166'ıncı Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

5

ABD’nin Libya’da çok ifli var

9

Yeniden meydana çıkan İslamcı şiddet, ABD için hem bir güçlük hem de müdahale vesilesi

‘Gemi su al›yor, iflçileri at›n’ Yeniden krize doğru ilerlediğimizi artık sermaye de itiraf ediyor. İlk akıllarına gelen ise işçi çıkarmak

13

Köy Enstitüleri Çarıklı erkan-ı harbin gözlerini açan bu aydınlanma hamlesinden hangi dersler alındı?

15

Karac’o¤lan der ki... İskender Pala’nın türküleri müstehcen bulup, yasaklama isteyesi gelmiş

20 Eylül 2012 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 166

KARANLIĞA, SAVAŞA, FAŞİZME TESLİM OLMUYORUZ!

Tayyip elimiz yakanda

AKP’nin 4+4+4’ten Suriye’ye, Kürt sorunundan ekonomiye her alanda patlak veren krizi derinleşiyor

Tayyip’in saldırganlığı çaresizliğinin işareti. Köşeye sıkışan AKP’yi yerinden edecek tek güç halkın isyanı

‘4+4+4’ü durduracağız’ diyenler, polise sokakları dar eden Hataylılar, HES’leri basan eşkıyalar AKP’yi zorluyor

Harç isyan› büyüyor Üniversiteliler, “Parasız eğitim getirdik” diyen AKP’nin yalanını sokakta bozuyor. Öğrenci Kolektifleri temsilcileri, Başbakanlık önünde polis saldırısıyla karşılaştı S. 6

E¤itim hakk› mücadelesinde hep sokakta olaca¤›z S.3

‹natç› çoban kazand›

TSK hiç ‘şüphe’siz öldüren bir makine Afyon’daki cephanelik patlaması vesilesiyle TSK’daki ölüm ve “kaza” gerçeğini inceledik S. 12

İzmir Efemçukuru Köyü’nde, altın madeni için arazinin üzerinde acele kamulaştırma kararı verildi. Karara itiraz eden köylüler arazilerini satmaya razı olurken davada ısrar eden çoban Ahmet Karaçam kararı bozdu S. 7

Yaşam hakkı tanınmıyor Nevin, “Ölürüm de doğurmam”, devlet “Öl öyleyse” diyor S. 10

Aleviler karanlığa meydan okuyacak Aleviler iktidar desteğiyle sistematikleşen bir saldırıyla karşı karşıya. Üç Alevi örgütü, saldırılar karşısında 30 Eylül’de Ankara’da karanlığa meydan okumaya çağırıyor S. 3

Savaş ve ölüm kader değil Kürt politikası iflas eden AKP, kanlı zafer masallarıyla ve BDP’yi hedef haline getirerek durumu idare etmeye çalışıyor S. 4 Ferda Koç / Sayfa 4

Utku O¤ul / Sayfa 6

Tufan Sertlek / Sayfa 8

AKP s›k›flt›kça CHP...

Paras›z e¤itim için paras›z... Yahu bi dur

Öğrenciler okulsuz, Tayyip bahtiyar 4+4+4’ün ilk bilançosu, dökülen okullar, sürülen çocuklar ve zorunlu din dersleri olurken okulların imam hatipleştirilmesine tepkiler büyüyor S. 2 Hande Yanar/ Sayfa 10

AKP’nin krefl çocuklar›yla...

Bilgi direnifli İşten çıkarılan Sosyal-İş üyeleri Bilgi Üniversitesi önünde direniyor. Halkın Sesi, Bilgi Üniversitesi işçilerinin direnişini ziyaret etti. İşçilerin işten çıkarılma nedeni, Bilgi Üniversitesi yönetiminin sendika sevememesi. S. 8


2

EĞİTİM 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

S›n›fta, s›rada, sokakta flimdi; isyan et! AKP’nin iktidara geldiği günden beri eğitimi yapboza çevirdi. Bu yıl ise eğitimin üzerinde, geçtiğimiz yıllardan daha fazla durmasının sebebi yıllardır hedefi olan dindar nesilleri yetiştirmekte kararlı olması. Eğitimi dindar ve kindar nesilleri yetiştirebilecekleri en uygun araç olarak görüyor. Hem de eğitimi piyasalaştırarak bizleri sermayenin önüne yem olarak atmak istiyor. Bir taşla birkaç kuş vurma stratejisi bununla da bitmiyor; 4+4+4 yasasıyla birlikte okulları tümden imam hatipleştiriyor. AKP, 4+4+4 ile 658 okulu imam hatibe dönüştürüyor, eğitimi anayasal bir hak olmaktan çıkarıyor. Özel okulların sayısını %30’lara kadar arttırmayı ve eğitimi tümden özelleştirmeyi hedefliyor. Ancak unuttukları çok önemli bir şey var; bu ülkenin liselileri artık ‘’İsyan et’’meye hazırlanıyor. Türkiye’nin dört bir yanında, tüm liselerde AKP’nin eğitime yaptığı saldırılara, bize sunulan şartlara ‘’İsyan Et’’ diyerek cevap vereceğiz. Tüm sokaklarda, kent meydanlarında duvarların adresi ‘’İsyan Et’’ olacak. ‘’Gerici, piyasacı, cinsiyetçi, bilim dışı eğitime İsyan Et! ‘’diyoruz. Paral› e¤itime ‘‹syan Et’! Tüccar okul müdürleri bizleri müşteri olarak görüyor, tehditlerle zorla bizlerden para almaya çalışıyor. İsteğe bağlı denilen ama zorunlu tutulan bağışların ismi aidat, spor, temizlik vb. olarak tekrar tekrar önümüze sunuluyor. Meslek lisesi öğrencilerini ise staj adı altında çalıştırarak, sermayeye ucuz iş gücü imkanı olarak sunuyor. AKP, bizleri dershanelere mahkum ettiği yetmiyormuş gibi şimdi de dershanelerin hepsini özel okul yapmayı amaçlıyor. Vaktimizin çoğunu geçirdiğimiz okullarda, yaşam alanlarımızda beslenmemizi sağlayacağımız kantinlerimiz hem pahalı hem de hijyenik değil. AKP, okullara ulaşımımızı cebimizden her ay yüzlerce lira alan servisçilere teslim etmiş. Diğer bir alternatifi de her gün zam gelmekte olan balık istifi toplu taşıma. Bizler de AKP’nin eğitimi paralılaştırmasına, metalaştırmasına karşı ‘eğitim haktır’ diyerek nitelikli, bilimsel, eşit ve anadilde bir eğitim istiyoruz. Paralı beslenmeye, paralı ulaşıma, paralı eğitime ‘‘İsyan Et’’ diyerek cevap vereceğiz. Gerici, cinsiyetçi, ayr›mc› e¤itime ‘‹syan Et’ AKP, ülkenin dört bir tarafına yaydığı gerici, cinsiyetçi havayı liselerimizde de solutmak istiyor bizlere. AKP, çoğu zaman ya ülkede yarattığı şoven hava ile Kürt öğrencilere, Alevi öğrencilere yapılan saldırıların fitilini ateşliyor ya da saldırıları görmezden geliyor. AKP, gerici, cinsiyetçi, ayrımcı düşüncesini müfredata da yansıtmaktan geri durmuyor. Kadını ikinci plana koyan ve kadını, sadece eşine ve çocuklarına hizmet eden, ‘ev hanımı’ rolüne bürüyen müfredatla da sınırlı kalmıyor gericilik. Gerici kadrolar ile donatılan okullarımızda, idareci ve öğretmenler eli ile erkek ve kadın öğrenciler arasına konulan 45 cm yaklaşma yasağı, kadın öğrencilerin etek boyuyla ilgili yapılan baskılar ve hakaretler AKP’nin gerici yüzünün bir parçası. AKP’nin gerici, cinsiyetçi, ayrımcı eğitimine, erkek egemen söylemine ‘‘İsyan Et’’ diyerek cevap vereceğiz. Niteliksiz, bilim d›fl› e¤itime, s›navlara ‘‹syan Et’! AKP niteliksiz, bilimden yoksun eğitim müfredatını yıllardır ısıtıp ısıtıp önümüze sunuyor. Ezbere ve elemeye dayalı rekabetçi müfredat ve sınav sistemi, geleceğimizi çalmaya devam ediyor. Evrim teorisini anlattığı için ceza alan öğretmenler, bilimi din ile birleştiren ve dini bilimin alt dalı olarak gören müfredat, aslında her şeyi gözler önüne sermekte yeterli. Okullarımızdaki laboratuvarların aylardır hatta yıllardır kullanılmadığı veya depo olarak kullanıldığı şu günlerde bizler bilimi savunmaya devam edeceğiz. İstisnasız her sınav dönemi, sıra arkadaşıyla dahi rekabete sokulmaktan ve baskıdan dolayı hayatını kaybeden öğrencileri unutmuyor, niteliksiz, bilim dışı eğitime ve hayatlarımızı elimizden alan sınavlara ‘‘İsyan et’’ diyerek cevap veriyoruz.

Öğrenciler okulsuz Tayyip bahtiyar UMAR KARATEPE

Kurşuna boyun eğmediler

B

aşbakan Tayyip Erdoğan 2012-2013 eğitim öğretim yılının açılışını yapmak için Denizli’de bir imam hatip okulunu seçti ve burada yaptığı konuşmasında imam hatip okullarının itibarını iade etmekten ne kadar bahtiyar olduklarını anlattı. Erdoğan bu coşkuyu taraftarlarıyla paylaşırken Türkiye’nin farklı yerlerinden binlerce öğrenci ve velileri okulsuz kalmanın endişesini taşıyordu. Çünkü Erdoğan’ın iade-i itibar projesi sonucu okulları imam hatipe dönüştürülmüştü. Ankara Battalgazi ve Batıkent Kardelen, İzmir Mustafa Rahmi Balaban, İstanbul Fatih İlköğretim okullarının yanı sıra İstanbul’daki İntaş Lisesi’nde Erdoğan’ın bahtiyar olduğu düzenlemelerin mağdurları hak mücadelesi veriyor. B‹ZE SORDUNUZ MU? İstanbul Fatih’te bulunan Atatürk İlköğretim Okulu velileri, birinci sınıfların uyum haftasının başlamasına 3 gün kala, 7 Eylül günü okul idaresi tarafından mesai bitimine yakın arandı ve kendilerine okullarının imam hatibe dönüştürüldüğü söylendi. Bu dönüşümle birlikte daha önce birinci sınıfa ve anaokuluna kayıt yaptıran, okulun formasını dahi alan veliler kayıtların iptal edildiğini öğrendi. Okul idaresi tarafından başka okullara gönderilen öğrenciler, yönlendirildikleri okullardan da olumsuz yanıt alınca çocuklar okulsuz kaldı. Haberi almalarının ardından okul önünde “Okulumuzu geri istiyoruz” diyerek iki eylem gerçekleştiren, öğle yemeklerini okulun önünde çocuklarıyla yiyen ve okulun dönüştürülmesi yönündeki kararın geri çekilmesi için valiliğe yürüyüş yapıp dilekçe

4+4+4 e¤itim modeliye birlikte okullar›n imam hatiplefltirilmesine tepkiler büyüyor veren veliler, öğrenciler ve öğretmenler okulların açıldığı ilk günde de eylemdeydi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin de destek verdiği eylem öncesi ilkokul öğrencileri dövizlerini kendi elleriyle hazırladı. Okulun ikinci günü de İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde eylem vardı. İl Milli Eğitim Müdürü ile görüşen veliler ve öğretmenler Müdür’ün saldırgan bir üslup kullandığını, imam hatip için kaç öğrencinin başvurduğuna dair soruya da cevap vermediğini dile getirdiler. Okulun velileri, öğretmenleri ve öğrencileri 20 Eylül’de okullarının önünde oturma eylemi yapma kararı aldılar. İstanbul’da imam hatibe dönüştürülecek 18 okuldan biri olan İntaş Lisesi’nde de öğrencilerin başlattığı mücadele sürüyor. OKUL ‹Ç‹N NÖBET Ankara’da Batıkent’teki

‹ZM‹R’DE KAZANIM İzmir’de ise Mustafa Rahmi Balaban İlköğretim Okulu öğrencileri ve velileri okullarının imam hatip okuluna dönüştürülmesini mücadele ederek engelledi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin de desteğiyle okullarının önünde protesto yapan veliler yüzlerce

imza topladı, bu imzaları okul velileri ve öğrencileriyle birlikte bir yürüyüş yaparak İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne teslim ettiler. Velilerden ve öğrencilerden tepki gelmediği için okulun imam hatibe dönüştürüldüğünü iddia eden İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Mustafa Çakal, Eğitim Komisyonu’nun “Bir sorun yoktur” yazısını gönderdiğini açıkladı. Ancak yılmadılar, daha çok imza topladılar, okul önündeki eylemlerine devam ettiler ve okullarının kapatılmasını engellediler. Okulun velilerinden Serpil Bingöl Sendika.Org’a yaptığı açıklamada mücadelelerinin devam ettiğini söyledi ve amaçlarını “Diğer okulların da dönüştürülmemesi, 4+4+4’ün durdurulması” olarak açıkladı. Bingöl “Sadece bizim okulumuz değil, hiçbir okul imam hatip olmasın” dedi.

Yıkıma karşı okulun önünde Mersin Toroslar’da bulunan D.A. Toksoy İlköğretim Okulu bir binası için kullanılamaz raporu olması nedeniyle yıkılacak. Ancak okul içerisindeki diğer bir bina sağlam. Milli Eğitim yaz aylarında hasarlı binayı yıkıp sağlam olan binada eğitime devam edebilecekken yıkımı okullar açılınca yapmaya karar verip

‹syan Et! AKP’nin eğitimdeki yıkım politikasına ve saldırılarına sessiz kalmıyoruz. AKP’nin istediği gençlik kılıfına da uymuyor, düşünmeye, sorgulamaya, bilimi savunmaya ve haklarımız için mücadele etmeye devam ediyoruz. AKP’nin gerici, cinsiyetçi, piyasacı eğitimine, 4+4+4 karanlığına karşı ülkenin dört bir yanında ‘İsyan Et’meye çağırıyoruz. Eğitimin herkes için eşit ve parasız olarak kamusal bir hak olarak görüldüğü ve uygulandığı ana dek ‘‘İsyan Et’’ diyerek cevap vereceğiz.

çocukları başka bir okula yönlendirdi. Bu durum velilerin aklına “okul imam hatip mi yapılacak?” sorusunu getirdi. Veliler, okulun bir an önce onarılmasını veya yenisinin yapılmasını, bu süre zarfında çocuklarının gideceği okul için parasız servis sağlanmasını istiyor. Bu taleplerini içeren

dilekçelerini ilçe milli eğitim müdürlüğüne ve kaymakamlığa ilettiler. Aldıkları yanıt ise çocuklarını söylenen okula göndermeleri olmuş. Servis talebine dair de yoksul olan aileler belirlenip onlara yardım sözü verilmiş. Veliler ise, hak kaybının giderilmesi için bütün öğrencilere parasız servis

sağlanması gerektiğini dile getiriyorlar. Mahallede temsilcilerini seçen veliler okulların açılmasıyla beraber 10 gün boyunca eğitim verilmeyen okullarının önünde oturma eylemi yapma kararı aldılar. Halkevcilerin de destek verdiği veliler taleplerinin yerine getirilmemesi halinde valiliğe yürüyecekler.

Memleketten 4+4+4 manzaraları 2

I Antalya’da Alevi örgütleri okulların açıldığı gün Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde “4+4+4’e Hayır!” dedi ve Alevilere yönelik asimilasyonun bir parçası olarak nitelendirdikleri din derslerini ve paralı eğitimi protesto etti. Eyleme Halkevleri üyeleri de katıldı. I Alevi Bektaşi Federasyonu İzmir Bileşenleri’nin çağrısıyla emek ve demokrasi güçleri okulların ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün önünde eylem yaptı. Eylemde okunan açıklamada Alevilerin ırkçı, şoven, Türk/İslamcı, piyasacı eğitim sistemine karşı mücadele ettiği vurgulandı. I 7 Eylül’de Ankara’da Yüksel Caddesi’nde buluşan Halkevci Kadınlar, Milli Eğitim Bakanlığı önüne yürüyerek kadın düşmanı 4+4+4’ü durduracaklarını haykırdı. I Ankara’da Eğitim-Sen üyeleri, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in sendikalarını hedef gösteren açıklamalarıyla ilgili 5 Eylül’de Kızılay’dan Bakanlığa yürüdü, 6 Eylül’de adliyede suç duyurusunda bulundu.

Kardelen İlköğretim Okulu velileri, öğretmenleri ve öğrencileri okulların açılmasına bir hafta kala okullarının imam hatipe dönüştürüldüğünü öğrendi. İki günlük bir örgütlenme sonucunda 12 Eylül’de 200 kişinin katılımıyla okul önünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasının ardından topladıkları yüzlerce dilekçeyi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne götüren veliler, öğretmenler ve öğrenciler, okulun imam hatibe dönüştürülmesine karşı nöbet tutacaklarını açıkladı.

Ankara’da Battalgazi ‹lkö¤retim Okulu’nun 4+4+4 ile ‹mam Hatip Ortaokulu ve Battalgazi Ortaokulu olarak dönüfltürülüp bölünmesine ve mahallenin ilkokulsuz kalmas›na yönelik tepkiler silahl› sald›r›yla susturulmaya çal›fl›ld›. 6 Eylül’ü 7 Eylül’e ba¤layan gece evleri ve dükkanlar› pompal› tüfekten ç›kan kurflunlar›n hedefi olan Tülay Y›lmaz, sald›r›dan 12 saat önce 4+4+4'e karfl› eylemde bas›n aç›klamas›n› okumufltu ve eylemciler tehdit edilmiflti. Efli Atilla Y›lmaz ise okullar›n›n dönüfltürülmesine karfl› dilekçeleri valili¤e götürmüfltü. Ancak sald›rganlar amac›na ulaflamad›. Mahalleli karanl›k kurflunlara karfl› Y›lmaz ailesinin evinin önünde tek yürek oldu. Halkevleri, E¤itim-Sen ve TKP yöneticileriyle üyeleri de evin önündeki eyleme destek verdi. Tülin Y›lmaz çocuklar›n› karanl›k fikirlerden uzak tutmak için çabalad›klar›n› anlat›rken Halkevleri Genel Baflkan Yard›mc›s› Samut Karabulut, olay›n k›flk›rt›c›l›¤›n› Baflbakan ve Milli E¤itim Bakan›’n›n yapt›¤›n› söyledi. Y›lmaz ailesi ve mahalleli okullar›n aç›ld›¤› gün yine eylemdeydi. Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay’›n da aralar›nda bulundu¤u bir heyetle okula giden velilerle okul müdürü görüflmedi. Veliler mücadeleye devam edeceklerini söyledi.

012-2013 eğitim öğretim yılı 4+4+4 kriziyle açıldı. Sistemdeki değişiklik nedeniyle artan sorunların önemli bir bölümü Halkevleri eğitim hakkı meclislerinin 17 ilde kurduğu iletişim birimleri ve okul denetimleri ile belgelendi. Meclisler yüzlerce okulun önlerinde kriz masaları açarak 4+4+4’e karşı mücadeleyi örgütledi. ARTAN MEVCUDA ÇÖZÜMLER (!) 4+4+4 sisteminin kalabalık sınıflara yol açması bekleniyordu. Milli Eğitim konteynır sınıflar açtı, depoları, öğretmenler odasını, bilgisayar laboratuvarlarını kapayarak sınıf yapmayı çözüm saydı, hatta İstanbul’da el altından 60-66 ay çocukların kayıt edilmemesini sağladı ama yine de birçok yerde krizi aşamadı. İstanbul’da birçok okulda sınıflar 70-80 kişiyi buldu. Sınıf mevcutlarının artması karşısında Milli Eğitim sürgün mekanizmasını da devreye soktu. Gece geç saatlere sarkan çıkışları engelleyebilmek için 80 dakikalık blok ders uygulamasına geçildiği görüldü. OKULLAR DÖKÜLÜYOR Bir çok yerde öğrencileri tamamlan-

4+4+4’ün ilk bilançosu: Dökülen okullar, ö¤retmensiz s›n›flar, sürülen çocuklar ve zorunlu din dersleri mamış binalarda eğitim görüyor. İstanbul Kartal’daki Kutlu Aktaş İlköğretim Okulu’nda bir binanın inşaatı bitmemiş, tuvaletler henüz tamamlanmamış, bazı sınıfların camları dahi yok. Sınıflara henüz elektrik de bağlanmadan okul açıldı. Bahçelievler Mustafa Kemal İlköğretim Okulunda da yeni sınıfların ve tuvaletlerin inşası sürüyor. Birçok okulda tuvaletler ve lavabolar birinci sınıflara uygun değil. Kimi okullarda tuvaletlerin yanı sıra, birinci sınıf derslikleri ve ana sınıf derslikleri üst katlarda ve merdivenler çocukların çıkamayacağı kadar dik. Derme çatma oluşturulan sınıfların durumu da içler acısı. Örneğin Samsun İstiklal İlköğretim Okulu’nda aynı sıralara gündüz 14 yaşında öğleyin ise 5.5 yaşında çocuklar oturuyor. Bir diğer fiziksel sorun da 4+4+4 gereği ilköğretim ile ortaöğretim öğrencilerinin ayrıştırılmasının başarılamaması. Çok sayıda okulda ilköğretim ve ortaokul öğrencileri aynı bahçede teneffüse çıkıyor, hatta

aynı binada eğitim sürdürülüyor. Halkevleri’nin tespitlerine göre hemen hemen her okulda öğretmen açığı var ve birçok okulda hademe de bulunmuyor. Eğitim-Sen’in bildirdiğine göre Van’da depremin üzerinden yedi ay geçmesine rağmen tadilatına yeni başlanan okullar var. D‹N DERSLER‹ ZORUNLU Seçmeli olacağı iddia edilen din dersleri de beklenildiği gibi zorunlu hale getiriliyor. Sarıyer Şükrü Naide İlköğretim Okulu’nda okul yöneticilerinin kendi belirledikleri seçmeli ders listesini velilere dayattığı şikayetleri geldi. Bağcılar’daki Şükrü Savaşeri İlkokulu’nda seçmeli olarak gösterilen 15 dersten sadece 5’inin öğretmeni olduğu ve çocukların bu 5 dersten 4’ünü seçeceği söylendi. Böylece öğrenciler en az 2 din dersi seçmek zorunda bırakıldı. Okul müdür yardımcısı Hüseyin Yıldız, buna itiraz eden velilere “Müslüman değil misiniz? Niye gocunuyorsunuz?” dedi.

Okullar birçok eksikle açılırken gözler yine velilere çevriliyor, çocukları için “bağış” yapmaları isteniyor. 4+4+4 uygulaması nedeniyle çocuklarını bulundukları yerden daha uzak bir okulda okutacak olan veliler geçen seneye göre ayda en az 5 lira fazla ödeme yapıyor. 4+4+4’ün faturası yine velilere çıkarılıyor. İktidar ve yandaşları ise “cuma hutbeleriyle”, telefonlardan din dersi seçme çağrılarıyla enkazı ve soygunu kutsal bir örtüyle gizlemeye çalışıyor.


3

GÜNDEM 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

Aleviler karanlığa meydan okuyacak Aleviler iktidar desteğiyle sistematikleşen bir saldırıyla karşı karşıya. Adıyaman, İzmir, Antep'te evleri işaretlenen ve Malatya Sürgü'de linç edilmek istenen Aleviler, saldırılar karşısında 30 Eylül’de Ankara’da karanlığa meydan okumaya hazırlanıyor

Ü

ç büyük Alevi federasyonu bir araya gelerek son aylarda Alevilere dönük gerçekleşen saldırılara, Alevi düşmanı yargı kararlarına, zorunlu ve ‘seçmeli’ din dersi dayatmalarına karşı 30 Eylül’de miting yapma kararı aldı. Türkiye çapında katılımın beklendiği miting Ankara’da Sıhhiye Meydanı’nda gerçekleşecek. Üç federasyon başkanının imzasıyla duyurulan ortak açıklamada, AKP hükümetinin cemevlerini ibadethane saymamakta ve Sünni İslam dayatmasında ısrar ettiği belirtilerek, “Başbakan, TBMM Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı ve son olarak da Yargıtay ağız birliği etmişçesine inkar ve asimilasyon politikası yürütüyor” denildi. Alevileri harekete geçiren saldırılar, AKP’nin Alevi düşmanı söylemlerine paralel olarak tırmanıyor. AKP saldırılar için “münferit” ve “sıradan olay” diyerek saldırıları önemsiz göstermeye çalışıyor. Son aylarda Adıyaman, İzmir, Antep’te evleri işaretlenen ve Malatya Sürgü'de evlerinde linç edilmek istenen Aleviler ise gelişmelerin “münferit” diye nitelenemeyeceğini, iktidar desteğiyle sistematikleşen bir saldırı ile karşı karşıya olduklarını görüyor.

SÜRGÜ SALDIRISINA CEZA YOK Malatya Sürgü’de ramazan ayında linç edilmek istenen Evli ailesine tehditler sürerken, Doğanşehir Cumhuriyet Savcılığı, Evli ailesini linç etmek isteyen ve evini taşlayan 48 saldırganla ilgili soruşturmada takipsizlik kararı verdi. Saldırıların cezasız kalmasıyla adeta teşvik edilen saldırganlar, bu kez Kartal, Pendik ve Manisa’da boy

gösterdi. 25 Alevi ailesinin evinin işaretlendiği Kartal’da, son olarak 24 Ağustos gecesi cemevine yönelik bir kundaklama girişimi gerçekleşti. Saldırıların ardından 23 Ağustos’ta Kartal’da protesto yürüyüşü düzenleyen binlerce kişi “Faşizme karşı omuz omuza” dedi. POL‹STEN KAFA KESME TEHD‹D‹ Bir diğer saldırı da Pendik’te yaşandı. Pendik Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’ne (PSAKD) gelen

ve kendilerini polis ve Süleymancı olarak tanıtan iki kişi, dernek üyelerine kafa kesme tehdidinde bulundu. “Resulullah'ın yolundan dönenlerin kafalarının kesilmesi gerektiğini” söyleyen saldırganlardan birinin gerçekten de polis olduğu, dernek yöneticilerinin başvurusu sonucu tespit edildi. ‘‹Y‹ N‹YETL‹ K‹fi‹LER’ Manisa’da Fevzi Çakmak, Fatih mahalleleri ile Yeni Mahalle’de

görülen sarıklı cübbeli 5 kişi Alevi ailelerin evlerine taciz “ziyaret”lerinde bulundu. Evin erkeklerini camiye sohbete çağırdıklarını söyleyen grubun özel olarak Alevi ailelerin evlerine gittiği kısa sürede açığa çıktı. Evde olmadığı bir saatte Alevi Kültür Derneği Manisa Şube Yöneticisi Süleyman Çeri’nin de kapısı çalındı. Eşinin, durumu kendisine anlatması üzerine mahalledeki Yeşil Cami’ye giderek, bu kişilere kapısının neden çalındığını, ne istediklerini sordu. Söz konusu beş kişiden biri camide sohbet yaptıklarını, camiye yakın tüm komşuları davet ettiklerini söyledi. İkna olmayan Çeri, komşularının kapısını çalarak, camiye davet edilip edilmediklerini sordu ve sadece Alevi ailelerin kapılarının çalındığını öğrendi. Çeri, daha sonra Barbaros Karakolu’na giderek durumu anlattı. Burada Terörle Mücadele Şubesi’ne yönlendirilen Çeri’ye polisler durumdan haberdar olduklarını, beş sahsın da izlendiğini ama bunların ‘iyi niyetli kişiler’ olduğunu söyledi. Aleviler peşpeşe gelen saldırı, tehdit ve tacizlere rağmen hükümetin, yargının ve polisin sözleşmişçesine saldırganları aklamasına tepkili.

HES şantiyesine eşkıyalardan baskın “

Agresif olursak bunu durdururuz” dedi yönetmen Fatih Akın. Trabzon Çamburun beldesine çöplük kurulmasını anlattığı belgesel filmi Cennetteki Çöplük’ün çıkış noktasını, katıldığı Adana Film Festivali’nde konuşurken çöplüğün durdurulması için sarf etti bu sözleri. Akın’ın açıklamasından birkaç gün önce, Trabzon’un bir başka yerinden, Çaykara’dan, yaşadıkları köyün geleceği için “agresif” davranan insanların haberi geldi.

Çaykara’da Karaçam beldesi yakınlarında bulunan HES şantiyesi, 15 Eylül gecesi 10 kişi tarafından basıldı. Eylemciler, 4 güvenlikçiyi etkisiz hale getirip bağladıktan sonra 2 iş makinesini ateşe verdi ve şantiyeden uzaklaştı. Olayın ardından köyde operasyon başlatan jandarma, 4 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan Murat S., Alaattin S., Ahmet K. ve Mustafa G. çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak Trabzon Bahçecik Cezaevi’ne gönderildi.

MÜCADELEDE F‹‹L‹ MÜDAHALE Trabzon Valisi Recep Kızılcık olayla ilgili yaptığı resmi açıklamada, “Saldırının, HES inşaatına karşı çıkan kişiler tarafından yapıldığı tespit edildi” dedi. Kızılcık’ın, "Bunlar zaten Rum dölü, bu yüzden istemiyorlar HES'i" dediği iddiası da medyaya yansıdı. Vali gerçekte bunu söylemedi belki ama halk isyanının kökünü dışarda aramak bir devlet geleneği ve yeni değil... Yeni olan, memleketin

neredeyse her deresi üzerine birden fazla HES kurma azmindeki iktidar-sermaye işbirliğine karşı yaşamına sahip çıkan insanların mücadele biçimleri. Önceleri açılan davalarla hukuki alanda devam eden mücadele, bugün artık yeni bir evreye gelmiş durumda. Sadece Trabzon’da değil, Dersim’de Peri Suyu’nda, Erzurum Tortum’da genç-yaşlı kadın-erkek köylüler, iş makinalarının önüne oturuyor, şantiye basıp araç ve barakaları ateşe veriyor.

Q

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi 2012-2013 akademik yılı açılışına gelen Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 19 Eylül’de Öğrenci Kolektifleri tarafından protesto edildi. “Eğitimi gericileştiren ve piyasalaştıranların, 4+4+4’ü uygulayanların üniversitemizde işi yok” diyen Kolektif üyeleri zor kullanılarak gözaltına alındı.

Q

RedHack, 16 Eylül’de TürkiyeSuriye Kardeşlik Buluşması mitingine izin vermeyen ve halkın üzerine polisi saldırtan Hatay Valiliği'nin internet sitesini hackledi.

Q

Hapishaneleri İzleme Kurulu, 2011 Hapishaneler Raporu’nu açıkladı. Raporda hak gasplarının çokluğuna dikkat çekilirken 7 yılda tutuklu ve hükümlü sayısının 76 bin 499 arttığı belirttildi. Kurul, konunun çözümü için Adalet Bakanlığı’nın kendilerini tanıyarak yetkilendirmesini talep etti

Q

DİSK, 12 Eylül darbesinin 32’nci yıldönümü öncesinde gerçekleştirdiği yürüyüşle 12 Eylül'ün AKP eliyle sürdüğünü belirtti. 10 Eylül günü işçiler İstanbul’daki DİSK Genel Merkezi'nden AKP Şişli ilçe binasına yürüdü.

Q

Bursa'nın Osmangazi İlçesi'nde bulunan BDP Temsilciği'ne silahlı saldırı gerçekleşti. Polisler, temsilciliğin etrafını kapatırken, BDP'liler saldırganın yakalanması için şikayetçi oldu. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Q

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, OdaTv Davası kapsamında tutuklu yargılanan gazeteciler Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'nun, üzerlerine atılı suçun niteliği ile tutuklu kaldıkları süre göz önüne alınarak 14 Eylül’de tahliyelerine karar verdi.

Q

Şerzan Kurt’un katili, polis Gültekin Şahin tahliye edildi. 7 Eylül’de Mahkeme, Şahin’in cezasını müebbetten 22 yıl hapse, 22 yıl hapsi 8 yıla, 8 yılı da hapiste kaldığı süreyi göz önünde tutarak tahliyeye çevirdi.

E¤itim hakk› mücadelesinde hep sokakta olaca¤›z aklarını teslim etmek gerek, “Allah için” gerçekten çok debelendiler. Varlarını yoklarını ortaya döktüler. Bakanlığa yerleştirdikleri tüm kadroları deli divane çalıştırdılar. Bütün valileri, kaymakamları işlerin takipçisi yaptılar. Polislerine “telefon tacizciliği” görevi verdiler. Yetmedi kıyıda köşede kalmış ne kadar tarikatçı bozuntusu eleman varsa koşturdular. Yalakaları olmuş patronlara neredeyse zorla bina ve prefabrik binalar yaptırdılar. Yetmedi, olumsuzluklar medyaya yansımasın diye medya patronlarını sıkıştırdılar, suni gündemler yarattılar. O da yetmedi, kendi tabanlarındaki 4+4+4 karşıtlığını bastırmak için eski korkuları hortlattılar: sadece laikler bu işe karşı çıkarlarmış! Tayyip, artık yapacak başka bir şeyi kalmadığında Emine Hanım’ını bile yardıma çağırdı. “Bildiği yanıldığına yetmeyen” o şahsiyet de 40 yıllık politikacı, akademisyen, eğitimci ve bilumum diğer “sıfatlarını kullanarak” 4+4+4’ün ne kadar mükemmel bir ucube olduğunu bizlere anlattı ve ekledi: “Anneler, babalar, bu öğrencilerimizin velileri hiç endişe etmesinler, onlar bize emanetler”miş. Karşı çıkanlara tahammülleri yoktu. Ufak ayrıntılarda bile olsa eleştiri getirenleri bertaraf edebilmek için terörize etmekten çekinmediler. Kenara ilk çekilen TÜSİAD’cılar oldu. Bu arada netameli konulara karışmamaya özen gösteren diğer şahsiyet, yani Abdullah Gül ise kulağının üzerine yatmakla meşguldü. Bu kadar panik, bu kadar canhıraşlık, bu kadar yırtınma boşuna değildi elbette. Çünkü ortada her yönüyle ucube bir yasa ve onun uygulamasında atılan her adımda çıkan büyük sorunlar mevcuttu. Ve bu duruma karşı oluşturulan en ufak muhalefet bile büyümeye aday ve “yapılmak isteneni” çıkmaza sokabilecek bir potansiyele sahipti. Kaldı ki bu “ufak muhalefetler” çoğu yerde işlerine engel oldu ve onları projelerini revize etmeye, değiştirmeye zor-

H

ladı. 4+4+4’e, henüz işlerin en başında olunmasına rağmen dört dörtlük başlayamamalarının en önemli nedeni de bu “ufak muhalefetler” oldu aslında. İktidarın en büyük avantajı, düzeniçi muhalefetin kurallara bağlı muhalefet tarzı oldu. Kuşkusuz bu zihniyetin en köklü temsilcisi olan CHP, tüm ülke çocuklarının geleceğini olumsuz etkileyecek bu girişim karşısında yine etkisiz kaldı. Komisyonda çıkarmaya çalıştığı itişkakışın, Meclis oylamasında kullandığı olumsuz “oy”un dışında yaptığı “en ileri iş” 4+4+4’ü Anayasa Mahkemesi’ne götürmek oldu. Oysa sadece parti çıkarından bile baksalar, AKP’lilerin “arka bahçemiz” dediği İmam Hatiplerin (özellikle orta kısımlarının) yeniden yeşertilmesinin, CHP’nin iktidar olma ihtimalini (hatta ana muhalefet olma ihtimalini) tamamen ortadan kaldıracağı aşikar. Ne yazık ki sistemin kurallarına, kurumlarına bağlı kalınarak muhalefet etme zihniyetinin yerleştiği bu kafalar, hala, “yapabileceğimiz her şeyi yaptık, daha ne yapalım” diyebilme meşruluğunu ve sözde haklılığını kendilerinde görebiliyorlar. Bu zihniyetin benzer yansımalarını toplumun diğer kesimlerinde hatta toplumsal muhalefetin örgütlü kadrolarının büyük bir kısmında bile görmek, mücadelenin sürekliliği ve büyütülmesi açısından ciddi bir sorun olarak görünüyor. Hatta 4+4+4’e karşı mücadelenin önemli merkezlerinden biri haline gelen ve eğitim alanının en örgütlü gücü olan EğitimSen’in yönetici kadrolarının mutlaka gözden geçirmesi gereken zaaflı eğilimleri bulunuyor. Bu bakımdan 4+4+4 karşıtı mücadele birikiminin ortaya çıkardığı derslerden yararlanılması, mücadelenin güçlendirilmesi açısından faydalı olacaktır. Çıkarılması gereken ilk ders, 4+4+4 yasasının sadece eğitimcilere yönelen bir saldırı ve sadece onları ilgilendiren bir sorun olarak “algılanması”na yöneliktir. Mücadele, en genel anlamıyla “eğitim hakkı

mücadelesi” olarak görülmelidir; mücadelenin sadece üyelerinin mesleki çıkarlarını korumaya indirgenmesi daraltıcı olmaktadır. Çıkarılan metinlerde, afişlerde genele yönelik mücadele çağrılarının olması, bu darlığı telafi etmek için yeterli olmamaktadır. Ortada bir gerçek ve hayata geçirilmiş bir süreç mevcut. 4+4+4 saldırı programının sadece eğitimcileri ilgilendirmediğini gören “birileri”, bunu engellemek için bu saldırıdan olumsuz etkilenecek bütün kesimler ile eşit ve ortak bir mücadeleyi önüne koyar ve bunu eşit bir hukuk üzerinden örgütler. Yani 4+4+4’e karşı “büyük eğitimci yürüyüşü”nü değil, 4+4+4’e karşı “eğitim hakkı yürüyüşü”nü örgütler. Bu sorunun muhatapları sadece kürsüye çıkan Eğitim-Sen Başkanı ve KESK Başkanı mıdır? Nerede veliler ve nerede özellikle öğrenciler! Onları karar aşamalarında, yürüyüş kolunda, temsiliyette görebildik mi? Özellikle öğrencileri! Eğitim-Sen’lilerin çok önemli bir bölümü bile hala öğrencileri eğitim hakkının asıl muhatapları olarak görmüyorlar. Eğitim-Sen bu mücadelenin tek örgütü olacaksa bunun hakkını vermelidir ve aynı zamanda kapılarını (örgüt mekanizmalarını) velilere ve öğrencilere açmalıdır. İkinci ders; eğitimci olmakla bakanlığın kadrolu memuru olmak arasındaki farkın ortaya konamamasıdır. Eğitim-Sen’in örgütlü kadroları 4+4+4’ün uygulamada çıkardığı aksaklıkları gidermekle yükümlü değillerdir, üstelik tam tersine bu aksaklıkları öne çıkarmakla yükümlüdür. 4+4+4 ucubesini asıl işlemez hale getirmesi gerekenler Eğitim-Sen üyeleridir. Eğitim-Sen yöneticilerinin ilk yapması gereken açıklama (ve elbette iş) “kendi üyelerinin eğitim hakkı mücadelesinin neferleri” olduğudur. Üçüncü ders, siyasal grup çıkarının öne çıkarılmasına ilişkindir: 1- Siyasal grubunuzun çıkarı halkın genel çıkarının üzerinde değildir, ilk gözetmeniz gereken halkın genel çıkarını gözetmektir. Temsil edilen

kurumun eğitim hakkı mücadelesinin önemli bir bileşeni ve eğitim emekçilerinin kolektif iradesinin temsilcisi (Eğitim Sen) olduğununun unutulması ve aidiyet hissedilen siyasi grupların temsilcisi refleksiyle davranılması ciddi bir zaaftır. 2- Siyasal grubunuz, toplumsal muhalefetin tüm görevlerini yerine getiren, toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerini içinde barındıran, toplumsal muhalefetin öncü ve kapsayıcı örgütü (grubu) değildir. Öyleymiş gibi davranarak hem toplumsal muhalefeti hem kendinizi kandırmış olursunuz. (Treni sallamak sadece gidiyormuş görüntüsü verir, trene yol aldırmaz ve içindekilere de elbette.) 3- Siyasal grubunuzu büyütmenin yolu diğer gruplara çelme takmaya çalışmaktan geçmez. Bu konuda ne kadar “deneyimli” ne kadar “becerikli” olursanız olun takip edilen değil takip eden olursunuz. Hatırlanacak ve hatırlatılacak olan bir “söz”le ve bu eleştirilerin ortadan kalkacağı beklentisiyle noktalamak gerek. Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız'ın 15 Eylül’de Ankara’da yaptığı konuşma’dan: “Bugün 4+4+4'e karşı bu meydanda gösterdiğimiz anlamlı tepki, okulların açılacağı 17 Eylül'den itibaren okullarımızda, mahallelerimizde, işyerlerimizde yürüteceğimiz çalışmaların başlangıcıdır. Öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve velilerimizle; eğitimde 4+4+4 dayatmasına ‘hayır’ diyen tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele bayrağını daha da yükselteceğimize söz veriyoruz.” * * * AKP iktidarının muhalefetin büyüyebilecek gücünden korktuğu için kimi noktalarda geri adım attığı bir geçek. Tıpkı bütün zaaf ve yetersizliklerine karşın mücadelenin de büyüyen bir gerçeklik olması gibi. Ancak, henüz, 4+4+4’e karşı örgütlenen muhalefet, olması gereken güce, ulaşması gereken hedefe ulaşamadı. Bunun nesnel nedenleri bir kenara, öznel eksikliklerin giderilmesi zorunlu. Çünkü bu mücadele şu an bitmemiş ve karşı taraf

için de hayata geçirilerek sonuçlandırılmamış durumda. Üstelik EğitimSen Genel Başkanı’nın dediği gibi “okullarımızda, mahallelerimizde, işyerlerimizde yürüteceğimiz çalışmaların başlangıcıdır.” O yüzden tekrar etmek gerekirse “öznel eksikliklerin giderilmesi zorunlu.” 4+4+4 eğitim modelinin asıl mağdurları olan öğrenciler ve velilerin örgütsüz oluşu, bu mücadelenin büyütülememesinde en büyük sorun. Alternatifinin olmadığı koşullarda velilerin örgütlenebilecekleri tek yapı olarak “okul aile birlikleri” kalıyor. Buralar ise okul idarelerinin güdümünde para toplama mekanizmaları olarak işletiliyor. Ancak bu yapıları görmezden gelmek, yok saymak mücadelenin bir yönünü eksik bırakmak olacaktır. Bundan sonraki uygulama adımlarında devletin okullara sağlayacağı ödeneğin azalacağı, ilgisinin özel okullara yoğunlaşacağı düşünüldüğünde bu yapılar daha fazla ön plana çıkacaktır. Özellikle öğrenci velisi devrimcilerin bu yapılarda bulunması bir tercih değil, bir zorunluluktur. İki seçenekle karşı karşıyalar: ya bu yapıları doğrudan karşılarına alacaklar ya da bu yapıları mücadelenin aktif bileşeni haline dönüştürecekler. Öte yandan, Eğitim Hakkı Meclisleri, eğitim hakkı mücadelesinin en uygun formudur. Eğitimcilerin, öğrencilerin ya da velilerin her birinin kendi alanına özgü ayrı mücadele örgütleriyle bu sürecin bütünsel gereklerini yerine getirebilmeleri mümkün değil. Bu meclislerin başarısı ise nitelik ve niceliklerine bağlı. Bu yöndeki girişimlerin, başlangıç halindeki çalışmaların bir an önce gerçek-kapsayıcı bir meclise, bir mücadele aracına, bir çekim merkezine dönüştürülmesi gerekiyor. Öznel eksiklerin belki de en önemlisi 4+4+4’e karşı siyasal bilincin yaygınlaştırılması. Örneğin, 1 Mayıs için alanlara çıkmayı bir siyasal görev olarak görenler, eğitim hakkı mücadelesini bir siyasal sorun olarak görmüyorlar. Ya da tersinden barınma hakkı mücadelesi için

mahallesine barikat kurup çatışmayı göze alanlar, eğitim haklarına yapılan saldırının aynı programın parçaları olduğunun ayırdında değil. Bu durum ise kendiliğindenliğe bırakılarak giderilemez. Sorunun mağdurları “örgütlü değil”, örgütlü olanlar ise sorunun muhatabı olduğunun “farkında değil!” Devrimcilerin önünde duran görev tüm açıklığıyla ortada; mücadeleyi, mücadelenin bileşenlerini örgütlemek ve siyasal bilinci olabilecek en geniş çerçeveye yaymak/genişletmek. AKP iktidarda olduğu sürece hiçbir zaman gündemden düşmeyecek, sorunlar bitmeyecek. Ancak görülmelidir ki eğitim hakkı mücadelesi uzun erimli bir mücadeledir. Bugün 4+4+4 yasasına karşı yükselen mücadele, uzun erimli eğitim hakkı mücadelesinin sadece bir parçasıdır. Bugün dar anlamıyla AKP gericiliğine karşı “yasa karşıtlığı”yla gündeme gelen mücadele, geniş anlamıyla sermaye iktidarına karşı hak mücadelesi adımlarıyla genişleyecektir. Bu bakımdan, 4+4+4’e karşı mücadele; AKP iktidarının gerici-cinsiyetçişovenist-piyasacı eğitim sistemine karşı mücadeledir. Bu politik gereklilik, halkın hakları hareketini yaratma iddiasında olanlara önemli görevler yüklemektedir. Bilinmeli ki hak mücadelesinin yenileyici pratiklerinde toplumsal muhalefetin zaafları ve yetersizlikleri aşılacak ve eğitim hakkı mücadelesinin yükseltilmesi, geliştirilmesi ve kurumsallaştırılmasıyla mücadele neoliberal sermaye iktidarına karşı sağlam mevzilere kavuşacaktır. “Yeni bir muhalefet tarzı” olmasının, yani köklü mücadele geleneğine sahip olmamasının zayıflıklarıyla kendini gösteren eğitim hakkı mücadelesi hayata geçirildikçe, örneğin “4+4+4” geriletildikçe öğrenilecek ve öğretilecek. Sabit-hantal geleneklere ve kurumlara bağlı olmamanın “eksiklikleri” politik atılımlarda birer avantaja çevrilecek. Sermayenin gerici iktidarı orada olduğu sürece bizler de karşısında olacağız. Çünkü biz halkız, onlar da halk düşmanı.


4

GÜNDEM 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

AKP s›k›flt›kça CHP imdad›na m› kofluyor? ürt savaşı tırmanıyor. Bir yanda, Sırrı Sakık’ın “kimse evlat acısı görmesin” yakarısını “inşallah”la geçiştirmek yerine “ben elimden geleni yaptım” soğukluğuyla derhal geri çevirecek kadar savaşa odaklanmış bir Başbakan ve onun temsil ettiği siyasi irade var. Diğer yanda ise Kürt coğrafyasının hemen her köşesinde eyleme geçme ve sürdürme kapasitesi sergileyen PKK gerillası bulunuyor. PKK’nin (alan hakimiyeti adını verdiği) “savaşı tırmandırma” taktiğini bir rasyoneli var. Yalnızca Batı Kürdistan (Rojava) özerk yönetiminin güvenliğinin sağlanması amacı bile PKK’nin bugünkü taktiğini “gerçekçi” kılmaya yetiyor. PKK’nin yeni taktiğinin “Rojava’yla dayanışma”nın ötesinde, Kürt sorununu Ortadoğu çapında bir sorun haline getirerek çözümü zorlama ve sorunun uluslararası çözümü masasına kendi sandalyesiyle oturmak gibi bir orta/uzun vadeli amaca da yöneldiği düşünülebilir. Bunların hepsi de (bazıları bugünden gerçekleşme yoluna giren) gerçekçi amaçlardır. PKK’nin savaşı kısa tırmandırmaktaki Ferda v a d e l i a m a c ı karşısında Koç Suriye, İran ve ABD’nin ferdakoc@ çeşitli derecelerde nötralihotmail.com ze olduğu görülüyor. Suriye ve İran’ın nötralizasyonu, Türkiye’nin (ABD ittifakı bağlantısıyla) kendileri için oluşturduğu tehdidi ortadan kaldırma/frenleme gereksinimine bağlı. ABD’nin nötralizasyonu ise Güney (Başur) Kürdistan Federe Yönetiminin, Batı’nın özerkliğini kendisinin uzun vadeli güvenliği için bir güvence olarak görmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin Batı Kürdistan karşısında oluşturduğu tehdidi sürdürebilmesi için dayanabileceği ne eski anti-Kürt Ortadoğu ittifakı (Türkiye, İran, Irak, Suriye) var, ne de ABD himayesi… AKP iktidarı Kürt siyasi sürecinin Ortadoğu’daki gelişim sürecine engel olamadığı gibi, kendisini bu sürecin kenarına (marjına) itiyor. AKP sadece Kürt-Ortadoğu sürecinde değil, Ortadoğu politikasında da marjinalleşiyor. Suriye Kürtlerine “göz açtırmamak için” Türkiye’yi açık cezaevine ve Ortadoğu’nun Pakistanı’na çeviren AKP’nin, Müslüman Kardeşler-Kaide yelpazesinin hamisi olarak Suriye sürecinin patronluğunu elde edeceği hayalinin “bitiş düdüğü”, Libya’daki “film ayaklanması” ile çalındı bile. Son birkaç haftanın tuhaf gelişmelerini arka arkaya yazarak devam edelim: Ardı ardına iki büyük ve “karanlık” patlama; Gaziantep ve Afyon. Cumhurbaşkanı Gül’ün Kırgızistan’da zehirlenmesi. Başbakanlık koruma biriminin (Başbakanlık koridorlarında silahlara davranıldığı söylenilen) tasfiyesi ve yeniden yapılandırılması. Kılıçdaroğlu’nun Menderes’in anıt mezarını ziyareti ve yardımcısı Haluk Koç’un Oslo belgeleriyle ortalığa dökülmesi. Herşey, ABD’nin Suriye politikasının bir dönüm noktasına geldiğini; bu dönüm noktasında AKP’nin angaje olduğu siyasetin tamamıyla rafa kaldırılmasa bile ciddi revizyondan geçirileceğini; Tayyip Erdoğan’ın dayandığı ittifaklar sisteminin bu dönüşüme uyum göstermekte zorlandığını gösteriyor. Erdoğan’ın kaybedeceği aşikar olan “savaş politikalarına” (sadece Kürtlere karşı değil, Suriye’deki Müslüman Kardeşler- Kaide yelpazesiyle yürüttüğü kirli savaş politikalarına) izanını kaybettiği izlenimini yaratan bir inatla sarılması, bu zorlanmanın çok şiddetli olduğu kanısını yaratıyor. Bu zorlamanın Tayyip Erdoğan’ın “sağın birliği partisi”ni bölünmeye götürüp götürmeyeceği şimdiden söylenemez. Ancak, CHP’nin MHP vari Kürt politikalarına geri dönerek “anti-Erdoğan sağ güçler”le kuracağı bir ittifakın AKP içindeki çatlakları derinleştirmekten çok sol politikanın zayıflamasına hizmet edeceği açık. Ve biliyoruz ki sağ, sol zayıfladıkça değil, güçlendikçe parçalanır. AKP sıkıştıkça CHP imdadına mı koşuyor ne?

K

B‹NLERCE ANTAKYALININ D‹REN‹fi‹ POL‹S‹ PÜSKÜRTTÜ

Barış çığlığı isyana dönüştü erden çekilmek zorunda kaldı. Bu arada Hataylılar kentin diğer mahallelerinden Armutlu’ya gelmeye çalışınca polis mahalle çevresinde geçişleri engellemeye çalıştı. Sınır ilçesi Samandağ’dan otobüslerle hareket edenler yolda durdurulunca, dönüp protestolarını Samandağ’da düzenledi. Gözaltına alınanlar serbest bırakıldığında saat gece 1’i geçmişti. Kitle barikatları kaldırırken sokaklar son bir kez sloganlarla yankılandı.

H

atay halkının savaş karşıtı duruşunu yasaklamalarla bastırma politikası ters tepti. 16 Eylül Pazar günü İşçi Partisi’nin düzenlemek istediği mitingin yasaklanması ile başlayan olaylar, kısa sürede bütün kente yayılan çatışmalara dönüştü. Polis halkın tepkisi karşısında geri adım atmak zorunda kalırken, Hataylılar AKP iktidarının kirli oyunlarına seyirci kalmayacaklarını dosta düşmana göstermiş oldu. Yeşilpınar Belediyesi’nin 25-26 Ağustos’ta düzenlediği Barışa Çığlık etkinliği ve ardından on bini aşkın kişinin katıldığı 1 Eylül Barış Günü eylemlerinde Hatay halkı, AKP’nin Suriye’de mezhepçi bir iç savaşı kışkırtmaya dönük politikalarına karşı güçlü bir itiraz dile getirmişti. Sınırın ötesinde bir buçuk yıldır devam eden savaş, mülteci kampı adı altında kurulan askeri kamplar ve kent içine doluşan cihatçılar nedeniyle yaşanan sorunlar bu itiraz nedeniyle ortaya dökülmüş, zor durumda kalan AKP’nin valisi durumu kontrol altına almak için eylem yasağı getirmişti. Ne var ki bu yasak Hataylıların öfkesini daha da biledi.

POL‹S TERÖRÜNE KARfiI ÖFKE PATLAMASI Antakya’da 16 Eylül Pazar günü İşçi Partisi’nin çağrısını yaptığı “Türkiye Suriye kardeştir” buluşması yasaklanınca, İşçi Partililer kent merkezinde bir

Hataylılar AKP iktidarının kirli oyunlarına alet olmayacaklarını görkemli bir direnişle dosta düşmana gösterdi açıklama yaparak yasağı protesto etti. Yasak kararına tepki gösteren binlerce kişi de çevrede toplandı. Halkın eylem yapmakta ısrarı polis saldırısı ile karşılaşınca çatışma çıktı. Çok sayıda kişinin gözaltına alındığı, onlarca kişinin plastik mermi ve gaz bombaları ile yaralandığı çatışmalar mahallelere yayılarak saatlerce sürdü. Polis saldırısı halkın tepkisini

daha da büyüttü. Plastik mermi, tazyikli su ve gaz bombası kullanan polisin kentin içinde çok geniş bir alanda marketlerden türbelere hatta hastanelere kadar her yeri hedef alması ilk başta eylemde olmayanların da sokağa inip tepki göstermesine yol açtı. Sokaklara barikatlar kuruldu, evlerin pencere ve balkonlarına çıkanlar ellerine geçirdiklerini polisin üzerine attı.

Barikatların kurulduğu Armutlu mahallesinde yoğunlaşan direniş orada oluşturulan inisiyatifin kontrolünde yürütüldü. “Tayyip istifa”, “Vali istifa”, “Katil ABD, işbirlikçi AKP” sloganlarının atıldığı eylemde barikatlar, gözaltına alınanlar serbest bırakılıncaya kadar kaldırılmadı. Halkın kararlı tutumu karşısında gözaltına alınanları serbest bırakan polis mahallel-

“ALANLARI DOLDURMAYA DEVAM EDECE⁄‹Z” Eylem bitirilirken direnişi sürdüren heyette yer alan Hatay Halkevi Başkanı ve Suriye’ye Emperyalist Müdahaleye Hayır Platformu sözcülerinden Eylem Mansuroğlu bir konuşma yaptı: “Arkadaşlarımız şu anda yanımızda. Bu zafer Armutlu halkının direnişinin zaferidir. Bugün evlerimize saldıranlar, çocuklarımızı gözaltına alanlar bizim direnişimiz sonucunda gözaltındakileri bırakmak zorunda kaldılar. (...) Burada bizler Suriye'ye Emperyalist Müdahaleye Hayır Platformu olarak bir kez daha söylüyoruz: Ülkemizin savaşa girmesini istemiyoruz, kentimizde savaş istemiyoruz, biz barış istiyoruz. Gerekirse bunun için direneceğiz. Yarın ve sonraki günler haklı mücadelemiz devam edecektir, alanları doldurmaya devam edecegiz.”

Savaş ve ölüm kaderimiz değil UMAR KARATEPE

İ

flas, bozgun, çaresizlik, kısırdöngü… Bunlar AKP’nin Kürt siyasetini nitelemek için sıkça kullanılan kavramlar. Medya büyük ölçüde Erdoğan’ın “şehit haberlerini küçük görün” talimatına uysa da arka arkaya gelen saldırılar ve artık neredeyse her gün gelen yüksek can kayıpları bu talimatı uygulanamaz hale getiriyor. AKP rejimi tam anlamıyla köşeye sıkışmış durumda. Bu saatten sonra, savaşı ve şiddeti temel alan politikalarından vazgeçerek kendi devirdiği müzakere masasına dönmek, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı için Türkİslamcı sağ bloklaşma yaratma projesine uygun değil. Öte yandan sağı yedeklemeye daha uygun “güvenlikçi” politikalar da PKK’nin askeri hareketliliği nedeniyle sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Bu durumda AKP’nin yapabileceği tek şey kalıyor: Durumu idare ederek büyük iflasını mümkün olduğunca gizlemeye çalışmak. Büyük bir gökdelenin üzerinden düşen bir insanın her katta tekrar ettiği gibi: “Şu ana kadar her şey yolunda.”

Kürt sorunundaki savaş ve imhaya dayalı reçetesi iflas eden AKP, askeri alanda kanlı zafer masallarıyla ve siyasi alanda BDP’yi hedef haline getirerek durumu idare etmeye çalışıyor

önüne seriyor. Bingöl’de KCK operasyonlarını sürdüren 10 polisin öldüğü saldırıdan sonra bölgede PKK’nin imha edildiği, çok büyük kayıplar verdiği haberleri geldi ancak aynı kentte bir hafta sonraki saldırıda 9 asker öldü. Beytülşebap’ta 10 askerin öldüğü saldırının ardından tarihte sayısız kez okuduğumuz “Kato Dağı’nın PKK’ye dar edilme” haberlerine bir yenisi eklendi. Ancak bu haberden sonra Beytüşşebap’ta bir saldırı daha gerçekleşti ve 1 asker öldü. Askerlerin karadan giremediği iddia edilen Şemdinli kırsalında PKK’nin tarihin en büyük kaybını verdiğine dair haberlerin üzerinden iki hafta bile geçmemişken 2 askerin öldüğü bir saldırı daha yaşandı. Böylesi bir ortamda Başbakan 2011-2012 eğitim öğretim yılını 500 PKK’li öldürdükleri iddiasıyla açtı. Bu kanlı aritmetik hesabının nedenini ise şu sözleri gösterdi: Şüphesiz bir bedel de ödüyoruz. Çünkü bu mücadele ‹FLASIN KANLI AR‹TMET‹⁄‹ bedelsiz olmuyor." Tüccar siyasetinin savaşa AKP durumu idare etmek ve iflasını gizle- uyarlanmış hali böylesine akıldışı bir vahşilikmek için bir taraftan medya üzerinde büyük te açığa çıktı. Cirosu maliyetini geçmiş bir bir basınç uyguluyor diğer yandan askeri tüccar edasıyla aslında şu denmek istendi: zafer öyküleri üretmeye çalışıyor. Ancak bu “Biz daha çok öldürdük, şu ana kadar her şey zafer öyküleri krizin büyüklüğünü gözler yolunda.” TSK, İçişleri Bakanlığı, Hakkari Valiliği ve Başbakan’ın “biz ne çok öldürdük” açıklamalarındaki çelişkili rakamlar ise bu kanlı Savaşa dayalı politikaları iflas eden da siyasette başka arayışların işareti olabiaritmetiğin nasıl bir AKP’yi sıkıştırmak için CHP’nin seçtiği lir. Zira Oslo konusunda Haluk Koç’un kirli propagandanın yol, AKP’nin elini güçlendiriyor. CHP’li başını çektiği itirazların patenti Gülen Ceparçası olduğunu gösHaluk Koç’un aylar öncesinden bilinen maati’nde. Cemaat’in MİT müsteşarı Hikterdi. belgeleri yeni gibi ortaya çıkarıp Oslo üze- met Fidan üzerinden yürüttüğü kavgada İflas ve çaresizlik rinden “müzakere”yi hedef alması geri adım atmasının ardından bu meseleAKP’lilerin AKP’nin elini güçlendirdi. Zira AKP’nin nin bayrağını CHP’nin alması basit bir isaüsluplarına da müzakere gibi bir niyeti yokken, şiddet ve betsizlik mi politik bir tercih mi, bunu zayansıyor. Her savaştan başka çıkışı bulunmuyorken bu man gösterecek. Ama nesnel olarak anasaldırının ardından yönde bir sıkıştırma AKP siyasetine güç dil, siyasi temsil gibi Kürtlerin varlığını, “Kanları yerde katıyor. AKP sorunu müzakere ile çözme iradelerini ve asli taleplerini görmezden kalmayacak” tarzı yolunda olsa idi “ulusalcı bir sapma” olagelen ve Oslo müzakereleri üzerinden klasik kınama rak değerlendirilebilecek bu çıkış, var olan üretilen “sosyal demokrat” siyaset AKP’yi metinleri, savaşın koşullarda ya büyük bir öngörüsüzlük ya zayıflatmıyor, Gülen’i güçlendiriyor. gerçekliği karşısında

Hükümeti zayıflatmıyor cemaati güçlendiriyor

anlamsızlaştıkça dil saldırganlaşıyor. Erdoğan Bayraktar’ın “kanı bozuk, sütü bozuk, satılmış” şeklindeki açıklamaları çaresizliğin en çıplak dışa vurumu olarak dikkat çekti ve Bayraktar başkalarının çocuklarını ölüme sürmelerini yine şu sözlerle aklamaya çalıştı: “Bedel ödedik, bundan sonra da öderiz.” İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ise “Genç yaşta şehit olmak nasip işidir” diyerek olaya dini bir boyut kattı.

KR‹Z ‹Ç‹NDE S‹YAS‹ TAARRUZ AKP’nin idare siyasetinin bir önemli parçası da askeri alandaki çıkışın toplumsallaşmasının ve siyasal alanda görünür hale gelmesinin engellenmesi. Bu nedenle meclis açılır açılmaz BDP’lilere yönelik büyük bir taarruz başlayacak. Gerekçe kucaklaşma ama mesele BDP’nin PKK ile yakınlığı değil. Aksine AKP rejiminin politikalarının yenilgisini bu kucaklaşmayla gözler önüne sermeleri. Başbakan bu taarruzu Anayasa’yı dahi ihlal ederek yürüteceklerini “Yargıya gerekeni söyledik” sözleriyle gösterdi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi, "1 Ekim'de TBMM açıldığı zaman teröre bulaşmış, terör suçu işlemiş hangi milletvekili varsa, terörle iç içe olmuş, kucaklaşmış milletvekili varsa, milletvekili sıfatına bürünmüş olan varsa bunların örtüleri kaldırılacak, yargı hesabını soracak" diyerek saldırı için tarih verdi. Başbakan’ın gerekeni söylediği yargı BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’e 8 yıl 9 ay hapis cezası verdi. BDP’lilere taarruz, hükümetin “ılımlı” olarak gösterilmeye çalışılan Arınç’ın da diline yansıdı. Bölgede yüzde 80’lere varan oylar almış BDP’lilerin halkın temsilcisi olmadığını iddia eden AKP’ye yakışır biçimde Arınç bu kez BDP’li kadın milletvekillerinin kadın olmadığını iddia ediyor: “Onları nasıl kadın sayıyorsunuz? Her biri polis iteliyor, tokat atıyor, her biri otobüs üzerine çıkıp acayip şeyler söylüyor.” Arınç’ın bu sözleri önümüzdeki dönemde başlattıkları

taarruz karşısında Kürt kadın dinamizminden korkusunu gösterdi. Arınç, gericiliğin kadını çocuk yaşta gelin edilip, kocasının dizinin dibine layık gören zihniyetiyle bu dinamizmi hedef almaya çalıştı. AKP’lilerin sistematik hedef göstermeleri sonucu BDP binalarını hedef alan saldırılar yaygınlaştı. Bursa’da BDP İl Binası kurşunlandı, İstanbul Eyüp’te ilçe binası 2030 kişi tarafından atılan taşlara hedef oldu.

KÜRTLER DE HAZIRLANIYOR Siyasi kuşatmaya karşı Kürt hareketi meseleyi siyasi-toplumsal sonuçlara ulaştırmak için arka arkaya adımlar atıyor. Murat Karayılan’ın mücadelelerinin “özgürlük ve zafer aşamasında” olduğunu söyleyerek “her yurtsever Kürt’ü elini taşın altına koymaya” çağırmasının somut karşılıkları da ortaya çıkmaya başladı: Öcalan'ın sağlıkgüvenlik-özgürlük koşulları için başlatılan kampanya ve hapishanelerdeki açlık grevleri, çocukları okula göndermeme, askere gitmeme, mahkemelere başvurmama kampanyaları ve BDP’lilerin meclisi terk etme eğilimleri... AKP’nin siyasi alanı daraltma girişimine verilen askeri yanıt ise AKP’nin hedef alınması oluyor. BDP’lilere yönelik planlara dair konuşan Karayılan’ın, kendilerinin de “AKP’li parlamenterler ve siyasetçileri tutuklama, Kürdistan’ı onlara yasaklama” hakkının doğduğunu ifade etmesi ve AKP Hakkari İl Başkanı’nın kaçırılması bu taktiğin bir parçası olarak dikkat çekiyor. Son gelişmelerle süreç “düşük yoğunluklu savaş” adı konulan 1990’lara benzetiliyor ancak Irak’ta kurulan fiili Kürt devleti, Suriye’deki demokratik özerklik deneyimi gibi dış faktörlerin yanı sıra sorunun savaşla çözüleceğine kazanılacağına dair inancın toplumda yok olmaya başlaması AKP’nin işini daha da güçleştiriyor. Aslında buna AKP de inanmıyor ama başta da dile getirdiğimiz gibi durumu idare ediyor. Kürt halkının varlığının, taleplerinin, tercihlerinin, iradesinin yok sayılarak durumun idare edildiği her gün basitçe zaman kaybedilmiyor. Beşer onar insanlar ölüyor, ülke bir uçuruma sürükleniyor. Kaderimiz olmayan bu kanlı denklemi bozmak, ölümlere “nasip” deyip geçmemek için AKP’nin karşısında Kürt halkına el uzatmak gerekiyor.


5

DÜNYA 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

ABD’nin Libya’da çok işi var ÇAĞLAR ÖZBİLGİN

1

1 Eylül saldırılarının 11. yıldönümünde ABD’de gösterime giren bir film, Ortadoğu’daki kaotik siyasi ortama bir tarafında İslamcıların bir tarafında ABD’nin yer aldığı yeni bir çatışma ekseni daha ekledi. Yapımcılığını, yönetmenliğini ve senaristliğini Sam Bacile adlı İsrail asıllı ABD vatandaşı bir sermayedarın üstlendiği “Müslümanların Masumiyeti” adlı film İslam peygamberi Muhammed’e hakaretler içeriyor. Sam Bacile adının daha önce de İslamcılık karşıtı eylemlere katılan ve sahte kimlikle dolandırıcılık suçundan 21 ay hapis cezası alan Nakoula Basseley tarafından kullanılan bir rumuz olduğu iddia edildi. İddiaların ardından Sam Bacile’nin “Evet, filmi provokatif bir siyasi tutumla yaptım çünkü İslam kanserdir. Müslümanlar yok edilmesi gereken böceklerdir. Bu filmle İslam’ın nefret içerikli bir din olduğunu herkese göstereceğim” açıklamaları gündeme geldi. Bacile ayrıca film için aralarında ABD’de Kur’an yakma eylemiyle tanınan rahip Terry Jones’un da bulunduğu 100 İsrailli’den 5 milyon dolar bağış aldığını ve filmi İsrail için yaptığını da açıkladı. Ortadoğu’daki İslamcı şiddet de bu iddia ve açıklamaları gerekçe göstererek sokağa indi.

KADDAFİ’YE KARŞI GİTTİ, KADDAFİ GİBİ ÖLDÜ El Kaide’nin de içinde olduğu pek çok İslamcı örgütün, peygambere ve dine hakaret edildiği gerkçesiyle sokağa çıkma çağrıları yapmasıyla birlikte Mısır, Libya, Tunus, Yemen, Sudan gibi pek çok Ortadoğu ülkesi bir anda karıştı. Filmin yayımlanmasına ve galasının Kur’an yakma eylemine sahne olan Gainesville Kilisesi’nde yapılmasına izin veren ABD, hedef haline geldi. ABD büyükelçiliklerine yürüyen on binlerce kişi günlerce polis ve askerlerle çatıştı, yaralanan ve ölenler oldu. Eylemler Libya’daki gösteriler

‘M

üslümanların Masumiyeti’ vesilesiyle İslamcılar yeniden sahne aldı. El Kaide’nin ve Müslüman Kardeşler’in çağrısıyla sokağa dökülenler ABD elçiliklerini hedef alırken ABD Libya Büyükelçisi linç edilerek öldürüldü

ile dünya gündemine oturdu. 11 Eylül günü eylemcilerin büyükelçiliğe girme çabasının sonuçsuz kalmasının ardından roketli bir saldırı düzenlendi. Saldırıda, Libya işgali sırasında Kaddafi karşıtı Libya Ulusal Konseyi’ne üst düzey destek veren ABD Büyükelçisi Christopher Stevens ile üç elçilik yetkilisi yaşamını yitirdi. ABD Büyükelçisi’nin cansız bedeninin sürüklenerek binadan çıkarıldığı görüntüler ise 20 Ekim 2011’de muhaliflerce linç edilerek öldürülen Muammer Kaddafi’nin ölüm görüntülerini akla getirdi. ABD’nin yanıtı bölgeye iki uçak gemisi ile çok sayıda asker takviyesi göndermek oldu. İŞBİRLİKÇİLİK TEPKİYİ ENGELLEYEMEDİ Libya’nın yanı sıra Mısır,

toplumların yıkıma uğraması ile sonuçlandığı göz önünde bulundurulduğunda, ABD’yi hedef alan eylem ve saldırılar yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Özellikle NATO’nun, Kaddafi rejimini devirmek amacıyla silah ve para yardımlarında bulunduğu El-Kaide’nin, ABD büyükelçisinin öldürülmesinden sorumlu olması, bölgedeki ABD inisiyatifini sorgulatır hale getirdi. Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, Suriye’de duyduğu “Bir akrebi beslersen seni sokacaktır” deyimini hatırlattı. Fisk, “Amerika’nın Libyalı ‘dostları’ onlara sırt çevirdi ve El-Kaide liderliğinde Müslüman dünyasını yutan anti-Amerikancı protesto hareketlerine başladılar. ABD, El-Kaide akrebini beslemiş ve bu akrep şimdi Amerika’yı sokmuştu” değerlendirmesinde bulundu. Fisk, akrep benzetmesinin bugün de Suriye için geçerli olduğunu, Türkiye’nin de bir dönem Afganistan müdahalesi için kullanılan Pakistan ile aynı konuma düştüğünü yazdı. Lübnan, Suriye, Irak, Yemen, Sudan, Fas, Somali, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Türkmenistan’da da geniş kitlelerin katılımıyla gerçekleşti. Eylem çağrıları, Libya’daki emperyalist işgali destekleyen El Kaide ve Mısır’da emperyalizmle uzlaşarak iktidarı alan Müslüman Kardeşler gibi örgütler tarafından yapıldı. Bu durum, ister güdümlü savaşlarda kullanılsın, ister neoliberal İslam ile iktidar modeli olsun İslamcı örgütlerin emperyalizmle entegrasyonlarının çelişkili doğasından kaynaklanıyordu. Kahire’de üç gün boyunca süren çatışmalara binlerce kişi katıldı, 400’e yakın kişi yaralandı. Sana’da ABD büyükelçiliğini basan Yemenliler, elçiliğin kimi bölgelerini ateşe verdi. Eylemcilerden 4’ü öldürüldü. Tunus’taki ABD Büyükelçiliği’nin bahçesinde büyük bir yangın çıkarken, Sudan’daki

protestolar ise Almanya ve İngiltere büyükelçiliklerine yöneldi. Lübnan’daki protestolar ise büyükelçilikler ile sınırlı kalmadı. ABD merkezli şirketlerin mağazaları yağmalandı ve kundaklandı. Saldırıların ardından gözlerin çevrildiği Libya’da Devlet Başkanı Muhammed El-Magariev, ilk açıklamasında saldırının planlı olduğunu söyledi. “Usta beyinler” olarak nitelediği El-Kaide’yi hedef gösteren Magariev, NATO destekli operasyonlar sırasında eli güçlenen silahlı çetelerin başlarına bela olduğunu da dile getirdi. Magariev’in hedef gösterdiği El-Kaide, 15 Eylül Cumartesi günü saldırıları üstlendi. ‘AKREBİ BESLERSEN, SENİ SOKACAKTIR’ “Arap Baharı” denilen hareketliliklerin binlerce kişinin ölümü ve

‘İŞİMİZ BİTMEDİ’ ABD büyükelçiliklerine yönelik saldırılar, yaklaşan seçimler öncesinde ülke içindeki tartışmaları da alevlendirdi. ABD seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olan Mitt Romney, üç Ortadoğu ülkesinde iktidarların devrilmesine vesile olan Obama yönetimini “pısırık” olmakla eleştirdi ve “ABD bir daha asla özür dilemeyecek” dedi. ABD’nin önde gelen gazetelerinde Obama yönetimi “diplomatik yolları kullanmak” ile eleştirildi, daha hızlı ve sert önlemler alma telkinlerinde bulunuldu. Ancak seçimleri kim kazanırsa kazansın emperyalizmin genel kuralı işlemeye devam edecek. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ise “Henüz işimiz bitmedi” diyerek “bölgeyi şekillendirme” politikalarına devam edeceklerini ilan etti.

Katil özelleştirme ve güvencesizlik Mısır yeniden

O

rtadoğu’da, Suriye’ye yönelik emperyalist stratejilerde de rol sahibi olan Suudi Arabistan-KatarTürkiye eksenli çizginin yanında yeni bir siyasal güç yükseliyor. Mısır, Mübarek rejimi sonrasında iktidara gelen Müslüman Kardeşler ve devlet başkanı Muhammed Mursi ile kritik hamleler yapmaya başladı. Obama’nın davetini eylül ayına erteleyen Mursi, önce Çin’e, daha sonra da Bağımsızlar Hareketi toplantısı için İran’a ziyaretlerde bulundu. Ziyaretlerinin, Suriye sorununun çözümünde inisiyatif almak amacı taşıdığını belirten Mursi, daha sonra da Mısır, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan dörtlüsünden oluşacak bir inisiyatif merkezi önerisinde bulundu. Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından reddedileceği aşikar olan öneriye Katar Emiri Hamad bin Halife Al-i Sani tepki gösterdi. Katar’ın rahatsızlığına karşı Mısırlı diplomatların yanıtı “Katar, Müslüman Kardeşler’i desteklemiş olsa da Mısır’ın, Katar politikalarının güdümünde bir siyaset izlemeye niyeti yok” oldu. Mısır’ın bir diğer politik hamlesi de Suriye’ye odaklanan Ortadoğu gündemini Filistin sorununa çekmek oldu. Hamas Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal ve Filistin Özerk Bölge Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ile Filistin sorunu üzerine görüşmeler gerçekleştiren Mursi, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması konusunun gündem olduğunu ifade etti. Mursi, Arap Birliği’nin Kahire’deki toplantısındaki açılış konuşmasında da Filistin davasının Arap dünyasının en önemli gündemi olduğunu vurguladı. Filistin ve Suriye sorunlarında çıkışlarıyla dikkat çeken Mursi’nin Mısır ve İsrail arasındaki Camp David Anlaşması’na sadık olduğunu belirtmesi de dikkat çekici. Gerek İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak ile görüşmesinde, gerek ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile görüşmesinde anlaşmaya bağlılığını yineleyen Mursi’nin, “en azından şimdilik” anlaşma metninde düzenlemelere gidilmesi ya da anlaşmanın kaldırılması kozlarını oynayamadığı da görülüyor.

BİR ÖZELLEŞTİRME PRATİĞİ: SHAHDADKOT Pakistan’daki işçi katliamlarının en önemli sebebi, ülke genelinde uygulanan özelleştirme politikaları. Ülkenin en büyük tekstil fabrikaları Shahdadkot, bünyesinde çalıştırdığı 6 bin işçiyle, aynı zamanda Yukarı Sindh bölgesinin en büyük sanayi tesisi olma özelliğini taşıyordu. 1974 yılında dönemin başbakanı Zülfikar Ali Butto’nun emriyle kurulan fabrikalar, iplik eğirme, dokuma ve boyama gibi tekstil

Madenciler yolları kapattı

B

olivya’da madencilerin, madenlerin işletmesini kendi üstlerine alma mücadelesi sürüyor. Daha önce İsveç firması Glencore’a ait Colquiri madeninin kamulaştırılmasını sağlayan Bolivyalı madenciler, madenlerin kimin tarafından işletileceği üzerinde anlaşmazlık çıkması üzerine başkent La Paz’da üç ana yolu kapattı. Madencilerden bir bölümü madenlerde doğrudan yönetim hakkı talep ederken, diğer bölümü ise madenlerin yönetiminin sadece devlete ya da sadece işçilere ait olamayacağını savundu.

Haşimi’nin kalemi kırıldı

I

rak’ta ABD ve AKP tarafından desteklenen, hakkında tutuklama kararı çıkması sonrasında Türkiye’ye kaçan Irak İslam Partisi lideri Tarık Haşimi hakkında idam kararı verildi. Irak Yüksek Yargı Konseyi, korumalarının tanıklıkları doğrultusunda Haşimi’nin Şii liderler için suikast emri verdiğine ve bir ölüm timi oluşturduğuna kanaat getirdi. ABD işbirlikçisi Haşimi’ye destekse Türkiye’den geldi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Haşimi görüşürken, yapılan açıklamalarda ortak çıkarlar üzerine çalışmanın sürdürüleceği belirtildi.

Şirketi’ne (PIDC) devredildi, PIDC tarafından da bir hurda tüccarı olan Nisar Ahmed Memon’a sattı. Memon, işçilerin haklarında ciddi kesintiler yaparken, güvencesizlik fabrikaların tümünde işçilere dayatıldı.

D

ünya genelinde yaygınlaştırılan özelleştirme ve güvencesizlik politikaları, işçi ölümlerini “işçi katliamları”na dönüştürmeye başladı. 12 Eylül’de Rusya’nın başkenti Moskova yakınlarındaki Yegorevsk kentinde ruhsatsız bir tekstil atölyesinde yangın çıktı. Tamamı Vietnam’dan gelmiş güvencesiz işçilerin 14’ü yanarak yaşamını yitirdi. Aynı gün alevlerin daha büyüğü Pakistan’da yükseldi. Lahor kentindeki bir ayakkabı fabrikasında çıkan yangında 25 işçi yaşamını yitirdi. Karaçi bölgesinde Shahdadkot tekstil fabrikalarının kapatılmasından sonra kurulan bir tekstil fabrikasında yaşanan yangında ise 289 işçi yanarak can verdi.

7

iklim 5 kıta

Pakistan’da ayakkabı ve tekstil fabrikalarında çıkan yangınlar “işçi katliamı”na dönüştü. Özelleştirme sonucu güvencesizleştirilen 314 işçi yanarak can verdi üretimi için gerekli tüm süreçleri içinde barındırıyordu. Shahdadkot diğer yandan 80’li yıllarda hak alıcı eylemlere imza atan işçi sendikalarının ve sosyalist yapıların da örgütlü olduğu bir alandı. 5 Temmuz 1977’de ABD destekli darbe ile iktidara gelen ve İslamcı-faşist bir cunta yönetimi kuran Ziya ül Hak, ülkedeki

özelleştirme politikalarına hız verdi. Shahdadkot fabrikalarını da parça parça özelleştiren dikta, SSCB yönetiminin kazandırdığı ağır makineleri ise hurdaya bıraktı. Özelleştirme ve neoliberal politikalar, cunta sonrasında yönetime gelen iktidarlarca da son sürat sürdürüldü. Tesisler, Pervez Müşerref döneminde Pakistan Sınai Kalkınma

HEM İŞLERİNDEN HEM EVLERİNDEN OLDULAR Fabrika, 8 Haziran 2007’de tamamen kapatıldı. İşçilerin tesisler içerisinde bulunan evleri de polis ve asker tarafından işgal edildi. İşçiler hem evsiz hem de işsiz bırakıldı. İşten çıkarılmalarının ardından fonda biriken paralarını almak isteyen işçiler de yine polis ve askerin saldırısıyla ölüm tehditleriyle karşılaştı. Birleşik İplik Fabrikaları Sendikası ise Shahdadkot’taki direniş deneyimlerini Karaçi’deki diğer tekstil fabrikalarına taşıdı. 18 Şubat’taki seçimlerde fabrikaların yeniden kurulacağını ve işsiz kalan işçilerin fabrikalarına geri dönebileceğini “vaat eden” Pakistan Halk Partisi, henüz herhangi bir girişimde bulunmadı. Sendikalar ise fabrikaların yeniden kurulması, işçilerin işe dönmesi, işçilerin gasp edilen hak ve ücretlerinin geri verilmesi talepleriyle mücadelesine devam ediyor.

Katalunya: ‘bağımsızlık’

B

arcelona’nın İspanyollar tarafından kuşatılmasının yıldönümünü ulusal günleri ilan eden ve her yıl sokağa çıkan Katalanlar, “bağımsızlık” taleplerini güçlü bir şekilde haykırdı. 1,5 milyon Katalan, “Katalunya, yeni Avrupa devleti”, “Dilimiz için bağımsız Katalunya” sloganlarıyla Barcelona sokaklarını inletti. İspanya’da bölgelerin zenginliklerine göre vergilendirme politikası, ülkenin en zengin bölgesi olan Katalanların “bağımsızlık” talebini daha güçlü ve kitlesel haykırmasında önemli bir gerekçe oluşturdu. 2011’de yapılan referandumda halkın yüzde 90’ı “Bağımsızlığa evet” demişti.

Saldırı büyüyor grev sürüyor G

üney Afrika’da Lonmin platin madeninde greve çıkmalarının ardından polis tarafından katledilen maden işçilerinin grevi de, işçilere yönelik baskı da sürüyor. 6 Eylül günü 3 bin kişilik bir yürüyüş yaparak “Biz buradayız” mesajı veren işçiler, Lonmin şirketinin yüzde 25’lik zam artış önerisinin taleplerini karşılamadığını söyledi. “Greve devam” kararı alan işçilere yönelik saldırılara ise yeniden hız verildi. Maliye Bakanı Pravin Gordhan’ın “İşçi grevleri, ekonomik büyüme hedeflerimize, istihdam ve istikrar politikalarımıza zarar veriyor” açıklamasının hemen ardından polis, maden işçilerinin barakalarına saldırdı. Hükümet tarafından yapılan açıklamada Lonmin işçilerinin direnişinin bastırılması amacıyla daha

sert önlemlerin alınacağı da belirtildi. Açıklamadan kısa bir süre sonra ülkenin bir başka platin madeni Aquarius’tan da gözaltı haberleri geldi. Ücretlerinin artırılması talebiyle greve çıkan Aquarius platin madeni işçilerine yönelik polis saldırısında 7 işçi gözaltına alındı. ANC’DE KAYNAMA VAR Güney Afrika’daki maden işçilerinin grevleri, 1994’ten bu yana iktidarda olan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) içinde siyasal kaynamalara yol açtı. Güney Afrikalı siyasal gözlemci Ralph Mathekga, parti yönetimine karşı muhalif seslerin güçlendiğine, ANC’nin yürütme kurulunda olan bir kişinin, Lonmin şirketinin ve sendikanın yönetiminde olduğuna dikkat çekti.

Mülteciler yürüyor

A

lmanya’da mültecilerin, izolasyonun kaldırılması, kampların kapatılması, yalnız Almanya’da geçerli olan ikamet zorunluluğunun kaldırılması, iltica başvurularının sürüncemede bırakılmasına karşı başlattıkları Berlin yürüyüşü sürüyor. 8 Eylül’de “Özgürlük” pankartı açarak başlanan yürüyüşte, yol güzergahındaki kamplara da ziyaretlerde bulunuluyor. Mülteciler, Neo-Nazi faşistlerinden de tehdit ve tepkiler gelmesine karşın Berlin’e gideceklerini ve taleplerini doğrudan hükümete ileteceklerini açıkladı.


6

İNSANCA YAŞAM 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

Paras›z e¤itim için paras›z ulafl›m azetelerdeki parasız eğitim manşetlerini gördüğümde daha içeriğini okumadan verdiğim refleks bunların “ısmarlama” olduğu yönündeydi. Resmi Gazete’de yayımlanan içeriğini görünce (sadece 1. öğretim için harçların kaldırılması) ve ilerleyen günlerdeki açıköğretimde harçların devam etmesi, ikinci öğretimde tüm tepkilere rağmen kaldırılmaması, Erdoğan’ın öğrenci hareketini “parasız eğitim mücadele”siz bırakmak istediklerini söylemesi gibi gelişmeler bu refleksi verirken yanılmadığımı gösterdi. Aslında bir gelişme daha var ki hem olayın farklı bir yönünü içermesi, hem de açıkça AKP’nin niyet beyanı olarak okunabilir: İstanbul’da ulaşıma yapılan zam. Öğrenci Kolektifleri’nin parasız eğitim mücadelesinin içeriğini, hazırladığı dosya ve raporları takip etmeyenler “Ne alakası var, bu zammın paralı eğitimle?” diyebilirler. Ama hem paralı eğitimi doğrudan yaşayan bir öğrenci olarak, hem de Kolektif’in 2012 Paralı Eğitim Raporu’na dayanarak açıkça söylemeliyim ki, paralı eğitim uygulamaları sadece harçlardan ibaret değil; sağlık, barınma, beslenme, ulaşım gibi temel hakları da doğrudan içeriyor. Bu parantezden sonra biz konumuza dönelim: ulaşıma. Raporda geçen İstanbul’dan bir örnek, ulaşımın harçlardan aşağıda kalmayan bir paralı eğitim uygulaması olduğunu gösteriyor. Utku İTÜ mimarlık öğrencisi için ulaO¤ul şım yüzde 6’lık, harç yüzde 5’lik bir gider kalemini oluşturuyor. İşte Kolektif’in daha Kadir Topbaş kendi zam açıklamasını akşam haberlerinde izleyemeden “Paralı eğitim ulaşımla sürüyor” diyerek yaptığı turnikeden atlama eylemleri yukarıdaki tabloya cuk oturdu ve gençliğin bir taşla iki ampul vurmasını sağladı. Hem AKP’nin “parasız eğitim” oyunlarını paralı eğitimin ulaşım alanındaki neoliberal belediyecilik anlayışıyla sürdüğünü gösterek bozdu. Hem de Kadir Topbaş’ı ulaşım zammının öğrenci ayağını geri çekmek zorunda bıraktı. Zammın öğrenci tarifesi için geri çekilmesini elbette Topbaş’ın anlık bir hatadan dönmesi olarak adlandıramayız. Zammın geri alınması Kolektif’in AKP’nin oynadığı parasız eğitim oyununu vuran ve hak alıcı-doğrudan eylem tarzını “çok hızlı” bir şekilde uygulayan politik-pratik mücadelesinin kazanımıdır. Zamma daha yapıldığı gün verilen bu doğrudan refleks Kolektif’in meşru-militan-kitlesel-fiili gibi özelliklerinin yanına “hızlı”yı da ekleyerek ustalığa ustalıkla karşılık verdiğini gösteriyor. Tabii ki bu kazanımda Kolektifler’in bu alandaki birikimi de etkili oldu. Yıllardır çıplak ayaklı yürüyüşler, otostopla ulaşım eylemleri, otobüs-metro işgalleri gibi çeşitli ve yaygın eylemler, bugün karşılığını turnikelerden atlayarak eylemlerin bir parçası olan binlerce İstanbullu’da buldu. Turnikeden atlayarak eylemlere katılan İstanbul halkının yoğunluğu da Kolektif’in en ön saflarında yer aldığı ulaşım hakkı eylemlerinin halk nazarında da ciddi karşılık bulduğunu gösteriyor. Sanırım Kadir Topbaş, Kolektifler’in bu ileri hamlesine zammın yalnızca öğrenci kısmını geri çekerek başka bir hamleyle karşılık verdi. O, öğrenci hareketinin İstanbul halkı için yüzde 50’ye varan zammın kalan kısmına ses çıkarmadan bu kazanımla yetineceğini bekleyedursun, Kolektifler halkın hakları için verdiği mücadelenin her zaman yanında olmaya devam edecek. Bitirirken, bu zam yapılmadan önce de üniversiteliler ulaşım giderlerini karşılayamıyordu. Yani İstanbul’da ulaşım öğrenciler için ortalama 70 lira olmaya devam edecek. O halde, Kolektif’in parasız eğitim için parasız ulaşım mücadelesi de yenilenerek, büyüyerek ve kazanana kadar devam edecek.

G

Yıkım 5 Ekim’de başlayacak Çevre ve fiehicilik Bakan› Erdo¤an Bayraktar, Van’da yapt›¤› incelemelerin ard›ndan aç›klama yapt›. Bayraktar 16 Eylül’de yapt›¤› aç›klamada kentsel y›k›m›n 5 Ekim’de bafllayaca¤›n› duyurdu. 23 yafl›ndan beri müteahhitlik yapt›¤›n› belirten Bayraktar, “Benim yapt›¤›m binalar dahi riskli” diyerek bir itirafta bulundu. Bayraktar’›n verdi¤i bilgilere göre, ‹stanbul’da y›k›m›n bafllat›laca¤› alanlar: Befliktafl, Beyo¤lu, Esenler, Tuzla, fiiflli, Fatih, Kad›köy, Çatalca, Maltepe, Çekmeköy, Sar›gazi, Sultangazi, Had›mköy, Küçükyal›.

Harç isyanı büyüyor Üniversiteliler “Parasız eğitim getirdik” diyen AKP’nin yalanını, sokakta bozuyor. Birçok ilde eş zamanlı yapılan kitlesel eylemlerin ardından Öğrenci Kolektifleri temsilcileri Erdoğan’dan hesap sormak için gittikleri Başbakanlık önünde polisin biber gazlı saldırısına maruz kaldı

Açık öğretim hala paralı

A

KP’nin parasız eğitim getirdiği söyleyerek yaydığı yalan haber üniversitelileri harekete geçirdi. Öğrenci Kolektifleri’nin çağrısıyla sosyal medya üzerinden örgütlenen üniversitelilerin eş zamanlı eylemleri sonucunda talepler belirlendi. AKP’nin parasız eğitim müjdesinin inandırıcı olmadığını söyleyen Kolektifler “Başbakan eğer samimi ise taleplerimizi yerine getirsin” diyerek 5 talep ilan etti. BAfiBAKAN ÖZÜR D‹LE Parasız eğitim isteyen üniversiteliler tutukluyken, vakıf üniversiteleri üniversitelilerden binlerce lira alırken, kampus içinde yemekhane ve yurtların fahiş fiyatları varken parasız eğitimin mümkün olmayacağını belirten Kolektifler’in 5 talebi

şöyle: “Başbakan 2009 yılında parasız eğitim istediği için ‘adapsızlar’ dediği üniversitelilerden özür dilemelidir. Vakıf üniversiteleri devletleştirilmelidir. Kredi borçları silinmelidir. Kampüs içinde eğitim, sağlık, barınma ve beslenme gibi ihtiyaçlar ücretsiz olmalıdır. Parasız eğitim istediği için tutuklanan öğrenciler serbest bırakılmalıdır.” BAfiBAKANLIK ÖNÜNDE POL‹S SALDIRISI Kolektifler, bu taleplerle, yandaş “öğrenci temsilcileri” Bülent Arınç ile görüşüp teşekkür ederken öğrencilerin hala paralı eğitimin mağdur olduğunu belirterek, üniversitenin gerçek temsilcileriyle birlikte Başbakanlık’a gitmek istedi. Birçok ilden gelen üniversite temsilcileri YKM önünde buluşarak

Başbakanlık’a yürüdü. 3 üniversitenin temsilcisi Başbakanlık’a kadar gitti ancak temsilcilere “Başbakan yurdışında” yanıtı verildi. Temsilcilerden Ali Emre Mazlumoğlu’nun Başbakan’ın “Ne zaman gelecek?” sorusuna yanıt verilmedi, görüşme talebi reddedildi. Üniversitelilerin temsilcilerinin tanınmaması üzerine Öğrenci Kolektifleri üyeleri “Madem siz bizim temsilcilerimizi tanımıyorsunuz o zaman biz de hep beraber geliriz” diyerek Başbakanlık’a doğru yürürken polisin saldırısına uğradı. Üniversiteliler yürüyüşlerini sürdürmekte kararlılık gösterince biber gazlı saldırıya uğradı. Üniversiteliler adına Kolektif Basın Sözcüsü Neval Kösedağı, üniversite öğrencilerinin ödeyemedikleri

harçların hesabını sormak için AKP’nin kapısına geldiğini söyleyerek “Ama biz bu kapıların bizim gibi hakkını arayanlara kapalı olduğunu biliyoruz” diye konuştu. Parasız eğitim talebini yineleyen Kösedağı, hakkını arayan üniversiteliler olarak polisin sert müdahalesine rağmen sokaklarda olmaya devam edeceklerini vurguladı. “Gördüğümüz muamele ortadadır. Yüzlerce çevik kuvvet, biber gazı ve panzerdir” diyen Kösedağı, AKP demokrasisini şöyle özetledi: “İşte AKP demokrasisi budur. Suriye’de savaştır, her gün öldürülen yüzlerce kadındır, eğitimi parasız yaptık diye yalan söylemektir. Bu savaş bugün burada başladı. Eğitim parasız olmadığı müddetçe biz bu kapılara geri geleceğiz.”

Acil servisler acillik AKP, acillerdeki hekim açığını “geçici görevlendirme” ile gidermeye çalışıyor. SES ‹zmir fiubesi Denetleme Kurulu Üyesi Ergün Demir ve Dr. Güray K›l›ç’›n haz›rlad›¤› “Sa¤l›kta dönüflümün sa¤l›ks›z önceli¤i” bafll›kl› çal›flma, acil sa¤l›k hizmetlerinin acillik oldu¤unu gösterdi. Aile hekimli¤ine geçilirken birinci basamak sa¤l›k kurumlar›nda çal›flan hekimler sözleflme ile aile hekimli¤i merkezlerinde çal›flmaya bafllam›flt›. Acil servislerde artan hekim a盤› sözleflme imzalamayan hekimler hiçbir e¤itim verilmeden geçici görevlendirilerek kapat›lmaya çal›fl›ld›.

Bu durumun bir zulüm politikas›na dönüfltü¤ünü vurgulayan Demir ve K›l›ç, Acil servis hekimli¤inin özel bilgi, deneyim ve e¤itim gerektirdi¤inin alt›n› çizerek AKP’nin açmaza düflen sa¤l›k sisteminin aç›klar›n› kapamak için kamuda kalmay› seçen hekimlerin s›rt›na yük bindirmeyi seçti¤ini ifade etti. Demir ve K›l›ç, acil servislerdeki a盤›n yeni atamalarla giderilmesini, ücretlerin iyilefltirilmesini ve çal›flma koflullar›n›n yeniden düzenlenmesini talep etti.

Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

G

eçen yıl tetanos ve difteri aşılarını zamanında temin edemeyen Sağlık Bakanlığı, aşıyı bu yıl temin etti, bu kez de aşılamayı örgütleyemedi. Aile hekimlerinden geçen yıl 8’inci sınıfa giden ve aşılanmayan 1998 doğumlu çocukların aşılanmasını isteyen Bakanlık, aile hekimlerine her geçen gün bir sorumluluk daha yüklüyor. Bu durum, aşı olmak için aile hekimine danışmayan ailelerin çocuklarının aşı olamayacağı anlamına geliyor. Aile hekimlerinin muayene, çocuk takibi, hastaların eğitimi,

aile planlaması, işe giriş, okula başlama, sürücü, spor yapabilir, av ruhsatı, evlilik ve daha birçok konuda rapor yazmak, adli nöbet, psikolojik takip ve bunlarla birlikte iki yüzü aşkın görevle başa çıkmaya çalışıyor. Buna rağmen Bakanlık, kendi eksikliklerini gidermek için aşıların okulların açılacağı 17 Eylül’e kadar bitirilmesi için aile hekimlerini görevlendirdi. Pek çok aile hekiminin eczanelere, okullara, aile sağlığı merkezlerine ilan asmasına rağmen aşılar tamamlanamadı. Durumun basında “aşı alarmı”

liras› e¤itim giderleri için al›nan ö¤renim gideri 50 liras› ise harç olarak geçiyor.

HARÇLAR KALKTI MI?

Bülent Ar›nç’›n “Harçlar› kald›rd›k” aç›klamas›n›n yalan oldu¤u 2. ö¤retimden sonra aç›k ö¤retimde de ortaya ç›kt›. 1. ö¤retimin yaklafl›k iki kat› harç paras› ödemesinin yan›nda AÖF (Aç›k Ö¤retim Fakültesi) ö¤rencileri kay›tlar›n› yapt›r›rken harçlar›n›n kalkmad›¤›n› sadece bir miktar azald›¤›n› gördü. AÖF’de okuyan ö¤rencilerin harç olarak ödedi¤i paran›n 200

Sıtma geri döndü M

ardin’in Savur ilçesine bağlı Başkavak köyünde pek çok kişinin yüksek ateşle birlikte sıtma belirtileri göstermesinin ardından sıtma salgını şüphesiyle tarama başlatıldı. 2400 kişiden kan alındı. Mardin Tabip Odası’ndan aldığımız bilgilere göre 110 vakada ilaçla tedaviye başlandı. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Torunoğlu’nun verdiği bilgilere göre 12 kişide hastalığa rastlandı. Mardin Tabip Odası Başkanı Kamuran Yıldırım, son yıllarda sıtmayla mücadelenin etkin olduğunun altını çizerek, bölgede sıtma vakasıyla

Aşı yapamayan bakanlık Halk›n Sesi

AKP’nin harç oyunu üniversitelerin kay›t haftas›nda ortaya ç›kt›. “E¤itim paras›z oldu” yalan› medyada yay›l›rken 2. ö¤retim harçlar›n› kald›r›lmamas›n›n yan›nda aç›k ö¤retimde de harç de¤il bu sefer “ö¤renim gideri” ad›yla para al›n›yor.

olarak verilmesinden sonra Sağlık Bakanlığı bir açıklama yayımlayarak, 2011-2012 öğretim döneminde ilköğretim 8. sınıfta uygulanması planlanan Td aşılarının alımının yapıldığını ancak Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın aşıların uygun olmadığının tespit ettiğini söyledi. “Hiçbir çocuğumuzun sağlığının riske atılması söz konusu değildir” diye açıklama yapmak zorunda kalan Bakanlık, skandala rağmen çalışmalarının titizlikle sürdürüldüğünü iddia etti.

karşılaşılmadığı bilgisini paylaştı. Bölgenin sıcak ve sulak olması nedeniyle, sıtmayla karşılaşılabileceğini söyleyen Yıldırım, bunun için mücadele edilmesinin önemini vurguladı. Larvaların suya bırakıldığı bahar aylarında ilaçlama yapılması gerektiğini, sivrisineklerle de günlük olarak mücadele edilmesi gerektiğini anlatan Yıldırım, Mardin’de Bherke köyündeki yazın başından beri süren sıkıntıların giderilmediğini ifade etti. Köyde kanalizasyon olmadığı için lağım sularının köyün içine aktığını ve hala konuyla ilgili bir işlem yapılmadığını söyledi. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Torunoğlu ise Mardin’deki sorunları görmezden gelerek, Başkavak’ta sıtma teşhisi konulan kişilerin Irak’a taşımacılık

yapanlarla, onların aileleri olduğunu bildirdi. Sıtma hastalığı, ateş, titreme, baş ağrısı, karın ağrısı, kas ağrısı ve güçsüzlüğü, kusma, ishal ile seyrediyor. Organ yetmezliğine varan hastalık koma ve ölümle sonuçlanabiliyor. Sineğin ısırmasından itibaren 7 gün içinde belirtiler gözlenirse bunun sıtma olması ihtimali düşük. Daha sonraki belirtiler için hekime başvurmak gerekiyor. Çünkü tedavi için 24 saati geçilirse ölüm riski büyüyor. Çoğu Sahraaltı Afrika ülkelerinde olmak üzere dünyada her yıl 350-500 milyon sıtma vakasına rastlanıyor. Türkiye’de ise sıtmaya iki buçuk yıldır rastlanmıyordu.


7

İNSANCA YAŞAM 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

ACELE KAMULAfiTIRMA KARARINI BOZDURDU

İdeolojik köprü

İnatçı çoban yendi

stanbul Boğazı’na yapılmak istenen 3. köprü ile ilgili başlatılan zemin etüdü çalışmaları nedeniyle başlayan ağaç kesimi basında değişik biçimlerde yer alıyor. Yapılmak istenen bu köprü; yürürlükteki yasalara göre yasa dışı, gayrimeşru, İstanbul halkının yaşamını daha da zorlaştıracak ve bazı sermaye çevrelerine yeni karlar sağlayacak bir projedir. Yasadışıdır; çünkü İstanbul ile ilgili hiçbir planlamada böyle bir köprü önerilmemektedir. Daha önce alınmış SİT karalarında 3. köprünün zararları açıkça ortaya konulmuştur. Türkiye’nin imzaladığı birçok uluslararası sözleşmeye aykırıdır. Bu verilere dayanılarak, birçok kişi ve kurum tarafından bu proje yargıya taşınmış durumdadır. Bu davaların biri ile bu projenin çevre yollarının Sakarya sınırlarında kalan kısmı ilgili idare mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Gayrimeşrudur; çünkü bilindiği gibi İstanbul’un trafik sorunu yıllardır çözülemeyen bir haldedir. 1973 ve 1989 yıllarında iki boğaz köprüsü yapılmıştır. Bu iki köprü, Boğazdan geçen taşıt sayısını 30 kat artırırken yolcu sayısını 4 kat bile artıramamıştır. Yeni köprü ile araç trafiği daha da artacak ancak taşınan yolcu sayısında önemli bir artış olmayacaktır. Köprüden transit geçişlerin payı ise yüzde 2 dolayındadır ve artma olasılığı yok. İstanbul halkının yaşamını daha da zorlaştıracaktır çünkü başta İstanbul Çevre Düzeni Planı olmak üzere, yapılmış bütün planlar, ilgili üniversite ve meslek odalarının yaptığı bütün çalışmalar ortaya koymaktadır Besim ki İstanbul’un yaşam kaynakları Sertok (temiz hava ve su sağlayan alanlar, gıda kaynağı tarım alanOrman ları gibi) tehlikeli boyutta tahrip Mühendisleri Odası olmuş durumdadır. Kalan, sınırlı miktardaki korunabilmiş temiz – sağlıklı alan da bu projenin geçeceği bölgede yer almaktadır. Ormanlar, arsa spekülatörleri tarafından, en ucuz hatta bedelsiz arazi edinme kaynakları olarak görülmektedir. Yapılan resmi açıklamalara göre, satır aralarına gizlense de, yapılması planlanan yolun yüzde 70’i hazine arazilerinden geçmektedir. Bu alanlar; 1. İstanbul halkının yaşam kaynaklarıdır. 2. Kamusal alanlar yani toplumun tümüne ait alanlardır. Yapılması planlanan yolun geriye kalan yüzde 30’u ise yine İstanbul halkının yaşam kaynaklarından olan tarım alanlarından geçmektedir. Köprü ile birlikte yapılacak çevre yolunun kaplayacağı alan 4-5 bin hektar kadardır (bir hektar yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğündedir). Topluma resmi olarak açıklanmasa da, bu alanda yaklaşık 2,5 milyon ağacın kesileceği bilinmektedir. Ancak bundan daha tehlikeli olan, bu yolun çekim gücüyle oluşacak, orman ve hazine arazilerinin gasp ve işgal edilmesiyle ortaya çıkacak olan yerleşimlerdir. Yüzde 20’si orman alanlarından geçen TEM otoyolunun, çekim gücüyle oluşan Sultanbeyli ve Sarıgazi gibi yerleşimler, (orman ve hazine arazilerinden gasp ve işgal edilen bölümleri) 25.000 hektar büyüklüğündedir. 3. köprü ile birlikte yapılması planlanan çevre yolu TEM otoyolundan daha uzun ve yüzde 20’si değil yüzde 70’i orman alanlarından geçmektedir. Bu da yaklaşık 40 milyon ağaç demek ve bugünkü İstanbul ormanlarının yaklaşık 1/3’ü büyüklüğündedir. Tahribi ve işgali söz konusu olan alanın bugünkü değeri en az 150 – 200 milyar TL’dir. Bölgede yaşayan insanlara bu ranttan pay alacakları düşüncesi oluşturulmaya çalışılmaktadır. Oysa ilk köprü yapılmadan Ulus Mahallesi’nde oturanların, ikinci köprü yapılmadan önce Hisarüstü ve Armutlu’da oturanların bugün nerede olduklarını tespit etmek bile güçtür. Köprüler yapılmadan önce bu bölgelerde yaşayanlar, orada oluşan ticari ranttan da yararlanamamışlardır. Yeni köprü projesi aracılığıyla kamusal alanların gaspı ile yaratılacak olan yüz milyarlarca liralık rantın TOKİ vb. aracılığıyla büyük inşaat firmalarının sermayesine aktarılacağını öngörmek için kâhin olmak gerekmez. Köprücüler, bütün bu gerçekleri görerek yaşamlarını savunanların ideolojik davrandıklarını iddia ediyorlar. Bu iddianın sahipleri kısmen haklı sayılırlar. Çünkü 3. köprü projesi teknik ya da sosyal bir gereksinim nedeniyle değil sermaye ideolojisine göre üretilmiş bir projedir. İdeolojik projenin karşıtının da ideolojik olması son derece doğaldır. Bu durumun daha doğru ifadesi; ideolojik nedenlerle değil son derece insani nedenlerle İstanbul’da yaşayan ve yaşamlarını savunanlara karşı, yaşama karşı, ideolojik bir karşı çıkıştır 3. köprü projesi.

İzmir’in Efemçukuru Köyü’nde altın madeni için arazilerin üzerinde acele kamulaştırma kararı verildi. Başta karşı çıkıp dava açan otuz köylü, arazilerini satmaya razı oldu. Davasında ısrar eden çoban Ahmet Karaçam kararı bozdurdu

AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

İ

zmir’in Menderes ilçesine bağlı Efemçukuru Köyü’nde bulunan altın madeni üzerinde, 2008 yılında Tüprag Metal Madencilik şirketine verilmek üzere “acele kamulaştırma”

Acele kamulaştırma nedir? Acele kamulaflt›rma, Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununa göre, yurt savunmas› ihtiyac›na veya aceleli¤ine Bakanlar Kurulunca karar al›nacak hallerde al›nabiliyor. Ancak AKP’nin may›s ay›nda ç›kard›¤› Afet Riski Alt›ndaki Alanlar›n Dönüfltürülmesi Hakk›nda Kanun ile keyfi uygulamalarla acele kamulaflt›rma karar› al›nabilmesinin önü aç›ld›. Dünya Bankas›’n›n öncülü¤ünde sürdürülen “mülksüzlefltirme operasyonu” ile halk›n (genellikle köylülerin ve gecekondu sahiplerinin) yaflam alanlar› “acele kamulaflt›rma” ad›yla talan ediliyor.

kararı alındı. Karara karşı hukuki yolla mücadeleden Çoban Ahmet Karaçam’ın talebi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, acele kamulaştırmanın ancak savaş ve seferberlik durumlarında alınabileceği gerekçesiyle kararı bozdu. 2008 yılında Efemçukuru’nda bulunan altın madeni işletilmek üzere Tüprag Madencilik şirketine verildi. Bu nedenle arazileri kamulaştırılan 35 köylü, kararın iptali için dava açtı. O günden sonra köylüler, davacı şirketle anlaşarak arazilerini sattılar ancak bir köylü dışında: Çoban Ahmet Karaçam. Madenin bitişiğinde 25 dönümlük arazisi bulunan Karaçam, üzerindeki baskılara rağmen, davadan vazgeçmeyerek, kamulaştırma kararının bozulmasını sağladı.

HAYATTA BAZI ‹NSANLAR CESURDUR Dava sürecini Elele Hareketi yakından takip etti. Konuyla ilgili Halkın Sesi’nin görüştüğü Elele Hareketi Dönem Sözcüsü Oya Otyıldız, davasında ısrar eden Karaçam’ı şöyle anlatıyor: “Hayatta bazı insanlar cesurdur. Ahmet Karaçam da bu insanlardan biri. Arsası onun geçim kaynağı ve o da arsasından vazgeçmedi. Çok yüksek paralar teklif edildi ona ama kabul etmedi. Buna karşı durması çok önemliydi ve karşı durdu. Üstelik diğer köylüler de kendisine baskı yaptı. Şirket, daha düşük paraya arsasını satan köylülere ‘eğer herkes arsasını satarsa daha fazla para vereceğiz’ dedi. Buna rağmen ‘satmam’ dedi.”

TORUNLAR B‹LE KURTULUR MU? Sorularımızı sormak için Ahmet Karaçam’a ulaşmaya çalıştıysak da kendisi çocukluğundan beri yaşamını geçirdiği hem de işyeri olan dağlarda olduğundan telefonu çekmediği için başaramadık. Ancak 20 yaşındaki oğlu Celal Karaçam’la görüştüğümüzde gördük ki kendisine muhalefet edenlerden biri de oğluymuş. Celal Karaçam, babasının bağ işi ve çobanlıkla geçimini sağladığını anlatıyor. Kendilerine arazileri karşılığında yüksek paralar teklif edildiğini doğrulayan Karaçam, 2 trilyon vaat ettiklerini söyleyerek, bununla kendi torunlarının bile “kendilerini kurtarabileceklerini” düşünüyor. Madenden babasına “Davayla falan uğraşma. Seni paraya boğalım. Kurtar kendini” diye uyarı yapıldığını söyleyen Karaçam’a arazisini satan köylülerin kendilerini kurtarıp kurtaramadıklarını sorduğumuzda herhangi bir bilgisi olmadığını ifade ediyor. Oya Otyıldız ise arsa karşlığı verilen paraların, davadan vazgeçen diğer köylülerin geçimini sağlamaya yetmediğini anlatıyor. Köylülerin hızla yoksullaştığını söyleyen Otyıldız, “Hiçbiri bu durumdan memnun değil” diyor. Oya Otyıldız’a bundan sonrasını soruyoruz. Otyıldız, sağlık koruma bandı olmadan çalışmanın hukuksuz olacağını söylüyor. İzmir’in damarı diye tarif ettiği Efemçukuru’nda şu anda kanunsuz olarak bir altın madeninin çalıştığını belirten Otyıldız, bunun için İdare Mahkemesi’ne dava açtıklarını duyurdu. ‹ZM‹R’‹ ARSEN‹KL‹ SU BEKL‹YOR 3 milyon nüfuslu bir kentin suyunun arsenikle zehirleneceğini söyleyen Otyıldız, “Bir kentin

Oğlu bile arazisini satmasını isteyen Çoban Ahmet Karaçam’ın hikayesi, başrolünde Kemal Sunal’ın oynadığı İnatçı filmini anımsatıyor. Bir baraj projesinde kamulaştırmaya gidilecekken, köylülerin arazilerini ucuza alıp, devlete pahalıya satmak için uğraşan holdinge direnen inatçı Bayram; çoban Ahmet Karaçam. Uzunkavak köyü; Efemçukuru. suyunu korumakla ilk önce merkezi hükümet sonrasında yerel yönetimler sorumludur. Merkezi hükümet zaten üzerine düşen hiçbir şeyi yerine getirmiyor. Yerel yönetim de korumuyor. Gayrisıhhi Müessese (GSM) Ruhsatı önceden büyükşehir belediyeleri tarafından veriliyordu. Daha sonra hükümet kanun hükmünde kararname çıkararak GSM ruhsatı verme yetkisini büyükşehir belediyelerinden aldı, İl Özel İdare’lerine verdi. Şu anda orada altın madeni hukuksuz bir şekilde çalışmaya devam ediyor ve bir süre sonra sularımız arsenikli bir şekilde akmaya başlayacak. Biz buna karşı durmaya çalışıyoruz” diyor.

Altı köye birden talan A

KP’nin köylülerin yaşam alanlarını talan ve HES’ler konusundaki ısrarı yeni “acele kamulaştırma” kararlarına neden oluyor. İzmir’de Ahmet Karaçam, acele kamulaştırma kararını iptal ettirdiyse de ülkenin pek çok yerinde talan hızla artıyor. Isparta ve Antalya sınırlarındaki Yukarı Köprüçay Havzası’nda inşa edilmek istenen Kasımlar Barajı ve HES için acele kamulaştırma kararı alındı. Bakanlar Kurulu kararına göre Isparta'nın Sütçüler ilçesine bağlı

Kasımlar beldesi ile Darıbükü, İbişler ve Çukurca köyleri; Antalya'nın Manavgat ilçesine bağlı Değirmenözü ve Yeşilbağ köylerinde acele kamulaştırma yetkisi, hazine adına tescil edilmek üzere EPDK'ya (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) devredildi. Acele kamulaştırılması kararı alınan arazi ise yaklaşık 5 yüz parseli içeriyor. ACELE KAMULAfiTIRMA EL KOYMADIR Yukarı Köprüçay

Havzası Koruma Platformu karara karşı mücadele yürüteceklerini duyuran bir açıklama yaptı. Platform, yaşamın tüm alanlarına yönelik sürdürülen saldırıların her türlü hukuktanımazlığı beraberinde getirdiğini söyledi. Kasımlar Barajı için alınan acele kamulaştırma kararının altı köye el koymak demek olduğunu ifade eden Platform, acele kamulaştırma kararının yalnızca olağanüstü durumlarda yapılabileceğine dikkat çekiyor.

İ

HES mi? Bu defa olmaz! Mersin’de Gökharman Irmağı üzerine yapılması planlanan HES’e köylüler karşı çıkıyor. Köylerine yapılan HES’e izin verdikleri için pişman olan halk, ikinci santrali istemiyor

T

arsus ilçesinin 60 km kuzeyinde, Toros Dağları’nın eteklerinde bulunan Boğazpınar Köyü’nde yer alan Gökharman Irmağı üzerine yapılmak istenen hidroelektrik santrali (HES) bölge halkının tepkisi ile karşılaştı. Bölgede birçok köyü etkileyecek olan HES, köylülerin yaşam ve geçim alanlarını olumsuz etkileyecek. Bölgeye 2010 yılında yapılan HES, köylülere çok süslü şekilde anlatıldı. Köylülere "Köyde işsiz kalmayacak", "Mesire alanları yapılacak", "İstediğiniz gibi bölgeyi gezebileceksiniz", "Hiçbir şekilde olum-

suz etkilenmeyeceksiniz" gibi yalanlar söylendi. O dönem söylenenlere inanan köylüler HES’in bitmesi ile vaat edilenlerin yalan olduğunu anladı. HES inşaatı sırasında köyden bir iki kişi işe alındı ama onlar da sonra işten atıldı. Mesire alanları yapmak bir yana alanlar kilitlenerek, giriş engellendi. İlk HES’e izin vermekle hata yaptıklarını düşünen yöre halkı ikincisine ne pahasına olursa olsun izin vermeyeceklerini söylüyor. B‹RL‹KTE MÜCADELE 2010 yılında bölgeye yapılan

HES’in ardından şirketler bölgeye göz dikti. Yörede bulunanlar bölgeye ikinci bir HES’in yapılmasına karşı çıktı. Boğazpınar, Fakılar ve Olukkayağı köyleri halkı bir araya gelerek bir eylem düzenledi. Eyleme köy muhtarları ve bölge halkı katıldı. Köyün birçok yerinde pankartlar ve yazılarla HES’e karşı olduklarını dile getiren yöre sakinleri Boğazpınar köy meydanında toplanarak, konvoy eşliğinde barajın yapılacağı Gökharman Irmağı’na ulaştı. Eylemde söz alan Abdullah Öztürk, Irmağın yıllarca köyleri-

ne hayat verdiğini belirterek, ırmaklarının ellerinden alınmasına karşı çıktıklarını söyledi. HES ile birlikte ırmaklarının yok olacağını dile getiren Öztürk, “Bize bir ırmağı dahi çok görüyorlar” dedi. HES ile birlikte ekolojik dengenin de bozulacağının altını çizen Öztürk, HES’e karşı olduklarını ve kurdurmamak için çabalayacaklarını söyledi. Yapılan ilk HES’te zararlarını bilmedikleri için karşı olamadıklarını dile getiren Nimet Bülbül ise, “ikinci HES’i kesinlikle istemiyoruz” dedi.

MUHTARLAR DA HES’E KARfiI Halkın Sesi gazetesine konuşan Boğazpınar köyü muhtarı Tevfik Sarı, bölgede bin, bin ikiyüz metrekarelik bir vadi olduğunu ve HES ile birlikte bu vadinin yok olacağını

söyledi. Bölgenin en büyük geçim kaynağının küçükbaş hayvancılık olduğunu belirten Sarı, “Bu HES yapılırsa hayvanlarımıza su veremeyeceğiz, tarımla uğraşanlar tarlalarını sulayamayacak, ağaçlarımız bitecek”

dedi. Daha önce yapılan HES için kendileri ile sözleşme imzalandığını ve köylüye çok faydalı olacağını söylediklerini dile getiren Sarı, HES yapıldıktan sonra bizi içeriye bile almadılar. Ne olduğunu göremedik, bizi kandırdılar” diye konuştu.


8

EMEK 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

Yahu bi dur! adikal gazetesinin haberine göre Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç kendisinden bazı taleplerde bulunan inşaat işçilerine böyle demiş: “Yahu bi dur!” Bakanın inşaat işçileriyle ne işi varmış? Mersin’de inşa edilen Akdeniz Oyunları spor tesislerinin inşaatını denetlemeye gitmiş. Bu esnada işçiler “Bu işyerinde grev var” pankartı açmışlar, Bakanın dikkatini çekmek için. Artık AKP modası bu ya, yakın tehlike yoksa, hemen protestocu kişi veya kişilerin yanına gidip “ne derdiniz var söyleyin bakalım” diye babacanlık gösterisi yapılıyor. Hele bir de birkaç kamera varsa değmeyin hükümet yetkilisinin keyfine. Bu sefer de öyle olmuş. Bakan hemen işçilerin yanına giderek dert dinleme pozisyonu almış. Sohbet tam AKP’li Bakanın istediği kıvamda başlamış. İşçiler “2 aydır maaş alamıyoruz” diye şikayette bulunmuşlar. Bakan “Bir hafta içinde paranız hazır” mealinde havasını basmış ve hemen arkasından yarı tembih yarı azarlama tadında(!) “hadi bakalım şimdi doğru işinizin başına” diye muhabbeti bitirmek istemiş. Ancak Tufan işçilerin derdi bitecek gibi değil. Bu kez de Sertlek “sigortalarımız da yatmıyor” Dev Sa¤l›k-‹fl diye şikayetlenmişler. Bakan Yönetim Kurulu bu lafın da altında kalacak değil ya “buna müsaade etmeyiz, gereğini yaparız” deyip başından savmak istemiş işçileri. Fakat işçiler hazırlıklı. Bakan tam kurtuldum derken bu sefer bombayı patlatmışlar “inşaat işçileri için sendika istiyoruz” deyivermişler. İşte Bakan o lafı burada söylemiş: “Yahu bi dur!” Oysa muhabbet ne güzel gidiyordu. “Paramızı alamıyoruz”, “ayıp ediyorsunuz istediğiniz para olsun”, “sigortamız ne olacak?”, “sigorta da laf mı o işverene bi kızarız anında sigorta…” Siz yeter ki böyle isteyin, dilenin biz size verelim… Yapmak istersek, yapabilirsek yapalım siz de bizim yaptığımız kadar sahip olun… Evet buraya kadar “yahu bi dur” yok… Bunun gibi 100 tane talep sırala “yaparız, ederiz…” Ama “ben kaderimi kendi ellerime almak istiyorum” dedin mi “Yahu bi dur” suratına çarpar. İşçilerin kendi kaderine sahip olmaya çalışması AKP iktidarı için o kadar korkulu bir rüya ki… Sanki o sıra “sendika demokrasilerin vazgeçilmez kurumlarındandır, sizin de hakkınız” dese o saat işçiler sendikalı olup mücadeleye başlayacaklar… Ama yok, Bakanın o sıra bunu düşünecek hali olamaz. O hazırlıklı değildir böyle bir şova ve saniyenin milyonda biri hızla aklından “sendika, işçi iradesi, sınıf mücadelesi, yüzünde şaklayan 1 Mayıs tokadı” kabusu geçer. Bu nedenle kalbinde ne varsa o çıkar dilinden… “Yahu bi dur”, “hop bakalım o kadar da değil” demenin bir başka söylenişidir. O kendisinden istenmeyi sever, ezilenler isteyecek o verecek… Ama kimse kendi başına kendisi için bir şey yapmayacak! İşçiler AKP’nin kurguladığı düzende küçük küçük delikler açarak AKP’nin huzurunu kaçırmaya devam ediyorlar. Gün gelecek herhangi bir AKP’li yetkili işçilerin toplu olarak bulundukları bir yere gitmeye korkar hale gelecek. Yaşayıp göreceğiz…

R

Sendika düşmanlığına Bilgi’de direnişli yanıt İşten çıkarılan Sosyal-İş üyelerinin Bilgi’deki direnişi sürüyor. İşten çıkarma nedeni Bilgi Üniversitesi yönetiminin sendika düşmanlığı

Enerji-Sen protesto için çatıda

EVR‹M ÇAKIR

B

ilgi Üniversitesi’nde temizlik işçisi olarak çalıştırılan Sosyal-İş üyesi 16 işçi 24 Ağustos’ta işten çıkarıldı. Üniversite yönetimi işçi çıkarmalarının, Dolapdere Kampusü’nde bir binanın hizmet dışı kalacağı için yapıldığını idda etti. İşten çıkarılan işçiler, sendika üyesi oldukları için işten çıkarıldıklarını söyledi. Sosyal-İş öncülüğünde 28 Eylül’de bir uyarı eylemi yapan işçiler, işe geri iadelerinin yapılmaması halinde süresiz oturma eylemine geçeceklerini duyurdu. Yapılan açıklamanın ardından üniversite yönetimi işten çıkarmalar konusunda bir açıklama yapmazken, işçi kıyımına devam etti. İşten çıkarılanlan işçilerin sayısı 24’e yükseldi. Üniversite yönetiminin işten çıkarmalarla ilgili bir adım atmaması üzerine Sosyal-İş üyesi 5 işçi Rektörlük binası yanında oturma eylemi başlatarak direnişe geçti. Her gün saat 11.00 ile 17.00 arasında oturma eylemi yapan işçilere, Bilgi Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrenciler de destek veriyor. Direnişçi işçilerin verdiği bilgiye göre, 2010 yılında Sosyal-İş Sendikası’nın örgütlenmeye başlamasıyla birlikte üniversite yönetimi tarafından destek personeli (ihtiyaç durumunda başka işler yaptırılan personel) ve akademisyenlere yönelik baskılar yaşandı. İşçiler, sendikal örgütlenmeye karşı üniversite yönetiminin Sosyal-İş üyesi destek personellerini tehdit ettiklerini, sendikadan istifaya zorlandıklarını dile getirdi.

B

çevirip, galeri kısmını da sınıf yaptıklarını söyledi. Eski bina kapandığı zaman oradaki kitapları, dolapları bir ay boyunca gece gündüz taşıdıklarını dile getiren Işık, son olararak şunları söyledi: “Bizim iş alanımızda olmadığı halde yaptık. Biz temizlik personeliydik; amelelik yaptık. Taşıma bittikten sonra bizleri çağırdılar ve ‘Tek taraflı iş akidiniz fesedilmiştir’ dediler. Üç seneden beri zam verilmedi ve 780 lira maaşla çalıştırıldık. Bizleri kendi özel işlerinde de çalıştırdılar. Yönetimdeki kişiler evlerinde temizlik yapılacağı zaman üniversiteden destek personeli götürüyorlardı. Genel sekreterin evini bile bizim arkadaşlarımız temizledi. Sadece, kendimiz için mücadele etmiyoruz. Şu anda çalışan arkadaşların iş yükü dahada ağırlaştı. Bizler tüm çalışma koşulları iyileştirilene ve işimizi geri alana kadar Sema Bayraktar mücadele edeceğiz.” ‘GENEL SEKRETER‹N Direnişteki bir diğer EV‹N‹ ÜN‹VERS‹TE işçi Mehmet Sevim de “Biz sendi‹fiÇ‹S‹ TEM‹ZLED‹’ İşten çıkarıldıktan sonra direni- kanın önündeki isimler olduğumuz için işten çıkarıldık” dedi. şe geçen Mehmet Işık, Halkın Sesi’ne konuştu. Işık, Dolapdere Kampüsü’nde eski bir binanın hiz- AKADEM‹SYENLERDEN D‹REN‹fiE DESTEK met dışı bırakıldığını, onun yerine Direnişe destek olan Bilgi Çağdaş Sanat Müzesi’ni ofislere

ti 2009’da üniversitenin sahibi haline geldi. O dönem birkaç ay içerisinde 400 akademisyen, güvenlikçi ve destek personeli arkadaşımız sendikaya üye oldu. İşveren, sendikanın örgütlenmesinin önüne geçmek için 2010’da üniversitedeki ahşap atölyesi için ‘Atölyeye ihtiyacım yok’ diyerek sendika üyesi üç arkadaşımızı işten çıkardı. Üç arkadaşımızla birlikte 83 günlük direnişin ardından kazanım elde ettik ve çıkarılan işçiler işlerine geri döndü. Biz örgütlenme çalışmamıza ara vermeden devam ederken işveren de boş durmadı. Örgütlülüğümüzün önünü kesmek adına sendikanın en önünde duran arkadaşlarımızın bir kısmını işten çıkardılar. 24 Ağustos’ta işten çıkarılan üyelerimiz sendika içerisinde aktif olarak yer aldıkları için seçildi. Üniversite içeri‘ÇIKARILAN ‹fiÇ‹LER sinde daralma gerekçeMustafa A¤ufl GER‹ ALINANA DEK sini öne sürerek arkaOTURACA⁄IZ’ daşımızı işten çıkardılar Sosyal-İş İstanbul Şube Başanı iş akitlerini tek taraflı feshettiler. Mustafa Ağuş da Bilgi Üniversitesi Bizler o gün bugündür burada yönetiminin sendikal örgütlenmoturma eylemlerine başladık ve eye karşı tutumunu ve işten arkadaşlarımız işlerine geri çıkarılan işçilerin direnişini dönene kadar eylemlerimize ve değerlendirdi. mücadelemize devam edeceğiz.” Ağuş anlatıyor: “Laureate şirkeÜniversitesi öğretim üyesi Sema Bayraktar şunları söyledi: “Destek personeli arkadaşlar işten çıkarıldıktan sonra sendikamızla birlikte bir toplantı yapılarak direnişe geçme kararı alındı. Bu saatten sonra direnişten başka yapılacak birşey yoktu. Sendikal örgütlenme açısından akademik görevlilerden çok destek personeli üzerinde baskılar vardı. Akedemisyenler de tedirgin oluyolar tabi. Bu da Türkiye’deki örgütlenme üzerindeki engeller ve yaşanan sorunlardan kaynaklanıyor. Zaman buldukça işten çıkarılan arkadaşların yanlarında olmaya çalışıyorum. Üniversitedeki diğer öğretim üyeleri de fırsat buldukça oturma eylemlerini ziyaret ederek destek veriyorlar.”

Güneşin sofrasında dostların arasında D

Bu yoldan geri dönüş yok T

HY’de grev haklarının ellerinden alınmasına karşı eylem yaptıkları için işten çıkarılan 305 Hava-İş üyesi 100 günü aşkın süredir işlerine geri dönmek ve grev hakları için mücadele ediyor. İşçiler direnişlerinin 104’üncü gününde Taksim THY bilet satış bürosu önünde eylem yaptı. Eyleme TÜMTİS, Tek Gıda İş, Deri İş, Belediye İş, Halkevleri, UİD-Der ve SDP de destek verdi. Eylem sırasında satış bürosu kapatıldı ve önünde polis barikat kurdu. Eylemde Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin bir açıklama

yaptı. ‘104 GÜN OLDU’ Ayçin açıklamasında, THY işçileri için ‘5 yıldızlı otelde yatmaya alışmış ve direnişe dayanamazlar’ diyenlerin olduğunu hatırlatarak direnişlerinin 104’üncü günlerinde olduklarını söyledi. Ayçin, direnişten geri dönüşün tek yolunun direniştekilerin işbaşı yapması olduğunu vurguladı. Eylem, THY işçilerinin her cumartesi 14.00-15.00’te Taksim THY bilet satış bürosu önünde oturma eylemi yapılacak.

ev Sağlık-İş, 9 Eylül’de İstanbul Sarıyer’de, direnişteki işçileri bir araya getiren bir piknik düzenledi. Direnişteki Hava-İş üyesi THY işçileri, Enerji Sen üyesi BEDAŞ işçileri, Sosyal İş üyesi Bilgi Üniversitesi işçileri, Dev Sağlık-İş üyesi Süreyyapaşa Hastanesi ve Samsun Gazi Devlet Hastanesi işçileri piknikte buluştu. Piknikte bir direniş kürsüsü kuruldu ve direnişteki işçiler söz aldı. Kürsüye çıkan direnişçiler birbirlerini attıkları sloganlarla selamladı. Kürsüde ilk sözü Bilgi Üniversitesi’nden işten çıkarılan Sosyal İş üyesi işçiler aldı.

‘‹fi‹M‹ZE GER‹ DÖNENE DEK D‹RENECE⁄‹Z’ Bilgi Üniversitesi’nde bir binanın hizmet dışı kalması gerekçe gösterilerek işten çıkarılan işçiler her hafta bir gün üniversite önünde eylemde olacaklarını duyurdu. Sosyal-İş üyelerinin ardından THY’de işten çıkarılan Hava İş üyesi

Devrimci Sağlık İş’in düzenlediği piknikte direnişteki THY, BEDAŞ, Bilgi Üniversitesi ve sağlık işçileri bir araya geldi işçiler “THY işçisi yalnız değildir” sloganlarıyla kürsüye çıktı. Grev haklarının ellerinden alınmasına karşı oldukları için işten çıkarılan Hava İş üyesi THY işçileri, her cumartesi 14 00-15 00 arası Taksim THY bilet satış bürosu önünde oturma eylemi yapacaklarını duyurdu ve herkesi desteğe çağırdı. BEDAŞ’ta işten çıkarılan Enerji Sen üyesi işçiler, işten çıkarıldıktan

sonra BEDAŞ binası önünde bir çadır kurarak sürdürdükleri direnişi anlattı. Direnişleri boyunca kendilerini yalnız bırakmayan Dev Sağlık İş üyesi işçilere teşekkür eden BEDAŞ işçileri, işlerini geri alana kadar mücadele etmeye devam edeceklerini söyledi. ‘TAfiERON B‹ZE EKMEK VERM‹YOR’ Direniş kürsüsünde Samsun Gazi Devlet Hastanesi direnişçileri de

söz aldı. Samsun Gazi Devlet Hastanesi direnişçilerini, Dev Sağlık İş üyesi işçiler ve direnişteki işçiler “Samsun direnişi onurumuzdur” yazılı bir pankart açarak selamladı. Samsun Devlet Hastanesi direnişçileri adına söz alan Yüksel Aslan konuşmasında, 26 Ocak 2011’de başlattıkları direnişi, Kocaeli, Süreyyapaşa, BEDAŞ ve THY direnişinden aldıkları güçle sürdürdüklerini

belirtti. Aslan, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Bizler bu direnişi 5 ay önce sonlandırıp ekmeğimizin peşine düşebilirdik ancak taşeron bize ekmek vermiyor. Bu yüzden de taşeronu tamamen ortadan kaldırana dek mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu direniş ya kazanımla sonuçlanacak; bizler taşeronun değil hastanenin çalışanı olarak, güvenceli çalışacağız ya da bu mücadele çocuklarımıza daha iyi bir gelecek bırakana kadar sürecek.” 4+4+4’Ü KIRMA MAK‹NES‹ Birbirlerini direnişlerden ve eylemlerden tanıyan işçilerin çocukları da sahne aldı. Çocuklar “4+4+4’ü durdurun” ve çeşitli dillerde “Barış” yazılı pankartlar açarak sahneye çıktı. Hazırladıkları skeçte 4+4+4’ü kırma makinesine bürünen çocuklara direnişçiler “4+4+4 durduracağız” sözü verdi. Piknikte, Pınar Aydınlar sahne alarak konser verdi.

EDAŞ’ta işten çıkarıldıktan sonra Enerji-Sen öncülüğünde direnişe geçen enerji işçileri, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı protesto etti. Günay, BEDAŞ binası yanında bulunan İstanbul Mari Oteli’nin açılışı için geldiğinde Enerji-Sen üyesi işçiler, otelin karşısında bir binanın çatısına çıkarak “Bakan Günay açılışlara değil, aç işçilere bakın, işimizi geri istiyoruz” yazılı pankart açtı. Günay, korumalarıyla birlikte otele girdi.

Halkın mühendisleri buluştu

Halkın mühendisleri buluşması” çağrısıyla Politeknik 2. Olağan Genel Kurulu 16 Eylül Pazar günü gerçekleşti. Genel kurul, su hakkı mücadelesi yürütücülerini, 3. köprüye karşı direnenleri, barınma hakkı mücadelesi verenleri, güvenceli çalışma hakkını savunanları ve üniversitelileri bir araya getirdi. Kurulda, AKP iktidarının neoliberal programlarla yaşamın güvencesizleştirilmesine karşı doğadan, insandan ve emekten yana sürdürülen mücadelelerin önemi vurgulandı.

‘Düşman Kardeşler’ havuza atladı

Düşman Kardeşler” isimli komedi dizisinin ekibi, iki aydır ücretlerini almadığı için ücretleri verilene kadar kıyafetleriyle havuza atlayıp beklediler. 12. bölümde final yapacağı açıklanan dizinin tüm oyuncuları ve teknik ekibi havuzlu eylemi 7 Eylül’de Gelibolu’da kaldıkları otelde gerçekleştirdi. 70 çalışan 40 dakika boyunca suyun içinde kalıp yapım koordinatörünün gelmesini bekledi. Koordinatör gelip ödemeleri yapınca ekip, eylemi sonlandırdı.


EKONOMİ

9

20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

KR‹Z BEKLEYEN SERMAYE, ‹fiTEN ÇIKARMA L‹STELER‹ HAZIRLIYOR

‘Gemi su alıyor, işçileri atın!’ yılın aynı dönemine göre üretimin yüzde 2.5, istihdamın yüzde 4.7 artarken, verimliliğin yüzde 2.1 azaldığını söyledi. TİSK, “verimlilikteki azalışın sürmesi halinde istihdamın geleceğinin de tehlikede olduğunu” belirtti. İşin Türkçesi, kâr oranları düşen patronlar, yakında kitlesel işten çıkarmalara yöneleceklerini söylüyor.

E

konominin 2009’un ardından yeni bir krize doğru ilerlediği, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı büyüme rakamlarıyla resmen kabul edildi. Ekonomik göstergeleri AKP’nin işine geldiği gibi yorumlamakla eleştirilen TÜİK’in tahminlerine göre bu yılın ilk yarısında ekonomi yüzde 3 büyüdü. Solcu iktisatçılar gerçek oranın 2.6 olduğunu belirtiyor. Geçen yılın yüzde 10.5, önceki yılın yüzde 11.4’lük büyüme oranları ile kıyaslandığında önemli bir gerileme görülürken, sermaye bu gerilemenin faturasını halka çıkarmaya hazırlanıyor. İnşaat, otomotiv, perakende ve tekstil sektörlerindeki durgunluk ile bütçedeki sıkışma karşısında patronlar işten çıkarma listeleri, hükümet ise zam ve vergi paketleri hazırlıyor.

EL PARASIYLA BÜYÜME 2008 sonbaharında başlayıp 2009 ortalarına kadar süren kriz döneminde Türkiye ekonomisi yüzde 11.5 daralarak, küçülme rekoru kırmıştı. Neoliberal düzenlemelerle sınırsız hareket yeteneği kazanan uluslararası finans sermayesinin “sıcak para” akışı ülkeyi terk edince açığa çıkan çöküntü ile ekonomideki parıltının dönemsel, kusurların ise yapısal olduğu görüldü. Bu durum karşısında AKP iktidarı ekonominin sıcak para bağımlılığını azaltmak yerine, yüksek faizle borçlanarak sıcak parayı geri çağırdı ve 2009’un ardından geri dönen dış kaynak ile

2009’un ardından yeniden krize doğru ilerlediğimizi artık sermaye de itiraf ediyor. Ama bu itiraf bir özeleştiri değil, işten çıkarma hazırlığının habercisi 2010 ve 2011’de yüzde 10’ları bulan büyüme oranları yakalandı. Aslında faizini de alıp gitmek üzere gelen dış kaynak sayesinde dönemsel bir kredi bolluğu yaşanıyor ve bütün ülkenin geleceği ipotek edilerek talep canlanıyor, gün gelip fazlasıyla ödenecek olan paralar harcanıyordu. Yani kalıcı olmayan bu büyümenin bir de küçülmesi olacaktı. Korkut Boratav durumu üç cümleyle özetledi:

“2012’nin ilk altı ayında dış kaynak hareketlerinin azalması iç talebi daraltmıştır. İthalatın düşüp, ihracatın yükselmesi sayesinde milli gelir hâlâ (fakat yavaşlayarak) büyüyebilmektedir. Ne var ki, İran’a yapılan ‘hayalî’ altın ihracatı, cılız büyümenin bir bölümünü de ‘hayalî’ kılmaktadır.” ABD yaptırımları nedeniyle İran’a para ile yapılamayan ödemelerin altın külçeleri ile yapıldığı, bunun da altın ihracatı gibi

gösterildiği açığa çıktı. Bu hile düzeltildiğinde büyümenin yüzde 2.6’da kaldığı görülüyor. PATRON ‹T‹RAFLARI Ekonomideki durgunluk emareleri, Capital dergisinin Temmuz sayısında dosya olarak işlenmiş, 2009’dan sonraki canlanmanın kalıcı bir iyileşme olmadığına dikkat çekilmişti. Tekstil sektörünün devlerinden Abdullah Kiğılı şöyle diyor-

du: “Kimse söylemeye cesaret edemiyor ama yavaş yavaş krize giriyoruz. Kriz var. Herkes 15-30 büyüdük diye açıklama yapıyor. Böyle bir büyüme yok. Bazı gerçekleri herkesin bilmesi lazım. Fiyatlar yerlerde sürünüyor.” Kiğılı’nın şikayeti nihayet eylül başında TÜİK’in ekonomik durgunluk itirafıyla doğrulandığı gibi, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu da (TİSK), 2012’nin ilk yarısında geçen

METAL, ‹NfiAAT VE TEKST‹LE D‹KKAT Ekonomik durgunluk en çok otomotiv, inşaat, perakende ve tekstilde yaşanıyor. AVM’lerin kapanmanın eşiğine geldiği, otomobil ve ev satışlarının düştüğü, metalde siparişlerin gerilediği, inşaat şirketlerinin kredilerinin ödemekte ve sattıkları konutları tamamlamakta güçlük çektiği artık sır değil. İnşaatta FiYapının ardından KC Grup da çökerken, Ağaoğlu’na ilişkin spekülasyonlar sürüyor. Türkiyeli firmaların 25 milyar dolarlık yatırımının bulunduğu Libya’da da bir yıldır süren kaotik durum daha da kötüleşiyor. Otomotivde ise fabrikalar işten çıkarma hazırlığında. Halkın Sesi olarak yaptığımız araştırmaya göre Çerkezköy’de 3 bin kişinin çalıştığı HEMA Otomotiv yönetiminin 750 kişiyi işten çıkarmaya hazırlandığı, diğer otomotiv şirketleri ve yan sanayi için de benzer durumların söz konusu olduğu yönünde bilgiler aldık. Türkiye işçi sınıfı yeni bir işsizlik artışı, ücret düşüşü ve hak gaspları dalgasının tehdidi altında.

İnşaat efsanesi sönerken

Zam ve vergi dalgası kapıda 1 Nisan'daki yüzde 18.72'lik zamm›n ard›ndan do¤algaza yeni zam geliyor. Enerji sektörü yetkililerine göre ekim ay›nda gaza yüzde 10 ila 15 aras›nda zam yap›lacak. Türkiye elektrik üretiminin yar›s›n› gazdan sa¤lad›¤› için gazdaki art›fl, elektrik fiyatlar›n› da art›racak. Do¤algaz ve elektrik zamlar›n›n gerekçesi olarak BOTAfi’›n zarar etmesi ve do¤algaz›n zaten maliyetinin alt›nda bir fiyata sat›lmas› gösteriliyor. Öte yandan ekonomik durgunluk nedeniyle altüst olan bütçe hesaplar› hükümete 18 milyar TL’lik fazladan bir yük ç›kard›. Tabii hükümet de bunu yeni zam ve vergilerle halka yüklemeye haz›rlan›yor. Hükümetin haz›rlad›¤› yeni pakete göre otomobil, sigara ve tapu harcamalar› vergi art›fllar› ile zamlanacak.

Konut sektöründen alarm sesleri gelmeye devam ediyor. Konutlar›n› tamamlayamayan ve ödeme güçlü¤ü içine giren Fiyap›’n›n ard›ndan KC Group’un da bitiremedi¤i projesi ve iflas›n›n istenmesi sektördeki s›k›nt›y› gözler önüne seriyor. Konut sektöründeki at›l›m›n› 2000’li y›llar›n ortas›nda yapan KC Grup, ‹stanbul Pendik’te infla etti¤i konutlar› yar›m b›rakt›, geride 450’ye yak›n ma¤dur aile b›rakt›. Grubun, kat karfl›l›¤› sözleflme yapt›¤› arazi sahibi Polisan Afi ile de sorun yaflad›¤› ve sözleflmeyi gizlice feshetti¤i sonradan a盤a ç›kt›. fiirketin gelifltirdi¤i projeden konut alan yüzlerce aile dairelerini teslim alamad›klar› gibi, ödemelerini de sürdürüyor. Kimi ailelerin verdikleri senetler piyasaya verildi, üçüncü kifliler konut sahiplerine icra takibi bafllatt›. Dairelerinin ne zaman teslim edilece¤i ise belirsiz. Konutlar›n› alamayan aileler 22 Eylül’de eylem yapmaya haz›rlan›yor.

Vitrin dolu, cepler boş Mavi Jeans Genel Müdür Cüneyt Yavuz’un Türkiye’de her ay bir AVM’nin kapanmas›n› bekledi¤ini aç›klamas›n›n ard›ndan, bir tart›flmad›r koptu. Kimileri al›flverifl al›flkanl›klar›n›n de¤iflerek internetten sat›fl›n öne ç›kt›¤›n› bu nedenle AVM’lerin geride kald›¤›n› söyledi. Kimileri ise sektörde hiçbir sorun olmad›¤›n› 2012’de say›s› 313’e ulaflan AVM’lerin y›lsonunda 340’a ç›kaca¤› ve 48.5 milyar dolarl›k ciro yapaca¤›n› iddia etti. Kim ne derse desin AVM inflaatlar› sürüyor, vitrinler doluyor. Ancak 2010 ve 2011’de yüzde 10’un üzerinde gerçekleflen büyümenin temel kaynaklar›ndan iç talep, ailelerin borç yükünün s›n›rlar›na dayanm›fl olmas› nedeniyle frenlendi. 2010’da önceki y›la göre yüzde 5,4, 2011’de de yüzde 10,2 artan aile tüketimi 2012’de ise yüzde 0,2 oran›nda geriledi. AVM’leri dolduran kalabal›klar tüketici kredileri ve sonuna kadar zorlad›klar› kredi kartlar› ile al›flverifl etmiflti. fiimdi asl›nda harcad›¤› kadar kazanamayan milyonlar, s›n›rl› gelirlerini de borç geri ödemeleri için kullan›yor.

Altınlı ticarete kamuflaj Bir süredir Başbakan’ın eski basın danışmanı Akif Beki’nin yönetiminde yayın hayatını sürdüren Milliyet, AKP iktidarının rezilliklerini kamufle etmek çabasını yansıtan gülünç manşetler yayımlıyor. Bunun bir örneği, İran’a 7 ayda 6,2 milyar dolarlık altın ihracatı olarak gösterilen petrol ödemesini kamufle etme

gayretiyle yapılan bir haberde görüldü. Daha 8 Temmuz’da, “ Son 3 ayda İran’a altın ihracatının zirve yaparak 60 tona ulaşmasının gerisinden petrol ödemeleri çıktı” diye haber yapan Milliyet, 2 Eylül Pazar günü manşetinde malum olayı şu hale soktu: “İran’dan Euro’lar geliyor, Türkiye’de altın olup gidiyor. Altın

ihracatıyla Türkiye’nin yıldızı haline gelen İran’da, imtiyazlı işadamlarının düşük kurdan elde ettikleri euro ile Türkiye’de altın satın alıp, sonra bunları kendi piyasalarında nakte çevirdikleri belirtildi.” Üstelik bu “özel” haber 11 Temmuz’da Gülen cemaatinin gazetesi Zaman’da yayımlanmıştı.

Hangisi daha “kutsal”? akanlar Kurulu’nun aldığı karar ile tüm kitaplarda yüzde 8 olarak uygulanan Katma Değer Vergisi (KDV) “kutsal kitaplar” olarak tanımlanan bazı kitaplarda yüzde 1’e düşürüldü. Karara göre Kur'an-ı Kerim, Kur'an meal ve tefsir kitapları yanında Kur'an cüz, sure, ayet veya meallerini içeren kitaplar, Tevrat, Zebur ve İncil kitapları yüzde 1 KDV’ye tabi tutulacak.

B

*** KDV’den elde edilen gelir genel bütçe gelirleri içinde 2011 yılında yüzde 33’e kadar çıktı. KDV’nin ilk toplanmaya başladığı 1985 yılında bu oran yüzde 25 düzeyindeydi. 2012 ilk 8 aylık bütçe açığı geçen seneye göre 8,5 kat arttığı sonucu düşünüldüğünde AKP’nin bu kararı ekonomik gerekçelerle, en azından bütçe dengesi açışından açıklanamaz. *** Bütçe gelirleri içinde önemli bir yere sahip olmasına rağmen AKP bu vergiden vazgeçerek dini kitapların daha kolay ulaşılabilir olmasını sağlamaya çalışıyor. KDV’nin düşürülmesi hem kitapları basan yayıncıları hem de okuyucuları ekonomik olarak rahatlatıyor. Devlete daha az vergi verileceği için kitaplar daha ucuza satılabilecek böylece okuyucu daha az para verecek ayrıca yayıncı da daha çok kitap sattığı için daha çok kar elde edebilecek.

Engin Duran engin.duran @yahoo.com

*** AKP iktidarının sözüm ona halkın daha ucuza okuyabilmesi ve bilgilenebilmesi için aldığı bu karar içinde birçok tartışmayı ve tutarsızlığı barındırıyor. İlk tartışılması gereken konu, tüm kitaplarda KDV oranı yüzde 8 olarak kalırken resmi kararlarla kutsallığı ilan edilen bir kitaplar grubunun öne çıkarılması bir bakıma okunmalarının teşvik edilmeye çalışılması. Burada ayrıca “kutsal” tanımı da başlı başına bir tartışma konusu olarak durmakta. *** KDV birçok hayati öneme sahip ya da yaşamsal ihtiyaç olan mallar ve hizmetlerde yüzde 8’lerde iken bu karar ekonomik olarak çok büyük bir etkiye sahip olmasa bile tartışılmalı ve üzerinde daha çok durulmalı. Bu kararın ertesinde basında sadece basit bir KDV indirimi olduğu şeklinde haber yapıldı, tartışma ise hiç olmadı. Ancak suyun, ambulans hizmetlerinin, kırtasiye malzemelerinin, kutsal olarak tanımlanmayan tüm kitapların, sinema, opera, tiyatro biletlerinin KDV’si yüzde 8 iken alınan bu kararın tartışılması ve bu KDV farklarının ısrarla vurgulanması gerekiyor. AKP, KDV oranını kullanarak kendi tercih ettiği bazı mal ve hizmetlerin kullanımını teşvik etmek istiyor. Son alınan karar da bunu gösteriyor. *** 2004 yılında elmas ve pırlantada KDV’yi tamamen kaldıran AKP, ‘kutsal’ kitaplarda KDV’yi kaldırmak yerine sadece yüzde 1’e düşürdü. Acaba yüzde 1’lik KDV ile vazgeçemeyecek bir vergi geliri mi elde edilecek bu kitapların satışından ya da bir elmas bir pırlanta daha mı kutsal bu kitaplardan? Belki de kutsal kitapların satışında KDV’yi sıfırlamak için Erdoğan ailesinden bir ferdin kitap işine girmesi bekleniyor. Ne de olsa Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan ve gelini bir kuyumculuk şirketinin ortağı olunca KDV’de herhangi ‘bir’ yüzdeye bile tahammül edilemiyor. Elmasın, pırlantanın kutsallığı da buradan olsa gerek.

KATMA DEĞER VERGİSİ Katma Değer Vergisi (KDV) olarak adlandırılan vergi ilk defa 1985 yılında alınmaya başlandı. KDV, tüm mal ve hizmetlerde kanunla belirlenen oranlarda uygulanır. Hizmet ve mal teslimlerinde, mal ve hizmeti teslim alanın, teslim edene ödediği vergidir. Devlet, bu vergi ile tüketim üzerinden ve herkesten aynı miktarda vergi almaktadır. Bir ekmek için herkes aynı vergiyi öder, yani ekmeği alan kişinin asgari ücretle çalışması ya da çok zengin olması fark etmez. Örneğin, bir ekmek almak için 4000 lira geliri olan kişi ile asgari ücret ile geçinen birisi de aynı parayı veriyor. Yani kişi yoksullaştıkça gelirine göre daha yüksek oranda vergi veriyor. Dolayısıyla bu verginin toplanması toplumsal eşitsizlikleri gidermek gibi bir amaç gütmüyor, aksine serveti vergilendirmektense temel tüketimi vergilendirerek eşitsizliklerin daha da artıp devam etmesine yol açıyor.


10

KİBELE 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

AKP’nin krefl çocuklar›yla oyunu ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, eylül ayının başında okul öncesi eğitimi teşvik amacıyla çocuğunu kreşe yollayan ailelere 30 lira maddi destek kararı almıştı. Bu karara göre uygulama 2012-2013 eğitim öğretim yılı itibariyle hayata geçecekti. 4+4+4 sorunlarla başladı ancak henüz bu uygulamanın başladığına ilişkin bir bilgi ya da okullara gönderilen bir yazı yok. Büyük bir ihtimalle AKP en başından itibaren bu yasayı uygulayamayacağını biliyordu. Tepkileri sönümlendirmek, dikkatleri dağıtmak AKP’nin en ustaca yaptığı iş. Belli ki 30 lira yardım açıklamasının amacı da 4+4+4’e yönelik tepkilerin üstünü örtmek amacıyla ortaya atılmış bir göz boyamaydı. Tabii AKP, bu projeye finansör bulamadığı için de bu parayı verememiş olabilir. Velev ki bu uygulama hayata geçseydi ne olurdu? 30 liranın anaokulu ve kreş masraflarını karşılaması mümkün değil. Okul öncesi eğitim için MEB ücret tespit komisyonu her yıl ilçe bazında farklılıklar gözeterek taban ve tavan fiyatlar düzenliyor. Yarım gün, tam gün, etüt, beslenme, müstakil anaokulu gibi durumlara göre farklı fiyatlar belirleniyor. Ancak her okul elbette tavan fiHande yatları baz alıyor. Eğitim süreYanar si boyunca boyası, kalemi, kıyafeti derken çok masraflı bir Kad›köy Halkevi süreç geçiyor. Yani 30 lira bir pastel boyayla herhangi bir etkinlik için alınması gereken aksesuarı bile karşılayacak durumda değil. Bu yıl yapılan bir araştırmaya göre okul öncesi eğitime kayıt olan bir öğrenci için başlangıç masrafı ortalama 565 lira. 30 lira yardımla okul öncesi eğitimin nitelik olarak zayıfladığının da üstü kapatılmaya çalışılıyor. 4+4+4’le beraber okula başlama yaşının aşağıya çekilmesinin çocukların pedagojik gelişimini olumsuz etkileyeceği bilim insanları tarafından çokça dile getirildi. Anaokulları şuan 4,5- 5,5 yaşındaki çocukları alıyor. Okulların fiziki koşulları bu çocuklar için uygun değil. Okul öncesi eğitim alması gerekirken 4+4+4 nedeniyle 5,5 yaşında ilkokula başlayan çocukların ruhsal, duygusal ve bilişsel gelişiminin sekteye uğraması başlı başına ayrı bir sorun zaten. AKP uzun süredir okul öncesi eğitime yönelik çeşitli düzenlemeler getirmeye çalışıyor. 2009’da okul öncesi öğretmenler yerine kadrosuz usta öğreticilerin öğretmenlik yapmasıyla ilgili bir düzenlemeye geçilmek istenmiş ancak Danıştay tarafından yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmişti. Bugün ise okul öncesi eğitim 4+4+4’le beraber zorunlu olmaktan çıkarıldı. AKP bir taraftan öğretmenleri güvencesizleştirerek diğer taraftan velilerin masraflarını katlayarak bu alanı tamamen piyasaya açmanın hesaplarını yapmaya devam ediyor.

A

PARASIZ, N‹TEL‹KL‹ KREfi HAKTIR Kadınların yıllardır mücadele verdiği ve yeni düzenlemelerle törpülenen “kreş hakkı” AKP eliyle hak olmaktan çıkartılıp satın alınan bir hizmet alanına dönüştürülüyor. Yardım vaatleri ise kreş hakkını sadaka konusu haline getiriyor. Okul öncesi eğitimin desteklenmesi için elbette atılacak adımlar var. AKP bu konuda samimiyet göstermek istiyorsa acilen yasal düzenlemelere başlamalı. 150 kişinin üstünde kadın işçi çalıştıran yerlere kreş açılmasını düzenleyen yasa derhal değiştirilmeli. Okul öncesi eğitim veren yerlerin denetimi kuvvetlendirilmeli. Ayrıca budanmış kreş hakkı düzenlemeleri sadece tam gün sigortalı çalışan kadınları kapsıyor. Türkiye’de milyonlarca kadın kayıt dışı, esnek, güvencesiz işlerde çalışıyor. Evde hasta, yaşlı, çocuk bakımı yapan kadınlar var. Kreş hakkı tüm kadınları ve erkekleri yani ebeveynleri kapsamalı. Parasız, nitelikli kreş hakkı kadın mücadelesinin yükselteceği en önemli başlıklardan biri olmaya devam ediyor.

Tahliye itirazına ret kararı S

akarya’da 14 yaşındaki Ö.C.’nin tecavüzcülerinin serbest bırakılmasının ardından avukatların verdikleri itiraz dilekçesi reddedildi. Sakarya’da 14 yaşındaki Ö.C’ye tecavüz eden ikisi polis 34 kişinin Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davada tutuklu 16 sanık tahliye edilmişti. Tahliyenin ardından Ö.C’nin avukatları, tecavüzcülerin serbest bırakılmasına karşı itiraz dilekçesi verdi. Dilekçeyi inceleyen Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi, itirazı usül yönünden reddetti. 9 Ağustos'ta yapılan

ilk duruşmada tutuklu sanıkların tamamı ‘sanıkların yaşlarının küçük ve hapishanede kaldıkları sürenin delillerin toplanması için yeterli olduğu’ gerekçesiyle tahliye kararı verilmişti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da Ö.C davası ile ilgili olarak verilen tahliye kararlarına itiraz etmişti. Ancak itiraz açıklamasında tecavüzcüler ile ilgili tek bir söz edilmezken, tecavüzlerin nedeni olarak Ö.C’nin sosyal medyada kurduğu iletişim gösterilmiş, ailelere çocuklarına sahip çıkması çağrısında bulunulmuştu.

Yargı, suçu işleyen erkeği değil kadını cezalandırıyor. Devlet, tecavüzcüleri yargılamıyor. Tecavüz sonrası gebe kalan kadınların kürtaj olabilmeleri ‘Yargı kararlarını bekle’ denilerek fiilen engelleniyor. Karar çıkana kadar 20 hafta doluyor

Nevin Y›ld›r›m

Kürtaj Hakt›r Karar Kad›nlar›n Platformu 8 Eylül’de Taksim Meydan›’nda, Zeynep ve Nevin için eylemde

‘Ölürüm de doğurmam’ Devlet: ‘Öl öyleyse!’ TÜRKAN KARAKUfi

“Hem tecavüze uğramak, hem hamile kalmak, hem de istemediği halde doğurmaya mahkum olmaksa… Nasıl anlatılır, emin değilim. Sanırım her seferinde yeniden yeniden tecavüze uğramak demek…” Son günlerde art arda yaşanan toplu tecavüz olaylarını Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu’ndan Av. O. Meriç Eyüboğlu bu sözlerle ifade ediyor. Son bir ay içerisinde hemen her gün bir tecavüz olayı basına yansıdı. Sakarya, Karabük, Edirne’de ikisinin yaşı 14 diğeri 16 yaşında olan kız çocukları... Isparta’da 25 yaşındaki Nevin... Edirne’de 14 yaşında 5 kişinin tecavüzüne maruz kalan işitme engelli Zeynep’in başından geçenleri emekli hakim, Fatma Şahin’e bir e-postada anlattı ve koruma istedi. Koruma gelmedi, Zeynep tekrar tecavüze uğradı ve gebe kaldı. Şahin ise kendini

“Bana böyle bir mesaj gelmedi” diye savundu. Zeynep şimdi kürtaj olmak istiyor ama yasal kürtaj sınırını aştığı gerekçesiyle mahkeme kararını bekliyor. Gündeme düşen diğer bir olay ise tecavüz sonucu gebe kalan Nevin’in yaşadıkları. Gebe olduğunu farkeden ve kürtaj olmak için hastaneye giden Nevin, hastanenin fiili engellemesiyle karşılaştı. Nevin hasataneye gittiğinde

Av. O. Meriç Eyübo¤lu

16 haftalık hamileydi. Şimdi 30 haftayı geçti. Tecavüzcüsünü öldüren Nevin, ‘Ölsem bile doğurmam’ dediği halde istemediği bir gebeliğe zorlanıyor. “Kürtaj yasaklansın, tecavüze uğrayan doğursun devlet bakar” açıklamaları kadın düşmanlığını büyütmeye devam ediyor. Başbakan Erdoğan’ın “Kürtajı cinayet olarak görüyorum” açıklamasının ardından Sağlık Bakanı, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ve Diyanet İşleri Başkanlığı benzer açıklamalarda bulunmuştu. Av. O. Meriç Eyüpoğlu tecavüz sonrası gebe kalan ve kürtaj olmak isteyen kadınların yaşadığı engelleri ve devletin, yargının, hükümetin rolünü Halkın Sesi’ne anlattı. Türk Ceza Kanunu’nun 99’uncu maddesine göre“Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde” yasal kürtaj sınırının 20 hafta olduğuna dikkat çeken Meriç, “Buna rağmen 16 haftalık gebe

Nevin, hastane kapısından döndürülüyor” dedi. Meriç sadece Nevin’in değil, son günlerde kamuoyuna yansıyan bu saldırıların tamamında kız çocuklarının ve kadınların devletin bürokrasi çarkına, savcıların, avukatların, doktorların bilgisizliklerine kurban olduklarının altını çizdi. ‹Z‹N fiARTI YOK Kanun maddesinin, savcının veya hakimin iznini aramadığını, böyle bir şartın olmadığını söyleyen Meriç, buna rağmen doktorların savcının, hakimin izninin peşine düştüğünü belirtti. Soruşturmanın sona ermesini beklemenin 20 haftanın dolması anlamına geldiğini söyleyen Meriç, bunun zaten kadınların istenmeyen bir gebeliği sürdürmeye mahkûm olduğu anlamına geldiğini ifade etti. Karabük’te tecavüz sonrası gebe kalan Zeynep için “Aile sever” Fatma Şahin’in devreye girerek kürtaj olacağı haberinin geldiğini hatırlatan Meriç, Nevin’in

durumuna şu sözlerle dikkat çekti: “Nevin ise, istemediğini söylediği bu hamileliği yaşamayı sürdürüyor. Nevin’in bu doğumu yapamayacağı, bu sürecin ona, onun beden ve ruh sağlığına zarar vereceği, sağlığını bozacağı yönünde bir doktor raporu ile belgelenirse, belki Nevin için de bir umut ışığı doğacak.” Bu tablo karşısında yapılacak çok şey olduğunu söyleyen Meriç öncelikle savcıların, avukatların meslek içi eğitimden geçirilerek bu durumlarda savcının iznine gerek kalmadığını öğrenmeleri gerektiğini söyledi. Meriç, “Tüm hekimler 16 haftalıkken başvurup, tecavüze uğradım diyen bir kadını, ‘süre geçmiş’ diye geri göndermemesi gerektiğini öğrenmeli” dedi. KADIN BEYANI ESAS OLMALI Tecavüz suçlarındaki “ispat” sorununa dikkat çeken Meriç, “tecavüz mağdurlarının beyanlarının

esas alınması, aksini failin/erkeğin ispatlaması” yönünde bir düzenleme yapılması gerektiğini ifade etti. Meriç, bu düzenlemenin hem yargılama sürecini hem de dava açılmadan önceki savcılık süresini belirleyeceğini böylece tecavüz nedeniyle yaşanan gebeliklerde, “kürtajın” bir sorun olmaktan çıkacağını söyledi. Meriç, Fransa’da olduğu gibi tecavüz sonucu gebeliklerde kürtaj için süre sınırının olmaması yönünde bir düzenleme gerektiğini ekledi. Meriç, ancak bu koşullarda sadece kamuoyu tarafından bilinen değil, hiç bilinmeyen hallerde de kadınların istenmeyen gebeliği sonlandırabiliceğini söyledi. Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarının ardından kadınların çok sert tepkilerine neden olan eylemleri hatırlatan Meriç, “eskisi kadar ortalıkta görünmüyoruz belki ama hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Hükümet sandığı kadar kolay düzenleme yapamayacak, bunu bilsin.” dedi.

‘Üst kurul Düşük ilacına yasaklama oluşturulsun’ T

ürkiye Psikiyatri Derneği tecavüz sonrası gebeliklerle ilgili açıklama yaptı. Açıklamada ilerlemiş gebeliklerde bağımsız tıp ve hukuk profesyonellerinin yer alacağı bir üst kurul oluşturulması için yasal düzenleme yapılması gerektiği vurgulandı. Tecavüzle meydana gelen gebelik sonrasında doğuma zorlanan kadınların ciddi psikolojik sorunlar

yaşadığı belirtilen açıklamada şöyle denildi: "40 hafta boyunca travmatik olayı sürekli hatırlatacak bir bedensel değişimle yaşamaya zorlanmak, tecavüz sonrası ortaya çıkan bebeğe 'annelik' yapmasını beklemek kadınların ruh sağlığını giderek bozuyor. Açıklamada, tecavüz sonrası kürtaj için sağlık ve hukuk kurumlarında bürokrasinin yavaş seyrine yer olmadığı vurgulandı.

Do¤um sonras› kanamalar› durdurmada ve düflü¤e yard›mc› olmada kullan›lan Cytotec isimli ilaç Sa¤l›k Bakanl›¤› taraf›ndan yasakland›. Mide ülserinin tedavisinde kullan›lan ancak do¤um sonras› kanamalar› durdurmada ve düflü¤e yard›mc› olmada etkin oldu¤u için kullan›lan ilaç, 9 Temmuz’da Türkiye’de ‘amaç d›fl› kullan›ld›¤›’ gerekçesiyle yasaklanm›flt›. ‹laç flimdi eczanelerden toplat›l›yor. ‹lac›n yasaklanmas›na kad›n do¤um uzmanlar› tepki gösterdi. ‹lac›n rahim kasarak düflük yapt›rmaya yard›mc›

oldu¤unu söyleyen uzmanlar, kürtaja oranla kad›n sa¤l›¤› aç›s›ndan daha güvenli oldu¤una dikkat çekiyor. Konuyla ilgili hekimedya.org sitesiyle görüfllerini paylaflan Kad›n Sa¤l›¤› Uzman› Selçuk Erez yasan›n mant›¤a ayk›r› oldu¤unu ifade etti. Tüp bebeklerin pek çok zaman geliflme göstermedi¤ini belirten Erez, bu durumlarda ve gebelik belirtileri bozuldu¤unda ilaca baflvuruldu¤unu söyledi. Erez her on gebelikten birinin kürtajla sonuçland›¤›n› belirterek, ilac›n önemini vurgulad›.

KESK’li kadınlarla dayanışmaya 8

Mart öncesi tutuklanan Kamu Emekçileri Sendikası (KESK) üyesi 9 kadının serbest bırakılması talebiyle Sağlık Emekçileri Sendikası’ndan (SES) kadınlar 4 Eylül’de Ankara Adliyesi’nin önünde dayanışma eylemi düzenledi. 13 Şubat günü gözaltına alınarak tutuklanan KESK üyesi kadınlar Sincan Hapishanesi’nde. Tutuklu bulunan arkadaşlarının yüzlerinin olduğu maskelerini yüzlerine takarak ellerini halatla sıkıca bağlayan 9 emekçi, üzerlerinde de “Kadınım, KESK’liyim, Kürdüm, ebeyim, parasız, nitelikli, eşit ve anadilde

sağlık istedim, 205 gündür tutukluyum” yazan dövizler taşıdı. SES Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Hülya Yıldır tutuklamaların keyfi olduğunu ifade ederek “Tutuklamalarla onurlu mücadelemizi engelleyeceklerini sananlar büyük bir yanılgı içindedir. Bugün de yürüdüğümüz yolda bir an olsun tereddüt etmeden yürümeye devam edeceğiz” diye konuştu. Yıldır, tutuklu bulunan kadınların ilk mahkemesinin gerçekleşeceği 4 Ekim Perşembe günü dört bir yandan Ankara’ya gelerek “Özgür bırak” sloganıyla arkadaşlarını alacaklarını söyledi.


11

YÜZ YÜZE 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

4+4+4’e karşı mücadelede ortaya çıkan

4+4+4 eğitim sistemi 17 Eylül günü uygulamaya geçti. Okullarının imam hatipe çevrilmesine, çocuklarının uzak bölgelerdeki okullara gönderilmesine veliler karşı cıktı. Kent merkezlerinde eylemler yapıldı. Eğitim sisteminin yarattığı ve yaratacağı sıkıntıları, gerçekleştirilen eylemleri ve ilerleyen günlerde eğitim alanında yapılması gerekenleri Eğitim-Sen Merkez

Yürütme Kurulu Üyesi Betül Öztürk Korkut ile Ankara’daki 15 Eylül mitinginden hemen sonra konuştuk. “Yasal bir düzenleme olmanın ötesinde, AKP’nin siyasal ve ideolojik olarak ihtiyaçlarından doğan, neoliberal gerici politikalarına yerleşiklik kazandıracak en büyük adımlarından birisi” dediği 4+4+4 eğitim sisteminin AKP açısından büyük bir altüst oluş yaratacağını söylüyor.

4+4+4 BAfiLADI, K‹MSE ‹KNA OLMUfi DE⁄‹L VE MÜCADELE DE BÜYÜYOR

Yıkımın faturası AKP’ye çıkacak

Ö

ğretmenlerle velilerin yolları mücadele içerisinde kesişiyor. Eğitim hakkı meclisleri gerçek birer adrese dönüşüyor

4+4+4’e karşı gelişen eylemleri değerlendirebilir misiniz? 4+4+4’ün 20 Şubat tarihinde kanun teklifi olarak sunulmasının ardından eğitim emekçileri ve veliler itiraz etti, sokağa çıktı. Birçok eylem gerçekleştirildi. Eğitim Sen okulların etrafında zincir kurdu, bir günlük sevk eylemi ile hükümeti uyardı. Yasanın meclis genel kurulunda görüşüldüğü günlerde toplumsal muhalefete ve velilere çağrıda bulunularak 28-29 Mart’ta iki günlük grev yaptık. Başta Ankara Kızılay olmak üzere birçok yerde direnişler gerçekleştirdi. AKP’nin eylemlere yanıtı ise başbakanın yorumu ile ileri demokrasi, yani faşizm oldu. Yasayı geçirdiler ama mücadeleyi engelleyemediler. Haziran ayında bu sefer veliler sokağa çıkmaya başladı. Yasanın geçmesinin ardından velilerin ilk tepkisi okulların dağıtılıp ilkokul, ortaokul veya imam hatipe dönüştürülmesineydi. Bunun duyumları bile velileri harekete geçirdi. İmzalar toplandı, valiliklere, milli eğitim müdürlüklerine dilekçeler verildi. Uzaktaki bir okula çocuğunu göndermekle karşı karşıya kalan veliler hem çocuklarının güvenliği hem de her kuruşun hesabını yaparken okul servislerine mahkum edilecek olmaya itiraz etti. “Okuluma Dokunma” diyerek yaz aylarında okullarının dağıtılmasına karşı mücadele edilen birçok yerde veliler kazanım elde etti. Tarsus’ta Musalla Mahallesi’ndeki Ahmet Yesevi İlköğretim Okulu velileri, Ankara’da Açıkalın ilköğretim Okulu velileri gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir. Eylemlerin önemli bir özelliği, okulların dağıtılıp imam hatipe dönüştürülmeye çalışıldığı birçok yerde mahallenin muhtarından köy derneklerine kadar bir seferberlik yaratılabilmesi. Eylemleri değerlendirdiğimizde mücadelenin olanakları, avantajlarını ve dezavantajları nelerdir? 4+4+4’e karşı verilen mücadelenin ortaya çıkarttığı en önemli sonuç “eğitim hakkı” mücadelesini somutlaştırması. Yıllardır eğitimde devrim adı altında birçok yıkım politikası adım adım hayata geçirildi. Ancak eğitim hakkı mücadelesinin bileşenleri, özellikle veliler, bu sürecin öznesi olarak sahneye çıkmamıştı. Öğretmenlerle veliler hiç bu kadar yan yana gelmemişti. Belki de ilk kez veliler, öğretmenlerin çağrısı olmadan tek başlarına sokağa çıktı, milli eğitim müdürlüklerinin, valiliklerin kapısına dayandı. Şimdi 4+4+4’e karşı verilen mücadele ile, AKP’nin neoliberal gerici eğitim politikalarının yarattığı enkazdan öğretmeni, öğrencisi, velisiyle birlikte çıkmanın yolları belirginleşiyor. Öğretmenlerle velilerin yolları mücadele içerisinde kesişiyor. Eğitim hakkı meclisleri gerçek birer adrese dönüşüyor. Çünkü yaşanan çatışma eğitim hakkı mücadelesinin öznelerini ve dinamizmini ortaya çıkartıyor. 5 Eylül’de Taksim’de gerçekleştirilen eylem bu açıdan çok önemli. Ayırca 4+4+4’e karşı mücadele eğitim hakkının bileşenlerinin birbirinin destekçisi değil mücadelenin ortak öznesi olduklarını da gösterdi. 4+4+4’le birlikte bazı dini içerikli dersler de müfredata geçirildi... AKP 10 yıllık iktidarı döneminde zaten eğitimin gericileştirilmesine dönük önemli adımlar

4

+4+4 ile açığa çıkan eğitim alanındaki çatışma uzun süre devam edecek, toplumsal muhalefet için öncelikli bir mücadele alanı olacak için rapor alınması gereken süreyi uzatmak, 30 Kasım’a almak zorunda kaldı. Çünkü 15 Eylül’den sonrası yeni eğitim öğretimin başlaması daha büyük bir gerilim ve sokağa çıkan velilerin artması demek. Okullarımızın altyapısı yetersiz. Sınıfı, sıraları, lavaboları, merdivenleri hiçbir şeyi hazır değil. Öğretmenler hazır değil, çocuklar hazır değil. Bu adımı atarak 17 Eylül’de yaşanacak krizleri hafifletmeye, tepkileri düşürmeye çalışıyorlar. Ama 4+4+4 öyle bir altüst oluş yarattı ki çıkacak sorunlar gizlenemeyecek, ertelenemeyecek.

atmıştı. 100 temel eserin ve felsefe derslerinin içeriğinin dinselleştirilmesi, Kuran kurslarında yaş sınırının kaldırılması, otistik çocuklara din dersi zorunluluğunun konulması gibi. 4+4+4 ile birlikte imam hatip okullarıyla diğer okullar arasındaki fark ortadan kaldırıldı. Resim, müzik, beden eğitimi gibi derslerin sayısı düşürülerek yerlerine Kuran ve Peygamberin hayatı dersleri konuldu. Birçok derste bilimsel referanslar yerini dini referanslara bıraktı. Yeni sistem ile şimdiye kadar müfredata yapılan en gerici müdahale yapılıyor. Bu müdahale karma eğitimi ortadan kaldırmaya doğru ilerleyecek. Zorunlu din dersi denilince Alevilerin yürüttüğü mücadele vardı, Aleviler 4+4+4’e karşı mücadelenin neresindeler? 4+4+4’e karşı eğitim hakkı mücadelesinin bağrından gericiliğe karşı mücadele de yükseliyor. 4+4+4, cumhuriyet tarihinin en büyük asimilasyon projesi. AKP; Sivas’ta katliamla başarılamayanı 4+4+4 ile başarmayı hedefliyor. AKP zorunlu seçmeli dersler konusunda herkesin özgür olduğunu söylüyor. Hiçbir baskı yapılmayacağının garantisini veriyor. Bir düşünün Malatya’da saldırıya uğrayan, Adıyaman’da, Kartal’da evleri işaretlenen, doğrudan hedef gösterilen aileler, seçmeli dersler konusunda gerçek-

Saldırıya uğrayan, evleri işaretlenen, doğrudan hedef gösterilen aileler, seçmeli dersler konusunda gerçekten özgür olabilir mi? ten özgür olabilir mi? Bu yasa Alevileri yok sayıyor, tehdit ediyor. Ankara Battalgazi İlköğretim Okulu’nun imam hatipe dönüştürülmesine karşı velilerin verdikleri mücadele sonrasında Alevi bir velinin evinin pompalı tüfekle saldırıya uğraması, tehditlerin geldiği noktayı gösteriyor. Yani 4+4+4 ile birlikte AKP’nin Alevi düşmanlığı artık gizlenemiyor ve Aleviler artık bir yanağına tokat atıldıktan sonra öbür yanağını çevirmiyor, çevirmemeli. Alevi örgütleri zorunlu din derslerine karşı güçlü bir mücadele programı oluşturup bu süreci bir kampanyaya dönüştüremedi. En önemli kazanımları zorunlu din

derslerinin AİHM’e taşınması oldu. Ancak bundan sonraki süreç, zorunlu din dersleri zulmünün, ayrımcılığın seçmeli derslerle birlikte katmerleşerek artması demek. Binlerce Alevi genci, farklı inançlardan halklar zorla bu dersleri seçecek. Dolayısıyla Aleviler önümüzdeki süreçte, sadece demokrasi mücadelesinin doğal bir bileşeni olmanın ötesinde, AKP’nin 4+4+4 ile yürüttüğü Alevi düşmanlığına karşı bir mücadele programı ile dahil olmalı. 4+4+4’e karşı gerçekleştirilen imza kampanyalarına baktığımızda birçok başörtülü veli imza atıyor. Hatta eylemlerde de yine başörtülü veliler var. Bunun nedeni nedir? O kadar akıl dışı bir yasa ki AKP’ye oy verenler bile ikna değil. Üstelik başta Başbakan olmak üzere tüm AKP’lilerin çabasına rağmen yasa kimsenin aklına yatmıyor. 72 ay öncesindeki çocuğunu ilkokula göndermeyi, imam hatibe göndermeyi AKP’liler de istemiyor. AKP’nin velileri ikna etmekte en çok zorlandığı uygulama 72 ay öncesi çocuklarımızın ilkokula başlatılması. Daha okullar açılmadan verilen tepki AKP’yi gerçekten panikletti. Okullarda, Milli Eğitim Bakanlığı önündeki veli eylemlerine baktığımızda en önemli talep “ilkokul için çok erken, ana sınıfı istiyorum” oldu. O yüzden 72 aydan küçük çocuklar

Kaç okul imam hatipe çevrildi? 4+4+4 ile ilgili sayısal bilgileri öğrenebilir miyiz? Kaç okul imam hatipe çevrildi, kaç öğrenci kayıt yaptırdı? Malum, “çocuğunuzu imam hatipe yazdırın servis parasız olsun” kampanyaları yapıldı… Şu ana kadar 697 okul imam hatipe çevrildi. Ancak okulların kademeli dönüştürülmesiyle birlikte bu sayının 1024’e çıkartılması hedefleniyor. O kadar kampanya düzenlenmesine, velilere mesaj çekilmesine, camilerde vaaz verilmesine rağmen istenilen hedefin altında bir kayıt gerçekleşti. Son günlerde bu kampanya daha da büyütülecektir. Çünkü başbakanın devreye girmesi bile imam hatipleri 4+4+4’ün göz bebeği yapamadı.

Bu süreçten sonra eğitim hakkı mücadelesi bileşenlerinin nasıl adımlar atması gerekir? Özellikle 4+4+4 ile açığa çıkan eğitim alanındaki çatışma uzun süre devam edecek. Eğitim alanı toplumsal muhalefetin tüm unsurları için öncelikli bir mücadele alanı olacak. Bir taraftan eğitimin kamu özel ortaklığı eliyle piyasalaştırılıp, eğitim emekçilerinin güvencesizleştirilmesi bir taraftan da eğitimin gericileştirmesi yıkımın kapsamını çok daha arttıracak. Bu nedenle eğitim hakkı mücadelesi protesto eden değil, militan ve ideolojik bir mücadele ekseni üzerinde yükseltilmek zorunda. Eğitim hakkı mücadelesini ve örgütlerini kurmak çok daha acil bir görev olarak önümüzde duruyor. Bu yüzden okulların açılmasıyla birlikte hepimiz görev başında olmak zorundayız. Ders zilinin eğitimin tüm bileşenleri için çalmasıyla birlikte kaos çok daha görünür olacak. Bu süreçte okullardaki her krize müdahale etmek gerekir. Eğitim Sen bu süreçte velilerle buluşmak zorunda. Veli toplantılarını bu süreci tersine çevirecek, mücadele adımlarını atacak toplantılara dönüştürmeliyiz. Her okulu bir mücadele ve direniş alanı haline getirmeliyiz. Okul önlerinde olmalı, meclis açıldığında kapısına dayanmalıyız. 60 ile 83 aylık farklı gelişim özelliklerine ait çocuklar aynı sınıfta eğitim görmesinden kaynaklanan sorunlar karşısında kabullenici değil, itiraz ve talep eden mücadele biçimleri geliştirmeliyiz. Okul öncesine gitmesi gereken 72 ay öncesi çocuklarımız için ana sınıfı talebini büyütmeliyiz. Okul idarelerini, milli eğitim müdürlükleri, Bakanlık’ı dilekçe bombardımanına tutmalı, kapısına dayanmalıyız. Daha şimdiden 72 ay öncesi çocuklarla baş edebilmek, kalabalık sınıf sorununu çözmek için okul aile birlikleri yardımcı ablalar tutmaya başladı. Kesinlikle izin vermemeliyiz. Okula başlama ve çıkış saatleri de ciddi sıkıntılar yaratacak. Dini içerikli derslerde kız ve erkek sınıf ayrımlarına, Aleviliğin işlendiği derslerde mezhepçiliğe, ayrımcılığa, idarecilerin ve öğretmenlerin angarya çalıştırılmasına, norm fazlası öğretmenlerimizin zorla sürgün edilmesine tanık olacağız. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor yani. Çıkacak sorunlar karşısında öğretmenler ve veliler olarak doğrudan müdahale etmeli, bu sistemin uygulanamaz olduğunu göstermeli, sorunlarını ve yaratacağı yıkımın faturasını AKP’ye kesmeliyiz.

Tehditlere rağmen... Eğitim emekçilerinin 4+4+4’e karşı geliştirdikleri özgün eylemler var mı? Ömer Dinçer’in bakan koltuğuna oturduğu andan itibaren öğretmenleri itibarsızlaştırmaya dönük açıklamalar yapması AKP’nin eğitim alanına dönük gerçekleştireceği saldırıların haberini veriyordu. 4+4+4’ün hazırlık adımlarından da bir tanesiydi aslında. 4+4+4 gündeme geldiğinde itiraz eden eğitim emekçilerini, itibarsızlaştırarak toplumsal destek bulmasını engelleme çabasıydı. Ancak bu çaba eğitim emekçileri tarafından boşa çıkartıldı. 2011-2012 eğitim öğretim yılı sonunda seminer döneminde tele konferans yöntemiyle eğitim emekçilerine seslenerek 4+4+4 sistemini anlatmayı, öğretmenlerin rızasını almayı hedefleyen bakan eli boş döndü. Öğretmenler ırkçı, gerici, piyasacı eğitim yasasına ve Bakana sırtını döndü, salonları boşalttı. Üstelik eylem esnasındayken öğretmenler, milli eğitim müdürleri tarafından tehdit edilmesine rağmen sendikalı sendikasız herkes tarafından sahiplenilen bir eylem oldu. Eğitim emekçilerinin gözünde Milli Eğitim Bakanının hiçbir itibarı yok. Bu eylemler bunu da açığa çıkarttı.

Mücadelede Eğitim-Sen 4+4+4 eylemleri içinde Eğitim Sen’i değerlendirebilir misiniz? 100 yıllık bir mücadele geleneğinin taşıyıcısı olarak Eğitim Sen, 4+4+4’e karşı mücadelede önemli bir yeri var. Eğitim sen bu süreçte toplumsal muhalefeti birleştirme, eğitim emekçilerini harekete geçirme konusunda önemli bir çağrı merkezi oldu. 28-29 Mart’ta ve son olarak gerçekleştirdiğimiz 15 Eylül mitinginde de bu kendini gösterdi. Güçlü protesto eylemleri düzenlendi. Ancak, eğitim alanındaki saldırıların kapsamını düşündüğümüzde bu yeterli değil. Önümüzdeki dönem Eğitim Sen velileri ve öğrencileri ile birlikte “eğitim hakkı” mücadelesinin tüm bileşenlerini ve açığa çıkan dinamizmi kucaklamak, kapsamak zorunda. Protesto eden değil, öğretmenlerle birlikte velileri ve öğrencileri de kapsayacak bir eğitim hakkı mücadelesinin örgütü olmak zorunda.


12

DOSYA 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

Askeri zayiat Şüpheli ölüm Profesyonellik tlaAfyon’da cephaneliğin pa tışma masıdan sonra birçok tar K yapıldı. 25 asker öldü, TS mada ‘askeri zayiat’ dedi. Çatış zayiat’ ölen asker kadar ‘askeri ri zayiolduğu ortaya çıktı. Aske .” m atın çoğu “şüpheli ölü ler kimŞüpheli şekilde ölen erler ler? Profesyonel askerlik tartışması aslında ne entartışması? Ordunun yenil mesi kime hizmet ediyor?

TSK hiç ‘şüphesiz’ öldüren bir makine ‘Vatani görev’ denilen askerlikte ‘vatan savunması’ dışında ölenlerin sayısı hiç de az değil. TSK, şüpheli ölümlerde dünya birincisi, asker intiharlarında dünya ikincisi. Şüpheli ölümler genelde Kürtlerin, Alevilerin ve Ermenilerin başına geliyor

Afyon’daki patlamanın ardından her toplu asker ölümünde olduğu gibi profesyonel askerlik tartışmaları ve ordunun modernleştirilmesi tartışmaları yeniden başladı. Profesyonellik yeni savaş konseptinin bir gereği

Er ölür ‘Askeri zayiat’ derler ALP TEK‹N BABAÇ

A

fyon’un Ataköy Kışlacık Köyü'ndeki Şehit Uzman Çavuş Mete Saraç Kışlası’nda bulunan 500. İstihkam Ana Komutanlığı Cephanesi'nde 5 Eylül günü bir patlama meydana geldi. Patlama sonucunda 25 asker hayatını kaybetti. Patlamayla ilgili; top mermisinin yere düşmesi, sabotaj, Alman el bombası, acemi askerlere tasnif işleminin yaptırılması gibi iddialar ortaya atıldı. Türkiye’de askerlik “vatan borcu”, “vatani görev” olarak anlatılır.

Askerin “vatani görevi” kuşkusuz “vatan savunması”dır. Öyle ki askerliğini yapmayan “adam” sayılmaz, toplum tarafından dışlanır hatta iş bile verilmez bu kişilere. 20 yaşındaki gençler, neredeyse topluma giriş vizesi olan askerliğe uğurlanırken şenlikler eğlenceler yapılır. Gelirse “adam”, yaralanırsa “gazi”, ölürse “şehit” olur. Bir de Afyon’daki gibi vatan savunması dışındaki ölümler var ki, TSK bunlara “askeri zayiat” diyor tıpkı demirbaş yekununda eksik çıkan eşya için ya da patlayan bir tank için kul-

lanıldığı gibi. Genç erkeklerin kişiliksizleştirildiği, koşulsuz itaate zorlandığı bir kurumda ölenlerin de “zayiat” olarak gösterilmesi kaçınılmaz. TSK, olası kazalara önlem almak yerine kaza oldukça adeta kazaları ve oluş şekillerini “yasaklıyor.” Bu ritüel her sene askere gidenlere girişte imzalatılan er talimatnamesinde ifadesini buluyor. 158 maddesi olan bu talimatnameden bazı maddeler: “Morali bozuk arkadaşlarımı en yakın amirime bildireceğim. Yazın güneş altında oturmayacağım, sıcak çarpmalarına karşı tedbir alacağım. Terliyken su içmeyeceğim. Araçların yakınında yatmayacağım. Hamamda kayabileceğimi düşünerek dikkatli

yürüyeceğim. Elektrik direklerine tırmanmayacağım. Askerlik hayatım boyunca bisiklete binmeyeceğim. Yürürken sigara içmeyeceğim.” Oysa TSK, dünyada ülke bütçesine oranla en çok para aktarılan ordulardan biri. 2005’te askerliğini yapan bir erin anlattığı gibi; “2010’un yemeğini yiyorlar, 2010’un benzinini kullanıyorlar. Akıtılan paralara rağmen, akıllı bombalar yapan ASELSAN gibi kurumları olan TSK neden örneğin hamamlarda kaymayan zemin yapamıyor?” Sorunun yanıtı, “askeri zayiatlar” yüksek oranda devam ettikçe “ölenlerin kabahati” olmaktan çıkıp yapısal sorunlara ve rejimsel sorumlara işaret ediyor.

‘Şüphe’siz Kürtler ölüyor TSK, şüpheli asker ölümleri konusunda dünya birincisi, asker intiharlarında da ABD’nin ardından dünya ikincisi. Şüpheli ölümlerse genelde Kürtlerin başına geliyor

A

fyon’daki gibi patlamalarda ölen askerlerin sayısı oldukça az. En çok asker, Kürt savaşında ölürken, ikinci en çok ölüm nedeni şüpheli ölümler ya da başka bir deyişle “askeri zayiat.” TSK kayıtlarında, ‘askeri zayiat’ olarak geçen ölümler ailelere “kaza kurşunu, intihar, elektrik ve yıldırım çarpması, yüksekten düşme, birlik içinde trafik kazası, eğitim sırasında mühimmat patlaması, yılan sokması, kalp krizi isimleri altında raporlar tanzim edilerek bildiriliyor. Türkiye’de 1990’dan bugüne kadar TSK ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalara göre 3 bin 813 asker ve TSK personeli intihar ya da kaza sonucu hayatını kaybetti. Bunların 2 bin 221’i intihar ederken bin 602 kişinin de ‘kendini askere elverişsiz hale getirmeye çalışırken’, silah kazası veya askeri araç kazası ya da yılan sokması, yıldırım düşmesi, elektrik çarpması ya da düşme sonucu hayatını kaybettiği öne sürüldü.

Son iki buçuk yılda kışlalarda yaşanan 252 şüpheli ölümün 175’i intihar. TSK, 2002-2012 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönemde toplam 1.470 personelin hayatını kaybettiğini, bunlardan 934'ünün ise intihar ettiğini açıklamıştı. 2002 yılında şüpheli ölümler ve intiharlarla ilgili açıklama yapan dönemin Milli Savunma Bakanı Sabahhatin Çakmakoğlu, 1991 ve 2001 yılları arasında 815 şüpheli asker ölüm/intihar vakasının yaşandığını açıklamıştı. Kürt savaşında ölen TSK personeli ve asker sayısı ise yine aynı kaynaklara göre 6 bin 886. 2000 ile 2010 yılları arasında yaşanan şüpheli ölümlerin 401’i jandar-

mada meydana geldi. Jandarmadaki şüpheli ölümlerin yıllara göre sayıları şu şekilde: 2000, 66; 2001, 42; 2002, 50; 2003, 31; 2004, 37; 2005, 34; 2006, 33; 2007, 28; 2008, 40; 2009, 30. 2010’da BDP milletvekili Pervin Buldan'ın soru önergesi üzerine, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a gönderilen belgelere göre intihar eden jandarmaların nüfusa kayıtlı oldukları iller de yer alıyor. Buna göre, Adana (17), Ağrı (11), Ankara (13), Erzurum (13), Antep (14), İstanbul (13), Kayseri (14), Konya (16), Manisa (11), Samsun (10), Urfa (10). İnsan Hakları Derneği’ne yapılan

başvurulara göre 1998-2010 tarihlerinde 145 şüpheli ölüm olayı yaşandı. Ölen askerlerden 54’ünün doğum yerleri şu şekilde: Sivas (2), Giresun, Çorum, İzmir, Erzincan, Yozgat, İstanbul, Muş(3), Malatya(3), Elazığ, Batman(8), Kastamonu, Diyarbakır(2), Mardin(7), Adıyaman, Kırşehir(2), Tunceli(2), Van(3), Bitlis, Ağrı(3), Tokat, Afyon, Ankara, Konya, Adana(2), Isparta(2), Mersin. İHD’ye 1996-1998 yılları arasında yapılan başvurulara göre 22 şüpheli asker ölümünün 14’ü Kürt illerinde doğan askerler.

Karabulut’u kim vurdu?

Çerkezköy'deki birli¤inde 13 Mart 2012’de intihar etti¤i söylenen Batmanl› er Mazlum Karabulut'un ölümü de flüpheli ölümlerden. Askeri yetkililer, ailesine Karabulut'un nöbet s›ras›nda kendi silah› ile kafas›na atefl ederek intihar etti¤ini bildirdi. Askeri savc›l›k soruflturma bafllat›ld›. Ancak, silahtan parmak izi al›nmad›. Kara-

bulut'un elindeki barut izi araflt›r›lmad›. Karabulut'un kulland›¤› söylenen 30 mermi kapasiteli silahta 28 mermi bulunurken iki mermi araflt›r›lmad› (Asker nöbete tam dolu silahla ç›kar). Kafaya giren merminin hangi silahtan ç›kt›¤› araflt›r›lmad›. Olay yerinde

bulunan silahta araflt›rma yap›lmad›. Olay yeri tutana¤›nda yaz›ld›¤›na göre Karabulut, 80 cm uzunlu¤undaki silah› flaka¤›n›n soluna iki cm mesafeden ateflleyerek intihar etmifl. Adli T›p raporunda bunun imkans›zl›¤› belirtiliyor. Karabulut gibi Ermenistanl› er Sevag Bal›kç› da “flüpheli” bir flekilde ölenlerden.

Ruzvelt çizmelerden F-16’lara… A

skerliğini 2. Dünya Savaşı sonrası Bandırma’da uçaksavar bölüğünde yapan bir subay anlatıyor: Bazuka roket diye bir şey getirmişler. Ne olduğunu bilmiyoruz. Amerikan bir subay anlatıyor nasıl işlediğini. Zaten o zaman botlar çizmeler Amerika’dan geliyordu. Ruzvelt çizmeleri vardı bizde…(1) ABD’den sadece Roosvelt çizmeler gelmedi Kıyafetlerden konservelere, silahlardan ağır vasıtalara, uçaklara kadar bir ordunun neye ihtiyacı varsa sağlandı. Türkiye, NATO’ya girmek için 5 sene sonra 1950’de Kore’ye asker gönderdi ve NATO’ya üyeliği 1952 yılında kabul edildi. Bu dönem Türkiye ordusunun modernizasyonunu tamamen NATO belirlemeye başladı. Ordudaki tüm yenilikler ABD ile kurulan bağları daha da güçlendirdi ve ABD egemenliğini daha da derinleştirdi. Türkiye’nin yeni sömürgeleştirilmesi sürecinin önemli yapıtaşlarından biri olan ordunun moderni-

zasyonu, Osmanlı’nın yarı sömürgeleştirilmesi sürecinde de başroldeydi. I 1826: Yeniçeri Ocağı’nın yerine Asakiri Mansure-i Muhammediye kuruldu. I 1836: Askeri yenilgiler gerekçe gösterilerek Prusya’dan askeri heyetler getirildi. I 1839: Moltke önderliğinde Prusya ekolüyle tanışan Osmanlı ordusu ilk mağlubiyetini Kavalalı Mehmet Ali Paşa karşısında Nizip Savaşı’nda aldı. I 1839: Tanzimat Fermanı ile askerlik “vatan borcu” denilerek mec-

burileştirildi. I Ulus devletlerin tarih sahnesine çıkışıyla birlikte savaş da “uluslaşmıştı.” Ulusal orduya mecburen alınan askerler, feodal beylerin paralı askerlerine göre çok daha çabuk disiplin altına alınabiliyorlardı. Öte yandan ulus devletlerin ortaya çıkışında, burjuvazinin feodalizme karşı zaferini ilan ettiği savaş alanlarında profesyonel askerler, köylü ve işçilerden oluşan ordular karşısında mağlup olmuşlardı.

DÜNYANIN EN ÇOK BÜTÇE AYRILAN ORDULARINDAN TSK Sıcak çatışma dışında intihar gibi nedenlerle en çok ölümün yaşandığı ordu olan TSK, aynı zamanda dünyanın en zengin ve büyük ordularından. TSK’de 700 binden fazla personel var, bunların 470 bini er. Bütçeden orduya

ayrılan pay bakımından dünyanın sayılı ordularından olan TSK, ABD ordusunun ardından en kalabalık ikinci NATO ordusu. TSK’ye 2011’de bütçeden 17 milyar lira ayrılırken 2012’de 18,2

milyar lira ayrıldı. 2010’daki askeri harcamaların toplamı 27 milyar lira tutarken bu miktar gayrisafi milli hasılanın yüzde 2,48’ine tekabül ediyor.

B

DP milletvekili Adil Kurt, haziran ayında Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a bir soru önergesi verdi. Sözleşmeli erlerle ilgili sorulara bakan tarafından verilen yanıtlar, “Sözleşmeli erlere ölümlerinin basına açıklanmaması gibi bir şart içeren kağıtların” imzalatıldığını doğrularken, asker kayıplarına çözüm olarak sunulan “Uzman ordu”, “Sözleşmeli er” gibi uygulamaların pek de başarılı olmadığını da adeta ispatlıyor. Radikal’den Ezgi Başaran’ın köşesine taşıdığı soru önergesi ve verilen yanıtlara göre Kürt savaşında hayatını kaybeden sözleşmeli asker yok ama 3 Eylül 2011, 26 Haziran 2012 tarihleri arasında 41 profesyonel (subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş) hayatını kaybetti. Sözleşmeli erlerin ölümünün basına duyurulmamasına dair bir kağıdın imzalanıp imzalanmadığına verilen yanıt, “Kesinlikle böyle bir şey yoktur” değil; profesyonel askerlerin hangi kanunlar çerçevesinde işe alındıkları ile ilgili oldu. Öte yandan TSK’nin eylül ayı başında yaptığı bir açıklamaya göre 1 Ocak 2012’den 6 Eylül 2012 tarihine kadar hayatını kaybeden asker sayısı 88 ve bunların 54’ü profesyonel asker.

Profesyonelleşme fırsatçılığı C

(1) Bandırma’da uçaksavar bölüğünde askerlik yapan Orhan Tekin Babaç’ın [1921-2006] bir sohbette anlattıklarından.

TSK gizlese de ölüm buluyor

ephanelik patlamasının ardından başta İslamcı medya “ordunun profesyonelleşmesi gerektiği” tartışmalarını manşetlerine taşıdı. Patlamanın milat olarak kabul edilmesi ve hızla TSK’nin yapısının değişmesi gerektiği hemen hepsinin ortak kanısıydı. Zaman’a konuşan TOBB Ekonomi Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi Ali Nihat Özcan, profesyonel askerliğin gerekli olduğunu şu sözlerle özetliyor: “Demokrasi ve serbest piyasa ilerleyince profesyonel orduya geçiş kaçınılmaz oluyor.” Aynı fırsatçı Özcan yöntem de öneriyor: “Uzman orduya geçmek siyasi bir karar. Torba yasa ile bu mümkün. Yeter ki siyasi otorite istesin.” Profesyonel askerlik,

Kürt sorunuyla birlikte yürüyen bir tartışmaymış gibi görünür ancak tartışmalar SSCB’nin çöküşüyle başlar. PKK, sonradan konuya dahil edilmiş olmasına rağmen günümüzde en önemli gerekçelerden birini oluşturur. Oysa profesyonel askerlik tartışması, dünyadaki savaş konseptinin değişimiyle ve neoliberal orduyla ilgilidir. Bölgeselleşen savaş, orduları da buna göre donanmaya zorluyor. Hareket kabiliyeti yüksek, daha fazla istihbarat gücüne dayanan ordular yeni dönemin gerekleri arasında ve TSK, hantal yapısıyla istenilenin çok uzağında.


13

TARİH 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

Çarıklı erkan-ı harp uyanmasın... Yoksul halk ‘çarıklı erkân-ı harp’ti. O nedenle yönetenler onun gözünü açmasına tahammül edemedi. Köy Enstitüleri’nin 1940’ta başlayıp 1947’de son bulan öyküsünden çıkarılan dersler bugün hala geçerliliğini koruyor AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

T

ürkiye’nin küçük burjuvazi önderliğinde gerçekleştirilen, yarım kalmış burjuva demokratik devrimine toplumsal temel kazandırma çabasının iki simge adımı vardır: Halkevleri’nin ve Köy Enstitüleri’nin kurulması. Her ne kadar cumhuriyet projesi ve CHP ile özdeşleştirilse de Köy Enstitüleri’ni açtığı gibi kapatan da bizzat CHP’dir. Cumhuriyetin ihtiyaç duyduğu “yeni insan, yeni ahlâk”ı oluşturmak için aydınlanmacı kadrolarca temelleri atılan Köy Enstitüleri, cumhuriyetin kurucularının tercih ettiği egemenlik ilişkileri gereği “buralarda komünist yetiştiriliyor” propagandası eşliğinde kısa sürede kapatılır. Elbette Köy Enstitüleri’nde Marksizm-Leninizm öğretilmemekte, Kemalizme bağlı kadrolar yetiştirmeye dayalı bir müfredat izlenmektedir. Ancak bu okullar, başını kaldırmasına asla fırsat verilmemesi gereken kurnazlar olarak görüldüğü için egemen sınıflarca “çarıklı erkan-ı harp” diye anılan köylülerin gözünü açmaktadır. Kendi potansiyelinin farkına varan, sorgulayan ve dönüp içinden çıktığı halkı örgütleyecek mezunlar veren bu okullar bir hata olarak görülür. Eğitimin bir toplumu dönüştürmede çok etkili bir araç olduğu kısa sürede ispatlanır, egemenler bundan sonraki eğitim sistemi düzenlemelerinde Köy Enstitüleri’nden çıkardıkları dersleri asla unutmayacaktır.

KÖYLÜYÜ HAREKETE GEÇ‹RMEK Erkeklerin yüzde 76,7'si, kadınların da yüzde 91,8'i okuma yazma bilmiyordu. Türkiye nüfusunun yüzde 80’i köylerdeydi ve köylerin dörtte üçü

okulsuzdu. Çalışabilir nüfusu savaşlarda telef olan ülkede sanayi altyapısı olmadığı gibi, tarım da ilkellikten mustaripti. Politik ve ekonomik gereklilikler iç içe geçiyor, cumhuriyet ideolojisinin kitlelere benimsetilmesi ile köylülüğün toplumsal ve ekonomik olarak canlandırılması ihtiyacı öne çıkıyordu. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde geliştirilen Köy Enstitüleri projesi, 17 Nisan 1940 tarihli bir yasa ile köy çocuklarından ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere hayata geçirildi. Köy Enstitüleri tren yollarına yakın ve tarıma elverişli 21 bölgede kuruldu. “İş içinde eğitim” ilkesinin işletildiği okullarda, öğrenciler tarımdan marangozluğa ve inşaata dek pek çok alanda hem çalışıyor hem de kültür dersleri alıyordu. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de yeni tarım tekniklerini öğretecekti. Eğitimleri boyunca öğrenciler okullarını da kendileri inşa etti ve geniş arazileri tarıma kazandırarak, işletti. Böylece bütün yoksunluklara rağmen öz potansiyellerini harekete geçirerek pek çok şeyi başarabileceklerini gördüler. Ancak kendi potansiyellerini görmeleri ve o güne kadar teslim oldukları pek çok olumsuzluğu sorgulayarak aşmaları basit bir teknik eğitimle gerçekleşmiyordu. BAfiKA K‹TAPLAR Köy Enstitüleri’nde din dersi yoktu, okuma dersi vardı. Hasan Ali Yücel’in öncülüğünde Türkçeye kazandırılan yüzlerce dünya klasiği bu okulların kütüphanelerinde, o güne kadar kendi dar çevrelerinin dışını düşlemesi bile

imkansız olan köylü çocuklara geniş bir pencere açıyordu. Bu olanak, kurucuların niyetlerinden ve okulun müfredatından bağımsız olarak elbette kimilerini devrimci düşüncelere de yakınlaştıracaktı. Ancak asıl olarak dogmalarla sınırlanmamış, ufku açılmış bir kuşak yetişecekti. Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen aydınlar bu okullarda yetişti. TÜRK‹YE SAFINI SEÇ‹NCE İkinci Dünya Savaşı sona erip iki kutuplu dünya gerçeği açığa çıkınca, Türkiye’yi yönetenler de sınıfsal tercihleri gereği sosyalist kampa karşı ABD liderliğindeki emperyalist kapitalist kampta yer aldı. 1947’de ABD’den gelen Truman yardımları, şarta bağlanmıştı. Çok partili düzene geçilecek ve “Köy Enstitüleri” gibi Sovyet sistemine benzer uygulamalar kaldırılacaktı. 1946’da sendika ve siyasi parti kurma yönünde ilk serbestleşme girişimlerinde kısa sürede gelişen sendikalar ve sosyalist partiler kapatıldı. 1947’de Köy Enstitüleri basit öğretmen okullarına dönüştürüldü. 1949’da okullara seçmeli din dersi getirildi. Bunları İsmet İnönü liderliğindeki CHP yaptı ve 1950’de iktidarını Demokrat Parti’ye (DP) bırakmak zorunda kaldı. Çarıklı erkan-ı harbin gözünün açılmasından dertli olan toprak ağalarının, şeyhlerin, dedelerin, onların siyasi temsilcisi DP’nin, ABD’nin istediği oldu. Bu kısa süreli aydınlanma hamlesi, hem ezilenler hem egemenler için önemli dersler bırakarak son buldu.

70 yıl önce seçmeli ders Kızlar erkeklerle okuyunca H

asan Ali Yücel yüzlerce dünya klasiğini Türkçe'ye tercüme ettirmişti. Bunlar Feridüddin Attar’ın Mantık al Tayr’ından Jean Jack Rousseau’nun eserlerine, Victor Hugo’dan Balzac’a uzanan geniş bir yelpazede batı ve doğu klasiklerini içeriyordu. Köy Enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu köy öğretmenleri en az bir

tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Taşınması ve öğrenilmesi kolay olduğu için tercih edilen mandolin pek çok köylü çocuğuna okulu sevdiren büyülü aletti. Aşık Veysel de Köy Enstitülerinde müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını öğreterek eğitmenlik yapmıştı. Sabahın erken

saatlerinde uyanan öğrenciler kızlı erkekli zeybek ve halk oyunları oynayarak sabah sporlarını da yapmış oluyorlardı. Daha sonra kahvaltı, ardından zorunlu okuma saati vardı. 1945 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ndeki müzik enstrümanları listesi şöyleydi: 259 mandolin, 55 keman, 37 bağlama, 8 akordeon, 3 piyano, 3 davul. Ayrıca müzik odasında 1 metronom, 1 amplifikatör, 1 pikap ve 160 plak vardı.

K

öy Enstitüleri’nin nitelik değiştirdiği 1947’den 1954’e kadar devam eden “öğretmen okulu” dönemi de hesaba katılırsa bu okullarda 1308 kadın ve 15 bin 943 erkek toplam 17 bin 251 köy öğretmeni yetişmişti. Köy Enstitüleri’nde kız öğrencilerin sayısı erkeklerin onda birini bile bulmasa da bu çok önemli bir gelişmeydi. Kimi zaman Köy Enstitüleri’ne yönelik eleştirilerde de öne çıkarıldığı gibi “iş içinde eğitim ilkesi”ne göre temellendirilen eğitim politikası, kadınlar açısından eviçi işlerin bir devamı niteliğindeydi. Kadınlar geleneksel aile kalıbını yeniden üreten bir işlev üstlenecekti. Ancak doğru bir tarih okuması ancak gelişmeler o günün koşulları ile birlikte değerlendirildiğinde yapılabilir

ve o gün Köy Enstitüleri kadınlar açısından da ileriye doğru atılmış büyük bir adımdı. Yalnızca yatakhaneleri ayrı olan kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim görmesi, yerleşik feodal gericiliğe, gerici kalıplara karşı önemli bir meydan okumaydı. Mezun olduktan sonra bir kadın köye gidecek ve o köyün yol göstereni olacaktı. Bu durum yalnızca kadınlarda değil, erkek öğretmenlerde de bir başka bilincin oluşmasına yol açıyor, öğretmenler gittikleri köylerde kız öğrencilerin okula gönderilmesi için köylüyü ikna ediyordu. Bu durum gerici çevrelerin elbette tepkisini çekti. “Erkeklerle kızların aynı yatakhanelerde kaldığı”, “bu okulların fuhuş yuvası olduğu” şeklinde dedikodular bir taraftan

HALKLAR YAZDI, ‹KT‹DARLAR SANSÜRLED‹

Gizlisi saklısı olmaz T

ayyip Erdoğan’ın, Bölge’deki çatışma haberlerini duyurduğu için basına çıkışması sansür tartışmalarına yol açınca, Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Erdoğan’ın “haber yapmayın” çağrısının sansür isteği olmadığını iddia etti. Dumanlı’ya göre “sansür isteyen devlet yetkilisi, bu konuyu canlı yayında tartışmaz” imiş. Tarihte sansür isteyen bazı devlet yetkililerine baktık, Dumanlı ayıplar mı bilemeyiz ama sansür isteyenler hiç de çekingen olmuyormuş. İlk sansürcü, M.Ö. 213’te

Büyük Çin Seddi’ni yaptıran İmparator ShiHuang Di bilimsel olanların dışında bütün kitapların yakılması kararını çıkarmış. Roma’da vergi toplamak amacıyla nüfus sayımı yapan sansürcülerin yetkileri, devlet güvenliğini tehlikeye sokacağı düşünülen yazılı eserleri ve duyuruları kapsayacak şekilde genişletilmiş. Hıristiyanlıkta Katolik Kilisesi açıkladığı yasak kitaplar listesi ile okunacak kitapları sınırlamış. Önce Haçlılar, sonra da İslam Halifesi Ömer Mısır’a düzenledikleri seferde kendi dini propagandaları ile çelişen kitaplar içerdiği

gerekçesi ile dünyanın en zengin kütüphanesi İskenderiye Kütüphanesi’ni yakmış. Hatta Kütüphane’den kaçırılıp çölde saklanan papirüs üzerine yazılı eski bazı İnciller 1940’larda bulununca, Vatikan mevcut İncil’le çelişen bu İncillere el koymuş. 1925 yılında Takriri Sükun kanunu ile Cumhuriyet Dönemi sansürle tanışmış. 1933 yılında Nazilerin iktidara gelmelerinin ardından propaganda bakanı olan Joseph Goebbels ilk iş olarak Yahudiler ve Nazi karşıtı yazarlar tarafından yazılmış tüm

‹skenderiye Kütüphanesi’ni önce Haçl›lar sonra ‹slam ordusu yok etti.

kitapları Berlin'in Bebel Meydanı’nda yaktırmış. O da Tayyip Erdoğan’ın hislerine o zamanlardan tercüman olarak, “Gerçek olaylar ve durumlar hakkında açık seçik bir malumata sahip olsalardı, bu haberleri okuyarak gitgide gevşeyip çökebilirdi insanlar. Alman halkının bütün bunları öğrenmemesi ne iyi! Sahip olacağı kanaat hazır halde önüne konuyor” demiş. Ekrem Dumanlı’nın ya sansürden ya tarihten ya da insanların o kadar da saf olmadığından haberi yokmuş.

köylüleri kız çocuklarını okula göndermekten vazgeçirmeyi bir taraftan da Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına zemin hazırlamayı hedefliyordu. Telaşla okullara gelen veliler söylentilerin doğru olmadığını gördü. Hiçbir somut dayanağı bulunmayan bu karalama kam-

panyaları yine de etkili oldu. Pek çok aile kız çocuklarını geri eve götürdü. Köy Enstitüleri kapatıldığında da devlet pek çok yerde kızları kız okullarına, erkekleri erkek okullarına yollayarak gerici-cinsiyetçi bir geri adım atmış oldu.

Tabanvay, tabakta çay K

umaş yoktu. Ölmüş büyüklerinden miras kalan soykaları ya da astar kumaşından dikilmiş pantolonları giydiler. Ayakkabı yoktu. Şanslı olanlar ayaklarında inek derisinden dikilmiş çarıklarla yürüdüler. Yol yoktu. Kuş uçuşu 50 kilometre olsa da karada en az 100 kilometre tutan mesafeyi yürüyerek aştılar. Adı

sonradan Akçadağ diye değişecek Arga’daki okula vardıklarında öğrencilere öğün niyetine bir tabakta çay ile bir dilim arpa ekmeği verildiğini, sınıfların aynı zamanda yatakhane olduğunu gördüler. Korktular, geri döndüler. Başka çareleri yoktu, olmayan her şeyi kendi elleriyle yaptılar.


14

BİLİM/MEDYA 20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

Hükümet gölgelerle savaşa hazırlanıyor kullanılan yöntemler sosyal eçtiğimiz hafta AKP yeni bir alanda daha medya üzerinde aynı etkiye sahip olamıyor. nabız yokladı. Yakın zamandaki örnekUlaştırma Bakanı Binali lerine bakacak olursak, Yıldırım “Sosyal medya 2009’da İran’da hükümet büyük toplulukları gaza getirebiliyor. Bu bir tehdittir. karşıtları haberlerini Twitter Tedbir alınması lazım” dedi. üzerinden #iran ve #iranelection hashtag’leriyle Ardından Bakanlık ve Emniyet Müdürlüğü yetkilile- (etiket) paylaşıp, eylem görüntülerini Youtube’a yüklerinin sosyal medyanın yince, hükümet çareyi sosgerektiği durumlarda anlık, saatlik engellenebilmesi için yal pek çok siteyi yasaklamakta aradı. Ancak bu yaçalışma yürüttüğüne dair haberler geldi. Doğal olarak, sakları delmeye yarayan web siteleri yaygınlaşınca kamuoyunda ve özellikle haberler dünyaya akmaya sosyal medyada tepkiler yükseldi. Ve sonunda bakan devam etti. 2011’de Tahrir Meydabir kez daha ortaya çıkıp nı’ndaki eylemlerin internet “Sosyal medyayı engelleme üzerinden örgütlendiğini ve çalışması yok” dedi. duyurulduğunu farkeden Kısa bir süre içerisinde hükümet interneti tamamen böyle haberlerin yayılması ve gelen tepkilerin ardından kesme yoluna gitti. Ancak eylemler uydu kanalları sayalanlanması hükümetin yesinde örgütlenmeye ve pek çok kez sergilediğini gördüğümüz nabız yoklama radyo dalgaları ve telefon hattı üzerinden internete hareketi olarak bağlanan cihazlarla dünyaya değerlendirilebilir. Peki, duyurulmaya devam etti. sosyal medyanın hükümet 2011’de Londra’daki eynezdinde bu kadar önemlemleri örgütlemekte yoğun senmesinin nedeni neydi? İnternetin iletişim ihtiyacı- olarak kullanılan Blackberry mızın gitgide daha büyük bir Messenger mesajları, hükübölümünü karşıladığı şüphe metin baskısı sonucunda firma tarafından emniyet kuvgötürmez. İletişimi kurumvetlerine iletildi. lar, topluluklar ve Bunun üzerine bireyler arasında başlayan tutuklainteraktif diyaloga malar İngilteçeviren internet ve re’de daha derin mobil teknolojisi bir kişisel verileolarak tanımlanan rin mahremiyeti sosyal medya ise tartışmasını alevkişiler arası iletişilendirdi. me ek olarak kitleÇin “akıllı” sel iletişim için yesansür teknolojini olanaklar sunulerine en çok yayor. Anaakım tırım yapan ülke medyada kendisiMustafa olarak biliniyor. ne yer bulamayan Aldemir Pek çok web sigerçekler sosyal tesine erişimin ağlar, sözlükler, engellendiği ülbloglar ve benzerkede toplumsal hareket yeni leri sayesinde kitlelere ulaşaweb siteleri açarak ve var biliyor. olan sosyal ağları kullanarak Hayatımıza yeni giren örgütlenmeye devam edisosyal medya toplumsal yor. hareketlerde de yoğun Türkiye’de ise engelliolarak kullanılıyor. Örnek vermek gerekirse, 2009’daki web.com sitesinin verilerine göre halihazırda 20.619 web İran seçimlerinde yükselen sitesi mahkeme kararıyla vemuhalefet hareketinin, Tunus’ta başlayıp tüm Ortado- ya keyfen engellenmekte. ğu’yu etkisi altına alan ayak- Yine de herkes tarafından lanmaların ve 2011’de Lon- bilinen yöntemlerle bu sitelere erişmek mümkün oludra’da polis şiddetine karşı yor. Sosyal ağlara ek olarak yapılan eylemlerin, Bahreyn sayısız sözlük siteleri ve fove Suudi Arabistan’daki rumlar da hükümetin gözazınlıkların hem örgütlendağı verdiği gazete ve telemek hem de neler olup bitvizyonlarda duyulmayan hatiğini dünyaya duyurmak berlerin yayınlanmasında etiçin sosyal medyayı aktif kin rol alıyor. olarak kullandığını gördük. Basını istediği gibi hizaya Türkiye’de ise geçtiğimiz ay getiren AKP hükümeti, sosŞemdinli’de basının haber yal medyayı da aynı yönyapmasının engellendiği temleri kullanarak susturaçatışmalar, sosyal medya mayacağını henüz anlayaaracılığıyla duyuldu. madı ve şimdiye kadar hiçSosyal medyanın bir hükümetin başarılı olatoplumsal hareketlerde kulmadığı bir yolda ne yapacalanımı elbette egemenleri ğını bilmeden sosyal medrahatsız edip tedbirler aramaya itiyor. Ancak, gelenek- yaya savaş açmaya hazırlanıyor. sel yayınları engellemekte

G Çekirdeğin içinde protonlar ve nötronlar

Atom: Yörüngelerde dolaşan elektronlar ve çekirdek

Deney sonucunda Higgs Bozonuna benzeyen enerjiyi kütleye çeviren ve atomaltı parçacıkları bir arada tutan bir bozon bulundu.

Bozonların 3’ü bulunmasına rağmen biri (Higgs Bozonu) bulunamamıştı. CERN deneyi bunu bulmak için yapıldı.

Bu lepton ve kuarkları bir arada tutan 4 adet bozon var. Bu bozonlardan birinin enerjiye kütle kazandıran bir madde olduğu düşünülüyordu.

Protonların içinde kuarklar ve leptonlar adı verilen atomaltı parçacıkları var

Tanrının belası parçacık ve İslamcıların sefaleti T

ürkiye’de 4+4+4 eğitim sistemi getirilip imam hatip liselerinin sayısı artırılmaya çalışılırken, 4 Temmuz tarihinde Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nden (CERN) dünyayı sarsacak bir buluş duyuldu. Bulunan yeni bir atomaltı parçacıktı ve büyük olasılıkla yıllardır aranan Higgs Parçacığı ya da Higgs Bozonu idi. Bu parçacığın ismini duymayanlar belki Tanrı Parçacığı

(1)Yeni Şafak gazetesi yazarı İbrahim Karagül’ün de 11 Eylül 2008 tarihindeki köşe yazısında yazdığı gibi bu araştırmaların amacının Allah’ın yaratıcı kudretine tanıklık etme arayışı olduğunu söyler. Onlara göre CERN deneyinde ulaşılan hız, maddi olmayan varlıklar alemine kapı açabilecek, bu deneyler sonucunda insanlar cinlerin ve başka varlıkların hızına erişebileceklerdir.

ismini duymuşlardır. 1993 yılında, Nobel Fizik Ödüllü fizikçi Leon Lederman, Higgs Parçacığı hakkında bir kitap yazar. Yıllar boyu üzerinde araştırma yaptığı ancak tüm çabalarına rağmen bulamadığı bu parçacık nedeniyle kitaba “Tanrının Belası Parçacık (God Damned Particle)” ismini vermek ister. Ancak yayımcısının ekonomik kaygılarla müdahalesi ile kitabın başlığı “Tanrı Parçacığı (The God Particle) olarak değiştirilir ve böylece Higgs parçacığı için fizikçilerin benimsemediği bu Tanrı Parçacığı ismi ortaya çıkar. Medya bu ismi çok beğenir. Hatta hakkında Dan Brown tarafından Melekler ve Şeytanlar isimli bir kitap yazılır. Kitabın, Tom Hanks’in de başrolünü oynadığı bir filmi de çekilir. Gerici kesimler ise bu parçacığın tanrının varlığını kanıtlayan bir parçacık olduğunu, bu nedenle bu ismi aldığını iddia ederler. (1) Peki aslında Higgs parçacığı ne anlama geliyor ve Higgs Bozonu olduğu düşünülen bu parçacık hayatımıza neler katacak? Bilindiği gibi çevremizde gördüğümüz veya varlığını duyu organlarıyla hissettiğimiz tüm maddelerin en küçük birimi atomdur. Ancak atomların içerisinde de çeşitli parçacıklar bulunur. Bu parçacıklar; 6 Kuark, 6 Lepton ve bunların karşı parçacıkları olmak üzere bir atomda toplam 24 tanedir. Parçacıkların bir arada durmasını sağlayan, bir yapıştırıcı görevinde bulunan 4 adet de bozon var. Higgs de bu bozonlardan biri. Higgs, tüm parçacıkların bir arada

durmasını sağlamasının dışında parçacıkların kütle kazanmasını da sağlar. Evrenin oluşumu sırasında, patlama anında tüm enerjinin ısı ve ışık olarak yayılması gerekirken nasıl oldu da kütleye sahip gezegenlere dönüştüğü yine bu parçacıkla alakalı. Bu parçacıkların tamamı 1970’li yıllarda ortaya atılan Standart Model Teorisi ile açıklanır. Evrenin başlangıcını açıklamada kullanılan Büyük Patlama Teorisi (Big Bang Theory) de bu modele dayanır. Tüm bu parçacıkların bir atomda bulunması gerektiği o yıllarda öngörülmüş ve bugüne kadar eksik parçalar yapılan deneylerle bulunmuşken Higgs Parçacığı bulunamamıştı. Parçacığın bulunamaması, evreni açıklamada kullanılan Standart Model Teorisi’nin de çöküşü anlamına geliyor. Şimdi de bulunanın kesin olarak Higgs Bozonu olduğu söylenmese de yeni bir atomaltı parçacığın bulunduğunu ve özelliklerinin Higgs Bozonu’na çok benzediğini biliyoruz. Bu parçacığın bu zamana kadar bulunmamış olması oldukça kısa bir ömre sahip olması ile alakalı aslında. Atomların çarpışması sırasında beliren bu parçacık çok kısa sürede başka parçacıklara dönüşüyor. Parçacığın algılanabilmesi için CERN’de 27 km’lik uzunluğa sahip tünellerde Büyük Hadron Çarpıştırıcı denilen çarpıştırıcılarla atomaltı parçacıklar çarpıştırıldı. Bir anlamda Büyük Patlama anı canlandırıldı ve ortaya çıkan enerji yoğunlaştırılarak çarpışma sonucu oluşan, Higgs’in de içinde olduğu düşünülen parçacıklar gözlemlendi.

Bu parçacığın bulunması evrenle alakalı her şeyin açıklanması anlamına gelmese de gerçeğe bir adım daha yaklaşılması açısından büyük bir öneme sahip. Parçacığın teknolojide nelerin gelişimine yol açacağı ise bilinmiyor. Tıpkı 100 yıl önce yine atomun içinde bulunan parçacıklardan biri olan elektronun televizyon gibi şu anda kullandığımız pek çok cihazın gelişimine yol açacağının bilinmediği gibi. CERN’de fizikçiler sınırları zorlayıp devasa uzunlukta tünellerde parçacık çarpıştırıcıları ile deneyler yaparken Türkiye’de temel bilimler önemsizleştirilmeye, kısa vadede teknolojiye dönüştürülüp kâr getirmeyecek hiçbir şeye yatırım yapılmamaya devam ediliyor. Özellikle üniversitelerin fizik bölümleri işlevsizleştiriliyor ve mezun olanlara tüm kapılar kapatılıyor. Örneğin, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı’nda bu yıl hiç fizik kadrosu açılmazken 100’e yakın ilahiyatçı üniversitelerde öğretim üyesi olarak yetiştirilmek üzere alındı. Yıllardır memur sınavlarında fizikçilere kadro açılmıyor. Türkiye’nin tek teorik fizik ve matematik araştırma ve bilim enstitüsü olan Feza Gürsey Enstitüsü geçen yıl TÜBİ-

TAK Bilim Kurulu’nun kararıyla alakasız bir birim olan TÜBİTAK’ın Gebze yerleşkesindeki Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojileri Araştırma Merkezi (BİLGEM) ile birleştirilerek fiilen kapatıldı. Enstitü, kurulduğu günden itibaren birçok araştırmaya imza atmış, düzenlediği teorik dersler ve kurslarla öğrencilere ve araştırmacılara eğitim vermişti. 1998 yılında toplam 29 araştırmacıdan oluşan bir bilimsel kadroya sahipken yıllar içinde azalan kadro sayısı 2011’de 4’e düşürüldü ve enstitü işlevsizleştirildi. Bugün 4+4+4 eğitim sistemiyle 5,5 yaşındaki çocuklar, kendilerinden büyük çantalarla okula gönderilecek. Seçmeli ders adı altında Kuran öğrenecek ve “isteyen” kız çocukları bu derslerde başlarını kapatabilecek. 4’üncü sınıftan sonra isteyen çocuğunu okuldan alabilecek. Sonrasını ise hepimiz biliyoruz. CERN’de evrenle alakalı birçok soruya farklı ulustan bilim insanlarıyla hep birlikte cevap aranmaya çalışılırken Türkiye bugün AKP eliyle çocuk gelinlerin ve çocuk işçilerin önünü açan bir eğitim sistemine doğru evriltilmeye çalışılıyor. Bilimle beslenmesi gereken genç beyinler gericiliğin karanlığına gömülmek isteniyor.

AKP’nin bilime sermaye eksenli yaklaşımından dolayı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın ismi Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı olarak değiştirildi.

MEDYA

Özgür basına düşman ceza hukuku Dicle Haber Ajansı, Özgür Gündem gazetesi ve ANF çalışanlarının aralarında olduğu 36’sı tutuklu 44 gazetecinin yargılandığı Özgür Basın Davası’nın üçüncü duruşması yapıldı. İki gün süren duruşmaya mahkeme heyetinin saldırgan tavrı ve sanıklar, avukatlar ve dışarıdaki gazetecilerin anadilde savunma talebiyle büyüttüğü isyanı damgasını vurdu. Duruşma salonunun küçüklüğü nedeniyle avukatların izleyici bölümüne geçmesini isteyen İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, avukatların reddetmesi üzerine, salonun boşaltılmasını

Özgür basın davasına mahkeme heyetinin saldıgan tavrı ve avukatlarla gazetecilerin anadilde savunma talebiyle büyüttüğü isyan damgasını vurdu istedi. Tutuklu gazeteciler sloganlarla heyeti protesto etti. Heyet başkanı Ali Açlık, ikinci kez konuşmak isteyen avukatlara izin vermedi, sözlerini tutanağa geçirmedi ve duruşmaların seyircisiz devam etmesine karar verdi. Mahkeme seyirciler hakkında da suç duyurusunda bulundu. Mahkemede yapılan savunmalarda

bu davanın basın tarihi için bir leke olduğu vurgulandı. Avukat Ercan Kanar, bu iddianamenin siyasi bir belge olduğunun altını çizdi. İddianameye egemen olan mantığa göre demokratik özerklik, HES ve barışla ilgili haberlerin suç kabul edildiğini söyleyen Kanar, “Sivil Cuma haberleri ana akım medyada suç teşkil etmiyorken Kürt basını

için örgütsel faaliyet olarak değerlendiriliyor” dedi. Avukat Eren Keskin de Kanar’ın ifadelerini tamamladı: “Ana akım medya için normal olan her şey Kürt basını açısından suç oluyor. İddianamenin şoven, ayrımcı, siyasi olduğunu söyleyerek reddini talep ediyorum. Bu davalar Kürt sorununun demokratik barışçıl yöntemlerine karşı açılmıştır." Avukatlar, düşman ceza hukuku düşüncesiyle hareket eden hakimi HSYK’ye şikayet etme kararı aldı. Özgür basın davasının bir sonraki duruşması 12 Kasım’da gerçekleştirilecek.

Doğru haber alma hakkı için... Duruflmadan önce Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadafllar› olarak buluflan daha sonra “D›flar›daki Gazeteciler” ismini alan grup, özgür bas›n emekçilerine destek için bir eylem gerçeklefltirdi.

BDP Eflbaflkan› Gülten K›flanak eylemde söz alarak, AKP’nin ifadelerinin aksine, gazetecilerin gazetecilik yapt›klar› için hapiste oldu¤unu belirterek, davan›n siyasi oldu¤unu söyledi. K›flanak, ‹çiflleri

Bakan›’n›n “Yazd›klar›n›z› a¤z›n›za t›kar›m” sözlerini elefltirdi. K›flanak kamuoyunun AKP esareti alt›nda oldu¤unu ve do¤ru haber alma hakk›n› savunan herkesin davaya müdahil olmas›n› istedi.

AKP yazdığıma bakmayın siz! Hürriyet gazetesi yazar› Taha Akyol 6 Eylül’de bas›lan yaz›s›na AKP ve CHP diye bafll›k att›. Yaz›n›n giriflinde de uyard›: “Ak Parti diye k›saltmamakta kast›m yoktur!” Bafll›¤›n tek sat›r olmas› için bu k›saltmay› seçti¤i aç›klamas›n› yapan Akyol, iki sat›r›n› bu aç›klamaya ay›rd›. Akyol, k›saltma için özrünü do¤rudan Baflbakan’a seslenerek diledi. Akyol’un özrünün ayn› gün içinde çokça konuflulmas› nedeniyle, yazar ertesi günkü “AKP ve Medya” bafll›kl› yaz›s›nda bir aç›klama daha yapt›. ‹ktidar partisinin ad›n›n k›salt›lm›fl halinin tüzü¤e göre “Ak Parti” oldu¤unu yazan Akyol, önceki yaz›s›ndaki aç›kla-

man›n asl›nda bir hiciv oldu¤unu, baflbakandan korktu¤unu söyleyerek kendisini elefltirenlerin haks›zl›k yapt›¤› konusunda aç›klama yapt›. AKP’lilerin de kendisine “Sen de mi hükümete düflmanl›k kervan›na kat›ld›n!” diyerek elefltirdi¤ini söyleyen Akyol, kendisini tart›flmadan soyutlayarak iki taraf de¤il iki cephe oldu¤unu, bu kadar çat›flmac› bir kültürde ‘ortak ak›l’ üretilemeyece¤ini kaydetti. Akyol, konuyu flöyle ba¤lad›: “Üretebilseydik Alevi sorunu bu kadar sürüncemede kal›r m›yd›?! Kürt meselesi bu hale gelmeden zaman›nda bir çözüm sürecine sokulmaz m›yd›?!”


KÜLTÜR SANAT

15

20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

Halk›n Sesi

Küf

50. y›l›nda yeni albüm Evrensel ozan Bob Dylan’ın 35. stüdyo albümü “Tempest”, eylül ayının ilk günlerinde dinleyicileriyle buluştu. Tempest için “çarpıcı bir eser” diyen eleştrimenler Bob Dylan'ın Tempest ile kendisi için çıtayı tekrar yükselttiği yorumunu yapıyorlar. Bob Dylan ilk albümünü 50 yıl önce yayınlamıştı.

Erke¤in gözünden

Ali Aydın'ın ilk uzun metraj filmi "Küf", Venedik Film Festivali'nde "Geleceğin Aslanı" ödülünü kazandı. Aydın, ödülünü Cumartesi Anneleri'ne adadı. Küf'ün Türkiye prömiyeri 6-12 Ekim’de Altın Portakal Film Festivali'nde gerçekleştirilecek. Seren Yüce de iki yıl önce "Çoğunluk"la aynı ödülün sahibi olmuştu.

Suç ve Ceza Film Festivali 27 Eylül – 4 Ekim tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşecek olan 2. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali zengin film seçkisi ve kapsamlı akademik programıyla, izleyici karşısına çıkıyor. Festivalin ana teması, toplumumuzda ve dünyada en önemli sorunlardan biri olması nedeniyle,“Kadına Yönelik Şiddet ve Ayrımcılık”

Reis Çelik'in son filmi "Lal Gece" Eylül ayında vizyona girdi. Film çocuk gelin sorununu konu edinirken İlyas Salman'ın oynadığı töre kurbanı olmuş ve yıllarca hapiste kalmış bir erkek karakterin hikayesini öne çıkarıyor, soruna erkek gözünden bakmayı tercih ediyor

Karac’oğlan: Türküme dokunma GONCA fiAH‹N

İ

skender Pala, 13 Eylül günü Zaman gazetesindeki köşesini “türkülerimize” ayırmış. Pala yazısında zeybekten horona ağıttan bozlağa, hoyrata, divana her yöreden türküye dokunup geçtikten sonra sadede gelmiş: Türkülerimiz iyi hoş da bir takım “erotik denecek kadar müstehçen” türkülere ne demeli? İskender Pala TRT repertuarında bile böyle türkülerin olduğuna değinerek yazısını “Ne dersiniz, kadını aşağılayan türkülerin ayıklanması bir ihtiyaç değil midir?!..” sözleriyle bitirmiş. Herhangi biri bu lafları sarf etse abesle iştigal denip gülüp geçilebilir belki ama lafın sahibinin İskender Pala olması tüylerimizi diken diken etmeye yetiyor. Öyle ki kendisi çok değil birkaç ay önce “Şehir Tiyatroları'nın repertuarındaki oyunların yüzde 80'inde cinsel sululuk var” diyerek başlattığı tartışmanın ardından 14 Nisan'da yine Zaman gazetesindeki köşesinden Muhafazakar Sanat'ın Manifestosu'nu duyurmuş, bu manifestodan birkaç gün sonra da Şehir Tiyatroları yönetmeliği değişmiş ve tiyatrolarda oyun seçimleri belediye memurlarına bırakılmıştı. Muhafazakar sanat kavramı sadece İskender Pala değil, son zamanlarda muhafazakar cenahta çokça telaffuz ediliyor. Örneğin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri

Mustafa İsen bir konuşmasında şöyle demişti:"Muhafazakâr kesimin nasıl bir demokrasi anlayışı varsa, muhafazakâr demokrasi diye bir şeyden bahsedebiliyorsak, o zaman 'muhafazakâr estetik' ve 'muhafazakâr sanat' diye bir şeyden de bahsetmek, bunun normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz." İktidar, kültür sanat alanını muhafazakarlaştırma projesinde kendi sanat yapıcılarını ha deyince yetiştiremediklerinden öncelikle var olan sanatı sansürleyerek işe başlıyorlar. Bunu yaparken de “halk bunu istemiyor” ya da “çoğunluk desteklemiyor” argümanları sıkça kullanılıyor. Örneğin İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen “Günlük Müstehçen Sırlar” oyunu, devlet eliyle finanse edilen tiyatroda müstehçen oyun oynanmaz denilerek hedef gösterilmiş, yine geçtiğimiz yıl Radyo 3'ün karasal yayınının kesilmesi ise TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin tarafından "Nüfusun yüzde 96,2'si caz, yüzde 92,3'ü klasik müzik dinlemiyor" sözleriyle savunulnuştu. Şimdi de Anadolu'nun sözlü kültür mirası türküler gerici bir elekten geçirilerek muhafazakarlaştırılmak, isteniyor. Anadolu insanı yaşamını tüm doğallığı ve naifliğiyle yazılı değil sözlü kültür ürünü olan deyişler ve türkülerle ifade etmiş, Karacaoğlan sevdiğine duyduğu aşkı şehveti dizelerine dökmüş. Bu hazine büyük emeklerle derlenmiş ve TRT

Muhafazakar sanat için sansür istiyorlar

Karacao¤lan’›n dilinden bir türkü ala gözlerini sevdi¤im dilber göster cemalini görmeye geldim fleftalini derde derman dediler gerçek mi sevdi¤im sormaya geldim senin iflin yiyip içmek dediler yaren ile konup göçmek dediler gö¤sün cennet koynun uçmak dediler hak nasip ederse görmeye geldim karac'o¤lan der ki iflin do¤rusu gokte melek yerde huma yavrusu söyleyim ben sana sözün do¤rusu soyunup koynuna girmeye geldim karac'o¤lan.

arşivinde saklanmakta. İşte göz diktikleri bu miras. ‹skender Pala

Arkeoloji Müzesi'nde tarihi eser katliamı Adana Arkeoloji Müzesi'nde iki y›ld›r süren restorasyon çal›flmalar›ndan ötürü tarihi eserler güvenlik d›fl› kald›. Müze bahçesinin duvar›nda "sergilenen" eserler etraf›nda tadilat kal›nt›lar› bulunurken eksik parças› olan eserlerin alt›na da kald›r›m tafllar› yerlefltirildi. Sol.org.tr'nin haberine göre Adana Arkeoloji Müzesi'nde Prehistorik, Hitit, Asur, Fenike, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans döneminden Selçuklu ve Osmanl›'ya kadar pek çok tarihi eser üst üste istiflenmifl biçimde moloz y›¤›nlar› aras›na ve müze bahçesine terk edilmifl halde b›rak›ld›. Restorasyon çal›flmas› yap›lan ve güvenlik sistemi tamamlanmayan müzede eserler bahçe duvar›na s›ralanm›fl olarak

"sergileniyor". Tadilat için kullan›lan malzemelerin ve çöplerin eserler etraf›nda bulundu¤u görülen müzede, eksik parças› olan eserlerin bir bölümünün alt›na da kald›r›m tafllar›n›n yerlefltirilmifl olmas› hayli tepkilere neden oldu. Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Doç.Dr. Rukiye Akdo¤an da iki y›ld›r restorasyon çal›flmas›n›n sürdü¤ü müzede uzman ekiplerce çal›flma yap›lmad›¤›n› kaydetti.

B

Grup Yorum üyelerine gözaltında darp A

ralarında Grup Yorum üyelerinin de bulunduğu 22 kişi, İbrahin Çuhadar'ın cenazesini almak için Adli Tıp Kurumu önünde beklerken darp edilerek gözaltına alındı. Gözaltında Grup Yorum üyesi Selma Altın'ın işkence sonucu kulak zarı yırtıldı. Altın'ın kulak zarındaki yırıktan ötürü duyu kaybı yaşadığı öğrenildi. 4 günlük gözaltının ardından

Grup Yorum üyesi Selma Altın, Ezgi Dilan Balcı ve İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu Bahar Ertürk serbest bırakılırken, gözaltına alınan 22 kişiden 8’i tutuklandı. Grup Yorum üyesi Selma Altın ve Ezgi Dilan Balcı’nın aralarında bulunduğu 14 kişiye ev hapsi ve yurtdışına çıkış yasağı getirildi. Grup Yorum elemanlarına yapılan işkence, Taksim'de yapılan yürüyüşle protesto edil-

Filmekimi bu yıl 5 kentte

di. Eyleme halk ve çok sayıda sanatçı destek verdi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ise, Grup Yorum elemanlarına yönelik işkenceyi kabul etmezken, "polislerin daha fazla zarar gördüğünü" iddia etti. Emniyet, Grup Yorum solisti Selma Altın'ın kulağında hafif duyu kaybı olduğunu, bunun her insanda olabileceğini ileri sürdü.

u yıl 11. kez düzenlenen Filmekimi, 29 Eylül - 7 Ekim tarihleri arasında, Türkiye'nin farklı kentlerinde sinemaseverlerle buluşuyor. Filmekimi yine usta yönetmenlerin dünyanın belli başlı festivallerinde gösterilmiş, ödüller kazanmış son yapıtlarının da aralarında bulunduğu 40'a yakın filmle izleyicilerin karşısına çıkıyor. Geçen yıl ilk kez İstanbul sınırlarını aşarak Türkiye'nin beş kentinde daha sinemaseverlere ulaşan Filmekimi, bu yıl da Bursa, İzmir, Ankara, Erzurum, Diyarbakır ve Gaziantep'te düzenleniyor. Ayrıca Van ve Batman'da Filmekimi kapsamında parasız gösterimler yapılıyor. İstanbul dışındaki kentlerde, 11. Filmekimi programındaki filmlerin yanı sıra 31. İstanbul Film Festivali'nde gösterilen filmlerin de yer aldığı özel bir seçki de sunulacak. USTA YÖNETMENLER‹N SON F‹LMLER‹ • Ben ve sen / Me and you / Bernardo Bertolucci Ben ve Sen filminin antikahramanı okuldan nefret eden, dünyanın sonuna dair tuhaf fikirleri olan, ailesiyle arası bozuk 14 yaşındaki Lorenzo bir kaçamak yaparak gözlerden uzak kafa dinlemek isterken kendinden hayli büyük yaştaki üvey kız kardeşi Olivia ile bir hafta geçirmek zorunda kalıyor.

• Biz ve ben / The we and the I / Michel Gondry Michel Gondry'nin yeni filmi Biz ve Ben Bronx'lu bir grup ortaokul ve lise öğrencisinin okulun son gününde eve dönüşlerini dokunaklı olduğu kadar neşeli bir yolla ele alıyor, gençliğe dair her şeyi ustalıklı bir dille anlatıyor. • Katil Joe / Killer Joe / William Friedkin William Friedkin'in son filmi Katil Joe, 22 yaşındaki torbacı Chris Smith'in hayat sigortasından para alabilmek üzere annesini öldürtmek üzere tuttuğu Katil Joe'yu ve onunla yaptığı pazarlığı konu alıyor. Filmde olağanüstü karizmatik Joe, beş parasız Chris'in teklifini tek bir şartla kabul eder: Sigortadan para gelene dek Chris'in kız kardeşi Dottie'yi cinsel arzularını gidermek için kullanacaktır. • Cennetteki çöplük / Polluting paraside / Fatih Akın Almanya'da yaşayan Türk asıllı yönetmen Fatih Akın'ın "en Türk filmim" olarak nitelendirdiği Cennetteki Çöplük, babasının memleketi olan Trabzon'un Çamburnu ilçesinde çektiği bir protesto filmi. İlçeye, dolgu bir çöplük sahası inşa edilmesine karar verilmesinin üzerine Akın, yaklaşan bu felakete karşı protesto için bildiği tek yöntemi seçti ve bu küçük köyün yetkililere karşı mücadelesini beş yıl boyunca filme aldı.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

20 Eylül 2012 / 3 Ekim 2012

16 Halk›n Sesi

4+4+4’Ü DURDURMAK ‹Ç‹N B‹NLER ANKARA’DA

EYLEMCİ KÜRSÜSÜ 15 Eylül mitingine katılanlarla konuştuk... Halkevleri’nden Sultan Abla anlatıyor: ‘Çocuklarımızın geleceğini bitirmek istiyorlar. Ben çocuklarımı karanlığa teslim etmek istemiyorum. Ankara Mamak’tan Halkevleri ile geldim.” Sultan Abla eylemin öncesiyle ilgili bilgi verdi: “Afişleri yapıştırdık, bütün mücadelemizi duyurduk. Parklarda imza topladık, evlere girdik çıktık. Tepkimizi olumlu karşılayan ve mücadele etmek gerektiğini söyleyenler de vardı ‘Geçti artık yasa birşey yapılmaz ki’ diyen de... Biz de ‘Hayır’ dedik ve mücadele ederek durdurulabileceğini söyledik. AKP’ye biz meydan okuyacağız...”

V e l i , ö ğ r e n c i , ö ğ r e t m e n i n b u l u ş t uğu eylem yeni öğretim yılının AKP için zor geçeceğini ortaya koydu

Binlerce kişi, AKP’nin 4+4+4 eğitim sistemine karşı Ankara’da buluştu

İlk dersimiz direniş OSMAN NURİ ORHAN

A

nkara Sıhhiye Meydanı, 15 Eylül günü 4+4+4’e karşı eğitim hakkını savunan binlerce kişiyi misafir etti. Eğitim emekçileri, veliler, öğrenciler, çocuklar AKP’nin eğitim sistemine hep bir ağızdan karşı çıktı. AKP’nin mayıs ayında kavga dövüş meclisten geçirdiği, karşı çıkanların polis şiddetine maruz kaldığı 4+4+4 eğitim sistemine kimse ikna olmuş değil. Gerek okul önlerinde yaz aylarında yapılan eylemlerden gerek Sıhhiye meydanındaki eylemden yansıyan tablo, 2012-2013 eğitim ve öğretim yılında okulların kaynayan bir kazan gibi olacağının işaretini verdi. Eğitim emekçileri ile velilerin taleplerinin büyük ölçüde ortaklaşması eylemdeki veli ve eğitim emekçisi katılımının yoğunluğunu gösteriyordu. Sadece öğretmen ve veliler değil, zorunlu din der-

sine karşı mücadele eden Aleviler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri ve siyasi partilerden hatta taraftar gruplarından da mitinge katılımlar oldu. 4+4+4’e karşı çocuğunun geleceğine sahip çıkma iddiasıyla gelen velilerin yanı sıra özgün taleplerini alana taşıyanlar da vardı. Direnişteki THY işçileri, Devrimci Sağlık-İş ve EnerjiSen üyeleri, 4+4+4’e karşı çıkarken direnişlerinin sesini alana taşıdı. Suriye’de Emperyalist Müdahaleye Hayır Platformu da AKP’nin savaş politikalarını protesto etti.

İKİ KOLDAN ALANA Ankara’da yıllardır gerçekleştirilen Sıhhiye mitingleri öncesindeki yürüyüş güzergahına farklı bir güzergah daha eklendi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, Gar önündeki kortejinin yanı sıra Dikimevi’nde oluşturduğu yürüyüş koluyla da eyleme katıldı.

ÇOCUKLARIN KORTEJİ, ÇOCUKLARIN PANKARTI 4+4+4’e karşı en ilgi çekici kortej kuşkusuz çocukların oluşturduğu kortejler oldu. Halkevleri Yaz Okulları’nda eğitim gören yüzlerce çocuk hakları için sokağa çıktı. Ellerinde “Dört dört dırt pırt Tayyip popomu temizle” yazan pankartla yürüyen çocuklar hep bir ağızdan çocuk işçi ve çocuk gelin olmak istemediklerini haykırdı. Bazı çocuklar eyleme gelinlik giyerek katıldı. Eyleme katılanların tamamı flamalar taşırken, 4+4+4’e karşı taleplerin yazılı olduğu dövizleri taşıyan tek grup Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’ydi. Eyleme katılan KESK’liler de KESK’li tutsakların fotoğraflarını taşıdı. Eğitim ve bilim emekçilerinin öncülüğünü çektiği diğer koldaysa 4+4+4’ün yarattığı tüm sorunlara karşı parasız, eşit, bilimsel, anadilde ve nitelikli bir eğitim talebi yükseldi.

Eylemde Eğitim Sen'in yanı sıra Halkevleri kitlesel bir katılım gösterdi. Dev Sağlık-İş, EnerjiSen, Tüm Bel-Sen, Kültür Sanat-Sen, Hava İş, ÖDP, TKP, HDK, SDP, Halk Cephesi, BDSP ve Kaldıraç'ın aralarında bulunduğu çok sayıda sendika, kitle örgütü ve parti de eylemdeydi.

‘HAYATINI KAYBEDECEK HER ÇOCUĞUN VEBALİ AKP’NİN BOYNUNADIR’ Herkesin alanda toplanmasının ardından ilk sözü, Efe Boz’un annesinin mektubu okundu. Efe Boz, ana sınıfında lavabo üzerine düştüğü için hayatını kaybetmişti. “Uyarı görevini yerine getirmek için” mektubu gönderdiğini belirten anne şunları söyledi: “Efe’yi okula ilk gönderdiğim gün kaybettim. MEB, sadece ‘Efe yaramazdı’, ‘Efe melek oldu, diğer tarafta sizi bekliyor’ dedi. Ben 6 yaşındaki çocuğumu onlara emanet etmiştim.” 24 ayda 15

çocuğun okullarda öldüğünü belirten Boz’un mektubu, “Şimdi sizler hangi yüzle beş, beş buçuk yaşındaki çocukları okula göndermemizi istiyorsunuz?” sorusuyla devam etti. Mektubun sonunda şu ifadeler yer aldı: “Okullarda fiziksel yetersizlikten dolayı yaralanan ve yaralanacak olan; sakatlanan ve sakatlanacak olan; hayatını kaybeden ve kaybedecek her çocuğun vebali AKP’nin boynunadır.” Mektubun okunmasının ardından kürsüde ilk sözü Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız aldı. Yıldız, 4+4+4’ün hırsızlık, yolsuzluktur, yoksulluk, baskı, şiddet, asimilasyon, bilim dışılık olduğunu belirterek “4+4+4, dört dörtlük rezaletin ta kendisidir” dedi ve eğitim hakkı mücadelesini büyütmeye çağırdı. KESK Genel Başkanı Lami Özgen, konuşmasında “KESK’li tutsaklar serbest bırakılsın” derken herkesi AKP hukuksuz-

luğundan hesap sormaya, 4 Ekim’de Ankara Adliyesi’nde görülecek olan KESK’li kadın tutsakların davasına çağırdı.

‘OKUL ÖNLERİNE!’ Özgen’in konuşmasının ardından müzik grubu Moğollar meşhur şarkıları “Bir şey yapmalı”yı seslendirdi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi de “AKP karanlığına meydan okuyoruz” diyerek Yüksel Caddesi’ne doğru kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yüksel Caddesi’nde de bir açıklama yapıldı. Meclis adına açıklamada bulunan Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay, yapılan bu kitlesel eylemin AKP'ye gönderilmiş bir mesaj olduğunu söyleyerek mücadelenin bu eylemle sonlanmadığını, daha sıkı mücadele edilecek yeni bir aşamaya geçildiğini belirtti. Günay, 17 Eylül’de okulların açılmasıyla birlikte mücadelelerine devam edeceklerini söyledi.

THY direnişçisi D e n i z Eralp: “Grev hakkını bir gecede yasakladılar şimdi de geleceği karartan, gençliği karanlığa boğan bir yasayı geçirdiler. Pazartesi okullar açılıyor. Birçok okulu imam hatibe çevirdiler. Kadınlar üzerinde baskı kuruyorlar. Emekçilere de baskı kuruyorlar. Şimdi de çocuklarımız üzerinde baskı kuruyorlar. Birleşmeliyiz ve bu hükümetin baskılarına hayır demeliyiz. Biz bu yüzden direnişteki THY işçileri olarak buraya geldik.” Eski sistemle ilkokul 5, yeni sistemle orta bir öğrencisi Duru Başak da bize konuştu: “Ben hakkımı aramak istediğim için eyleme geldim. İmam hatipe dönüştürülen okulumu geri istiyorum.”

Halkevcilerden Bursa’da işgalli uyarı B

ursa Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi 14 üyesiyle birlikte İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nü 12 Eylül günü işgal ederek 4+4+4 eğitim sistemine karşı bir uyarı yaptı. Pankartların açılıp sloganların atıldığı eyleme polis saldırdı ve 14 Halkevciyi gözaltına aldı. Ancak polisin saldırısı burada bitmedi. Polis, 15 Eylül’de Ankara’da 4+4+4’e karşı gerçekleştirilecek mitinge katılacağını düşündüğü kişileri telefonla arayarak “eyleme katılmayın” dedi. ‘BU EYLEME KATILMAYIN’ Günlerdir sokakların 15 Eylül

çağrısının olduğu afişlerin süslediği, ülke genelinde yapılan birçok eylemin “15 Eylül’de Ankara’ya” çağrısıyla bittiği günlerde aileleri arayan polisin konuşması şöyleydi: “Halkevleri’nin Ankara’da bir miting yapacağı istihbaratını aldık.” Polis bu “istihbarat başarısının” ardından aradığı aileyi de uyarmadan edemedi: “Bu eyleme katılmayın.” CİHAN’IN ‘OLASILIK HESABI’ Fettullah Gülen Cemaati’nin medya kolu olarak çalışan Cihan Haber Ajansı’ysa konuyla ilgili “Bazı emniyet yetkililerinin” bilgilerine dayanarak bir haber yaptı. Ajans

Taksim: ‘Durduracağız!’ Y

eni Akit gazetesinin “Şeytani plan” diyerek hedef gösterdiği İstanbul’da 5 Eylül’de gerçekleştirilen 4+4+4 mitingine 5 bin kişi katıldı. AKP’nin ve AKP medyasının çabalarına rağmen eğitim emekçileri, veliler ve öğrenciler alandaydı. Taksim Meydanı’nda buluşan binler, Galatasaray Lisesi’ne yürüdü. Galatasaray Lisesi’nin önü eğitim hakkı kürsüsüne çevrildi. Basın açıklamasını etütlü beslenmeli okulların kapatılmasına karşı mücadele eden velilerden Hüseyin Kaygın okudu. AKP iktidarının “şeytani plan”, “geri zekalı” gibi açıklamalarla çaresizce bir saflaşma

yaratmaya çalıştığını belirten Kaygın, 4+4+4 ile dindar, kindar, kendine güvensiz çocuklar yetiştirilerek sermayeye peşkeş çekilmek istendiğini söyledi. Aydın ve sanatçılarında desteklediği eylemde Kaygın’ın ardından konuşan Gazi Mahallesi’nden Gülseren Bal, beş buçuk yaşındaki çocuğunun okulda yaşayacağı sıkıntıları anlattı ve “çocuğumu kobay olarak kullandırmayacağım, ilkokula göndermeyeceğim” dedi. Öğrenci velisi Duygu İlgün de “Onların çocukları sıcak yataklarında uyurken bizim çocuklarımız gecenin ayazında okul yoluna düşecek, olan yine yoksulun

çocuğuna olacak” dedi. Emek ve meslek örgütleri adına konuşan TTB Merkez Konsey Başkanı Özdemir Aktan ise hekimlerin ay tartışmasına dair bilimsel görüşünü bir kez daha tekrarladı: “72 ayın altındaki çocukların yeri ana sınıfıdır.” Seçmeli gösterilip zorunlu bırakılan din eğitimine karşı mücadele eden Alevi örgütleri adına Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği yöneticisi Aydın Deniz konuştu. Deniz, 4+4+4’ün din dersleriyle Alevileri iki defa mağdur ettiği vurguladı ve asimilasyon politikalarına dikkat çekti. Eğitim-Sen adına 2 No’lu Şube

yöneticisi Fatma Terzi konuşu. Terzi, 15 Eylül’de tüm öğretmenleri, velileri ve öğrencileri Ankara mitingine çağırdı. EĞİTİM HAKKI MÜCADELESİNİ BÜYÜTMEYE! Son konuşmayı Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nden Mustafa Bülbül yaptı. Mahallelerde, kahvelerde, pazar yerlerinde, komşu ziyaretlerinde 4+4+4’e karşı mücadeleye çağrı yapmaya devam edeceklerini belirten Bülbül, “4+4+4’ü durdurana kadar, paralı-gerici-cinsiyetçi eğitime son verene kadar, Ömer Dinçer istifa edene kadar mücadele edeceğiz” dedi.

hazırladığı haberde şu ifadelere yer verdi: “Bursa Polisi, Halk Evleri'nin düzenleyeceği eylemlere katılma ihtimali bulunan gençlerin ailelerini telefonla arayıp uyardı. Bursa’da, önceki gün 4+4+4 eğitim sistemini protesto etmek isteyen bir grup Halk Evleri üyesi genç, Milli Eğitim Müdürlüğü’nü basarak gösteri yapmıştı. 14 kişinin gözaltına alındığı benzer olaylar Türkiye’nin farklı illerinde de gerçekleştirildi. Halk Evleri’nin Ankara’da geniş çaplı bir gösteri yapacağını öğrenen Bursa polisinin, bu gösteriye katılma ihtimali bulunan gençlerin ailelerini tele-

fonla arayıp uyardığı öğrenildi. Polisin, ailelere, çocuklarını eyleme göndermemelerini tavsiye ettiği belirtildi.” 30 YAŞINA DA GELSE BENİM GÖZÜMDE ÇOCUK Polisin ailelerini aradığı kişiler arasında 32 yaşında bir makine mühendisi, 27 yaşında bir avukat ve 26 yaşında yüksek lisans öğrencisi de var. Polis bu isimlerin ailelerini arayarak adeta çocuk kandırırcasına bu eyleme katılmamaları yönünde ailelere baskı kurmaya çalıştı. Polisin tehditlerine rağmen aileler geri adım atmadı.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.