213

Page 1

31 Temmuz 2014 • 1,25 TL

Y›l 9 • Say› 213

Çıkış yok!

‹K‹ EL‹M‹Z ‹fiB‹RL‹KÇ‹ N‹N HIRSIZIN, KAT‹L‹N YAKASINDA

Erdo¤an’›n tek adam e¤ilimleri, devlet içi çat›flma, AKP içi çatlaklar ve toplumsal hoflnutsuzluk egemenlerin krizini gittikçe derinlefltiriyor Ne Erdo¤an’›n fiili baflkanl›¤›, ne Gül’lü AKP, ne ›l›ml› ‹slamc› çat› adaylar› bu krizi çözmeye kabil. Sistemin krizsiz bir senaryosu yok Halk›n sand›¤a s›¤mayan mücadelesini sokakta örgütleyenler diktatör için krizden ç›k›fl›n, sokaktan kaç›fl›n olmad›¤›n› hat›rlat›yor

‹ntifadaya davetiyeniz var Sf. 3

BEDAŞ’ta yandaşa değil mücadeleye bak!

‘Artvin’in üstü altından daha değerli’ Maden arama çal›flmalar› ve onlarca HES projesiyle sermaye sald›r›s› alt›ndaki Artvin’de halk y›llard›r her türlü zorbal›¤a ve hukuksuzlu¤a direniyor. Halk›n mücadelesi yandafl flirketleri, hilelerini, eli sopal› adamlar›n› bofla düflürüyor. Patron, HES

protestosuna kat›ld›klar› için iki iflçiyi iflten ç›kar›rken, iflçilerin haklar›na sayg›l› olduklar›n› ipatlamak için Marx’›n Das Kapital’i ile Platon’un Devlet’ine sar›ld›. Artvin halk› ise elinde “patronlar›n saltanat›n› y›kaca¤›z” pankart›yla fabrikaya yürüdü SF 6

‘Biz Soma’da yaşamı yeniden örgütlüyoruz’ Soma’da tar›m›n tasfiye edilmesiyle bölge halk› madene mahkum edildi. Maden havzas›n›n il s›n›rlar› Manisa, Bal›kesir ve ‹zmir’e kadar geniflliyor. Maden iflçileri, termik santral iflçileri, tar›m iflçileri, tavuk ve

konserve fabrikalar›nda günde 12 saat güvencesiz çal›flan kad›n iflçiler... Art›k köle gibi çal›flmak istemeyen iflçiler kitlesel eylemlerle, D‹SK Dev Maden-Sen’de örgütleniyor SF 11

Yalanlarınızı yemedik! “‹nlerine girece¤iz” diyerek Cemaat’i tehdit eden Erdo¤an ancak 7 ay sonra harekete geçebildi. Emniyet ve yarg›daki hakimiyet krizi sürüyor, iktidar y›llar› boyunca kol kola türlü adaletsizliklere, katliam ve ya¤maya imza atan ikilinin kuyru¤u da birbirine ba¤l›. Tutuklanan polislerden birinin kelepçelerini göstererek “Ben haram lokma yemedim, yanl›fl ifl yapmad›m” demesi Cemaat taraf›ndan sembol haline getirildi. Bu ‘kahraman’polisler yaklafl›k

10 bin kifliyi hapse göndedikleri KCK operasyonlar›nda seçilmifl Kürt siyasetçilerin kelepçelenmifl ve s›raya dizilmifl foto¤raflar›n› bas›na servis ediyordu. Cemaat polislerinin ‘kahramanl›klar›’n› da kimse ‘yemedi’. A盤a ç›kan ise AKP iktidar›n›n ve Erdo¤an’›n emniyet ve yarg› baflta olmak üzere kurumlar üzerindeki hakimiyet zaaf›n›n sürdü¤ü ve ‘devleti yönetme’ yetene¤inin sakatland›¤›. Cumhurbaflkan› olmak da bu krizi çözemeyecek. SF 4

BEDAfi’ta gelece¤ini iflverenin iki duda¤›n›n aras›na s›k›flt›rmak istemeyen enerji iflçileri D‹SK Enerji-Sen’le hak mücadelesi veriyor. Tes-‹fl BEDAfi’ta, Cengiz-Limak-Kolin iflveren ortakl›¤›n›n yan›nda Enerji-Sen’e karfl› devlet ve patron yanl›s› sendika görevini bir kez daha yerine getiriyor. fiirket, Tes-‹fl sendikas›na üye olmayan yaklafl›k 1500 iflçiye Tes-‹fl’e üye olmalar› karfl›l›¤›nda bir defaya mahsus 2000 lira ikramiye verece¤ini söyleyerek rüflvet teklif ediyor. Enerji-Sen’in yetkili sendika olmamas›na ra¤men, iflyerinde iflçi sa¤l›¤› ve ifl güvenli¤i önlemlerinin al›nmas› için iflveren üzerinde kurdu¤u bask›, iflten atmalara karfl› yürüttü¤ü militan direnifl ve iflçilerin ücretlerinin iyilefltirilmesi için verdi¤i fiili meflru mücadele, BEDAfi’ta yetkinin de¤il yürütülen mücadelenin fark›n› ortaya ç›kard›. SF7


2

KİBELE 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

Herkes sustu kadınlar konuştu

Halkevci Kadınlar kampına gelen kadınlar Haziran İsyanı’ndan aldıkları güçle gericiliğe ve kadın düşmanlığına karşı direnişi örgütleyecek EL‹F GÜVEN

S

eferhisar’daki kamp yerimize erken saatlerde varıyoruz. Şehirlerden gelişler oldukça kamp alanı kalabalıklaşıyor. Kamp alanında morlu turunculu pankartlar, bileklikler karşılıyor bizi. Mahallelerden gelen kadınlar, genç kadınlar, çalışan kadınlar, Halkevleri ile daha yeni tanışmış kadınlar, yıllardır Halkevi’nde çalışma yürüten kadınlar… Sadece kadınların olduğu bir yerde ne kadar özgür, özgüvenli olabildiğimizi, birer özneye dönüşümümüzü deneyimliyoruz kamp boyunca. Erkek egemenliğinin oturmasını, kalkmasını, gülmesini, kahkaha atmasını, giyinmesini/giyinmemesini, dans etmesini baskılandırdığı kadınlar olarak, kampta özgürlüklerimize kavuşuyoruz. Her forumdan sonra çay, kahve sohbetlerine taşıyor tartışmalar; “Benim kocam da şöyle yapardı/yapıyor” ile başlayan sohbetler, “Bu Tayyip var ya…” ile devam ediyor. Tayyip ne kadar düşmansa kadınlara, kadınlar da bir o kadar düşman ona. Ah bir ellerine geçirseler. Siyasetin eril dilinden, yapısından kurtulunca, özgüvenimiz de gelişiyor

tabi. Dışarıda bir yerde ezilen kadınları kurtarmaya gelmiş kahramanlar değiliz orada, bizzat kendimizi konuşuyor, kendimizi özgürleştirmeye çalışıyoruz. Her oturumda söyleyecek bir sözümüz, anlatacak bir deneyimimiz var, haliyle hiç bir oturum vaktinde bitemiyor. Halkevci Kadınlar’ın mücadele tarihi konuşuluyor öncelikle, Halkevleri ile daha yeni tanışmış pek çok kadın var; Gezi Direnişi’nden çıkıp gelenler, muhtarlık çalışmalarında, kadın meclislerinde örgütlenenler, yıllardır Halkevleri bayrağı ile mücadele verenler… Peki, bugün hangi soruların peşine takılarak gelmişti bu kadar kadın? Kadın kimliği, örgütlülük, yeni bir direniş ve dayanışma kültürü... İkinci gün müziğin çağrıcı gücü keşfediliyor ve her forum öncesi dans ritüelimiz de böylece başlıyor… Dünyanın bütün dişi penguenleri

birleşin! Akşam sohbetleri de başladı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen 200 kadın gruplar halinde kamp alanını adeta kuşatıyor. Kampın en güzel yanlarından biri de bu. Birbirini ilk defa gören kadınlar tanışıyor, tartışıyor, eğleniyor… Kadınlardan biri bu durumu şöyle özetliyor: “Çok güzeliz ya!” Kamp Haziran İsyanı ışığında kadın mücadelesinin geleceği tartışması ile sonlanıyor. Ya da, bu daha başlangıç… Hayatın, direniş direnişin hayat olduğu günlerden kısa kısa değerlendirmeler yapılıyor. Kampın sloganına da yansıyan “Hayatı örgütlüyor, mücadeleyi büyütüyoruz” iddiası Haziran İsyanı’ndaki deneyimlerle buluştuğunda görüyoruz ki, kadın hareketini yeniden kurma iddiamız da güçleniyor. MelodiKA eşliğinde gerçekleşen şenlik, Sığacık pazarı ve Şirince gezisine katılan kadınlar kadın cinayetlerine karşı

hazırladıkları dövizlerle erkek egemenliğine meydan okurken, esnaf kadınlardan da bolca alkış aldılar … Ertesi gün kadın mücadelesi için somut öneriler ve tartışmalar ile yola çıkıyoruz. - Halkevci Kadınlar’ın mücadele tarihini ve kamp boyunca çıkardığımız soruları da cevaplayan bir broşür çıkarmaya - Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gericilere ve kadın düşmanlarına mecbur olmadığımızı göstermek ve kadınların sözünü yansıtmak için doğrudan militan eylemler örgütlenmesine - Kadına yönelik şiddet, kadınların sağlık hakkı ve kadın emeği gündemli şubelerde veya bağımsız kurumsal çalışmaların örgütlenmesine - Başta Hatay olmak üzere savaş karşıtı buluşmaların örgütlenmesi; Hatay’da savaşa karşı kadın meclislerinin kurulması ve Ortadoğu’daki kadınlarla bir buluşma yapmaya - Halkevci Kadınlar Çalıştayı yaparak kadın mücadelesini bugün hak mücadeleleri birikimi ile Gezi Direnişi’nde inşa edilen kamusal yaşamın kadınların politik alan mücadelesine dönüştürme dinamiklerini değerlendirmeye karar verdik…

Stonewall ‹nn’den bugüne ‘Onur’ mücadelesi Ana atölyenin ardından gerçekleşen LGBTİ (Lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) ve sosyal medya atölyelerinde, kadınlar aynı zamanda Halkevleri Danışma Kurulu üyesi olan KaosGL’den Remzi Altunpolat’la LGBTİ mücadelesi üzerine tartışırken, sosyal medya atölyesinde sosyal medyanın nasıl kullanılacağını ve önemi üzerine sohbet etti. LGBTİ atölyesinde bütün cinsel yönelimleri açıklayan Altunpolat, LGBTİ'lerin mücadele tarihini de anlattı. Kadınların sıkça soru

sorduğu atölye, kampın en kitlesel atölyesi oldu. Altunpolat, 1969 yılında Stonewall İnn’e polisin düzenlediği rutin baskınlardan birinde “artık yeter” diyen eşcinsellerin 4 gün süren direnişinden bugüne kadar gelen mücadeleyi anlattı. Atölye sonucunda Remzi Altunpolat'ın 25 Kasım ve 8 Mart gibi mücadele günlerinin arasına 17 Mayıs (Transfobiyle mücadele günü) ve her yıl Haziran sonunda düzenlenen Onur Haftası'nı da ekleme önerisi alkışlarla karşılandı.

Rojava’ya selam Kampın ikinci gününün son oturumunun konuğu olan PYD Dış İlişkiler Sorumlusu Halime Yusif, Rojava’daki kadın devrimi deneyimini anlattı. Rojava’da gerçekleşen devrimin kadınlar için ve Rojava halkı için neleri değiştirdiğini anlatan Halime Yusif kadınların gündelik hayatlarının baştan aşağı değiştiğini vurguladı. Kadınlaırn artık evlerinde değil, Rojava'da kurulan toplumsal yaşamın her alanında olduğunu, kadınların ya kurulan kadın evleri ve kadın akademilerinde ya kadın örgütlerinde ya da silahlı mücadelede (YPJ) olduklarını vurguladı. Kadınlar, Halime Yusif kamptan ayrılırken ona yanlarında getirdikleri yazmalarını ve yaratıcı işler atölyesinde hazırladıkları patchwork çalışmalarını hediye ettiler. 'Ifi‹D'‹N GELECE⁄‹ VARSA GÖRECE⁄‹ DE VAR' Kampın üçüncü gününe “Savaş karşıtı mücadele” başlıklı atölyeyle başlayan kadınlar, Ortadoğu’daki kadın hareketleri üzerine sohbet etti. Türkiye sınırındaki savaşın ve IŞİD tehdidinin coğrafyaya ve özelde Antakya’ya nasıl yansıdığını aktaran Antakyalı kadınlar, savaştan en çok da bölge kadınlarının etkilendiğini anlattı. Bölge kadınlarının, taciz, tecavüz ve kaçırılma tehdidiyle yaşadıklarını hatırlattı. Forum kısmında söz alan Antakyalı bir kadın IŞİD tehdidinin kentteki kadınlar için gerçek bir sorun olduğunu ancak kadınların bu tehdide karşı korkuyu değil direnişi örgütlediklerini anlattı. Antakyalı kadınların cihatçı çetelerle mücadele etmeye hazırlandıklarını belirten kadın, “IŞİD'in geleceği varsa göreceği de var” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Sokakta yaşam evde #KadınKatliamıVar Kadına yönelik sistematik şiddetin katliama dönüşmesine ve Ayşenur İslam'ın tepkisizliğine karşı bir araya gelen kadın örgütleri meclisin olağanüstü toplanması talebiyle eylemdeydi TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

K

adın örgütleri, artan kadın ve trans cinayetlerine karşı #Kadınkatliamı var diyerek sokağa çıktı. Kadın cinayetleri gündemli olarak meclisin olağanüstü toplanmasını isteyen 150 kadın örgütü 20 Temmuz'da 13 ayrı merkezde bu taleple eylemler gerçekleştirdi. Bakanlıkların, yargının ve kolluk kuvvetlerinin kadın cinayetlerinin sorumlusu olduğunu belirten kadınların Ankara’da gerçekleştirdikleri eylemde sivil polisler kadınlara saldırarak pankartlarını almaya çalıştı ancak kadınlar saldırıya direnerek pankartlarını vermediler. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Bursa, Kocaeli, Eskişehir, Çanakkale gibi birçok ilde sokağa çıkan kadınlar öfkelerini taşıdı. Kadınlar, Aile Bakanı'nın “Ko-

ruma altındaki kadınlar öldürülmüyor” beyanına tepki gösterirken, kadın örgütlerinin belirlediği cinayetleri önleyebilecek temel şartlar doğrultusunda acil bir eylem planı oluşturulmasını talep etti. Kadınlar yaptıkları açıklamalarda “Ailenin kadından önce geldiği, kadının yerine ailenin ikame edildiği bir anlayış, aile merkezlerinden, aile avukatlarına, aile hekimlerine kadar herkes tarafından bize dayatılmak isteniyor; kadınların içinde öldürüldüğü, şiddet gördüğü, emeğinin sömürüldüğü, dışına çıkmak istediğinde öldürüldüğü aile, devletin erkek egemenliğinin yansıması olarak bir devlet kurumu olarak işliyor. Biliyoruz ki biz kadınlar bir araya gelebilirsek cinayetleri önleyebiliriz. Bu yüzden meclis, kadın ve trans cinayetleri gündemiyle olağanüstü toplanana kadar sokakları boş bırakmıyoruz” dedi.

Kad›nlar Ekmel'in yakas›nda Ekmeleddin ‹hsano¤lu verdi¤i bir röportajda kendisine yöneltilen “kürtaj hakk›” sorusuna “Allah'›n verdi¤i can› insan›n alma hakk› var m›?” diyerek yan›tlad›. Aç›klaman›n ard›ndan ‹zmir'de bir iftar program›na kat›lan ‹hsano¤lu'nu yakalayan Halkevci Kad›nlar, “Kad›n düflman› cumhurbaflkan› istemiyoruz” diyerek ‹hsano¤lu'nu protesto etti. Bu aç›klamas›yla gericili¤in, kad›n düflmanl›¤›n›n ikinci yüzünü de a盤a ç›karan ‹hsano¤lu, ard›ndan “Yanl›fl yans›t›ld›¤›n›” iddia etse de kad›nlar›n onun da peflini b›rakmayaca¤› kesin.


3

GÜNDEM 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

“Aleviler ne yapmalı?”

Eşkıyaların festivali diktatöre meydan okuyor Bu yıl 11’incisi düzenlenen Kemalpaşa Halk Festivali, şarkıyla, türküyle, horonla, düğünle başladı. Eşkıyaların bu yılki festival sloganı “Diktatöre meydan okuyoruz”

H

er yıl bölge halkının katkılarıyla düzenlenen Kemalpaşa Halk Festivali’nin 11.si “Diktatöre meydan okuyoruz” sloganıyla başladı. Geleneksel festival açılış yürüyüşünde Filistin halkıyla dayanışma sloganları atıldı. Etkinlik, Haziran İsyanı’nda, devrim ve demokrasi mücadelesinde yitirilenler adına yapılan saygı duruşuyla başladı. Festival alanına gelenleri 2011 yılında su hakkı için direnirken yaşamını yitiren Metin Lokumcu’nun pankartı karşıladı. Festivalin ilk gün konukları Grup Evragun, Grup Çığ ve Mustafa Özarslan’dı. Halkevleri adına Hopa Halkevi üyesi Kamil Ustabaş bir konuşma yaparak gelenleri selamladı. Ustabaş, “Halkevleri festival-

ler, yaz okulları örgütlerken diktatörün kurduğu barikatlara da yükleniyor, bu gerici, faşist barikatları halkın örgütlü gücüy-

le yıkıyor. Halkevleri hırsızın, yolsuzun, gericinin, faşistin barikatlarını yıkma cesaretini, Mahir Çayan’dan, Metin Lokumcu’dan Alaattin Demirci’den alıyor” diyerek Hopa halkını demokrasi mücadelesinde yan yana durmaya devam etmeye çağırdı. Festivalin ikinci gününde sahneye ilk olarak Kemalpaşa Halkevi Çocuk Korosu Berkin Elvan için söyledikleri türküyle çıktı. Koronun ardından festival Müge Tosun ve Salih Yılmaz’ın ezgileriyle tepilen horonlarla devam etti. Festivalin ikinci gününde geleneksel halı saha futbol turnuvası şampiyonlarına ödülleri verildi. Turnuvanın Hopa ayağı birincisi SOSO Spor ödülü Haziran İsyanı’nda yitirilenlere adadı.

Halkevleri, emperyalistler ve iflbirlikçilerinin Ortado¤u'da ve Türkiye'de mezhepçili¤i k›flk›rtma, kanl› çat›flmalar yaratarak egemenliklerini sürdürme politikas›n›n, bölgede dini mezhebi esaslara göre yeni düzenler kurulmas›n›n karfl›s›nda ‘Aleviler ne yapmal›?’ sorusunu 3 A¤ustos’ta Ankara’da düzenleyece¤i forumla tart›fl›yor. Forum öncesi AKP’nin Suriye’de cihatç› çeteleri destekleme politikas›n›n sonuçlar›n› do¤rudan yaflayan güney illeri Hatay ve Mersin’de ön forumlar gerçeklefltirildi. Farkl› illerde ise flubelerde yap›lan toplant›larda tart›flmalar yürütüldü. Özellikle Ifi‹D’in Musul’u iflgal etmesiyle ilerleyen süreç Ortado¤u’nun ve Türkiye’nin gelece¤i aç›s›ndan tehlikenin boyutlar›n›n büyüklü¤ünü gösteriyor. Bu koflullarda iktidar eliyle Türkiye toplumunun mezhep temelli kutuplaflt›r›lmas›n›n tarihin en yüksek seviyesine ulaflt›¤›n› belirten Halkevleri, forumda Alevilerin sosyal, kültürel ve inançsal yaflamlar›n› tehdit eden bu geliflmelere karfl› nas›l mücadele edilebilece¤ine dair yol yöntem gelifltirilmesine dair somut ad›mlar›n tart›fl›lmas›n› hedefliyor. Forumun örgütçülerinden Halkevleri Genel Baflkan› Samut Karabulut forum öncesi kaleme ald›¤› “Aleviler ne yapmal›? Nas›l yapmal›?” bafll›kl› yaz›s›nda flöyle diyor: “Suriye ve Irak’taki geliflmeler örgütlendirilmifl Sünni gericili¤inin katliamc› niteli¤ini gözler önüne sererken, bu gericili¤in emperyalizmin stratejik plan›n›n belkemi¤i olarak örgütlendirilmesi, silahland›r›lmas› ve yayg›nlaflt›r›lmas›yla birlikte düflünüldü¤ünde, geçici de¤il kal›c› bir tehditle karfl› karfl›ya bulundu¤umuzu göstermektedir. Örgütlendirilmifl Sünni gericilik kendinden olmayanlara ve özellikle de Alevilere sald›rmaktad›r.” Karabulut, Türkiye’den giderek bu cihatç› çetelere kat›lan

gençler oldu¤unu ve Sünni cihatç›l›¤›n ülkemizde yaflayan herkes için potansiyel bir tehdit oluflturdu¤unu belirtiyor. “Gerek bu çeteler eliyle gerekse de emperyalist merkezler eliyle Anadolu topraklar› da art›k mezhepçi, cihatç› gericili¤in boy verece¤i yeni hedeftir. Kuflkusuz bu mezhepçi, gerici cihatç›l›ktan ilk etkilenecek olan Alevilerdir” diyen Karabulut ülke tarihinde Devrimci Hareketin faflizme karfl› direnifl ekseninde Alevileri örgütleyen ve can güvenli¤i sorununu bu eksende ele alan yaklafl›m›n› hat›rlat›yor. Alevilerin ve tüm ilerici, laik, demokratik bir toplum özlemi içinde olan kitlelerin ortak çabalar› ve örgütlenmelerinin esas al›nd›¤› bir yaklafl›ma ihtiyac› oldu¤unu vurgulayan Karabulut forumun Alevilerin sorunlar›n›n do¤ru tarzda ele al›nmas› için, ilgili tüm kesimlerle bir araya gelme ve çözümler üretme görevi yönünde ülkenin devrimci demokratik tarihsel birikimini yol gösterici olarak kabul eden bir giriflim oldu¤unu belirtiyor. FORUM’DA OTURUM BAfiLIKLARI fiÖYLE: *Ortado¤u'daki son geliflmeler. ABD, Türkiye ve Arap rejimlerinin politikalar›; Suriye ve Irak’ta ki cihatç›lar›n hedefleri, Ifi‹D’in h›zl› hakimiyetinin sonuçlar›. *Türkiye'de mezhepçilik ve Alevi düflmanl›¤›. Alevi dernekleflmeleri, örgütlenmeleri, Alevi mitingleri. AKP iktidar›n›n dönemlerinde Alevi politikalar›n›n flekillenifli, mezhepçi söylemi ve Alevi düflmanl›¤›. 70’li y›llar boyunca yaflananlar ve devrimci hareketin izledi¤i politikalar ve sonuçlar›. Di¤er siyasal partilerin Alevilere dönük yaklafl›mlar›. *Halklar›n kardeflli¤i temelinde demokratik, laik, eflitlikçi, özgürlükçü bir siyasetin olanaklar›. Mezhepçi ve cihatç› faflizme karfl› birleflik bir mücadele için olanaklar.

‹ntifadaya davetiyeniz var umhurbaşkanlığı seçiminde artık kritik soru Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olup olamayacağına düğümlenmiş durumda. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ülkede birikmiş sorunların (gerek sermayenin gerekse de halkın, hatta uluslararası sorunların) çözümünde bir aşama oluşturmayacağı aşikar. Üstelik tam tersine, ister Tayyip isterse Ekmeleddin seçilsin daha farklı sorunların (krizlerin) çıkacağı da aşikar. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi durumunda, şimdiye kadar yaptıkları ve yapacağını söyledikleri göz önüne alınırsa, devlet kurumları arasındaki ilişkiden uluslararası ilişkilere, hukuksal alandan sosyal düzenlemelere kadar tam bir keşmekeşin, “Ben yaptım oldu”nun yaşanacağı kesin. Daha cumhurbaşkanı olmadan yetkilerinin ne olduğu, nasıl kullanılacağı gündemin en önemli maddesi oldu. Bilindiği gibi şu anki cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkiler de dahil olmak üzere sözü edilen yetkiler 12 Eylül 1980 faşist cuntasının hazırladığı anayasa tarafından verilmişti.[1] (Ve o günden bu yana bir değişiklik yapılmadı. Hani Erdoğan’ın çok şikayet ettiği ve her seçim öncesi değiştirmeyi vaat ettiği 12 Eylül Anayasası tarafından.) 12 Eylül Cuntası’nın, cumhurbaşkanlığına parlamenter sistemlerde çok görülmeyen bu yetkileri verirkenki amacı, sistemin kalıcılığını sağlayacak bir “yedek güç” oluşturmak, bir başka ifade ile “gözetme iktidarı” oluşturmaktı. Oysa bu “yedek güç” özelliği çok kısa bir süre sonra “asli güç” olarak değerlendirilmek istenmiştir. Neredeyse hiçbir sorumluluğu olmamasına rağmen bu kadar geniş yetkilerle donatılmış bu ma-

C

kam, tam da bu özellikleri nedeniyle siyasetçilerin (parti başkanlarının) kendilerinin oturmak istediği bir koltuk halindedir.[2] Bu arada Kenan Evren, T.C. tarihinde halk tarafından seçilmiş (biraz dolaylı da olsa) ilk cumhurbaşkanıdır.[3] AKP iktidarı bu duruma yeni bir özellik daha katmıştır; Cumhurbaşkanının (20 milletvekilinin aday göstermesinden sonra) halk tarafından seçilmesi. Bu ise yeni bir sistemin kurulma planının parçalarından biri olarak gerçekleştirilmemiş, tam tersine kendileri için oluşturulan bir açmazı çözmek için “uydurulmuştur”.[4] Böylece (her türlü dolayıma rağmen) halkın seçtiği iki kurum vardır; parlamento ve cumhurbaşkanlığı, üstelik üstün yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanlığı. Artık bu sistemden, hele hele özellikle Tayyip Erdoğan gibi “yetkileri sonuna kadar kullanacağım” diyen birinin bu koltuğa oturması halinde, “parlamenter sistem” diye söz edilemez. Bu durum yeni bir tanımlamayı gerektirecektir [5], sadece “yarı başkanlık” gibi bir lafla geçiştirilemez. Ancak yeni bir tanımlama yapılarak işin içinden sıyrılmak da mümkün değildir. Kurumların işleyişi, kurumlar arası ilişkinin biçimi, yetkinin/sorumluluğun nasıl dağıtılacağı/paylaşılacağı vb. her şey yeni kriz dinamikleri oluşturacaktır. Gerçek bir ucube yaratılmak üzere. (Tayyip, ucubenin gerçekte nasıl bir şey olduğunu bu sefer keşfedebilir.) Bunların yanında cumhurbaşkanı ile parlamento arasındaki bir “uyumsuzluk” ise kriz dinamiği falan değil, tam bir kriz olacaktır.[6] Diğer yandan cumhurbaşkanlığı, parlamento ve bakanlar kurulu üçlüsünde toplanan “ideolojik-poli-

tik ve örgütsel çoğunluk” -ki buna mutlaka uyum sağlamış yargıyı ve medyayı da unutmamak gerek, temel politikalarda (örneğin neoliberalizm, faşist uygulamalarda) istikrarı kuşkusuz sağlar. Ancak bırakın karar süreçlerine katılabilmeyi, kamusal tüm süreçlerden dışlanan kesimlerin sertleşen muhalefetine neden olacaktır. Bu duruma “majestelerinin hakimleri”nin ya da başka bir ifade “padişahın kadıları”nın eklendiği bir yargı sistemi sonucu katmerleştirecektir. Medyayı saymaya gerek bile yok. Mahkemeler yasak koydu, medya tam uyum sağladı; Musul büyükelçilik rehinelerinden haberi olan, haberi veren medya kuruluşu var mı? Parlamento dışı siyasi mücadele araçları tek çıkar yol olarak işlevselleşecektir, kaçınılmaz olarak.[7] Bu noktada 2015 Haziran ayında yapılacak genel seçimler kuşkusuz parlamentodan beklentileri tetikleyecek bir ara dönem olarak yaşanabilecektir. Ancak bu durum bile sistemin yeni karakteristiğini değiştirmeyecektir. Toplumsal meşruiyet için buldukları çözüm yani cumhurbaşkanını halka seçtirmek ise halkın yarısını (en azından geçerli oy veren yarısını) dışlamak sonucunu doğurmaktadır. Hele hele bu figür Tayyip Erdoğan olduğunda, dışlanmış topluluklar, sonucu kabullenen değil, hızla sonuca karşı mücadele edecek topluluklar haline gelebilecektir. Tüm bu nedenlerle Tayyip Erdoğan ve ona yapışık yaşayan asalaklar dışında kalan birçok sistem içi çevre/güç, eski statükoyu koruma çabası içerisine girmişlerdir. Ekmeleddin İhsanoğlu tercihi tam da bu gerekçelerle yaratılmıştır. Ek-

meleddin, Tayyip’e barikat oluşturma çabasının yanında 80 öncesi devlet işleyişine dönme hayalidir. Ekmeleddin İhsanoğlu, Fahri Korutürk modelidir. Başarılı olsa bile Tayyip ile modellenen sistemi sadece öteleyebilecektir.[8] Her iki seçeneğe hızla uyum sağlayabilecek tekelci sermaye bile kendi örgütü aracılığıyla daha uygun olanı, zaman kazandıracak olanı (!) dillendirmektedir. TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer; "Halk tarafından seçilecek bir cumhurbaşkanı, kim olursa olsun, birinci görev olarak partiler üstü bir anlayışla toplumda oluşmuş bu ağır kutuplaşmaya uzlaşmacı ve uzlaştırmacı bir tutum benimsemelidir diye düşünüyoruz. Esasında bir sivil anayasa yapmamızın önündeki en önemli engeller olan kimlik konusu, din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili konular ve devletin organları arasındaki kontrol-denge mekanizmaları konularında da uzlaşma noktasında cumhurbaşkanının çok önemli bir rol oynayabileceğini düşünüyoruz.” Sokağın tehlikesini ondan en fazla etkilenecek olanların görmesi şaşırtıcı değil; sınıf korkusu tarihsel olduğu kadar genetik de olsa gerek. Ne kırk katırı ne kırk satırı seçmek zorunda değiliz. Egemen saflardan herhangi birinden beklentisi olanlar tercih derdine düşebilirler. Kendi özgücüne güvenenlerin böyle bir derdi olamaz. Üstelik kendi özgücüne güvenmekten başka bir çıkar yol da bu düzende zaten yok. Ayrıca bu olağandışı dönem sistem güçlerinin inisiyatifine terk edilemez.(9) Bu noktada Selahattin Demirtaş tercihi de, söyleminin her türlü albenisine rağmen, Kürt hareketinin AKP ile müzakere sürecinde

girdiği ilişkinin yarattığı nesnel kısıtlar nedeniyle sosyalistlerin cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında mücadeleyi daha ileriye taşıma hedefi açısından bir güvence ifade etmiyor. Sokak, yani halkın bağımsız, kitlesel, fiili ve militan eylem biçimleri siyaset yapmanın, egemen siyasi alana müdahale etmenin temel kanalı olacaktır.(10) Halkın meşru mücadelesinin örneği Filistin’de yaşanıyor. Sokağın siyasetsizlik olduğunu iddia edenler Filistin halkına bunu anlatabilirler mi? Tayyip Erdoğan da ister cumhurbaşkanı olsun, isterse başbakan olarak kalsın, eninde sonunda bu toplumun “intifada”sıyla tekrar ve tekrar (ilki Haziran’dı) karşı karşıya gelecek. Elbette Haziran dersini yaşayan devrimciler için bu ‘beklenerek’ hazırlanılacak değil iradi olarak örgütlenecek bir süreçtir. DİPNOTLAR (1) Anayasa değişikliklerini halkoyuna sunmak, belli koşullar altında TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar vermek, Başbakanın önerisi üzerine bir Bakanın görevine son vermek, olağanüstü yönetim usullerinden birini ilan edecek ya da olağanüstü KHK çıkartacak Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmek, Anayasa Mahkemesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, HSYK, YÖK, Devlet Denetleme Kurulu gibi kurumların üyeleri ile üniversite rektörlerini atamak ya da seçmek gibi. Ayrıca Anayasa’nın ilgili maddesi ile Cumhurbaşkanının yetkilerini yasa ile genişletme olanağı da tanınmıştır. (2) Kenan Evren’i saymazsak, ondan sonra TBMM tarafından cumhurbaşkanlığına seçilen dört isimden üçü parti başkanlığı, Başbakanlık yapan aktif siyasetçilerdir. Ahmet Necdet Sezer’in seçilmesi istisnadır. (3) 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulan 1982 Anayasası’na eklenen Geçici 1. maddeye, “Anayasanın, halkoylaması sonucu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak kabul edildiğinin usulünce ilânı ile birlikte, halkoylaması tarihindeki Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı (Kenan Evren), Cumhurbaşkanı sıfatını kazanarak, yedi yıllık bir dönem için, Anayasa ile Cumhurbaşkanına tanınan görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır” hükmü eklendi. Böylece bugünkü Anayasa ile birlikte Kenan Evren’in Cum-

hurbaşkanlığı da halka onaylatılmış oldu. Yani Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı da bir şekilde halk oylaması ile yapılmış gibi oldu. (4) 11. Cumhurbaşkanı’nın seçileceği 2007 Nisan’ında, oylama turlarının birincisinin yapıldığı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı “e-muhtıra” olarak bilinen 27 Nisan bildirisini yayımladı. Bu bildiriyi, oylamanın CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi izledi. CHP birinci turda Cumhurbaşkanı’nın en az 367 milletvekilinin oyuyla seçebileceği, bu nedenle Genel Kurul’un toplanması için de en az 367 milletvekilinin hazır bulunması gerektiği öne sürüldü. Anayasa Mahkemesi de 367 kararı olarak bilinen bu talebi kabul etti. Bu çıkışa karşılık AKP’nin manevrası ise ilk olarak 22 Temmuz’da erken seçime gitmek ve Cumhurbaşkanı’nı halka seçtirmeyi öngören Anayasa değişikliğini yapmaya karar vermek oldu. 2007’nin Ekim ayında referanduma gidildi. Referandum sonucu ise bu değişiklik Anayasa’ya girmiş oldu. (5) Literatürde siyasi rejimler; saf başkanlık sistemi, saf parlamenter sistem, başbakancı başkanlık sistemi, başkancı parlamenter sistem ve başkanlı parlamenter sistem olarak sınıflandırılmaktadır. (6) Daha önce yaşananlar bu duruma ufak çaplı örnekler oluşturmakta; 1961 Anayasası’nın yürürlükte olduğu dönemde Cumhurbaşkanlığı makamınca toplam 32 adet kanun metni TBMM’ye iade edilmişken, 1982-2007 arasında 131 adet (7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren 26, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal 18, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 14 ve 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 73 adet olmak üzere) kanun metni TBMM’ye iade edilmiştir. Abdullah Gül döneminde ise Şubat 2014’de kadar 4 adet kanun metni TBMM’ye iade etti. (7) Fransa tipi yarı başkanlık rejiminde güçsüz parlamento yapısının, parlamento dışı muhalefeti ve sokak tepkisini (her ne kadar Fransız muhalefetinin geleneksel yapısı önemli bir etkense de) tetiklediği kabul edilen bir durumdur. (8) 1973’te o zamanki parlamento cumhurbaşkanlığı seçme zorluğundan kaynaklı, en mülayim isim üzerinde anlaşarak bu krizi aşabilmişti. O isim de emekli amiral Fahri Korutürk’tü. T.C. tarihine en etkisiz siyasi figür olarak geçecekti. (9) Demokrat Yargı Derneği Başkanı Orhan Gazi Ertekin “Yaşadığımız süreçleri eğer muhafazakar bir tarihçi araştırsaydı bir tür ‘fetret devri’ (iki peygamber arasında peygambersiz geçen dönem) olarak adlandırırdı. Veya milliyetçi, öze dönüşçü bir tarihçi, büyük ihtimalle iki veya çok devletli bir ‘kurtuluş savaşı dönemi’ olarak adlandırmayı tercih ederdi. Veya politik devrimci bir tarihçi ise bir ‘devrimci durum’ tespiti yapardı.” (10) Halkın bağımsız siyasi eylemini/mücadelesini yerellik diye küçümseyen “büyük siyaset yapıcılar”, kendilerine egemenler arası çatışmadan/gündemlerden fırsat çıkacağını bekleyerek günlerini doldursunlar. (Bu arada devirdiği masanın mezesini de kendi mutfağından bulsalar, esnaf etiğine daha uygun davranmış olurlar)


4

GÜNDEM 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

Yalanlarınızı ‘yemedik’ “‹nlerine girece¤iz” diyerek Cemaat’i tehdit eden Erdo¤an ancak 7 ay sonra harekete geçebildi. Emniyet ve yarg›daki hakimiyet krizi sürüyor, iktidar y›llar› boyunca kol kola türlü adaletsizliklere, katliam ve ya¤maya imza atan ikilinin kuyru¤u da birbirine ba¤l›. Bu operasyon ise dengeleri Erdo¤an lehine de¤ifltirmeye yetmeyecek ÖZGE OZAN

S

elam-Tevhid örgütünü soruşturdukları gerekçesi ile Hüsnü Mahalli’den Başbakan Danışması Varank’a, Sadullah Ergin ve Pervin Buldan arasındaki konuşmalardan Fehim Taştekin’e toplam 251 kişiyi yasadışı biçimde dinledikleri gerekçesi ile başlatılan soruşturmada 115 polis gözaltına alındı, 31’i tutuklandı. Erdoğan’ın hedef alındığı yolsuzluk operasyonlarından sonra ittifakın dağılması ve siyasi krizin derinleşmesi ile devlet kurumları üzerinde de bir mevzi savaşı başlamıştı. Emniyette tasfiyeler yaşanmış, yargıda hakim ve savcıların yerleri değiştirilmiş, yargı yapısını değiştirmeye yönelik adımlar atılmıştı. Bu süre boyunca Erdoğan’ın ifadesiyle “paralel yapı”ya karşı sürekli operasyon tehdidi büyütüldü. Erdoğan, Ergenekon, Balyoz, KCK davaları, Ahmet Şık’ın tutuklanması gibi Cemaat kadroları ile el ele yürüttükleri operasyonlar hakkında tarihi yeniden yazarak sorumluluğu Cemaat’e yükledi. Ancak attığı bu adımlar güç dengelerini tümden kendi lehine düzenlemesi için yeterli olmadı.

‹KT‹DARA DOKUNDUKLARI ‹Ç‹N Operasyon, Sulh Ceza Mahkemeleri’nin kapatılması ve Sulh Ceza Hakimlerinin yetkili kılınmasının ardından 22 Temmuz’da Cemaat’in emniyetteki ilişkilerine, AKP dönemindeki kritik operasyonlarda aktif görev almış polislere yönelik başlatıldı. Soruşturmanın içeriğini ise asıl olarak iktidara karşı işlenen “suçlar”oluşturdu. İlker Başbuğ’un ‘cemaat listesinin başında’ dediği, Ergenekon davasının Erdoğan’ın bilgisi dahilinde ilerletildiğini açıklamış olan İstihbarattan Sorumlu Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer de tutuklanan polisler arasındaydı. Resmi suçlamalar ise; “Yasa dışı dinleme”, 'Devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusluk amacıyla temin etmek' ve “Resmi belgede sahtecilik”.

Polislerin avukatları dava sonrası yaptıkları açıklamada gerçeklerin ortaya çıkmasının engellemek için Tevhid Selam Terör Örgütü dosyası ile ilgili detaylı bilgisi olan amir pozisyonundakilerin kasıtlı olarak ifadelerinin alınmadığını iddia etti. Bu iddia, görüşme içeriklerinin açığa çıkması ve Cemaat’e karşı operasyonun AKP aleyhine dönme ihtimalinden endişelenilmesi ile gerekçelendiriliyor. 11 yıl boyunca kol kola hukuksuzluklara, katliamlara imza atan Cemaat ve AKP’nin kuyruğunun bu denli birbirine dolaşması karşılıklı atakları da hala belirli bir sınırda tutuyor. Gözaltına alınan polislerin baktıkları soruşturmaların arkasındaki siyasi iradenin bizzat Erdoğan olduğuna dair vurguları ve hırsızlık, yolsuzluk soruşturmalarının içeriğini hatırlatan ifadeleri bu süreci yönetmenin çok da kolay olmayacağını gösteriyor.

‹NLERE G‹REN GÜÇLÜ CUMHURBAfiKANI AKP süren seçim kampanyasının temellerinden birini Cemaat karşıtı propaganda ve “paralel darbe” hazırlıklarına karşı “müstakbel cumhurbaşkanı” Erdoğan’ın mücadelesi üzerine kurdu. Erdoğan’ın “güçlü” lider vizyonunu koruma zorunluluğu ise soruşturma ve mahkeme sürecinden de anlaşıldığı gibi henüz ne emniyette ne de yargıda hakimiyetini tam tesis edememişken seçim öncesi bu operasyonu başlatmaya zorladı. Bu önleyici adım aynı zamanda Cemaat”ten gelebilecek yeni ataklar için bir göz korkutma anlamı da taşıyor. Soruşturma süreci, gözaltına alınacakların operasyon saatini biliyor olmaları, hukuki usulsüzlükler ve hakimin odasında görüştüğü polise “Kaç İsmail” demesi ile gündeme oturdu. Erdoğan’ın yargıyı ve medyayı işaret ederek operasyonun süreceğine dair söylemleri ve Bank Asya’yı doğrudan hedef alan açıklamaları ise Cemaat’in kitle tabanını ve ilişkilerini sindirme ve hareketsiz kılma stratejisini sürdüreceğini gösteriyor.

ZAL‹M MAZLUMA DÖNÜfiÜRKEN Operasyonun başlaması ile, yıllardır üretilmiş deliller, polis fezlekesine dayalı iddianameler, torba davalar ve yaratılan örgütler ile sayısız insanı özgürlüğünden eden, hayatını değiştiren, karakollarda işkencelere imza atan Cemaat üyeleri birden mazlum ilan edildi. Operasyonun sahur saatlerinde düzenlenmesi İslamcı kodlarla örülü bir mağduriyet söylemini beslerken Cemaat medyası gelişmeleri “sahur operasyonu” adı altında işledi. Cemaat ilişkileri ilk defa adliye önünde “kitlesel” biçimde sokağa çıkmış oldu. Polislere ters kelepçe takılması, gözaltı süresi bitmesine karşın adliyede bekletilmeleri mağduriyet söylemine malzeme haline getirilirken aynı saatlerde, nezarette iftar açarken, namaz kılarken çekilen görüntüleri propaganda için sosyal medyada servis edildi. Ancak ailelere sürekli Kuran da okutsalar, iftarı Adliye kapısında da açsalar işledikleri suçlar cemaatçi polislerin “mağdur”, “haram yememiş” “namuslu” polisler olarak gösterilme çabası kendi dışlarında kimseyi ikna edemedi. Tıpkı Erdoğan’ın birlik-

te işledikleri suçlardan sıyrılma çabasında da “ne istedilerse verdikleri” Cemaat tarafından “kandırıldıkları” iddiasına da kimseyi ikna edemediği gibi.

Tutuklanan polislerden birisinin ellerindeki kelepçeleri göstererek “Ben haram lokma yemedim, yanl›fl ifl yapmad›m” diye ba¤›rmas› Cemaat taraf›ndan sembol haline getirilmesine yol açt›. Bu ‘kahraman’polisler yaklafl›k 10 bin kifliyi hapse göndedikleri KCK operasyonlar›nda seçilmifl Kürt siyasetçilerin kelepçelenmifl ve s›raya dizilmifl foto¤raflar›n› bas›na servis ediyordu. Cemaat polislerinin ‘kahramanl›klar›’n› da kimse ‘yemedi’.

KR‹Z SÜRECEK AKP-Cemaat kapışmasında açılan soruşturmalarda tıpkı Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi halka karşı işlenen suçlar ele alınmıyor. Hukuk iktidara yönelik tehdidin bertaraf edilmesinde işlevlendiriliyor. Ortada devlet adına bir ‘temize çekme’ operasyonunun varlığından sözetmek de mümkün değil. Açığa çıkan ise AKP iktidarının ve Erdoğan’ın emniyet ve yargı başta olmak üzere kurumlar üzerindeki hakimiyet zaafının sürdüğü ve ‘devleti yönetme’ yeteneğinin sakatlandığı. Cumhurbaşkanı olmak da bu krizi çözemeyecek.

Kahkahalar kadın düşmanı Arınç’a TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

B

aşbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bursa’da katıldığı bayramlaşmada yaptığı konuşmanın hedefinde yine kadınlar vardı. Kadınların herkesin içerisinde kahkaha atmaması gerektiğini, iffeti-

ni koruması gerektiğini savunan Arınç, ertesi gün kendisine yönelen tepkilere cevap verdi. Sadece kadınlar kahkaha atmasın demişse akıldışı bir iş yaptığını belirten Arınç, konuştukça ağzından kadın düşmanlığı saçmaya devam etti. "Kocasını bırakıp sevgilisiyle tatile

Rojava için sınırlar aşıldı Rojava’da Ifi‹D sald›r›lar›na karfl› direnen Kobanê’ye destek olmak için kent merkezlerinden bafllayan eylemler s›n›rlarda çad›r nöbetlerine dönüfltü. Polis ve asker sald›r›lar›na karfl›n devam eden eylemlerde Rojava halk›n›n direnifline güç vermek için s›n›rlar afl›ld›

B

irecik'in Aşme ve Göktepe köylerine de yayılan, iki defa toplu olarak halkın sınırları aşarak Kobanê'ye geçtiği, 3 defa polis ve askerlerin çok sert saldırısına uğrayan çadır eylemi 23’üncü gününde bitirildi. HDP Urfa Milletvekili İbrahim Binici, "Saldırıların devamı halinde milyonları sınıra döker, eylemimizi devam ettiririz" dedi. Binici yaptığı açıklamada AKP hükümetine seslenerek, Kürt düşmanlığı yapmaktan vazgeçmesini istedi. Kürtlerin bir olduğunu söyleyen Binici, "Halkımız tren yolunun, dikenli telin bir anlam taşımadığını gösterdi. Herkes Rojava halkının kararına saygı duymalı ve tanımalıdır. Eylemimiz milyonlar ile ve Kürtleri hedef alan asıl güçlere yönelecektir, bu bilinmelidir" ifadelerini kullandı. Kobanê'ye yönelik saldırıları protesto etmek ve Kobanê direnişiyle dayanışmak amacıyla 9 Temmuz günü kurulan çadırlar, 20 Temmuz günü başlayan

ve iki gün boyunca devam eden asker ve polis saldırılarında yakılmış ve yağmalanmıştı. Saldırı ile ilgili konuşan nöbet eylemcilerinden Hasibe Mengirkan “Devlet çadırlara saldırmak yerine IŞİD çetelerine verdiği desteğe son versin" demişti. KESK yöneticilerinden oluşan bir heyet ve Alevi dernekleri de sınırda kurulan çadırları ve nöbet eylemlerini ziyaret etmişti. Rojava Devrimi’nin yıldönümü olan 19 Temmuz’da binlerce kişi, IŞİD'in Rojava'nın Kobanê Kantonu'na dönük saldırılarını protesto etmek ve Rojava Devrimi'nin 2. yıldönümünü kutlamak için bugün Urfa’nın Suruç ilçesine bağlı Alizeran köyünde biraraya geldi. Kutlama töreninden sonra Rojava sınırında bir yürüyüş gerçekleştirdi. Kutlama törenlerinden sonra kitle, sınırları fiilen de tanımayarak Kobanê’ye doğru yürümüş dikenli telleri geçerek sınırı aştıklarında saldırı ile karşılaşmışlardı.

çıkanlar, direği gördüğünde dayanamayıp direğe çıkanlar… Böyle bir hayatın içinde siz olabilirsiniz. Size kızmanın ötesinde size acıyabilirim” dedi.

KADIN HERKES‹N ‹Ç‹NDE KAHKAHA ATMAYACAK Arınç’ın “İffet kadın için de erkek için de bir süstür. Erkek, zampara olmayacak. Eşine bağlı olacak. Çocuklarını sevecek. Kadın ise o da iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacak" sözlerinin ardından kadınlar da harekete geçti. Sosyal medya üzerinden #direnkahkaha etiketiyle kahkaha atarken çekilmiş fotoğraflarını paylaşan kadınlar, Arınç’a inat kahkaha atmaya devam edeceklerini ilan ettiler.

Kahkaha açıklamasına Femen’den de yanıt gecikmedi. Göğsüne “Gerçek kadın gülmez mi?” yazarak fotoğraf çekip paylaşan Femen üyesi bir kadın da Arınç’ın açıklamasını protesto etti. Dersim ve İstanbul’da bir araya gelen kadınlar Arınç’ı “kahkahalarla” protesto etti. Arınç hakkında suç duyurusu yapıldı.

HER LAFI AYRI KADIN DÜfiMANLI⁄I Arınç, AKP iktidarının kürtajı yasaklama girişiminde bulunduğu dönemde kürsüden CHP milletvekili Aylin Nazlıaka’ya ‘vajina’ bekçiliği yapmayın’ sözünü kullandığı için hakaret etmiş, ‘yüzünün kızardığını’ söylemişti. Kadınlar kürtaj yasağına karşı sokak eylemlerinde ‘bedenim benimdir’ sloganlarıyla Arınç’a cevap vermişlerdi.

Bir bayram daha duble yollarda ölümleri sayarak geçti T

ürkiye’de her bayram trafik kazalarında çok sayıda ölümün yaşandığı günlerle geçiyor. Bu bayramda haftasonu yola çıkanlar arasında 24 Temmuz-30 Temmuz arası 109 kişi yaşamını yitirdi. 852 kişi ise yaralandı. Son yıllardaki trafik kazaları verileri bayram ve

tatil sonunda bu sayıların artacağını gösteriyor. Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) verilerine göre 2013 yılında trafik kazalarında 3001 kişi yaşamını yitirdi, 158 bin 164 kişi ise yaralandı. Yine EGM’nin verilerine göre Türkiye’de trafik kazaları 2002-2011 yılları arasında

yüzde 279 arttı. Bu artış tesadüf değil. AKP’nin ulaşım politikaları ile doğrudan bağlantılı.

AKP ‘DUBLE YOL’A 2002 SONUNDA BAfiLAMIfiTI AKP 2002 yılının sonunda trafik kazalarını azaltma iddiasını da öne sürerek ‘duble yol’ daha doğru bir ifade ile bölünmüş yol çalışmalarını başlatmıştı. Acil Eylem Planı (AEP) kapsamında başlatılan bölünmüş yol çalışmaları Tayyip Erdoğan’ın neredeyse her konuşmasında övünerek örnek verdiği ‘ilerleme’ler arasında yer aldı. AKP’nin ‘duble yol’ sevdası boşuna değildi. Karayoluna dayalı ulaşım politikası bir yandan toplu taşımayı değil bireysel araba kullanımını ve doğal olarak araba

satışlarını arttırıyor, otomobilden ve akaryakıttan alınan vergileri de. Diğer yandan ise yol inşaatları ile AKP etrafındaki patronaj ilişkileri derinleşiyor, inşaat sermayesi ise zenginleşiyordu. Şehirlerarası yolculuklarda karayollarını öne çıkarma süreci aynı zamanda demiryollarına yönelik özelleştirme politikaları ile birlikte ilerledi. TCDD parçalanarak şirketleştirildi. Demiryollarında insan ve yük taşımacılığında olağandışı bir gerileme dönemine girildi. AKP’nin imaj çalışması olarak ortaya attığı hızlı tren girişimleri Pamukova’da 41 kişinin ölümü ve 81 kişinin yaralanması ile sonuçlandı. İstanbul-Ankara yüksek hızlı treni ise Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı şovu için tamamlanmadan açıldı ve ilk seferinde arızalandı.

DUBLE YOLLARLA ÖLÜME YOLCULUK Bölünmüş yolların Türkiye’nin birçok farklı noktasında yapılması ve trafik kazalarının artması tesadüf değil. Bölünmüş yollarda hız artıyor. 90km/sa hıza göre yapılan bölünmüş yollarda bugünkü hız sınırı 110km/sa’dir. Karayolları Genel Müdürlüğü verilerine göre hız arttıkça trafik kazaları artmaktadır. Üstelik yaşanan kazaların büyük bir kısmında hız sınırının aşıldığı saptanmaktadır. Hızla birlikte yoların inşaat yapım süreçlerindeki eksiklikler, duble yollarda sürekli meydana gelen çökmeler, teknik hatalar da düşünüldüğünde AKP’nin duble yollarının ve karayoluna dayalı ulaşım politikasının ulaşım güvenliğini sağlamadığı açığa çıkıyor.


5

DÜNYA 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

İşgal yayılıyor, direniş yükseliyor İsrail Gazze’ye yönelik en uzun süreli saldırısında hastane, okul, çocuk parkı demeden vuruyor. Filistinli güçler de şaşırtıcı bir direniş sergiliyor. Emperyalizmin ve taşeronlarının dilinde ise işgali kalıcılaştıracak bir ateşkes var

ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

Ş

eccaiyye’de 3 saatlik bir ateşkes vardı. Bölgeye giderek, yıkıntıların altında kalanlara yardım etmeye karar verdik. Şeccaiyye’deki yıkım hayatımda gördüğüm başka hiçbir şeye benzemiyor. Bombalanmamış, top ateşine tutulmamış hiçbir yer yok. Ailesini arayan bir gence yardım ederken, ateşin ortasında kaldık. Ailesini arayan genç vuruldu. İki adım ötemizdeydi ancak yanına gidersek biz de öldürülecektik. Daha sonra bir atış daha ve hedefi bulamayan dördüncü bir atış daha. Çocuk ikinci kurşunla öldü. Rina Andolini adlı bir sağlık gönüllüsünün 20 Temmuz’da Şeccaiyye’deki katliama ilişkin Facebook sayfasında paylaştığı bu izlenim, İsrail işgal güçlerinin

Filistin’de sürdürdüğü vahşetin en çıplak hali. İsrail güçlerinin 12 Haziran’da kaybolan üç İsrailli yerleşimci için günlerce sürdürdüğü operasyonlar 7 Temmuz’da bombalı saldırılar, 17 Temmuz’da ise 8 bin askerlik kara harekatıyla birlikte İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın “uygun alternatif” olarak nitelendirdiği işgale dönüştü. İsrailli yetkililer ağızlarını hemen her açtıklarında “Hamas’ın bitirilmesi”nden söz etse de bombalar parkta oynayan çocukları, sokakta yürüyen insanları, haber aktaran gazetecileri, yaralıları gönüllü tedavi eden sağlık çalışanlarını ve yaralıların taşındığı Şifa Hastanesi’ni vurdu. İsrail devam eden saldırının ilk 23 gününde 1336 Filistinliyi katletti, binlercesini yaraladı ve binlerce kişiyi evini terk etmek zorunda bıraktı.

YENIDEN ‘DIRENIfi’ SESLERI İsrail işgal güçlerinin dünyanın gözü önünde gerçekleştirdiği katliam Filistin halkına çok iyi bildiği bir şeyi yeniden hatırlattı: Direniş! “İsrail’in işgal topraklarından sökülüp atılmasına kadar direniş”i sloganlaştıran FHKC savaş süresince en ileri konumu almaya çalıştı. Mısır, Türkiye ve Katar’dan gelen desteği kesilen, merkez bürosunu Katar’a taşıyarak Suriye rejimiyle köprüleri atan, Lübnan Hizbullah’ı ve İran ile ilişkilerinde de kesinti yaratan Hamas da “abluka kaldırılana kadar direniş” demek zorunda kaldı. 25 Temmuz’da Ramallah’tan Kudüs’e on binlerce kişinin yaptığı yürüyüş, sadece 2000’de başlayan İkinci İntifada’dan daha kitlesel olmakla kalmadı, direnişin Filistin

saflarındaki meşruluğunu bir kez daha gösterdi. 1948 Savaşı’na atıfla “48 bin” çağrısıyla yapılan yürüyüşe akşam saatlerinde İsrail askerleri saldırdı. Mescid-i Aksa bölgesinde iki saat süren çatışmalar ilerleyen saatlerde Batı Şeria’nın Nablus, Beytüllahim ve Tul Kerim kentlerine de sıçradı. KALICI ÖNER‹LER ‹SRA‹L ‹Ç‹N Direniş İsrail’i zorlar ve Filistin halkının yeni bir intifada yaratma eğilimi güçlenirken gündeme gelen ateşkes önerileri Filistin halkının değil Mısır, Türkiye, Katar gibi aracı güçlerin ve İsrail’in çıkarlarını öncelediği için işlevsiz kaldı. Türkiye ve Katar’ın Mısır’ın inisiyatifini kırma çabası ve İsrail’in geçici ateşkesleri savaş hazırlığı için değerlendirmesi Filistinlilerin

barış umudunu zayıflatıyor ABD ve AB’nin açıktan, Arap rejimlerinin alttan destek verdiği, Türkiye’nin ise tepkisini söylem ile sınırladığı koşullarda Mısır bir ateşkes planı ile inisiyatif alma adımı attı. Adım ABD’de karşılık bulunca, Türkiye ve Katar da görüşme trafiği arasına kendisini kattı. Nihayetinde kalıcı bir ateşkes önerisi ortaya çıkmazken, Mısır Dışişleri Bakanı “komplo” olarak nitelediği girişimler nedeniyle Türkiye’yi suçladı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin 2012 koşullarını içeren ateşkes önerisi ise Filistin’deki ablukanın kaldırılmasını isteyen Hamas tarafından reddedildi. İsrail saldırganlığının önünde Filistin direnişinden başka bir şey yok. O da yeniden İran-Suriye-Hizbullah direniş eksenine doğru yaklaşıyor.

Suriye savaşında dengeler değişiyor S

uriye’deki iç savaşta Esad rejimi ile silahlı muhalefet arasında son iki yıldır süren denge; emperyalizmin bölge politikalarının krizleri, silahlı muhalefetin parçalı yapısı ve Suriye ordusunun stratejik noktalarda artırdığı egemenliği ile bozuldu. İç savaşta bir dönemin kapısını yavaş yavaş kapatan gelişmeler, kriz dinamiklerine sahip yeni bir dönemin kapısını da araladı.

Uçak Krizi ile yeniden savaş U

krayna’da ABD-AB yanlısı merkezi hükümet ile kendisine Donetsk ile Lugansk cumhuriyetlerinin birleşmesiyle Halk Cumhuriyetleri Birliği (HCB) adını veren Rusya yanlıları arasında süren iç savaş, Uçak Krizi ile birlikte yeniden alevlendi. Uçak Krizi, Rusya yanlısı milislerin 17 Temmuz’da Ukrayna’ya ait bir savaş uçağını hedef almasıyla başladı. Milislerin saldırıyı üstlendiği aynı günün ilerleyen saatlerinde, milislerin merkezi Donetsk’te Malezya’ya ait bir yolcu uçağı düştü. 298 kişiden kurtulan olmazken, tüm suçlamaların odağına Rusya oturdu. Vladimir Putin’in bir yandan reddederken diğer yandan da “olağan” karşıladığı olay, ABD ve AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları gündeme almasına yol açtı. Uçak Krizi’nin son halkası ise 23 Temmuz’da yine Rusya yanlılarının iki Ukrayna savaş uçağını daha düşürmesiyle sürdü. Krizle birlikte sıcak çatışmalar da başladı, bir hafta içerisinde 100’den fazla kişi öldü. Uçak Krizi’nin bir diğer sonucu da işlevsiz haldeki Ukrayna Meclisi ve hükümetinde oldu. Mecliste muhalefet konumundaki Komünist Parti’nin faaliyetleri durduruldu, vekilleri dövülerek Meclis’ten kovuldu. İki koalisyon ortağı tarafından yalnız bırakılan Başbakan Arseniy Yatsenük ise istifa zarfı attı, ancak zarfı hızla geri aldı. İç savaşın, Ukrayna hükümetinin meşruluğunu yitirdiği ve ateşkes çağrılarının önemsizleştiği koşullarda sürmesi bekleniyor.

Chavez’in partisi de Maduro’ya emanet

‘ILIMLILAR’ ‹Ç‹N ALAN DARALIYOR IŞİD’in vahşi savaş yöntemleriyle “ılımlı” olarak anılır hale gelen El Kaide-El Nusra, ÖSO ve İslami Cephe üçlüsü Suriye ordusunun operasyonlarıyla alan hakimiyetini iyiden iyiye kaybetti. Silahlı muhaliflerin “devrimin merkezi” dediği Humus’u geniş çaplı ama parçalı bir kuşatma taktiği izleyerek ele geçiren Suriye ordusu, hareketini kıyı kesimlerine yöneltti ve Tartus-Lazkiye üzerinden Türkiye sınırına kadar ilerledi. Güneyde ise Lübnan Hizbullahı’nın sınırı tutmasıyla birlikte muhalifler, Esad’a karşı savaşı başlattıkları noktalardan Dera’da sıkıştı. Rejim güçleri, Halep için de Humus’takine benzer bir kuşatma yöntemi izlemeye başladı. Kent merkezinde muhaliflerin elinde kalan bölgeler bir bir kuşatılırken, stratejik Şeyh Neccar Sanayi Sitesi ele geçirildi. İç savaşın güçler dengesinde olağandışı bir gelişme olmadığı halde ordunun Halep merkezinde denetimi eline alması kuvvetle muhtemel. Ifi‹D: BAfiROL OLARAK SAHNEYE Suriye’deki “ılımlı” muhalefetin Esad-IŞİD arasındaki gizli anlaşma iddiaları ise son bir aydaki gelişmelerle çürümeye yüz tuttu. Türkiye

Venezüella’da Hugo Chavez’in kurucu lideri olduğu PSUV, yeni lideri olarak Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu seçti. Venezüella’da Hugo Chavez’in kurucu liderliğini yaptığı Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV), Chavez’in Mart 2013’te yaşamını yitirmesinin ardından ilk ulusal kongresini gerçekleştirdi. 26 Temmuz’da başlayan kongrede yapılan seçimlerde tek aday olan Devlet Başkanı Nicolas Maduro, mevcut 985 delegenin tümünün oyunu ala-

İçinde El Kaide uzantısı El Nusra’nın da bulunduğu sözüm ona “ılımlı” Suriye muhalefeti Esad ordusu ile IŞİD arasında sıkışıyor. ABD ve Avrupa çok yakında ikisinden biri arasında tercih yapmak zorunda kalacak sınırındaki Tel Abyad’dan Rakka’ya, Fırat nehri üzerinden Musul’a uzanan hatta egemenlik kuran IŞİD, özellikle Suriye’nin kuzeydoğusunda ve Musul’da petrol kuyuları ile bankalardan elde ettiği askeri ve mali gücü Suriye iç savaşına kanalize etmeye başladı. Rojava’da YPG’ye karşı saldırılarını sürdüren IŞİD, denetimindeki Deyrizor ve Haseke’de peş peşe operasyonlar düzenleyen Esad güçlerine karşı saldırılarına ivme

rak partinin yeni başkanı seçildi. PSUV Başkanı seçilmesinden sonra kürsüde bir konuşma yapan Maduro, toplumsallaşma yolunda sosyalizm kavramını sunma becerisine sahip olmanın öneminden söz etti ve bu kongrenin 21. Yüzyıl Sosyalizmi için bir dönüm noktası olacağını ifade etti. 31 Temmuz Perşembe gününe kadar sürecek kongre, partinin yeniden yapılandırılması gündemini ele alıyor. 1998’de anti-emperyalist hedeflerle dev-

kazandırdı. 23-24 Temmuz tarihlerinde Rakka’da 17. Tümen ve 121. Zırhlı Alay’ın hedef alındığı saldırılar, IŞİD’in kurulduğu günden bu yana Esad güçlerine karşı en şiddetli harekatı olarak kayda geçti. EMPERYALIZMIN ZOR SEÇIMI IŞİD’in Suriye’nin doğusunda alan hakimiyetini genişletme, kuzeyinde ise Kürt direnişini kırma stratejisi, emperyalizmin Obama’nın sözlerine somutlaşan “savaşı kazanacak ılımlı

let başkanı seçilen Chavez, ancak burjuvazi, askerler ve kiliseyi karşısında bulduğu ve asıl olarak yoksul emekçi kitlelerce desteklendiğini gördüğü bir dizi mücadelenin ardından sosyalizme yönelmişti. Ne var ki ciddi bir kadro birikimi ve örgütten yoksun olan Chavez’in yoksullarla ilişkisi de seçmen desteği ile sınırlıydı. PSUV işte bu eksiklikten hareketle Chavez destekçilerini sosyalist programlı bir partide örgütlemek için 2006’da kurulmuştu.

muhalefet” arayışını da boşa düşürdü. Aranan “ılımlı” örgütlerin bayrakları arkasındaki cihatçı militanlar, “Suriye iç savaşı içinde muhalifler arası iç savaş” taktiği izleyen IŞİD’in arkasında saf tuttu. IŞİD daha güçlü bir biçimde Esad rejiminin karşısına çıktığında ise Patrick Cockburn’un dediği gibi “Batı ve müttefikleri Suriye hükümetini zayıflatma çabalarına devam edip etmeyeceklerine karar vermek zorunda kalacak.”


KENT ÇEVRE

6

31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

Fatih Ormanı sermayenin eğlence parkı olamaz uzey Ormanları K Savunması’nın daha önce gündeme getirdiği, Bilgili-Doğuş Holding ortaklığıyla Fatih Ormanı’nı ranta açacak “Parkorman Kent Parkı” projesi hakkında Serdar Bilgili bir açıklama yaparak bölgeyi kesinlikle koruyacaklarını ve şehre bir kent parkı kazandıracaklarını savundu. Ancak, Fatih Ormanı’nı korumak için oluşturulan #DirenFatihOrmanı grubunun ele geçirdiği rapor öyle söylemiyor. Projeyle bölgeyi korumak bir yana orman içine lüks restoranlar,

villalar ve 15 bin kişilik çok amaçlı salon planlanıyor. Rapor incelendiğinde daha önce bungalov/kamp alanı görünümlü olan kamping alanı, ilgili plan notları ile 300-350 metrekarelik 108 adet villanın yer aldığı bir alana dönüşmekte. Projeyi ortaya çıkaran #DirenFatihOrmanı torba yasaya eklenen madde ile sermayeye sunulan orman alanlarında kamu denetiminin kaldırıldığına dikkat çekerek bu kıyımı durdurmak için mücadele çağrısı yapıyor.

YHT ilk günden yolda kaldı KP, Cumhurbaşkanlığı A seçiminden önceye yetiştirmeye çalıştığı Ankara-İstanbul hızlı tren hattını eksiği gediğiyle 25 Temmuz’da açtı. Sendikalar, forumlar ve dayanışmalar tren hattının alt yapı ve yol üstü sistemlerinin tam olarak bitirilmediğini, bu haliyle tren hattının tehlike yarattığını belirten açıklamalar yapmıştı. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS), insanların canına kastedildiğini, projenin tamamlanıncaya kadar açılışın durdurulması gerektiğini belirten bir açıklama yayımladı. YHT de 29 Ekim’de alelacele açılan ama daha ilk gününde arıza yapan Marmaray gibi

ilk gününde yolda kaldı. Trene enerji sağlayan kataner teli koparak trenin ön camına çarptı, camı çatlattı. Başbakan Erdoğan’ın da içinde olduğu tren 20 dakikalık duraklamanın ardından yoluna devam edebildi. Yine bir seçim döneminde açılan hızlandırılmış tren, 22 Temmuz 2004’te devrilmiş 41 kişi hayatını kaybetmişti. Kazanın yıldönümü 22 Temmuz’da Kadıköy Kent Dayanışması, Haydarpaşa Dayanışması ve İstanbul Kent Savunması Pamukova’da yaşanan ve 41 kişinin ölümüne neden olan tren kazasının yıl dönümünde bir eylem gerçekleştirdi.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

“Artvin’in üstü alt›n’dan daha de¤erli” ÖZEN TAÇYILDIZ

Ç

oruh Nehri’nin ikiye böldüğü Artvin, yüzlerce endemik türün can bulduğu, doğal ormanları, yeşil yaylaları, krater gölleriyle eşsiz bir yer. Ancak tüm bu güzellikler, Cerattepe ile Genya’da yapılmak istenen maden arama çalışmaları ve Çoruh Nehri üzerindeki HES’lerle yok edilmek isteniyor. Artvin şehir merkezini bir çatı gibi çevreleyen Cerattepe’de maden arama işi 90’lı yıllarda Kanadalı şirketlerle başladı ancak bölge halkının mücadelesi ile maden ruhsatı iptal edildi. 2011’de AKP, Türkiye’de 1343 alanı ihale yoluyla ruhsatlandırılacağını duyurdu. Böylece Cerattepe, 2012’de ihaleye çıkarıldı. Üstelik ihaleye sunulacak bölge genişletildi, sayılı doğal ormanlardan Genya da maden sahasına eklendi. Ruhsat alanını kapsayan bölgedeki 2 milyonun üzerinde ağaç kesilme tehlikesiyle karşı karşıya. İçme suyu kaynakları da bu bölgede. Artvinlilerin deyimi ile bölge, “Artvin’in hayat noktası.” 20 yıldır madenlere karşı mücadele eden Artvinliler için de ihale duyurusu ile mücadele yeniden başladı. Halk ihalenin yapılacağı 17 Şubat 2012’de Maden İşleri Genel Müdürlüğü önüne giderek AKP’yi ve ihaleye giren şirketleri uyardı. Maden çalışmalarının önünü açan ihaleyi Özaltın A.Ş. aldı, 2-3 ay sonra da hakkını yolsuzluk dosyalarındaki küfürleriyle gündeme gelen Mehmet Cengiz’in şirketi Cengiz İnşaat’a devretti. Bakanlık, ihale sürecinin ardından bakır madeni için ÇED olumlu raporuna onay verdi.

Maden arama çalışmaları ve onlarca HES projesiyle sermaye saldırısı altındaki Artvin’de halk yıllardır her türlü zorbalığa ve hukuksuzluğa direniyor. Halkın mücadelesi yandaş şirketleri, hilelerini, eli sopalı adamlarını boşa düşürüyor HALKIN EL‹ KÜFÜRBAZ CENG‹Z’‹N YAKASINDA Cengiz İnşaat, o tarihten bu yana binbir türlü alicengiz oyunuyla Artvin halkını “ikna” etmenin derdinde. Şirket hep, ÇED olumlu kararı aldığı projenin altın değil bakır madeni, açık değil kapalı işletme galeri sistemi olduğunu, madeni Artvin’de değil taşıma yoluyla Murgul’a götürüp burada işleyeceklerini, Artvin’e zarar verilmeyeceğini söyledi. Ancak kurumlara sunduğu dosyalarda her şey tam tersiydi. Projesi, kent merkezinin hemen üzerindeki Kafkasör’de açık işletim sistemiyle çalışacak siyanürlü altın madeniydi. 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde bu yalanlar halk tarafından valilik önünde ifşa edildi. Şirketin, dava sonunu beklemeden Cerattepe’de başlattığı ağaç kesimini halk durdurdu. Yol genişletmek için ağaç kıyımına başlayacağı ve bu nedenle bazı kooperatiflere teklifler verdiğinin ortaya çıkması üzerine eylemler yapıldı. Artvinliler, yeni yılı fırsat bilerek şirin görünmeye çalışan şirketin gönderdiği kravat ve gömleklerle dolu kolileri şirketin kapısına yığdı. Yol vaadinde bulunduğu Oruçlu köylüleri yaptıkları referandumda oybirliğiyle şirketin yolunu reddetti. Şirket haziranda yine aynı köyde izinsiz

ölçüm yapmak isteyince köye sokulmadı. Jandarma tutanak tutmayınca köylü kendi tutanağını hazırladı. Yeşil Artvin Derneği öncülüğünde açılan iptal davası için 21 Temmuz’da bölgede yapılan bilirkişi incelemesinde halk Cerattepe’de insan zinciri oluşturdu. “Artvin’in üstü altın’dan daha değerlidir” pankartlarıyla keşif heyetinden öncealana gelip heyet gidene kadar alanı terk etmedi. MNG’DE OYUN B‹TMEZ Artvin’i tehdit eden bir başka “yatırım zinciri”, HES’ler. Yapımı planlanan HES sayısı 160’ın üzerinde. Bunların yapım süreci de hukuksuzluklarla dolu. Son hileci, Artvinli Mehmet Nazif Günal’ın sahibi olduğu MNG Holding. Şirket, dünyanın biyoçeşitlilikte en zengin alanlarından biri olan Arhavi’deki Kamilet Vadisi’nde yapmak istediği Orta HES için “yol” kılıfıyla hile yapıyor. Şirket, önce 2011’de, “yayla yolu” adıyla inşaat yapmaya kalktı. Ancak yol halkın sık kullandığı yaylalar yerine Orta HES’e çıkıyordu. Bu yıl da “sondaj alanlarına ulaşım yolu” adı altında Artvin Orman Bölge Müdürlüğü’nden izin alıp usulsüz inşaata başladı. ÇED süreci dışına çıkarmak istediği her iki yol inşaatına da

mahkemeden durdurma kararı geldi. KÖYLÜLER D‹REN‹fi NÖBET‹NDE Şirketin Artvin’deki bir diğer projesi Kavak HES ve burada da hileye başvurdu. ÇED olumlu raporu hazırlanırken Kapisre Deresi’ndeki canlılar için hayati öneme sahip olan can suyu ölçümünün yanlış yapıldığını ve HES’in faaliyete girmesi durumunda derenin tamamen kuruyacağını savunan Arhavililer mahkemeye başvurunca gerçek ortaya çıktı. Bilirkişi heyeti, ÇED olumlu raporu alınırken can suyu ölçümü yapıldığı iddia edilen bölgeyi tekrar inceledi. Firmanın, can suyu öl-

Artvin’de HES protestosuna kat›ld›klar› için iflçi ç›karan çay fabrikas› sahibi kendisini Das Kapital’le savundu

çümünü HES projesine hiç girmeyen bölgelerde yaptığı ortaya çıktı. Kavak HES’in bir başka vukuatı da taşeron Ermiş İnşaat tarafından yapılan ve HES inşaatında kullanılan köprü. Köprünün kaçak olduğu DSİ’nin firmaya Mart ayında gönderdiği ‘uyarı’ yazısıyla ortaya çıkmış, Mayıs ayında da ‘yık’ emri gönderilmişti. HES’e karşı çadır nöbetinde direnişte olan köylüler, Ciğani Deresi’nin yatağını değiştirerek kendileri için tehlike yaratan kaçak köprüyü trafiğe kapatınca şirket çalışanlarının saldırısına uğradı. Çok sayıda köylü yaralandı, 2 kişi darp raporu aldı. Ermiş İnşaat öncesinde de ÇED raporunda belirlenen alan dışı olan Ciğani Deresi kenarına hafriyat dökümü yapmış, iş makineleri köylüler tarafından engellenmişti. PATRONDAN ‹fiÇ‹LERE DEV H‹ZMET: DAS KAP‹TAL Şirket elemanlarının darp ettiği köylüler arasında Noğa Çay Fabrikası’nda çalışan Osman Duman’ın babası ve arkadaşları da vardı. Darp edildiklerini görünce fabrikadan Aytaç Yılmaz’la olay yerine gitti. Ancak her ikisi de “HES protestosuna katıldıkları gerekçesiyle” işten çıkarıldı. Patronun oğlu Orhan Yıldırım açıklama yaparak herhangi bir usulsüzlük olmadığını ve işçilere daha önce Marx’ın Das Kapital’i ile Platon’un Devlet eserlerini hediye ettikleri için haklarına da saygılı olduklarını savundu. Duman ve Yılmaz işten çıkarılınca fabrikadan 3 işçi de iş bıraktı. Artvin halkı da fabrika önünde toplanıp eylem yaptı, ellerinde “patronların saltanatını yıkacağız” pankartlarıyla…

Talan projelerine yürütmeyi durdurma

Sarıgazi halkı baz istasyonlarını söktü attı Temmuz’da mahalle halkı lelilerce tamamen yerinden tehdit eden baz istasyonuahallede kurulan baz söküldü, parçaların bina sa- nun tüm mahallenin izni istasyonuna karşı im- baz istasyonunun kurulduM ğu bina önünde “Baz istashibi tarafından hemen olmadan kuramayacağını za toplayan ve her akşam eylem yapan Sarıgazi Atatürk Mahallesi halkı iki baz istasyonunu kaldırdı. Mahalle halkı bundan sonra mahallelerinde istemedikleri hiçbir şeye sessiz kalmayacaklarını ilan etti. Mahallede baz istasyonu kurulmasına karşı sokağa çıkan Sarıgazi Atatürk Mahallesi halkı 23 Temmuz’da baz istasyonunun kurulduğu bina sahibi ve rantçı şirkete istasyonun sökülmesi için 1 günlük süre verdi. 24

yonu istemiyoruz” sloganları ile toplandı. Gün boyunca baz istasyonunun 1 gün içinde kaldırılamayacağını söyleyen ve mahalle halkını vazgeçirmeye çalışan bina sahibi; mahalle halkının buluşmasına yarım saat kala binasının kapısını açacağını ve mahallelinin baz istasyonunu kaldırabileceklerini söyledi. Henüz aktif hale gelmemiş olan baz istasyonu mahal-

uzaklaştırması istendi. Ardından bina çevresinde biriken ve tepkisini dile getiren mahalleli 2 bina ilerideki baz istasyonu kurulu binaya yürüdü ve baz istasyonunun kaldırılması yönünde bina sahibiyle konuşma talep etti. Ancak mahallelinin tepkisine karşı duyarsız kalan bina sahibi “Ev benim evim bazı istediğim gibi kurarım” dedi ve polis çağırdı. Mahalle sakinleri herkesin sağlığını

belirtip, polisi protesto etti. Mahalleli baz istasyonunun kaldırılması için bina sahibine 2 gün mühlet verdi. 25 Temmuz’da mahalleliler, baz istasyonunun kaldırılması için istasyonun bulunduğu bina önünde toplandı. Ev sahibinin mahalleliyle görüşmemesi üzerine bina mahalleliler tarafından yumurtalandı. Mahallelilerin eylemi sonuç verdi. Ev sahibi baz istasyonunun kaldırılmasını kabul etti.

*AKP iktidar›n›n kentsel dönüflüm, kamu yarar›, acele kamulaflt›rma kavramlar›na s›¤›narak evine, mahalsine, park›na el koydu¤u gerçek ve tüzel kiflilerin açt›¤› davalarda arka arkaya yürütmeyi durdurma kararlar› verildi. AKP’nin rant projeleri ask›ya al›nd›. *Kentsel dönüflüm k›skac›ndaki Okmeydan›’n› kapsayan imar planlar›n›n yürütmesi ‹stanbul 6. ‹dare Mahkemesince durduruldu. *‹stanbul Tarlabafl›’nda Beyo¤lu Belediyesi’nin GAP inflaatla birlikte yürüttü¤ü kentsel dönüflüm projesi kapsam›nda yap›lan kamulaflt›rmalara onay veren 2. ‹dare Mahkemesi’nin karar›n› Dan›fltay iptal etti. *Melih Gökçek’in 30 Mart seçimleri öncesinde “en büyük projem” diye nitelendirdi¤i Ankapark’a Dan›fltay’dan yürütmeyi durdurma geldi. *Gökçek’in ulafl›m ve imar planlar›nda yer vermedi¤i Siteler-Karapürçek Teleferik Projesi’ne de yürütmeyi durdurma karar› verildi. *‹zmir-Çeflme Karada¤’da rüzgar enerji santral› (RES) infla edilece¤i gerekçesiyle verilen acele kamulaflt›rma karar›nda Dan›fltay 6. Dairesi yürütmeyi durdurma karar› verdi.


7

EMEK 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

BEDAfi’ta yandafla de¤il, mücadeleye bak

BEDAŞ’ta geleceğini işverenin iki dudağının arasına sıkıştırmak istemeyen enerji işçileri DİSK Enerji-Sen’le hak mücadelesini sürdürüyor ZAR‹FE AKBULUT

İ

stanbul Avrupa Yakası’ndaki elektrik dağıtım şirketi BEDAŞ’ta dört yıldır sendikal mücadele yürüten DİSK Enerji-Sen’i işten atma baskısı ile yıldıramayan işveren, şimdide sarı sendika Tes-İş ile imzaladığı TİS bahanesiyle işçileri istifaya zorluyor, rüşvet teklif ediyor. Bu hukuksuz ve ayrımcı uygulamalara karşı, gerçek bir toplu sözleşmenin imzalanması ve tüm işçilerin faydalanacağı bir düzeneğin kurulması için işçiler haftalardır tek tek işletmelerde eylemler gerçekleştiriyor. Kimi zaman basın açıklaması yapan EnerjiSen üyesi işçiler, kimi zaman da işyerlerinde dayanışma toplantıları örgütlüyor. İşveren-sarı sendika ortaklığına karşı uzun zamandır sürdürdükleri mücadeleyi büyüten Enerji-Sen üyeleri, 21 Temmuz’da 8 işletmede 700’e yakın enerji işçisinin katıldığı iş bırakma eylemi ile BEDAŞ’a yürüdü.

AKP’YE YANDAfi, EME⁄E DÜfiMAN Özelleştirmenin ardından BEDAŞ’ta gerekli iş güvenliği malzemelerinin çalışanlara sağlanmaması, ucuz emekgücü, yoğun çalışma saatleri nedeniyle işçiler niteliksiz bir hizmet üretmeye zorlanıyor. Bu yolla düşük maliyete üretilen hizmet sermayeye büyük kâr sağlıyor. Bu kâra ortak olmak isteyen Cengiz-Limak-Kolin Ortak Şirketler Grubu ise, 15 Aralık 2012 tarihinde açılan ihaleye en yüksek teklifi vererek 1 milyar 960 milyon dolara BEDAŞ’ı 29 yıllığına satın aldı. Daha önce ağırlıklı olarak inşaat ve turizm alanında faaliyet gösteren şirketler, AKP ile ilişkileri güçlendikçe elektrik dağıtım bölgelerinin de ihalelerini almaya başladı. BEDAŞ’ta ihaleyi alan Cengi-Limak-Kolin ortaklığı ilk icraat olarak sendika düşmanlığına soyundu. Çünkü milyarlarca dolarlık yatırım yaptıkları BEDAŞ’ta hayal ettikleri gibi işçilerin ucuza, iş güvenliği olmadan uzun

saatler çalıştırılmasına karşı EnerjiSen sendikası örgütleniyordu. PATRONLAR D‹SK ENERJ‹-SEN’‹ DE⁄‹L ‘SARI’ TES-‹fi’‹ ‹ST‹YOR Enerji alanında başlıca yetkili sendika olan Tes-İş BEDAŞ’ta, Cengiz-Limak-Kolin işveren ortaklığının yanında Enerji-Sen’e karşı devlet ve patron yanlısı sendika görevini bir kez daha yerine getiriyor. Enerji-Sen’e üye olanları işten atarak örgütlenmeyi engellemeye çalışan işveren, Tes-İş’e toplantı için olanaklar sağlıyor, şirket şefleri doğrudan Tes-İş’e üye olmaları için işçileri tehdit ediyor. BEDAŞ’ta Enerji-Sen’e karşı tasfiyeci tutumunu sürdüren CengizLimak-Kolin ortaklığı ve işveren sendikacılığına soyunan Tes-İş geçtiğimiz hafta toplu sözleşme imzaladı. Tes-İş’in imzaladığı toplu sözleşme işçilerin taleplerinin kıyısından dahi geçmezken, kanunda bile yıllık 52 gün olan ilave tediyeler

azaltılıp 30 güne düşürüldü. BEDAŞ’ta yetkili sendika Tes-İş olmasına rağmen, ancak çalışanların yüzde 40’nı kapsayan toplu iş sözleşmesinde taşeron işçiler kapsam dışı bırakıldı. Çünkü taşerona bağlı çalışan enerji işçilerinin tamamı Enerji-Sen’de örgütlü. TİS bahanesiyle işçiler arasında ayrımcılık yapan patronlar, TİS’in imzalanmasına rağmen 15 Ağustos’a kadar, Tes-İş sendikasına üye olmayan yaklaşık 1500 işçiye Tes-İş’e üye olmaları karşılığında keyfi olarak (toplu sözleşme kapsamı dışında) bir defaya mahsus 2000 lira ikramiye vereceğini söyleyerek rüşvet teklif etti. Enerji-Sen’in yetkili sendika olmamasına rağmen, işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini alınması için işveren üzerinde kurduğu baskı, işten atmalara karşı yürüttüğü militan direniş ve işçilerin ücretlerinin iyileştirilmesi için verdiği fiili meşru mücadele, BEDAŞ’ta yetkinin değil yürütülen mücadelenin farkını ortaya çıkardı.

E-devlet AKP’nin işçiyi örgütsüzleştirme kapısı S

endikaya üyelikte noter şartı yerine getirilen e-devlet uygulamasıyla söylendiği gibi üyeliklerin artmadığını, açıklanan sendika üye istatistikleri gösterdi. E-devlet kapısından üyelik, esasen işverenler için işçi sınıfı üzerinde denetimini ve emeğe yönelik saldırıyı artırdı. Sendika üye istatistiklerinde işçilerin yüzde 90’ının örgütsüz olduğu görülürken, sendikal örgütlülüğün önü baraj uygulamasının yanı sıra edevlet uygulaması ile de fiilen kesiliyor. AKP’nin her “ileri” adımı gibi son yasalarla düzenlediği sendikal üyelik süreci de bir adım ileri iki adım geri anlamına geliyor. Sendikalara üyelik sürecini kolaylaştıran e-devlet uygulaması, kolaylaştırmak bir yana sendikasızlaştırma saldırısının temel araçlarından biri haline geldi.

PATRON DENET‹M‹ ARTTI Sendikalaşmaya karşı işveren tarafından hayata geçirilen saldırılara edevlet şifrelerini gasp etmek de eklendi. Şifrenin patronun elinde olması,

hem işçi denetimini kolaylaştırıyor hem de mevcut sendikal örgütlülüğe karşı saldırı için olanak sağlıyor. Hatırlanacağı gibi, Sütaş’ta, Standart Profil’de, Karaca Narin Triko’da patronlar bu yöntemi kullanmış, işçilerin e-devlet şifreleri alınarak sendikadan istifa ettirilmişlerdi. Bununla kalmayan patronlar, şifrelerini topladığı işçileri işbirlikçi sendikalara üye yapıyorlar. İşverenin bu uygulamayı bu kadar rahat hayata

geçirilmesinin gerisinde güvencesiz çalışma koşuları yatıyor. Son olarak, Soma’daki İmbat Madencilik’in iş başvurusu sırasında istediği evraklar arasında e-devlet şifresinin de olması, artık patronların işi sıkı tuttuğunu, daha sendikal örgütlülük girişimi bile olmadan şifreyi alıp değiştirdiğini, böylece işçileri baskı ve kontrol altına alarak sendikal örgütlülüğü engellemenin yeni araçlarını yarattığını gösteriyor.

TAfiERON ‹fiÇ‹N‹N SEND‹KA ‹STAT‹ST‹KLER‹NDE ADI YOK Sendikalarda örgütlenen, sendika hakkını kazanan, binlerce taşeron işçi 2014 Temmuz ayı istatistiklerinde yine yok sayıldı. Çalışma Bakanlığı’nın değil taşeron şirketlerin tek taraflı beyanına dayanan SGK’a iş kolu bildirimleri, taşeron işçilerin e-devlet üzerinden örgütlenme hakkını engelliyor. İşçiler aynı işkolunu ve aynı işyerini paylaştıkları çalışma arkadaşlarından farklı işkollarında gösterilerek sendika üyeliği yok sayılıyor. Taşeron çalışma emek alanında esas çalışma biçimi haline gelirken, taşeron işçiyi görmeyen yasalarla sendikasızlaştırma istatistikleri yayınlanmaya devam edecek. İşçilerin bu gün yasa veya çeşitli baskılarla gasp edilen sendikalaşma hakkının devletin ya da işverenin iznine tabi olmasının karşısında ancak fiili-meşru ve militan bir mücadele hattının kurulması ile sendika ve örgütlenme hakkı yeniden kazanılabilir.

‹flçinin bayram› grev, direnifl! Tüm bir y›l boyunca fabrika önlerini, meydanlar›, sokaklar› bofl b›rakmayan iflçiler, bayram› da Türkiye'nin birçok ilinde direnifl çad›rlar›yla, grev önlükleriyle karfl›lad›. ‹flçi s›n›f›n›n tafleronlu¤a, özellefltirmeye, sendika bürokrasisine, devlet bask› ve sald›r›lar›na karfl› mücadeleleriyle, taban inisiyatifleriyle, iflyeri iflgalleriyle, kent merkezlerine de yans›yan direnifl e¤ilimleri Haziran ‹syan› etkisi ya-

ratt›. Patronlara karfl›, eme¤inin hakk›n› savunan iflçiler sendika hakk› için, grevli toplu sözleflmeli çal›flma hakk› için, çal›flma saatlerinin düzenlenmesi için, güvenceli ifl için bafllatt›klar› direniflleriyle bayram› da süsledi. Grev meydanlar›n› bayram yerine çeviren, bayraml›klar› grev önlü¤ü olanlar… Kocaeli Gebze’de Kurulu Kent G›da Fabrikas›’nda Tek G›da-‹fl ile

fabrika yönetimi aras›nda süren T‹S görüflmeleri anlaflmazl›kla sonuçlan›nca 782 iflçi 15 Temmuz'da greve ç›kt›. 16 gündür grevde olan iflçiler bayram› da direnifl alan›nda karfl›larken ‘Bayramda yiyemedi¤imiz flekeri, patrona da yedirtmeyece¤iz’ dedi. ‹stanbul Gaziosmanpafla-Arnavutköy’de bayram arifesinde fiantuk Tekstil’de 3 iflçiyle bafllayan iflten ç›karma ve sendikadan istifa ettirme bask›s› sürerken, iflçiler direnifl haz›rl›¤› yap›yor. Alanya Devlet Hastanesi’nde, Dev Sa¤l›k-‹fl sendikas›na üye olduklar› için iflten at›lan 2 sendika temsilcisi ifllerine geri dönmek için hastane bahçesinde 112 gündür direniflte. Kocaeli T›p Fakültesi’nde Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri fiili toplu sözleflme, grev ve sendika hakk› isteyince 5 iflçi iflten ç›kar›ld›, iflçiler 55 gündür direniflte.

Hastane bahçesini direnifl meydan›na çeviren iflçilere hastane çal›flan› iflçiler de destek veriyor. Sütafl’›n Aksaray ve Karacabey’deki fabrikalar›nda çal›flan iflçiler Tek G›da ‹fl sendikas›na üye oldu. Sendika yetki baflvurusu yap›p T‹S görüflmelerine bafllamadan önce Sütafl patronu taraf›ndan iflten ç›kar›ld›. ‹flten ç›karmalar›n devam etti¤i Sütafl’ta, 29 iflçi 94 gündür direnifle devam ediyor. ‹flçilerin karal› eylemleri sürerken birçok sendika iflçilerle dayan›flmak için Sütafl ürünlerini boykot eylemi düzenliyor. Kocaeli Çay›rova’daki M&T Reklam’da sendikal› olduklar› için önce 38 iflçi ard›ndan 7 iflçi daha iflten ç›kar›ld›. ‹flçilerin fabrika önündeki direnifli 76 gündür devam ediyor. Fabrikada çal›flan iflçiler ise iflten at›lan arkadafllar›-

Zaman› gelince Erdoğan bildiği yolda tam gaz gidiyor. 2010 referandumundan bu yana yaşananlar tam anlamıyla tek parti CHP dönemini andıran bir seyir izliyor. Bu tarz bir siyasetin kesin bir otoriterlik kurmadan sürmesi mümkün değil. Kuşkusuz güncel yerel ve uluslararası konjonktür düşünüldüğünde böylesi bir ortamın oluşturulmasının lehinde ve aleyhinde bazı koşulların olduğu söylenebilir. Bugünden söylenebilecek tek şey Erdoğan giderek bir çıkmaza doğru ilerliyor ve bu çıkmaza girdiğinde karşılaştığı duvarı yıkması için uygun koşullara sahip olmazsa ve/veya bunu yapacak gücü kalmazsa vay başına gelen! Kuşkusuz bütün meseleyi Erdoğan ve AKP olarak görmeyen toplumsal muhalefet için mücadelenin kurucu karakteri her zaman yıkıcı olandan daha önemlidir ve (belki bazı istisnalar hariç) tarih göstermiştir ki ancak yeniden kurma kabiliyeti olanlar yıkmayı başarabilmiştir. Bu anlamıyla toplumsal muhalefet hareketi Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi karanlığın iyice koyulaştığı bir ortamda dahi gözlerini sabahın ilk ışıklarına dikmelidir. Zira hayat devam ediyor! Emekçiler cephesinde alttan alta bir saflaşma süreci yaşanıyor. AKP hükümeti işçilerin emek sürecindeki üretken güçleriyle topluma kattığı değerleri görmezden gelmeye devam ediyor. İşçiler AKP ve Erdoğan için sadece bir “kul”. Herkes gibi işçiler de Erdoğan’a hayran olacak, ona biat edecek, ihtiyacı var ise kuyruğa girip belediyeden, AKP örgütlerinden, vakıflardan, cemaatlerden, tarikatlardan yardım dilenecek… Ama asla işçi olarak hakkını aramayacak. İşçi mevzusu olunca “alınteri kurumadan hakkını verin” sözünden başka söyleyeTufan cek bir şey bulamayanlar bu sözün bile Sertlek hakkını vermekten imtina ederek emekçilerin haklarını gaspetmeye deDev Sa¤l›k-‹fl vam ediyorlar. Bu anlamıyla Erdoğan’ın Yönetim Kurulu ne Demirel’den ne Özal’dan ne de başkalarından bir farkı var. Tam anlamıyla işçi düşmanı yani. Kamu çalışanları alanında AKP devleti eliyle örgütlenen Memur Sen İtalya’daki faşist Mussolini dönemini kıskandıracak bir korporatizm örneği sergiliyor. Kamu çalışanlarının haklarını resmen AKP devletine peşkeş çekiyor. Diğer tarafta greve çıkan maden işçilerinin, cam işçilerinin grev hakları hiçbir mesnedi olmayan gerekçelerle yasaklanıyor. Örgütlenme ve toplu sözleşme haklarını kullanmak isteyen işçiler her yerde baskı ve zorbalıkla karşılaşıyor. Farkındaysak (kadın, filistin, barış süreci vs.) her konuda rakipleriyle polemiğe girmekten çekinmeyen ve pervasızca saldıran AKP ve Erdoğan emekçilerin haklarına yönelik saldırılarında bir savunma dili oluşturamıyor. Sadece duymazdan ve görmezden gelerek emekçi muhalefetin eylemsizliğine veya istikrarsızlığına güveniyor. “Bir basın açıklaması yapıp, susarlar”, diye düşünüyor. İşçiler yaşadıkları haksızlıklar karşısında tüm imkânsızlıklara rağmen seslerini çıkartmaya ve örgütlenme gayreti içine girmeye devam ediyorlar. Aksi bir durum mümkün değil. Şüphesiz AKP devletinin hegemonik baskısı diğer toplumsal kesimler gibi işçileri de büyük ölçüde teslim alıyor. Şu an yaşadığımız gıda işçilerinin, enerji işçilerinin, metal işçilerinin, sağlık işçilerinin, maden işçilerinin tepkileri demir çelik fabrikalarında sönmemesi gereken fırınları canlı tutma gayretlerinden ibaret. Emekçilerin mücadele ateşini söndürmemek için bütün zorluklara direniyorlar. Zira biliyorlar ki, bu ateş yeniden gürül gürül yanmak için zamanını bekliyor. Toplumsal hafızaları onları buna çağırıyor. 12 Eylül darbesinin ardından gelen ilk dalgada Özal yönetimi işçilerin bütün taleplerini kabul etmek ikincisinde ise Özal, Başbakanlığı bırakıp Cumhurbaşkanlığı köşküne sığınmak zorunda kalmıştı. Sonrasında ise zaten temsil ettiği siyasal anlayıştan iz bile kalmadı. Erdoğan’ın ve AKP devletinin sonu da böyle olacak. Kuşkusuz bu son sadece emekçilerin ayağa kalkışıyla olmayacak. Şu anda Erdoğan’dan nefret eden yüzde 50’nin toplumsal/sınıfsal talepleriyle bunun gerçekleştiğini göreceğiz. Hiçbir diktatör toplumun yarısının nefretini kazanarak iktidarını sürdüremez. Ancak, dediğimiz gibi, Erdoğan’ın da başka çaresi yok artık. Ve çok açık ki AKP’nin siyasi geleceği de artık Erdoğan’ın geleceğiyle bir ve aynı hale geldi… Zamanı gelince Erdoğan’ın sonunu getirmenin en meşru ve haklı zemini emek cephesi tarafından oluşturulacaktır. Emek örgütleri, başta kamu çalışanları hareketi olmak üzere bunun bilincinde ve farkında olarak mücadele ve örgütlenme azimlerini daha da arttırmak zorundalar. Zira kader ağlarını örüyor, gerisini Tayyip düşünsün!

‘İş kazasını söyleme para al!’ n› yaln›z b›rakmayarak yemek boykotlar› düzenliyor, ifle girifl ç›k›fllarda eylemler gerçeklefltiriyor. ‹stanbul Pendik Kavakp›nar’da üretim yapan Kimberly Clark fabrikas›nda örgütlü olan Tümka-‹fl T‹S görüflmelerinin sonucunda taleplerinin kabul edilmemesi üzerine 26 Haziran gecesi grev pankart›n› fabrikaya ast›. Fabrika çal›flan› 240 iflçi T‹S talepleri kabul edilinceye kadar grevde olaca¤›n› söyledi. Kocaeli’de Y›ld›z Entegre iflçilerinin yandafl sendikaya karfl› bafllatt›klar› direnifl sürüyor. 11 Temmuz’da Hak-‹fl’e ba¤l› A¤aç-‹fl sendikas›n›n iflverenle anlaflmal› T‹S imzalanmas› üzerine 400 iflçi direnifle geçti.

T

ürk Metal 2014–16 MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi ile ilgili taslağını açıkladı. “Dünyada ilk kez işçilere sorularak hazırlandı” diye sunulan taslağı basına yapılan açıklama ile öğrenen Ford Otosan işçileri ise taslağın işçilerin talepleri dikkate alınmadan yapılmasına tepki gösterdi. Türk Metal taslağında birinci altı ay ücretlere sadece yüzde 14, ikinci altı ayda enflasyon oranında, üçüncü altı ayda enflasyon artı yüzde 2, dördüncü altı ayda ise yine enflasyon oranında, asgari ücretin altında ücret alan işçi için ise saat ücretine 40 kuruş zam önerdi. Ücretlerin enflasyon oranında eridiği, sadece son bir yıllık enflasyonun yüzde 10’u bulduğu düşünülürse zam oranı yüzde 14’ün de altında olacak. Öte yandan açıklanan taslakta skandal denebilecek maddeler de var. Öyle ki Türk Metal taslağa “Kazasızlık ödülü” adıyla bir madde koymuş. Bu maddeye göre “iş kazası geçirilmeyen günlere istinaden” işçiye ödül (100 güne 100 TL, 200 güne 150 TL, 360 güne 200 TL) verilmesi isteniyor. Bu sürelerin, “iş kazası” olması durumunda sıfırlanması öngörülüyor. Buradan şu çıkar; iş kazalarını işyeri hekimine, SGK’ya işçiler bildirmesin kayıtlara girmesin ve ülke istatistikleri olumsuz etkilenmesin. 2014’ün ilk 7 aydında bile, Soma’da yitirdiğimiz 301 madenciyle birlikte 900’ün üzerinde işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetmişken, Tük Metal taslağa koyduğu bu maddeyle iş kazalarında işverenin ve devletin sorumluluğunu göz ardı ederek işçinin kusurlu olduğunu söyleyecek.


8

SERMAYE 17 Temmuz 2014 / 30 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

Dili Filistin’le cebi İsrail’le

‹srail Baflkonsoloslu¤u Ticaret Atafleli¤i’nce aç›klanan ticari veriler, ‹srail’den Türkiye’ye ihracat tutar›n›n 2013 senesi Ocak-Mart aylar› döneminde 561,1 milyon dolarken, 2014 senesi Ocak-Mart aylar› döneminde 592,1 milyon dolara yükseldi¤ini gösteriyor. Bafll›ca ihracat› yap›lan ürünler ise kimyevi maddeler, plastik, kauçuk, makineler, ka¤›t, tekstil

ve metallerden olufluyor. Türkiye’den ‹srail’e ihracat tutar› ise 2013 senesi ocak-mart aylar› döneminde 605,5 milyon dolarken, 2014 senesi ayn› dönemde 740,6 milyon dolara yükseldi. Türkiye’den bafll›ca ihracat› yap›lan ürünler yiyecek içecek, plastik ve kauçuk, tekstil, do¤al tafl, makine ve otomotivden olufluyor.

Erdoğan meydanlarda İsrail'e karşı esip gürlüyor ama İsrail'le ekonomik, ticari ve askeri ilişkiler gelişiyor. İsrail’le en çok ticaret yapan 5. ülke olan Türkiye, AKP eliyle, Filistin halkının katledilmesine ortak oluyor MEHTAP MET‹NO⁄LU

İ

srail'in Gazze'ye kara harekatı başlatması, Irak-Suriye hattında devam eden savaş ve UkraynaRusya arasındaki gerilimin tırmanması, petrolün fiyatını artırırken uluslararası piyasaları olumsuz etkiliyor. Jeopolitik gerilimlerin ortasında kalan Türkiye ise sadece konumu itibariyle değil dış politikada attığı adımlarla savaşın körükleyicisi oluyor. AKP iktidarı, jeopolitik gerilimlerin yarattığı konjonktürde ekonomik fırsat aralıkları yakalamaya çalışıyor. Ortadoğu'da sınırlar yeniden şekillenirken krizi fırsata çevirme ataklarında bulunup ekonomik işbirliği anlaşmaları imzalıyor. Ortadoğu'da katliamlara imza atan IŞİD'e "terör örgütü" diyemeyen AKP, İsrail'in Filistin'deki katliamlarına karşı diplomatik birkaç "kınama" sözü dışında herhangi bir yaptırım uygulamadı. Bir taraftan kınama söylemleri gündeme otururken diğer taraftan Türkiye-İsrail arasındaki ticari ve ekonomik işbirliği yıllardır giderek güçleniyor. İsrail’in Filistin'e yönelik saldırıları nedeniyle diğer ülkelerle yaptığı ticaret rakamları yer yer düşerken Türkiye ile olan rakamlar tam tersine yükseldi. Türkiye toplamda İsrail’le en çok ticaret yapan 5. ülke konumuna geldi. DIfi ‹fiLER‹'NDEN ‹SRA‹L'LE ‹L‹fiK‹LERE UYGUN KILIF Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde yer alan "Türkiye-İsrail siyasi ilişkileri" başlıklı yazıda, İsrail'in kurulmasından itibaren iki ülke arasındaki diplomatik trafik özetleniyor. AKP iktidarı sürecinde söz konusu trafik en yoğun biçimiyle gerçekleşiyor.

Dışişleri Bakanlığı'na göre Mayıs 2010'da Gazze’ye giden Mavi Marmara gemisindeki 9 yurttaşın İsrail askerlerince katledilmesinin ardından iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler asgari seviyeye indirildi, tüm askeri anlaşmalar askıya alındı. TBMM'nin İsrail saldırısı karşısında Haziran 2010'da ortak bir deklarasyon yayımlamaya girişmesi üzerine AKP'nin sahte tavrı ortaya çıktı. Söz konusu deklarasyonda yer alan "İsrail’le siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerin gözden geçirilmesi" ifadesine AKP'liler itiraz ederek işbirliklerinin daima sürdüğünü ve süreceğini göstermişti. Çünkü Mavi Marmara katliamından birkaç hafta önce, Filistin’den gelen çağrılara kulak tıkayıp İsrail’in OECD’ye üyeliğine onay veren AKP, İsrail’le sürekli tırmanışta olan bir ticari ilişki içindeydi. Dışişleri Bakanlığı'nın metninde, o dönemde ortaya atılan ve resmi belgesi olmayan İsrail Başbakanı Netanyahu'nun "özür dilemesi" ve tazminat ödemeyi kabul etmesi gibi iddialara yer veriliyor. Bu iddialar ileri sürülerek iki ülkenin kesintisiz ilerleyen ticari-ekonomik ve askeri ilişkilerine uygun kılıf hazırlandı. Ayrıca, söz konusu metinde ABD ve AB'deki krizin etkileri sürerken Türkiye-İsrail arasında "doğal" bir ticari ivme yakalandığı, bölgenin "gelişmekte olan iki ülkesinin" krizin etkisiyle yakın ekonomik ilişkiler içine girdiği öne sürüldü. F‹L‹ST‹NL‹ ÇOCUKLARI KATLEDEN UÇAKLARIN YAKITI TÜRK‹YE'DEN Merkezi Irak hükümetinin onayı olmamasına rağmen Türkiye-Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki işbirliği ile Kuzey Irak petrolünün Tür-

kiye üzerinden uluslararası piyasalara satışına başlanmıştı. Kürt petrolü Kuzey Irak’tan İsrail’e AKP hükümeti aracılığıyla taşınırken, Mersin ve Dörtyol limanlarından İsrail’e jet yakıtı gönderildi. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, İsrail’e Filistin’i bombalarken kullandığı jet yakıtı satışı yapılması ve Kuzey Irak petrolünün aralarında İsrail’in de olduğu bazı ülkelere 22 Mayıs’tan itibaren satışının başlamasını Meclis gündemine taşıdı. Umut Oran, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a, “Yunan firmasına ait Mariner A’nın Türkiye’den İsrail Hayfa’ya taşıdığı 124 ton jet yakıtının İsrail’in Filistin’e düzenlediği hava saldırılarında kullanılabileceği gerekçesiyle Hükümet ve bakanlık olarak bundan sonra İsrail’e jet yakıtı ihracatı, satışı yapılmaması için girişimde bulanacak mısınız? AKP hükümetleri İsrail’e hiç ambargo uyguladı mı? Kuzey Irak petrolünün satışı Ceyhan üzerinden başladı mı, son iki ay içinde 3 milyon tonluk ham petrol birisi İsrail’e olmak üzere 3 tankerle taşındı mı?” diye sordu. Enerji Bakanı'na yöneltilen ilk önergede, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2014 yılının Mart ayında Türkiye’den İsrail’e 124,562 kilogram kerosen (jet yakıtı) satıldığına dikkat çekilerek şu soru soruldu: "Bu jet yakıtı kaç seferde Türkiye’den İsrail’e taşındı, bu yükün alıcı ve satıcıları kimlerdir, bu satış için kaç ABD doları ödeme yapılmıştır?" ERDO⁄AN 'fiOV' YAPIYOR, ARINÇ YALAN SÖYLÜYOR Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 21 Temmuz'daki açıklamasında İsrail ile Türkiye arasında "bir miktar" ticari ilişki bulunduğunu,

Gazze saldırısından sonra ise bu ticareti tamamen ortadan kaldırmanın söz konusu ya da mümkün olmadığını söyledi. İsrail'le yürütülen diplomatik ve askeri ilişkiler hakkında konuşan Arınç, şu açıklamayı yaptı: "İsrail'in Mavi Marmara'ya saldırısından sonra ülkemiz ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin asgariye indirildiği ve iki ülke arasındaki tüm askeri ilişkilerin askıya alındığı malumdur. Söz konusu dönem boyunca savunma sanayi de dahil olmak üzere Türkiye ile İsrail arasında bu alanlarda herhangi bir resmi anlaşma yapılmamıştır. Enerji alanında da devlet düzeyinde herhangi bir işbirliği söz konusu değildir. Enerji Bakanımız da bu konuda açıklamada bulunmuştu." TÜİK verileri analiz edildiğinde ise Arınç'ın yalanı ortaya çıkıyor. TÜİK'e göre Türkiye İsrail'e, 2010 yılından bu yana yaklaşık 11 milyon dolarlık harp silahları ve mühimmatı ihraç etmiş. İsrail Yabancı Savunma Daire Başkanı Tuğgeneral Shemaya Avieli de kısa süre önce şöyle diyordu: “Türkiye’ye yapılan silah ihracatı hiçbir zaman durmadığı gibi, İsrail devletinin çıkarları korunarak devam etmektedir. Rakamlara bakılırsa Türkiye’ye yapılan silah ihracatı hiçbir zaman sıfır olmamıştır. Türkiye’den yeni alışveriş talepleri var, bunları inceliyoruz.” Erdoğan'ın "van minut" şovu ve Mavi Marmara tepkisi gibi son dönemde miting meydanlarında cumhurbaşkanlığı turları atarken esip gürlemesi de birer gösteriden ibaret. İsrail'le hiçbir ilişkisini kesmeyen AKP, Filistin halkının katledilmesine de İsrail'le yürüttüğü işbirlikleriyle ortak oluyor.

Bu geminin tafl›d›¤› yak›tla Filistin bombalan›yor CHP’li Umut Oran'ın, Enerji Bakanı Yıldız’ın yanıtlaması istemiyle Meclis'te sunduğu soru önergesinde İsrail'e jet yakıtını taşıyan tankerle ilgili şu sorular yer aldı: Angora lnvestment Trust İNC adlı Yunan firmasına ait olan Malta bayraklı "MARINER A" isimli tankerin bu iş için özel olarak kullanıldığı ve gemi takip sistemine göre, 3 Haziran-9 Temmuz 2014 tarihleri içerisinde Hayfa ve Mersin arasında 7 sefer yaparak jet yakıtı taşıdığı bilgisi doğru mudur? Ham petrol taşıyan tankerlerin genellikle 100 bin

grostondan büyük tankerler olduğu 25.364 grosstonluk MARINER A’nın ise oil (gaz ve yağ) ve Chemical (kimyasal) tanker olduğu ve özel olarak sadece kerosen (jet yakıtı) taşıma özelliği bulunduğu bilgisi doğru mudur? Mariner A’nın Türkiye’den İsrail Hayfa’ya taşıdığı jet yakıtı İsrail’in Filistin’e düzenlediği hava saldırılarında kullanılabileceği gerekçesiyle Hükümet ve bakanlık olarak bundan sonra İsrail’e jet yakıtı ihracatı, satışı yapılmaması için girişimde bulundunuz mu, bulanacak mısınız?

Gerçek ve başarılı bir boykot deneyimi: Dexia-Deniz Bank

İsrail’i nasıl boykot edeceğiz? A

KP’den bağımsız adım atamayan İslamcı hareket, boykot deyince, milyar dolarlık yatırımlara ses çıkarmadan etkisiz ve sembolik kola-çikolata protestolarıyla oyalansa da İsrail’e boykot kampanyası bu şaklabanlıklarla kıyaslanamayacak ölçüde ciddi bir iş. Fransız-Belçika bankası Dexia’nın sahip olduğu Dexia İsrail bankası ile işgal altındaki Batı Şeria’daki uluslararası hukuka aykırı İsrail yerleşimlerine kredi verdiğinin ortaya çıkmasıyla Belçika’daki antiemperyalist enternasyonal dayanışma örgütü İntal (Dayanışmayı Küreselleştirin!) tarafından yürütülen BDS (Boykot, Yatırımların Geri Çe-

kilmesi ve Yaptırımlar) kampanyasının hedefi oldu. İlk başta aylarca süren protestoların ardından banka, 2009 yılının Haziran ayında bir açıklama yaparak yasa dışı yerleşimlere (Kudüs hariç) 2008 Haziran’ından beri hiçbir yeni kredi vermediğini duyurdu. Ancak İsrail’deki yatırımları devam ediyordu ve boykot eylemcileri ikna olmuyordu. İsrailli Barış İçin Kadınlar Koalisyonu, Dexia İsrail bankasının yerleşimlere kredi vermeye devam ettiğini belgeleriyle kanıtladı. 2009’da Belçika dışında Fransa ve Lüksemburg’un yanı sıra 2011’de de Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi sayesinde Dexia’ya karşı bir boykot çağrısı gündeme geldi. Boykot Girişimi, Türkiye’de Dexia’nın o günkü işletmesi

olan Deniz Bank’ı hedef aldı. Deniz Bank, boykot çağrılarını yayımlayan Sendika.Org’a karşı “itibar zedeleme” iddiasıyla hukuki bir karşı atak başlattı ancak bu şirketin “marka değeri”nin zarar görmesine engel olamadı. Boykot kampanyası karşısında daha fazla duramayan Dexia’nın 11 Mayıs 2011 tarihinde yapılan genel kurulunda Dexia İsrail’in satılığa çıkarılacağı ilan edildi. 2005 Temmuz’unda Filistin toplumunu temsil eden siyasi parti, sendika, kitle ve taban örgütleri tarafından yayınlanan Filistin BDS Çağrısı’ndan beridir başta Batılı ülkelerde giderek büyüyen BDS hareketi, İsrail işgal, sömürgecilik ve apartheid rejimi ile suç ortaklığı yapan şirketlere bir bir geri adım attırıyor.

‹srail ile dostluk babadan o¤ula T

ayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimi için gittiği her kentte miting meydanlarından İsrail'e kendince "ayar" verirken ailesi İsrail ile ticarete durmak bilmeden devam etti. Şalom gazetesinin İsrail’in Yedioth Ahoronot gazetesine dayandırdığı haberde Erdoğan'ın armatörlük yapan oğlu Burak Erdoğan, babasının ''gemicik'' dediği Safran-1 isimli 95 metrelik gemisiyle İsrail'e mal taşımıştı. Gazetede Burak Erdoğan’ın yük gemisi Safran1’in defalarca İsrail’in Aşdod Limanı ile Türkiye arasında her iki yönde kargo taşıdığı yazıldı.


9

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

‘Milletin diktatörü’ ÖZGE OZAN "Biz milletin başını seçeceğiz. Milletin adamını milletin başına getirme seçimidir 10 Ağustos" Mehmet Ali Şahin "Cumhurbaşkanlığı seçimi bizi 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine daha fazla yaklaştıracak" Süleyman Soylu "Ben, geleneklerin oluşturduğu bir cumhurbaşkanı olmam, teamüllerin ortaya koyduğu bir cumhurbaşkanı olmam. Burada anayasada nasıl tanımlanıyorsa cumhurbaşkanının görevleri, bunları yerine getiririm. Bu yerine geldiği zaman cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanlığı yapmışı olur" Tayyip Erdoğan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimini, iktidarı boyunca giderek tırmandırdığı tek adam sultası eğilimlerini başkanlık ya da yarı başkanlık adıyla kurumsallaştırmak, isyanla gözle görünür hale gelen ve egemenler arası ittifakın çözülüşü ile derinleşen siyasi krizi kendisinin ve ailesinin ikbalini, iktidarını koruyacak biçimde yönetebilmek için tek seçenek olarak görüyor. Erdoğan biliyor ki emperyalizmin ve oligarşinin “desteğini” yeniden arkasında toplaması ihtimali ancak “güçlü lider”liği korumakla mümkün. Bunun göstergesi ise seçimden alacağı sonuç olacak. Seçim

kampanyasında da bu hedefle bağlantılı olarak tüm olanaklar seferber ediliyor. Kamusal kaynaklarla yapılan hızlı trenin açılışının seçim şovuna dönüştürülmesinden sahadaki herkesin Erdoğan’ın gol atması için kendini parçaladığı futbol maçlarının düzenlenmesine, İsrail’e yönelik söylemlerinden ‘çözüm süreci’ne, İBDA-C’li Mirzabeyoğlu’nun tahliye edilmesinden cemaat operasyonuna attığı her adım bu seçimi kazanma hedefi üzerine kurulmuş durumda. (Buarada IŞİD’in rehin aldığı vatandaşları konuşmak ise yasak). Seçim kampanyasında yeri geliyor Ekmeleddin İhsanoğlu’nu faşistlikle suçluyor, yeri geliyor Demirtaş’ı ‘eski Türkiye koalisyonu’na ortak olmakla. Her ne kadar halk hareketlerini düzene eklemlemek, sokağı yatıştırmak üzere 30 Mart seçimleri ile birlikte siyaset “sandık” merkezli olarak yeniden kurulmaya çalışılsa, Mansur’dan Ekmeleddin’e uzanan projeler devreye sokulsa ve faşist baskı ve zor politikaları uygulansa da seçim çalışmalarında “Gezi”yi dilinden düşürememesi ise çatışmanın hala isyanın dinamikleri ve Erdoğan arasında ilerlediğini de gösteriyor. Erdoğan karşısındaki adaylar Demirtaş ve İhsanoğlu Gezi’yi bir kampanya unsuru olarak ele alırken, Erdoğan “hikayeyi” oradan başlatmaya devam ediyor. Erdoğan cumhurbaşkanlığına seçildiğinden ardında bırakacağı AKP’yi şimdiden kendi eliyle yeni-

den dizayn etmeye çalışıyor. Bunun için “benden sonraki arkadaşlar karar verir” diyerek 3 dönem kuralının değişmesine kapı aralamaktan, Abdullah Gül’ü öne çıkarmaya çalışanları fırçalamaya kadar türlü yöntemi devreye sokarken diğer yandan ise nasıl bir cumhurbaşkanı olacağına dair çerçeve çiziyor. “Çankaya’ya ‘vitrin süsü’ seçmeyeceğiz” diyen Erdoğan başkanlık sistemini “çok daha seri kararlar almak ve seri hareket etmek” için gerekli olduğunu söylerken bu sistemle şu an karşılarına çıkan “engelleri” çok rahat aşacaklarını ifade ediyor. Engel dediği ise kendi deyimiyle bürokratik oligarşi ve sermaye projelerine ve AKP düzenlemelerine yürütmeyi durdurma vb kararlarıyla engel oluşturan yargı. ‘Danıştay yürütmeye yardımcı olacak ki yürütme bir an önce yoluna devam etsin” diyen Erdoğan cumhurbaşkanlığında yürütme gücünü de kendi eline toplamayı, yapacağı atama ve düzenlemelerle de yargıyı sadece fiilen değil hukuksal olarak da yürütme denetimine almayı, YÖK, Devlet Denetleme Kurulu, büyükelçilikler dahil yapacağı atamalarla devlet kurumları üzerinde kontrolü kendinde merkezileştirmeyi planlıyor. “Halkın seçtiği” cumhurbaşkanı ile “Türkiye’yi uçurmamız lazım uçuracağız” diyen Erdoğan böylece sermayeye de cumhurbaşkanlığı vaadini söylüyor: arkamda birleşirseniz önünüzdeki tüm engelleri kaldıracağım!

Filistin'e yönelik ‹srail sald›r›lar›n›n devam etti¤i s›ralarda Baflakflehir Fatih Terim stad›n›n aç›l›fl› Erdo¤an’›n seçim flovunun yeni alan›yd›. Babas›n›n paralar›n› s›f›rlayan Bilal Erdo¤an’›n da boy gösterdi¤i “Dostluk maç›na” dahil olanlar katille, h›rs›zla nas›l dost olunaca¤›n› gösterirken maç, yurttafllar›n vergilerinin aktar›ld›¤› TRT’de canl› yay›mlan›yor, sahada yerini al›p Erdo¤an’a gol att›rmak için kendini parçalayanlar, yandafl köfle yazarlar› Erdo¤an’›n beceri ve yeteneklerini övmek için birbiriyle yar›fl›yordu son noktay› ise Ar›nç koydu: "R›dvan Dilmen'in baca¤› k›r›lm›fl, öbürünün adalesi kopmufl, bu maflallah çocu¤uyla, o¤luyla birlikte top oynuyor 5 dakikada 3 gol at›yor. Bunu kim yapt› kardeflim? Rahmetli Metin Oktay olsa madalya takard›.”

Ekmeleddin’i tanıdıkça kimse sevmedi TUBA GÜNEfi

C

HP ve MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimi için gösterdiği çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun her konuşması ABD emperyalizmi ile uyumlu neoliberal İslami bir rejimin sürekliliğini sağlamak üzere Erdoğan’a “ılımlı” alternatif proje olarak isminin gündeme getirildiğini kanıtlıyor.

FAT‹HA ‹LE BAfiLADI⁄I G‹B‹… İhsanoğlu ‘Fatiha suresi’ okuyarak başladığı seçim çalışmalarına sağ siyaset geleneği ve İslami gericiliğin “ortalaması”nı tutturarak devam ediyor. İhsanoğlu, Gezi Parkı ziyareti ve Ali İsmail’in ölüm yıldönümünde adını anması gibi göstermelik adımlar dışında Haziran’da Erdoğan diktatörlüğüne karşı sokağa çıkan milyonların talep ve özlemlerine ilişkin somut bir program ya da söylem geliştirme zahmetine dahi girmiyor. İhsanoğlu’nu Erdoğan’dan ayırt eden özellikler ise seçim kampanyasında şöyle sunuluyor; Erdoğan’ın kaybettiği uluslararası saygınlığa sahip olmak, Erdoğan’ın giremediği Gazze’ye gitmiş olmak, Erdoğan’ın saflaştırıcı, kavgacı üslubunun tersine “uzlaşmacı, birleştirici, ılımlı” bir üsluba sahip olmak. Elbette diplomat olması, dil bilmesi, yazdığı kitaplar, ‘profesör’ ünvanı ile bezeli tanıtım kampanyasının temeli Erdoğan öngördüğü gibi ‘devletin ve icranın başı olan bir cumhurbaşkanı’ olmak yerine ‘anayasaya uygun biçimde ahenkle çalışacak bir

Ekmeleddin İhsanoğlu Fatiha ile başladığı seçim çalışmalarını kadınların kürtaj hakkına saldırı, Yazıcıoğlu’nun mezarına ziyaret, Kuran'a atıflarla süslü konuşmalar ve Kürtçe eğitime karşı çıkışı ile sürdürüyor. Türk-İslamcı İhsanoğlu seçim kampanyasında, “icracı değil ahenkle çalışan ılımlı İslamcı cumhurbaşkanı” alternatifi olarak sunuluyor cumhurbaşkanı’ olacağına ilişkin propaganda. ‘TANIYINCA’ K‹MSE SEVMED‹ Kılıçdaroğlu ‘Çatı adayını’ açıkladıktan sonra gelen tepkilere ‘tanıdıkça seveceksiniz’ yanıtını vermişti. Ekmeleddin konuştukça tepkileri yatıştıramadığı gibi Türk-İslamcı kimliğiyle gerici-sağ siyaset çizgisinin temsilcisi olduğunu açıkça göstermeye başladı. KADIN DÜfiMANLI⁄INDA BULUfiTULAR Ekmeleddin İhsanoğlu'nun temsil ettiği çizgiyi açık eden en önemli konulardan biri ‘kadın bedeni’ne dair tutum oldu. Erdoğan’ın yasaklamaya çalıştığı ve kadınların mücadelesi ile geri adım atmak zorunda kaldığı kürtaj konusu İhsanoğlu’na sorulduğunda Erdoğan’ın argümanlarını “hiddetsiz” biçimde tekrarlayıverdi: “Verilen canı, insanın alma hakkı var mıdır? Ben size soruyorum: Allah’ın verdiği canı, siz alabilir misiniz? Bunu da sormak lazım, değil mi?” İzmir'de Halkevci Kadınlar'ın ‘kadın düşmanlarına mecbur değiliz” diyen protestosu üzerine sözünü "Reşit bir insanın bedenine müdahale kimin haddine?" söylemi ile

çevirmeye çalışsa da İhsanoğlu’nun kadın düşmanlığını yeniden üreten pozisyonu değişmedi. KÜRTÇE HELAL OLMASINA HELAL DE E⁄‹T‹M D‹L‹ OLMASIN Ekmeleddin İhsanoğlu “Ana sütü gibi helal” diyerek değindiği anadil konusu sıra Kürtçe eğitime geldiğinde beylik tezlerin bahane olarak öne sürülmesine dönüştü. İhsanoğlu Taraf gazetesine verdiği röportajda ‘Rasyonel düşünmek zorundayız, değişik etnik yapısı olan tek ülke biz değiliz, Kürtçe bilim dili değil, bilim dili olması için bir asır geçmesi gerek…” diyen İhsanoğlu “Bir dilin, eğitim dili olmaması onun gelişmesine engel olmaz mı?” sorusuna ise “O ayrı mesele” diyerek cevap verdi. ‘MUHAFAZAKAR TOPLUM HASSAS‹YETLER‹’ LGBTİ’lerle ilgili sorulara ise kaçamak yanıtlar veren İhsanoğlu El Cezire’ye verdiği röportajda ‘Homofobi evrensel bir mesele değildir’ dedikten sonra Hürriyet gazetesine verdiği demeçte de “Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım.

Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım. Bir taraftan bu şekilde davranan insanlar var ve kendi haklarını müdafaa ediyorlar” ifadelerini kullanarak nefret söylemi ve cinayetlerinin, ayrımcılığın hedefinde olan LGBTİ’lerin talep ve haklarına değil ‘muhafazakar’ toplum yapısına vurgu yaptı. KAT‹LDEN KAHRAMAN YARATANLAR Ekmeleddin İhsanoğlu’nun bu topraklarda sağın katliamcı “geleneği” ile de bir sorunu olmadığı Muhsin Yazıcıoğlu’nun mezarını ziyaret etmesi ile ortaya çıktı. İhsanoğlu 80 öncesi yaşanan faşist katliamlardaki rolü bilinen yakın tarihte yaşanan Hrant Dink suikasti ile partisinin bağlantısı açık olan Yazıcıoğlu, İhsanoğlu tarafından kahraman ilan edildi. TÜRKEfi'‹N DANIfiMANI EKMEL İhsanoğlu’nun mezar ziyaretleri Yazıcıoğlu ile sınırlı kalmadı, Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın mezarlarını da ziyaret etti. Menderes'in mezarı başında ağladı. Kayseri ziyareti sırasında Twitter'dan yaptığı "Türkiye siyasi tarihinin unutulmaz ve büyük isimi, sayın Alparslan Türkeş’in memleketi Kayseri’de olmaktan dolayı gururluyum" paylaşımının başka bir anlamı olduğu Taha Akyol'un yazısında ortaya çıktı. Ekmel Bey, Türkeş'in tercümanlığını ve Ortadoğu danışmanlığını yapmıştı.

Demirtafl: Ben sat›lm›flsam, paralar niye sende? HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş ‘Yeni yaşam çağrısı” adını verdiği programla seçim çalışmalarını sürdürüyor.

D

emirtaş seçim çalışmalarını Soma ve Roboski ziyaretleri ile sürdürdü. Demirtaş Soma’da ‘Burada 301 milyarder ölse idi hükümet bir günde devrilirdi” derken Roboskili ailelerle yaptığı görüşmede ise seçilirse Roboski dosyasının yeniden açılacağını söyledi. İllerde yaptığı seçim miting ve toplantılarında yaptığı konuşmalarda Erdoğan’ın seçim sürecini tüm devlet olanaklarını kendisi için seferber etmesine ve bağış kampanyasını açık yürütmemesine yönelik eleştirileri yükselten Demirtaş Erdoğan’ın her ilde valilerin iş adamlarını çağırarak Erdoğan kampanyası için zorla bağış aldıklarını, THY’sinden TRT’sine, RTÜK’ten YSK’ya kadar bütün kurumların Erdoğan için seçim çalışması yürüttüğünü söyledi. Demirtaş, AKP seçmenine şu sözlerle seslendi; “Recep Tayyip Erdoğan seçilmezse başbakanlığı düşmeyecek. Görevine devam edecek ama sistemi demokratikleştirecek, ezilen halkların da rahat nefes alabileceği bir tercih yaparsanız, bu freni boşalmış kamyon gibi gi-

den hükümetin de doğru düzgün işler yapmasına vesile olacaktır." Demirtaş’ın İhsanoğlu’na yönelik eleştirileri ise onun da Erdoğan gibi tek dil tek millet anlayışını savunmasına yoğunlaştı. ‹LK KEZ B‹R KÜRT ADAY Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek ise Demirtaş’ın adaylığı konusunda "Bizce bu seçimin en önemli noktası ilk kez bir Kürt adayının Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışacak olmasıdır" açıklamasını yaptı. ‘DEM‹RTAfi HAYAL KIRIKLI⁄I’ AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu ise Demirtaş hakkında yaptığı açıklamada adaylığının, Türkiye'de değişen demokrasinin bir sonucu olduğunu belirterek AKP’ye pay çıkardı. Soylu Demirtaş’ı çözüm süreci ile yaratılan ortamda birilerinin maşası haline gelmekle suçlayarak "Demirtaş benim için bir hayal kırıklığı olmuştur” dedi. Seçim çalışmalarında Erdoğan’ın da

hedefi haline gelen Demirtaş, Erdoğan’ın, Diyarbakır mitinginde kendisine yönelik ‘satılmış’ suçlamasına da cevap verdi: “Ona şunu sormak istiyorum; satılmış olan bensem paralar niye sende?” TRT: YAYINI KESER‹Z Demirtaş’ın TRT’nin Erdoğan lehine yayın politikası sürdürmesi ve diğer adaylara yer vermemesine yönelik eleştirilere TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin "Bundan sonra TRT’yi hedef alan bu ağır ithamlar canlı yayınlarda devam ederse yayını keseceğiz" diye cevap verdi. Demirtaş ise Şahin’in bu açıklamalarının tehdit olduğunu belirterek “Tayyip Erdoğan sizi teslim almış olabilir, ödünüz kopuyor da olabilir. Bizi kendinizle karıştırmayın. Bunun da hesabını senden sormayan, benim adıma namerttir” cevabını verdi. HDP basın bürosu yaptığı açıklamada Demirtaş'a yayınlarda toplam 224 dakika yer verilirken, seçim takviminin başladığı günden açıklama tarihine kadar bu yana Erdoğan’ın yayın süresi ise RTÜK kayıtlarına göre toplam 7 bin 200 dakika olduğunu belirtti.


10

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

‘Tayyip’i köşke yolla, kurtul’ AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

D

aha Cumhurbaşkanlığı seçimleri tamamlanmadan AKP’de Erdoğan’ın yerine kimin başbakan olacağına ilişkin tartışmalar başladı. İlk başta AKP muhaliflerinin iktidar içi çatlak fantezileriyle avunması gibi görülen bu tartışmalar bir süre sonra Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün ve onların medyadaki fiili sözcülerinin dahil olduğu bir tartışmaya dönüşünce işin ciddiyeti anlaşıldı. Erdoğan’ın olası cumhurbaşkanlığının AKP içinde baş edilmesi zor bir krize yol açacağı beklentisi o kadar güçlü ki, iktidar ile hesaplaşma için cumhurbaşkanlığı seçimi değil de ondan sonrası hesap ediliyor. Hatta Zaman yazarı Mümtazer Türköne gibi bazıları da, AKP’lilerin Erdoğan’dan kurtulmak için onu cumhurbaşkanlığına taşıdığından söz ediyor: “Başbakan, kurulmuş bir makine gibi sürekli suç işliyor. Çevresi ise bu suçlara ortak olmak yerine, onu omuzlarında Çankaya Köşkü’ne taşıyarak başlarını beladan kurtarmaya çalışıyor.” Bir lider partisi olan AKP’nin, liderini Çankaya’ya gönderdikten sonra, Özal’ın cumhurbaşkanlığı sonrasında ANAP’ın, Demirel’in cumhurbaşkanlığı sonrasında DYP’nin yaşadığı gerileme ve çözülmeyi yaşayabileceği yönündeki öngörülere AKP’nin özgünlüğü tartışması ile itiraz ediliyor. AKP’nin belli bir dava etrafında uzun yıllardır kenetlenmiş bir kadroya sahip olduğu ve liderini cumhurbaşkanı seçerken zaten gerileme sürecinde olan ANAP ve DYP’den farklı olarak güçlü taban desteğini koruduğu savunuluyor. Ne var ki, “AKP farklı” diyenlerin iki argümanı da sorunlu. Birincisi, bu kadro Tayyip Erdoğan’ın parti içinde kendisine karşı denge oluşturabilecek etkili isimleri ayıklama niyetinin bir yansıması olarak 3 dönem kuralıyla bertaraf ediliyor. İkincisi, AKP 30 Mart seçimlerindeki beklenti üstü başarısına karşın 2013 Haziran İsyanı’ndan bu yana hem egemen sınıfların hem de sokağın ve seçmenin desteği anlamında gerileme sürecinde. İktidarına anayasal bir temel kazandırmayı da 12 yıldır başaramayan AKP’nin bu koşullarda iki belirleyici gücü var. Biri tek adam olmak isteyen ancak buna tam bir anayasal güvence kazandırmamış olan Tayyip Erdoğan, diğeri 3 dönem kuralıyla bertaraf edilememiş ve egemen sınıfların “Erdoğan’sız AKP” beklentileri açısından tek şans olarak görülen Abdullah Gül. Bu nedenle tartışmalar da bu iki isim arası ilişki etrafında dönüyor.

GÜL’LÜ SENARYOLAR Abdullah Gül’ün AKP’de inisiyatif almasına dair senaryolar, bugüne kadar bir yandan Erdoğan’dan farklı bir imaj verirken bir yandan da çatışma görüntüsü vermekten uzak duran Gül’ün şahsı-

Biri tek adam olmak isteyen ama buna anayasal güvence kazandırmamış olan Erdoğan, diğeri egemen sınıfların “Erdoğan’sız AKP” beklentileri açısından tek şans olarak görülen Abdullah Gül. Tartışmalar bu iki isim arasındaki ilişki etrafında na rağmen yapılmıyor. Gül, bizzat bu tartışmayı destekleyen “hareketler” sergiliyor ancak üzerinin çizilmesine fırsat verecek bir çatışma ve çelişkiye de özellikle girmiyor. Eski Taraf yeni Zaman yazarı Lale Kemal, Abdullah Gül’ün, Haziran ortasında Ankara’ya gelen Avrupa Birliği’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle ile bir araya geldiğinde şu mesajı verdiğini yazdı: “Türkiye’de meydana gelen son olaylar Türk demokrasisine gölge düşürüyor. Demokratik reformlara cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra olmazsa, 2015 seçimleri sonrasında döneceğimizi düşünüyorum.” Kemal, Brüksel’deki genel kanının, Erdoğan aday olup da Cumhurbaşkanlığı koltuğuna otursa da oturmasa da Türkiye’de yeni bir dinamik, siyasi hareketlenme olacağı ve Erdoğan’sız AKP’nin kendisini reforme edebileceği şeklinde olduğunu ekliyor. Bu sadece Cemaat gazetesi yazarlarının kurgusu değildi. Tayyip Erdoğan’ın Yeni Şafak’taki kalemi Abdülkadir Selvi de Gül’ün daha önceki mesajlarının aksine aktif siyasete niyetlendiğini yazdı: “Görünen o ki, 'Bugünkü şartlarda' ve Cumhurbaşkanı'nın pozisyonunda bir değişiklik söz

konusu. Gül'ün, TOBB'un bu tür organizasyonlarında ve veda ziyaretleri sırasında siyasete göz kırpan mesajlar vermeyi sürdürmesi bekleniyor.” Şaşırtıcı bir başka gelişme de Gül’ün medyadaki “adamı” olduğu iddia edilen Fehmi Koru’nun, kısa süre önce Erdoğan’ın gazetesi Star’dan, artık Erdoğan’la arasında bir mesafe bulunan Ciner grubunun gazetesi Haber Türk’e geçişi ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı sonrası Abdullah Gül’ün AKP’nin başına geçmesi tartışmasına zemin hazırlayan yorumlarıyla öne çıkması oldu.Yine Lale Kemal, 16 Temmuz’daki yazısında Erdoğan’ın olası cumhurbaşkanlığı sonrasında, asıl kavganın birkaç cicim ayı sonrasında kopabileceğini yazdı: “Erdoğan’ın, neredeyse tek adam olarak yönettiği partisini, Çankaya Köşkü’ne çıktığında uzaktan kumandayla işaret ettiği kişiyle yönetmesi mümkün olabilir mi? Kendisine sadık kalacağını düşündüğü kimse başbakan olsa dahi, kimi bakanların, sorumluluk taşıdıkları konularda ve Meclis’e hesap verme durumunda oldukları da göz önüne alındığında, birkaç cicim ayından sonra eski liderlerine biat etmeleri mümkün olma-

yacaktır. İktidar partisi homojen değil, sağ, muhafazakâr ağırlıklı kesimden çeşitli görüşleri içinde barındırıyor. Çankaya Köşkü’ndeki lidere artık biat etme zorunluluğunu hissetmeyenler çıkabilecektir. Türkiye, gerek içeride derinleşen kutuplaşma, gerek parti içinde beklenen kaçınılmaz bölünmeler, gerekse çevresinde güvenliğini ve ekonomisini tehdit eden gelişmeler karşısında belki güven tazeleyecek yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalacak. Dolayısıyla, 2015 Haziran’ı yerine Ekim ya da Kasım’da erken genel seçime gidilirse sürpriz olmaz.” Bu tartışmaların ardından AKP medyasında hedef tahtası haline getirilen Fehmi Koru, eleştirilere verdiği yanıtta, cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi artık halkoyunun belirleyici olduğu bir döneme geçildiğini ve halkın Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçeceğini, cumhurbaşkanını belirlediği gibi yeni dönemi de yine halkın belirleyeceğini yazdı. Bu olumlu tonda yazılmış sert yanıt, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının ardından mutlak belirleyiciliğinin olamayacağı ve “tek adam iktidarı” hayallerinin sistem içi güvencesinin olmadığı gerçeğini hatırlatıyor.

Erdoğan: Gül yanlış yapar AKP içinde Gül’ün bafl›n› çekece¤i yeni siyasi giriflimlerin olabilece¤i yönündeki haberler karfl›s›nda Tayyip Erdo¤an’›n, “Gül kardeflimle bir sorunumuz yok” mealinde bir yan›t› olmad›. Aksine AKP medyas›ndaki köfle yaz›lar›n›n içeri¤inden kendine sorulacak sorulara kadar her fleyi belirleyen Erdo¤an, Gül’e karfl› yaz›lar yay›mlat›p “Gül’ün üstünü çizece¤i” çanak sorular sordurttu. A Haber'de Mehmet Barlas'a konuk olan Tayyip Erdo¤an, Abdullah Gül'ün yeni parti kuraca¤› yönünde ç›kan haberlerle ilgili bir soruya flu yan›t› verdi: “Birilerinin tahriki, teflviki ile Allah muhafaza böyle bir yanl›fl›n içerisine düflülebilir ki bu çok büyük bir tehlike olur. Bundan parti de kaybeder, ülke de kaybeder. Cumhurbaflkan›m›zla bu konular›n hepsini a'dan z'ye görüfltük. Ama flu anda bizim için en önemli dönem flu ara dönem. Bu ara dönemim de süresi zaten 10 ay. 10 ayl›k süreden sonra zaten Cumhurbaflkan›m›z siyasete geri dönme gibi bir arzusunun olmas› halinde buna Ak Parti içerisinde 'Niye dönüyorsun? Dönme' denmez. Böyle bir fley zaten mümkün de¤il. Fakat ara dönem için böyle bir tahrik içersine birilerinin girmesini yanl›fl bulurum.”

Tayyip’in yolu Evren’in yolu Kenan Evren de 7 Kasım 1982 halk oylamasında 1982 Anayasası’nın yanı sıra kendi cumhurbaşkanlığı nı da oylatmış ve yüzde 90’ın üzerinde evet oyuyla seçilmişti

T

ayyip Erdoğan, 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimi ile cumhurbaşkanının ilk defa halk oyuyla seçileceğini özel olarak vurguluyor. Hesabı, Türkiye Cumhuriyeti’nin halk oyuyla belirlenen ilk cumhurbaşkanı olarak kendini ülkenin yeni “kurucu” lideri konumuna yükseltmek. Ne var ki biçimsel de olsa demokratikleşme yolunda atılmış ileri adım gibi görülen bu sürecin apaçık bir diktatörlüğü makyajlamaktan ibaret olduğunu yakın tarihimizden de biliyoruz. Dönemin darbecisi Kenan Evren de 7 Kasım 1982 halk oylamasında 1982 Anayasası’nın yanı sıra kendi cumhurbaşkanlığını da oylatmış yüzde 90’ın üzerinde evet oyuyla seçilmişti. 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulan 1982

Anayasası’na eklenen geçici 1. maddeye, “Anayasanın, halkoylaması sonucu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak kabul edildiğinin usulünce ilânı ile birlikte, halkoylaması tarihindeki Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı (Kenan Evren), Cumhurbaşkanı sıfatını kazanarak, yedi yıllık bir dönem için, Anayasa ile Cumhurbaşkanına tanınan görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır” hükmü eklendi. Böylece bugünkü Anayasa’yla Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı da halka onaylatılmış oldu. Yani Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı da bir şekilde halk oylaması ile yapıldı. O dönem muhalefet açık faşizm koşullarında hem sokakta hem parlamentoda bastırılmış, 12 Eylül

Anayasası’na ve Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığına “hayır” oyunu simgeleyen mavi rengin gazetelerde kullanılması bile fiilen yasaklanmıştı. Bugün şükür(!) Kenan Evren döneminde değiliz. Ancak yine dağ taş, kamu kaynaklarıyla finanse edilen televizyon ve gazeteler, havucuyla sopasıyla bütün kamusal olanaklar tek bir adam için seferber edilmiş durumda. O tek adamın iktidarına tehdit oluşturan herkes, birkaç yıl öncesine kadar kol kola olduğu yol arkadaşları dahil, operasyonların hedefinde. Ve öylesine bir ideolojik şiddet ortamı var ki, Tayyip Erdoğan’ın kendi diktatörlüğünü onaylatma kampanyası cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği bir süreç olarak sunulabiliyor.

10 Ağustos’tan sonrası için… H

aziran İsyanı’nda AKP iktidarını sokakta alt eden ve sokağın, siyaset yapmanın kitleleri özne kılan alternatif bir yolu olduğunu dosta düşmana ilan eden sosyalist hareket, isyanı belirleyici bir güç ve irade merkezi haline getirecek örgütselpolitik adımlar atamadan yoğun bir seçim süreci ile karşı karşıya geldi. Bu, gerek Tayyip Erdoğan gerek diğer sistem güçleri için elverişli bir durumdu. Çünkü sandık demokrasisi diktatörlük karşısında asla etkili bir mücadele aracı olmadığı hatta tersten onu beslediği gibi, halkın isyancı enerjisini de sistem içi kanallara eklemliyor, sokaktaki yıkıcı enerjiyi bir problem olmaktan çıkarıyordu. 10 Ağustos seçim sürecinde sosyalist hareketin pek çok bileşeni ne yazık ki bu olumsuzlukların etkisiyle tavır almaya zorlanıyor. Bugün 2010 Anayasa referandumundaki gibi AKP’yi (evet oyuyla) açıktan ya da (boykot diyerek) zımnen destekleyen kimse yok. Ancak bu kez de kötünün

iyisi seçilerek AKP’yle sandıkta hesaplaşılabileceği düşüncesinden hareketle CHP’nin ve Kürt hareketinin tercihlerine eklemlenme siyasetleri ortaya atılıyor. Bu siyasetin reel karşılığını dürüstçe bir dizi aydın dile getiriyor: “Diktatörlüğe karşı ilk turda Demirtaş, ikinci turda Ekmeleddin!” Ekmeleddin’i, Demirtaş’ı ya da bir turda birini diğer turda ötekini şeklindeki tercihler Cumhurbaşkanlığı seçimine olağanüstü önem atfeden ve sistem dışı / sistem karşıtı mücadeleden beklentisi olmayan liberallerden özgüvensizlikle malul sosyalist gruplara uzanan bir yelpaze tarafından dile getiriliyor. Kitlelerin sandığa ilgisinin yüksek olduğu ve sistem dışı alternatiflerin oluşturulamadığı koşullarda “boykot” tercihi de bir tavır değil tavırsızlık biçimini alıyor. Bu gruplar kendi handikaplı konumlarını haklı çıkarmak, bu tutumun dışında kalanlara hakarete varan (“ortamlarda” ve “10 Ağustos’a kadar” geçer akçe olan polemiklerle)

yaftalamalarla yüklenmeyi tercih ediyor. Oysa CHP’nin sol siyaseti görünmez kılan ve İslamcı hegemonyaya hizmet eden Ekmeleddin İhsanoğlu tercihi sola karşı işlev gördüğü gibi, Kürt hareketinin AKP ile müzakere çizgisinin sınırlarını aşması nesnel açıdan mümkün olmayan Selahattin Demirtaş tercihi de sosyalistlerin 10 Ağustos’tan sonra mücadeleyi ilerletme hedefi için güvence değil. “Sandıkta adayımız yok” diyen Halkevleri’nin sistemin iki gerici adayını karşısına alan ve burada da temel mücadele alanı olarak sokağı işaret eden tavrı, 10 Ağustos’ta ya da olası ikinci turda suya düşecek boş hayallere aldanmadan, 10 Ağustos’tan sonrasını hesap ederek alınmış bir tavır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde solun tavrına ilişkin tartışmaları okuyup yazarken (madem ki 10 Ağustos’tan sonrasına ilişkin bir tercihte bulunuyoruz) daha bunun 10 Ağustos’tan sonrası da olduğu unutulmamalı.


11

SOMA 31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

“Biz Soma’da yaşamı yeniden örgütlüyoruz” ETHEM AKDO⁄AN

DEMET YILAN

Öncelikle Soma’daki genel durumu biraz anlatır mısınız? EA: Burada üçü Soma Madenciliğin, dört maden ocağı var ve bu madenlerde 15 bine yakın madenci çalışıyor. Bu işçiler çalıştıkları sürece işveren tarafından sömürülmüş, işçilere hiçbir hakları verilmemiş, fazla üretime zorlanmışlar. Türk-İş Maden-İş işçilerle hiç ilgilenmemiş. Bilgilendirme toplantısı bile yapmamış. İşçilerin sorunları görmezden gelinmiş. Ama katliamdan sonra Soma’nın dili çözüldü diyebiliriz. Artık her şey konuşuluyor. Sömürü çarkının kurulduğu üçlü sacayağı açığa çıktı: İşveren, devlet ve sendika. İşçiler eylemlerinde de görüldüğü üzere Tayyip Erdoğan’ı yaşananların doğrudan sorumlusu görüyor. İşveren kaçıyor. Sendika yönetimi işçilerin protestosuyla istifaya zorlandı. İşçiler baskılara rağmen taleplerinden vazgeçmedi. İşçiler katliamın ardından yapılan eylemlerde öne çıkan taleplerden biri işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasıydı. Bu konuda herhangi bir iyileştirme yapıldı mı madenlerde? Yaşam odalarını vekil oylarıyla reddeden bir hükümet geri kalan hangi önlemi alabilir ki? İşçiler de bunu takip ediyorlar ve farkındalar. Ocaklar hala kapalı, içeride ne olduğunu kimse bilmiyor. Ancak açıldığında da bağımsız heyetlerin ocakları denetlemesine ihtiyacımız var. En son bakanlığın müfettişleri ocakları denetlediler ve işverene teslim ettiler. İşçileri gelin çalışın diye çağırdılar ve hiçbir işçi arkadaşımız çalışmaya gitmedi. Çünkü arkadaşlarımız ocaklarda kesinlikle işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmadığını düşünüyor. Biliyorlar AKP bu maliyeti patronlara yüklemediği gibi buradan örnek bir model de çıkarmak istemez çünkü o zaman tüm ocaklarda işçiler bunu isteyebilir.

İşçiler televizyonlarda görmüşler Katliamın ardından gündeme gelen ve işDİSK’i. Bildikleri ve söyledikleri şey şuyçilerin büyük tepkisiyle karşılaşan dayıbaşı du: DİSK işçiyi satmaz. DİSK yarı yolda sisteminde bir değişiklik oldu mu? bırakmaz bizi. Sonuç olarak burada Katliamdan sonra dayıbaşı sistemi kırıl- DİSK’i çok iyi tanıyan işçi arkadaşlarımız madı. İşveren ve sendika feodal ağları da yoktu. Dev Maden-Sen’in örgütlenme çagöz önünde tutarak dayıbaşını kullanarak lışmalarıyla birlikte işçiler DİSK’i öğrenişçileri kontrol altında tutmaya çalışıyor. meye başladı. Bizim oradaki her toplantıAma şu an Soma madenleri kapalı olduğu mız eğitim toplantısı gibi oluyor. Çünkü için hissedilmiyor dayıbaşlarının etkisi. sendikal bilinç, haklarına ilişkin bilgiler hiç DİSK Dev Maden-Sen’e üye olan işçileri gündem olmamış daha önce. İşçilerle müistifaya zorlamada, sendikacadeleyi birlikte nasıl örya üye olmamak yolunda gütleyeceğiz, DİSK örtehdit etmekte yine dayıbagütlenmesini nasıl yapaşılar kullanılıyor. cağımızı konuşuyoruz. Katliamdan sonra Türk-İş Maden İş’in şirSendikanın işçi meclisleSoma’nın dili çözüldü. ri üzerinde yükselmesini, ketle, iktidarla, dayıbaşı sistemi ile ilişkisi düşünüldüğünSömürü çarkının kurul- işyeri komitelerinin sende örgütlenme çalışmalarında duğu üçlü sacayağı açığa dikal örgütlenmenin çenasıl bir tablo ile karşılaştıkirdeğini oluşturması geçıktı: AKP-İşletmenız. Soma işçilerinin kafasınrektiğini anlatıyoruz. da nasıl bir sendika algısı Toplu sözleşme süreçleri Maden-İş vardı? merak edilen konuların Soma’ya gittiğinizde ilk gözünüze çarbaşında geliyor. Çünkü işçiler toplu sözleşpacak şeyler kaymakamlık binası, belediye menin ne olduğunu dahi bilmiyor. Çünkü binası ve sendika binası. Ve sendika binası sendika bugüne kadar onlara en ufak bir bunların en büyüğü ve en görkemlisi. İşçi bilgi vermemiş. İşçilerin neredeyse tamamı sendikaya gittiğinde ilk gördüğü şey gör80 öncesi işçi sınıfı mücadelesinden, sendikemli bir bina. İşçiler başkanla ancak rankal deneyimlerden habersiz. 1989 İşçi Badevu alabilirlerse görüşebiliyorlar. İş kaza- harı’nı, hatta 1990 Zonguldak Büyük Maları burada en çok yaşanan şey. Ama sendenci Yürüyüşü’nü çoğu bilmiyor. Arada dika buna dair hiçbir şey yapmamış. Rapor çok büyük bir kesinti oluşmuş. Kuşkusuz bile tutulmamış bugüne kadar. İşten atıldı- bunda devletin, sarı sendikaların sorumluğında sendikaya giden işçiye sendika “Ben luğu olduğu kadar devrimcilerin, sosyalist ne yapabilirim? Git davanı aç” diyormuş sendikal anlayışın da sorumluluğu var. Ben bugüne kadar hiçbir işçiden “Sendika Şimdi çok genç bir işçi topluluğuyla nerebenim için şu davayı açtı” sözünü duymadeyse en baştan başlıyoruz. Onlara işveren dım. Şöyle şeyler var hatta: İşçi sendikaya karşısındaki haklarının, devletin işçilere gidiyor, avukatla görüşmek istiyor. Avukat karşı yükümlülüklerinin, çok büyük çoğun50 lira danışmanlık ücreti alıyor. İşçi zaten luğu tırpanlanmış da olsa kendi lehlerine bu sendikaya aidat veriyor. kullanabilecekleri yasal süreçlerin bilgisini, Katliamın ardından yapılan oturma eylebilincini vermeye çalışıyoruz. Bu eksenlerminde “Türk-İş gitsin DİSK gelsin” gibi sloden kuracakları mücadelenin kalıcı ve soganlar atılıyordu. İşçilerin DİSK’e dönük ba- nuç alıcı olabilmesi için örgütlenme mokışı nasıldı? delleri geliştiriyoruz.

‘‘

‘‘

Soma’da tarımın tasfiye edilmesiyle bölge halkı madene mahkum edildi. Maden havzasının il sınırları Manisa, Balıkesir ve İzmir’e kadar genişliyor. Maden işçileri, termik santral işçileri, tarım işçileri, tavuk ve konserve fabrikalarında günde 12 saat güvencesiz çalışan kadın işçiler... Burası kocaman bir fabrika. Bölge için, 13 Mayıs’ta 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan katliam bir dönüm noktası oldu. 16 saate kadar madende çalışıp hiçbir hakkını bilmeyen işçiler, artık haklarını sormaya, kendilerine dayatılan çalışma koşullarını, sendikayı, örgütlenmeyi tartışmaya başladı. Artık köle gibi çalışmak istemeyen işçiler kitlesel eylemlerle, DİSK Dev MadenSen’de örgütlenmeye başlayarak haklarını arıyor, yaralarını sarıyor, yaşamı yeniden üretiyor. Biz de katliamdan sonra bölgede çalışmalarını hızlandıran Dev Maden-Sen Eğitim ve Örgütlenme Uzmanı Ethem Aydoğan ile konuştuk. Aydoğan, DİSK olarak Soma’da yalnız sendikayı değil yaşamı yeniden örgütleme iddiasıyla çalışmalarını sürdürdüklerini ifade ediyor.

Siz nasıl bir örgütlenme faaliyeti yürütüyorsunuz? Nasıl sorunlarla karşılaşıyorsunuz? Dev Maden-Sen zaten bölgede vardı. Daha önce de özellikle 95-96 yıllarında etkin olduğunu söyleyebilirim. Ama katliamın ardından Dev Maden-Sen’i oraya çağıran işçiler oldu. “Biz Türk-İş’ten bıktık. Bizi yıllardır ezdiler, sömürdüler, hiç yanımızda olmadılar. Biz DİSK’te örgütlenmek istiyoruz” dediler. İşçilerin Dev Maden-Sen’de örgütlenme kararıyla birlikte yoğun bir örgütlenme faaliyeti yürütüldü. İşçilerin arasından önderler çıktı DİSK’i, Dev Maden-Sen’i örgütleyen. Bir yerden sonra ise yavaş yavaş baskılar gelmeye başladı. İşveren işçileri “DİSK’e üye olursanız işten atarız, kömür vermeyiz” diyerek tehdit etti. Bir baskı da Türk-İş tarafından geldi. Dev Maden-Sen’in örgütlenme faaliyetini hızlandırmasıyla Türk-İş de bir atak yapmaya çalıştı. Şu an Soma Madenciliğin ocaklarının kapanması ile işçiler dağınık durumda çoğu tarlada çalışıyor. Biz de özellikle köylerde toplantılar yapıyoruz. Herkes birbirini tanıdığı için kolay ulaşıyor. İşçiler aslında kendi kendilerini örgütlüyor. Köy derneklerinde de toplantılar yapıyoruz. Son olarak Soma’da Madenci Evi çalışmalarına başladı. Katliamdan sonra hak mücadelesi verenlerle, sendikal çalışma sürdüren sizler arasında bir dayanışma var mı? EA: Dev Maden-Sen’in işçilerle yaptığı toplantılarda işçi sağlığı ve iş güvenliği, toplu sözleşmeler hakkında bilgilendirmeler yaptığı dönemde Halkevleri Soma Madenci Evi de bilgilendirme broşürleri dağıtmaya başladı. İş kazasında yapılması gerekenlerin anlatıldığı broşürün ardından işçiler ve yakınları Madenci Evi’ne gitmeye başladı.Yine psikologların Madenci Evi’nde yaptığı çalışmalar, hukukçularla yapılan toplantılar. Burada aslında birbirini besleyen çalışmalar olarak yürüyor.

Madencinin evi halka umut veriyor S

Madenci Evi’nin bir de üniversiteli gönüllüleri var. Yaz aylar›nda “Okumufl ‹nsan Halk›n Yan›ndad›r” diyerek yoksul mahallelere üniversite kuran Ö¤renci Kolektifleri de bu yaz› Soma’da geçiriyor. Çeflitli illerden üniversitelilerin kat›l›m›yla kampanya Halkevleri Yaz Okulu çal›flmas› ile birlikte yürüyor. Ö¤renci Kolektifleri’nden Cihan Gürgöze, çal›flmalar›n›n devam etti¤ini söylüyor ve 21 A¤ustos’ta iki ayr› yerde gerçeklefltirecekleri flenli¤e tüm Somal›lar› davet ediyor.

oma’daki katliamın ardından kentte yaşanan yıkıma karşı halkın yaralarını sarma, yeni bir hayatın örneğini yaratma amacıyla yola çıkan ve 13 Temmuz’da açılışı yapılan Halkevleri Soma Madenci Evi’nin çalışmaları hız kesmeden devam ediyor. Madenci Evi’nde bir yandan işçilerle avukatların katıldığı toplantılar yapılırken bir yandan da Halkevleri Yaz Okulu sürüyor. Madenci Evi’nde çalışma yürütenlerle konuştuk; Soma halkının uğrak mekanlarından biri haline gelen Madenci Evi’nde bir gün nasıl geçiyor? Madenci Evi’nde saat 9’da Yaz Okulu eğitmenleri ile birlikte güne kahvaltıyla başlanıyor. Sonrasında çocukların da gelmesiyle Madenci Evi adeta bir çocuk yuvasına dönüyor. Yaz Okulu’na gelen çocukların aileleri bir araya geliyor. Günden güne tanışıyor ve yaklaşıyorlar. Bir yandan Yaz Okulu devam ederken diğer yandan işçiler ile toplantılar yapılıyor. Kadınlar bir araya gelerek toplantılar yapıyor. Bir araya gelen aileler sorunlarını paylaşıyorlar. Hemen hemen her gün yeni insanlar, yeni yüzler, yeni hikayeler katılmaya başlıyor Madenci Evi’ne. Yani kimi aşını getiriyor, kimi derdini getiriyor çocuklar da neşesini getiriyor.

DE⁄‹fiT‹RMEK ‹Ç‹N KALICI OLMAK GEREK Soma Madenci Evi Temsilcisi Soma’da maden işçiliği de yapmış olan

Ulaş Yavuz, Madenci ‘S‹Z K‹MS‹N‹Z?’DEN Evi’ni anlatırken ilk ola“ÇAYIMIZI ‹Ç‹N”E rak 13 Mayıs öncesinde Kuruluş sürecinde böyle bir yerin olmamasıSoma Madenci Evi hızlı nın eksikliğinden bahsedibir şekilde halkla, esyor. Madenci Evi fikrinin nafla ve işçilerle iletişiortaya çıkması da çok sürme geçti. İşçilerin hakmemiş. Yavuz şöyle anlalarını öğrenmesi için tıyor Madenci Evi’nin kuhazırlanan broşür diziruluşunu: mizin ilki olası bir iş ka“Biz Halkevleri olarak zası durumunda işçile13 Mayıs’taki katliamın rin haklarına ilişkindi. hemen ardından Soma’da Bu broşür Soma halkı bir araya geldik ve Soile bir tanışma aracı olma'da bir şeylerin yanlış du bizim için. Broşürü gittiği evlerde yapılan göalan insanlar ilk önce rüşmelerde, sokaklarda bizi tanımaya, kim olve işçilerle birlikte olduduğumuzu sormaya ğumuz her yerde belirgin başladı. Hemen hemen bir şekilde görünüyordu. gelen sorular şu yönde NAC‹YE KAYA Sürüp gideni değiştirmek idi: ‘Siz kimsiniz? Kim için Soma'da kalıcı bir şeyler yapmak destekliyor sizi? Sendikadan mı geligerekiyordu. Soma Madenci Evi’nin yorsunuz?’ Böylece kendimizi tanıtkurulma amacı da buydu: Yaşanan yımaya başladık. Yoksul mahallelerden kıma karşı hayatı yeniden örgütlemek. işçisine, esnafına kadar Soma halkı bizi Bu evin isminde madenci olması ise bir artık tanımaya başlamıştı ve güvenmetercihten çok neredeyse bir zorunluluk. ye, elimizi her uzattığımızda bize dertÇünkü Soma’da her şey madencilere lerini, sorunlarını anlatmaya başladı. bağlı. Soma’ya farkını ve anlamını kaBu güven, ikinci broşürümüz ‘İşçi Sağtan madenciler. Soma’nın ekonomik lığı ve İş Güvenliği’nde daha belirgin hayatının belkemiği olmaları değil, aynı hale gelmişti. Artık uzattığımız broşürzamanda Soma’nın günlük hayatının lerde sohbetler uzamış, girdiğimiz kahher aşamasında onlar var. Soma halkıvelerde bir arkadaşını görmüşçesine nın ilişkilerinde madenciler ve madenci gülen yüzler artmıştı. ‘Siz kimsiniz?’ sosorunları ana kavşak; oradan geçmerularının yerini artık ‘Bir çayımızı den hiçbir yere varamazsınız! için’le başlayan cümleler almıştı.”

‘O⁄LUM EVE GÜLEREK DÖNÜYOR’ 2001’den beri madencilik yapan Aydın Tepe, Madenci Evi’ne gelen işçilerden. Tepe özellikle Yaz Okulu çalışmasının kattıklarından bahsediyor söyleşimizde. Halkevleri Yaz Okulu olmasa ancak 100 aileden 5’nin herhangi bir yaz okulunun masraflarını karşılayabileceğini söylüyor. Bu süreçte Halkevleri’nin de halkın yanında olduğunu, halk umutsuzluğa düştüğünde halka umut vermek için çok iyi bir noktada durduğunu gördüğünü de anlatıyor Tepe. Aydın’ın eşi Ayda Tepe de Yaz Okulu’nun çocuğuna faydasını şöyle anlatıyor: “Buradaki insanlar çok hoşuma gitti. Çok yakın, içten. Gönderdim oğlumu; oğlum iki gün içinde eve gülerek gelmeye başladı. Değişik oyunlar öğrenmiş onları anlatıyor. Şarkılar öğrenmiş; şarkılar söylüyor. Her gün öğrendiklerini anlatmayla bitiremiyor çocuğum.” Tepe, kadınlar için daha fazla etkinlik yapılmasını istiyor. Soma’da bugüne kadar kadınlar için hiçbir faaliyet görmemiş. Bunu yapabilecek tek kurumun da Madenci Evi olduğunu düşünüyor. Maden katliamında eşini kaybeden Naciye Kaya da Soma’da yapılan eylemlerin neredeyse hepsine katılan madenci eşlerinden biri. Madenci Evi’nde kimsenin kendi menfaati için durmadığını söyleyen Kaya, özellikle Yaz Okulu’nun çocuklar ve onların aileleri için çok faydalı olduğunu düşünüyor.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

31 Temmuz 2014 / 13 A¤ustos 2014

12 Halk›n Sesi

Sol elimizdeki Filistin bayrağı “Diren Filistin, işçiler seninle!” DİSK üyeleri Filistin'e yönelik saldırıları protesto için 21 Temmuz günü yakalarında Filistin bayrağı rozetleriyle İsrail Konsolosluğu önüne yürüdü. Filistin halkının yanında olduğunu belirten DİSK Genel Başkanı Kani Beko, üyesi oldukları ITUC ve ETUC gibi uluslararası işçi örgütlerine, "Filistin halkının katledilmesine seyirci kalmayın, harekete geçin" çağrısı yaptı. Türkiye'nin Ortadoğu politikasının iflas ettiğini ifade eden Beko, AKP'nin İsrail'i kınamak dışında yaptırım uygulamadığını hatırlattı. İsrail'in OECD üyeliğine vetoyu kaldıran AKP döneminde, Türkiye'nin İsrail'in en çok ithalat yaptığı dördüncü ülke pozisyonuna geldiğini de anımsatan Beko, Türkiye'nin hızla İsrail ile tüm askeri ve ekonomik anlaşmaların iptal edilmesini, askeri üstlerin kapatılmasını istedi. DİSK üyesi işçiler de işyerlerine Filistin rozetleriyle gitti. DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş ve Nakliyat İş sendikaları da forum ve yürüyüşlerle Filistin’e dayanışma mesajı yolladı

Boykot Girişimi’nin, İsrail’in son saldırısında, ancak hükümet tarafından yönlendirilerek harekete geçen İslamcılardan önce harekete geçmesi Türkiye’deki Filistin ile dayanışma dengelerinin değişmekte olduğuna işaret ediyor NICOLA SAAFIN

F

ilistin davası dünya ezilen halklarının bir simgesi ve kimin hangi safta olduğunun bir göstergesi olarak, Arap halkı başta olmak üzere Ortadoğu halkları gözünde turnusol kâğıdı işlevi görmektedir. Bu nedenle sadece Türkiye’nin değil birçok başka ülkenin de iç gündemi olarak görülmektedir. Buna en iyi örnek ise Mısır devriminin baş güçlerinin politik filizlenme noktasının 2000 yılının İntifadası olmasıdır; Mısır devrimcilerinin önemli bir değerlendirmesine göre ayaklanmaya varan süreç Filistin’le dayanışma hareketi olarak doğmuş, ancak daha sonra Mübarek karşıtı bir harekete dönüşmüş ve yılların birikimi ile Tahrir Meydanı kazanımlarını elde etmiştir. Bunu iyi bilen Türkiye hükümeti, Arap dünyasına yönelik propagandasının başlangıç noktası olarak “one minute” ve “Mavi Marmara”yı seçti. Türkiye’de hükümet partisi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşması ve İhvan’ın Mısır’daki tarihsel yenilgisi akabinde büyük darbe alan KatarTürkiye-İhvan-Hamas ittifakının bir çıkış yolu olarak Filistin’i görmesi nedeniyle, Filistin meselesini tekrar iç gündemin bir maddesine çevirdi. Mazlum Müslüman kardeşliği, yani tekçi

Sünni İslam perspektifinden beslenen ve Yahudi düşmanlığı üzerinde kurulan bu perspektifin samimiyet derecesini anlamak için “Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi” basın açıklamalarına bakmak yeterlidir. Ancak, Filistin ile dayanışmayı neredeyse dua etmeye ve KokaKola’yı boykot etmeye indirgeyen bu perspektifle yürütülen propaganda gerek anti-semitizmi körükleyerek, gerek İsrail’in “Biz Filistin halkına karşı değil Hamas’a karşı savaşıyoruz” propagandasını karşı cepheden destekleyerek Filistin davasına yarardan çok zarar vermektedir. Ayrıca Filistin’deki iç direniş dinamiklerine müdahale edilmesinin verdiği doğrudan zararları da hatırlatmakta fayda var. Türkiye’nin Cumhuriyetçi kesimlerinin büyük bir bölümünü temsil eden CHP ise uzun zamandır Filistin direniş örgütlerini müttefik olarak görmemektedir. Bu nedenle, bu kesimi temsil edenlerin son saldırılarla ilgili söylemi AKP karşıtlığı üzerinden kurulmakta olup, Filistin Yönetimi ve Mısır devletinin söylemlerini tekrarlamaktan başka bir yere ilerlememektedir. Ama bu kesimin bir kanadı da “İsrail’e sözlü kınama değil gerçek bir tavır istiyoruz” söylemi etrafında toplanıyor. Bu kanadın çizgisi CHP üst yönetiminin perspektifini hala yansıtmıyor.

Son çizgiyi ise, Türkiye solu ve onunla birlikte, Türkiye-İsrail istihbarat ve askeri ilişkilerinden zarar gören, Filistin’i Ortadoğu’daki kader ortağı olarak tanımlayan, İsrail’in yakınlaşma çabalarını ise görmezden gelen Kürt Hareketi temsil etmektedir. Bu çizginin söylemi Filistin ile gerçek dayanışmanın, İsrail’in tecrit edilmesi, askeri ve ekonomik ilişkilerin kesilmesiyle olacağı düşüncesi etrafında toplanmaktadır. Bu söylem Türkiye’de bu kadar yaygınlaşmış ve AKP’yi ilk defa bir savunma tavrına itmişse bunu önemli ölçüde, 2009’da Türkiye sol hareketinin emeğiyle kurulan “Boykot Girişimi”nin bu söylemi gerekli argümanlarla temellendirmesi ve bu çizgiyi benimseyen hareketlerin medya ve diplomatik taraflarla temas kurması sonucunda yaygınlaştırmasına borçluyuz. “Boykot Girişimi”nin, İsrail’in son saldırısında, ancak hükümet tarafından yönlendirilerek harekete geçen İslami kuruluşlardan önce harekete geçmiş olması da Türkiye’deki Filistin ile dayanışma dengelerinin değişmekte olduğuna da işaret ediyor. Artık Filistin ile dayanışma ve İsrail’e boykot eylemliliğinin tek bir gövdeye doğru nasıl taşınabileceğini düşünmek dayanışma hareketi için hayati bir yerde durmaktadır.

Dört yanda Filistin eylemi İsrail’in, Filistin’e yönelik saldırıları 21 Temmuz’da Bursa, Trabzon ve Hopa’da düzenlenen eylemlerle protesto edildi. Bursa Savaş Karşıtı Platform, Heykel’e yürüdü. Eylemciler, İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesini istedi: “İsrail’i koruyan, başta Kürecik’teki Füze Kalkanı olmak üzere, ülkemizde bulunan tüm emperyalist üsler kaldırılmalı. İsrail’le ticari ve askeri anlaşmalar iptal edilmeli, siyasi ilişkiler sona erdirilmelidir.” Trabzon’da Filistin bayrağı ve Halkevi flamalarıyla Meydan Park’ta toplanan Halkevciler AKP’nin iki yüzlü politikalarını protesto etti: “Tayyip Erdoğan Filistin davasını cumhurbaşkanlığı kampanyasına meze yapıyor. Venezüella ve Şili gibi devletler İsrail’le ilişkilerini kesip atarken, AKP seyrediyor.”

‘Kınamak yetmez, İsrail’i boykot edin!’ ri anlaşma iptal edilsin. Filistin halkına karşı İsrail saldırganlığının durması için İsrail’le hacmi 5 milyar dolara ulaşan ticaret durdurulsun. İsrail ırkçılığını durdurmak için, İsrail devleti ile tüm akademik ve kültürel ilişkiler durdurulsun. Batı Şeria ve Gazze’nin işgaline son vermek için İsrail’le olan tüm ilişkiler durdurulsun.

İ

çinde birçok siyasi parti, demokratik kite örgütü ve emek örgütünün yer aldığı “Filistin için İsrail’e Boykot Girişimi’nin” çağrısıyla 24 Temmuz’da Dışişleri Bakanlığı’nın önünde bir araya gelen Ankaralılar, Filistin’de yaptığı katliamlara rağmen İsrail ile ilişkilerini devam ettiren Dışişleri Bakanlığı’nı protesto etti. Filistin halkına destek mesajları içeren ve İsrail’in saldırılarını protesto eden dövizlerle Dışişleri Bakanlığı önüne gelen Filistin için İsrail’e Boykot Girişimi üyeleri, burada bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını, Haziran İsyanı’ndaki duran insan eylemlerinin Ankara’daki simgeleşmiş direnişçisi #durankadın Yonca Soral okudu. Soral İsrail’in çoğu çocuk ve kadın yüzlerce Filistinliyi öldürüp, binlercesini yaralamasına rağmen birçok ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de sadece saldırıları kınamakla yetindiğini, bundan güç alan İsrail’in saldırılarını şiddetlendirerek devam ettiğini söyledi. Onlarca ülkenin İsrail ile ticari ilişkilerini kestiğini, birçoğunun İsrail büyükelçilerini sınır dışı ettiğini buna karşılık Türkiye’nin 2009’dan bugüne İsrail ile olan ticari hacmini 5 milyar dolara ulaştırarak 2’ye katladığını söyleyen Soral buna derhal son verilmesi gerektiğini belirtti. Filistin Halk Kurtuluş

Boykot Girişimi üyeleri, Türkiye’nin İsrail işbirlikçisi politikalarını protesto ederek Dışişleri Bakanlığı’na 4 maddelik bir boykot planı iletti Cephesi’nin, tüm halklara ve ülkelere İsrail’i boykot ve ret çağrısı yaptığını ifade edildiği açıklamada ayrıca şu sözler yer aldı: “Türkiye devrimcileri ve toplumsal muhalefeti olan bizler Filistin direniş örgütlerinin çağrıları üzerine İsrail’i boykot etme çağrılarını yükseltmeyi devrimci bir görev olarak biliyoruz. İsrail’in saldırılarını frenlemenin tek yolu İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesidir.

Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı halkların kurtuluşundan, kardeşliğinden ve barıştan yana tüm güçleri de ilişkilerin kesilmesi çağrısını yükseltmeye boykotu yaygınlaştırmaya davet ediyoruz.” Basın açıklamasının ardından aralarında bir Filistinlinin de bulunduğu temsilci heyeti Bakanlığa girerek Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Daire Başkanı Korhan Kemik ile bir

görüşme yaptı. Görüşmenin ardından açıklama yapan KESK MYK Üyesi İlhan Yiğit görüşmede Türkiye’nin yaptıklarının yetersiz olduğunu söylediklerini ve Bakanlığa 4 maddeden oluşan bir boykot süreci ilettiklerini söyledi. Bakanlığa iletilen 4 madde şöyle: Gazze’deki katliamı durdurmak için askıya alındığı “iddia edilen” İsrail’le 12’den fazla aske-

KADIKÖY’DE K‹TLESEL YÜRÜYÜfi Ankara eyleminin bir gün öncesinde de Kadıköy Altıyol’da bir araya gelen yüzlerce kişi Filistin ve FHKC bayrakları taşıdı, Filistin direnişine selam göndererek, İsrail’le askeri ve ekonomik ilişkilerin kesilmesini istedi. Kitle Altıyol’dan Kadıköy rıhtıma yürüdükten sonra Boykot Girişimi’nden Züleyha Gülüm bir basın açıklaması yaptı. Gülüm, Türkiye’de hükümetin bütün sert açıklamalarına karşın İsrail’le ekonomik ve askeri ilişkilerden taviz vermediğini ve bu durumun da İsrail saldırganlığını beslediğini belirterek Boykot talebini yineledi.

“Ben Farah, şimdilik sağım” Farah Baker, Gazze’de 16 yaşında bir çocuk. İsrail saldırıları sırasında twitter başına geçerek yazdı: “Ağlamayı durduramıyorum. Bu gece ölebilirim.” Yukarıda yine twitterdan paylaştığı kendi resminde taşıdığı dövizde şöyle yazıyor: “Ben Farah Baker, 16 yaşında Gazzeli bir kız çocuğuyum. Doğduğum günden beri üç savaş atlattım ve bence artık yeter! #SaveGaza (Gazze’yi kurtarın)”


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.