben yapan gerçeklikle oyalanıyorum bazen… Hayatımda umutlar oldukça ; büyük yaşam veriyor bana kendiliğinden… Gözlerimden akan inci taneleriyle oyalanıyorum bazen… Yaşadığım dertler oldukça ; tekrar umut edip yaşamaya başlıyorum her şeye rağmen… Geçmişteki sevdalarla oyalanıyorum bazen… Yeni sevdalara ufuk açamıyorum ; korku sarıyor büsbütün. Hayallerimle yaşıyorum ; hayallerimle birlikte yaşatmak istiyorum benim olan her şeyi , bana değer veren herkesi bana ait olan güzelliği… FATİH KORKMAZ 11-SOS I

SANA NESİ? Mavi,masmaviydi ateş Ateş mavisiydi yüreğim, Gözyaşı yüklüydü gülüşlerim Ay karanlıktı Kar içindeki benimdi yanan. Bir damla suda gördüm okyanusu Can benim düş benim Sana nesi? Su yaparım ateşi Bahar DURMUŞ Siyah yaparım beyazı 12 TM-A Ayı karartırım Sana nesi? Beni benimle başbaşa bırak Bir diğer güne bedenimi zor taşıyorum Kaderime karşı koymak ister gibi sürüklüyorum bedenimi.. Bunun daha ne kadar süreceğini bilmiyorum Bu zıtlıkları birleştirdiğim günlerin içinde çırpınıp duruyorum Hayatı eşeledikçe eksiliyorum sanki.. Sana nesi?...


Şiir HİCRAN Bana her baktığında bir peykân saplanır sineme. Öldürür mü bilmem lakin acısı derindedir. Her gülüşün kadehlerde sunulmuş zehir gibi korkutur beni. Mihmân olma artık gönlümde bir yer tut.Avare olanlar fırsat bilip üstüne düşmesin. Afitabum,ol göster ışığınla bana yalnızca mum ışığı yeter mi aydınlığa! Sensizlik kapıdan giren bad-ı saba gibi üşütür beni. Bülbül isyan eder güle,gülün umrunda mı bilinmez ama bekleyecek onu bu gece.En iyisi gülü koparayım dalından sana vereyim sen git o bir başkası var ya ona ver. Bülbül müsaade etmez hele ki o gül sen isen yar eder mi insan sevdiğini bir başkasına? Peykan:Okun ucundaki öldürücü demir. Büşra GÜLTEKİN 11/F Mihman:Misafir Afitabum:Güneşim Bad-ı saba:Sabah rüzgarı

ÖĞRENDİM Bir garip uzaklaşmalar içerisindeyim Sitemlerden sonra hayatın ellerindeyim… Yalnız… Yorgun ama güçlü Geçici hırslara bürünmüşüm… Kapılarımı kapadım üzenlere Yollarım tıkandı vazgeçenlere Aslında bir hiç uğruna üzülmüşüm… Paylaşılmaz birtakım duygular Ve en kuytu köşelerdeyim… Mutluyum; hayattan hoşnut İçim öyle rahat ki yok bende boşluk… Önüme bakıp eskilere üzülmemek Merhaba deyip de susmayı öğrendim… İçimden konuşup da sessizce sustuğum Paylaşmak isteyip de kaçtığım Şüpheler içinde yandığım Boş verdim her şeyi yaşamaya bakıyorum… Bende gidene eyvallah derim Sevenlere bile engel değilim Yüklerden arınmış huzur içindeyim Gerçekler benimle...Mutluluklardayım… Karmaşa ve yalanların ardından Engin yeşil beyazlardayım… Alnım açık yüzüm ak! Dostlarımla ayaktayım… Hiç bir şey yıkmadı benliğimi Kendimden ödün vermemeyi öğrendim… Ödünler içinde boğulmaktansa En doğru olanın kendim olduğunu öğrendim… Allah’ın kuluna bağlanmaktansa körü körüne Kendime bağlanmayı öğrendim… Aynaya bakıp da kendimi kıskanıp, Kendimle barışık olmayı öğrendim… Mehmet Oral – 11/B

İLHAM PERİLERİ

İlham perileri yolda yakaladı.Fikir kelepçelerini takıp ellerini, imgelerle de ağzını sıkı sıkıya bağladı.Parçalı bulutlu romansı bir hava hakim, güneşli bir hikayede bulutların ardında savcı idi. Tam bu sırada yağmurlu bir şiir başladı.Diğer düşüncelere kepenk kapattılar,şemsiyeler altında. Bir tek, bir tek onun şemsiyesi yoktu.Hayır, şemsiye kullanmıyordu, ıslanmayı istemişti tüm kalbiyle, belki de yaşlanmayı şiir yağmurunda. Onun adı aşktı. Gönüller arası iletişimin ilk ve son durağı HİLAL ERCİYES 11TM J

ARKADAŞ Derdim olurdu deli dolu dalgalar gibi Kayaya vurmak ne kelime Arardım bir arkadaş eli Dinlese derdim Dinlerdi… Acılarım olurdu, kap karanlık yasta gibi Toprak başında nöbet ne ki Nöbet tutsun isterdim arkadaşımın resmi Beklesin derdim Beklerdi… Yalnızlığım olurdu kimsesiz gölgeler gibi Işıklar söndüğünde görünmemek mi? Yansısın isterdim arkadaşımın güneşi Görünsün derdim Görünürdü… İzlerim olurdu silinmeyen günler gibi Unutulsun isterdim, hiç yaşanmamıştı ki Görmezden gelsin acımı,arkadaşımın gözleri Silinsin derdim Silerdi… Kadriye Erdoğan 10-I / 7902

İbrahim Turhan Lisesi

37


…! Ben bir cümleyim sen ise öğelerim Ben bir özneyim sen ise yüklemim Ben seni anlatan her harfim sen ise Bitişimi, devamımı, duygularımı belirtensin Özlemim zaman zarfı iken Mekanım dolaylı tümlecimsin Kısacası Birtanem! Sen benim Dil anlatımda tüm bilgilerim Edebiyatta düşüncelerim Tarihimde geçmiş ve geleceğimsin …!

YAYIMLANAMAYANLAR 12 fen – D 8495 Merve moroğlu 11 – H 9670 yunus emre çakır 12 fen – A gurbet durmuş 11 – J 6830 ayşenur Özdemir 11 – G 9517 rukiye öztürk 10 – F 6021 kübra aykanat 9 – V 8602 nuri ilhan 11 – F Merve turan 12 sos – A 7010 okan gündüz 11 – I 7435 emine kurt 11 – F Kübra savukduran 11 – İ 7299 necat kalkan 11 – I Merve ukşal 11 – K 7913 Sena korkmaz 11 – I 8545 Batuhan demirkan 11 – J 8680 Ahmet semih Karataş 11 – F 6300 Habibe yerlikaya 11 – J 7610 Bahar balcı 11 – I 5742 Büşra yücel 11 – J 8375 Hilal Erciyes 11 – I 7668 Rıdvan baykara 11 – F 7570 Merve dinç 11 – I 9847 Oktay uslu 11 – İ 6434 Mert nadir güven 11 – A 7567 Gülbin Aksoy 11 – I 8059 Merve demir 11 – F Kader alan 11 – F Büşra torlak 11 – G 9719 İbrahim arat 11 – A 6870 Rezan yıldız 11 – L 9376 Tuğçe tığ

38

İbrahim Turhan Lisesi

…! Sevmek sadece dilde değil. Yürekte insanın en iç boşluğudur. Seni seviyorum demekse sadece sevmek Evet! Bende seviyorum: insanları, hayvanları , bitkileri , mehtapta yıldızları seyretmeyi , denizi dinlemeyi bir musiki gibi Evet! Seviyorum : Kitap okumayı , yazmayı , çalışma masamı ve tabi ki nefes almayı ! Ama unutulan bir şey var ! ‘sevmek’ diyorum Sevda yani bir ‘eş’ işin aslı Nasıl ki bir papatya yapraksız yapamıyorsa Nasıl ki bir hayvan tek başına üreyemiyorsa Ve nasıl ufacık bir toprak tanesi tek başına karayı oluşturamıyorsa İnsanoğlu da tek başına bir bütün olamaz! Tabiri caizse bunca söylediklerimin sonucu ‘sevda’ işte. İnsan sevgisiz yarım elmaya benzer. Bazen ‘benim diğer yarım nerede?’ der. Bazense yenilir bir bütün olmaktan vazgeçer Yenilenlerden olmamak dileğiyle hoşça kal …! NURTEN İLHAN 12 SOS A


Hikaye

Havva Dilber DAŞDEMİR

Haydarpaşa ve İstanbul H

aydarpaşa garında başlar yolculuğumuz. İstanbul karşımızda bütün güzelliğiyle duran süslü bir kadın gibidir. Süslü, renkli, güzel... Fakat makyajını sildiğinde fark etmeye başlarsınız gerçeği ki gözaltları morarmış suratı çökmüş dayanmaya takati kalmamasına rağmen direnmektedir bütün her şeye. İki kıtaya omuzlarını yaslamış güç almaya çalışıyordur adeta. Yüzünüze güler, içindeki tüm tüm eyleme rağmen. Hoş karşılamaya çalışır sizi elinden geldiğince, oturup dinlersiniz nice yaşanmışlıklar anlatacaktır ama dinlemezsiniz. Siz her daim ondan en güzel nameleri dinlemeye alışmışsınızdır çünkü. İstanbul seni nasıl tavlayacağını bilir ama sen nasıl tavlandığını anlayamazsın. Kahpe Bizans, yüz bin erden arta kalan el değmemiş duldur bu şehir. İstanbul aitlik hissidir. Belki ilgin bir kadın; bazen yollu bazen yolları bozuk, bazen yolsuz... Belki iyi bir sanat eseridir; hem zamanına dokunur hem büyüyü hissedersiniz. Zıtlıkların birliğidir İstanbul. Bir tarafında gökdelenler semaya ulaşırken, birileri burnundan kıl aldırmayarak o alışveriş merkezi senin bu alışveriş merkezi benim derken, şehir mimarisiyle bizi sanata doyururken; arka sokaklarında birileri yaşamak için ‘’mücadele’’ vermektedir. Çünkü İstanbul bir canavar misali onları yutmak için çabalıyordur. Kevin Cartner’in çektiği bir fotoğraf vardı belki hatırlarsınız; emekleyerek 1 km ötedeki Birleşmiş Milletler kampına gitmeye çalışan Afrikalı bir çocuk ve arkasında onun ölmesini bekleyen

akbaba... İşte o akbabadır bu şehir. Yormaz kendini seni yemek için. Senin yorulmanı bekler ve tamda seni daha fazla dayanamadığın yerde üstüne çullanır. Gökkuşağı betondan kenttir İstanbul. Yıldız Parkı’nda uzanıp izlemeye koyulduğumuz an padişah olmak için başka şeye ihtiyaç kalmaz. Yaşamakla hayatta kalmak-kalmaya çalışmak-arasındaki farkın ne rahat gözlenebildiği şehirdir. Her sabah masum uyanır fakat her gece hesabını veremeyeceği günahlara uyur bu şehir. Bundan mıdır bilinmez iki yakası bir araya gelmez... Kavunun kelek çıkma ihtimalinin en çok düşünülmesi gereken şehirdir. Şehre gelip bozdukların birlikte kaynadığı kazandır. Yedi tepede kendine yer bulamayıp boğazın buz gibi sularına kendini adayan bir kule vardır hani bu şehirde: Kız kulesi. Kehanete göre kralın birine çok sevdiği kızının on sekiz yaşına gelince bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. İşte İstanbul bu sepettir. Üzümü de yılanı da bünyesinde barındırır. Niyeti kötü değildir belki ama zararı kaçınılmazdır... Bırakalım İstanbul ne olmuş ne olsun da, Bana bir masal anlat baba, İçinde tüm sevdiklerim, İçinde İstanbul olsun... Havva Dilber DAŞDEMİR İbrahim Turhan Lisesi

39


Hikaye

EMEL CABACI 6648 11-I

İstanbul’da Zaman ‘’Her şey tersine gidiyor... Kitaplar hocasız ve hocalar kitapsız... Gençler halsizleşiyor ve yaşlılar gençleşiyor... Yaratıklar insanı oynuyor ve insanlar da yaratığı...’’ Her zaman yaptığım gibi aynanın karşısında kendimi sorguluyorum, ben soruyorum aynadaki ben cevap veriyor... Son iki yıldır bu davranışlarım alışkanlık haline geldi. Oysaki iki yıl önce annemin karşısında kendimi sorgulardım, ben soruyordum annem cevap veriyordu o zamanlar bir aynaya ihtiyacım yoktu. Onca işin içinden kendime vakit ayırabilmiştim. Bugünkü pazar kahvaltımı dışarıda yapmak için giyindim, kahvaltımı ise arkadaşlarımla gittiğim ama bu sefer yalnızlığımla baş başa kaldığım güzel bir restoranda saatlerce, uzun uzun oturup ve sınırsız çay keyfiyle mutlu kahvaltımı yaptım. Gün içerisinde banka, evrak… gibi. işlerimi de hallettikten sonra rahatlamışa benziyordum. Bu rahatlayış beni bir çılgınlık yapmamı söyledi ‘nefis bir boğaz turu hiç de fena olmaz’ dedi bu rahatlayış. Bu sıcacık, berrak, ışıltılı güneşin gülümseyişi sadece beni değil herkesi sevindirmişti, Ortaköy’de bu atmosferi çok iyi hissedebiliyordum. Sahilde kovalamaca oynayan, uçurtma uçuran çocuklardan birkaç kare fotoğraflarını çektikten sonra ‘’boğaz turu!10 lira’’ diye bağıran vapur görevlisini gördüm, hiç zaman kaybetmeden on lira verip vapura bindim, daha kalabalıklaşmadan kendime güzel bir yer seçtim, vapurun kalkmasına daha yirmi dakika vardı bu sayede vapur iyice doluyordu. Elinde tepsi ile çay dağıtan satıcıdan bir bardak çay aldım, vapur hareket etmeye başladı; sanki vapuru hareket ettiren motor değil de denizin temizliği, maviliği, güzelliği... gibi geliyordu bana. Eşsiz güzelliği fotoğraf çekerek ölümsüzleştiriyordum. İstanbul’u İstanbul yapan Boğaz Köprüsü’nün altından geçiyorum şimdi de. Kaptan bu güzelliği iyice görmemiz için kıyıdan kıyıdan sürüyor veledi... Değişik bir ambiyans uyandıran Askeri Kuleli Lisesi’ni görüyorum, deniz yolu üzerinde müzede

40

İbrahim Turhan Lisesi

geziniyorum adeta. Tek tek fotoğraf çekerken merceğime biri yakalanıyor; uzaklara dalıp gitmiş, çatık kaşlı yaşlı bir dede. Bütün merakımla gidiyorum yanına ‘merhaba’ dedim ve usulca yanına oturdum. Dikkati dağıldığını gördüm bana baktı, deniz kadar mavi gözleri, İstanbul kadar yaşlı elleri vardı.’merhaba’ dedi fısıltıyla. -Ne güzel değil mi bugün İstanbul? Hayallerindeki erkeği arayan bir genç kız gibi saf temiz, dedim içimdeki tırtılı kelebek olması için sabırsızlanırken... -Her gün olduğu gibi bugün de benden bir şeyler koparttı, hain İstanbul, dedi şikâyet edercesine... -‘’Nedir bu İstanbul’a olan düşmanlığınız?’’diye sordum şakayla karışık. -İstanbul önce ailemi aldı sonra benliğimi, dedi sonra arkasına yaslandı yaşlı adam, gözlerini kapattı, küfre özenen kelimelerin dişlerinin arasından bıraktığı o kekremsi tatla oyalandı... -Deme öyle! İstanbul’un bir suçu yok bende annemi kaybettim iki yıl önce ama suçlamıyorum İstanbul’u ne de başka bir şeyi... Eğer varsa suçlu o da ‘’zaman’’! Tekrar yaşlı adama baktım, susuyordu sadece tüm samimiyetiyle Rumeli Hisarı’nı izliyordu. Bu yaşadığım görsel şölenden sonra vapur kıyıya yanaştı bir saat ayrı kaldığım Ortaköy’den tekrar karşılaştık. Akşam karanlığı basmıştı, rüzgâr etkisini göstermişti, eve dönme vakti gelmişti... Bu güzel yaşadığım günden herkese teşekkür ettim; kahvaltı yaptığım restoran, beni doluşturan vapura, çay satan satıcıya, İstanbul’a düşman olan yaşlı adama, Ortaköy’e ve İstanbul’a... “Ben zaman ile ilgili hiçbir endişe duymadım; çünkü o yeterince hızlı geliyordu...” EMEL CABACI 6648 11-I


Hikaye

i v a M B

EMEL CABACI 6648 11-I

r a l t a Hay

u akşam işten geç vakit çıkabilmiştim, akşamın karanlığında yorgun bir halde zor eve atabilmiştim kendimi. Hızlıca mutfağa girip kendime kahve pişirdim. Ben yorgunluğumu; bir fincan kahve ve her zaman dinlediğim, keyif aldığım radyomla birlikte çıkarırım. Bu akşam da yalnızlığımı radyom ve kahvemle birlikte geçiriyorum, radyo da çalan doksanlı yılların nostalji şarkılar ise bana eşlik ediyordu. Bir süre sonra sevdiğim radyo programı ‘’mavi hayatlar’’ başladı. Kahvemi bitirip mutfak tezgâhının üzerine koydum ve radyomun sesini biraz daha açtım. Bu programda sevdiğim şey, insanların yaşadığı olayları, hayatlarını anlatması; sonra radyocu ve dinleyiciler bağlanan kişiye önyargısız yaklaşması, küçümseyici bir tavırla dinlememesi, insanların dertlerine, sıkıntılarına gereği kadar yardım edilmesi bu programının ayrıcalıklarındandı... İnsanları burada dinlerken, benim de arayıp bağlanasım geliyor; kimi zaman sonra bakıyorum da benim bu insanların hayatlarının yanında tozpembe kalıyor hayatım. Saate baktığımda çoktan akşam geride kalmış gece yarısı olmuştu; radyoda bağlanacakları bekliyordum, radyonun tabiriyle ‘’mavi hayatlar’’ı bekliyordum... Yüzünü görmediğim ama sesine aşık olduğum, kadife sesli radyocu Ali Nazik Bey ilk önce Edip Cansever’den kısa bir şiir okuyarak giriş yaptı, sonra dinleyiciye bağlandı - Alo, iyi geceler, dedi radyocu samimi bir ses tonuyla. - İyi geceler, diye karşılık verdi hüzünlü, durgun bir kadın sesi. - Sizi tanıyalım? diye sordu radyocu. - Ben İstanbul’dan Fatma. - Hoş geldin Fatma, dedi radyocu içtenlikle, bize paylaşmak istediğin ya da hayatında yaşadığın bu yaşantılarınla mavi çemberin içine aldığın bir yaşam öykün var mı? - Evet var, bundan iki yıl önce babamı kaybetmiştim ve onun ölümü hala gözlerimin önünden gitmiyor; çünkü tam benim yanımda öldürülmüştü bu acıyı en iyi ben bilirim ve o yıl üniversite sınavına girmek için hazırlanıyordum ama sınava girmedim. Kendimi toparlayamamıştım daha. Fatma’nın ses tonuna bakılacak olursa acısını dindirememiş hüzünlü bir biçimde geliyordu -‘’ Peki, durumu atlatman için annen-akrabaların sana yardım etti mi?’’diye sordu radyocu. - Evet, annem ve dayım beni psikoloğa götürdüler orada konuşarak rahatlıyordum ve toparlanmam için gereğinden fazla yardım ediyorlardı.

- Hmm… Peki, ciddi bir anlamda kendinde iyileşme gördün mü? - Aslında tam toparlanmıştım ki babamın ölümünden bir sene sonra annem benden habersiz evlenmişti ve yıkılmam için bir neden daha çıktı ortaya. Fatma’nın sesi daha bir buğulu gelmeye başladı ve yaşadığı hayat acı vericiydi. Annemin evlenmesine karşı değilim ama benden habersiz olması beni üzmüştü. - Peki, Fatma bu durumu tekrar nasıl atlatabildin ya da atlatmaya çalışıyorsun? - Psikoloğa gitmeye devam ediyorum, annemle aram iyi, üvey kardeşlerimle vakit geçiriyorum. Benim kimseye kin nefret gibi duygular barındırmadım; sadece anlatmak ve Mavi Hayatlar’a paylaşmak istedim. - Bize yaşam öykünü anlattığın için sana teşekkür ederiz Fatma. Burada bana gelen e-mailler de senin için destek veren mesajlar yollanıyor, yalnız değilsin. Bir kaç mesaj okuyarak radyocu bu hoş sohbete son vermek istedi. - İyi geceler Fatma, kendine iyi bak. - İyi yayınlar, dedi Fatma. Hoş bir ses tonuyla söyledi bu sefer. Bu sohbetin ardından radyocu Ali Nazik Bey, Fatma için Candan Erçetin’in ‘’Kırık Kalpler Durağı’’ şarkısını çaldı. Şarkı muazzam haliyle çalarken ben de düşünmeye başladım, mazide ki yaşadıklarımı…Bu sayede Fatma’nın radyoya katılarak cesaretine bir kez daha hayran kaldım. Vakit epeyce geç oldu, programı sonuna kadar dinlemek isterdim ama yarın iş başı yapacağım için radyoyu kapattım. Bir daha ki programı ve yeni mavi hayatları dinlemek için sabırsızlanıyorum...

İbrahim Turhan Lisesi

41


İrem ŞENTÜRK

A

Her Şeyin Başladığı ve Bittiği Yer

ylardan mayıs... Hava sıcak mı sıcaktı.Kendi halimde,günlerin arasından geçip giderken bu dünyadan,bir gün Kavacık sahiline gitmiştim.Sanki onunla karşılaşacağımı hissetmişim de kendimi Kavacık sahiline atmış gibiydim.Ali Abi’nin teknesinin orada takılıyor,dalgaların bana söylediği müziği usulca dinliyordum. Gözlerimi sahilde gezdirirken birden birine ilişti. Yalnızdı... İtina ile denize dalmış içlenip bir şeyler söylüyordu. Kendime hakim olamadım bakakaldım ona öylece. Nasıl olduysa ona yaklaşmaya başladım. Yaklaştıkça üzüntüsünü daha da iyi görebiliyordum. Sessizce bir şeyler haykırıyordu. İçinden usul usul bağırıyordu. Durakladım, belli ki bir derdi vardı. Onu sessizce izlerken döndü, sert bir bakış attı bana. Aman Allah’ım, sanki bir mızrağı kalbimin ortasına sapladılar, göğsümün ortasına saplanışını izledim gözlerinin!Sanki o an tüm dünya susmuş gözlerimiz konuşuyordu.Biraz daha konuştu gözlerimiz,sonrasıysa evren tekrar başladı dönmeye ve o kederli surat ifadesini takınarak gözlerini çekti gözlerimden.Eve döndüğümde tek düşünebildiğim bir şey vardı:O !... O günden sonra hep sahile gidiyordum ve karşılaştığımız yerlerde geziyordum. Derdimi denize söylüyordum bağıra bağıra ki, iki gün sonra yine sahil kıyısında arkamdan ince ve ürkek ses bana ‘’merhaba’’ dedi. Bu ses dünyada duyduğum en güzel sesti.Döndüm arkama;Aman Allah’ım bu oydu!Karşımdaydı… Gözleri ışıl ışıl parlıyor ve suratında bana verdiği selamdan ötürü hafif utanma vardı.Ben, sus pus olmuş onun merhabasına hangi şiirle yanıt versem diye düşünüyordum.İçim o kadar doluydu ki biliyorum her merhaba ile başlayan cümleyi seni seviyorumla bitirebilecek durumdaydım. -Deniz ne kadar güzel dimi, dedi. -Evet öyle, dedim sessizce. En büyük dert ortağımdır o benim, dedim. -Biliyor musun ne zaman canım sıkılsa buraya gelir derdimi onlara anlatırım, bana hak verirlerse sessizce çarpar bu dalgalar ama bana kızdılarsa tüm hışmıyla karaya vururlar, benimde en sadık dostlarımdır, dedi. Adı Cemreydi, yeni taşınmışlardı Kavacık’a. Utanıyorduk ikimizde birbirimizden, ikimiz de korkuyorduk; çünkü ikimiz de yaralıydık. İkimizde sevmeye engel evcil yaralarımız vardı. Ama ne olursa olsun ellerimiz birbirine kavuşmak için can atıyordu. Gözümü nereye çevirsem sanki kirpiklerim bana sesleniyor her yerde onu arıyordu. Pes etmiştik artık. İkimizin de mutlu filmlerdeki gibi elleri elerine geçiyordu. Ama dilimiz sürekli korkuyordu seni seviyorum demeye. Ellerim ellerinde, sureti gözlerimde lakin olmuyor. Biliyorum seviyorum ama diyemiyorum. Oysaki ne kadar çok sevdiğimi sabahlara kadar anlatmak istiyordum.Ama Kavacık sahili de bize hak veriyor. Martılar sessiz,dalgalar yok,herkes sanki bizi izliyor.Artık günlerim onunla geçiyor olmuştu.Hiçbir şey umurumda değildi. Bir an önce ailemle tanıştırmak istiyordum.Artık geleceğe yönelik hayaller kurar olmuştuk.Tabi biricik dostlarımızı yalnız

42

İbrahim Turhan Lisesi

Hikaye

bırakamazdık o hırçın deniz aşkımızla birlikte resmen uysallaşmıştı. Ona evlenme teklifini de bu sahilde ettim. Boynuma bir sarılışı vardı ki içimi ısıtan, çıkarttım yüzüğü ve dedim ki:’’Ne zamanki bu deniz kurur işte ben ancak o zaman seni unuturum. Bu deniz kuruyana kadar geri kalanını benimle geçirir misin?’’ Onun o heyecanını anlatmak mümkün değil, evet diye seslenip evine doğru bir koşuşu vardı ki... Belki ailesine söyleyecekti. Peşinden gitmedim, yavaş yavaş eve doğru koyuldum. Sabah olmuştu. Günlerden pazar, içimde bir huzursuzluk var. Kalktım, ilk işim Cemre’yi aramak oldu. Gecede haber alamamıştım. Telefonu kapalıydı. Üzerimi giyip Kavacık sahiline gittim, belki orada bulurum diye ama yoktu. Tam onun evine gidecekken dalgalar bana bir şeyler diyordu.Çok hırçındılar. Sanki ağlıyorlardı.Martılar,hayata küsmüş gibi ses çıkarmıyor aşağı yukarı uçuyordu ve dalgalar o kadar hızlı çarpıyordu ki yüreğim acıdı.Elim ayağım birbirine dolanmış şekilde evine doğru koştum.Koşuyor,koşuyor,koşuyordum...Yollar birbirine girmişti sanki,bir türlü evine varamadım.Gittiğim yol 10 dakikalık yoldu;fakat o kadar tuhaf bir duygu vardı ki içimde evine 5 dakikada vardım.Nefes nefese kalmış,dilim dışarıda soluklanırken birileri bir şeyler mırıldanıyordu.’’Bak sen şu kızın kaderine,tam da evlenecekti ya!Kader işte hanım Allah rahmet eylesin ne diyelim…’’ ‘’Olamaaazzz ! Hayır, hayır ben yanlış duydum ya da bu o olamaz ki!’’4.kattaki evlerinin kapısına saniyede çıktım. Kapıyı çaldım açan kardeşiydi, ağlıyordu. İnsanın kalbinin erimesi böyle bir şeydi. -Cemre nerede, dedim. Kısık ve ürkek sesle:-Ablam öldü abi!dedi ve sarıldı… Kıyamet mi koptu, gözlerim neden karardı... Dizlerimin bağı çözüldü oracıkta yere düştüm. Apar topar içeri aldıklarında anlatmaya başladılar. Kavacık sahilinden koşarak çıkarken hızla gelen motosiklet çarpmış, orada can vermiş Cemrem. Eli sımsıkıymış açamamışlar.Daha parmağına bile takamamıştı elinde annesine verecekti.Annesi buruk bir sesle,yüzüğü sen mi verdin ona,dedi.Evet bile diyemedim,boğazımda bir şey tıkandı ve kaldı.Koşar adımlarla oradan uzaklaştım. Salı günü toprağa veriyorduk Cemremi. O küçücük gövdesini bembeyaz bir kefene sarılı şekilde gömüyorlardı. Kitlendim bir şey yapamadım, onun üzerine-sevdiğimin, ömrümün üzerinetoprak attıkça canımdan can gidiyordu. Artık o yoktu oda gitmişti yıldızlar ülkesine. Peki ben... Ben ne olacaktım. Sersefil perişan bir halde geziyordum. Tanıştığımız ilk yere gittim. -Kavacık sahili heyyy!Duy beni Cemre artık yok!Sana veda etmeye geldim Kavacık sahili, Ali Abi hoşçakalın.Ha arada beni unutmayın!Nereye gidiyorum diye de sormayın;çünkü bende bilmiyorum… Hoşçakalın anılarım….Hoşçakal yarınım… İrem ŞENTÜRK


Hikaye

İva YASİN

Yarınlarda Umut On beş yaşında bir genç kız olan Sevda on yaşından sonraki geçirmek zorunda kaldığı çocukluğunu anımsayınca ilk başta ne kadarda zordu. Annesi ölen bir çocuk ve bir daha konuşup duyamayacağı bir hayat onu nasılda korkutuyordu. Arkadaşları onunla çok az zaman geçirirlerdi, haksızda sayılmazlardı. Çünkü Sevda sadece bir heykel gibi duruyordu onların duyduklarını okuyabiliyordu ama cevap vermesi için etrafındakilerin onun yaptığı el kol işaretlerini anlaması gerekiyordu. Kendini ifade etmekte zorlanıyordu. Bazen yazıyordu ama bu da yetmiyordu. Hayata küstüğünü ve artık yaşamak denen şeyin onun için anlamı sadece ayat sadece yaşamakla kalmamalı. İnsan yaşadığı diğer insanlarda noksan kaldığını bilmesiydi. süre zarfında yorulur, bazen bırakmak ister haBir gün bir çocuk onu çamurlu suyun içine itmişti. yatı ama bizleri hayata bağlayan damarlar buna izin Çocuk onun konuşamadığını ve ona cevap veremeyevermez. ceğini biliyordu o yüzden yapmıştı. Sırf onlardan farklı Sevda on beş yaşında pırıl pırıl gözleri ışıldayan diye konuşamıyor diye,duymuyor diye! Sevda çamurlu bir kızdı. Yeni yeni alışmaya çalıştığı bu hayatında art suyun içine düştü. Hızla kalktı çocuğun bu yaptığını arda gelen acılar onun gözlerindeki ışığı söndüremedi. ayıplamak, sövmek istedi: Aslında bizler olaylara baktığımızda o gözlerden başka neyi var ki diyebiliriz ama onun için hayat görebildik- -Neden yaptın? leriyle değil var olduğunu hatırlatan insanlarla gözle- -Niye? riyle konuşma ya da var olduğundan bile şüphe ettiği -Ben sana ne yaptım ki? sesler ile birlikteydi. -Bu yaptığın haksızlıktı sen kötü bir çocuksun, demek - Anne nereye gidiyoruz? istedi. Ama yapamadı. - Kızım şimdi babaya gidiyoruz. El, kol işaretlerini kullansaydı çocuğun onunla daha - Evet babaya gidelim anne, baba nerde? çok alay edip küçük düşüreceğini biliyordu. Hiç bir şey yapamadan yürüyüp gitti. Ama eve gelince bütün gün - Ona sürpriz yapmaya gidiyoruz kızım. ağladı, ağladı, ağladı... Babası ona o gün bir bilgisayar Sevda on yaşındayken, o kış, ocak ayının yirmi hediye almıştı. Ama o fark etmemişti bile. Sabah olunüçünde babasının doğum günüydü ve annesi bir pasta ca bilgisayara baktı, sağır olduğundan beri bu aleti hiç alıp iş yerine götürüp iş arkadaşlarıyla birlikte kutlama kullanamamıştı. Bilgisayarı açtı. Babası bir not bırakyapma niyetindeydi. Sevda çok helecanlıydı, arabada mıştı “Not: Artık bir sürü arkadaş edinebilirsin. Hem anne kız konuşurlarken yolda oluşan buzlama sonucu de dünyanın her yerinden canım kızım. Bazen sadece birden önlerine çıkan sürücüyü Sevda’nın annesi fark yazmak bile yeterlidir.” Sevda gerçekten de babasının edip direksiyonu kırana kadar olan olmuştu. Sevda’nın dediği gibi internet sayesinde birçok arkadaş edinmişduyabildiği son ses annesinin çığlıkları olmuştu. Sevti. Sadece yazıyordu, birçok arkadaşı kendisi gibiydi. danın annesi o kazada öldü. Sevda ise kurtuldu ama Sağır, dilsiz, kör bile vardı. Bilgisayar ve internet onları çok büyük bir şok geçirdi, bu yüzden duyma ve kodiğer insanlardan eksik kalmayacak şekilde tamamlanuşma duyularını kaybetti. Sevda’nın hayatı o gün mıştı. sona mı erdi yoksa yeni mi başladı? Bu sorunun cevabı Sevda’nın içinde boğulmuş hallerinde gizliydi.

H

Sevda insanlarla gözleriyle konuşmaya çalışırdı. O da olmadı el, kol hareketleriyle. O da olmadı yazıyla.

İva YASİN 11/K İbrahim Turhan Lisesi

43


Serpil DUMAN

Deneme

Mevlana S

Mevlana’dan Kendi Hayatının Bir özeti

onsuz bir karanlığın içinde doğdum. Işığı gördüm, Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... korktum; ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrenVe bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana... dim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz kaGitmeyi öğrendim. Sonra da dayanamayıp dönmeyi. ranlığa uğurladım sevdiklerimi... Sonra da kendime rağmen gitmeyi... Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün ölüm- Dünyaya tek başıma meydan okumayı öğrendim genç yaşta. Sonra kalabalıkla birlikte yürümek gerektiği fikden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğrine vardım. rendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim. İnsanı öğ- Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerendim. Sonra insanın içinde iyiler ve kötüler olduğu- rektiğine vardım. nu... Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bu- Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmelunduğunu öğrendim. yi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıplar yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim, sonra güvenmeyi... Sonra da güBen dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim... venin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemin üzerinde kurulduğunu öğrendim. İnsan Olur ya.. tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh olduğunu Kalp durur... Akıl unutur... öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilBen dostlarımı ruhumla severim. mek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğO ne durur, ne de unutur... rendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça MEVLANA üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğSerpil DUMAN 11/İ rendim.

44

İbrahim Turhan Lisesi


Rehberlik

Çoklu Zeka

Elifnur KARANFİL

BEYNİNİZİN HANGİ BÖLÜMÜNÜ

•Görsel/Uzamsal Zeka

KULLANIYORSUNUZ?

Bu kişiler 3 boyutlu düşünebilen, zihinlerindeki bilgiyi imge ve resimlere aktarabilen kişilerdir. Daha önce zihinlerine aktardıkları bu imge ve resimleri, ihtiyaç duyduklarında tekrar kullanabilirler. Labirent oyunlarından, yapbozlardan, resim çizmekten ve legolarla oynamaktan hoşlanırlar. Bu kişiler fotoğrafçı, grafik tasarımcısı, reklamcı, mimar, moda tasarımcısı, film editörü, yönetmen, denizci, tur rehberi, pilot, terzi, şehir planlamacısı gibi mesleklerde başarıyı sağlayacaklardır.

Hayatımız boyunca başarılı olmak için savaşıyoruz. İç dünyamızda, sosyal hayatımızda, okul hayatımızda, aile hayatımızda da bir savaş içerisindeyiz. Başarı göstermek istiyorsak çaba göstermeliyiz. Bazen mutlu sona ulaşsak da çoğu kez hüsranla sonuçlanıyor. Peki, bunun nedeni nedir? Tabi ki kendimizi tanıyamadığımızdan. Ben de tam bu noktada size yardımcı olmaya çalışacağım. Her insanın farklı alanlarda başarısı vardır. O nedenle liselerde bölümler vardır. Biz de, becerilerimizi öğrenip geliştirmeye çalışıyoruz. Tabi birçok öğrenci yanlış bölüme gittiği için ya yıl kayıpları ya da okul hayatına devam edemiyor. Becerilerimiz bazı başlıklar altında türlerine ayrılmıştır, bunlar da zekâ türleri başlığı altında toplanmıştır. Zekâ türleri nelerdir bir bakalım. Çoklu zekâ teorilerine göre insanların farklı zekâ alanları vardır ve bu alanları kullanmaları, kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Fakat içinde bulunduğumuz çevre, deneyimlerimiz, ailesel faktörler, kişisel özelliklerimiz bazı zeka tiplerimizi ön plana çıkarmaktadır. Zekâ türleri sekiz ana başlıkta inceleniyor.

•Müziksel Zekâ Bu kişiler ritimleri, perdeleri, tonları anlama, yaratma, yorumlama ve besteleme yeteneğine sahiptirler. Çalışırken veya yeni bir şey öğrenirken müzik dinlemeyi ya da kendi kendilerine mırıldanmayı, elleri ve ayaklarıyla ritim tutmayı severler. Bu kişiler besteci, orkestra şefi, dansçı, müzisyen, müzik terapisti, müzik öğretmeni, şarkı sözü yazarı, ses mühendisi gibi mesleklerde başarıyı sağlayacaklardır. •İçsel Zeka

Bu zekâ, kısaca kişinin kendini tanıyabilme yeteneğidir. Bu kişiler kendi duygularını, motivasyonlarını, güçlü ve zayıf yanlarını anlayabilme yeteneğine sahiptirler. Kendilerini öyle iyi tanırlar ki, kişisel hedeflerine ulaşa•Matematiksel/Mantıksal Zeka bilmek için kendi kendine disipline edebilirler. Bu kiBu kişiler veri toplamayı, organize etmeyi, analiz etme- şiler girişimci, danışman, yaratıcı yazar, psikolog, araşyi, yorumlamayı ve tahmin yürütmeyi severler. Nesne- tırmacı yazar gibi mesleklerde başarıyı sağlayacaklardır. ler arasında ilişkileri görebilme ve problem çözebilme yeteneğine sahiptirler. Soru sormaktan ve araştırmak- •Sosyal Zeka Diğer insanların ruh hallerini, duygularını, motivastan hoşlanırlar. Bu kişiler muhasebeci, bankacı, bilgisayar programcısı, mühendis, yatırımcı, araştırmacı, bilim yonlarını ve hareketlerini anlayabilme, yorumlayabilme ve cevap verebilme. adamı gibi çeşitli alanlarda başarıyı sağlayacaklardır. •Dilsel/Sözel Zeka

İyi iletişim becerileri ve başkalarının duygularına karşı empati kurabilme yeteneğidir. Bu kişiler öğretmen, psikolog, danışman, hemşire, politikacı, halkla ilişkiler uzmanı, resepsiyonist, sekreter, toplum liderleri, sosyal hizmetler uzmanı gibi mesleklerde başarıyı sağlayacaklardır.

Bu kişiler güçlü bir kelime haznesine sahiptirler; kelimelerin anlamları, dil bilgisi kurallarına uyma, dilin yazılı ve sözlü kullanılması konularında hassaslardır. Kendilerini ifade etmeyi severler ve dili düzgün ve ustaca kullanarak insanları etkilerler. Bu insanlar avukat, komedyen, editör, tarihçi, gazeteci, şair, politikacı, psi- :)Yeteneklerinize en uygun bölümleri seçerek önünüze koterapist, satış elemanı, çevirmen gibi mesleklerde ba- güzel hedefler çizmeniz dileğiyle… şarıyı sağlayacaklardır. Bilgi kaynak: Pusula dergisi ekibi öğrencileri… Elifnur KARANFİL 11/J İbrahim Turhan Lisesi

45


Habil YULUK

46

İbrahim Turhan Lisesi

Mizah


Mizah

Habil YULUK

P

Reklam Coşkun kırtasiye ticaret Ltd. Şti. Toptan kırtasiye dağıtımı tüm iş teknik eğitim malzemeleri imalat ve toptan satışı ve geniş ürün yelpazesiyle hizmetinizdeyiz. Adres: İstanbul cd. Mimar sinan mh. 20. Sk. No:5 Esenler /İSTANBUL Telefon: 0(212) 568 59 88

0 535 401 72 34


İbrahim Turhan Lisesi


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.