218

Page 1

9 Ekim 2014 • 1,25 TL

Y›l 9 • Say› 218

Halklar›n katili, haklar›n h›rs›z› AKP’ye karfl› ortak mücadeleye! Sf. 3

AKP, Meclis’ten geçirdi¤i savafl tezkeresi ile Ortado¤u’da savafl›n bir parças› oldu¤unu ilan etti. Bu savaflta Ifi‹D’i, Hizbul-kontray›, cihatç›lar› dost, geri kalanlar› düflman görüyor

AKP-Ifi‹D ortakl›¤› Kobane’de ayyuka ç›k›nca savafla, gericili¤e ve mezhepçi faflizme karfl› direnen, AKP’nin “bar›fl” masallar›na “Art›k yeter!” diyen on binler dört yanda soka¤a ç›kt›

AKP, iktidar›n› sa¤lama almak için ayr› kalmas›n› istedi¤i do¤u ve bat› birlikte soka¤a ç›k›nca kirli savafl ve provokasyonlar› devreye soktu. Ortak mücadele kazan›rsa AKP kaybedecek

“Kobanê yeni Stalingrad’dır”

‹Ç‹NDEK‹LER

Üç haftay› aflk›n süre boyunca cihatç› katil sürüsü Ifi‹D’e karfl› kimi zaman gö¤üs gö¤üse çarp›flmalarla direnen Kobane, mezhepçi din temelli savafllar›n ve katliamlar›n yafland›¤› Ortado¤u’da halklar›n ortak umudu, Rojava Devrimi’nin simgesi oldu

AKP ve IŞİD’e karşı isyan Kobane’nin kuflat›lmas› ile halklar Van’dan Hopa’ya dört yanda “Katil Ifi‹D, iflbirlikçi AKP” slogan›yla soka¤a ç›kt›. Ifi‹D destekçisi iktidardan hesap soran direnifl karfl›s›nda AKP, 6 ilde soka¤a ç›kma yasa¤› ilan etti

SF2 ¦ Savafla karfl› kad›n forumu SF3 ¦ Gündem SF4 ¦ Gündem SF5 ¦ Kobanê direnifli SF6 ¦ Kobanê izlenimleri SF7 ¦ Ebola bahanesiyle emperyalist müdahale SF8 ¦ BEDAfi direnifli SF9 ¦ Dosya: Bankasya SF10 ¦ Siyanüre karfl› isyan SF11 ¦ Söylefli: Ayfle Düzkan SF12 ¦ E¤itim alt üst olurken SF13 ¦ Türban özgürlük mü? SF14 ¦ Üniversite faflizme karfl› direniflte SF15 ¦ Bizim Mahalle: Okmeydan› SF16 ¦ Kobanê ile dayan›flma eylemleri

AKP’nin kirli savaşı devrede Bu direniş kadınların Kobane için aya¤a kalkanlara yönelik sald›r›lar AKP-Ifi‹D-Hizbulkontra-MHP’nin savafl ittifak›n› gözler önüne serdi. Polis ve Hizbulkontra 1 günde 11 kifliyi katletti. Faflistler Kürtlere ve sosyalistlere yönelik linç giriflimleri düzenledi

Halkevleri Ezidi, Türkmen, Kürt kardefllerimizle dayan›flmaya ça¤›r›yor

Kad›nlar›n direniflin ve devrimin öznesi oldu¤u Kobane’ye yönelik sald›r›lar Türkiye’deki kad›nlar› da aya¤a kald›rd›. Kad›nlar Bo¤aziçi köprüsünü kesip ‘Ifi‹D’e destek verenle bar›fl olmaz’ yaz›l› pankart ast›, dayan›flma için Suruç’a gitti, AKP binalar›na yürüdü

Özge Sapmaz / Sayfa 2

Ali Ergin Demirhan/ Sayfa 4

Ferda Koç / Sayfa 4

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Savafl› yafl›yoruz...

Gezi’den Kobanê’ye...

Kobanê direnifli...

Kobanê ve s›n›f mücadelesi


2

KİBELE 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Savafl› yaln›z ‘hissetmiyor’, yafl›yoruz, direniyoruz! Baştan söylemek istiyorum “Antakyalı kadınlar olarak savaş hemen yanı başımızda ve biz de bu yüzden savaşı Türkiye’nin geri kalanından daha çok hissediyoruz” tespitine katılmıyorum. Elbette birçok nedeni var. Ancak en çok söylemek istediğim şu; biz Antakya’da savaşı hissetmiyor, birebir yaşıyoruz. Çünkü savaşın stratejistleri; savaşı cephelerden alıp hastanelere, kamplara, yardım kuyruklarına ve doğrudan halka yöneltiyor artık. Son yüzyılın savaşları, yeni teknoloji ve değişen bu savaş stratejisi nedeniyle üzerimizde bombalar patlamasa da yaşıyoruz savaşı. Artık savaşlarda belirli bir sınır, belirli bir alan kavramı kalmadı. Her gün patlayan bir bomba sesine uyanmasak da, sınırın hemen ötesinde o bombaları patlatan, silahları taşıyan, kadınlara tecavüz eden adamlarla aynı sokaklardan geçiyoruz. Taciz ediliyoruz o adamlar tarafından, tehdit ediliyoruz. Katliamların, göç etmeye zorlanan halkların acılarını yaşıyoruz. “Savaş, Antakya’yı nasıl etkiledi?” diye soruyorum. Fazlaca cevabı var bu sorunun. Ekonomiyi etkiledi mesela. Suriye iç savaşından önce Suriye’den alışveriş Özge yapan ve buradaki pazarlarda Sapmaz bu malların satışını yapanlar Hatay şimdi ekonomik kriz içinde Halkevi yaşıyorlar. Asıl savaş mağdurları var tabi. Şehrin bir semtini tamamen dolduran, ucuz iş gücü olarak kullanılan ve bir mağduriyetin başka bir mağduriyete sebep olduğu bir durum var. Antakyalı işçilerin iş bulma sorunu da var. Bir zamanlar geceleri bile sokaklarında rahatça dolaştığımız Antakya’da, zamanımızın çoğunu evlerimizde ya da iş yerlerimizde geçiriyoruz. Çocuklarımızı bırakmıyoruz mesela artık yalnız başına dışarıya… Yaşamımız değişiyor, belki tam da istedikleri bu. Eskiden olduğundan daha az Antakyalı ile karşılaşırsınız Antakya sokaklarında artık. Daha çok Suriye’den göç edenleri görürsünüz. Suriye’ de katliam yapan cihatçıların her ağzını açtığında Alevilere dönük tehditler savurması nedeniyle de sürekli bir tedirginlik var şehirde. Güvensiz bir ortam var. Sonra bu güvensiz ortamı fırsata çevirenlerin etkisiyle de hırsızlık olaylarında artış var. Ve savaştan etkilenen kadınlar, çocuklar var. Yaz döneminde Halkevleri Ahmet Atakan Kütüphanesi’nde gönüllü öğretmen olarak görev aldım ve yaşları 8 ile 12 arasında değişen çocuklarla gazetecilik atölyesi yaptık. Korkunç gerçeklerle yüzleşmiş oldum orada. Her kurdukları cümlenin içinde mutlaka “Silah, bomba, savaş” kelimeleri geçiyor. Hayal kurduruyorum çocuklara. Hayallerinde dahi savaşın ortasında olduklarını ve savaştıklarını anlatıyorlar! Kadınlar… Savaşlar başka bir etki bırakıyor kadınlarda. Savaş esnasında da sonrasında da en ağır tahribatı biz kadınlar yaşıyoruz. Kadınlar sürükleniyor savaşlarda, hırpalanıyor, tecavüze uğruyor, yoksullaşıyor. Çünkü tecavüz ezelden beri bir savaş silahı olarak kullanılıyor. Savaşlarda kadınlara yapılanlar, tecavüz sayılmadı, görmezden gelindi. Tecavüz bir savaş suçu, bir insanlık suçu olarak görülmedi. Kadınlar dünyanın her yerinde bu şiddete ve sömürüye maruz kaldı. Orta Afrika’da bu kıyımı yaşayan kadın ile şu an Lazkiye’de, Maan’da, Rojava’da, Kobanê’de bu şiddete maruz kalan, tecavüze uğrayan kadınlar hep aynı emperyalistlerin, işgalcilerin, işbirlikçilerin hedeflerinin ‘bilançosudur’. Kadın bedeni üzerindeki bu savaş politikaları yaşlı annelerden tutun da 14 yaşındaki bedenlere kadar uzandı… Antakya’da yaşayan kadınlar olarak tüm bunlara tanıklık ediyoruz. Parklarımızda “pazarlanan” savaş mağduru kadınlara tanıklık ediyoruz. Toprakla, bayrakla özdeş sayılan kadın bedeninin yağmalanmasına tanıklık ediyoruz. İşte bu yüzden savaş istemiyoruz diye haykırıyoruz. İşte bu yüzden savaş karşıtlığının örgütlendiği tüm mücadele alanlarında en ön saflarda yerimizi alıyoruz. Savaş karşıtı mücadeleyi biz örgütlüyoruz. Ortadoğu’nun değişen yüzüne karşı biz kadınlar, insan olmanın onuru ile hareket edeceğiz, kadın özgürlüğünü bayrak edeceğiz mücadelemize ve sessiz kalmayacağız. Kadınlar olarak gücümüzü, dayanışmamızı, mücadelemizi birleştirecek ve savaşa karşı, savaşın iktidarı AKP’ye karşı, cihatçı çetelere karşı direneceğiz. Bu kadın direnişini müjdelediğimiz yer Antakya’daki kadın forumu oldu. Biz bu forumla savaşa karşı her ne yapılması gerekiyorsa onu yapacağımızı söyledik ve yapacağız da. Kendimiz için, sığınmacı kadınlar için, tecavüze uğrayan, savaş ganimeti sayılan, katledilen kadınlar için. Hepimiz için…

Savaşa karşı yaşasın kadın direnişi

İnsanlığı, insanlığımızı tehdit eden bir savaşın ve direnişin ortasında kadınlar Antakya’da buluştu. Halkevci Kadınlar’ın “Savaşa, gericiliğe, kadın düşmanlığına karşı direniş ve dayanışmayı büyütüyoruz” forumunda buluşan yüzlerce kadının mesajı netti: Savaşa ve gericiliğe karşı direniş ve dayanışma! DEMET YILAN

H

alkevci Kadınlar’ın çağrısı ile ülkenin dört bir yanından temsilcilerin ve konukların katılımı ile yüzlerce kadın 27 Eylül’de Antakya’da buluştu. “Savaşa, gericiliğe, kadın düşmanlığına karşı direniş ve dayanışmayı büyütüyoruz” başlıklı forumda kadınlar savaşın yarattığı yıkımı tüm boyutlarıyla konuştu. Kadınlar, ABD emperyalizminin ve AKP’nin desteğiyle büyüyen cihatçı çetelerin saldırılarına ve iktidarın savaş politikalarına nasıl direneceklerini tartıştı. Savaşı doğrudan yaşayan Antakyalı kadınlar, IŞİD’e karşı direnişi yükselten Rojavalı kadınları selamladı.

“ÇARE SAVAfiA KARfiI D‹REN‹fi”

Kadın forumunun ilk oturumunda Haziran İsyanı’nda yaşamını yitirenlerden Ethem Sarısülük’ün annesi, kendisi de bir direnişçi olan Sayfı Sarısülük söz alarak tüm kadınları

sokağa davet etti. Yıllardır savaş politikalarına karşı sokaklarda olan Barış Anneleri’nden Meryem Erbey sıra kendine geldiğinde “Kim demokrasi derse evlatlarımızı elimizden alıyor” diyerek AKP’nin ikiyüzlülüğünü ortaya koydu. Erbey, “Halkların tek çaresi savaşa karşı bir direniş yaratmak” dedi. Halep’te insan hakları mücadelesi veren Chirin Hamdoche de kadın forumunun konuğuydu. Hamdoche, Türkiye’de bulunan ve sayıları 1.5 milyonu aşan sığınmacılara mülteci statüsünün tanınmadığını, kadınların tecavüze uğradığını, pazarda alınıp satıldığını anlatırken konuşmasından ülkenin dört bir yanındaki kadınlara çıkan mesaj netti: “Göçmen kadınları savunmak kadın hareketinin sorumluluğudur”. Forumun ilk oturumunda yapılan konuşmalara Ortadoğu’da savaşa ve gericiliğe karşı kadın direnişinin en önemli örneklerini yaratan Rojava direnişi damgasını vurdu. Salondaki

kadınlar hep birlikte Ortadoğu’nun umudu haline gelen kadın direnişini selamladı. D‹REN‹fi‹ DÜNYAYI YER‹NDEN OYNATACAK KADINLAR ÖRGÜTLEYECEK

İlk oturumda son konuşmayı İHD MYK üyesi Av. Hatice Can gerçekleştirdi. Can, savaş boyunca yürütülen her türlü hak gaspına karşı kadınların seslerini yükseltmesi gerektiğini söylerken Can’ın “Eğer kadınlar bir araya gelir omuz omuza verirse dünyayı yerinden oynatır. Dünyayı yerinden oynatmak için direnişi biz örgütleyeceğiz” sözleri salondan “Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa” sloganıyla karşılandı. Forum konuşmacılarından olan ancak Kobanê’de süren IŞİD saldırılarına karşı Cenevre’de açlık grevinde olduğu için katılamayan HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in eylemi alkışlarla selamlandı.

‘Bar›fl içinde bir Ortado¤u kad›nlar›n elleriyle gelecek’ Forum, Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy’un aç›l›fl konuflmas› ile bafllad›. Ersoy: “Bugün görevimiz AKP’nin savafl politikalar›n› durdurmak ve savafl suçlular›ndan hesap sormakt›r” dedi. Savafl karfl›t› mücadelenin Türkiye’de yürütülen gerici uygulamalara karfl› verilecek mücadeleden ayr› düflünülemeyece¤ini vurgulayan Ersoy’un son sözü forumun hedefini de belirtiyordu: Bar›fl›n hakim oldu¤u bir Ortado¤u kad›nlar›n elleriyle gelecek.

‘Savaşa karşı ne yapılması gerekiyorsa onu yapacağız’ uğraşmasının nedeni inanç değil kadını günah nesnesi haline getirmektir. AKP IŞİD’i büyütürken IŞİD AKP’yi kendisine benzetti” ifadelerini kullandı.

F

orumun ikinci oturumun ilk konuşmasını Halkevleri Kadın Sekreteri Dilşat Aktaş gerçekleştirdi. Aktaş ilk olarak sığınmacılarla ilgili “Türkiye mültecilerle ilgili bir politika geliştiremedi. Bu bizim sorumluluğumuzdur. Bizim mücadelemizi ortaklaştıracak olan şey sığınmacı kadınların taleplerinin ve ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak olmalıdır” dedi. Forumdan mücadele pratikleriyle ilgili bir dizi kararla çıkmanın önemine değinen Aktaş, Türkiye’ye sığınanlara mültecilik statüsü kazandırılmasının birincil taleplerden olması gerektiğini ifade etti. Kadın örgütlerinin Türkiye’deki kamplarda kadınların yaşam koşullarını denetlemesi gerektiğini söyleyen Aktaş konuşmasına şöyle devam etti: “Ortak direnişi örgütlemenin zamanıdır. Cihatçıların defedilmesi, onları destekleyenlerin savaş suçlusu olarak yargılanması gerekir. Bu savaşa karşı örgütlü birliklerimizi kurma sorumluluğumuz var. Barış direnişini müjdeleyeceğiz. Kadın meclislerini direniş ve dayanışma birlikleri olarak örgütleyeceğiz. Halkevci

SAVAfiA KARfiI KADINLAR SINIR TANIMAYACAK

Kadınlar savaşa karşı ne yapılması gerekiyorsa onu yapacak.” Aktaş’ın ardından Halep’ten sığınmacı olarak gelen Aras, yaşadıklarını anlattı. Can güvenliklerinin olmadığını belirten Aras, 2 tüp füzesinin ailesinin evine düştüğünü, oğlunu cihatçı çetelerin kaçırarak 3 gün rehin tuttuğunu anlattı ve savaşı ancak yaşayanın bileceğini söyleyerek kimsenin başına gelmesini istemediğini ifade etti.

İkinci oturumda konuşmacı olan Hatay Halkevi Başkanı Duygu Şahlar konuşmasında “Bu salondaki kadınların hepsi birbirini mücadele ettikleri sokaklardan tanıyor. Kadın meclisleri için ilk adımımızı attık. Dün nasıl direndiysek yarın da öyle direneceğiz” diyerek kadın meclislerinin savaşa karşı örgütlenecek direnişteki öneminden bahsetti. Meryem Kılıç: “AKP'nin muhafazakarlaştırma politikaları hızla artmakta bu gidişe devrimci bir

müdahale gerekmektedir” derken, söz alan Özlem Yalçınkaya: “AKP karanlığı örgütlerken, kadınlar da sokakları, kızkardeşlikleri ve kahkahaları ile aydınlatmalılar” dedi. İkinci oturumda son sözü Hamide Yiğit aldı. Yiğit ise gerici politikaların mümessili olan iktidarın korkulu rüyasının kadınlar olduğunu vurgulayarak ortaokullarda türbanın yolunu açan uygulama ile ilgili “AKP’nin 9 yaşındaki çocukla

Oturumda son söz salona verildi. Salondan gelen katkıların ardından da forum kararları toplandı. Kadınlar Antakya’da Kobanê direnişini selamlayan bir eylem yapılması, Kobanê’deki katliama karşı sınıra gidiş gibi adımlar atılması, göçmen kadınların sorunlarına ve kadınlara yönelik suç işleyenlerin ağır biçimde cezalandırılmasına ilişkin somut çalışmaların örgütlenmesine karar verdi. Ortadoğulu kadınlardan başlayarak uluslararası bir dayanışma ağının kurulmasına çalışılması kararlaştırılırken kadın direnişinde sınır tanımamak gerektiğini belirten kadınlar Dünya Kadın Yürüyüşü’nün duraklarından birinin de Antakya olması yönünde görüşmelerin başladığını aktardı. Kapanışı Özlem Mansuroğlu yaptı: "Savaş gibi, erkek egemen sistem ve gericilikle beslenen kadın katliamlarına karşı, mücadeleyi örgütlemeliyiz, örgütleneceğiz"!


3

GÜNDEM 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

AKP savaşı seçti A

KP, 2 Ekim’de MHP’nin desteğiyle TBMM’den geçirdiği Irak ve Suriye tezkeresi ile artık Ortadoğu’daki savaşın bir parçası olduğunu ilan etti. TBMM’de 298 oy ile kabul edilen tezkere “Türkiye’ye yönelik terör tehdidi” bahanesiyle TSK’nın yurt dışına gönderilmesi ve Türkiye topraklarının yabancı ülke askerlerinin kullanımına açılması için AKP hükümetine izin veriyor. Ancak bu savaş Türkiye’yi de aralarına çağıran uluslararası koalisyonun tarif ettiği gibi IŞİD’e karşı bir savaş değil. Bir asgari gereklilik olarak IŞİD’in de adının geçirildiği ancak IŞİD’e direnen PYD’nin ve Suriye yönetiminin hedef gösterildiği bir savaş. Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ABD zoruyla IŞİD hakkında ilk eleştirel konuşmasını yapması, IŞİD karşıtı koalisyona katılacaklarını söylemesinden sonra tezkerenin TBMM’den geçiş sürecinde söyledikleri tartışmaya gerek bırakmıyor. Dünya Ekonomik Forumu’nda 28 Eylül günü “Ey dünya, IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da PKK gibi bir terör örgütü çıkınca neden ayaklanmıyorsun” diyen Erdoğan, elbette dünya tarafından ciddiye alınmadığının farkındaydı. PKK lideri ile “barış süreci” yürüttüğü iddiasında olan ve bundan övgüyle bahseden Erdoğan’ı dünya neden ciddiye alsın! Ama bu sözlerle IŞİD, Erdoğan’ın kendilerine PKK’den daha kötü muamele etmeyeceğini, AKP’ye kritik zamanlarda koltuk değnekliği yapan MHP de AKP’nin kendisini “Kürt karşıtı bir ittifaka” çağırdığını anlıyordu. Öte yandan hem Ahmet Davutoğlu hem de Tayyip Erdoğan, yabancı basına verdikleri demeçlerden miting meydanlarındaki konuşmalarına kadar her yerde IŞİD’e karşı bir harekatın, Suriye’ye yönelik Esad’ı ve PYD’yi de hedef alan daha geniş bir

AKP IŞİD’i durdurmak değil, Türkiye ve Suriye’de demokratik ve laik bir seçenekten yana olan Kürtleri ve Suriye yönetimini hedef alan daha büyük ölçekli bir savaş yürütmek istiyor operasyonun parçası olması gerektiği konusunda ısrar ediyor. AKP, ABD’nin dahi yıkıcı ve sonuçsuz bir savaşa yol açacağı için gündemine almadığı, Esad’ı hedef alan Suriye sınırları içinde bir “uçuşa yasak bölge” ile tampon bölge şartını dayatıyor. Bunu AKP’nin imkansızı dayatarak IŞİD’e karşı savaşmaktan kaçınmasının işareti olarak değerlendirebiliriz. Türkiye içinde de faal olan IŞİD’in hükümetten fiske dahi yemediği göz önünde bulundurulduğunda bu mantıklı görünüyor: “IŞİD, Bakanlar Kurulu kararıyla bir terör örgütü ilan edilmişse, bu Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bildirilir, örgütün Türkiye’deki faaliyetleri takip altına alınır. Böyle bir karar olmadığı için Emniyet’in listesinde IŞİD diye bir örgüt yok. O ne-

denle IŞİD çok rahatlıkla, BM kararlarına rağmen Türkiye’de faaliyet sürdürüyor ve Türkiye’yi lojistik üs olarak kullanıyor.” (Sezgin Tanrıkulu) Ancak AKP’ninki basitçe bir çatışmadan kaçınma hali değil. AKP zorlu bir süreçte, Türkiye sınırları içinde yeniden kan dökülmesini göze alarak IŞİD’in Kobane’ye yönelik saldırısına destek sundu. Abdullah Öcalan’ın ve Kandil’deki PKK yöneticilerinin, “Kobane’ye yönelik saldırıda AKP IŞİD’i desteklemeyi, Kobane’yi abluka altında tutmayı sürdürürse çatışmalar Türkiye’de de yeniden başlar” şeklindeki uyarıları karşısında konumunu değiştirmedi. Sonuç olarak 7 Ekim’de yaşanan kitle hareketlerinde en az 16 kişinin yaşamını yitirdiği, polisin Hizbullah’la birlikte hareket edip Kürt gençlerine sal-

dırdığı, 6 ilde sokağa çıkma yasağı ilan edildiği, Diyarbakır’da tankların sokağa indiği bir manzara açığa çıktı. Bunlar yaşanırken Antep’te konuşan Erdoğan “Kobani de düştü düşecek ha” diyerek IŞİD’in ilerleyişinden rahatsız olmadığını ortaya koyuyor, “Müslüman’ın Müslüman’a canı, malı, ırzı haramdır” diyerek kendinden saymadıklarının katledilmesini, gaspa ve tecavüze uğramasını sessiz bir onayla seyrediyordu. Manzaranın ortaya koyduğu, kendini “Türkiye’nin tarafsız cumhurbaşkanı” değil “Ortadoğu’nun İslamcı lideri” olarak gören Erdoğan’ın, cihatçıları dost Türkiye içinde ve dışında geri kalanları düşman gördüğü bir savaş başlattığı, hasım-muhalif gördüklerini yok etmeyi hedeflediği bir savaşı seçtiğidir.

‘İnsanlar yaşasın, insanlık yaşasın’ Kobane’de Ifi‹D çetelerinin sald›r›lar›na karfl› direnifl devam ederken, Halkevleri Ifi‹D çetelerinden kaçarak Türkiye’ye s›¤›nan ve halen sald›r› alt›nda bulunan Ezidi, Türkmen ve Kürtler için “‹nsanlar yaflas›n, insanl›k yaflas›n” diyerek yard›m kampanyas› bafllatt›. ‹stanbul, Ankara, Eskiflehir, Antalya, Kocaeli’nde bafllayan kampanyaya ilgi yo¤un. Yard›m kampanyas›nda öncelikli olarak s›¤›nmac›lar›n temel ihtiyaçlar› olan bakliyat, sabun, peynir, zeytin, ya¤, bebek mamas›, bebek bezi, kad›n pedi gibi malzemeler toplanacak. Ayr›ca aç›lan banka hesab›na da nakit yard›m› yap›labilecek. Toplanan malzemeler 10 Kas›m’da yola ç›kacak. Kampanyaya destek için: 0312 419 27 17

Halklar›n katili, haklar›n h›rs›z› AKP’ye karfl› ortak mücadeleye!

K

irli siyaset, kirli pazarlıklar ve artık kirlenmemiş (ak) bir yeri kalmamış AKP iktidarı[1], Türkiye ve bölge halklarının şu an geldiği durumdan birinci derecede sorumludur. Ve son (şimdilik) suçlarının suç mekanı da Kobane’dir. Kobane’deki üç yüz bin civarındaki Kürt’ün hayatı AKP iktidarı tarafından değiştirilmiş ve yüzlercesinin katledilmesi AKP eliyle (doğrudan veya dolaylı) gerçekleştirilmiştir. Bölgenin (başta Irak ve Suriye olmak üzere) bu noktaya gelmesinde ABD emperyalizminin ve bölge ülkelerinin yönetiminde bulunan mezhepçi, diktatoryal iktidarların sorumluluğu yanında asıl etken Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin tutarsız, pragmatist, hayal ürünü politikaları ve sorumsuz icraatlarıdır. Kürt sorununun çözümünü yıllarca bir oyalama taktiğiyle geçiştirmeye, bu dönem içinde Kürtleri AKP’lileştirmeye (özellikle Cemaat ve Hizbullahçılar aracılığıyla) çalışan AKP-Erdoğan politikası, bu gerçekleşmeyince Öcalan’a yönelmiş ve müzakere (Oslo-Kandil ile başlayan) adı altında yeni bir oyalama sürecine[2] girişmiştir. Bu sürecin en önemli hedefi ise PKK’nin siyasal etkisinin Türkiye sınırları içerisinde kalmasını ve silahlı gücünün tasfiye edilmesini gerçekleştirmektir. Barzani ile daha doğrusu Irak Kürdistanı ile girilen ilişki ve özellikle Suriye’deki Kürtler karşısında alınan tutum, bu taktiğin sonucudur. Suriye’deki Kürt bölgelerinde gelişen, bağımsız olduğu kadar doğrudan demokrasi üzerine kurulmuş, eşitlikçi yönetim (ve toplumsal ilişkiler) anlayışının PKK çizgisi ile paralelleşmesi AKP için gerçek bir tehlikedir. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin başından itibaren gerek ÖSO ile girdiği ilişki gerek IŞİD’ın oluşmasına ve büyümesine yaptığı katkı gerekse de Salih Müslim’den “PKK ile arana mesafe koy” talebi, bu tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik adımlardır. Kısacası Erdoğan AKP’si başından itibaren Kürt halkıyla ilişkisini “yönetemiyorsan kontrol et, kontrol edemiyorsan yok et” politikası ekseninde kurmuştur. Bugün Kobane kar-

şısında aldığı (sahte söylemleri bir kenara bırakılırsa) tutum da Kürtlerin (asıl olarak siyasal tercihlerinin) o bölgeden tamamen sürülmesi (katledilmesi) tercihidir. Bununla birlikte Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Kobane halkını, Esad karşıtı politikalarında bir pazarlık aracı haline getirmektedir. Erdoğan’ın sürekli olarak uçuşa yasak bölge talebini (sanki IŞİD’in elinde uçak var da) ve tampon bölge talebini öne sürmesi, Davutoğlu’nun IŞİD ile mücadeleyi Esad ile mücadele şartına bağlaması, bu ikilinin bir başka temel dertlerinin Suriye yönetimi olduğunun açık kanıtıdır. Bir zamanlar “kardeşim” dediği, ortak bakanlar kurulu topladığı Esad, şimdi “şeytan”[3] olarak tanımlanmaktadır. Esad’ın gitmesini (ABD’ye bile rağmen) şart koşmalarının arkasındaki neden ErdoğanDavutoğlu ikilisinin Osmanlı olma hayalperestliğidir. Kendilerine bağlı/bağımlı bir Suriye yönetimi inşa etme hayalidir. Hatta Davutoğlu, Suriye krizinin ilk çıktığı dönemde Esad’ın yerine Şarık Tara’yı geçirme önerisini dillendirecek kadar ileri bile gitmişti.[4] Bu hayal doğrultusunda Müslüman Kardeşlerle, cihatçı çetelerle girilen kirli ilişkiler (silah sevkiyatı gibi), yapılan kirli pazarlıklar (rehine takası gibi) bu ikiliyi geri dönülemez bir yola sokmuş durumda. Girdikleri yolda mezhepçilik yapmak ise hem bir zorunluluk hem de bir tercih haline de geldi. Tayyip Erdoğan AKP’si için insanlar birer kul, halklar pazarlık malzemesidir. Ve bu iktidarla tek bir konuda, tek bir alanda mücadele etmek yetersiz kalacak, eksik olacaktır. Son gelişmeler Kürtler dahil, ilerici tüm muhalefetin bu gerçeği bir kez daha görmesini sağlamalı. Her ne kadar Kobane gibi çok acil ve yakıcı bir durumla karşı karşıya kalınmış ve öncelikli görevlerin ağırlığı altında bulunuluyor olunsa da AKP’ye karşı tüm ezilen halkların ortak mücadele ekseninin yaratılmasının zorunluluğu ortadadır. Ve bu noktada iddiasını mevcut durumda bütün sosyalistlerden daha ileride kuran Kürt siyasi hareketine düşen sorumluluk da bu iddiayla uyumlu olmalı. Cumhurbaşkanlığı

seçim sürecinde ileri sürülen politik iddiayla uyumlu bir çizgi “ne yazık ki” ondan sonraki süreçte sürdürülmemiştir. İşçi katliamlarından taşerona karşı mücadeleye, doğa katliamlarından kentlerin savunulmasına kadar genişleyen yelpaze de “ne yazık ki” yeterli önemde görülmemektedir. Bu durumu reel politik zorunluluklarla açıklamaya çalışmak da yetersiz olacaktır.[5] Bugün Kobane halkının yanında olmak[6], dayanışmayı ve yardımlaşmayı örgütlemek, Kobane halkına her türlü yardımın ulaştırılabileceği bir “koridor”un açılmasını sonuna kadar zorlamak kuşkusuz en acil devrimci sorumluluk. Ancak bu eksenin tek başına yeterli olmayacağı da ortada. Katliamla yüzyüze kalan Kobane halkının yanında olmak, IŞİD sapkınlığıyla özdeşleşen mezhep gericiliğine karşı olmakla, gericiliğin, faşizmin, mezhepçiliğin ve halk düşmanlığının adresi olan AKP’ye karşı mücadele ile birlikte sürdürülmedikçe tek boyutlu olarak algılanacaktır. Bugün CHP tabanının büyük kısmında gözlenen duyarsızlık (CHP’nin Kobane ile dayanışma eylemini ‘provokasyon’ gerekçesi ile iptal etmesi bu duyarsızlığın örgütlendiğini de gösteriyor), Alevilerin yaşananlarla özdeşlik kuramama hali ve özellikle MHP tarafından yeniden örgütlenmeye girişilen Kürt düşmanlığı, sorunu sadece Kürtlere indirgeyen bir toplumsal algıdan beslenmektedir. Bununla birlikte AKP’nin Suriye’de örgütlediği kirli savaş tekniklerini iktidarı boyunca inşa etmeye çalıştığı kontrgerilla mekanizmaları ile birlikte ülke içine nasıl taşıdığı sadece 1 günde (7 ekim) yaşananlarla gözler önüne serilmiştir. Kobane ile dayanışma eylemleri sırasında AKP’nin eliyle palazlandırdığı Hüda-Par/Hizbulkontra ilişkilerinin, IŞİD’e lojistik ve kadro zeminini kurduğu selefi ağların, AKP’nin bastonu haline gelen MHP’nin harekete geçirdiği faşistlerin, kolluk güçlerinin saldırılarıyla geçen bir günde 11 insan katledilmiştir. Bugün her iki tarafın sosyalistlerine düşen gerçek görev halkların “ortak düşmanı”nı yani gericilikle, faşizmle, mezhepçilikle ve neoliberalizmle özdeş olan AKP’yi hedefleyen bir

mücadeleyi örgütlemektir. Açık ki mezhepçiliğe, faşizme, dinci gericiliğe, şovenizme karşı mücadele ne birbirinden ne de AKP karşıtı mücadeleden ayrıştırılabilir. Bu iktidara karşı olmanın bilincini ve bu bilincin eylemini bir bütün olarak örgütlemek gerekli. Halkların ortak sorunlarının birlikte mücadelesi verilmediği sürece AKP’nin iktidarı bir bütün olarak sarsılmayacaktır. Ve bu iktidar (aynı Ortadoğu’da olduğu gibi ülke içinde de) karşılaştığı her krizde yeni ve daha büyük bir kriz yaratarak ilerlemektedir. Erdoğan AKP’si bir yandan da karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunları ve yaklaşan seçim dönemini “sorunsuz” atlatmanın planlarını da yapmak zorunda. Bu planların neyi içerdiği ise şimdiden belli olmuş durumda; kamusal olan, kamuya ait olan ne varsa sat, daha fazla borçlan, yağma ve talandan vazgeçme. Aynı zamanda da bölüştür, hem ganimeti hem de suç ortaklığını. Bu arada gericiliği yaymaktan asla vazgeçme, kendi tabanını daha kemikleştirmek için kadını, türbanı, çocuğu kullanmaya devam et. On yaşındaki çocuğa türban taktır ama IŞİD’in vahabi uygulamalarını eleştirmekten geri durma! Türban konusunda kuşkusuz asıl hedef AKP zihniyeti ve özel olarak da Milli Eğitim Bakanı’dır ancak bir o kadar uğraşılması gereken ise sol cenahtaki, artık iyi niyeti çoktan geçmiş “türbanı kıyafet serbestliği olarak gören” değerlendirmelerdir. Kürt hareketinin çoğu temsilcisi gerek kendi tabanlarını birarada tutma ihtiyacı gerekse de ulus kimliğine bakışlardan kaynaklı olarak iyice ayrışmış durumdalar. Sol adına, demokrasi adına bu gerekçeye sığınanlar ise gericilikle doğrudan mücadele etmekten kaçınan “yorgun demokratlar”dır. Bu süreçte yeni yağma ve talan atağının ilk “müjde”sini Maliye Bakanı Mehmet Şimşek verdi; "Kısa zaman içinde elektrik üretim santralleri, otoyol ve köprüler, bazı limanlar ve Erzurum Kış Olimpiyatları Tesisleri’ni özelleştireceğiz. 25 şeker ve 5 makine olmak üzere şeker fabrikalarını ve geliri Halkbank'a aktarılmak üzere Halk Sigorta ile Halk Emeklilik'i de özel-

leştirmeyi düşünüyoruz. Ayrıca, gayrimenkuller, arsalar ve Güllük Marina gibi önemli özelleştirme projeleri de yerel ve uluslararası yatırımcıların ilgisine sunulacak. Bunların yanı sıra Türksat'a ait KabloTV operasyonları, BOTAŞ'ın iletim hatlarının, TEİAŞ'a ait kamu hisselerinin yüzde 49’unun ve TPAO'nun halka arzı, İstanbul'un önemli projelerinden Haydarpaşa Projesi, ölçü ve ayarlar hizmetinin özelleştirilmesi, Eti Maden'e ait sülfirik ve borik asit fabrikalarının özelleştirilmesi…Milli Piyango'ya ait şans oyunlarının ihalesini tamamladık, imtiyaz sözleşmesine Danıştay'ın görüşünü bekliyoruz. Yakın zamanda Spor-Toto'nun özelleştirmesini de yapacağız”. Bunlar artık elde kalan (toprak üstündeki) son mallar. İkinci satış da toprak altındakiler için. Yani AKP iktidarı madene giriyor! Tayyip Erdoğan başbakanlığının son üç yılında, her türlü maden açma, yenileme ruhsatlarının verilme iznini doğrudan kendi iznine bağlamıştı. Ve bu konuda çok sıkı dokuyup, ince eliyordu. Çünkü Erdoğan’ın planlarında maden rantı, HES’lerden sonra bir başka “atılım” yapacağı alan olacak. Kime, ne kadar komisyonla dağıtılacak?[7] Her ne kadar Soma’da katledilen 301 maden işçisi AKP’nin planlarını bir nebze bozsa da artık AKP için madene bütün enerjisiyle girme zamanı. Üstelik seçim öncesi tam zamanı. Karadenizden, Trakya’ya ve Ege’ye kadar her yer kazılacak, halkın ortak varlıkları yağmalanıp, peşkeş çekilecek, doğa talan edilecek. Buna ülke çıkarları, ekonomik büyüme gerekçeleri uydurulacak. Ancak Murgul ve Fatsa’da siyanürlü doğa talanına karşı mücadele gösterdi ki AKP’nin işi hiç de kolay değil! Ve kolay da olmayacak. Hele hele Kobane ile Fatsa’nın aynı hedefe/AKP’ye doğru birlikte mücadelesi yaratıldığında, Erdoğan ve şürekasına kaçacak ülke aramak kalacak! Sadece son bir haftada yaşananlar göstermiştir ki Kürt halkının Türkiyeli devrimcilerden, sosyalistlerden başka gerçek bir “müttefiki”

yoktur ve ancak Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesi AKP iktidarını yıkacaktır. DİPNOTLAR [1] Bu noktada partinin bütün organlarında birlikte üretilmiş politik tercihlerden ziyade Tayyip Erdoğan ve onun etrafında kümelendirdiği (Davutoğlu, Akdoğan ve Fidan gibi) ihtiraslı, iktidar düşkünü, egosantrik bir çekirdeğin asıl karar ve uygulama merciinin politik tercihlerinin belirleyici olduğunu ifade etmek gerekir. AKP’nin parti kadroları ise artık tamamen bir suç ortaklığı şebekesine dönüşmüş durumda. [2] Müzakere sürecinin ite-kaka geldiği yer, hükümetin bu sürece bir yasal mevzuat getirmesi oldu. Bu yasal mevzuat bile AKP’nin bu sürece nasıl baktığını açık bir şekilde kanıtlar nitelikte; “çözüm süreci, bölücü terörü sona erdirerek, Türkiye’yi demokraside, hukukta, ekonomide, dış politikada dünyanın önde gelen ülkelerinden biri haline getirmeyi hedeflemektedir”. Yani süreçte tek bir tarafın çıkarları gözetilmektedir. Ya Kürtlerin çıkarları? [3] Davutoğlu; “Şu anda bile bazı görüşmelerde IŞİD’e karşı Esed’le işbirliği yapmak gibi öneriler getiriliyor. Şeytana karşı başka bir şeytanla işbirliği yapmak çözüm değildir" diyor. [4] Buna benzer bir durum, yakın tarihimizde Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde yaşanmıştı. Azerbaycan’da rejim krizi baş gösterdiğinde, Halk Cephesi lideri Ebulfeyz Elçibey adına darbe girişimi tezgahlanmış ancak Rusya’nın (Haydar Aliyev lehine) müdahalesiyle tezgah fiyaskoya dönüşmüştü. Hatta Demirel devreye girip darbe tezgahçılarından İ.Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Ferman Demirkol’u hapisten çıkarttırıp, özel uçağıyla Türkiye’ye getirtmişti. [5] Bugün için “keşke”lerin çok bir önemi olmasa da Kürt hareketinin bugün açığa çıkardığı isyan gösteriyor ki aynı hareket Haziran İsyanı döneminde Fırat’ın doğusunda ve batısında “birlikte” oluşturulabilse idi, AKP bugün çok farklı bir yerde olabilirdi! [6] Bu noktada Doğu Karadeniz’deki gerici, faşist atmosfere rağmen en ayırt edici sesin Hopa’dan gelmesi devrimci tutumun her koşulda gerçekleşebileceğine ilişkin en açık yanıtı oluşturdu. [7] Son 12 yılda kurulan 52 maden şirketinin 36’sının AKPli milletvekili, bakan, parti yöneticisi ve bunların yakınlarına ait olduğu açığa çıktı.


4

GÜNDEM 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Kobane Direnifli ‘Büyük Buluflma’n›n kap›s›n› aralad› AKP-IŞİD koalisyonunun Kobane'yi işgal ederek Rojava devrimini ezmeye kalkışması ile birlikte Kuzey Kürdistan (Bakur)'da patlak veren halk ayaklanmaları Kürt hareketinde yeni bir sayfa açtı. Kürdistan'ı bölen devlet sınırları fiilen ortadan kalktı. Kürdistan'ın neredeyse bütün şehirlerinde polis denetimi elinden kaçırdı, sokaklar ve meydanlar isyancıların eline geçti. İsyancılar, PKK ve Öcalan dışında kimsenin inisiyatifini tanımayacaklarını ilan ederek yeni bir siyasi durum yarattılar. Başta Bingöl olmak üzere birçok şehirde isyancılar, Siyasal İslamcı çetelerle karşı karşıya geldi. Bazı kent merkezlerinde AKP ve SP binaları yakıldı, taşlandı. Kürt halkı Kobane'ye sahip çıkarken "Kürt gericiliğiyle" hesaplaşmayı da başlattı. İsyanın başında kurulan AKP- IŞİD eşitliği, Siyasi İslam’ın Kürdistan'daki bütün fraksiyonlarını içine almaya başladı. Kürdistan Devrimi'nin "iç savaş boyutu", demokratik-laik Kürt hareketi ile "Kürt gericiliği" arasındaki bir savaş olarak şekillenmeye başladı. AKP iktidarının Rojava devrimini ezme girişimi karşısında yalnızca Kürtleri bulmadı. Türkiye'deki AKP karşıtı cephe Rojava devrimiyle güçlü bir dayanışma yönelimine girdi. Haziran İsyanı ile Kürt hareketi arasında oluşan duygudaşlık, "Türk hareketi" ile "Kürt hareketi" arasındaki duvarlar, hem yoksul mahallelerde hem de büyük kentlerin merkezlerinde sarsılıyor. "Taksim"in yerine "Kobane" konularak atılan direniş sloganları, Kürt hareketinin siyasi ufkunu sınırlayan (Öcalan'ın deyişiyle) "sözde müzakere süreci"nin denklemlerinin yerini yeni siyasi denklemlere terketmesinin artık günün görevi haline geldiğini gösteriyor. Öcalan'ın 2013 Newrozu’nda "Barış ve Demokratik Çözüm Süreci" olarak adlandırdığı "Süreç"in, Erdoğan ve AKP tarafından "Kürt hareketinin tuzaklanması süreci" olarak planlandığı artık açıkça ortaya çıkmıştır. Karayılan'ın "AKP 2011'deki savaş konseptine geri döndü" biçimindeki belirlemesi, AKP'nin 2012'den beri Kürt hareketini "dolap"a sokmaya çalıştığı gerçeğinin kabul edilmesidir. Erdoğan, Suriye'deki iç savaşı körükleme stratejisinin başarısızlığa uğraması, Rojava Devrimi ve gerillanın alan hakimiyetiyle içine düştüğü siyasi krizi, yeni bir Ferda tasfiye stratejisini devreye soKoç karak aşma politikasını benimsemiştir. Erdoğan'ın bu ferdakoc@ politikayı uygulamak için behotmail.com nimsediği planın omurgasının, Kürt hareketini "masayla" oyalarken, Rojava devrimini Selefi çeteleriyle kuşatarak ezmek olduğu anlaşılmaktadır. AKP iktidarının bir türlü anlaşılamayan "Selefi aşkı"nın en önemli unsurunun Kürt düşmanlığı olduğu görülmektedir. Kendisini devlet iktidarına taşıyan "koalisyon ortağı" Gülen Cemaati'ne dahi tahammül edemeyen Erdoğan'ın Kürt muhalefetiyle "demokrat" bir ilişki içinde olması zaten mantıken mümkün değildi. Mantıken mümkün olmayanın gerçekte de var olmadığı Kobane saldırısıyla açığa çıkmış oldu. Özellikle yasal Kürt siyasetinde etkili olduğunu gördüğümüz "herkese faşist Kürde demokrat" bir iktidarın var olabileceği varsayımı da böylece çöktü. Kobane'yi işgal girişiminin Türkiye Kürdistanı'nda ateşlediği isyanlar karşısındaki AKP politikası, sokağa çıkma yasağı, askerin devreye sokulması ve Siyasi İslam çetelerinin paramiliter (sözde "sivil") güç olarak sokağa salınmasıdır. (Böylece, kontrgerillaya güdümlenmiş paramiliter aparatın sömürge tipi faşizmin ayırdedici bir unsuru olduğunu bir kez daha görüyoruz.) Ancak AKP'nin bu politikayla Kürtleri de sokağa saldığı güçleri de kontrol edemeyeceği bir başka sürecin düğmesine basmış olması hiç de uzak bir ihtimal değildir. Bu saatten sonra sorun Kobane'nin düşmesi veya düşmemesi değil, Rojava'dan Bakur'a yayılan Kürt İsyanı'nın kontrol altına alınıp alınamayacağıdır. Diğer taraftan Siyasi İslam çeteleri ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin militan kitlesi arasındaki çatışmanın bir "Kürt iç savaşı"na dönüşmesi halinde ortaya çıkacak siyasi durumun yönetilebilirliği tartışma konusudur. Ve son olarak Kürdistan'da ilan edilen fiili sıkıyönetimle devreye giren ordunun son dönemdeki "politik pasifliği"nin sürdürülemeyeceği tahmin edilebilir. (Bu noktada Öcalan'ın "Kobani'nin düşmesi yeni bir darbe sürecini başlatacaktır" şeklindeki kehanetinin daha günü dolmadan gerçekleşme yoluna girdiği söylenebilir.) Bu koşullarda başta "ulusalcı"lar olmak üzere düzenin AKP dışındaki bütün siyasi merkezleri (hatta bazı AKP fraksiyonları), Kürtlerin Ekim İsyanı'nın iç savaş tonu taşıyan bir kargaşalık olarak kontrolden çıkmasını bekleyecekler ve kendilerine rol verecek bir darbe için ellerini ovuşturacaklardır. Oysa Türkiye'de faşizm ve iç savaş varken Türkiye Kürdistanı'nda demokrasi ve "toplumsal uzlaşma" olamayacağı gibi, Kürdistan'da faşizm ve iç savaş Türkiye'ye demokrasi ve "iç barış" getirmeyecektir. Haziran İsyanı'nın "ulusalcı" zehirlenmeden etkilenen kitlesini bu tehlikeli eğilime karşı uyarmak Türkiye Sosyalist Hareketi’nin bugünkü acil görevlerindendir. AKP iktidarı Suriye'de iç savaş çıkararak yarattığı bataklıktan çıkmaya çalışırken başka ve çok daha büyük bir yıkıma doğru sürüklenmektedir. Kobane direnişi Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ni yeni ve stratejik bir dönüm noktasına getirmiştir. Bu dönemeçte Kürt Hareketi’nin Türkiye’nin laik-demokratik sol güçleriyle ittifakı “müzakere masasının” payandası olarak değerlendirmekten çıkıp temel stratejik ittifak olarak ele alıp alamayacağı belirleyici önemde olacaktır.

Polis, Ifi‹D, Hizbulkontra ve faflistler bir günde 11 insan› öldürdü

Bingöl’de Hizbulkontrac›lar Ifi‹D’i protesto eden halka sald›r›rken

AKP’nin kirli savaş ittifakı ÖZGE OZAN

K

obane’ye yönelik IŞİD saldırısını ve AKP’nin IŞİD destekçisi tutumunu protesto etmek için sokağa çıkanlara yönelik saldırılar, AKP-IŞİD-Hizbulkontra ve MHP’nin kirli savaş ittifakını gözler önüne serdi. IŞİD’ın ‘sınır ötesi’ bir tehlike olmadığı ve ülke içindeki unsurların da iktidar tarafından Kürtlere, sosyalistlere karşı kullanılacağını söyleyenler haklı çıktı. 6-7 Ekim tarihlerinde Polisin, Hizbulkontranın/HüdaPar’ın saldırılarında toplam 11 Kürt yurttaş katledildi. İlk kurşun polis tarafından Muş-Varto’da atıldı, Hakan Buksur burada yaşamını yitirdi. Kürt illerindeki eylemlerin ardından Van, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman ve Muş’ta sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, asker kararı tanımayan halkı durdurmak için zırhlı araçlarla kent meydanlarına indi.

MHP TEZKEREYE DESTEK VERD‹ FAfi‹STLER EYLEMC‹LERE SALDIRDI Katliamcı IŞİD’a karşı direnen Kobane’yle dayanışmak için sokağa çıkan halka Kürt düşmanı/şovenist sloganlar ve bayraklar eşliğinde polis koruması altında harekete geçen faşistler saldırdı. MHP’nin AKP’nin IŞİD’ı değil Suriye’deki Kürt varlığını ezmek üzere çıkardığı

Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

tezkereye destek veren tek parti olması ‘tesadüf’ değildi. Kürtlere karşı kurulan cephede AKP’nin askerliğine yazılan faşistler 2 gün boyunca Kürtlere karşı tetikçilik yaptı. İstanbul Gazi mahallesinde polis gözetiminde faşistler saatler boyu DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) binasını kuşattı. Esenyurt Kıraç'ta, MHP ve AKP’liler polisle işbirliği içerisinde, Kürtlerin evlerine ve işyerlerine saldırılar düzenledi, Fatih mahallesinde faşistler, saldırılarda pompalı tüfek kullandı. HDP Esenyurt ilçe bürosu yakılırken polis tarafından ilçeye giriş çıkış engellendi. Zeytinburnu’nda faşistler eylemcilere saldırdı. Sultanbeyli’de de polis ve

gerici faşist güruh Sultanbeyli HDP binasına birlikte saldırdı. Kürt yurttaşların gittiği bir kahvehane kurşunlandı.

Ifi‹D ‹LAN ETT‹, ALA EMR‹ VERD‹, H‹ZBULKONTRA KATLETT‹ Halk ülkenin dört bir yanında sokaklara çıktığında IŞİD yanlısı Türkçe sitelerden ‘eylemlere karşılık verme’ çağrıları yayımlandı, Hizbullah’ın partisi HüdaPar yöneticilerinin benzer çağrılarını İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın açıklaması tamamladı: Şiddet misliyle karşılık bulacaktır. Bu defa sokaklarda Hizbul-

kontracılar/IŞİD yanlısı selefiler vardı. 90’lı yıllarda kontrgerilla tarafından Kürt halkına yönelik saldırılarda işlevlendirilen Hizbullahçılar tarafından AKP döneminde kurulan ve desteklenen HÜDA-PAR’ın iktidarın Kürt hareketini tasfiye/imha planının içinde vurucu güç olarak işlevlendirildiği Kobane eylemlerinde kanıtlanmış oldu. Siirt’in Kurtalan ilçesinde halkın üzerine AKP Kurtalan Belediye Başkanı Nevzat Karatay ve korucular tarafından açılan ateşte Y.Ç (17) ve Mehdi Erdoğan (35); Mardin’in Dargeçit ilçesinde polis ve HÜDA-PAR işbirliğinde açılan ateş sonucunda Sinan Toprak (16) ile Bilal Gezer,

AKP’N‹N B PLANI: PARAM‹L‹TER GÜÇLER DEVREDE Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gülten Kışanak yaşananları “Hükümetin B planı” olarak değerlendirdi. Kışanak “Bütün bu paramiliter güçleri halkın karşısına çıkardılar. İstanbul’da faşistleri, Iğdır’da Azerileri, Diyarbakır’da Hizbul-kontra güçlerini devreye soktular. Buna zemin yaratan durum iç savaş çıkartır” dedi.

Gezi’den Kobane’ye: Bakm›fls›n yeni bir süreç bafllam›fl

Ali Ergin Demirhan ali@ sendika.org

Halk›n Sesi

Diyarbak›r’da da Ifi‹D’i protesto edenlerin üzerine atefl açan Hizbulkontrac›lardan birinin elinde domuzba¤› var.

Mardin Kızıltepe’de plakası belirlenemeyen bir araçtan halkın üzerine açılan ateşte Kerem Karaaslan (22), Diyarbakır’da polisler ve Hizbullah yanlısı grupların işbirliği ile başlayan saldırıda Mahmut Enez (55) yaşamını yitirdi. Hizbullah üyelerinin Diyarbakır Bağlar 5 Nisan Mahallesi'nde halka yönelik saldırısında Süleyman Kale (19), Batman’da Hür Dava Partisi binasında bulunan kişilerin açtığı ateşte Emrah Demir (22), Van'daki eylemler sırasında göğsüne isabet eden kurşun ile ağır yaralanan Hamdi Caner (55) isimli yurttaş katledildi. Şırnak Cizre'de gençlere AKP ve Hür Dava Partisi üyeleri silahlarla saldırdı. Adana Dumlupınar ve Meydan mahallelerinde IŞİD yanlısı silahlı çeteler sokakları tutarken Dumlupınar’ın karşısındaki Gülbahçe Mahallesi’nde bir evi silahlarla taradı.

Artık gizlisi saklısı kalmayan AKPIŞİD ittifakının 6 Ekim 2014’te doruğa çıkacak biçimde Kobane’ye yönelik imha amaçlı bir harekata girişmesi ile “süreç” bitmiş midir? Aynı gün Abdullah Öcalan’ın kardeşi aracılığıyla gönderdiği “Çözüm diye de bir şey yok yani. Müzakere diyorlar, müzakere diye bir şey de yok. Artık buna dayanmıyoruz, yapacak bir şeyimiz de kalmamıştır. Ve kalmayacaktır da” mesajı, ardından Kürt hareketinin sosyalist hareketçe de hızla desteklenen acil eylem çağrısı ve dört bir yanda patlak veren militan kitle eylemleri elbette yeni bir duruma işaret ediyor. Ancak mevzubahis “süreç” bitmemiştir, gelişmeler “süreç”in doğasına uygundur. Olsa olsa, “süreç” içinde, Kürt hareketinin AKP’ye karşı muhalefetsizlik pozisyonunu terk ettiği ve böylece AKP karşıtı diğer muhalefet dinamikleriyle olumlu bir etkileşim içine girdiği yeni bir sürecin başlama olasılığından söz edilebilir. AKP’nin, liberallerin ve ulusalcıların zayıflatmak için ellerinden geleni yapacağı bu olasılığın değerlendirilmesi halinde, Türkiye’nin ilerici muhalefet dinamikleri arasındaki mesafenin kapanarak Kürt sorunun toplumsal demokratik çözümünün ihtiyaç duyduğu zeminin yaratılması da mümkündür. Aksi koşullar, Kürt hareketine ve diğer ilerici muhalefet dinamiklerine AKP lehine bir ayrışma ve uzun vadede garantili yenilgi vaat etmektedir. AKP ve Kürt hareketinin kader ortağı olduğu iddiasında buluşan ulusalcı ve liberallerin “çözüm süre-

ci” zannettiği; AKP ve Öcalan’ın da da içerecek biçimde çatışmanın inanmasalar bile öyleymiş gibi davsürdürüldüğü bir süreçtir.” randığı; somut olarak ise Kürt hareYani “süreç”, Kobane ateş altınketinin silahlı kanadının TSK ile kar- dayken de, doğasına uygun ilerlişılıklı çatışmasızlık konumuna çekil- yor. İçeride TSK ile PKK arasında mesinden ibaret olan süreç nasıl çatışma hali yok. Masada müzakere başlamıştı, hatırlayalım: ve çözüm planı olmasa bile, bir “Suriye’de PYD’nin özyönetim ucunda Erdoğan’ın bir ucunda atağı [19 Temmuz 2012’de KobaÖcalan’ın oturduğu bir masa var. ne’de ilan edilen Rojava Öte yandan çatışma Devrimi] AKP-Katar tabaşka biçimler ve Gezi ve Kobane araçlarla da olsa keşeronluğunda devreye sokulan emperyalist ilişkisinin ne sintisiz sürdürülüyor. planlar karşısında oyun Ulusalcı ve liberal olduğunu kibirli kesimlerin bozan bir rol oynadı. “Kürtlerin sosyal medya AKP ile kader ortaklığı AKP bu Kürt halk inisiyatifini cihatçılar yoluyla gevezelerinden içinde olduğu” şeklinbertaraf etme girişimleortak iddiasını değil, 6 Ekim deki rinde de başarısız oldu. çürüten AKP-IŞİD ittigecesi 2012 yazında [Kobafakı kanlı canlı bir şene’de Rojava Devrimi’nin Hopa’dan İstan- kilde karşımızda. IŞİD ilanının hemen ardınsaldırılarının, Tayyip bul’a dört dan] PKK’nin ‘alan hakiErdoğan-Ahmet Damiyeti’ stratejisi karşısınyanda sokağa vutoğlu ikilisinin Kürt da devlet Türkiye’nin hareketine yönelik çıkanlardan belli bölgelerinde egetehditlerinin ardından, öğrendik menlik zafiyeti içine düşonları “haklı” çıkarırtü. Kürtlerin cezaevleri casına gerçekleşmesive kent temelli direnişleri nin tesadüf olmadığıTürkiye sınırları dışında nı herkes biliyor. da ses getirdi. Üç yıllık bir seçim süSözümona “IŞİD’e karşı” tezkere recinin öngününde AKP içerden ve çıkaran AKP’nin ve sözümona “IŞİD dışardan sorgulamalarla karşı karşı- karşıtı” uluslararası koalisyonun, ya kaldı. ‘Süreç’, bu koşullarda haftalardır IŞİD’e direnen Kobane’yi AKP’nin hasmıyla masaya oturmak yalnız ve kuşatma altında tutmasınzorunda kalmasıdır. AKP’nin asıl dan çıkan mesaj da çok net: Kobaolarak bir ‘projesi’ değil ‘krizi’ vardır. ne’nin direnen halklardan başka Süreç, bu kriz içinde gelişen yeni bir dostu, IŞİD’in direnen halklardan çatışma sürecidir. Kürt sorununda başka düşmanı yok. ‘kirli savaş’ yöntemlerinin geri plana İşte bu koşullar, Kürt hareketi çekildiği, ama yine öteki kirli yönaçısından “askeri çatışmasızlığa” eştemleri ve belli bir düzeyde savaşı lik eden “AKP’ye muhalefetsizlik”

sürecinin en azından şimdilik sona erdirilmesini gerektirdi. Kürt hareketinin “AKP’ye muhalefetsizlik” konumu, Gezi / Haziran İsyanı günlerinde Fırat’ın doğusundaki devrimci dinamiğin Fırat’ın batısında açığa çıkan devrimci dinamikle bağ kurmasını engellemiş, doğudaki simgesel gösterilerin somut bir karşılığı olmamıştı. Ancak simgesel gösteriler için değil de AKP’yi durdurmaya yönelik doğrudan eylemler / somut direnişler için sokağa çıkıldığında AKPIŞİD’e karşı direnenler Hopa’dan İstanbul’a, Çanakkale’den Batman’a aynı barikatta buluştu. HDP’nin acil eylem çağrısı sosyalistlerden anında destek gördü. Eylemlerde ve eylem birliklerinde Haziran İsyanı’nın namı diğer Gezi’nin mücadele araç ve biçimleri öne çıktı. Bütün bunlar, sabahında “Gezicilerin” “Kobanecilere” neden karşı olması gerektiğini ispatlamaya çalışanlarla, “Gezicileri” “Kobanecilere” karşı duyarsız ve hasmane olmakla suçlayanların sosyal medyada yarıştığı bir günün gecesinde yaşandı. Gezi ve Kobane ilişkisini kibirli sosyal medya gevezelerinden değil, 6 Ekim akşamı Hopa’dan İstanbul’a dört yanda sokağa çıkanlardan öğrendik. Bu öğrendiklerimiz, bizim irade ve niyetimizden bağımsız olarak var olan “süreç”lere rağmen, toplumsal muhalefetin iki yakasının bir araya getirileceği bir başka sürecin nasıl inşa edilebileceğine de ışık tutacaktır.


5

KOBANÊ 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

K E N T S AVA fi I B A fi L A D I , D ‹ R E N ‹ fi T O P L U M S A L L A fi T I

Kobanê insanlık için direniyor! Kobanê'de YPG-YPJ ile IŞİD arasındaki çatışmalarda 6 Ekim’de kent savaşına geçildi. Direnişin toplumsallaşması ve “çözüm süreci”ni sonlandırma kartı ABD ve AKP'yi sıkıştırdı. ABD daha fazla desteğe zorlanırken, AKP'nin ikiyüzlülüğü yine ortalığa saçıldı ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

'Her yer Kobanê' olursa...

II

. Dünya Savaşı esnasında Stalingrad'ı kuşatan saldıran faşist Nazi ordusundan bir subayın üst mercilere yazdığı bilgi notunda "Volga'ya ulaşmamıza sadece 1 kilometre var fakat bu 1 kilometreyi bir türlü geçemiyoruz. Bu 1 kilometre için yapılan savaş, tüm Fransa'nın ele geçirilmesi için yapılan savaştan daha uzun sürdü" dediği bilinir. Kobanê'de bir aya yaklaşan savaş, Stalingrad'ı anımsatan bir direnişe sahne oluyor. Tarihi boyunca farklı biçimlerde savaşlara ev sahipliği yapmış Ortadoğu, kaderini doğrudan etkileyecek son yılların önemli çatışmalarından birisini yaşıyor. Bu yazı yazılırken ABD emperyalizminin egemenlik krizinin hem bir sonucu olarak doğan hem de emperyalist stratejilerin aracı olarak kullanılan IŞİD, Kobanê'ye yönelik saldırılarında üç haftayı geride bırakıyor. Kobanê halkı ise YPG-YPJ öncülüğünde Kürt halk hareketi için tarihsel, Rojava Devrimi için stratejik önemdeki kenti var gücüyle savunuyor. Yine de Kobanê Savaşı'nı alan hakimiyeti ve bölgedeki dengeler ekseninde üç farklı seyir dalgasına ayırmak gerekiyor. Ortadoğu coğrafyası her ne kadar dengelerin birkaç günde ters yüz olabildiği kırılganlığı taşısa da; çatışmaların her yeni aşaması, önümüzdeki döneme ilişkin ipuçlarını da içerisinde taşıyor.

KATLIAMLAR ENGELLENDI, CEPHELER KURULDU Direnişin ilk 10 günü IŞİD çetelerinin hızlı bir ilerleme kaydetmesine sahne oldu. Saldırıların bir moral motivasyon eyleminden öte "Rojava Devrimi'ni yok etme" amacı taşıdığını gören YPG, olası bir kitle katliamını önlemek için köylerdeki sivil hal-

kı tasfiyeye girişti. Boşalan köyleri ele geçiren IŞİD, Kobanê merkezinin 5-7 kilometre uzaklığındaki Tal Hajib, Shêran, Alishan ve Hajtr köylerindeki ilk savunma hattına kadar hızla yol kat etti. ERB‹L BAfiKA, ROJAVA BAfiKA(!) ABD liderliğindeki koalisyonun 24 Eylül itibariyle IŞİD'in Suriye'deki mevzilerini de hedefe oturtmasıyla Kobanê Savaşı'nda yeni bir aşamaya geçildi. Operasyonun amacı "insani" değil "finansal" gerekçelerle açıklanınca, bombaların düştüğü adres de binlerce kişinin katliam tehdidi altında olduğu Kobanê değil, petrol rezervlerinin olduğu Rakka oldu. Elbette mali güce yönelik darbeler de IŞİD'e zarar verdi fakat çeteler yüzünü daha

IŞİD'e karşı yeni cepheler YPG-YPJ, Kobanê'de yoğunlaşan kuşatmayı kırmak için savaşta yeni odak noktaları yaratma taktiği de geliştirdi. Cizîre Kantonu'nda ekim ayı itibariyle IŞİD çetelerine yönelik saldırılar yoğunlaştırıldı. Kantonun batısında Serêkaniyê'nin çevre köyleri ile Dehman ve Raviya köyleri, güneydoğusunda Misterîha, Kenhû ve Hemedan köyleri, doğusunda ise Şengal'in eteklerindeki Dugura köyünde IŞİD çeteleri

önemli ölçüde püskürtüldü. Son olarak 7 Ekim'de IŞİD'in Cizîre karargahı ele geçirildi. IŞİD'in etki alanını kıran önemli bir adım da SuriyeIrak sınırındaki Rabia'da atıldı. Kenti 33 noktadan eşgüdümlü operasyonlarla kuşatan peşmerge ve YPG, birkaç saat içinde denetimi eline aldı. Kerkük ve Dohuk'ta da HPG gerillaları peşmerge ile birlikte IŞİD'e geri adım attırdı.

fazla Rojava'ya çevirdi. IŞİD saldırılarını yoğunlaştırdıkça, YPGYPJ Kobanê merkezine çekildi. Independent'in Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn de 28 Eylül tarihli yazısında ABD'nin Erbil'i koruduğu gibi Kobanê'yi korumadığına dikkat çekti, bunu "Yarı bağımsız Kürt kantonlarını istemeyen Türkiye'yi gücendirmeme" olarak açıkladı. Türkiye demişken; bu zaman zarfında AKP de ABD baskısına dayanamadı. IŞİD'e verilen des-

tek sınırlandırılmak zorunda kaldı. Tayyip Erdoğan'ın ağzından "terör örgütü IŞİD" sözcükleri pek sık dökülür hale geldi. Sınırötesi operasyon yetkisi tanıyan tezkerenin meşrulaştırılması için metne IŞİD ibaresi eklendi. BAYRAM NAMAZINA DE⁄‹L, CENAZE NAMAZINA YPG-YPJ'nin alandaki savunmayı tamamen Kobanê merkezine çektiği üçüncü safha ise çatışmaların seyrinde bir kırılma yarattı. "Bayram namazını Kobanê'de kılacağız" iddiasıyla 3 Ekim'den itibaren kente 5 cepheden ağır silahlarla saldıran IŞİD çok ciddi bir savunma çizgisi ile karşılaştı. 4-5 Ekim "IŞİD'in Kobanê'de aldığı en ağır yenilgi"nin tarihi oldu. YPG savaşçılarının çevre mahallelerde ve stratejik tepeler-

Miştenur Tepesi ve ardında görülen Kobanê... Kent için stratejik öneme sahip tepe, 3-4 Ekim günleri boyunca süren direnişin de simge noktası oldu. IŞİD çeteleri 200'e yakın cenazesini tepede bıraktı. YPG, 6 Ekim günü taktiksel bir hamle ile IŞİD'e bıraktığı tepeyi 48 saat içinde geri aldı.

deki savunması nedeniyle "kent savaşı" ancak 6 Ekim akşamı başlayabildi. YPG, kent çatışmalarına ise çevre mahallelerden geri çekildiği bir taktik izleyerek başladı. Taktiğin sonuçları ilerleyen saatlerde anlaşıldı. IŞİD çete üyeleri boşalan alanları doldurdukça hava operasyonları yoğunlaştı, çeteler ciddi zararlar gördü. YPG savaşçıları da halihazırda zayıflamış grupların üzerine çok daha sert yürüyerek kaybettiği ya da ortada olan mevzilerin bazılarını geri aldı. Bu taktik sonrası YPG ve koalisyon güçleri arasında bir işbirliğinin başladığı kanısı gelişti. Nitekim BBC'ye konuşan YPG Komutanı Neysa Abdo da koalisyon ile irtibatı doğruladı.

Kobanê Savafl›'nda kent savafl›n›n bafllad›¤› üçüncü safhay› öncekilerden ay›ran en temel özelli¤i, Kürt halk hareketinin Kobanê Direnifli'ni örgütlü tüm güçlerini katt›¤› bir seferberli¤e dönüfltürmesi ve bu toplumsallaflma dalgas›n›n egemenlerin krizini daha da derinlefltirmesiydi. "Serh›ldan", AKP'yi son geriletti¤i 2012 sonbahar›ndan sonra Kürt co¤rafyas›n› alev topuna dönüfltürdü. Suruç'un hemen hemen tüm köylerinde binlerce kifli rutinleflen askerpolis sald›r›lar›na karfl›n nöbetlerinden vazgeçmedi. Avrupa'da uluslararas› örgütlerin binalar› iflgal eylemlerine sahne oldu. Türkiye toplumsal muhalefeti ise Haziran ‹syan›'n›n araçlar› ve diliyle omuz verdi¤i Kürt halk›n›n elini ciddi biçimde güçlendirdi. Nihayetinde uluslararas› koalisyon güçleri Kobanê'deki Ifi‹D mevzilerini "göstermelik" de¤il, "göstere göstere" vurmak zorunda b›rak›ld›, bu s›k›flm›fll›k Fransa D›fliflleri Bakan› taraf›ndan dahi dillendirildi. KCK ve Abdullah Öcalan baflta olmak üzere kurulan "Kobanê düflerse çözüm süreci biter" denklemi de Ifi‹D'e verdi¤i destek ayyuka ç›kan AKP üzerindeki bask›y› art›rd›. Öyle ki savafl politikalar›n›n mimarlar› Tayyip Erdo¤an ve Ahmet Davuto¤lu, Kobanê'nin düflmesini istemeyeceklerini beyan etti. Özetle; Kürt hareketi birkaç gün içerisinde YPG'nin flu iddias›n›n hakk›n› verdi: "Halk›m›z ve dostlar›m›z merak etmesin, Kobanê hiçbir zaman düflmeyecek. Ifi‹D’in yok oluflu ve yenilgisi Kobanê’de bafllayacak. Kobanê’nin her soka¤› ve evi Ifi‹D’e mezar olacak. Kobanê çevresindeki direnifl büyüyecek ve Ifi‹D’i çökertecek."

'Rakka'da bayram bir başka!' AKP'nin olduğu kadar cihatçı çetelerin de yayın organı olarak işlevlendirilen Anadolu Ajansı, IŞİD'in Suriye'deki merkez üssü Rakka ile ilgili attığı bir tweette "bayram coşkusu" vurgusu yaptı. Ajansa göre IŞİD'in şeriat kanunlarını uyguladığı kentte her şey güllük gülistanlık, herkes mutlu!

Kameranın önü başka ardı başka G

erek askeri (tampon bölge) gerek politik (çözüm süreci) olarak Rojava Devrimi'ni hedef aldığını IŞİD ile kurduğu "yakın ilişki" ile gösteren AKP, bir yandan da ABD'nin "koalisyon" talimatının yarattığı sıkışmışlıkla "IŞİD karşıtıymış gibi" davranmaya çalışıyor. Suruç-Kobanê sınır hattında yaşananlar AKP'nin ikiyüzlü tutumunu gözler önüne seriyor. 'BIRAKINIZ SALDIRSINLAR' Kobanê Direnişi ile dayanışmak için nöbet eylemlerine ağırlık veren Suruçlular, saldırının her türlüsüyle karşı karşıya gelmeye başladı. Sınır hattında bekleyen asker ve polisin gaz bombaları rutinleşirken, IŞİD çete üyeleri de doğrudan Suruç köylerindeki halkı hedef aldı. Etmanik ve Boyde köylerine IŞİD'in attığı havan ve roket mermileri yağdı, iki eve isabet eden mermiler yüzünden 6 kişi yaralandı. Türkiye sınırı da IŞİD çetelerinin em-

rine amade hale getirildi. 4 çete üyesinin sıfır noktasından geçişleri İmc Tv'nin canlı yayını sırasında ekrana yansıdı. Görüntülerin yayılmasıyla basının o tepeyi kullanması yasaklandı. 'Ifi‹D'E KARfiIYMIfiIM GIBI ÇEK PANPA' AKP, işin içyüzünün aksine yaratmaya çalıştığı "IŞİD karşıtı" görüntüsünü ile eline yüzüne bulaştırdı. AKP kadroları IŞİD'e nasıl gönülsüz bir biçimde "terör örgütü" dediğine binler şahit olurken, tezkere metninde IŞİD adının geçirilmesi asıl hedefin YPG-PYD olduğu gerçeğini gizleyemedi. Yine de hiçbirisi TSK'ye bağlı askerlerin mizanseni gibi değildi. Egemen medyanın geleneksel savaş dili haberleri için fotoğraf çekimleri yapıldı. Askerlik anılarında çekilen kareleri akla getiren görüntülerden geriye sosyal medyadaki "IŞİD'e nişan alıyormuşum gibi çek panpa" geyiği kaldı.


6

KOBANÊ İZLENİM 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Suruç’tan Kobanê’ye direnişi ve dayanışmayı gördük VEC‹H CUZDAN

O

rtadoğu halklarının düşmanı IŞİD çetelerinin yoğun saldırısı altındaki Kobanê’ye destek olmak ve sınır nöbeti için HDP ve DBP’nin çağrısıyla 24 Eylül’de İstanbul’dan Suruç’a hareket ettik. Polisin tüm engellemelerine rağmen yaklaşık 24 saatin ardından Suruç’a vardık. Sol, sosyalist örgüt ve partilerin, demokratik kitle örgütlerinin bir araya geldiği 20 otobüslük konvoyun Urfa’nın Suruç ilçesine girmesiyle yaşanan coşkuyu tarif etmek imkansız. Suruç halkı ve şehir merkezine yerleştirilen birçok Kobanêli sığınmacı zafer işaretleriyle, sloganlarla ve gözyaşıyla karşıladı bizleri. Suruç merkezinden nöbet eyleminin yapılacağı sınır köyüne giderken yol boyunca evlerin, iş yerlerinin önünde veya balkonlarda, çatılarda bizi selamlayan insanlar eşlik etti konvoya. Kısa bir süre sonra sınırın sıfır noktasındaki Eğrice (Bêdhê) Köyü’ne ulaştık. Burada da köy halkı ve onlara sığınmış onlarca Kobanêli bizleri karşıladı. Burada ilk olarak geliş amacımızla, Kobanê’de son duruma ve bulunduğumuz bölgenin önemine dair bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Gün içinde bulunduğumuz köyde gruplara ayrılarak sınır nöbetine başlandı. SAVAfiA TANIKLIK ETT‹K Saldırılar Kobanê’nin doğusunda yoğunlaşırken, bölgede bulunduğumuz tarihlerde çeteler Kobanê kent merkezine yaklaşık 7 kilometre uzaklıktaki Alişar Köyü’ndeydi. YPG’nin mevzilendiği köyler çetelerin saldırısı altındaydı. Buna karşın bulunduğumuz köyde sınır hattı boyunca askeri hareketlilik vardı. Çetelerin mevzilendiği köyün hemen karşısında bulunan Mert İsmail Hudut Karakolu’nun önündeki tanklar YPG mevzilerine dönüktü. Gün içinde çeteler çok sayıda ha-

25-26 Eylül tarihlerinde Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çeteleri saldırılarına karşı binler, önce Suruç’un sınır köylerinde nöbet tuttu, ardından Kobanê halkıyla dayanışmak ve onlara destek olmak için tel örgüleri aşarak kente girdi. Binlerle birlikte Sendika.Org ve Çapul TV muhabirleri olarak bizlerde Kobanê’de direnişi ve umudu, Türkiye tarafına girmek istediğimizde de faşizmi ve katliam girişimini gördük van topu attı. Ve çatışma sesleri o kadar yakından geliyordu ki sınır nöbetindeki binler bu savaşa canlı tanıklık ediyordu. KOBANÊ ‹Ç‹N ORTAK TUTUM Aynı saatlerde sol, sosyalist kurum ve kitle örgütlerinden oluşan kalabalık bir heyet ilk olarak Suruç DBP İlçe Örgütü’nü ziyaret etti, daha sonra Elîzêr Köyü’ne geçerek Kobanê halkına destek ve dayanışma mesajlarını iletti. DBP, HDP ve bileşeni partiler ile ÖDP, EHP ve Halkevleri’nden oluşan heyet, sınır köylerini ziyaret ederek Kobanê’den gelen sığınmacılarla ve köylülerle görüşmeler yaptı. Düzenlenen basın açıklamasının ardın-

dan heyet üyelerinin bir kısmı 6 noktada nöbet tuttu, bir grup da Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan Kobanê'ye geçti. Heyet basın açıklamasında, uluslararası toplumun acilen Rojava’yı muhatap alması, AKP’nin IŞİD’i desteklemekten ve PYD’ye-Kürtlere düşmanlık beslemekten vazgeçmesi ile Rojava’nın özsavunmasını baltalayan ambargo ve kuşatmanın derhal kaldırılması gerektiğini ifade etti.

sesleri ve top atışları sabahın erken saatlerine dek sürerken, sınır karakolunun bulunduğu bölgeden YPG’nin mevzilendiği köylere doğru aydınlatma fişekleri atıldığına şahit olduk. Bu aydınlatma fişeklerinin ardından çetelerin bulunduğu Alişar Köyü’nden YPG mevzilerine seri top atışları yapıldı. Karşılaştığımız bu olay, Kobanê’ye dönük saldırıların ‘kuzey cephesine’ ilişkin bizzat şahit olduğumuz önemli bir gelişme olarak hafızamıza kazındı.

SAVAfiIN ‘KUZEY CEPHES‹’ Gecenin ilerleyen saatlerinde Bêdhê’de sınır nöbeti sürerken, Kobanê tarafında çatışmaların şiddeti de artıyordu. Bitmek bilmeyen silah

KOBANÊ’DE D‹REN‹fi‹, SINIRDA FAfi‹ZM‹ GÖRDÜK Nöbetin ikinci gününde de Kobanê’ye yönelik saldırılar bir an olsun durmadı. Önceki güne nazaran

Samut Karabulut: Direniflle dayan›flma güçlendirilmeli

daha fazla havan topu çetelerce YPG mevzilerine atılırken, basın emekçisi arkadaşlarla birlikte görüntü alabilmek için sınıra iyice yaklaştık. Çetelerin saldırılarından kaçan Kobanêliler bize gece boyunca Mert İsmail Hudut Karakolu’nda konuşlu tanklardan YPG mevzilerine ateş açıldığını, önceki gece atılan aydınlatma fişeklerinin çetelerin daha isabetli atışlar yapmalarına olanak sağlamak için yine bu sınır karakolundan atıldığını anlattılar. SURUÇ VE KOBANÊ B‹RLEfiT‹ Köy halkıyla olan sohbetimizin ardından DBP’li ve HDP’li arkadaşlar Kobanê’ye yönelik saldırıla-

Heyet içerisinde bulunan Halkevleri Genel Baflkan Yard›mc›s› Samut Karabulut, Kobanê direniflinin 2014’ün Stalingrad’›na, Madrid’ine dönüfltü¤ünü belirterek AKP hükümetinin Kürt düflman› pozisyonu karfl›s›nda bölge halk›na politik ve insani deste¤in art›r›lmas›, çetelerin karfl›s›nda direnen

rın arttığını ve bölgeden kaçan sığınmacıların sınırdan alınmadığını belirterek Mürşitpınar sınırına gidileceğini söylediler. Sınır kapısına 11.5 kilometre uzaklıkta olan ve sınırın sıfır noktasında bulunan Etmanik Köyü’nde duran otobüslerden inilerek tel örgülerin bulunduğu alana doğru yürüyüş başladı. Sınır hattında bulunan birkaç asker ve iki askeri zırhlı araç kendilerine doğru yürüyen binlerce insana engel ol(a)mazken, tel örgüler aşıldı, Kobanê’ye doğru coşkulu ilerleme başladı. Kobanê kenti girişinde çevre köylerden merkeze getirilen yüzlerce insan bizleri coşkuyla karşılarken, Rojava halklarının özsavunma gücü YPG (Halk Savunma Birlikleri)/YPJ (Kadın Savunma Birlikleri) güçleri kentin içinde oluşturdukları güvenli bölgeye kadar bizlere eşlik etti. Kobanê’ye dönük yoğun saldırıların yaşandığı bir dönemde halkla ve YPG/YPJ güçleriyle dayanışmak ve onlara destek olmak amacıyla Türkiye tarafından bölgeye geçen binlerce insanın yarattığı etki muazzam boyutlardaydı. Bulunduğumuz mahalle bayram yerine dönmüşken, kendileri zor durumda bulunmalarına karşın gelişimizle bakkallar bile kitleye yiyecek bir şeyler dağıtmaya çalışıyorlardı. “TÜRK‹YE TARAFINDAN B‹ZE ATEfi AÇILDI” Türkiye tarafında işittiğimiz iddialara ilişkin Kobanê’de YPG savaşçılarıyla konuştuk. Savaşçılar 25 Eylül’ü 26 Eylül’e bağlayan gece sabaha kadar Türkiye tarafından mevzilerine ateş açıldığını ve bu ateşin IŞİD’e avantaj sağladığını söyledi. Bir başka direnişçi ise çetelerle yürüttükleri çatışmalar sırasında iki tankı tahrip ettiklerini, bunlardan birinin sürücüsünün öldüğünü birinin de canlı yakalandığını, canlı yakalanın Türk özel harekatçısı olduğunu ve ellerinde esir olduğunu iddia etti.

güçlerle dayan›flman›n yükseltilmesinin önemli oldu¤una de¤indi. Karabulut bu noktada Halkevleri’nin Ifi‹D çetelerinin Suriye ve Irak’taki sald›r›lar›ndan kaçarak Türkiye’ye s›¤›nan ve halen sald›r› alt›nda bulunan Ezidi, Türkmen ve Kürtler için yard›m kampanyas› bafllatt›¤›n› belirtti.

Yumurtalık’a göç: Şimdi biz de muhaciriz 25 Eylül’de Kobanê kentinin güneyindeki tepelerden bir patlama sesi geldi ve tepelerin ard›ndan dumanlar yükseldi. Köy halk› ve Kobanêli s›¤›nmac›lardan bir grup sevinçli bir flekilde hayk›rd›: “YPG, Ifi‹D tank›n› imha etti”

Yumurtal›k s›n›r geçiflinde sald›r› sonras› anonslar yap›l›yor: “Önce yüzünü kapatan vatan hainleri yüzlerini açs›n”, “Buras› Türkiye Cumhuriyeti vatan hainleri sizi”, “Türk askeri kap› gibi burada”

Kobanê’de iki saat kadar süren ziyaretimizin ardından geldiğimiz mayınlı bölgeden Türkiye’ye tekrar geçmek istedik, ancak bu sefer karşımızda polis ve askerden oluşan bir ordu bulduk. Kolluk kuvvetleri kitlenin buradan alınmayacağını, giriş için Yumurtalık Köyü’nde bulunan askeri kontrol noktasına gitmemizi söyledi. O an binlerce insan mayınlı bölgede oturma eylemi gerçekleştirdi. Kolluk kuvvetleri bu tavır karşısında Türkçe ve Kürtçe anonslar yaparak geri çekilmemizi isterken, askere “Tüfek omuz, silah doldur” komutu veriliyor, polisler gaz maskelerini takarak saldırı hazırlığı yapıyor, yetmiyor sınırın karşı tarafında bizleri bekleyen halk, “Bize saldırırsanız mayınlı bölgedekilere müdahale ederiz.” sözleriyle tehdit ediliyordu. Kobanê’ye doğru geri çekilmeye başladığımız sırada asker ve polis bizlere gaz bombaları ve plastik mermilerle saldırmaya başladı. Asker ve polis için tel örgünün karşı tarafındaki silahsız insanlar ‘düşman’ olduğundan her şey mubahtı! Saldırının yol açacağı felaket karşısında sınırın öte tarafında öfkelen halk ise bizlere yönelik saldırıyı üzerlerine çekerek asker ve polise taşlarla karşılık verdi. Kobanê halkı geri dönüşümüz sonrası evlerinin önüne çıkarak kitleye su dağıttı. Yürüyüşümüz boyunca Kobanê halkı sokaklarda, evlerinde ve işyerlerinin önünde bizleri sloganlarla, alkışlarla, zılgıtlarla uğurladı. Yumurtalık Köyü’ndeki geçiş noktasına yürürken bizler de muhacir olmuştuk. YPG/YPJ güçleri bizlere eşlik ederken, yürüyüşümüz boyunca çeteler de yakınımızdaki tepelere top atışları yapıyordu. Uçsuz bucaksız bir toprak yol üzerinde yürüyüşümüz sürerken, birkaç kilometre sonra Kobanê’den göç eden halkla birleşerek Yumurtalık’a doğru ilerledik. Yanına alabildiği her şeyi alan, aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların bulunduğu binlerce sivil,

yüzlerce araç ile Kobanê’den ayrılıyordu. YPG/YPJ güçleri ise sivillerin güvenliğini sağlamak için göç yolu boyunca kitleye eşlik ediyordu. Sınır geçişine yaklaştıkça yüzlerce araç, binlerce insan ve onlara ait binlerce büyükbaş, küçükbaş hayvan Türkiye’ye girebilmek için bekliyordu. “TÜRK ASKER‹ KAPI G‹B‹ BURADA” Uzun yürüyüşümüzün sonunda sınırda korkunç bir manzarayla karşılaştık. Burada bizleri TOMA’larıyla, makineli tüfekleriyle ve zırhlı araçlarıyla yine bir tabur ordu karşıladı. Anons yapan asker, TC kimliği olanların geçişine izin verileceği ve binlerce kişinin sadece 20 kişilik gruplar halinde içeri alınacaklarını söyledi. Dayanışma için gelenler ve Türkiye’ye geçme umudu olan binlerce Kobanêli, askerin tuttuğu giriş önünde birikti. Birçok kişinin kimliklerini otobüste unutmuş olmasına karşın “TC kimliği olanlar alınacak” anonsunun yapılması kitle içinde gerginliğe yol açtı. Bölgeye yüzlerce polis takviyesi de yapılması Kobanê’ye destek ve halkla dayanışmak için karşıya geçen binlerce insanın ‘cezalandırılmak’ istendiğinin açık göstergesiydi. Karanlığın iyice çökmesiyle kitleye

anons yapmadan önce projektörler söndürüldü, ardından onlarca gaz bombası üzerimize atıldı. Arkamızda IŞİD çetelerinin tehdidi, önümüzde asker ve polisin menfur saldırısı… Binlerce insan zifiri karanlıkta birbirini ezmemeye çalışarak sağa sola kaçmaya başladı. Gazdan etkilenen onlarca hayvan telef oldu. Yetmedi gazın etkisiyle tel örgülere doğru koşan koyunlar asker tarafında taranarak katledildi, peşlerinden koşan Kobanêli köylü ise yine asker tarafından vuruldu. Projektörler tekrar yandı ve korkunç manzara gözlerimizin önüne serildi. Kollarını açarak, asker ve polise durmasını söyleyen silahsız insanlara silahlar doğrultulmuş, hamile bir inek bu olanlar karşısında doğum yapıyor, muhabir arkadaşımız TOMA’nın tazyikli suyu ile yere yığılıyordu. Bu anları fotoğraflamak istediğimizde bizde askerin gaz bombalarının hedefi olduk. Birkaç dakika sonra ise tekrar anonslar başlıyordu: “Burası Türkiye Cumhuriyeti vatan hainleri sizi”, “Türk askeri kapı gibi burada”, “Önce yüzünü kapatan vatan hainleri yüzlerini açsın.” Tehditler arka arkaya savrulurken, binlerce kişiye insanlık dışı bir muameleyle geçiş olanağı verildi. Küfür, baskı, şiddet ve taciz…

Birçok basın emekçisinin fotoğraflarına el kondu, geçiş yapan tüm insanların fotoğrafları çekildi, üstleri arandı, tepki gösterene şiddet uygulandı. Karşıya geçme umuduyla sıraya geçen Kobanê halkı ise asker tarafından kitleden ayrıştırılarak uzaklaştırıldı. AKP hükümetine sırtını veren IŞİD çetelerinin saldırısı altındaki Kobanê direnişiyle dayanışmak ve halka destek olmak için bölgeye giden binlerce insan ile IŞİD tehdidinden kaçan binlerce Kobanêli insan bu muameleye maruz kaldı. Ancak tüm faşizm uygulamalarına ve göz göre göre desteklenen IŞİD çetelerine rağmen Kobanê halkının umudu olmak için sınırları yıkan binlerce insanın iradesi kırılamadı. Bugün Kobanê’yi işgal ederek Rojava Devrimi’nin boğmak isteyen cihatçı çetelere ve onları destekleyen AKP hükümetine rağmen direniş sürüyor, sürecek.

‘ERDO⁄AN B‹Z‹ MUHAC‹R ETT‹’ Etmanik Köyü’nün Kobanê flehrini gören bir evinde bulunan ve geliflimizi görünce d›flar› ç›kan yafll› bir Kürt kad›n› feryat ediyordu: “Evimizi yakt›n›z, köyümüzü y›kt›n›z. Tayyip Erdo¤an bizi evimizden etti, muhacir etti”


7

DÜNYA 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

SALGINA KARŞI ENTERNASYONALİZM VE EMPERYALİZM

Küba doktor ABD asker yolluyor PELİN ZORBAY

B

at› Afrika’daki ülkelerde yoğunlaşan ve üç binden fazla insan›n›n virus yüzünden öldüğü ebola salg›n› h›zla yay›lmaya devam ediyor. Hastal›kla mücadele için Küba doktor yard›m› yaparken, ABD ise Bat› Afrika’ya asker gönderiyor. Dünya Sağl›k Örgütü 1 Ekim itibariyle ebola virüsüne yakalananlar›n say›s›n›n 7,437, ölümlerin ise 3,338 olduğunu aç›klad›. Salg›n Liberya, Gine, Sierra Leone, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gabon, Güney Sudan, Fildişi Sahilleri, Uganda ve Kongo'da görülüyor. Salg›ndan en çok etkilenen ülkeler ise Gine, Liberya ve Sierra Leone. Hastal›ğa yakalananlar›n ve ölenlerin yüzde 99’u bu ülkelerden. ABD Hastal›k Kontrol ve Korunma Merkezi (CDC) h›zla yay›lmaya devam eden ebola virüsüne eğer müdahale edilmezse ebola hastalar›n›n say›s›n›n dört ay sonra 1.4 milyona yükselebileceğini söylüyor. SAĞLIK ÇALIŞANLARI DA RİSK ALTINDA Ebola, ilk olarak 1976'da Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde görülmüştü. Virüs 2013'ün Haziran ay›nda tekrar yükselişe geçti. Kan›tlanm›ş herhangi bir tedavi yöntemi ya da aş›s› bulunmayan ebola, ad›n› Afrika'daki Ebola Nehri'nden al›yor. Hastal›ğ›n en s›k görülen belirtileri aras›nda ishal, kusma, yüksek ateş, kanama ve merkezi sinir sisteminin hasar görmesi var. Hastal›ğ›n ilerleyen safhalar›nda göz, burun, kulak, ağ›z ve rektumdan ve serum iğnesinin ciltte açt›ğ› deliklerden kan geliyor. Kan ve tükürük gibi vücut s›v›lar›yla bulaş›yor. Şu ana kadar vakalar›n yaklaş›k yüzde 70'i ölümle sonuçland›. Virüsün doğal kaynağ›n›n Bat› Afrika’da besin olarak kullan›lan meyve yarasalar›ndan ve baz› yabani hayvanlardan insana geçtiği düşünülüyor. Dünya Sağl›k Örgütü (WHO) 8 Ağustos’ta Ebola hastal›ğ›yla mücadele için küresel kamu sağl›ğ› acil durumu ilan ettğini duyurmuştu. Ancak hastal›ğ›n yay›lmas› engellenemedi. Zaten yetersiz olan Liberya ve Sierra Leone’deki sağl›k sistemleri salg›nla mücadele için yeterli sağl›k personeli, ekipman ve para kaynağ› bulanam›yor. Liberya’da bin kişiye düşen doktor say›s› 0,14 oran›nda. 20 Ağustos’ta Liberya’n›n başkenti Monrovia’da sokağa ç›kma yasağ› yüzünden günlük ihtiyaçlar›n› karş›layamayan halk isyan etmişti. Koruyucu malzemelerin yeterince temin edilememesi ve kötü koşullar nedeniyle hastalar›n vücut s›v›lar›yla temas eden doktorlar ve hemşireler ebolaya yakalanmada çok daha fazla risk alt›ndalar. WHO 28 Eylül’de en az 216 sağl›k işçisinin virus yüzünden öldüğünü aç›klad›. Hastal›ğa yakalanan iki ABD’li sağl›k görevlisi tedavi için geri götürüldükleri ABD’de sağl›klar›na kavuştu. Eylül ay›nda Liberya’da hemşireler, ebolaya yakalanan çok say›da meslektaşlar›n›n ölmesi ve kendilerine yeterince koruyucu malzeme verilmediği sağl›ks›z çal›şma koşullar›na karş› greve gitmişlerdi. EBOLA YÜZÜNDEN ÇOCUKLAR KİMSESİZ Unicef Gine, Liberya ve Sierra Leone’de en az üç bin 700 çocuk ebola salg›n›nda annesi, babas›n›

Meksika'n›n kay›p ö¤rencileri Meksika'nın başkenti Meksiko'nun 200 kilometre güneyindeki Iguala kentinde toplu mezar bulundu. Geçen ay öğrencilerin istihdam konusunda köy kökenli öğretmenlere karşı ayrımcılık yapılmasını protesto ettiği eylemde polis, öğrencilerin otobüsüne ateş açmış, 6 kişi hayatını kaybetmişti. 43 öğrencinin de kaybolduğu olayla ilgili 22 polis cinayet suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Bulunan toplu mezarda kayıp 43 öğrencinin cesetlerinin gömülü olduğu sanılıyor.

B

atı Afrika’da eboladan ölenlerin sayısı üç bini aşarken ABD emperyalizmi ‘insani faaliyet’ bahanesiyle Afrika’daki askeri varlığını güçlendirmeye çalışıyor

ya da ikisini birden kaybettiğini aç›klad›. Bu rakam›n bir sonraki ay›n ortalar›na kadar ikiye katlanmas›ndan endişe ediliyor. Unicef, Bat› ve Orta Afrika bölge yöneticisi Manuel Fontaine bu çocuklar›n acilen özel bak›m ve desteğe ihtiyac› olduğunu ancak çocuklar›n hayatta kalan yak›nlar›n›n virüs kapma endişesiyle çocuklara bakmay› reddettiğini söylüyor. Sierra Leone’deki önemli yard›m kuruluşlar›ndan ‘Save The Children’ ülkede her saat baş› 5 kişiye ebola virüsü bulaşt›ğ›n› ancak bunlar›n çok küçük bir k›sm›n›n resmi kay›tlara geçtiğini duyurdu. S›n›r Tan›mayan Doktorlar Örgütü sağl›k merkezlerinin yetersiz olduğunu Liberya’n›n başkenti Monrovia’da bir çok hastay› geri çevirmek zorunda kald›klar›n› Liberya ve Sierra Leone’de hastalar›n›n tedavi edilememesinin ve sokaklarda ölmesinin salg›n›n yay›lmas›na yol açt›ğ›n› belirtti. HALK AÇLIKLA KARŞI KARŞIYA Ebola salg›n› yüzünden birçok ülkeyle s›n›rlar›n› kapatan Liberya’da ürünlerin fiyatlar› giderek art›yor. Nufüsün yüzde 70’inin günde 1 dolardan az gelirle geçinmek zorunda kald›ğ› ülkede halk açl›k sorunuyla karş› karş›ya. Maliye Bakan› Amara Konneh salg›ndan en fazla tar›m›n, g›da üretimin, maden işletmelerinin, turizm ve taş›mac›l›ğ›n etkilediğini vurguluyor.

KÜBA DOKTOR ABD ASKER GÖNDERİYOR Küba ise ebolayla mücadeleye destek için aralar›nda ebola konusunda eğitim alm›ş olan doktorlar ve hemşirelerin de bulunduğu yaklaş›k 300 sağl›k görevlisini Bat› Afrika’ya gönderme karar› ald›. Sağl›k ekibi Ekim ay›n›n ortas›nda Sierra Leone’ye gidecek ve 6 ay orada kalacak. ABD Başkan› Barack Obama ebola salg›n›n›n kontrolsüzce yay›ld›ğ›n› hastal›ğa karş› sadece bölgesel değil, küresel önlem al›nmas› gerektiği söyledikten sonra eboyla mücadele için Bat› Afrika’ya askeri destekte bulanacağ›n› aç›klad›. ABD’nin Operation United Assistance adl› salg›nla mücadele plan› nedense doktorlar değil askerler tarafından, AFRİCOM (ABD’nin Afrika Askeri Komutanl›ğ›) taraf›ndan denetleniyor. AFRİCOM 6 Şubat 2007 tarihinde dönemin ABD Başkan› Bush taraf›ndan Çin’in Afrika’daki ekonomik varl›ğ›n› önlemek ve kendi emperyalist politikalar›n› gerçekleştirmek için kurulmuştu. Salg›n›n›n yayg›n olduğu ve eski klasik sömürge olan bu ülkeler doğal kaynaklar, elmas madenleri, petrol rezervleri bak›m›ndan oldukça zengin. Ebolaya yard›m birimleri için üç bin 200 askeri birliğini bölgeye konuşland›rmay› planlayan AFRİCOM asl›nda salg›nla mücadele bahanesiyle bölgede kendi ç›karlar›n› daha iyi organize etmeyi planl›yor.

Hong Kong’da tanıdık isyan B

ritanya’n›n Asya’daki eski sömürgesi olan, 1997’de yap›lan bir antlaşmayla Çin’in özerk bölgesi haline gelen Hong Kong’da 22 Eylül’de öğrencilerin dersleri boykot ederek başlatt›ğ› eylemler şehrin önemli merkezlerinde yap›lan işgal hareketleriyle devam etti. Polisin göstericilere sald›rmas› üzerine eylemlere kat›l›m say›s› artt›. Göstericiler işgal ettikleri meydanlara çad›rlar kurdu, yiyecek-içecek dağ›t›m›, çöplerin beraber toplanmas›yla dayan›şma artt›. Hong Kong’daki gösteriler, biçimsel benzerlikleri nedeniyle Türkiye’de Gezi eylemleriyle benzeştirilse de, oldukça özgün ve farklı bir tarihsel arka plana sahip. Uzun zamandır kendi kaderini tayin edemeyen; Çin ve Britanya gibi iki ihtilaflı dünya gücü arasında kalan Hong Kong, bağımsızlık talebini de bu ikili arasındaki ilişkilere bağlı olarak dillendirmek zorunda kalıyor. Afyon Savaş› sonunda Çin’den al›nan ve 155 y›l boyunca Britanya sömürgesi olan Hong Kong 1984’te yap›lan bir antlaşmayla 1997 y›l›nda Çin’e geri verilmişti. Britanya sömürgesiyken yöneticileri binlerce mil uzaktaki Londra’dan atan›yordu. Hong Kong art›k resmi olarak Beijing’in yönetiminde fakat antlaşmaya göre 50 y›l boyunca d›ş ve savunma işleri d›ş›nda yüksek düzeyde özerkliğe sahip olduğu “bir ülke, iki sistem’’ prensibiyle yönetiliyor. Şehrin Özel Yöneticisi bin 200 kişilik seçim komitesi taraf›ndan seçiliyor. İngiliz yönetimi alt›nda da seçme hakk› bulunmayan Hong Konglular genel seçim hakk›na sahip olmak istiyor. Çin hükümeti 2017 seçimlerinde Hong Kong başkan›n›n doğrudan

Hong Kong’daki gösteriler biçimsel benzerlikleri nedeniyle Gezi eylemleriyle benzeştirilse de oldukça farklı bir tarihsel arka plana sahip seçileceği sözünü vermişti. Fakat 31 Ağustos’ta Çin, Hong Kong yöneticiliğine aday olacak kişileri veto edebileceğini aç›klad›. Komitedeki temsilcilerin çoğunun Pekin yanl›s› olduğunu ve bağ›ms›z bir seçim istediklerini söyleyen üniversite öğrencileri 22 Eylül’de dersleri boykot ederek eylemler yapmaya başlad›. Yaklaş›k 10 bin eylemci cadde ve sokaklar› işgal etti. Ortaöğretim öğrencilerinin de kat›ld›ğ› eylemler ana yönetim yerleşkesinin işgal edilmesiyle giderek büyüdü. On binlerce kişinin kat›ld›ğ› eylemler şehrin birçok semtine yay›ld›. Protestolar›n yap›ld›ğ› semtlerde okul yönetimleri, ailelere çocuk-

lar›n› okula göndermeme çağr›s›nda bulundu. Polisin biber gaz› ve plastik mermi kulland›ğ› eylemlerde çok say›da eylemci yaralan›rken onlarcas› gözalt›na al›nd›. Occupy Walls Street eylemlerlerinden esinlenerek Occupy Central (Merkezi İşgal Et) ad›n› verdikleri hareket, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu Ulusal Gün 1 Ekim’de eylemleri büyütme çağr›s› yapt›. Kitlesel gösteriler yüzünden Çin Ulusal Gün kutlamalar› bayrak çekme töreniyle s›n›rl› kald›. Hong Kong Yönetim Başkan› Leung Chun Ying “Hong Kong’da kaos istemiyoruz’’ diyerek eylemci-

lerin evlerine dönmelerini istedi. Leung’a istifa etmesi için 2 Ekim’e kadar süre veren eylemciler Leung’un istifa etmemesi durumda hükümet binalar›n› işgal edeceklerini duyurdu. C.Y. Leung istifa etmeyeceğini ancak yönetimin göstericilerle görüşmeye haz›r olduğunu söyledi. Başta görüşme talebini kabul eden eylemciler 3 Ekim’de Çin yanl›s› yaklaş›k bin kişinin Mongkok’ta çad›rlarla kamp yapan göstericilere sald›rmas› üzerine görüşme karar›n› iptal etti. Eylemlerin büyümesi üzerine Çin birçok sosyal paylaş›m sitesine sansür uygulad›. Çin’in ana kesiminde Hong Kong’taki gösterilere ilişkin paylaş›mlar›n yay›lmas›n› engellemek için fotoğraf paylaş›m sitesi Instagram’a erişim durduruldu. Hong Kong’taki eylemcilerin internet ve telefon bağlant›lar›n›n kesilmesi üzerine eylemciler birbirleriyle iletişim kurmak için Bluetooth’la çal›şan FireChat uygulamas›n› indirdi. Eylemcilerin gösterilerde biber gaz›ndan korunmak için kulland›ğ› şemsiyeler Hong Kong’daki protestolar›n sembolü haline geldi. Hong Kong’da son 25 y›l›n en büyük eylemi olarak nitelendirilen ve eylemcilerin şemsiye açt›ğ› protestolar için ‘Şemsiye Devrimi’ ifadesi kullan›l›yor. Meydanda sabahlayan eylemciler şemsiyelerin alt›nda uyuyor. ABD’nin birçok kentinde Hong Konglu eylemcilere destek vermek için şemsiyelerle sokağa ç›k›lmas› üzerine, BM zirvesi için ABD’ye giden Çin D›şileri Bakan› Wang Yi John Kerry ile görüşmesinde gösterileri yasad›ş› olarak değerlendirdi. ABD’ye içişlerimize kar›şmay›n mesaj› verdi.

Cinsel iliflkiye ‘kesin r›za’ flart› ABD'nin Kaliforniya eyaletinde cinsel ilişki için 'kesin rıza' şartı getirildi. ABD'de bir ilk olan yasaya göre rıza, direnç eksikliğinden ziyade cinsel ilişkiye girmeyi olumlayan, şüpheye yer bırakmayan ve bilinçli bir şekilde alınan karar olarak değiştirildi. Yasa, Kaliforniya’daki devlet tarafından finanse edilen tüm fakülte ve üniversitelerde geçerli olacak. Her beş kadından birinin üniversitedeyken cinsel saldırıya maruz kaldığı Amerika’da, bu yasayla kampuslarda yaşanan taciz ve tecavüz vakalarıyla daha etkili mücadele etmek hedefleniyor.

Katalonya’da ba¤›ms›zl›¤a erteleme Katalonya Özerk Yönetimi'nin bağımsızlığı için 9 Kasım'da referandum düzenlenmesi planlanıyordu. İspanya Başbakanı Mariano Rajoy referanduma itirazda bulunmak için İspanya Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkemece yasadışı bulunan referandum geçici olarak iptal edildi. Bağımsızlık yanlıları başta Barcelona olmak üzere birçok yerde kararı protesto etti. Meydanlara çıkan Katalonlar ‘’Bir adım bile atmayacağız’’ sloganları attı.

‹spanya'da “Yaflas›n kral” Başkent Madrid'deki Puerta del Sol Meydanı’nda yaklaşık 500 kişi monarşiye karşı eylem yaptı. Anayasal değişiklik isteyen eylemciler ''Monarşi demokrasi değil diktatörlük ve yolsuzluktur'' diyerek ülkede yeniden cumhuriyet kurulmasını talep etti. Parlamento binasına yürümek isteyen eylemcilere polis tekmelerle ve coplarla saldırdı. On kişi yaralandı, üç kişi gözaltına alındı. 2011’de ekonomik krize giren ülkede İspanya Kraliyet ailesi birçok yolsuzluk skandalına karışmış, halkın monarşiye güveni sarsılmıştı.


8

EMEK 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Kobanê ve s›n›f mücadelesi Kobane Kürt halkının can damarı haline geldi. Nedeni basit. Suriye’nin içine düştüğü kaosta Kürtler kendi kaderlerini tayin etmek için bir karar aldılar ve Rojava bölgesinde demokratik-özerk bir yönetim ilan ettiler. Sınıf mücadelesi açısından bunun anlamı nedir? Kürtler etnik kimlikleri için bir mücadele sürdürüyorlar. Kuzey Irak’ta fedaral bir yapı kurdular. Türkiye’de ise 40 yıla yakın bir süredir hakları için savaşıyorlar. Sınıf mücadelesi esas olarak eşitlik, adalet ve özgürlük üzerine kuruludur. Hepimizin bildiği üzere de etnik-dini temelli bir mücadeleye esas olarak uzaktır. Ancak 20.yüzyıl tarihinden biliriz ki ezilen halkların bağımsızlık/siyasal özgürlük mücadelesi sosyalistler tarafından ilkesel olarak desteklenmiştir. Zira her türlü baskı, egemenlik ve sömürü biçimi reddedilmiştir. Güncel siyasal pratik açısından Kobane direnişi sınıf mücadelesi açısından bu temel yaklaşımdan çok daha fazla anlama sahiptir. Reel olarak baktığımızda sınıf mücadelesinin eşitlik-adalet ve özgürlük mücadelesinde kapitalizmin ekonomik sömürü ve siyasal baskı siyasetinin yanı sıra ülkemizdeki dinci yayılma sınıf mücadelesinin önündeki önemli bir sorun olarak büyüyor. Zira dinci siyaset ve hegemonya esas olarak emekçilerin ekonomik ve demokratik hak mücadelesini hoş görmez ve baskılar. Zira dini anlayışa göre eşitlik diye bir şey yoktur. Tanrı dilediğine vermiştir, dilediğine vermemiştir. Dolayısıyla kişilerin veya toplumsal kesimlerin bir hak mücadelesi yürütmesi dinsel hegeTufan monya altındaki kitleler Sertlek tarafından da destek görmez. Dini anlayışa Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu göre en iyi durum “Alın terinin hakkını kurumadan verin” söylemidir. Ancak verilmediği durumda yapılacak tek şey “Allah’ından bul” demekten başka bir şey değildir! Kobane direnişi ülkemizdeki bu dinci kuşatmanın boğucu bir atmosfere bürünmesinin önündeki engellerden birisidir. Zira Kobane Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümündeki ısrarımızın en büyük güvencesi gibidir. Güneyde komşu olmuş bir IŞID yobazlığının Diyarbakır, Batman gibi illerdeki Hizbullah saldırganlığını nasıl tetiklediğini görüyoruz. IŞID’in kazanması Kürt bölgesindeki laik ve demokratik ilerleyişi frenleyebilecektir. Sınıf mücadelesi demokrasi ve adalet üzerine kurulduğu için esas olarak laiktir. Bu bağlamda dinci siyasete temelden karşıdır. Bu nedenle ülkemizdeki dinci siyasi hegemonyanın yayılmasının önüne geçmek için Ortadoğu bölgesinin neredeyse tek laik ulusu olan Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı mücadelesini kayıtsız şartsız desteklemek zorundadır. AKP devleti Rojava gerçeği karşısında düştüğü zor durumdan kendi hesabınca kurtulmaya çalışıyor. Her türlü destek yalanının yanında Kobane’nin düşmesinden son derece memnun olacağı aşikar. Hem Kürt siyasi hareketi karşısında eli güçleneceği için hem de Irak ve Suriye’de olası bir Sünni bölge statükosu için… Sınıf mücadelesinin ülkemiz ve bölgemiz açısından güncel anlamlandırılmasının en kritik yanını dinci siyasetin ilerlemesinin durdurulması oluşturuyor. Bugün bu mücadelenin kalbi Kobane’de atıyor. Bu kalp durursa bilelim ki bizim nefes almamız daha da zorlaşacak.

Yaşamaya dair

Tiyatronun duayen ismi Genco Erkal Naz›m Hikmet'ten uyarlad›¤› müzikli oyununu 3 Kas›m'da enerji iflçileri için fiiflli Kent Kültür Merkezi’nde sergileyecek. Oyunun ad› “YAfiAMAYA DA‹R!” Tiyatro, enerji iflçilerinin yaflam mücadelesi ile bulufluyor. Enerji-Sen bu oyuna herkesi davet ediyor.

‹flyerlerinden yoksul mahallelere

BEDAŞ direnişi AL‹ DUMAN/ENERJ‹-SEN GENEL BAfiKANI

E

lektrik dağıtım şirketlerinde yaşanan özelleştirmeler sonrası, gitgide artan iş kazaları ve cinayetlerine dur demek için, sendikamızın işçi sağlığı ve iş güvenliği sekreteryasının çizdiği program doğrultusunda işçi sağlığı ve iş güvenliğini bir mücadele başlığı olarak sürekli başat gündemimiz yaptık. Özellikle son bir buçuk yılda başta İzmir, Ağrı, Hakkari, Van, Muş, Bitlis, Diyarbakır dağıtım şirketlerinde olmak üzere Türkiye'nin pek çok yerinde yaşadığımız deneyimlerin de ışığında bu yazıda güncel olan BEDAŞ deneyimine değineceğim. BEDAŞ'ta birçok yazılı ve sözlü görüşmelerle bir iş güvenliği politikası oluşturmak için yaklaşık 2 senedir sistemli bir şekilde girişimlerde bulunuyoruz. Özellikle bu yıl içerisinde yaptığımız işyeri odaklı 1 Mayıs eylemlerimiz, Soma Katliamı’nın yaşandığı gün işverenin her türlü baskısına rağmen yaptığımız kitlesel grev, yine Mayıs ayı içerisinde BEDAŞ'ta iş cinayetinde hayatını kaybeden Salih Geçer arkadaşımız için ve geçen yıl taşerona karşı mücadelede bir direnişimiz esnasında ilaç parası bulamadığı için hayatını kaybeden üyemiz, arkadaşımız Murat Göçmen için yaptığımız saygı duruşu ve eylemlerden rahatsız olan CLK (CengizLimak-Kolin) şirketi; iş kazalarının üzerinde duran ve çalışma yaşamında en az iki kişilik ekiplerle çalışma, kişisel koruyucu donanımların tedarik edilmesi gibi temel ısrarcı talepleri olan bu örgütlülüğe saldırmak için fırsat kolluyordu. SEND‹KA YOKSA, ONUR VE Efi‹TL‹K DE YOK İşveren, sendikamız DİSK Enerji-Sen’in örgütlülüğünü kırmak için, sarı

Özelleştirme politikalarıyla halkın enerji hakkının gasp edilmesinin doğurduğu hoşnutsuzluk, çok kısa süre içerisinde 10'a yakın mahallede hem CLK'ya tepki hem CLK işçilerinin direnişine destek biçiminde gelişen eylemlere yol açtı sendikayla imzaladığı toplu iş sözleşmesinde tarihte görülmemiş türden hukuk dışı ve eşitliğe aykırı ayrıcalıklar getirerek, işçileri sarı sendikaya yöneltmek istedi. İşverenin bu hukuksuz ve ayrımcı yaklaşımına karşı oluşan tepki ile başlayan süreç, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili taleplerimizle birlikte 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği yasasına göre iş bırakmamızla devam etti. Süreç içerisinde işyerinde her gün disiplin tutanakları ve işveren tehdidi altında işyeri hekimine ve iş güvenliği uzmanına hazırlatılmış iş güvenliği kurul tutanakları (daha sonra meslek odaları bu kuruldaki mühendis ve doktorların ifadesini istemiş, işveren tehdidini ispatlamışlardır) can güvenliği isteyen işçilere zorla imzalatılmaya çalışıldı. Dik duran işçilere işleri geç verildi, öncüler sürgünlere yollandı. Enerji-Sen örgütlülüğünün kırıldığı birimlerde iş yükü en az 2 katına çıkarıldı, insanlık onurundan, eşitlikten eser kalmadı. Avcılar işletmesinde 26 işçi, işçi sağlığı ve iş güvenliği talepleri yüzünden işten atıldı. Avcılar BEDAŞ'ta bir enerji işçisinin BEDAŞ güvenliklerinin müdahalesiyle kapıya sıkışması sonucu kalp krizi geçirmesiyle başlayan aktif direniş süreci bugün önemli bir toplumsal destek sağlamış durumdadır. İşverenin saldırısının bu kez, öncekilerden farklı olarak tek başlıklı ve işyeri sorunları üzerinden değil; güvencesizliğe karşı işçilerin evi, yurdu haline gelmiş sendikamızın örgütlülüğünün bir bütün olarak tasfiyesi amacıyla kurulmuş, üzerinde uzun zamandır çalışılan bir planla hayata geçirilen bir saldırı olduğu artık açıkça görülmektedir. Sendikal ayrımcılığa karşı tutumla başlayan aktif direniş süreci her gün 4-5 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını kaybettiği, Somaların, Torunların yaşandığı bu

süreçte işçi sağlığı ve güvenliği başlığında keskin bir hak mücadelesi çizgisini görünür kılmıştır. HAVADA, KARADA, ‹fiYER‹NDE, MAHALLEDE… Direnişimiz çatıda, denizde, SGK işgalinde, "Enerji zirvesi"nde görünür bir hal alırken, mahallelerde ve halkın gözünde de önemli bir sempati yaratmıştır. Bununla beraber, halkın yüksek faturalarla; kimi faturalardan daha yüksek ücretlerle ve ihbar bile yapılmadan, bazen sayacı sökmeye varan elektrik kesmelerle; niteliksiz çalışmaktan ve bakımsızlıktan dolayı sürekli yaşanan elektrik kesintileriyle somutlaşmış enerji hakkının gaspına karşı oluşan öfkesi, BEDAŞ'a karşı ciddi bir tepkiye dönüştü. Ve bu tutum alış, belki de hiçbir kurumun veya çatının örgütleyemeyeceği bir hızda geniş bir alana yayıldı. “400 OKUMACI ‹LE GAZ‹ SAVAfiI” Özelleştirme politikalarıyla halkın enerji hakkının gasp edilmesinin doğurduğu hoşnutsuzluk, çok kısa süre içerisinde 10'a yakın mahallede hem CLK'ya tepki hem de işçilerinin direnişine destek biçiminde gelişen eylemlere yol açtı. Sü-

reç, işçi alımlarında bile mezhepçi yaklaşımıyla bilinen koordinatörlerin başını çektiği 400 işçiyle, mahallelinin tepkisi nedeniyle 2 aydır elektrik sayaçlarının okunamadığı Gazi Mahallesi'ne çıkarma yapmasına kadar vardı. Ancak Gazi’de sayaçlar yine okunamadı. Görünen o ki şirket kendi kurguladığı "400 okumacı ile Gazi savaşı"nı da kaybetti. Bizim için sevindirici olan şirketin bütün fütursuzluklarına karşın tek bir işçinin zarar görmemesiydi. Açıkça söylemek gerekirse mahalle bazlı eylemlerin hiçbiri sendikamız tarafından örgütlenmedi, örgütlenmiyor. Ancak tahminen 80-100 tane endeksörün CLK'ya verdiği zarar, CLK’nın işçilerin canını hiçe saymasının, sendikal ayrımcılık ve baskı politikalarının, yasaların işverenler lehine olan kısımlarını son haddine kadar kullanıp, yasada yazdığı kadar bile can güvenliği isteyen işçiye kapı gösterilmesinin, yaşanan can kayıpları ve güvencesizliğin işçilerin hayatında yarattığı ekonomik, toplumsal, politik zararların yanında terazimize girmeyecek kadar değersizdir. Bir sonuç olarak ortaya çıkan endeksör kırma işçilerin ezilen, işverenin ezen olduğunu gösteren bir turnusol olmuştur. Çünkü mahallelere şirket adına "savaşması" için sokulan işçiler sayaç okurken gönülsüz davranmış, "komutan"larını sahada bırakarak geri çekilmiş, kendilerinin de yaşadıkları işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarını dile getirdiği için atılan 26 enerji işçisi ile empati kurarak direnişlerine desteklerini sunmuşlardır. Bu direniş artık bütün BEDAŞ işçisinin direnişidir.

Sayaç k›rmak, makina k›r›c›l›¤› m›? Elektrik sayaçlar› eskiden defterlere yaz›larak okunurdu. Teknolojinin geliflmesi ile sayaç endeksörleri icat oldu. Endeksörler sayaç okuma ve açma kesme ifllemlerinde art›k daha kolay kayda al›n›p, hata oran›n›n azalmas›n› sa¤lad›. Di¤er yandan endeksörler içindeki GPS ile iflçilerin bulundu¤u konumu

iflverenin anl›k bilmesine sebep oldu. Yani iflveren gün boyu yürüyerek çal›flan iflçiler 5 dakika solukland›¤›nda dahi haberdar olabiliyor. ‹flveren BEDAfi'ta daha fazla kar politikalar› için kulland›¤› bu sistemle çal›flma yo¤unlu¤unu ve çal›flma saatlerini art›rarak, sayaç endeksörlerini "iflçilerin modern zincirleri" haline getirdi. Bugün makina k›rma olaylar›ndan kategorik olarak farkl› olsa da, tepki amaçl›

makina k›r›c›lar› ilk olarak 1790'larda Avrupa'da görülmüfltür. O y›llarda sanayinin geliflmesiyle zanaatlar›n›n makinalar karfl›s›nda de¤ersizleflmesi sonucu iflçiler makinalar›n› k›rmaya bafllam›fllard›, bu makina k›r›c›l›¤› 40 y›l kadar sürdü. Bugünkü k›r›lan makinalar belki de ileri tarihlerde mahallelerde ve iflyerlerinde; halk›n enerji hakk› mücadelesi ile güvencesiz iflçilerin insanca yaflama ve insanca çal›flma koflullar› mücadelesinin buluflmas›n›n ilkel tepkileri olarak an›lacakt›r.


9

SERMAYE 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

İ K T İ D A R İ Ç İ Ç AT I Ş M A B A N K A C I L I K A L A N I N A D A U Z A N D I

Cemaat’in bankas› AKP’nin hedefinde söyledi. Bank Asya'dan yapılan açıklamada ise Borsa İstanbul'un kararının keyfi olduğu ve yasal yollara başvurulacağı belirtildi. 30 Eylül’de Gözaltı Pazarı’nda işleme açılan hisselerde yüzde 11.46 kayıp yaşandı ve 0.85 TL’ye indi.

MEHTAP METİNOĞLU

S

on 10 aydır Bank Asya’nın batacağına yönelik kimi söylentiler ve bankanın batmamak için “seferberlik” ilan ettiğine dair haberler gündemde. Başta Tayyip Erdoğan ve AKP medyasının körüklediği “batık banka” söylemine karşı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra ekonomi yönetimindeki kimi isimler tepki gösterdi. Bank Asya etrafında oluşan bu kutuplaşmanın başlangıç noktası ise 17 ve 25 Aralık operasyonu. AKP-Gülen Cemaati arasındaki iktidar çatışması AKP’nin polis, yargı ve Bank Asya üzerinden yaptığı karşı ataklarıyla devam ediyor. Gülen Cemaati’nin Türkiye ekonomisindeki en büyük dayanağı olan Bank Asya’nın güven ve itibarını kaybetmesi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) banka hakkında yaptırım uygulaması hatta TMSF’nin el koyması durumunda AKP, Cemaat’e büyük bir darbe vurmuş olacak. Bank Asya'nın kaybedilmesi Cemaat ile irtibatlı iş adamlarının oluşturduğu TUSKON'u da etkileyecek. Bu etkilenme Cemaat'in tüm tabanına yayılacak. OPERASYONU ERDOĞAN YÖNETİYOR BDDK’ye neredeyse her konuşmasında Bank Asya konusunda çağrıda bulunan Tayyip Erdoğan 16 Eylül’de şöyle konuştu: "Bank Asya tahtası açıldı, dip yapma süreci var. Böyle taşıma su ile değirmeni döndüremezsiniz. Bankacılığın kendine has kuralları var. Ona göre top oynamak zorundasınız. İstediği zaman vatandaş parasını çekebilmeli. Eğer vatandaşı parasını çekemez hale gelirse, sermaye rasyosunda ciddi bir kapanma var demektir. BDDK'nın atması gereken adımlar var. Hangi maddeyi uygular bilemem ama benim de ülkemin birliği dirliği için bir yere kadar işi takip edip gerekli bilgiyi almam lazım. Takipteyiz. BDDK karar vermeli ve buna göre adım atmalı. Aksi takdirde bunun sorumlusu BDDK olur". Erdoğan, konuşmalarında Bank Asya müşterilerine “Paranızı çekin, istediğiniz zaman çekemeyebilirsiniz” mesajı verirken BDDK’ye de “gerekeni yapması” konusunda baskı uyguluyor. Bank Asya’nın batması

Bir banka nas›l batar?

AKP-Cemaat arasındaki iktidar çatışmasının bir ayağı Bank Asya üzerinden ilerliyor. AKP, Cemaat’in ekonomideki en büyük dayanağı olan Bank Asya’yı denetim altına alarak Cemaat’e büyük bir darbe vurmayı planlıyor durumunda ekonomide yaşanacak küçük çaplı krizden endişeli olduğunu, “ülkenin birliği, dirliği” için takipte olduğunu iddia eden Erdoğan’ın ve AKP’lilerin bankanın bu duruma gelmesi için yaptıklarına göz atmakta fayda var. BANK ASYA’NIN “ÇÖKÜŞ” HİKAYESİ 17 Aralık Operasyonu’nun ardından Türk Hava Yolları, Takasbank gibi devlet kuruluşları milyarlarca liralık mevduatını Bank Asya'dan çekti. Aynı zamanda AKP’lilerin de mevduatlarını çekmeye başlamasıyla Bank Asya'dan büyük bir mevduat çıkışı başladı. Bankanın itibari değerini yükseltmek için Fethullah Gülen, Cemaat’e fedakarlık göstermelerini, arabalarını, ziynet eşyalarını satarak hatta emekli aylıklarını ellerine alarak Bank Asya şubelerine koşmalarını telkin etti. AKP’li bürokratlar

ve medya, Bank Asya'ya el konulacağı yönünde spekülatif beyanlarda bulundu. Böylece hisselerinin büyük bir payı halka açık olan banka değer kaybetmeye başladı. Erimeyi bir türlü durduramayan Bank Asya, mart ayı sonunda Qutar İslamic Bank ile ortaklık görüşmelerine başladığını duyurdu. Bu haberin ardından Bank Asya hisseleri dört günde içinde yüzde 60 yükseldi. Duygu Büyükyazıcı’nın Radikal Blog’da yayımlanan “Bank Asya hükümet eliyle mi batırılıyor?” başlıklı yazısında ortaklık konusu şöyle anlatılıyor: “Söz konusu hadise Borsa İstanbul'da staj yaptığım döneme denk geldiğinden süreci yakından gözlemlememe olanak verdi. Ancak gelin görün ki bu ortaklık duyurusu yapıldığında BDDK' ye başvuru yapılmamıştı... Sadece bir haberle hisselerini yüzde 60 yükselttiler. Bu oran istisnai olsa da, borsada böyle şeyler olağan.

Duygu Büyükyaz›c›’n›n Radikal Blog’da yay›mlanan “Bank Asya hükümet eliyle mi bat›r›l›yor?” bafll›kl› yaz›s›nda bir bankan›n medya, spekülatif haberler ya da gerçekli¤i yans›tmayan aç›klamalarla nas›l batabilece¤i flöyle anlat›l›yor: “Bir banka nas›l batar? Çok kolay. Bir banka bir dedikoduyla batabilir. Bir hisse senedi de dedikoduyla yükselebilir, dedikoduyla alçalabilir. Bu dedikodu durumunu ekonomi için çok daha meflru bir flekilde ifade edebiliriz: beklenti yönetimi ve alg› yönetimi. Peki bir banka dedikoduyla nas›l batar? Bankalar›n temel olarak yapt›¤› ifl fludur; piyasadan mevduat toplar, bu mevduat›n güncel oranlarla bir k›sm›n› bankas›nda nakit tutar, bir k›sm›n› merkez bankas› nezdinde tutar ve kalan mevduat› kredi olarak verir. Öz ser-

Kısa bir süre sonra ortaklık payında anlaşılıp BDDK'ye başvuru yapıldığında ise BDDK uzun bir süre bu başvuruyu gündemine almadı. Yoksaydı, süreç uzadı. BDDK'nin devlet kurumu olduğunu anımsatalım(!)” Bank Asya, 8 Ağustos'ta Qatar İslamic Bank ile ortaklık anlaşmasını feshettiğini açıkladı. Borsa İstanbul, ortaklık yapısındaki belirsizlik nedeniyle 12 Ağustos’ta Bank Asya'nın hisselerini geçici olarak işleme kapattı. 15 Eylül’de hisseler tekrar işleme açıldı ve günü yüzde 11 kayıpla kapattı. Borsa İstanbul yönetimi, 26 Eylül’de Bank Asya’nın ortaklık yapısının belirli olmadığını gerekçe göstererek 30 Eylül’den itibaren bankanın hisselerinin “Gözaltı Pazarı’nda” işlem göreceğini

mayesi ve borçlanma gibi finansman kaynaklar› olsa da bankalar temel olarak mevduatlarla beslenir. Mevduat sahipleri aniden mevduatlar›n› çekerse en güçlü banka bile batabilir. Mant›k çok basit. Bir sabah kalkt›¤›n›zda, gazetenizi okurken paran›z› yat›rd›¤›n›z bankan›n bataca¤› haberini görürseniz ne yapars›n›z? Gidip o bankadan paran›z› çekersiniz.”

CHP BANK ASYA’NIN DERDİNDE Bank Asya’nın durumu AKP’liler arasında da krize neden oldu. Ali Babacan’ın 6 Temmuz’da Kanal 24 canlı yayınında Bank Asya’nın katılımcı bankacılık yapmak isteyen Ziraat Bankası’na satılması için görüşmeler yapıldığını açıklamasına Yiğit Bulut’tan yalanlama geldi. Babacan’ın açıklamasıyla bankanın hisseleri yüzde 7 değer kazandı. Babacan’ın yeni kabinede olup olmayacağı bu olay üzerinden AKP ve Cemaat medyası tarafından epey tartışıldı, AKP’den “paralelci” ilan edenler oldu. Erdoğan BDDK aracılığıyla bankaya her yüklendiğinde Babacan BDDK’nin “bağımsızlığını ve karar verici kurum” olduğunu öne çıkardı. Ekonomi yönetiminin "başında" olan Babacan, sermaye gruplarının çıkarlarını korumalı ve dengelemeliydi. Kemal Kılıçdaroğlu ise Başbakan Ahmet Davutoğlu’na finans sermayesinin çıkarlarını savunan, Erdoğan’ın Bank Asya konusunda anayasal açıdan sorumsuz olduğunu vurgulayan bir mektup yazdı. Kılıçdaroğlu, söz konusu mektubuyla Erdoğan'a karşı "mücadelesini" finans sermayesinin ve Cemaat'in tarafında saf tutarak yürüteceğini gösterdi. Erdoğan’ın spekülatif açıklamalarının kanuna aykırı olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu mektubunda şu ifadeleri kullandı: “Son kez uyarıyorum: Türk ekonomisi bankacılık kesiminde bugünkünü andıran bir dedikodu ve karalama kampanyasının bedelini ağır ödedi. 25 banka battı, milli gelirin üçte biri kadar zarar edildi. Eğer Başbakan iseniz lütfen gereğini yapın. Hedefteki bankada sorun varsa, yasal çerçevede kalarak çözün. Yok, sorun bankada değil, yüksek rakımlı tepenin sakinindeyse, kendisini önce bir sükûnete davet edin.” Kılıçdaroğlu, “Banka batırma oyununun kazananı olmaz, krizin sorumlusu siz olursunuz” diye, AKP’yi krizle tehdik ederken tekelci sermayeye ve Cemaat’e göz kırptı.

3 YILDA ELEKTRİĞE %39, DOĞA LGA ZA %57 ZAM

Bayram›n ilk h›rs›z›: Enerji Bakanl›¤› E

nerji Bakanı Taner Yıldız, enerji maliyetlerinin çok fazla arttığı gerekçesini öne sürerek elektrik ve doğalgaza yüzde 9 zam yaptıklarını açıkladı. Bu zam enerjinin temel girdi olması nedeniyle diğer tüm tüketim mallarına da zam yapılmasının önünü açacak. Enerjideki %9 zamlı fiyatlar 31 Aralık’a kadar geçerli olacak. Bu durum Ocak ayında yeni zamların geleceği anlamına geliyor. Yıldız, zamma gerekçe olarak enerji maliyetlerinin “çok fazla artmasını” öne sürerek, bunu da doların 2,28 TL'yi bulmasına ve kuraklığa bağladı ve 24 aydan bu yana herhangi bir zam yapamadıklarını ancak bu yıl koşulların daha “zorlu” olduğunu savundu. Ancak AKP’nin elektriğe ve doğalgaza zam yapmadığını iddia ettiği son iki yıl içinde küresel piyasalarda doğalgaz fiyatları yüzde 22.1 düştü. Türkiye Avrupa ülkeleri içindeki en yüksek elektrik ve doğalgaz faturasını ödeyen ülkelerin başında geliyor. Elektrik ve doğalgaza yapılan zam sonrası enflasyonun iki haneli rakamlara çıkması da bekleniyor. Enerji fiyatlarına bugün gelen zamla birlikte son üç yılda doğalgaza yapılan zam oranı yüzde 57,9'a, elektriğe yüzde ise yüzde 39'a çıkmış oldu. “Enerji fiyatlarının artmadığı” yalanına karşı TMMOB Makine Mühendisleri Odası bir açıklama yayımlayarak AKP döneminde doğalgaz fiyatlarının yüzde 355 oranında arttığını duyurdu. Zam oranı 2011 Eylül fiyatlarına göre

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, elektrik ve doğalgaza 1 Ekim'den itibaren yüzde 9 zam yapıldığını açıkladı yüzde 67,7, 2012 Mart’a göre yüzde 45,8, 2012 Eylül’e göre ise yüzde 21,5 düzeyinde. Elektrik fiyatlarına son yapılan yüzde 9 oranındaki zamla 2008 başından bu yana değişik elektrik tüketici grupları için fiyatlar yüzde 79–109 aralığında arttı.

Konutlarda artış yüzde 109 oranında oldu. Elektrik üretiminin ağırlıkla doğalgaza dayalı olması nedeniyle, 1 Ekim’de yapılan doğalgaz zammı, önümüzdeki aylarda elektrik fiyatlarına da yansıyacak. Elektrik tarifelerinin değişik kalemlerinde

özelleşen dağıtım şirketleri lehine yapılan değişiklikler de yeni zamların gerekçesi olacak. Elektrik ve doğalgaza yapılan zamlar, bu enerji girdilerini kullanan tüm sektörlerde yeni fiyat artışlarına da neden olacak ve şimdiden yüzde 10’a dayanan enflasyonu

daha da artıracak.

AKP, savafl tezkeresi ile birlikte do¤algaz ve elektrik üzerinden savafl zamlar›n› da hayata geçirdi. Bayram öncesi yap›lan zamma Halkevleri’nden itiraz geldi. Ankara Halkevleri üyeleri bayram›n ilk h›rs›z›n›n yakaland›¤›n› söyleyerek 3 Ekim’de Enerji Bakanl›¤›’na gitti. Bakanl›k önünde Halkevleri ad›na bas›n aç›klamas› okuyan Zülküf Laçin, zamlar›n; Tayyip Erdo¤an’›n kendine yapt›rd›¤› AkSaray’›n, son 1,5 y›lda 978 milyon lira olan örtülü ödene¤in, Ifi‹D eliyle yürütülen savafl›n faturas› oldu¤unu söyledi. Halkevleri Ankara d›fl›nda Bursa ve Eskiflehir’de de zamlar› protesto için soka¤a ç›kt›


KENT ÇEVRE

10

9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

M U R G U L H A L K I S İ YA N Ü R E K A R Ş I B İ R L E Ş T İ , K A Z A N D I

“Bu iflçi, bu halk›n katili de¤il!” ÖZEN TAÇYILDIZ

A

rtvin Murgul’da bakır işletmesi bulunan Cengiz Holding’in sahibi Mehmet Cengiz, aynı bölgede altın aramaya karar verdi. Altını, suya ve toprağa karışarak yıllarca çözülmeyen zehirli siyanürle arayacaktı. Bölge halkının sağlığını düşünecek değildi, tapelerde küfürlerini duymuştuk. Faaliyete geçmek için devletten izin bekleyecek de değildi, daha birkaç ay önce kendisine peşkeş çekilen Hüseyin Avni Paşa Korusu’ndaki köşk, koruma kurulunun incelemesini bekleyememiş, yanıvermişti. Murgul’da da ÇED raporu çıkmadan iş makinalarını çalıştırmaya başladı, üstelik siyanürü halktan gizlemeye çalışarak ama bu defa hesabı tutmadı. Birleşen ve topyekun bir biçimde ayağa kalkan Murgullular, Cengiz’i siyanürlü altın aramaktan vazgeçmek zorunda bıraktı, üstelik Cengiz’in işyeri Eti Bakır’ı eylem alanına çevirerek. Yukarıdaki iki fotoğraf bu eylemlerden birine ait. “Siyanüre Hayır” pankartının arkasından toplanmış 800 Eti Bakır işçisi iş bırakmış, işletme önüne gelen binlerce Murgulluyla buluşacak birazdan. Etibank’ın 1950’lerden itibaren Damar Köyü’nde bakır üretimine başlamasıyla neredeyse tek geçim kaynakları haline gelen madencilikte, kamu işletmesi çalışanı olarak görece yüksek gelir düzeyi, güvenceli bir işleri vardı.

Artvin’de işçi-köylü-kadın-çocuk birarada; siyanürlü altın arayacak Cengiz Holding’e geri adım attıran Murgulluların mücadelesi, sularından sonra topraklarına göz diken sermayeye karşı Karadenizlilere yol gösterecek Ama maruz kaldıkları zehirli SO2 (kükürt dioksit) gazının ilçede yeşili yok etmesi, suları kurutması, solunum ve peşisıra kanser hastalıklarına yol açması pahasına. 2006’da özelleştirme ile işletmeler Cengiz’e devredilince gelirleri düştü, çalışma koşulları kötüleşti, sendikalaştıkları için baskıya maruz kaldılar. Cengiz bu defa siyanürlü altın arama işine girmeye kalkınca işçiler, işten atılma tehditlerine rağmen günlerce iş bıraktı. Bu fotoğrafta da “Maden işçisi yalnız değildir” sloganlarıyla kendilerini bekleyen hemşerilerine “Bu işçi bu halkın katili değildir” sloganlarıyla yürüyorlar. “BİZ GELDİK SEN NEREDESİN CENGİZ!”

İşçilerle işletme önünde iki eylemde buluşan Murgullular arasında kadınlar çoğunluktaydı. Küfürlü tapeleri çıkan Mehmet Cengiz’e “Biz geldik sen neredesin” diye ön saflardan seslendiler. 26 Eylül’deki ilk eylemde çocuklar okula gitmemişlerdi, gittiklerinde de gündemleri siyanürdü. Yunus Emre İlkokulu’nda çocukların etkinlik panosu Cengiz’e uyarı mesajları, “Siyanüre hayır” yazılarıyla

doluydu. “Ölmek istemiyorum” yazmıştı çocuklar. Hakikaten siyanür, Murgul için ölüm demekti. Siyanür herhangi bir madde değil, etkileri yok olmayan bir zehir. Havaya, toprağa, suya karışır, insan vücuduna geçer. Doğa ve canlı yaşamında geri dönüşü olmayan tahribatlara neden olur, etkisi çok uzun yıllar kullanıldığı alandan silinmez. Tam da bu nedenle Murgulluların “Toprağına, suyuna, ilçene sahip çık” sloganıyla örgütlediği mücadele süreci, her kesimi birleştirdi. Öyle ki AKP’li belediye başkanı dahi sürecin dışında kalamadı. Mücadele, kısa sürede kurulan, eylem çağrılarını yapan ve bir taraf olarak şirketle görüşmeler yapan Murgul Siyanüre Hayır Platformu çatısında yürütüldü. Platform’un Eylül başında düzenlediği panelde bir araya gelen ve salona sığamayan bini aşkın insan mücadele kararlılığını burada gösterdi, Cengiz Holding’e karşı yürüyüş düzenleme kararını ortaklaşa aldı. Siyanürlü madenciliği

topraklarında istemeyen halkın neredeyse hepsinden imza alan Murgul Siyanüre Hayır Platformu’nun görüşme talebi Cengiz tarafından karşılık görmeyince ilk eylemlerini 26 Eylül’de yapan Murgullular, siyanürlü maden işlemini kendilerinden gizlemeye çalışan Mehmet Cengiz’e “Ne yaptığını biliyoruz. Bu hukuksuzdur” diye seslendiler, makinaların geri çekilmesini talep ettiler. Basın açıklamasından bir süre sonra işletmenin müdürü, Mehmet Cengiz’in kendisini arayarak “Makinaları çekin, bölgede siyanür yapmayacağız” dediğini aktardı. Eyleme katılanlar işletme önünde beklerken sahaya denetime giden platform üyelerinden makinaların çekildiği haberi geldi. Cengiz İnşaat, eylem sonrası Belediye Başkanı ve Murgul Siyanüre Hayır platformu ile görüşme de talep etti ancak görüşmede bir sonuca ulaşılamayınca Murgullular iki gün sonra tekrar eylem yaptı.

MÜCADELE CERATTEPE’DEN, FATSA’DAN AYRI DEĞİL

26 Eylül’deki ilk eylemden itibaren iş bırakan işçiler, “Altın çıkaracaksan bakırdan da vazgeçeceksin” diyerek iş başı yapmak için siyanürden vazgeçilmesini şart koştular. “Bu yiğit ana ve babaların işçi çocukları olarak bizden katil olmaz. Biz kendi çocuklarımızın mezarını kazmayacağız” diyorlardı. Cengiz de direnemeyerek Murgul’da siyanürlü altın arama işi yapmayacağına dair bir protokol imzaladı. İşçiler, işten atılır ya da tehdit edilirlerse tekrar iş bırakacaklarını da açıkladılar. Murgulluların birleştirdikleri tek mücadele bu değil, kavgaları Murgul’la sınırlı değil. Murgul’da verdikleri mücadeleyi, Cengiz’in maden çıkarmak istediği Artvin Cerattepe’den de siyanüre direnen Fatsa’dan da ayrı tutmuyorlar. Zafer kutlaması yaptıkları 6 Ekim’deki şenliklerinden, aynı gün siyanüre karşı miting yapan Fatsa-Ünyelilere gönderdikleri mesajda “Haklı mücadelenizde yanınızdayız. Biz Murgul’da sermayeyi yendik ve memleketimize siyanür zehrini sokmadık” diyorlardı. Belli ki, Murgul’dan gönderdikleri “direniş dolusu selamlar”, Karadeniz’in sularından sonra şimdi de yer altı zenginliklerine göz diken, vahşi madencilik yöntemleriyle talana hazırlanan sermayeye karşı bundan böyle bölgede yol gösterecek.

‘Oruçbaba Parkı bizimdir’ İstanbul Fatih’te Oruç Baba Türbesi’nin de bulunduğu Oruç Baba Parkı’nda yapılmak istenen inşaat, mahalle halkının tepkisi ile durduruldu. Geylani İlim Kültür ve Eğitim Vakfı’nın kendisine tahsis edilen parkı yıkarak yerine tekke, cami, yurt yapmak istemesi mahallelinin tepkisine neden olunca park, arkeolojik kazı yapıldığı bahanesiyle halkın kullanımına kapatıldı. Oruç Baba Gönüllüleri’nin başvurusu ile belediye inşaat izni olmayan çalışmayı durdurdu. Ancak 25 Eylül’de vakıf yetkililerinin tekrar çalışma başlatması ile parkın zemininde bulunan parke taşları söküldü. Mahallelinin başladığı park nöbetine giden avukatlar ve İstanbul halkının desteği ile inşaat çalışmaları akşam saatlerinde durdu, parke taşları tekrar parka döşenmeye başlandı. 26 Eylül’de Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir mücadeleye kayıtsız kalamadı, mahalleye gelerek “Burası park olarak kalacak” açıklaması yaptı. Parka gelen belediye görevlileri vakıf yetkililerinin arkeolojik kazı bahanesiyle halka kapattığı parkın demir ka-

pılarını söktü. İnşaat çalışması için parktan dışarı taşınan masaları park içine mahalleli taşıdı. Mahallenin tek yeşil alanı ve olası bir depremde toplanılabilecek tek boş alan olan park için biraraya gelen mahalle halkı 27 Eylül günü de direnişini şenlikle kutladı. Mahallede özellikle kadınların sahiplendiği park, bölgenin tek yeşil alanı ve “nefes alacağımız yer” olarak tanımlanıyor. Vakıf yetkilileri Haziran ayında da benzer bir girişimde bulunmuş, park kapatılarak türbe bahçesine demir ve kereste yığılması üzerine mahalleli ayağa kalkmıştı. Parkın zincirlenen kapılarını keserek kapatılan alanı işgal eden mahalle sakinlerinin tepkisi üzerine bahçedeki inşaat malzemeleri Fatih Belediyesi ekipleri tarafından kaldırılmıştı. Vakfın hocaları mahalleliyi “cami istemiyorum derseniz dinden çıkarsınız” diyerek ikna etmeye çalışmıştı. Vakıflar Genel Müdürlüğünü’nün Geylani Vakfı ile imzaladığı 10 yıllık tahsis ve kira protokolünün iptali için mahalleli dava da açtı. 3. İdare Mahkemesi’nde görülecek davada ilk duruşma 9 Ekim’de.

Direnifl çad›r› mahkemede de kazand›: Antalya’nın Akseki ilçesinden başlayıp Manavgat ilçesine devam eden Karpuz Çayı ve bu çayın geçtiği Ahmetler Kanyonu’nda inşa edilmesi planlanan Kanyon Regülatörü ve HES projesi hakkında valilik, 2009 yılında “ÇED gerekli değildir” kararı aldı. Karardan 2012 yılında haberdar olan köylülerin yaptıkları dava başvurusu, 60 günlük itiraz süresi aşıldığı gerekçesiyle kabul edilmedi. Şirket çalışanlarının inşaat için araçlarıyla birlikte bölgeye gelmesiyle birlikte köylüler büyük bir direniş başlattı, çadırlı eylem yaptı. Şirket

resel anlamda telafisi güç veya imkansız zararlar doğabileceğini belirtti. Ahmetler Kanyonu, Akseki Murtiçi köyünden başlayıp 12 kilometre uzunluğunda ve dünyaca da tanınan önemli bir doğa harikası. 400 metre derinliği olan kanyon, turizm ve doğa sporları kulüpleri tarafından çok sık ziyaret ediliyor, her yıl binlerce turist ağırlıyor. Kanyonun su havzası aynı zamanda Manavgat’ta 14 köyün içmesuyu ve sulama suyu ihtiyacını karşılıyor.

Ahmetler’de HES’e durdurma elemanlarının silahlı saldırısına da uğrayan köylülerden yaralananlar oldu ancak günlerce süren direniş karşısında şirket araçlarını geri çekmek zorunda kaldı. Köylüler şimdi de açtıkları davayla projenin yürütmesini durdurdu. Valiliğin ÇED gerekli değildir kararının Manavgat’ta sadece bir kütüphanede asıldığını belirleyen köylüler, ırmağın karşı yakasında yer

alan Güçlüköy’ün bağlı olduğu Akseki’de bir duyuru yapılmadığını belgeledi. Güçlüköy’den bölgedeki tüm köylüler adına Antalya 2. İdare Mahkemesi’ne yapılan başvuruda dava kabul edildi. Mahkeme, bilirkişinin hazırladığı raporu dikkate alarak yürütmeyi durdurdu, 4 Eylül’de de mahkeme dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığına hükmetti. HES’in yapılması halinde, çev-

‘Altın değil hayat istiyoruz’ HES’lerle dereleri talan edilen Karadeniz’de sermaye flimdi de yer alt› zenginliklerine göz dikti. Ordu’nun Fatsa ilçesine ba¤l› Yukar› Bahçeler Mahallesi Engiz bölgesinde Alt›ntepe Madencilik’in siyanürlü alt›n madencili¤i yapmak istiyor. Daha flimdiden bölgedeki orman alan kesildi, Yukar›tepe Köyü’nde yap›lan patlatma ile köyün suyu kesildi, deresi madene ba¤land›¤› için hayvanlar içecek su bulamaz durumda. Ayr›ca arazi düzleme s›ras›nda çevre köylerde oluflan tozdan insanlar ve bahçeler zarar gördü, tankerlerin geçti¤i köylerde evlerde çat-

laklar ve kaymalar meydana geldi. Topraklar›nda siyanür istemeyen köylülerse mücadelede. Köylüler flirketin teller ve bariyerlerle çevirdi¤i alana yürüyerek burada eylem yapm›fl, tapulu arazilerinden geçen yollar› kapatarak flantiye alan›na araçlar›n geçmesine müsaade etmemiflti. 6 Ekim’de de Fatsa’da miting düzenlendi. FatsaÜnye Do¤a Koruma Platformu’nun ça¤r›s›yla bir araya gelen binlerce insan siyanürlü maden aramaya geçit vermeyeceklerini ve topraklar›n›, sular›n›, ürünlerini ve hayvanlar›n› koruyacaklar›n› belirttiler.


11

YÜZ YÜZE 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Leyla Halid’i tanımak

Halk›n Sesi

“Tanıdığı ilk gerilla olan Leyla Halid’in biyografisini tercüme ettiği için mutlu.” Filistin Kurtuluşunun Simgesi Leyla Halid kitabını Türkçeleştiren Ayşe Düzkan kitapta çevirmene yani kendisine ayrılan tanıtım köşesine bu notu da düşmüş. Feminist hareketteki çalışmalarıyla bilinen Düzkan, aynı zamanda 2009’dan bu yana Türkiye solunun Filistin davasıyla dayanışma kanalını oluşturmaya çalışan Filistin İçin

İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nde de aktif rol alıyor. Leyla Halid onun için yalnızca “tanıdığı ilk gerilla” olmasıyla değil, Filistin mücadelesinin bir simgesi olması ve Ortadoğu’da sol bir hareketin içindeki bir kadının özgürleşme mücadelesinin farklı boyutlarına ışık tutmasıyla da önem taşıyor. Düzkan’la Leyla Halid’in biyografisini, Filistin mücadelesini ve bu mücadele içinde yer alan kadınların özgürleşme mücadelesini konuştuk.

Dünü bugüne bağlayan kadın gerilla

L

eyla Halid’in hayatını bir roman akıcılığıyla anlatan bu kitap, ülkemizdeki mücadelenin sorularına cevap ararken bakışımızı yanı başımıza çevirmesi açısından da önemli

O

rtaöğretimde türban dini eğitimin Türkiye'ye dayatılması harekâtının bir parçası. Eğer karşı durulmazsa gündelik hayatlarımızı etkileyecek, korkunç bir sürece gireceğiz

HALKIN SES‹ / AYfiE DÜZKAN Halkın Sesi: Leyla Halid’in hayatını, Filistin’deki kadın mücadelesi ve FHKC’nin geçirdiği tarihsel süreçlerle birlikte anlatan bu kitabı yayımlama ihtiyacı nereden doğdu? Bu kitap bugün hangi önemli soruların yanıtlarını barındırıyor? Ayşe Düzkan: Her şeyden önce Filistin, bölgenin önemli devrimci dinamiklerinden biri. Filistin solunun ortaya çıktığı dönem dünyanın her yerinde ulusal kurtuluş hareketlerinin sol hareketlerle bağlantılı olduğu, eşitlik ve özgürlük taleplerini programına aldığı, sosyalizmden ilham ve bütün olumlu, olumsuz anlamlarıyla reel sosyalist sistemden güç aldığı bir dönem. Filistin, kefiyeli savaşçılar, Deniz Gezmiş'in cebinden çıkan FKÖ kimliği gibi imgeler Türkiye solunun tarihinde de yer buluyor. Ama hem tarihi hem de kaderi birbirine böyle yakın iki ülkenin sol güçleri arasındaki ilişki nostalji ve simgelere bırakılamayacak kadar ciddi bir konu diye düşünüyorum. Leyla Halid'in hayatı, Filistin'in ve Filistin solunun tarihiyle adeta iç içe geçmiş. Kitabı kaleme alan Sarah Irving ise Uluslararası Dayanışma hareketinden, Filistin'le ilgili en önemli internet sitelerinden biri olan www.electronicintifada.com sitesinin yazarlarından biri. Yıllar boyu ilmek ilmek örülmüş Uluslararası Dayanışma'nın önemini son Gazze saldırısında dünyanın her yanında yükselen eylemlerde gördük. Tarihi günümüze bağlayan ve dünyanın en tanınmış kadınlarından birinin, bir Arap devrimcisinin hayatını bir macera romanı akıcılığıyla ve eleştirelliği de bir kenara bırakmadan anlatan bu kitabın yayınevinin adına yakıştığına şüphe yok. Bu kitap, ülkemizdeki mücadelenin sorularına ve sorunlarına cevap ararken bakışımızı yanı başımıza ve doğumuza çevirmesi açısından da önemli. Filistin sorunu, bölgenin şekillenişi, Arap ülkelerinin varlığı ve ilişkileri gibi birçok konuda okuru bilgilendiren bir kitap. Pek çoğumuz için Leyla Halid uçak kaçıran ilk kadın gerilla olarak bilinir. Kitabı okuduğumuzda böyle olmadığını anlıyoruz. Leyla Halid’in bu kadar popülerleşmesinin sebebi nedir sizce? Leyla Halid, ilk kez denenen bu mücadele biçimiyle adı duyulan bir kadın. Uçak kaçırma eylemleri, 1960'lı yıllarda Filistin kurtuluş hareketi tarafından Filistin sorununa dünyanın dikkatini çekmek için gerçekleştiriliyor. Leyla Halid, cesareti, askeri dehası, davasına sahip çıkmasındaki kararlılığı ve tabi kadın oluşu ve güzelliğiyle dünya kamuoyunun ilgisini üstüne çekiyor. Filistin’de silahlı uçak kaçırma eylemi de yapan bir kadın gerilla, dışarıdan bakıldığında toplumdaki kadına yönelik baskıyı aşmış/özgürleşmiş gibi görünür. Peki, Leyla Halid ve Filistinli diğer kadın gerillalar için örgüt içinde ve toplumsal düzlemde erkek egemenliğinin aşıldığı söylenebilir mi? Bir kadının, kadınların hayatın erkeklere mahsus addedilen alanlarında yer alması mühendis, milletvekili, sanatçı, gerilla olması- onların hayatlarında önemli değişikliklere sebep olur ve kadınlar için olumlu rol modelleri yaratır ama bunun tek başına onların üzerindeki baskıyı ortadan kaldırmasını ummak, patriyarkanın bir sistem olduğunu inkâr etmek anlamına gelir. Ne Leyla Halid ne diğer Filistinli kadın gerillalar erkek egemenliğinin farklı baskı biçimlerinden muaf. Hatta genel olarak sol/muhalif hareketlerin Filistin toplumu üzerinde yaptığı etki bile bunun çaresi değil. Bunu kitapta çok açık bir biçimiyle görüyoruz. Leyla Halid kitapta geçen ifadelerinde “Bizim için en yüksek rütbe silah taşımaktı, bu şekilde kendimizi onların (erkeklerin) alanında kanıtlamak istiyorduk” diyerek erkeklerle aynı işleri yapabileceklerini ispatlayarak “eşit” olacaklarına inandığını söylüyor. Halid’in mücadele içerisindeki konumu feminist çevrelerde zaman zaman da eleştiri ile karşılanmış. Bir feminist olarak siz hem Leyla Halid özelinde hem de silahlı mücadele içinde

aktif rol alan kadın gerillalar açısından bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kitabı yazan Sarah Irving de bir feminist ve böyle bir çalışma için çok değerli olan eleştirel dayanışmayı gerçekleştirmiş ve zaman zaman hem Halid'e hem de FHKC'ye eleştirilerini dillendiriyor. Bu eleştiri noktalarından biri de eşitlik için Halid'in önerdiği bu yöntem. Eşitlik için çabalarken bir zamanlar aynı fikirleri benimsemiş ama haksız olduğunu görmüş bir kadın olarak, askeri yönü önemli bir harekette, bu alanın bir parçası olmanın önemini görüyorum. Ama bu eşitlik için yeterli değil, eşitlik siyasal bir program ve bu programın topluma uygulanması meselesi. Bu programın oluşturulması ve uygulanması her şeyden önce bunu hedefleyen ayrı bir örgütlülük gerektiriyor. Irving, aynı şekilde, bir feminist olarak Filistinlilerin mücadelesine ve özelde Halid'in silahlı mücadele içindeki konumuna karşı çıkan başka feministleri eleştirmekten de geri durmamış. Aslında tıpkı sosyalizm gibi, feminizm de farklı akımları içinde barındıran çok genel bir başlık. Benzer tartışmaları Türkiye'de de yaşadık. 1990'lı yıllarda benim de parçası olduğum Pazartesi dergisi Kürt kadın hareketine ve kadınlardan oluşan gerilla birliklerine yer verirken buna şüpheyle yaklaşan hem sosyalist hem de feminist kadınlar vardı. Bunların arasında şimdilerde HDP çevresinde olanlar var, bu eleştirinin yararının da bir kanıtı. Sarah Irving'in o dönem yazdıklarını alıntılayıp eleştirdiği kadınlar da belki bugün farklı düşünüyordur. Kitapta Halid, FHKC’nin ilk yıllarında örgüt içindeki kadınların genç ve bekâr olduklarını ama zaman geçtikçe kendilerinin de evlenip çocuk sahibi olmasıyla savaşın yanı sıra kadınların günlük hayatta yaşadıkları sorunların daha çok farkına vardıklarını ve bu konuda çalışmalar yaptıklarını dile getiriyor. Peki, Türkiye’den bakınca o dönemlerde, Filistin’deki kadın mücadelesinin seyri nasıldı?

Bir hareketin kurucu kadrolarının yaşlarının ilerlemesiyle farklı hayat pratiklerini tanıması ve buna göre çözümler üretmesi yaygın bir şey. Bunu Türkiye'deki kadrolar da yaşadı, ancak bizim kuşağınki 12 Eylül dönemine de denk geldiği için çözümler örgütlü olmadı. Nitekim henüz o "genç ve bekâr" kategorisinde yaşadığım o yıllarda Filistin kadın mücadelesi hatta kadın mücadelesi hiç ilgimi çekmemişti, kadınların eşitliği örgüt içindeki konumlarıyla elde edeceklerine inanıyordum, hayatı solculardan ibaret sanıyordum. O yüzden maalesef bu soruya bir cevabım yok. Halid, 1990’larla birlikte Filistin direnişinde solun düşüşü ve İslami hareketin yükselişinin; FHKC gibi sol örgütlere yönelik İsrail baskı ve tutuklamaları, örgütten ayrılmalar, Sovyet Bloğu’nun dağılması ve dış desteğin azalması gibi pek çok bağlamın etkisi sonucu gerçekleştiğini ifade ediyor. Siz bu dönüşümü nasıl ele alıyorsunuz? Ben de bunlara katılıyorum, İslami hareketlerin bölgede nasıl güçlendirildiğini hep birlikte gördük, görüyoruz. Reel sosyalist bloğun dünya dengelerinde nasıl büyük bir etkisi olduğu, en azından yıkılmasının ardından görüldü diye düşünüyorum. Benim gözlemim Mahmud Abbas yönetimindeki FKÖ liderliğinin uzlaşmacı tutumunun da Hamas'ı güçlendirdiği yönünde. Kitapta, İslami hareketlerin yükselişi ile birlikte Filistinli kadınların mücadele ile kazandığı birtakım hakların kaybedildiği anlatılıyor. Gazze’deki duvarlarda kadınlara örtünme çağrısı yapan yazıların olması gibi. Biraz bundan ve bu konuda Filistin direniş örgütlerinin tavrından bahseder misiniz? Hamas'ın Filistin direnişindeki yeri de, kadınlar konusundaki politikası da ortada. Filistin solunun, bu kitapta anlatılan ve bugünün devrimci kadınlarına şaşırtıcı gelen tutumlarının benzerini ben ve kuşak arkadaşlarım yaşadık. Örtü Müslüman bir sim-

gedir ve Filistin toplumu gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplumda, kadınların örtünmesini savunanlar olacaktır. Asıl mesele, kadınlara eşitlik vaat eden sol örgütlerin tutumu. Bu noktada, Leyla Halid'in ve Filistin kadın hareketinin önceliği hep işgal olmuş. Hamas ve İslami güçlerin kadınlar konusundaki tutumu ve özellikle LGBTİ'ler üzerindeki baskı İsrail'in çok sık kullandığı bir propaganda aracı. Dünya üzerinde "pink-washing Israel" olarak bilinen bu siyaset, kabaca İsrail'i çevresindeki Arap ülkelerinden farklı olarak, LGBTİ'ler için cennet olan özgür bir ülke olarak tarif ediyor ve uluslararası LGBTİ hareketi içinde taraftarları kadar muhalifleri de var. Şu an Türkiye’de de başörtüsünün ortaokula kadar girmesi bir “özgürlük” meselesi olarak sunuluyor? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu sürecin bize getirisi ne olacaktır? Her şeyden önce, başörtüsünü yetişkinlerin takması bile özgürlük değil, hak olarak tanımlanabilir ancak. En kutsal güç tarafından verilmiş bile olsa, bir emre itaat özgürlük olarak tanımlanamaz. Ailelerinin küçük çocukları örtünmeye zorlamasına imkan tanımanın özgürlükle ne ilgisi olabilir? Ailenin çocuk üzerindeki yetkilerini genişletmenin nesi özgürlükçü? Bu süreç ciddi bir muhalefetle karşılaştı, bunun etkilerini azaltacağını düşünüyorum ama dini eğitimin Türkiye'ye dayatılması harekâtının bir parçası. Eğer karşı durulmazsa gündelik hayatlarımızı etkileyecek, korkunç bir sürece gireceğiz. Son olarak, direnişçi kadınların biyografilerinin devamı gelecek mi, bu konuda süren çalışmalarınız var mı? İntifada'nın hem bölge genelindeki tarihsel kişilikleri hem de Filistin özelinde -sıradan ya da tanınmış olan- Filistinlilerin hayat tecrübelerini anlatan biyografik ve otobiyografik eserler yayınlama planlarının var olduğunu biliyorum.

Devrimden sonra evin yolunu tutmak mı? Ortado¤u’da modernleflme ve kad›n›n özgürleflme mücadelesi aç›s›ndan Kürt kad›n gerillalar›n mücadelesinin yerini nas›l tarif edebiliriz? Kürt kad›n hareketi tam da bu noktada ö¤retici bir pratik sergiliyor diye düflünüyorum. Çok söyledi¤im, söyledi¤imiz bir fleyi tekrar edeyim. Uluslaflma süreçleri, bir biçimde modernleflme süreçleridir ve kad›nlar›n nas›l yaflad›¤› bunun önemli bir parças›d›r ve bütün uluslaflma süreçleri kad›nlar›n hayat›n› bir biçimde de¤ifltirir; buna Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluflu da dahil. Ama cumhuriyetlerin, uluslar›n kuruldu¤u süreçlerin devrimci atefli söndükçe kad›nlar da evin yolunu tutar. Frans›z ‹htilali'nin memeleri aç›ktaki simge kad›nlar›ndan Cumhuriyet K›zlar›'na kadar böyle bu. Tabii ki zaferden önce her fley belli olmaz ama Kürt kad›n hareketi, bundan farkl› bir prati¤in ve gelece¤in kap›s›n› açt›. Dünyan›n her yerindeki kad›n hareketlerinin onlardan ö¤renece¤i fleyler var, onlar›n da dünyan›n farkl› yerlerindeki özellikle de güney ve do¤udaki kad›n hareketlerinden ö¤renecekleri oldu¤u gibi.

Filistin Kurtuluşunun Simgesi: Leyla Halid ‹ntifada Yay›nlar›’n›n ilk kitab› “Filistin Kurtuluflunun Simgesi: Leyla Halid” A¤ustos ay›nda kitapç›lardaki yerini ald› ve büyük ilgi gördü. Kitab›n yazar›, Filistin kurtulufl mücadelesinin bugününün sol perspektiften takip edilebilece¤i önemli kaynaklardan Electronic Intifada internet sitesi yazarlar›ndan feminist eylemci Sarah Irving. Irving, Filistin halk›n›n Siyonist yerleflimci sömürgecili¤e karfl› direnifl tarihiyle iç içe

geçen Leyla Halid’in devrimci yaflam›n› kendisiyle ve tan›yanlarla yapt›¤› röportajlara dayanarak elefltirel bir mercekten yans›t›yor. Leyla Halid’in bu k›sa biyografisi, Filistin direniflinin ve Halid’in üyesi oldu¤u Filistin Halk Kurtulufl Cephesi’nin geçirdi¤i tarihsel dönüflümlere ayna tutarken, Filistinli kad›nlar›n özgürleflme mücadelesinin ulusal kurtulufl mücadelesi ve silahl› mücadele ile etkileflimini tart›fl›yor.


12

EĞİTİM 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Halkın öğretmenleri anlatıyor

AKP’nin e¤itimde gerici ve piyasac› dönüflüm süreci bu y›l büyük bir alt üst olufl yaratt›. Atamas› yap›lmayan ö¤retmenler, AKP’nin yeni atama sistemi ile müdürlük kadrolar›n› ele geçirmesi, imam hatiplere yerlefltirilen gençler, imam hatip-

lere dönüfltürülen okullar yetmiyormufl gibi her okulda imam hatip s›n›f› açma giriflimleri ve en son ortaokullarda türban karar›… E¤itim alan›nda yaflananlar› mücadelenin içinde yer alan e¤itimcilere sorduk. Yeflilbahar Ortaokulu’nun imam

hatip olmamas› için mücadele eden ö¤retmenlerden Özden Aras, Talatpafla Ortaokulu’nda imam hatip s›n›flar› aç›lmas›na karfl› fiifllili velilerle birlikte mücadele eden 19 May›s ‹mam Hatip Okulu ö¤retmeni Hatice Allahverdi ve

Sar›yer Behçet Kemal Ça¤lar Anadolu Lisesi ö¤retmeni Aziz Y›lmaz Halk›n Sesi’ne e¤itim alan›ndaki sorunlar› anlat›rken gerici ve piyasac› e¤itim politikalar›n›n ancak etkili bir direnifl çizgisi yarat›larak durdurulabilece¤ini vurgulad›lar.

‘E¤itim alt üst olurken direnifl flart oldu’ UTKU O⁄UL

“Her yıl ücretsiz dağıtıyoruz” dediği ancak sayfa sayısı ve içeriği her yıl gerileyen üstüne bir de dağıtımı günlerce geciken ders kitapları…çok sayıda sorun aynı anda yaşanıyor. Lise öğretmenisiniz, TEOG sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Aziz Yılmaz: TEOG; uygulanan ortak sınavlar; okullar arasındaki bölgesel ve sosyo-ekonomik farklılıkları göz önüne almadan yapılması bakımından sorunlarla başladı. Sınavlar belli konuların işlenmesi üzerine kuruluydu; mesela bir sınıf-

‘‘

‘‘

Aziz Y›lmaz

Bir yetkili gelip de size "Okulunuzu bir süreliğine imam hatip öğrencileri kullanacak sonra siz geri döneceksiniz" derse kesinlikle buna karşı çıkmalısınız

ta konu anlaşılamamış olsa bile programa yetişme zorunluluğu vardı. Bazı okullarda konuların yetiştirilmesi için öğretmenlere ekstra derslerle konu yetiştirmeleri için baskı yapıldı. Bakanlık tarafından eylül ayı sonuna kadar haftada bir nakil başvurusu açıldı. Bu durumla birlikte, okullar açıldığından bu yana yapılan öğrenci nakilleri nedeniyle öğrencilerin okul motivasyonu tamamen bozuldu. Öğrencilerin sürekli değişen sınıflarda ders yapmak zorunda kalması bu dönemi eğitim açısından kayıp bir döneme dönüştürmüş durumda. Üstelik, okul kontenjanları dolana kadar ayda bir yapılacak nakillerle bu durum devam edecek. Özden Aras: TEOG'la ilgili en büyük sorun çocukların istemedikleri halde meslek lisesi ve imam hatip lisesine kaydedilmesi. Çocukların ömür boyu atlatamayacakları psikolojik hasarlara yol açacak durumlar yaşanıyor. Birçoğu açık liseye geçecek. Bir eğitim bakanı "İstemeyen açık liseye gider" diye beyanatta bulunmamalı, tersine öğrenci-

leri örgün eğitime dahil edebilmek için çaba harcamalı. Çocukların imam hatip lisesine zorla kaydettirilmeleri Anayasa’nın laiklik ve sosyal devlet ilkesi ile çelişiyor. AKP okul müdürlüklerini alt üst eden yeni bir kadrolaşma atağına girişti. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Aziz Yılmaz: Eylül 2011’de 652 sayılı KHK ile müdürlere ve şube müdürlerine rotasyon adı altında bir düzenleme yapılmıştı. Şube müdürlerinin yeri değiştirildikten sonra sıra müdürlere geldi. Öğretmen,

‘‘

veli ve öğrenci temsilcisinin okul müdürüne puan verdiği, çok demokratikmiş gibi gösterilen bir puanlama sistemi geliştirildi. Ancak puanlamanın büyük oranı ilçe milli eğitim müdürlüklerine verildi ve 75 puan barajını aşan dört yılını doldurmuş müdürlerin ezici çoğunluğu yandaş sendika Eğitim Bir Sen’den oldu. Bir başka nokta da müdürün birlikte çalışacağı müdür yardımcılarının da yıllık olarak belirlenecek olması. Bu değişiklikle AKP’nin hedeflediği yapısal dönüşümün uygulayıcıları kadrolaşma

Eğitimde paralılaştırmanın ve gericileştirmenin uygulanabilmesi için bu politikayı uygulayacak AKP'li müdürlerin iş başında olması gerekiyor. AKP de bunun için hiçbir usul gözetmeden, eğitimin tüm ilkelerini çiğneyerek bu yapılanmayı sağlamaya çalışıyor

‘‘

Yeni eğitim öğretim dönemi hangi sorunlarla başladı, sizlerin yaşadığı örnekler neler? Özden Aras: Okulumuzda şu anda müdür yok. Okul sene başında imam hatip olarak göründüğü için beşinci sınıf kaydı olmamıştı ve öğrenciler yeni açılan Çiftehavuzlar Ortaokulu'na kaydedilmişti. Mücadelemizle okulu geri kazandıktan sonra beşinci sınıfların geri dönmesi için bir kampanya daha başlatmayı düşündük ancak veliler "ya seneye de imam hatip yapmaya kalkışırlarsa" düşüncesiyle kaygılı. Geçen yıl okulda üç çalışan vardı ama beşinci sınıf kaydı olmayınca ‘kayıt parası’ da toplanamadı ve iki kişi işten çıkartıldı. Yeterli kamu bütçesi olmadığı için bu sorun ağırlaştı, şu an Yeşilbahar Ortaokulu’nda tek yardımcı personel kaldı ve işlere yetişebilmesi mümkün değil. Bakanlık özel okul teşvik planları yapacağına bütün devlet okullarına yeterli sayıda kadrolu çalışan atamalı. Hatice Allahverdi: 2014-2015 eğitim öğretim yılı tarihe geçebilecek skandallarla başladı. TEOG(Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş)’la yerleşemeyen öğrenciler, zorla imam hatiplere yerleştirilenler, AKP'nin kadrolaşma operasyonu olan yeni müdür atamaları sonucu görevden alınmış, ne olacakları belli olmayan binlerce eski müdür, sayısı on binlerle ifade edilen öğretmen yetersizliği karşısında okullar açıldıktan sonra ataması yapılan öğretmenler, AKP'nin

yoluyla atanmış oldu. Gerek okul müdürlerinin seçimleri gerek müdür yardımcılarının belirlenmesi açısından yeni işletme tipi okul yapısına geçişin adımları atılmış oldu. Erdoğan’ın matematikle bir tutarak zorunlu din dersi uygulamalarını savunmasına ve ortaokullara kadar inen türban uygulamasına dair neler düşünüyorsunuz? Hatice Allahverdi: AKP bir nesli toplum mühendisliği yaparak dönüştürmeye çalışırken eğitimi bu planda önemli bir yere koydu. Türban uygulamasının pedagoji açısından tartışılacak bir yanı yok, siyasi bir karar, gerici bir uygulamadır. Şimdi de hedeflerinde Eğitim Bir Sen’in yeniden gündeme getirdiği karma eğitimin kaldırılması var. Eğitim alt üst oldu, artık bu saldırıları durdurmak için direniş şart. AKP müdür koltuklarında kadrolaşma atağını yaptı. Önümüzdeki dönemde benzer bir durumu öğretmenler açısından beklenebilir mi? Aziz Yılmaz: Eylül ayında çıkarılan torba yasayla öğretmenlere rotasyonun yönetmelikle uygulanacağı yasal olarak belirlendi. Henüz belli olmamakla birlikte 8 veya 10 yıl aynı okulda görev yapan öğretmenlerin yerleri değiştirilecek. Bu özellikle merkezlerdeki rant oluşturacak okullara dönük kadrolaşmanın bir parçası, böylece direnme eğilimleri azaltılmaya çalışılacak. Diğer taraftan müdür atamalarında olduğu gibi bir çeşit sürgün ve öğretmenler açısından güvencesiz, esnek çalışma uygulamalarının bir parçası olacak.

Hatice Allahverdi

Hedefimiz mücadeleleri birleştirmek Siz de özellikle Şişli'de Talatpaşa Ortaokulu’nda açılan imam hatip sınıflarına karşı velilerle birlikte mücadele ediyorsunuz. Nelerle karşılaştınız? Hatice Allahverdi: 4+4+4'le iki yıldır süren dönüşümün sonuçları bugün artık can yakıcı biçimde açığa çıktı. Örneğin; AKP ilk yıllarda sadece her ilçenin en merkezi okulunu imam hatip ortaokulu ve lisesi yapacağını söylüyordu. Şimdi ise tüm okulları imam hatipleştiriyor. Diğer okulların bünyesinde imam hatip sınıfları açarak sınavsız ve parasız gidilebilen tek okul türünün imam hatipler olmasına yönelik atak yapılıyor. Cumhurbaşkanı "İmam hatipleri gözbebeği yapacağız, kimya-matematik zorunlu oluyor da din dersi neden olmuyormuş” diyebiliyor. Erdoğan'dan cesaret alan AKP'liler de dönüşüme karşı mücadele edenlere “İmam hatiplere karşı çıkamazsınız bu okul imam hatip olacak” diyerek sözlü saldırılarda bulunuyor. Şişli Talatpaşa

Ortaokulu'nda okulun içine imam hatip sınıfları açılmasına karşı toplanan imzaları teslim eden velilere İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün "Siz kimsiniz de imam hatiplere karşı çıkıyorsunuz istediğimiz yeri yaparız, imam hatip açılmasında tarafım" diyebilmesi durumu özetliyor. İstanbul'da Yeşilbahar Ortaokulu'nun kazanıma ulaşan direnişiyle öne çıkan Okuluma Dokunma İnisiyatifi geçtiğimiz günlerde bir forum çağrısı yaptı. İstanbul'un birçok bölgesinde dönüşüm mağduru veliler, temsilciler forumda buluştu ve çeşitli kararlar aldı. Son durumu aktarabilir misiniz? Özden Aras: 13 Eylül'de Yoğurtçu Parkı'nda Kadıköy Kent Dayanışması ve Göztepe Okuluma Dokunma İnisiyatifi çağrısı ile bir forum gerçekleştirdik. İstanbul'un çeşitli bölgelerinden on iki okulun velilerinin, öğretmenlerin ve mücadele eden bileşenlerin katıldığı oldukça anlamlı bir forum oldu. Herkes kendi okullarındaki/bölgelerindeki sorunlardan söz

Özden Aras etti. Mücadele deneyimleri paylaşıldı ve en önemlisi eğitimde piyasalaştırma ve gericileştirme olarak özetleyebileceğimiz bu topyekün saldırı karşısında eğitim hakkını savunan herkesin birlikte mücadele etmesi gerekliliği dile getirildi. Forum sonunda Okuluma Dokunma Koordinasyon grubu kuruldu. Haftada bir gün

AKP engellilerin okuluna göz koydu, veliler isyan etti Yeni eğitim öğretim dönemi başlarken velilerin telefonlarına gönderilen mesajlarla Fatih’teki Mimar Sinan İşitme Engelliler İlkokulu’nun 56 saat uzaklıktaki Büyükçekmece-Tepekent mevkisine taşındığı duyuruldu. Duruma isyan eden veliler ve öğretmenler 29 Eylül pazartesi günü bir araya geldi. Vatan Caddesi’nde yolu trafiğe kapatarak yürüyen kitle ‘Okulumuzu geri istiyoruz’ diye haykırdı. Eyleme Türkiye Sakatlar Derneği, Şişli İşitme Konuşma Engelliler Derneği, Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi, Türkiye Sağırlar Milli Federasyonu da destek verdi. Ayrıca Mimar Sinan İşitme Engelliler İlköğretim Okulu’nda eğitime devam eden işitme engelli öğrenciler camlardan işaret dili ile eyleme destek verdi.

bir araya gelerek okullardaki mücadeleler hakkında bilgiler, eylem takvimleri paylaşılıyor ve ortak mücadele pratiklerini örmeye çalışıyoruz. Yeşilbahar velileri, Kaptan Hasan Paşa İlkokulu velileri ve Kadir Rezan Has İlkokulu velileri ile de iletişim halinde. Önümüzde en büyük hedef "okuluma dokunma" mücadelesi yürüten herkesle birlikte hareket edebilmek. 12 Ekim'de "Eğitimde yaşanan hak ihlallerine karşı Başkent'e yürüyoruz" diyen Alevi dernekleri ile birlikte Ankara'da olacağız. En kısa sürede okuluma dokunma mücadelesine başlayan herkesin rahatlıkla yararlanabileceği bilgi ve belgeleri barındıran, iletişimimizi güçlendirecek kapsamlı bir web sitesi hazırlayacağız. Hedefimiz mücadeleleri birleştirmek, güçlendirerek büyütmek ve demokratik, parasız, bilimsel ve laik bir eğitim için sesimizi güçlü bir şekilde çıkarmak. Yeşilbahar'da öğretmensiniz. Bazen o mücadelenin içinde bulundunuz bazen diğer

okullardaki direnişlere destek oldunuz. Şimdi de Kaptan Hasanpaşa İlkokulu için bir mücadele veriliyor. Buralarda yaşadığınız deneyimlerden çıkardığınız sonuçlar neler? Özden Aras: Kaptan Hasanpaşa’nın verdiği mesaj: Bir yetkili gelip de size "Okulunuzu bir süreliğine imam hatip öğrencileri kullanacak sonra siz geri döneceksiniz" derse kesinlikle buna karşı çıkmalısınız. Örnekler gösteriyor ki okulunuzda tek bir imam hatip sınıfı açılmış dahi olsa o okul mutlaka bir gün tamamen imam hatip okuluna dönüştürülüyor. Kaptan Hasan Paşa'da mücadele yeni başladı. Okulu geri kazanma ihtimalimiz var, orada ikinci bir ilkokul yok. Oradaki çocukların evlerine yakın bir okulda okuma hakları var. Bu hak ellerinden alınamaz. İmza kampanyamız başladı. Her Salı, pazar girişinde masa açacağız. Halkın Sesi Gazetesi okurlarını imza kampanyamıza ve mücadelemize destek olmaya davet ediyoruz.

AKP’nin korkusu olaca¤›z Liseli Genç Umut ortaokula türban serbestliği getiren düzenlemeyi İstanbul’da protesto etti. Mecidiyeköy meydanda basın açıklaması yapan liseliler “AKP, kendisine itaat edecek dindar kindar nesli küçüklükten yetiştirmek istiyor. Ancak bizler ülkemizde uygulanan gerici politikalara izin vermeyeceğiz. Liselerimizi sokaklarımızı yaşadığımız bu ülkeyi özgürleştirmek için her zaman alanlarda AKP’nin korkusu olacağız.” dedi.


13

KADIN 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

KADIN HAREKETİNİN ‘TÜRBAN’ SORUNU

Özgürlük mü, gerici bask› m›? AKP eliyle gerici uygulamalar 11 yaşındaki kız çocuklarının başlarının kapatılması noktasına gelirken muhalefete hakim genel sessizliği bozan tek şey, Halkevci Kadınların eylemleri oldu. Bu sessizliğin kadın hareketinin türbana ilişkin yaklaşımının belirleyici olduğunu düşünerek kadın hareketinin öznelerine sorduk: “Türban özgürlük mü, gerici baskı mı?” TUĞÇE ÖZÇELİK

A

KP iktidarı üniversiteler ve kamu kurumlarından sonra ortaokullarda da türbanı serbest bırakan düzenlemeyi hayata geçirdi. Erdoğan’ın “Velev ki siyasi simge” dediği türban, 12 yıldır adım adım toplumsal gericiliği inşa etmeye çalışan AKP açısından başlı başına bir iktidar simgesine de dönüşmüş durumda. Bu iktidarın yaslandığı temel ayaklardan biri ise kadınların yaşamı ve bedeni üzerinde kurulan erkek egemen tahakküm, bu tahakkümün dinsel öğe/söylem ve kurallarla tahkim edilmesi. Ancak bugüne kadar AKP iktidarına meşruiyet kazandırmada çok temel rol oynayan liberal eğilimlerin etkisi, türbanın iktidar tarafından bir “özgürlük” meselesi olarak sunulmasını da destekledi. Bu desteğin maliyeti ise AKP’nin gerici saldırılarına karşı güçlü bir barikat kurulamaması oldu. Türban üniversitede serbest bırakıldığında ‘kadının tercihi’ diyen kadın örgütleri ve Meclis’e türbanlı vekil girdiğinde bunu kadın özgürlüğü ile ilişkilendiren BDP’li kadın vekiller bu sürecin önemli örneklerindendi. Kadın hareketi, kürtaj yasağı gibi AKP iktidarının kadın bedeni üzerindeki denetimi gerici politikalarla güçlendirmesine yönelik hamlelerine karşı etkin bir sokak muhalefeti örgütlerken konu türbana geldiğinde bu

Ortaokullarda türban serbestisi getiren düzenlemeye karfl› Halkevci Kad›nlar eyleme geçti. Halkevci Kad›nlar 28 Eylül’de ‹stanbul Kad›köy’de yürüyüfl gerçeklefltirdi.

etkin tutum yerini genel bir sessizliğe bıraktı. Bugün AKP eliyle gerici uygulamalar 11 yaşındaki kız çocuklarının başlarının kapatılması noktasına gelirken Halkevci Kadınların yaptığı eylemler dışında bu saldırıya karşı etkin bir direniş hattının örgütlenememesinde bu soruna yaklaşımın payı büyük. Halkın Sesi olarak kadın mücadelesinin çeşitli özneleri ile türbana dair yaklaşımlarını ve kadın özgürlüğü ile bu sorunu nasıl ilişkilendirdiklerini konuştuk. Halkevci Kadınlar’dan Hande Yanar, Üniversiteli Kadın Kolektifi’den (ÜKK) Ezgi Taş, İstanbul Feminist Kolektif’ten (İFK) Cemre Baytok, Sosyalist Feminist Kolektif’ten (SFK) Sakine Günel, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan Gülsüm Kav, Eğitim-Sen Merkez Kadın Sekreteri Ebru Yiğit, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Eşbaşkanı Bilge Seçkin Çetinkaya, Halkın Türkiye Komünist Partisi’nden (HTKP) Hanife Şahan, türbanın ortaokullarda da serbest bırakılması üzerinden türbana yaklaşımlarını, bu konuyu kadın özgürlük mücadelesi ile nasıl ilişkilendirdiklerini aktardı. Ancak kadın hareketinin öznelerinin bu soruna aynı kavram dünyasından bakmamalarının yarattığı karışıklık, yazımıza da yansıdı. Röportajları yaparken kadın hareketinin bu konuyu ortaklaşa tartışacak bir düzlem yaratamadığını gözlemledik. Belki de bu sorumluluk da sokakta türban dayatmasına karşı net tavır alan kadınların

Gericiliğe karşı mücadele

2 Ekim’de Halkevci Kad›nlar, ‹stanbul Ca¤alo¤lu’nda ‹l Milli E¤itim Müdürlü¤ü’nden “Lisede evlik çocuklara türban, gerici, kad›n düflman› kuflatmay› durduraca¤›z” pankart› salland›rd›.

omuzlarında. TÜRBAN GERİCİLİĞİN SEMBOLÜ, ÖZGÜRLÜK KONUSU DEĞİL Üniversitelerde türbanın serbest bırakıldığı dönemin tersine ortaokulda türban serbestliği hemen hemen sohbet ettiğimiz tüm kadınlar tarafından ‘endişe’ ile karşılanıyor, ancak bu uygulamayı somut bir mücadele programının konusu haline getirmek konusunda tutumlar net değil. Üniversitelerdeki türban serbestliği kararına da "Üniversitenin ve kadının özgürlüğü için türbana hayır" diyerek karşı çıkan Üniversiteli Kadın Kolektifi net tutumunu sürdürüyor, türbanı AKP iktidarının kadınlar üzerinden yoğunlaştırdığı dinci gerici politikaların siyasal bir sembolü olarak tanımlıyor. ÜKK’dan Ezgi Taş ve Halkevci Kadınlar’dan Hande Yanar türbanın serbestleştirilmesini, AKP’nin kadını ikincilleştiren dini kuralların toplumsal düzeni belirlemede referans olarak kullanıldığı, neoliberal gerici bir düzeni inşa etme hedefi doğrultusunda kadın düşmanı bir adım olarak görüyorlar. HTKP temsilcisi Hanife Şahan türbanın en başından itibaren dini değil siyasi bir motif olduğunu söylerken, “AKP, türbanı başı kapatmak için değil aydınlığın üzerini örtmek için kullanıyor” diyor. Ancak ardından ekliyor “Olması gereken ilk etapta kadınların kimseye muhtaç olmadan yaşamasını sağlayacak bir sistem için mücadele etmemiz. Bu özgürlüğü sağladığınızda ancak kadının türban takıp takmaması özgürlükler ile değerlendirilebilir.” ÖDP Eş Genel

Başkanı Bilge Seçkin Çetinkaya ise AKP’nin türbanla her türlü ayıbını örten bir örtü olduğunu belirtirken, “Piyasa mekanizması açarak iktidar kapatarak kadın bedenini nesneleştiriyor, kadınların iradesine ise bir değer atfedilmiyor” ifadeleriyle türban serbestliğini yorumluyor. ‘ELBİSE RENGİ SEÇMEKLE TÜRBAN TAKMAK BİR DEĞİL’ Konuştuğumuz kadınlar ortaokul çağlarında bir çocuğun türban takmak istemesinin kendi tercihi olma ihtimalinin olmadığı konusunda hemen hemen hemfikir. Doğduğu andan itibaren İslami değerlere göre kurulmuş bir ev, mahalle ve toplum içerisinde yetişen bir çocuğun türban takma konusunda ‘özgür’ bir karar almasının söz konusu olmadığı koşullarda “tercih değil dayatmadır” diyorlar. Hande Yanar ve Cemre Baytok, 18 yaşındaki bir bireyin dahi özgür iradesiyle hareket edemediği bir toplumda ortaokul çağlarındaki çocuklar için türban takmayı kabul etmenin elbisenin rengini seçmekle aynı şey olmadığını söylüyor. Sakine Günel ise ‘Ebeveynlerin çocuklarını istedikleri gibi yetiştirme hakları vardır’ söylemiyle kız çocuklarının örtünmesi konusunun ailenin denetimine bırakılamayacağını belirtiyor. Günel, küçük yaşta başı örtülen kız öğrencilerin bedenini bir tahrik nesnesi olarak algılayacağını söylerken Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan Gülsüm Kav, bu konuda ayrışıyor. Kav, “Çocuğun ne giyeceğini ve neye inanacağını zora dayalı olmamak koşulu ile aile belirleyebilir ama devlet belirlememe-

lidir” diyor. Aile ortamında ‘zor’un nasıl tanımlanacağı ve laikliğin temel dayanaklarından biri olan devletin din üzerindeki sınırlayıcı etkisi ise bu yaklaşımda belirsizleşiyor. TÜRBAN NE YANA, ÖZGÜRLÜK NE YANA DÜŞER? Türbanın kadın özgürlük mücadelesindeki yeri konusunda ortak bir tavra sahip olmayan kadın örgütleri içerisinde ÜKK kadın özgürlük mücadelesinin gericiliğe ve onun simgesi olarak türbana karşı mücadele araçlarını geliştirmeleri gerektiğinin altını çizerken, HTKP “Türban kadınların özgürlüğünün değil, esaretinin simgesidir” diyor. Bilge S. Çetinkaya kadınların nasıl yaşayacaklarından neyi ne zaman yapacaklarına kadar karışan bir iktidarla IŞİD arasındaki tek farkın muhafazakarlık derecesi olduğunu vurguluyor. Eğitim Sen ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan kadınlar ise türbanı bir tercih olarak görüyor. Ebru Yiğit bir kadına zorla türban taktırmakla çıkartmak arasında bir farkın olmadığını iddia ediyor. Gülsüm Kav ise “Bana göre kadın erkek eşitsizliğinin sembollerinden biridir ama birçok başka kadın için ise özgürlüğü simgeler. Bu bakımdan neye inanacağını, kendini nasıl ifade edeceğini kadınlar kendisi belirler” diyor. Cemre Baytok, kadınların türbanlı oldukları gerekçesiyle kamusal alanlardan dışlanmasına karşı çıksa da erkek iktidarların başörtüsü aracılığıyla erkek egemenliğini ve muhafazakarlığı pekiştirmesine de anlayışla yaklaşmayacaklarını belirtiyor.

Örtünmek, kadının kendi tasarrufu mu? Görüfltü¤ümüz ‹FK, SFK ve Kad›n Cinayetlerini Durduraca¤›z ‹slamc› ideolojiyi hayat›n her alan›na dayatan AKP iktidar›n›n Platformu temsilcileri ise üniversitelerde ve ortaokullardaki türönemli bir ad›m› oldu¤unu söylüyor. SFK’dan Sakine Günel ise ban uygulamas›n› birbirinden ay›rarak tart›fl›yor. SFK’dan Sakine “Bafl› kapal› veya aç›k olsun kad›nlar›n, erkek egemen sistemde Günel bir inanç olarak kad›n›n örtünmesinin kad›n›n kendi bede- ortak ezilmifllikleri nedeniyle kaderleri birbirine ba¤l›, dolay›s›yla ni üzerindeki tasarrufu aç›s›ndan “tart›flmal›” bir konu oldu¤unu hak ve özgürlük talepleri de ortakt›r” diyor. Ancak yaflad›¤›m›z ifade etse de üniversiteye türbanla giriflin engellenmesini kad›n›n dönemde bölgede yükselen mezhepçi faflizmin, iktidar›n gerici “e¤itim hakk›ndan mahrum b›rak›lmas›, güçsüzlefltirilmesi ve cin- uygulamalar›n›n kad›nlar baflta olmak üzere toplumun büyük kesiyetçili¤in derinleflmesi” olarak tan›ml›yor, k›z çocuklar›na bafl örtüsünün ise itaatkâr kad›n kimli¤inin ideolojik olarak infla sürecinin önemli bir aya¤› oldu¤unu söylüyor. Halkevci Kad›nlar ise bafll› bafl›na kad›nlar›n “f›trat” gere¤i erkeklerle eflit olmad›¤›n› savunan dinsel dogmalarla kad›nlar›n yaflam›n›n ve bedeninin denetim alt›na al›nmas›n› cinsiyetçilik olarak tan›ml›yor. Kad›n özgürlük mücadelesinin hem tek tek erkeklere, erkek egemen sisteme ve bu egemenli¤in yeniden üretildi¤i tüm kurum, yap› ve kurallara karfl› mücadele oldu¤unu söylerken türban serbestisinin kad›n özgürlü¤ü ile iliflkilendi1 Ekim’de Ankara’da Milli E¤itim Bakanl›¤›’na giden Halkevci Kad›nlar rilmesini kabul etmiyorlar. gerici uygulamay› kabul etmeyeceklerini ilan etti. ‹FK’dan Cemre Baytok türban›n ortaokullara girmesini Sünni

Gericilikle mücadele ile kad›n özgürlük mücadelesi iliflkisini konufltu¤umuz kad›nlar aras›ndan Hande Yanar ve Ezgi Tafl kad›n dayan›flmas›yla evde, sokakta, s›n›fta, kampusta, iflyerinde gericili¤in önüne set çekecek bir direnifl hatt›n›n oluflturulmas› gerekti¤ini, her tür gerici/kad›n düflman› uygulama karfl›s›nda militan bir karfl› koyuflun ortaya ç›kar›lmas› gerekti¤ini ifade ediyorlar ve türban uygulamas›na karfl› mücadeleyi sürdüreceklerini belirtiyorlar. Ezgi

Tafl, ilk ad›m›n aç›kça “Türban özgürlük de¤ildir” demek oldu¤unu belirtiyor ve “Türban kad›nlar›n özgürleflmesinin karfl›s›nda simgeleflen bir araçsa, ona karfl› mücadele etmek kad›nlara özgürlü¤ün kap›lar›n› açmak gerekmektedir” diyor. ÖDP Efl Genel Baflkan› Bilge Çetinkaya ise hükümetin bu konuda kendi politik mezhepsel politikas›n› çocuklar üzerinde uygulaman›n cazibesine kap›ld›¤›n› belirtirken düzenlemenin derhal geri çekilmesini istediklerini belirtiyor.

simi üzerinde yaratt›¤› bask› alt›nda özgürlük talebinin ayn› zamanda siyasal gericili¤e karfl› mücadele içinde flekilleniyor. E¤itim-Sen Merkez Kad›n Sekreteri Ebru Yi¤it’in yaklafl›m› ise geçti¤imiz y›l türban›n ilk ad›m› olarak hayata geçirilen k›l›k k›yafet serbestli¤i yönetmeli¤ine ve e¤itimdeki gericilefltirme uygulamalar›na karfl› neden etkili bir mücadele örgütlenemedi¤ine dair de iflaret veriyor. Yi¤it üniversitede türbana “insan hakk›” derken, ortaokullarda türban serbestli¤ine ise ö¤renciler aras›nda ayr›flma yarataca¤› ve d›fllanma korkusu ile yayg›nlaflaca¤› düflüncesi ile karfl› ç›k›yor. ÖDP Efl Genel Bakan› Bilge S. Çetinkaya türban karar› ile çocuklar›n yaflayacaklar› bask›n›n çocuk haklar›n›n ihlali oldu¤unu vurguluyor. Kad›n Cinayetlerini Durduraca¤›z Platformu temsilcisi Gülsüm Kav ise bir yandan laik bir e¤itimin gereklerini s›ral›yor; “Laiklik, devlet okullar›nda bilimsel e¤itim verilmesini, evrim teorisi okutulmas›n› gerektirir” diyor di¤er yandan ise laik, bilimsel bir e¤itim sisteminde türban serbestli¤inin olaca¤›n› ifade ediyor. Laik bir e¤itimle dinsel simgelerin kamusal alandaki varl›¤›n› ayn› anda mümkün görüyor.

Cemre Baytok mücadelenin bir boyutunun da laiklik oldu¤unun alt›n› çizerken, Hanife Sahan “Kad›n özgürlük mücadelesiyle beraber ayd›nlanma mücadelesi yükseltilmelidir” diyor. Ebru Yi¤it’in bu konudaki yaklafl›m›nda da AKP’nin türban› savunurken kulland›¤› “inanç özgürlü¤ü” kavram› devreye giriyor. Yi¤it, “Bütün kad›nlar›n ortak bir flekilde AKP’nin kad›n bedenini hedef alan politikalar›na karfl› ortak mücadele etmesi gerekiyor” deyip ekliyor, “AKP sünni

halk›m›z›n dini duygular›n› kullanarak bunu yap›yor. Bizim mücadelemizin ekseni de din karfl›tl›¤› de¤il inanç özgürlü¤ü olmal›d›r.” Sakine Günel “‹slamc› toplum temayülü esas olarak patriyarkan›n kad›nlar›n kimlikleri ve bedenleri üzerinde tesis edilecek” derken “Kad›nlar›n da dahil oldu¤u biçimde bu projeyi k›racak olan, ezilenlerin kendi taleplerini laiklik temelinde yükseltecekleri bir mücadeledir” vurgusunu yap›yor.


14

ÜNİVERSİTE 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

‘Gerici, faşist çeteleri üniversitemizden defedeceğiz’ Üniversiteler ulaşımdan yemekhane ve yurt sorunlarına, IŞİD katliamlarına ve AKP’nin savaş politikalarına karşı Ortadoğu halklarıyla dayanışma eylemlerine kadar üniversitelilerin direnişiyle açıldı. Üniversite eylemleri büyürken ülkenin dört bir yanında neredeyse eş zamanlı olarak faşist/gerici saldırılar yaşanmaya başladı. Bu saldırıların bir kısmı her dönem öğrenci hareketini bastırmak, üniversite ortamını terörize ederek üniversitelilerin ifade, örgütlenme özgürlüğünü engellemek için sosyalist-ilerici öğrencileri hedef alan faşist örgütlenmelerden geldi. KTÜ Öğrenci Kolektifi’nden Metehan Tuna Göre bu saldırılarda ağır biçimde yaralandı. Üniversitelilere yönelik saldırıların diğer aktörü ise İslamcı-gerici örgütlenmeler oldu. Gerici örgütlenmeler AKP iktidarı döneminde özel olarak desteklenip üniver-

sitelere yönelik gerici kuşatmanın aktörü haline getirilmek isteniyor. Öğrenci hareketinin mücadelesi sayesinde üniversitede etkili hale gelemeyen gerici örgütlenmeler IŞİD katliamlarından, iktidarın cihatçı çetelere yönelik desteğinden cesaret alarak saldırılarını artırdı. Trabzon’da yaşananları KTÜ Öğrenci Kolektifi’nden Fidel Çakmak’la, üniversitelilere yönelik sistematik saldırıların bir anda tüm ülkede artmasının nedenlerini Öğrenci Kolektifleri Basın Sözcüsü Bircan Birol ile konuştuk. Kolektifler bu saldırıların tesadüf olmadığını, AKP’nin 12 yıllık iktidarı döneminde hegemonya kuramadığı üniversiteleri ve engel olarak gördüğü öğrenci hareketini özel olarak hedef aldığını söylüyor.

Faflistleri üniversiteden söküp ataca¤›z Trabzon’da yaşanan saldırıyı ve Metehan’ın sağlık durumunu sorarak başlayalım. Fidel Çakmak: Metalurji-Malzeme Mühendisliği öğrencisi arkadaşımız Metehan 21 Eylül günü yurduna giderken Öğrenci Derneği’nde yuvalanan faşistlerin saldırısına uğradı. Üç faşistin Mete’ye saldırdı ve kafasına bıçak kabzasıyla vurulması sonucu Mete beyin kanaması geçiriyor. Mete saldırının yaşandığı yere polis çağırıyor ancak polis 25 dakika geç gelmesi yetmezmiş gibi can güvenliği olmadığını ve kendisini polislerin hastaneye götürmesini söyleyen arkadaşımıza ‘kendin git’ cevabının veriyor. Mete kendi imkanlarıyla darp raporu almak üzere Fatih Devlet Hastanesi’ne gidiyor ve orada yapılan muayenenin ardından derhal ameliyata alınıyor. O günden beri de arkada-

şımız yoğun bakımda, direniyor. Son birkaç gündür iyileşme belirtileri gösteriyor. Bayramın ilk günü büyük bir sevinç yaşattı bize, babası yanına girdiğinde “baba’’ diye seslendi. Ancak hayati tehlikesi devam ediyor. Saldırganlara gelince Mete’ye saldıran faşistlere üniversitemizce herhangi bir cezai yaptırım uygulanmadı. Kafasına bıçak kabzasıyla vuran kişi Alperen Mergen tutuklu yargılanıyor ancak diğer iki saldırgan denetimli serbestlikten faydalandı ve üniversiteyle de ilişkileri kesilmedi. Yetmezmiş gibi Öğrenci Derneği saldırganları sahiplenen ve bizleri tehdit eden bir mesaj yayınladı. Bu saldırganların üniversitenin yönetim kadrosuyla kol kola fotoğrafları mevcut. Rektör, piknik afişi bile assak soruşturma açıyor bize ancak bu kişileri odasında ağırlıyor.

Geçen yıl tüm üniversiteye ve üniversite mahallesine afişlerimi yaparak beni hedef gösteren faşistlere de hala herhangi bir cezai işlem başlatılmış değil. İki gün önce Mete’nin annesi ve babası da Rektörle görüştüler ve bu iki kişi hakkında herhangi bir soruşturma olup olmadığını sorduklarında üstü kapalı cevap aldılar. “Belgeler bekliyoruz” demiş Rektör. Biz de bugüne kadar Öğrenci Derneği tarafından yapılan tüm saldırıların belgelerini, görüntülerini topladık ve kendisine götürdük ne yapacağını takip edeceğiz. Görülüyor ki faşistler açıkça Rek-

törlük ve devlet korumasında. Kolektifler bu süreci nasıl devam ettirecek? Trabzon, devlet açısından önemli bir üs konumunda, siyasal gericiliğin/faşistlerin örgütlenmesi sistematik bir devlet politikası olarak uygulanmış. İstihbarat/kontrgerilla ağları işliyor. Irkçılık/şovenizm bu ağları besleyen ana damar. Hrant Dink’in tetikçisinin buradan çıkması, bir dönem kiliselere dönük saldırıların ardından Rahip Santaro cinayeti, TAYAD’lı ailelere yönelik linçler, üniversitedeki faşist kadrolaşma ve saldırılar tesadüf değildi. Öyle ki sokağa çıkan,

hareket halinde olan her yapıya ve herkese ‘terörist’ denebilir ve linç tehdidi ile karşı karşıya kalınabilirdi. Sokağa çıkmak bir şeyleri göze almak demekti o dönem. İşte tam da öyle bir dönemde ısrarla sokağa çıkarak barıştan yana olduğumuzu, devletin kirli politikaları sonucu yaşanan hiçbir saldırının bedelinin Trabzon halkına kesilemeyeceğini söyledik sokaklarda. Devlet faşizmi örgütledikçe, faşizmden beslendikçe, biz faşizme karşı mücadele ederek yolumuzu açtık. Parasız, bilimsel eğitim için, doğanın ve yaşamın talanına karşı, halkın hakları için verdiğimiz mücadeleler, yaptığımız eylemler bir süre sonra bu kuşatmayı yardı. Öğrenci Kolektifleri gerçek bir kitle örgütüne ve Trabzon’un en etkili muhalefet odaklarından birine dönüştü ki bu süre boyunca faşizme karşı yıllardır Öğrenci Koor-

dinasyonu’ndan Kolektif’e ısrarlı ve kararlı mücadele sayesinde oldu. Bundan sonra da Öğrenci Kolektifleri olarak aynı kararlılıkla üniversitemizin her alanında olmaya devam edeceğiz. Amfide, yurtta, kantinde, sokakta üniversitelinin olduğu her yerde üniversitenin öz örgütü olarak orada olacağız. Faşizmin üniversitemizde örgütlenmesine izin vermeyeceğiz. Metehan’a saldıran ve üniversitemiz resmi Öğrenci Derneği’nde yuvalanan faşistleri üniversitemizden söküp atacağız. Bu faşistlerin üniversitemizce desteklenmesine ve üniversitemizin imkanlarından faydalanarak okulumuzun resmi derneğinde saldırılar organize etmelerine müsaade etmeyeceğiz. Öğrenci Derneği’nin kapatılması ve bu faşistlerin üniversitemizden defolup gitmeleri için her türlü direnişi sergileyeceğiz.

Gerici çeteler sald›rd› üniversiteliler püskürttü

Üniversitemizi savunmak için buradayız Eskiflehir Osmangazi Üniversitesi'nde faflistler 24 Eylül’de Ö¤renci Kolektifleri'nin tan›flma stand›na sald›rd›. Yaklafl›k 100 kiflilik faflist grubun sald›r›s› üniversitelilerin direnifli ile faflistler geri püskürtüldü. Osmangazi Kolektifi sald›r› üzerine yapt›¤› aç›klamada “Rektörlük ve emniyet bu çetelerin üniversiteye girip sald›rmalar›n› planlad›¤› sürece daha fazla Ali ‹smail Korkmaz’lar, Metehan Göre’ler olmas›n diye üniversiteyi savunmak için orada olaca¤›z” dedi.

Bu abluka dağıtılacak! Üniversitelerin açılmasıyla Türkiye genelinde neredeyse eş zamanlı olarak faşist ve gerici saldırıların başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bircan Birol: Üniversite muhalefeti yeni dönemi faşistlerin, gericilerin ve polislerin saldırıları ile açtı. Tayyip Erdoğan, heveslisi olduğu diktatörlüğü inşa edebilmek için “Yeni Türkiye”de her alanda olduğu gibi üniversiteleri ve üniversite gençliğini de baskı altına almayı hedefliyor. Savaşın, talanın ve yağmanın iktidarı bu düzeni ancak baskı ile devam ettirebilir. Üniversiteliler yıllardır AKP ve politikaları karşısında önemli bir güç. Bizler, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında Erdoğan’ın her alanda saldırılarını yoğunlaştıracağını öngörüyorduk, üniversiteler açılır açılmaz da bu doğrulandı. Trabzon’da Kolektifçi arkadaşımız

Metehan faşistlerin saldırısına uğradı, hala yoğun bakımda. Bu saldırının ardından Osmangazi Üniversitesi’nde, Gazi Üniversitesi’nde ve 18 Mart Üniversitesi’nde faşistlerin, polislerin, özel güvenliklerin saldırıları oldu. Benzer saldırılar çok geçmeden 19 Mayıs Üniversitesi’nde ve İÜ’de İslamcı-gerici örgütlenmeler tarafından üniversitelilere yöneltildi. AKP üniversitelerde istediği gibi bir güç elde edemediğinin farkında, bu nedenle üniversite muhalefetini ezmeye dönük adımlar geliştirmeye çalışıyor; faşistleri, gericileri, polisleri üniversitelilerin üstüne salıyor. Ama AKP’nin bu saldırılarını da boşa çıkaracağız. Her saldırı anında kitlesel militan tepkiler verdik, mücadele etmeye devam edeceğiz. Peki bu saldırılarda üniversite yönetimleri nasıl tavır alıyor?

Üniversite yönetimleri genelde saldırıya uğrayan üniversitelilerin karşısında yer alıyor. Bunun en bariz örneği KTÜ’de yaşanıyor. Arkadaşımızı yaralayan faşistlerin üniversitedeki neredeyse bütün yönetici kadrolarla kol kola fotoğrafları var. KTÜ yönetimi faşistleri açıktan destekliyor. Mahkemede serbest bırakılan faşistlere yönetim sadece 1 ay ceza verdi. Üniversite polis işbirliğine başka bir örnek Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’dir. Üniversitede Metehan için eylem yapmak isteyenlere polisler saldırdı. Üniversite yönetimi basın açıklamasını dahi çok görmüş, polisi hemen üniversiteye soktu. Yakın zamandaki en çarpıcı durumlardan birisi de İÜ’de yaşanıyor. IŞİD’e sahip çıkan çeteler kampüse rahatlıkla girerek öğrencilere saldırdı. İÜ Rektörü Yunus Söylet ise saldırıya uğrayan üniversitelileri IŞİD çetelerini tahrik etmekle suçladı. Bu skandal bir açıklamadır. Soruyoruz; Rektör IŞİD ve üniversitedeki çetelerini mi destekliyor? Saldıranların çoğu İÜ’de öğrenci. Derhal üniversiteden atılmaları için kampanya düzenleyeceğiz. Rektörler AKP’nin, Erdoğan’ın emir eri gibi çalışıyor. Üniversiteliler bu rektörlere tepkili, rektörlerin bu tutumlarını teşhir edecek ve hesap soracağız. Bu saldırılar üniversite mücadelesinin seyrini nasıl değiştirecek? Öğrenci hareketi, üniversiteler yeni dönemi direnişle açtı. KTÜ’de faşistlere karşı mücadele sürüyor, OMÜ’de cihatçılara destek veren gericilere karşı, İÜ’de IŞİD destekçisi gerici örgütlenmelere karşı, Os-

Bircan Birol mangazi’de faşistlere karşı direnişler devam ediyor. Bunun yanında üniversitelerde piyasacı saldırılar da sürüyor. Yemekhane, ulaşım, yurt eylemleri sürüyor. Hacettepe Üniversitesi’nde Gökçek’in ulaşım politikalarından mağdur olan üniversiteliler hakları için direniyor. Sadece Hacettepe’de bu sorundan kaynaklı 2 bin öğrenci yürüdü. Toplamda üniversitelerde çeşitli başlıklar altında birçok direniş var ve gittikçe gelişiyor. Üniversiteler yeni açıldı ama üniversite muhalefeti döneme hızlı bir giriş yaptı. Saldırılar bu direnişleri engelleyemeyecek. Aksine üniversitelilerin tepkileri giderek yükseliyor. Şimdi, üniversitelerde bu mücadeleleri, direnişleri tek hedefe doğru, yani gerici piyasacı ve faşist AKP iktidarına yöneltmeyi hedeflediğimiz bir mücadele döneminin içerisindeyiz. AKP’nin topyekûn saldırılarına karşı üniversitelerden güçlü direnişler çıkarmaya devam edeceğiz.

‘Katil IŞİD üniversiteden defol’ ‹stanbul Üniversitesi’nde 26 Eylül günü Ifi‹D yanl›s› “Müslüman Gençlik” adl› grup Suriye ve Irak'ta AKP eliyle büyütülen cihatç› çetelere karfl› afifl asan üniversitelilere ellerinde çivili sopalarla sald›rd›. Üniversitelilerin direnifli ile sald›r› püskürtülürken Rektör Yunus Söylet “Hem tahrik edenler, hem de sald›ranlar cezas›n› alacakt›r” diyerek sosyalist ö¤rencileri ‘tahrik etmek’le suçlad›. Üniversitelilerin Ifi‹D ve destekçisi AKP’yi teflhir etmek ve savafl politikalar›na karfl› bölge halklar› ile dayan›flma göstermek için 29 Eylül’de akademisyenlerin, ayd›nlar›n da kat›l›m› ile düzenledi¤i “Bar›fl ve özgürlük buluflmas›” da ayn› grubun sald›r›s› ile karfl›laflt›. “Ifi‹D yanl›s› çeteleri, gericileri üniversitemizde bar›nd›rmayaca¤›z” diyen üniversitelilerin direnifli ile sald›r› püskürtüldü. Ifi‹D katliamlar›, AKP savafl politikalar› ve ‹stanbul Üniversitesi’nde yaflanan sald›r› 1 Ekim’de Akdeniz, Trakya, Pamukkale Üniversitelerinde gerçekleflen eylemlerle protesto edildi. Üniversitelilerin verdi¤i mesaj netti: “Ifi‹D’i ve onun arkas›nda duran, onu besleyen AKP’ye ve emperyalizme karfl› üniversitelerimizi de, ülkemizi de, kardefl halklar›n verdi¤i hakl› savafl› da savunaca¤›z. Bu katillerden hesap soraca¤›z, üniversitelerimize sokmayaca¤›z”

IŞİD destekçisi İHH karşısında üniversitelileri buldu Suriye’deki iç savaflta cihatç› çetelere lojistik destek verdi¤i bilinen ‹HH Samsun 19 May›s Üniversitesi’nde 26-27 Eylül tarihlerinde stant açt›. Stanttaki gericiler Ifi‹D’i ve onu destekleyen suç ortaklar›n› protesto eden üniversitelilere sald›rmaya kalkt›. Üniversiteliler iki gün boyunca çevik kuvvet ve özel güvenlik sald›r›lar› ve tacizleri karfl›s›nda geri ad›m atmayarak “Ortado¤u’da savafl, üniversitede katil istemiyoruz” sloganlar› ile ‹HH’y› teflhir etti ve üniversitelilerden yal›tt›.


15

BİZİM MAHALLE 9 Ekiml 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

“ B İ Z B U D E V R İ M C İ L E R S AY E S İ N D E R A H AT E D İ Y O R U Z B U R A D A ”

‘Okmeydanı karıştı’ da niye karıştı? kanlarında iskeletçi ve oymacı olmuş. Tekstil bugün de en çok çalışılan sektörlerden. Ama işsizlik mahallelinin en büyük sorunu. Esnaf veresiye yazdıkça yazıyor. Hatta kimisinin dediğine göre, bir sene biriktirip, defterleri attıkları oluyor. Esnaf da bir yere kımıldayamıyor. Çünkü hem müşterisi burada. Hem de onun da durumu yok. Esnaf Hacı Amca'nın dediğine göre eskiden mal getiren kamyonlar yer bulamazmış artık kimsenin mal getirecek hali de kalmamış. Hacı Amca "Bir de AKP 'kişi başına 10 bin 5 yüz lira düşüyor' diyor" diye hayıflanıyor. Orada yaşayanından Hacı Amca gibi orada esnaflık yapana herkesle en geç ikinci cümlede politika konuşmaya başlıyorsunuz.

TUBA GÜNEŞ

O

kmeydanı'na ilk yalnız geldiğimde, Şark Kahvesi'nde otobüsten inip Halkevi'ni bulabilmek için hemen karşısındaki Sibel Yalçın Parkı'nı sora sora yönümü bulmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sorduğum bir kişinin kasten "bilmiyorum" dediğini, resmi kayıtlardaki ismi olan "Fatma Girik Parkı" diye sorduktan sonra adresi çok iyi bilerek anlatmasından ve mimiklerinden anladım. Bir başkasından da "Fatma Girik Parkı"nı, "Sibel Yalçın Parkı" diye düzelterek, "Şuradan dümdüz gittiğinizde cemevinin hemen arkasında" şeklinde aldığım tarif sayesinde, nasıl bir semtte olduğumu çok iyi anlamıştım.

BERKİN’İN, UĞUR’UN MAHALLESİ Bahsi geçen cemevi, polis tarafından vurulan Uğur Kurt'un kanıyla ıslanan, savcı gelene kadar kanı yerde kalan cemevi. Geçtiğimiz sokaklar Berkin'in ekmek almaya gittiği sokaklar... Park da 18 yaşında polisle girdiği çatışmada yaşamını yitiren Sibel Yalçın’nın adını taşıyan, bir amfi tiyatrosu bulunan, mahallenin sosyal kültürel aktivitelerinin merkezi. “YALAN YOK, CHP’YE VERDİK” Mahalle dediysek haberlerde "Okmeydanı" diye duyduğumuz yer aslında iki mahalleden oluşuyor: Piyalepaşa ve Mahmut Şevket Paşa Mahalleleri. İlki Beyoğlu'na diğeri Şişli'ye bağlı… Mahallelerin politik havasını daha iyi anlamak için seçim sonuçlarını hatırlamak işe yarayabilir. Piyalepaşa'daki 17 bin seçmenin 7.000'i Erdoğan, 1.300'ü Demirtaş, 4.200'ü İhsanoğlu demiş. Yerel seçimlerde mahallede 7.500 AKP oyu, 1.000 HDP oyu, 5.300 CHP oyu çıkmış. Mahmut Şevket Paşa'da 13 bin seçmenin 2.500'ü Erdoğan, 1.800'ü Demirtaş, 6.000'i İhsanoğlu'nu seçmiş. Yerel seçimlerde CHP oyların 7.500'ünü, HDP 1.500'ünü, AKP 3.000'ini almış. Buna rağmen mahallede en güçlü siyasetlerden birinin Kürt hareketi olduğu söyleniyor. CHP adayına oy vermek de biraz utangaç şekilde "Ne yalan söyleyeyim, verdim", "İstemeye istemeye verdik"

şeklinde ifade ediliyor. Hemen peşinden herkes Kılıçdaroğlu için "Halkla birlikte sokakta değil. Halbuki tabanı devrimcilere uzak değil. Bizi Ekmel'e mecbur bıraktı" türünden şikayetler sıralıyor. En çok okunan gazeteler Sözcü ve Yurt. Onları Gündem, Birgün, Cumhuriyet, Milliyet takip ediyor. Ülkede solun yükseldiği 90'lı yıllarda, Okmeydanı'nda da solun yeniden görünür olmasının ardından, bugün sokaklarda neredeyse her sol kurumun tabelasına rastlayabilirsiniz. ‘…. ÖLÜMSÜZDÜR’ Ama elbette onları hissetmeniz için kurum binalarına gitmeniz gerekmiyor. Onları binlerce yazılamanın imzasında bulabilirsiniz. Berkin'in, Che'nin, Mahir'in, Kaypakkaya'nın ve pek çok devrimcinin yüzlerine rastlamanız an meselesi. Pek çok isim de "... ölümsüzdür" cümlesinin içinde duvarlarda hatırlatılıyor. Mahallede konuştuğumuz Doğu Beyazıdlı esnaf bir kadın bu yazılamalardan biraz şikayet ediyor. 7 yaşındaki çocuğunun "Anne 'ölümsüz-

dür' ne demek?" sorusuna yanıt veremediğini söylüyor. Biz de "Ne demek?" diye sorunca da "Yani hak etmediği halde bir şerefsiz tarafından öldürülen demek" diyor. Üzerine bir olay anlatmaya koyulunca bir devrimcinin adını hatırlayamıyor. "Şurada yazacaktı ya" diye kafasını çıkarıp sokağa bakıyor. Bir "... ölümsüzdür" yazılamasında ismi buluyor. Hatırlıyor. Afişler, yazılamalarla dolu sokaklara polis, 2000'li yıllardan beri akrepsiz giremiyor. Hırsızlık olayı için bile. Herhangi bir olumsuz olayda devrimciler olayı çözüyor. Devrimciler arasındaki anlaşmazlıklar da aralarında kurdukları komisyonlarla çözülüyor. GÖKYÜZÜ ARTIK DAHA KÜÇÜK Binaların yüksekliği her geçen yıl artıyor. Bize Okmeydanı'nı gezdiren Serdar Abi'nin deyimi ile "Gökyüzü artık daha küçük görünüyor." 1964'te Okmeydanı'na gelen ve bize semtin tarihini anlatan Hüseyin Amca'ya da "Çocukluğundaki sen bugünkü Okmeydanı'na gelsen evini bulabilir miydin?" diye soruyorum. "O kadar uzağa gitme"

diyor. 20 aylık askerliğinden döndükten sonra yolunu bulamamış. Bir gelmiş, o giderken var olan gecekondular yıkılmış da tünel olmuş. O zamandan beri de aynı hızla yapılaşma devam ediyormuş. Eskiden bahçeli gecekondular varken, bugün göç edip gelen 4, 5, 6 çocuklu aileler her çocuk için bir kat daha çıkmak zorunda kalmışlar. Göç demişken Serdar Abi, 3 yaşındayken, 77'de Sivas'tan gelmiş. Hüseyin Amca Erzincan'dan. Onun memleketlisi kadar Tokatlı, Giresunlu, Dersimli de var Okmeydanı'nda. Sonra sonra Batman, Mardin, Iğdır, Balıkesir'den göçülmüş. Son olarak Suriyeliler, Afrikalılar, Moğollar Okmeydanı'nın yeni ev sahiplerinden olmuş. ‘OKMEYDANI YİNE KARIŞTI’ DA NİYE KARIŞTI? İktidar baskısı burada hiç eksik olmamış. 80 darbesinde sokaklara tanklar yerleşmiş. 90'lardaki Sivas Katliamı anmaları için keskin nişancılar çatılarda beklemiş. Semt, 90'lardaki meşhur md. 141, 142'nin en ağır hissedildiği yerlerden biri olmuş. Bugün de süren 1 Mayıs ön-

cesi baskınlar alışıldık hale gelmiş. Hüseyin Amca bugünlerin ne 80'lere ne 90'lara benzediğini söylüyor. "80'de Taksim'e çıkardık. Burada korsan miting yapardık. Şimdi yapamıyorsun" diyor. AKP faşizminin mahallesine ve tüm ülkeye getirdiği baskı ortamına lanet ediyor. Bunları söyleyen Hüseyin Amca 80 öncesi DİSK Maden İş'le yaptıkları direnişte kazandıkları dava nedeniyle "DGM'yi ezdik sıra MESS'te" sloganını yaratanlardan... Bir kardeşi işkencede sakatlanan, o dönem pek çok arkadaşı cezaevinde yatan, evi iki defa basılan... Mahalleli Susurluk Kazası'nın ardından yapılan Sürekli Aydınlık için 1 Dakika Karanlık eylemlerine en kitlesel şekilde katılmış. Kazanın ardından yürüyen sonu görünmeyen kalabalık Haziran İsyanı'ndan önceki en büyük kalabalıkmış. Haziran İsyanı da herkesin artık yakından şahit olduğu gibi, daha önce eylemlere hiç katılmayanı bile sokağa dökmüş. Hep işçi semti olan Okmeydanı'na ilk gelenler şimdi kapatılan Haliç tersanesinde çalışmış, tekstil işçiliği yapmış. Marangozluk dük-

HEM EYLEMCİ HEM ŞİKAYETÇİ Kimi zaman esnaf, Okmeydanı’ndaki siyasetlerin kepenkleri kapatmak istemesinden rahatsız olabiliyor. Çünkü geliri bu kadar düşükken “kepenk kapattırma” ekonomiyi oldukça zor duruma sokuyor. En çok polisin pervasızca sıktığı biber gazı nedeniyle öfkeliler. Kimisi bu nedenle meyvesini satamıyor, kimisinin tatlısına biber karışıyor. “Bu insanlar durup dururken sokağa dökülmüyor” diyor biri. Öbürü de öyle düşünüyor. Ama çamaşırlarını astığında is olmasından bıkmış. Bakmayın şikayetlenmelerine, hiç sokağa inemeyecek kadar yaşlı olan bile Gezi’de limonunu, sütünü eksik etmemiş kimsenin. Kimi yaşlı kadınlar, “Bu devrimciler sayesinde biz rahat ediyoruz Okmeydanı’nda” diyor. Daha dükkanına girer girmez bir esnafın müşterisiyle, “-İçerde sigara içebilir miyim?” “–Okmeydanı’nda kanunları çiğnemek serbest!” diyaloğuna şahit olabiliyorsunuz. “Öyle mi?” diye röportaja başlayınca şakayı yapan esnaf hemen ciddileşip, “Halkın özgürlüklerini, haklarını hükümet çiğnerse fakir niye çiğnemesin? Burada kanunu çiğnemeyen suçlu olmuş” diyor ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki hukuksuzluklara giriveriyor. Kendisi örgütlü olmasa da örgütlü olduğunda hakkını direkt isteyebileceğini anlatan esnaf “Ben Okmeydanı’na gelmeseydim yobaz olurdum” diyor.

Sosyal aktivite olarak çat›flma

Okmeydanı rantsal dönüşüm istemiyor Ve son olarak elbette kentsel dönüşüme karşı mücadele… Hangi mahalleliye dokunsanız bu rant projesine karşı söyleyecek sözü var. Berkin’in babası Sami Elvan’la da görüşmemizin büyük bir kısmını bu konu aldı. Seçimden hemen sonra sadece AKP’li üyelerin oyuyla Beyoğlu Belediyesi tarafından 5 mahalle için verilen “riskli alan” kararının bilimsel bir dayanağı olmadığını biliyorduk. Ama Sami Abi’nin anlattığına göre bırakın rapor yazmayı, mahalleye bir kişi bile araştırmaya gelmeden bu karar alınmış. Zaten Danıştay bu kararı iptal etmişti. İdare mahkemesi de ilgili imar planını iptal etti. Okmeydanı’ndaki Okçular Tekkesi’nde ok atan Bilal Erdoğan rant planları hakkında ipucu vermişti. Açık kalan mikrofonlardan duyulan sohbette vakfın mütevelli heyeti başkanı havuz isteyen Bilal’e “Burada olacak. İki tane yapacağız. Bay, bayan. Bakalım şu dönüşümden de birkaç bir şey kalırsa bize” demişti. Sami Abi Sulukule’deki halkı borçlandıran, evlerinden eden rant projesini hatırlatıp, bu mücadele için ellerinden geleni yapacaklarını anlatıyor. Her yere yetişebilen, mücadelede hiçbir zaman geride kalmayan Sami Abi omzundaki yükün farkında. Öyle büyük bir sorumluluk hissediyor ki Burakcan Karamanoğlu vurulduğu zaman “O dönem başbakan olan şimdi cumhurbaşkanı olan benim tanımadığım şahıs çatışma isterken, biz iki baba olacakları önledik” diyor. Sami Abi’yle sohbete devam edemiyoruz. Çünkü eşi Gülsüm Abla sinirle bulunduğumuz

yere geliyor. Berkin’in davası ile ilgili gelişmelere olan öfkesini dile getiriyor. Büyük bir hüzünle yanımızdan ayrıldığında bizim de artık soracak halimiz kalmıyor. Sami Abi “Bize böyle bir hayat bıraktılar işte” diyor. Sami Abi yalnızca Elvan ailesine bırakılan hayatla değil Okan Gökçer’in durumu ile de yakından ilgileniyor. Kendisini aradığımızda yine Okmeydanı Hastanesi’nde 24 yaşındaki Okan’ın yanında idi. Gezi’de başından vurulan, o günden beri çok kez ameliyat geçiren Okan’ın durumu kötüye gidiyor. Sami Abi, Okan’ın durumunun gündemleştirilmesini, herkesin bu konuya duyarlılık geliştirmesini önemsiyor. OKMEYDANINDA YAŞAMAK ALÇAK SÜRÜNMEKTİR İşsizliğin, yoksulluğun, polis şiddetinin, devlet baskısının ortasındaki halka "Nasılsın?" diye soruyorsanız "Çok kötüyüm, nasıl olacağım!" cevabına hazır olmalısınız. "Okmeydanı'nda yaşamak ...?" diye sorduğunuzda "Alçak sürünmektir" yanıtına ya da "...tan nefret ediyorum"a... Dışardan gelen esnafa "Okmeydanı'nda mı yaşıyorsunuz?" deyince burada kendi semtinden çok vakit geçirdiğini anlatmak için söyleyeceği "Okmeydanı'nda yaşamaktan beteriz" cümlesine veya. Ama bunlara “Polis coplamasa, evlerimizi yıkmasa Okmeydanı’nda yaşamak daha güzel olurdu”lardan, İstanbul’da direnişin merkezlerinden biri oldukları konusundaki övgüler ekleniyor.

Gençler en büyük sorunlar›n›n h›rs›zl›k ve uyuflturucu oldu¤unu söylüyor. Bonzai 2,5 liraya kadar düflmüfl. Esrardan çok bonzai kullanan varm›fl. Devletin özellikle yozlaflt›rma için hem göz yumdu¤unu hem de el alt›ndan teflvik etti¤i konusunda herkes hemfikir. Çünkü ‹TO Lisesi’nin yan› polisin merkezi diye biliniyor. Ancak o noktada pek çok genç uyuflturucu içiyor. Gençler; içenleri uyararak, ikna ederek, örgütleyerek uyuflturucu ve çetelerle mücadele edilmesi gerekti¤ini düflünüyor. Örne¤in “köflebafl› gençli¤i” diye an›lan iflsiz gençler kimi mahallelilerce “serseri” diye an›l›yor. Ama kendileri de h›rs›zl›k yapt›klar› ve uyuflturucu kulland›klar› halde d›flardan gelen h›rs›z ya da sat›c›lara müdahale edip, kendi deyimleriyle “asayifli sa¤l›yor.” “Gençlere sosyal aktivite olarak ne yap›yorsunuz?” diye sorunca “Çat›flma sporu” diyorlar. “Bu art›k bir aktiviteye mi dönüfltü? Ne için eylem yapt›¤›n›z› bilmeden gitti¤iniz oluyor mu?” diye soruyoruz. “Düflman belli. Polis sald›r›yorsa mahalleyi savunmak için hepi-

miz oraday›z, konu ne olursa olsun” diyorlar. “Baflka?” diyoruz. “Sinema mesela?” Onu Halkevi’nin halk sinemas›nda izlediklerini söylüyorlar. “Tiyatro, konser?” diyoruz. “O iflleri hep Halkevi hallediyor. Hepsine ulaflabiliyoruz” diyorlar. Bir tanesi de tam bunun üstüne “Ama iflte onlar da pratikte yok” diyor. “Pratik”in bu genç için ne ifade etti¤ini tam anlayamasak da biraz önce anlat›lanlar akl›m›za geliyor. Mahallede yaln›zca belediyenin paral› sa¤l›k oca¤› oldu¤u için sa¤l›k hizmetine ulaflamayan halk, Halkevleri öncülü¤ünde mücadele ederek, paras›z sa¤l›k oca¤› hakk›n› alm›fl. Mücadeleyle kazan›lan tek bu de¤il. Güner Ak›n Lisesi’nin imam hatipe dönüfltürülmesine karfl› mahalleli eylem yap›nca, dönüflüm durdurulmufl. Dikilitafl Afl›k Veysel Park›’n›n yerine cami yap›lmak istenince de mücadele edip park› geri alm›fllar. Bugünkü biçim de¤ifltirmifl haline “Mehmet Ayval›tafl Park›” ad› verilmifl.


SOKAĞIN SESİ

16

9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

C‹ZRE

KOBANÊ

Çatışma Kobane’de değil Urfa’dan Hopa’ya, Batman’dan İstanbul’a her yerde. AKP’nin organize ettiği polis, korucu, Hizbulkontracı, cihatçı ve ülkücü faşistlerin estirdiği teröre rağmen toplumsal muhalefet ülkenin dört yanında AKP-IŞİD ittifakına karşı sokağa çıktı

15

Eylül’de başlayan IŞİD saldırılarına karşı direnen Kobane’ye destek için sokaklara çıkan, AKP’nin savaş tezkeresini ‘uygulatmayacağını’ ilan eden Türkiye muhalefet güçleri Kobane direnişinin 22. gününde (6 Ekim) IŞİD’ın kente girmesi ve halkın katliam tehdidiyle karşı karşıya kalmasının ardından AKP’nin savaş politikalarına karşı isyanı ülkenin tüm sokaklarına taşıdı. 6 Ekim akşamı HDP ve Türkiye sosyalistleri Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıkma çağrısı yaptı. Aynı akşam Haziran İsyanı’nın refleksi ile halk ilçe ve il meydanlarına çıktı. Hakkari’den Hopa’ya “Katil IŞİD, işbirlikçi AKP” sloganlarıyla tüm ülke ayaktaydı. Hopalılar Kobanê direnişiyle dayanışmak için uluslararası karayolunu trafiğe kapatırken, Kürt illerinde dört bir yanda Serhıldan ateşleri yakıldı, AKP il binaları, İslamcı kurum ve şirketler hedef alındı, Diyarbakır ve Batman’da çatışmalar sabahın erken saatlerine kadar devam etti. Birçok merkezden Urfa Suruç’taki sınır hattına doğru yola çıkıldı. Birçok ilde, eylemlere yönelik polis saldırılarının ardından kitleler direnişe geçti, İstanbul’un birçok meydanında ve mahallesinde; Gazi’de, Nurtepe’de, Okmeydanı’nda, Sarıgazi’de, Kadıköy’de, Taksim’de ve Kürt illerinde çatışmalar gece geç saatlere kadar devam etti. Sokaklara dökülen binlerce insan Kobanê direnişini sahiplenirken, IŞİD çetelerini destekleyen AKP’nin savaş politikalarına karşı meydanları terk etmedi.

KOBANE’DEN TÜRK‹YE’YE HALK K‹RL‹ SAVAfi ‹TT‹FAKINA D‹REN‹YOR YPJ/YPG 7 Ekim’de Kobane’de, emperyalistler ve AKP tarafından beslenen IŞİD çeteleriyle göğüs göğüse çatışmalara girerken Türkiye halkları yeniden sokaktaydı. Bu defa karşılarında AKP emri ile ülke içinde de halka savaş açmaya kararlı polis ve asker, ülkücüsünden İslamcısına çeşitli sivil faşist çeteler vardır. Batman, Mardin Dargeçit-Kızıltepe, Diyarbakır, Muş Varto, Bingöl ve Siirt Kurtalan’da Hizbulkontracılar ve Selefi çeteler halka silahlarla saldırdı. Bu saldırılar neticesinde en az 11 Kürt yurttaş hayatını kaybetti. Halk da bu saldırılar karşısında özsavunma eylemleriyle yanıt verdi. Bu karanlık manzara, AKP’nin organize ettiği polis, korucu, Hizbulkontracı, cihatçı çeteler, sivil faşistler iktidarın kendi kirli savaş dönemini başlattığını gösterdi. AKP iktidarı yaşananlar karşısında sıkıyönetim koşullarını uygulamaktan da geri durmadı ve Mardin, (Dargeçit, Derik, Kızıltepe, Nusaybin, Mazıdağı, Ömerli, Savur ilçeleri) Van, Diyarbakır, Batman, Siirt ve Muş’ta ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan etti. AKP 6 kentte sokağa çıkma yasağı ilan ederken, halk inisiyatifi ‘Sokağa çıkmaması gereken bu diktatörlük rejiminin mensuplarıdır’ diyerek kararı tanımayacaklarını duyurdu. AKP-IŞİD ortaklığında Kobanê’ye yönelik saldırılara karşı direnişle

KADIKÖY KADINLAR: YAfiAMIMIZ VE ÖZGÜRLÜK ‹Ç‹N D‹RENECE⁄‹Z! “Böyle barış olmaz, böyle bayram olmaz” diyerek 4 Ekim’de Kobanê direnişi ile dayanışma için İstanbul’dan Suruç’a hareket eden Barış için Kadın Girişimi’nden kadınlar 7 Ekim’de İstanbul’a dönerek AKP il binası önünde bir açıklama yaptı. Kadınlar açıklamalarında “Kobané’de IŞİD’e destek vererek Türkiye’de ve Kürdistan’da barış olmaz” dedi. Rojava’da direnen kadınları selamlayarak AKP’nin savaş politikalarına karşı direneceklerini ilan etti.

dayanışmak için İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa, Eskişehir, Çanakkale, Kocaeli, Antakya, Adana, Mersin, Hopa, Gebze, Marmaris, Muğla, Samsun, Kayseri, Çorum, Denizli ve Kürt illerinde halk sokaklara döküldü. İstanbul’un birçok ilçesinde, Taksim’de, Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Bağcılar’da, İkitelli’de, Bahçelievler’de, Esenyurt’ta, Gazi, Sarıgazi, Okmeydanı, 1 Mayıs mahallelerinde bir araya gelen binlerce kişiye polis saldırdı, eylemciler barikatlar kurarak direnişe geçti. Gazi, Esenyurt, Zeytinburnu ve Sultanbeyli’de gerici faşist gruplar da gerçekleştirdikleri saldırılarla polise eşlik etti. Yüze yakın kişi gözaltına alındı, onlarca kişi ise yaralandı. Adana’da IŞİD yanlıları Emniyet Müdürlüğü’nün yakınındaki bölgede “kontrol şovu” yapıp yol keserken, Antalya, İzmir, Bursa, Denizli ve Mersin’de polis eylemcilere saldırdı. Ayrıca Adana’da Dumlupınar Mahallesi’ne giden Halkevleri heyeti ile onlara eşlik eden Sendika.Org muhabirinin içinde bulunduğu araca IŞİD yanlısı Selefilerin kurşunları isabet etti. Antakya’da “Her yer Kobanê her yer direniş” sloganlarıyla polis barikatı aşıldı, Mersin’de faşist saldırılara tepki olarak MHP Akdeniz İlçe Binası ve Mersin Ülkü Ocakları binasının camlarını indirildi. Ankara’daki destek eylemine de saldıran polisler Kobanê ile dayanışma çadırında bekleyenleri darp ederek gözaltına aldı. Hedef gözeterek atılan plastik mermilerle çok sayıda kişi yaralandı. Gece saatlerinde direniş mahallelere taşındı. Dikmen, Batıkent, 100.Yıl ve Tuzluçayır halkı Kobanê için sokağa çıktı. Tuzluçayır’da halk, Kobanê direnişini polise karşı kurduğu barikatların ardında selamladı.

MERS‹N

ARTV‹N/HOPA

‘HER YER KOBANE, HER YER D‹REN‹fi’ Halk İnisiyatifi’nin serhıldan, KCK’nin “Tüm sokakları Kobanê sokaklarına dönüştürün” çağrıları sonrası Siirt, Şırnak, Van, Muş, Batman, Diyarbakır, Hakkari başta olmak üzere Kürtler bulundukları her yerde sokaklara döküldü. Hemen hemen her kentte polis ve asker saldırılarına karşı direniş yaşandı. Şırnak Cizre ile Urfa Suruç’ta halk, tel örgüleri aşarak sınırı geçti. Kentlerde mobese direkleri söküldü, mahalle mahalle barikatlar kuruldu. KAMU EMEKÇ‹LER‹ ‹fi BIRAKIYOR Sokak eylemlerinin yanı sıra Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) de 9 Ekim tarihinde iş bırakacağını açıkladı.

ANKARA


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.