171'inci Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

2

Dershane kavgas›n›n nedeni Tayyip Erdo¤an’›n ‘kapataca¤›z’ diyerek tekrar bafllatt›¤› dershane tart›flmas› sürüyor

6

Torba Yasa: Ya¤maya özgürlük Torba yasayla do¤a sermayeye peflkefl çekiliyor, TMMOB etkisizlefltirilerek tafllar ba¤lan›yor

12

‘Arap bahar›’n›n solu Arap emekçiler emperyalist planlara uymayan dinamiklerle tarih sahnesine ç›k›yor

Bir füze krizi her fleyi çözer

13

Castro, ABD’ye kafa tutarken Türkiye’yi yönetenler ABD’ye gizlice üs tahsis ediyordu

29 Kas›m 2012 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 171

TAYY‹P SIKIfiTIKÇA D‹NE, ‹MANA, ECDAT MASALLARINA SARILIYOR

Çaresizliğini örtemezsin

Kürt sorununu çözemiyor. Tafleronlu¤u beceremiyor. Füzeler konusunda bir dedi¤i bir dedi¤ini tutmuyor. ‹flbirlikçili¤ini gizleyemiyor

Muhteflem fiyasko muhteflem iflbirli¤i

Ülkenin sorunlar›na, halk›n taleplerine diyecek sözü olmayan Erdo¤an dizilerle, eski masallarla, çocuklar›m›z›n k›yafetiyle u¤rafl›yor

AKP kad›nlar›n öfkesinden kaçamayacak S.3

Baflka toprak yok Sanayi at›klar› 52 köyün halk›n› zehirliyor. Bu at›klar› ar›tarak Nilüfer Çay›’na verdi¤i varsay›lan iflletmenin yönetim kurulu baflkan› ise Vali’nin ta kendisi S. 7

So¤uk hava siparifli AKP’nin iflbirlikçi politikalar› nedeniyle, enerji ald›¤›m›z komflu ülkelerle iliflkilerimiz b›çak s›rt›nda. Bakanl›k, do¤algaz ve elektrik kesintileri yaflanabilece¤inin sinyalini verdi S.9

Ortado¤u’daki tafleronluk faaliyetlerini eline yüzüne bulaflt›ran AKP, batt›kça daha fazla tafleronlafl›yor S. 4

Bursa savaşa karşı birleşti Bursa'da "Savafla ve zamlara hay›r" diyenler ülkede ve bölgede bar›fl için, ülkemizdeki ‹ncirlik Üssü, Malatya füze kalkan› gibi emperyalist üslerinin kald›r›lmas› için; Suriye’ye, Filistin’e, Ortado¤u'ya emperyalist müdahaleye hay›r demek için; ABD askeri olmayaca¤›z, savafl›n faturas›n› ödemeyece¤iz demek için; iflsizli¤e, yoksullu¤a, savafla ve zamlara hay›r demek için 2 Aral›k'ta 13.00’da Alt›parmak Stadyum önünde buluflarak Kent Meydan›’na yürüyor

Tahrir bu kez Mursi’ye karşı Mübarek’i deviren Tahrir isyan›n›n ard›ndan iktidara yerleflen Müslüman Kardefller, Mübarek’i aratmayan bir politik hat izleyece¤ini ortaya koyunca Tahrir bu kez Müslüman Kardefller’e karfl› ç›kan on binlerce eylemciyle doldu S. 5

‘Asgari yaşam istemiyoruz’

Ulaşım hakkına saldırı ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’nin ‘Toplu Ulafl›m Haftas›’ etkinlikleri

Halkevleri’nin ‘Ulaflam›yoruz’ eylemi ile bafllad›. Halkevcilere polis sald›rd› S. 3

‹flçiler asgari ücret kavram›na “çal›fl›yoruz neden en az ücreti biz al›yoruz” diyerek tepki gösteriyor. Ücretin asgarisine itiraz eden iflçi, yaflam›n da asgarisine direniyor S. 11

Ferda Koç / Sayfa 4

Ça¤lar Özbilgin / Sayfa 7

Kartaca y›k›lmal›d›r!

Sa€l›kta dönüflüm öyküsü

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Metal iflçisi teyakkuzda

Zülfü Park› aç›ld› ”Zülfü’nün ard›ndan birbirimize söz verdik. Sessiz kalmayaca¤›z. Bundan sonra bu mahallede kad›na el kald›racak olan 5 kere düflünsün, bu davan›n takipçisiyiz!…” S. 10

Patronun acelesi 5 işçiyi öldürdü Samsun Eti Bak›r A.fi’deki ifl kazas›nda 5 iflçi hayat›n› kaybetti. Çal›flma Bakan› Faruk Çelik’in “‹fl kazas› oluyor yerin alt›na giriyorum” aç›klamas›n›n üzerinden geçen 7 ayda 475 iflçi hayat›n› kaybetti. S. 8 Tuba Günefl / Sayfa 10

Korkma Ayfle! Sen vars›n!

Meral? Anne benim Erkeklerin sevgisi her gün befl kad›n› öldürüyor! Bu cinayetlerden birini anlatan, “Hani Meral” belgeseli, 25 Kas›m Kad›na Yönelik fiiddete Karfl› Mücadele ve Dayan›flma Günü’nde gösterime girdi S. 15


2

EĞİTİM 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

Dindar nesile doğru: Kıyafetler serbest

Ö

ğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin yönetmelik yürürlükten kaldırıldı. Yerine getirilen ve 27 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik kılık kıyafet serbestliği getirdiği iddiasında. Ancak serbestliği sınırlandıran durumların listesi oldukça kabarık. Öte yandan Kuran-ı Kerim dersinde başın “örtülebileceği” ibaresiyle yönetmelik, tartışmaları da beraberinde getirdi. 4+4+4 uygulamalarıyla ivme kazandırılan eğitim sisteminde gericiliği derinleştirme çabası, yönetmelikler yoluyla güçlendiriliyor. Kılık kıyafetleri düzenleyen yeni yönetmeliğe göre, öğrenciler okulda “serbest” giyinebilecek. Yönetmelik bu serbestliği görünürde “başı açık olma” şartı ile sınırlıyor ama bu şart da “istisnai” durumlarla deliniyor. Yönetmelik “Kız öğrenciler, imam-hatip ortaokul ve liseleri ile çok programlı liselerin imam-hatip programlarında tüm derslerde, ortaokul ve liselerde ise seçmeli Kur'an-ı

Kerim derslerinde başlarını örtebilir” diyor. Buna karşılık, yönetmeliğe göre öğrencilerin, yırtık, delikli veya şeffaf kıyafetler, vücut hatlarını belli eden şort, tayt gibi kıyafetler, diz üstü etek, derin yırtmaçlı etek, kısa pantolon, kolsuz tişört ve kolsuz gömlek giymeleri yasak. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in “Bırakın çocuklar, kendilerini gerçekleştirebilsin” diye sunduğu yönetmelik ayrıca, “siyasi sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz ve giysileri giyemez” hükmüne yer veriyor. Yine Dinçer’in özgüvenlerinin kırılmaması için erkek öğrencilerin saçlarını uzatmasının engellenmemesi için talimat verirken dayandığı yönetmelikte “Okul içinde baş açık, saçlar temiz ve boyasız olarak bulunur, makyaj yapamaz, bıyık ve sakal bırakamaz” ifadesi yer alıyor. Serbestlik adı altında sınırlamaların artmasını tepkiyle karşılayan Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, yapılmak istenenin kılık

kıyafet özgürlüğünü sağlamak değil tam tersi yönde bir tektipleştirme adımı olduğunu belirtiyor. Konuyla ilgili olarak yaptığı açıklama Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi “Önümüzdeki günlerde öğrencilerimizin kılık kıyafetinden, etek boyundan dolayı gördüğü her türlü baskının sorumlusu AKP’dir. Bu aynı zamanda AKP’nin kadın düşmanlığını bir kez daha ortaya koymuştur” diyor. Eğitim Sen de ilke olarak kıyafet serbestliğine karşı olmadıklarını ama AKP’nin 10 yıllık iktidarında eğitimde yaşanan dinselleştirme uygulamalarından kaygı duyduklarını söylüyor. Uygulamanın, dinsel inançları dışa vuran giysileri kapsamasının telafisi güç sorunlar yaratacağını vurgulayan Eğitim Sen “Bu durum çocuklar arasında kamplaşma yaratacak, bazı bölgelerde kız çocuklarına yönelik fiili baskı oluşturacaktır. Okullarda dinsel kıyafetlerin giyilmesini ‘kıyafet serbestliği’ kapsamında değerlendirmek mümkün değildir” diyor.

Dershane kavgasının gösterdikleri Kasım ayının ortalarına doğru Tayyip Erdoğan’ın ‘kapatacağız’ diyerek tekrar başlattığı dershane tartışması sürüyor. Erdoğan’ın bu çıkışını birkaç nedeni yan yana koyarak anlamak mümkün

Zira öncelikle görmek gerekir ki neoliberal dönem boyunca sermaye ile halk arasındaki çatışmanın zeminlerinden biri olmuş olan eğitim, artık egemenler arası çatışmada da bir kavga konusu

NUR‹ GÜNAY

“D

ershanecilik olayını kaldıracağız, kusura bakmasınlar. Ey dershaneciler bu ülkede eğitime, öğretime hizmet verecekseniz gel okul aç, okullar kur. Biz de sizden hizmet alımı yapalım, sizin sınıflarınızı öğrencilerle biz dolduralım. Bedeli neyse bedelini biz verelim. Sizi açıkta bırakacak değiliz. Biz yatırımdan kurtulmuş oluruz, siz de hizmetinize aynen devam edersiniz. Bakıyorsun bu güzel teklif demiyorlar vs.vs” Bu söylem her konuda sağa sola çakarken kullanılan Tayyip Erdoğan üslubu. Kimseye eyvallahı yokmuş, memleket meselesi söz konusu olunca babasını bile tanımaz hali klasik Erdoğan popülizmi. Eğer dershaneler sınav merkezli, ticarileştirilen eğitimin sonucuysa 10 yıllık iktidarı boyunca her bakanda yeni bir sınav ekleyen, alfabede sınava koyacak harf bırakmayan AKP değil mi? İstatistikler, sayılar bazen sıkıcıdır fakat gerçeği gösterirler. 2002-2003 yılında dershane sayısı 2122 iken, 2011-2012 yılında bu sayı 5163’e, öğrenci sayısı da 606.522’den 1.219.472’ye çıktı. Bu artış AKP’nin eğitime dönük neoliberal saldırı programının sonuçlarından bir tanesi. Buradan anlayacağımız şudur: AKP dershanelere karşı değildir. Başbakanın bu kadar yüksek perdeden dershane düşmanı kesilmesinin birkaç nedeni var. Birincisi “halkım bunu istiyor” diyor. Çünkü dershaneye bağımlılık kimsenin memnun olduğu bir durum değil. Bu yüzden herkesin şikayetçi olduğu ve aslında sebebi olduğu dershaneleri karşıya almak iyi bir taktik. Biraz gün-

demi değiştirmek, suyu bulandırmak, Suriye, açlık grevleri iyice sıkıştırmışken halkın gönlünü çelmek lazım. İkinci neden eğitim alanına yönelen sermayenin kapsamlı saldırı programıdır. 4+4+4’le de sıkça tartışıldığı gibi artık bu alanda adımlar çok daha planlı, sistematik atılmak isteniyor. Bizdeki dershanecilik sistemi hala tam olarak tekelleşmemiş, birazcık “serbest rekabet” kurallarına göre işleyen bir sistem. Büyüklerin küçükleri yuttuğu, kendi alanını sürekli genişlettiği bir durum var. Her gün bir dershane kapanıyor ya da büyük dershanelerin şubesi haline geliyor. Ancak yine de küçük çaplı sermayelerin bir araya getirilmesiyle dershane açılabiliyor. Bunun yanında binlerce kaçak dershane mevcut. Dolayısıyla

dershanecilik sistemi sermaye açısından düzenlenmesi gereken, önüne gelenin dershane açamadığı bir sistem haline getirilmek isteniyor. Ancak bu bir yanıyla da AKP açısından çelişkili bir durum yaratıyor. Çünkü bu alanda ciddi yatırımları olan Anadolu sermayesi bu adımlardan rahatsız. Bu çelişki bakan Ömer Dinçer’in söylemlerinden anlaşılabilir. Dinçer de dershaneye karşı olduğunu söylüyor ama şöyle diyerek; “Dershanelerin kapatılması sadece hukuki bir mesele değil. Şayet talebi belli oranda düşürmeksizin sadece hukuken dershaneleri kapatma yoluna gidersek o zaman bunun başka alanlara kanalize olacağını, bu taleplerin başka türde karşılanacağını varsaymamız gerekiyor.” TOBB Eğitim Meclisi yaptığı

açıklamada dershaneleri kapatmanın kontrolsüz oluşumlara neden olacağını, özel ders alamayan yoksul çocuklarının mağdur olacağını söylüyor. TOBB ne kontrolsüz olmaları ne de yoksul çocukları dert ediyor. Onun derdi orta ölçekli işletmecilerin kârları. İstanbul Ticaret Odası da benzer bir açıklamayla dershanelere sahip çıktı. Sınıf örgütlerinin kendi sınıfsal çıkarlarını koruyan tamamen duygusal bu tavrını TÜSİAD’ta göremiyoruz. Çünkü o, dershanelerle değil de daha çok özel okullarla ilgileniyor. Zaten Erdoğan da olaya TÜSİAD gözlüğüyle bakmakla eleştiriliyor. Tayyip Erdoğan Anadolu sermayesini destekliyor, peki neden bunu yapsın? Ancak AKP uluslararası tekelci sermayenin ve buna bağlı yerli sermayenin biricik istikrar hükümeti. AKP şimdiye

kadar onların kârlarını düşürecek adımlar atmadı. Anadolu sermayesi denen grubu büyüttüyse de onların gölgesinde büyüttü. Bu kadar agresif bir biçimde dershaneleri kapatma tartışması ise elbette Cemaat-AKP kapışmasından kaynaklanıyor. Tayyip Erdoğan tarihi boyunca ilk defa blok halinde bir partiyi destekleyen Fethullah Gülen’e hiç mi hiç güvenmiyor. Güvenmemekte de haklı. Çünkü Gülen hareketi 80 darbesi de dahil olmak üzere her zaman iktidarların yanında oldu. Her zaman uygun bir pozisyonda durdu. Kim güçlüyse ona sırtını yasladı. 28 Şubat’ta bile askerin yanında Erbakan’ın karşısında durdu. Dolayısıyla iktidar olmanın risklerini hiç üstüne almadı. Bugünkü başarısını bir anlamda bu taktiğe borçlu. Gülen bugün de iktidar olmanın hiçbir riskini üzerine almıyor. Ona göre hükümetler gelir geçer, baki olan büyük kısmı ele geçirilmiş olan devletteki varlıktır. Ve üçüncü dönemde artık ele geçirilen kaleler iktidar sahiplerinin kendi aralarında paylaşmak durumunda kaldıkları yerlerdir. Sıkıntı da burada ortaya çıkıyor. Tayyip Erdoğan fırsat bulduğu her durumda cemaatin etkinliğini kırmaya çalışıyor. Bunu yaparken de bütün İslamcı kesimlere, cemaate, sermaye sahiplerine sesleniyor, cemaatin mücadele anlamında kullandığı “hizmet”i ağzından düşürmüyor. “Açın okul, biz dolduralım, her türlü peşkeşi çekelim. Ama ticaret yapıyorsanız ticaret yapın, siyasi irade biz olalım” diyor. Böylelikle iktidar içi kapışma dershane konusu üzerinden bir kez daha yürütülüyor.

Dershane: Cemaatin sıçrama tahtası T

ayyip Erdoğan’ın çıkışının hemen ardından cemaat karşı atağa geçti. Samanyolu televizyonu dershanelerin önünde öğrencilerle röportajlar yaparak öğrencilere “dershaneler olmazsa mahvoluruz” dedirtiyor. Zaman gazetesinin bütün köşe yazarları Tayyip Erdoğan’a verip veriştiriyor. Hüseyin Gülerce başbakanı çok sert dille eleştiriyor. Bütün bu tartışmalar dershanelerin yoksullara fırsat eşitliği sağladığı, dershanelerin öğrencilerin teknik direktörü gibi olduğu üzerinden yapılıyor. Hatta bu kurumlar kapanırsa özel dersin yaygınlaşacağını, taciz vakalarının artacağını iddia eden cemaat yazarları bile var. Bu kapışmada Tayyip Erdoğan cemaate tokat atıyor, cemaat alttan tekme atıyor. Fethullah Gülen en son “onlarla uğraşmayın” diye buyurdu. Ve her zamanki gibi alternatif mücadele yöntemleri önerdi. Tayyip’in dershane çıkışının hemen ardından Metropoll araştırma şirketinin yaptığı anketin sonuçları ortaya çıktı. Anket sonuçlarına göre AKP’nin eğitim politikasından, Ortadoğu politikasından büyük çoğunluk memnun değil. Ve cumhurbaşkanı olarak büyük çoğunluk Abdullah Gül’ü görmek istiyor. Bu anket şirketinin sembolik ortağı Beşir Atalay, sahibi eski YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın eski ortağı Özer Sencar. Kısacası cemaatle zaman zaman su yüzüne çıkan çatışma artarak devam ediyor. Cemaatin dershanelere bu kadar sahip çıkmasının çok mantıklı nedenleri var. Öncelikle

Gülen hareketine bağlı dershaneler sektörün tekeli. 81 ilde ve yaklaşık 1000 ilçede değişik adlarla kurulan onlarca dershane mevcut. Bunların bazıları sınav kazandırma yönünden oldukça başarılı. Her geçen gün büyüyen bu sektörün kârı ortada. Cemaat bu kârdan olmak istemiyor. Başbakanın dediği “sizi okul yapalım” sözü ise mantıklı gelmiyor. Çünkü 5 bin dershaneden sadece 250 kadarı okul olabilecek niteliklere sahip. Diğer yandan Gülen’in yurtiçinde ve yurtdışında onlarca özel okulu zaten var. Dilediği anda dilediği kadar devletten her türlü desteği alarak zaten özel okul açabilir. Dershane ve özel okul birbirinin alternatifi değil. En önemlisi ise dershaneleri elinden alınmış cemaatin kolu kanadı kırılır. Çünkü 70’li yıllardan bu yana Fethullah Gülen’in birinci örgütlenme kanalı eğitimdir. Hatta eskiden gizli toplantıların dershanelerde yapıldığı iddia ediliyordu. Kolejlerde ulaşılacak insan sayısı bellidir. Ama dershaneler aracılığıyla irtibata geçilecek yüz binlerce insan muazzam bir örgütlenme alanı sunuyor. Buralarda tanışılan, üniversite kazandırılan insanların önemli bir kısmı üniversitede ve sonrasında da geldikleri konumlarda “hizmet hareketinin” içinde yer alabiliyor. Bugün devlet içerisinde mevki makam sahibi olmuş binlerce kişiden oluşan “altın nesilin” hayat hikayelerinde şüphesiz dershanelerin çok önemli bir rolü vardır. Bu yüzden dershaneler cemaat için en azından şimdilik vazgeçilmezdir.

Nedir bu dershane gerçeği?

Ü

lkemizde dershanelerin geçmişi cumhuriyet öncesine kadar gidiyor. Ancak dershaneciliğin ticari, kurumsal bir sektör olarak gelişmesi eğitimin sınav merkezli hale gelmeye başladığı 60’ların sonlarına denk düşüyor. Üniversiteye yönelik artan talep ve merkezileşen sınav sistemi dershane sayısını birden katlamıştır. 1974 yılındaki dershane sayısı 174’tür. 1980 darbesiyle her şeyi kendi kontrolünde tutma çabasındaki cunta, kısa süreliğine bu özel teşebbüsleri engellediyse de o dönem sektör ileri gelenlerinin Özal’la yürüttükleri mesai sonucunda sorun kısa sürede çözmüştü. 1985’ler sonrası dershanelerin sayıları her geçen yıl katlanarak arttı. İlk başlarda dershaneler çok özel kurumlardı. Ancak orta-üst gelir sahibi çocukların gidebildiği sınava hazırlık yerleriydi. Bu nedenle burada çalışan öğretmenler de çok yüksek maaşlarla çalışıyordu. Bu dönem Milli Eğitim kadrosundan istifa edip dershane öğretmenliğine geçen öğretmen sayısı oldukça fazlaydı. Dolayısıyla dershaneler aynı zamanda öğretmen kadrolarını çok nitelikli öğretmenlerden oluşturuyordu. Ancak bu durum 2000’li yıllara doğru değişmeye başladı. Dershaneler özel kişilerin gidebildiği yerler olmaktan çıkıp kitle dershaneleri haline gelmeye başladılar. Ücretler birazcık daha aşağıya çekildi, taksit gibi ödeme seçenekleri velilere sunulmaya başlandı. Üniversiteye, iyi bir liseye gitmenin tek koşulu ola-

rak dershaneler herkes tarafından kerhen kabul edilmek zorunda kaldı. ÖSS, OKS, SBS, KPSS, YDS, AÖS, TUS, DGS, ALES, YGS, LGS, Açık Öğretim gibi açılımını bile birçok kişinin yapamayacağı envayi çeşit sınav ve bu sınavlarla doğru orantılı olmayan eğitim sistemi bizleri bu dershanelere mecbur bırakıyor. Herkesçe söylenen doğru bir tespit var ki o da dershanelerin sebep değil sonuç olduğudur. Durum bu olunca yastık altında üç kuruş biriktirenler bir araya gelip dershane açmaya yöneldiler. Bu artış dershane öğretmenliğinin cazibesini düşürdü. Bu alanda sömürü azgın bir biçim aldı. Bugün sınava hazırlanırken dershaneye gitmeyen yok denecek kadar az. Zengin çocukları az sınıflı butik dershanelere gidiyor ya da özel öğretmen tutuyor. Onun dışında kalanlar kitle dershaneleri denilen dershanelere gidiyor. Aralarındaki rekabet her geçen gün kızışan birçok dershane dayanamayıp kepenk kapatıyor ya da öğrencilerini başka bir dershaneye transfer ediyor. Büyük balık küçük balığı yiyor. Bugün dershanecilik resmi rakamlara göre (kaçak dershaneler, kayıt dışı çalıştırılma gibi büyük bir faktörü hesaba katamadan) 60 bin öğretmen 40 bin civarında hizmetli, güvenlik görevlisi, kayıt memuru gibi çalışanların istihdam edildiği, 1,5 milyon civarında öğrencinin sınavlara hazırlandığı kocaman bir sektör. Bugün 5 bin civarı dershane var.


3

GÜNDEM 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

Ulaşım hakkına saldırı İ

stanbul halkını insanlık dışı ulaşım koşullarına mahkum eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Toplu Ulaşım Haftası adı altındaki etkinlikler başladı. Harbiye’de İstanbul Kongre Merkezi salonunda belediye yetkililerinin ve otomotiv şirketlerinin temsilcilerinin bir araya geldiği etkinliklerde halkın ulaşım sorunu değil, toplu ulaşımdan daha fazla nasıl kar edileceği tartışılırken İstanbul Halkevleri de ulaşımın temel bir hak olduğunu söyleyerek eylem yaptı. Harbiye’den toplantının yapıldığı salonun önüne gelen Halkevciler polis barikatı ile karşılaştı. İstanbullunun Taksim projesini, metrobüs çilesini anlatan fotoğraflar taşıyan Halkevciler toplantının yapıldığı salona girmek istediler. Eylemde yapılan konuşmalarda, İstanbulluların bitmek bilmeyen ulaşım çilesi, ulaşıma yapılan zamlar, balık istifi otobüsler, bir türlü binilemeyen metrobüsler anlatıldı. En temel kamusal haklardan biri olan ulaşımın, İstanbullu için adeta işkenceye dönüştüğü söylendi. Halkevciler, Toplu Ulaşım Haftası adı altında yapılan şiirli, kompozisyonlu, yarışmalı bu etkinliklerde toplu ulaşımdan daha fazla nasıl kar edileceğinin tartışıldığını dile getirdi. ‘fi‹RKETLERLE DE⁄‹L HALKLA KONUfiUN’ Taksim projesiyle ulaşımı çile

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Toplu Ulaşım Haftası’ etkinlikleri Halkevleri’nin ‘Ulaşamıyoruz’ eylemi ile başladı. Halkevcilere polis saldırdı

Q

Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde çalışan Dev Sağlık-İş üyelerini direnişlerinin 600. gününde Liseli Genç Umut ziyaret etti.

Q

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Erzincan Şubesinin Muharrem ayı nedeniyle Dörtyol'da kurduğu çadıra yaklaşık 20 kişilik gerici bir grup saldırdı. Saldırıda derneğe ait "Zorunlu din dersi kaldırılsın" pankartları ve flamalar yakıldı.

Q

19 Kasım’da Zonguldak Demokrasi Platformu “Savaşa Hayır” mitingi gerçekleştirdi. Yüzler “Hukuksuzluğa, işsizliğe, yoksulluğa ve sefalete, zulme dönüşen zamlara, 4+4+4’e, sağlıkta özelleştirmeye, emek sömürüsünü derinleştiren sendika yasasına, sendikasızlaştırmaya, bölgedeki emperyalist işgale ve savaşa hayır” dedi. haline getiren, engellilerin ulaşım hakkını kullanmasını tamamen engelleyen, her yıl yapılan zamlarla halkın ulaşım hakkını elinden alan Topbaş’a eylemciler şöyle seslendi: “Toplu ulaşıma dair sorunları kapalı salon toplantılarında değil binlerce insanın yığıldığı metrobüs duraklarında tartışın. Besleyip büyüttüğünüz şirket temsilcileriyle değil balık istifi yolculuk yapan, maaşının yarısını ulaşıma harcayan emekçilerle konuşun. Büyükşehir

Belediyesi’nin kar etmenin bir yolu olarak gördüğü ulaşım bizim için haktır. Bizler bu ülkenin emekçileri, öğrencileri, emeklileri, kadınları, işsizleri, halkın haklarını savunan Halkevcileri olarak bir kez daha söylüyoruz. Kapalı kapılar ardında kime ne ihale sözü veriyorsanız, kiminle neyin pazarlığını yapıyorsanız, hangi bilim dışı ulaşım projesine hazırlık yapıyorsanız, derhal durdurun. Çünkü biz İstanbul halkı olarak ulaşım hakkımızı da kentimi-

zi de elimizden almanıza izin vermeyeceğiz. Sabah ve akşam işe geliş ve gidiş saatlerinde ulaşım parasız olmalıdır. Kamusal, nitelikli toplu ulaşım istiyoruz. Ulaşım haktır! Sadaka değil hakkımızı istiyoruz, alacağız!” Konuşmaların ardından İstanbullunun trafik sorununu ve taleplerini dile getirmek için toplantının yapıldığı salona girmek isteyen Halkevcilere karşı barikat kuran polis, durduramadığı Halkevcilere biber gazı

sıkarak saldırdı. Polisin saldırısı üzerine Halkevciler, İstanbullunun trafik sorununu anlatan fotoğrafları polis barikatının önüne koydular ve halkın ulaşım hakkı için mücadeleye devam edeceklerini söylediler. Saldırının ardından biber gazından etkilenen 6 kişi hastaneye kaldırıldı. Taksim İlkyardım Hastanesi’ne götürülen 2 Halkevciye polisin talimatı üzerine doktor müdahale etmedi.

Galatasaray Meydanı’nda 400 hafta Cumartesi Anneleri, faili meçhul sald›r›lar ve gözalt›nda kaybedilen çocuklar›n›n ve yak›nlar›n›n ak›betini ö¤renmek ve sorumlular›n cezaland›r›lmas› için 24 Kas›m’da

400’üncü kez ‹stanbul Galatasaray Meydan›’nda yan yana geldi. Kaybedilenlerin foto¤raflar›yla her cumartesi günü Galatasaray Meydan›'nda 400 haftad›r aral›ks›z otur-

ma eylemi yapan annelerin eylemine, siyasetçiler ve gazetecilerin yan› s›ra vatandafllar da destek verdi. Cumartesi Anneleri, yak›nlar›n›n bulunmas› talep ederken “meçhul” katilleri protesto etti.

Q

21 Kasım’da Ankara Halkevleri İsrail Büyükelçiliği’ne, ertesi gün Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi İstanbul’daki İsrail Elçiliği’ne yürüyerek Gazze saldırısını protesto etti.

Q

21 Kasım’da TMMOB, TTB ve TBB, madencilik faaliyetlerinin katlettiği Kazdağları için bir araya geldi. Çevresel ve sosyal yıkımlara dikkat çeken meslek örgütleri yöneticileri, AKP’yi bölgedeki tüm arama ve işletme faaliyetlerini durdurmaya ve ruhsatları iptal etmeye çağırdı.

Q

12 Eylül ürünü 24 Kasım Öğretmenler Günü, Eğitim-Sen tarafından protesto edildi. Eğitim emekçileri, Milli Eğitim Bakanlığı önüne kimliklerini attı.

Q

17 Kasımda KESK'e bağlı SES Sivas Şubesi’nde yapılan toplantıda Emekli Sen Genel Başkanı Emekli-Sen'in Sivas'taki örgütlenmesini başlattıklarını duyurdu.

AKP kad›nlar›n öfkesinden kaçamayacak

S

uriye merkezli Ortadoğu gündemine kısa bir “Filistin molası” verildi, geçen günlerde. İsrail ile Gazze arasında 14 Kasım’da başlayıp 21 Kasım’daki ateşkesle sona eren, 200’e yakın insanın öldürüldüğü bir roket atma-bombalama savaşı yaşandı. Çıkış biçimi bir yana, bu sekiz günlük çatışma önemli siyasi sonuçlar oluşturdu. İsrail, yıllardır Gazze’ye uyguladığı ambargoyu kaldırmak için kendi iç kamuoyunda kısmi bir meşruluk zemini oluşturdu (ateşkesin şartlarından biri aynı zamanda). Mısır, daha doğrusu Muhammed Mursi ateşkesi sağlayan lider olarak, Filistin sorunu üzerinden yeniden bir siyasal güç oluşturmada önemli bir mesafe aldı. Ve bunu iç politikada kullanmaya başladı bile. Bu konuda ABD’nin açık desteği çok büyük katkıda bulundu. (Ateşkesin ilan edilmesiyle noktalanan son 24 saat içinde Obama, Mursi ile üç kez telefon görüşmesi yapmış.) ABD’nin yeni gözdesi Katar, Suriye sorunundan sonra Filistin sorununda da aktif-gizli ve paralı güç konumunu pekiştirmiş oldu. Katar Şeyhi ile Ortadoğu sorunlarında ABD’nin “paralı temsilcisi” olarak daha sık karşılaşacağız. Hamas, daha doğrusu siyasal kanadın lideri Meşal, yüzde 20’lere düşen halk desteğine rağmen siyasal pozisyonunu, bu 8 günlük çatışma sonunda “şimdilik” güvence altına aldı. Bu durumu sağlayan sadece Meşal’in siyasal muhatap alınarak konumunun güçlendirilmesi değil, aynı zamanda önemli bir rakibi olan Hamas’ın, İran yanlısı olarak bilinen askeri kanat lideri Ahmed ElCaberi’nin İsrail tarafından füze saldırısıyla öldürülmesi oldu. Artık Hamas, Mısır-Katar ekseninde daha rahat hareket edebilecek. Bu durum ise Filistinliler içerisinde iktidar kapışmasını daha da sertleştirecektir. “Kazananlar” içinde kaybeden ise Tayyip Erdoğan oldu. Aktörler oyunun içinde pozisyonlarını güçlendirirken o, tribünlere oynamayı tercih ediyordu. Ve her zamanki ikiyüzlü, popülist söylemiyle İsrail’e “terörist devlet” diyordu ama İsrail ile ilişkileri “normalleştirmek” için gizli gizli gö-

rüşmeler yaptırıyordu. ABD’ye bile çıkıştı, İsrail’e arka çıkıyor diye. Hatta Washington’da Obama’nın Ortadoğu politikası için “Erdoğan out, Mursi in” denilmeye bile başlandı. Ancak artık çok daha iyi biliniyor ki tüm bunları, işbirlikçi, aktif taşeron tutumunu gizlemek için yapıyor. Bu gizleme çabası (iç politika gündemini Filistin sorunundan hızla uzaklaştırmak) artık iyice komik olmaya başladı, şimdi de kafayı TV dizilerine taktı. Neymiş, Süleyman ecdadı haremde gezmez at sırtında gezermiş![1] (Haremdeki kadınlar da koleksiyon merakından olsa gerek.) Tayyip Erdoğan’ın, “çetrefilli” icraatlarını gizleyemediği durumda ise manipülasyona sık sık başvurduğunu hatırlamakta fayda var. Benzer bir durumu, Suriye krizinin bu aşamasında gündeme gelen “Patriot” tartışmasında görebiliriz. İlk olarak bu füzelere neden ihtiyaç duyulduğu bir muamma. Çünkü Suriye ya da başka bir ifade ile Esad, Türkiye’ye savaş açmak, füze göndermek niyetinde değil. Ta ki ne zamana kadar, AKP hükümeti Suriye’yle savaşmaya başlayıncaya kadar. O zaman anlaşılıyor ki AKP, Suriye ile savaşmaya kararlı, böyle bir gelecek için hazırlık peşinde. Bu patriotları AKP’ye verenler de (NATO) Türkiye’nin Suriye ile savaşması için AKP’nin sırtını sıvazlıyorlar. İkinci olarak, uzun yıllardır TSK’nın en büyük eksikliğinin uzun menzilli hava savunma sisteminin olduğu sürekli pişiriliyordu. Sonunda bu projenin ihalesi 2009’da açıldı. Proje 4 milyar dolarlık yani 17 milyar TL. Bu projede, Amerikan Lockheed Martin ve Raytheon, Türkiye’nin, NATO’dan ödünç alacağı Patriot sistemlerinin hemen hemen aynısı olan PAC3, Rusya’nın resmî Rosoboronexport firması S-300, Çin’in CPMIEC firması HQ9 ve İtalyan-Fransız konsorsiyumu olan Eurosam SAMP/T Aster 30 füze sistemleri ile yarışıyor. Ve mutlu son; (büyük olasılıkla) 17 Aralık’ta Başbakan Erdoğan başkanlığında, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral

Necdet Özel’in katılımıyla toplanacak olan Savunma Sanayii İcra Komitesi, (4 milyar dolarlık 17 milyar lira) uzun menzilli bölge hava ve füze savunma sistemi ihalesinde kazanan firmayı açıklayacak.[2] Ve AKP, NATO’nun envanterindeki Amerikan yapımı Patriot’ları topraklarına konuşlandırması halinde, devamı niteliğinde hemen hemen aynısı olan Amerikan füzelerini “büyük olasılıkla” tercih edecek. Böylece, savaş lobisiyle AKP’nin ortak tezgahı sonlanmış olacak. Aslında sonlanmış olmayacak! Çünkü savaş lobisinin, silah tacirlerinin isteği bununla sınırlı değil. Onlara göre, “Ankara’nın önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak daha büyük tehditler karşısında acilen milli bir savunma sanayi tesis etmesi şart. Bunun için de sektörün rekabete açılması ve müteşebbislerin teşvik edilmesi gerekiyor. Yine aynı şekilde hemen hemen bütün ihalelerin TAI, Aselsan, Havelsan ve Roketsan gibi TSK Güçlendirme Vakfı’na bağlı şirketlere tek kaynak olarak verilmesinden de vazgeçilmesi gerekiyor.” Sermaye, taleplerinde de cüretinde de sınır (her anlamda) tanımıyor. Diğer yandan Tayyip Erdoğan ustalık dönemi icraatlarına her gün bir yenisini eklemekle meşgul. Kürt siyasi hareketine “kazık atma” konusunda artık iyice ustalaştı. Ve bu konudaki güvenilmezliğini her gün bir kez daha kanıtlıyor. Daha dün, açlık grevlerini bitirin diye yalvarır haldeyken, bugün KCK tutuklamalarına devam ediyor, dokunulmazlıkların kaldırılması için icraata girişiyor, kosterin mazotunu boşaltıyor. Tüm bunları yapmasındaki amacı, Kürt hareketini siyaset yapamaz hale getirmek olduğu kadar milliyetçi-sağcı topluluğu ve temsiliyeti kendi şahsında birleştirmek. Milliyetçi-sağcı topluluğu ve temsiliyeti kendi şahsında birleştirmek için ise ezberinde tek bir güzergah var; daha fazla totaliterleşme, daha fazla patronaj ilişkisi ve daha fazla ırkçı-İslamcı ideoloji. Bunun adımlarını, Kürt sorunundaki tutu-

munda, başkanlık rejimi hayalinin ilerletilmesinde, polisin icraatlarında görmek mümkün. Ekonomik alandaki patronaj ilişkilerini bu dönem siyasi alanda da sıkça göreceğiz. Numan Kurtulmuş’un ve DP eski Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun AKP bünyesine iç edilmesinden sonra BBP Genel Başkanı Mustafa Destici sırada bekliyor. Bu kervana Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan da katılırsa kimse şaşırmasın. Milliyetçi-sağcı topluluğun AKP çatısı altındaki kalıcılığı için ise ırkçıİslamcı söylemin (uygulamaların) sürekliliği gerekli. Bunu çok iyi bilen Tayyip Erdoğan, yine bir İspanya gezisinde[3] “ilköğretimde kılık kıyafetin serbest olacağı” fetvasını verdi. İmam Hatip ortaokullarındaki öğrenciler sürekli olarak, diğer okullardaki öğrenciler de Kuran derslerinde başlarını “artık örtebilecek.” Böylece AKP, muhafazakar-gerici topluluklara “şirin” gözükürken toplumun gericileşmesinde bir adım daha atmış olacak. Ama bunun önemli sonuçlarından biri de toplumun hızla kutuplaşması ve ayrışması oluyor. Ekonomik ve sosyal farklılıklar artık ilköğretimden başlamak üzere çocukların günlük hayatında bile cisimleşen ayrışmalara yol açacak. Türkiye gibi bir ülkede yani ekonomik gelir farklarının büyük uçurumlarla ayrıştığı, etnik kökenlerin ortaklaşmak yerine uçlara savrulduğu, mezhepsel farklılıkların hergün daha belirginleştiği, kapitalist kültürün hiçbir sınır tanımadan yaygınlaştırıldığı bu ülkede, ilköğretimdeki bu uygulama basitçe “kılık-kıyafet özgürlüğü” olarak değerlendirilemez ve bu eksenden tavır geliştirilemez. Bu noktada, AKP’nin “kılık kıyafet düzenlemesi”nden önce, özellikle türbanla okula giren öğretmenlere vs. tepki olarak, Eğitim-Sen’in aldığı “o zaman öğretmenler de eşofmanla okula gidecek” kararı son derece yanlıştır. (Arkadaşlar eleştirince bozuluyorlar ama). Bu tercih Tayyip Erdoğan’ın istediği eksendir; yani durumun “kılık-kıyafet özgürlüğü” ekseninde değerlendirilmesi ve bu eksende tutum alınması. Oysa sorun

gerici-siyasi simgelerin (dolayısıyla zihniyetin) yaygınlaştırılmasıdır. Ayrıca sınıf, ırk, mezhep ve cinsiyet ayrıştırmasının çocuklar arasında yerleştirilmesidir. Eğitim-Sen bu konuda tavır geliştirecekse biraz daha kafa yormalı, akla ilk gelen orijinal önerilerin peşinden koşmamalı, öğretmenleri de bu yanlışın peşinden koşturtmamalıdır. AKP iktidarda olduğu ve özellikle Ömer Dinçer bakanlık koltuğunda oturduğu sürece eğitim gündemi de sorunları da süreklilik arz edecek. 4+4+4’ün artık halledildiğini varsaydıklarından yeni “ilerleme” icraatlarına giriştiler. Gerek ilköğretimde gerekse yükseköğretimde[4] bu kadarla bile kalmayacaklarını biliyoruz, çünkü patronlara verdikleri sözler ve ellerindeki “yapılması gereken işler listesi” henüz tamamlanmadı. 4+4+4’ün bittiği, tamamlandığı ve artık yapacak bir şey kalmadığı şeklinde bir algı toplumsal muhalefetin yapacağı en büyük yanlışlardan biri olacaktır. Tam tersine eğitim alanı AKP’nin “yumuşak karnı”dır, bunu iktidarını pekiştirmek için kullanmasına izin vermemek gerek. Ve kadınlar … 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü bu yıl ülkemizde yaygın ve güçlü geçirildi. Bu nedensiz değil. AKP iktidarı döneminde kadına yönelik erkek, şiddetinin, cinsel saldırıların artışı, yaşamın her alanında kadınlara yönelik baskı ve eşitsizliklerin, kadınların emekleri ve bedenleri üzerineki sömürünün katmerleşmesi kuşkusuz iktidarın varlığı ve iktidarın kadınları etkileyen gerici söylem ve uygulamalarıyla doğrudan ilişkilidir. AKP’yi var eden ideolojinin önemli sacayaklarından biri kadını ikinci sınıf kabul etmektir. Ve bu zihniyet artık AKP ne kadar kendine makyaj yaparsa yapsın alttan sırıtmaktadır. Geçtiğimiz 25 Kasım öncesi şiddete karşı yasal düzenlemeler gündemiyle kadınları kendi kurduğu “masaya” davet eden AKP’nin, bugün artık kadın sorununa ilişkin en ufak bir “güvenilirlik” ve “meşruluğu” kalmamıştır.

Mücadeleyi sokakta kuran kadınların AKP’nin gericilikle kaynaşmış kadın düşmanlığına ve kürtaj yasağı girişimine karşı eylem çizgisi, AKP gericiliğini teşhir etmiştir. Kürtaj yasağına karşı militan, kitlesel eylemleri ve ısrarlı mücadeleleriyle AKP’ye geri adım attıran, her adımında kadın düşmanlarının karşısına dikilen kadınlar, AKP’nin en yumuşak (!) en parlak (!) ismi Fatma Şahin’in dahi maskesini düşürmüş, iki yüzlülüğünü ortaya sermiştir. Kadınların kendi yaşamları üzerinde kurulan gericierkek egemen tahakküme, bu tahakkümü bayrak haline getiren iktidara karşı mücadelesi hiç kuşkusuz gerici-faşist, sermaye dostu, kadın düşmanı AKP iktidarını sarsan önemli dinamiklerden biridir. Kadınların mücadelesi uzun vadeli bir program ve ısrarlı kararlı bir çizgiyle bugün görülebilenin çok ötesinde sonuçlar yaratacaktır. Dipnotlar: [1] Tarih benzer komikliklerle dolu. Turgut Özal’ın eşi Semra Özal, o şaşalı günlerinden birinde Londra’ya Kanuni Sultan Süleyman’ın sergisini açmak için gitmişti de eline verilen İngilizce metni yanlış telaffuzla okumuştu. Süleyman’ı tanıtırken “Lawful”(kanuni) diyememiş, “lovful” (aşk dolu) deyivermişti. Ve iki ülke arasında ufak çaplı bir diplomatik kahkaha krizi yaşanmıştı. [2] Artık Numan Kurtulmuş da yok. Kurtulmuş, HAS Parti Genel Başkanı olduğu dönemde, sonuçlanan (Nisan 2011) genel maksat helikopter ihalesinin şaibeli olduğunu açıklamıştı. Hatta Wikileaks belgelerini kanıt olarak göstermişti. [3] Hatırlanacağı gibi Başbakan , 15 Ocak 2008’de yine bir İspanya gezisinde "Velev ki türbanı simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasî simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?" diye sordu. [4] Yeni YÖK yasası bu alandaki en önemli gündemleri. Şimdiye kadarki fiiliyatın yasalaştırılarak sonlandırılması amaçlanırken yeni dönem uygulamaları için de başlangıç. Tüm toplumu doğrudan etkileyecek sonuçlar doğuracak. Tam da bu yüzden bu konu sadece üniversitelerin ve üniversitelilerin mücadele konusu değil, tüm muhalif kesimler bu konuya yüzünü dönmeli.


4

GÜNDEM 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

Kartaca y›k›lmal›d›r! rdoğan’ın gerilimleri tırmandırma siyaseti hız kesmeden devam ediyor. Anlaşılan o ki “Kürt sorununda çözümsüzlüğü tırmandırma”, Erdoğan’ın, iktidarını, “muhalefeti kutuplara parçalayarak güçlendirme” politikasının demirbaşı. Açlık grevlerinin Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla sona ermesinin Kürt sorununda şiddetin tırmanmasını durdurabileceği yönündeki beklentiler hayal kırıklığına dönüşmek üzere. Türkiye Batı Kürdistan’a karşı açık ve doğrudan bir “çete savaşı” geliştirmeye başladı. Bir günde 70 BDP yönetici ve üyesi gözaltına alındı. Kasım ayına “idam cezasını geri getirme” vaadiyle giren Erdoğan, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecini başlatarak, faşizme dayanan iktidarını bu yolda ilerleteceğini ilan etti. Erdoğan Kürtlere karşı savaşı tırmandırırken, Suriye sınırına Patriyotları yerleştirme girişimini başlattı, “Muhteşem Yüzyıl” dizisi üzerinden medyaya ayar vermeye girişti ve hemen ardından da Milli Eğitim’in yeni “Kıyafet Yönetmeliği”ni patlattı. Erdoğan Kürt düşmanlığı gazını vererek otokratlık yolunda ilerlerken MHP’yi de sorgusuz sualsiz yedekledi ve gerici faşist iktidarının arkasına yüzde 60’ı aşan bir sağcı desteği sağladı. Bunlar olurken “sosyal demokrat ana muhalefet” CHP ne yapıyor dersiniz? Ferda CHP, AKP’nin açlık grevKoç lerini “yatıştırmak” için ortaya attığı “anadilde ferdakoc@ savunma hakkı” hotmail.com dalaveresinin “yel değirmeni”ne karşı savaşmakla, yeni “kara çarşaf açılımları” yapmakla ve Erdoğan’ın Kürt milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırma tehdidine destek vermekle meşgul. CHP kurmaylarının ne Kürt sorununda kendi çözüm düzlemini oluşturmaya mecalleri var ne de her geçen gün yeni bir mevziye yerleşen “neoliberal İslam Türkiyesi”ne karşı tutarlı bir direniş çizgisi geliştirmeye. CHP kurmayının Janus başının iki yüzü de geriye bakıyor. Ne yazık ki, hızla yasa dışına sürülen Kürt muhalefeti de AKP’nin bu “kutuplaştırma” siyasetinin yarattığı muhalefet potansiyelleri arasında yakınsama yaratmayı hala öncelikli bir iş olarak önüne koyamıyor. Görülen o ki, AKP Kürt düşmanlığı gazını sürekli vererek, kendisini “cumhuriyetçi muhalefet” olarak ifade eden “devletçi-sol” muhalefetin, ülkedeki tek laik-demokratik halk muhalefeti olan Kürt muhalefetine karşı düşmanlığını canlı tutuyor. AKP böylelikle, Kürt muhalefetinde, CHP’de ve CHP kitlesindeki bu saplantılı düşmanlığın giderilebileceğine ilişkin herhangi bir umudun bile oluşmasının önüne geçmeyi başarıyor. Oysa artık Türkiye’de kelimenin geniş anlamıyla “sol”un nefes alıp verebilmesi için, halk içerisinde gelişen bütün demokratik direnme eğilimlerini “AKP’nin yıkılması gereği” üzerinde birleştirmek olmazsa olmaz bir ön şart haline geliyor. Artık aklı başında her solcu, Senato’daki her konuşmasını “delenda est Carthago!” (Kartaca yıkılmalıdır!) diyerek tamamlayan Romalı Cato gibi, söze “AKP yıkılmalıdır!” diyerek başlamalı. Son 30 yılın tarihi incelendiğinde kolayca görülmektedir ki, “Kürt düşmanlığı”, Türkiye’de yeni bir sol dalganın gelişmesini önlemek için Sosyal Demokrasi’nin beynine ve giderek gövdesine nufuz ettirilmiş bir “düzen zehiri”dir. Sosyal demokrasi, derinlerine işlemiş Kürt düşmanlığının yarattığı şuur bulanıklığı ile sol tabana hükmettiği sürece, Türkiye solunun gerici iktidarlara karşı güçlü ve sarsıcı bir halk muhalefetini üretebilmesi olanaksızdır. Liberalizm, gericilik, Kürt düşmanlığı üçgeninde basiretini yitirmiş sosyal demokrat kurmayların sol taban üzerindeki “kötürümleştirici” etkisini yıkabilmek için, Türkiye’nin bağımsızlıkçı, ilerici, demokratik, eşitlikçi sol seçeneğini somut bir ortak muhalefet çizgisi haline getirmenin önemi sosyalistlerce de Kürt ulusal özgürlük hareketince de dikkate alınmalıdır.

E

Dersim’de bir ilçe fişlendi D

ersim'in Hozat İlçesi'nde çok sayıda kişinin jandarma ve polis tarafından fişlendiği ortaya çıktı. Fişleme listesinde ilçedeki siyasi parti yöneticileri, üyeleri ve birçok Hozatlı var. Hozat Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Amirliği tarafından yapıldığı belirtilen fişlemelerin, Kaymakamın talimatıyla yapıldığı belirtiliyor. Fişlenen kişilerin hangi örgüte sempati duyduğu ya da hangi örgütler ile ilişkisi bulunduğu, özel yaşamı, kişisel zaafları, gittiği yerler, görüştüğü kişiler, seçimlerde hangi siyasi partiye oy verdiği gibi bilgilere yer verildi. Fişlenenler listesinin başında bağımsız Belediye Başkanı Cevdet Konak da yer aldı. Fişlemede Cevdet Konak hakkında ‘Arşiv Kayıtları Bölümü’nde yer alan bazı ifadeler şöyle: “Devletin kurumlarına karşı mesafelidir, TKP/TİKKO sempatizanıdır. DTP İlçe Başkanı Deniz Yıldırım ile belediye binasında sık sık özel görüşmeler yapar. İstanbul ilinde su ve cola dağıtım şirketi vardır. Dikkat edilmesi gereken bir şahıstır.”

Muhteşem fiyasko Muhteşem işbirliği UMAR KARATEPE

si gereken bir başka gerçek de Türkiye’nin bölgede “lider ülke” olduğu balonunun patladığı idi. Davutoğlu Gazze’ye giderek “ateşkes” ilan ettikten iki saat sonra İsrail füzeleri Filistinlilerin üzerine yağdı. “Bereket” ki bu rezalet basında “ateşkes fiyaskosu” olarak değil “ateşkes bilmecesi” olarak sunuldu. Kahire merkezli diplomasi trafiği sonrası 24 saat sonra ilan edilen ve bu sefer hayata geçen ateşkes için ise ABD Başkanı Obama, bir günde üç kez görüştüğü Mısır’ın yeni firavunu Mursi’ye teşekkür ederken “Muhteşem Tayyip”i unuttu(!) Amerikan New York Times gazetesi, "Mısır'ın Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile Ortadoğu'da gücünü yeniden kazandığını, Türkiye'nin ise arabulucu olarak geride kaldığını" yazdı. Bu fiyaskodan akıllarda, Davutoğlu’nun Gazze’de bir hastanede döktüğü gözyaşları kaldı.

R

ecep Tayyip Erdoğan’ın Kütahya’da havalimanı açılığı sırasında yaptığı “muhteşem” konuşma gündeme bomba gibi düştü. Uçaklardan önce Başbakan uçtu, uçtu ki ne uçtu. Başbakan’ın gelenekselleşmiş “kimse kusura bakmasın” ifadesiyle başlayan, “Cehape zihniyeti” ile devam eden, tarih sosu olmadan sindirilmesi güç ve zoraki bir asabiyet eklenmiş konuşmalarına Türkiye alışmıştı. Gündemi sarsmak için daha “muhteşem” bir çıkış gerekiyordu. Bunu bilen Başbakan konuyu, reytingi yüksek bir diziye, Muhteşem Yüzyıl’a bağladı ve tam da beklediği verimi aldı. Türkiye’nin en önemli ihraç kalemlerinden biri haline gelen, dünyada 42 kanalda yayımlanan, en fazla ülkeye pazarlanan ve resmi rakamlarla ülke dışında en fazla izleyicisi olan (150 milyon) yerli dizi olan Muhteşem Yüzyıl’a höyküren Erdoğan, dizinin ecdadını yanlış anlattığından şikayetçi oldu. İçeride ve dışarıda savaşa karşı çıkanları bu diziyi izlemekle “suçladı.” Erdoğan’ın ifadeleriyle, “Gazze'de ne işiniz var? Siz Suriye ile neden ilgileniyorsunuz? Lübnan, Kosova, Irak, Azerbaycan, Afganistan, Myanmar ve Somali 'den size ne” gibi soruların nedeni hep bu diziydi. Kısacası Erdoğan’a göre, “ecdadı” saydığı biçimiyle bir Kanuni Sultan Süleyman dizisi çekilseydi, kimse barış istemeyecek, AKP’nin mezhep ayrılığını kaşıyan politikalarına hak verecekti. İktidarın “ecdadının at koşturduğu topraklarda” niye savaş taşeronluğuna soyunduğunu anlayacaktı. Afganistan, Lübnan, Kosova ve Somali’deki NATO taşeronluğu, Suriye’deki iç savaş taşeronluğu ve Gazze’deki “arabuluculuk” adı altındaki ABD taşeronluğu makul görülecekti. Tabii ki Erdoğan tüm bunların olmayacağını biliyordu. “Muhteşem” çıkışıyla, Ortadoğu’daki, dış siyasetteki ve iç siyasetteki bir dizi muhteşem fiyaskonun ve işbirlikçiliğin üstünü örtmeyi hedefledi ve

Ortadoğu’daki taşeronluk faaliyetlerini eline yüzüne bulaştıran Tayyip, rezil olmamak için 450 yıl önceye kaçıyor kısmen başardı.

FÜZEY‹ KABUL EDEN KILIFINI HAZIRLAR Erdoğan “ecdat” edebiyatı yaparken ecdadının at sürdüğünü söyledi topraklardaki ABD- NATO ve İsrail planlarına dair önemli bir adım atılıyor, Patriotların Türkiye’ye konuşlandırılacağı kesinleşiyordu. İsrail ile istihbarat paylaşımı yapacağı resmi belgelerle ortada olan Kürecik füze üssünü korunması için bu füzelerin şart olduğu Türkiye’de gizlense de uluslararası basında bolca yazılıp çiziliyordu. Üstelik bu gelişmeler, İsrail Gazze’ye

ölüm saçarken yaşanıyordu. Erdoğan, Gazze operasyonu sırasında ABD’ye ve İsrail’e karşı yalancı pehlivanlık gösterilerine girse de, bu çıkışları daha güçlü bir Türk-İslamcı şovla güçlendirmek gerekiyordu. Zira Gazze’de ateşkes sağlandıktan hemen sonra Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İsrail ile diplomatik ilişkilerin yeniden başladığını duyuracaktı. Erdoğan “öleceksek adam gibi ölelim” dedikten ve iktidar şovu gereği değil gerçekten ölenler toprağa verildikten hemen sonra…

KURBA⁄A fi‹fiE fi‹fiE PATLADI Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarının ortaya çıkardığı ve Erdoğan’ın hemen üstünü örtme-

SUR‹YE’DE MASKELER ‹ND‹ Ve Suriye’de artık kimse rol yapmıyor. Özgürlük, demokrasi, mazlumluk edebiyatı sona erdi. Türkiye topraklarında konuşlandırılan İslamcı çeteler, Suriye sınırındaki Serekani (Resulayn) kentinde kontrgerilla faaliyeti yürüyor, sivilleri hedef alıyorlar. Kısa vadede Esad’ın düşmesinden ümidi kesen hükümet, yaptığı hesap hatasını telafi edebilmek için doğrudan ırkçı-mezhepçi bir çatışma örgütlüyor. Üstününe üstlük, İslamcı olmayan yerli Arap grupların ve Kürtlerin ittifakı sonucu yeniliyor. Sonuçta, Kürtlerin bölgedeki demokratik yapılanmalarını hedef alan İslamcı çetelerin işledikleri insanlık suçları, hükümetin tarih önünde vereceği hesabı kabartırken Erdoğan tarihe sarılıyor. Mısır’da kardeşi Mursi’nin sonunun da Mübarek olma ihtimalini görüyor. Tarihin ne kadar hızlı aktığını fark ediyor, çok uzak olmadığını anlıyor, kendi için endişeleniyor ve 450 yıl önceye kaçmaya çalışıyor. Onu saklandığı yerden bulup çıkaracak olan ise tarih tartışmaları değil, savaşa ve emperyalizme karşı bugünkü mücadeleler olacak.

Hem yalancı hem işbirlikçi AKP başka dil bilmiyor

K

asım ayı başında Reuters haber ajansı, Türkiye’nin NATO’dan Patriot füzeleri istediğini, kısa süre içinde de füzeler için NATO’ya resmi teklif sunacağını duyurdu. Başbakan olarak böyle bir şeyden haberi olmadığını söyleyen Erdoğan, “Sağır duymaz uydurur’ cinsinden Reuters böyle bir haber yapıyor. Bizim böyle bir talebimiz olmamıştır” dedi. Ancak birkaç saat sonra Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Patriotlar için temasta olunduğunu açıkladı. Erdoğan, 22 Kasım’da yaptığı açıklamasında NATO’dan füze istendiğini kabullenmişti artık. Füzelerin nereye yerleştirileceklerine TSK’nin karar vereceğini söyledi. Ancak bu defa da Savunma Bakanı, Erdoğan’ın açıklamasını boşa çıkardı; NATO ile ortak çalışılacağını söyledi. Patriot meselesinin kamuoyuna duyurulması bile böyle çelişkilerle doluyken füzelerin memlekete gelişi, nereye, nasıl kurulacağı, komutanın kimde olacağı gibi sorular, işi daha da ilginç bir hale sokuyor. Füzelerin Suriye’ye karşı savunma amaçlı olduğu söyleniyor ancak Patriotlar, Suriye’den gelebilecek kısa menzili füzeler için uygun değil. Bir diğer ihtimal, İsrail ile resmi temasların dışişleri müsteşarlığı düzeyinde başladığı bu günlerde İsrail’in de faydalandığı Malatya Kürecik’teki radar sisteminin korunmak istenmesi. Nitekim 27 Kasım itibariyle füze sistemlerinin konuş-

AKP’nin Kürt sorunu konusundaki çatışmacı tutumu değişmiyor. Kürt hareketi ise direnmekten vazgeçmiyor

26

lanacağı yerlerin belirlenmesi amacıyla NATO’ya bağlı askerler, Malatya’ya geldi, yer bakıyorlar. Peki sistemin kumandası kimde olacak? AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “tetik bizim genelkurmayımızda, bizim askerimizde olacak” dedi ama NATO Genel Sekreteri Rasmussen, Patriotların komutasının NATO’da olacağını, “sistemin maliyetini ise füzeleri talep eden ülkenin karşılayacağını” açıkladı. Öte yandan teknik olarak da komutanın Türkiye’de olmasına imkan yok. Çünkü Patriot kullanmak özel bir deneyim ve eğitim gerektiriyor ancak Türkiye’de bu eğitimi almış bir ekip olmadığı söyleniyor. Füze sisteminin kurulması için NA-

TO içinde Patriot operasyonlarını yürüten ülkelerden Hollanda ve Almanya’nın parlamentolarından onay almaları gerekiyor. Her iki ülkede Türkiye’nin Suriye politikasını saldırgan bulduğu için sistemin savunma amaçlı olmasına özel önem veriyorlar, konu tartışılıyor. Gerçi Rasmussen, bu kararların birkaç gün içinde alınacağını vurgulayarak süreci hızlandırmakta son derece istekli olduklarını gösterdi. Sistem Hollanda ve Avrupa’da tartışılırken füzelere ev sahipliği yapacak, birim fiyatı 4 milyon doları bulan maliyeti ödeyecek Türkiye’de AKP iktidarı yalan üzerine yalan söyleyerek, tek başına, üstelik kendi içinde çelişkilerle kararını veriyor; işbirlikçiliğe varım diyor…

DHF üyelerine gözaltı terörü Türkiye çap›nda DHF üyelerini hedef alan bask›nlarda 50’nin üzerinde kifli gözalt›na al›nd› 13 Kas›m günü Demokratik Haklar Federasyonu’na (DHF) yönelik Dersim, Ankara, ‹zmir, ‹stanbul, Çukurova ve Isparta’da efl zamanl› gerçeklefltirilen operasyonlarda 50’yi aflk›n DHF üye ve taraftar› gözalt›na al›nd›. “MKP ‹L B‹NASI” DERKEN?

Operasyonun MKP’ye (Maoist Komünist Parti) yönelik yap›ld›¤›n› yazan Do¤an Haber Ajans› (DHA) ilginç bir habere imza att›. DHA haberinde “MKP ‹l binas›nda polisin aramalar›n›n devam etti¤i bildirildi”

cümlesi yer ald›. DHF’nin bask›nlar sonras› yapt›¤› aç›klamada ise flu görüfllere yer verildi: “Emperyalistler hem Ortado¤u’da hem de ülkemizde devreye soktu¤u sald›r›lar çerçevesinde uflak-iflbirlikçi iktidarlar›n› yeniden yap›land›rmaya giriflmifl durumdad›r. Ülkemiz hâkim s›n›flar› da bu yap›land›rmay›, 2000’lerin bafl›ndan bu yana AKP flahs›nda hayata geçirmektedir. DHF üzerinde yo¤unlaflan bask› politikalar›n› politik kitle faaliyetlerine yo¤unlaflarak bofla ç›karaca¤›z.”

Kasım günü İspanya'ya giden Tayyip Erdoğan, dokunulmazlıklarla ilgili açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın yeni saldırı odağı BDP/Blok milletvekilleri, saldırı aracı da dokunulmazlıkların kaldırılmasıydı. 27 Kasım tarihinde aralarında BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ve Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk’un da bulunduğu 10 vekilin dokunulmazlığının kaldırılmasını öngören fezleke, Başbakanlık tarafından TBMM Başkanlığı'na gönderildi. BDP grup toplantısında dokunulmazlık konusu ile ilgili konuşan Kışanak, BDP/Blok milletvekillerinin hiçbirinin dokunulmazlık zırhıyla bugünlere gelmediğini ve dokunulmazlık kavgası vermeyeceklerini, Kürt sorununun çözümü için çalışmalarına devam edeceklerini söyledi.

GÖZALTINA DEVAM AKP, vekillere dokunulmazlığın kaldırılması 'tehdidi' ile saldırırken, Kürt halkına yönelik operasyonlara da ara vermeden devam ediyor. Sadece 26 Kasım’da

BDP’li milletvekillerinin dokunulmazl›¤› var m›?

70’in üzerinde Kürt gözaltına alındı. Bu gözaltıların 56’sı Van, Iğdır ve Mersin'de gerçekleşti. Tayyip Erdoğan, Kürt sorununda sert ve çatışmacı siyaset yaparak dengeleri korumaya çalışıyor. Bu sert siyasetin sonuçlarından biri de binlerce Kürt'ün tutuklanması olarak devam ediyor.

TECR‹T SÜRÜYOR Öcalan'a uygulanan tecridin sonlandırılması ve anadilde savunma hakkı önündeki engellerin kaldırılması talebiyle 12 Eylül'de başlatılan açlık grevine mahpuslar 68'nci gününde Öcalan'ın çağrısı üzerine son verdi. Ancak hala avukatları ile görüştürülmeyen Öcalan üzerindeki tecrit, açlık grevini bitirecek kadar kaldırıldı, Öcalan bir buçuk yıl sonra ilk defa Kürt halkına ve örgüte siyasi mesaj iletebildi. Öcalan'ın Kürt hareketi üzerindeki etkisini kırmak için bir buçuk yıldır yapılan anti-propagandanın hiçbir işe yaramadığı ise sözlerinin Kürt halkı üzerindeki etkisinden anlaşıldı. Tayyip Erdoğan, açlık grevlerinin sona erdirilmesi için hiçbir söz verilmediğini, anadilde savunma düzenlemesi dahil pek çok düzenlemenin parti programında olduğunu iddia etti. Ancak AKP anadilde savunma hakkı ile ilgili de kısıtlayıcı düzenlemeler peşinde. KCK davalarının ilerleyebilmesi için asgari düzeyde anadilde savunma hakkını öngören tasarı ise, 27 Kasım'da TBMM Adalet Komisyonu'nda görüşüldü.


5

DÜNYA 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

F‹L‹ST‹N D‹REN‹fi‹ ORTADO⁄U'DAK‹ GER‹C‹ DENKLEMLER‹ VURDU

İşte Gazze, haydi direnişe! ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

K

asım ayı başında Gazze sınırında yükselen gerginlik, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) öncü rol oynadığı direniş ile yeni bir savaş haline dönüştü. FHKC’nin 10 Kasım’da Gazze sınırında devriye gezen bir İsrail askeri aracına ateş açması, 11 Kasım’da İsrail işgali altındaki topraklara roket ve havan atışı yapmasına, 14 Kasım akşamı İsrail’den karşılık geldi. Gazze’ye yönelik hava bombardımanında aralarında Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el Kassam Tugayları Genel Komutan Yardımcısı Ahmet Caberi’nin de bulunduğu 9 kişi öldü, 45 kişi yaralandı. İsrail bombardımanı dinmedi. Gazze’ye yönelik bombalamalar her geçen gün sertleşerek sürdü. 8 gün süren bombalamalarda, 150’ye yakın Filistinlinin katledildiğini, bine yakın kişinin yaralandığını açıkladı. FHKC, İslami Cihat ve Hamas’ın askeri kanadının başını çektiği Filistinli direniş örgütleri de İsrail ordusunu hedef almaktan geri kalmadı. İsrail’in “kusursuzluğu” ile övündüğü “Demir Kubbe” adlı savunma sistemini delen atışlarda İsrail askerleri de kayıplar

FHKC’nin öne çıkan inisiyatifi Emperyalizmin Suriye’deki iç savafl› ön plana ç›kard›¤›, tafleron devlet ve örgütler arac›l›¤›yla solemek-özgürlük eksenli hareketleri sindirmeye çal›flt›¤› bir dönemde FHKC’nin Gazze’deki inisiyatifi gerici dengeleri sarst›. Filistin direniflinin sol kanad›n› temsil eden FHKC, uzun süredir Filistin direniflinin birli¤ini savunuyor, bunun için de iç çat›flmalar yerine ‹srail iflgalini hedef alan bir mücadelenin esas al›nmas› gerekti¤ini belirtiyordu. Hamas’›n Katar-M›s›r eksenine kayarak ‹srail’le uzlaflma yoluna girdi¤i bir süreçte ‹srail ordusunu hedef alan eylemler bir anda Ortado¤u ve Filistin’deki gerçek çeliflkiyi a盤a ç›kararak FHKC’nin hakl›l›¤›n› ortaya koydu¤u gibi devrimci bir inisiyatifin olanakl› ve etkili olaca¤›n› da gösterdi. Gazze’de Hamas iktidar›n›n kuruldu¤u 2006 sonras›nda, hükümetin yaflad›¤› yozlaflma da FHKC taraf›ndan elefltiriliyor.

FHKC’nin öncü rol oynadığı direniş, hem İsrail saldırganlığını, hem İslamcıların uzlaşmacılığını ve krizini açığa çıkardı

verdi. Filistinli örgütlerin silahlarının İsrail savunma sistemini delebilecek düzeyde olması, ABDİsrail karşıtı cephenin direniş kapasitesini geliştirdiğini gösterdi. HAMAS’TA ‹Ç AYRILIK 14 Kasım’daki bombalamalar sonrasında ilk açıklama, Caberi’nin naaşının kaldırıldığı Gazze Şifa Hastanesi’nde Hamas Sözcüsü Fevzi Berhum tarafından yapıldı. Berhum, “Suikast savaş ilanıdır. İsrail bu saldırı için çok pişman olacak. Hamas’ın’ın yanıtını görecek ve büyük bir bedel ödeyecek” dedi. Hamas’ın silahlı kanadı Kassam Tugayları da İsrail’in “cehennem kapılarını açtığını” açıkladı. Hamas’ın siyasi kanadının tepkisi ise askeri kanadın “büyük harfli” açıklamalarına paralel ilerlemedi. Siyasi kanadın temsilcisi İsmail Haniye gerekli görüşmelerin yapılarak işbirliğinin

sağlanmasını istedi. Sonuç, siyasi kanadın ağır basması oldu. Böylece Filistin davasında ABD-İsrail eksenli uzlaşmacı Arap yönetimleriyle ilişkilerini sıkılaştıran, Suriye’ye yönelik emperyalist politikaların yoğunlaşması üzerine merkezini Suriye’den Katar’a taşıyan Hamas, son süreçte de bu siyasetini devreye soktu. Filistin Başbakanı İsmail Haniye’nin ve Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın ateşkes için adım atma çağrıları sonucunda Mısır devreye girdi. ABD, İsrail, Türkiye, Katar ve Arap Birliği yönetimleriyle görüşen Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, yaklaşık bir haftalık mekik diplomasisi ile ateşkesin imzalanmasını sağladı. 22 Kasım’da imzalanan ateşkes anlaşması, temel olarak ablukanın gevşetilmesine ve İsrail saldırılarının durmasına karşılık Hamas’ın Filistin direnişini

engellemesini öngörüyor. Böylece Hamas ve Müslüman Kardeşler liderliğindeki Mısır, İsrail işgalini resmen onaylamış ve sınırları muğlak bir yumuşama karşılığında, direniş güçlerini içerden bastırma görevini üstülenmiş oluyor. Körfez ülkelerinden gelecek para ve ABD desteği ile sürecek bu gerici uzlaşmanın ne kadar süreceği meçhul. Tüm bunlar Hamas’ı bir dönem El Fetih’in yaşadığına benzer bir çürümeye iterken Filistin direnişinde dengelerin direnişçi örgütler lehine değiştiği yeni bir sürecin kapılarını aralıyor. FHKC: ‘D‹RENMEK HAKTIR!’ FHKC ise El Fetih ve Hamas ayrışmasının Filistin direnişini böldüğünü belirterek, İsrail saldırganlığı karşısında direniş temelli politik ve ulusal birliğin sağlanmasını istedi. Bu doğrultuda yeni bir direniş programı hazırlanmasını gerektiğini ifade eden

Davutoğlu’nun gözyaşları D

ışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 20 Kasım’da Gazze’ye yaptığı ziyarette Filistin Başbakanı İsmail Haniye ile birlikte Şifa Hastanesi’ne gitti. Hastanede gözyaşlarını tutamayan bakanın bu görüntüsü, medyada geniş yer buldu. Perde önüne Davutoğlu’nun gözyaşları, Erdoğan’ın İsrail’e “ateş püskürmesi” ve sürekli hatırlatılan Mavi Marmara ruhu sunuldu. Perde arkasında ise Kürecik’e kurulan füze kalkanı radar üssü, İsrail ile her alanda yapılmış işbirliği anlaşmaları ve sonuçları belirsiz bir Filistin-İsrail uzlaşması için sarf edilen çaba sürdü. Suriye konusunda savaş, direniş, mücadele sözcüklerini ağzından düşürmeyen AKP iktidarı, söz konusu

Filistin topraklarındaki işgalin onaylanması olduğunda uzlaşmacı çizgiden taviz vermedi. AKP’nin gerçek İsrail politikası Ankara’da Halkevleri, İstanbul’da ise Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi tarafından gerçekleştirilen eylemlerde de görüldü. Filistin’de kalıcı ve gerçek bir barışın, ancak İsrail işgalinin son bulmasıyla gerçekleştirilebileceğini söyleyen eylemcilerin önü polis barikatlarıyla kesildi. Barikatın açılması taleplerine polisin verdiği yanıt açıktı: “İsrail Büyükelçiliği’nin güvenliğinden sorumluyuz.” Davutoğlu aslında kendi haline ağlıyordu. Suriye’de başarısızlığı tescillenmiş, Gazze’de inisiyatifi Mısır’a kaptırmış, beceriksiz bir ABD maşası ve İsrail müttefiki olmaktan öte bir şey olmadığı ortaya çıkmıştı.

Arjantin isyanı dizginlerinden boşaldı Neoliberalizmle bütünleşmiş Peronist milliyetçi-sosyal demokrasi çözülüyor. Kirchner hükümeti, sermayeden taraf oldukça yüz binlerce emekçiyi karşısına alıyor

FHKC, uzlaşma siyasetinin yürütülmesine de tepki gösterdi. FHKC, Filistin Özerk Yönetim Başkanı ve Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Mahmud Abbas’a “Biz Abbas’tan işgalci İsrail yönetimiyle bütün ortaklık ve güvenlik işbirliği faaliyetlerine son vermesini ve düşmanla müzakere seçeneğinin terk edildiğini ilan etmesini istiyoruz” sözleriyle seslendi. Filistin Başbakanı İsmail Haniye de eleştirilerden nasibini aldı. Açıklamada “Heniyye, Suriye ve İran’ın füzeleriyle övüneceğine Tunus ve Mısır’ın dini hükümetlerini övdü. İran ve Suriye’den askeri yardım isteyeceğine, Arap Baharı’nı -ki bahar denirse- suikaste uğratan liderlere selamlar gönderdi” denildi. Filistin halkının Mısır’dan beklentisinin İsrail’deki elçisini çekmek değil, İsrail Büyükelçisi’ni sınırdışı etmek olduğunu kaydeden FHKC, Camp David anlaşmasının iptalini ve Mısır’ın merkezi rolünü yeniden üstlenmesini istedi. Örgüt, “Müslüman Kardeşler, Gazze’ye silahlandırma köprüsü kurup ‘acil askeri durum’ ilan edeceğine, neden kapıları ve tünelleri açmaz? Neden çelik duvar olmayı denemez? Bombalamalara caydırıcı bir güç oluşturulmayacaksa neden Arap dışişleri bakanları toplanıyor?” sorularını sordu. Açıklamada Müslüman Kardeşler, Mübarek’in mirası olan anlaşmalara ‘sadık kalacağının’ garantisini vermekle de eleştirildi. Siyonist düşmanla (İsrail) herhangi bir ateşkes anlaşmasına dahil olmayacaklarını açıklayan FHKC, “Halkımızı savunma ve direnme hakkımızda ısrar ediyoruz. Direniş kurtuluşa ve bağımsızlığa kadar sürecek. Ülkemizdeki işgal ve halkımıza yönelik saldırılar sürdükçe ne itidali ne de ateşkesi kabul ediyoruz” dedi.

Arjantin’in efsanevi lideri Juan Peron’un popülist bir dille yükselttiği milliyetçi-sosyal demokrat çizgi, hem sanayi işçilerinin, hem milliyetçi orta sınıfın, hem de sermayenin desteğini kazanarak 1946’dan bu yana işçi sınıfı hareketinin sistem için tehdit haline geldiği dönemlerde devreye girdi. 2007’den bu yana devlet başkanlığını yürüten Cristina Fernándes de Kirchner de neoliberalizmle bütünleşmiş Peronist sosyal demokrasi geleneğinin krizinden geçiyor. Kirchner’in son dönemde vergileri artırdığı ve sosyal hakları tırpanladığı politikalar, Arjantin halkını kazan kaldırmaya itti. Yaklaşık 500 bin üyeli ülkenin en büyük iki işçi sendikasının çağrısıyla 20-21 Kasım’da genel grev ilan edildi. Grev, toplumun geniş bir kesiminin katılımıyla tam bir halk grevine dönüştü. Okullar, devlet daireleri, mahkemeler ve

bankalar açılmadı. Otobüs, tren ve uçak seferleri iptal edildi. Birçok dönem uzlaşmacı çizgisiyle eleştirilen Kamyoncular Sendikası da greve katıldı ve lastiklerle ana yolları kapadı. Çiftçiler ise “Ülke tarihinin en büyük tarım düşmanına karşı mücadele” çağrısında bulundu. Arjantin’deki siyasal kriz, hükümetin diline de yansıdı. Grev sonrası konuşan Kirchner, “Tehditlere boyun eğmeyiz” derken, İçişleri ve Ulaştırma Bakanı Florencio Randazzo grevi “Burnu büyük bencillerin eylemi. Bunu yapanlar işçi değil, halkı rahatsız etmek isteyen bir grup” olarak niteledi.

Hükümetin “Bir grup bencilin eylemi” olarak nitelediği 20-21 Kasım genel grevinde ülkede hayat durdu. Yüz binlerce emekçi, haklarının kırpılmasına karşı Kirchner’i hedefe koydu

Tahrir hacı firavuna karşı M

ısır’da Mübarek sonrasında yönetimi devralan Yüksek Askeri Konsey, yönetiminin ilk 10 ayında özgürlükler ve demokrasi adına hiçbir adım atmayınca sosyalist 25 Ocak Hareketi’nin çağrısıyla ikinci Tahrir isyanı başlamış, 42 kişinin öldüğü saldırılar sonucunda hükümet istifa etmişti. Katliamın yıldönümünde bir anma yapmak isteyen devrimciler, yine saldırıların hedefi oldu. Bu sefer saldırı emrini veren, Kasım 2011’deki eylemlere “katılmama” çağrısı yapan ve aradan geçen bir senede iktidara gelen Müslüman Kardeşler’di. F‹RAVUN DEVR‹LECEK! Tahrir’e giden sokaklarda çatışmaların sürdüğü sıralarda Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, “yeni Firavun kanunları”na imza attı. Mursi’nin kendi kararlarını nihai hale getiren düzenlemeler; muhaliflerce “darbe yapmak” olarak nitelendirildi. “Acil” koduyla düzenlenen eylemlerin ilk adresi Tahrir’di. Devrimcilerin 4 gündür sokak aralarında sürdürdüğü çatışmalar, katılımların artmasıyla meydanın dört bir yanına yayıldı. 25 Kasım akşamı çadırlarını kurmak isteyenlere yaklaşık 400 gaz bombası atıldı. Halk, saldırılara karşın meydanı bırakmadı. İskenderiye, Süveyş, Port Said ve İsmailiye’de düzenlenen eylemlerde ise Müslüman Kardeşler’in Özgürlük ve Adalet Partisi’ne ait bürolar ateşe verildi. Yargıçlar sivil itaatsizlik eylemi başlatarak yargı sistemini kilitledi. İşçi ve kamu çalışanları sendikaları “grev” kararı alacaklarını ilan etti. Eylemlerin ilk gününde taraftarlarına “Devrimi kimse sahiplenmesin. Yasadışı eylemlere müsamaha gösterilmeyecek” nutukları atan Muhammed Mursi, birinci hafta sonunda Yüksek Yargı Konseyi ile birlikte kararları gözden geçireceklerini açıkladı.

7

iklim 5 kıta

Katalunya’da seçimler

K

atalanların İspanya’dan bağımsızlığını kazanma mücadelesi, bölgesel seçim sonuçlarına yansıdı. 25 Kasım’da gerçekleştirilen seçimlerde bağımsızlıkçı Yönelim ve Birlik Partisi (CIA) yüzde 30 oyla 50 sandalye elde etti. CIA’ya göre daha solda yer alan Katalunya Cumhuriyetçi Solu ise oylarını ikiye katladı, yüzde 13.7’lik oy oranıyla 21 sandalye elde etti. Böylece bağımsızlık talebini destekleyen iki parti 135 sandalyenin 71’ini kazandı.

330 belediyede işgal

Y

unanistan’da 27 bin kamu emekçisinin işine son verilmesi planı hayata geçmeye başladı. İlk etapta 100’den fazla belediye işçisinin işine son verildi. İşçi kıyımlarına karşı yaptıkları toplantılarda “süresiz eylem” kararı alan belediye emekçileri, 19 Kasım’da belediye önlerinde iş bırakma eylemine başladı. Eylem, 4’üncü gününde işten çıkarmaların sürmesi üzerine işgale dönüştü. Belediye çalışanları, ülkenin dört bir yanındaki 330 belediye binasını işgal etti. Atina’daki eylemde ise çatışma çıktı. İşçiler saldırı sonrası yaralanırken, polis barikatı açmak zorunda kaldı.

İtalya’da eğitim eylemi

A

vrupa genelinde eğitim politikalarına ilişkin piyasalaştırma politikaları hız kazandı. İtalya’da krizi gerekçe gösteren teknokrat Mario Monti hükümeti, eğitim hizmetlerini yürüten kimi kamu kurumlarında özelleştirme kararlarına imza attı. Karar, 24 Kasım’da pek çok kentte protesto edildi. Öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin katıldığı eylemlerde Monti’nin istifası istendi. OECD verilerine göre kendi gelir grubundaki ülkelere göre eğitime daha az bütçe ayıran İtalya’da eğitim hakkı mücadelesinin daha da yükselmesi bekleniyor.

Dünyanın yarısı eylemde

2

5 Kasım’da kadınlar birçok ülkede sokaklara çıktı. Londra’da Feminist Ağı’nın gece yürüyüşlerinde “Geceyi geri iste” dendi. Guatemala’da kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin simgesi haline gelen Sepur Zarco davasında adalet istendi. Kürtaj hakkını yeni kazanan Uruguaylı kadınlar, aile içi şiddette “bölge şampiyonu” ilan ettikleri ülkelerinde tedbir alınmasını istedi. İtalyalı kadınlar 2012’de 120 kadının katledilmesine dikkat çekti. Romanya, Fransa, İspanya, Çin ve Tunus’ta da yürüyüşler düzenlendi.


6

KENT/ÇEVRE 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

Torba yasa: Yağmaya özgürlük Torba yasayla doğa sermayeye peşkeş çekiliyor, TMMOB etkisizleştirilerek taşlar bağlanıyor, mescit zorunluluğuyla yağmaya “ruhani” bir kılıf hazırlanıyor

Neden torba? AKP hükümeti torba yasalara s›kl›kla baflvuruyor. Hat›rlanaca¤› gibi 2012’nin May›s ay›nda korsan taksiler, otopark mafyas› ve itfaiyeyle ilgili düzenlemeler içeren torba yasan›n içine, havac›l›kta grev yasa¤› getiren bir madde eklemiflti. En kritik torba yasalardan biri de 2011 fiubat’›nda ç›kart›lan ve çal›flma hayat›nda güvencesizli¤i kanunilefltiren torba yasayd›. 12 Eylül Anayasa referandumu da bir torba Anayasa de¤iflikli¤i olarak gündeme gelmiflti. Torba yasalar› genelde flu klifle ifadeden hat›rlar›z: "Çeflitli kanunlarda de¤ifliklik yap›lmas›na dair kanun.” Neoliberal dönüflüm için “torba yasa” mant›¤› kaç›n›lmazd›r. Bu sayede de¤ifliklikler tek tek tart›fl›lmaz, oylanmaz, paket halinde meclisten geçer. Neoliberal kapitalizmde, sermayenin ve hükümetin istedi¤i daha fazla demokrasi de¤il daha fazla h›zd›r. Torba yasan›n içinde, sermaye egemenli¤ini pekifltirecek onlarca madde var iken, ufak tefek göz boyamaya yönelik kimi düzenlemeler öne ç›kar›l›r. Böylece küçük flekerler gösterilerek, ac› ilaç yutturulur.

TMMOB ve ba¤l› odalar›n etkisinin k›r›lmas›na yönelik giriflimler, hak mücadelelerinin etkisini k›r›p sermayenin talan›n› kolaylaflt›rma kayg›s›ndan do¤uyor. UMAR KARATEPE

V

atan gazetesinin 19 Kasım’da manşetten yayımladığı haber AKP’nin yeni bir torba yasa hazırlığı içinde olduğunu duyuruyordu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan 68 maddelik taslak incelendiğinde, tamamıyla enerji ve inşaat tekellerinin çıkarlarını korumak üzerine oluşturulduğu görüldü. Aslında her şey Bakanlığın Yapı Denetimi Kanunu’nu yeni baştan yazma çalışmalarıyla başladı. Bu taslağa, doğayı ve kentleri ilgilendiren bir sürü yasa daha eklenerek bir torba oluşturuldu. Torbaya, İmar Kanunu, Mera ve Orman Kanunu, Kıyı Kanunu, TMMOB kanunu gibi kanunlarda değişiklikler de eklendi.

Böylece, 2013 bütçe görüşmeleri tamamlandıktan sonra meclise gelmesi planlanan torba tamamlandı. İşte torbaya atılanlar: KIYILAR NÜKLEERC‹LERE Mevcut Kıyı Kanunu’ndaki, “Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir” hükmü değiştirilerek, yeni taslakta 10 metre mesafede yapılaşmaya izin veriliyor. Bu değişikliğe dair hükümetin gerekçesi son belediye kanunuyla kıyı köylerinin mahalle haline getirilmesi. Bu değişiklik nedeniyle kıyı köylerinde, halkın yıllardır sahip olduğu evler kaçak konumuna düşecekti. Ancak köylünün bu sorununu gerekçe gösterilerek yapılan değişikliğin aslında kimlerin işine

‹stanbul’un son ormanlar›na, su havzalar›na, tarihi siluetine ve tarihi dokusuna zarar verecek projeler ‹stanbul halk›n›n itirazlar›na ra¤men durmuyor

Şantiye İstanbul projeleri A

KP’nin Zihni Sinir projeleri, İstanbul’daki çevre, yapı yoğunluğu, kirlilik, nüfus fazlalığı gibi sorunların çözümünden çok tetikleyicisi oluyor. Projelerdeki son durum şöyle: SON ORMANLARIN YA⁄MASI Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul'a yapılacak 3. Havalimanı’nın ihaleye çıkmaya hazırlandığını söyledi. 3. Köprü ile eş zamanlı tamamlanması planlanan havaalanı 9 bin hektarlık alanı kapsıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a göre havalimanının yapılacağı bölge maden ocaklarını ve ormansız alanları içeriyor ancak Bakanlık tarafından hazırlatılan ÇED başvuru dosyasına göre alanın yüzde 85’i orman vasfını taşıyor. Bilgilendirme toplantısı düzenleyen yetkililer bölgede bulunan köylülerin sorularına tatmin edici cevap veremedi, halkın tepkisiyle karşılaştı. Havalimanında 100 bin kişilik istihdam yaratılacağı öngörülüyor. Bu da yapılaşmayı ve nüfus yerleşimini beraberinde getirecek. Böylece yapı çevresinde oluşacak

kirlilik, su havzasını yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak. Göçmen kuşların beslenme ve konaklama alanı yok olacak. Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerle bu alanların koruma altında olması gerekiyor. ÇAMLICA’NIN ORTA YER‹NDE... Çamlıca Camii'nin proje seçimi için yapılan yarışmada birinci çıkmadı, 2 mimarın tasarladığı proje ikinci olarak seçildi. Seçilen projenin “Sultanahmet” benzerliği ise mimarların gözünden kaçmayarak eleştirilere sebep oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülen proje, Çamlıca Tepesi’nde 250 bin metrekarelik alanı kapsıyor. Bu alanın yüzde 6’sına cami, geriye kalan kısmına ise sosyal tesisler yapılacak. 32. Gün programına katılan Üsküdar Belediye Başkanı projenin yapılacağı alanda tek bir ağacın olmadığını, alanın imara açık olduğunu iddia etti. Ancak aynı programa katılan Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman, o alanın birinci derecede doğal SİT alanı olduğunu vurgulayarak, cami dahil hiçbir yapının Çamlıca Tepesi’ne yapılamayacağını söyledi.

DE⁄‹fi‹KL‹K VAR PLAN YOK 3. Köprü Projesi’nin yapımı önündeki engeli kaldıran plan değişikliklerine karşı dokuz meslek odası 17 ayrı dava açtı. Üç yıl önce hazırlanan 1/100.000 ölçekli imar planına ve değişiklik yapılarak hazırlanan 1/25.000 ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu imar planına karşı açılan davalar sürüyor. Ancak köprü projesinin güzergahındaki 13 ilçenin 17 noktasında imar değişikliği yapılan plan ortada yok. GALATAPORT ‹HALEYE ÇIKACAK Galataport Projesi’nin imar planı Özelleştirme İdaresi tarafından onaylandı. 2005 yılında ihaleye çıkan ancak Danıştay tarafından iptal edilen proje, tekrar ihaleye çıkmaya hazırlanıyor. 112 bin metrekarelik alanı kapsayan proje ile kıyı alanı kamusal niteliğini yitirecek. Ancak 2011 yılında iki şahsın başvurusu sonucunda Türk Patent Enstitüsü tarafından Galataport markasının tescillenmiş olması, projeyi olmasa da yatırım yapacak patronları zora düşürecek gibi görünüyor.

yarayacağı, yasanın son hali ortaya çıkınca anlaşılacak. Öte yandan Kıyı Kanunu’ndaki bir başka değişiklik bu kadar beklemeye gerek bırakmıyor. Kanundaki “Yapı yasağı ve kıyıda yapılacak yapılar” başlıklı hükümler değiştirilerek kıyılara büyük depolar, istasyonlar ve enerji santralleri kurulabilmesinin önü açılıyor. Bu düzenleme, doğal olarak, termik ve nükleer santral projeleri için bir kıyak olarak yorumlanıyor. MERALAR TOK‹’YE Büyükşehir Yasası’nın çıkmasının ardından köylerin belediye sınırına dahil edilmesiyle kırsal alanların kentsel dönüşüm adı altında yağmalanacağı yorumları yapılmıştı. Köylerde dair bu endişelerin haklılığı, Mera Kanunu’ndaki bir

destekleyici değişiklikle açığa çıkıyor. Kanundaki, “Tahsis amacı değiştirilmedikçe mera, yaylak ve kışlaktan bu Kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılamaz” hükmüne ekleme yapılıyor. Taslakta bu alanların kentsel dönüşüm için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından el konulabilmesine olanak veriliyor. Taslağa göre Bakanlık, “kamu yararı” kararı alarak bu alanların mera vasfını 15 gün içinde değiştirebilecek ve meraları ilgili kurum ile kuruluşlara devredebilecek. TAfiLAR BA⁄LANIYOR 6235 Sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Kanunu’nun değiştirilmesine yönelik bir yasa taslağını da Torba Kanunu’nun içinde yer alıyor.

Yapılacak değişiklikle kentlerdeki ve doğadaki talana yönelik tepki göstermesi beklenen en kritik örgütlerden olan TMMOB’nin etkisizleştirilmesi hedefleniyor. Değişiklik yasalaşırsa TMMOB’nin yetkilerinin ve gelirlerinin önemli bir bölümü kırpılacak. Bu nedenle yasa değişikliği ile ilgili olarak, yasanın doğrudan muhatabı TMMOB’den hiçbir görüş alınmadı. “ELHAMDÜL‹LLAH YA⁄MACIYIZ” Yasa taslağının basında en çok tartışılan hükümlerinden biri de, bağımsız bölümü 100’den fazla olan konut kullanım alanlarında, park ve spor alanı gibi mescit kurma zorunluluğu getirilmesi. AKP bu “ruhani” madde ile “maddi” yağmasını gizlemeyi hedefliyor.

Başpınar rantçılara teslim olmuyor A

nkara’da kentsel dönüşümün kilit bölgelerinden biri olan Altındağ Başpınar Mahallesi’nde Barınma Hakkı Meclisi kurarak örgütlenen mahalleli ile belediye arasındaki mücadele yeni bir aşamaya geliyor. Mahallelerinden ıslah ve kira yardımı gibi taleplerle yola çıkan, “sorun değil çözüm” istediğini söyleyen halka karşı Belediye tehditlerini artırıyor. Mahallede dolaşan polis “Elektriğinizi su-

yunuzu keseriz” diyerek, belediye ise boş evleri kamulaştırma kararı bile olmadan yıkarak gözdağı vermeye çalışıyor. Yeşil alan projesi bahanesiyle boşaltılması istenen evlerin, kentsel dönüşüm kapsamına alındığı öğreniliyor. Bu tehditlere karşı Başpınar Mahallesi halkı, 15 Kasım’da Altındağ Belediyesi’nin önünde bir eylem yaparak barınma haklarına sahip çıkacaklarını haykırdı.

Başpınar Mahallesi Barınma Hakkı Meclisi adına Belediye önünde basına bir açıklama yapan Erdal Polat, yaşanan hukuksuzluklara dikkat çekerek başkan Veysel Tiryaki’nin ve belediye yetkililerinin yerel seçimlerden önce gider ayak ceplerini doldurmak istediklerini söyledi. Mahalleliler, açıklamanın ardından Altındağ Kaymakamlığı’na ve Ankara Valiliği’ne dilekçelerini sundu.

Madenlere karşı direniş var M

adenlerin yarattığı çevre katliamına karşı direnişler yaygınlaşıyor. Son olarak Ankara ve Sivas’ta da sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı talebiyle direnişler başladı. Sivas’ın Kangal İlçesi’ndeki Bakırtepe’de siyanürlü altın aramasına karşı bölge halkı Bakırtepe Çevre Platformu’nda bir araya geldi. 27 Kasım sokağa çıkan adına bir açıklama yapan Ali Balkız, Anadolu’nun taşını, toprağını, suyunu, havasını, ormanını, denizini, börtü böceğini peşkeş çeken AKP’nin sağlıklı çevrede yaşama hakkının en

‹stanbul’un kalbinde trafik krizi büyürken Taksim Dayan›flmas› üyelerinin Taksim'e ilk kazma vuruldu¤u gün bafllayan nöbet eylemleri sürüyor. 24 Kas›m'da bir araya gelen Dayan›flma üyeleri Taksim Meydan›’n› bofl b›rakmayacaklar›n›

büyük ihlalcisi olduğunu belirtti.” Madenin işletmecisi Demir Export A.Ş bölgede 1950’li yıllardan beri faaliyetlerini sürdürüyor. Şirketin işlettiği demir madenindeki kazalar ve çalışma koşulları nedeniyle çok sayıda insan hayatını kaybetmişti. TAfi OCA⁄INA ÖKFE Ankara Etimesgut’ta bulunan Fevziye Köyü halkı da, meralarına taş ocağı yapılmasına ve kullanılan dinamitlerden dolayı evlerinin duvarlarının çatlamasına karşı 27 Kasım’da köylerinde yürüyüş yaptı.

ve ak›ld›fl› projeden derhal vazgeçilmesi gerekti¤ini söyledi. Taksim Dayan›flmas›'n›n projenin durdurulmas› talebiyle bafllatt›¤› imza kampanyas› her gün 18:00/21:00 saatleri aras›nda Taksim metro istasyonu önünde devam ediyor.


7

İNSANCA YAŞAM 29 Kasım 2012 / 12 Aralık 2012

Halk›n Sesi

Gidecek başka toprağımız yok “Arıtması olmayan, olduğu halde çalıştırmayan ve ruhsatsız çalışan fabrikalar kapatılsın; sanayi kuruluşlarının ve arıtma tesislerinin kontrolleri daha sık ve ciddi olarak yapılsın; Çayın temizleme ve ıslah çalışmalarına hemen başlansın.”

UMAR KARATEPE

25

Kasım Pazar günü tüm Türkiye’de kadınlar şiddete karşı sokaklarda iken Bursa sokaklarında da köylü kadınların öncülük ettiği bir eylem vardı. Nilüfer Çayı’ndan getirdikleri çamur gibi suları taşıyarak yürüyen köylü kadınlar, Bursa’yı uyarıyordu: “Bu su ile sulanan sebzeleri-meyveleri yiyorsunuz.” “Su yaşamdır, suyuma dokunma” dövizlerinin arasında bir döviz, kadınların geleneksel rolleri dışındaki bir role soyunduklarına işaret ediyordu: “Nilüfer Çayı’nı da biz mi temizleyeceğiz.” Yaşlısıyla genciyle o kahverengi suya karşı harekete geçen kadınlara, yaşını başını aşmış denecek köylü erkekler de eşlik ediyordu. Gözlerini açtıklarında pırıl pırıl akan ve onlar için yaşam kaynağı olan bir çayın şimdi zehir kaynağı olmasını kabul etmiyorlardı. Zira o çayı kirleten sanayi tesislerinin ve o çayı besleyen kaynak sularını damacalara doldurup satan su şirketlerinin gidecek çok yeri vardı ama onların başka toprağı yoktu. Balıkları ölmekte, tarım arazilerinin verimliliği düşmekte, tarımda çalışanların ciltlerinde yanıklar ve dökülmeler ortaya çıkmakta, kanser vakaları hızla artmaktaydı.

Sanayi atıkları 52 köyün halkını zehirliyor. Bu atıkları arıtarak Nilüfer Çayı’na verdiği varsayılan işletmenin yönetim kurulu başkanı ise Vali’nin ta kendisi Özellikle İstanbul’daki çevre düzen planlarındaki değişikliklerin ardından, 2023’e kadar bu planların değişmeyeceği ve doağayı tepe tepe kirletme olanağı sunulan Bursa’ya yönelen sanayi akını, kirliliği tahammül edilmez boyuta taşımıştı.

KİRLİLİK BELGELENDİ Nilüfer Çayı Temiz Aksın Platformu öncülüğünde kent merkezinde eylem yapan köylülerin mücadelesi aylar öncesine dayanıyor. Yaklaşık üç ay önce Nilüfer Çayı çevresindeki 52 köyün ahalisi ve muhtarları bir araya

gelmiş ve Bursa Akademik Odalar Birliği’ne başvuru yapmıştı. Kimya Mühendisleri Odası başta olmak üzere meslek odaları bu konuda köylüleri yalnız bırakmadı ve yaptıkları incelemelerin sonucunu, her hafta düzenlenen köy

toplantılarında köylülere anlattı. TÜBİTAK’ın su analiz raporları sonuçları da aynı sonuçları gösteriyordu: Nilüfer Çayı’nın suyunun evlerde ve tarlalarda kullanımı artık mümkün değildi. Ve mücadele kararı alındı, talepler belirlendi:

VALİ ASTI KESTİ AMA… Eylemin ertesi günü Nilüfer Çayı Temiz Aksın Platformu’nun Bursa Valisi Şahabettin Harput ile randevusu vardı. Görüşmenin detaylarını, Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı Ali Uluşahin’e sorduk. Uluşahin, analiz sonuçlarını ve taleplerini Vali’ye sunduklarını, Vali’nin her türlü ceza ve yaptırımı devreye sokacakları noktasında söz verdiğini söyledi. Bu sözlere, vaatlere rağmen Uluşahin temkinliydi. Bu temkinin nedeni çok somut: Vali Harput, sanayi kuruluşlarından gelen suları arıtan Yeşil Çevre Arıtma Tesisi İşletme Kooperatifi'nin yönetim kurulu başkanı. Ve bu artıma tesisinden çaya verilen, sözde arıtılmış sular da zehir akıyor. Fabrikalar uygun maliyetle arıtma işini halledip Vali’de bu işin başında dururken, köylüler mücadelenin bundan sonraki aşamalarını tartışmaya başladı bile…

Bitlis’te üniversiteli olmak: Gaz, cop, ölüm E

Engelliler AKP engelini tartıştı H

alkevleri Engelli Hakları Atölyesi, düzenlediği “AKP’nin 10 yılı ve Engelliler” adlı panelde engellileri, akademisyenleri, engelli öğretmenlerini ve engelli velilerini birlikte mücadele etmeye çağırdı. Panelde engellilerin eğitimde karşılaştığı fiili ve hukuksal sorunlar, iş ve istihdam problemi, engellilerin sağlıkta neoliberal dönüşümden nasıl etkilendikleri, özürlüler kanunu ve engellilere yönelik politikalar konuşuldu. Ayrıca evde bakım maaşının engelliler açısından yararlı olarak karşılandığını ancak devletin yüklenmesi gereken bakım hizmetinin aile içine sıkıştırılarak evde bulunan kadının üzerine yıkıldığının altı çizildi. Panelde ‘sosyal engelli’ kavramının çok önemli olduğu ve 8.5 milyon varsayılan engelli sayısının üzerine milyonlarca da sosyal engellinin eklenmesi gerektiği söylendi. Engellilerin çalışma ve istihdamından bahsedilirken hangi işlerde ve hangi koşullarda çalışıldığının da tartışılması gerektiğini vurguladı. “MÜCADELEYİ BİRLİKTE BÜYÜTELİM” Panelde, Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi’nin 5 yıllık bir deneyimi olmasına rağmen hala öğrenme süreci içinde olduğu, bu dönemin de bütün engelli dernek-

leri ile birlik içinde yol alınarak aşılacağı ve mücadelenin daha da büyütüleceği söylendi. Engelli mücadelesinin öznelerinin çoğaltılması gerektiği vurgulandı. Sadece engellilerle sınırlı kalmayarak, engelli alanına dair çalışmalar yapan akademisyenlerin, engelli ailelerinin, öğretmenlerin de içinde bulunduğu bir birlikteliğin kurulması çağrısı yapıldı. Ayrıca ortak eylem çizgisi ve saldırılara karşı ortak duruş yaratabilmek için engelli derneklerinin birbiriyle iletişim halinde olması gerektiği söylendi. Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi’nin düzenlediği panele Kas Hastalıkları Derneği, Türkiye Sakatlar Derneği ve Altı Nokta Körler Derneği destek verdi. Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selda Çağlar, Akdeniz Üniversitesi Öğretim üyesi Ar. Gör. Deniz Parlak, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu, Ankara Barosu Üyesi Av. Erhan Akkaya, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Dikmen Bezmez, Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sibel Yardımcı, Yrd. Doç. Dr. Yıldırım Şentürk ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politikalar Forumu'ndan Volkan Yılmaz panele konuşmacı olarak katıldı.

kim ayında, depreme dayanıklı yurt mücadeleleriyle gündeme gelen Bitlis Eren Üniversitesi öğrencileri, bu kez de bir arkadaşlarının göz göre göre öldürülmesine karşı ayaktaydı. 19 Kasım’da Bitlis Eren Üniversitesi kampusunun önündeki kavşakta meydana gelen kazada öğrenci Ömer Erol hayatını kaybetti. Öğrenciler, kazadan tam bir ay önce üniversitelerinde düzenledikleri eylemde, okula giriş ve çıkışlarda trafikte zor anlar yaşadıklarını söylemiş, Karayolları Bölge Müdürlüğü’nü ve Bitlis Belediyesi’ni göreve davet etmişlerdi. Öğrenciler 20 Kasım’da dersleri ve sınavları boykot ederek AKP’li

belediye ile Karayolları’nın önlem almamasını protesto etti. Üniversiteden 4 kilometre uzaklıktaki Bitlis Belediyesi Hizmet Binası önüne yürüyen öğrencilerin eylemine Eğitim Sen’den başka yol üzerinde bulunan okulların

N

Niğde’de ulaşım hakkı mücadelesi Toplu ulaşıma yapılan zamlara karşı ilk tepkiyi üniversite öğrencileri verdi

öğrencileri de alkış, slogan ve ıslıklarla destek verdi. Belediye önünde yapılan basın açıklamasında, yurt eylemleri de hatırlatılarak, iktidarın her öğrenci talebine gaz bombasıyla yanıt verdiğine dikkat çekildi.

iğde Üniversitesi öğrencileri 16 Kasım’da Niğde Belediyesi önünde ulaşım zamlarını protesto etti. Hükümet Binası’nın önünde toplanarak Belediye önüne yürüyen öğrenciler, şehir içi ulaşım bedeline yapılan yüzde 25’lik zammın geri çekilmesi talebiyle başlattıkları imza kampanyasında topladıkları yaklaşık 4 bin imzayı Belediye Başkanlığı’na teslim etti. İmza teslim sırasında Belediye Başkan Yardımcısı Yakup Yerlikaya ile görüşen dört öğrenci temsilcisi, “Son

yapılan zamla birlikte bir yıl içerisinde ulaşıma iki defa zam uygulamıştır ve bu zamların hiçbir haklı gerekçesi yoktur, ulaşım zammı derhal geri çekilsin” dedi. Yapılan görüşmede; imzaların Belediye Başkanına iletileceğini söyleyen Yerlikaya, kısa zamanda sonucun öğrencilere iletileceğinin bilgisini verdi. Basının alınmadığı görüşmenin ardından öğrenciler, konunun takipçisi olacaklarını, zamlar geri alınana kadar mücadelelerini sürdüreceklerini söyleyerek eylemlerini sonlandırdı.

Bir sa¤l›kta dönüflüm öyküsü: Hacettepe amu Hastaneleri Birlikleri Yasası olarak bilinen 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 2 Kasım’da yürürlüğe girdi. Sağlık Bakanlığı’nın düzenleyiciliğe çekildiği, sermayenin ise icracı haline geldiği uygulama ile sağlık hizmetinin sektör, hastanelerin işletme, hastaların müşteri, sağlık emekçilerinin güvencesiz olma dönemi başladı. “Kamu-özel ortaklığı” ise kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasının en sade, yasa metninin ise en yaldızlı ifadesi oldu. “Sağlıktaki Dönüşüm” sürecini, halk nezdinde keskin çarpılmalar yaratmayacak bir biçimde gerçekleştirmeye çalışan AKP, Kamu Hastaneleri Birlikleri’nin hayata geçmesinde de, uygulamaya bir yıl sonra başlamak gibi, temkinli adımlar attı. Buna karşın ranttan pay Ça¤lar kapma telaşı, neoliberal dönüşümün daha hızlı Özbilgin hareket etmeye zorladığı anlarda ortaya çıktı. Öykümüz, sıkı bir arkacaglar@ sendika.org daş grubunun bu telaşını ve “kamu-özel ortaklığı” düzenindeki yeni icracıların belirlenişini konu ediniyor.

K

DEMOKRAT VE YARDIMSEVER REKTÖR Hacettepe Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer. Onu AKP ve YÖK’ün “demokratik özgür üniversite” oyununun bir perdesinde figüran karakterinde görmüştük. Rektörlük seçimlerinde ikinci olmasına karşın, YÖK’teki mülakat sonrası liste başına çekilmiş, Abdullah Gül tarafından da rektörlüğe atanmıştı. Görevinin ilk günlerinde egemen medya tarafından demokrat ilan edilmişti. “İşte üniversite budur” diyen öğrenciler, “Okulun havası değişti” diyen akademisyenler röportaj için sıraya girmişti. Lakin “demokrat rektör” oyunu, Tuncer’in üniversitelilere saldıran faşistleri “Benim misafirlerim”, özel güvenlikleri ise “Görevlerini yaptılar” sözleriyle savunması ile kısa sürede bitiverdi. Tuncer’in rektörlüğe seçilmesinde kuşkusuz öngörü yeteneğinin payı büyüktü. Ne hikmetse, Kamu Hastaneleri Birliği’nin yasalaşmasından 4 ay önce kamu-özel ortaklığı çerçevesinde üniversitelerde ihale kapabilecek bir vakfın kuruluşunda yer almıştı. Sağlık Bilimleri İleri Teknoloji Araştırma Vakfı, “Devletin kamu yükünü azaltmak amacıyla eğitim ve sağlık hizmetlerini ifa etmek, eğitim, sağlık kurum ve kuruluşlarına her türlü yardımda bulunmak” amacıyla 10 Temmuz’da resmen kurulmuştu. Vakfedenler listesinde Tuncer’in yakın arkadaşları Muhammed Özgehan, Tuncay Delibaşı ve Rıza M. Karaşen adları yer alıyordu. Bu ekip, hepi topu 50 bin lira sermayeyle devletin yapamadığını yapmaya ant içmişti. 10 PARMAK 10 MARİFET BİR ARKADAŞ Aralık 2011’de görevine başlayan Murat Tuncer, henüz bir ay geçmeden yakın arkadaşı Muhammet Özgehan’ı rektör danışmanlığına atadı. Bir pratisyen hekim Özgehan, Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde başhekim yardımcısıydı. Hiçbir finans eğitimi almamıştı ama mali işlerden sorumlu danışman yapılmasında hiçbir beis görülmemişti. Yükselişi yeni başlayan Özgehan, yine hiçbir akademik çalışma ve uzmanlığı bulunmayan bir alanda baş gösterdi. 5 Mart 2012’de “üniversitesanayi işbirliğini gerçekleştirmek” amacı taşıyan Hacettepe Teknokent A.Ş’nin genel müdürlüğüne, 8 gün sonra, 13 Mart 2012’de ise Hacettepe Teknokent Teknoloji Transferi Ar-Ge Danışmanlık Enerji Sağlık Çevre İletişim San. Ve Tic. A.Ş’de Yönetim Kurulu Başkanvekilliği’ne geldi. Özgehan yalnız da değildi üstelik. Hacettepe Teknokent A.Ş’deki yönetimde yanında iki tanıdık isim daha buldu: Aynı vakfın kuruluşunda yer aldığı dostları Tuncay Delibaşı ve Rıza M. Karaşen. Özgehan, bununla da yetinmedi. Son olarak Diş Hekimliği Fakülte Sekreterliği’ne atandı. Sadece bir pratisyen hekim olan Özgehan, Tuncer’in rektörlüğünden sonraki 6 ay içerisinde hem rektörün mali danışmanı, hem fakülte sekreteri, hem de iki şirketin yöneticisi olmuştu. RİAYET ETMEYECEĞİZ! Ne klasik bir kadrolaşma, ne de muazzam bir başarı… Anlatılan, üniversitelerdeki ve sağlık alanındaki piyasalaştırma politikasının kısa bir öyküsüdür. Öykünün sonunun ne olacağı bilinmese de, bilinen o ki, Hacettepe’de takke düşeli, kel görüneli çok oldu. Özel güvenlikleri, öğrencilerine saldırdığında “Bu düzene riayet etmeyen herkes, güvenlik görevlilerimizden aynı şekilde cevabı görecektir” diyen Murat Tuncer’e bir kez daha söylemekte fayda var: Riayet etmeyeceğiz!

Emeklilerden taze soluk H

alkevleri Emekli Hakları Atölyesi, “yaşımız ilerlemiş olabilir ama haramilerden hesap sormaya soluğumuz var” diyerek, emekli hakları mücadelesini yükseltiyor. Açlık sınırının altında olan emekli maaşlarına; konut, ulaşım ve barınma sorunlarına; sağlık hizmetlerinin piyasalaşmasına isyan edenlerin ilk buluşması 1 Aralık’ta Taksim’de. “Emeklileri toplumun sırtında bir yük,

bir kambur olarak görüyorlar” diyen Atölye’nin emekçilerinden Abdullah Aydın, eylemin ardından mücadelelerini yerellerde güçlendireceklerini söyledi. “Emeklilerin El Kitabı”nı çıkaracaklarını ve bu kitapta emeklilerin yasal haklarını anlatacaklarını söyleyen Aydın, aynı zamanda bir de anket çalışmasına başlayacaklarını duyurdu. Atölye bu çalışmayla binlerce emekliye ulaşıp sorunlarını tespit ederken bu sorunlar etrafında bir duyarlılık ve kimlik kazandırmayı hedefliyor.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

Patronun acelesi 5 işçiyi öldürdü

Metal iflçisi teyakkuzda etal işçilerinin grup toplu sözleşme döneM mi başladı. Bu dönem, toplu sözleşme sürecine damgasına vuran en önemli husus, sanırız, Bursa bölgesindeki metal işçilerinin ayağa kalkışı olacak. Özellikle ülkemizin önemli kuruluşlarından biri olan Renault fabrikasında işçilerin işyerini işgal etmesine kadar varan metal işçisinin uyanma hamlesi, Türk Metal’in bu toplu sözleşme sürecindeki ayak oyunlarıyla daha da belirgin hale gelecektir. Hele bir de Renault fabrikasındaki işçilerin Türk Metal üyesi olması ve sendikanın sessizliğine karşı isyan etmeleri düşünüldüğünde hareketli bir süreç kapıda bekliyor. Sınıf mücadelesinin gerek kendiliğinden kitlesel parlamalarının olmadığı gerekse de sınıf örgütlerinin yeni bir işçi hareketi örgütlemekte zorlandığı bir dönemde metal işçilerinin mücadelesi Türkiye’nin pek çok yerinde deniz feneri gibi yanıp sönmeye devam ederek işçi sınıfının yönünü kaybetmemesini sağlıyor. Türkiye’de maden işçileriyle birlikte başlayan mücadele süreçleri “kavel direnişi” ile ülkemizde sınıf mücadelesinin önünü açtı. 1992 yılında DİSK’in yeniden faaliyete başlamasıyla Birleşik Metal İş Sendikası’nda mücadeleye devam eden metal işçileri sınıf mücadelesinin bütün gelgitli dönemlerinde bayrağı hiç bırakmadan eşitlik ve adalet mücadelesini sürdürmeyi başardılar. Geçen toplu sözleşme döneminde “greve çıkmaya cesaret edemezler” denilen bir noktada yıllar sonra tekrar greve çıkan ve metal patronlarını boyun eğdiren metal işçileri bu kez de sendikalarının önderliğinde hazırladıkları toplu iş sözleşmesiyle bir kez daha mücadelenin kritik bir dönemecinden geçiyorlar. Metal işçilerinin mücadelesi basit teorik hesaplamalarla; “artık sanayi üretimi yerini hizmet sektörüne bıraktı”, “sanayi işçilerinin mücadeledeki önemi azaldı” söylemleriyle değerlendirilebilecek bir husus değildir. Ki zaten Forbes, Fortune gibi ekonomi dergilerinin “Anadolu’nun en büyük Tufan 500 firması” ve “en fazla kar Sertlek eden 500 firması” şeklinde oluşturdukları listelerinde 3 Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu yıldır metal sektöründe yer alan şirketlerin açık ara zirvede olmaları “sanayi sektörü bitti, etkisini yitirdi” söylemini boşa düşürüyor. Lokomotif bir sektör olma özelliği gösteren otomotiv nasıl sermayedarlar açısından önemliysi işçi sınıfı mücadelesi açısından da hala önemini koruyor. Bu sözleşme sürecinin önemli aktörlerinden biri de Türk Metal Sendikası. Türk Metal’in işçi düşmanı tutumumun hangi aşamaya kadar varacağını göreceğiz. Renault fabrikasını işgal eden işçilere “bu fabrika saatte 55 araba üretiyor, üretimi durdurmaya hakkınız yok” diyen sesin sahibi Renault fabrikasının patronu veya vekili değildi, tam da anlaşılacağı üzere sahibinin sesi olan Türk Metal’di. Türk Metal yönetimi ile Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) yönetiminin ortaklaşa yönettikleri insan kaynakları şirketlerinin varlığı anımsanırsa Türk Metal’in patronunun sesi olmaktan öteye gittiği ve daha da ileri gideceği unutulmamalıdır. Daha önce Bosch işçileriyle bütün Bursa bölgesini sallayan metal işçileri bu kez de otomobil işçileriyle teyakkuz halinde olduklarını gösterdiler. Eğer MESS bu süreci kazasız belası atlatayım diye apar topar sözleşmeyi imzalamazsa bu öncü sarsıntılar bütün Türkiye tarafından duyulur hale gelecek.

EVR‹M ÇAKIR

"İ

ş kazası meydana geliyor, Çalışma Bakanı olarak omzumdaki yükten dolayı o gün yerin altına giriyorum." Bu sözler 24 Nisan 2012’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik tarafından sarf edildi. Çelik’in “İş kazası oluyor, yerin dibine” giriyorum açıklamasının üzerinden geçen 7 ayda 475 işçi hayatını kaybetti. Bu kez ölümün adresi Samsun Eti Bakır A.Ş. Samsun’un Tekkeköy İlçesindeki Cengiz A.Ş’ye ait Eti Bakır A.Ş’nin gübre fabrikasında 22 Kasım günü amonyak tankının kapağının çökmesiyle iş kazası meydana geldi. 500 işçinin çalıştığı fabrikada, 350 ton ağırlığındaki kapağın altında kalan işçilerden 5’i hayatını kaybetti, 14’ü yaralandı. Kazanın meydana gelmesiyle 2004’te özelleştirilen Eti Bakır İşletmesi'ni satın alan Cengiz Holding'in, kapak montajını Çelkon isimli taşeron firmasına verdiği, ölen işçilerin ise Çelkon'dan işi devralan bir başka taşeron firmanın çalışanları olduğu ortaya çıktı. Kapak altında kalan Fatih Açıkel, Hüsamettin Toysümer, Hüseyin Bayrak, Sadık Kuruçay ve Güven Demirel hayatını kaybetti. Eti Bakır işletmesinde çalışırken kazanın olduğun gün raporlu olduğu için fabrikaya gitmeyen Savaş Erzurumlu, basına verdiği röportajlarda kazanın ihmalkarlık yüzünden olduğunu söylüyor. Erzurumlu, kazanın nasıl meydana geldiğini şöyle anlatıyor: "Tankın kapağı bir iskele üzerine oturtulmuştu. İskelenin çok sağlam olmadığını düşünüyorum. Bir de kapağın altında kaynak yapılırken üstünde de işçiler çalışıyordu. Bu şekilde olmaması gerekir. Bize işin bitirilmesi için acele etmemiz gerektiği söyleniyordu. Acele etmemiz, gerekli tedbirlerin alınmaması, bu kazayı beraberinde getirdi. İskele zayıf kaldı. Çatının bir an önce tankın üzerine yerleştirilmesi gerekiyordu. Acele edildi." Kazanın ardından 10 kişi gözaltına alındı.

İ

lerin öğrencilerin yanı sıra emek ve meslek örgütlerinin örnek bir dayanışma gösterdiğini dile getirdi. Açıklamada “Bilgiyle direniş başlasın” sloganı ile başlatılan mücadelenin tüm vakıf üniversitelerinde “Sendikayla hayat başlasın”a çevirmek gerektiği de söylendi.

Ulaşım hakkımız gasp edilemez B

üro Emekçileri Sendikası’nın (BES) TBMM gündemindeki 2013-2015 Merkezi Yönetim Bütçesi’ne ve gasp edilen haklarına ilişkin eylemleri sürüyor. Kocaeli Kuruçeşme’deki SGK Merkez Binası önünde bir araya gelen BES üyeleri, temmuz ayı ikramiyelerinin ödenmesini istedi. BES üyeleri adına basın açıklamasını okuyan Gülizar

Yerin dibine giresin! Gözaltına alınan 10 kişi arasında bulunan firma yetkilisi Barış D. ve taşeron firma yetkilisi İlyas A. çıkarıldıkları mahkemece tutuklanırken, 8 kişi serbest bırakıldı. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, iş kazasının meydana geldiği memleketi Samsun’a giderek bir açıklama yaptı. Kılıç, meydana gelen iş kazası ile ilgili kaygılanılacak bir şey olmadığını yapılması gerekenlerin zaten yapıldığını söyledi. PEK‹ YAPILAN NEYD‹? İşkazaları karşısında AKP’nin hizmet olarak tanımladığı kalemler şunlar: Ölen işçileri hastane morguna belediye aracılığıyla taşımak. Yaralanan işçileri devlet hastanesinde tedavi altına almak. Ölen işçilerin ailelerine “kader” denilip rahmet dilemek. Yapılanlar arasında Adana Gökdere’deki gibi ölen işçilerin ailelerinin müftülük ve şirket yetkilileri tarafından ev ev dolaşılarak kan parası teklif edilmesi de var. Eti Bakır A.Ş gübre fabrikasında “gerekenler yapılmadığı” için 5 Kasım günü bir iş kazası daha meydana gelmiş ve kamyon kasası üzerine

devrilen bir işçi hayatını kaybetmişti. fi‹RKET‹N S‹C‹L‹ KABARIK AKP’ye yakınlığı ile tanınan Cengiz Holding’in sahibi Mehmet Cengiz’in işletmelerindeki iş kazaları saymakla bitmiyor. Kastamonu Küre’de bulunan Aşıköy Yeraltı Bakır Ocağı’nda 8 Eylül 2004’te tünel çalışmasında çıkan yangında 19 işçi hayatını kaybetti, 19 işçi yaralandı. 24 Şubat 2012 tarihinde Adana Gökdere Köprü HES Barajı inşaatının derivasyon tüneli çöktü ve 10 işçi sulara kapılarak hayatını kaybetti. İnşaatın yüklenici firmalarından biri de Cengiz İnşaat idi. Gökdere HES’in sahibi ise EnerjiSa. Adana’daki kazada Samsun’da olduğu gibi işin hızla bitirilmeye çalışılması nedeniyle gerçekleşmişti. Samsun Eti Bakır gübre fabrikasında yaşanan iş kazasıyla birlikte Cengiz holding işletmelerinde hayatını kaybeden işçilerin toplam sayısı 35’e ulaştı.

AKP’NIN ‘YÜRÜ YA KULUM’ DEDIKLERINDEN... Eti Bakır İşletmesini satın alan Cengiz İnşaat dünyanın en büyük 225 müteahhitlik firması arasında yer alan, 22 Türk inşaat şirketi arasında bulunuyor. Madencilik, inşaat, enerji, turizm, makine ve sigorta alanlarında faaliyet gösteren Cengiz Holding bünyesinde, Cengiz İnşaat, Ce-Ka İnşaat, HCM Makine, Balen Makine Enerji, Bana Turizm, Cengizler Sigorta ve Cengiz Enerji bulunuyor. Grubun lokomotif şirketi Cengiz İnşaat, 55 milyon dolarlık iş makinesi parkına sahip. AKP döneminde büyüyen şirketlerden biri olan Cengiz Holding, 4 milyar dolar yatırım değerindeki Seydişehir Alüminyum Tesislerini 305 milyon dolara satın aldı. Tesisin enerji ihtiyacını karşılaması için yapılan Oymapınar Barajı firmanın kar etmesi için Cengiz Holding’e devredildi. Samsun’da kazanın yaşandığı gün Mehmet Cengiz, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’yla Yusufeli Barajı’nın iş sözleşmesini imzaladı.

Çal›flma Bakan› olman›n sorumlulu¤unu tafl›yan Çelik, 24 Nisan’daki “yerin alt›na giriyorum” aç›klamas›n›n ard›ndan ‹fl Sa¤l›¤› ve Güvenli¤i Kanun tasar›n› ç›karaca¤›n› söyledi. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bir sunum yapan Çelik’in a¤z›ndan ifl kazalar›nda Türkiye’de günde 172 ifl kazas› meydana geldi¤i, her gün 3 iflçinin yaflam›n› yitirdi¤i ayr›ca da 6 iflçinin de ifl göremez raporu ald›¤› döküldü. Kanun tasar›s› yasalaflarak yürürlü¤ü girdi. Çelik’in aç›klamalar›n›n üzerinden 7 ay geçti ve 475 iflçi hayat›n› kaybetti. ‹fl kazalar›n›n önlenece¤i iddia edilerek kanunlar ç›kar›ld›. Ancak ‹flçi Sa¤l›¤› ve ‹fl Güvenli¤i Meclisi’nin bas›nda yer alan ifl kazas› haberlerinden derledi¤i rapora göre, bu y›l›n ilk 10 ay›nda 730 iflçi hayat›n› kaybetti.

‹fl kazas›n›n ard›ndan Samsun emek ve demokrasi güçleri, hiçbir önlem al›nmad›¤› için 5 iflçinin hayat›n› kaybetmesini protesto etti.

Bilgi’de direniş kazandı stanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sosyal-İş üyesi 3 işçinin 80 gün boyunca süren işe geri dönüş mücadelesi kazanımla sonuçlandı. Bilgi Üniversitesi’nde çalışırken bir binanın hizmet dışı kalması gerekçe gösterilerek 24 Ağustos’ta 13 işçi çıkarıldı. Üniversitenin sendika düşmanı tutumuyla bu sayı 20’ye ulaştı. İşten çıkarılmalarının ardından Sosyal İş üyesi 3 işçi işe iade talebi ile mesai saatleri içerisinde üniversitenin Santral Kampüsü’nde oturma eylemi başlattı. İşçilerin 80 gün boyunca yaptıkları oturma eylemi kazanımla sonuçlandı. 3 işçinin işe geri dönme talebi üniversite yönetimi tarafından 26 Kasım’da kabul edildi. Kazanımın ardından Sosyal-İş Genel Yönetim Kurulu bir basın metni yayımlayarak direnişte akademisyenlerin, personel-

Samsun Eti Bakır A.Ş’deki iş kazasında 5 işçi hayatını kaybetti, 14 işçi yaralandı. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in “İş kazası oluyor yerin altına giriyorum” açıklamasının üzerinden geçen 7 ayda 475 işçi hayatını kaybetti

Ateş, 3 bin 500 lirayı bulan yoksulluk sınırına karşın toplu sözleşmede öngörülen zam oranının yüzde 3+3 olmasına tepki gösterdi. Ateş, bu uygulamayı reddettiklerini, ikramiyelerinin güvence altına alınmasını istedi. Açıklama, BES çatısı altında örgütlenme ve hak mücadelesi yürütme çağrılarının yapılmasının ardından son buldu.

Enerji işkolunda emsal karar BEDAfi’ta Sezen Yavuz LPG Elektrik ‹nflaat San. ve Tic. Ltd. fiti.’de ihale ile çal›flt›r›l›rken Enerji Sen öncülü¤ünde taflerona karfl› mücadele ettikleri için iflten ç›kar›lan 14 enerji iflçisinin davas› 16 Kas›m’da görüldü. ‹stanbul 12. ‹fl Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme, tafleron ile as›l iflveren aras›ndaki iliflkinin muvazaal› oldu¤unun tespiti ile iflçilerin BEDAfi’a iadesine karar verdi. BEDAfi’ta iflten ç›kar›lan 14 iflçi, daha önce iflten at›ld›ktan sonra BEDAfi önünde çad›r kurarak direnifle geçen di¤er iflçilerle beraber ifle iade

‘HUKUK‹ MÜCADELEDE ÖNEML‹ B‹R KAZANIM'

talebi için mücadele ediyordu. Direnifllerinin 187’nci gününde bir aç›klama yapan BEDAfi iflçileri, açma-kapama bölümünde çal›fl›rken iflten ç›kar›lan 14 arkadafllar›n›n ifle iade davas›n›n kazan›mla sonuç-

TMMOB asgari ücreti belirledi

T

land›¤›n› dile getirdi. Direniflteki iflçilerden Arif ‹nan Baflgedik, iflten ç›kar›lan 14 kiflinin as›l iflveren BEDAfi’a iadesine karar verilmesinin bundan sonraki süreçte de emsal olaca¤›n› söyledi.

MMOB Yönetim Kurulu, 24 Kasım’da yaptığı toplantı ile mühendis asgari ücretini brüt 2.700 TL olarak belirledi. SGK ile yapılan protokol ile TMMOB belirlediği asgari ücreti SGK'ya bildirecek. Ücretli mühendisler, belirlenen 2.700 TL brüt ücret ile, vergi dilimleri göz önünde bulundurulduğunda yaklaşık olarak ocak ayında 2000 TL, aralık ayında ise 1.720 TL maaş alıyor olacak. Bu ücretler aylık ortalama 1910 TL'ye denk düşüyor. Politeknik’in internet sitesi aracılığı ile yaptığı

Enerji-Sen Genel Baflkan› Kamil Kartal’da dava sonucu ile ilgili flunlar› söyledi: “Bizler enerji alan›nda taflerona karfl› mücadele yürütürken enerji iflçilerinin as›l iflverenin iflçileri oldu¤unu söylüyorduk. Taflerona karfl› mücadele eden iflçilerin ifle iade davas›nda mahkeme karar›ndan ç›kan sonuç da iflten ç›kar›lan 14 iflçinin as›l iflveren BEDAfi’a iadesi oldu. Bu mahkeme karar› enerji iflçilerin hukuki mücadelesinde önemli bir kazan›m ve emsal oldu.”

“İnsanca bir yaşam için mühendinslerin asgari ücreti ne olmalı?” anketi 1099 kişinin katılımıyla sonuçlandı. Politeknik, anket sonuçlarını asgari ücretin tartışılacağı TMMOB Yönetim Kurulu toplantısına iletti. Ankete katılan mühendislerin 350’si (yüzde 31,8) insanca bir yaşam için mühendislerin almaları gereken asgari ücretin 2.000-2.500 TL arasında, 301’i (yüzde 27,4) 2.500-3.000 TL arasında olmasını talep etti.


9

EKONOMİ 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

BAKAN YILDIZ ‘DO⁄ALGAZ VE ELEKTR‹K KES‹NT‹LER‹NE HAZIR OLUN’ DED‹

Rusya’dan soğuk hava siparişi AKP’nin işbirlikçi politikaları nedeniyle, enerji aldığımız komşu ülkelerle ilişkilerimiz bıçak sırtında ilerliyor. Bakanlık, doğalgaz ve elektrik kesintileri yaşanabileceğinin sinyalini verdi ENG‹N DURAN

E

nerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) 11. kuruluş yıldönümü dolayısıyla 20 Kasım’da düzenlenen bir etkinliğe katılan Bakan Taner Yıldız, elektrik ve doğalgazda kesintilerin olmayacağının söylenmesinin gerçekçi bir yaklaşım olmayacağını söyledi. Bir yıldönümü etkinliğinde bir hükümet üyesinin olumsuz sinyaller içeren bir konuşma yapması doğal olarak merak uyandırdı. Enerji Bakanı Yıldız, kış yaklaşırken neden halkı doğalgaz ve elektrik kesintilerine hazırlayan bir konuşma yapma ihtiyacı duymuştu? Türkiye, elektriğinin üçte ikisini doğalgaz çevrim santrallerinden sağlıyor. Elektrik üretiminde özel sektörün payı arttıkça bu oran da hızla artıyor. Çünkü doğalgaz çevrim santrallerinin kurulumu, yani santral kuran özel şirketlere maliyeti ucuz; işletmesi, yani elektriği satın alan kamuya maliyeti ise pahalı. Türkiye’nin doğalgazda dışarıya bağımlılığı da dikkate

alındığında, sermaye yanlısı enerji politikalarının halkın yoksullaşmasını ve ülkenin bağımlılaşmasını beraberinde getirdiği görülüyor. Türkiye doğalgaz ihtiyacını büyük ölçüde Rusya ve İran’dan aldığı doğalgazla karşılıyor. İşte Bakan Yıldız’a o tuhaf cümleleri kurduran şey de AKP’nin ABD işbirlikçisi politikaları nedeniyle, Türkiye’nin enerjide bağımlı olduğu ülkelerle ilişkilerinin riskli bir hatta girmiş olması. RUSYA’DAN KÖTÜ HABERLER Rusya’dan Suriye’ye giden bir uçağın durdurulması ve Rusya lideri Vladimir Putin’in Türkiye ziyaretini iptal etmesinin ardından iki ülke arasında esen soğuk rüzgarlar somut etkilerini göstermeye başladı. Kasım ayında Türkiye’nin ihraç ettiği tonlarca tarım ürünü iade edildi. Bakan Yıldız’ın açıklamasını izleyen günlerde Türkiye’den Rusya’ya getirilen 24 ton mandalina, içinde Akdeniz sineği bulunduğu gerekçesiyle geri gönderildi.

Rus yetkililer Türkiye’den getirilen meyve ürünlerinde son zamanlarda sık sık böyle durumlarla karşılaştıklarına işaret ederek, “Bu ciddi sinyal. Bunlara önlem alınmaması ikili ticari ilişkileri olumsuz etkiler. Biliyorsunuz bunların yaşanmaması için daha önce Rusya tarafı ek koruma mekanizmalarını uygulamak zorunda kalmıştı” hatırlatmasında bulundu. Uluslararası ticaret anlaşmaları gereği Rusya’nın Türkiye’den gelen ürünleri engelleme gibi bir hakkı yok. İşte böylesi durumlarda ülkeler sağlık gerekçesi gibi bahanelerle, hasım ülkelere ticaret engeli koyabiliyor. Rusya’nın “akdeniz sineği” gerekçesi de böyle bir bahaneye denk düşüyor. Yani Ortadoğu’da Rusya çıkarlarına zarar veren politikaları en ateşli biçimde uygulatan Türkiye, Rusya tarafından ticari yollarla cezalandırılıyor. Üstelik mandalina yalnızca bir ihtar. Vaktiyle ABD işbirlikçisi bir hükümet tarafından yönetilen Ukrayna’ya karşı doğalgaz

musluğunu kısma kozunu oynayan Rusya’nın aynı şeyi kış aylarında bir kez daha bir başka hasımına karşı kullanmayacağının garantisi yok. İşin kötüsü Türkiye’nin doğalgaz tüketiminde Rusya’yla birlikte en büyük tedarikçisi olan İran’dan da olumsuz sinyaller geliyor. Türkiye’nin İran’ın karşı çıktığı Suriye politikası, radar ve füze sistemlerini ülkeye yerleştirmesi gibi gelişmeler bir yana ABD’nin İran’a karşı ambargosu da İran’dan doğalgaz alım koşullarını güçleştiriyor. ABD’DEN KÖTÜ HABERLER AKP, ABD’nin İran’a ambargosunu tanıdığı için, Türkiye İran’a para ödeyemiyor. Bu nedenle de İran’dan doğalgaz alıp karşılığında altın veriyor. Bu altın da ihracat kaleminde gösterilip ticaret rakamları ve cari açık üzerinde hile yapılarak ekonominin durumu olduğundan iyi gösteriliyor. Yani bir yandan İran’ı boğmak isteyen ABD’ye biat ederken bir yandan da doğalgazda bağımlı olduğu İran

ile iyi geçinmeye çalışan AKP durumu cambazlıkla idare etmeye çalışıyor. Ne var ki artık cambazlığın da sonuna gelinmiş görünüyor. ABD ve AB tarafından İran’a uygulanan uluslararası mali ambargo nedeniyle Türkiye’nin İran’dan aldığı doğalgaz ve petrole karşı ödemeyi altınla yapması ABD’nin tepkisine yol açtı. Reuters’ın haberine göre adını vermek istemeyen üst düzey bir Senato yetkilisi yeni yaptırımların “Türkiye'nin İran'la doğalgaza karşılık altın oyununu bozacağını” ifade etti. ABD'nin, İran'la ticaret yasağının kapsamını genişleterek yeni ticaret yaptırımları getireceği öğrenildi. ABD'nin yeni önlemleri, savunma politikası yasa taslağı içinde yakında Senato'ya getirmesi bekleniyor. Yeni yaptırımları içeren pakette, İran'la ticaret yasağına kıymetli madenleri dâhil edeceği belirtildi. AKP, işbirlikçi politikalarının yarattığı çelişkileri artık hileyle idare edemeyeceği bir noktaya geldi. Bu kış, soğuk olacak...

Aman sermaye az kar etmesin M

aliye Bakanı Mehmet Şimşek, yıl sonuna kadar 6,8 milyar liralık özelleştirme yapılacağını açıklarken, şu ana kadar 12 elektrik dağıtım bölgesinin özelleştirildiğini vurgulayarak yapılacak çok iş olduğunu söyledi. ÖİB (Özelleştirme İdaresi Başkanlığı) Başkanı Ahmet Aksu, herkesin kar eden bir kuruma talip olabileceğini, önemli olanın ise zarar eden kurumu kara geçirebilmek olduğunu söylerken “Yatırımcı olsam karlı bir kuruluş yerine zarar eden bir kuruluşu tercih ederim. Çünkü kar eden kuruluşun özelleştirme bedeli de yüksek olur. Normalde kar eden kuruluşu geri dönüşünün 10 yıl olmasını beklersiniz ama zarar eden kurumu daha ucuza alıp kara geçirirseniz o sizin karınız olur” sözleriyle de sermayeye yol gösterdi. Elektrik dağıtımında özelleştirmeler kaldığı yerden devam ediyor. Ancak 2010 yılında iptalle sonuçlanan ihalelerden yola çıkarak, alınan dersler de var! Bir önceki özelleştirme sürecinin ardından, şirketlerin en çok şikâyet ettiği konu kayıp-kaçak olarak nitelendirilen oranın ihaleye temel teşkil eden tarifelerde belirtilen oranlardan yüksek çıkmasıydı. Hatta bu nedenle Dicle ve Van Gölü gibi belli bölgelerde devirler gerçekleşmezken, yeni ihalelere katılmama konusunda sermayeden hükümete baskı geldi. Sermaye yeterince kar elde edemediği için özelleştirme ihalelerine girmede ayak diretince, Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurulu (EPDK) tarifelerde uygulanacak “kayıp-kaçak bedeli”ni tüm bölgelerde 1,5 kat artırarak sermayenin mızmızlanmalarına boyun eğmiş oldu. EPDK, bununla da yetinmeyerek tüm bölgelerde kar marjını yüzde 2,33’ten yüzde 3,49’a çıkararak sermaye için bahçedeki güllerin dikenlerini temizlemeye devam etti. AKP’li bakanlar ve bürokratlar halkın bütçesinde son zamlarla iyice yük olan elektrik faturasını daha da kabartacak. Sırf sermaye ihalelere ilgi göstersin, daha çok para versin diye halkın elektriğe daha çok para ödemesine neden olacak AKP, halkın parası ile sermayeyi güzellemeye devam edecek.

Al›n ‘kardeflli€iniz’ sizin olsun! Z

aman gazetesinin “kardeşlik” temalı videoreklamı, Ali Ağaoğlu’nun bıktıran “Maslak 1453, ben yaptım oldu” reklamlarından sonra televizyonda farklı farklı kanallarda gösterildi. Reklam, Zaman gazetesini ve onun temsil ettiği düşünce dünyasını çok iyi anlatıyor. Bir özgürleşme ve farklılıklarla bir arada yaşama çağrısı şeklinde planlanan reklam, bunu sözleri, insanların ele ele tutuşmaları ve bir de müziğindeki mistik ton ile vermeye çalışmış. Bu reklamı kurgulayan ve yaptığı çağrı için destek isteyen gazetenin, kendisi (Sunni Müslüman) dışında kalan inançlara bugüne kadar gösterdiği yaklaşımın ‘tercihlere özgürlük’ konusunda ne kadar tutarsız ve samimiyetsiz olduğu şüphe götürmeyecek ve tartışılmayacak kadar açık. O yüzden reklamın eleştirisini tutarlılık ya da samimiyet üzerine kurmayacağım, zaten o konuda fazla söze gerek yok. Reklamın dilin, dinin, işin, aşın seçiminde özgür olma ve farklılıklarla birlikte yaşama isteğini kabul edip, kardeş olmak istediğini tartışalım bir an için. Bu kardeşlik çağrısı ne zaman ve nasıl olacak, sadece el ele tutuşmak meseleyi halledecek mi? Hayata baktığımız yönden olsa gerek, kafamıza bir takım sorular takılıyor, ister istemez. Şimdi, tekstil atölyesinde çalışan kadınlar sigortasız, güvencesiz ve insanca yaşam için gerekli olan ücretten uzak Engin koşullarda çalışma koşullarına Duran itiraz ettikleri zaman, plazadan engin.duran sokağa çıkan patronla kardeş @yahoo.com olmaya devam edebilecekler mi? Yoksa sadece öğlen tatillerinde sembolik bir ele ele tutuşma mı olacak bu kardeşlik işi. Kardeşlik tutuşmasına katılanlardan birisi olan Ali Bulaç, bir yazısında “Türkiye’de sınıflar yoktur” diye yazmıştı ve bunu da Cuma namazında patron ile işçinin aynı safta namaza durması ile örneklendirmişti. Yukarıda sorduğumuz sorunun cevabını Ali Bulaç çok önceden vermişti aslında. Zaman gazetesinin üzerinde uzlaştığı kardeşlik çağrısı, Ali Bulaç’ın işçi ile patronu Cuma namazında buluşturması ve oradan sözde bir kader ortaklığı çıkarmasıyla aynı kapıya çıkıyor. Farklı dinleri seçme konusunda özgür olma isteğiyle söze başlansa da istenilen, tüm ekonomik, sosyal farklılıkları bir kenara bırakarak İslam’da bir olmak, bu dünyada sistemin yaşaması için kardeş olmak. Ekonomik farklılıkları, üretim ilişkilerini sorgulamadan nerede ve hangi koşullarda yaşadığımıza, çalıştığımıza bakmadan... Örneğin, tekstil atölyesinde günde 10 saatte asgari ücretle çalışıyor olabiliriz, tarlasını süren çiftçi olabiliriz, köprü inşaatında çalışan işçi de olabiliriz, üniversitede soru sorması, eleştirel düşünmesi istenmeyen, üniversite-sermaye işbirliklerinde giderek müşterileştirilen öğrenciler de olabiliriz ama asıl olan tüm sınıfsal farklılıklarınızı unutup, hiç hatırlamadan egemen sınıflar için kardeş olmaya, el ele tutuşmaya çıkmak. Toplum da tıpkı bunlar gibi düşünecek ki, işte o zaman Ali Bulaç ve benzerlerinin övünç kaynağı olarak söylediği patron ile işçinin cuma namazında aynı safta namaza durması kardeşlik olarak bize yutturulmaya çalışılacak.

Bayraktar’dan hırsızlık itirafı C

HP Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun milletvekillerine gönderdiği mektup ile birlikte gündeme gelen TOKİ yolsuzluk tartışmaları Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yolsuzlukları kabul etmesiyle arttı. Erdoğdu’nun yazdığı mektuba göre Bayraktar’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı’nın zarara uğratılması nedeniyle TOKİ’nin 7 projesi incelendi. Sonunda, devlete ait arsaların değerinin düşük gösterildiği, müteahhitlerin inşaat mali-

yetinin yükseltildiği, böylece devletin 774 milyon lira zarara uğratıldığı sonucuna ulaşıldı. Sayıştay; devlete ait gayrimenkullerin KC Grup Şirketi tarafından Denizbank’a ipotek ettirilmesine izin verildiği, şirketin borcu ödememesi üzerine bankanın kamu malına haciz koyduğunu belirledi. TOKİ’nin KC’den 106,5 milyon TL alacağı var. Bu iddiaları kabul eden Bayraktar, yolsuzluk olduğunu ve TOKİ’nin zarara uğratıldığını, bunu yapanın terbiyesiz olduğunu hatta bu yolsuzluğu da kendisinin çıkardığını üste-

lik dava açılmasını da sağladığını söyledi. Gazetecilerin konu ile ilgili sorularını geçiştirmek için hemen “Bu vatan bizim, 40 katrilyonluk iş yapmışız; siz çıkıp yolsuzlukları yazıyorsunuz” dedi. Bunların üstüne bir de son dönemin popüler ekonomik başarı göstergesi olan “IMF’ye borçları bitiriyoruz hatta seneye borç vereceğiz” savıyla konuyu dağıtmaya çalıştı. Bayraktar, “Benim hakkımda soruşturma açın' dedim. Biz kendimizi de ihbar ettik. Ama incelediler, baktılar, gerek teftiş kurulları

gerekse savcılık, bizi suçlu görmedi. Ama orada bir zaafımız olduğunu itiraf ediyorum. TOKİ'nin zararını garanti altına alacak bir mekanizma geliştirdik ve TOKİ'nin 55 milyon lira alacağı kesinleşti. 12 milyon lirasını bugüne kadar TOKİ tahsil etti” diyerek takdir beklediğini de açıkladı. Bayraktar henüz mahkemelerce suçlu bulunmadı. Ancak kendi başında bulunduğu kurum devleti milyonlarca liralık zarara uğratırken yolsuzluğa engel olmamak da bir suç ortaklığı sayılır.

Bakanların kirası belimizi büktü H

er fırsatta bütçenin yükünü halkın sırtına yükleyen AKP’nin bakanları lüks bina yarışına girdi. Ankara’da bakanlıklar tarafından istenilen binaların toplam değerinin 2 milyar lirayı bulması üzerine sözde tasarruf amacıyla bina kiralayan bakanlıklar fahiş fiyatlarla binaları satın almış kadar oldular. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının son kiraladığı binanın aylık kirasının 980 bin lira olduğu ve 5 yıl için kira bedelinin 75 milyon lira olarak peşin ödendiği ortaya çıktı.

Benzer şekilde Dışişleri Bakanlığının kiraladığı konutun aylık kira bedeli 49 milyar olduğuna göre Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu konutu 3 yıllık kullanımı için 1,8 milyon lira ödeme yapıldığı anlaşılıyor. Benzer örneklerini çoğaltabiliriz. Böylece bu yapı halka sürekli tasarruf öğütleri verenlerin mesele kendilerine gelince harcamaları kısmak bir yana daha da lükse kaçtıkları anlaşılıyor. Bakanlıkların bu lüks bina keyfi tam olarak ele verir talkımı kendi yutar salkımı sözünü anlatıyor.

RESESYON

R

esesyon kavramı üzerinde tam bir mutabakat sağlanmasa da genel olarak ekonomide üretilen mal ve hizmetlerinin değerinin iki çeyrek dönem üst üste küçülmesi olarak tanımlanır. Avrupa ekonomilerinin karşı karşıya kaldığı durum olarak sıkça tartışılan resesyon daha uzun dönemlerde de ekonomi küçülmeye devam ederse depresyon olarak isimlendirilir. Euro bölgesi ekonomilerinin 2009’dan bu yana ikinci kez resesyona girmesi borç krizinin çözümü için henüz yol alınamadığını ve resesyonların giderek sıklaşarak depresyona doğru gittiğini gösteriyor. Resesyonun Türkçe karşılığı olarak durgunluk terimi kullanılsa da reses-

yonun tanımı gereği ekonominin küçülmesi gerekir, durgunluk ise ekonominin büyüyemediği ya da çok az büyüdüğü dönemleri ifade eder. Sıkça karıştırılan bu iki terimi anlatmak için Truman isimli bir iktisatçı şu benzetmeyi yapmıştır: “Resesyon komşunun işini kaybetmesidir, depresyon ise senin işini kaybetmendir.”


10

KİBELE 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

Korkma Ayfle! Sen vars›n! “Hiç istemese de evini bırakıp gitmek zorunda kalan pek çok kadından sadece biri Ayşe. Çaresizce oradan oraya koşan… Hayatının yol ayrımıyla ne zaman karşılaşacağını bilmeyen kadınlardan sadece biri. Korkma Ayşe artık biz varız. Bize ihtiyacın olan her an yanındayız.” İmza: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Bakanlık Ayşe’yi iyi tanımıyor. Evini bile isteye, bırakıp giden bir kadın Ayşe. Ne yaptığını bilen… Hayatının yol ayrımına başkaları değil kendisi karar veren bir kadın. Korkar mı hiç Ayşe? Niye korksun ki… Kız kardeşleri her an yanında. Ayşe, Nevin, NÇ, ÖC, Şefika, Halappanavar ve Pippa “bir aile” değiller. Çünkü güçlü olmak için buna ihtiyaçları yok. Ayşe, kadına yönelik şiddete dur derken, parmağına alyans takmak zorunda hissetmiyor üstelik. Ayşe Kürt bir kadın. Yaratık adeta. Ayşe’ye kadın demeye bin şahit lazım. Ayşe sendikalı. 8 Mart mitingine katılmaktan ve KESK’te kadın çalışmaları yapmaktan tutuklandı. Ayşe “af edersiniz” Alevi bir kadın. Ayşe “af edersiniz” Zerdüşt. Ayşe “af edersiniz” bakire değil. Evlenmedi hem de. Ayşe, tanrı affetsin, yoldan çıkmış. Tüm sınıf ona tecavüz eder, tecavüzcüleri alkışlarla içeriden çıkar. Ayşe, tanrı affetsin, yoldan çıkmış. Tüm kasaba ona tecavüz eder, tecavüzcüleri gözaltında bile değil. Ayşe’nin kesilmiş kafası çöp konteynırında bulunur. Ayşe kendisine tecavüz edenlerin kestiği kafalarını köy meydanına atar. Ayşe panzerlerin üstüne çıkar. Slogan atar. Ayşe kız mıdır kadın mıdır bilmem. Ayşe “her şeyden önce” bir anne. Kreş ister. Ayşe’nin emeği ucuz. Eşit işte eşit ücret talep eder. Ayşe rahatına düşkün, sezaryen olmak ister. Ayşe doğanın kurallarına aykırı davranır. Kürtaj olmak ister. Ayşe Başbakanlık Ofisi’nin önünde. Kürtaj hakkı için “polise mukavemet” eder. Ayşe 3 çocuk annesi değil. Çocukları da dindar değil. Ayşe, hamile olduğu için işten atılır. Direnişe geçer. Ayşe kocasından dayak yer. Polise anlatır. Ayşe’nin kırılan kolu yen içinde değil. Ayşe öğrenci yurduna gece 11’den sonra girer. Ayşe dekolte giyer. Tecavüzü hak eder. Ayşe köyünde HES istemez. Elinde sopası, gelen vinçleri kovalar. Ayşe birilerinin maşası. Ayşe’nin elinde temizlik bezi. O bir ev işçisi. Sendikasını kendi eliyle kurar. Meclise kadar yürür. Ayşe sırtında bıçakla HaberTürk’ün sürmanşetinde. Ayşe bir simge. Ayşe açlık grevi yapar. Zaten rejime ihtiyacı var. Ayşe gözaltındayken kaybolan çocuğu için 400 haftadır Galatasaray Meydanı’nda oturur. Ne iş yaptıkları bilinmez. Birileri Tuba tarafından kullanılır. Günefl Ayşe’nin çocukları Roboski’de aniden öldürülür. Ayşe öldürülen çocuklar için canlı kalkandır. Barış ister. tuba @sendika.org Ayşe kontrole gider. Babası bakanlığın izniyle gönderilen sms’ ile öğrenir: “Kızınız hamile!” Ayşe yumurta atar. Ayakkabı atar. Tencere tava atar. Bazen de sokağa çıkar onları çalar. Ayşe polisin copunu iyi tanır. Tekmesini de… Karnına yediği zamandan, çocuğunu düşürdüğü Dolmabahçe’den. Ayşe’nin adı bakanlığın adından silinse de, Mamaklı kadınlar adını bir parka verir. Ayşe, çocuklarına yemek yapacağı yerde, tutar, dans eder. Ayşe Paşalı. Koruma talep eder. Önlem alınmaz. Öldürülür. Simge olur. Ayşe sokak kızı. Ona iyi davranmayın. E hadi ama Ayşe, korkma! Aile Bakanlığı yanında. Ailemizin Bakanı Fatma Şahin 25 Kasım için atağa kalktı bile. Mağdur Ayşe’ye yanında olduğunu söyledi. Bir de video yayımladı. Şahin’in konuşmasında ne erkek şiddetinden bahsedildi ne “erkek”in adı geçti. Şiddeti üreten, yeniden üreten politikalar yoktu da o öylece var olan bir sorundu. Tarif ettiği Ayşe gibi tam: dümdüz. Yalnız, etkeni, sürükleyeni olmadan, öylesine bir süreçti içinden geçtiğimiz. Fatma Şahin bu nereden geldiği belirsiz “şiddet”e karşı diyanete bir hutbe hazırlatacaktı, polislere “aman gözünüzü seveyim” diyecekti, “Ayşe’yi “dezavatajlı” olmaktan çıkarıverecek girişimciliğe özendirecek projelerin altına girip Ayşe’nin emeğini ucuzlaştırıp, sermayeye peşkeş çekecekti. Asla Aliye Kavaf gibi olmayacak ama yine de Başbakan “Her kürtaj bir Uludere” dediğinde, ona “Sen ne dediğinin farkında mısın?” diyemeyecekti. Bakanın gözünde Başbakan, ne dese doğru diyecek, ne eylerse güzel eyleyecekti. Fatma Şahin gözleri boyamakla meşgulken, yasalar, yönetmelikler geçecek, kadın düşmanlığı iyiden iyiye kurumsallaşacaktı. Hepsi o kadar. Sorun, demokrat Şahin eliyle AKP tarafından çözülüverecekti. Hepsi yapıldı. Fatma Şahin’in deyimiyle “Kadına şiddet konusunu hükümetimiz hukuki temellerini ve uygulama kapasitesini güçlendirerek bir toplumsal seferberliğe dönüştürdü.” Çözülmedi. Şiddet derinleşti. Ayşe binlerce kez öldü. Binlerce kişinin tecavüzüne uğradı. Binlerce kez taciz edildi. Binlerce kez tutuklandı. Binlerce kez işten atıldı. Emeğinin karşılığını hala bulamadı. AKP çözemedi. Çözemeyecek! Çünkü AKP, şiddetin yöneldiği Ayşe’yi tanımadığı gibi, şiddetin kaynağını da tanımıyor: Kendini. İmza: Ayşe

İki harfli yaşam istemiyoruz S akarya’da aralarında iki polisin de bulunduğu 34 kişinin tecavüzüne uğrayan Ö.C’nin davasının ikinci duruşması 23 Kasım’da Sakarya Adliyesi’nde görüldü. Gizli tutulan davaya gazeteciler ve davayı izlemeye gelen kadınlar alınmadı. Kocaeli Kadın Platformu ve Sakarya Kadın Platformu Ö.C.’nin sesine ses olmak için adliye önünde buluştu. Davaya 34 firari sanıktan 32'si katıldı. Yeni Sakarya Barosu Başkanı Recep Hacı Eyüpoğlu firar eden sanığın avukatlığını üstlendi. Duruşmada haklarında

arama ve tutuklama kararı bulunan 5 sanıktan 3'ü hakkında tutuksuz yargılama kararı verildi. Sanıklar hakkında adli kontrol uygulama kararı verilmesi sonucunda tutuklu sanık kalmadı. Duruşma 7 Mart'a ertelendi. Ö.C’nin avukatı Harika Günay Karakaş, davanın Ö.C’nin rızası olduğu üzerine kurularak suçluların aklanmak istediğini buna izin vermeyeceklerini söyledi. Dava bitiminde açıklama yapan kadınlar davanın peşini bırakmayacaklarını söyleyerek alkışlar ve ıslıklarla kararı protesto etti.

K A D I N

D Ü fi M A N L I ⁄ I N A

K A R fi I

Zülfü Kadın Yaşam Parkı

Zülfü’nün ardından birbirimize söz verdik. Sessiz kalmayacağız. Bundan sonra bu mahallede kadına el kaldıracak olan 5 kere düşünsün, bu davanın takipçisiyiz!… SILA UZUNPINAR

B

undan 2 ay önce bir sabah uyandığımızda duyduk ki yanı başımızda yaşayan komşumuz Zülfü, kocası tarafından katledilmiş. Kadın düşmanlığı yaşadığımız mahalleye kadar sirayet etmişti. Bir kadın cinayetine ilk defa bu kadar yakından tanık oluyorduk. Haberi duyunca önce içimizi büyük bir acı kaplamıştı. Ama sonra bizi harekete geçirense öfkemizdi. Halkevci Kadınlar olarak bu olay karşısında sessiz kalamazdık. Tüm Mamaklı kadınlara çağrı yaparak olayın açığa çıkması için yürüyüş gerçekleştirdik ve Zülfü’nün katledildiği evin orada basın açıklaması yaptık. 20 Eylül günü kadınlar olarak birbirimize bir söz verdik: “Bundan sonra bu mahallede kadına el kaldıracak olan 5 kere düşünsün, bu davanın takipçisiyiz!”…

başlattık. Kadın düşmanlığına karşı Zülfü’nün katledildiği evin önünde bulunan Güvendik Parkı’nın isminin Zülfü Kadın Yaşam Parkı olarak değiştirilmesi için imza topladık. Kapı kapı dolaşarak topladığımız 1200 imzayı Mamak belediye başkan yardımcısına teslim ettik. Talebimize sıcak bakmayan belediye başkanı meclis toplantısında “öldürülen her kadının ismini parklara verirsek, bunun önünü alamayız” dedi. 18 Kasım’da çok soğuk bir havada Zülfü Kadın Yaşam

Parkı’nın açılışını gerçekleştirdik. Üniversiteli Kadın Kolektifi, Filmmor, Kadın Dayanışma Vakfı ve Çankaya Belediyesi Kent Konseyi Kadın Meclisi ve sanatçı Feryal Öney'in desteğini aldık. Soğuk havaya rağmen etkinlik boyunca aramızdan ayrılmayan kadınlar aralarında şöyle konuşuyordu: “ne güzel oldu, yalnız değilmişiz…” KADIN DÜfiMANLI⁄INA, ERKEK fi‹DDET‹NE KARfiI SOKA⁄A Mamak'ta yaşanan cinayet asla

münferit bir olay olarak kabul edilemez. Başbakan, Fatma Şahin ve yargı bu olayda birinci muhataptır. Kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığı, her gün en az 5 kadının öldürüldüğü ülkemizde, Mamak'ta kadınlar AKP'nin adaletine karşı kendi yaşam haklarını savunacak gücün, aralarında kurdukları dayanışma ile mümkün olduğunu gösteriyorlar. Zülfü'nün cinayeti ile birlikte kadınlar, kadın düşmanlığına karşı ilk defa cinayetin gerçekleştiği yerde sokağa

Kadınların parkına belediye saldırısı

“BU SON OLSUN” Şiddete ve kadın cinayetlerine karşı; “Ya benimsin ya kara toprağın devri bitti. Kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini durduralım” başlığıyla kampanya

Mamak’ta kad›na yönelik fliddete karfl› yürütülen mücadelenin sembolü olan Zülfü Kad›n Yaflam Park›, AKP’li Mamak Belediyesi’nin sald›r›s› alt›nda. Mamakl› kad›nlar›n 18 Kas›m’da aç›l›fl›n› gerçeklefltirdi¤i park›n tabelas›, 27 Kas›m’da Belediye görevlileri tarf›ndan sökülmek istendi. Belediye görevlileri, tabelan›n ka-

d›na yönelik fliddete karfl› verilen mücadelenin simgesi oldu¤unu söyleyen mahalleliye “Emir böyle. Biz de emir kuluyuz” yan›t› verdi. Mamakl›lar, tabelan›n sökülmesine izin vermeyeceklerini söyleyerek tabelay› tekrar yerine takt›. Mamakl› kad›nlar flimdi 30 Kas›m’da meclis toplant›s›na kat›lmaya haz›rlan›yor.

çıkarak hesap sordu. Zülfü’ye yapılanları kendine yapılmış olarak gördü. “Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı sarsıldı. Kadınlar tanık oldukları şiddet olaylarına dair sessiz kalmamaya başladılar… Bu süreç kadınların kendi yaşamlarında gerçek birer özneye dönüşmesi için ortaya çıkan olanakları önümüze koyuyor. O nedenle Zülfü Kadın Yaşam Parkı için atılan her adım aynı zamanda bütün kadınların yaşam hakkı için atılan bir adım oldu. Kadınlar arasında kurulan bu dayanışmayı, 25 Kasım’da meydanlara çıkarak büyütürken, 29 Kasım’da Zülfü’yü katleden kocasının yargılanacağı davada Ankara Adliyesi’nde olarak göstereceğiz. Biz o gün adliyede olacağız; çünkü Zülfü’yü katleden kocası AKP’nin adaletiyle yargılanacak. Namus cinayeti kisvesi ile kadın düşmanlarının yanında olan yargıya da, Zülfü’yü katleden kocasına da, Fatma Şahin'e ve Tayyip Erdoğan’a da sözümüzü söyleyeceğiz: Yaşam hakkımız ve özgürlüğümüz için iki elimiz yakanızda, bu davanın takipçisiyiz!

Mahallelerden 25 Kasım’a H

alkevci Kadınlar 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne haftalar öncesinden hazırlanmaya başladı. Kadınlar çeşitli etkinliklerle kız kardeşlerini alanlarda bir arada olmaya çağırdı. Mahallelerde Halkevi’nde biraraya gelen kadınlar şiddeti ve AKP’nin kadın düşmanı politikalarını tartıştı. “Bu 25 Kasım’da mor kurdeleni tak gel” diyen Halkevci kadınlar, bu etkinliklerde ve mahallelerde çeşitli yerlere kurdukları standlarda, fotoğraf sergilerinde kendi hazırladıklar davetiyeleri ve mor kurdeleleri dağıttı. İstanbul’da Halkevci Kadınlar, şiddeti değişik etkinliklerle tartıştı. Okmeydanı Halkevi’nde, kadınlar kendi hazırladıkları davetiyelerle kadınları film gösterimine çağırdı. Gazi Mahallesi’nde sokak sokak dolaşan kadınlar tüm kadınları şiddete karşı ses çıkarmaya ve düzenlenecek eylemlere katılmaya çağırdı. Tarabyaüstü Halkevi’nde kadınlar birlikte “Kurtuluş Son Durak” filmini izledi. KEND‹ DENEY‹MLER‹NDEN DRAMA İkitelli, Bahçelievler ve Sefaköy’de Halkevi’nde buluşan kadınlar AKP’nin kadın düşmanı politikalarını konuştu. Daha sonra, erkek şiddetinin kadının yaşam alanını daraltan pratiklerini anlatan bir hikaye eşliğinde yaratıcı drama etkinliği gerçekleştirildi. Esenyurt ve Beylikdüzü’nde bir araya gelen kadınlar,

Mahallelerde günler öncesinden başlayan etkinliklerde kadınlar, kız kardeşlerini şiddete meydan okumaya çağırdı kendi deneyimleriyle erkek şiddetini anlattılar. Avcılar’ da ise kadınların yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte Eğitim-Sen 7 No'lu Şube Sekreteri Özge Porsuk ve öğretim görevlisi Feryal Saygılıgil'in katılımıyla kadına yönelik şiddet tartışıldı. fi‹DDET‹N SERG‹S‹ Ankara Batıkent’te Halkevci Kadınlar metro istasyonuna kadın cinayetlerinin ve erkek şiddetinin mağduru olan kadınların fotoğraflarından oluşan bir sergi kurdu. Dostlar Mahallesi’nde bir araya gelen kadınlar şiddeti konuştu. Ankara’nın bir

çok mahallesinde kadınlar şiddete karşı yanyana geldi. İzmir’de Konak ve Gültepe Halkevi’nde İzmir Barosu Kadın Hakları Komisyonu’ndan gelen avukatların katılımıyla söyleşiler gerçekleşti. Şirinyer’de ise stand kuran Halkevci Kadınlar, kız kardeşlerini alanlara çağırdı. Çanakkale’de ise düzenlenen etkinliklerde kadınlara 25 Kasım’a katılma çağrısı yapıldı.

Maz›da¤’da kad›nlar fliddet üzerine gerçeklefltirdikleri söyleflinin ard›ndan “Kad›n ‹fl Türküleri” belgeselini izledi.

Halkevci Kad›nlar’›n ‹stanbul’da yapt›klar› 25 Kas›m eyleminden...


11

ASGARİ ÜCRET ÇALIŞTAYI 29 Kasım 2012 / 12 Aralık 2012

Halk›n Sesi

DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık-İş, asgari ücret görüşmeleri öncesinde 24 Kasım günü İstanbul’da bir Asgari Ücret Çalıştayı düzenledi. Galatasaray’daki İstanbul Eczacı Odası’nın toplantı salonunda gerçekleştirilen çalıştaya sendikacılar, akademisyenler, ekonomistler tartışmalarıyla katkı sundu. Çalıştayda şu tartışmalar yapıldı:

Asgari ücret üzerine tartışmalar

İnsanca yaşamaya yetecek asgari ücretin temel hizmetlerin parasız olması talebiyle birlikte düşünülmeli. Asgari ücret toplumsal pazarlık unsurudur. Emek hareketini birleştirebilecek zeminleri bünyesinde barındırdığı gibi Kürt sorununda da Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini yeniden tesis edebilecek dinamikleri içeriyor. Asgari ücreti çalışma hakkı çerçevesinde düşünmek de gerekir.

‘Asgari yaşam istemiyoruz’ İşçiler asgari ücret kavramına “çalışıyoruz neden en az ücreti biz alıyoruz” diyerek tepki gösteriyor. Ücretin asgarisine itiraz eden işçi, yaşamın da asgarisine itiraz ediyor ALP TEKİN BABAÇ

T

ürkiye’de 4 milyon çalışan direkt asgari ücret alıyor. 10 milyon çalışanın maaşı da asgari ücret üzerinden hesaplanıyor. Kamu alanının piyasalaştırılmasıyla birlikte önceden devlet tarafından karşılanan eğitim, sağlık gibi hizmetler de ücretleri etkilemeye başladı. Çünkü asgari ücret alan işçinin harcama listesine zorunlu olarak yeni kalemler ekleniyor.

30 milyon ne yapıyor? İ

ktisatçı ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Sönmez, asgari ücret konusunun çalışma hakkı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de çalışabilecek durumdaki aktif nüfus (16-65 yaş arası) 55 milyon civarında. Sosyal Güvenlik Kurumu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre çalışan sayısı 25 milyon. 25 milyonun 16 milyonu tarım dışı sektörlerde çalışıyor. Bakanlığın 2012 verilerine göre bu 16 milyonun 3 milyonu kamu emekçisi. 25 milyonluk çalışan nüfusun dışında kalan 30 milyon ise sigortasız bir şekilde çalıştırılan işçilerden oluşuyor. Bu kesimin içinde ev kadınları, işsizler, kolluk gücü mensupları, öğrenciler ve sigortasız çalışan işçiler yer alıyor. Sönmez’in bol grafikli sunumunda sorduğu temel soru şu şekilde: “Asgari ücretin seyrinde iç talep mi yoksa dış talep mi belirleyici olacak?” Sönmez’e göre “30 milyonluk kesim” asgari ücrete bağlanırsa, devlet kişi başına 365 lira kazanç sağlayacak ve önemli bir iç talep yaratacak. Ancak, ihracata dayalı bir birikim sürecinin olduğu Türkiye’de ücretler önemli bir maliyet kalemi oluyor. Avrupa’daki işçilere ürettirilemeyen ve yoğun emek gerektiren ürünlerin ihraç edilmesine dayanan bu birikim sürecinde emekgücü ne kadar ucuza mal edilirse patronlar o kadar fazla kar eder.”

TÜRKİYE’DE ASGARİ ÜCRETİN KISA TARİHİ

S

endika uzmanı ve gazeteci yazar Atilla Özsever asgari ücretin tarihini aktardı. Türkiye 1936’da asgari ücret kavramıyla tanıştı. 1951 – 1974’te bölgesel asgari ücret uygulandı ancak “adaletsiz olduğu” için son buldu, 1974’ten sonra asgari ücret merkezi bir şekilde belirlenmeye başlandı ve bir komisyon tarafından her sene belirlendi. Özsever, asgari ücretteki hareketlilikle işçi sınıfı hareketliliği arasındaki paralellik üzerinde durdu. 1974-1980’de yükselen muhalefet ve artan işçi eylemleri asgari ücrete de yansıyor. 12 Eylül’den sonra asgari ücret düşüşte tıpkı muhalefet gibi. ‘90’lı yıllarda bahar eylemleriyle başlayan yükseliş ile ücretlerde de artış görüldü.

İstanbul’da gerçekleştirilen asgari ücret çalıştayında sendikacılar, akademisyenler ve işçiler bir araya geldi. DİSK Genel Sekereteri Adnan Serdaroğlu, TÜMTİS, Dev Sağlık-İş, Sosyal-İş, Politeknik üyeleri, ataması yapılmayan öğretmenler, Yrd. Doç. Dr. Hakan Koçak, gazeteci yazar ve sendika uzmanı Atilla Özsever, gazeteci yazar Mustafa Sönmez, DTK Sosyal Araştırmalar komisyonu adına Ferda Koç, Dev Sağlık-İş Onursal Başkanı Doğan Halis ve gazetemiz yazarı Umar Karatepe tartışmalarıyla çalıştaya katkı sundu. Dev Sağlık-İş’in iki yıldır gerçekleştirdiği asgari ücret

eylemlerinde iki önemli husus dikkat çekici. Birincisi, eylemlerde “kira 500 TL, beslenme 300 TL, asgari ücret 630 TL” yazılı dövizler taşıması ancak “Asgari ücret 1.500 TL olsun” gibi bir taleplerinin olmaması. Umar Karatepe oldukça çarpıcı bir örnekle bunun nedenini şöyle açıklıyor: “ABD’de asgari ücret 1.300 dolar seviyesinde, bu miktar ortalama 3 bin liraya tekabül ediyor. ABD’de asgari ücrete zam isteyen işçi yok, böyle bir talep de yok. ‘3 bin lira maaşım olsun ben de itiraz etmem’ diye düşünebilirsiniz ancak ABD’deki işçinin aldığı 1200 doların harcama kalemlerine ayrıştırıldığında, -750 dolar barınma, 200 dolar gıda, 200 do-

lar ulaşım- 50 dolar kalıyor. Bu 50 dolara ABD’li emekçi ne mi satın alacak: Elektrik, su, doğalgaz, iletişim, eğitim, sağlık, sanat… Bu ihtiyaçların toplamı bin doların üstünde ve asgari ücrete 1000 dolar zam istemektense ABD’deki talep ‘iletişim, eğitim, sağlık vs devlet ödesin’ şeklinde.” Dev Sağlık-İş üyesi Güllü Hanoğlu da talebi Türkçeye çeviriyor: “Ulaşım, mesai başlangıç ve bitiş saatlerinde parasız olsun, eğitimde hiçbir isim altında para toplanmasın, zorunlu ihtiyaç kadar elektrik, doğalgaz, su parasız karşılansın.” Asgari ücret denilince akla gelen ikinci soru ise “kim belirliyor?” veya “nasıl belirlen-

meli?” oluyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirleniyor. Bu komisyonda işverenler ve hükümet temsilcilerinin yanı sıra Türk-İş yönetiminden temsilciler de var. 15 kişilik komisyon; pinpon topundaki fiyat artışına göre belirlenen enflasyon oranına göre bir asgari ücret belirliyor, o çok övünülen büyüme rakamları bu hesapta devre dışı. Hesabın sonucunda, açlık sınırı 900 lirayken asgari ücret 630 lira oluyor. Bu noktada Dev Sağlık-İş’in temel sloganlarından biri akla geliyor. “İnsanca yaşamaya yetecek kadar asgari ücret.” Bu da, asgari ücretin nasıl belirlenmesi gerektiğine işaret ediyor: İşçi sınıfının ihtiyaçlarına göre…

Valilikten ‘sözde’ işçilik

Köyleri yakılarak kentlere göç ettirilen, ölümcül sektörlerde çalıştırılan Kürtler için taban ücreti, asgari ücret değil yoksulluk yardımı belirliyor

kaldı. Bu kesime, kirli savaş sürecinde köyleri yakılarak Batı’ya zorla göç ettirilen yaklaşık 1,5 milyonluk Kürt nüfus da eklendi. Emek gücüne katılımları zorunlu göçle gerçekleştirilen Kürtler en ölümcül sektörlerde çalıştırılıyor. Mevsimlik tarım işçilerinin neredeyse tamamı Kürt işçilerden oluşuyor. Tersane ve inşaat sektöründeki işçi profili de giderek Kürtleşiyor. Emek gücü piyasalarına katılımındaki dezavantajı ücretler konusunda da sürüyor. Kürt işçiler daha ucuza çalıştırılıyor. Geçim olanaklarını yitiren Kürt kentlerinde kalanlarsa asgari ücretin altında ücretlerle çalıştırılıyor. Geçici tarım işçilerinin kazandıkları para, 550 liraya tekabül ediyor. Bu paranın içinde ne yol ne de sigorta bedeli var.

katılan ve gazetemiz yazarlarından Ferda Koç, sunumunda bu bilgiyi paylaştı. Kürt illeri ve asgari ücret yan yana konulduğunda akıllara “bölgesel asgari ücret” kavramının geldiğini belirten Koç, “Bunu Kürt illerini ‘Türkiye’nin Çin’i yapmak’ projesi kapsamında değerlendirmek gerekir” dedi. Ferda Koç, “bölgesel asgari ücret” söylemini, hükümet tarafından uygulanan “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” politikası olarak değerlendiriyor. Çünkü yeni getirilen teşvik sistemiyle patron-

ÜCRETİ BELİRLEYEN ASGARİ ÜCRET DEĞİL YOKSULLUK YARDIMI Asgari ücret, Kürtlerin taban ücretini belirlemiyor. Bölgede ücretler, devlet tarafından yapılan yoksulluk yardımlarına göre belirleniyor. Hane başına ortalama 4,5 çocuğun düştüğü Kürt illerinde çocuk başına verilen 60 liralık yoksulluk yardımı ve ek olarak verilen 200 liralık yardımların ortalaması Kürtlerin ücretlerinin taban fiyatını veriyor. Bu rakam 400-450 lira civarında.

A

KP hükümetinin Avrupa Günü olarak ilan ettiği 9 Mayıs’ta Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış Ankara’daki Gençlik Parkı’ndaki sergideydi. Sergilenen ürünler arasında bulunan ipek şallar, Diyarbakır’da TC. Kalkınma Bakanlığı Sosyal Destek Programı (SODES) kapsamında üretiliyor. “İpekten Dokunuşlar” adı verilen proje, sosyal proje olarak sunulsa da büyük bir emek sömürüsünün yanında ciddi bir sahteciliği de barındırıyor. 100 liraya satılan bu şalları üreten 160 Diyarbakırlı kadın aylık 100 veya 200 liraya çalıştırılıyor. Kadınlara verilen paraya ücret de denilemez. Türkiye’de devlet politikası gereği dışlayacağı unsurun başına getirilen “sözde” ifadesi, Diyarbakırlı kadınların aldığı ücretin de başına rahatlıkla getirilebilir. Onların aldığı ücret sözde ücret. SODES, projeleri belli periyotları kapsıyor. Projelere katılma şartı, daha önce hiçbir SODES projesine katılmamak. Oysa ipek şal üretiminde 5 yıldır aynı kadınlar çalışıyor. Aynı kişilerin projeye devam etmesi, düzenlenen sahte kimliklerle sağlanıyor. Tüm bunlar Diyarbakır Valiliği gözetiminde gerçekleşiyor. Çalıştaya Demokratik Toplum Kongresi Sosyal Haklar, Göç ve Yoksulluk Komisyonu adına

ların vergiden muaf tutulması ve ek teşviklerin verilmesiyle bölgesel asgari ücrete gerek kalmadan ücretlerin patronlara maliyetleri azaltıldı. KÜRTLEŞEN PROLETARYA “Neden Kürt illeri Çin olacak?” sorusunun yanıtı da Kürtlerin Türkiye’deki emek gücüne katılım şeklinde aranmalı. 12 Eylül’den sonra Kürt illerinde hayvancılık ve tarımın bitirilmesiyle temel geçim kaynakları yok edilen Kürtlerin büyük bölümü Batı’ya göç etmek zorunda

Sigortasız sigortacı Ç

oğu bankada “Bu işyerinde asgari ücret geçerlidir” yazısı göze çarpar. O yazının güvenlikçi, hizmetli gibi çalışanlar için geçerli olduğunu düşünenler yanılıyor. O yazı banka çalışanlarının tamamını kapsayabiliyor. Hatta bazıları için büyük para. Herkesi sigorta yapan sigorta işçilerinin büyük kısmı sigortasız bir şekilde çalıştırılıyor. Genelde öğrenci olan bu çalışanlar sattıkları poliçe başına ücretlendiriliyor. Bir işçinin asgari ücret alabilmesi için günde 30 - 40 poliçe satması gerekiyor. Bank-Sen Genel Başkanı Önder Atay, bunun imkansız olduğunu söylüyor.

Karın tokluğuna öğretmen A

sgari ücretin altında çalışmak sadece emek yoğun işlerde karşılaşılan bir durum değil. Ücretli öğretmenler ve dershane öğretmenleri de çok düşük ücretlerle çalışıyor. KPSS’ye girip kazanamayan ve kazansa da atanamayan öğretmenlerin sayısı 350 bini buluyor. Bu öğretmenler, dershanelerde veya okullarda ücretli öğretmenlik yapıyor. Ders başına ücret alınan ücretli öğretmenlikte asgari ücretin altında para alınabiliyor. Hatta öğretmenlere “Tecrübe kazanıyorsunuz fena mı!” diyerek ücret dahi vermeyen dershane patronları da var.

Asgari ücret sokakta belirlenir İnsanca yaşamaya yetecek asgari ücret talebi emekçileri birleştirici, Kürt ve Türk halklarını kardeşleştirici bir niteliğe sahip, tek gereken asgari ücreti sokakta belirleyecek irade ve cüret...

Ç

alıştayın tartışma bölümünde asgari ücret meselesinin tüm emekçileri ilgilendiren bir mesele olduğu vurgulandı. Hemen her katılımcı, Türkiye’de 40 milyondan fazla kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen asgari ücretin 15 kişiden oluşan komisyon tarafından belirlenmesinin yanlış olduğunda hemfikirdi. Sendika yöneticileri ve akademisyenler de milyonlarca kişiyi ilgilendiren asgari ücretin toplumsal bir pazarlık konusu olduğunu dile getirdi. Akademisyen Hakan Koçak, asgari ücret talebinin, işçi sendikalarının ve kamu emekçileri sendikalarının birlikte mücadele etmesi için çok uygun bir talep olduğuna değindi. Sürecin kampanyalarla örgütlenebileceğini belirten Koçak’ın bir de önerisi var: “Asgari ücret kaç simit” kampanyasından esinlenen ve

Mücadele programı Dev Sağlık-İş’in 2011’in 28 Aralık’ında maruz kaldığı polis saldırısından hareket eden Koçak’ın kampanya önerisi; “Asgari ücret kaç biber gazı eder?” Hesapladık. Devlet 12 yılda 628 milyon kilo gaz kullanmış. Biber gazının kilosu 60 lira. Asgari ücret 690 lira. Bir asgari ücret 11,5 kilo biber gazı yapıyor. Devletin yılda biber gazına harcadığı para 4 milyon 757 bin asgari ücret ediyor, her ay 396 bin asgari ücret tutarında para biber gazına harcanıyor.

Çalıştay’da özellikle Ferda Koç’un sunumu sonrasında yapılan tartışmalarda insanca yaşamaya yetecek kadar asgari ücret talebinin Kürt ve Türk halkları arasındaki düşmanlaştırmanın da önüne geçme olanağı tanıdığına vurgu yapıldı. İnsanca yaşamaya yetecek kadar asgari ücret talebinin, temel hizmetlerin devlet tarafından parasız karşılanması talebiyle birlikte düşünülmesi gerektiği de çalıştaydan çıkan diğer bir önemli sonuç oldu.

Asgari ücretin idari bir biçimde belirlenmesinden ç›kart›l›p toplumsal bir yöntemle belirlenmesi ve toplumsal pazarl›¤›n fiili olarak örgütlenmesi. Sendikal hareketin, emek örgütlerinin her kesimini de kesen asgari ücret talebinin toplumsal muhalefetin temel mücadele alanlar›ndan bir tanesine dönüfltürülmesi. Asgari ücret görüflmeleri bafllad›¤› günden itibaren toplumsal muhalefetin tüm bileflenleriyle birlikte güçlü eylemler yap›lmas› ve görüflüldü¤ü gün Çal›flma Bakanl›¤› önünde ortak bir merkezi eylem yap›lmas›. Ayn› zamanda da asgari ücret zamm› ile ilgili imza kampanyas› bafllat›lmas›.

Asgari mühendis D

İSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, asgari ücretin değişik bir kullanımına dikkat çekti. Metal işkolunda birçok fabrikada mühendislerin 2-3 bin lira maaş aldıklarını ancak asgari ücret alıyormuş gibi gösterilerek sigorta maliyetlerinin düşürüldüğüne dikkat çekti. Bank-Sen Genel Başkanı Önder Atay da bu işlemlerin nasıl gerçekleştiğini aktardı. Atay, önce asgari ücretin yatırıldığını ardından prim, avans gibi değişik isimlerde başka paralar yatırılarak maaşların tamamlandığını söyledi. Ayrıca bu işlemlerin çok sık yapıldığını belirtti.


12

DOSYA 29 Kas›m 2012 / 12 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

Yeni işçi sınıfından sola merhaba

ve Tunus’la başlayan, Mısır’a yılan ya diğer birçok Arap ülkesine ükleri isyanlar çok yıllık diktatörl e kurusarstı, yıktı. Yıkılanın yerin ı dindilan hükümetler de isyanlar kümetremedi. Liberal İslamcı hü işçi lerin dizginleyemediği yeni erle sınıfının isyanı, sol hareketl buluşmaya başladı.

‘Arap baharı’nın solu Neoliberalizmin ve Siyasal İslam’ın krizini bir arada yaşayan Arap ülkelerinde, diktatörlükler devriliyor ya da sarsılıyor. Emekçi sınıflar farklı söylem ve dinamiklerle tarih sahnesine çıkıyor

Mısır’da sol, emek hareketi temelinde, emekçi sınıfların isyanıyla birlikte büyüyor. Filistin ve Suriye’de ise ulusal nitelikteki özgürlük hareketleri toplumsal muhalefeti peşinden sürüklüyor

Yeni firavun yeni işçi sınıfı ALP TEK‹N BABAÇ

T

arihte bilinen ilk işçi grevi Mısır’da gerçekleşti. M.Ö 1157 yılında Set Maat (Dair Medine) kentinde mezar inşaatında çalışan işçiler, çalışmalarının karşılığını alamadıkları için iş bıraktı. III Ramses döneminde gerçekleşen grev, papirüslere işlenirken, bu belgelerde iktidardaki yolsuzluklardan da bahsediliyor. Bu bilgiyi İngiliz Tarihçi William F. Edgerton’un The Strikes in Ramses III’s Twenty-Ninth Year adlı eserinin 137 ile 145’inci sayfalarında bulmak mümkün. Mezar inşaatında çalışan kölelerin, firavunları, kralları, imparatorları devirecek olan işaret fişeğini ateşlediği topraklar, her dönem direnişlere sahne oldu. Şimdi ise yeni işçi sınıfının nüveleri sahne alıyor. 14 Ocak 2011’de Tunus’ta başlayan isyandan aldığı esinle, Mübarek rejimine, çalışma koşullarına karşı isyan eden Mısırlılar, 25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda başlattıkları ve 18 gün süren çatışmaların sonunda Mübarek’i devirdi. Tepkisel eylemler, sokak gösterileri, kitlesel mitingler ve grevlerle isyana dönüştü. Grevlerle desteklenen Tahrir eylemleri sonucunda Mübarek, 11 Şubat’ta yönetimi orduya bırakarak istifa etti. Mısır’da kurulan ve reform sözünü yerine getirmeyen geçici hükümet de 18 Kasım 2011’de başlayan ikinci Tahrir isyanı sonucu 22 Kasım günü istifa etmek zorunda kaldı. İki Tahrir isyanı, ülkenin siyasi yapısını da değiştirdi. Değişimi, 28 Kasım’da başlayan parlamento seçimleri, Mart 2012’deki anayasa referandumu ve Mayıs 2012’de başlayan iki turlu başkanlık seçimleri süreçlerinde görmek mümkün. İkinci Tahrir isyanından 10 gün sonra başlayan seçim sürecinde alanları dolduran emekçiler “boykot” çağrısında bulundu. Yüzde 52 katılımla gerçekleşen seçimde Müslüman Kardeşler’in partisi birinci parti çıktı. Mart 2011’de gerçekleşen anayasa referandumu da yüzde 40 katılımla gerçekleşti.

Mübarek’in devrilmesinden sonra Müslüman Kardeşler ordu ile anlaşmalı iktidara geldi. Mısır’da ‘firavun’ değişse de emekçilerin isyanı değişmedi, öfke Tahrir’e çıkmaya devam ediyor

Mursi, yeni "Firavun kanunlar›" denilen kararlara imza att›, halk soka¤a ç›kt›. Tahrir'de binler Mursi'nin Mübarek'ten farks›z oldu¤unu ve devrimin sürmesi ça¤r›s› yapt›. Pek çok kentte Müslüman Kardefller'in bürolar› atefle verildi. 2012’nin Mayıs’ında gerçekleşen iki turlu başkanlık seçimlerinde Müslüman Kardeşlerin adayı Mursi başkan seçildi. Katılım yine yüzde 40 civarında oldu. Başkanlık seçimlerinin ilk turunda Muhammed Mursi, oyların yüzde 25’ini, ordunun adayı yüzde 24’ünü alırken solcu-Nasrcı aday ise oyların yüzde 22’sini aldı. GÜÇLENEN SOL İki Tahrir isyanına ayak sürçerek katılmak zorunda kalan ve ordu ile işbirliği yaparak iktidara ulaşan Müslüman Kardeşler emekçilerin taleplerini karşılayamadı, tepkileri de sisteme eklemleyemedi. Böylece Müslüman Kardeşlerin emekçi sınıflar üzerindeki etkisi giderek zayıfladı. Sarı sendika konumundaki ve ülkenin en büyük işçi sendikası

konfederasyonu olan Genel İşler Sendikası üye kaybederken, birinci Tahrir isyanı başında (30 Ocak 2011) kurulan Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu (BSK) ise giderek güçlendi. Devlet güdümlü sendikanın 5 milyona yaklaşan üye sayısı 3 milyonun altına düşerken BSK’nin üye sayısı 1,5 milyonu geçmiş durumda. Mısır’daki sol da bu süreçte giderek güçlendi. 2010 öncesinde etki alanı sınırlı olan sosyalistler geniş kitlelerle buluştu. Mısır’da Filistin’e destek eylemleri, ABD’nin Irak’ı işgaline karşı başlatılan savaş karşıtı eylemler ve 2000’li yıllardan sonra gelişen yeni tipte işçi ve köylü eylemleriyle iç içe olan sosyalistler solun diri kalmasını sağladı. Sosyalistler, Tahrir isyanları öncesinde hiç de hazırlıksız değildi.

Mısır’da 2005 ile 2010 arasında 2 bin 938 emekçi eylemi yapıldı. Ekim 2012’nin ilk 15 gününde ise 300 işçi eylemi gerçekleşti. 2000’deki İkinci İntifada’ya destek eylemleri ve ABD’nin Irak işgali sonrasında gerçekleştirilen savaş karşıtı eylemler Kifaye Hareketi’nin kurulmasına zemin hazırladı. Avukat, gazeteci, akademisyen vb. kesimlerden oluşan hareket, işsizlik ve yoksulluk, sosyal hizmetlere erişimdeki sıkıntılar gibi somut gündemler dışında bir demokrasi tartışması yürüttüğü için beklenen desteği görmedi. Hareket, Mübarek rejiminin baskılarına karşı militan bir karşı duruş sergilese de etkisi giderek zayıfladı. Kifaye’nin etkisini yitirdiği noktada sosyalistler 2007’deki grev dalgasını örgütledi. Dönemin sembol

eylemi, 6 Nisan 2008’de gerçekleşen el Mahalla grevi oldu. Bağımsız bir işçi sendikası kurma fikri de bu süreçte ortaya çıktı. Mısır’da ilk Tahrir eylemleri sürecinde kurulan Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu kısa sürede 1,5 milyon üyeye ulaştı. 25 Ocak 2011’de Tahrir’e çıkan sol gruplar; 2008’deki Mahalla grevlerine öncülük eden 6 Nisan Gençlik Hareketi, liberal Kifaye (Yeter) Hareketi, sendikalar ve sosyalistlerden oluşuyordu. Sosyalistler, anayasa referandumu öncesinde laik blokun içinde yer aldılar. Tartışmaların giderek laik-İslamcı saflaşmasına daralmasıyla sosyalistler laik bloktan ayrıldı. Sosyalistler, bağımsız sendikalar ve ilerici güçler, başkanlık seçimleri öncesinde Devrim Sürüyor İttifakı’nı kurdu. Sosyalistler ve sola, Kifaye hareketi içinden ayrılan gruplar da katıldı. ‹SYANIN TEMEL D‹NAM‹KLER‹ Mısır’da sahneye çıkan yeni tip işçi eylemlerinin üç temel dinamiği var. Bunlardan ilki genç işsizler. Mahalla’daki tekstil işçilerinin grevinde başı çeken kesim, Tahrir eylemlerinde de ön planda oldu. Kuzey Afrika’nın genelinde işsizliğin yüzde 10 civarında seyrettiği 2009 yılında genç işsizlik oranı yüzde 25’lere ulaşıyordu. 2000’lerin başından itibaren uygulanan neoliberal politikalar emekçileri giderek yoksullaştırdı. 2009’da Mısır’daki çalışabilir nüfusun sadece yüzde 45’i iş sahibiydi ve bunların yüzde 19’u günde 2 doların altında bir ücretle çalışmak zorundaydı. Yoksullaşan kamu emekçileri, yeni işçi sınıfının ikinci temel bileşeni oldu. 2005’ten sonra adliye, ulaşım ve belediye hizmet kollarındaki eylemler yaygınlaştı. 2008’deki krizinden en çok etkilenen ihracat alanında faaliyet gösteren işkollarındaki işçiler oldu. Genç işsizlerle birlikte Mahalla isyanının temel dinamiği olan bu kesim Tahrir’de de yerini aldı. Mısır emek hareketindeki üç temel dinamiğin yanı sıra Libya’da 2011’deki savaştan kaçan ve ülkelerine gelen göçmen işçiler de işçi sınıfının temel dinamikleri arasında gösterilebilir.

Filistin’de değişen dengeler Arap Bahar›’n› Filistin’de bir etki yaratmamas› beklenemezdi. Yo¤un iflsizlik ve temel geçim maddelerinin fiyatlar›n›n sürekli art›fl›, kamu emekçilerinin maafllar›n›n düzenli flekilde ödenmemesi Arap Bahar› etkisiyle birleflince, ekim ay›nda Filistin, kamu emekçilerinin grevlerine sahne oldu. Eylemlerin hedefi yolsuzluklar ve kara para iflleriyle an›lan HAMAS yönetimiydi. D›fl ticareti yüzde 92 oran›nda ‹srail’e ba¤l› olan Filistin’de HAMAS’›n iktidara gelmesiyle ‹srail’in Gazze’deki ablukas› artt›. Temel ihtiyaç maddelerinin ve tüketim maddelerinin giderek zamlanmas›na ‹srail’in uygulad›¤› bask› da eklenince ülkede iflsizlik yüzde 60’lara kadar yükseldi. Topraklar› iflgal edilen, ifl sahalar› giderek daralan Filistinliler, ‹srail’de çal›flmak zorunda kal›yordu. 2000’deki intifadan›n ard›ndan ‹srail’in uygulad›¤› ekonomik ambargo nedeniyle Filistinliler ancak tar›m ve inflaat alanlar›nda çal›fl›yordu. 2005’ten sonra Filistinlilere yönelik sistematik iflten ç›karma sald›r›lar› ve ‹srail’e çal›flmaya giden Filistinliler üzerinde uygulanan yo¤un bask› sonucu ‹srail’de çal›flan Filistinlilerin say›s› giderek azald›. Filistin solunu en büyük gücü olan FHKC bu süreçte giderek güçlendi. Son anketlere göre Gazze’de HAMAS yüzde 20, El Fetih yüzde 30 ve FHKC de yüzde 7’lik halk deste¤ine sahip. Filistine’de siyaseti belirleyen ,emekçi s›n›flar›n neoliberal politikalara olan tepkisinden ziyade ‹srail iflgaline karfl› gerçeklefltirilen ulusal direnifl çizgisi. ‹srail iflgali karfl›s›nda, örgütlerin tamam›n›n birlikte direnifline ve mücadelesine dayanan ulusal direnifl siyasetini ›srarla sürdüren FHKC, HAMAS’›n iflbirlikçi tavr›n›n ve çürümüfllü¤ünün a盤a ç›kmas›n› sa¤l›yor.

Yükselen kadın Kürtlerin artan inisiyatifi militanlığı Emperyalistler tarafından gerici bir iç savaşa sürüklenen Suriye’de, kurduğu özyönetim mekanizmalarıyla Kürt halkının taleplerine karşılık veren PYD çizgisi giderek güçleniyor

Arap Bahar›’n›n bafllad›¤› yer olan Tunus’ta Bin Ali halk hareketi taraf›ndan 14 Ocak 2011’de kovuldu. 23 Kas›m 2011’deki seçimlerden liberal ‹slamc› En Nahda Partisi yüzde 41 oran›nda oy alarak birinci parti ç›kt›. Ancak meflruiyet sorunu yaflayan En Nahda’n›n liberal ‹slam›, Tunus halk›n›n ekonomik iyileflme, toplumsal ve politik özgürlük taleplerine yan›t veremedi¤i gibi ezilenlerin tepkisini sisteme dahil edemedi. Bin Ali'nin devrilmesinin ard›ndan iflsizlik ve hayat flartlar›nda bir düzelme olmamas›n› protesto eden Tunuslular, daha iyi bir yaflam talebiyle 18 Ekim

günü greve gitti. Devrimin üzerinden 2 y›l geçmesine ra¤men, Türkiye emniyetinin Tunus polisine biber gaz› e¤itimi vermesi, tepkilerin hükümeti endiflelendirdi¤ini gösteriyor. Arap Bahar›’n›n bir di¤er etkisi de kad›n militanl›¤›n›n yükselifle geçmesiyle yafland›. Tunus’ta kad›nlar hükümetin ayr›mc› uygulamalar›na karfl› soka¤a ç›kt›. Arap ülkelerindeki kad›na yönelik ayr›mc› uygulamalar karfl›s›nda ses ç›kar›lmaya baflland›. Facebook üzerinde örgütlenen kad›nlar, bask› karfl›s›nda türban›n› ç›kararak foto¤raflar›n› paylaflt›. Bu eylem sansürlense de kad›nlar›n isyan›n› dindiremiyor.

değil bölgedeki Kürt halkının çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini göstermiş oldu.

S

uriye’de Esad rejimine karşı gelişen muhalefet, emperyalist müdahalelerle kısa sürede gerici bir iç savaşa çevrildi. Başlangıçta iki taraf için diyalog ve müzakere önerisini öne çıkaran ve emperyalist müdahaleye karşı tavır geliştiren sol, gelişen iç savaş sürecinde giderek silikleşti. Suriye bağımsız muhalefeti adına 29 Ağustos 2011’de bir açıklama yapan Suriye Mahalli Eşgüdüm Komiteleri, Suriye Devrimi’nin barışçıl gösterilerle geleceğini belirterek silahların kullanılmasının diyalog zeminini yok edeceğini belirtmişti. Suriye genelinde çatışmalar yaşanırken ülkenin kuzey bölgesinde 19 Temmuz günü Kürtlerin 6 kentte özyönetim ilan etmesiyle süreç değişti. Kürtlerin oluşturduğu Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) atağı, AKP tarafından Barzani’ye örgütlettirilen Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin (ENKS) bölgedeki etkinliğini azalttı. PYD’N‹N GÜCÜ, ÖZYÖNET‹M MEKAN‹ZMALARINDAN GEL‹YOR PYD’nin aldığı inisiyatifi devam ettirmesin nedeni askeri güçten ziyade halka sunduğu özyönetim mekanizmalarının halk tarafından benimsenmesi ve toplumun birçok

KÜRTLER BARZAN‹’DEN DE⁄‹L DEMOKRAS‹DEN YANA 10 Temmuz günü ENKS ile YPG güçlerini birleştirme kararı aldı ancak Barzani tarafından kurulan ENKS, PYD’nin askeri gücünü kırmak için yoğun çaba sarf etti. Kürt halkı temsil edilmeyeceği bir Barzanili seçenekten yana tercih kullanmaktansa, özyönetim mekanizmalarını oluşturdukları PYD çizgisinden yana tavır aldı.

kesiminde yaygınlaşması oldu. PYD’nin “Laik, Demokratik, Sosyal, Bağımsız Kürdistan” diye formüle ettiği bu mekanizmalar, Kürt halkına kendi kendini yönetme ve geleceği hakkında söz ve karar hakkı olanağı tanıdığı için halkın yoğun desteğini alıyor. 4 Temmuz’da gerçekleştirilen Kahire toplantısında emperyalizm güdümündeki Suriye muhalefetinin Kürt-

lerin hak ve taleplerini reddetmesiyle birlikte, aynı muhalefet hareketi içinde bulunan ENKS’nin de politikaları iflas etmiş oldu. PYD, bir yandan ENKS ve Suriye muhalefeti ile ilişkilerini sürdürürken bir yandan da özyönetimleri Halk Meclisleri ile köylere kadar yaygınlaştırdı ve bu organları ülke çapında merkezileştirdi. Halka söz ve karar mekanizmaları sunan PYD, kendi örgüt çıkarının

AKP, PYD’YE SALDIRIYOR Suriye’de Esad’ın gitmesini bekleyen ve hüsrana uğrayan AKP, gözünü PYD’nin engellenmesine hatta yok edilmesine dikti. AKP, Barzani öncülüğünde bölgede bir Federal Kürdistan kurulması girişimlerini de destekledi. Suriye’ye yönelik tezkerenin 4 Ekim’de kabul edilmesinden sonra İslamcı çeteler, TSK ve MİT desteği ile PYD güçlerine saldırmaya başladı. Kasım başında başlayan saldırılar, Resulayn kentinde yoğunlaştı. İslamcı çetelerle PYD arasında 26 Kasım günü bir ateşkes imzalandı.


13

TARİH 29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

K‹M‹S‹ PAZARLIK YAPTI K‹M‹S‹ PAZARLI⁄A MALZEME OLDU

Bir füze krizi çok şeyi çözer AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

Radar füzesiz olmaz

A

BD’nin Türkiye’ye yerleştirdiği füzeler, uluslararası bir krize yol açtı. Rusya’dan gelen karşı hamleyle dünya nükleer bir savaş tehlikesine ilk kez bu kadar yaklaştı. Ancak füzeler yerleştirilirken olası bir savaşın en yakın hedefi haline gelen Türkiye halkları bilgilendirilmedi. NATO’nun ABD ve Türkiye dışındaki üyeleri de haberdar edilmedi. ABD ve emperyalist politikalara yaslanarak bölge gücü haline geleceğini sanan gerici-liberal iktidarın dahilinde gelişen süreçte Kürecik Üssü’nün savunma amaçlı olduğunu açıklayanların yalan söylediği, Türkiye’ye yerleştirilen füzelerin gizlendiği ortaya çıktı. Tamı tamına 50 yıl önce yaşanan ve Küba Füze Krizi diye bilinen bu süreç, Türkiye Füze Krizi diye adlandırılsa yanlış olmazdı. Çünkü dünyayı bir nükleer çatışmanın eşiğine getiren olaylar, 1962’de Sovyetler Birliği’nin Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile patlak verse de, tüm bunlar 1959’da ABD ile Türkiye arasında imzalanan bir anlaşma uyarınca 1961’de Türkiye’ye nükleer başlıklı Jüpiter füzelerinin yerleştirilmesinin doğrudan bir sonucu olarak yaşanmıştı. KOMÜN‹ST ‘TEHD‹T’ ABD’N‹N D‹B‹NDE 1959 Küba Devrimi gerçekleştiğinde, ABD, Batista gibi bir kuklasını yitirmişti ancak neyle karşı karşıya olduğundan henüz emin değildi. Fidel Castro ilk başta pek renk vermemişti. Öyle ki iktidar ilk ele geçirildiğinde resmi demeçlerde “sosyalizm” kavramı öne çıkarılmıyor, ABD ile iyi geçinmekten, özel mülkiyete saygıdan söz ediliyordu. Devrimin radikalleşmesi ve ABD işbirlikçisi egemen sınıfları doğrudan hedef almaya başlaması karşıdevrimci saldırıyı tetikledi. ABD destekli muhalifler Domuzlar Körfezi Çıkartması diye bilinen başarısız bir askeri müdahale girişiminde bulundular ve yenildiler. Fidel, 16 Nisan 1961’de Domuzlar Körfezi Zaferi ile birlikte devrimin sosyalist karakterini de ilan etti. Böylece Küba, ABD ile Sovyetler Birliği arasında süren Soğuk Savaş’ta safını sosyalist kamptan yana belirlemiş oluyordu. Aynı yıl dünyanın bir başka yerinde, safını kapitalist kamptan yana belirleyen Türkiye’de ise Malatya Kürecik’e NATO radar sistemi, Manisa Akhisar’a da nükleer başlıklı Jüpiter füzeleri yerleştirilmişti. Gerçi Manisalılar da bu durumdan Türkiye halklarının geri kalanı gibi, ancak 40 yıl sonra haberdar olacaktı ama Sovyetler her şeyin farkındaydı. Üstüne üstlük Sovyetlerin burnunun dibine nükleer füzelerini yerleştiren ABD’nin burnunun dibinde de sosyalist bir ada duhul etmişti. ABD karşısında Küba’nın ve SSCB’nin savunma ihtiyaçları çakışıyor, bu durum her iki ülkeyi birbirine yaklaştırıyordu. Küba Devrimi, Rusya’yı kapitalizme geri döndürecek SSCB revizyonizmi karşısında kimi zaman eleştirel bir tavır alsa da emperyalist saldırganlık karşısında birlikte tavır almaları kaçınılmazdı.

K

Küba Devrimi’nin lideri Fidel Castro, yanı başındaki ABD’ye kafa tutarken Türkiye’yi yönetenler ABD’ye gizlice üs tahsis ediyordu KÜBA FÜZE KR‹Z‹ 1 Mayıs 1960’ta Sovyet toprakları üzerinde bir ABD casus uçağının düşürülmesinin ardından ABD ile Sovyetler Birliği arasında gerilim tırmanıyordu. Ertesi yıl Türkiye’ye radar ve füze sistemleri yerleştirildi. 1962 sonbaharında ise Sovyetler, Küba’ya nükleer füze sistemleri yerleştirmeye başladı. John F. Kennedy yöntimindeki ABD bu durumu gerekçe göstererek 22 Ekim 1962’de Küba’ya abluka uygulanmaya başladı. Bu sırada, Atlantik Okyanusu’nda seyreden Sovyet gemileri Küba’ya yaklaşmaktaydı. Kennedy, ablukayı delmesi halinde Sovyet gemilerini batırılacakları tehdidinde bulundu. Sovyet lideri Nikita Kruşçev saldırı değil savunma silahı taşıdığını söylediği gemilerin durması için emir vermeyeceğini açıkladı. Bu durum gerilimi daha da tırmandırdı. Kurşçev, 27 Ekim’de Kennedy’ye gönderdiği mektupta, ABD’nin Türkiye’deki füzeleri sökmesi halinde SSCB’nin de Küba’dakileri sökeceğini, Türkiye’ye müdahale etmeyeceğini belirtmiş ve Küba’daki füzelerin sökülmesinin

karşılığı olarak ABD’nin de aynı güvenceleri Küba açısından vermesi gerektiğini ekledi. Kennedy ise yanıt olarak, Kübadaki füzeler söküldüğü taktirde Küba’ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba’yı işgal etmeyeceği güvencesini verebileceğini ancak Türkiye’deki füzelerin sökülmesi konusunun, füzeler çok daha önce yerleştirildiği için “ayrı” olduğunu söyledi. Devam eden görüşmeler sonucunda, Türkiye’ye yerleştirilen füzelerin hemen değil ancak bir süre sonra sökülmesi üzerinde anlaşıldı. Füze Krizi sonucunda Soğuk Savaş’ta bir tür yumuşama sürecine girildi. Kriz hem sosyalist kampta hem de kapitalist kampta çatlaklara yol açmış olsa da taraflar açısından belli kazanımlardan söz edilebilirdi. Burnunun dibindeki nükleer tehditten kurtulan ABD

S

Dehşet dengesi

Çin işi bir oyuncakken arihte ilk füzeyi 1200’lü y›llarda Çinliler yapt›. Barut kullan›larak havai fifle¤e benzeyen küçük füzeler yap›l›yor ve bayram gecelerini süslüyorlard›. Bu bulufl, önce Araplara daha sonra da Avrupal›lara geçti. Evliya Çelebi, Seyahatname’de, 1633’te Osmanl›l› bir bilim insan›n›n yapt›¤› roket ile yüzlerce metre uçtu¤undan ve sonra kollar›ndaki kartal kanatlar› ile inifl yapt›¤›ndan söz eder. 17. yüzy›lda yaflam›fl bir bilim insan› olan Lagari Hasan Çelebi, IV. Murat döneminde, üzerine bindi¤i ilkel bir roket ile bir gösteri yapm›fl ve ödüllendirilmifltir.

T

Daha sonra Lagari K›r›m’a sürülecek, füze teknolojisinin K›r›m’› içine alan Ukrayna topraklar›nda geliflimine bakarak abart›l› ba¤lant›lar kuranlar ç›kacakt›r. Seyahatname üzerindeki tarife göre yap›lan deneylerde, tarif edildi¤i gibi yüzlerce metrelik bir uçufl ve yumuflak iniflin mümkün olmad›¤› görülmüfltür. Lagari’nin gösterisinin hayranl›k uyand›rd›¤› ve abart›ld›¤› düflünülmektedir. Füzeler ancak bulunduktan 800 y›l sonra, I. Dünya Savafl›’n›n ard›ndan askeri amaçl› olarak kullan›lm›flt›r.

ilahlar her zaman ateşlenmek için üretilmedi. Silahların ateşlenmesi halinde yaşanacaklar düşünüldüğünde beliren dehşet tablosu, herkesin savaşa yol açmaktan kaçınarak belli çizgileri aşmamaya gayret ettiği bir denge durumu oluşturdu. Bu, asıl olarak nükleer silahlar söz konusu olduğunda geçerliydi. Savaş kolayca göze alınamıyordu ancak bütün dünya silahların tetiklenmesi

kazanmış sayılırdı. ABD istilası tehdidinden kurtulan Küba Devrimi kazanmış sayılırdı. ABD saldırganlığını sınırlandıran SSCB kazanmış sayılırdı. Bu üç bağımsız gücün yanında Türkiye’nin ise ABD’nin bir oyuncağı ve pazarlık malzemesi olmaktan öte rolü bulunmuyordu.

halinde birbirini ortadan kaldıracak şekilde silahlanıyordu. II. Dünya Savaşı’nda ABD 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta Nagasaki’ye iki bomba atılmasına karar verdi. Ancak Japonya zaten teslim olacaktı. Ama ABD yine de bombaları attı. Aslında ABD, 8 Ağustos’ta Japonya’ya savaş ilan eden Sovyetlere bir mesaj vermişti:

ürecik Füze Kalkanı Radar Üssü, AKP iktidarıyla muhalefet arasındaki tartışmalara konu olmaya devam ediyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik son saldırılarının ardından, AKP iktidarına seslenen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Samimiyseniz Kürecik’i kapatın” dedi. Tayyip Erdoğan ise şöyle yanıt verdi: “NATO’nun var olan üssü aynı yerinde yeniden kurulmuştur. Füze kalkanı diyor orada füze kalkanı mı var? Orası radar üssüdür. Oraya füze yerleştirilecekse bizden izin almaları lazım. Burası bir NATO radar üssüdür ve biz NATO’nun bir üyesiyiz.” 50 yıl önce yaşananlarla bugün yaşananlar arasındaki benzerlik can sıkıcı. Ayrıca Erdoğan’ın dediklerine şüpheyle yaklaşmamızı zorunlu kılıyor. Erdoğan’ın, siyasi mirasçısı olduğunu söylediği Adnan Menderes döneminde (1959) ABD’yle imzalanan anlaşmalar gereği Kürecik Üssü kurulduğunda da (1961), kimse füzelerden söz etmemiş, yalnızca bir radar üssü kurulduğu açıklanmıştı. Aynı yıl Manisa Akhisar’da radar sistemiyle bütünleşik nükleer füze sistemlerinin kurulduğu ancak 40 yıl sonra, yani iş işten geçtikten sonra öğrenilecekti. Radar füzesiz olmuyordu. Ayrıca NATO bünyesindeki bu girişim, NATO üyelerinin ortak kararıyla değil ABD’nin tek taraflı kararlarıyla ilerletilmiş Küba Füze Krizi’nden sonra yaşanan tartışmalarda bazı üyeler ABD’ye itiraz etmişti. İtiraz edenler arasında Fransa vardı ama Türkiye yoktu.

“Bizim atom bombamız var, sizin yok, öyleyse dikkatli olun!” ABD nükleer silah programını Büyük Britanya’yla da paylaştıklarını açıkladı. SSCB 1949’da atom bombasını elde etti. Daha sonra kervana Fransa ve Çin katıldı. Sonra Hindistan, Pakistan, İsrail ve en son olarak da 2006’da Kuzey Kore atom bombası elde etti. ABD’nin Türkiye’deki askeri

üslerde de nükleer silah bulundurduğu söyleniyor. Sonu gelmeyen silahlanma yarışıyla savunmaların güçlendiği iddia edildii. Oysa bir tarafın silahlanması, karşı tarafı da daha fazla silahlanmaya teşvik ederek dünyayı sonu gelmez bir döngüye hapsetti. Güvence altında olan tek şey silah satıcılarının karı ve kaynakları silahlanmaya ayrılan halkların sefaleti ve

Kürecik’e varmadan

1971 devrimciliğinin simge eylemlerinden biri de THKO militanlarının Kürecik Radar Üssü’ne karşı eylem yapmak için Nurhak’lara çıkışıdır. Eylem ilk bakışta her yönüyle başarısız olmustur ama yalnızca ilk bakışta...

T

HKO’nun üç devrimci önderi. Kadir Manga, Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve arkadaşları, Malatya Kürecik’teki Amerikan Radar Üssü'nü tahrip etmek için gittikleri Nurhak'ta, 31 Mayıs 1971 günü ihbar edilmeleri sonucu jandarma tarafından kuşatıldılar. THKO'lu devrimciler teslim olmadı ve çatışma sonrası jandarma tarafından Manga, Cemgil, Özdoğan katledildi. Grupta yer alan Mustafa Yalçıner ağır yaralandı. Hacı Tonak ise yakalandı. Metin Güngörmüş ve Ahmet Erdoğan ise yakalanamadı. 6 Haziran'da yakalanan Güngörmüş ve Erdoğan, Yalçıner ve Tonak’la birlikte THKO davasında yargılandılar. S‹NAN’LA B‹RL‹KTE S‹LAHI DA… “Dağdaki THKO ekibi, Nurhaklarda Egen Geçidi’nde kamp kurmuştur. Geçidin güneyinde Kullartatlar Köyü vardır. Erzak almak için Kullartatlar Köyü’ne gidilerek bakkaldan alışveriş

yapılır. Bakkal, şüphelenerek muhtara haber verir. Muhtar da, jandarma komutanına... Tuncer Sümer ile Fevzi Bal, erzakları Malatya’dan Doğanşehir’e götürebilmek için Karaali Boran’a ait cipi kiralar. Ciple birlikte Sırıklı Yaylası’nın çıkış başına kadar gelinir. Mustafa Yalçıner ve üç arka-

daşı erzakı almak için cipin yanına gelir. Erzak taşınırken Fevzi Bal, cip ile şoförün başındadır. Bu arada, bir kır bekçisi ile dört avcı, cipin bulundugu yere doğru yaklaşırken cipin şoförü Karaali Boran, ‘Allah’ını seven bana yardım etsin’ diye bağırır. Kır bekçisi, bir el ateş eder. Fevzi Bal, kendini yere

atar. Bu fırsattan yararlanan şoför, cipine atlayarak kaçar ve olayı jandarma komutanına anlatır. Jandarma ve köylülerin açtığı ateş sonunda ilk Kadir Manga vurulur. Göğsünden vurulan Kadir, yarım dakika sonra ölür. Ölümler peş peşe gelir. Kadir’in arkasından iki-üç kurşun yarası alan Alp, hemen can verir. Bacağı ve omuzu kanayan Sinan, yarı ayakta, kuru bir ağacın arkasında siper almıştır. Otomatik silahıyla kesik kesik etrafı tarar. Bir süre sonra Sinan’la birlikte silahı da susar.” Turhan Feyizoğlu’nun Nurhak’ta Bir Şafak Vakti kitabında böyle yazıyor. Bu pasajlar “maceracı gençler”, “devrimcilerin halkla kopukluğu”, “halkın güvenilmezliği” vb değerlendirmeler için iyi birer dayanak olurdu doğrusu. Ancak 50 yıl sonra bir kez daha açılan Kürecik Üssü’ne karşı 2 Ekim 2011’de binlerce köylünün düzenlediği eylemde görüldüğü gibi silahlar ne boşuna patlamış ne de susmuştu.


14

MEDYA/YAŞAM 29 Kasım 2012 / 12 Aralık 2012

Halk›n Sesi

Geniş aile, geniş daire, dar yaşam Geniş ev, geniş aile anlamına geliyor ve artan her metre kare, aile bireylerinin sayısındaki her artış kadını eve biraz daha bağlıyor. Hem evde hem işyerinde denetlenen kadın, ola ki zaman buldu da dışarı çıktı, merak etmeyin onu da Turkcell hallediyor! üzerinden daha da yükseliyor.

ÖZGÜR GENÇ

K

asım başında Zaman gazetesinde bir haber yayımlandı. Uzmanlara(!) danışan Zaman gazetesi, yeni yapılan az odalı, stüdyo tarzı küçük evlerin ve rezidansların geleneksel aileye tehdit oluşturduğu ve aile yapısını yozlaştırdığı konusunda uyarıda bulunmuş. Bu tarz evlerin tehdit oluşturma nedenini ise; yaşlı ve çocuk bakımına elverişsiz olmasıyla, yani geniş aileler için uygun olmamasıyla açıklıyor. “Böylece yaşlılar yalnızlaştırılıyor, gençler de evden uzaklaştırılıyor” diyor haber. Bu tarz evlerin birkaç büyükşehirdeki oranlarıyla devam eden haber, son paragrafta açık havuzlara ve bu evlerin garsoniyer olarak kullanılıyor olma ihtimaline dikkat çekerek, ‘ahlaksızlık’ ve ‘yozlaşma’ uyarısı yapıyor. Her ne kadar haber son paragrafında okuyucuyu sarsmaya çalışsa da, haberin en önemli noktasını en baştaki bakım meselesi oluşturuyor. Zira yazıda adı hiç geçmeyen bu ‘bakıcı’ ve yazının en çok gizlenmiş öznesi: Kadın. Çünkü, geniş ev, geniş aile anlamına geliyor ve artan her metre kare, aile bireylerinin sayısındaki her artış, kadını eve biraz daha bağlıyor. Evler büyüse, ev içi nüfus artsa dahi kadının emeği görünmezliğinden hiçbir şey kaybetmiyor. KAPİTALİZM İLE BARIŞIK AİLE Modern feminizmin kurucusu olarak kabul edilen Fransız düşünür

ve aktivist Simone de Beauvoir, “İkinci Cins” kitabında kadının evde yaptığı işi Yunan mitolojisinde tanrılar tarafından cezaya çarptırılan Sisyphus’un işkencesine benzetir. Sisyphus sırtına yüklenen kayayı yüksek bir dağın zirvesine çıkarmakla cezalandırılmıştır. Ancak asıl ceza her tırmanışta tam da tepeye varacakken kayanın sırtından aşağı düşmesidir. Her defasında Sisyphus kayayı yük-

lenir ve en aşağıdan yeniden tırmanmaya başlar. İşte bu sonu gelmez tekrarı ev işlerine benzetir, Beauvoir. Kadının ev işleriyle kurduğu ilişki tam da bu yüzden hem mekansal hem de zamansaldır. Erkek egemen ilişki kadının emeğini hem mekana hem de zaman hapseder. Türkiye’de kadının sırtına yüklenen kaya ise gün geçtikçe ağırlaşmakta. AKP bugüne kadar sağlık

politikalarındaki değişimle ve istihdam politikalarıyla kadını aileye ve eve bağlı kılmaya büyük çaba harcadı, harcıyor. Sağlıkta dönüşümle ve özelleştirmeyle yaşlı ve çocuk bakım emeği kadının omuzlarına yükleniyor. Kadının ev işini aksatmamasına ‘olanak tanıyan’ cinsiyetçi işbölümü ve esnek istihdam yöntemleri tam da ataerkillikle kapitalist üretimin arasını buluyor, çelişkilerini uzlaşlaştırıyor.

Bu arabuluculuğu başbakanın yaptığı açıklamalardan da takip etmek çok zor değil. Bir yandan kadının da çalışma hayatına katılması gerektiğini söylerken öte yandan ‘üç çocuk’ söylemi ve kadının çalışırken ev işlerini ihmal etmemesi gerektiğine dair sözleri bu ittifakın söylemsel temsilidir. Hem erkek egemen ilişkilerle hem de üretim ilişkileriyle kadını denetleyen sistem bu söylem ve uygulamalar

TURKCELL İFTİHARLA SUNDU Bu denetime katkı sağlayan bir kampanya ise yine geçtiğimiz günlerde Turkcell tarafından sunuldu. Yolda Takip ve Mutlu Aile Paketi ile ‘sevdiklerinizin’ yerini tespit edebilme olanağı sağlayan bu teknolojinin duyurusunu ise Turkcell şöyle yapmış: “Turkcell Yolda Takip ile "Nerede kaldın?" sorusunun cevabı cebinizde.” Turkcell bu servisle talip üzerine, takip edilmesini istediğiniz kişinin nerede olduğunu size sms ile bildiriyor. Bu sorunun muhatabının genellikle kadınlar olduğunu ve bu uygulamaya rıza göstermemenin erkek egemen koşullar içerisinde şiddete davetiye çıkaracağını düşünmemiz bu denetimi anlamaya yeterli olacaktır. İlk habere dönelim. Haberin kimi muhatap aldığı, ev alana mı, ev yapana mı derdini anlatmaya çalıştığı tartışılır. Ancak devletin vermesi gereken bakım hizmetini kadına yıktığını ve bütün bu bahsedilen ataerkil denetlemeye hizmet ettiğini söylemek çok da zor değil. Hem evde hem işyerinde bu ilişkilerce denetlenen kadın, ola ki zaman buldu da dışarı çıktı, merak etmeyin onu da Turkcell hallediyor!

RedHack: Demek ki korkmamalıymışız D

İşkenceci Selim Ay bunlardan şikayetçi T

erörle Mücadeleden Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Sedat Selim Ay, kendisi hakkındaki çok sayıdaki haber ve yazıya ilişkin olarak “Terörle mücadele eden kamu görevlilerini açıklamak ve hedef göstermek” suçundan yargılanması için suç duyurusunda bulundu. Konuyla ilgili inceleme yapmak üzere müfettiş görevlenderildi. Sedat Selim Ay’ın Temmuz ayında terfi edilmesinden sonraki süreci, şikayetçi olduğu haberleri kolajlayarak hatırlayalım: “Sedat Selim Ay'ın Atılım gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek'in de aralarında bulunduğu sekiz kişiye işkence yaptığı gerekçesiyle 14 ay hapis cezası ve 3 ay 5 gün de meslekten men cezası aldığını hatırlatan (Ümit) Efe, ‘Diğer tecavüz olaylarıyla ilgili iddiaları bir kenara bırakacak olsak bile Selim Ay'ın işkence olaylarına karıştığı mahkeme kararlarıyla sabit bir gerçeklik. İşkencenin bir insanlık suçu olduğunu, işkencecilerin de insanî değerlerden yoksunluğunu herhalde tartışacak değiliz’ dedi.” (26 Temmuz -Bianet) “İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne sorumlu müdür yardımcısı olarak getirilen Sedat

Selim Ay’ın da aralarında olduğu polis ekibi tarafından işkence gören Birsen Kaya, ‘AKP’nin işkenceciyi nasıl ödüllendirdiğini Ay üzerinden görmüş olduk. Bu hem muhaliflere hem de Kürdistan’da süren kirli savaş politikalarının sahiplenildiği anlamına geliyor. Bu AKP’nin 2023 projesinin de ne olduğunu gösteriyor’ dedi.” (25 TemmuzEvrensel) TECAVÜZ EDEN ‘TECAVÜZ ETTİM’ DEMEZ “... tecavüz eden kişinin ‘Ben tecavüz ettim’ demesinin mümkün olmadığının altını çizen Prof. Dr. (Şahika)Yüksel, tecavüz ispatlandığı zaman da tecavüzcülerin genellikle bunun tecavüz olmadığını, ya gönüllü ilişki olduğunu ya da iftira atıldığını ileri sürdüğünü belirtiyor.” (25 Temmuz-Bianet) “İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'nde gerçekleştirilen basın toplantısında, işkence mağdurları Birsen Kaya, Ayşe Yılmaz, Arzu Demir ve avukatlar Eren Keskin ile Gülseren Yoleri devletin işkence politikalarının sistematik olduğu ve Sedat Selim Ay'ın terfi etirilmesi, sosyalist, muhalif, devrimci kadınlara yönelik yeni tecavüzlerin, işkencelerin önünün açılması anlamına

geldiğini ifade etti.” (27 TemmuzBianet) “ ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ ve ‘Gözaltında tacize tecavüze son’ sloganlarını atan kadınlar yaptıkları basın açıklamasında işkencenin bir devlet geleneği olduğunu hatırlatarak işkenceci kamu görevlileri topluma hesap verene kadar mücadelelerine devam edeceklerini açıkladı.” (31 Temmuz-Bianet) “İşkence ve tecavüzden mahkûm polis şefi Sedat Selim Ay’ın terfi ettirilerek İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı’na atanmasına AKP’li kadın milletvekilleri ‘temkinli’ yaklaştı. AKP Kurucusu ve MKYK üyesi Ayşe Böhürler: Haberleri okuyorum. Olayın hukuki boyutuna hakim değilim. Ancak bir kadın olarak, kadınlara işkence yapmaktan hüküm giymiş bir kişinin böyle bir göreve atanmasını insani ve doğru bulmuyorum.” (27 Temmuz-Evrensel) “Geçmiş hep vardır. Dün oradadır. Bir yere gitmez. Silinmez. Geri alınmaz. İnkârlarla değişmez. Kötülük yüreğinizden bir yere gitmiyor, işkencenin izleri buharlaşmıyor, ruhunuza, teninize, eline yüzüne yapışıp kalıyor, hissetmiyor musunuz?” (Sibel Yalın Yerdeniz)

ünya genelinde bir hacker grubu ilk kez "terör örgütü" suçlamasıyla yargılanıyor. RedHack adıyla pek çok kamu kurumunun internet sitesine siber saldırılarda bulunarak, gündemdeki konulara ilişkin eylem yapan grup, “silahlı terör örgüt üyesi olmak” ve “çeşitli bilişim suçları işlemek” suçlarıyla yargılanıyor. Dördü tutuklu 11 kişinin yargılandığı dava, RedHack’in, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün internet sitesi veri tabanına girerek, buradaki özel bilgileri ele geçirdiği iddiası ile yürütülüyor. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 26 Kasım’da yapılan ilk duruşmada, 20 Mart’tan beri tutuklu bulunan 4 kişiden 3’ü hakkında tahliye kararı verildi. Duruşmaya yetiştirilemeyen Reşit Pınaroğlu’nun durumu ise ifadesinin ardından belli olacak. Sanıklardan Duygu Kerimoğlu bilgisayarında Deniz Gezmiş ve Yılmaz Güney fotoğrafları bulunması

Saraç’ın deyimiyle ‘uydurulmuş davalar ülkesi’nde RedHack, terör örgütü üyesi olmaktan yargılanıyor. 4’ü tutuklu 11 kişinin yargılandığı davada 3 tahliye kararı verildi delil gösterilerek yargılanıyor. Kerimoğlu, savunmasında bu kişilerin terör örgütü üyesi olmadıklarını belirtti. Kerimoğlu ayrıca, “Bu düzeyde bilgisayar bilgim olsa iki yıllık okulun 5. yılında olmazdım” dedi. UYDURULMUŞ DAVALAR ÜLKESİ Yurt yazarı Necdet Saraç RedHack’in yargılandığı dava ile ilgili olarak yazdığı “Uydurulmuş davalar ülkesi” başlıklı yazısında davada THKO, THKP/C, TKP/ML, DHKP/C, MLKP ve PKK gibi bir çok örgütün isminin geçtiğini yazdı. Saraç, hiçbir sanığın bu örgütlere üyelikten suçlanmadığını ama iddianamede bütün sanıkların “bu örgütlere hizmet etme” gerekçesiyle suçlandığını belirtti. Saraç ayrıca duruşmaya

dair bir gözlemini de şöyle paylaştı: “Mahkeme heyetinin tahliye kararı doğru olmasına doğruydu ama heyetin, dersini yeterince çalışmadığı, bilişim konusunda da bilgisiz oldukları açıkça gözüküyordu.” Duygu, Alaattin ve Cihan adlı gençlerin rehin alınarak durdurulmaya çalışıldığını söyleyen RedHack “Fakat durmadık! Korkmadık, yılmadık, el etek öpmedik, ‘tamam bu davayı bırakıyoruz’ demedik! Aksine eylemlerimizi arttırdık. Onların asıl korktuğu eylemlerimiz değil, ‘olabilecek bir’ Anadolu Baharı fırtınasıydı! İnsanların ‘yeter ulan’ deme ihtimalleriydi” dedi. Bütün baskıya rağmen eylemlerine devam ettiklerini söyleyen RedHack, örgütlü güçleriyle yapılmak istenenin başarılmasına engel olduklarını ifade ederek “De-

mek ki korkmamalıymışız, örgütlü olarak savaşmalı, korkularımızdan kaçmamalıymışız” dedi.

Bu kez hedef öğretmenler B

irkaç öğretmenin piknikte rakı içerken çektirdikleri fotoğrafı Facebook vasıtasıyla ele geçiren yerel bir gazete öğretmenleri hedef gösterdi. Savcılık haberi ihbar sayarak soruşturma başlattı. Yeni Akit “Lisede ahlaksızlık” başlığıyla verdiği haberde öğretmenlere yönelik saldırıyı sürdürdü. Gazetenin konuyla ilgili olarak yaptığı haber incelenmeye değer. Gazetenin haber yazmanın temel kurallarından biri olan 5N 1K kuralını uygulayışı dikkat çekici. Gazete “nerede?” sorusunu, “Laikçi kesimin kalesi

olarak bilinen Antalya” diyerek yanıtlıyor. Haberde yer alan “ ‘Öğretmen içerse, öğrenci her kötülüğü yapar’ yorumlarına sebep oldu”,

“fotoğraflar, ‘Bunlar öğretmen mi meyhaneci mi’ yorumlarına sebep oldu” ifadelerindeki yorumların kime ait olduğu bilinmiyor. Haberin

güncelliği ilkesiyle hiçbir ilişki kurmayan haber, 3 yıl önce çekilmiş bir fotoğrafı konu alıyor. Öğretmenleri ve Eğitim Sen’i hedef alan

haberin ara başlıkları özenle seçilmiş: “Öğretmenler rakı içiyor”, “Veliler endişeli”, “Din karşıtı sendika”. Öğretmenlerin Eğitim Sen üyesi olduğunu özellikle vurgulayan haber Eğitim Sen’i de “ Kur'an ve Siyer derslerine karşı çıkan Eğitim Sen” diyerek tanımlıyor. Haberin bir detayı da şu: “Okul müdürü ve öğretmenler hakkında soruşturma başlatıldığı öğrenilirken, okulun öğrencilerinin de öğretmenlerden farklı olmadığı görülüyor. Sitedeki fotolarda mini etekli öğrenciler görülüyor.”


KÜLTÜR SANAT

15

29 Kas›m 2012 / 12 Aral›k 2012

Halk›n Sesi

Arap Bahar›’na selam

Meksika’da en iyi film Kurtuluş Son Durak filmi Meksika’daki Oaxaca Film Festivali’nde en iyi film, Belçim Bilgin ise en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Şiddete karşı birlik olan kadınların hikayesini anlatan Kurtuluş Son Durak, kısa süre önce LA Femme Film Festivali'nde en iyi yabancı film ödülünü almıştı.

Slash ‹stanbul’da

Elton John, Pekin'deki konserini Arap Baharı’nı taklit ederek internette protesto çağrıları yayınlayan Ai Weiwei’e ithaf etti. Şair, heykeltıraş ve insan hakları savunucusu Ai Weiwei tutuklanmış, ardından kefaletle serbest bırakılmıştı.

Orada hayat var Dikmen Vadisi halkının 7 yıldır sürdürdüğü barınma hakkı mücadelesi “Orada Hayat Var” ismiyle kitaplaştı. “Dikmen Vadisi Halkı’nın mücadelesi unutulmasın diye” hazırlanan kitap, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği, Mimarlar Odası ve Barınma Hakkı Meclisi’nin ortak çabasıyla hazırlandı.

‘80’lardan beri müzik dünyasını sallayan Guns N’ Roses’ın efsane gitaristi ve dünyanın en iyi elektro gitaristlerinden biri olan Slash, İstanbul’a geliyor. 2 Şubat günü Maçka Küçükçiftlik Park’ta sahneye çıkacak olan sanatçının konser biletleri, 4 Aralık’tan itibaren satışa sunulacak.

‘Meral? Anne benim!..’ Erkeklerin sevgisi her gün beş kadını öldürüyor! Bu cinayetlerden birini anlatan, kadınların yaptığı “Hani Meral” belgeseli, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde gösterime girdi ÖZEN TAÇYILDIZ

Y

apımcılığını Filmmor Kadın Kooperatifi’nin, yönetmenliğini Melek Özman’ın yaptığı “Hani Meral” filmi, 22 Haziran 2011’de Bitlis’te eski kocasının öldürdüğü, 22 yaşındaki Meral Güneri’nin hikayesini anlatıyor. “Bir kadın cinayetinin belgeseli” olan filmde, Meral’in hikayesi, annesi Nuriye Güneri’nin anlatımıyla sunuluyor. Cinayete giden sürece ve cinayet gününe dair söyledikleri, verdiği ayrıntılar aslında tüm kadın cinayetlerindeki ortak egemen tavra işaret ediyor. Filmin önemli bir özelliği de, kadın müzisyenlerin Meral için yaptıkları şarkılarla filme destek vermeleri. Sezen Aksu, Aynur Doğan, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin ve Rojin şarkılarını Meral için, kadın cinayetlerine karşı söylüyor. Film, 9 Aralık’a dek her gün 12.30’da İstanbul Feriye Sineması’nda gösterilecek, geliri de Meral’in kızı Busenaz’a bağışlanacak. MERAL’‹ ÖLDÜREREK DURDURMUfi Meral, evlendikten 1 hafta sonra kendisinden 10 yaş büyük kocasından -burnu kırılarak- şiddet görmeye başlamış. Sesini çıkaramama, kimseye anlatamama, kızı Busenaz (Nazo) için idare etmeye çalışmalarla geçen bildik evrelerden sonra anlaşmalı olarak boşanmışlar. Annesinin deyişiyle Meral, “akıllı, dünya nedir biliyor.” Meral, Nazo ile yeni bir hayata başlamış, yarım bıraktığı okuluna geri dönmüş, ehliyet almış, bir kuaför dükkanı açmış. Kalfalık belgesi alıp Bursa’da ablasıyla beraber kuaför dükkanı açmak, kızı ile beraber oturacağı bir ev yaptırmak, kızını okutmak gibi geleceğe dair hayalleri var. Ancak

Kızı Meral’i kaybeden anne Nuriye, kadın cinayetleri dursun istemiş, derdine ortak aramış. Kadınlar bu filmi yapmış. erkeklerin dünyasında, erkeklerden bağımsız bir hayat kurabilen kadına yer yok. Ve eski kocası Meral’i ancak öldürerek durdurabileceğini düşünmüş. Kadınların boşansa bile eski kocalarına ömür boyu nikahlı kaldıkları bu memlekette Meral’in durumu da farklı olmamış. Boşanmalarının arkasından tehditler başlamış. Bu tehditlere işyeri komşuları da şahit. Kavgaları oluyormuş ancak “bu kadarını” beklemiyorlarmış, Meral, nazarlarında hala karı-kocalar, dolayısıyla “karı-kocaya karışmak” istememiş bu erkek komşular. Defalarca savcıya gidilmiş. Can güvenliğinin olmadığını söyleyen Meral’e savcının cevabı “Benim hanımımın da koruması yok” olmuş. Savcının en hafifi tabiriyle

bu çiğ tavrının ardından Meral, 22 Haziran 2011’de kuaför salonunda eski kocası tarafından öldürülmüş. ‹K‹ BARDAK SU DA MI PAYLAfiMADIN? Meral’in öldürüldüğü günü annesinden dinlemek hayli zor, can acıtıcı: “Misafirler vardı o gün. Saat 3 gibi kapı çalındı, baktım, ‘Gel, Burhan Meral’e bir şey yaptı’ dediler. Bir ayağımda ayakkabı var. Ben koşarak gittim, misafirler de arkamdan koştular, gittim bir sürü insan var, aşağı yukarı koşuşturuyor millet ama kimse dükkana girmiyor. Her yerde kan vardı, Meral içinde yatıyordu.” Meral 9 bıçak darbesiyle öldürülmüş. Hayali bir bıçağı, hayali

bir yere dokuz kere saplayıp çıkarın zihninizde. Tek tek sayın dokuza dek… İnsan bunu nasıl yapabilir? Annesinin eski kocanın vicdanına seslendiği “2 bardak su da mı beraber paylaşmadın” isyanı, katil erkeklerin yanımızda, evimizde, yatağımızda olduğunu gösteren inanılmaz bir tespit. Annesi, Meral’in yardım isterken, bağırırken öldüğünü yazmış kafasına; “gözü kapıda boğazı kurumuş” diye anlatıyor. Ama kimse gitmemiş yardıma. “Meral’in seveni çoktu, etrafı çoktu ama o gün boş bırakmışlar Meral’i. Kimi çağıracağımı bilmiyorum.” Ambulansın da geç geldiğini söylüyor. Zamanında çağrılsa, zamanında gelse ambulans kurtulabileceğini düşünüyor. Ama olmamış. “Hani Meral? Yok. Uçtu.” Meral’in şikayetlerini dikkate almayan devlet görevlilerine de sesleniyor Nuriye anne: “Taziyeye gelen ‘kader’ diyor. Ne kaderi? Göz göre göre gitti. Niye koruma vermediler? Birisi kapıyı çalınca hakkını savunsunlar ama devlet sırt çevirdi” A⁄LAMAK YER‹NE EYLEMEK Filmi izlemeden önce Nuriye anne ile görüşme fırsatı buldum. Gencecik kızını kaybetmiş bir annenin acısını, isyanını, çaresizliğini dinliyorsunuz. Bir taraftan da gücüne hayran kalıyorsunuz. Ağlamak yerine eylemeye

girişmiş bir kadın. Van Kadın Derneği’ne ulaşarak “Meral’in adı türkülerde kalsın istiyorum” demiş, derdine ortak olmalarını istemiş. Bölgedeki Kürt sanatçıların Meral için söyleyeceği türkülerle gitmesini istemiş kızının. Derneğin ulaştığı Filmmor’dan Melek Özman da o dönem üzerinde çalıştığı kadın cinayeti öykülerini bir kenara bırakarak sadece Meral’le ilgilenmiş ve ortaya bu film çıkmış. “Bu cinayetler dursun başka kimse böyle olmasın” diyor şimdi anne. Filmi salondaki kadınlarla beraber ağlayarak izleyen Nuriye anne, insanlarla bir arada olmaktan mutlu. Salonu selamlarken, 25 Kasım’ı “Meral’in kına gecesi” ilan ediyor. Filmden çıkınca aklımda Nuriye Güneri’nin, kızı Meral’in, aklını, becerikliliğini, her işe yetişmesini nasıl anlattığı döndü durdu. Nuriye her “Meral?” diye seslendiğinde kızı hemencecik “Anne benim!” diyormuş… “Meral? Anne benim! Meral? Anne benim!” Nuriye Güneri, filmden sonra salondaki kadınlara seslense “Meral” diye, cevap yine bu olacaktı: “Anne benim!” Eve vardığımda televizyonu açtım, 25 Kasım’da iki kadının daha eski sevgilileri tarafından öldürüldüğünü söylüyordu haber bültenleri… “Meral? Anne benim!”

Kültür sanat güncesi

CHE VE MAH‹R’E CEZA

K›r›kkale F Tipi Cezaevi'nde yatan mahpusun boncuktan yapt›¤› Che Guevara ve Mahir Çayan tablolar›na cezaevi yönetimince el konuldu. “Üç adet boncuktan yap›lm›fl panolar› ‘yasad›fl› sol terör örgütü mensubu kiflilerin’ resminin yap›lm›fl oldu¤u ve resimlerin propaganda amac›yla kullan›lmas› mümkün oldu¤u anlafl›ld›¤›ndan sak›ncal› bulunmufltur” denildi.

Filmin yönetmeni, Filmmor Kadın Kooperatifi’nden Melek Özman, kadın cinayetlerinde devletin rolünü özellikle hatırlatıyor: “Devletin gözü önünde oluyor bu cinayetler. En çok onlara kızmalıyız. Katiller kadar suçlular.” HAMLET’‹N KÜRTÇES‹ SAHNEDE

Ken Loach: ‘İnsan ihaleyle çalıştırılmaz’

‹flçi filmleriyle tan›nan ve birçok kameras›nda çokça eme¤i çeken muhalif Britanyal› film yönetmeni Ken Loach, ‹talya’n›n prestijli festivallerinden Torino Film Festivali taraf›ndan verilen yaflam boyu onur ödülünü geri çevirdi, taflerona karfl› tepki gösterdi. Ken Loach festivali düzenleyen Ulusal Sinema Müzesi’nde*, iflçilerin tafleron flirket arac›l›¤›yla çal›flt›r›lmas›n›

ve güvencesiz-düflük ücretle çal›flmaya direnen iflçilerin iflten ç›kart›lmas›n› görmezden gelemeyece¤ini yaz›l› bir aç›klamayla duyurdu. Loach ciddi bir sorun oldu¤unu söyleyerek, sorunun hizmetlerin flirketlerce d›flar›ya ihale yoluyla verilmesi ve düflük ücretli iflçilerin çal›flt›r›lmas› oldu¤unu vurgulad›. Ken Loach flunlar› söyledi: “Düflük maafl alanlar, zor durumda olanlar,

ifllerinden oldular, sebebi ise maafllar›nda yap›lan kesintiye karfl› ç›kmalar›yd›. Bu noktada hizmetleri ihaleye vermifl olan yap› bu duruma göz kapayamaz, her ne kadar bu kifliler bu hizmeti bir d›fl kooperatif arac›l›¤› ile gerçeklefltiriyor olasalar bile kendisi için çal›flan kiflilere karfl› sorumlu olmal›.” Torino’da Ulusal Sinema Müzesi’nin bu durumda çal›flanlar ve onlar›n ba¤l›

olduklar› sendika ile iletiflime geçmesini, iflten ç›kar›lan çal›flanlar›n tekrar ifle al›n›fl›n› güvence alt›na almas›n› ve hizmetleri d›fl kooperatiflere verme fikrini bir daha düflünmesini gerekti¤ini belirtti. Ken Loach “bu ödülü kabul etmek ve bir kaç küçük elefltiri ile durumu geçifltirmek zay›f ve iki yüzlü bir davran›fl olurdu” diyerek ödülü reddetti.

Diyarbak›r Büyükflehir Belediyesi fiehir Tiyatrosu'nca sahnelenen Kürtçe "Hamlet" oyunu, Ankara fiinasi Sahnesi'nde baflkentlilerle bulufltu. Oyunda Kürtçe bilmeyenler için arka fona Türkçe çeviri yans›t›ld›.

*Ulusal Sinema Müzesi ayn› zamanda Torino Film Festivali'ni organize eden kurumdur.

Karikatürlerle Gazze Kas›m ay›nda ‹srail’in Gazze’ye havadan ve denizden bafllatt›¤› sald›r›larda ço¤u çocuk olmak üzere 95 Filistinli öldü, 700’e yak›n kifli yaraland›. Sald›r›lar nedeniyle Gazze genelinde elektrikler kesildi, hastaneler yaral›lara hizmet veremedi. ‹srail vahfletine tüm dünyadan tepki ya¤d›. Onlarca ülkenin baflkentinde ‹srail büyükelçiliklerinin önü eylem alan›na döndü. Üniversiteliler, kad›nlar, iflçiler, Filistinlilerle dayan›flma ça¤r›s›nda bulundu. Asi, söz dinlemeyen karikatür sanat› da Filistinlilerin yan›ndayd›. Muhalif çizgisiyle pek çok karikatür, sosyal medyada paylafl›ld›.

AV, YAKU, WAR‹ - SU, SU, SU

Batman Bahar Kültür Sanat Merkezi'nin kad›n sanatç›lar›, barajlara karfl› tepkilerini dile getirdikleri "AvYaku-Wari" projesiyle sahnedeler. Av Kürtçe, yaku Latin Amerika'da bulunan Bolivyan yerli halk›n›n kulland›¤› Cochabamba dilinde, wari ise Lazca’da “su” anlam›na geliyor.


SOKAĞIN SESİ

16

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

29 Kasım 2012 / 12 Aralık 2012

Halk›n Sesi

‘A‹LEN‹Z, fi‹DDET‹N‹Z, NAMUSUNUZ S‹Z‹N OLSUN, SOKAKLAR B‹Z‹M’

Kadınlar erkek şiddetine meydan okudu 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde tüm ülkede kadınlar sokağa çıktı BANU SERVETOĞLU, ÖZGÜR GENÇ, TÜRKAN KARAKUŞ

2

5 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücedele ve Dayanışma Günü’nde ülkenin dört bir tarafında binlerce kadın sokaklardaydı. Birçok ilde yapılan eylemlerde kadınların hedefinde AKP’nin kadın düşmanı politikaları vardı. İstanbul’da gün boyu İstiklal Caddesi’nin her bir köşesi farklı kadın gruplarının eylemlerine sahne oldu. Halkevci Kadınlar, kadına yönelik şiddeti protesto etmek için Taksim Meydanı’nda buluştu. Yürüyüş öncesinde, ÖDP’li kadınların meydanda sona eren eylemlerini selamlayan kadınlar, yürüyüş sırasında da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ile karşılaşıp onlarla birlikte “Yaşasın kadın dayanışması” sloganı attı. Kadınlar kentsel dönüşümün kötü bir simgesi olan Demirören AVM önüne geldiklerinde, İstiklal Caddesi’nden geçenler “Kürtaj yasağına, şiddete, kadın düşmanlığına sessiz kalmıyoruz” pankartı açan üç Halkevci kadının süpriziyle karşılaştı. Galatasaray Meydanı’na gelindiğinde kadın düşmanlarının isimleri sayılarak onlara mor kart gösterildi. Sıra Fatma Şahin’e geldiğinde iyice artan tepkiler, kadın düşmanı politikaların simgesi Başbakan Tayyip Erdoğan’ın adı söylendiğinde doruğa ulaştı. İstiklal Caddesi’nde daha sonra Demokratik Özgür Kadın Hareketi “Kadın kırımına hayır" pankartıyla bir yürüyüş yaptı. ÇARE’SİZ DEĞİLİZ, ‘ÇARE’ BİZİZ 25 Kasım Kadın Platformu’nun her yıl düzenlediği gece eylemi İstiklal Caddesi’ndeki son eylem oldu. Galatasaray Meydanı’nda buluşan yüzlerce kadın Taksim Meydanı’na günün en güçlü “Yaşasın kadın

Kocaeli’ de fliddete karfl› sokaklara ç›kan Halkevci Kad›nlar ve Ünversiteli Kad›n Kolektifi AKP’nin yasalarla kad›n düflmanl›¤›n›n meflrulaflt›r›ld›¤›n›n söyledi. dayanışması” sloganını atarak yürüdü. Meydanda bir basın açıklaması yapan kadınlar “Aile değil kadınız demek için buradayız” dedi. KCK operasyonları nedeniyle hapishanelerde bulunan Kürt kadınlar için adalet isteyen kadınlar “Çare’siz değiliz, ‘çare’ biziz” dedi. ARTIK YETER! Ankara’da Kadın Platformu’nun çağrısıyla bi raraya gelen kadınlar “Erkek şiddetine, devlet şiddetine karşı özgürlük ve barış için yürüyoruz” yazılı tek pankart arkasında yürüdü. Yapılan basın açıklamasında “Biz kadınlar; taleplerimizi kazanıncaya kadar dayanışmaya ve mücadelemizi büyütmeye devam edeceğiz” denildi. Emeğine, bedenine, özgürlüğüne sahip çıkan yüzlerce kadın, İzmir Kadın Platformu’nun çağrısıyla bir araya geldi. Kadınlar “Erkek egemen kapitalist sistem bizi yaşamın her alanında şiddetin

çeşitli biçimlerine maruz bırakıyor” dedi. Bağımsız Kadın İnisiyatifi de “Bizler üçüncü sayfa haberleri değiliz yaşıyoruz, direniyoruz” diyerek kadın cinayetlerine dikkat çekmek için üçüncü sayfa haberlerinin gösterildiği bir performans sergilediler. Eskişehir Demokratik Kadın Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelen kadınlar karşılaştıkları polis engeline rağmen “Bizim kararımız bugün bu yürüyüşü gerçekleştirmektir” diyerek yürüyüşü gerçekleştirdi ve “Kadın cinayetlerinde faillerin haksız tahrik indiriminden faydalanmasına engel olabilmek için mücadelemize devam ediyoruz” dedi. Kocaeli’de Halkevci Kadınlar ve Üniversiteli Kadın Kolektifi, kadına yönelik şiddetle ilgili sergilenen tiyatro gösteriminin ardından yaptıkları açıklamada şiddete karşı tüm kadınları mücadeleye davet etti. Sonrasında

Kadınlar erkek şiddetine, kadın düşmanlığına, devlet şiddetine karşı, barış ve özgürlük talebiy25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Kocaeli Kadın Platformu’nun çağrısıyla yürüyen kadınlar “Gericiliğe, tacize, tecavüze, şideete, AKP' ye başkaldırıyoruz” dedi. Antakya’da kadınlar “Savaşın ve şiddetin üstüne yürüyoruz” diyerek sokaklara çıktı. Trabzon'da Meydan Parkta toplanan kadınlar ''Türkiye’de kadına yönelik şiddet münferit değil sistematiktir ve son 10 yıllık AKP iktidarı döneminde belirgin bir artış göstermiştir. Baskılar, bizi yıldıramaz” dedi. Bursa Kadın Platformu'nun çağrısıyla bir araya gelen kadınlar “Kadın katliamlarına, her türlü ayrımcılığa, yok sayılmaya, sokaklarda ürkerek dolaşmaya, yoksullaştırılmaya yani bize yönelen her türlü şiddete ‘Artık yeter’ diyoruz” dedi. Antalya Kadın Platformu’nın çağrısıyla bir araya gelen kadınlar basın açıklamasından önce “Şiddetinizle ve savaşınızla barışmayacağız” yazılı pankartın üzerine boyadıkları ellerini bastılar. Denizli, Adana, Muğla ve Zonguldak’ta da kadınlar, kadına yönelik şiddete karşı mücadele çağrısı yaptı. Binlerce kadın bir 25 Kasım’ı daha birçok ilde sokaklara çıkarak ve tüm kadınları mücadeleye çağırarak geçirdi.

Kürt illerinde polis engeli fi›rnak, Diyarbak›r, Mardin ve daha birçok kentte kad›nlar fliddete karfl› sokaktayd›. fi›rnak, Diyarbak›r ve Siirt’te kad›nlar polis engeliyle karfl›laflt›. Diyarbak›r’da kad›nlar polislerin tavr›na "Kad›na de¤il, fliddete barikat”, "Tecavüzcü devlet hesap verecek" sloganlar›yla tepki gösterdi. Polisin yürüyüflü engelleme çabalar› sonuç vermedi ve kad›nlar yürüyüfllerini tamamlad›. fi›rnak'›n Silopi ilçesinde Demokratik Özgür Kad›n Hareketi ça¤r›s›yla, Cudi Mahallesi'nden BDP ilçe binas›na do¤ru yap›lmak istenen yürüyüfl, polisin engeli ile

karfl›laflt›. Kad›nlar polisin engeline ra¤men yürüyüflü gerçeklefltirdi. Siirt’te kad›nlar›n yürüyüflü polis taraf›ndan engellenmek istendi. Kad›nlar polis barikat› önüne oturarak engellemeyi protesto etti. Mardin ve Tunceli’de de kad›nlar Türkçe ve Kürtçe pankartlarla sokaklardayd›. Kad›na yönelik fliddetin art›fl›na dikkat çeken kad›nlar birleflerek ve örgütlenerek fliddeti durduraca¤›z dedi. Eylemlerde kad›nlar savafl›n düflman›n›n kad›n oldu¤unu dile getirdi ve “Devlet fliddetine son” dedi.

Şahin’den protestoya ‘sıfır tolerans’ 25

25 Kas›m yaklafl›rken, kad›nlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakan› Fatma fiahin’ i gitti¤i her yerde protestolarla karfl›lad›.

Kasım’a günler kala Fatma Şahin katıldığı toplantılarda Sosyalist Feminist Kolektif ve Halkevci Kadınlar’ın protestosuyla karşılaştı. Halkevci Kadınlar, İstanbul Kongre Merkezi’nde 24 Kasım’da “Aile ve şiddet” konulu konferansa katılan Fatma Şahin’i protesto etti. Toplantı başlamadan önce kimlikleri sorularak, tehditler ve tacizlerle dışarı çıkarılmak istenen 4 kadın, polis tarafından, yerlerde sürüklenerek salondan dışarı çıkarıldı.

Kadınlar, kadına yönelik şiddeti çözme iddiasındaki AKP'nin ‘aile ve şiddet’ etkinliğinin "şiddet" uygulanarak başladığını belirterek etkinliği izlemek istediklerini söyledi. Salonun dışında polis müdahalesine karşı çıkan etkinliğin moderatörü Selma Uzuner, kadınların salona geri alınmasını istedi. Polis Uzuner'in itirazlarını dinlemediği gibi olaya müdahale eden salondaki diğer kadınları da engelledi. Aralarında Sendika.Org muhabirinin de bulunduğu 5 kadın

gözaltına alındı. Şahin’e bir protesto da Sosyalist Feminist Kolektif’ten geldi. 23 Kasım’daki “kadına yönelik şiddete karşı sıfır tolerans” gecesinde, Şahin, karşısında kadınları buldu. Kadınlar burada yaptıkları konuşmalarda “Şiddetin cinsiyet eşitsizliğine dayandığını dillendirmeyen uygulamaları, göstermelik yasaları, kampanyaları, müdahillikleri değil erkek şiddetiyle mücadele iradesine sahip bir kadın bakanlığı istiyoruz” dedi.

Çanakkale’de kadınlar sokakta Çanakkale’de Halkevci Kad›nlar, Üniversiteli Kad›n Kolektifi ve Genç Umut'çu Kad›nlar a¤›zlar›na bant yap›flt›rarak erkek fliddetine tepki gösterdi. Kad›nlar ayr›ca tiyatro gösterisi de gerçeklefltirdi.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.