170'inci Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

2

Norm fazlas›na ne oldu? Norm fazlas› olduklar› için okullar›ndan ayr›lmak zorunda kalan ö¤retmenlerin durumu ne?

7

Dönüflüm fiyaskosu Bakan Bayraktar Kuzey Ankara projesine ‘yanl›fl’, dedi. Bar›nma Hakk› Meclisi bakana seslendi: ‹stifa et!

12

Ya paran› ya can›n› Kamu Hastane Birlikleri Yasas› 2 Kas›m’dan itibaren uygulanmaya kondu

13

Taksim’de ‹slamc› kalk›flma Tarih sayfas›nda Taksim projesiyle gündeme gelen Topçu K›fllas›’n› inceledik

15 Kas›m 2012 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 170

AKP’nin barışa tahammülü yok

AKP’nin çivi çakmad›¤› Dostlar Mahallesi’nde halk›n yapt›¤› ve ad›n› koydu¤u Bar›fl Park›’n›n tabelas› söküldü

Açl›k grevleri bitmiyor çünkü AKP tecridin kald›r›lmas›n› ve görüflmelerin bafllamas›n› kabul etmiyor

AKP’nin deste¤iyle katliam yapan Özgür Suriye Ordusu’nun t›rmand›rd›¤› savafl›n atefli, Ceylanp›nar’a s›çr›yor

Krize s›n›f müdahalesi Suriye’de iflbirlikçi bir muhalefet yaratmada AKP’nin baflar›s›z olmas› üzerine Katar’da yeni bir süreç bafllat›ld›. Muhalefette vitrine yönelik birtak›m de¤ifliklikler yap›lsa da siyasi denklem de¤iflmedi S. 5

Halka ‹ETT kaz›¤› Ulafl›m zamlar›na karfl› turnikeden atlama gelene¤i belediyede de bir gelenek bafllatt›: Zararday›z edebiyat›. Bu yeni flehir efsanesinin asl›n› astar›n› araflt›rd›k S. 6

Bu ‘bar›fl’ örgüt ifli Mamak Dostlar Mahallesi’nde Barınma Hakkı Bürosu’nun halkla birlikte yaptığı ve 14 Ekim'de açılışı gerçekleştirilen Barış Parkı’nın tabelası Mamak Belediyesi yetkilileri tarafından çalındı. Belediye yetkilileri “Tabelamızı neden söküyorsunuz?” sorusuna “Barınma Hakkı Bürosu yazılamaz. Belediye yöneticileri bunun örgüt işi olduğunu söylediler” diye karşılık verdi.

fiantajla tehditle iktidar kal›nmaz S.3

Gençlik bu oyunu bozacak Gençlik hareketi, AKP’nin üniversitelerdeki dönüflüme karfl› alanlara ç›kt›. Ö¤renci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, TKP’li Ö¤renciler ve Genç-Sen’in ça¤r›s›yla binler, “AKP kaybedecek üniversite kazanacak” dedi

25 Kas›m Kad›na Yönelik fiiddete Karfl› Uluslararas› Mücadele ve Dayan›flma Günü yaklafl›rken kad›nlar soka¤a ça¤›r›yor

Metal işçisi isyanda

S. 16

Emekliler herkesi Taksim’e çağırıyor Halkevleri Emekli Haklar› Atölyesi AKP’nin, yoksullar›n, yafll›lar›n, emeklilerin boyun e¤melerini, dilencili¤e ve ça¤d›fl› bir yaflam biçimine r›za göstermelerini istedi¤ini, kendi dünyas›n› dayatmak için emeklileri itibars›zlaflt›rd›¤›n› söylü-

Kadınlar sokağa çağırıyor

yor. “Yafl›m›z ilerlemifl olabilir ama bu gidifle dur demeye, haramilerden hesap sormaya yetecek solu¤umuz var”diyen emekliler, haklar›n› geri almak ve taleplerini hayk›rmak için 30 Kas›m Cuma günü saat 15.30’da Taksim’e ça¤›r›yor.

Metal iflçilerinin patron, AKP, Türk Metal iflbirli¤ine karfl› öfkesi büyüyor. Bursa’da Renault fabrikas›nda çal›flan yaklafl›k 1500 iflçi, kendileriyle paylafl›lmadan haz›rlanan Toplu ifl sözleflme tasla¤›na ve Türk Metal’e karfl› üretimi durdurarak fabrikay› iflgal etti. Fabrika önüne gitmek isteyen Bosch iflçileri Türk Metal yönecilerinin de bulundu¤u bir gurup faflist taraf›ndan sald›r›ya u¤rad›. S. 8

Tufan Sertlek / Sayfa 8

‹stanbul’un kalp krizi Taksim’in “yayalaflt›r›lmas›” projesi ‹stanbul’daki araç ve yaya trafi¤ini felç etti. Taksim projesini, Taksim’i kullananlara, Taksim’den yolu geçenlere sorduk S. 11

S. 10

Aynı ‘dil’de buluşanlar Erdo¤an ve K›l›çdaro¤lu, ‘agresif dil’ de¤il, ‘fliddet dili’ni kullan›yor. Bu dil de fliddet politikalar›n›n hem bir yans›mas› hem de bir parças› S. 14

Ferda Koç / Sayfa 4

Osman Nuri Orhan / Sayfa 7

Banu Serveto¤lu / Sayfa 10

Yeniden kurma m›...

Y›k›mlar mafyaya m› ihale... AKP’nin yeni tafleron düzeni Y›k›l›rken kutsanan aile

‘Bizi çizen de varm›fl’ Resim yapman›n terör faaliyeti say›ld›¤› günlerde “Ben resimden anlamam” diyenler için, Marksist esteti¤i çal›flmalar›na uygulayan Ressam ‹rfan Ertel ile söylefltik S. 15


2

EĞİTİM 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

Norm fazlası öğretmenlere n’oldu? Norm fazlası oldukları için okullarından ayrılmak zorunda kalan öğretmenlerin kiminin branşı, kiminin okulu değişti. Değişiklikler sadece onların hayatlarını etkilemedi. Hem değişiklik yapılan branştaki öğretmenler açıkta kaldı hem de öğrencilerin gelişimi için kaygı verici sonuçlar doğdu

Her dersi veren öğretmen

M

uğla Eğitim Sen, 6 Kasım’da bir basın açıklaması yaparak, norm kadro atamalarının durdurulmasını istedi. Gerekçe uygulama nedeniyle öğretmen ve öğrencilerin sıkıntılar yaşaması. Okulların fayda-maliyet analizi mantığıyla bir şirket gibi görüldüğünü söyleyen eğitim emekçileri, öğretmenler ve eğitim çalışanlarının daha az parayla, daha uzun ve daha güvencesiz çalışmaya zorlandığını ifade etti. Norm fazlası olduğu bildirilmeyen öğretmenlerin son anda sürgüne gönderildiğini belirten öğretmenler, tüm itirazlara rağmen Milli Eğitim Müdürü’nün atamaları yapmada direttiğini söyledi. Öğretmen ve ailelerin psikolojik durumlarının altüst olduğunu söyleyen öğretmeler “Böylesi bir zulmü şiddetle reddediyor ve kınıyoruz” dedi. ‘5 YILLIK Ö⁄RETMEN‹M VE ZORLANIYORUM’ Norm fazlası öğretmenlerin neden psikolojik durumlarının altüst olduğunu Muğla Eğitim Sen Şube Başkanı Volkan Polat ile konuştuk. Polat, eş durumu nedeniyle tayin yaptıramayan sınıf öğretmenlerinin alan değişikliğine başvurmak durumunda kaldıklarını anlattı. Kimin hangi branşa atanacağının Milli Eğitim Bakanlığı’nın inisiyatifine bağlı olmasının da sorunlu olduğunu düşünen Polat, bu durumu öğrenciler açısından da kaygı verici bulduğunu belirtti. Birçok sınıf öğretmeninin edebiyat, teknoloji tasarımı gibi branşlara geçiş yaptığını söyleyen Polat, eğitim uygulama okullarına geçiş yapan öğretmenlerin durumuna ayrıca işaret etti. Bir eğitim uygulama okuluna (engelli çocukların eğitim gördüğü okullar) yaptıkları ziyaretten bahseden Polat, alan değişikliği yaparak bu okula gelen üç sınıf

Okul bulmak yetmiyor

öğretmeninin de durumlarından memnun olmadığını iletti. Bir öğretmenin “5 yıllık öğretmen olmama rağmen zorlanıyorum” sözlerini aktaran Polat, bir ortaokul matematik öğretmeninin lisede aynı dersi vermesi dahi zor olduğu halde farklı bir branşta ders vermenin tüm öğretmenleri zorlayacağını ifade etti. HER BRANfi KEND‹ ALANINDA UZMAN Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz ve İstanbul’da bir özel eğitim okulunda öğretmenlik yapan Hatice Alllahverdi de bu durumu yakından izlediğini anlattı. 4+4+4 eğitim sistemi nedeniyle branş değişikliği yapmak zorunda kalan öğretmenlerin yaşadıkları sıkıntılardan bahseden Allahverdi, özel eğitim öğretmenliği yapmak için bu alanda eğitim görmüş olmanın önemini vurguladı. Sınıf öğretmenlerinin normal çocuklara ders vermek üzere eğitim aldıklarını söyleyen Allahverdi, özel eğitimde ise davranış değiştirme teknikleri, bireyselleştirilmiş eğitim programı konusunda aldıkları eğitimin çok önemli olduğuna dikkat çekti. Normal çocukların grup çalışmayla ders gördüğünü ve sınıf öğretmenliğinde buna ilişkin eğitim alındığını belirten Allahverdi, özel eğitimde bu yöntemle ders vermenin mümkün olmadığını söyledi. Bireysel çalışma dedikleri, çocukları ön plana alan bir teknik izlediklerini ifade eden Allahverdi, her engel grubuna ayrı bir teknik izlediklerini hatta bu tekniklerin engel grubu içindeki sınıflara göre dahi değişebildiğini anlattı. Özel eğitim öğretmeninin de bu nedenlerle sınıf öğretmenliğinde zorlanacağını kaydeden Allahverdi, “ikna yöntemi”ne alışkın olmayan sınıf öğretmenlerinin mecburen özel eğitim öğretmenliği yapmasını sorunlu bulduğunu iletti.

N

Norm kadro fazlası ne demek? ‹gili yönetmeli¤e göre, norm kadro, Milli E¤itim Bakanl›¤›’na ba¤l› okul ve kurumlarda özelliklerine göre görev alacak yönetici, yönetici yard›mc›s› ve ö¤retmenlerin 4359 say›l› Kanunun koydu¤u ilkelere uygun olarak say›sal tespit anlam›na geliyor. Bu sene norm kadro fazlas›n›n oluflmas›na neden olan fley de 4+4+4’le 5. s›n›flar›n ortaokul say›lmaya bafllamas›. ‹lkokulun 4 y›l

olarak düzenlenmesi ile binlerce s›n›f ö¤retmeni norm kadro fazlas› oldu. Bakanl›k bu nedenle, bu y›l diplomalar›nda yan dal yaz›l› ö¤retmenlerin bu alanlara geçiflini kolaylat›ran bir aç›klama yay›mlad›. Bu aç›klamada, ö¤retmen yetifltiren iki y›ll›k yüksekö¤retim kurumu mezunu olanlar›n, lisans tamamlad›klar› alana ve Zihin Engelliler S›n›f› Ö¤retmenli¤i veya Teknoloji ve Tasar›m alan›na alan de¤iflikli¤i yapabilece¤i belirtildi.

orm fazlası öğretmenlerin bir kısmı önce gidecek okul aradı. Bulduklarında da sorunlar bitmedi. İstanbul’da bir okulda beden eğitimi öğretmenliği yapan M.A, anlatmaya haziran ayından başlıyor. Daha o zaman norm fazlası olabileceği söylentilerini işiten M.A, eylüldeki seminer döneminde norm fazlası olduğunu öğrendi. Okula bir sonraki gidişinde norm fazlası olmadığını, üçüncü gidişinde yeniden, norm fazlası olduğunu öğrendi. Bu karmaşıklık nedeniyle psikolojik sorunlar yaşayan M.A, okuldan bir açıklama istedi. İlçe Milli Eğitim’e yönlendirilen M.A, her gün üç arkadaşıyla, İlçe Milli Eğitim’in kapılarını aşındırdı. M.A, eski okulunun idaresinden hiç değilse mesai arkadaşı oldukları için bundan sonra ne yapacağı konusunda bir yönlendirme istediği halde buna da yanıt alamadı. Öncelik onlara verildiği için, sınıf öğretmenlerinin beden eğitimi öğretmenliği kadrolarına geçmesini bekledi. O sırada 4300’e yakın sınıf öğretmeni beden eğitimi öğretmeni oldu. Civardaki boş kalan birkaç kadroyu da evine çok uzak olması dolayısıyla M.A kabul etmedi. Sonunda evine yakın bir okulda kadro bulduğu için kendisini “şanslı” olarak nitelendiren M.A, gittiği okulda da ek dersleri düştüğü için kendisine tepkiyle yaklaşan diğer beden eğitimi öğretmenleriyle karşılaştı.

DERSLER HAKKINCA VER‹LEM‹YOR Halkın Sesi’ne konuşan M.A, sınıf öğretmenlerinin norm fazlası olmaları nedeniyle beden eğitimi öğretmenliği yapmak zorunda kalmasına da üzülüyor. Ama öncelikle öğrenciler için kaygılanıyor. Kendi sorduğu “Olimpiyatlarda neden başarısızız?”, “Çocuklar neden sigara içiyor?”, “İnternet kafeler neden bu kadar dolu?” sorularına kendi yanıt veriyor: “Çünkü ülkemizde spora verilen önem bu kadar.” Sınıf öğretmenlerinin mecburen beden eğitimi öğretmenliği yaptığı bir ülkede bu dersin bir kambur olduğunu söyleyen M.A, zaten çoğu okulda spor salonu olmadığı için yalnızca havaların iyi olduğu 2-3 ay ders yapabildiklerini, çocukların kendilerini en çok ifade edebildiklerini düşündüğü bu dersin çoğu zaman gerektiği gibi işlenemediğini söylüyor. M.A, beden eğitimi öğretmenlerinin bile şartlar dolayısıyla yeterince hakkını veremediği bu dersin, kendi dalı olmayan öğretmenler tarafından verilmesini çocukların gelişimi açısından sakıncalı buluyor. Endişesi yalnızca kendi alanına ilişkin değil. Bir öğretmen arkadaşının sınıf öğretmeni olduğu halde alan değişikliği yaparak bu sene İngilizce derslerine girdiğini anlatan M.A, arkadaşının akşam İngilizce kursuna gidip, gündüz çocuklara İngilizce dersi vermesini örnek veriyor. M.A alan değişikliğinin başka bir sonucuna da değiniyor. Kendisi milli futbolcu olan M.A, çocukların onun şut atmasını gördükten sonra kendisine daha çok saygı gösterdiğinden bahsediyor. Öğrencilerin, öğretmenlerinin her şeyi bilmesini beklediğini söyleyen M.A, sorularına yanıt alamayan çocukların, öğretmene saygısını yitirdiğini gözlemlediğini belirtiyor. Öğretmenlerdeki yetememezlik hissinin çocuğa bağırmak, şiddet göstermekle sonuçlanabildiğine de dikkat çeken M.A, 4+4+4’ün yarattığı yıkımın, gün geçtikçe daha da belirginleşeceğini özetlemiş oluyor.

İki yıldır inşaat sürüyor ama MEB’in haberi yok İ

stanbul Kağıthane’de iki yıldır yapımı devam eden Gültepe İlkokulu’nun açılması için Kağıthane Eğitim Hakkı Meclisi’nde bir araya gelen öğrenci ve veliler, bir türlü açılmayan okulun durumunu görüşmek için aldıkları randevu gününde (9 Kasım) İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yürüdü. Eğitim Hakkı Meclisi Milli Eğitim Müdürlüğü önüne geldiğinde kapıda yaklaşık 20 kişilik bir polis grubu tarafından karşılandı. Polisler, şube

Öğretmenimizi isteriz

4

+4+4 eğitim sisteminin yarattığı olumsuzluklara karşı bir tepki de Mersin’in Anamur ilçesinden geldi. Mersin'in Anamur İlçesi'ndeki Anamur Ortaokulu'nda sınıf öğretmenleri başka okullara tayin edilen öğrenciler ve veliler, eylem yaptı. Eyleme katılan veliler öğretmenlerin dönem ortasında başka okullara atanmasının çocuklarının psikolojisini bozacağını dile getirdi. “Çocuklarımızı çok sevdikleri öğretmenlerinden ayırdılar. Bu karardan vazgeçilmesini istiyoruz” diyen bir veli uygulamaya karşı olduklarını ifade etti. İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Ali Kocaman'ın makamına giden veli temsilcileri Kocaman'dan öğretmenlerin başka okullara gönderilmesinin durdurulmasını istedi. Eylem karşısında geri adım atan Kocaman, “bir yanlış anlaşılma olduğunu” savunarak yazılı emir gönderip, durumu düzelteceğini söyledi.

müdürünün seminerde olduğunu ve içeriye alınmayacaklarını söyledi. Günler öncesinden randevu aldıklarını belirten temsilciler durumu protesto etti. Tepkiler üzerine üç kişilik bir temsilci grubu içeriye alındı. İçeride vekil müdürle görüşen temsilciler hiçbir sorularına yanıt alamadı. Sorulan sorular üzerine vekil müdürün “Gültepe İlkokulu’nun sorumluluğu İl Özel İdaresi'nde. Bizim okulla ilgili bilgimiz yok” demesi üzerine temsilciler “Burası Milli Eğitim Müdürlüğü

değil mi? Kağıthane'deki okullardan siz sorumlu değil misiniz? Nasıl olur da iki yıldır inşaatı süren, tamamlanmayan bir okulla ilgili hiçbir bilginizin olmadığını söylersiniz?” diyerek durumun açıklığa kavuşturulmasını istedi. Görüşmeyi yapan vekilin açıklama yapmaktan sürekli kaçınması üzerine temsilciler, “Bu şekilde oyalayarak bu olayın üstünü örtemeyeceklerini ve eylemlerine devam edeceklerini” söyleyerek görüşmeyi sonlandırdılar.

Bakan hangi 4+4+4’ü anlatıyor? Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in anlattığı, dört dörtlük giden pürüzsüz eğitim sisteminin nerede uygulandığı bilinmiyor

M

illi Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bir hafta içinde üç açıklama yaparak, 4+4+4’ü ve önümüzdeki dönemi anlattı. Dinçer yaptığı açıklamalarda 4+4+4’ün somut yıkımlarını inkar etti, mücadele edenleri yalancılıkla suçladı, eğitime ayırdıkları bütçeyi ballandırarak anlatırken laf arasında, şubatta atama bekleyen öğretmenlere ‘atama yok’ dedi. Dinçer okullar açıldıktan sonra, 4+4+4’e dair hiçbir krizin yaşanmadığını iddia ederek, somut problemleri haberleştirenlerin siyasi ve ideolojik tavır aldıklarını söyledi. Dünyadaki eğitim sisteminin de esnekleştiğini ve tam olarak bunu uygulamaya çalıştıklarını söyleyen Dinçer, esnekleşmeyi “eğitimde demokratikleşme” olarak değerlendirdi.

66 aylık çocukların ilkokula alınması uygulamasını savunan Dinçer, çocukların tuvalet ve lavaboda problem yaşamadığını iddia etti. Dinçer’e bu asılsız iddiası da yetersiz gelmiş olacak, “Gittiğim okullardaki gözlemim, 66 aylık çocuklar okula diğerlerinden daha fazla uyum sağladığı. Ümit ediyorum ki bundan sonraki eğitim döneminde çocuklarımıza, neredeyse bir yıla yakın zaman kazandıracağız” dedi. Seçmeli dersler konusundaki eleştirileri de yanıtlamaya çabalayan Bakan Dinçer, Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi ve Temel Dini Bilgiler derslerinin “belli bir kesimi” rahatsız ettiğini söyledi. Sünni İslam’ın anlatıldığı dersler dışında herhangi bir din bilgisi dersi verilmediği halde Dinçer, başka bir konuşmasında “Biz şu anda Türkiye'de toplumun farklı kesim-

lerinin taleplerini ister dini ister dil tercihleri itibariyle bakıldığında öğretmeyi esas alan bir uygulamayı gerçekleştiriyoruz” dedi. Yetmedi, “Kürtçe’ye, Zazaca’ya ve başka lehçelere olduğu kadar aynı zamanda Hristiyanlık’a ve Musevilik’e de cevap verecek bir alt yapı kurguladık” diye ekledi. Dinçer, ücretli öğretmen soru-

nunu da çözmek üzere olduklarını bildirdi. Dinçer 12 bin civarında ücretli öğretmen çalıştırılmasını başarı olarak sundu. Bakanın öğretmenlere bir “müjde”si daha oldu. Şubatta atama yapılmasını bekleyen, bunun için sokaklara dökülen öğretmenlere rağmen, şubatta veya herhangi bir ayda atama yapılmayacağını söyledi.

n Eğitim-öğretim yılında sömestr tatiline az bir süre kala Batman'ın kırsalında halen ilkel şartlarda eğitim gören öğrenciler var. Batman'ın Sason ilçesine bağlı Çağlı köyünün 10 haneli Kuzguncuk mezrasında okuma çağındaki 17 öğrenci, iki aydır çadırda eğitim görüyor. Köylüler, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün iki aydır mezraya gönderdiği prefabrik yapının kurulmamasına tepki gösteriyor. n 3 milyonluk Türkiye nüfusunun yüzde 13'üne denk gelen 9.5 milyonunu kapsayan engellilerin içinde 3 milyonluk bir kitleyi oluşturan işitme engelliler, 1 Kasım’da sokaktaydı. Eğitim hakkı ve istihdam olanaklarından yararlanamadıklarına dikkat çeken işitme engelliler, eğitim kurumlarında işaret dili eğitmen ve tercümanlarının yaygınlaştırılmasını isterken, “Anadilde (işitme dili) eğitim istiyoruz” pankartı da taşıdı.

n Şubat ayında bekledikleri atamaları yapılmayacağı açıklanan öğretmen adayları, Manisa'da, Manolya Meydanı'nda, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'i protesto etti. 'Okudum okudum, okutamadım' yazılı döviz taşıyan eylemciler, siyah balonlara bağladıkları temsili diplomaları gökyüzüne bıraktı. Yeşil Sahne Görsel Sanatlar Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Cemil Şen de gençlerin durumunu oyunla anlattı.


3

GÜNDEM 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

fiantajla tehditle iktidar kal›nmaz BD, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki seçimini yaptı, sürpriz yaşanmadı ve Obama, bir “dört yıl daha”(1) başkan olarak kalacak. Artık klasikleşti, dört yılda bir seçim yapılsa da Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki değişim süreci 8 (4+4) yılda bir oluyor. Bu değişim isterse yılda bir yapılsın, ABD’nin özellikle emperyal politikalarında temel olarak hiçbir değişimi içermese de sekiz yıllık süreç, kadro sürekliliğini ve taktik uygulamaların istikrarını sağlıyor. Bu model Tayyip Erdoğan’ın da ilham kaynağı aslında. Gerek başkanlık tartışmaları, gerekse de cumhurbaşkanının 5+5 yıl olmak üzere on yıllık seçilmesi hesabı 2023’ü de “tek adam” olarak görme hayallerinin yansımaları. ABD seçimlerinin sonlanmasıyla, beklendiği gibi Ortadoğu’da ortalık yeniden kızışmaya başladı. Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanı’nın (büyük ihtimalle) değişecek olması, ABD’nin kapsamlı bir planı hayata geçirmeyi ertelemesine neden oluyorsa da bölgeye ilişkin hesabı olan aktörler kıpırdamaya başladı. Kuşkusuz bunların başında İsrail geliyor. (Her ne kadar hiç istemese de) İsrail, Suriye krizinin başlamasından beri ilk kez doğrudan silah kullandı. Topraklarına düşen bombayı gerekçe göstererek karşılık verdi. Ancak İsrail’in Suriye konusuna “doğrudan” müdahil olması, şimdilik planlar içinde yok. Bu dönem içinde iki kritik gelişme oldu. İlki; çok doğrudan ilgisi yokmuş gibi görünse de Irak yönetimi Rusya’yla yaptığı yaklaşık 4 milyar dolarlık silah sözleşmesini iptal etti. Bu durum ABD’nin, Rusya’yı Irak’ta istemediğinin bir göstergesi olduğu kadar Rusya’nın Suriye ilgisiyle ilgili de bir gözdağı. Ancak tersten Rusya’nın Suriye’ye olan “ilgi”sini de arttıracak bir zorlama. İkinci kritik gelişme ise Suriye muhaliflerinin (tamamını kapsamasa da ve ciddi karşı çıkışlar olsa da), ilk kez tek yapı içinde birleşmesi ve birtakım temsili mekanizmalar oluşturması oldu. ABD gözetiminde, Fransa’nın operasyon şefliği, Katar’ın yataklık yaptığı toplantı ile Esad karşıtı koalisyona (şimdilik) bir meşruiyet şemsiyesi sağlandı. Bu şemsiye, emperyalistlerin Esad karşıtlarına doğrudan silah sağlaması için önemli; ki Fransa hemen iki gün sonra “artık muhaliflere silah verilebileceği” açıklaması yaptı. Diğer yandan muhalifler de ağır silahlar edinmek için uzlaşmış gibi görünmek zorundalar. Bu adımlardan anlaşılacağı gibi emperyalistler, Suriye’de kat edecekleri yolun uzun olduğunu anlamış durumdalar. Şimdilik hedef uzun süreli bir iç savaşla Esad yönetimini askeri olarak zayıflatmak. Esad ise elinde daha çok “koz” olduğunu her fırsatta gösteriyor: İsrail’in savaşa çekilmesi, bölgenin savaş alanına dönüştürüleceği tehdidi –ki Beyrut’ta istihbarat şefinin patlatılması kanıttırve elindeki kimyasal/biyolojik silahların varlığı. AKP ise Davutoğlu ile, aktif taşeronluktan, nasıl oldu da taşeronluk sınıflandırmasının en alt basamağına düştü diye hayal kırıklığı yaşıyor. Antalya, İstanbul derken Esad muhaliflerine beş yıldızlı yataklık yapma, merkez üssü olma hayalleri suya düştü. 50 bin mülteci, 100 bin mülteci limitini verirken, mülteci sayısı. 200 bine yaklaşmasına rağmen ne uluslararası yardım alabiliyorlar ne de bunu gerekçe gösterip tampon bölge kurabiliyorlar. Angajman kuralı diye uydurdukları şartlara –her türlü tehdit savaş nedeni sayılacakmış, mesela Suriye savaş uçakları 5 km’den daha yakına gelirse müdahale edeceklermiş- kendileri bile inanmıyor. (Bu arada Aslı Aydıntaşbaş gibi savaş baroneslerini bile hayal kırıklığına uğrattılar.) Uluslararası güçlerin Erdoğan-Davutoğlu ikilisinden vazgeçmelerinin en önemli nedeni ise kuşkusuz bu ülkedeki savaş karşıtı muhalefetin güçlülüğüdür. Suriye krizinin faturasını ödeyebildikleri tek kaynak ise devletin Başbakana hesap vermeden keyfince kullanabilsin diye ayırdığı “örtülü ödenek”ten yapılan harcamalar. Örtülü ödenek harcaması Cumhuriyet tarihindeki en yüksek meblağa çıktı: 900 milyon lira. AKP’nin Suriye konusundaki bir süredir sürdürdüğü suskunluğu ABD seçimini beklemenin yanında bir başka beklentiyle de ilgiliymiş; kredi derecelendirme kuruluşlarından gelecek müjdeli haberle. Fitch Ratings, Türkiye’nin uzun vadeli yabancı para cinsinden notunu yatırım yapılabilir düzeye yani BB+’dan BBB-‘ye yükseltti. (2) Ve AKP ve sermaye güruhunda bir sevinç dalgasına neden oldu. Bu malzemenin bundan sonra Tayyip Erdoğan tarafından bolca kullanılacağını kestirmek zor değil. Onlara göre ülkeye dışarıdan para

A

yağacak. Ancak bu durumun getireceği “avantajlar” kamuoyunda yaratılan beklentiyle birebir örtüşmüyor. Bu tür durumlarda, not artışı olan ülkelere yönelik sermaye girişimlerinde bir artış olduğu doğru, ancak bu artış doğrudan yabancı yatırımların artması değil. Yabancı para girişi portföy yatırımları ve kredi kanalları yoluyla gerçekleşiyor, yani daha kolay “para kazanma” yolları bulunuyor. Bu durum ise borsa spekülasyonlarını arttıracak. Diğer yandan kredi faizlerinin düşmesi ise daha fazla borçlanma demek. Türk lirasının daha da değerleneceği düşünüldüğünde, ithalat artışıyla beraber cari açığın patlamasına tanıklık edeceğiz. Kısaca, dış borç ve cari açık artarken, ülke ekonomisi uluslararası spekülasyona ve çalkantılara çok daha açık hale gelecek. AKP hükümetinin ekonomik alanda kendisini kurtaracak gözüyle baktığı bu yeni durum sadece sıcak para getirmeyecek, çok daha büyük bir krizi de “ithal” edecek. Bu durum ülke halkları açısından, küresel sermaye sömürüsüne çok daha doğrudan muhatap olmak anlamına geliyor. Tüm bunlar Tayyip Erdoğan’ın umurunda mı? Değil elbette. O, her geçen gün tek adam megalomanyaklığına daha derinden saplanıyor. 29 Ekim’de yediği tokadın acısını, aklı sıra 10 Kasım törenlerine gelmeyerek çıkartıyor. Gerekçe neymiş? Endonezya ziyareti sırasında Brunei sultanıyla karşılaşmış, onun daveti üzerine Brunei’ye uğramış. 9 Kasım yerine 12 Kasım’da ülkeye geldi. Gelince ne yaptı? Bakanlar Kurulu’nu toplamak yerine kendi adını verdirdiği Rize’deki üniversiteden koşar adım fahri doktora ünvanı aldı. (Bu doktoralığın hangi üstün akademik başarısı için verildiği bilinmiyor). Bakanlar Kurulu’nu toplamamasının nedeni ise açık: 30 Ekim’de Kürtlerden yediği tokadın acısını çıkarmak. Çünkü Ankara’da herkes onun bakanlar kurulunu toplamasına, açlık grevleri konusunun konuşulması ve makul bir açıklama yapılması beklentisiyle hazırlanmıştı. Ama nafile! O, siyasal tutumunu, ta Bali’den, üstelik “Demokratik Küresel Yönetişimin Uluslararası Barış ve Güvenliğe Katkısı” konulu panelinde, konunun içeriğine uygun (!) olarak idam çığırtkanlığı yaparak açıklamıştı. Kürtleri şantaj yapmakla, tehdit etmekle suçlayan Tayyip Erdoğan’ın, gerçek anlamda kendisi bunları yapmaktadır. AKP kadroları bile onun şantaj, tehdit açıklamalarını nasıl bertaraf edeceklerinin derdine düşmüş durumdalar. Önce BDP’li vekilleri dokunulmazlıklarını kaldırmakla tehdit etti, şimdi de Abdullah Öcalan’ı asma şantajı yapıyor. Çünkü Kürt sorununda gelinen noktada, bizzat kendisinin yarattığı krizi çözmekten aciz. KCK operasyonlarında mahpuslukların uzaması da savunma alınmaması da AKP’nin yarattığı krizdir. Benzer biçimde Öcalan’a 16 aydır uygulanan tecrit de AKP’nin tercihidir. AKP’nin bu sıkıştığı noktada Kürtlerin inisiyatif alarak çözümü zorlamaları AKP’nin krizini iki kat büyüttü. Şimdi Tayyip, “Onlar istediği için değil, biz istediğimiz için ana dilde savunma yapma hakkını Meclis’e getirdik” dese de bu durum, krizin sadece bir kısmını çözecek. Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin asıl nedeni ise (anlaşıldığı kadarıyla), Öcalan’ın Kürtlere ileteceği mesaj konusunda anlaşamamaktan kaynaklanıyor. Uzun süredir devam eden görüşmeler –ki hatırlanacağı gibi iki ay kadar önce Tayyip Erdoğan, “Gerekirse MİT Müsteşarımı İmralı’ya gönderirim” demişti (göndermemişse söylemez)- bir uzlaşmayla sonuçlanmıyor. Ama buna rağmen AKP, yüzlerce insanın ölüm sınırında olmasını, Öcalan’ın vereceği mesajdan daha değersiz bulduğunu, her geçen gün bir kez daha kanıtlıyor. AKP kadrolarına düşen ise Tayyip Erdoğan’ın arkasını toplamak. Eyüp Can’ın Radikal’i açlık grevlerinin bittiğine dair sistematik olarak yalan haber yapıp kitleleri beklentiye sokmaya çalışırken, Tayyip’in Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, “Öcalan da açlık grevlerine karşı, tek yol kardeşinin gidip görüşerek, bu durumu açıklaması” şeklindeki sulandırma çabalarından medet umuyorlar. Ancak Kürt hareketinin bu konudaki kararlılığı, diğer toplumsal muhalefet bileşenleri ile ortaklaşarak mutlak bir sonucun alınacağını gösteriyor. Bir kez daha AKP’nin planları bozulacak, zamana yayarak çözümsüzlüğü koruma taktiği iflas edecek. Tayyip Erdoğan’ın son dönemde yeniden tekrar eden fütursuzluklarına şaşırmamak gerek. Geleneksel sağcıfaşist zihniyetin mostralık örnek-

lerinden biri olduğu için, kendisinin hangi saiklerle hareket ettiğini her açıklamasında zaten göstermekte; “insanı yaşat ki devlet yaşasın”, “yaratılanı yaratandan dolayı severiz”. Özünde insandan nefret eden, insanı sevmek için devlete, yaratana ihtiyaç duyan bir anlayış. Ancak bu anlayışın bu dönem böylesine sergilenmesiyle, AKP’nin ve elbette Tayyip Erdoğan’ın sağladığı bir takım sonuçlar da mevcut. Bu dönemin böylesi bir gündemle geçirilmesi, çok büyük krizler çıkartacak yeni belediyeler yasasının sessiz sedasız yasalaşmasını sağladı. Yeni yasa ile büyükşehir belediyesi sayısı 13’ten 29’a çıkarıldı. Toplam nüfusun yaklaşık dörtte üçü bu şehirlerde yaşıyor. Yani yaklaşık 56 milyon kişi büyükşehir idaresine tabi olacak. Belediye sayısı 2000'de 3.228 düzeyindeyken şu anda 1.384 oldu. Böylece AKP'nin iktidarda olduğu 10 yılda belediye sayısı yaklaşık yüzde 60 azaltıldı. Daha önce il özel idareleri tarafından yerine getirilen 70’i aşkın hizmet, büyükşehir belediyeleri tarafından yerine getirilecek. Bunun anlamı belediyelerin çok daha fazla kalemden harç alması ve daha fazla kalemi sermayeye peşkeş çekmesi. Büyükşehir belediyeleri il sınırının tamamı üzerinde yetki sahibi olacaklar. Sadece Ankara’da 843 bin hektar olan büyükşehir belediyesi hizmet alanı, 2 milyon 600 bin hektara çıktı. Yasaya göre iki yıl içinde büyük şehirler, 1/25 bin ölçekli nazım planını ve çevre düzeni planını yapacaklar. Kısacası bu yasa ile kamu idare sistemi değiştirilerek, sermaye lehine bir yağma ve rant alanı açılmaktadır. Köy tüzel kişilikleri kaldırılarak hem tüm köylüler kapitalist pazara dahil olmakta –örneğin daha önce parasız sağladıkları su, barınma gibi olanakları artık satın almak, vergisini ödenmek zorundalar- hem de başta orman köyleri olmak üzere kırsal alanlar kentsel ranta açılmaktadır. Doğal zenginliklerin talan edilmesi çok daha kolaylaşmaktadır. Büyükşehirler, patronlar için ucuz işgücü depolarına dönüşecektir. Bu konuda en çok tantanayı çıkartan MHP oldu, “ülke bölünecekmiş” diye. (Bu arada TÜSİAD’tan herhangi bir ses duyan oldu mu?) MHP’nin tantanası ise değil AKP’yi bozmak, tam tersine AKP’nin işine yaradı. MHP, tarihsel misyonunu yerine getirip halk düşmanı uygulamaların gerçek içeriğinin saklanmasında kendi üzerine düşen görevi yaptı. (Farklı gündemlerin ağırlığı olmasa belki de bu dönem Ankara’da kendi belediyesini kapattırmak istemeyen köylülerin çadırlarına tanıklık edecektik). Diğer yandan AKP, bu yasa (ve elbette sendikalar yasası) ile kendi iktidarını devam ettirme koşullarını, sermaye lehine düzenlemelerle uyumlu işletmenin inceliklerini de sergiliyor. İstanbul-Sarıyer ilçesinin sınırlarının genişletilerek olası bir AKP yönetimine hazır hale getirilmesi, AnkaraYenimahalle ilçesinin daraltılarak AKP yönetimine geçirilecek olması ince ayarlar. CHP ise çoktan yeni durumu kabullenmiş, kendince bu duruma uygun yeni “açmaz planları” yapmakla meşgul. AKP’nin bu dönemki en incelikli işi hiç kuşkusuz sendikalar yasası oldu. Türk-İş ve DİSK’in tüm itirazlarına rağmen cumhurbaşkanı tarafından onaylanan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşme Yasası 7 Kasım tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Şimdi çeşitli yönetmeliklerin çıkartılmasıyla tamamlanacak olan süreç, sendikal hareketi yeni ve tarihsel bir yol ayrımına getiriyor. Gücünü ağırlıkla devlete bağlı işyerlerindeki toplu sözleşme tekelinden alan devlet güdümlü sendikal yapılanma, devlet işletmelerinin neoliberal yeniden yapılanması ve devletin bölgesel emperyalist politikalara göre yeniden yapılanmasına bağlı olarak revizyondan geçiriliyor. Ancak bu revizyonda, işçi sınıfının tarihsel bir kazanımı olarak “Toplu sözleşme”yi bir hak değil, devlet eliyle dağıtılan bir “ihsan” ve “ayrıcalık” haline getiren sistemin özü aynen korunuyor. Dahası, getirilen 4’lü barajla, bu ayrıcalık hali Ekonomik Sosyal Konsey gibi daha da sağlam kazıklara bağlanıyor, iktidarın müdahale ve yönlendirmesine daha da açılıyor. Bugünden sonra sendikalar ya bugüne kadar örgütlemeyi önüne koymadıkları/örgütleyemedikleri sınıfın örgütsüz ve güvencesiz bileşenlerini kapsayacak bir sendikal stratejiyi önlerine koyacak ya da ayrıcalıklı haklarla kuşatılmış ve sayıları her geçen gün azalan kadrolu güvenceli işçileri örgütleyerek baraj aşma, yetki alma, toplu sözleşme yapma düzlemine hapsolacak. Unutulmamalıdır ki,

sendikalar sınıf mücadelesinin araçlarıdır. Her yeni sermaye birikim stratejisi beraberinde yeni bir sınıf profili ve bu sınıfın mücadelesine uygun sendikal örgütlenme stratejileri getirmiştir. Bugün AKP tarafından çıkarılan yasa birçok sendika içerisinde “öldük, bittik, Hak-İş aracılığıyla bütünüyle yandaş sendikacılığın önü açıldı” diye tartışılıyor. Bu yeni süreç Türkiye sınıf mücadeleleri tarihine bir çöküşün değil, yeni bir Sendikal Hareket yaratmanın sıçrama tahtası olarak da geçebilir. Bu imkanı yaratmak ve sınıflar mücadelesi tarihinde bu yeni sayfayı açmak, devrimci sendikaların ve işçi sınıfı hareketini ve onun bir parçası olan sendikal hareketi örgütleyen devrimcilerin iradesi ve kararlılığı ile gerçekleşecektir. AKP ve egemenler cephesinde bunlar yaşanırken toplumsal muhalefet devinmeye, direnmeye ve kendisi için uygun çıkış yoları aramaya hız vermiş durumda. Toplumsal muhalefet cephesinde belki de en “ilginç” gelişmelerden biri ise Bursa’da yaşandı. Faşist havanın tüm ağırlığıyla kentin üzerine çöktüğü şu günlerde Renault işçileri, Türk-Metal Sendikası ve işverene karşı fabrikalarını işgal ettiler. Türk Metal’in dayatmalarına karşı direnen işçilerin, sermayenin en büyük örgütlerinden birisi olan MESS’ ile yapılan grup toplu iş sözleşmesi öncesinde DİSK’e bağlı Birleşik Metalİş’te örgütlenmeye yönelmeleri önemli. Ama daha da önemlisi işçi sınıfının bugün artık sarı sendika çetelerine karşı mücadele gibi sendikal hareketin alışıldık olmayan gündemleriyle, işyeri işgali gibi militan eylemler gerçekleştiriyor olması. “Noter gelecek, eylem bitecek” sloganıyla başlayan eylem, geleneksel sarı sendikaların kuşatmasının bile eski gücünün dağılmaya müsait olduğunu gözler önüne serdi. Toplumsal muhalefetteki en önemli etkilerden birini ise –bir dizi özelliğiyle 29 Ekim gösterilerinden daha değerli olan- “gençlik hareketi” sağladı. 9 Kasım’da Ankara’da yapılan YÖK karşıtı gösteri, son yıllardaki en kitlesel gençlik eylemi olmasının ötesinde birkaç dinamiği uygun bir formülle bir araya getirerek değerlendirmesi açısından da önemli. Uzun zamandır AKP, yeni bir üniversite yasasının elzem olduğunun farkındaydı ve bunun için uzun zamandır taşları döşemişti. Ve gelinen aşamada son rötuşların yapılması ve mümkün olduğunca kamuoyundan gizli bir şekilde son halinin verilerek, yine oldu-bitti halinde yasalaştırılmasını amaçlıyordu. Ancak gençlik hareketinin gerek tarihsel birikimi gerekse AKP’nin on yıllık iktidarında edindiği deneyim ve hiç kuşkusuz örgütsel gelişkinliği, bu tezgahın “farkına varmasını” ve çok önceden gündeme sokmasını sağladı. Aylardır üniversitelerde yoğun bir propagandayla işlenen bu gündem, 6 Kasım gibi simgesel bir günle özdeşleştirildi. (Yeni YÖK Başkanı, istediği kadar “onlar eski YÖK’ü protesto ediyorlar, bizimki yeni YÖK” diye debelensin, eskisi de yenisi de AKP’ye yapıştı artık). Bu simgesel güne, olabilecek en uygun çağrı, merkezi örgütlenerek çağrı yapılınca (bu konuda Kürt öğrencilere ne kadar sitem etseler azdır), AKP için aşılması çok güç bir duvar örülmüş oldu. Şimdi kara kara düşünsünler, bu yasayı nasıl allayıp pullayıp yeniden “kullanılabilir” hale getiririz diye. Ancak gençlik hareketi için bu başarı bir son değil, yeni bir mücadele sürecinin simgesel günü olmak zorunda. Çünkü karşılarındaki ordu vazgeçmiş değil. AKP’nin ve sermayenin temsilcilerinin üniversitelere elini kolunu sallayarak giremiyor olmasını sağlamak kuşkusuz çok büyük bir başarı olmakla birlikte, onların ideolojilerini de üniversitelerde barınamaz hale getirmek de bir o kadar elzem. Ve elbette farklı mücadele araçları ve (ve belki de hiçbir zaman son sınırın gelmeyeceği) örgütsel niteliğin ve niceliğin büyütülmesi gerekiyor. Toplumsal muhalefetin tüm kesimleri de (gençlik mücadelesinin gösterdiği gibi); mücadele hedeflerini, eylem tarzlarını ve örgütsel bileşimini/bütünlüğünü AKP karşıtı bir politik amaç doğrultusunda ortak hareket ettirmek zorunda. Bu yapıldığında ise Tayyip Erdoğan istediği kadar gerilim siyaseti izlesin, şürekası istediği kadar arkasını toplamaya çalışsın, halk nezdinde, meşruluğunu kaybetmiş bir faşist iktidar kalacak. Bu halk baskı politikalarına teslim olmayacağı gibi tehdide de şantaja da boyun eğmez. 1) Obama’nın seçildikten sonra twitterdan paylaştığı ilk mesaj. 2) ABD, Almanya gibi ülkelerin notu AAA.

‘Bu abluka dağıtılacak’ K

ıbrıs’taki Baraka Kültür Merkezi’ne 9 Kasım günü ses bombası atıldı. Baraka üyeleri toplantı halindeyken gerçekleşen saldırıda ölen ya da yaralanan olmazken ufak çapta maddi hasar oluştu. Çağrılan polis 2 saat sonra kültür merkezine ulaştı. Kültür merkezinin kapısının önünden her gün geçen polisin neden geç kaldığını soran Baraka üyeleri “Adresi bilmiyorduk” yanıtını aldı. Saldırının hemen ardından kültür merkezi, Kıbrıs’taki ilerici muhalefet güçlerinin destek ziyareti akınına uğradı. Kültür merkezi yakınında oturanlar da ziyaretler yaptı. Kıbrıs hükümetinin AKP ile işbirliği politikalarını teşhir eden eylemlerde bulunan Baraka aynı zamanda neoliberalizme karşı gös-

terdiği tepkilerle ve emek hareketinin yanında yer almasıyla da Kıbrıs’taki kontrgerilla güçlerinin dikkatini çekiyor. 2011’deki neoliberalizme karşı gelişen ve on binlerce Kıbrıslının sokaklara döküldüğü eylemlerden sonra faşist bir güruh dernek önünde küfürlü pankart açmıştı. Faşizmin tehditlerine boyun eğmeyeceğini belirten Baraka üyeleri ertesi gün saldırıları protesto etti ve mücadelelerinin güçlenerek süreceğini ifade etti. Baraka’ya Türkiye’den de destek geldi. Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, 12 Kasım günü bir açıklama yayımlayarak Baraka Kültür Merkezi’ne yönelik bombalı saldırıyı kınadı ve Halkevleri’nin her zaman Baraka Kültür Merkezi’nin yanında olduğunu söyledi.

Sosyalistlerden HDK ve CHP’ye ziyaret H alkevleri, ÖDP, EMEP, ESP, EHP, Sosyalist Parti ve EDP genel başkanları, barış ve çözüm için HDK ve CHP’ye peş peşe ziyaretler düzenledi. 7 Kasım’da TBMM’de BDP’li vekillerle bir basın toplantısı yapan sosyalistler, 8 Kasım’da da Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etti. HDK Divan Kurulu üyeleri, milletvekilleri Ertuğrul Kürkçü ve Levent Tüzel açlık grevindeki mahpusların taleplerine destek vermek ve çözüm için gerekli adımların atılmasını istemek için sol parti ve örgütlerin temsilcileriyle mecliste bir araya geldi. Basın toplantısına Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, ÖDP Eş Genel Başkanı Bilge S. Çetinkaya, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, EHP Genel Başkanı Sibel Uzun, Sosyalist Parti Genel Başkanı Mustafa Kahya, EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut ve SDP PM üyesi Rahmican Gür katıldı. Başbakan’ın açıklamalarını “tahrik edici” olarak nitelendiren Kürkçü, bu tutumun Türkiye’yi gerginliğe sürüklediğinin altını çizdi. Hükümetin mahpusların kararlılığını sınadığını belirten Kürkçü, “Grev-

Q Q

deki tutsakların taleplerine karşı duyarsızlığın sürmesi AKP iktidarının altından kalkamayacağı sonuçlar doğuracak, ölümlerin, sakatlıkların ve politik gerilimlerin sorumlusu siyasal iktidar olacaktır” dedi. CHP ADIM ATMALI Sosyalistler parti ve örgüt temsilcileri, ertesi gün de CHP lideri Kılıçdaroğlu'yla görüştü. Temsilciler çözüm için CHP'yi adım atmaya çağırırken, Kılıçdaroğlu gerekeni yapacaklarını söyledi. Sosyalistler Kılıçdaroğlu'na, açlık grevinin kritik bir evrede olduğu, artık ölümlerin olabileceği, bu aşamadan sonra vücutta kalıcı hasarların oluşmaya başladığı ve süreç uzadıkça açlık grevine katılanların yaşayan ölüler haline gelmesinin kaçınılmaz olacağını belirtti. Temsilciler, CHP'den açlık grevlerinin son bulması için, özellikle PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılarak sorunun çözümü yönünde kapı aralayacak daha büyük bir çaba göstermesini istediler. Kemal Kılıçdaroğlu da kendilerinin de sorumluluğu bulunduğunu ve gerekli adımları atacaklarını belirtti.

Halkevleri üyesi İhsan Oğuz Yüzgeç ve Öğrenci Kolektifleri üyesi Kadir Ev’in de yargılandığı İstanbul Newroz davası 17 Ocak’ta Çağlayan Adliyesi’nde görülecek.

Devrimci Sağlık-İş üyeleri, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ücretlerin zamanında ödenmemesi üzerine 9 Kasım günü yemekhane önünde bir eylem yaptı. Eylemlerin ardından maaşlar yattı.

Q Q Q

20 kişinin yaşamını yitirdiği OSTİM ve İvedik patlamalarına ilişkin açılan davanın duruşması görüldü. Dava, 28 Aralık'a ertelendi. İstanbul Bayrampaşa’daki İsmail Erez Endüstri Meslek Lisesi önünde 6 Kasım’da “Liseliler! Şimdi isyan zamanı” yazılı bildiri dağıtan 3 Liseli Anarşist Faaliyet üyesine polis saldırdı.

TKP'nin "Padişah bozuntusuna bir çift sözümüz var - Bu halk sana boyun eğmez" afişlerine yönelik, doğrudan Tayyip Erdoğan'ın şikayetleri üzerine Isparta’da açılan davada, 8 TKP üyesi beraat etti.


4

GÜNDEM 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

Yeniden kurma mı güncelleme mi? "Cumhuriyetçi Muhalefet" ile "Kürt Muhalefeti" arasındaki pratik uçurum aşılabilir mi? Bu soru, kelimenin geniş anlamıyla "sol"da kafaları giderek daha fazla meşgul etmeye başladı. Ergin Yıldızoğlu ve Merdan Yanardağ, her iki muhalefet odağının "aynı hakikat rejimine ait" veya "aynı değerlere bağlı" olmalarının bu uçurumun aşılmasına temel oluşturabileceğini yazdı. Bu gerçekliğin iki muhalefet odağının pratik ittifakını üretmek için yeterli olmadığı biliniyor, hissediliyor. Çünkü her iki muhalefet odağı da bir diğerinin ifade ettiği stratejik-politik bağlamın kendi "somut politik amacıyla" çatıştığı kanısını taşıyor. Her iki taraftan diğerine doğru bakıldığında tablo şöyle görünüyor: Kürt ulusal özgürlük hareketinden baktığımızda; Cumhuriyetçi Muhalefet'in modernizmi, sekülarizmi, bağımsızlıkçılığı, "Kemalist Cumhuriyet"in kurtarılması amacında somutlaşıyor. "Kemalist Cumhuriyet", Kürt hareketi için, Kürtleri bir hak öznesi olarak tanımayan, dışlayan ve Türklüğe asimile etmeyi amaçlayan ırkçı bir devlet. Cumhuriyetçi muhalefetin ana izleği de bu algıyı haklı çıkaracak çok sayıda kanıt sunuyor. Dolayısıyla bu cepheden bakıldığında, "modern, seküler ve bağımsız" bir devlette yaşamak için Cumhuriyetçi Ferda Muhalefet'le aynı politik zemini paylaşmanın Kürtlere Koç maliyeti, kolektif bir siyasi ferdakoc@ özne olarak varlıklarının redhotmail.com dini sineye çekmek olarak görülüyor. Cumhuriyetçi muhalefetin ortalama algısıyla baktığımızda; Kürt ulusal özgürlük hareketinin modernizmi, sekülarizmi, bağımsızlıkçılığı "Kürt halkının kendi siyasi iradesini özgürce oluşturma ve kullanma" amacında somutlaşıyor. Cumhuriyetçiler, "Kürtlerin siyasi özerkliğini", ancak bir "merkezi-üniter devlet" olarak var olabilecek Kemalist Cumhuriyet'in reddi olarak görüyorlar. Dolayısıyla Cumhuriyetçiler için modern, seküler ve bağımsız bir devlet olarak "Cumhuriyet"i kurtarmak için Kürt hareketiyle aynı zemini paylaşmanın maliyeti, üniter devletten vazgeçmek. Bu onlar için “ulusal egemenliğin” (yani siyasi bağımsızlığın ve modern-yurttaş toplumunun) üzerinde sürdürülemeyeceği bir “kumdan zemin” anlamına geliyor. Ortadoğu'nun siyasi sahnesini oluşturan yeni aktörleri içerisinde şimdiden edindikleri yer ve konum, Kürtler için kendi siyasi iradelerini tanımayan ve içermeyen bir Cumhuriyeti tahammül edilemez hale getiriyor. Cumhuriyetçiler ise AKP iktidarını tasavvur ettikleri “Kemalist Cumhuriyet” kavramından vazgeçerek yıkma fikrine hiç mi hiç hazır değil. Bununla birlikte, Kürt ulusal özgürlük hareketi Cumhuriyetçi muhalefetin somut politik amacıyla arasındaki bu çelişkiyi çözmek için “teorik hazırlığını” aslında uzun bir zaman önce yaptı. Cumhuriyetçilerin “Kemalist Cumhuriyete” yükledikleri “ideallerin” bugünün Ortadoğu gerçekliği içinde yaşatılabilmesi için Türklerin ve Kürtlerin yeni bir “kurucu ortaklık” oluşturmaları gerektiği yıllar önce bizzat hareketin lideri Abdullah Öcalan tarafından ortaya konuldu. Öcalan'ın yayımlanan birçok yazısında ve görüşme notlarında, Kürtlerin kendi kaderlerine egemen olabilmelerinin en mantıklı ve güvenilir yolunun Türk, Kürt ve Arap demokrasilerinin belirleyici olduğu demokratik bir Ortadoğu sisteminin inşası olduğuna işaret eden çok sayıda açık ve örtük ifade yer alıyor. Uzun bir süre Genelkurmay tarafından yönlendirilen (önemli ölçüde güdümlenen) “Cumhuriyetçi muhalefet güçleri” ise, TSK'nin Kemalist Cumhuriyeti “koruyup kollayacağına” (ve de kendilerini iktidara taşıyacağına) o kadar emindiler ki, bırakalım Kemalist olanını, salt Cumhuriyeti “kurtarmak” için dahi Kürtlere muhtaç olacakları bugünkü durumu akıllarının ucundan bile geçirmediler. Ancak TSK'nin bir “NATO Ordusu” olduğu ve ABD emperyalizminin Türkiye'nin sömürge tipi faşizmini Ortadoğu'ya ilişkin yeniden sömürgeleştirme ve paylaşım stratejisine bağlı olarak şekillendirmesinde “kurucu” bir unsur olarak AKP iktidarıyla müttefik hale gelmek zorunda olduğu gerçeğiyle acı bir biçimde yüz yüze geldiler. İşte bu noktadan sonra Cumhuriyetçi aydınlar arasında AKP iktidarına karşı siyasi mücadeleyi “Cumhuriyeti yeniden kurma” sorunu olarak ele alan “sol” yaklaşım duyulur hale gelmeye başladı. Merdan Yanardağ'ın Yurt'ta yayımlanan “Cumhuriyetçi muhalefet ve Kürt sorunu” başlıklı yazısında kullandığı bu kavramın üstüne mim koymalıyız. Cumhuriyetçi muhalefetin Kürt muhalefeti ile arasında olumlu bir ilişkinin kurulabilmesi açısından “Cumhuriyeti yeniden kurma” kavramı etkili başlangıç noktalarından biri olabilir. Ancak bu noktada “yeniden kurma” ile “güncelleme”nin aynı anlama gelmediğinin altını çizmekte yarar var. Osmanlı İmparatorluğu'nun kendine özgü burjuva devrimi sürecinin ve 1.Dünya Savaşı sonrasının konjonktürünün damgasını taşıyan Kemalist Cumhuriyet'in “21.yüzyılın Ortadoğu ortamına güncellenmesi” ne olanaklı, ne de Türkiye'nin bugün yaşadığı sorunlar için “çözücü” bir yaklaşımdır. Sykes-Pikot anlaşmasıyla başlayıp Sevres'le nihai biçimini kazanan ve Osmanlı Kürdistanı'nı önce ikiye daha sonra üçe bölen Emperyalist paylaşıma Lozan'da boyun eğilerek şekillendirilen Türkiye Cumhuriyeti, bugünün “Cumhuriyetçiliği” için bir “stereotip” olarak kabul edilemez. Bugün, Türkiye'yi “yeniden kurma”yı önüne koyan “Cumhuriyetçi” bir siyasi programın, Ortadoğu'nun bütününe ilişkin bir bağımsızlık ve demokrasi programı çerçevesine oturtulması zorunludur. Bu ise Ortadoğu demokrasisinin en önemli iki dinamiğini oluşturan Kürt ve Filistin ulusal hareketlerinin ilerici demokratik özneleriyle ortak bir hareket zeminini üretmeyi, Ortadoğu’daki ABD-İsrail-Gerici Arap Ülkeleri üçgeninin karşısına konulacak “ilerici-demokratik bir Ortadoğu Bloku”nu hedeflemeyi zorunlu kılar.

Ölümüne iktidar oyunu AKP iktidarı polisiyle, yalanıyla, medyasıyla, sivil faşistlerle saldırsa da sokaklar boş kalmıyor

P

KK ve PAJK’li mahpusların açlık grevi iki ayı geride bıraktı. Anadilde savunma, anadilde eğitim, Öcalan'ın tecrit koşullarının kaldırılması talepleriyle başlatılan açlık grevine 5 Kasım’da 10 bin mahpus dönüşümlü olarak katıldı. KESK’li mahpusların da katıldığı açlık grevine 8 Kasım’da BDP’li milletvekilleri Emine Ayna, Özdal Üçer, 10 Kasım’da BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak , DTK Eş Başkanı ve BDP milletvekili Aysel Tuğluk, BDP’li milletvekilleri Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, Adil Kurt, Leyla Zana ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Baydemir de başladı.

MESELE TECR‹TTE TIKANDI Anadilde savunma ile ilgili düzenlemenin 13 Kasım’da meclise gelmesiyle birlikte açlık grevinin çözümü Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebinde tıkandı. Öcalan’ın avukatlarıyla görüşme talebi 8 Kasım’da reddedildi. 15 ayda 132 defa üretilmiş olan ret gerekçesi yine “koster bozuk” oldu. AKP Öcalan’nın sadece ailesiyle görüşmesine izin verirken, Kürt hareketindeki iradesini teslim almaya çalışıyor. Avukatlarıyla görüşmesi engellenen Öcalan ise ailesiyle de görüşmeyi reddederek direnmeye devam ediyor. BAfiBAKAN NEDEN SALDIRGAN? Öcalan üzerindeki tecridin sürmesi ve Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta açlık grevlerine yönelik “şantajdır, şovdur” açıklamalarına

karşı BDP’li milletvekilleri de meclisteki komisyonlardan çekilerek açlık grevine başladı. Açlık grevi eylemcilerinin taleplerine destek için Sabahat Tuncel’in 24 Ekim’de Bakırköy Cezaevi’nin önünde başlattığı dönüşümlü açlık grevine polisin saldırmasıyla eylem süreçleri yeni bir aşamaya taşındı. Bursa, Bodrum, Konya gibi kentlerde sivil faşistlerin de eklemlendiği polis terörüne rağmen eylemler giderek yaygınlaştı ve kitleselleşti. Eylemlerde Öcalan’ın tecridinin kaldırılması talebi öne çıkarken polis terörü de şiddetlendi.

KÜRT HAREKET‹ D‹REN‹YOR, TAYY‹P YALANA, fiANTAJA SARILIYOR Kürt hareketinin, taleplerinin etrafında örgütlenmesi ve direniş karşısında çaresizleşen Erdoğan inkar, karalama, aşağılama, tehdit yolunu da kullanıyor. Hapishanelerde açlık grevi yapan mahpuslar tecritte tutulurken ve sağlık durumu kötüleşirken Tayyip Erdoğan her fırsatta “yiyorlar, içiyorlar, gerekirse müdahale ederiz” diyor. 2000 yılında “Hayata dönüş” adı altında yüzlerce mahpusun ölümüne, binlercesinin sakat kalmasına sebep olan bu müdahale yöntemi ise tehdit olarak sürekli sıcak tutuluyor. Öte yandan Sağlık Bakanı tarafından da dillendirilen “müdahale”, iki aydan fazla açlık grevi yapan mahpuslara zorla yapılacak ve onları sakat bırakacak hatta ölüme sürükleyecek sistematik işkenceler süreci

Ankara’daki Sakarya Caddesi’nde açlık grevi eylemcilerinin taleplerine destek için açlık grevi başlatan Barış Anneleri ile Halkevi’nden gelen anneler 3 Kasım günü kucaklaştı. Barış Anneleri “Çocuklarımızın ölümlerine izin vermeyeceğiz, talepleri kabul edilsin” derken Halkevi’nden gelen anneler “Ölüm değil çözüm istiyoruz” dedi. anlamına geliyor. “Müdahale” diyen Erdoğan’ın sıkışmışlığının ifadesi ise son günlerde diline doladığı “idam cezasını getiririz” söylemi. AKP, idam cezasını getirse bile Öcalan’ın idam edilemeyeceğini bildiği halde bu söylemi hem tabanını motive etmek için hem de açlık grevine destek veren AKP’li Kürt milletvekillerini ve Kürtleri tehdit için kullanıyor.

TAYY‹P’TEN BÜYÜK HALK VAR AKP faşizminin var gücüyle saldırmasına

Tıbbi müdahale ne demek? Açl›k grevindekilere t›bbi müdahalenin gündeme gelmesiyle birlikte bu müdahalenin sonuçlar›n› ‹stanbul Tabip Odas› Genel Sekreteri Ali Çerkezo¤lu anlatt›: “Burada s›kl›kla sözü edilen, cezaevi yönetiminin ya da siyasi iktidar›n açl›k grevi eylemini etkisizlefltirmek, fiilen sona erdirmek için mahpusun iradesini yok sayarak bedeni üzerinde müdahaleyi kendine hak

görmesi ve zorla beslemeye kalk›flmas›d›r. Mahpusa zor kullan›larak yemek yedirilmesi ya da serum tak›lmas› giriflimleridir. Burada müdahele karar›n›n insani bir amaçtan çok eylemi etkisizlefltirme odakl› oldu¤u ve insan›n hem iradesine hem bedenine sayg› göstermeyen bir tutum oldu¤u kabul edilmeli. Bu yüzden müdahale iflkence kategorisinde de¤erlendirilir.

Erdoğan’ın can simidi idam ipi B

ugünlerde Başbakan Erdoğan’ın gündemini iki konu meşgul ediyor: Başkanlık sistemi ve idam cezasının geri gelmesi. MHP, geleneği ve ideolojisi gereği her ne kadar idamı savunsa ve destek vereceğini söylese de başkanlık sistemiyle birleştirilmiş bir düzenlemeye sıcak bakmayacağını belli etti. Her iki partinin de desteklediği referandumsuz kabul için gerekli milletvekili sayıları olduğu halde meclisten geçememişti. Seçim tarihi değişikliği bile sıkıntılı geçmişken başkanlık sistemi önerisinin boş bir iş olduğu açık. O halde Erdoğan’ın neyin peşinde? İdamı diline dolanmasının ilk gününden bu yana “halk istiyor” diyerek “milli hassasiyetler”e kulak veren Erdoğan, gerici-faşist oylarının peşinde, özellikle de MHP’nin. Tayyip Erdoğan, partisinin tabanı dışında sadece faşistlerden oy alabileceğinin farkında. Erdoğan’ın toparlanma ihtiyacı yalnızca dışa dönük değil. AKP’li Kürt milletvekilleri açlık grevlerinin bitirilmesi için uzlaşı çağrısında bulunurken, parti içinde de bir yönetememe

Kürt sorununda sıkışan Erdoğan, partisini toparlamak için başkanlık sistemini, göz diktiği gericifaşist oylar için de idamı dilinden düşürmüyor krizi belirginleşiyor. 2-4 Kasım tarihlerinde yapılan geleneksel AKP Kızılcahamam Kampı, bu krizin açığa çıktığı yerlerden biri oldu. Kampta milletvekillerini bilgilendiren ba-

kanlar arasında İdris Naim Şahin de vardı. Şahin’in, PKK’ye karşı büyük başarı kazanıldığını anlatırken aylarca çatışmaların eksik olmadığı ve TSK’nin büyük kayıp verdiği Şemdinli’den

‘destan’ olarak bahsetmesi tepki gördü. Adıyaman Milletvekili Murtaza Yetiş, “Böyle destan olur mu? Adamlar 300 kişiyle elini-kolunu sallayarak geldi. Onları defetmek için 10 gün uğraşıldı” karşılığını verdi. Kamptaki bir başka çatlak ise Şahin’in Londra merkezli düşünce kuruluşu Demokratik Gelişim Enstitüsü’nü (DPI) terör destekçiliği ile suçlamasıydı. Şahin’in “yardakçı” dediği, PKK’nin amaçlarına hizmet eden kuruluşları anlatırken isim ve logosu ekranda yer alan DPI’nın toplantılarına kendi partisinden katılan milletvekilleri de vardı. Kızılcahamam’da yaşananlar Şahin gaflarının ötesinde parti içinde başka bir krize daha işaret ediyor. Başbakanın her fırsatta “geri getirebiliriz” dediği idam için Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, AB’ye üyeliği göstererek aksini söylüyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin de herhangi bir çalışma yapılmadığını açıklıyor. Erdoğan ise elinde idam ipiyle çizdiği başbakan figürüyle, asıl olarak karizmayı toplamanın derdinde.

Cemevine tekke dayatması B

aşbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, 6 Kasım günü yaptığı açıklamada Alevilerin cemevi talebinin tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili kanunun kaldırılmasıyla mümkün olacağını söyledi. Bozdağ’ın konuşmasından birkaç gün önce AKP’li bazı vekiller CHP milletvekili Sabahat Akkiraz’ı ziyaret edip “Tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlayan yasağın kaldırılması için teklif verin biz destekleyelim” demişti. Bozdağ’ın açıkla-

malarına, Alevileri sisteme eklemlemeye yönelik çizgileriyle öne çıkan Dünya Ehl-i Beyt Vakfı’ndan destek geldi. Cemevi açılmasını istiyormuş gibi gözüken AKP, Büyükşehir

Belediyesi Kanun taslağının görüşüldüğü 10 Kasım’da cemevlerini ibadethane olarak değerlendirmedi. CHP, milletvekili Kamer Genç’in tasarıda yer alan “mabetler” ifadesinin

cemevini de kapsayıp kapsamadığını sorması üzerine TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı Muammer Güler, “mabet değil ibadet yerleri" dedi ve cemevlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ibadet yeri olarak kabul edilmediğini söyledi. Yargıtay, Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği’nin kapatılması ile ilgili 25 Temmuz’da aldığı kararla cemevlerini ibadethaneden saymamıştı. Yerel mahkemenin derneğin kapatılması aleyhindeki kararını “tekke ve zaviyelerle ilgili kanuna” dayanarak bozan Yargıtay’ın kararı, cami

ve mescit dışındaki mabetlerin ibadethane olarak tanınmadığını gösteriyor. Sünni İslam dışındaki tüm inançlar suç kapsamında değerlendiriliyor. Oysa Yargıtay kararı ve belediyelerle ilgili kanun tasarısındaki kapsamazlık hali malumun ilanı. Türkiye’de Diyanet’in rakamlarına göre 82 bin 696 cami varken 500 civarında cemevi bulunuyor. Cemevlerinin ve diğer ibadethanelerin sayısı ise Diyanet’in değil Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bilgilerine dayanılarak hesaplanıyor.

rağmen sokaklar boş kalmıyor. Demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ve sendikalar çözüm talebiyle bir araya geliyor. BDP’nin çağrısıyla, açlık grevi eylemcilerinin taleplerine destek için ışık kapama eylemleri yapılıyor. Diyarbakır ve ilçelerinde binlerce evde ve diğer kentlerde her akşam ışıklar kapatılıp açılıyor. Birçok kentte açlık grevi çadırlarına destek yürüyüşleri gerçekleştiriyor. Emek ve demokrasi güçlerinin çağrısıyla yüzlerce insan taleplerin gerçekleşmesi için tüm yurtta eylemler yapmaya devam ediyor.

HDK, hak mücadelesini gündeme aldı HDK'nin 2. Ola¤an Genel Kurulu 800 delegenin kat›l›m›yla 10-11 Kas›m tarihlerinde Ankara Kocatepe Kültür Merkezi'nde yap›ld›. Genel Kurul’da, HDK'nin bir y›ll›k faaliyetleri de¤erlendirildi, politik çizgisi belirlendi ve bir y›l boyunca görev yapacak 121 kiflilik HDK genel meclis üyeleri seçildi. Kat›l›mc›lar ve delegeler açl›k grevindeki mahpuslarla dayan›flmak amac›yla k›rm›z› kurdele takt›. Genel kurulda Türkiye'deki toplumsal muhalefetin temsilcileri ile M›s›r ve K›br›s'tan konuklar da vard›. Aç›l›fl konuflmas›n› yapan ‹stanbul Milletvekili Ertu¤rul Kürkçü, AKP'ye karfl› direniflin her yerde sürdü¤ünü belirtti ve seçimlere HDP çat›s› alt›nda gireceklerini söyledi. BDP Efl Genel Baflkan› Selahattin Demirtafl, BDP'nin bütün komisyonlardaki görevlerini ask›ya ald›¤›n› ve tek gündemlerinin açl›k grevleri olaca¤›n› belirtti. Demirtafl ayr›ca, AKP'nin, Kürt siyasetçileri KCK operasyonlar›yla teslim almaya çal›flt›¤›n› ancak hapishanelerdeki mahpuslar›n açl›k grevleriyle, d›flar›dakilerin ise sokaklar› bofl b›rakmayarak AKP'yi teslim ald›¤›n› söyledi. Genel Kurul’un ikinci gün gündemini, örgütlenme faaliyet raporu sunuflu ve genel meclis seçimi oluflturdu. BARINMA HAKKI VE HES’LERE KARfiI MÜCADELE… Genel Kurul'da al›nan kararlara göre HDK, hak mücadeleleri çizgisini de program›na dahil ederek, hitap etti¤i alan› geniflletiyor. Genel Kurul’da HES'lere, nükleer santrallere karfl› yürütülen mücadelelerle buluflulmas›na ve kentsel dönüflüme karfl› halk›n bar›nma hakk› kapsam›nda mücadele edilmesine, bu sald›r›lara karfl› ertelemeden çal›flmalar yap›lmas›na karar verildi. Emek karfl›t› yasalarla ilgili kapsaml› çal›flmalar›n yürütülmesi, eflit, paras›z, bilimsel, anadilde e¤itim talebi çal›flmalar›n›n büyütülmesi, YÖK tasar›s› ve disiplin yönetmeli¤ine karfl› birleflik mücadelenin örgütlenmesi, Suriye'ye yönelik savafl tehdidine karfl› eylem ve etkinliklerin gerçeklefltirilmesi al›nan di¤er kararlardan baz›lar›n› oluflturdu.


5

DÜNYA 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

YUNAN‹STAN’DA NEOL‹BERAL DAYATMA ‹fiÇ‹ EYLEMLER‹N‹ KÖRÜKLÜYOR

7 Krize sınıf müdahalesi ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

A

vrupa bütün kıtayı saran yeni bir grev dalgasıyla sarsılıyor. Yunanistan hükümetinin ücretlerde kesintiye gitme kararı işçi sınıfını ayağa kaldırdı. Hayatı durduran grevler karşısında hükümet geri adım atmasa da kıl payı iktidarı alan koalisyonda çatlak sesler çoğalıyor. Yunanistan’da haziran ayındaki seçimlerden Avrupa Birliği ülkelerinin büyük desteği ile kıl payı galip çıkan Antonis Samaras hükümeti, 2009’dan bu yana peş peşe dayatılan kemer sıkma paketlerine dört aylık bir ara vermişti. Sokaklardaki hareketliliğin kısmi olarak durulmasını sağlayan mola, eylül ayı başında Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande duvarına çarpmıştı. İkili, Yunanistan’ın borç ödemelerini derhal gerçekleştirmesini ve troyka tarafından sunulan reçetelerin harfiyen uygulanmasını istemişti. Merkel, bununla da kalmamış, ekim ayı başında yaptığı Atina ziyareti ile çalışmaları yerinde gözlemlemişti. Başbakan Antonis Samaras, dayatmalara derhal başını salladı ve troykanın 13,5 milyar avroluk reçetelerini hızla “reform paketleri”ne dönüştürdü. Hükümet tarafından ekim ayından bu yana meclise sunulan paketler ile toplu işten çıkarmaların önü açıldı, kamu çalışanlarının ikramiyelerinde

yüzde 83’lük, emekli maaşlarında yüzde 15’lik kesintiye gidildi, emeklilik yaşı 67’ye yükseldi, Noel ve Paskalya ikramiyeleri kaldırıldı. 51 GÜNDE 5 GENEL GREV Samaras hükümetinin neoliberal dayatmaları, kendi mezar kazıcılarının da meydanlardan ayrılmamasına neden oldu. Merkel’in 9 Ekim’deki Atina ziyaretinde on binler polisle çatıştı. 25 Eylül, 18 Ekim ve 6-7 Kasım’da ülke genelinde, 14 Kasım’da kıta

genelinde grev ilan edildi. 6-7 Kasım grevlerinde sabah saatlerinden itibaren otobüs ve feribot seferleri durdu, şehirlerarası hatlar ve uçuşlar iptal edildi. Devlet dairelerinde işbaşı, okullar ve üniversitelerde dersbaşı yapılmadı. Sağlık hizmetleri ise sadece acil servislerde görüldü. Grevin merkezi yine Atina’nın Syntagma Meydanı’ydı. Greve katılan emekçiler ile gençlik örgütleri, kadınlar ve emekliler “Bu paket son nokta. Konuşma sırası bizde” sloganıyla bir araya geldi.

Emekçilerin tasarıya ret oyu verilmesi için meclise yaptığı çağrıya koalisyon hükümetinden Demokratik Sol Parti kulak verdi. Partinin 16 vekili ret oyu kullandı. Yeni Demokrasi Partisi ve PASOK’lu milletvekillerinin oyları ile yeni paket yürürlüğe konmuş oldu. SINIF MÜCADELES‹ KR‹Z‹ DER‹NLEfiT‹R‹YOR Neoliberalizmin büyük bir işsizlik, yoksulluk ve güvencesizlik girdabına sürüklediği Yunanistan

halkı, öfkesini akıttığı kanallarda ciddi bir değişikliğe yönelmeye başladı. Egemenlerin kitleleri sisteme içselleştirmek amacıyla “bir parmak bal” misali kullandığı sosyal demokrasi iflas etti. On yılların “sosyal demokrat” partisi PASOK, Yeni Demokrasi Partisi’nin koltuk değnekliğini üstlenmesiyle birlikte önce seçimlerde, sonra da sokakta hüsrana uğradı. Oy oranları yüzde 10’ların altına düşen parti, sendikal hareket içindeki ağırlığını her geçen gün kaybetti. Bir diğer koalisyon ortağı Demokratik Sol Parti’nin akıbeti de PASOK’dan farksız değil. Kriz, geleneksel sendikal hareketi de yenilenmeye zorluyor. Taleplerini ücret artışı ile sınırlayan ve tepkilerini maaşlardaki kesintilere odaklayan sendikalar, güvencesizleştirilen, kamusal haklarından yoksun bırakılan emekçileri kapsayamamaya başladı. Buna karşın sınıf hareketinin yeni dinamikleri, sokakta birleşik bir mücadeleyi güçlendirmenin adımlarını attı. Son haftalarda peş peşe düzenlenen grevlerde taşeron sağlık işçileri, ücretli eğitim emekçileri, örgütlü inşaat işçileri meydanlarda yerini aldı. İşçi ve kamu çalışanları konfederasyonlarının geleneksel grev refleksi, henüz iktidarı yerinden edecek politik gelişkinlikte bir sınıf hareketinin örgütlenmesini sağlamasa da hayatı daha sık aralıklarla durduran sınıf mücadelesi sistemin krizini derinleştiriyor.

Suriye’de işbirlikçi bir muhalefet yaratma girişiminde AKP’nin başarısız olması üzerine Katar’da yeni bir süreç başlatıldı. Muhalefette vitrine yönelik birtakım değişiklikler yapılsa da siyasi denklem değişmedi mperyalizmin Suriye muhalefetini yeniden şekillendirme çabaları sonuç verdi. İşbirlikçi muhalefetin örgütlenmesinde öne çıkartılan, 1 Nisan’da İstanbul’daki toplantıda “Suriye muhalefetinin tek ve meşru temsilcisi” ilan edilen Suriye Ulusal Konseyi, yeni bir koalisyon içerisine yedirildi. Ulusal Konsey’in ülke içinde bir tabandan yoksun ve mezhepçi unsurların etkinliğinde başarısız bir girişim olduğunun ABD tarafından açıktan kabulüyle başlayan süreç, 3-11 Kasım tarihleri arasında Katar’daki toplantılarda sonuçlandı. “Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu” adı verilen bir birliğin kurulduğu ilan edildi. “Suriye muhalefetinin tek bir çatı altında toplanarak daha da güçlendiği” iddia edilen toplantılarda geçiş hükümetinin, emperyalizmin icazetinden sonra kurulacağı mesajı verildi. 60 sandalyeli birliğin başına Suriyeli din adamı Ahmed Muaz eş-Hatib getirildi. EMPERYAL‹ZMDEN ‹CAZET Emperyalist ülkeler ve bölgesel işbirlikçileri, koalisyonun kuruluşunun hemen ardından peş peşe destek açıklamaları yaptı. Toplantıların bitmesinin bir gün sonrasında Katar ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez İşbirliği Örgütü, ABD, İngiltere ve Fransa; koalisyonu Suriye halkının yasal temsilcisi ilan etti. Ahmet Davutoğlu da geri kalmadı ve uluslararası toplumun koalisyonu desteklememesi için sebebi kalmadığını iddia

etti. Katar Başbakanı’nın Arap Birliği’ne yaptığı “koalisyonu tanıma çağrısı” ise kabul görmedi. Birliğin Kahire’deki toplantısında Irak, Lübnan ve Cezayir birliğin bildirisinin askeri müdahale çağrısı anlamına geldiğini söyleyerek çekince koydu. Rusya ve Çin ise herhangi bir tanıma beyanında bulunmadı. KOAL‹SYON BAfiTAN KOKTU “Birleşik” Suriye muhalefetinin krizi kısa sürede gözler önüne serildi. Koalisyonun içindeki örgütler, birbirlerini suçladı. “Tek temsilci” sıfatını yitiren Ulusal Konsey, girişimin ABD Büyükelçisi Robert Ford ve eski milletvekili Riyad Seyf tarafından kurgulandığını ve “Uluslararası toplumun Ulusal Konsey’i tasfiye etmek istediğini” söyledi. Konseyin Dış İlişkiler Sorumlusu Rıdvan Ziyade de yeni girişimi öncekilerden farksız bulduğunu ve aynı hataların tekrarlandığını dile getirdi. Konseyin eski başkanlarından Burhan Galyun da yeni koalisyonun ABD’nin bir günah keçisi arama çabasının ürünü olduğunu ifade etti. Bağımsız ve sol unsurların içinde yer aldığı Ulusal Koordinasyon Kurulu, Doha zirvesinin Suriye halkının iradesini yansıtmadığını, bu nedenle toplantılara katılmayacağını açıkladı. Öte yandan Ulusal Girişim’in kurucularından Kemal Lebvani, Ulusal Konsey’i muhalefetin gelişimine engel olmakla suçladı. Yerel Koordinasyon Komiteleri ise konseyin yönetiminde Müslüman Kardeşler’in ağırlığı olduğunu ileri sürerek konseyden çekildi.

İspanya’da hayat durdu

1

4 Kasım Küresel Eylem Günü kapsamında Avrupa genelinde gidilen genel grevlerin en etkilisi İspanya’daydı. Günün ilk saatlerinde başlayan grev kapsamında işyerlerine grev pankartları asıldı. Yüzde 100’e yaklaşan katılım ile üretim ve hayat durma noktasına geldi. Madrid Sol Meydanı’na yapılan yürüyüşe yüz binler katıldı. Öğretmen, öğrenci ve velilerin eğitim korteji dikkat çekti. Aylar önce ülkeyi sallayan madenciler de grevdeydi. Madrid’de yer yer çıkan çatışmalarda 30’dan fazla kişi yaralandı, 87 kişi gözaltına alındı.

‘Paketlere karnımız tok’

Kirli muhalefete, zoraki makyaj E

iklim 5 kıta

H

ükümetin kemer sıkma paketini kitlesel ve militan eylemleriyle geri çektiren Portekiz halkı da 14 Kasım’ı grev ve eylemlerle karşıladı. Başkent Lizbon’da düzenlenen eylemde konuşan ülkenin en büyük işçi sendikası CGTP’nin Genel Sekreteri Carlos Armenisch, yüz binlerce kişinin alanlara çıktığını, greve katılımın yüzde 90 düzeyinde olduğunu aktardı. Armenisch, 14 Kasım eylemiyle birlikte yeni paketleri gündemine alan hükümete “Bugünkü kitlesellik kararlılığımızın göstergesi. Hükümet yeni kesintileri aklından bile geçirmesin” dedi.

Eğitim hakkı damga vurdu

İ Urfa Ceylanpınar’a komşu Resulayn ilçesinde “Özgür Suriye Ordusu” (ÖSO), AKP desteği ile taarruza geçince çatışmalar tırmandı. ÖSO’nun asker ve sivilleri elleri kolları bağlı halde katlederek topluca gömdüğünü gösteren görüntüler, işbirlikçi muhalefetin savaş suçu işlediğini ortaya koydu. Çatışmalardan kaçan aileler Urfa’ya

sığınırken, sınıra birkaç yüz metre yaklaşan Suriye tank ve uçakları muhalifleri bombardımana tuttu. Bu gelişmeler karşısında AKP’nin “yaklaşan uçakları vuracağız” açıklamasının blöften ibaret olduğu açığa çıktı. Sivil halk ile ÖSO’nun karşı karşıya geldiği kentte, AKP’nin körüklemesiyle Türkiye’ye de sıçrayan çatışmalar büyüyor.

talya’da da işçi ve kamu çalışanlarının çağrısıyla gerçekleşen greve ülkenin dört bir yanında binlerce emekçi kulak verdi. Başkent Roma’nın San Giovanni Meydanı tıklım tıklım dolarken, grevlere gençlik hareketinin kitlesel katılımı dikkat çekti. Öğrenciler parasız eğitim talebini alana yansıtırken, eğitim emekçileri de “Eğitim haktır, parasız olmalıdır” pankartıyla yürüdü. Napoli’deki eyleme üniversitelerinden yürümek isteyen öğrencilere polis saldırdı. Çatışmalarda çok sayıda öğrenci yaralandı.

ABD’de kötünün kötüsü başkanlığı kaybetti BANU SERVETO⁄LU

Kasım’da yapılan ABD başkanlık seçimlerinin galibi Barack Obama oldu. İkinci dönem ABD başkanlığına seçilen Obama, ilk dönem seçim kampanyasında “halkın, oyunun nasıl oynanacağını bilen birilerine değil, onu değiştirecek birilerine ihtiyacı olduğunu” belirtip, değişim sözü vererek oy istemişti. Obama’nın ikinci dönem başkanlığa seçilmesinde, verdiği sözleri tutmasından ziyade rakibi Mitt Romney’in ABD halkının gözünde daha kötü bir alternatif olması rol oynadı. İş adamı kimliğiyle ön planda olan Romney; ABD halkının değil, Wall Street’in bir temsilcisi olduğunu gösterdi. Romney, “Seçmenlerin, hükümete bağımlı olan; kurban olduklarını düşünen; sağlık

6

hizmeti, yemek ve barınma hakkı olduğuna inanan yüzde 47’si ne olursa olsun Obama’ya oy verecek… benim işim bu insanların oyu için endişelenmek değil” diyerek insanların temel haklarını hükümet üzerinde bir yük olarak gördüğünü arsızca ifade etti. Silahlanma taraftarlığını, kürtaj ve eşcinsellik karşıtlığını dile getiren Romney, sermaye kesiminden fazla vergi alınmasına da karşı bir tutum sergiledi. Romney ayrıca 2016 yılından itibaren herkesin sigorta sistemine dahil olmak zorunda kalacağı sağlık reformuna da karşı çıktı. Bu açıklamalarıyla Romney ABD yoksullarının, ezilen gruplarının gözünde Obama’ya gerçekçi bir alternatif olamadı. Obama seçimin galibi olsa da, ilk seçim dönemine göre oylarındaki düşüş, ilk başkanlık döneminin ABD halkının umut-

ABD halkı Obama’yı bir önceki döneme göre daha az bir oranla da olsa yeniden Başkan yaptı. Sağlık, gıda ve barınmayla ilgilenmediğini söyleyen ve Obama’yı yeterince sert bulmayan Romney ise kaybetti

larını karşılamadığını gösteriyor. Obama’nın ilk başkanlık döneminde, kurtarma paketleriyle sermayeye büyük miktarlarda karşılıksız yardım yapıldı. İşsizlik oranları, 787 milyar dolarlık teşvik paketindeki vaatlere rağmen azalmadı. Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Obama’nın yıllık savaş bütçesine ayırdığı 680 milyar dolarla rekor kırmış olması da ironik. Obama döneminde ABD ordusu, Somali, Yemen, Afganistan, Libya gibi ülkelerde sık sık insansız araçlarla saldırılar düzenledi. Saldırılar

sonucu Haziran 2004 ile Eylül 2012 arasında Pakistan’da öldürülenler arasında 176’sı çocuk olmak üzere 474 ila 881 arasında sivil yer alıyor. Obama döneminde ABD askerleri Irak’tan çekildi, ancak selefi Cumhuriyetçi Bush’un Irak’la 14 Aralık 2008’de imzaladığı güvenlik anlaşması zaten askerlerin 31 Aralık 2011 itibariyle çekilmesini öngörüyordu. Kadın haklarına saygılı bir başkan imajı çizen Obama; kürtaj konusunda kadınların kararlarına saygı duymaya devam edeceğini söylüyor oysa

Obama ilk dönem başkanlığının daha ilk günlerinde “Mexico City Politikası” olarak bilinen yasayla hükümetin kürtaj hizmeti veren kurumlara mali yardım yapmasını yasakladı. Azınlıkların temsilcisi olarak görülen Obama yine ilk başkanlık döneminde, 1,5 milyon göçmeni sınır dışı ederek Bush dönemini bile geride bıraktı. Obama ayrıca ABD vatandaşlarını suçlama ve dava olmaksızın idama mahkum etme gücünü de elde etti. İlk başkanlık döneminde ABD halkının değil, sermayesinin yanında, çıkarına politikalar uygulayan Obama, tarafını açıkça gösterdi. Fakat ana rakibi Cumhuriyetçi Mitt

Romney’nin sosyal haklar konularındaki sert tutumu ve “zengin sever” tarzı, “ABD vatandaşlarını eşcinsel ya da heteroseksüel, zengin ya da yoksul olarak ayırt etmediğini” söyleyen Obama’ya daha az oyla da olsa ikinci dönem başkanlığını getirdi. Seçimlerde göze çarpan bir diğer önemli konu, krizin yoksullaştırdığı ABD halkının savaş istemediği ve ABD’nin artık tek başına savaşlara soyunma niyetinin olmadığı. Daha önceki seçim dönemlerinde, başkan adayları konuşmalarında daha çok dünya lideri ABD vurgusuyla öne çıkarken, bu seçim kampanyalarında ekonomik kalkınma ve daha içe dönük ABD vurgusu öne çıktı. Her iki

adayın da İran’la savaşın gündemde olmadığını vurgulaması ve Suriye ile savaşa dair herhangi bir söylemde bulunmaması, ABD’nin önümüzdeki dönemde kendi iç ekonomik savaşına yoğunlaşacağını gösteriyor. Zafer konuşmasında ulus olduklarının, birlikte güçlü olduklarının ve tüm sorunları ulusça hep beraber yeneceklerinin altını sıkça çizen Obama’nın; bu ekonomik kalkınmayı ulus kisvesi altında sınıf ayrılıklarının üzerini örterek işçilerin sınıf kimliklerini silikleştirmeye çalışıp,sermayenin taleplerinin sorgusuz yerine getirilmesini sağlamayarak yapmaya niyetli olduğu anlaşılıyor.


6

KENT/ÇEVRE 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

İETT belgeleriyle İETT kazığı Ulaşım zamlarına karşı turnikeden atlama geleneği belediyede de bir gelenek başlattı: Zarardayız edebiyatı. Bu yeni şehir efsanesinin aslını astarını araştırdık rın hesabı işin içine hiç katılmıyor. İETT’nin resmi bütçe verilerine göre aylık reklam gelirleri 2 milyon TL civarında. Kira gelirleri de cabası. İETT’ye göre bu gelirler ayda sadece 1 milyon TL. Oysa metroda bir dükkanın, otomatın veya ATM’nin metrekaresinin kirası en az aylık 1000 TL. 22 bin metrekaresi kiralanmak istenen metroda hedefin altında kalınsa da sadece 1000 metrekareyle bu rakam aşılıyor. Hızlı tramvayın, metrobüsün vs. kira gelirleri bu hesaba dahil değil.

UMAR KARATEPE

2

009 yılında ulaşıma yapılan zamların ardından turnikeden atlama eylemleriyle köşeye sıkışan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İETT’nin ayda 12 milyon TL zarar ettiğini iddia etmişti. Zam mahkemeden döndükten sonra da bu beyanını sık sık tekrarlayan Topbaş’ın hesabı hep şüphe uyandırsa da, o bu iddiadan hiç vazgeçmedi. 2012 yılı Eylül ayında hazırlanan ve Halkın Sesi’nin ulaştığı, “Toplu Ulaşımda Tarife Değişikliği Raporu” başlıklı bir kurum içi çalışmada yer alan veriler, “zarar ediyoruz” söyleminin palavra olduğunu ortaya koyuyor. İETT’nin kendi hesaplarına göre İETT sadece bilet satışlarından ve akbil dolumlarından aylık 131 milyon

Zamc› Kadir Topbafl’a göre ‹ETT hep zarar ediyor

453 bin TL gelir elde ediyor. Bayilere ödenen primlerden sonra elde 130 milyon kalıyor. İETT bu miktarı kendi içinde raporluyor ve örneğin aktarmalardan, aylık abonman satışlarından elde edilen gelirleri, her abonman sahibinin ortalama ne kadar otobüse bindiğini tek tek hesaplıyor. ZARAR ETMEK ‹Ç‹N BÜYÜK ÇABA GEREK Gelirini bu kadar sıkı kontrol eden İETT’nin bir de masraflarına bakalım. Kurum içinden yapılan çeşitli açıklamalara bakarak aylık akaryakıt masrafının yaklaşık 30 milyon

TL olduğu söylenebiliyor. 7 bin personelin kuruma maliyetinin ise fazla fazla hesaplandığında 40 milyon TL’yi aşmayacağı tahmin ediliyor. Bu iki kalemin, yani 70 milyonun İETT’nin maliyetlerinin çok büyük bir bölümünü oluşturduğu biliniyor. Geri kalan 60 milyonun nerelere harcandığı ve üstelik zarar edildiği ise tam bir muamma. YA D‹⁄ER GEL‹RLER? Muammayı büyüten nedenlerden biri de İETT’nin tek gelirinin bilet satışı ve akbil dolumu olmaması. Rapora göre İETT sadece Eylül ayından 87

bin 830 adet kart dağıtmış. Bu kartların küçük bir maliyeti olduğu muhakkak ancak en az 10 TL’ye satılan, kayıp halinde bedeli 40 TL’ye kadar çıkabilen kartlardan 1 milyon TL’nin üzerinde kazanıldığını tahmin etmek güç değil. Ayrıca yaklaşık 1 milyon 300 bin indirimli kart sahibi, vize ücreti adı altında her yıl 5 TL ödemek zorunda. Buradan elde edilen hasılat da 6 milyon TL’yi geçiyor. Yani ayda 500 bin TL! Bu gibi gelirler buzdağının görünen yüzü. Metrolarda, metrobüslerde, otobüslerin üstünde, içinde alınan reklamla-

UFACIK B‹R ZAMLA GÜNDE YARIM M‹LYON TL! İETT verilerine göre günde ortalama 4.5 milyon kere İETT araçlarına biniş yapılıyor. Yani ulaşıma yapılan 1 kuruşluk zam İETT’ye günde 45 bin TL fazladan kazandırıyor. Eylül ayındaki 10-15 kuruşluk zam, İETT’ye günlük 500 bin TL, aylık da 15 milyon TL fazla kazandırıyor. Diyelim ki 12 milyon zarar enflasyon nedeniyle arttı ve 15 milyona çıktı. Acaba Topbaş bu “zarar”ı karşılamak için 10-15 kuruş daha zamdan geri durur muydu? Tabii ki hayır. İETT’nin kendi raporlarına ve bütçe verilerine göre her şey ortada: İETT halkı fena kazıklıyor.

Van onları unutmadı

V

an'da 9 Kasım 2011 tarihinde meydana gelen depremde yıkılan Bayram Otel’de hayatını kaybeden gazeteciler Cem Emir ve Sabahattin Yılmaz için Vangölü Gazeteciler Cemiyeti tarafından bir anma düzenlendi. Anmanın ardından Bayram Oteli’ne yürünerek enkaza karanfil bırakıldı. Cem Emir'in kız kardeşi Sinem Emir buradaki konuşmasında, oteli denetlemeyen ve otele sağlam raporu veren Beşir Atalay ve Van Valisi’nin yargılanmasını istedi. Vangölü Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri ve DİHA Bölge Temsilcisi Sıddık Güler, yargı sürecinin takipçisi olacaklarını söyledi. Gazetecilerin isimleri BDP’li belediye tarafından Van’da iki caddeye verildi.

Mamak: Bazcılara karşı söke söke HES alanı değil

Doğal SİT alanı

Mahkeme kararlarını uygulamayan Belediye hakkında suç duyurusunda bulunan Mamaklılar pes etmiyor

A

nkara Mamak'ta halkın tüm tepkilerine ve direnişlerine rağmen kurulmak istenen baz istasyonlarına mahkemeler dur dese de ilçenin yöneticileri durmuyor. Mamak Belediyesi ve Kaymakamlık mahkeme kararlarına kayıtsız kalıyor. Halkevleri Çevre Hakkı Meclisi, mahkeme kararlarını uygulamaya çağırdığı Mamak Belediye Başkanı hakkında 9 Kasım Cuma günü Ankara Adliyesi’nde suç duyurusunda bulundu. Meclis tarafından yapılan açıklamada baz istasyon-

larından doğacak her türlü sağlık sorunundan Başkan Mesut Akgül’ün sorumlu olacağı ifade edildi. Mahkeme kararlarını uygulamaya çağıran meclis üyeleri, mücadelelerini sürdüreceklerini de açıkladı. 2011 yılında Mamak Belediyesi, bölge imar uygulamalarında vatandaşların hisselerinden ayrılarak park yapılan 50’nin üzerinde alanı ihaleler yoluyla 16 bin 500 liraya GSM şirketlerine devretmişti. Halkın kamusal alanlarını satarak halk sağlığını

tehlikeye atan Belediye’ye halk tepki göstermişti. Mamak halkı, pek çok parkta baz istasyonlarını söküp atmıştı. Baz istasyonu için açılan çukurları kendi elleriyle kapatmaya girişmişti. Polis GSM şirketlerinin çıkarlarını koruyarak, parklarını ve sağlığını savunmak isteyen halka saldırmıştı. Halkevleri Çevre Hakkı Meclisi hukuki süreci de başlatmıştı. Baz istasyonlarına karşı açılan çok sayıda davada, projelerin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmişti.

H

Mamakl›lar Temmuz’da baz istasyonu kurmak için aç›lan çukurlar› kapatm›fllard›

Ayvalık’ta RES’e rest B

alıkesir'in Ayvalık ilçesinde bulunan Cunda Adası'ndaki tepelere Rüzgar Enerjisi Santrali (RES) kurulması için yapılan başvurunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından kabul edilmesine bölge halkı tepki gösterdi. Proje ile beraber ormanlık alanların tahrip edileceğini, enerjinin deniz altından taşınmasıyla balık üretiminin olumsuz etkile-

neceğini, bölgenin en güzel seyir teraslarından birine kurulacak santralin turizme balta vuracağını söyleyen Ayvalıklılar imza kampanyası başlattı. İmza kampanyasında RES’e değil Tabiat Parkı’nda yapılmasına karşı olunduğunun altı çiziliyor. Santralin kurulacağı Cunda Adası ve Tabiat Parkı UNESCO tarafından Türkiye'de belirlenen

altı adet “Önemli Kıyı Koruma Alanı”ndan biri. Cunda’da tamamen ormanlık olan alana 24 adet rüzgar türbini kurmak için başvuran şirketin talebi, 2008 yılında Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Ayvalık Belediyesi tarafından reddedilmişti. Bakanlık ise şirkete yol vermekte sakınca görmedi.

ES’lere karşı derelerinin başında gece gündüz nöbet tutarak mücadele eden Rize’nin Fındıklı ilçesi köylüleri yeni bir hukuk mücadelesini daha kazandı. HES yapılmak istenen Arılı Vadisi’nin SİT alanı olduğu mahkeme tarafından da tescillendi. Vadi’nin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Trabzon Bölge Kurulu tarafından 2010 yılında “Doğal SİT Alanı” ilan edilmesinin ardından HES projesi geliştiren firmalar Rize İdare Mahkemesi’ne itirazda bulunmuşlardı. İdare Mahkemesi şirketler lehine ‘Yürütmeyi Durdurma’ kararı vermişti. Bu karara itiraz eden Fındıklı Derelerini Koruma Platformu ile Fındıklılı köylülerin başvurusu üzerine, Danıştay 14. Dairesi bu kararı iptal etti ve Arılı SİT alanı olarak kaldı. Fındıklı Dereleri Koruma Platformu Sözcüsü Hüseyin

Acar konuya dair yaptığı açıklamada Fındıklı halkının yaklaşık 5 yıldır sürdürmüş olduğu HES mücadelesinde bir kez daha hukuk mücadelesini kazandığını söyledi. Acar, şirketlerin çıkarları gereği, taşkınları önleme bahanesiyle suların kontrol altına alınmak istendiğini, yüzyıllardır bu vadilerden akan ve halkın hiçbir zarar görmediği derelerin duvarlarla hapsedilmesinden sonra taşkınlar yaşandığını anlattı. HES’çilerin göz diktiği Arılı Vadisi, dünyanın korunması gereken iki yüz ekolojik alanından birisi olarak anılıyor. Vadi, bozulmamış ekosistemi, tarihi, kültürü, organik çayı, fındığı, kivisi, likapası, organik arıcılığı ve balıkçılığıyla dünyada adını duyurmuş durumda.

‘Canlılar kömür yemez ki’ B

ursa ve Kırklareli’deki termik santral projeleri tepkilere neden oluyor. Türkiye’nin en güzel kirazının üretildiği ve Amerika, İspanya, İtalya ve İngiltere’ye ihraç edildiği, Bursa Keles’in Kozağacı bölgesindeki 6 köyün termik santral isyanı sürüyor. Yüzlerini kömürle siyaha boyayan, ellerine aldıkları kömürü yemeye kalkışan köylüler, 5 Kasım’da yaptıkları eylemde “Sahibi olduğumuz topraklarda işçi olmak istemiyoruz” dediler. Köylülerin açıklamasında bir yandan çevre kıyımına bir yandan da “proleterleşme”ye direnç okunuyordu: “Yıllarca bu toprakta

yaşadık. Kiraz ağaçlarımızı vermek istemiyoruz. Biz burada yaşamak istiyoruz. Temiz yaşam ve ortam istiyoruz. Biz kömür yiyemeyiz. Biz özgür insanlarız ve özgür yaşamak istiyoruz.” ORMANA SANTRAL Termik santrale kurban edilmesi planlanan bir diğer yer de Kırklareli'nin Demirköy İlçesine bağlı İğneada Beldesi. ‘Trakya Entegre Termik Santral Projesi'' için Çevresel Etki Değerlendirme süreci başlatıldı. Santralin dünyadaki 3 Longoz ormanından biri olan İğneada Milli Parkı’nın bitişiğindeki ormanlık alana yapılması planlanıyor.

Bursa’n›n Keles ilçesinde y›llard›r sa¤ partilere, son dönemde de ço¤unlukla AKP’ye oy veren köylüler flimdi proleterlefltirmeye ve mülksüzlefltirilmeye direniyor


7

BARINMA 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

Dönüşüm fiyaskosu ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

Ç

evre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, CHP Milletvekili Levent Gök’ün Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi ile ilgili meclise sunduğu soru önergesini 2 Kasım günü yanıtladı. Gök’ün “Hak sahiplerine bodrum katlarının, hak sahibi olmayanlara ise en iyi dairelerin verildiği” iddiasına değinen Bayraktar, projeler kendisinin TOKİ başkanlığı döneminde yapılmamış gibi konuyu pişkinliğe vurdu: “Sayın Gök yerden göğe kadar haklı. Biz de ona karşıyız, sayın Başbakanımız da karşı. Başbakanımız olaya el koymuştur ve orada haksızlığın giderilmesi için çalışma yapıyoruz. Yanlışlıkları düzelteceğiz.” Bayraktar’ın pervasızlığına yanıt, Bakanlığın önüne giden Barınma Hakkı Meclisi’nden geldi. Meclis, 9 Kasım günü düzenlediği basın açıklamasında, “Bakanın sözleri barınma hakkı mücadelesinin haklılığının itirafıdır” dedi. Bayraktar’ın istifa etmek yerine özür dilemesinin bu süreci geçiştirmek amacı taşıdığını dile getiren meclis, Afet Yasası ile birlikte önü daha fazla açılan kentsel dönüşüm projelerinin telafisi

Bakan Bayraktar Kuzey Ankara projesine ‘yanlış’, bilirkişi Dikmen projesinde ‘kamu yararı yok’ dedi. Barınma Hakkı Meclisi bakana seslendi: İstifa et! olanaksız zararlara neden olduğunu ifade etti. “AKP iktidarının konut politikasındaki halka düşman sermayeye dost uygulamaları ortadadır. Bunlara verilecek evimiz, yağmalatacak memleket toprağımız, talan ettirilecek ülke kaynaklarımız yoktur” denilen basın açıklamasında halk yağmacılara, talancılara karşı Barınma Hakkı Meclisi etrafında örgütlenmeye davet edildi.

BÖYLE DÖNÜfiÜM OLMAZ Bayraktar’dan sonra Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi’ni inceleyen bilirkişi heyeti de “yanlışlık var” dedi. Ankara Büyükşehir Belediyesi, 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun kentsel dönüşüm ile ilgili maddesinde yapılan değişikliği fırsat bilerek projeyi Bakanlar Kurulu’na taşımış, Bakanlar Kurulu eski projeyi yeniden yürür-

lüğe koymuştu. Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu da kararın kamu yararına aykırı olduğunu ve yağmaya gerekçe yaratılmak istendiğini söyleyerek yeni bir dava süreci başlatmıştı. Davada Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Ankara Büyükşehir Belediyesi davacı idare olarak yer almıştı. Davayı ele alan Danıştay 6. Dairesi, uyuşmazlık ile ilgili bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermişti.

Bilirkişi heyeti, keşif işlemlerinin ardından raporunu hazırladı. 22 Ekim tarihli raporda, yağmacı belediyelere ders niteliğindeki şu ifadelere yer verildi: n Kentsel dönüşüm, tüm kentlinin haklarının korunmasını garanti altına alabilecek olan planlama sistemi bütününde ele alınmamıştır. Bu nedenle, tüm Ankaralıların sağlığı açısından elzem olan hava koridoru gereği gibi korunamamakta, kamu

alanlarının yoğun olması nedeniyle olanak olduğu halde bu koridoru geliştirme olanağı elden kaçırılmaktadır. n Bireysel haklara riayet edilip edilmediği, yapı stokuna ilişkin tespit fiziki analizler yapılmadığı için belirsizlik taşımaktadır. n Bireylerin kendi yaşama alanlarında yaşamlarını, kendi sosyo-kültürel yapılarına uygun şekilde sürdürme olanaklarının devam edip etmediği veya özgür iradeleri ile zorlanmadan tercihlerini kullanıp kullanmadıkları belirsizdir. n Planlama kararları, topografya, jeolojik yapı, zemin koşulları gibi analizlere dayanmadığından güvenli yaşam alanı oluşturmanın ilk parametreleri dikkate alınmamıştır. n Gecekondu sahiplerine hak ettikleri oranda hakları verildiğinde, kamusal alanların satışından gelir beklentisi olmadığında, kendi kendine yenileme maliyeti çıkaracak şekilde eskiyen kent kısımlarının yenilenmesi ve de üstün kamu yararının da sağlanması alternatifi bulunmaktadır. Bunun sağlanabilmesi için sürecin açık, şeffaf ve katılımlı bir şekilde yürütülmesi, projelerin ve ihalelerin denetlenmesi şarttır.”

Kedi ciğerin peşinde MEHTAP MET‹NO⁄LU Ali Ağaoğlu’nun, “Maslak 1453” isimli son konut projesinin reklam filmi Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Ağaoğlu arasındaki ipleri gerdi. Ağaoğlu reklamda, Fatih Ormanı’nın içinde at üzerinde gezerken soruyor: “Evinizin hemen yanında böyle bir orman olsun istemez misiniz?” Söz konusu reklamın devamında 320 bin metrekarelik alan üzerine inşa edilecek olan beton kütlesi, ormanın tam ortasına oturtulmuş olarak gösteriliyor. Ağaç katliamı yapacaklarını ilan eden bu reklam üzerine, orman yağmasına karşı sosyal medya üzerinden başlatılan imza kampanyasına çok kısa sürede 43 bin kişi katıldı. Tepkiler üzerine Bakanlık harekete geçmek zorunda kaldı. BAKANLIK-A⁄AO⁄LU ATIfiMASI Bakanlığın yaptığı açıklamada projenin Fatih Ormanı sınırları dışında olduğu ve ormanın kullanım hakkının Ağaoğlu’nda olmadığı, herhangi bir tahsisin söz konusu olmadığı ve kamuoyunun yanlış beyanlara itibar etmemesi gerektiği söylendi. Ağaoğlu’dan cevap gecikmedi. Yapılan yazılı açıklamada, Bakanlığın Fatih Ormanları kapsamında tahsisli herhangi bir yer bulunmadığı yönündeki iddiasının gerçeği yansıtmadığı söylendi. Ağaoğlu’nun açıklamasında, Fatih Ormanları'nın bir kısmının mesire yeri olarak kullanımının AKC Limited Şirketi’ne ait olduğu belgelerle ortaya kondu. Ağaoğlu AKC’nin hisselerini parça parça satın

Yurt yok gaz var Ü Fatih Ormanı'nın işletmesini iptal eden Orman Bakanlığı, Ağaoğlu’nun uydudan takip edilebilen yağmasını nasıl görmedi? alarak, ormanın kullanım hakkını da almış oldu. Yalancı konumuna düşen Bakanlık, başlattığı inceleme sonucunda AKC’nin sözleşmesini, izin almaksızın Ağaoğlu'nun grubuna hisse devri yaptığı gerekçesiyle 9 Kasım itibariyle feshetti. GER‹ ADIM MI? Bakanlığın sözleşmeyi iptal etmesinden önce Ağaoğlu, projesinde geri adım atmak zorunda kaldı. Maslak 1453’ün sitesinden "Fatih Ormanları'nın kullanım hakkı bizde" ibaresi kaldırıldı. "MyForest" olarak adlandırılan ve Maslak 1453 yaşayanları için kullanılması planlanan alan da siteden çıkarıldı. Reklam filminde Ağaoğlu’nun at üzerinde Fatih Ormanı’nın içinde koşturduğu kısımlar kesildi. Tüketici Örgütleri Federasyonu, yanıltıcı reklam yayımladığı gerekçesiyle Ağaoğlu’na dava açtı.

BU KAVGA NE D‹YE? Bakanlığın sözleşmeyi iptal etmesiyle Fatih Ormanı mesire alanı için 1 yıl boyunca ihale yapılmayacak. Peki bir yıl sonra ne olacak? Ağaoğlu'nun mesire yerinin işletmesini almasının önünde herhangi bir engel yok gibi görünüyor. Ancak AKC şirketinin 2009 yılında sözleşmeyi imzaladığı ve bir yıl sonra Ağaoğlu'nun hisseleri aldığına bakılırsa Maslak 1453 projesinin temeli 2009 yılına dayanıyor. Bakanlık ya denetim eksikliği yaşıyor ya da başından itibaren her şeyi biliyor. Çünkü Ağaoğlu'na gerekli olan bütün yasal düzenlemeler 2008 yılından itibaren hazırlanmış durumda. Bir yıl sonra yapılan ihale sonucunda, Bakanlık-Ağaoğlu gerilimi kamuoyunun tepkisini dindirmek için yapılan bir danışıklı dövüş olarak anımsanabilir.

2008’de kurulan tezgah *Büyüklü¤ü 5 bin hektar olan Belgrad Orman›'n›n 3 bin hektarl›k alan›, Orman Bakanl›¤›'n›n 03.06.2008 tarihli izniyle 'Fatih Orman› Tabiat Park›'na dönüfltürüldü. Böylece iflletmeye verilmesinin önü aç›ld›. *Fatih Orman› Tabiat Park›'n›n iflletmecili¤i Orman Bakanl›¤› taraf›ndan 09.12.2009 tarihinde AKC isimli flirkete 29 y›l süreyle devredildi. *Devirden sonra orman, fiehircilik Bakanl›¤› taraf›ndan 29.08.2012 tarihinde yap›laflmaya aç›ld›.

niversiteler açıldı ve öğrenci yurtlarındaki sorunlar da arka arkaya patlak vermeye başladı. Ekim ayında İzmir’de yaşanan yurt isyanının ardından bir öğrenci direnişi de Bitlis’te patlak verdi. Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) öğrencileri, Van depremi sonrasında ağır hasar gören ve her an yıkılma tehlikesi altındaki yurtlara yerleştirilmelerine karşı eyleme geçti. 720 yatak kapasiteli yurdu güçlendirilmek için bir senedir herhangi bir adım atmayan Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) ve Bitlis Valiliği, birkaç gün içerisinde güçlendirmenin tamamlandığını duyurdu. Bu hızlandırılmış onarım, öğrencileri tatmin etmedi. 3 Kasım’da KYK önünde toplanan ve “Barınma hakkımız,. söke söke alırız”, "Yaşam hakkımız, söke söke alırız", “Ölmek değil, barınmak istiyo-

ruz”, “Yurt hakkımız engellenemez” sloganları atan üniversiteliler, yanlarında getirdikleri valizleri yaktı. Kürtçe ve Türkçe şarkılar söyleyen, halaylar çeken öğrenciler öğle saatlerinde başlattıkları eylemi akşam saatlerine kadar sürdürdü. Hava karadıktan sonra panzerler ve yüzlerce çevik kuvvet polisi saldırıya geçti. Tazyikli su, gaz bombaları ve ses bombaları arasında bırakılan üniversiteliler, barınma hakları için uzun süre direndi. Polisin saldırısından bir süre sonra dağılan üniversiteliler, ilerleyen saatlerde bir kez daha KYK önünde buluştu. Ateşler yakarak ısınmaya çalışan BEÜ öğrencileri, polisin attığı gaz bombalarının kapsüllerini basına gösterdi ve “Polis istediği kadar saldırabilir, su sıkabilir, gaza boğabilir. Biz barınma hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Vur, kır, parçala yasayı çıkar A

KP için kritik her kanun gibi Büyükşehir Belediye Kanunu Tasarısı da meclisten zorbalıkla geçirildi. Sayıları 16’dan 29’a çıkarılan büyükşehir belediyelerinin yetki alanları ilin mülki sınırına kadar genişledi. MHP yasaya muhalefetini “bölücülük” iddiası üzerinden kurarken, yasanın gerçek amacına perdeleme yaparak AKP’nin işini kolaylaştırdı. Bu perdelemeye rağmen farklı kesimler yasanın gerçek amacını ortaya koydu. Yasayla beraber yeşil alanların, su havzalarının, meraların, kamuya ait arazilerin büyükşehir belediyelerinin tasarrufu altına gireceğine dikkat çeken İnşaat Mühen-

disleri Odası, “Bu bölgeler kentsel dönüşüm alanları olarak değerlendirilecektir” dedi. Mimarlar Odası da kentin giderlerine ortak edilecek olan köylülerin yoksullaşacağına dikkat çekti. Muhtarlar Konfederasyonu Genel Sekreter yardımcısı Süleyman Şen ise kanunun amacını “köylülerin kullanımında olan arazi, mera ve ormanlık alanların imara açılması” olarak ifade etti. Yasanın çıkartılmasındaki tek neden rant değil. AKP, kırsal bölgelerden geleceği düşünülen oylarla İzmir, Antalya, Mersin ve Eskişehir gibi illerde büyükşehir belediye başkanlıklarını almayı hesap ediyor.

Y›k›mlar mafyaya m› ihale ediliyor? 2 Haziran seçimlerinde çılgın projeler açıklayarak inşaat sektöründe ciddi yatırımlar yapacağının sinyalini veren AKP, seçimlerin ardından onca zaman geçmesine rağmen bu projeleri gerçekleştirmezken bu sektörü büyütmek konusunda ciddi adımlar attı. Bu adımlardan biri 20 milyon konuttan 15 milyonunu etkileyecek olan “Afet Yasası” oldu. Afet yasasıyla birlikte gecekondu – çokkatlı demeden hepsine saldırmayı planlayan ve ciddi rantların peşinde olan AKP’nin bu konudaki kararlılığını Recep Tayyip Erdoğan şu sözlerle ifade etmişti: “İktidarımıza mal olsa dahi biz bunu gerçekleştireceğiz”. İktidar rant için adeta fermanları yakmış durumda. Bu rant yasasının adını Afet Yasası koyarak yavuz Osman hırsızlıkta çığır açan AKP, bu süreçte önüne engel olarak Nuri çıkabilecek herkese Orhan saldırmakta kararlı. Bu saldırının ilk hedefi olarak, Bar›nma Hakk› Meclisi yine her zaman olduğu gibi gecekondular bulunmakta. Barınma hakkı direnişlerinin ilk görüldüğü yerler de gecekondu bölgeleri. Ankara’da, 45 ayrı bölgede yaklaşık 50 bin konutu ilgilendiren kentsel dönüşüm projelerinde yeni bir saldırı stratejisi gün yüzüne çıkmaya başladı. Yıllardır var olan ancak son dönemde iyice ayyuka çıkan bu uygulama, aslında bu talan çabasında egemenlerin ne kadar vahşi olabileceğinin kanıtı. Barınma Hakkı Meclisi’nin aktif çalıştığı bölgelerde direnişlerden dolayı kentsel dönüşüm projelerini gerçekleştiremeyen belediyeler, meclisin aktif olarak var olmadığı yerlerdeyse yeni bir saldırı stratejisi geliştirdi. Bu stratejiye göre belediye yıkım işlerini taşerona devretmeye başladı. Mahalle halkının iddiasına göre, yıkım için sözleşme imzalansın ya da imzalanmasın, taşeron şirket bir gecekonduyu yıktığı an belediyeden 6 bin lira para kazanabiliyor. 50 bin konutun olduğunu varsayarsak sadece yıkım işlemi için bile çok yüksek paralar ortaya çıkıyor. Mamak Belediyesi Meclis üyelerinden birinin verdiği bir bilgiye göre, son dönemde Mamak Belediyesi’nin giderlerinde hızla artış gösteren kalemlerden biri “dışarıdan hizmet alımı” oldu. Yani kentsel yıkımın taşerona devredilmesi büyük bir pazar yarattı. Halkın haklarına saldırıda egemenler için en büyük silahlardan biri olan taşeronlaştırma, barınma hakkına savaş açarken akıllara şu soru geliyor: “Elinde polisi, panzeri, dozeri, yıkım ekibi olan belediyenin beceremediğini taşeron şirketler nasıl becerecekler?” Bu soruya yıkım bölgelerinde verilen cevaplar, insanın tüylerini ürpertecek cinsten. Kentsel dönüşümün gerçekleştirilmeye çalıştığı mahallelerde yaşayan halkın iddiasına göre bu taşeron uygulama zaten bir kılıf. Halk taşeron şirketlerin mafya eşliğinde yıkımları gerçekleştirmeye çalıştığını söylüyor. Panzerle, dozerle girilemeyen yerde, yani devletin “yasal” şiddet aygıtlarının yetmediği yerde ihaleyi asimetrik savaş yöntemleri, yani mafya alıyor. Görüştüğümüz kimi mahalleliler, tehditlerin ve saldırıların başladığını anlatıyor. Kısacası yıkım taşeronları, evlerine göz koyduğu halka “silah gösteriyor”. Ve o silah her an patlayabilir. Halkın anlattığı bu iddialar doğruysa özellikle gecekondu bölgelerinde gerçekleştirilmeye çalışılan kentsel dönüşüm projelerinde bu mafya grupları çok fazla görünecek gibi duruyor. Bu gerçeklik karşısında da hemen aklımıza “14 Ekim günü Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu temsilcisi Tarık Çalışkan’ın evini kurşunlayanlar acaba bu çapulcu çeteler mi?” şeklinde bir soru geliyor. Kısacası barınma hakkı mücadelesi, afet yasasıyla birlikte uzun vadeli ve daha çetrefilli bir yola doğru ilerliyor. Barınma hakkı mücadelesinde, sadece gecekondularda verilen mücadelenin ötesine doğru ilerlenirken AKP de saldırı stratejilerini oluşacak dirence göre belirleyecek. Ve AKP’nin bugüne kadar gecekondulardan öğrendiğine bakarsak artık şiddet sadece “legal” biçimleriyle değil “illegal” biçimlerde de karşımıza çıkacak. Şirket kılığına girerek, resmi ihalelerden galip çıkarak, piyasadan aldıkları “yetki” ile barınma hakkımıza “yasal mermisiyle” mafyalar yaklaşacak. AKP’nin ekonomi politiğinin mesnet noktalarından biri olan bu saldırıya karşı barınma hakkı savunucuları barikatları güçlendirmeye başladı bile. Barikatların arkasında bekleyenler evlerine ve mahallelerine değil mafyayı, bir tek halk düşmanını bile sokmayacaklar; bu böyle biline!

1

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

AKP’nin yeni tafleron düzeni ükümetin 2013 yılı programına aldığı konulardan biri de “taşeronluk” meselesi. Hatırlayacağınız gibi 20 yıldır emekçilerin ağzından emdiği sütü burnundan getiren “taşeronluk” sistemine 10 yıldır sesini çıkarmayan AKP iktidarı 2012 yaz aylarında Çalışma Bakanı aracılığıyla sessizliğini bozmuş ve taşeron işçilerin dertlerine çare bulacaklarını açıklamıştı. Buna benzer ifadeler 2013 programında da yer almış. Programda “İş hukuku mevzuatında yer alan alt işverenlik uygulaması çalışanlar açısından sosyal ve ekonomik hak kayıpları yaratması sebebiyle sorun olarak önemini korumaktadır” denilerek alınacak tedbirler konusunda şöyle denmiş: “Alt işverenlikle ilgili mevzuat ve uygulamadan kaynaklanan sorunlar giderilecektir. Asıl işveren-alt işveren ilişkisinde işveren ve işçi kesimlerinin yaşadığı sorunların çözümüne ve işçilerin uğramış oldukları sosyal ve ekonomik hak kayıplarının giderilmesine yönelik iş hukuku mevzuatında değişiklik yapılacak ve bu alandaki denetimler etkinleştirilecektir.” Taşeron sistemine ilişkin hükümet programından önce açıklanan Ulusal İstihdam Stratejisi’nde ifade edildiği gibi, İş Kanunu’nun 2. maddesinde gerekli düzeltmeler yapılarak hükümetin ve sermaye sınıfının başının ağrıması engelleniyor. Buna göre sendikal mücadelede önemli bir hukuk mevzisi kazanılmasına neden olan “asıl işin taşerona verilemeyeceği” anlamına gelen bölüm, küçük bir düzeltmeyle kaldırılıyor ve artık her türlü işin taşerona verilebileceği yeni bir düzen kuruluyor. Böylelikle sendikaların bölge çalışma müdürlüklerinden veya yargıdan çıkarttığı “muvazaa” kararlarının alınması imkansız hale getirilmeye çalışılıyor. Gerek hükümet programı gerekse de İstihdam Stratejisinde yer alan ifadelerden anladığımızı önümüzdeki dönem taşeron sisteminde önemli değişikliklerin gerçekleşeceği… Hükümeti bu konuda adım atmaya zorlayan ne olabilir diye sormadan geçmeyelim… Taşeron sistemi tam bir kölelik düzeniydi. AKP bu konuda neden bir değişiklik yapmayı gerekli gördü? Birincisi bugüne kadar taşeronlaşmanın en önemli gerekçesi olan kölece çalıştırma düTufan zenini bu şekilde sürdürmenin Sertlek imkanı zorlaştı. 90’lı yılların başından beri hiçbir yasal hakkın Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu doğru dürüst kullanılmadığı bu sistemde özellikle Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası’nın başlattığı mücadele sonrasında sermaye sınıfının taşeron işçilere yaptığı “büyü bozuldu”. Artık hangi işkolundan olursa olsun taşeron işçiler köleliğe boyun eğmek istemiyor , “sendika yasak” palavrasına kanmıyor ve sorunlarına çözüm arayışına yöneliyor. İkincisi, kapitalist düzenin kendi mantığı açısından da önüne gelenin 3 kuruş sermaye ile temizlik şirketi kurup işçi simsarlığına soyunduğu kara düzen yürüyen bir kapitalizm yerine iş kanununda yapılan bir değişiklikle her türlü işin taşeronlaştırılabildiği ve ancak büyük sermaye gruplarının yerine getirebileceği koşulları içeren yeni düzenlemelerle piyasanın biraz daha hizaya sokulması ihtiyacı olabilir. Böylece kuralsız çalıştırmanın yaygınlaştırılacağı, kural haline getirileceği ve bu uygulamaların kurallarının konulacağı bir sistem kurmak, AKP açısından akıllıca bir tedbir olarak görünüyor olsa gerek. Sonuç olarak AKP taşeron sistemini yeniden düzenlerken bir taşla iki kuş vurmayı hedefliyor. Hem taşeron işçilere bazı hakları veriyormuş gibi bir görünüm yaratarak aslında sadece yasal haklarını kullanabilecekleri bir çalışma düzeni yaratıyor ve böylece kurnazca sendikal mücadelenin önünü kesmeyi hedefliyor; diğer taraftan da bu alanda piyasada daha büyük sermaye gruplarının yer almasını sağlıyor. Peki bu yeni düzenin taşeron işçilere getireceği yeni ne olacak? Hiçbir şey. Zaten son 5 yıldır sürdürülen sendikal mücadele ile pek çok işyerinde asgari yasal haklar belli ölçülerde sağlanmıştı. Peki yasalarda olan yıllık izin, emeklilik vb. hakların yanında işçilerin en önemli beklentisi olan asgari ücret köleliğine son verilebilecek mi? Kasım ayı başında Çalışma Bakanı’nın düzenlediği toplantıda söz alan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Kutadgubilik’in orada utanmazca dile getirdiği “alt işverende çalışan gayet ucuz olmalı” sözleri sorunun cevabını yeterince açık olarak veriyor. Yani kısacası taşeron işçiye sendikal mücadele yollarında onurlu yürüyüşüne devam etmekten başka çare görünmüyor.

H

DİSK’e güç verecekler E

nerji-Sen ve Devrimci Turizm İşçileri Sendikası, DİSK Yönetim Kurulu'nun oy birliği ile DİSK'e üye oldu. DİSK Yönetim Kurulu yaptığı açıklamada, Enerji-Sen ve Dev-Turizm-İş sendikalarının güvencesizleştirmeye, taşeronlaştırmaya ve hak kayıplarına karşı verdikleri mücadelenin sınıf mücadelesinde DİSK’e zenginlik katacağı inancıyla DİSK üyeliklerine oybirliğiyle karar verildiğini belirtti. 2006 yılında DİSK'e katılma kararı alan EnerjiSen, 2010 yılında tekrar üyelik başvurusunda bulunmuştu. 2011 yılında kurulan Dev-Turizm-İş Sendikası ise ilk genel kurulunda DİSK'e katılma kararı almıştı. Taşeron enerji işçilerinin direnişleriyle adını duyuran Enerji-Sen yayımladığı basın metninde, “Bu karar Türkiye işçi sınıfı ve tüm enerji işçilerine kutlu olsun” dedi. Basın metninde ayrıca DİSK üyeliğinin kabulü kararının sadece enerji işçileri için değil DİSK örgütlülüğü için de tarihsel bir anlam taşıdığı görüşüne yer verildi.

M E T A L

‹ fi Ç ‹ L E R ‹ N ‹ N

‹ S Y A N I

B Ü Y Ü Y O R

Sarı sendikaya işgalli eylem söyledi. BMİS tarafından yapılan açıklamada son olarak şu görüşlere yer verildi: “Metal patronlarının işçilere şiddet uygulayarak kabul ettirmeye çalışan, işçi kanı dökmeyi sıradan bir uygulama haline getiren bu çetenin, binlerce metal işçinin kendi iradesi, kararlılığı, biriken öfkesi ile dağılacağı günler çok uzak değildir.”

EVR‹M ÇAKIR

B

ursa Organize Sanayi Bölgesi’nde yeralan Oyak Renault’da çalışan metal işçileri, Türk Metal Sendikası’nın hazırladığı toplu sözleşme taslağı teklifi ile yapılmak istenen düşük ücret zammına karşı fabrikayı işgal etti. İşgal eyleminde 1500 işçi 7 saat boyunca üretimi durdurarak sarı sendika Türk Metal’i ve Renault patronlarını protesto etti. Fabrika içerisinde 16.0024.00 vardiyasında çalışan işçiler işgal eylemini sürdürürken, Renault patronları gece vardiyasını iptal etti. Vardiyanın iptal edilmesine rağmen metal işçileri kendi imkanlarıyla fabrika önünde bir araya gelerek içerdeki arkadaşlarıyla karşılıklı sloganlar atarak eyleme geçti. Gece vardiyasından çıkan Bosch işçileri de Renault işçilerinin eylemine destek vermek için fabrika önüne gitmek istedi. Ancak içerisinde Türk Metal yöneticilerinin de bulunduğu bir grup faşist fabrikanın yanında Bosh işçilerine saldırdı. Fabrikanın yanında polis karakolu bulunmasına rağmen saldırıya müdahale edilmeyerek göz yumuldu. Saldırıda yaralanan üç işçiden birinin kolu kırılırken iki işçi de kafalarına aldıkları darp sonrası hastaneye kaldırıldı. ‘22 ‹fiÇ‹ FABR‹KAYA SOKULMADI’ Yapılan eylemin ardından 22 Renault işçisi işten çıkarıldı. Fabirkaya giden 16.00-24.00 vardiyasında çalışan işçilerden 22’sinin işe giriş çıkış kartları iptal edildi. İşçiler işten çıkarıldıklarını

Renault, Arçelik, Tofaş, Bosch... Metal işçilerinin düşük ücret zammına ve patron, AKP, Türk Metal işbirliğiyle sendika seçme özgürlüklerine karşı uygulanan baskıya öfkesi büyüyor fabrikadan çıkan işçilere duyurarak fabrika önünde bir eylem yaptı. Toplu sözleşme teklifi karşısında metal işçilerinin protestoları 9 Kasım’da başladı. Renault işçileri 10 Kasım’da da fabrikanın yemekhanesinde Türk Metal’i protesto etti. Eskişehir’de de 9 Kasım’da binin üzerinde Arçelik işçisi fabrikanın servislerine binmeyerek bir yürüyüş yaptı ve Türk Metal yönetimini istifaya çağırdı. Saatlik ücretleri 5,50 ile

6,90 TL arasında olan işçiler 2002, 2004 ve 2006 tarihinde işe girenler. Bu işçiler büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu işçiler düşük zamlar nedeniyle aynı işi yapan ve 2002 öncesi işe giren işçilere göre çok düşük ücret alıyor. Türk Metal’in hazırladığı Toplu Sözleşme taslağına göre, 2002’den sonra işe giren ve 5,50 TL saat ücretinin altında kalan işçiler için 40 kuruşluk zam isteniyor. Renault’da çalışma biçiminin bant sistemi olması nedeniyle nefes bile aldırılmayan metal işçileri,

Türk Metal’e ve toplu sözleşme teklifinine sessiz kalmıyor. ‘BU ÇETE NE KADAR HÜKÜM SÜRECEK?’ Birleşik Metal İş Sendikası (BMİS) Yönetim Kurulu Renault’da metal işçilerinin işgal eylemi ve işçilere yönelik faşist saldırı ile ilgili açıklama yaptı.“Devlet Bursa Organize Sanayi Bölgesi’ni Türk Metal’in çetelerine mi teslim etmiştir?” diyen BMİS, Türk Metal’in işçilere yönelik saldırılarına tepki

gösterdi. Açıklamada saldırıyı gerçekleştirenler arasında Türk Metal yöneticilerinin yer aldığı belirtildi. Saldırının ilk defa olmadığına dikkat çekilen açıklamada, nisan ayında da basın açıklaması yapmak isteyen Bosch işçilerine Türk Metal üyelerinin saldırdığı hatırlatıldı. BMİS ayrıca saldırılarla sadece Bosch işçilerine değil, Türk Metal sendikasına tepki gösteren bütün fabrikalardaki işçilere gözdağı verilmek istendiğini de

TÜRK METAL ‹Ç‹N ÇALIfiMA BAKANLI⁄I DEVREDE 6 bin işçinin BMİS’e üye olmak istemesine karşı, çetelerden önce Çalışma Bakanlığı devreye girdi. Bakanlık, işyerinin çoğunluk tespitini hiçbir sendika için yapmazken Bosch’da süreci hızlandırdı ve BMİS örgütlenmesini engelleyerek Türk Metal’e yetki verdi. Sendikalar Yasası Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı ve 7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu yasa yayımlanmadığı için 2012 Şubat ayından itibaren Türkiye’de hiçbir sendikanın talebine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yanıt veriliyordu. Bakan Faruk Çelik yaptığı açıklamalarda 1700’ün üzerinde işyerinde, 200 binin üzerindeki işçinin toplu sözleşme yetki başvurularının yasa çıkmadan dikkate alınmayacağını söylüyordu. Bosch işçileri Türk Metal Sendikası’ndan istifa ederek Birleşik Metal İş sendikasına üye olmak istemiş, talepleri hem yasanın yürürlüğe girmesiyle askıya alınmış hem de Türk Metal’in işçilere yönelik tehdit ve saldırılarıyla engellenmeye çalışılmıştı.

‘İki sendikanın çatışması değil işçilerin sarı sendikaya öfkesi’

Ayhan Ekinci

D‹SK Güney Marmara Temsilcisi ve Bursa Birleflik Metal-‹fl Baflkan› Ayhan Ekinci, iflçilerin iflgal eylemini ve süreci Halk›n Sesi muhabirine de¤erlendirdi. Ekinci, Toplu Sözleflme Tasla¤›’na karfl› birçok fabrikada iflçilerin tepkilerinin sürdü¤ünü belirtti. “Bu iki sendikan›n çat›flmas› de¤il iflçilerin sar› sendikaya tepkisi ve tasla¤›n geri çekilmesi talebidir” diyen Ekinci, Renault’da, Arçelik’te ve TOFAfi’ta iflçilerin tepkilerinin sürdü¤ünü de sözlerine ekledi. Ekinci, fabrikada iflçiler eylemlerine devam ederken fabrika önüne destek için gelen Bosch iflçilerine Türk Metal yöneticilerinin de

aralar›nda bulundu¤u bir grubun sald›rmas› gibi olaylar›n yafland›¤›n› ancak patronlar›n ve Türk Metal’in bask›lar›na ra¤men iflçilerin direnifllerine devam edece¤ini dile getirdi. Ekinci ayr›ca Bosch’un örgütlenme sürecinde de iflçilere yönelik sald›r›lar yafland›¤›n› dile getirdi. Türk Metal’in örgütlenmesinde devreye Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’n›n girdi¤ini söyleyen Ekinci flunlar› söyledi: “Sendikalar yasas›n› Cumhurbaflkan›’n›n onaylamas›ndan bir gün sonra Resmi Gazete’de yay›mlanmamas›na ra¤men Türk Metal Sendikas› yöneticileri ellerinde belgeyle BOSCH’a giderek yetkili sendika olduklar›n›

söylediler.” “Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›, yasan›n Resmi Gazete’de yay›mland›¤› tarihte daha hiçbir iflyerinin ço¤unluk tespit talebini incelememiflken sadece Bosch iflçileri için sar› sendikan›n eline yaz› tutuflturarak propaganda için iflyerine gönderdi. Bakanl›k taraf›ndan Birleflik Metal-‹fl’in 4 May›s tarihli baflvurusuna yan›t verilmezken, Türk Metal’in 10 Eylül tarihli baflvurusu, yine ço¤unlu¤u olmamas›na ra¤men yan›tland›. ‹flçilerin sendika seçme özgürlü¤ü, hükümet, sar› sendika ve sermaye iflbirli¤i ile gasp edilmeye çal›fl›l›yor.”

Emsal direniş, emsal dava Samsun’da Dev Sağlık-İş üyelerinin direnişi kazanımlarla sürüyor. İşçilerin kararlılıkla sürdürdükleri mücadele sonucu, taşeron şirket sahibi hapis cezası aldı

S

amsun Gazi Devlet Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş üyesi işçilerin taşeron şirket patronlarının sendikal örgütlenmeyi engelleyen tutumuna karşı yürüttükleri hukuki mücadele kazanımla sonuçlandı. Sendikaya üye oldukları için işten çıkarılan işçilerin hastane önünde başlattıkları direniş, kazanımlarla sürüyor. Sendikaya üye oldukları için önce tehdit edilen sonra da işten çıkarılan işçiler, taşeron şirket sahibinin sendikal örgütlenmeyi engellemesine karşı dava açtı. Açılan davada mahkeme patronu suçlu buldu. SEND‹KA DÜfiMANLI⁄I SUÇ! Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde taşeron şirket patronlarının sendikal örgütlenmeyi engelleyen tutumuna karşı yürütülen hukuki mücadele kazanımla sonuçlandı. Dev Sağlık-İş işyeri temsilcisi Esra Kadriye Savaşlı’nın şikayeti üzerine taşeron şirket sahibi Kadir Yener hakkında "cebir ve tehdit kullanarak sendikal faaliyeti engelleme" suçlamasıyla dava açıldı. Samsun 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme

“sendikalı işçi istemiyorum” diyen Atlas Şirket sahibi Yener’in "tehdit kullanarak sendikal faaliyeti engelleme" suçunu sabit gördü. Mahkeme, Yener'e bir yıl hapis cezası verdi. Yener'in bir yıllık hapis cezası 10 aya indirilerek para cezasına çevrildi. ‘SEND‹KALI ‹fiÇ‹ ‹STEMEM’ Atlas şirketi, Samsun Gazi Devlet Hastanesi'nde ihaleyi aldıktan sonra 7 Temmuz 2011'de işçilerle bir toplantı düzenledi. Hastane yöneticilerinin de katıldığı bu toplantıda taşeron şirketin sahibi Kadir Yener sendika üyesi işçileri tehdit etti. Yener işçilere, "Burada sendikalı işçiler varmış, ben sendikalı işçi istemiyorum. İstifa edip gelin, istifa yazısını getiren yeniden işbaşı yapar" diyerek hastanede örgütlü bulunan Dev Sağlıkİş’in üyelerini hedef aldı. Toplantıda bulunan Dev Sağlık-İş iş yeri temsilcisi Esra Kadriye Savaşlı söz alarak taşeron şirket sahibi ve hastane yöneticilerine sendikadan istifa etmeyeceğini beyan ettikten kısa bir süre sonra işten çıkarıldı.

D‹REN‹fiTE NELER YAfiANDI? Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde işten çıkarılan Dev Sağlık-İş üyesi işçiler işe geri iade talebi ile hastane önünde çadır kurarak 26 Ocak 2011’de direnişe başladı. Hastanenin taşeron firmalar üzerinden çalışan Dev Sağlık-İş Samsun Temsilcisi Yüksel Arslan, Dev Sağlık-İş üyeleri Songül Akın, Ali Arslan, Cemalettin Kömpe ve Kadriye Esra Savaşlı da işten çıkardı. Direnişleri boyunca birçok kez polis saldırısına uğrayan işçiler, hastanenin özel güvenlikçileri tarafından da darp edildi. İşçiler, işe iadelerinin yapılması için hem İl Sağlık Müdürlüğü önünde hem de Valilik önüne kendilerini zincirledi. Dev Sağlık-İş üyesi işçilerin hastane önünde çadır kurarak başlatıkları direniş 656 günü geride bıraktı. İşçilerin sendika düşmanı taşeron şirket sahibine açtıkları dava, sendikal örgütlenme önünde uygulanan engellemeler için emsal nitelikte.

Valilik önünde kendilerini zincirleyen iflçiler, ‘‹flimizi geri istiyoruz’ demiflti.


9

EKONOMİ 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

ULUSLARARASI DERECELEND‹RME KURULUfiLARINDAN AKP’YE GEÇER NOT

Baflbakandan inciler B

aşbakan Tayyip Erdoğan Almanya Başbakan’ı Angela Merkel ile yapılan basın toplantısında İngiltere’nin ‘sakın ha “Eurozone” a girmeyin’ dediğini ve hatta ‘siz de TL Zone yaparsınız’ şeklinde öneride bulunduğunu açıklarken kendisinin de benzer şekilde düşündüğünü sözlerine ekledi. Başbakan Erdoğan’ın bölgesel para birliği kurma fikrinin mümkün olmadığını düşünebilen yetkililer destek olmak için konuyu farklı şekilde ele alarak durumu toparlamaya çalıştılar. Bu şekilde yaparak hem durumu toparlayıp hem de Başbakan’a desteklerini sunma imkânı buldular.

‘Uşaklığının devamını dileriz’ Fitch not artırma kararı ile AKP’nin finans sermayesine mutlak bağlılığını takdir ettiği gibi, aksi durumda not indiriminin her an gelebileceğini göstererek AKP’ye ‘hizayı bozma’ diyor ENG‹N DURAN

U

luslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Türkiye ekonomisinin notunu durağandan yatırım yapılabilir ekonomiler seviyesine çıkardı. Uluslararası sermayeye güven mesajı veren bu karar ile Türkiye’ye daha çok yabancı sermaye geleceğini düşünen hem sermaye hem de AKP çevresinde karar sevinçle karşılandı. Fitch’in bu kararı ile AKP’nin sermaye dostu ekonomi politikaları takdir edilirken, bu notun geçerliliğini koruması için de AKP’nin mali disiplin politikasını uygulamaya devam etmesi salık verildi. Aksi halde not indiriminin her an gelebileceği tehdidi ile AKP’ye bir yandan da gözdağı verildi. DÜN DÜNDÜR… Kararı değerlendiren Tayyip Erdoğan “Fitch'in Türkiye'nin kredi notunu artırması uluslararası yatırımcılar için teşvik edici bir işleve sahiptir. Bizim elimizi de güçlendiren bir araç durumundadır. Bunu olumlu buluyor, ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyoruz” sözleriyle kararın geç bile kaldığını belirtti. Aynı Erdoğan, bir başka kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s (S&P) Türkiye’nin kredi notu görünümünü pozitiften durağana çevirince “Tamamen ideolojik bir yaklaşım. Bunu Tayyip Erdoğan’a

yutturamazsın”diye çıkıştı. Daha da ileri gidip “Kendi kredi derecelendirme kuruluşumuzu kurarız” diyen Erdoğan, Fitch’in kararı sonrası Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomiye yönelik eleştirilerini cevaplarken “Fitch gibi çok önemli bir uluslararası kuruluş, 18 yıl sonra Türkiye'nin notunu bu seviyeye çıkartarak, Türkiye ekonomisinin ne denli başarılı olduğunu ortaya koydu” dedi. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da, Fitch uyarılarda bulunduğunda; “Fitch yine fitchliğin yaptı” demişti. Aynı batan, not artırımından sonra “muhalefetin Türk ekonomisinin iyi olmadığını iddia ettiğini belirten Çağlayan, "Dün cevabı bizim vermemize gerek kalmadı, cevabı Fitch verdi" diyerek aylar önce hakaret ettiği Fitch’i referans alarak muhalefeti eleştirdi. Gelişmeler, AKP’nin Fitch’e yönelik değerlendirmelerinin objektiflikten uzak olduğunu ve kurumun, kendisi hakkında pozitif not verdiğinde dikkate alınacağını gösterdi. NOT ARTIRIMI GÜVENCELER‹ Fitch’in not artırımı kararını değerlendiren Prof. Dr. Korkut Boratav, bu kararın özellikle Amerika’nın aynı zamanda Avrupa Merkez Bankası’nın ekonomik krize çare olarak piyasaya para aktardığı döneme denk geldiğine dikkat çekerek, kararla birlikte kemer sıkma politikaları karşılığında ülkelerin borç

Hayali ihracatın yeni adı: ‘Altın’ T

ÜİK’in dış ticaret verilerine göre eylül ayında ihracat yüzde 21 artarak 13 milyar dolar olurken ithalat yüzde 6.4 azalarak 19.8 milyar dolar oldu. Son 9 aylık dönemde 10.7 milyar dolarlık altının 6.4 milyar dolarlık kısmı İran’a. 3.2 milyar dolarlık kısmı ise BAE’ye (Birleşik Arap Emirleri) ihraç edildi. Altın uzun süredir İran’a uygulanan uluslararası ambargo nedeniyle ödeme aracı olarak kullanılıyor. Türkiye alınan petrol ve doğalgaz bedelini altın olarak ödüyor ve kâğıt üzerinde dış ticaret açığı azaltılıyor. Türk Mücevher İhracatçılar Birliği Başkanı Ayhan Güner, İran’ın Türkiye’den altın alımını artık BAE üzerinden yaptığını doğruladı. İran’a yapılan altın ihracatının ağustos ayında azalması ve hemen ardından BAE’ye yapılan altın ihracatının artmasının önemli bir gösterge olduğunu belirten Güner, özellikle Dubai’ye yapılan altın ihracatının arttığına dikkat çekti. Reuters’in haberine göre de Dubai’ye gelen altınlar gemi ile İran’a taşınıyor ve bu sayede İran’a altın ihraç edilmemiş gibi gösterilebiliyor. Bu ödeme aracının tıpkı dolar gibi işlevi olmasına rağmen ihracat yapılıyormuş gibi gösterilmesi sadece ihracat rakamlarının şişmesine değil aynı zamanda dış ticaret açığının da olduğundan az gösterilmesine yol açıyor. Altının ihracat rakamlarında yer alması bir yandan da büyüme rakamını şişiriyor. 2012 ikinci çeyreğinde yapılan hayali altından arındırılmış büyüme rakamı yüzde 3,2 değil 2,5 olarak açıklanacaktı. Altın ihracatı toplam ihracattan çıkarıldığı zaman ihracat artışı 3.5 milyar dolar olurken, Dünya gazetesinin haberine göre de TÜİK’in açıkladığının aksine artış yüzde 21 değil yüzde 9 olarak gerçekleşti.

kâğıtlarının satın alınacağı mesajının verildiğini belirtti: “Bizde ise söz konusu likidite bolluğuna ‘aman para gelsin de başımın ağrısı geçsin’ deniyor. Hatırlanacağı gibi geçen yıl Türkiye’nin notu borç kriziyle mücadele eden ülkelerin notundan bile daha düşüktü. 2001 krizi sonrasında Türkiye’nin puanı düşük tutuldu. Ancak dünya ekonomisindeki kötü gidişe bakılarak bu dönemde Fitch Türkiye’nin notunu artırdı. Böylelikle Fitch uluslararası yabancı sermayeye ‘Getirin paranızı bu ülkeye yatırın. Yüksek dış borç ve cari açığa karşın devlet borçlarınızı karşılayabilir’ diyerek yol göstermiş oldu. AKP hükümeti ise böylelikle uluslararası finans kapitale ‘Siz paranızı getirin. Biz riskinizi azaltır, kârınızı arttırırız’ mesajını daha güçlü dile getirmiş oldu.” Boratav’ın belirttiği gibi AKP finans kapital için riskleri azaltmak adına vergi politikasıyla dolaylı vergilere yüklenerek bütçe açığını azaltırken; Merkez Bankası da para politikalarıyla döviz kurunu belirli seviyelerde tutarak, yabancı para ile Türkiye’de yatırım yapanların par-

alarını ve karlarını alıp giderken döviz kurundan zarar etmelerini önleyecek. EMEKÇ‹LER‹N ÇIKARI SÖZ KONUSU DE⁄‹L Kararı değerlendiren iktisatçı Prof.Dr. Erinç Yeldan, teknik hesaplamalarla finans kapital için en az riskli alanların tespit edildiğini ve bu kredi derecelendirme kuruluşlarının da buna hizmet ettiğini belirtti. Ayrıca Yeldan, “Yüksek dış borç, ucuz ithalat ve ucuz işgücüne dayalı olan bu ekonomik anlayış, ithalatın sıcak para girişiyle karşılanmasına dayanıyor. Yüksek işsizlik ve düşük sanayileşme bedelinde uygulanan bu politikalar, geniş toplumsal kesimler için ciddi tehlikeleri barındırıyor. AKP ise yalnızca dar bir finansal çevre için yüksek kâr getirecek bu kararı sanki tüm toplum için önemliymiş gibi göstererek siyasal propagandasının bir parçası haline getiriyor” sözleriyle kararın emekçilerin çıkarı için değil sadece mali sermayenin kısa vadeli çıkarları doğrultusunda alındığını ve AKP’nin de bu mali sermayenin çıkarlarının devamlılığı için Fitch’in kararını coşkuyla

karşıladığını belirtti. HALKIN YÜKÜ ARTACAK Fitch’in kararı sermayeyi rahatlatırken, halkın sırtına binen bütçe açığı yükünün de artarak devam edeceğini tescilledi. 2013 yılı için yeniden değerleme adı altında yapılacak zam oranı da yüzde 7.8 olarak açıklandı. 1 Ocak’tan itibaren emlak vergisinden, motorlu taşıtlar vergisine kadar birçok kaleme bu oranda zam yapılacak. Bütçe açığının azaltılması ve mali disiplinin devam etmesi noktasında AKP’nin kararlılığı övülürken, son yapılan elektrikten doğalgaza zam furyası bir bakıma takdir edildi. Ayrıca önümüzdeki iki yıl boyunca not artırımı yapılmayacağı da belirtilerek AKP’ye adeta; ‘ben yapacağımı yaptım artık gerisi sana kalmış’ mesajı verildi. AKP’nin en azından bu not artırımını kaybetmemek için bütçe açığının azaltılması konusunda vergi yükünün çoğunluğunu halka yükleme politikasında ısrarcı olacak. Not artırımından dolayı gelecek muhtemel sıcak para AKP’nin yabancı sermayeye olan bağımlılığını biraz daha artıracak. Gelen paranın kaçmaması için riskleri azaltmak da AKP’nin asli görevi olacak. Bu görevlerden bir tanesi de bütçe dengesi olduğu için önümüzdeki süreçte; yeni zamlar ve sosyal güvenlik kesintileri ile bütçe dengesi tutturulmaya çalışılacak.

İnşaat patronlarının ölüm kalım kavgası R

ekabet Kurumu'nun faizleri ortak belirlediği iddiasıyla bankalar hakkında soruşturma başlatmasından, Fitch’in faiz oranlarını düşürmesi beklenen not artırımı kararından sonra, krizin soluğunu ensesinde hisseden inşaat sektörü atağa geçti. Bankalar karşısında sektörün pazarlık gücünü artırmak için haberler yayımlanmaya başladı. Bankalara yönelik Rekabet Kurumu soruşturmasını haberleştiren Sabah gazetesi, sermaye içi kritik bir paylaşım savaşını gözler önüne serdi. Sabah gazetesinden İbrahim Acar imzalı bir haberde, bankaların inşaat sektörünü de terörize ettiği savunuldu. Haberde, bankaların yurtdışından ucuza para bulurken bunu içerde pahalı

İnşaat sektörü zora girdikçe, patronlar da “kedidir kedi” refleksleri gösteriyor satmalarına dair inşaatçıların tepkisine yer veriliyor. Haberin bütününe bakıldığında sadece geçmişe dair bir şikayet değil, özellikle Fitch’in not artırımından sonra görece ucuzlaması bek-

Otoyollarda Deli Dumrul özelleştirmeleri

1

lenen dış borçlanma olanaklarının sadece bankaların kar artışına yaramasını istemeyen inşaat sektörünün proaktif tepkileri göze çarpıyor. Asıl olarak bankalar

975 km’lik otoyol ve boğaz köprülerinin satışı için 31 Ekim tarihinde yapılan ihaleye 3 ayrı şirketler birliği (ortaklık) teklif verdi. Koç, Doğuş, Ülker, Akfen, Nurol sermaye grupları kendi aralarında ortaklıklar kurarak ihaleye katıldı. AKP’nin bu özelleştirmelerden beklediği gelir 6 milyar dolar iken satılan tüm yol ve köprülerden son 3.5 yılda 2,1 milyar dolarlık gelir sağlandı. Dolayısıyla, yolların ve köprülerin 25 yıllık kullanım

karşısında pazarlık gücünü artırmayı hedefleyen haberde TÜSİAD’a da laf söylenmeden geçilmiyor. TÜSİAD şirketlerine, yıllık yüzde 7 gibi düşük orandaki faizlerle kredi verdiği iddia edilen bankaların, konut sektörüne ve müşterilerine yüzde 14 seviyesinde faizle kredi kullandırmasına inşaatçıların isyan ettiği ifade ediliyor. Haberde görüşlerine yer verilen müteahhitler, her sektörde olduğu gibi inşaatta da az sayıda şirkette sıkıntı olabileceğini ancak bunu genele yaymanın Türkiye'ye zarar vermek anlamına geldiğini belirtiyor. İnşaat sektörünün içinde bulunduğu zor durum ise “Banka profesyonellerinin çıkardığı dedikodular” olarak geçiştirilmeye çalışılıyor.

SIZ YANLIfi ANLADINIZ Durumu kurtarmak için ilk açıklamalardan birisi TİM(Türkiye İhracatçılar Meclisi) Başkanı Mehmet Büyükekşi’den geldi; “ Başbakan para birimlerinin tekleştirilmesinden çok, TL üzerinden dış ticareti kastediyor “ derken, THY Üniversitesi Rektörü Ünsal Ban ise Başbakan’ın TL Zone derken “Türkiye’nin TL ile AB’ye girmesi gerektiğini kastettiğini” açıkladı. Benzer şekilde Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da “ Başbakan’ın çok iyi düşündüğünü ve kendilerinin de Başbakan’dan aldıkları talimatlar doğrultusunda dış ticarette TL kullanımını artırmaya çalıştıklarını” açıklayarak Başbakan’a desteklerini Engin sundu. Duran engin.duran fiAKA OLSA GEREK @yahoo.com Başbakan Erdoğan’ın açıklamasını TL Zone’un gerçek anlamını dikkate alarak değerlendiren bazı iktisatçılar TL Zone’un mümkün olmadığını yorumunda birleştiler. Skytürk haber kanalında “Ekonomi Gündemi” programını sunan Murat Sabuncu ve Uğur Gürses, Başbakan Erdoğan’ın TLZone hakkındaki sözlerinin ancak şaka olabileceğini, böyle bir birlikteliğin hangi ülkeler ile hangi koşullarda kurulabileceği ve bu ülkelerin bu duruma nasıl ikna edilebileceği gibi soruların yanıtsız kalacağını ifade ettiler.

MÜMKÜN DE⁄IL Parasal birliğin oluşabilmesi için bir ülkenin ya ihracat ile ekonomik güç oluşturarak ya da askeri güç kullanarak herhangi bir bölgede hâkim güç haline gelmesi gerekiyor ki parasal birlik için diğer ülkeleri katabilsin. Örneğin Avrupa’da eurodan oluşan parasal birliğin devam etmesini en çok isteyen Almanya ve elinde bulundurduğu parasal güç ile bunu sürdürmeye çalışıyor. Çünkü parasal birlik üyesi ülkelere ihracat yapıyor ve bu durumdan ortak parayı kullandığı için daha karlı çıkıyor. Türkiye ise dış ticaret fazlası vermeyi bırakın, sürekli kronik cari açığı olan bir ekonomi. Dolayısıyla, ihracat gücü ile bölgesel bir birlik oluşturması mümkün değil. Geriye sadece askeri gücü kullanma ihtimali kalıyor TL Zone oluşturabilmek için. Belki de Başbakan’ın da kastettiği böylesi bir güçten doğacak bir birliktir. Ama önce bunun nasıl olacağını bize akıl ve vicdan içeren bir çerçevede açıklaması gerekir. Eğer o da değilse demek istediği, o zaman mantık çerçevesinde bir açıklama gerekir tabii bulunabilirse.

‘TL ZONE’

İ

ngilizce olan “Zone” kelimesi Türkçe’ de “bölge” olarak kullanılmakta. Herhangi para biriminin bir bölgede tek para birimi olarak kullanılması ve paranın tek bir merkez bankası tarafından yönetilmesi durumunda, o bölgeye para biriminin ismiyle birlikte örneğin “eurozone” denilmekte. Eurozone olarak kullanılan kavram bölgede ortak para birimi olarak euronun

hakkının satıldığı bu özelleştirme ile şirketler kısa sürede verdikleri parayı çıkarıp, çok büyük karlar elde edebilecekler. Özelleştirme ile ilgili açıklama yapan KESK ise, köprü ve otoyolların özelleştirilmesine hem karayolları çalışanları hem de bu hizmetten faydalanan halkın çıkarları açısından karşı olduklarını belirtirken, köprü ve otoyolların ücretsiz olması gerektiğini açıklamasına ekledi.

kullanıldığını ifade ediyor. TL zone ifadesi de TL kullanan ülkelerin oluşturduğu muhtemel bölgeyi anlatır.


10

KİBELE 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

Y›k›l›rken kutsanan, kutsan›rken y›k›lan aile T

ürkiye İstatistik Kurumu’nun yaptığı bir araştırmanın verileri, 2008-2009 ekonomik krizinin, AKP’nin önem verdiği temel kurumlardan aileyi de teğet geçmediğini gösteriyor. 2004 yılından 2008 yılına kadar geçen dört yıllık sürede 600 binin aşağısına inmeyen ve 2008 yılında 642 bine ulaşan evlenme sayısının, 2009’da 592 bine indiği görülüyor. Ekonomik krizin, çiftlerin evlilik kararlarında olumsuz etkilere neden olduğu anlaşılıyor. Evlenme sayısındaki azalmanın aksine, boşanma sayısında bir artış göze çarpıyor. 2008 yılından önce 100 binin altında olan boşanma sayısının, 2008’de 100 bine ulaşıp 2011’e kadar her sene yükseldiği görülüyor. 2011 yılındaki boşanan çift sayısı 120 bin olarak tespit edilmiş. Bu veriler çiftlerin krize bağlı oluşan ekonomik sıkıntılardan dolayı evlilik fikirlerini ertelediklerini ve hali hazırda evli olanların da krizin yıkıcı etkileri sonucu “ailedeki huzuru” kaybedip boşanmayı tercih ettiklerini gösteriyor. Kriz ortamında, Tayyip Erdoğan’ın 3 çocuk ısrarının da rağbet görmediği verilerden ortaya çıkan bir diğer gerçek. 2004 yılından 2009 yılına kadar artarak 1 milyon 300 bine yaklaşan doğum sayısının, krizin ardından 2011 yılında 1 milyon 239 bine indiği görüyoruz. Bu veriler aile kurumunda bir çatırdamayı işaret ediyor. Peki bu çatırdama toplumun aile kurumuna bakışının değiştiği olarak yorumlanabilir mi? Prof.Dr. Hakan Yılmaz'ın yönetiminde yürütülen “Türkiye'de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din” araştırmasının sonuçları, bunu söylemenin aceleci bir değerlendirme olacağına işaret ediyor. Araştırmanın sonuçlarına göre aile hala Türkiye’de en çok korunmak istenen kurum olarak birinciliğini koruyor. 2006’da yüzde 45,6 olan bu alandaki oran 2012’de yüzde 50,4’e ulaşmış. Kurum olarak ailenin önemini koruduğu tespitini, kadının aileden bağımsız bir birey olarak düşünülememesi ve kadının tanımının ancak “aile” içinde yapılması da destekliyor. Prof. Yılmaz’ın araştırmasının sonuçlarına göre Türkiye’de “ideal kadın” şu şekilde tanımlanıyor: “Erkeklerle hukuken eşit; gerektiğinde çalışıp para da kazanan, ama aile içerisindeki anne ve eş rolleriBanu Serveto¤lu ni asla aksatmayan ve ev içi görevlerini aksatıyorsa işini bırakan; namus kodlarının dışına çıkarak kocasının şerefine banuservetoglu halel getirmeyen bir kadın tipi.” @hotmail.com Adı geçen iki araştırmanın verileri çelişkili olarak düşünülebilir. Zira biri ailedeki çatırdamayı işaret ederken, diğeri ailenin toplumda en değerli kurum olarak görüldüğünü gösteriyor. Bu çelişki tam da Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da öngördüklerine denk düşüyor: “Ailenin ortadan kaldırılması! En radikaller bile komünistlerin bu utanç verici niyetlerine ateş püskürüyorlar… Ana babanın çocukları sömürmesini ortadan kaldırmak istiyoruz diye mi suçluyorsunuz bizi? Bu büyük suçumuzu itiraf ediyoruz… Aile ve eğitim üstüne, ana baba ile çocuklar arasındaki kutsal ilişkiler üstüne burjuva söylemleri, büyük sanayi yüzünden proleterlerin tüm aile bağları parçalandıkça ve çocuklar adi ticaret metalarına ve çalışma araçlarına dönüştükçe bir o kadar iğrençleşiyor… Burjuvazi, aile ilişkilerinin yürek titreten duygu dolu peçesini yırtmış ve onu düz para ilişkisine indirgemiştir.” Bu çelişki kapitalizme içkin bir çelişkidir. Kapitalizm krizleriyle, yarattığı yoksulluklarla ekonomik olarak vurduğu aileyi yıkıyor. Bu çelişki AKP’ye içkin bir çelişkidir. AKP bir yandan aileyi kutsarken, diğer yandan uyguladığı sömürücü politikalarla yoksullaştırarak ve ataerkil söylemleriyle eşitsizliği pekiştirip aile içi şiddetin artmasına ve kadınların kocaları tarafından öldürülmesine zemin hazırlayarak aileyi bizzat kendisi yıkıyor. Aile giderek zor ile ve ideolojik kampanyalar ile ayakta tutulan bir kurum haline geliyor.

AKP

KADIN

DÜfiMANLI⁄INI

ARTIRIYOR

Kadınlar sokağa çağırıyor

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü yaklaşırken bir yılda yaşadıklarımızın kısa bir dökümünü çıkardık. Binlercesini yazamadık… TÜRKAN KARAKUfi

G

eçtiğimiz bir yıl kadına yönelik şiddete karşı önlemlerin parlatıldığı ancak kadınların yaşam hakkının yok sayıldığı bir dönem oldu. AKP tarafından kadının adı yok sayılarak 2011’de yeniden yapılandırılan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulduğunda, ilk olarak şiddete karşı yaptırımların geleceğini duyurmuştu. Bakanlık koltuğuna da AKP'nin yeni kadın modeli Fatma Şahin getirilmişti. Hızlıca işe koyulan Şahin, programının temeline aileyi oturttu. Kadına yönelik şiddeti aile kurumunu kurtarma perspektifiyle çözme gayretine girişti. Ancak şiddeti üreten erkek egemenliğini odağına almayan Bakan Şahin'li günlerde kadınlar, her geçen gün yeni bir şiddet haberiyle uyandı. Şiddete, tacize ve tecavüze karşı çözüm olarak sunulan panik butonu, elektronik kelepçe, hadım yasası ve şiddet yasası gibi çalışmalar “Kutsal aile yapısı bozulmadan kadın nasıl korunur?” sorusuna verilmiş en saçma yantılar olarak karşımıza çıktı. Daha da ileri giderek kadınların kazanılmış haklarını gaspetmek için kolları sıvayan AKP, kürtaj yasasını meclisten geçirmeye çalıştı. Kadınlara yönelik şiddeti “aile içi” bir meseleye indirgeyen AKP’nin ve Bakan Fatma Şahin’in şaşaalı tanıtımlarla meclise sundukları “Kadını ve Aile Bireylerini Şiddetten Koruma Yasası” 8 Mart’tan bu yana yürürlükte. Tablo, yasanın bu sürede kadına yönelik şiddeti çöz-

mekten çok sorunu derinleştirdiğini gösteriyor: Türkiye’de kadın cinayetleri 2002 yılında 66 iken 2009’un ilk yedi ayında 963’e çıktı. 7 yılda kadın cinayetleri 14 kat arttı, kadına yönelik şiddet ve ölüm olaylarında açılan dava sayısı 12 bin 678'e ulaştı. Aylık yayınlanan birkaç rapor dışında 2011 verileri henüz belli değil. AKP fi‹DDETT‹ DAHA DA KURUMSALLAfiTIRDI Fatma Şahin, şiddete karşı çözüm önerileri geliştirirken AKP'li "erkekler" de yardımlarını esirgemedi. Müftüsünden ilahiyatçısına, bakanından başbakanına AKP temsilcileri kadına yönelik şiddeti sözleriyle daha da kurumsallaştırdı. AKP’nin kadın düşmanı söylemleri medyada da yerini buldu ve

erkek şiddetini besledi. Haber Türk, sırtından bıçaklanan Şefika Etik’in cenazesini “kadına yönelik şiddete dikkat çekmek” bahanesiyle alenen sürmanşetten yayımlayarak şiddeti yeniden üretti. Erkek egemenliği yargı kararlarıyla da pekiştirildi. Tecavüzcüler serbest bırakıldı, şiddet gören kadınlar “suçlu” ilan edildi. Çocuk istismarı davalarında yargı “iyi hal indirimi”, “rızası vardı” gerekçelerini öne sürdü. Çoğu kadın mücadelesinde aktif rol almış olan KESK'li kadınlar 8 Mart’a katılmak ve mitingin düzenleme komitesinde yer almak gibi gerekçelerle tutuklandı. İzmir Karabağlar karakolunda polis, bir kadını darp etti. İşkenceci ve tecavüzcü Sedat Selim Ay terfi ettirilerek İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nden

sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcılığına getirildi. Çanakkale'de ve Tabiat Varlıkları Müdürlüğü’nde çalışırken amirinin tacizine uğrayan bir kadın, şikâyet edince Edirne’ye sürüldü. Kartal'da görev yapan Dr. Dilek Argon başhekiminin fiziksel şiddetine maruz kaldı, tepkiler üzerine başhekim görevden alındı. Olayla ilgili açılan dava sonucunda hem başhekime hem Argon’a para cezası verildi. İstanbul Esenyurt'ta Devrimci Sağlıkİş üyesi Serpil Uçak, süt izni bittikten sonra işten çıkarıldı. KADIN DÜfiMANLI⁄I YÜKSEL‹RKEN… Kadınlar da geçen bir yıl boyunca yasalarıyla, yargısıyla, medyasıyla kadın düşmanlığını yükselten AKP’ye, yanıtı sokakta verdi. Kadınlar, kadına yönelik

Zülfü Kadın Yaşam Parkı açılıyor Yoksul mahallelerde kad›nlar fliddete karfl› kendi mücadele deneyimlerini yarat›yor. Halkevci Kad›nlar, 17 Eylül’de kocas› taraf›ndan sokak ortas›nda kurflunlanarak öldürülen Zülfü Öztürk’ün unutulmamas› için mücadele ediyor. Mamak’a s›¤›nmaevi aç›lmas› için imza toplayan kad›nlar, Zülfü’nün öldürüldü¤ü yerde bulunan parka “Zülfü Kad›n Yaflam Park›”ad›n›n verilmesini istiyor. Mamak Belediye Baflkan› Mesut

Akgül “Parka bu ad› verirsek önünü alamay›z” dese de kad›nlar Zülfü’nün ölümünün son olmas›, unutulmamas› için park›n ad›n›n de¤iflmesi konusunda ›srarc›. 16 Kas›m’da belediye yetkililerine imzalar› teslim etmeye haz›rlanan kad›nlar, belediyenin cevab› ne olursa olsun 18 Kas›m’da park› açmaya haz›rlan›yor. 18 Kas›m’da birçok kad›n örgütünün ve Feryal Öney’in kat›l›m›yla park›n aç›l›fl›n› yapacak kad›nlar flark›lar›n› tüm k›zkardeflleri için söyleyecek.

şiddet ve cocuk istismarı davalarının takipçisi oldu. Sakarya’da 14 yaşındaki Ö.C ikisi polis 34 kişinin tecavüzüne uğradı. Mahkeme tutuklu sanıkların hepsine tahliye kararı vererek bir utanç kararına daha imza attı. Sakarya Kadın Platfomu’nun yanı sıra birçok kadın gazeteci davanın takipçisi olmaya devam etti. Feministler, tecavüzcülerin tahliye edilmesini Taksim Meyadanı’nda “Tecavüzü hoşgören hukukunuzu tanımıyoruz” yazılı pankart asarak protesto etti. Polise ve savcılığa başvuru yaptığı halde hiçbir tedbir alınmadığı için öldürülen Ayşe Paşalı gibi her gün 5 kadın, babası, kocası, erkek kardeşi veya sevgilisi tarafından öldürülürken kadınlar “Öldüren sevgi istemiyoruz” diyerek tacize, tecavüze, şiddete, AKP’ye, kadın düşmanlığına karşı ülkenin dört bir yanında sokaklardaydı. Başbakan’ın 26 Mayıs günü AKP Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde yaptığı “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklaması ve kürtajı sınırlandıracak yasa hazırlığı her yerde kadınların tepkisiyle karşılaştı. Binlerce kadın kent meydanlarında yaşamına, bedenine, kararlarına müdahale eden AKP iktidarına karşı biriken öfkesini haykırdı. 25 Kasım yaklaşırken kadınlar şöyle sesleniyor: “Yaşamlarımız üzerinde düşmanlığı besleyen, ‘kadın erkek eşit değil’ dedikçe kadına yönelik şiddeti büyüten AKP’ye ve temsil ettiği erkek egemenliğine karşı biriktirdiğimiz öfkeyi yan yana gelerek alanlara taşıyacağız.”

Kürtaj hakkı eylemine beraat İstanbul’daki ‘Kürtaj haktır’ eylemi için yargılanan dört kadın beraat etti. Ankara’da 28 kadının yargılandığı dava sürüyor

Şiddete karşı kadın buluşması H alkevci Kadınlar “Kürtaj yasağına, şiddete, kadın düşmanlığına karşı" 4 Kasım'da forum düzenledi. AKP'nin 10 yıllık döneminin kadınlar açısından sonuçlarının değerlendirildiği forumda feminist yazar Handan Koç, Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Berrin Yaşot ve Ayşe Panuş, Mor Çatı gönüllüsü Selim Büyükgöze sunum yaptı. Açlık grevlerinin 54. gününde düzenlenen forum, kadın mahpusların selamlanmasıyla başladı. Forumda ilk konuşmayı Halkevleri Kadın Sekreteri Dilşat Aktaş yaptı. Aktaş, yaptığı açılış konuşmasında AKP'nin kadın düşmanı politikaları karşısında kadınların sürdürdüğü mücadele deneyimlerine dikkat çekti.

Handan Koç, AKP’nin 10 yıldır yürüttüğü politikaların karşısında, kadınların tek gündemlerinin 25 Kasım, 8 Mart olamayacağını söyleyerek. “Kadınlar devraldıkları mirası sürdürmeye çalışsa da bir gelecek kurmalı” dedi. AKP'nin kürtaj çıkışını değerlendiren Berrin Yaşot ise kadınların kürtaj yasasına geri adım attırmayı başardığını söyledi. 4+4+4 eğitim modelinin değerlendirildiği forumda son olarak Mor Çatı Gönüllüsü Selime Büyükgöze, AKP'nin kadına yönelik şiddetle ilgili attığı adımların sonuçları üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Forum 21 Kasım'da Sakarya'da görülecek Ö.C davası ve 25 Kasım eylemine çağrı ile sonlandı.

6

Haziran 2012’de Beşiktaş Dolmabahçe’de, Başbakanlık Ofisi önünde kürtaj yasağını “Kürtaj haktır, bedenimiz bizimdir” diyerek protesto eden 4 Halkevci kadının yargılandığı davadan beraat kararı çıktı. Çağlayan Adliyesi’ndeki 37. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada kadınlar 1 yıl 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyordu. 6 Kasım’da Çağlayan Adliyesi’nde buluşan kadınlar “Kürtaj haktır, yargılanamaz” pankartı açarak dava başlamadan önce bir basın açıklaması gerçek-

leştirdi. Burada Halkevci Kadınlar adına Hande Yanar bir açıklama yaptı. Yanar, Başbakan Erdoğan’ın “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” açıklamasından sonra kadınların yaptığı eylemleri hatırlatarak AKP’li bakanların her gittiği yerde protestoyla karşılandığını söyledi. AKP’nin ikidarı boyunca kadın düşmanı politiklara imza attığını söyleyen Yanar, "Burada yargılanması gereken kadınlar değil, gerici, cinsiyetçi AKP’dir" dedi. Eyleme destek veren feminist yazar Handan Koç “Her kadını

sabah kalktığı andan başlayarak gece yattığı zamana kadar kontrol altında tutmak isteyen bir başbakanla karşı karşıyayız” dedi. "Başbakanın hakaret içerikli sözlerine karşı dayanışma için burdayız” diyen Koç, “Hiç kimse

unutmasın ki kadınlar bu ağır saldırı ve hakaretleri unutmayacaklar. Recep Tayyip Erdoğan’ın hem delikanlılığını hem başbakanlığını sorgulayacaklar” dedi. Açıklamaların ardından duruşmanın yapıldığı salona

giren kadınlar savunmalarında kürtaj hakkının yasaklanmasına karşı Başbakanlık Ofisi önünde eylem yaptıklarını söyledi. Hakim, eylemde suçun yasal unsuru bulunmadığı gerekçesiyle 4 kadın için beraat kararı verdi. Karar mahkeme salonunda ve çıkışında bekleyen kadınlar tarafından çoşkuyla karşılandı. Duruşmanın ardından, yargılanan kadınlar adına açıklama yapan Nida Karabağ şunları söyledi: “Bu davanın sonucu sokakta mücadele eden kadınların mücadelesinin kazanımıdır. O yasayı onlara çıkartmamak için sokaklarda mücadele etmeye devam edeceğiz. Kadın düşmanı her açıklamalarında yine bizi karşılarında görmeye devam edecekler.”

Bir kadın cinayeti belgeseli: Hani Meral Yap›mc›l›¤›n› Filmmor Kad›n Kooperatifi’nin, yönetmenli¤ini Melek Özman’›n yapt›¤› “Hani Meral” filmi kad›n cinayetlerinden birini, 22 Haziran 2011 tarihinde

eski kocas›n›n 9 b›çak darbesiyle öldürülen Meral’in hikayesini anlat›yor. Meral’in yak›nlar›n›n tan›kl›klar› ve Aynur Do¤an, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin,

Rojin, Sezen Aksu'nun Meral için, kad›n cinayetlerine karfl› söyledikleri flark›lar›yla belgesel, kad›n cinayetlerine karfl› sözler ve sesleri birlefltiriyor.

Bir kad›n cinayetinin belgeseli Hani Meral, ayn› zamanda, kad›n cinayetlerini “münferit” görmenin ötesinde bir bak›fl ve kad›n cinayetlerini sona erdirme

ça¤r›s›… Belgesel 25 Kas›m’dan itibaren 9 Aral›k’a kadar Feriye Sinemas›’nda, her gün 12.30 seans›nda gösterimde olacak.


11

YÜZ YÜZE 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Söz, Taksim’e yolu düşenlerde

Halk›n Sesi

Taksim’in “yayalaştırılması” projesiyle meydana çıkan iki anayolun kapatılması ve meydanın tahta bariyerlerle çevrilmesi hem araç trafiğini sıkıntıya sokuyor hem de yayaların meydana ulaşmasını engelliyor. Taksim’i insansızlaştıracak ve talana açacak projeye karşı Taksim Dayanışması 4 Kasım’dan itibaren her gün saat 18.00 - 21.00 saatleri arasında Taksim PTT önünde nöbet

tutuyor. Nöbet eylemleri giderek kitleselleşiyor. Meslek örgütleri; Taksim projesinin içinde yer alan tünel projeleri hakkında “Koruma Kurulu, tünel projeleri ihaleye çıktıktan sonra onay verdiği için” suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Halkın Sesi de yolu Taksim’e düşenlere ve Taksim Dayanışması nöbetindekilere mikrofonunu uzattı.

İstanbul’un kalp krizi ‹

stanbul’un kalbi Taksim kriz geçiriyor. Şimdiden engellilere yasaklanan Taksim adım adım yayalara yasaklanıyor

T

aksiciden yayaya, esnaftan öğrenciye herkes projeden yakınıyor. Ambulanslar iki dakikalık yolu 45 dakikada alıyor

T

ahtadan iskelelerle çevrilen Taksim’e metrodan çıkanlar, bir anda kendilerini meydanda değil hapisanede buluyor

Kazmaların kuşatmasında Taksim Taksim Yayalaflt›rma Projesi ad› alt›ndaki proje, Baflbakan Recep Tayyip Erdo¤an taraf›ndan 15 ay önce aç›kland› ve bu aç›klamadan 4 ay sonra ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi taraf›ndan onayland›. Binlerce y›ll›k tarihe befliklik etmifl olan Taksim’e metrelerce uzunlukta kaz›klar›n çak›laca¤› proje Kültür Varl›klar›n› Koruma Kurulu taraf›ndan da “plan tadilat›” ad›

alt›nda onayland›. Belediyenin onaylad›¤› tünellerden sadece birinin revize edildi¤i projenin ihalesi ise 5 ay önce yap›ld›. Böylece Taksim Meydan›’nda, belediye yetkilileri sekiz ay dese de uzmanlara göre iki y›ll›k bir kaos bafllad›. ‹lk kazman›n vuruldu¤u 4 Kas›m günü, Taksim Meydan›’n› kullanan ‹stanbullular tahtadan çitleri and›ran engellerle karfl›laflt›. Otobüslerin

yönü de¤iflti, Tarlabafl› ve fiiflli girifllerinde tek fleritten trafik ak›fl› sa¤lanmaya bafllad›. Araç trafi¤ini kilitleyen infla süreci, Taksim Meydan›’n› adeta yayalara da yasaklad›. 5 Kas›m günü ifle gitmek için metro ile Taksim Meydan›’na ç›kanlar, etraflar›n› saran tahta bariyerlerin aras›na adeta hapsoldu. Taksim Dayan›flmas› da inflaat›n bafllad›¤› 4

Kas›m günü Taksim nöbetine bafllad›. Her gün 18.00 - 21.00 saatleri aras›nda yap›lan nöbetlerine kat›l›m her geçen gün art›yor. 9 Kas›m günü yap›lan nöbette gerçeklefltirilen eyleme kat›lanlar Taksim’deki bariyerleri k›rd›. Çevredekiler bariyerin k›r›lmas›n› alk›fllarla destekledi. Y›k›lan tahta bariyer de¤il de meydan› bo¤an karabasand› sanki...

Yayaları düşünmeyenden yayalaştırma

Mahmut Keçeci

‘Engelliler gelmesin’ Taksim metrosunun içinde “Taksim Meydanı’nı yayalaştırma çalışmaları nedeniyle Taksim metro istasyonu Özürlü/Engelli girişi kapatılmıştır. Göstermiş olduğunuz anlayıştan dolayı teşekkür ederiz” yazıyor. Ne düşünüyorsunuz? Orhan Yeter: Dehşet verici bir şey, düpedüz ayrımcılık. Taksim metrosuna engelli girişinin yasaklanması ayrımcılık. Taksim’in yani kamunun bir alanını, sokağını toplumun bir kesimine yasaklamak anlamına geliyor. Bu tabelayı görme engellilerin okuması mümkün değil. Bu konuda engelli dernekleri bilgilendirildi mi? Herhangi bir bilgilendirme yapılmadı. Zaten bu projenin Taksim’i yayalaştıracağını da düşünmüyorum. Taksim, engelliler için oldukça işlevseldi. Kentte engellilerin birbiriyle buluşabileceği, sosyalleşebileceği, gezebileceği nadir alanlardan biriydi. Bu çalışma başladıktan sonra meydan engellilere yasaklandı. Amaçları belli aslında bu meydanı kitlelere kapatmak. Mahmut Keçeci: Projenin adı “yayalaştırma” ancak yayalaştırma tüm kentte uygulanmalı. Tüm kentte uygulanmazsa Taksim’in yayalaştırılmasının bir anlamı olmaz, sadece vitrini değiştirmek olur; çünkü Taksim’e erişmek kolay değil. Bundan Taksim’e yakın oturanlar faydalanacak. Zaten sadece vitrini yenileyecekler ama o vitrinde engellilere de yer olmadığı anlaşıldı. Bir taraftan da AKP’nin ranttan başka bir şey düşünmediği de ortaya çıkmış oldu. Engellilerin önünde fiziki bariyerin yanı sıra ekonomik bariyer de var. Taksim projesi orta sınıfa hitap eden bir bölge haline getirilecek. Böylece engelliler bu alanlardan yararlanamayacak. Peki buna karşı neler yapılmalı? Orhan Yeter: Yapılan eylemler var. Bu eylemlere destek olmak lazım. “Taksim bizim, bu alan bizim, sokak bizim” dememiz, sahiplenmemiz lazım.

Aylin Yaprak

Mimarlık Fakültesi öğrencisi Özcan: Buraya çok gelemedim. Benim güzergahımı pek etkilemedi ama Gezi Parkı kapatıldı. İnsanların yaşadığı sıkıntı bile proje hakkında ipucu veriyor. Bu süreci resmen oldubittiye getirdiler. Alternatif projeler tartışılmadı, kimseye sorulmadı. Bu projeye, projeyi gerçekleştiren inşaat şirketleri dışında destek veren de olmuyor. Daha bitmeyen Taksim Yenikapı metro inşaatı var. Bu bitmeden Taksim projesine başlamak da oldukça sorunlu. Nejat Yavaşoğulları: Mimari açıdan bakarsak eğer, doksan sene önce yıkılmış bir binanın replikasını yapmak, yeni malzemelerle inşa etmeye

kalkmak mimarlık tarihi ve sanat açısından bir yüz karası. Çünkü, bu binayı ne yığma tuğladan ne küfeki taşından yapacaklar, ne penceresi pencereye benzeyecek… Tamamen rant projesi bu. Ayrıca proje ile ilgili bilim insanlarının söylediği şey şu ki, Taksim tamamen yayalaştırılamayacak. Taksim’de yoğunluk azaltılabilir, belki evet bu kadar otobüs durağı da fazla ama araçların da buradan geçmesi icap eder. İkincisi, hani yolları yere batırıp da çıkartmak yapılacak en büyük cinayetlerden bir tanesi. Metrelerce uzunlukta kazıklar çakılacak. Bu arada o projeyi kim onayladı kim yaptı onlar bile belli değil.

Halının altına süpürülen toz Proje sizi nas›l etkiledi? Aylin Yaprak: Recep Pafla’da çal›fl›yorum. Oradan buraya gelmem 20 dakikam› al›yor. Arada bariyer oldu¤u için metroya girip buradan ç›k›yoruz. Metroda da yo¤unluk var. Yani mesai saatleri d›fl›nda da yo¤un. Taksim’in Tarlabafl› giriflinin kapat›lmas› ve trafi¤in tek fleritten verilmesi zaten kalabal›k olan metroyu daha da kalabal›klaflt›rd›. Asl›nda Taksim’i her anlamda bitiriyorlar. Bu trafi¤i çözecek bir durum de¤il, ayn› trafi¤i yeralt›na hapsedecekler. Gözle görülmeyince sorun çözülecekmifl gibi bir yaklafl›m içinde ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi.

Gizemli adamların bariyerleri Taksim Meydanı’nın etrafı tahta bariyerlerle çevrilince bölgedeki esnaf iflasın eşiğine geldi

Nasıl etkilendiniz projeden? Esnaf Nuri: Kemeraltı Nargile Kafe ağabeyimindir. Yolumuzu kestiler. İnsanları engellediler. Bizim dükkanımız var burada. Sırf bizim dükkanda 20 tane çalışan var. Herkes ekmek davasına bakıyor. Burada yedi tane dükkanı tünel yapmak için kapattılar. Bize ve diğer esnafa da hiçbir şey denilmedi. Yol yaptık diyorlar. Madem yolu kapatsınlar, yayalara neden kapatıyorlar. O bariyerleri de kimin koyduğu belli değil. Polisin koyduğu söyleniyor ama polis “biz koymadık” diyor. Şantiye şefi bizi gördü mü

Alanın yeşili yok edilecek Taksim projesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Nejat Yavaşoğulları: Burada geçici bir takım yürüme zorlukları gibi sıkıntıların ötesinde çok daha önemli bir sorun söz konusu. Gezi Parkı denilen park ve bu meydan Türkiye’nin en önemli meydanlarından biri. Harry Prost isimli bir şehirci mimar getirilmiş 1930 yılında. Ona yaptırılan planlamalar bunlar. Bugün İstanbul’da bizim hayatımızı olumlu yönde etkileyen, açık hava tiyatrosu gibi, Maçka Parkı gibi başka parklar gibi birçok şeyin planı o zaman yapılmış. Kentin ortasındaki şu tek yeşillik, yani insanların kentin karmaşasından kaçtığı, sığındığı nokta burası. Buranın daha fazla yeşillikle desteklenmesi gerekirken, olanı da kesiyorlar. Hatta şu Marmara Oteli, eskiden yoktu. Buradan yani şu Gezi Parkı’nın merdivenlerinden Marmara Denizi seyrediliyordu. Özellikle otelin olduğu yer, boş bırakılmıştı. Deniz izleniyordu. İstanbul aslında hemen hemen her tarafından deniz görünen bir şehir.

ALP TEK‹N BABAÇ

Taksim’e kazma vurulduktan sonra neler yaşadınız? Lale Ceylan: Arabalar yayalara çok yakın geçiyor. İnsanlar sürekli bir ezilme tehlikesiyle karşı karşıya. Ben buraya Mete Caddesi’nden geldim. Orada henüz bir çalışma yok ancak yoğun bir trafik var. Motosikletler de kaldırımlardan gidiyor. Yani Taksim Meydanı daha şimdiden yayalara yasaklanmış durumda. Yayaların da araçların da nereden gideceği belirsiz bir durumda. Bir kaos yaşanıyor. Yürümeye korkan bir insan topluluğu var aslında. Çağrı: Zaten, Taksim projesi yapılırken yayalar önemsenmedi. Proje yapılırkın, yayaların durumuyla ilgili herhangi bir endişe yoktu. Araç trafiğinin daha hızlı akması için yapıyorlar ama yayalar etkileniyor. Araçlar ve yayalar için yönlendirmeler yok. Yol nereden nereye gidiyor, o yol nereye çıkıyor, bunların hiçbiri yok. Yayalar için daha vahim. Örneğin geçen gün bir arkadaşım metronun Taksim Gezi Parkı çıkışından çıkıyor ve bariyerlerin arasında kalıyor. O durumda birçok insan var ve bu insanlar o bariyerleri tırmanıp aşıyor ve düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar.

Nejat Yavaşoğulları

kaçıyor. Sarı elbiseliler var mavi elbiseliler var. Sarı elbiselilerin taşeron şirket elemanı olduğu söyleniyor. Onlar yetkisizmiş, mavi elbiseliler yetkiliymiş ama onlar da bilmiyor. Taksim’in kapatılması Talimhane’deki otellere de ulaşımı zorlaştırdı. Sekiz ay kadar süreceği söyleniyor. Böyle giderse Taksim’e turistler de gelmez. Peki barikatları kim koydu, belediyeye sordunuz mu? Büyükşehir Belediyesi’ne sorduk ancak yanıt vermedi bize. Bizim açtığımız davalar var. Onlar sürüyor daha.

Üveyis Akıncı

Sağlığa zararlı proje Proje hakkında ne düşünüyorsunuz? Aynur Işık: Ben karşı tarafta oturuyorum ancak proje sürecini başından beri takip ediyorum. Projeye baktığınızda 70 metrelik tüneller ve yayalara 1 metrelik alanlar kalıyor. Bu alan aslında yayalaştırılmıyor. Ayrıca otobüs duraklarını da yeraltına alacaklar. Böyle olunca yeraltı tam bir egzoz yuvası olacak. O kurşunu, karbon monoksiti soluyacak insanlar. Üveyis Akıncı: Taksim’e Tarlabaşı yönünden gelen yolu tek şeride indirdiler. Bir ambulansın geçmesi gerekiyordu. Ben Ömer Hayyam’dan Taksim’e doğru yürüyordum. Ömer Hayyam’da ambulansın sesini duydum. Taksim’e vardım. Arkadaşımı bekledim, geldi; ambulans daha sonra geldi. Yani hesaplarsak normal şartlarda 2 dakikalık bir mesafeyi 45 dakikada geldi o ambulans. Ha o caddeyi değil de İstiklal Caddesini kullanabilir. O zaman da yayalara çarpma riski var ve çok kalabalık bir cadde biliyorsunuz İstiklal Caddesi. Hayati bir mesele bu.


12

DOSYA 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

Kamu Hastane Birlikleri Yasası sası 2 Kamu Hastane Birlikleri Ya maya Kasım’dan itibaren uygulan olarak kondu. Sağlığın “sektör” P’nin tanımlandığı uygulama, AK la kadrolaşma operasyonuy en am tam k başladı. Yasayla sağlı ğlı sa k piyasalaştırılacak. Böylece rilecek, çalışanları güvencesizleşti rle halkın sağlığı ciddi tehlikele karşı karşıya kalacak.

AKP ‹KT‹DARININ SA⁄LIKTA YEN‹ SLOGANI:

Ya paranı ya canını Hastanın sık hastaneye geleninin makbul olacağı sistemde performans sistemiyle, çalışanlar daha da güvencesizleştirilecek. Çalışanlar gibi hastaneler de puanlandırılacak

Artık hastanelerin başında hekimler değil AKP’nin belirlediği holding CEO’ları gibi hareket eden Birlik Sekreterleri var. Onlar için sağlık, yatırımcılar için cazibe unsuru olarak pazarlanan bir sektör

B‹RL‹KLER‹N GÖREVLER‹

ALP TEK‹N BABAÇ HÜSEY‹N BOY

Kamu Hastane Birlikleri Yasas› 2 Kas›m itibariyle uygulamaya kondu. Yasa, 663 say›l› Kanun Hükmünde Kararnameyle birlikte kabul edilmiflti. Yasayla Kamu Hastaneleri Kurumu kuruldu. Sa¤l›k Bakanl›¤›’na ba¤l› olsa da

özerk bir iflleyifli olan kuruma ba¤l› illerde Birlik Sekreterlikleri oluflturuldu. Üniversite hastaneleri d›fl›ndaki hastaneler bu sekreterlikler taraf›ndan yönetilecek. Hekimler aras›ndan seçilen ve hastanenin yöneticisi olan baflhekimler de art›k sekreterli¤e ba¤l› olacak.

AKP’nin belirledi¤i isimler, Sa¤l›k Bakanl›¤› taraf›ndan sekreterliklere atand›. Birlik sekreterleri ilin büyüklü¤üne göre milyar dolarlara varan bütçeleri yöneten flirket CEO’lar› gibi konumlanacak. Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n sa¤l›k hizmetinden çekildi¤i, hastanelerin bütçelerini özkaynaklar›yla (ço¤unu

hasta gelirlerinin oluflturdu¤u) bu yeni düzenekte performans sistemi tüm sa¤l›k çal›flanlar›na, hatta hastanelere de uygulanacak. Hastaneleri otellefltirecek olan uygulamayla birlikte paras› olan hasta daha üst dereceli hastanelerden hizmet sat›n alacak. Paras› olmayan

hasta en alt düzeyden hizmet alacak(?). Performans sistemi ve hastanelerin puanlanmas› sistemi; sa¤l›kç›lar› güvencesizlefltirirken performans› art›rmak için vaka say›s›, ifllem say›s›, operasyon say›s› artacak ve hastalar gereksiz tedavilerle karfl› karfl›ya gelebilecek.

Kamu Hastaneleri Kurumu bünyesinde oluflturulacak Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlü¤ü, Strateji Gelifltirme Baflkanl›¤› ve Personel Genel Müdürlü¤ü taraf›ndan yap›lacak görevler flu flekilde: Toplum temelli ve özellikli sa¤l›k hizmetleri, a¤›z ve difl sa¤l›¤› hizmetleri, bölge tabanl› sa¤l›k hizmetleri, t›bbi ürün ve hizmet al›mlar›, sa¤l›k hizmetleri ve kalite gözlem hizmetleri, hasta haklar›, hasta ve çal›flan güvenli¤i hizmetleri, hasta hizmetleri ve sa¤l›k otelcili¤i uygulama hizmetleri, performans izleme de¤erlendirme ve gelifltirme hizmetleri, sa¤l›k hizmetleri izleme hizmetleri, kurumsal verimlilik ve analiz hizmetleri, e¤itim hizmetleri, bilgi sistemleri ve yönetimi, merkezi sat›n alma, hastane yat›r›mlar›n› izleme ve koordinasyon, insan kaynaklar› planlama, mali analiz, stok analizi ve kontrol, döner sermaye bütçe ve muhasebe uygulamalar›, tedarik yöntemleri düzenleme, maliyetlendirme ve fiyatland›rma, gelirleri de¤erlendirme ve düzenleme, finansal izleme, doktor atama, hekim d›fl› personel, özlük iflleri, yönetici ve sözleflmeli personel.

Kaliteli sağlıksızlık lük olanı değil, müşterinin (hastanın) sık sık hastaneye geleni makbul olacak.

H

astanelerin özkaynaklarıyla idare etmelerini getirecek olan düzenleme, kamu özel ortaklığı ihalelerini de dayatacak. Çünkü henüz halkın cebinden çıkan sağlık harcaması, sağlığı bir sektör olarak devlet desteğine ihtiyaç duymaksızın döndürmüyor. Katılım payı adı altında hastalardan alınan ayakbastı paralarının 2012 yılı getirisi 2,4 milyar lira olarak saptandı. Buna karşılık 2001’de 5,5 milyar lira dolayında olan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) açığı 2011’de 52 milyar dolayında ölçüldü ve 2012 için 25,5 milyar liralık bir açık öngörüldü. SGK açığının giderek büyümesi, bazı tedavilerin Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamından çıkarılmasını dayatacak. Hastalar her sağlık hizmeti için tamamlayıcı sağlık sigortası yaptırmak zorunda kalacak. Çünkü 2012 yılında 158 milyar lira olması beklenen SGK giderlerinin 43 milyarı sağlık gideri. Bu giderin 15 milyarı ilaç, 28 milyarı tedavi. Ayrıca SGK’den devlet hastanelerine ayrılan pay 16, üniversite hastanelerine ayrılan pay 5, özel hastanelere ayrılan pay ise 7 milyar lira. SGK açığının kapatılması gerekçesiyle kamu özel ortaklığı ihaleleri gerçekleştirilecek. Sermayenin sağlık alanına yatırım yapması için devlet, özel sektörün yapacağı hastanelerde en az yüzde 70 doluluk oranı vaat ediyor. Bu uygulama hastane reklamlarına “5 yıldızlı otel konforunda hastaneler” söylemiyle yansıyor. Öte yandan 2002-2011 arasında yapılan araştırmalara göre yüzde 70 doluluk oranına sadece üniversite hastaneleri erişmiş durumda. Devlet hastaneleri yüzde 60

Hasta sayısının artmasına bağlı olan sağlık sisteminin ‘kalite’si ne kadar olur? – 66 arasında bir doluluk oranında seyrederken özel hastanelerde bu oran 2002’den bu yana yüzde 32 - 53 arasındaydı. Hastanelerin dolması için ya devlet taahhüt ettiği miktarı halkın vergilerinden keserek özel sektöre aktaracak ya da halkın hastanelere daha fazla gitmesi gerekecek. AKP hükümetinin “sektör” olarak tanımladığı sağlığı canlı tutmak için tedavisi bitmeyen hastalıklara, yeni nesil salgınlara, kişisel düzenli bakım reklamlarına ihtiyaç duyulacak. Piyasalaştırılan sağlık sisteminde finansman ve finansmanın yönetimi önem kazanıyor. Finansmanın yönetimi ve sürdürülebilirliği için

Kamu Hastaneleri Kurumu bünyesinde başkanlıklar ve müdürlükler oluşturuldu. Kaynak Geliştirme Daire Başkanlığı da bunlardan biri. Başkanlığın kuruluş amaçları arasında sağlık turizmi gelirlerini artırmak, hastanelerde kira geliri artırıcı işleri (otopark, cafe, otel vb.) çoğaltmak gibi amaçlar da var. NE KADAR AMEL‹YAT O KADAR BAfiARI Hastaneler işlem, poliklinik skoru, ameliyat masası vaka sayısını artıramazsa bir üst sınıfa çıkamayacak, dolayısıyla başarısız olacak. Beyaz eşya nasıl sınırlı kullanım ömrüyle üretiliyorsa, tedavinin de ömür-

Tıbbın iyileştiremeyeceği çalışanlar Y asa, beraberinde getirdiği güvencesizleştirme uygulamaları ve performans sistemiyle hekimden işçisine sağlık çalışanlarının sağlığını bozacak nitelikte. Yasayla birlikte yöneticiler ve yönetim birimlerindeki uzman personel 2 ya da 4 yıllık sözleşmelerle atanacak. Bu yöneticiler, hastaneleri rekabet ortamında başarılı

kılmazsa, istenen puanı toplayamazsa sözleşmeleri sona erecek. Böylece yöneticilerin rekabet için çalışanlara yapacağı baskı artacak. Yasayla birlikte getirilen bir diğer değişiklik de sürgün uygulaması. Çalışanlar, işyeri birliği bünyesindeki hastaneler arasında “hizmet gereği” olarak değiştirilebilecek.

Birlikler bünyesinde mevcut çalışanların yüzde 50’sine kadar sözleşmeli personel alımı yapılabilecek. Böylece görece güvenceli çalışanlar güvencesizlik cenderesine daha da yaklaşacak. Performans sistemi nedeniyle sağlıkçılar daha fazla hasta bakmaya zorlanacak ve sağlıkçıya yönelik şiddet artacak.

HASTANELERE SKOR TABELASI Tıbbi, idari ve mali kriterler başlığıyla belirlenen işlem ve vaka sayısı, tasarruf ve kaynakların etkin kullanımı üzerinden puanlar toplanacak. Bunlar arasında; poliklinik skoru, acil servis skoru, saat 16.00’dan sonraki mesaide çalıştırılan sağlık personeli sayısı, ameliyat masası başına düşen vaka sayısı, enerji tasarrufu, kapalı alanın etkin kullanım oranı gibi puan toplanacak kriterler yer alıyor. Toplanan puanlara göre birlikler ve sağlık tesisleri başarılıdan başarısıza (A), (B), (C), (D) ve (E) şeklinde sınıflandırılacak. Performansa göre döner sermaye uygulamasında rastlanılan ve sağlık açısından sakıncalı olan gereksiz işlem ve ameliyatlar bu uygulama ile daha da artacağa benziyor. Yasayla hastaneler karneye bağlanacak, her hastane için karneler düzenlenecek. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’nun yayımladığı “Verimlilik Yönergesi”ne göre Birlikler ve bağlı hastaneler ile yöneticileri için altı ayda bir verimlilik puanları üzerinden karne düzenlenecek. Bazı hastaneler büyük alışveriş merkezleri gibi yeni merkezlere taşınacak. Mahalle ve semtlerdeki kimi hastaneler kapatılacak. Hastanelerin, puan toplamak için daha fazla işlem yapmasıyla ve müşteri kapmak uğruna göstermelik iyi hizmet reklamlarıyla daha çok karşılaşılacak. Çalışanlar belirsiz zamanlı ve işyeri-iş-ücret güvencesinden yoksun, kölece koşullarda çalışmaya zorlanacak.

AKP hastane birlikleri K

amu Hastaneleri Kurumları’nın Birlik Genel Sekreterleri 2 Kasım’dan itibaren atanmaya başladı. Her ile bir genel sekreter atanırken İstanbul’a 4, İzmir ve Ankara’ya 2’şer genel sekreter atandı. Genel sekreter atamaları AKP’nin kadrolaşması şeklinde yürütüldü. Genel sekreterlerin tamamı sağlığa “sektör” tanımı yapıyor, konuşmalarında, “kalite” ve “sağlık yatırımları” sözleri eksik olmuyor. Afyon’a atanan Ayhan Erenoğlu’nun profili diğerleri hakkında da ipucu veriyor: İzmit İmam Hatipİzmit Lisesi’nden sonra, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesini bitiren Ayhan Erenoğlu, Fatih Üniversitesi’nde hastane işletmesi konusunda yüksek lisans yaptı. Atamalarda AKP’lilik belirleyici oldu. Örneğin, Adana’ya atanan Kemal Kiraz, Antalya’da bir dönem AKP’den aday adayı olmuştu. Çanakkale’ye atanan isimse AKP eski Muğla Milletvekili Kenan Eliuz. Yerel basında son iki aylık köşe yazılarında ortaya atılan “kulis” bilgileri, atamalardaki AKP etkisini gösteriyordu. Çanakkale’de yerel bir gazetede yer alan Kerem İriç’in köşesindeki şu ifadeler dikkat çekici: “Görüştüğüm bir parti yetkilisi şunları söylemişti; ‘Biz bu şehirde kimi istediğimizi müdürlüğe koyabildik ki, (...)bir iki isimden öteye gidemedik istediğimizi istediğimiz yere koymada, bunlar da küçük yer değiştirmeydi zaten.(...) Sözler verdik onlara, onlar hazırlıklarını yaptılar beklediler, fakat(...)başaramadık.” Kamu adına yapılan atamalarda AKP’nin belirleyiciliği giderek aleni bir hal aldı. Artvin’in Şavşat İlçesi’nde yayımlanan 23 Şubat gazetesinin 3 Kasım 2012 tarihli sayısında yer alan haber, atamaların AKP teşkilatlarının isteğiyle yapıldığını

gözler önüne seriyor: “AK Parti Milletvekili Prof. Dr. Orhan Atalay, AK Parti Ardahan teşkilatları ve Sağlık Bakanlığı’nın iki ayı aşkın süredir yaptıkları araştırmalar sonucu Şavşatlı hemşerimiz Op. Dr. Gökhan Demiral’ın Sağlık Genel Sekreterliğine atanmasını sağlamaları halk arasında olumlu karşılanarak isabetli bulunurken(…) Ardahan’da Sağlık Genel Sekreteri arayışı uzun sürdüğünden bu göreve birçok şahıs talip olmuş ve bunlardan bazılarının statüleri tutmazken, bazıları da AK Parti teşkilatları tarafından uygun bulunmamıştır.” Bursa’ya atanan Yavuz Baştuğ’un göreve başladığı gün yaptığı konuşmanın son bölümü de genel sekreterliklerin yönetim anlayışı hakkında bilgi veriyor: “Tabii ki tek elden alım tasarruf sağlar, hizmet maliyetini düşürür.” Atanan genel sekreterlerden bazılarının sicilleri de kabarık. Niğde’ye atanan Emirhan Yardan, görevini kötüye kullanmak gerekçesiyle 10 ay hapis ve 10 ay 15 gün kamu hizmetlerinden men cezasına çarptırılmıştı. Ceza paraya çevrilerek ertelenmişti. Cezaya konu olan olaysa 2000 yılında Diyarbakır’da yaşandı. Yardan İl Sağlık Müdürlüğü görevini yürüttüğü sırada darp ve işkence gördüklerini iddia eden iki kişiye, "Darp yoktur" raporu vermesi için acil servis doktoruna baskı yapmıştı. Osmaniye'ye atanan Cem Uraldı da görevi ihmal suçundan 5 ay hapis cezası aldı ancak ceza 3 bin lira para cezasına çevrilerek ertelendi. "Madde bağımlısı hastalara uyuşturucu satışı, zihinsel engelli hastalara cinsel taciz, dayak, çıplak bir şekilde hortumla su sıkılması" gibi görüntülere sahne olan Adana Dr. Ekrem Tok Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin Başhekimi Dr. Cem Uraldı, görüntülerin 2007 Ocak’ında televizyonda yayınlanması üzerine açığa alınmıştı.

Sağlık serbest bölgeleri Yasayla Serbest Sa¤l›k Bölgeleri kurulmas› öngörülüyor. Yasada bölgelerin kuruluflu Bakanlar Kurulu taraf›ndan; bölgelerdeki sa¤l›k hizmetine iliflkin usul ve esaslar da Sa¤l›k Bakanl›¤› taraf›ndan belirlenecek denilse de kurulufl ve uygulamalar tamamen sermayenin ihtiyaçlar›na göre flekillenecek. Serbest Sa¤l›k Bölgeleri’nin flirketlerin beklentilerine göre kurulaca¤›, yasan›n ilgili maddesinde flu flekilde ifade edili-

yor: “Ülkenin sa¤l›k alan›nda bölgesel cazibe merkezi haline getirilmesi ve yabanc› sermaye giriflinin h›zland›r›lmas› amac›yla serbest sa¤l›k bölgeleri kurulur.” Türkiye’deki serbest bölge deneyimlerinden, bu bölgelerde patronlar›n örgütlülü¤ü nedeniyle iflçilerin asgari ücretin alt›nda, y›ll›k izinleri kulland›r›lmadan, haftal›k çal›flma süresinden daha fazla çal›flt›r›ld›klar› ve sendika düflmanl›klar› biliniyor.


13

TARİH 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

3 1

M A R T

Halk›n Sesi

V A K A S I ’ N I N

S ‹ M G E

B ‹ N A S I

T O P Ç U

K I fi L A S I

Taksim’de İslamcı kalkışma AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

Din adamlar›n›n öncülü¤ünde harekete geçen askerler, Osmanl› Meclisi’nin kap›s›na dayan›rken

“D

emokratikleşme için bir şans”tı: İktidara gelişi karşılığında temel hakları güvence altına alan bir anayasa ve parlamento söz vermişti, sözünü tuttu da. Ağustos 1876’da tahta çıktı, Aralık 1876’da ilk Osmanlı Anayasası’nı ilan etti, ilk Osmanlı Meclisi Mart 1877’de açıldı. I. Meşrutiyet dönemi böyle başladı. Ancak, bir yıl geçmeden Şubat 1878’de Meclis’i tatil etti ve uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımadan ülkeyi baskı ve terörle yönettiği 30 yıllık “istibdat” dönemini başlattı. İslamcıydı: İslamcılığı, Balkanlarda patlak veren ulusçu akımlara karşı devleti kurtarmak için resmi politika haline getirdi. Ne var ki, baskı da İslamcılık da Osmanlı topraklarında kabaran isyanı bastırmaya yetmedi. Meşrutiyet’i, İstibdat’ı ve İslamcılığı Osmanlı’ya hediye eden II. Abdülhamit; Osmanlı’nın geleneksel devlet yapısını zorlayan toplumsal basınçlar karşısında bir noktada pes edecekti. Eğitimli subaylara yaslanan İttihat Terakki Cemiyeti, hem muhalefeti temsil ediyor hem de “devleti koruma” hedefinde Abdülhamid’le ortaklaşıyordu. Abdülhamid 1908’de İttihat ve Terakki üyesi subayların Manastır ve Selanik’te ayaklanması karşısında anayasayı yeniden yürürlüğe koyarak II. Meşrutiyet’i kabul etti. Ne var ki, bu, “Sultanlar boğazlarına bir bıçak dayandığı zaman genellikle böyle jestler yaparlar” diyen Troçki’nin dikkat çektiği gibi zoraki bir kabuldü. “1908 TÜRK DEVR‹M‹” Ekim Devrimi’nin liderlerinden Leon Troçki, Osmanlı Meclisi’nin yeniden açıldığı 17 Aralık günü Pravda gazetesinin ikinci sayısı için kaleme aldığı “1908 Türk Devrimi” başlıklı yazısında şöyle diyecekti: “Temmuz ayında devrim patlak verdiği zaman, Sultan ordusuz kaldı. Askeri birlikler birbiri ardına devrim saflarına geçiyordu. Bilinçsiz askerler hareketin amacını kuşkusuz anlamıyorlardı, ama yaşam koşullarıyla ilgili hoşnutsuzlukları, onları subaylarını izlemeye yöneltmişti. Subaylar, talepleri kabul edilmezse Sultanı devirmek tehdidinde bulunarak bir anayasa istediler. Abdülhamid’in boyun

1909’da aydınlar, kadınlar ve işçiler eşitlik ve özgürlük için; Kışlası’dan çıkan eski askerler ise “şeriat” kılıfına sardıkları çıkarları için ayağa kalktı eğmekten başka yapacağı bir şey yoktu. Bir anayasa ihsan etti, liberallerin yer aldığı bir bakanlık oluşturdu ve parlamento seçimlerine gitti. Bu dönemde tüm ülkede büyük bir aktivite göze çarptı. Mitingler mitingleri izledi. Çok sayıda yeni gazete çıkarıldı. Genç proletarya, bir gök gürültüsüyle uyanır gibi harekete geçti. Grevler patlak verdi, işçi örgütleri kuruldu. Selanik’te ilk sosyalist gazete yayınlandı.”

8500 nere, 160 nere T opçu Kışlası’nın yeniden inşası için Gezi Parkı’nın yıkılmasını eleştirenlere Tayyip Erdoğan’ın elbette diyecekleri vardı: “Parkın olduğu yer eskiden Taksim Topçu Kışlası’ydı. Şimdi biz aslına uygun haline getiriyoruz.” Erdoğan’ın kentin tarihine ve orijinal dokusuna gösterdiği hassasiyet göz yaşartıcıydı! Ama o değil miydi, Marmaray projesinin geciktiğini anlatırken “Çanak, çömlek çıktı diyerek bizi 3,5 yıl oyaladılar” diyen? 1780’den 1940’a 160 yıl

ayakta duran Topçu Kışlası için hassaslaşan Erdoğan’ın çanakçömlek dediği, karadaki 36 gemi batığı ile mucizevi bir buluş olan Theodosius limanı ile kentin tarihini 8500 yıla çıkaran Neolitik döneme ait bulgulardı. Taksim’de başlatılan inşaat kazıları, uzmanların “arkeolojik çalışma yapılmalı” şeklindeki itirazlarına rağmen, kentin altında yatan koca tarih hiçe sayılarak iş makineleri ile sürdürülüyor. Çünkü AKP “oyalanmak” istemiyor.

HÜRR‹YET SARHOfiLU⁄U 1908 Devrimi’ni takip eden ilk bir yıl içinde Osmanlı’da toplumsal ve düşünsel bir sıçrama yaşandı. Robert Mantran’ın Osmanlı İmparatorluğu Tarihi II adlı kitabından aktaralım: “Osmanlı toplumu, tarihinde ilk kez olarak söz, basın, toplantı özgürlüğünü keşfediyordu. ‘Hürriyet sarhoşluğu’ taşkınlıklara, disiplinsizlik ve anarşi gösterilerine, vergi ödemeyi red-

B

aşbakan’ının Belediye Başkanı Kadir Topbaş, metro inşaatı sırasında açığa çıkan duvar buluntuları inşaatı geciktirince (2006) şöyle konuştu: “Şişhane'de bir duvar kalıntısı var. O duvar tarihi midir, korunması gerekir mi, altından mı geçelim, nasıl geçelim, belirsizlik var. Kuruldan görüş bekliyoruz.” “Duvar kalıntısı”, son yılların en büyük keşiflerinden biri olan Ceneviz kolonisine ait kayıp surlardı. Yetkili kurul ilkin Topbaş’ı sevindirerek surları kesip taşıma fikrini çıkartabildiyse de, daha sonra surların yerinde kalmasına ve inşaatın kısmen kaydırılmasına karar verildi. Fatih döneminde egemenlikleri biten Cenevizliler kuleler ve surların yanı sıra bir kısmı vaktiyle AKM inşaatında açığa çıkan lahitler gibi eserlerini bıraktı. Şimdi bu miras Taksim projesinde de AKP’nin başını ağrıtmaya aday.

‘Kafirler, Kemalistler, komünistler’ Taksim’in ortas›nda duran bir Erdo¤an, çevresine bakt›¤›nda, kendisinin s›k kulland›¤› bir deyimle ‹slamc›lar›n bir dikili a¤ac›n›n olmad›¤›n›, meydan›n “y›k›las›” bir tarihle kuflat›ld›¤›n› görür. S›raselviler Caddesi ile ‹stiklal Caddesi’nin kesiflti¤i yere bakt›¤›nda heybetli Rum Kilisesi Ayia Triada yer almaktad›r. 1880’de Ruslar›n yapt›rd›¤› ve sonra Rumlar›n kulland›¤› kilisenin içinde Bizans ikonalar› yer almaktad›r. Meydan›n ortas›nda, 1928’de dikilen Cumhuriyet An›t› yer almaktad›r ki bu an›tta da Mustafa Kemal, ‹smet ‹nönü, Fevzi Çakmak, askerler, halk ve yet-

KAYBETT‹KLER‹ EGEMENL‹KLER‹N‹ KORUMAK ‹Ç‹N “fiER‹AT” ‹STED‹LER Bu süreç bu toplumsal kesimleri elbette iktidara taşımadı. Öte yandan, eğitimli subayların komutası altına giren geleneksel-alaylı askerlerin ve din adamlarının egemenliğini sarsmıştı. II. Meşrutiyet’in sistem içindeki kaybedenlerini temsilen Taksim Kışlası'ndaki (Topçu Kışlası) Avcı Taburu'na bağlı askerler, 1909’da 12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece (Rumi takvime göre 31 Mart), subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. “Şeriat”, kendi maddi çıkarlarını korumaya çalışan eski egemen sınıfların, Batı ile özdeşleştirdikleri devrimci sürece karşı sarılabildikleri en kolay seferber edici bayraktı. 31 Mart Vakası diye de bilinen bu ayaklanma Abdülhamid’i ümitlendirmiş, İngiliz emperyalizminden destek almıştı. Ancak İttihat Terakki’nin bir araya getirdiği Hareket Ordusu tarafından bastırıldı. Birkaç hafta içinde Abdülhamid de tahttan indirildi. 1940’ta İsmet İnönü yönetimi tarafından yıkılan ve AKP’nin yeniden ayağa kaldırmak istediği Taksim Topçu Kışlası, bu “Şeriatçı” ayaklanmanın bastırıldığı “kale”ydi. 1909 itibariyle yalnızca “Şeriat isteriz” diyenlerin değil emekçilerin, aydınların ve ezilen ulusların taleplerini karşısına alan yeni bir baskı, savaş ve kıyım döneminin kapıları aralandı. Ancak Tayyip Erdoğan gibileri İttihat Terakki karşısında kadınlarla, işçilerle, aydınlarla değil “Şeriat isteriz” diyen egemen kliklerle özdeşlik kuracak ve hatıralarını yıkık kışlaları yeniden yaparak diriltmek isteyecekti.

AKP Ceneviz suruna çarptı

Gayri-Müslim simgeleriyle y›k›las› Taksim Türkiye’nin politik aç›dan en simgesel meydan› Taksim. Ne var ki, bu meydanda H›ristiyanlar›n, Kemalistlerin, sosyalistlerin tarihsel izleri olsa da kendini Osmanl›’n›n mirasç›s› addeden ve on y›ll›k iktidarlar›nda devleti önemli ölçüde yeniden yap›land›ran ‹slamc›lar›n bir simgesi yok. 1800’lü y›llarda bafllayan burjuva devrimi sürecine karfl› “fleriat” talepli bir isyan olan 31 Mart Vakas›’n›n simge binas› Topçu K›fllas›’n› yeniden aya¤a dikme projesi böylesi tarihsel bir hesaplaflman›n yans›mas›.

detmeye yol açtı. Görevliler, dairenin yolunu tutmak istemiyorlardı artık, öğrenciler de okulun…” İstanbul’da günlük gazetelerin baskı sayısı patladı. İkdam 60 bin, Sabah ise 40 bin satıyordu. 1908-1909 arasında 350’den fazla farklı gazete ve süreli yayın dolaşımdaydı. “Devrimin atılımında, o tarihe değin kendilerinden pek bahsettirememiş üç sosyal grup

su yüzüne çıkar o sıralar: Kadınlar, işçiler ve aydınlar!” Kadınlar sosyal ve siyasal yaşama özgürce katılabilmelerini teşvik eden fikirlerle tanışıyor, Avrupa’dan etkilenen aydınlar kendilerini bir siyasal özne olarak var edebiliyordu. 1908 Ağustos’u ile Osmanlı tarihinde görülmemiş bir grev dalgası başladı. Birkaç yıl boyunca İstanbul, Bursa, İzmir, Şam ve Selanik’te demiryolları, reji, dokumacılık gibi sektörlerde on binlerce işçinin katıldığı grevler düzenlendi, bu sürece paralel olarak sendikalar ve sosyalist partiler kuruldu.

mezmifl gibi iki de Sovyet generalin heykelleri yer almaktad›r. Meydan›n öte yan›nda da Atatürk Kültür Merkezi duruyor. Hadi Kemalistler devletin eski sahipleri. Ya flu komünistler! 1976’da ilk kitlesel 1 May›s’›n kutland›¤›, 1977’de bu kez 30 küsur emekçinin katledildi¤i kanl› 1 May›s’a sahne olan, ertesi 1 May›s’ta yine dolan, s›k›yönetim ve darbe koflullar›nda yasaklansa da 1980’lerin sonundan AKP’nin iktidar y›llar›na kadar süren difle difl bir mücadele ile, Tayyip Erdo¤an’a tükürdüklerini yalatarak yeniden kazan›lan meydan›n bir ad› da 1 May›s meydan›, sahibi de devrimcilerdir.

‘Siz intihar diyorsunuz ben cinayet diyorum’ Erdoğan, Demir Leydi Margaret Thatcher’ın IRA’nın açlık grevi eylemi karşısında yaptığı hataları tekrar ediyor

B

ir politik direniş biçimi olarak açlık grevleri denince uluslararası alanda en çok iz bırakanların başında IRA üyesi tutsakların 1981’deki açlık grevi gelir. 1981’de Kuzey İrlanda’da IRA’lı tutsaklar direnişe geçmişti. Tek tip üniforma giymemek, cezaevinde köle gibi çalıştırılmamak, haftada bir ziyaretçi kabul edebilmek, diğer mahkumlarla görüşebilmek istiyorlardı. Katı sağ politikaları nedeniyle Demir Leydi lakabıyla bilinen Margaret Thatcher, talepleri kesin bir dille reddedince açlık grevi başladı. Direnişin simgelerinden biri 27 yaşındaki Bobby Sands’ti. ARAMIZDAK‹ FARK Açlık grevi kararı aldıklarında, Bobby Sands ile kendisini görmeye gelen rahibe şunları demişti: “Sizler bizimle bir arada, insanca yaşamaya korkuyorsunuz. Barışı konuşmaya korkuyorsunuz. Siz buna ‘intihar’ diyorsunuz ama ben ‘cinayet’ diyorum, aramızda böyle bir fark var.” Sands, eyleme başladıktan 40 gün sonra,

İrlanda Parlamentosu’nda bir koltuk boşalınca seçime girdi ve kazandı. Artık milletvekiliydi. Thatcher’ın inadı yine kırılamadı. Açlık grevleri yayıldı. Dünya ayağa kalktı ama Başbakan, “Ölüm, tavrımızı değiştirmez” diye diretti. Sands, direnişinin 66. günü, 39 kiloya düşmüş olarak can verdi. Ardından 9 mahkum daha açlık grevinde öldü. ‘SANDS ÖLMED‹, ÖLDÜRÜLDÜ’ Kuzey İrlanda kana bulandı. Sovyetler, “Sands ölmedi, öldürüldü” açıklaması yaptı. İtalyan meclisi Sands için saygı duruşuyla açıldı. Castro ve Filistin’deki tutuklular ona selam mesajı yolladı. Thatcher, “Bütün Kuzey İrlanda açlık grevine yatsa teröristler siyasi tutuklu sayılmayacak” diye kestirip attı. Sonunda ne oldu? Kuzey İrlanda bakanı değişti. Yeni bakan, mahkumların tüm taleplerini kabul etti. Bobby Sands hala saygı duyulan bir direniş simgesi, Thatcher ise kimsenin hatırlamak istemediği kötü bir hatıra.


14

MEDYA/YAŞAM 15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

B‹R ‹DEOLOJ‹K GÖSTERGE OLARAK KÜFÜR

Onları aynı ‘dil’de buluşturan ne?

Futbol borsada değil arsada güzel Halkevleri Metin Kurt Futbol Turnuvası’na 16 yaşından 60 yaşına kadar 340 sporcu katılıyor Ankara Halkevleri, geçti¤imiz a¤ustos ay›nda hayat›n› kaybeden efsane futbolcu, Sol Aç›k, Spor Sen ve Devrimci Spor Sen’in kurucusu Metin Kurt an›s›na bir turnuva gerçeklefltiriyor.” Halkevleri Metin Kurt Futbol Turnuvas›”, futbol klüplerdeki endüstriyelleflmeye, taraftar›n ›rkç›laflmas›na,daha küçük yafltan itibaren "profesyonellik" anlay›fl› içerisinde amatör ruhun kaybolmas›na karfl› kardefllik ve dayan›flma ruhunun yeniden canland›r›lmas›n› hedefliyor.

Maçlara Sol Aç›k Fenerbahche, ‹malat-› Harbiye (Ankaragücü'nün ilk ad›) gibi taraftar gruplar› da kat›l›yor. Sanayi bölgesinde çal›flan iflçilerin oluflturdu¤u tak›mlar turnuvaya renk kat›yor. Maçlara gelen taraftarlar hem kendi tak›mlar› hem de karfl› tak›m için tezarühatta bulunuyor. Kad›nlar›n ilgisi de oldukça yüksek. Öyle ki kad›nlar kendi tezahüratlar›n› dahi yaratt›lar. ‹LG‹ YO⁄UN

F‹NAL MAÇI 17 KASIM’DA

3 Kas›m’da Halkevleri Genel Merkezi ve ‹lker Halkevi’nin karfl›laflt›¤› aç›l›fl maç›yla bafllayan turnuva, bol gollü ve seyri keyifli maçlarla sürüyor. Turnuvaya aralar›nda FC Dikmen Bar›nma, K›z›lyumruk, Atletico Mamak, Çi¤ Köfte, Bu da m› gol de¤il, Besmak Emekçileri ve Hayal@ isimli tak›mlar›n bulundu¤u 34 tak›m kat›l›yor. Bat›kent, Dikmen, Mamak ve Keçiören olmak üzere 4 bölgede “bölgesel ligler” kuruldu. Bölgesel liglerde birinci gelen tak›mlar 4'lü final maçlar› sonucunda Ankara flampiyonunu belirleyecek. 17 Kas›m’da grup maçlar› tamamlanacak ve elemeli final maçlar›na geçilecek. Final maç› 1 Aral›k Cumartesi günü yap›lacak. Turnuvada 16 yafltan 60 yafla kadar toplam 340 sporcu yer al›yor. Karfl›laflmalar Çankaya Belediyesi Lozan Hal› Saha Tesisleri, Mamak Can Hal› Saha Tesisleri, Bat›kent Fotomaç Hal› Saha Tesisleri ve ‹ncirli Endüstri Meslek Lisesi Futbol Sahas›’nda yap›l›yor.

Turnuvaya olan yo¤un ilgi nedeniyle Halkevciler, turnuvay› geleneksel hale getirmekte kararl›. Turnuvada güçlü tak›mlar genelde taraftar gruplar›n›n yer ald›¤› tak›mlar. Halkevleri flubelerinin kurdu¤u tak›mlar en zay›f tak›mlarken, favori olarak ‹malat-› Harbiye, Sol Aç›k, Artespor tak›mla›r gösteriliyor. KURALLAR B‹RL‹KTE BEL‹RLEND‹

Oyunun kurallar› tak›m kaptanlar›yla birlikte yap›lan toplant›da belirlendi¤i için fazla tart›flma ç›km›yor. Ç›kan tart›flmalar da yarat›lmak istenen kardefllik ortam›n› bozacak fliddette olmuyor. Toplant›da belirlenen kurallar da amaçlara uygun. Örne¤in küfretmek veya hakaret etmek k›rm›z› kart› gerektiriyor. Oyuncu bir sonraki maça ç›kam›yor. Tak›mlar›n düzeyi aras›nda uçurumlar da bulunabiliyor, k›ran k›rana geçen maçlar da oluyor. Turna-Yoncal›k maç› 14-1 biterken, Bu da m› gol de¤il ve Atletico Mamak maç›n›n sonucu 7-8. Skorda büyük farklar görülen maçlar›n say›s› ise daha fazla.

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu, ‘agresif dil’ değil, ‘şiddet dili’ni kullanıyor. Bu dil de şiddet politikalarının hem bir yansıması hem de bir parçası TUBA GÜNEfi

F

itch, Türkiye’nin notunu yükseltti. Başbakan Erdoğan, bu konuyla ilgili yaptığı konuşmada, bir gün önce AKP’nin ekonomi politikalarını eleştiren Kılıçdaroğlu’na “Bahtsız bedevi” yakıştırmasında bulundu. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı aynı küfrü devam ettirerek yanıtladı: "Önce aynaya bak. Yalnız, çöllerde gezerken kutup ayılarına da dikkat et." Kılıçdaroğlu bir başka cinsel şiddet ve aşağılama içeren hikayeyle Erdoğan’a küfretmeyi sürdürdü. Başbakan ve muhalefet partisi lideri arasındaki “ağız dalaşı” olağanüstü bir durum gibi ele alındı. “Siyasette dil çirkinleşiyor mu?” tartışmalarını yarattı. Oysa gerek Türkiye siyasetinde gerek Erdoğan’ın tarihinde çok benzer ve hatta daha aleni küfürlü tartışmalar oldu. Öte yandan ve daha da mühimi küfürlü dil yalnızca bir gelenek değil. Her iki liderin de kullandığı dil, ideolojilerinin bir “gerekliliği”. Çünkü ürettikleri ve yeniden ürettikleri politikaların içeriği ve niteliği, dilini de belirliyor. Liderlerin politikalarının neden küfürü ürettiğini anlatmak için “küfür” kelimesini incelemekte yarar var: İslamcılar “Demokrasi küfür rejimidir” derken, İslam’daki “küfür”ü kastediyordu. İslam’da küfür

olmaz. Çünkü Müslümanlık’ta küfür, Allah’ı inkar anlamına geliyor. Ama gücünü büyük oranda İslamcılıktan alan “AKP rejimi”nin “küfür”ü inkar anlamına gelmiyor. Erdoğan, zamanında feminist kadınlar ve doğurdukları çocuklara küfretmiş, bir tünel açılışında teknik sorun yaşanması üzerine, “Beni küfür ettireceksiniz” demiş, hala kulaklarda yankılanan “Ananı da al git” sözünü sarf etmişti. Zerdüştlüğü, Aleviliği, kızlığı-kadınlığı sayılamayacak kadar çok kere küfür yerine kullanan Erdoğan özellikle BDP’li vekiller için “ölüsevici” demiş ve daha birçok küfrü telaffuz etmişti. Erdoğan bu küfürlerle dinden çıkmadı ya da İslamcı, piyasacı, kadın düşmanı, faşist rejimini sürdürmekten geri tutulmadı. Çünkü “küfür”ün sözlük anlamı, İslam’dakinin dışında. Kişinin kendinden aşağı veya zayıf gördüğü kişi üzerinde tahakküm kurma tehdidi anlamına geliyor. Ve düşünün ki bu tanım, Erdoğan’ın politikalarıyla nasıl uyuşuyor! ‹fiÇ‹ SINIFININ A⁄ZINDA Ç‹ÇEK M‹? Peki küfürü kimler kullanıyor? Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “fikri, bilgisi ve kültürü olmayanlar” mı? Ya da Can Yücel’in dediği gibi küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukuru, işçi sınıfının ağzında bir çiçek mi? Proleter

Polis mi, gazete mi? 29 Ekim eylemlerindeki halka sald›r›lar›ndan sonra darp raporu almak isteyen polisler, hekimlerden yalan rapor alamad›. Bunun üzerine hekimler tehdit edildi. GBT bilgileri de Zaman ve Posta gazetelerinde verildi. SES Ankara fiube Baflkan› ‹brahim Kara konu hakk›nda

yapt›¤› aç›klamada acil servis çal›flanlar›n›n özveriyle çal›flt›¤›n›, gelen hastalar› muayene etti¤ini ve gerekli ifllemlerin ard›ndan yatmas› gereken hastalara yat›fl, taburcu olmas› gereken hastalara da taburcu ifllemi yap›ld›¤›n› söyledi. Kara, aç›klamas›n›n devam›nda Numune E¤itim ve Araflt›rma

Hastanesi’nde olup geçici olarak Sa¤l›k Bakanl›¤› Ulusal Bilgi Bankas› Baflkan› olan Dr. Osman Nacar'›n, servise gelerek emirler ya¤d›rd›¤›n› ve doktorlar› tehdit etti¤ini belirtti. Polislere istedikleri rapor verilmeyince Zaman ve Posta, bu hekimlerin daha önce de soruflturma geçirdiklerinni ve

yürüyüfle destek veren sol görüfllü bir memur sendikas›na üye olduklar›n› yazd›. Posta, ilgili haberde “doktorlardan E.D.A'n›n daha önce de darp, hakaret ve ölüme sebebiyet verme suçlar›ndan poliste kayd›n›n oldu¤u ve bu bilgiyi de hastane yetkililerinin verdi¤i” ifadelerini kulland›.

küfreder sonra sakızı atar mı? Maalesef Yücel kadar iyimser olmak mümkün değil. Çünkü kapitalist sosyal ilişki, metalaştırma ve tüketme üzerine kurulu. Bu ilişki biçimi de “dil”e aktarılıyor. Sistem, kadını metalaştırarak, ırkları aşağı ve zayıf olarak göstererek, tüketilecek nesneler haline getiriyor. Bu tüketim kültürünü “dil”, kimi zaman “küfür”lerle karşılıyor. Bu dili işçi de kullansa, burjuvazi de kullansa kapitalist sosyal ilişki biçimini beslemiş oluyor. Siyasette küfür alışkanlığını çözmek için soralım: Neden küfür ediliyor? İnsanlar, zayıf gördüğünü aşağılamak için küfediyor. Yukarıda bahsettiğimiz, Erdoğan’ın “Beni küfür ettireceksiniz” sözü bunun ne demek olduğunu iyi anlatıyor. Erdoğan o gün küfür sözcüğü kullanmıyor ama küfür ederken sorumluluğun onda olmadığını, bunun tamamen karşısındaki zayıf gördüğü kişilerin hatasıyla ilgili olduğunu söylemek istiyor. KÜFRE REFLEKS Küfür karşısında verdiğiniz refleksler de hangi dili kullandığınızı gösteriyor. Zamanında CHP’li Canan Arıtman küfretmek amacıyla Abdullah Gül’ün Ermeni olduğunu söylemiş, Abdullah Gül de bunun “iftira” olduğunu söylemişti. Ermeniliği küfür

olarak kullanan CHP’liye AKP’linin yanıtı elbette ki “iftiradır” olacaktı. Çünkü kullandıkları dil “Yahudi dölü, Ermeni tohumu” gibi küfürleri de “yaratan” dilin ta kendisiydi. Aynı dil, kız kardeşine küfredilen kişinin, kendi mülkiyet alanına girildiği coşkusuyla verilen “Bacıma küfretti” refleksini de barındırıyor. Çünkü o dili reddetmek, kişinin seks işçisi olduğu tespitini yapan “küfüre” karşı, mesleğinin o olmadığı itirazıyla değil, seks işçilerine ve tüm kadınlara dönük saldırıya karşı yapılacak bir müdahale anlamına geliyor. Carlo Fabretti gibi örneğin: “Lütfen, onurlu seks işçilerine hainlerin, korkakların ve alçakların anneleri diyerek hakaret etmeyin. Onlar orospu çocuğu değiller.” KÜFÜR, GERÇEKL‹⁄‹N YANSIMASI VE MADD‹ UNSURU Dil ve ideoloji arasındaki ilişkiyi “küfür” üzerinden irdelerken Heidegger’a kulak vermekte yarar var. Heidegger, dilin insana ait bir şey olmadığını, insanın dile ait bir şey olduğunu söylüyor. Ona göre insan dili değil, dil insanı şekillendiriyor. Dilin, gerçekliği yansıtmasının yanı sıra gerçekliğin bir maddi unsuru olduğunu da belirtmek gerek. Şöyle ki; küfürü üreten “o” ideoloji,

her gün yüzlerce kadının tacize veya tecavüze uğramasına neden olurken, cinsel şiddet tehdidi anlamına gelen ve en yaygın olarak kullanılan “malum küfür” de o ideolojiyi yeniden üreten dilin bir parçası. Aynı ideoloji serbestçe “malum küfürler”den birinin gazete ismi yapılmasına müsaade ederken, aile kurumu dışındaki cinsel ilişkileri “ahlaksızlık” olarak tanımlıyor. Öyle olunca, kapitalist sosyal ilişkiyi sürdürme gayretindeki ve ikiyüzlü ahlak anlayışını benimsemiş olan siyasetçiler de tecavüze uğramayı “bahtsızlık”, Bedeviliği de aşağılık bir hal olarak kullanıveriyor. Dil ve somut olarak da “küfür” ideolojinin göstergesi. Bu yüzden pek çok köşe yazarının yaptığı gibi Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun “agresif dil” kullandığını söylemek mümkün değil. Olayda psikolojik bir vaka yok. Onlar “agresif dil” değil, “şiddet dili”ni kullanıyorlar. Bu da şiddet politikalarının hem bir yansısı hem de bir parçası. ÖZÜR D‹LEMEL‹LER AMA... Bu nedenle, her iki lider de özür dilemelidir. Ama “ayıp kelimeler” kullandıkları için değil. O kelimelerin siyasetini yeniden ürettikleri için.


KÜLTÜR SANAT

15

15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

Halk›n Sesi

Piyasaya karfl› albüm

Alman metali Türkiye’de Alman Trash Metal grubu Kreator Maçka Küçük Çiftlik Park’ta 18 Kasım’da hayranlarıyla buluşacak. Kreator, sanayi kirliliği, ırkçılık karşıtı ve devrim temalarını sözlerinde ve kliplerinde kullanan bir grup. Alt grup olarak ise Morbid Angel, Nile ve Fueled By Fire çıkıyor.

Bandosol “Piyasaya düşme” adlı albümü çıkarttı. Albümde Metin Lokumcu’ya yazılmış “Gaz toz bulutu” adlı bir şarkı da yer alıyor. Albüm internet üzerinden www.bandosol.org adresinden parasız indirilebilir. Grup, şarkıların amacının huzuru bozmak olduğunu söylüyor.

Hapishaneler vizyonda

Yollara düflen festival Ankara Sinema Derneği’nin düzenlediği Gezici Festival, 18’inci yolculuğuna hazırlanıyor. Festival, 30 Kasım - 10 Aralık tarihlerinde her yıl olduğu gibi Ankara’dan başlayacak. 30 Kasım - 6 Aralık’ta Ankara'daki gösterimlerin ardından 7-10 Aralık’ta geçen seneki festivale ev sahipliği yapan Sinop'a konuk olacak.

“Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında 19 Aralık 2000’de hapishanelerde bir katliam gerçekleştirildi. Onlarca mahpus katledildi. Sağ kalan mahpuslar F Tipi hapishanelere nakledildi. Şimdi ise bu katliamın filmi, “F Tipi” 9 yönetmenin kısa filmlerinden derlenerek 21 Aralık’ta vizyona giriyor.

‘Bizi de çizen varmış’ Resim yapmanın terör faaliyeti sayıldığı günlerde “Ben resimden anlamam” diyenler için, Marksist estetiği çalışmalarına uygulayan Ressam İrfan Ertel ile söyleştik sağlık ve güvenlik haklarına dikkat çekiyor. Özneleşen, örgütlenen işçilerle ucuz emek cenneti olmaktan çıkılacağını söylüyor.

ÖZEN TAÇYILDIZ

T

RT Müzik kanalında yayımlanan 13&13 isimli program, 13 müzisyen ve 13 ressamı bir araya getiriyor. Her bölümde bir müzisyen ve bir ressam buluşuyor, birbirlerinden ilham alarak resim ve beste yapıyorlar. Programın geçtiğimiz ay yayınlanan bölümünde ressam İrfan Ertel, madencileri anlatan bir resim yapıyordu. Ancak program biterken tablonun son halini göstermedi kameralar. NTV’nin Da Vinci sansürü tazeyken, iktidar televizyonu haline gelmiş TRT de boş durmak mı istememişti acaba? İçişleri Bakanı Şahin’in “arka bahçe” açılımlı terör tanımı da hafızalardaydı üstelik. Bir ressam “tuvaline yansıtmak suretiyle” teröre destek verebilir, asker ve polisi sanatına konu ederek demoralize etmeye çalışabilirdi. İrfan Ertel’le ilgili küçük bir araştırma yaptım; “İşçiler”, “Barış” gibi isimleri olan sergileri vardı, “resim dünyanın değiştirilebileceğinin ipuçlarını verebilmeli” diyordu. Ruhi Su ve Vasıf Öngören’le çalışmış, öğrendiklerini resme taşımaya çalışmıştı. “Tuvaline yansıtmak suretiyle” neler yaptığını olay yerinde görmek üzere atölyesine gittim ve sordum.

Ressam İrfan Ertel, işçilerin çalışma koşullarına uzun yıllar yakından tanıklık etmiş. Bugün de ağır sanayide çalışan işçilerin tanığı. Aradan geçen yıllara rağmen çalışma koşullarındaki vahşiliğin hiç değişmediğini, fabrikaların insan öğüttüğünü söylüyor.

“BEN RES‹MDEN ANLAMAM” Her şey, 1979’da mezun olduğu Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken başlamış. Okuldayken bir yol ayrımına geldiğini düşünen Ertel, ‘somut’ resmi tercih etmiş. Ertel, somut resmi güncel, toplumun dertlerinden kopuk olmayan ve mümkün olduğunca geniş bir ke-

simce algılanıp anlaşılabilecek bir sanat anlayışı olarak tarif ediyor. Yaptığı bu tarifi, tablolarını göstererek somutlaştırdı Ertel. Tablolarındaki işçilere, işçi emeğine, Nazım’a referans vererek “acıların karasabanlar gibi yüzünü çizdiği” Anadolu kadınına işaret etti. Sergilerinde birbirleriyle tanışan işçilerin “bizi de çizen varmış” minvalindeki muhabbetlerini, kadınların yüzünde ninelerini görenleri anlattı. O böyle anlatırken ben de karikatürize ettiğimiz ressam tipini anlattım. Başında kep, elinde pipo, hülyalı gözlerle tuvalini izlerken biz de bir ona bir de ne olduğuna ilişkin izaha muhtaç olduğumuz tablosuna bakakalırız. Yorumumuz da “ben resimden anlamam” olur. Ertel gülerek “Öyle olursa, ressam, kendini makineden büyük görür makine dişlisi olarak görmez” dedi. Sanatı bir yarış değil, mücadele gücünü arttırıcı bir araç olarak görüyordu. İşçinin resmini yapmak da bireye değil emeğe güzellemeydi.

‹NSAN Ö⁄ÜTEN FABR‹KALAR Ertel, işçilerin çalışma koşullarına yakından tanıklık etme fırsatını, kendisinin de uzun yıllar çalıştığı, zamanının önemli metal işletmelerinden Rabak Bakır Fabrikası’nda bulmuş. Rabak’taki işçiler kendisinden genç olmalarına rağmen birçoğu meslek hastalıkları yüzünden genç yaşta ölmüş. Ertel, bugün de geçimini sağladığı fotoğrafçılık, grafikerlik işleri gereği yine ağır sanayide çalışan işçilerin tanığı. Aradan geçen yıllara rağmen çalışma koşullarındaki vahşiliğin hiç değişmediğini anlatıyor. 800 derecede erimiş alimünyum uyduruk eldivenlerle karıştırılıyor, ağır gazlar maske olmaksızın solunuyor, akkora çıplak gözle bakılıyor, devasa kazanların üstünde bir ayak kayma mesafesi çalışılıyor. Ertel, bu “insan öğüten fabrikaları”, üyesi olduğu İş Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi’nde anlatıyor işçilere. Çalışma hayatında temel

T‹YATRODAN MÜZ‹⁄E MARKS‹ST SANAT ESTET‹⁄‹ Ertel’in sanatını sadece yaşadığı hayat değil çalıştığı diğer disiplinler de biçimlendirmiş. Üstelik alanının ustalarıyla çalışma imkanı bulmuş. Biri, tiyatrosunda dekoratör olarak çalıştığı Vasıf Öngören. Öngören, Brecht’in geliştirdiği ‘epik tiyatro’ yöntemiyle yazdığı, sergilediği oyunlarla Türkiye’deki tiyatro dünyasına damgasını vurmuş, öncü isimlerden biri. En önemli oyunlarından biri, filmi de çekilen Zengin Mutfağı. 15-16 Haziran eylemleriyle başlayan “Zengin Mutfağı”, dönemin emek-sermaye ilişkilerini zengin bir işadamının evinde aşçılık yapan Lütfü Usta’nın gözünden anlatır. Ertel bu oyunun dekorlarını hazırlamış, tiyatroda gördüğü Brechtyen tarzı kendi sanatına da uygulamış. İlk sergisi de tiyatronun fuayesinde gerçekleşmiş. Öngören’in tiyatroda uyguladığı Marksist estetiği müzikte Ruhi Su korosu ile gerçekleştirme imkanı bulmuş Ertel. Orada öğrendiği çoksesliliği, çoksesliliğin uyumunu, simgelerle anlatmayı tercih ettiğinde tablolarına uyarlıyor. Ayrıca sergi açılışlarında ziyaretçilere Su’nun türkülerini de çalıp söylüyor. Ertel’in çalışmaları Aralık ayında, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nde gerçekleşecek “Madenci, Maden, Mekan” başlıklı sergide görülebilir. Üstelik 2 Aralık’taki sergi açılışına giderseniz, Ertel’den bağlama ve Ruhi Su türküleri de dinleyebilirsiniz.

Kültür sanat güncesi Beyo¤lu Sinemas› maddi zorluklar yüzünden kapanma tehlikesiyle karfl› karfl›ya. "Beyo¤lu Sinemas› gelece¤indir kapat›lamaz" slogan›yla internet üzerinden bir kampanya yürütülüyor. Kampanya, maddi olarak yaflad›¤› zorluklar yüzünden kapanma noktas›na gelen sineman›n yaflat›lmas›n›, olas› sponsorlar›n ve ilgili kurumlar›n harekete geçmesini amaçl›yor.

Türkiye-Ermenistan s›n›r›nda yedi kat yerin alt›ndaki medeniyetler flehri Ani'deki ören yerleri yap›lacak çal›flmalarla turizme kazand›r›lacak. Üzerinde Ortaça¤ yap› kal›nt›s› olan Ani, ‹pek Yolu kenti olarak uzun y›llar Kafkaslar’dan Anadolu'ya giriflteki ilk kap› oldu.

Kültür Bakanımız öyle ince ki... B

Festival filmlerinizi bekliyor Türkiye ve dünyadan emekçilerin yaflamlar›n›, mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluflturan Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali’nin sekizincisi, 1–7 May›s 2013 tarihlerinde ‹stanbul, Ankara, ‹zmir ve Diyarbak›r'da eflzamanl› olarak bafllayacak. Memleketin yoksullar›n›, iflçi ve emekçilerini, kendi hikayelerini perdede izlemeye ça¤›ran festival flimdi izleyicilerini kendi filmlerini yapmaya ça¤›r›yor. Yar›flmas›z olan festival için önemli kriter, filmlerin festivalin amac›na uygun olmas›. Buna da filmleri izleyen seçici bir kurul karar veriyor. Seçilen filmler, ‹stanbul, Ankara, ‹zmir ve Diyarbak›r'da yap›lacak gösterimlerden sonra bütün bir y›l boyunca pek çok flehri geziyor, s›n›rlar› aflarak K›br›s’a, Torino’ya ve Londra’ya dek uzan›yor. Festivale belgesel veya k›sa-uzun kurmaca dal›nda filmleri ile baflvurmak isteyenler için son baflvuru tarihi 15 fiubat 2013. Baflvuruya iliflkin ayr›nt›l› bilgi ise www.iff.org.tr adresinde mevcut.

undan yaklaşık bir yıl önce Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ikiye ayrıldı. Doğal sit alanları ile tescilli tabiat varlıklarının bulunduğu alanlarda imar, çevre düzenlemesi, yenileme gibi değişikliklere bakmak üzere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları kuruldu. Kültür varlıkları, arkeolojik, tarihsel ve kentsel sitlere bakmak üzere ise Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları Bölge Koruma Kurulları oluşturuldu. Ancak hem doğal hem arkeolojik sit alanlarında kararı kimin vereceği belirlenmediği için tartışma konusuydu. Durumu somutlaştıralım. İstanbul Mecidiyeköy’deki Tekel Likör Fabrikası, bahçesinde anıt ağaçları olan tarihi bir binaydı. 2 No’lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu, tarihi binanın yıkılmasına izin vermedi ve uzun süre kararında direndi. Ancak devreye giren Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, tarihi binanın da asırlık ağaçların da sonunu getirdi. Bakanlığa bağlı İstanbul Tabiat Varlıkları Komisyonu, bakanlığın genelgesini gerekçe göstererek doğal ve tarihi sit alanların çakıştığı yerlerde kararı kendisinin vereceğini söyleyerek yıkımı başlattı. Bir ay içinde çıkarılan kararla fabrikanın bulunduğu yerde bir rezidans inşaatı yükseliyor şimdi. Likör fabrikasının işi bir ayda bitirildi. Ancak tarih-doğa kolkola bu topraklara “çöreklenmişken”

Kültür ve tabiat varlıkları çakıştığında son söz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda. Anlamı açık: o “İnşaat ya resulallah!” memleketin her bir köşesini şantiyeye dönüştürmeye yemin etmiş bu iktidar nasıl çalışacak peki? İleri demokrasilerde her şeyin bir kolayı var. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bir araya geldi ve ortak bir protokol imzaladı. Bu protokole göre kültür ve tabiat varlıklarının çakıştığı alanlarda kültür varlığı açısından bölge koruma kurullarının görüşü alındıktan sonra son söz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda olacak. Bakanlığın son sözünün ne olacağını kestiremeyen yoktur. Biz bu müthiş protokolün “centilmenlik protokolü” olarak anıldığını ekleyelim.

“Centilmenlik anlaşması” terimi iki şekilde açıklanıyor. Tanımlardan biri, hukuksal ve resmi olmayan, ancak tarafların karşılıklı güvenlerine dayanan sözlü anlaşma. Onlar birbirlerine karşılıklı güveniyorlar belli ki ama biz onlara nasıl güveneceğiz? Diğeri de iki veya daha fazla firmanın aralarındaki rekabeti önlemek, piyasaları paylaşmak için yaptıkları anlaşma. İşin özeti bu; kültür-inşaat rekabetinde, piyasa Bayraktar’a kalmış. TAKS‹M PROJES‹’NE KARfiI GELMEK M‹…HAfiA… Pek çok tarihi sit alanı bu centilmenlik gereği yıkılmasına

yıkılacak da “bir Kültür Bakanı buna nasıl razı olur” diye düşünürken centil Bakanımız Günay’ın bir “inceliği”ni daha öğrendik. Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi başladığında 2 No’lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun kararına istinaden projenin İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde yapılacağı haberleri geldi. İş makinelerinden önce arkeologlar elle sondaj kazısı yapacak, sondajda kültür varlığına rastlanırsa kazılar genişletilecekti. Bu da 8 ayda bitirilmesi planlanan tünel inşaatlarının uzayacağı anlamına geliyordu. Ancak habere Günay’dan itiraz geldi hemen. Müze yetkilileriyle görüştüğünü, müzenin uygulamasının yanlış anlaşıldığını açıkladı. Hafriyat çalışmalarında arkeolog bulunacak, kültür varlığına rastlanırsa müze uzmanları müdahale edecek, gerek görülürse sondaj kazısı yapılacaktı. Günay, bu açıklamayı yaparken her fırsatta “haşa” demeyi ihmal etmemişti. Taksim projesine bakanlık engel oluyormuş şeklinde bir algının oluşmasından rahatsızmış. Belediye ile karşı karşıya gelmek gibi bir durumu yokmuş. Projeyi durdurmak ya da yavaşlatmak şeklinde bir durum söz konusu değilmiş. Günay sözlerinde öylesine samimiydi ki bu satırlar yazılırken iş makineleri, Cenevizlilerden kalma mezarlara rastlanan Taksim’i hızla kazıyor, toprak burgu makineyle un ufak ediliyordu.

12 Eylül’de gördü¤ü iflkencelerle ilgili ünlü ozan fiah Turna'n›n yapt›¤› suç duyurusu için Ankara Cumhuriyet Baflsavc›l›¤›, “ozana ifade için ulafl›lamamas› ve iflkenceye iliflkin delil sunulamamas›n›” gerekçe göstererek takipsizlik karar› verdi.

Konya’da birinci derece sit alan› olan 5 bin y›ll›k Aflkar Höyü¤ü, Karatay Belediyesi taraf›ndan haz›rlanan sosyal donat› projesi kapsam›nda betonla kapland›. Üzerine arnavut kald›r›m› döflenen, kameriyeler yap›larak park haline getirilen höyük, soru önergesiyle Meclis gündemine tafl›nd›.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

15 Kas›m 2012 / 28 Kas›m 2012

16 Halk›n Sesi

Gençlik bu oyunu bozacak! G Ö ençlik hareketi, AKP’nin üniversitelerdeki dönüşüm oyununa k a r ş ı alanlara döküldü

ğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, TKP’li Öğrenciler ve Genç-Sen’in çağrısıyla binler, “AKP k a y b e d e c e k ün i v e r s i t e k a z a n a c a k ” d ed i

ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

A

nkara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesi’nde hayat, 9 Kasım Cuma günü bambaşka bir atmosferde başladı. Sınav döneminin stresi, yerini 1996 yılının 6 Kasım’ından bu yana bir kentte düzenlenen en büyük öğrenci buluşmasının heyecanına bıraktı. Üniversiteliler, yerleşkenin kapısından girdiğinde 5 metrelik bir Mahir Çayan pankartı ile karşılanıyordu. Siyasal Bilgiler Fakültesi emperyalizme ve işbirlikçiliğe meydan okuyan DevGenç’lilerin, Hukuk Fakültesi AKP’nin oyununu bozmaya, tutuklu arkadaşları Kadir ile Oğuz’u özgür bırakmaya söz vermiş üniversitelilerin pankartlarıyla süslenmişti. Cebeci’nin yokuşu “Ortadoğu’da halklara barış, üniversitede YÖK’e savaş” için ant içmişlerin halaylarıyla kapalıydı. Okul duvarları, panoları ülkenin dört bir yanındaki üniversitelerde olduğu gibi afişlerle resimlerle donatılmış, “AKP’ye meydan okuma” daveti için her yol denenmişti. Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, TKP’li Öğrenciler ve GençSen’in “AKP kaybedecek üniversite kazanacak” diyerek yaptığı davete icabın gerçekleştiği saatler 15.30’u gösterdiğinde anlaşıldı. Yerleşkenin hemen karşı kaldırımında meraklı gözlerle bekleyen basın ordusu ve muhtemelen- Ankara’nın tüm sivil polisleri, üniversitelilerin dev pankartları, ren-

garenk flamaları ve hep bir ağızdan haykırılan sloganlarıyla gövde gösterilerini izlemeye başladı. Üniversiteliler pankartlarına “YÖK reformu” oyununu bozacaklarını, eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitimi mümkün kılacaklarını, tutuklu arkadaşlarını özgür bıraktıracaklarını, Kürt sorununda “ölüm değil çözüm” istediklerini, emperyalizmin askeri olmayacaklarını yansıttı. Üniversiteli kadınlar gericilerin, tacizcilerin, tecavüzcülerin ve kadın düşmanlarının oyununu bozacaklarını haykırdı. Büyük Öğrenci Buluşması’na liseliler, Arap Alevi öğrenciler, mühendislik-mimarlık öğrencileri, tıp öğrencileri, DTCF öğrencileri ve LGBT öğrenciler de talepleriyle katıldı. Genç-Sen’in açlık grevleri vurgusu dikkat çekerken, DTCF Öğrencileri de “Biz yaşamı, uğrunda ölecek kadar çok sevdik - Kemal Pir” yazılı pankart taşıdı. TKP’li Öğrenciler kortejinin önünde, marşlarla ve şarkılarla yürüyen bando da yürüyüşü izleyenlerden büyük alkış topladı. Kolektifler’in yağmurlukları ve flamaları ile masmavi bir dalgayı andıran

Kolektiflerden YÖK raporu Ö¤renci Kolektifleri, kuruldu¤u günden bu yana üniversiteler üzerinde Demokles’in K›l›c› gibi duran YÖK’ün gerici ve piyasac› dönüflümünü, haz›rlad›¤› “Üniversiteler ve YÖK Raporu” ile özetledi. Kolektif Araflt›rma Birimi taraf›ndan YÖK’ün kurulufl y›ldönümünde yay›mlanan raporda yeni YÖK Yasa Tasar›s›, AKP’nin sermaye ve kendi ihtiyaçlar› çerçevesinde üniversiteleri flekillendirme haz›rl›¤› olarak tan›mland›. YÖK’ün egemenlerin yüksekö¤retim projelerine göre flekillendi¤i anlat›lan raporda Gökhan Çetinsaya baflkanl›¤›ndaki YÖK’ün “demokrat” maskesiyle sunulan yenilikleri teflhir ediliyor. Raporda ayr›ca rektörlük seçimlerindeki hukuksuzluklar, gerici ve piyasac› dönüflümler, üniversitelilere yönelik polis, özel güvenlik, soruflturma ve ceza bask›lar›na da de¤iniliyor. Rapora www.kolektifler.net adresinden ulafl›labilir.

görüntüsü dikkate değerdi. ‘GENÇL‹K HAF‹FE ALINMAZ’ Miting alanına gelinmesiyle Çankaya Belediyesi’ne ait binadan “Faşizme ölüm tek yol devrim - Öğrenci Kolektifleri” ve “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi Gençlik Muhalefeti” pankartları sallandırıldı. Pankartların sallandırılmasıyla birlikte miting alanındaki binler “İsyan, devrim, özgürlük” sloganını attı. Miting için kurulan kürsüden sık sık AKP’ye seslenildi. Vietnam Kasabı Comer’in karşılanmasından 6’ncı Filo’nun denize dökülmesine, faşizme karşı direnişlerden harç karşıtı mücadeleye, üniversitelilerin bakanlara dar edilmesinden sermayeye yönelik tepkilere kadar çok sayıda deneyim, üniversitelerde yeni bir dönüşüme hazırlanan AKP iktidarına bir kez daha hatırlatıldı. AKP’Y‹ YENMEYE SÖZ VERD‹LER Ortak konuşmaların ardından ilk sözü Gençlik Muhalefeti temsilcisi Ekin Öztürk aldı. AKP’nin süslü yalanlarına teslim olmayacaklarını söyleyen Öztürk, okullarında Tayyip Erdoğan’ı istemeyenlere polisin gazlarla ve coplarla saldırılarını hatırlattı. “Haklarımız için, özgürlük ve demokrasi için, tutuklu arkadaşlarımızın ellerindeki kelepçeleri kitaplarla değiştirmek için mücadeleyi büyüteceğiz” dedi. Genç-Sen MYK üyesi Melis Karcı da

AKP’nin YÖK aracılığıyla üniversiteleri bilimden koparmaya, araştıran ve okuyan bir nesil yerine kinine ve dinine sahip çıkan bir nesil yaratmak istediğine dikkat çekti. Üniversitelerdeki polis ve özel güvenlik baskısına da değinen Karcı, Kürt öğrencilerin okulunu bitirmesinin Türk öğrenci gibi davranmaktan geçtiğini ifade etti. Karcı, “İçerde açlık grevleri devam ederken, dışarıda hükümete tepki gösterenler işkenceye maruz kaldı. MYK üyemiz Sinem Şahin bu saldırılar sonrası tutuklandı. Bir an önce ölümlerin önüne geçilmesini, tutuklu arkadaşımızın özgür bırakılmasını istiyoruz” dedi. Karcı’dan sonra kürsüye Öğrenci Kolektifleri adına Ömür Çağdaş Ersoy çıktı. AKP’nin yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın bir reform oyunundan ibaret olduğunu vurgulayan Ersoy, AKP’nin üniversite hayallerini başına yıkacaklarını söyledi. “Denizlerin, Mahirlerin emperyalizme karşı mücadeleleri aklımızdadır, yüreğimizdedir” diyen Ersoy, gençliğin kardeş halkların kanını dökmekten değil, barıştan yana olduğunu ifade etti. İnsanların bedenlerini ölüme yatırmak zorunda bırakılmasına itiraz ettiklerini de sözlerine ekleyen Ersoy, tutuklu öğrenciler konusunda da dikkat çekti ve arkadaşları Kadir ile Oğuz’u özgür bıraktıracaklarını dile getirdi. Üniversiteliler “Geleceğe bakarak yürüyen, halkın iktidarını kurma iddiasında olan bir gençlik olacağız. Bu ülkenin caddelerine Mahirlerin, Denizlerin, Ulaşların, Hüseyinlerin, İboların adlarını vereceğiz. Söz mü?” diyen Ersoy’a “söz” haykırışıyla yanıt verdi. Son konuşmayı TKP’li Öğrenciler’den Can Kanderoğlu gerçekleştirdi. Büyük Öğrenci Buluşması ile birlikte AKP’ye işlerinin kolay olmadığını bir kez daha gösterdiklerini belirten Kanderoğlu, 4+4+4’ten sonra yeni YÖK yasasıyla eğitimde gericiliğin tam anlamıyla bir saldırı haline dönüştüğünü kaydetti. Kanderoğlu, Tayyip Erdoğan’a “Attan sen düştün, tahttan da biz düşüreceğiz. Sosyalist bir ülkeyi biz kuracağız” dedi. Miting, Çav Bella marşının okunması ve halayların çekilmesiyle sona erdi.

YÖK protestosuna tahammül yok Ü

lkenin dört bir yanındaki üniversiteler, 6-7-8 Kasım tarihlerinde YÖK protestolarına ve 9 Kasım çağrı eylemlerine sahne oldu. Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Trabzon, Kocaeli, Adana, Mersin, Bursa, Dersim, Antalya, Samsun, Denizli, Konya, Edirne, Zonguldak, Muğla, Ordu ve Bolu’da yüzlerce üniversiteli YÖK düzenine ve YÖK reformuna karşı sokağa çıktı. İzmir Ege Üniversitesi ile Kocaeli Üniversitesi’nde düzenlenen eylemlere ise polis ve özel güvenlik saldırdı. Ege Üniversitesi’nde 7 Kasım günü Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, TKP’li Öğrenciler ve Genç-Sen Ankara’ya çağrı eylemi gerçekleştirdi. Edebiyat Fakültesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştiren üniversiteliler, YÖK Karşıtı Öğrenciler adıyla düzenlenen eyleme polisin saldırdığını öğrenince Merkez Kütüphane’ye doğru yürüyüşe geçti. Öğrencilerin sayısının artması üzerine polis de saldırının dozunu artırdı. Yerleşke içerisinde panzer-

lerden tazyikli su sıkıldı, gaz bombaları atıldı, 26 üniversiteli gözaltına alındı. Polis saldırısına tepki gösteren öğretim görevlileri de Edebiyat Fakültesi önünde bir açıklama yaparak olayların sorumlusu olan Güvenlik Şube Müdürü Hacer Çolpan’ın istifasını istedi. Üniversiteliler akşam saatlerinde serbest bırakıldı. Aynı gün Kocaeli Üniversitesi’nde de özel güvenlik terörü esti. Umuttepe Yerleşkesi Sosyal Tesisler’de toplanarak rektörlüğe yürümek ve YÖK’ü protesto etmek isteyen öğrenciler özel güvenlikler tarafından abluka altına alındı. Üniversitelilerin bu baskıya direnmesi üzerine saldırı gerçekleşti. Çıkan arbedede bir öğrenci hastanelik oldu. Kendilerine destek veren arkadaşları ile birlikte bir kez daha özel güvenlik barikatına yüklenen üniversiteliler, barikatı aştı fakat kısa bir süre sonra da çevik kuvvet barikatı ile karşılaştı. Yaklaşık üç saat süren gerginlik, üniversitelilerin açıklama yapması ile birlikte sona erdi.

Bu kez halk okumuş insanın yanında Y

ÖK’ün kuruluşunun 31’inci yılında üniversiteliler Tayyip Erdoğan’ın kapısına dayandı. Karadan dört bir yanı polis ablukası altında olan ofise KadıköyBeşiktaş vapuru ile ulaşan Öğrenci Kolektifleri üyeleri, AKP’nin YÖK üzerinden yaptığı dönüşüm politikalarını protesto etti. Üniversiteliler “YÖK yasası, savaş, paralı eğitim. AKP’nin oyununu bozalım. 9 Kasım’da Ankara’ya” pankartı astıkları vapuru yol boyunca eylem alanına çevirdi. 25 dakikalık yolculuklarının ardından Beşiktaş’ta karaya ayak basan üniversiteliler, polisin saldırısına

uğradı. Polisin sert saldırısına yumurtalarla karşılık veren 19 üniversiteli gözaltına alındı. İkinci eylem de bu anda başladı. Vapurdan inenler, birlikte yolculuk yaptıkları öğrencilerin darp edilerek gözaltına alınmasına tepki gösterdi. Aralarında PEN Dünya

Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyesi ve Türkiye Merkezi Başkanı Tarık Günersel’in de bulunduğu vatandaşlar, “Çocukları bırakın” sloganlarıyla eyleme geçti. Ülkede tam anlamıyla faşizmin varlığının olduğunu söyleyenler, artık faşizme karşı ayaklanma çağrısı da yaptı. Polisin karşısına barikat kurduğu halk, gözaltına alınanlar serbest bırakılmadan eylemlerini sonlandırmayacaklarını söyledi. Uzun bir süre devam eden eylem, gözaltına alınanların bırakılacaklarının söylenmesiyle sona erdi.

Halk, Befliktafl ‹skelesi’ndeki polis sald›r›s›n› protesto ediyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.