Nihat Akseymen - Anma - 15. Yıl

Page 1

On Beşinci Ölüm Yıldönümünde

İSMAİL NİHAT AKSEYMEN (Rıza Yürükoğlu) (1945 - 2001) 11 Ar alık 2016 Alev Yayınları



Ahmet Koçak’ın Sunumu

Değerli yoldaşlar, Nihat Akseymen, namı diğer Rıza Yürükoğlu yoldaşın aramızdan ayrılışının 15. yılında yaptığımız bu anma toplantısına hepiniz hoş geldiniz. Ben konuşmamda kısaca Nihat Akseymen yoldaşımızın Türkiye komünist hareketi açısından çok önemli bir katkı olduğuna inandığım Alevi-Bektaşilik üzerine görüşlerine değinmeye çalışacağım. Bildiğiniz gibi Nihat Akseymen yoldaşımızın “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır” adlı çalışması 1989 yılında basıldı. Bu kitapla, komünist hareketin Alevi-Bektaşi toplumuna yaklaşımını sergilemenin yanında Alevi-Bektaşi inancının tarihini; Alevi-Bektaşi toplumunun günümüzdeki demokratik hak ve taleplerini; tarihsel ve güncel örgütlenme modellerini irdeledi. Diğer taraftan komünist hareketin kadrolarına yönelik olarak Türkiye’de sınıf savaşımının tarihine yeni bir bakış açısı getirmeye çalıştı. Yürükoğlu bu görüşlerini kitabın birinci basımına yazdığı önsözde şöyle ifade ediyor: “Bu kitap önceden verilmiş bir kararla ortaya çıkmadı. Yoldaşlar arası sohbetlerde sık sık buluştuğumuz bir soru vardı: Neden Aleviler devrimci harekete bu denli yoğun katılmaktadırlar? Bu sorunun yanıtını aramaya başladığım noktada, kitap yazma amacı da, iletmek istediğim bir düşünce de yoktu. Ancak okudukça, Anadolu tarihinin ve günümüzün en büyük sorunlarından biriyle karşı karşıya olduğumuzu öğrendim. (…) Nihat Akseymen - Anma - 2016

1


Tarihin yaşadığımız günü yapmadaki önemi gerçekten büyüktür. Marksistler olarak görevimiz, Anadolu kültür birikiminde demokratik olanı, ileriye açık olanı, geriye çekicilerden ayıklamaktır. Bu kitapta, bunu yapmaya çalıştım.” Yürükoğlu, bu kitapla öncelikle Friedrich Engels’in, “Köylüler Savaşı” adlı çalışmasında dile getirdiği, “Her çağda dinsel kavgalar, aynı anda yürümekte olan sınıf kavgalarının yansımasından başka bir şey değildir.” kavrayışından yola çıkarak komünist hareketin Türkiye’nin tarihindeki dini kisveli ayaklanmalara günümüzde nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bir perspektif getirmeye çalışmıştır. Bunun yanında kitapta, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun demokratik hak ve taleplerini yazmış, çözüm önerilerini dile getirmiştir. Bu hak talepleri öyle kapsamlı bir demokratik program oluşturmaktadır ki, bugüne kadar Alevi-Bektaşi demokratik örgütleri bu programı gündemlerine bile alamadılar. Dahası Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumu, bir gün bu kapsamlı demokratik programa gerçekten sahip çıkarsa, tüm engellemeleri ve baskıları aşıp bu programı içselleştirebilirse, bu program için mücadele etmeye başlayabilirse o zaman ve ancak o zaman tarihimizin derinliklerinden gelen Alevi-Bektaşi-Kızılbaş düşüncesinin modern, yani kapitalist dünyadaki işçi sınıfı üzerindeki etkisini görebiliriz. Ama bunun için bugünden kolları sıvamak ve Alevi-Bektaşi-Kızılbaş düşüncesinin gerektirdiği demokrasi programını bugün savunmak gerekir. Buna bağlı olarak Alevi-Bektaşi-Kızılbaş hareketinin günümüz modern örgütlenmesini irdelerken, toplumun geleneksel örgütlenme modelinin toplumu örgütlemedeki öneminin vurgusunu yapmıştır. Yürükoğlu’nun bu kitapla dile getirdiği görüşleri o dönem devrimci hareket tarafından ne yazık ki, algılanmamış, hatta ağır hakaretlere varan eleştiriler yapılmıştı. Yürükoğlu bu eleştirilere yine kitabın önsözünde şöyle 2

Nihat Akseymen - Anma - 2016


yanıt vermişti: “Alevilik konusu, yoldaşlar tarafından günlük siyasal çalışma içine taşınmaya başlandıktan sonra bazı çevrelerden ‘bu konu neden gerekti?’ sorusu geldi. Oysa sorulması gereken şudur: ‘Neden Aleviliği devrimci hareket bugüne dek ciddi biçimde incelemedi? Neden bugün de incelemiyor?’” Tarihi katliamlarla, aşağılanmalarla, asimilasyonlarla dolu olan Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun tarihini incelemek, demokratik mücadelesinin yanında olmak, destek vermek tabii ki başta komünistler olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin görevi olmalıdır. Fakat yaklaşık otuz yıllık bu süreçte devrimci hareketin pratikleri söylenenin tersine olmuştur. Bu davranışın samimi olmadığını, faydacı bir tutum olduğunu bugün gelinen bu süreçte daha net bir şekilde görüyoruz. Doksanlı yılların başında Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun sorunlarına eğilen komünistleri pervasızca eleştiren devrimci hareketin, daha sonraki yıllarda, özellikle 2 Temmuz 1993 Sivas kıyımından sonra Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun örgütlediği kurumlarda yer almaya, oralarda kadrolaşmaya başladığına hepimiz şahit olduk. “Komünistlerin Alevi toplumundan öğrenecekleri çok şeyler var.” bilinciyle yola çıkan komünist hareketin daha doğrusu komünist hareketin bizim kanadının bugünkü durumuna baktığımızda kendimizin bu dersi almakta ne kadar zorlandığını da görüyoruz. Alevilikten, yani kendi tarihimizde “İnsanı başa alan” bir düşünceden öğrenmek isteğiyle yola çıkan bizler, antik çağın bir özlü sözünü, “İnsanım, insancıl olan hiçbir şey bana yabancı değildir” sözünü hayat düsturu yapmış Marks’ın takipçisi olduğunu öne süren bizler, yani komünistler, işçi sınıfı devrimcileri, devrimci Marksistler bu açıdan nesnel bir oportünizm içinde olduğumuzu, yani sözlerimiz ile işlerimizin birbirine uymadığını açık yüreklilikle itiraf etmeliyiz. Nihat Akseymen - Anma - 2016

3


Bu özeleştiri, belki yeniden öğrenme sürecinde hepimize ışık tutabilir. Yanlış tutumların nesnel sonuçlarının nelere mal olduğunu gördük, artık doğrusunu yaparsak neler kazanabileceğimize odaklanmak gerekir sanıyorum. Düşünce ile davranış birbirinden ayrılmaz ya da eski deyişle “dervişin fikri neyse, zikri odur.” Ne düşünüyorsak öyle davranmak zorundayız. Buna ters davranışlar, yani insanı başa almayan tutum ve eylemler aslında bizim gerçekte öyle düşünmediğimizi gösteren birer aynadır. Bu tür tutum ve davranışlar ise içinde çalıştığımız toplum kesimlerinde bize saygınlık kazandırmaz. Tam tersine nice fedakârlıklarla uzun yıllar içinde kazanılmış itibarımızı da pula döndürür. Yürükoğlu yoldaşın hem en üstün yönlerinden biri, hem de, ne yazık ki, kişisel dramlarından biri bu konuda odaklanmıştır. Hepimize yeni dönemde insanı başa alan çalışmayı öğretmeye çabalarken, günlük yaşamda ve örgütsel konularda atılan adımlar bizi bu amaçtan uzaklaştırmış, tam tersi yollara sürüklemiştir. Yürükoğlu yoldaş, Türkiye’de komünist harekette, “Bilimi siyasete kurban etmemek” ilkesini açıkça dile getiren ilk eleştiriyi ortaya koymuştur. Ne yazık ki elleriyle kurduğu örgütü yaşatacağım diye uğraşırken attığı adımlar, bunun kurtulması öyle kolay olmayan bir bataklık olduğunu göstermiştir. Alevilik konusunu gündeme almayan ya da gerektiği önemi vermeyen komünistlere olduğu kadar Alevilik içinde çalışırken sapla samanı birbirine karıştıran devrimcilere de Yürükoğlu yoldaşın bir uyarısı vardır: “Alevilik konusuyla meşgul olan kimsenin unutmaması gerekir ki, Alevilik doğrudan sınıfsal bir konu değildir. Bir inanç, bir düşünce sistemidir.” Yürükoğlu kitabında bu görüşün altını birkaç kez ısrarla çizmesine rağmen, yapılan pratiklerin sonucunu hepimiz biliyoruz. 4

Nihat Akseymen - Anma - 2016


Bu anma vesilesi ile buraya gelen siz yoldaşlarıma önerim şudur: Önümüzdeki günlerde eğrisiyle, doğrusuyla son otuz yıllık süreci samimi bir şekilde, gocunmadan, kibirlenmeden hep beraber gözden geçirelim. Nerde hata yaptık, neleri doğru yaptık bunları açıkça tartışalım. Gerekirse kamuoyu ile de paylaşalım. Bunu gelecekte benzeri hatalar yapmamak için yapmalıyız. Yürükoğlu’nun kitabında dile getirdiği önemli bir görüş de AleviBektaşi-Kızılbaş toplumunun derlenmesine, örgütlenmesine yönelik “Dergâh’ta Birlik” yaklaşımıdır. Yürükoğlu, kitabında bu düşüncesinin temellerini oluşturan verileri ayrıntılarıyla yazdıktan sonra önerilerini de yazıyor: “Alevi toplumunu özüyle, Hacı Bektaş düşüncesiyle uygun bir zeminde geliştirebilecek, danışma nitelikli bir kurul oluşturulmalıdır. Yıl içinde belli aralarla Hacı Bektaş’ta toplanacak bu kurulda, her biri bir ocağı temsilen gelen on iki dede, Bektaşiliğin düşünsel kaynaklarını hakkıyla bilen bilim adamları, Alevi özünü dinsel çarpıtmaya boğmadan yaymakta olan ünlü halk ozanları, Hacı Bektaş soyu Çelebilerin başıyla birlikte yer almalıdır. Bu kurul düşünsel ve örgütsel konularda topluma raporlar, öneriler sunmalıdır. Hacı Bektaş’ın felsefi özüne ve devrimci yapısına sadık kişilerden oluşacak böyle bir kurul hem Aleviliğe, hem sömürüden, kula kulluktan kurtulmuş bir Türkiye’nin yaratılmasına ölçülemez bir katkı yapar.” Yürükoğlu’nun bu önerileri bugün ancak kısmen hayat bulmuştur. 2011 yılından bugüne “Dergâh’ta Birlik” konusunda adımlar atıldı. Yurtdışında ve yurtiçinde on ay süren toplantıları sonucunda Hacıbektaş’ta yapılan büyük bir toplantı ile bir dizi tavsiye kararları alındı. Bu kararlar uyarınca Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı kuruldu. Daha sonra Vakfın iktisadi işletmesi kurularak Serçeşme dergisi ve kitap-broşür yayını başladı. Nihat Akseymen - Anma - 2016

5


Bu çerçevede belki de en önemli çalışma, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancının erkânları günümüz koşullarına uyarlanarak toplumun hizmetine sunulması oldu. Daha gidilecek çok yol var ve Türkiye’nin geçtiği çetin dönemde, bu konuda olumlu ve olumsuz gelişmeler birlikte geliyor. Böyle olması da kaçınılmazdır. Alevilik gibi tarihsel ve toplumsal önemini burjuvazinin, hâkim sınıfların bizden, komünistlerden, işçi sınıfı devrimcilerinden daha iyi bildiği bir konuda engellemeler, baskılar, saptırmalar, satın almalar yapmayacağını sanmak ya da asimilasyon ve yıldırma politikalarını birlikte uygulayacağını beklememek bizim dünya görüşümüzün “fıtratına aykırıdır.” Bunlardan yılmamak, doğru bildiğimiz yoldan mücadeleye devam etmek gerek. Bu konuda Yürükoğlu yoldaşı örnek almak gerek. O daima her durumda devrimci bir çıkış yolu bulunabileceğini ve devrimci kadroların fedakârlığı ile yürütülecek tutarlı ve kararlı bir çalışmayla açılan çatlakların genişletilebileceğini inanmıştı, buna çabalamıştı. Bin yıldır “Boşuna kavgayı zahmet biliriz” diyen, ama bu toprakların tarihinin gördüğü en büyük ayaklanmaların başını çeken Alevi-Bektaşi Kızılbaş toplumunun direniş geleneğine yaslanmak gerek. Alevi-Bektaşi felsefesinin ünlü sözlerinden birini örnek almak gerek: “Nerde akşam gördün sabah olmamış?” Yürükoğlu yoldaş, sık sık hatırlattığı gibi fikirlerin gücüne inanırdı. Çoğunuz okumuşsunuzdur, ama bu konuda bir anısını hatırlatmak isterim: Nihat Akseymen, “R. Yürükoğlu” yazar adını kullanmaya başladığında, “R” harfinin bir karşılığı yoktu. Alevilik çalışmaları başladıktan sonra, ilginç bir olay yaşandı. Avustralya’daki bir konferans sırasında, Nihat Akseymen’in konuşmalarını ve diğer konuşmacılarla sürdürdüğü fikir mücadelesini dikkatle dinleyen yaşlı bir dede Nihat’a “R”nin anlamını sordu. Nihat’ın yaptığı açıklama üzerine meydanda, “Oğlum, bu ‘R’ olsa olsa Rıza’dır.” dedi. 6

Nihat Akseymen - Anma - 2016


Alevilikte “rıza” kavramının tuttuğu yeri ve mahlas vermenin önemini bilmeyen, bunu basit bir olay gibi algılayabilir, ama dedenin gösterdiği bu incelik ve bilgelik Nihat’ı çok mutlu etmişti. Alevi-Bektaşi düşüncesini bilen, geleneklere hâkim yaşlı kuşak içinde fikirlerinin kavrandığını ve olumlu olarak değerlendirildiğini görmüştü. O günden sonra yazar adını hep “Rıza Yürükoğlu” olarak kullandı. Yürükoğlu yoldaş aramızdan çok erken ayrıldı. Kendisini saygı ve sevgi ile anıyorum. Bu muhabbette bizleri yalnız bırakmadığınız için sizlere bir kez daha teşekkür ediyorum.

Ahmet Koçak, 11 Aralık 2016, Pazar

Nihat Akseymen - Anma - 2016

7


Arif Mardin’in Sunumu

R.Yürükoğlu yazar adıyla olarak tanıdığımız Nihat Akseymen’in komünist harekette otuz yıl boyunca ürettiği fikirlerine, yayınlara yansımış haliyle kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu değerlendirmeler sıradan bir komünist olarak bana aittir. Yürükoğlu yoldaşın yakın mesai arkadaşı değilim. Ancak 1976-1980 yılları arasında İngiltere’de katıldığım İTİB – İngiltere Türkiyeli İlericiler Birliği’nin Pazar Seminerlerinin bazılarında işlediği konuları sonra kitap ya da broşür haline getirdiğine tanık oldum. Yürükoğlu yoldaşın üretkenliğine baktığımızda, Türkiye ve dünya komünist hareketinde onunla kıyaslanabilir çok az yoldaş vardır. Yirminin üstündeki kitap ve broşürler, İşçinin Sesi gazetesinde yayımlanan yüzden fazla “Kavga ve Yorum” yazıları ve “Çek-Al” diye bilinen uzun soluklu makalelerinin hepimizin eğitiminde önemli rol oynadığını söyleyebilirim. Başlıca kitapları dışında Yürükoğlu yoldaşın broşür olarak yayınlanmamış iki Çek-Al makalesi var ki, şahsen çok yararlandığımı söylemeliyim: • “Ulusal Burjuvazi Nedir?” (İşçinin Sesi, sayı 113-114, 6 Aralık 1979). • “İleri Demokratik Halk Devriminde Tekeldışı Burjuvazi” (İşçinin Sesi, sayı 115-116, 17 Aralık 1979). Bu iki makale sosyal demokrasinin ve onun Türkiye’deki temsilcisi olduğu savındaki CHP’nin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini ve Partinin o günlerde yakıcı sorunu olan bağlaşıklıklar, cephe vb. konularda CHP’ye 8

Nihat Akseymen - Anma - 2016


karşı tutumun ne olması gerektiğini işler. Bunları okuyunca, sanki ömür boyu bir tehlikeye karşı aşılandım diyebilirim. Yürükoğlu yoldaş, “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır” çalışması ile Türkiye devrimci hareketinde ilk kez Alevilik sorununu gündeme taşıyan olmuştur. Ahmet Koçak konuşmasında bu kitapta ortaya konan fikirleri ele alınacağı için bu konuya değinmeyeceğim. Yürükoğlu yoldaşın çalışmalarını tarih sıralamasıyla ele almak gerek. Böylece çeşitli konulardaki fikirlerinin zaman içinde nasıl geliştiğini, hatalı görüşlerinin bir kısmını nasıl düzelttiğini görebiliriz. Ben bu fikirler arasında en önemli gördüğün üçüne:

“Emperyalizmin Zayıf Halkası Türkiye” İşçinin Sesi gazetesinin ilk sayısı 1974 Mart’ında, Wimpy lokanta işçilerinin grevi ve hazır giyim atölyelerinde çalışan Türkiyeli göçmen işçilerin başını çektiği grevler temelinde Grev adıyla çıkmıştı. Daha sonra İşçinin Sesi adını alarak Partinin yerel organı olarak yayınını sürdürdü. Yürükoğlu ve Emine Engin yoldaşların Moskova’daki parti okulunda eğitimlerini tamamlayıp 1976 yazında İngiltere’ye geri dönmelerinin ardından İşçinin Sesi gerek içerik gerekse biçim bakımından değişti. Türkiye’de sertleşen sınıf savaşıyla ilgili haberler ve yorumlarda büyük ölçüde artış oldu. Ben İTİB’in kapısından Ekim 1975 tarihinde girdim. O sıralarda çıkan gazeteyle 1976 sonbaharında askerlik yapıp Londra’ya döndüğümde elime geçen gazete arasında büyük fark vardı. Unutamayacağım bir olay Şubat 1977’de Londra’da bir üniversitede düzenlenen ve bütün hafta sonu süren bir İTİB semineridir. Bu seminerde Emine Engin yoldaş Türkiye ekonomisinin krizini, Yürükoğlu yoldaş da ortamın siyasal neden ve sonuçlarını anlatmıştı. Seminerin bitiminde, Nihat Akseymen - Anma - 2016

9


TKP’nin “Konya Konferansı”nın yapıldığı duyurulunca kıyamet kopmuş, herkes tarifi güç bir sevinçle birbirini kucaklamıştı. Seminerin ardından “Emperyalizmin Zayıf Halkası Türkiye” yirmi sayfalık bir broşür olarak yayınlandı. Büyük ilgi gören broşür devrimci durum, onun nesnel ve öznel faktörleri, ulusal çapta siyasal kriz, bu konularla ilgili olarak oportünistlerin tavrı gibi kapsamlı sorunları özetliyordu. Bir yıl içinde broşürün genişletilmiş baskısı kitap olarak çıktığında daha da büyük bir etki yarattı. Türkiye’de Maraş Katliamının olduğu günlerde çıkan kitap Parti içinde geniş tartışma yarattı. Arada geçen sürede Yürükoğlu Yoldaş tüm parti yayınlarının başına geçmek üzere Berlin’e çağrılmış, “İşçinin sesini daha gür çıkaracağız!” diyerek İngiltere’deki gazete yayınına son verilmiş ve kitabın hazırlanma çalışmasının önü açılmıştı. EZHT’nin ana fikri, “Türkiye 1968’lerden bu yana, zaman zaman ilerleyen, gerileyen, ama giderek yükselen bir süreç içinde devrimci durum yaşıyor” değerlendirmesiydi. Türkiye burjuvazisinin “özgürlükler” vermeye nefesinin olmadığını, ülkedeki faşist tehlikenin kaynağını bu ekonomik ve toplumsal yapıda aramak gerektiğini ve dolayısıyla faşizm isteğinin yapısal olduğunu belirtiyordu. Türkiye’nin önünde iki yol olduğunu söylüyordu: “Ya halkın aşırı sömürüsünü garanti altına alan faşizm ya da halkın devrimci enerjisini seferber ederek sorunları çözecek olan yol, ileri demokratik halk devriminin gerçekleşmesi”. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu ortamda Partinin güncel görevleri: “ideolojik savaşıma hız vermek” - “Parti ile işçi sınıfının ve halkın örgütlerini güçlendirmek” - “Devrimci duruma uygun örgütler kurmak” olduğunu öne sürüyordu. Kitabın son paragrafı şöyleydi:

10

Nihat Akseymen - Anma - 2016


“İşte sorunlar ve çözümleri tarihin gündemine bu biçimde gelmiştir. Üç dört yıl sonraki Türkiye bugünkünden çok farklı olacaktır” (abç). İki yıldan az bir zaman içinde Türkiye gerçekten çok farklı oldu. Yürükoğlu Yoldaşın bu öngörüsünü tarih haklı çıkardı.

“Sosyalizm Üstün Gelecektir”, “Yaşayan Sosyalizm” ve Sosyalizm ve Demokrasi” Bu üç çalışma, 1980-1982 yılları arasında hem Türkiye’de hem de dünyada tarihî olaylarla dolu bir dönemde kaleme alındılar. Önemi, o dönemde “sosyalist sistem” içindeki sayılan ülkelerde giderek artan demokratikleşme isteminin kendini güçlü bir şekilde ortaya koyması ve bu isteme karşı doğru ve yoldaşça eleştiri hakkını ve görevini yerine getirecek bir tutum belirlemek zorunluluğuydu. 1980 yazında Polonya’da işçiler yığınsal grevlere gittiler. Sosyalizm adına girişilen siyasette ciddî yanlışlar olduğu belliydi. Sorun bu yanlışların daha fazla büyümeden nasıl düzeltilebileceğiydi. Emperyalist sistemin durumu fırsat bilen saldırılarına karşın bu görevin ivedilikle yerine getirilmesi gerekiyordu. “Sosyalizm Üstün Gelecektir”, Yürükoğlu Yoldaşın 10 Eylül 1980’de, yani Türkiye’deki faşist darbeden iki gün önce, Partinin kuruluşunun 60. Yıldönümü nedeniyle İTİB’de yaptığı konuşmayı içerir. Ülkede Leninci militanların acil görevlerini açıklayan ilk bölümün ardından Polonya olayları ele alınıyordu. Toplantıya katılmış biri olarak bu sunumun ardından yapılan tartışmada Yürükoğlu Yoldaşın söylediği bir cümleyi hiç unutamıyorum: “Yoldaşlar, sosyalizm inşasının kapitalizme geri devşirilmesi bugün gerçek bir olasılık olarak karşımızdadır!” Nihat Akseymen - Anma - 2016

11


Son derece şaşırdığımı ve hatta “Nasıl böyle kehanette bulunmaya cesaret edebiliyor?” diye kızdığımı hatırlıyorum. Polonya olaylarının nedenlerinin başında “Polonya’daki sosyalizmin, toplumun isteklerini karşılamaz biçimde, demokratiklik yanının geri kalışıdır” olduğunu öne sürüyordu: “Kısaca özetlersek, Polonya olaylarının baş suçlusu partidir. İstemler özünde haklıdır. Alet edildikleri yön haksızdır. Ne olursa olsun, Polonya olayları dünya komünist hareketinde ve dünya sosyalist sisteminde yeni bir dönem açacaktır. Dünya sosyalizminin somut koşullara ve öznel hatalara bağlı olarak olması gerekenden geri kalan demokratik yönü gelişecektir. Gelişmek zorundadır. Polonya’yı ele alırsak işçi sınıfına karşı şiddet uygulamak, ya da çeşitli yöntemlerle istekleri eritmek ve eski yolu sürdürmek çıkar yol değildir. Komünistleri Polonya’da bir dış güç yapmaktan başka sonuç vermez. Sosyalist sistem, emekçi yığınların haklı istemlerini dile getiren bir demokratikleşmeye girmek zorundadır. Gelişmeler zorluyor. Partiler bunu görmedikçe düşmanlar yararlanıyor.” Bildiğimiz gibi, on yıldan az bir süre içinde Doğu Avrupa’daki ülkelerde sosyalizm inşası geri devşirildi. Kan dökülmeden karşı-devrimler gerçekleştirildi. Yürükoğlu Yoldaşın söyledikleri nedeniyle ona kızmakta haklı değildim. Gel gör ki, yirmi yıl sonra, Eylül 2000’de İşçinin Sesi’nin 474. Sayısında çıkan “İşçinin Sesi Neden Başarılı Olamadı” başlıklı yazısında kendi özeleştirisini yaparken şöyle diyor: “En önemli yanlışım, parti içinde demokratik bir ortam, MK’da ekip çalışması yaratamayışımdır. … Bir şey daha söyleyebilirim; bugün, Stalinci parti anlayışını aştığımı, demokratik anlayışı içime sindirdiğimi samimi olarak söyleyebilirim.” 12

Nihat Akseymen - Anma - 2016


Demokratik işleyişlerin önünü açmak, farklı görüşlerin parti içerisinde ifade edilip çoğunluğun görüşü haline gelebilme olanaklarının önünü tıkamamak: Anlaşılan bunları söylemesi kolay, ancak yaşama geçirmek hiç de öyle kolay değilmiş! “Yaşayan Sosyalizm”, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Şubat 1981’de yapılan 26. Kongresine sunulan MK raporunun değerlendirmelerini içerir. İki fikir üzerinde özellikle durmuştur: Bunlar, “sınıfsız topluma sosyalizmde ulaşma” ve “tüm halkın devleti” kavramlarının irdelenmesidir. Değerlendirmesinde Genel Sekreter Brejnev yoldaşın okuduğu rapordan bir alıntı yapıyor: “Toplumumuzun gelişmesinin geçtiğimiz birkaç onyıldaki deneyimlerini değerlendirirsek, sanıyorum, sınıfsız toplumun ağırlığıyla olgun sosyalizmin tarihsel çerçevesi içinde biçimleneceğini varsayabiliriz”. Stalin, Kruşçev ve Brejnev tarafından öne sürülmüş olan Sovyetler Birliği’nde birkaç on yıl içinde sınıfsız topluma geçileceği fikrini önce Stalin örneğinde ele alıyor. Stalin, dünyada emperyalizmin varlığı koşullarında tek ülkede komünizme geçilebileceğini savunuyordu. Hem de devletin varlığı koşullarında! Stalin bu görüşünü SBKP’nin 1939’da toplanan 18. Kongresinde şöyle dile getiriyordu: “İleriye komünizme doğru gidiyoruz. Devletimiz komünizm döneminde de kalacak mıdır? Eğer kapitalist kuşatma eritilmemişse ve yabancı askersel saldırı tehlikesi yok olmamışsa, evet, kalacaktır.” Kruşçev döneminde bu görüşün çarpıcı bir örneği 1961 yılında çıkan yeni SBKP programında bulmak mümkündür: “İçinde bulunduğumuz on yıl (1961-1970) zarfında Sovyetler Birliği, komünizmin maddi teknik temelini yaratarak adam başına istihsal bakımından kapitalizmin en kuvvetli ve en zengin Nihat Akseymen - Anma - 2016

13


memleketi Amerika Birleşik Devletleri’ni geçecek, … SSCB en kısa işgünü uygulayan memleket olacaktır. İkinci on yıllığın (1971-1980) sonlarında komünizmin bütün halka maddi kültürel nimetler bolluğu sağlayacak maddi-teknik temeli atılmış olacak, … Böylelikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde komünist cemiyet genel hatlarıyla kurulmuş olacaktır. Komünist cemiyetin tamamen kurulması işi daha sonraki devrede sona erdirilecektir. Parti resmen ilan eder: Sovyet insanlarının şimdiki nesli komünizmde yaşayacaktır.” Programda böylesi bilim dışı keyfiliklerin bulunmasının kabul edilemeyeceğini vurgulayan Yürükoğlu Yoldaş, Marksizme yabancı bu anlayışa üç temel noktada karşı çıktığını söylüyor: i) Devletin varlığı koşullarında sınıfsız toplumun olabileceğini varsaymak; ii) Tek ülkede komünizmin olabileceğini varsaymak; iii) Sosyalizm aşamasında sınıfsız topluma ulaşılacağını söylemek. Bu üç noktayı eleştirirken sınıfsız toplum, türdeş toplum, sosyalizm, gelişmiş sosyalist toplum, komünizm ve tek ülkede komünizm konularından ne anladığını açıklıyor. Ancak burada kendisi de yanlış bir konumda duruyor: O dönemdeki anlayışına göre sosyalizmde sınıflar varlıklarını sürdürüyorlar: “Sosyalizm sınıflı ve sınıf çatışmalı bir toplumdur.”( Yaşayan Sosyalizm, s. 122). Bu yanlışını çok sonra, “Sosyalizm Nedir” yapıtının birinci cildinde özeleştiri yaparak düzeltiyor. (Bkz. s. 89). “Sosyalizm ve Demokrasi” adlı broşür de sosyalizm ve demokrasi ilişkisinin ele alır: 14

Nihat Akseymen - Anma - 2016


“Proletarya demokrasisinin nasıl bir demokrasi olması gerekir? Devrimden sonra nasıl bir yapı kurmak istiyoruz?” Bu demokrasinin nasıl işlemesi gerektiğini daha sonra “Sosyalizm Nedir” adlı yapıtının 1. ve 3. Ciltlerinde de ayrıntılı olarak işlemiştir. Ancak, sözünü ettiğimiz yapıtlarının hiçbirinde sosyalizmde devletin varlığını sürdüremeyeceğini söylememiştir. “Sosyalizm Nedir”de sosyalizmi sınıfsız toplum, ama kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin tamamen ortadan kalkmadığı bir toplum olarak düşündüğünden, sosyalist toplumda devletin ve onun bürokrasisinin tamamen ortadan kalkamayacağını öne sürmüştür.

“Sosyalizm Nedir” Yürükoğlu yolda, 90’lı yıllarda Sovyetler Birliği ile sosyalist sistemin çöküşünü dünya çapında bir gericilik dönemini başlattığını öngörüyordu. “Dünya komünist hareketi” bu gidişe direnemedi ve o da çözüldü. Yürükoğlu Yoldaş, bu yeni dönemin dünya komünistlerine dayattığı görevleri şöyle tanımlıyordu: a) Dünya çapında bir sosyalizm perspektifi yaratmak; b) Buna bağlı olarak, uluslararası sermayeye karşı savaşabilme yeteneğine sahip bir enternasyonalizm perspektifi yaratmak. Bu aslında dünya çapında yeni bir devrimci Marksist programın oluşturulması ve benimsenmesi demekti. “Ulusal müfrezelerin” yerel ve kesimsel çıkarlarını değil, işçi sınıfının dünya çapındaki genel çıkarlarını yansıtan ortak devrimci bir yanıt; dünya işçilerinin ideolojik, siyasal ve örgütsel birliği için çabalamak demekti. Böyle bir programın ilkesel düzeyde proletarya diktatörlüğü savunması gerektiğine işaret ediyordu. Ona göre komünistliğin ayracı olan bu kavramın özünü anlamak için Engels’in, Marks’ın “Fransa’da İç Savaş” adlı Nihat Akseymen - Anma - 2016

15


yapıtı için Paris Komünü’nün 20. Yıldönümünde yazdığı sunuş yazısı yol göstericiydi: “Son zamanlarda Sosyal-Demokrat bazı cahiller yine şu sözcüklerden korkunç ürküyorlar, rahatsız oluyorlarmış: Proletarya Diktatörlüğü. Pekâlâ sayın baylar, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek istiyor musunuz? O zaman Paris Komünü’ne bir bakın. İşte Proletarya Diktatörlüğü oydu.” Bu programın yaşama geçirilebilmesinin ancak kıran kırana bir demokrasi savaşımıyla mümkün olabileceğini ve bu maddelerin uygulanmasına en ileri burjuva demokrasisinde bile tahammül edilemeyeceğini vurguluyordu. Yürükoğlu yoldaşın göre bu programını yaşama geçirecek sadece halkın dolaysız eylemi, aktif yığın demokrasisi olabilirdi Yürükoğlu Yoldaşın genç yaşta aramızdan ayrılmadan önceki en son ve tutkulu uğraşı komünistlerin böyle bir program temelinde Türkiye’de çalışmasını sağlamaktı. Ölümünden on beş yıl sonra aynı görev boylu boyunca önümüzde durmaktadır. Arif Mardin İstanbul, Aralık 2016Message

16

Nihat Akseymen - Anma - 2016


Message of the comrade JC, CPGB-Provisional Central Committe

We got to know comrade Rustu Yurukoglu (Veli Dursun) in the late 1970s. This was at a time of greatly heightened political tensions in Turkey. Indeed the country was approaching a boiling point. Comrade Yurukoglu had begun an open struggle against the opportunism that paralysed the Communist Party of Turkey. The paper Iscinin Sesi (Workers Voice) became a rallying point for those who were committed to making revolution in Turkey. They included many exiles in Germany, France and Britain. Fortunately, comrade Yurukoglu and his comrades translated many of their books and articles into English. Turkey - weak link of imperialism and Living socialism being particularly notable. There can be no doubt that they provided us with inspiration in our own struggle against the Eurocomminists, Straight Leftists and other factions who were bent on liquidating the Communist Party of Great Britain. The existence of the CPGB’s Provisional Central Committee and its Weekly Worker therefore owes a real debt to comrade Yurukoglu. Comrade Yurukoglu believed in studying Marxism from the original sources, ie, the works of Marx, Engels and Lenin. He encouraged others, including ourselves, to take this approach. We worked closely with comrade Yurukoglu in the late 1970s and throughout the 1980s. His premature death in December 2001 came as a great shock to us all. Nihat Akseymen - Anma - 2016

17


On the occasion of the 15th anniversary of comrade Yurukoglu’s death - at a time when the reactionary government in Ankara has intensified its war against the Kurdish people and unleashed a huge wave of oppression - we express our solidarity with you.

Mesajın Türkçe Çevirisi Biz, R. Yürükoğlu (Veli Dursun) yoldaşı 1970’li yılların sonlarında tanıdık. Bu, Türkiye’de siyasi gerginliklerin büyük ölçüde arttığı bir dönemdi. Gerçekten ülke kaynama noktasına yaklaşıyordu. Yürükoğlu yoldaş, Türkiye Komünist Partisi’ni felç eden oportünizme karşı açık bir mücadele başlatmıştı. İşçinin Sesi gazetesi Türkiye’de devrim yapmaya niyetli kesimin etrafında toplandığı bir merkez olmaya başlamıştı. Bunların arasında çok sayıda Almanya, Fransa ve Britanya’da yaşayan göçmenler de vardı. R. Yürükoğlu ve yoldaşları kitaplarının ve makalelerinin birçoğunu İngilizceye çevirmişlerdi. Emperyalizmin Zayıf Halkası Türkiye ve Yaşayan Sosyalizm bunlar arasında en dikkati çeken çalışmalardı. Onların bu çabaları, Büyük Britanya Komünist Partisini tasfiye etmeye girişmiş olan Avrupa Komünistlerine, Doğru Sol ve diğer grupların yandaşlarına karşı mücadelemizde bizlere ilham kaynağı oldu. Bu nedenle bugün var olan BBKP Geçici Merkez Komitesi ve onun yayın organı Haftalık İşçi (Weekly Worker) gazetesi, Yürükoğlu yoldaşa gerçekten çok şey borçludur. Yürükoğlu yoldaş Marksizmin esas kaynaklarından, yani Mark’ın, Engels’in ve Lenin’in eserlerinden öğrenilmesi gerektiğine inanırdı. Herkesi, bu çerçevede bizleri de bu yaklaşımı benimsemeye yönlendirmişti. 18

Nihat Akseymen - Anma - 2016


1970’lerin sonlarından başlayarak 80’li yıllar boyunca Yürükoğlu yoldaşla çtok yakın çalışma olanağı bulduk. Kendisinin 2001 yılının Aralık ayında çok erken gelen ölümü hepimiz için büyük bir şok oldu. Yürükoğlu yoldaşın ölümünün on beşinci yıldönümünde, Ankara’daki gerici hükümetin Kürt halkına karşı savaşı yoğunlaştırdığı ve büyük bir baskı dalgası başlattığı günümüzde, sizlerde dayanışmamızı bir kez daha dile getiriyoruz.

Hikmet Esen’in Mesajı Sevgili yoldaşlar, Çok istememe rağmen Yörükoğlu yoldaşın 15. Olum Yıldönümünde Anma toplantısına elimde olmayan nedenlerden ötürü gelemiyorum. Yörükoğlu Kapitali çalışarak okumuş, anlamış ve tam olarak özümsemiş, birlikte çalışma onuruna eriştiğim üç komünistten biriydi. Günümüzde Marksçı ekonomi politiğin geliştirilmesi can alıcı bir önem taşıyor. En çok onunla oturup saatlerce tartışmayı, fikir alışverişi yapmayı, fikirleri geliştirmeyi, bazen da çöpe atmayı özledim. Daha o kadar çok diyecek sözümüz, yapacak isimiz vardı ki... Tüm yoldaşları özlemle kucaklar, çalışmalarınızda başarılar dilerim. Nihat Akseymen - Anma - 2016

19


Metin Gür’ün Mesajı

Sevgili yoldaşlar, Nihat’ın anma toplantısına katılmayı, sizinle birlikte olmayı; geçmişimizin havasını teneffüs etmeyi çok isterdim ama olanaklar elvermedi. Umarım gelecekte bir arada olma olanağını yakalaya biliriz. Nihat’la uzun yıllar birlikte olduk. Bu birlikteliğin ilk başlangıcı Ankara’da başladı. TİP’in Çankaya İlçesi’nde. O günler güzel günlerdi. Yönümüz aydınlık ve güneşli günlere yönelikti. Yürüdük de yürüdük sınırları aştık. El kapısı Almanya kapısı oldu. Resmi büyük işçi göçünün içindeydik. Hem onların sorunuyla, hem yaşadığımız ülkenin ve dünyanın sorunu ile düştük yollara. Elele, sırt sırta verdik yürümeyi hem öğrendik, hem öğrettik!.. Yoldaşımız Nihat Akseymen’de önde yürüyenlerin, tarihe sayfa açanların içindeydi!.. Çalışkan, duygulu, yerinde duramayan sürekli ileriye koşan bir insandı. Kocası gurbete giden Eğinli kadın, dönüşü olmayınca türkü yakıyor!.. Bu türkülerinden bir dörtlüğü okuduğumda duygulanırdı: Eğini’n altında yayasa mişmiş Yar beni koymuş da yad ele düşmüş Düşmüş ise düşmüş canım sağ olsun Sanki pabucumun nalçası düşmüş!.. Daha güzel günlerde görüşmek üzere, hepinize etkinliğe katılanlara mutlu, sağlıklı günler diliyorum. 20

Nihat Akseymen - Anma - 2016



İ. Nihat Akseymen - Melih Kudsal Akseymen

Dr. Bedir Aydemir

Dr. Tiijen Uğuriş

Mıgırdıç Baylık


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.