162'inci sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA

2

SAYFA

Sözcü dili, AKP’nin dili AKP karfl›tlar›n›n medyadaki sesi oldu¤u iddias›ndaki Sözcü, devletin ›rkç› dilini yeniden üretiyor

6

Nereden baksan tutars›zl›k ‘Rantla yükselen TOK‹ konutlar›n› ve Afet Yasas›’n› merak eden Samsun’a gitsin

SAYFA

12

‹flçinin yar›n› sermayeye yük AKP, meclis tatildeyken k›dem tazminat›n› gasp etmek için bir taslak haz›rlad›

SAYFA

Olimpiyat sadece spor mu?

13

30’uncusu düzenlenen Olimpiyatlar sadece spor oyunlar› de¤il...

26 Temmuz 2012 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 162

AKP kardeşliğin mezarını kazıyor

Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale, güdümlü bir iç savafl stratejisi etraf›nda flekilleniyor

‹ç çat›flmalarda yak›nlar›n› yitiren Suriyeliler mezar kaz›yor

AKP’nin Suriye politikas› bölgeyi halklar mezbahas›na çevirecek bir iç savafl k›flk›rt›c›l¤› fleklinde ilerliyor

Suriye’de savafl t›rmand›kça, AKP Türkiye’de de Alevileri ve Kürtleri hedef alan bir ayr›mc›l›¤› besliyor

Komflumuz Kürdistan Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerin özyönetimler kurmas› ile beraber Türkiye’nin en uzun s›n›r boyuna sahip olan komflusu art›k fiilen Kürdistan oldu. Bu bölgenin en etkili gücü de PKK S. 4

YOL YAZISI AKP Ortado¤u halklar›na zararl›d›r SAYFA 3 Ferda Koç / Sayfa 4

Mustafa Eberliköse / Sayfa 6

Tamam m›, devam m›?

Haydutlar ve eflk›yalar

Bir direniş, bir sınıf, bir kulüp AKP ve MHP’nin tak›mlar›n› gasp etmesine isyan eden Adana Demirspor, bir direnifl gelene¤inden geliyor S 14

‘Herkesin çabalaması lazım’ ‹zmir Gültepe’den fiengül Abla’n›n öfkesi büyük, anlatacaklar› çok... Onun flu sözleri bile meseleyi özetliyor: “Kad›ns›z hiçbir fley olmaz.” S. 10

Engin Duran / Sayfa 9

Eyüp’te de Gerze’de de...

Tuba Günefl / Sayfa 10

Benim HAYATIM benim...

Turuncu şirinler Halkevi’nde Makarnadan köprü, ebruyla logo yap›yor, flehirleri tan›yor, yüzüyor, felsefe ö¤reniyor, gazetelerini ç›kar›yorlar. Türkiye’nin birçok kentindeki Halkevleri Yaz Okullar›’nda çocuklar yaz boyunca üreterek ö¤reniyor S 16

Madenciler isyanda Bankalar› kurtarmak için 80 milyar dolar arayan hükümet, bu paray› emekçilerin iflinden, afl›ndan çalmaya kalk›nca ‹spanya’da bir s›n›f savafl› bafllad›. May›s sonunda greve giden madenciler, iflyerlerini kapatmaya gelen polisi el yap›m› roketlerle püskürtüyor. 11 Temmuz’da Madrid’e yürüyen madencileri 150 bin kifli karfl›lad› S. 5

Bu kampanya iktidarı sarsar Okullar tatil oldu, eylemler sürüyor, veliler bast›r›yor, AKP s›k›fl›yor, eylemler birçok kente yayg›nlafl›yor. Halkevleri, 4+4+4 yasas›na

Taşlar yerinden oynayacak

karfl› tepkileri ülke çap›nda bafllatt›¤› imza kampanyas›yla birlefltiriyor, ‘4+4+4’ü durduraca¤›z’ diyor S7

Dev Sa¤l›k-‹fl Genel Baflkan› Arzu Çerkezo¤lu ile güvencesizli¤e karfl› mücadele çizgisinin 10 y›ll›k serüvenini ve güncel geliflmeleri konufltuk S 11

Sermayeye flifa Halk›n vergileriyle yap›lan bir hastane y›k›l›p arazisi flirketlere bedava veriliyo; o flirketlere halk›n vergileriyle kira ödeniyor. Bunun ad› Kamu-Özel ortakl›¤›! S. 9


2

MEDYA 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

AKP ile aynı dili konuşan Sözcü Konu Kürt düflmanl›¤› ve ‘ulusal ç›karlar’ olunca Sözcü’nün AKP’den fark› kalm›yor. AKP karfl›tlar›n›n medyadaki sesi oldu¤u iddias›ndaki Sözcü, devletin ayr›mc›, ›rkç› dilini yeniden üretiyor

H

edef kitlesi AKP karşıtları olan Sözcü gazetesi de Esad röportajı konusunda AKP çizgisine uydu. Sözcü’nün Esad röportajının çok üstünde durmamasının nedeni sonra açığa çıktı. Esad’ın röportaj teklifi götürdüğü isimler arasında Sözcü’den Saygı Öztürk de vardı. Öztürk röportaja gitmedi. Haberciler açısından “Özel haber” hatta “yılın habercilik olayı” denilebilecek bir haber, Sözcü tarafından yapılmamış oldu. Suriye lideri Esad’ın Türkiye medyasından birçok isme gönderdiği röportaj teklifine sadece Cumhuriyet gazetesinden Utku Çakırözer olumlu yanıt vermişti. Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, KanalD Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ali Birand, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Başbakan Erdoğan’ın ‘adı açıklanmayan bir danışmanının’, “Esad’a propaganda yapma fırsatı olur ama yine de siz bilirsiniz” uyarısına riayet etmişti. Medyanın önemli temsilcileri kendi yayınlarında Çakırözer’in röportajını yayımlamıştı. Röportaj medyada Cumhuriyet dışında çok az yer bulmuş, adeta etkisizleştirilmişti. SÖZCÜ’NÜN SUR‹YE KONUSUNDA YEN‹ fiAFAK’TAN FARKI YOK Hürriyet'ten Sözcü’ye transfer edilen Saygı Öztürk de Şam'a gitmek istedi, ancak Sözcü yönetimi Esad ile söyleşi yapmasını uygun bulmadı.

Gazeteci Doğan Akın, Saygı Öztürk’ün çağrılıp gitmediğini öğrenince Öztürk’ü aradı ve Öztürk “Sözcü yönetiminin” izin vermediğini belirterek şunları söyledi: “Bizim durumumuz biraz daha farklı ama. Şam'a gitmeyenlerin yerine bizi davet ettiler. Ben 'Olur' dedim, kabul ettim. Ama gazete yönetimine de sormak durumundaydım. 'Gitmesek daha iyi olur' cevabını alınca gitmedim... Diğer taraftan Utku'nun söyleşisini okudum, bir gazetecinin sorması gereken bütün soruları sormuştu.” Sözcü, AKP karşıtlığını Esad’la röportaj yapacak düzeye taşımazken, Sözcü’nün muhalifliğinin sınırları da belli oldu. SÖZCÜ CEMAAT’‹N KONTROLÜNDE M‹? Öztürk’e “Gitmesek daha iyi olur” yanıtını veren Sözcü’nün patronu Burak Akbay. Akbay hakkında Yeni Şafak’tan Fehmi Koru, 24 Nisan 2010 tarihinde şunları yazmıştı: “…Cemaatin aklına bir kez daha hayranlık duymama sebep olan proje Sözcü Gazetesi'dir. Öğrenciliği Cemaatın Işık Evleri'nde geçmiş sahibi görünen delikanlıya buradan şapka çıkarıyorum. Eee neme lazım muhalefeti de yakın kontrolünde tutacaksın!” KÜRT’E KARfiI AKP’L‹ Esad röportajı konusunda “ulusal çıkarlarla” gözü kör olan Sözcü, Kürt düşmanlığı konusunda da AKP’nin ırkçı, ayrımcı söylemini

yaygınlaştırarak AKP ile aynı çizgide buluşuyor. Uludere Katliamı’nda öldürülen 34 insan için 2 gün sonra “Silah taşıyorlardı” başlığını atabilen Sözcü, 25 Mayıs Pınarbaşı saldırısı sonrasında “Polis neden ateş açmadı” tartışmasını ilk yapanlardandı. Maraş’ın Göksun İlçesi’nde polis kontrolünden kaçan bir araç daha sonra Kayseri Pınarbaşı Polis Karakolu’nda patlatıldı. 2 polis öldü 19 polis yaralandı. Haber duyurulduktan bir gün sonra “Polis, kaçan araca neden ateş açmadı” tartışması başladı. Tartışmanın lokomotiflerinden biri de Zaman, Yeni Akit gibi gazetelerin yanı sıra Sözcü oldu. Sözcü, trafik kontrolü sırasında durmayan araca, sorgusuz ateş açılması gerektiğini savunmuştu. Sözcü bu tartışmaları sürdürürken Zaman ve Habervaktim, Pınarbaşı’daki olayın ardından Baran Tursun örneği ile “polisin yargısız infaz hakkı olmalı” demeye getirmişti. TESADÜF MÜ PLANLI MI? 1 Nisan 2007’de kapanan Gözcü’nün yerine kurulan Sözcü, 27 Haziran 2007 tarihinde yayın hayatına başladı.

Sayg› Öztürk

Kadın düşmanı malum gazete Sözcü, AKP’nin kad›n düflman› dilini, ç›kard›¤› yeni spor gazetesi AMK ile yeniden üretiyor

Sözcü grubu may›s ay›n›n sonunda, bünyesindeki spor gazetesi Fotogol‘ün yerine yeni bir gazete ç›karmaya karar verdiklerini aç›klad›. Yapt›¤› yalan haberlerle bilinen Fotogol’ün kadrosuna sosyal medyada aktif olan yazarlardan takviye yap›larak, spor muhabiri Gökmen Özdemir’in öncülü¤ünde kurulan gazetenin ad›, tam da Sözcü’ye yak›flan cinsten: AMK! Gazetenin reklamlar›, kulland›¤› sloganlar, gazetede kullan›lan bafll›klar, eklerinde kullan›lan isimler, k›sacas› gazeteye dair her fley “yeni” bir konseptle ele al›nd›. Sosyal medyada yer alan reklamlarla gazetenin nam› birden ald› yürüdü. Gazetenin ad› da sosyal medyada fenomen haline gelen ‹nci Sözlük’ün kullan›d›¤› k›saltmadan geliyordu.

9 Haziran’dan itibaren kad›n düflmanl›¤› ve cinsiyetçili¤in günlük hayatta en çok kullan›lan slogan› art›k Sözcü’nün bir spor gazetesiyle her gün yeniden üretilmeye baflland›. Her gün onlarca taciz, tecavüz ve fiziksel fliddet vakas› yaflan›rken, Sözcü’nün ç›kard›¤› gazete erkek fliddetini kendisine isim olarak seçmekte bir beis görmedi. Gazetenin ad› duyulur duyulmaz büyük bir tepki ortaya ç›kt›. Kad›nlar, tecavüzü kültürünü yeniden üreten gazeteyi ad› de¤iflmedikçe almama ça¤r›s› yapt›. Gazetenin ad›n›n de¤iflmesi için imza kampanyas› bafllat›ld›. Milliyet’ten Mehvefl Evin köflesinde, yediden yetmifle herkesin küfür oldu¤unu bildi¤i bu k›saltma için “Zorlama olmas› bir yana, çok afla¤›l›k bir isim” ifadelerini kulland›. Hürriyet’ten Ayfle Arman da

gazetenin ismini “tek kelimeyle i¤renç” diye niteledi. Milliyet spor yazar› Mehmet Demirkol ve NTV Spor Genel Yay›n Yönetmeni Fuat Akda¤, yapt›klar› programda gazetenin ad›n› “Gökmen’in gazetesi” olarak telaffuz ederek gazetenin ismine tepki gösterdi. Bu tepkinin ard›ndan sosyal medyada birçok kifli gazetenin ad›na “Gökmen’in gazetesi” demeye bafllad›. Sözcü spor alan›nda da erkek egemen kültürün y›lmaz bekçisi olmay› AKP’yle omuz omuza vererek sürdürüyor. Kürt ve kad›n düflmanl›¤› konusunda AKP’nin “yandafl›” olan Sözcü grubu, Kürtaj hakk› isteyen bir kad›na “Sen kaç kere kürtaj oldun?” diye soran AKP’li bakandan ve ya tecavüze u¤rayan bir kad›na “kendisini öldürmesini” tavsiye eden Melih Gökçek’le ayn› dili kullanarak “muhalif” tavr›n› sürdürüyor.

İktidarın istediği gibi basın Basın yasağının Yiğit savunucusu 17’inci yüzy›lda matbaa yasa¤›n› savunanlar bugün de var. Tarih kitaplar› geçmiflteki yasa¤›n nedeni olarak “Padiflah iyi de etraf›ndakiler kötüydü” yalanlar›yla rejimin ana karakterlerini gizleye dursun, tarih 3 as›r sonra tekerrür ediyor. 24 TV Genel Yay›n Yönetmeni Yi¤it Bulut, AKP’nin bas›n özgrlü¤ünü k›s›tlayan önerilerini savundu. AKP’li Cemil Çiçek’in bile elefltirdi¤i düzenleme, Bulut’a göre bu haliyle ayr›mc›l›¤›n önüne geçip bireysel özgürlükleri koruyacak… Bulut’un 15 Temmuz günü Star’da yazd›¤› “Milliyet ve di¤erleri ne yapmaya çal›fl›yor?” bafll›kl› yaz›s›nda bir de not var. Bulut, böylece medya baronlar›n›n bireye ve bireyin özgürlü¤üne sayg› gösterece¤ine emin. Yi¤it Bulut, medya baronlar›n›n keyfi bir biçimde iflten ç›kard›¤› bas›n emekçileri için de “Bireyin sayg›nl›¤› ilkesinin” y›lmaz savunucusu olur mu?

Osmanlı’da matbaa, Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin dini kitaplar dışında kitaplar basması koşuluyla kurulur. Osmanlı’nın ilk matbaa getirme girişimi de 1639’da gerçekleşmişti. IV. Murat’ın emriyle Hollanda’ya gidip bin altın vererek ağaç matbaa alan Bünyamin Efendi, İstanbul’a geldiğinde İbrahim, padişah olmuştu. Padişah İbrahim, matbaa için “Tez bu ucubeyi eritin” der ve matbaa Osmanlı topraklarından çıkarılır. Müteferrika’nın İstanbul’da matbaayı kurmasından 283 yıl sonra bir 13 Temmuz günü şöyle bir gelişme yaşandı: AKP, basılı matbuatın ve matbaanın “suç aleti” kapsamına alınmasını ve basın özgürlüğünün “Genel ahlak ve millet güvenliği” mevzu bahis olduğunda kısıtlanmasını uygun gördü. AKP, Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na "Basın ve Yayın Hürriyeti" başlıklı madde için basın özgürlüğüne sınırlamalar getiren öneriler sundu. AHLAKLI, M‹LL‹ BASIN Milliyet’ten Önder Yılmaz'ın haberine göre, AKP, "Basın ve Yayın Hürriyeti" başlıklı madde için "Basın hürriyeti milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlakın, başkalarının haklarının,

Matbaa, 1450’de Alman Johan Guthenberg taraf›ndan icat edildi. Osmanl› topraklar›na girifli ise tarih kitaplar›nda anlat›lan›n aksine 1492’dir özel veya aile hayatının korunması, suçların önlenmesi, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanması, savaş kışkırtıcılığının, her türlü ayrımcılık, düşmanlık veya kin ve nefret savunuculuğunun engellenmesi amaçlarıyla sınırlanabilir" önerisinde bulundu. Milli güvenlik, kamu düzeni ve genel ahlak gibi yoruma açık konuların bulunduğu bu ifade, AKP tarafından sivil havacılık sektöründe grevi yasaklarken de kullanıldı. AKP, "Her türlü ayrımcılık, düşmanlık veya kin veya nefret savunuculuğunun engellenmesi" kavramını basının sınırlanmasında ilk kez anayasa hükmü olarak sıraladı. Ayrıca

mevcut anayasada olmayan, "Masumiyet karinesinin ihlaline yönelik yayın yapılamaz" ile "devlet, çocuk istismarı, cinsellik ve şiddet içeren yayınlara karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır" hükmünün eklenmesi de öneriliyor. MATBAA SUÇ ALET‹ Mevcut anayasada farklı başlıklarda yer alan basınla ilgili düzenlemeleri tek maddede düzenleyen AKP, yürürlükteki anayasada, "Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alı-

Bu tarihte Ümraniye’de bir eve yapılan baskın sonucunda bazı el bombaları ele geçirilmişti. Ardından Ergenekon soruşturması başlamıştı. Sözcü, kapanan Gözcü gazetesinin isim hakkını aldı. Gazeteciler.com adlı internet sitesinden Zeynep Kurtbay’ın Sözcü’nün genel yayın yönetmeni Metin Yılmaz ile yaptığı röportajda Yılmaz, gazetenin tirajının 2 yıl içinde 50 binden 210 bine çıkmasını Ergenekon operasyonlarının yarattığı etki ve Emin Çölaşan’ın yazılarının beğenilmesine bağlamıştı. Sözcü, eylül 2008’de 150 bin, aralık 2010’da 210 bin tiraja ulaştı.

konulamaz" hükmünün yer aldığı, "basın araçlarının korunması" başlıklı düzenlemeye önerisinde yer vermedi. Yeni anayasa AKP'nin bu önerisiyle şekillenirse, matbaalar başta olmak üzere her türlü basın aracına, "suç aleti" kabul edilerek el konulmasının yolu açılıyor. 18’‹NC‹ YÜZYIL G‹B‹ Tasarıda basımevi kurmada izin ve mali teminat hakkı şartının aranmaması güvencesine de yer verilmedi. Yani basın yayın şirketi kuracak olanlar tıpkı 18’inci yüzyılda olduğu gibi “izin” alacak. İktidar da istediği şirkete izin verecek, istemediğine izin vermeyecek.

ANF’ye sansürde devlet izi D

iyarbakır’daki 14 Temmuz mitingi medya açısından sansür operasyonlarıyla geçti. Saat 14.00’da başlayan ve anında polis saldırısıyla karşılaşan halk, akşam saat 20.00’a kadar polisle çatıştı. Medya olayları ancak saat 16.00’dan itibaren kısa haberlerle duyurdu; mitingin amacını hiçbir şekilde vermedi. Televizyonda çok az yer alan olayları dakika dakika duyurmak için kollarını sıvayan Ajansa Nûçeyan a Firatê (ANF) internet sitesi Türkiye merkezli siber saldırılar nedeniyle normal yayın yapamadı. ANF saldırıları bertaraf etmek için çalışmalarını sürdürürken ANF Kürtçe ve Türkçe servisleri http://firat-news-agency.blogspot.nl ile resmi twitter hesapları üzerinden haber akışını sürdürdü. Üç gün süren saldırıların ardından ANF tekrar http://www.anf.bz adresinden erişilebilir hale geldi. Siber saldırılar, hacker grupları tarafından gerçekleştirildiğinde, gruplar imzalarını bırakmaya özen gösteriyor. Ancak imzasız saldırılar saldırıların özel bir odaktan yönlendirildiğine işaret ediyor. Daha önce Sendika.Org, Bianet, soL Portal ve birgun.net de benzer, "imzasız" saldırılara maruz kalmıştı.


3

GÜNDEM 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

‘Harç yalanlarına’ su tabancası B

aşbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla ‘harçların kaldırılmasına’ yönelik çalışma başlatıldığına dair haberler medyada ‘Parasız Üniversite geliyor’, ‘ Harçlar kaldırılacak’ propagandası ile servis edildi. Bu sürece bağlı olarak Maliye Bakanlığı konuya dair bir çalışma yaparak üç model önerdi: 1- Tüm öğrenciler için üniversite harcının kaldırılması, ortaya çıkacak açığın tasarruf ve farklı enstrümanlarla kapatılması. 2- Öğrencilerden gelir durumlarına göre harç alınması, düşük gelir grubundan hiç alınmaması. 3- Tüm öğrencilere harç kredisi verilmesi ve geri ödemelere faiz uygulanmaması. Bu modellerin ilkindeki farklı enstrümanların ne olduğu açıklığa kavuşturulmadı. Ancak harçların kaldırılmasıyla ortaya çıkacağı iddia edilen 1,2 milyon liralık açık göz önüne alındığında, üniversite içi hizmetlerin ciddi bir ticarileştirme dalgasına maruz kalacağı beklentisi yükseliyor. İkinci model ise bugünkünden bir farklılık içermiyor. Zaten hükümet ve YÖK sadece parası olandan harç alındığını, diğerlerinin kredilerle, burslarla desteklendiğini söylüyor. Üçüncü modelde ise yüksek miktarda bir borçlandırma söz konusu olma ihtimali bekliyor. Bugün itibarıyla harçların öğrencilerin maliyetlerinin “bir kısmını”

Erdoğan’ın “Harçları kaldıralım” hamlesinin arkasından üniversitelerde yeni bir ticarileşme ve gericileşme dalgası gelmesini bekleyen gençlik tetikte

karşıladığı söyleniyor. Üçüncü modele geçilmesi halinde bu maliyetin tamamının ileriye dönük olarak borç hanesine yazılması ciddi yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Nitekim İspanya ve ABD’deki eylemlerde, üniversite sonrası işsiz kalıp bu borçlarını ödeyemeyen gençlerin ağırlığı dikkat çekiyor. PARALI E⁄‹T‹M SADECE HARÇ DE⁄‹L Konuya dair görüşlerini aldığımız

Öğrenci Kolektifleri’nden Uğur Gümüşkaya ekim ayında ‘YÖK Reformu’ adı altında yükseköğretimdeki gericileştirme ve ticarileştirme dalgasının güvence altına alınmasının planlandığını hatırlatarak, son harç hamlesinin de gençlik mücadelesinin bu sürecin önünde engel olmaktan çıkarma amacı taşıdığını savundu. Harçların kaldırılmasının gerekçesinin ‘sık sık eylem konusu olması’ olarak gösterildiğinin altını çizen Gümüşkaya

yükseköğretimdeki paralı eğitim uygulamasının üniversite harçları ile sınırlı olmadığını, barınmadan beslenmeye, kültürel faaliyetlerden bilgisayarlara her adımın paralı olduğunu da hatırlattı. AKP’nin planından öğrencilerin borçlandırılması, eğitimin piyasalaştırılması ve gericileştirilmesi yönünde yeni adımlar çıkacağını söyleyen Gümüşkaya “önümüzdeki dönem gençlik mücadelesi açısından oldukça çetin geçecek” dedi.

TAYY‹P’‹ TUTUKLAMAYA G‹TT‹LER Erdoğan’ın “harçları kaldırma” konusunu gündeme getirmesinin ardından üniversitelilerin de tepkileri yükseldi. Ankara ve İstanbul Öğrenci Kolektifleri, “YÖK’te reform oyunu başladı, bu oyunu biz bozarız” pankartlarıyla eylemler yaptı. Öğrenciler parasız eğitim istediği için tutuklanan yüzlerce üniversite öğrencisinin derhal serbest bırakılmasını, parasız eğitimin gerçekleşmesi için ulaşım, barınma, sağlık, beslenme gibi temel hizmetlerin parasız olmasını, vakıf üniversitelerinin kaldırılmasını, kredilerin bursa dönüştürülmesini ve mevcut tüm kredi borçlarının silinmesin, ve Tayyip Erdoğan’ın 2009’da harç zamlarına karşı çıkan Kolektif üyelerine yönelik sarf ettiği “Adapsızlar” lafından dolayı özür dilemelisini istediler. Ankara’da Başbakanlık önünde harçlara hayır dediği için tutuklanan öğrencileri hatırlatarak Tayyip Erdoğan’a “Dikkat et Başbakan suç işliyorsun” diyen Kolektif üyeleri, bu suça müdahale etmek için geldiklerini söylediler. Kolektif üyeleri içeri giremeyen polislere üç defa uyarı anonsu yaptıktan sonra su tabancaları ile su sıktılar. Polisin tabancaları kırmasının ardından bir süre gerilim yaşandı. Eylem basın açıklamasının okunmasıyla son buldu.

Yeni Akit’in de düğmesine basılmış Yeni Akit, bir anda Sivas Katliamı ile ilgili haberler yazmaya başladı. Akit, haberi yalanlansa da Sivas Katliamı konusunda yalanlarını sürdürdü. Aynı tarihte medyada Alevi düşmanlığı ve Alevileri hedef gösteren haberler yer almaya başladı. Bu bir tesadüf mü?

Y

eni Akit gazetesi Mehmet Alan imzasıyla 23 Temmuz günü bir haber yayımladı. Haber, Yeni Akit’in 23 Temmuz günkü sayısının manşetinde “19 yıllık yalan” başlığıyla verildi. Yeni Akit’in iddiası, Sivas’ta ölenlerin yanarak değil silahla vurularak öldüğü yönünde. Delil olarak gösterdiği ise fotoğrafçı Mehmet Özer’in çektiği ve arşivlerde kolayca bulunabilecek birfotoğraf. Fotoğrafta morgda yerde yatan Belkıs Çakır gözüküyor. Akit, Çakır’ın yanındaki görüntüğü “kan lekesi” olarak gösterdi. İlk yalanlama 'Sesini Yitiren Sivas' isimli bir belgesel fotoğraf kitabı çıkaran Mehmet Özer'den geldi. Özer, fotoğrafların orjinallerini yayınlayarak, "Genç kız diye bahsedilen Belkıs Çakır'dır. Sol göğüs bölgesindeki tişörtündeki de kan izi de-

ğil saç örgüsüdür" dedi. Sivas davasının avukatlarından Şanal Sarıhan da söz konusu fotoğrafların yeni olmadığını belirterek, bu fotoğrafların hem dosya içinde hem de bugüne kadar Sivas'la ilgili yapılan belgesellerin ve yayınlanmış olan kitapların birçoğunun içinde var olduğunu ifade etti. Tabii, Sivas’ta yakanları ve yangını görmeyen Akit’in, yalanlamaları görmesi beklenemezdi. Akit, uydurduğu yalan üzerinden hedef göstermeye ve komplo teorileri üretmeye devam etti. Bu sefer, haberi yapan Mehmet Alan değil, Yeni Akit yazarlarından Ali Karahasanoğlu baş roldeydi. Karahasanoğlu, üst üste yazdığı iki yazıda “Ahlak” ve “etik” dersi vermeyi de ihmal etmedi. Birden bire hiç gündemde değilken 19 yıl önceki fotoğrafları

yeniymiş gibi servis edip, yalan haber yapıp, yalanda ısrar etmenin nedeni 23 Temmuz tarihi biraz incelendiğinde bazı ipuçları ortaya çıkıyor. Yeni Akit’in “19 yıllık yalan” haberi yayımlandığı sırada, Haberler.com gibi internet sitelerinde bir haber yayımlandı. Suriye’deki iç savaşı bir mezhep savaşı olarak yansıtmaya çalışan haberde şu ana kadar Türkiye'den Suriye'ye yaklaşık olarak 5 bin civarında Nusayri ve Alevi'nin geçtiği iddia ediliyor. Haber ismi verilmeyen “bir yetkili”ye dayandırılıyor. O yetkilinini şu sözleri söylediği iddia ediliyor: “Türkiye'de MİT ve Ordu içerisinde hem de devlet içerisinde önemli bir Nusayri yapılanması var. Ayrıca medya da önde olan Esad taraftarlarına iyi bakılmalı. Bu isimlerin aniden İs-

lamcı İran, Komünist Çin ve Rusya yanlısı olmaları bir tesadüf değil.” Bir başka kaynağı belirsiz açıklama da yine Hatay halkını hedef gösteriyor. Açıklama şu şekilde:

“Sınırdaki karakol etrafında cereyan eden her gelişmenin, bir gün sonra sadece Esad yanlısı medyada yer alması bir rastlantı olarak değerlendirilmemeli.”

Q

13 Temmuz’da Diyarbakır’daki Kayapınar Belediyesi tarafından yapılan Metin Lokumcu, Halil İbrahim Oruç ve Dorşin parklarının açılış töreni yapıldı.

Q

15 Temmuz’da Trabzon Çaykara İlçesi'nde bulunan Solaklı Vadisi'nde, Gavlatan Deresi üzerinde kurulması planlanan hidroelektrik santraline (HES) tepki gösteren köylülerden 110 kişi gözaltına alındı.

Q

Anayasa Mahkemesi sağlık alanında yapılan Tam Gün Yasası düzenlemesini 18 Temmuz’da iptal etti.

Q

21 Temmuz günü Cumartesi Anneleri oturma eylemi yaptı. Eylemin ardından 20 Temmuz 1992’de kaybolan Hasan Gülünay için ailesi tarafından “Hasan Gülünay nerede” pankartı açıldı. Pankart açanlara gaz bombaları ile saldıran polis 6 kişiyi gözaltına aldı.

Q

Afyon'un Beyyazı Beldesi'nde taş ocağına yol yapılmasına tepki gösteren halka polis ve jandarma saldırdı. 6 polis ve 2 jandarma yaralanırken, aralarında Beyyazı Belediye Başkanı'nın da bulunduğu 30 köylü gözaltına alındı.

Q

17 Temmuz günü RedHack’e destek olmak için Anonymous ÖSYM ve Melih Gökçek’in internet sitelerini çökertti. Anonymous Twitter üzerinden yaptığı açıklamada: "ÖSYM sitesi KPSS yolsuzluklarını protesto etmek, RedHack'le dayanışmayı göstermek için Anonymous tarafından çökertildi" dedi.

Q

16 Temmuz günü RedHack, eylemlerini olumlayan akademisyen ve gazetecilerin tehdit edilmesi üzerine harekete geçti. “Anlayacakları dilden konuşacağız” diyen RedHack, ellerindeki ihbarcıların adlarını sansürsüz yayımladı.

Q

Kocaeli polisi Halkevleri Yaz okulu’na çocuklarını gönderen velileri emniyete çağırıp çocuklarını Halkevleri’ne göndermemeleri için tehdit etti. 24 Temmuz günü polis velilere “Çocuğunuzu Halkevi’ne göndermeyin, yoksa çocuğunuzu fişleriz, gelecekte herhangi bir operasyonda sizi de alırız.” dedi. Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, yaşananların hukuksuz olduğunu, polisler hakkında gerekli hukuki başvuruların başlatılacağını söyledi.

AKP Ortado¤u halklar›na zararl›d›r uriye gündemi yeni gelişmelerle hızla farklı düzeyler oluşturmaya başladı. Buna yol açan gelişmelerin başında 18 Temmuz’da Esad'ın sarayına birkaç kilometre uzaklıkta bulunan Milli Güvenlik Kurulu binasında patlayan (önceden yerleştirildiği iddia edilen) bomba var. Kurul toplantısı sırasında düzenlenen bombalı saldırıda Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkan Yardımcısı, eski Genelkurmay Başkanı, İçişleri Bakanı, İstihbarat Teşkilatı'nın Soruşturma Departmanı Başkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı öldü. Ölenler ve yaralananlar, Esad'ın ayaklanmaları bastırmakla görevlendirdiği grubun üyeleri. Yani asıl amaç, ayaklanmaların önünü açmak. Böylesi bir “nokta atış”ı, dağınıklığı ve yetersizliği göz önüne alındığında, Esad’a karşı savaşan grupların yapmış olması neredeyse imkansız. (Tayyip’in sevmediği Wall Street Journal gazetesinin haberine göre; ABD, askeri güç kullanmayan operasyonu ajanlar ve diplomatlar aracılığıyla sürdürüyor.) Diğer yandan bu saldırı Esad’a, muhalefeti bastırmak için ağır silahlar kullanma “meşruluğunu” kendinde görmesine yol açmış durumda. Bunun sonuçları ise Şam’da ve Halep’te uçaklar ve tanklarla bombalanan mahalleler oldu. Ve 23 Temmuz'da Suriye Dışişleri Bakanlığı “dış saldırı olması durumunda kimyasal silah kullanma” olasılıklarının olduğunu açıkladı. (Hatırlanacağı üzere ilk olarak hala HAS Parti’nin genel başkanı olan Numan Kurtulmuş, Tayyip ile

S

görüştükten hemen sonra bu tehlikeyi işaret etmişti. Ne öngörü!) Ayrıca aynı dönem içinde Şam yönetiminin askeri birlikleri Kuzey Suriye’deki bir dizi kentten çekildi. Bunun üzerine Kürtler, 19–22 Temmuz arasında nüfuslarının yoğun oldukları Halep eyaletindeki Kobani, Afrin ve Cinderis kentleri; Haseke eyaletinin Amude, Derek, Efrin beldeleri, Mardin’in Şenyurt semtinin karşısındaki El Darbasiye kenti ve Ceylanpınar’ın karşında bulunan Ra’s al-’Ayn kenti, Tirbesipiye kasabasında kontrolü ele aldılar. Sonradan anlaşıldığı, üzere sorunsuz/çatışmasız gerçekleştirilen bu durum, PKK’nın Suriye kolu olarak görülen Demokratik Birlik Partisi PYD’nin de içinde olduğu bölgenin en kitlesel ve etkili gücü Halk Meclisi ile diğer bir çatı örgütü olan Kürt Ulusal Meclisi’nin uzlaşmasının bir sonucu. Bu iki örgüt 9–10 Temmuz tarihlerinde Hewler’de yapılan görüşmelerin ardından Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani huzurunda imzalanan yedi maddelik anlaşma ile güçlerini ortaklaştırma kararı almışlardı. Böylece AKP hükümeti için yeni bir coğrafi tanım da doğmuş olacak; ‘Kuzey Irak’tan sonra ‘Kuzey Suriye’! Bu duruma AKP’nin verdiği ilk yanıt gümrük kapılarını kapatmak oldu. (Ve bir de ders; T.C. devletini yönetenler yıllardır Türkmenleri birleştirmeyi beceremediler.) Bunlarla birlikte Doğu Akdeniz her bayraktan geminin cirit attığı bir havuza döndü. ABD, Fransız, Alman, Rus, Suriye, İngiliz, Güney Kıbrıs,

İsrail ve Türk savaş gemileri fink atıyor. Suriye'nin geniş çaplı hava ve deniz tatbikatı başlatmasıyla birlikte Doğu Akdeniz sularına doğru, NATO ülkeleri ve Rusya'dan çok sayıda savaş gemisi de yola çıktı. Rusya’nın boğazlardan geçen 5 gemisi ile birlikte bölgedeki savaş gemisi sayısı 11 oldu. İsrail kaynaklarına göre Doğu Akdeniz ve İran Körfezi'nde 4 Amerikan ve 1 Fransız uçak gemisi bulunuyor. 12 milyon nüfuslu Suriye’den son gelişmelerle birlikte (her gün artmakla birlikte) komşu ülkelere geçen mülteci sayısı ise 150 bini aşmış durumda. Bunun 50 bine yakını Türkiye’de, 40 bin civarı Ürdün’de, 30 binden fazlası Lübnan’da ve 20 bin civarı Irak’ta. Kısacası içerden ya da dışarıdan Suriye’ye yapılan her müdahale, bir sonraki adımın hiç kimse tarafından “kestirilemediği” sonuçlar doğurmaya gebe. Üstelik bu sonuçların Libya’ya, Tunus’a hatta Mısır’a benzemeyeceği de çok aşikar. Çünkü Suriye gerek tarihsel, gerek bölgesel, gerek devlet yapısı ve gerekse de etnik ve dinsel bileşimi itibariyle diğerlerine benzemiyor. Ve üstüne üstlük asıl hedefin İran olduğu gerçeğini de unutmamak gerek. ABD’nin şu anki gizli rolünün seçimlere kadar süreceğini de göz önünde bulundurmak gerek. Çünkü Amerikan seçimlerinde konu dış politika olunca ABD seçmeninin büyük bir çoğunluğu için tek sorun İsrail’in güvenliği olmakta. İlginçtir ne Suriye ne de İsrail birbirlerine temas etmemeye çalışıyordu, ta ki kimyasal silahlar söz konusu olana kadar. İsrail

Savunma Bakanı, Suriye’nin bu silahları Hizbullah’a verme girişiminin savaş nedeni olacağını açıkladı. ABD’nin seçim sonrasında bile Rusya barikatını kaldırmadan Suriye sorununa nasıl aktif müdahalede bulunacağı ise ayrı bir muamma! Bu gelişmelerle birlikte Suriye hızla bir iç savaşa doğru ilerliyor. Böylesi bir iç savaşın ise devrimci bir iç savaş olmayacağını söylemek kehanet sayılmamalı. 1975'te başlayan ve 15 yıl süren ve Suriye ordusunun müdahalesiyle sona eren Lübnan “iç savaş”ındakinden çok daha gerici aktörlerin var olduğu bugünkü coğrafyada, dinler, mezhepler, etnik kökenler hatta aşiretler arasında hiçbir kural tanımaksızın başlayacak bir iç savaş, Ortadoğu halkları için çok büyük sonuçlar doğuracaktır. Tayyip önderliğindeki AKP iktidarı ise ne yaptığını bile bilmeyen bir taşeron konumunda. Bol keseden tehdit savuran, kendi sınırları içinde bile her an çıkabilecek bir mezhep çatışmasının sorumluluğunu kavramayan, her türlü insanlık suçuna çanak tutan, yetkisiz, sorumsuz taşeron. Son icraatı; daha düne kadar Esad’ın kollarında varlığını sürdüren ama ilk zoru görünce Şam’daki merkezini apar topar taşıyan Hamas’ın lideri Halid Meşal’e iftar yemeği vermek oldu. Filistinlilerin yüzüne gülmeyi çok seven Tayyip, İsrail’e koyduğu “posta”ya rağmen İsrail ile hiçbir ekonomik ilişkisini kesmemesini hiç gündem yapmadı. İkiyüzlü taşeronlukla sürdürülmeye çalışılan siyaset, bölgede sorunların çözümüne değil,

güçler arası tercihlerde bulunarak, içinden çıkılamayacak krizleri yaratmaya aday. AKP, Ortadoğu halklarına zararlıdır! Görülmektedir ki AKP’nin planları arasında sadece Suriye halkı yok. Tayyip’in başkanlığındaki Savunma Sanayi İcra Komitesi, 4 milyar dolarlık “hava ve füze sistemleri” almaya karar verdi. ABD, Rusya, AB ve Çin tekliflerini verdi, bunlardan biri tercih edildi, açıklanacak. İlginç olan 4 milyar dolar verilecek bu sistemler orta ve uzun menzilli, yani Suriye’nin boyuna göre değil! AKP hükümeti bu tutarsız siyasetin devamı olarak Esad için, savaş suçu işlediği gerekçesiyle birtakım girişimlerde bulunmayı hesaplıyor. Ancak bu suçu uluslararası mahkemelerde zaten sabit görülmüş Sudan Devlet Başkanı El-Beşir ile hala can ciğer kuzu sarması. Ciğer, kuzu, sarma demişken AKP Ramazan ayında performans düşüklüğü yaşamakta. Gündüzleri ortalıkta çok dolaşmayan AKP’li bakanlar ancak yemek sofraları kurulduğunda poz vermeye başladılar. İcraatlarının niceliği azalmış olsa da niteliği aynı. Dışarıda izledikleri ikiyüzlü siyaset de içeride aynı. AKP hükümeti iktidarını dizayn etmede, “ileri demokrasi”nin ve işkenceye “sıfır toleransın” en ileri örneklerini sergilemeye devam ediyor. Bu ileri örneklerden biri daha; AİHM'deki iki işkence vakasında Türkiye'nin mahkûm olmasına neden olan tecavüzcü-işkenceci Sedat Selim Ay,

İstanbul'un terörle mücadeleden sorumlu yeni Emniyet Müdür Yardımcısı olarak atandı. Müfettişliği döneminde Tayyip Erdoğan’ı İGDAŞ yolsuzluğundan aklayan, bunun karşılığını vali olarak alan ve gittiği her ilde, Kırıkkale’de, Aydın’da muhalefet partilerine savaş açan bugünkü Adana Valisi Hüseyin Avni Coş da Ankara’ya tayin olacak. Böylece üst düzey bürokrat atamalarında tek kriterin “Tayyip’e bağlılık” olduğu bir dönem, hem icraatıyla hem de diğerlerine verilen mesajla devam ediyor. Bu arada yeni yasama dönemine ilişkin (1 Ekim) hazırlıkların şimdiden başlatıldığı ve kamuoyunun “hazırlanması” için birtakım sızdırmaların yapıldığı bir dönemin içine de girdik. Bu “sızdırmalar” yaz dönemi boyunca çeşitli konularda devam edecek. Kıdem tazminatının gaspına dair yasal düzenleme hazırlığının ardından, AKP’nin hazırladığı “yerel yönetim raporu” ve Tayyip’in açıkladığı “üniversite harçlarının kaldırılacağı” talimatı ilk işaretler. Bu iki konu da daha ayrıntılı incelenmek ve hazırlık yapılmak zorunda. Ancak hiç kuşku duyulmamalı, AKP bu iki konuda da halkın değil, sermayenin çıkarlarını temel alan değişikleri yapma amacındadır. Bir de son not: 24 Temmuz Basın Bayramı ve basında sansürün kaldırılışının 104’üncü yıldönümü. Bugün Türkiye, basın özgürlüğünde 148. sırada. Dünyada tutuklu gazeteci sayısı 170 iken, sadece Türkiye'de tutuklu gazeteci sayısı 90!


4

GÜNDEM 26 Temmuz 2012 / 8 Ağustos 2012

Halk›n Sesi

Tamam m› devam m›?

SURİY E’DE KÖRÜK LENEN YA NGIN BÜT ÜN BÖLGEY İ SA R A R

lacak olan oldu. Güney Kürdistan’dan sonra, Batı Kürdistan’da da Kürt yönetimi oluştu. Böylece Öcalan’a bir yıldır uygulanan tecridin ve Türkiye’de Kürt’lere yöneltilen siyasi şiddetin arkasında yatan stratejik gerekçe açığa çıktı. Ankara’nın, Suriye’de çıkartılan iç savaşın ister istemez Batı Kürdistan’da Kürt özerkliğinin kapısını açacağını hesap ettiği ve Kuzey’deki Kürt siyasetini felç etmek için Türkiye’deki Kürtlere yönelik bir sıkıyönetim rejimine yöneldiği anlaşıldı. Türkiye’nin “Kürt Konferansı”nı engellemek için yürüttüğü çalışmaların da “genel” bir politika olmadığı görülüyor. 4 devlete yayılan Kürt sorununun yerel sınırlar içinde kalması için sarf edilen bu çabanın, Batı Kürdistan’daki olası gelişmelerin Suriye dışına çıkarılmadan kontrol edilebilmesini amaçladığı anlaşılıyor. Ama bütün bu süreçte Kürtlerin de eli armut toplamadı. Tutulabildi mi bilmiyoruz ama Abdullah Öcalan’ın işitilen son sözleri, “Esat yönetimi ile ayrı barış sürecinin işletilmesi” ve bu bağlamda “Suriye’ye 1000 kişilik bir gerilla gücünün kaydırılması” olmuştu. Bu önerinin gelişen konjonktürün çok isabetli bir okumasına dayandığı son gelişmelerle ortaya çıktı. Zaten, anlaşılan Öcalan bunun için aniden susturuldu. Ancak Öcalan’ın susturulması işe yaramadı. Kürt ulusal özgürlük hareketinin siyasi liderliği Ferda Öcalan’ın mesajını aldı ve Koç ABD’nin Suriye kuşatması karşısında Kürtlerin siyasi çıkarferdakoc@ larına odaklanan bir siyaset hotmail.com izledi. PYD milisinin, Batı Kürdistan’da ortaya çıkan özerklik sürecinin merkezine oturması bu siyasetin başarısını gösteriyor. Diğer yandan Türkiye’deki Kürt siyaseti, uygulanan tüm sıkıyönetim tedbirlerine karşın etkisiz hale getirilemedi. Türkiye’deki Kürt siyaseti hem varlığını ve etkinliğini sürdürmeyi başardı, hem de Ortadoğu’daki Kürt siyasi sürecinin belirleyici bir unsuru olma yolunda ilerledi. PYD ile Güney Kürdistan yönetimi arasındaki mesafe, Suriye’deki iç savaş sürecinin derinleşmesine bağlı olarak kapandı. ABD güdümlü “Suriye Muhalefeti”nin (muhtemelen Türkiye bağlantılı) Kürt düşmanlığını açığa çıkaran Kahire toplantısı, PKK ile Güney yönetimi arasına kurulmak istenen duvarları çatlattı. Batı Kürdistan’daki Kürt özerkliği süreci bugün gördüğümüz büyük sıçramasını, PYD ile Güney Kürdistan yönetimi arasında yapılan mutabakatın ardından yaptı. Bu saatten sonra Batı Kürdistan’a yapılacak bir müdahale karşısında sadece PKK’yi değil, Güney Kürdistan yönetimini de bulacak. Suriye’deki gelişmelerle birlikte, Kürt siyasi süreci Ortadoğu çapında bir yaygınlık sağladı ve Kürt Konferansı yapılsın ya da yapılmasın, PKK bu sürecin artık temel bir bileşeni haline geldi. Yine de bu gelişmelere bakarak AKP’nin Suriye siyasetinin battığını söylemek kolay değil. Çünkü AKP’nin Suriye siyaseti, öncelikle Türkiye’deki iktidarını sağlama alma siyasetidir. Bu siyaset başlıca iki eksene sahip: Türkiye’de “sağın birliği”nin partisi olmak, Ortadoğu’da yeni “Amerikancı İslam” şebekesinin Türkiye ayağını oluşturmak. AKP bu yolla ABD ve müttefikleri açısından vazgeçilmez bir konuma ulaşmayı hedefliyor. AKP’nin içerde Kürtlere (ve demokratik muhalefete) vurmayı, dışarıda ise uluslararası Amerikancı siyasi İslam güçleri ile birlikte Esat’a vurmayı esas alan siyaseti halen bu amaçlar açısından etkinliğini sürdürüyor. Ancak AKP’nin bu iki temel siyasetinin bugünkü biçimiyle sürdürülmesi halinde Türkiye’deki Kürt iç savaşını kaçınılmaz bir biçimde derinleşeceğini görmek gerekir. Batı Kürdistan’daki Kürt özerkliği sürecinin kalıcılaşması halinde bu iç savaşın AKP iktidarını tehdit edecek boyutlara gelmesi de ciddi bir olasılıktır. Dolayısıya AKP iktidarı için Kürt iç savaşına tamam mı devam mı sorusu yeniden gündeme gelmektedir. AKP’nin devirdiği müzakere masasına yeniden oturması halinde de, iç savaşı derinleştirmeye yönelmesi halinde de, eskisinden çok daha güçlü bir Kürt siyasi öznesiyle karşı karşıya geleceği ise aşikar. Kısacası “ustalık dönemi” politikaları kısa dönemli olarak AKP iktidarını güvence altına almış olsa da, Kürt ulusal özgürlük hareketi bu politikalar karşısında izlediği çizgiyle bu süreçten hem taktik hem de stratejik bakımdan güçlenerek çıkmayı başarmış görünüyor. Daha da ötesi, “Kuzey” bileşeni, Kürt siyasi sürecini Ortadoğu’da Amerikancı ve diğer gerici polikalara alternatif bir demokratik siyasi sürecin kurucu dinamiklerinden biri haline getirme fırsatını ilk kez bu denli güçlü bir biçimde yakalıyor.

İç savaş dehşeti eşikte E A

O

‘Sorumlusu AKP’dir’ O

rtadoğu’da ABD işbirlikçisi cephe dışında kalan güçler, Suriye iç savaşının kışkırtıcısı ve yabancı istihbarat güçlerinin işbirlikçisi olarak Türkiye’yi sorumlu tutuyor. Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen Al Manar sitesi, nisan ayından bu yana çeşitli yayınlarında Türkiye, ABD, Fransa, İsrail, Suudi Arabistan ve Katar istihbaratlarının Suriye sınırına 7 kilometre mesafedeki operasyon merkezinde birlikte çalıştığı ve Suriye’ye karşı terör faaliyetini organize ettiğini yazdı. İran üzerinden çok dilli yayın yapan abna.ir sitesi ABD'nin Suriye operasyonunun ABD'nin Adana Konsolosluğu'ndan yürütüldüğü iddiasına yer verdi. Adana'da yayınlanan yerel Gazete Ekspres, bundan birkaç ay önce İncirlik Üssü’nden TIR’lar dolusu silah ve mühimmatın Suriye’deki isyancılara gönderildiğini yazmıştı.

KP’nin Suriye’de savaşı tırmandırması, içeride de mezhepçi-faşist bir çizginin izlenmesini beraberinde getiriyor

mperyalizmin ve işbirlikçilerinin Suriye’ye iç çatışmayı körükleyerek müdahale etme siyaseti, bütün bölgeyi etnik-mezhepsel çatışmalarla tehdit eden yeni bir safhaya taşındı. Başkent Şam’da 18 Temmuz’da üst düzey güvenlik toplantısını hedef alan saldırıları bir “dönüm noktası” olarak niteleyen taraflar var güçleriyle savaşı ilerletiyor. Savaş ilerledikçe de etnik mezhepsel fay hatları harekete geçiyor. Suriye’nin doğal uzantıları olan Lübnan ve Ürdün’ün yanı sıra sınırın bu tarafındaki Kürt ve Alevi nüfusu, AKP iktidarının düşmanca politikalarının tehdidi altında. AKP medyasında Alevi karşıtı propagandanın giderek daha fazla öne çıkarılması ve Suriyeli Kürtlerin özerklik ilanı karşısında sıkıntıya giren iktidarın kendi Kürtlerini kontrol altına tutma kaygısı, Antakya’dan Hakkari’ye uzanan güney kentlerini potansiyel çatışma hattına dönüştürüyor.

‹Ç SAVAfi YOLUYLA MÜDAHALE Suriye’nin yaslandığı uluslararası ve bölgesel dengeler bir dış müdahaleye bugüne kadar imkan vermedi. Rusya ve Çin’in Birleşmiş Milletler’de Suriye’ye yönelik müdahale girişimlerine set çekmesi; İran, Lübnan Hizbullah’ı ve kısmen Irak’ın Şii iktidarının da bölgesel bir destek sunması sayesinde Suriye’ye yönelik doğrudan bir dış müdahale gündeme gelmedi. Üstelik parçalı ve toplumsal desteği zayıf muhalefet, Esad yönetiminin yerini alabilecek bir alternatif güç odağı oluşturamadı. Ayrıca Libya’da Kaddafi rejimini çözerek, eski Kaddafi kadrolarından “yeni” bir yönetim yaratmayı başaran emperyalistler, Suriye’de daha sağlam bir devlet yapısı ile karşılaştılar. Bu koşullarda emperyalistler Suriye’nin zayıf noktası olan mezhep ayrımlarını harekete geçirmeye yöneldiler. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin bölgesel işbirlikçiliği ile Suriye’deki güdümlü muhalefet yoluyla

mezhepçi bir iç savaş kışkırtıldı. İç savaşın askeri ve siyasi kadroları AKP tarafından Türkiye’de üslendirildi. Katar ve Suudi Arabistan tarafından finanse edilen silahların aktarımı ve CIA operasyonları da AKP’nin onayıyla Türkiye üzerinden gerçekleştirildi. Ne var ki muhalifler ciddi başarılar elde edemediler. Bunun üzerine kontrgerilla tipi terör eylemleri gündeme geldi. Son olarak da 18 Temmuz’da Yüksek Güvenlik Konseyi toplantısını hedef alan ve Savunma Bakanı Davud Racha, Genelkurmay Başkan yardımcısı Asıf Şevket ve General Hasan Türkmeni’nin yaşamını yitirdiği bombalı saldırı düzenlendi. Bu ölçüde bir saldırı ancak uluslararası istihbarat örgütlerinin işi olabilirdi. Suriye de ABD, Fransa, Katar, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail gizli servislerini suçladı

GER‹ DÖNÜLMEZ B‹R ÇATIfiMA 19 Temmuz saldırısı gerek

düzenleyenler açısından gerek hedefteki Esad rejimi açısından bir dönüm noktası olarak değerlendirildi. Esad, silahlı muhalefeti topyekûn yok edecek bir imha operasyonuna girişirken Esad karşıtı uluslararası cephe de muhaliflere daha fazla para, silah ve istihbarat desteği sunmaya başladı. ABD de artık konuyla daha fazla ilgileneceğini ve “özel çalışmalar” yürütüleceğini açıkladı. El Cezire kanalı üzerinden psikolojik harp yeteneğini ispat eden Katar da Suriye kitle iletişim araçlarını hedef alan sabotajlara girişti. Çatışmanın kalıcı güç değişiklikleri yaratacak bir biçimde ilerlemesi üzerine ülke içinde Kürtler özyönetimlerini kurarken, ülke dışında da Suriye’nin müttefikleri ve komşuları harekete geçti. Lübnan Hizbullah’ı tam da 18 Temmuz saldırısının ardından, Temmuz 2006’da İsrail işgalini püskürterek elde ettikleri zaferin Suriye’nin desteği sayesinde olduğunu açıklayarak Esad yöne-

timiyle kader birliği içinde olduğunu ilan etti. Rusya ise temkinini korumakla birlikte savaş gemilerini Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Rus askeri üssü olan Tartus Limanı’na yönlendirdi. Çok sayıda ülkenin güdümünde hareket eden Suriyeli muhalifler ise Fransa, Katar gibi farklı angajmanlarına bağlı olarak inisiyatif ve liderlik yarışına girerek bu süreçte de iç zayıflıklarını gideremedi. Tüm bu gelişmeler kısa sürede sonuçlanmayacak bir çatışmaya işaret ederken ülkenin en büyük coğrafi bölgesi olan ve Alevi, Sünni ve Hıristiyan nüfusun binlerce yıldır iç içe yaşadığı Humus gibi vilayetlerde mezhepsel ayrımlar giderek öne çıkıyor. Çapraz ateş altında sesi giderek kısılan bağımsız halk muhalefetinden sosyalist lider Ali Haydar gibi isimler iki tarafta da aşırı unsurlar olduğundan söz ederken Müslüman Kardeşler ve Selefiler ise doğrudan mezhepçi bir temelde örgütlenerek Alevi mahallelerini hedef alabiliyor.

En uzun sınırımız artık Kürdistan’la S

uriye’deki çatışma sürecinde birlikte hareket etme kararı alan Kürt güçleri, Suriye Kürdistanı’ndaki kentlerin kontrolünü ele geçirerek kendi yönetimlerini kurmaya başladı. Böylece Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerin de özerklik yolunda adım atmaları ile Türkiye, Antakya’dan Hakkari’ye kadarki sınır komşusunun fiilen Kürdistan olmasıyla yüz yüze geldi. 19 Temmuz’da Halep’e bağlı Kobani’de (Ayn el-Arab) yönetime el koyan Kürt güçleri, Araban Nahiyesi hariç bütün yerleşim birimlerinde güvenliklerini 2011 yılında kurulan Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile sağlayacaklarını açıkladı. Yönetime el koyma sırasında hiçbir çatışma çıkmadı. Kürt güçleri, Kobani’nin ardından Afrin ve Cenderis’te de YPG ve halk tarafından yönetime çatışmasız bir biçimde el konduğunu açıkladı. Reyhanlı ve Kilis arasındaki kritik bölgede kalan Afrin kenti, PKK gerillalarının Antakya hattına geçiş güzergâhı olduğu gibi, Özgür Suriye Ordusu’nun da Türkiye ile Suriye arası geçiş hatlarından birisi. Nusaybin sınırına yakın Kamışlı’ya bağlı Amüde ilçesinde ise yönetime el koyma girişimi başladı ancak bu bölgede düşük düzeyde de olsa çatışmalar yaşandı.

PKK-BARZAN‹ UZLAfiMASI Bu gelişme PKK ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri Mesut Barzani’nin Suriye’de

yaşananlar karşısında “ulusal çıkar” temelinde ortaklaşmasının bir ürünü. Bölgenin en kitlesel ve etkili gücü PKK çizgisindeki Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) de içinde olduğu Halk Meclisi ile 16 Kürt örgütünden oluşan Kürt Ulusal Konseyi (KUK), 9-10 Temmuz tarihlerinde Erbil’de yapılan görüşmelerin ardından güçlerini ortaklaştırma kararı almışlardı. Suriye’de özyönetimlerin kurulması

karşısında Barzani, eğittiği Suriyeli Kürtlerden oluşan silahlı güçleri de bölgeye gönderdi. AKP’nin PKK’ye karşı kullanmak istediği Barzani’nin, Suriye vesilesi ile PKK ile kader ortaklığını ilerletmesi Türkiye açısından yeni bir açmaz sunuyor. Kendi Kürtlerini siyasi ve askeri operasyonlarla bir arada yaşamaya dayalı çözümden uzaklaştıran AKP’nin bu manzara karşısında ne yapacağı merak konusu.

Merkeziyetçi yerel yönetim ‘reformu’ Y

Diyarbak›r Büyükflehir Belediye Baflkan› Osman Baydemir

erel Yönetimler Çalışma Komisyonu’ndan AKP’li vekiller bir yerel yönetim raporu hazırladı. Raporun en dikkat çekici bölümlerinden biri doktor ve öğretmenleri yerel yönetimin ataması, diğeri her ilde tek bir belediye başkanı olması, bir diğeri yerel yönetimlere vergi koyma görevi verilmesi. AKP bu çalışmayla demokratik özerklik talebinin içeriğini boşaltıp Kürt sermayesinin gözünü boyamayı da hedefliyor. Rapor, neoliberal yerel yönetim hedeflerinin uygulamaya konulması anlamında önemli bir adıma işaret ediyor. Rapor, belediyelere daha fazla inisiyatif verileceği şeklinde okunsa da, bu inisiyatif eğitim, sağlık, bakım hizmetleri gibi bir dizi alanda piyasalaştırmayı hedefliyor. “Neoliberal belediyeler” hedefi merkezden

yönetimce denetlenecek. Emniyet ve jandarma birimleri İç Güvenlik Bakanlığı bünyesinde konumlandırılacak, İçişleri Bakanlığı yalnızca ve doğrudan yerel yönetimlerle ilişkilendirilecek. Rapora göre, valiliğin devletin ve hükümetin tek temsilcisi olacağı yasaya ayrıca eklenecek. Çalışmanın Kürt illerinde belediyeleri elinde bulunduran BDP ve Kürt siyasetine yönelik de hedefleri var. Rapora göre, her ilde tek bir belediye başkanı ve vali olacak. Raporda geçen, il özel idareleri ile ilçe belediyelerinin kaldırılması ve yetki alanlarının genişletilmesi önerileri, Kürt hareketi içindeki liberal kesimi memnun etmeyi hedefliyor. Ancak yerel yönetimler için öngörülen neoliberal program, yoksul Kürt halkının ihtiyaç ve taleplerini karşılayamadığı gibi, sorunlarını derinleştirecek.

B‹R AYA⁄IMIZ BATAKTA AKP sürecin başından bu yana, barışçıl çözüm olasılığını reddederek muhalifleri kışkırttı ve bu siyasetini Alevi düşmanı bir söylemle destekledi. Hatay, Kilis ve Urfa çatışmalardan kaçan Suriyeli sivillerin yanı sıra silahlı gruplara da açıldı ve askeri üs alanları haline getirildi. Silahlı grupların ve istihbarat elemanlarının cirit attığı sınır kentlerinde mülteci kamplarında isyanlar çıkıyor, savaş nedeniyle ekonomik faaliyetin gerilediği kentlerde silahlı gruplara tanınan imtiyazlar kent halkında hoşnutsuzluk yaratıyor. Esad karşıtı silahlı grupların üssüne dönüştürülen Antakya, Suriye halkı ile tarihsel ve akrabalık bağları bulunan Arap Alevisi nüfusu ile gerilime en açık kent halinde. 18 Temmuz saldırılarının ardından AKP medyasında eş zamanlı olarak Alevileri hedef gösteren haberlerin yayımlanması ise, iktidar çevrelerinin bu gerilimi kaşıyabileceği şüphelerini gündeme getirdi. Haberler.com internet sitesinin “Binlerce Alevi’nin Esad’ı desteklemek için Suriye’ye geçtiği”, “Alevilerin muhaberata çalıştığı” yönündeki haberleri kısa sürede internet ortamnda yayılırken, Yeni Akit gazetesi de Sivas Katliamı’nda ölenlerin yangın sonucu değil birbirlerini vurarak öldürdüğü asparagasını günlerce manşete taşıdı. Öte yandan AKP, Suriye Kürtlerinin PKK’ye yakın PYD liderliğinde özyönetimlerini kurmasıyla Antakya’dan Hakkari’ye Kürdistan’la komşu olduğu gerçeğiyle yüz yüze geldi. Hükümetin dışlayıcı politikası karşısında giderek kopuş eğilimleri güçlenen Türkiye Kürtlerine “kötü örnek” olabilecek bu gelişme karşısında AKP’nin şu anda izlediği çizgi ise askeri ve siyasi operasyonlarla dışlamayı sürdürmek olarak şekilleniyor. Bu koşullarda AKP’nin Suriye’de savaşı tırmandırması, Türkiye’de de Alevileri ve Kürtleri hedef alan mezhepçi-faşist bir çizginin izlenmesini beraberinde getiriyor. Bu ilerleyiş, savaş karşıtı muhalefetin önüne özgün görevler yüklüyor.

Avantaj Kürtlerde Kürt sorunu BDP ve DTK’nin 14 Temmuz’da Diyarbak›r’da düzenlemek istedi¤i mitinge yönelik iktidar sald›r›s› ve Suriye Kürtlerinin özyönetimler kurmas› ile yeni bir aflamaya girdi. Öcalan üzerindeki tecrit sürerken askeri ve siyasi operasyonlarda geri ad›m atmayan AKP, tasfiye edemedi¤i Kürt hareketinin bölgesel geliflmeler nedeniyle daha da güçlendi¤i gerçe¤i ile karfl› karfl›ya. Suriye’deki iç savafl ortam›nda Kürtlerin yo¤un olarak yaflad›¤› Afrin, Deriko Hamko ve Kobani gibi kentlerin Kürtlerin olufltu¤u halk komitelerinin eline geçmesi bölgedeki dengeleri de¤ifltirdi. Kandil’den ve BDP’den gelen aç›klamalar da yeni güç dengesinin Kürtlere sa¤lad›¤› avantaj› yans›t›yordu. Suriye Kürtlerinin özyönetimler kuyrdu¤u 19 Temmuz günü konuflan PKK liderlerinden Murat Karay›lan, Ramazan’da ateflkes olmayaca¤›n› duyurdu. Karay›lan, Kürt halk›na yönelik bir sindirme savafl› oldu¤una ve Roboski’de yaflanan katliam›n aç›kca sivil katliam olmas›na ra¤men orta yerde kalmas›na dikkat çekti. Karay›lan, ateflkesin kendilerinden beklenmesinin yanl›fl olaca¤›n› ve Erdo¤an’›n ad›m atmas› gerekti¤ini söyledi. Ramazan’›n ilk günü Diyarbak›r’da iftar çad›r›nda bir aç›klama yapan BDP Efl Genel Baflkan› Selahattin Demirtafl da “BDP olarak arzuluyoruz ki akan kan dursun çözüm sürecine girilsin. Bence top Baflbakan'dad›r” diyerek, AKP’nin s›k›flm›fll›¤›na gönderme yapt›.


5

DÜNYA 26 Temmuz 2012 / 8 Ağustos 2012

Halk›n Sesi

GÖMLE⁄‹M‹N RENG‹ KIZARDI, ‹fiÇ‹ ARKADAfiIMIN KANIYLA

Bu bizi dinlemelerinin tek yolu

7

iklim 5 kıta

İ

spanyol maden işçileri mayısın sonundan bu yana süresiz grevde. Grev İspanyol hükümetinin bankaları kurtarmak için on binlerce işçiyi işsiz bırakacak kamu kesintilerine gitme kararına karşı örgütleniyor. İşçiler yalnızca iş bırakmıyor, hükümetin kapatmayı planladığı madenleri korumak için kelimenin gerçek anlamıyla savaşıyor. Madencilerin grevine müdahale için gönderilen polisler, üretim araçlarını silaha dönüştüren işçilerin direnişiyle karşılaşıyor. Yollara barikat kuran işçiler, tepelere mevzilenerek el yapımı roketlerle polisi püskürtüyor. Zapatistaları andıran kar maskeli işçiler, basına yaptıkları açıklamalarda “Bu bizi dinlemelerinin tek yolu” diyor. “Bizler çocuklarımızın ekmeği için savaşıyoruz. Bu bizim son şansımız. Bunu biz istemedik. Onlar istedi. Diğer sektörlere sürüyle para akıtıyorlar. Ama kömürü savunmak için 4 Avro bile yok. Aslında para var. Bankaları kurtarmak için para var.” “Bizler basit işçileriz. Sadece haklarımızı savunmak istiyoruz. Şu anda bize karşı bir savaş yürütülüyor. Size sadece şunu söylemek istiyorum, bizler terörist değiliz. Ekmeğimiz için mücadele ediyoruz.” İŞÇİDEN AL BANKAYA VER Madencilerin direnişine yalnızca maden kasabası sakinleri değil bütün ülke destek veriyor. Konut balonuna yaslanan finans sektörünün krizinin ardından, bankaları kurtarmak için 80 milyar dolarlık kesintiye giden hükümet, kamu emekçilerinden sanatçılara geniş kesimlerin tepkisiyle karşı karşıya. Çünkü bankaların kasasına aktarılacak olan bu kesintiler kamu işletmelerinden, sağlık hizmetlerinden, kamu emekçilerinin maaşlarından yapılan kesintilerle ve ek vergilerle halkın sırtına yıkılıyor. İşsizlik oranının gençlerde yüzde 50 olmak üzere, toplamda yüzde 25’i bulduğu ülkede kamu desteklemeleri kaldırılınca madenler kapanacak ve 8 bini maden işçisi 30 bine yakın kişi işsiz kalacak.

Mısır’da büyük grev

M

ısır'da tekstil işçilerinin başlattığı grev ekonomiyi derinden etkilerken, grev giderek yayıldı ve 35 bin işçinin katıldığı kitlesel bir harekete dönüştü. Mısır'da tekstil işçilerinin grevi giderek büyüyor. Nil Deltası bölgesinde bulunan ülkenin en büyük tekstil şirketi Misr Eğirme ve Dokuma'daki grev Müslüman Kardeşler iktidarının engelleme girişimlerine de hedef oluyor. 23 bin tekstil işçisinin zam talebiyle başlattığı greve, birkaç gün içide 12 bin işçi daha katıldı.

Bankaları kurtarmak için 80 milyar dolar arayan hükümet, bu parayı emekçilerin işinden, aşından çalmaya kalkınca İspanya’da kelimenin gerçek anlamıyla bir sınıf savaşı başladı MADRİD’DE DEV KARŞILAMA Madencilerin direnişi bütün halk muhalefetinin sahip çıktığı bir simgeye dönüşmüş durumda. Mücadelelerini duyurmak için 22 Haziran’da yürüyüşe geçen 4’ü kadın 80 maden işçisi 11 Temmuz’da Madrid’de 150 bin kişi tarafından karşılandı. İşçiler bakanlıklara doğru yürüyüşe geçince polis plastik mermi ve gaz bombalarıyla saldırdı. Halk da saldırıya taşla yanıt verdi. Polisin plastik mermi kullanması sonucu çok sayıda kişi yaralandı ve hastaneye kaldırıldı.

İŞÇİ ARKADAŞIMIN KANIYLA… Madrid’deki çatışmanın ardından basına yansıyan görüntüler İspanyol madencilerini anlatan bir marşın dizelerini hatırlatıyordu: “Gömleğimin rengi kızardı, işçi arkadaşımın kanıyla…” Hükümet, Madrid eyleminin ardından öfkeyi yatıştırmak bir yana daha da büyütecek açıklamalar yaptı. 80 milyar dolarlık kesintinin kamu emekçilerinin maaşları dondurularak ve KDV oranları yüzde 3 oranında artırılarak yapılacağının öğrenilmesi üzerine emekçiler yeni eylem

programları açıkladılar. BEŞ YIL ÖNCE TÜRKİYE’YDİ Yaz başında Türkiye’ye gelen Marksist kentbilimci David Harvey, Türkiye’nin bugünkü halinin İspanya’nın 5 yıl önceki halini anımsattığını söylemişti. Ekonomik gelişimini bir şantiyeler ükesine dönüşerek sürdüren İspanya, bir süre sonra bu sağlıksız gelişmenin bedelini iflasın eşiğine gelerek ödedi. Kapitalizmin kısa vadeli başarı öyküleri uzun vadede benzersiz bir çöküşe yol açtı.

Emeğin öfkesi güneşin kapısında Ç

oğunluğu genç yüz binlerce kişi 15 Mayıs 2011’de İspanya’nın Sol Meydanı’na (Puerta de Sol) kamp kurdu. Kendilerine Öfkeliler (Los Indignados) diyen bu insanlar, daha sonra Batı Avupa ve Kuzey Amerika’da İşgal Et ve Yüzde 99 hareketlerinin doğuşuna da ilham oldu. Genç işsizlik oranlarının yüzde 50’yi bulduğu ve giderek arttığı ülkede Öfkelilerin öfkesi de bir gelecek vaat etmeyen kapitalizme ve onu temsil eden siyasi sisteme yöneldi. Hareket bir yıl içinde sönümlenmeden canlılığını korudu ve 15 Mayıs 2012’de kitlesel bir mitingle ortaya çıkışını kutladı. Puerta de Sol, Türkçeye bire bir çevrildiğinde Güneşin Kapısı anlamına geliyor. Ve şimdi güneşin kapısı İspanya halkının kapitalist düzene karşı öfkesine liman oluyor. Sol Meydanı madencilerin başkent yürüyüşünün ardından şiddetli çatışmaları takip eden hafta işçi ve kamu emekçisi konfederasyonlarının eylemine sahne oldu.

80 KENTTE EYLEM İspanya halkı, 20 Temmuz’da ekonomik krizin yükünü emekçilere ve yoksullara yüklemek isteyen hükümete karşı 80 kentte sokağa çıktı. Yüz binler kemer sıkma paketleriyle krizin yükünü emekçilere yüklemek isteyen hükümeti, ülkenin 80 kentinde istifaya çağırdı. Kamu sektöründeki 65 milyon Avroluk kesintinin, maaşlarının dondurulması yoluyla yapılacağını öğrenen kamu emekçileri, eylemlere son yıllarda gözlenen en kitlesel katılımı sağladı. Kamu çalışanları, emek düşmanı politikalar ile krize sürüklenen ülkenin, yine emek düşmanı politikalarla krizden çıkmasını kabul etmeyeceklerini ifade ettiler. Kamu emekçileri, milletvekillerinin maaşlarının kesilmesini ve haklarının kısıtlanmasını talep eden dövizler de taşıdılar. MADRİD'DE ÇATIŞMA Ülkenin 80 kentinde gerçekleşen eylemlerin başkent Madrid ayağında halka polis saldırdı. On binlerce kişiye plastik mermilerle ve biber gazlarıyla saldıran polis, onlarca kişinin yaralanmasına neden oldu. İşçi ve kamu çalışanları konfederasyonları, kemer sıkma paketlerinden vazgeçilmediği takdirde eylemlerini daha da büyüteceklerini açıkladı ve ilk tarih olarak 27 Temmuz'u belirledi. 27 Temmuz günü ülkenin dört bir yanındaki emekçiler ve yoksullar meydanları bir kez daha dolduracak.

Barışçıl gösteriyle oyalanmak yok Madenlerini savunurken el yap›m› roketlerin kullan›ld›¤› barikat çat›flmalar›na giriflen iflçiler haklar›n› arayacak baflka bir yol kalmad›¤›n› söylüyor. Çünkü yasal hak arama yöntemleri ya kulland›r›lm›yor ya da art›k fiilen ifle yaram›yor. ‹flçi s›n›f›n›n sendika, grev, toplu sözleflme gibi kazan›lm›fl savunma araç ve yöntemlerini ortadan kald›rmay› amaçlayan neoliberal düzenlemeler, 2008 krizi ile birlikte iflçi s›n›f› için tam bir deli gömle¤i haline geldi. Bu deli gömle¤ini reddeden iflçiler ise Avrupa’n›n pek çok ülkesinde eski militan ve fliddete dayal› direnifl geleneklerini canland›rd›. “Bu ülkede iflsiz insan, insan say›lm›yor” diyen Frans›z iflçiler de 2009’da fabrikalara sabotaj, patronlar› kaç›rma, rehim alma ve televizyon kameralar›na sald›rma gibi yöntemlere baflvurmaya bafllam›flt›.

Bin Ali’ye müebbet

T

unus'ta geçtiğimiz yıl başında yaşanan halk ayaklanması sırasında iktidardan devrilen Zeynel Abidin Bin Ali, isyan sırasında yaşamını yitirenlerin ölüm emrini verdiği için sorumlu bulundu ve müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bin Ali, daha önce de yargılandığı iki davada 35 ve 20 yıl hapis cezalarına çarptırılmıştı. Eski İçişleri Bakanı Refik Bilhac Kacem 15 yıl, dönemin güvenlik şefi 20 yıl hapse çarptırılırken, 40 civarı yetkili ise 5 ile 20 yıl arasında hapse mahkum edildi. Halk isyanı başladığında Fransa’nın desteklediği Bin Ali daha sonra Suudi Arabistan’a sığınmıştı.

Peru’da evsizlere saldırı

P

eru çevik kuvvet polisi, evsizlerin işgal ettiği Puerto Dos Tallos bölgesine saldırdı ve üç saatlik çatışmanın ardından binlerce kişiyi bölgeden çıkardı. Mahkemenin özel mülkü işgal ettikleri yönünde kararına karşı yerleştikleri alanı terk etmeyen halkla çevik kuvvet polisi arasında çatışma yaşandı. Peru halkı, polisin gaz bombalı saldırısına taş ve sopalarla karşılık verdi. Evsizlerin barınma mücadelesi 2011'den beri benzer çatışmalara konu oluyor. Latin Amerika’nın And bölgesinde yer alan yerli nüfus ağırlıklı Peru, kıtada gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler arasında.

Kıbrıs’tan AKP’ye: Yakamızdan düş! K

ıbrıslılar Tayyip Erdoğan'ın olaylı ziyaretinin yıldönümünde AKP’yi protesto etti. Polis şiddetinin yaşandığı eski Kıbrıs Türk Hava Yolları (KTHY) önünde yeniden bir araya gelen örgütler, geçen yıl yaşananları ve Beşir Atalay'ın ada muhalefetinin dinamik bileşeni emek örgütlerini hedef gösteren 'KKTC sendikalar cumhuriyeti' şeklindeki açıklamalarını kınadı. Eyleme sendikalar ve Baraka gibi kitle örgütleri ve sol partiler katıldı. Geçen yıl açılan “Bir verip beş alıyorsun, utanmadan besleme diyorsun” pankartı ve polis şiddetinden fotoğraflar taşınırken bazı eylemciler bu sloganın yer aldığı tişörtler giydi. Eylemciler adına açıklama yapan Kıbrıs Türk Amme Memurlar Sendikası (KTAMS) Başkanı Ahmet Kaptan şöyle konuştu: “20 Temmuz'u unutmadık, unutturmayacağız. AKP ve işbirlikçi Ulusal Birlik Partisi (UBP) bugün uygulamalarla Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadele-

lerini engelleyemeyecek. Bu memleket bizim, biz yöneteceğiz şiarı ile meydanlara toplanan Kıbrıslı Türkler, kim olduğunu gösterdi. Kendi kendimizi yöneteceğimiz federal bir ülke için mücadele edeceğimizi haykırıyoruz.” GEÇEN YIL NE OLDU? Hükümetin emek düşmanı ekonomi paketine karşı Kıbrıslı emekçilerin öfkesinden AKP de nasiplenmişti. Mitinglerde “Ankara elini yakamızdan çek” gibi pankartlar açılınca AKP sözcüleri “besleme” yakıştırmasında bulunmuş, bu da adadaki tepkiyi yükseltmişti. Erdoğan’ın adaya gidişi de protestolara yol açmış, Kıbrıs sokakları o güne dek görülmemiş bir polis terörüyle ablukaya alınmıştı. KTAMS binası tarumar edilmiş, KTHY önündeki emekçiler dövülerek gözaltına alınmıştı. Her şeye rağmen sokağa çıkan sendikalar ve Baraka gibi kitle örgütleri tepkilerini göstermişti.

ILO’dan işsizlik uyarısı

U

luslararası Çalışma Örgütü (ILO) AB hükümetlerinin kemer sıkma önlemlerini devam ettirmesi halinde 4,5 milyon kişinin daha işsiz kalacağı ve AB’deki işsiz sayısının 22 milyona çıkacağı uyarısında bulundu. Ekonomik sıkıntıların sadece Avro bölgesiyle sınırlı olmayıp küresel ekonominin tamamının tehlike altında olduğu uyarısında bulunan ILO, hükümetleri yeni kemer sıkma önlemleri değil, iş ve büyüme yaratan politikaları benimsemeye çağırdı. İspanya yüzde 25 işsizlik oranı nedeniyle kitlesel bir halk muhalefeti ile karşı karşıya.

Erdoğan geçen yıl Kıbrıs’ı ziyaret edince o güne dek görülmemiş bir polis terörü yaşanmıştı


6

İNSANCA YAŞAM 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

Haydutlar ve eflk›yalar rabzon Solaklı'da yaşananlara hepimiz şahit olduk. Derebaşı Enerji AŞ isimli bir şirket, Solaklı Deresi üzerine 11,3 megavat kurulu gücü olan bir HES yapmak istiyor. Solaklı köylüleri ise derelerine kelepçe vurulmasını istemiyor. Kısaca anlatmak gerekirse köylüler, HES şantiyesine indi, yaşanan arbedeler sonucunda köylülerden ve HES şirketi çalışanlarından yaralananlar oldu. 200 köylü jandarma ablukasıyla çevrildi. 105 köylünün ifadesi alındı, 5 köylü gözaltına alındı ve sonra bırakıldı. W. Arnold'un anlatımıyla; XIV. Yüzyılda Almanya'da soylular sürekli olarak haydutluk yaparak yoksul halkın neyi var neyi yoksa el koyarlarmış. O dönem bir halk ozanı genç bir soyluya şu öğüdü vermiş: “Yeşil ormana gizlen ve odun toplamaya gelen köylüyü görür görmez hemen üstüne saldır. Boğazını sık ki keyfin yerine gelsin. Atıyla birlikte neyi var neyi yoksa al ve git.” XIV. Yüzyılın soyluları bugünün burjuva sınıfı ya da sermaye sınıfı, haydutluk geleneğini sürdürmeye devam ediyor. İktidarı, kaynakların dağıtımını, denetimini ellerinde tutuyor. Dün yüzüne bakmadıkları doğal varlıklar bugün değer kazanınca hemen üstlerine üşüşüyor, etrafındaki köylüMustafa lerin boğazını sıkıyor, Eberliköse derelerini, ormanlarını, eberli@ yaşam alanlarını ellerinden sendika.org alıyor ve gidiyor. Sermaye sınıfının tüm bu haydutluklarına göz yuman iktidarın padişahları ise arkada kalanları temizliyor, boğazı sıkıldığında ölmemiş köylü varsa ya gazlarla boğarak öldürüyor ya da hapishanelerine gönderiyor. Tüm bunların karşısında bir de bu toplumsal düzeneğe karşı kafa tutan eşkıyalar var. Eşkıyalar, mevcut sosyoekonomik ve siyasal düzeneğe meydan okuyorlar. Her kafa tutuşlarında belki bilinçli, belki de bilinçsizce çatlaklar yaratıyorlar. Çünkü bu eşkıyalar, para ve kâr üzerine kurulu bir topluma kapılıp gitmek yerine kapitalizmin dünyayı perişan etmekte olduğunu görüyor ve bunu yüksek sesle dillendiriyorlar. Toplumsal düzeneğe adapte olmaya çalışan birçoğumuza göre belki de yel değirmenlerine karşı Don Kişotluk yapıyorlar. İçlerinde Robin Hood, Panço Villa, belki de İnce Memed'i barındırıyorlar. Ama biliyorlar ki, nesilden nesle aktarılacak olan onların hikâyesidir; kapitalizme ve şirketlere karşı bir başkaldırı hikâyesidir. Eşkıyalar, kapitalizme meydan okumak zorundalar. Çünkü kapitalist birikim denilen süreç bugün giderek ortak kamusal zenginlikleri özel mülkiyete dönüştürerek büyük bir mülksüzleştirme yaratmaktadır. Haydut biçimine dönüşmüş kapitalistler; ormanları, meraları, kıyıları, madenleri ve dereleri yani suları yeni değerlenme alanı olarak kapitalist birikim sürecine entegre ediyorlar. Naomi Klein'ın ifadesi ile “felaket kapitalizmi” dünyanın dört bir tarafında ama özellikle devlet yapılarının zayıf olduğu ülkelerde doğal varlıklar biçimindeki ortak zenginliklere el koymaktadır. Ortak zenginlikler özel mülkiyet haline getirilerek şirketlere peşkeş çekilmektedir. Eşkıyalar, Abdulkadir Konukoğlu'nun ifadesi ile “gözü açılmış” haydutların enerji ihtiyacını karşılama girişimlerine, temiz enerji üretme kaygılarına, dışa bağımlılığı azaltma ideallerine çomak sokuyorlar. Haydutların birikim zorunluluğunu devam ettirmek için ya da sermayelerinin değersizleşme krizleri karşısında buldukları ilacı “boşa akan derelere” döküyorlar ve denizin dibine kadar gönderiyorlar. Çünkü eşkıyalar yaşam alanlarıyla ilgili alınan karar mekanizmalarından dışlanmış durumdalar. Bu da yetmezmiş gibi kapitalist birikimin yaratacağı tahribatın tüm olumsuzlarını yaşayacak “risk toplumu”nu oluşturuyorlar. Sınırsız ve açık biçimde erişebildikleri dereleri tel örgüler ve duvarlarla kendilerine yasaklanmış durumda. Artık balık tutamıyor, yüzmeyi derelerinde öğrenemiyorlar. Tarım yapamıyor, nefes dahi alamıyorlar. Solaklı'da şahit olduğumuz budur işte. Haydutlar ve eşkıyaların çarpışması. Bu çarpışmanın galibi henüz belli değil. Ama bizim bildiğimiz bir öğreti var; eşkıyalık, büyük bir hareketle birleştiğinde; toplumu değiştirebilecek olan ve değiştiren bir gücün parçası haline gelir.

T

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Nereden baksan tutarsızlık ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

“O

TOKİ mezarlarına girmemişiz de canımızı kurtarmışız. Bizim evlerimiz TOKİ’ninkiler kadar suya gömülmedi. Afet Yasası’nı merak eden gelsin, Samsun’a baksın” diyordu Samsunlu bir felaketzede, kendisini ziyarete gelen Barınma Hakkı Meclisi temsilcilerine. Selin üzerinden 10 gün geçmişti, ama ne Samsun Büyükşehir Belediyesi’nden ne de Canik Belediyesi’nden hiçbir yardım görmemişlerdi. AKP tarafından apaçık sokakta bırakılmışlardı. Barınma Hakkı Kongresi’nin sonuç bildirgesinde “hak ihlallerine karşı ortak mücadele ve mağdur olan kesimlerle etkin dayanışma” sözü veren Barınma Hakkı Meclisi, Samsun’daki sel felaketinin ardından bir heyet oluşturarak soluğu kentte aldı. Bölgede geniş çaplı incelemelerde bulunan ve sel mağdurlarıyla görüşmeler gerçekleştiren heyet, izlenimlerini sıcağı sıcağına Halkın Sesi ile paylaştı. TEK SEBEP RANT! Bir yandan Samsun’da çektikleri fotoğrafları gösteren heyet, diğer yandan felakete sebep olan AKP uygulamalarına değinerek söze başladı: “Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; bu Canik’teki felaketin tek sebebi kentsel dönüşümden elde edilen ranttır” diyen Fuat Keser, projedeki hataları anlatmaya koyuldu: Konutların yanı başındaki derenin akış güzergahı değiştirilmişti ve eski güzergah yığma toprakla doldurulmuştu.

Barınma Hakkı Meclisi: ‘Rantla yükselen TOKİ konutları, değiştirilen dere yatağı, dökülen sel kapanı… Afet Yasası’nı merak eden Samsun’a baksın!’ kaleler nasıl yıkılırsa öyle sel suları altında kalmış” diyen Mansuroğlu felaketin öğle saatlerinde yaşanması halinde sonuçlarının çok daha ağır olabileceğinin altını çizdi. TOKİ’nin, DSİ’nin, Canik Belediyesi’nin ve Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin rant sevdalarının insanların ölümüne yol açtığını vurgulayan Candaş Türkyılmaz ise “Bunlar ne uzmanlara soruyorlar, ne meslek odalarına, ne de vatandaşa. Bir de hiçbir sorun yaşanmamış, hiçbir vatandaş ölmemiş gibi hala konut dikiyorlar oraya. Bunun adı rant hırsıdır, bunun adı halk düşmanlığıdır!” dedi.

Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından yapılan sel kapanı, bakımsızlık nedeniyle işe yaramamış, sular kapanı rahatlıkla aşmıştı. Yetmemiş, belediye dere yatağının ortasına enkaz döküm alanı yapmıştı. Sel kapanını aşan su, buraya gelince de yığılmış enkazı patlatmış ve enkazla birlikte akmıştı. Derelerin birleştiği alanda ise su, yolun üzerine çıkmış ve TOKİ konutlarını basmıştı.

‘KUMDAN KALELER YIKILIR G‹B‹’ Felaketin sadece TOKİ konutları ile sınırlı kalmadığını hatırlatmamız üzerine Mahir Mansuroğlu söze girdi. Rant odaklı kent politikalarının dört bir yanda gözlemlenebildiğini ifade eden Mansuroğlu, kanalizasyonların konutların yanı başındaki dereye aktığını, bunun da betonların erimesine yol açtığını aktardı:

“Şöyle düşün; iki tarafı yamaç olan, yani bir vadiden akan dere, denizle buluşuyor. Buraya bir yapı dikeceksen dere yatağından mümkün olduğunca uzağa dikersin. Peki belediye ne yapmış? Ne sağına ne soluna, doğrudan derenin üzerine alışveriş merkezi dikilmesine izin vermiş. Onu güzel göstermek için de sözde peyzaj çalışması yapmış, süslü köprüler kurmuşlar. Ama tabi tüm bu güzellik, kumdan

YEN‹ SAMSUNLAR KAPIDA İzlenimler sonrasında taleplerini sorduğumuz heyet Mamak’tan bir örnek vererek yanıtladı bizi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Mamak Üreğil’de konutları dere yatağına diktiğini belirten Fuat Keser, bu şekilde yapımı süren projelerin bir an önce durdurulması, var olan konutların ise yıkılması gerektiğini ifade etti. Barınma Hakkı Meclisi’nin Samsun raporundaki talepleri şöyle: “Yeni Samsunların yaşanmaması için Afet Yasası yürürlükten kalkmalıdır. Kentsel dönüşüm uygulamaları durdurulmalı, konutların yapılacağı alanların seçimi ve imar uygulamaları Barınma Hakkı Meclisi önerileri dikkate alınarak yeniden yapılmalıdır.”

Mamak’ta TOKİ tabutlukları Samsun’daki incelemeleri sonucu haz›rlad›klar› raporu 16 Temmuz’da aç›klayan Bar›nma Hakk› Meclisi, 18 Temmuz’da da felaketin sorumlular› olan Çevre ve fiehircilik Bakan› Erdo¤an Bayraktar, Samsun Büyükflehir Belediye Baflkan› Yusuf Ziya Y›lmaz ve Canik Belediye Baflkan› Osman Genç hakk›nda suç duyurusunda bulundu.

Meclis, Mamak Üre¤il’de Büyükflehir Belediyesi taraf›ndan dere yata¤›na yap›lan kentsel dönüflüm projesi ile ilgili bir bilgilendirme gezisi de düzenledi. 20 Temmuz’da Mimarlar Odas› ve fiehir Planc›lar› Odas› temsilcilerinin de kat›ld›¤› gezide Hatip Çay›’na yap›lan evlerin felaket durumunda karfl› karfl›ya kalaca¤› tehlikelere dikkat çekildi. Gezi s›ras›nda, evi

proje alan› içinde olan ancak sözleflmeyi imzalamad›¤› için evleri y›k›lmayan Canan Akdo¤an’›n evi de ziyaret edildi. Bar›nma Hakk› Meclisi, Hatip Çay›’n›n ›slah edilmesini, TOK‹ konutlar›n›n ilk üç kat›nda kimsenin oturtulmamas›n› ve rant amaçl› kentsel dönüflüm projelerinin sonland›r›lmas›n› talep ederek geziyi sonland›rd›.

Gökçek’in yalanlar›yla bafledebilene aflkolsun

Alümiyum pastan, göçük şirketten 393 Sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin Görev ve Sorumlulukları”nı düzenleyen 14. maddesi “Belediye; imar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel altyapı (…) hizmetlerini yapar veya yaptırır” demektedir. Ancak söz konusu belediye Ankara Büyükşehir Belediyesi, belediye başkanı da Melih Gökçek ise bu kanun maddesine “Yaşanabilecek sorunlarda ya da ölümlerde belediye hiçbir mesuliyet kabul etmez” cümlesi eklenebilir. Son bir ayda yaşanan iki örnek bunun kanıtı.

Göçük ile ilgili soruşturma başlatan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Gökçek’in “Nasıl biz sorumlu oluyoruz” çağrısına kulak verdi. Hazırlanan iddianamede 2’si ASKİ, 2’si de metro inşaatını yürüten şirketin görevlisi 4 kişi hakkında “Taksirle ölüme sebebiyet vermek” suçu ile 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası istendi. Savcılık, iddianamede sadece Gökçek’e değil, 2011’de projeyi devralan Ulaştırma ve Habercilik Bakanlığı’na da herhangi bir sorumluluk yüklemedi.

GÖÇÜ⁄ÜN SUÇLUSU 4 K‹fi‹ 22 Haziran günü İnönü Bulvarı üzerinden işine giden 35 yaşındaki Kadir Sevim “yer yarıldı, içine girdi.” Metro inşaatının neden olduğu göçüğe düşen Sevim’in cesedi, bir kilometre ötede bulundu. Olayın ardından gelen eleştirilere yanıt veren Melih Gökçek, 1999’dan 2011’e kadar geçen 12 yılda projeyi yürütenin kendileri olduğunu unutturmak istercesine “Metro yapımının Ulaştırma Bakanlığı’na devredildiğini bilmeyen bir tek devekuşları kaldı. Bizim yapmadığımız bir yerden nasıl biz sorumlu oluyoruz” demişti.

‘BORULARINIZ PASLANMIfiTIR’ Göçüğün yaşandığı gün Ankara’nın bir başka noktasında şebeke suyu testi yapılıyordu. Kimya Mühendisleri Odası’nın (KMO) Ankara suyunda düzenli olarak yaptırdığı testler, Sağlık Bakanlığı’na ait laboratuarlarda incelendi ve suda normalin 4 katı alüminyum olduğu tespit edildi. Resmi raporlara da yansıyan olayla ilgili olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi şaşırtıcı bir açıklama yaptı: “Testlerde ortaya çıktığı iddia edilen kirlilik, binaların eskiyen tesisatlarındandır.” Belediyenin gerekçesinin bilim-

5

Okumuş insanlar Van’da B

Ankara’da metro inflaat›n›n göçmesi sonucu bir kifli öldü. Olay›n ard›ndan Ankara Büyükflehir Belediyesi yukar›daki “uyar›”y› ast›. sel hiçbir yanı olmadığını söyleyen KMO yönetimi, “Paslı olan tesisat ile alüminyum arasında bir ilişki yoktur. Tesisatın paslı olması durumunda suda alüminyum değil, demir miktarı artar” dedi. Şebeke suyunun içilmemesi çağrısı yapan KMO’ya Ankara Tabip Odası ve Türk Halk Sağlığı Kurumu’ndan

da destek geldi. Ankara Tabip Odası, “İnsan sağlığı için tehlikeli olabilir. Vücutta alüminyum birikmesi halinde organ yetmezliği ve kalıcı sakatlıklar yaşanabilir” derken, Türk Halk Sağlığı Kurumu da alüminyum oranının düşmemesi durumunda Kurtboğazı suyunun kesilebileceğini söyledi.

‘O başbakan buraya gelecek’ Y

aşam alanlarının ortasına yapılmak istenen çöp tesisleri, ranttan çok tepki doğuruyor. Trabzon Turup’ta çöp tesisi yapılmasına karşı gelişen tepkilerin ardından, Giresun’un Görele ilçesinde de çöp tesisi yapılmak istenen alana giden halk, 13 Temmuz gecesi tesisin yapılacağı alanda iş makinelerinin çalışmasını engelledi. İş makinelerine eşlik eden jandarma

ve çevik kuvvet polislerinin biber gazlı ve coplu saldırısına uğrayan köylülerden 20’si gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar Görele İlçe Jandarma Komutanlığı’na götürülürken, onlarca kişi de tesise giden resmi araçları engelledi. İki aylık bir bebeğin annesinin gözaltına alınmasına tepki gösteren Kovanpınar Köyü Muhtarı Bayram Çınar, yaşananlardan vali ve

AKP’nin sorumlu olduğunu söyledi. Havva Güldal, valinin taleplerini dinlemediğini söylerken, Fatma Durmuş ise seçimlerde oy verdiğini söylediği Tayyip Erdoğan’a “Biz çöpçü değiliz. Çare yok. O başbakan buraya gelecek” dedi. Gözaltına alınanlar ertesi gün serbest bırakılırken, bölge halkı çöp tesisine karşı mücadele edeceklerini açıkladı.

eş yıldır gerçekleştirdiği “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” çalışması ile Türkiye’nin dört bir yanında binlerce çocukla buluşan Öğrenci Kolektifleri, bu yaz kardeşlik elini depremin vurduğu Van’a uzattı. Üniversiteliler, 14-29 Temmuz tarihleri arasında Halkevleri Van Çocuk Evi’nde Vanlı çocuklar ve Van halkıyla buluştu. Eğlenceli matematik, eğlenceli bilim, drama, koro ve satranç dersleri veren üniversiteliler, çocukların en sevdiği faaliyet olan film gösterimlerinin de sık sık gerçekleştirildiğini belirtti. Van’daki çalışmalarının yanı sıra kentin durumuna dair bilgiler veren Öğrenci Kolektifleri üyesi Ozan Gündoğdu, “En büyük sorun suların kesik olması. Her gün tankerlerle su taşınıyor. Van Belediyesi yönetiminin büyük çoğunluğu KCK operasyonlarıyla tutuklandı. Bu da belediye hizmetlerinin yürümesini aksattı” dedi. AKP’li meclis üyelerinin ve valinin de çözümden yana olmadığının altını çizen Gündoğdu, Van halkının deprem ve sonrasında yaşananların ardından AKP’ye büyük öfke duyduğunu ifade etti.


7

İNSANCA YAŞAM 26 Temmuz 2012 / 8 Ağustos 2012

Halk›n Sesi

V ELİLERİN, ÖĞRENCİLERİN, ÖĞRET MEN LERİN 4+4+4 EY LEM LERİ SÜRÜYO R

Yaygın, kitlesel, çoğul, militan... Harita neler diyor?

Velilerin eylemleri Halkevleri eylemleri Eğitim-Sen eylemleri

4

+4+4 yasasına karşı tüm Türkiye'de tepkiler devam ediyor. 4+4+4’ün eğitim sisteminde yaratacağı sonuçlara karşı toplumsal muhalefetin birçok bileşeni eylem yaptı. Yasanın meclise geldiği 27 Mart'ta eğitim emekçileri birçok ilde eylemdeydi. Ankara'da meclise yürümek isteyen emekçiler polis barikatıyla karşılaştı. Aynı gün İzmir'deki eğitim emekçileri, yasaklı Konak Meydanı’na girdi. Çorum’da beş bine yakın eğitim emekçisi eylemlere katıldı. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi birçok mahallede halk toplantıları örgütledi. Bu toplantılarda 4+4+4'e meydan okuyan veliler, öğretmenler, öğrenciler okulların kapandığı gün bir araya geldi. Okulların imam hatip ortaokullarına ve liselerine dönüştürülmesine karşı veli eylemleri de tüm yurtta sürüyor. Okulların kapanmasına bir ay kala başlayan eylemler okullar kapandıktan sonra da devam etti. Velilerin tepkileri kimi zaman kendiliğinden açığa çıkarken kimi

Okullar tatil oldu, eylemler sürüyor, veliler bastırıyor, AKP’nin valisi kaymakamı sıkışıyor, eylemler birçok kente yaygınlaşıyor zaman da Eğitim-Sen, Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi gibi kurumlarla örgütlendi. Bazı eylemler de okul aile birlikleri çağrısıyla gerçekleşti. Farklı eylem biçimleriyle sokağa çıkan veliler okul önlerinde kürsüler kurdu, yolu trafiğe kapattı. Kaymakamlık, valilik, il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin önlerini eylem alanına çevirdi. Bu tepkiler kimi zaman AKP karşıtlığı ve 4+4+4'e topyekun bir itiraza dönüşürken kimi zaman AKP tabanından velilerin 'imam hatiplere karşı değilim ama okulumuzun dağıtılmasını istemiyoruz' sözleriyle sokağa taşındı. AKP’NİN YOK SAYDIKLARI 4+4+4 eğitim modeli tartışılmaya başlandığı günden bugüne birçok yerde toplumun çeşitli kesimlerini dışlayarak uygulamaya konuldu.

Bunun en çarpıcı örneği Kartal Zekeriya Göçer İlköğretim Okulu'nda yapılan eylemlerde görüldü. 3 bin kişinin katıldığı eylemde kitleselliğin yanı sıra farklı toplumsal kesimlerden velilerin bir araya gelmesi de dikkat çekti. Kartal'da Alevilerin yaşadığı bir mahalle olan Karlıktepe'de veliler, kaymakamla görüştü. Kaymakamın ‘okulun adını Hacı Bektaş Veli İmam Hatip Ortaokulu yapalım’ önerisine veliler, kaymakamlık önünde yaptıkları oturma eylemleriyle cevap verdi. Ardından Ankara'ya giden veliler Milli Eğitim Bakanlığı önünde eylem yaptı. Sarıyer’de engellilere özel düzenlenen okulun, fazla kayıt olmadığı bahanesiyle imam hatip yapılması da bu örneklerden biri. BİRLEŞİYOR, KAZANIYORLAR Bazı illerde eğitimin sorunlarına

karşı parçalı mücadele eden veliler birleşerek eylemler örgütledi. 20 bin öğrenciyi etkileyecek etüt ve beslenmeli okulların kapatılmasına dair Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in “Etütlü okulları belirli bir sınıfa ayrılmış imtiyaz olarak görüyorum” sözlerine veliler sokakta yanıt verdi. İstanbul’da 19 etütlü beslenmeli okulun velileri, eylemlerde 'imtiyaz değil hak' isteyerek tüm çocukların etüt ve beslenmeli okulda eğitim görmesi gerektiğini sloganlarına, pankartlarına taşıdı. Mersin Tarsus'ta genelge yayımlanmadan okullarının dağıtılacağı bilgisini alan Ahmet Yesevi İlköğretim Okulu velileri okul aile birliği çağrısıyla mahalle parkında düzenledikleri toplantı ve okul önünde yaptıkları eylemlerin okullarının dağıtılmasına engel oldu. Velilerin bu

eyleminin örnek alan Turgut İçerön İlköğretim Okulu ve Atatürk İlköğretim Okulu velileri de bir birlerine destek vererek yaptıkları eylemlerle Mersin'de üç okulun dağıtılmasına engel oldu. VALİ: ‘4+4+4 ÇOK SORUNLU’ Velilerin eylemleri kaymakamları, vali yardımcılarını, il ve ilçe milli eğitim ve okul müdürlerini sıkıştırdı. Ankara'da valilikle yaptığı görüşmede “4+4+4 çok sorunlu” diyen vali yardımcısı; 'Bu yasayı beğenmiyorsanız bu ülkeden gidin' diyen İzmir İl Milli Eğitim Müdürü; Isparta'da 'okulun imam hatip lisesine çevrilmesine karşı çıkarsak bakanlığa ayıp olur' diyen okul müdürü sadece bunlardan birkaçı. Tüm ülke çapında yaygınlaşan eylemler AKP'nin 4+4+4 eğitim modelindeki ısrarının ummadığı bir çatışmaya yol açabileceğini gösteriyor. Eylül ayında velileri, öğretmenleri, öğrencileri sadece bir kaos değil, iddalı bir mücadele bekliyor.

Ankara’da yazılır okul önünde bozulur H

alkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin çağrısıyla temmuzda 4+4+4’ü geri çektirme hedefiyle bir imza kampanyası başladı. Bu kampanyayı önemli kılan, yasanın geniş kitlelerce tepkiyle karşılanması ve kampanyanın AKP hükümetine bir meydan okuma niteliği taşıması. Kampanya, tepkili velilerin mücadelenin öznesi olacağı bir biçimde örgütlenirse iktidar koltuğunu dahi sarsabilir. 4+4+4 sadece birkaç velinin sorunu değil, güvencesiz çalışan işçilerin, evi başına yıkılan yoksulların, deresine şirketlerce el konulan köylülerin, zorunlu din dersine karşı mücadele eden Alevilerin, ana dilde eğitim isteyen Kürtlerin, öğretmenlerin, öğrencilerin, ev kadınlarının, kısacası herkesin sorunu. Kimi seçmeli din derslerinden rahatsız, kimi imam hatiplerden kimi de okula başlama yaşının düşürülmesinden. 4+4+4 sistemini “çocuklarımızı

Bir kazanım da Ankara’dan

Halkevleri 4+4+4 yasasına karşı tepkileri ülke çapında başlattığı imza kampanyasıyla birleştiriyor, ‘Yasayı okul önlerinde işlemez hale getireceğiz, 4+4+4’ü durduracağız’ diyor işçileştiren, eğitimi daha da piyasalaştırıp bizleri özel okulların kucağına atan” bir tehlike olarak gören herkes, bulunduğu noktadan müdahale etmeye çalışıyor. Türkiye'nin dört bir yanında okul önleri eylem alanına dönüyor. AKP'nin kalesi Fatih’te bile “okuluma dokunma” diyen sesler yükseliyor. YASA, TUTANIN ELİNDE KALIYOR Okula başlama yaşını 60 aya indirdiler; ama yeterli öğretmen yok. Uzmanların uyarısına rağmen 5 yaşındaki çocuğu ilkokula kaydediyorlar. Öğrencilerin hangi okullara nasıl sığdırılacakları belirsiz. İlköğretimin 4 yıl olması birçok okulda kadro fazlası öğretmen doğuracak; bu öğretmenlerin akıbeti belirsiz. AKP de yasa konusunda tek vücut değil. Çatlak sesler AKP medyasında da yükseliyor. Zaman’dan Mümtazer Türköne,

Ankara fiirintepe’de Aç›kal›n ‹lkö¤retim Okulu velileri okullar›n›n da¤›t›lmas›na karfl› verdikleri mücadeleyi kazand›. 'Okuluma Dokunma' diyerek toplad›¤› imzalarla birlikte 8 Haziran'da Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi'yle

eylülde AKP’yi kaosun beklediğini söylüyor. HER İMZA BARİKATTA BİR TUĞLA Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin çağrısıyla mahallelerdeki halk toplantıları ve 8 Haziran’da birçok kentte yapılan eylemler, yasaya karşı ilk bir araya gelişlerdi. İmza kampanyasıyla da yasanın tamamına karşı ortak bir mücadelenin ağları örülüyor. 6 Temmuz’da bir basın toplantısıyla duyurulan imza kampanyası ise henüz duyuru aşamasında bile birçok bileşeni bir araya getirdi. Ümraniye Elmalıkent Velileri’nden, Divriği Kültür derneğine, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği’nden, İnsan Hakları Derneği’ne, EnerjiSen’den Eğitim Sen’e birçok kurum, dernek, mahalle örgütü, sendika, yazar ve akademisyen yasaya karşı birlikte mücadele vurgusu yaptı. Temmuzda ülke çapında başlatılan imza kampanyası, halkı 4+4+4’e karşı biraraya gelmeye ve mücadele eden herkesi sokağa çıkmaya davet ediyor.

Bakanl›k önünde eyleme kat›lm›fllard›. Velilerin tepkisi üzerine okulun eski haliyle kalaca¤› aç›kland›. “Okulumuzu kazand›k” diyen veliler flimdi Halkevleri'yle birlikte 4+4+4'ü durdurmak için imza toplamaya bafllad›.

‘YASA GEÇTİ İŞ BİTMEDİ’ Kampanyanın hedefini, yöntemini Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nden Nuri Günay’a sorduk: Günay sözlerine: “Öncelikle bizler ‘yasa geçti iş bitti’ mantığıyla yaklaşmayacağız. Yasa geçti ve biz de bu yasayı geri çektireceğiz” diye başladı. Konuşmasının devamında, Meclis’in eğitim hakkı mücadelesi verenler için bir çatı olabileceğini ve meclislerin eğitimin özneleri tarafından örgütlenmeye başladığında halkın kendi kendini yönetme deneyimlerini de oluşturma imkânına sahip olacağını belirtti. Günay şunları söyledi: “Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi bu süreçte öncü bir adım atarak yasayı durdurma hedefiyle ortak bir mücadele çağrısı yaptı. İmza kampanyası da ülkenin çeşitli yerlerinde parça parça mücadele veren eğitim hakkı mücadelelerinin öznelerini ortaklaştırmanın bir aracıdır.” Olabildiğince fazla kurumu kampanyaya dahil etmeye çalıştıklarını belirten Günay, “imza kampanyasının, insanların imza atıp geçecekleri bir kampanya değil; imza atanın da bir imza toplayıcısı; yani örgütleyici olduğu bir kampanya olmasını hedefliyoruz” diye konuştu. İmza föyleri şimdiden Alevi derneklerine, mahalle derneklerine, sendikalara dağılmış durumda. Kampanya stantlarında rastladığımız manzara ise Günay'ı doğruluyor. Beyoğlu’nda imza toplayan birine soruyoruz: “Sahi durdurabilir miyiz?” Yanıt geliyor: “Durduracağız, hepimiz ‘durduracağız’ dediğimizde duracak zaten” diyor ve ekliyor: “Okul önlerinde yasayı işlemez hale getireceğiz.”

Türkiye çap›ndaki 4+4+4 karfl›t› mücadelelerin haritas›n› ç›karmak için 22 E¤itim-Sen flubesine ve Sendika.Org’un haberlerine baflvurduk. Bu araflt›rma yayg›n bir toplumsal hoflnutsuzluk ve mücadele e¤ilimi ile karfl› karfl›ya oldu¤umuzu gösteriyor. Görüflebildi¤imiz 22 E¤itim-Sen flubesinden e¤itim emekçilerinin verdi¤i bilgilere göre ‹stanbul’da 75, Ankara’da 31 olmak üzere toplam 207 okulun dönüflümü planlan›yor. Baz› illerde imam hatip ortaokuluna ve lisesine dönüfltürülecek okullar›n kesinlik kazanmad›¤› ve say›lar›n›n artabilece¤ine dikkat çekiliyor. Bu y›k›m tablosuna karfl› tüm Türkiye'de E¤itim-Sen, Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi ve birçok kurum eylem yapt›. Haritada E¤itim-Sen logosunun bulundu¤u yerler e¤itim emekçilerinin yapt›¤› ifl b›rakma eylemlerini gösteriyor. Halkevi logolu iller, Halkevlerinin eylem yapt›¤› ve “4+4+4' ü durdural›m” ça¤r›s›yla imza kampanyas› yapt›¤› yerler. Ayr›ca E¤itim-Sen flubeleri arac›l›¤›yla bilgilerine ulaflt›¤›m›z 22 ilin 13'ünde, toplam 40 okulda veliler direniyor. Bu iller haritada gri renkle gösteriliyor. Bu eylemler okul önlerinde, il ve ilçe milli e¤itim müdürlükleri, kaymakaml›k binas› önlerinde ve kent merkezlerinde eylemler düzenlenmifl. ‹stanbul’da 19 etütlü ve beslenmeli okuldaki direnifl bu rakama dahil de¤il. E¤itim emekçileri, yasan›n yarataca¤› y›k›ma dair halk›n bilgisinin olmad›¤›n›, dönüflen okullar›n velilerinin de 4+4+4'ün yaratt›¤› sonuçlar› yaflayarak ö¤rendi¤ini söylüyor. Samsun'da 18 imam hatip ortaokulu aç›laca¤›n› söyleyen E¤itimSen fiube Baflkan› Metin Erol, dönüfltürülen bir imam hatip ortaokuluna 30 ö¤renci kayd› yap›ld›¤›n›, di¤er okullarda s›n›f bafl›na 60 ö¤renci düfltü¤ünü söyledi. Kayseri'de 39 imam hatip lisesi ve ortaokulu aç›laca¤›n› söyleyen E¤itim-Sen fiube Baflkan› Sedat Ünsal, okullar›n›n da¤›t›lmas›na karfl› 4 okulun velilerin imza toplad›¤›n› belirtti. Ünsal, bu imzalar› il milli e¤itim müdürlü¤üne yapt›klar› yürüyüflle ileten velilere, müdürlük binas›ndan ‘kovmaktan beter ederek’ cevap verildi¤ini söylüyor. Hemen her ilde il içi okul tayinlerinin belli olaca¤›n› söyleyen e¤itim emekçileri, ayn› gün tayinlerin aç›kland›¤› Urfa’da 4+4+4 uygulamas›yla 1275 ö¤retmenin aç›kta kald›¤›n› aktard›. E¤itim-Sen Bas›n Yay›n Sekreteri Tu¤rul Culfa, velilerin çocuklar›n› yan› bafl›ndaki okula gönderemeyece¤ini, 1 milyon üzerinde 5-6-7 yafl›ndaki çocu¤un onlara göre düzenlenmemifl okul s›ralar›, müfredatlar›yla karfl› karfl›ya kalaca¤›na dikkat çekti. 72 ayl›k çocuklar›n anaokuluna gönderilmesi ça¤r›s› yapan Culfa, uygulamayla yaflanacak tüm sorunlara karfl› ö¤retmenlerin ve velilerin birlikte hareket etmesi gerekti¤ine iflararet ediyor.


8

EMEK 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

‘A LIfiTILA R, ÇA LIfiTILA R, A RSI Z-HIRSI Z K A RIfiTILA R’

Birbirini suçlama zamanı ALP TEK‹N BABAÇ

G

ittikçe artan iş kazaları, kıdem tazminatı verilmeden işten çıkarılan işçilerin işyeri önünde sürdürdükleri direnişler taşeron sisteminin çürümüşlüğüne işaret ediyor. Sadece taşeron çalıştırmanın mağdurları değil, bu sistemden nemalanan üniversite rektörleri, taşeron sistemini olmazsa olmaz konumuna getiren belediye başkanları da taşeron sistemindeki çürümeyi itiraf etmek zorunda kalıyor. İstanbul Avcılar’da 15 Temmuz günü metrobüs manevra yolunun çökmesi sonucu 47 yaşındaki işçi Yakup Kavak hayatını kaybetti. Hasan Güney ve Adem Yıldırım adlı işçiler ile Nurten Menekşeler adlı bir kişi yaralandı. Avcılar-Beylikdüzü metrobüs hattını Ramazan’a yetiştirme iddiasındaki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, taşeron şirketi suçladı. Topbaş, gerekli “uyarı”yı taşeron şirketin yüzüne karşı yaptığını da belirtti. Ancak Topbaş bu uyarıyı yaptıktan sonra insanların hayatlarını tehlikeye atacak durum ortadan kalkmadı ve Topbaş da bu durumu ortadan kaldırmak için gerekli yaptırımları uygulamadı.

Metrobüs yolu çöktü, 1 işçi öldü; Marmara AVM inşaatı yandı 11 işçi öldü. Taşeron sisteminden nemalananlar, taşeron sistemini suçlamaya başladı

CEHALET‹N BU KADARI TAHS‹LLE MÜMKÜN Taşeron sistemini, bir emir telakki edip uygulayan akademisyenler de var. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Rektörü Sedat Laçiner, taşeron sisteminin yasal bir zorunluluk olduğunu iddia etti. ÇOMÜ Rektörlüğü, işten çıkardığı taşeron işçilerin yaptıkları basın açıklamaları ve açtıkları davalar sonrasında bir açıklama yaptı: Türkiye’deki tüm üniversitelerin, belediyelerin, hatta siyasi partilerin genel merkezilerinin temizlik, güvenlik gibi alanlarda yüklenici firma ile çalıştığını öne süren ÇOMÜ Rektörlüğü, şunları söyledi: “Sosyal-İş Sendikası’nın ve bazı marjinal çevrelerin ‘taşeron anlayış’ diye dillerine doladıkları ve bu vesileyle üniversitemize hakaretler yağdırdıkları sistem, ÇOMÜ’nün bir tercihi olmadığı gibi, yasaların bir emridir.”

‘RAMAZANA YET‹fiMES‹ ‹Ç‹N BASKI YAPTIK’ Topbaş’ın, kaza yerinde yaptığı açıklamalarsa iş kazasının sorumlusunu gözler önüne seriyor. Bakın taşeron şirketi uyaran Topbaş, ‘yüklenici firma’ya ise neler söylemiş: "24 saat esasına göre çalışıyoruz. 'Geçiktiniz' diyoruz, 'verdiğimiz zaman dilimini çok aştınız' diyoruz. Ciddi baskı yapıyoruz. Onlar da gece gündüz çalışıyor. Trafik altında çalışıyorlar. Çok zor bir durum. Bu hattı kullanan insanların yaşadıkları sıkıntıyı gidermek adına büyük sonuçlar ortaya çıkıyor maalesef. Saat 05.30'da trafik daha rahatken kaldıralım diye çalışma yapılırken kaza oldu." Topbaş, bir yıldan uzun süren inşaatın özellikle son AKP’nin hegemonyas›n›n kurucu isimlerinden zamanlarda ÇOMÜ Rektörü Sedat Laçiner tafleron sistemini hızlandırılmasının gerekçesiemir bellemifl: “Sosyal-‹fl Sendikas›’n›n ve baz› ni ise “Niyetimiz Ramazan’a marjinal çevrelerin ‘tafleron anlay›fl diye dillerine kadar bitirmekti; ama kazadan dolayı gecikme dolad›klar› ve bu vesileyle üniversitemize oldu” sözleriyle anlatıyor. hakaretler ya¤d›rd›klar› sistem, ÇOMÜ’nün bir Topbaş’ın “Yüzüne

tercihi olmad›¤› gibi, yasalar›n bir emridir”

yalnızca inşaatın ilerlemesiyle ilgili raporlardı” diye konuştu. Ancak Hohlmann’ın tercümanının avukat olduğunun işçi ailelerinin avukatları tarafından anlaşılması ve itiraz edilmesi üzerine mahkeme Hohlmann’a başka bir tercüman atama kararı aldı.

suçlarını söylediği şirkete gerekli cezai yaptırımı uygulamaması” 11 Temmuz günü görülen Esenyurt davasında işveren tarafının ifadelerini hatırlattı. 11 işçinin yanarak öldüğü Marmara Park AVM yangını ile ilgili davanın ilk duruşmasında herkesin tüm eksikleri bildiği ve yangına neden olan elektrik tesisatının kalıpçı ustası tarafından yapıldığı ortaya çıktı. Hatta, şantiyenin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından “en güvenli şantiye” ilan edildiği de duruşmada ortaya çıkanlar arasında. Davada, taşeron sisteminin asıl işverenler açısından sorumluluğu kendi dışına atma aracı olarak kullanıldığı da görüldü. BAKANLI⁄IN EN ‹Y‹ fiANT‹YES‹ Esenyurt’taki Marmara Park Alışveriş Merkezi inşaatında çalışan 11 işçinin şantiye çadırında yanarak ölmesiyle ilgili dava görülmeye başlandı. Kamp alanındaki eksikleri taşeron Kaldem şirketinin patronlarına ilettiğini söyleyen, tutuklu sanıklardan iş güvenliği koordinatörü Cem Yıllar’ın ifadesine kulak verelim: “Eksik bulduğumuz ancak maddi gücü ağır olan şeyler yapılmadı. Bir ambulans

bile getirtemedim inşaat alanına. Bakanlıktan müfettişler geldi. İnşaat alanına baktılar ama çadır alanına hiç gitmediler. Ben ise yanlarına bile yaklaşamadım. Daha sonra da burayı en iyi şantiye seçtiler.” Kaldem Yapı’nın sahiplerinden Abdullah Altun, kimlik tespiti sırasında “Kalıpçıyım. Ayda 1000 lira kazanıyorum” dedi. Altun ifadesinde, “İş güvenliğinde çok hassasız. Ben de zamanında bu gibi çadırlarda yattım. Yanmaz çadırlar olduğunu hiç duymamıştım. Çadırların elektrik kontağından yandığına inanmıyorum. 1 ay önce kardeşim Mehmet’e tehdit telefonları alıyorduk” dedi. ‹fi‹N SAH‹B‹N‹N HABER‹ YOKMUfi Tutuksuz yargılanan Marmara Park Genel Müdürü Andreas Michael Hohlmann ise “Bu kazaya kadar o alanın Kayı İnşaat tarafından kiralanmış Kadir Topbafl, Avc›lar’daki metrobüs manevra yolunun olduğunu ve taşeron çöküp bir iflçinin hayat›n› kaybetti¤i ifl kazas› Kaldem Yapı’ya tahsis sonras›nda flunlar› söyledi: “Tafleron flirketin yüzüne edildiğini bilmiyorduk. karfl› eksiklerini söyledik ama yerine getirmemifller.” Bana ulaşan raporlar

‘Kopyacı, şifreci Ali Demir istifa’ K

amu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) yine bir skandalla tartışma konusu oldu. 7 Temmuz’daki sınav sırasında soruların sızdırıldığı iddiaları ortaya çıktı. ÖSYM basmakalıp açıklamalar yaptı. Ülkenin birçok yerinde KPSS’nin iptal edilmesi ve ÖSYM Başkanı Ali Demir’in istifa etmesi talebiyle eylemler yapıldı. Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Bursa, Samsun, Malatya, Adıyaman, Muş, Van’da gerçekleştirilen KPSS skandalı protestolarına milliyetçisinden solcusuna, sosyal demokratından muhafazakarına birçok kesimden KPSS mağduru katıldı. Eylemler genelde sosyal medya kullanılarak örgütlendi. Eylemciler, ağırlıklı olarak kent meydanlarında basın açıklamaları yaptı. Mağdurların temel talebi, KPSS 2012’nin iptal edilmesi olurken, Eğitim-Sen, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu gibi örgütlerin katıldığı eylemlerde ÖSYM Başkanı Ali Demir’in istifa etmesi talebi de gündeme getirildi. Şaibelerin giderilmemesi karşısındaki tepkiler, Cemaate ve AKP iktidarına yönelik öfke olarak kendini belli etti. Balonlar, kalemler, dövizler, pankartların kullanıldığı oturma eylemleri ve yürüyüşler şeklinde gerçekleştirilen eylemlerde KPSS mağdurları kendi besteledikleri şarkıları da seslendirdi. Malatya’da ÖSYM ve KPSS yazılı balonlar patlatılırken İstanbul’da da ÖSYM’nin verdiği kalemler KPSS mağdurları tarafından toplu halde kırıldı. Bursa’da ise bazı ataması yapılmayan öğretmenler ÖSYM’yi, yanlarında getirdikleri kabaklarla protesto etti.

Hava-İş’in sesi AKP önünde H

‘Kuyu diplerinde bekletiliyoruz’ Türkiye Taflkömürü (TTK) Kozlu Müessesi iflçileri, iflverenin keyfi uygulamalar›na isyan ederek 16 Temmuz günü ifl b›rakt›. 700 madencinin ifl b›rakmas› karfl›s›nda iflveren 2 saat dayanabildi ve iflçilerin flikayetçi olduklar› uygulamalar› sonland›raca¤›na dair söz verdi. 16 Temmuz günü 08.00-16.00 vardiyas›ndaki iflçiler “köle muamelesi görmek istemiyoruz” diyerek ifl b›rakt›.

Genel Maden ‹fl üyelerinin de destek verdi¤i eylemde Müessese Müdürü Kaz›m Ero¤lu eylemi k›rmak için iflçileri anlaflma yapmaya ça¤›rd›, yetmedi iflçilere “oca¤a girin” bask›s› yapt›. Ero¤lu’nun çabalar› yetersiz kal›nca iflçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kald›. ‹flçileri isyan ettiren uygulamalar› ad›n› vermek istemeyen bir madenci, Halk›n Sesi ile paylaflt›: “Ocakta ›slan›yoruz, asan-

söre binmek için izin ka¤›d› gerekiyor. Asansörü yavafllatmamak için d›flar› ç›kar›lmay›p, kuyu diplerinde bekletiliyoruz. Pek ço¤umuz bu yüzden hasta oldu. Hasta oldu¤umuzda da viziteye ç›karken psikolojik tacize u¤ruyoruz. Kimi amirler kendilerini doktor yerine koyup, sa¤›l›¤›m›z hakk›nda görüfl bildiriyor. Bizlere insan onuruna yak›flmayacak flekilde davran›l›yor.”

ava-İş, THY’deki direnişin 50’nci gününde AKP İstanbul il binasına yürüdü. Çok sayıda demokratik kitle örgütü ve siyasi partinin de destek verdiği yürüyüş, Haliç Kongre Merkezi önünde başladı. İşçiler yol boyunca AKP karşıtı sloganlar atarken, işçilerin direnişleri boyunca ürettikleri özgün marşlar ve sloganlar yürüyüşe renk kattı. AKP il binası önüne gelindiğinde direnişteki işçilerden Efem Çaycı, basın açıklamasını okudu. Çaycı, THY’de 305 kişinin işten çıkarılmasıyla uçuş güvenliğinin de ihlal edildiğini söyledi ve işten çıkarılan işçilerin en kısa sürede işlerine geri alınmasını talep etti. Basın açıklamasının ardından Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin bir konuşma yaptı. Ayçin, AKP’nin kadrolaşma politikalarıyla THY’nin kirlendiğini belirtti ve işten çıkarılan THY işçilerinin mücadelesinin Türkiye’deki tüm işçilerin mücadelesi olduğunu sözlerine ekledi.

Enerji Sen BEDAŞ’ın duvarını aştı İ

stanbul’da Boğaziçi Elektrik Dağıtım AŞ’de (BEDAŞ) direnişlerini sürdüren Enerji-Sen üyesi işçiler her salı ve cuma günleri yaptıkları eylemlerine 13 Temmuz günü de devam etti. Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen enerji işçileri alkış ve sloganlarla Taksim’de bulunan BEDAŞ Genel Müdürlüğü önüne yürüdü. İşçileri bu seferki yürüyüş nedeni ellerindeki sayaç okuma

cihazlarını BEDAŞ’a bırakmaktı. Ancak işçiler işe girerken boş senetlere imza attırılarak üzerlerine zimmetlenen 3 bin Avro’luk cihazları BEDAŞ’a veremedi. Polisin saldırısıyla karşılaştılar. İşçilerden bazıları BEDAŞ’ın bahçesine girerken dışarıdaki işçilerle polis arasında arbede yaşandı. İçerideki işçileri gözaltına almak isteyen polis, dışarıdaki işçilerin direnciyle karşılaşınca geri adım attı.

ENERJ‹ ‹fiÇ‹LER‹ fiENL‹KTE BULUfiTU Enerji-Sen, BEDAŞ direnişi için 20 Temmuz’da bir dayanışma konseri düzenledi. Gazi Mahallesi’nde kitlesel katılımın olduğu gecede Kardeş Türküler, İlkay Akkaya, Pınar Aydınlar ve Apolas Lermi sahne aldı. Direnişteki Hey Tekstil işçilerinin yanısıra ESP, BDP, SDP, Halkevleri, Gazili Veliler de geceye katıldı.

Zehirlendi ya da işten atıldılar

İ

stanbul Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde 16 Temmuz, 700 işçinin yedikleri yemekten zehirlendiği ve 200 işçinin işten çıkarıldığı bir gün oldu. Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde Altın Kaşık adlı şirketin çıkardığı yemekleri yiyen 700 kadar işçi zehirlendi. Hastanelere kaldırılan işçilerin çoğuna 5 gün istirahat verildi. Aynı gün, 200 işçi ise iş başı yaptırılmadıkları için zehirli yemeklerden yemedi. Ada Tersanesi’ndeki işçilerse işlerine dönene kadar mücadele edeceklerini duyurup tersane önünde beklemeye başladı.

Patron iş kazasını örtüyor

Y

ozgat'ın Sorgun İlçesi’nde bir madende 14 Temmuz günü meydana gelen göçükte 1 işçi öldü, 6 işçi yaralandı. Göçük olduğunda gece vardiyasında 15 işçi madenin içindeydi. Kazadan sonra CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin maden ocağını ziyaret etmek istedi. Bunu öğrenen maden şirketi patronu olayın üzerini örtmek ve basına yansımaması için işçileri tehdit etti. İşçiler Tekin’e “Gelmeyin ekmeğimizle oynamayın’ dedi.

Tarım işçisi için ölüm mevsimi

Ç

oğu Kürt illerinden Türkiye’nin değişik bölgelerine mevsimlik çalışmak için göçen mevsimlik tarım işçilerinin sıkıntıları daha yolda başlıyor. Yollarda meydana gelen kazalarda onlarca mevsimlik tarım işçisi hayatını kaybediyor, binlerce işçi de yaralanıyor. Çalışacağı yere varabilen işçiler insanlık dışı koşullarda çalıştırılıyor, ırkçı provokasyonların da hedefi oluyor. 20 - 24 Temmuz tarihinde meydana gelen üç kazada çoğu çocuk 23 mevsimlik tarım işçisi hayatını kaybetti, 16 işçi de yaralandı.


9

EKONOMİ 26 Temmuz 2012 / 8 Ağustos 2012

Halk›n Sesi

K A M P U S H A S TA N E L E R İ G E L İ Y O R

Halka değil sermayeye şifa konusu. Sağlık Bakanlığı gidilen yerlerde döner sermayeden pay alınacağını söylüyor; ancak bu durumda gidilen yerlerdeki mevcut personelin geliri düşmüş olacak. Taşerona bağlı çalışanların durumu daha da belirsiz. Peki, bu işten kim kazanacak? Tabii ki “kamu-özel ortaklığı” yöntemiyle hastanenin bulunduğu 271 bin metrekarelik araziyi bedelsiz olarak alan AstaldiTürkerler şirketleri. Bu şirketler inşaatları yaptıktan sonra devlet kendi arazisi üzerinde “kiracı” olacak ve 25 yıl boyunca toplam 8 milyar TL ödeyecek.

UMAR KARATEPE

ABD’deki bir gayrimenkul dergisi olan Real Estate Journal 2010 yılının şubat ayındaki sayısında ABD’deki sağlık kampuslarını konu edinmişti. Kamu-Özel Ortaklığı modelinin örnek uygulaması olarak sunulan bu kampusların finans, inşaat ve emlak piyasası tarafından nasıl bir heyecanla karşılandığı, haberin başlığında şu başlıkla duyurulmuştu: Rüyadan gerçeğe! Sermayenin rüyası şimdi Ankara’da gerçek oluyor. Ankara’nın en gözde hastanelerinden biri, Etlik İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi bu modelin bir uygulaması olarak hizmetlerini durdurdu. Boşaltılan hastanenin idari anlamda kurumsal kimliğine 31 Aralık’ta son verilecek. 1995 yılında yapılan ve Ankara’nın en genç hastanesi olan Etlik İhtisas, sapasağlam ayaktayken yıkılacak. Astaldi-Türkerler ortaklığına devredilen hastane arazisine Ankara Etlik Entegre Sağlık Kampusu inşa edilecek. Konuya dair yürütmeyi durdurma istemli mahkeme süreci karar aşamasına yaklaşırken plan hızla uygulanmaya konuldu. HİZMETLER AKSAYACAK İktidara bakılırsa bu işten, hasta, sağlık çalışanı, sermaye herkes kazanacak. Ancak kazın ayağı öyle değil. Öncelikle bu süreçte sağlık hizmetlerinde bir sıkıntı doğması kaçınılmaz görünüyor. Etlik İhtisas Hastanesi’nde bir cerrah ayda 20 ameliyat yapabiliyorken, Ankara’da zaten dolu olan ameliyathanelerde nasıl sıra bulunacağı şüpheli. Yani hastaların daha uzun

Halkın vergileriyle yapılan bir hastane yıkılıp arazisi şirketlere bedava veriliyor; o şirketlere halkın vergileriyle kira ödeniyor. Bunun adı Kamu-Özel ortaklığı! ameliyat sırası bekleyecekleri kesin. Sağlık Bakanlığı Özel Ulus Hastanesi’ni kiraladı; ancak Ankara Tabip Odası bu hastanenin fizik donanımının Etlik İhtisas’ın çok daha gerisinde olduğunu, henüz elektriğinin bile olmadığını vurguluyor. Hastanenin 5+2 sene için kiralanması, hastaların ve personelin çektiği sıkıntının 7 yıl sürebileceğini gösteriyor. HASTANEDEN AVM YARATMAK 7 yıl sonra da sıkıntılar bitmeyecek. Bu kampusa Ankara’daki başka hastaneler taşınacak. Zübeyde Hanım Kadın Doğum Hastanesi, 3 adet lojman,

Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dr. Sami Ulus Çocuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ulus Devlet Hastanesi, Dışkapı Çocuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve SGK’ye ait arşiv-depo binaları kampusa taşınacak. Bu durum “Dünyanın en büyük sağlık merkezi Etlik'te kurulacak” diye müjdeleniyor. Ancak sağlık alanındaki tüm birimleri tek bir merkeze toplayarak sağlanan inşaat büyüklüğünün

hizmete erişim açısından ne kadar faydalı olduğu oldukça şüpheli. Etlik’e taşınan hastanelerin şu an bulunduğu araziler ise ‘kampus dışı ticari alan’ olarak tanımlanıyor. Yani buralarda büyük ihtimal alışveriş merkezleri ve lüks oteller yükselecek. SAĞLIK ÇALIŞANLARI ENDİŞELİ Personel açısından bakıldığında durum vahim. Hastanede görev yapan personel Ankara’daki diğer hastanelere sürülecek. Ve daha da kötüsü geçici olarak görevlendirilecek. Personelin döner sermayeden gelen gelirlerinin kaybı da söz

KAMPUS BÜYÜK HİZMET “ÇEKİRDEK” Kamu-Özel Ortaklığı olarak adlandırılan bu modelin uygulanması Ankara Etlik İhtisas Hastanesi’yle de sınırlı kalmayacak. Sağlık Bakanlığı tarafından “Entegre Sağlık Kampusları” olarak tanımlanan proje kapsamında Bursa, Elazığ, İstanbul, Kayseri, Konya, Manisa, Mersin, Yozgat ve Ankara’da kampusların yapılması planlıyor. Kamu-Özel ortaklığında devlet sadece çekirdek hizmet adı verilen sınırlı bir alanda hizmet üretiyor. Sermayeye ise sağlık kampusu inşaatı, tıbbi destek hizmetleri ve diğer ticari alanların işletilmesi üzerinden büyük bir birikim olanağı sunuluyor. Bu büyük tesislerde halk için sınırlı, çekirdek hizmet sunulurken, “otel konforunda hastaneler” ile sağlık turizmine geçiliyor. Bu alanda “uluslararası rekabet gücü” kazanmak için ise sağlık emekçileri güvencesizleştiriliyor ve sefalete mahkum ediliyor.

Kim bu yağmacılar? Emekçiler “hastaneler halk›nd›r y›k›lamaz” diyerek kampus hastane projesi ad› alt›nda sermayeye çekilen peflkefli protesto ettiler; ancak hükümet bu ya¤mada kararl›. Yeni hastanenin y›k›m›n› ve kampusun inflas›n› alan Astaldi flirketine AKP’nin tek k›ya¤› bu de¤il. ‹talyan inflaat flirketi, üçüncü köprü ihalesini de alm›flt›. Astaldi firmas› ‹talya'da ayn› modelle 6 hastane infla etmiflti. Astaldi’nin yerli orta¤› Türkerler

grubu da AKP’nin gözdelerinden. Türkerler Holding Yönetim Kurulu Baflkan› Kaz›m Türker geçen sene seçim sonras› AKP’nin zaferiyle kabaran ifltah›n› flu sözlerle anlatm›flt›: ''Seçimler sonras›na bakarak da siyasi istikrar›n sürdü¤ünü görüyoruz. Yabanc› ve yerli yat›r›mc› Türkiye'de olmaktan memnun. Yat›r›mc› ifltah› devam ediyor.'' Türkerler inflaat sektöründen önce, ucuz eme¤e dayal› tekstil sektöründe

faaliyet gösteriyordu. Türkerler 1993’de girdikleri ve devlet ihaleleriyle beslendikleri inflaat sektörünün ard›ndan enerji sektörüne s›çrad›. Holding, rüzgar enerjisi alan›nda 67 adet proje ile Türkiye'de en fazla rüzgar enerjisi için lisans talebinde bulunan enerji flirketi. Irak do¤algaz›n›n iç ve d›fl piyasalara sat›fl› amac›yla kurulan ''‹nci Do¤algaz ‹thalat ‹hracat'' ise holdingin en önemli flirketi olarak öne ç›k›yor.

Eyüp’te de Gerze’de de ortaklar stanbul Eyüp’teki Santral İstanbul’da Efes Pilsen tarafından düzenlenen One Love Festivali’nde alkollü içeceklerin satışının son dakikada yasaklanması geniş yankı buldu. Özgürlüklerin kısıtlandığı, AKP’nin giderek baskıcı-otoriter bir hale geldiği sanki yeni bir durummuş gibi yazıldı. AKP’ye her fırsatta desteklerini esirgemeyen liberal kalemlerden de sert eleştiriler geldi. Sabah gazetesi yazarı Mehmet Barlas konu ile ilgili yazısında “Özgürlükleri hedefleyip kendini yasakçılıkta bulan bir parti olmamalıdır AK Parti” diyerek AKP’yi uyardı. Oysa AKP’li Eyüp Belediye Başkanı halkına duyarlılığı için teşekkür ediyordu. Bu olayın anlatıldığı bir haberde kullanılan “Eyüp’ün fendi Efes’i yendi” başlığı olayı en iyi şekilde özetliyor. Bu yaşanan son olay AKP’nin 10 yıldır kurduğu hegemonyanın çok somut örneği oldu; özellikle de AKP’nin sermaye ile kurduğu karşılıklı çıkar ilişkisini göstermesi bağlamında... Efes Pilsen, kısa vadede kendi Engin zararına da olsa AKP’nin Duran hoşuna gidecek ve bizzat belediye başkanı tarafından engin.duran desteklenecek kararı aldı. @yahoo.com Şirketin ismini festivalden çekmesiyle 11 yıllık Efes Pilsen One Love festivali, One Love Festival oldu. Ama unutmamalı ki AKP de Anadolu Grubu’nun Sinop Gerze’de yapacağı termik santral için eylem yapan köylülerin üzerine jandarmalarla giderek kendi üzerine düşen görevi yapmıştı. Festival’de sponsorluk ve alkol satışından dolayı kaybı olan Anadolu Grubu zararlarını yine AKP sayesinde misliyle birlikte başka alanlardan çıkarmakta. Her şekilde teşhir edilmesi gereken bu sermayeAKP birlikteliği içerisinde birçok ikiyüzlülüğü barındırıyor. AKP’nin ikiyüzlülüğü sözde dini ve ahlaki değerler yüzünden sermayeye kısıt koyarken sermayenin çok da kaybı olmayacak, “sembolik” alanları seçmesi. Örneğin alkol satılması, içilmesi dini bakımından istenmeyen bir şey ise ve özellikle “kutsal değerlerin bulunduğu Eyüp’te” bunun olmaması için özel bir kampanya düzenleniyorsa, Ramazan ayında faiz ile işlem yapan bankaların şubelerinin de Eyüp’te bulunması dini hassasiyetler açısından benzer şekilde değerlendirilebilirdi. Ne de olsa faiz İslam’a göre haram! Ancak sözde, “halkın hassasiyetlerine çok duyarlı” AKP ve yerel örgütlenmeleri, bu meseleyi gündeme bile getiremez. “İstanbul’u finans kent yapacağım” derken, Eyüp’teki kentsel dönüşümle finans kapitale inşaata dayalı yeni yağma alanları açarken banka şubelerini kovalamak olacak iş mi? Eyüp’ten kovulacak olan birileri varsa, evlerine haraç mezat el konan yoksullar olacaktır. AKP de sermaye de kendi çıkarları için ikiyüzlü davranmaya devam ediyor. Bir sermaye grubu Eyüp’te halkın hassasiyetleri var diye alkol satılmasından vazgeçebilirken, Sinop Gerze’de halk iş makinelerinin önüne geçerken jandarmadan medet umuyor. AKP Eyüp’teki bira festivalinde “haram” buluyor da, Eyüp’ün ve İstanbul’un “faizci” ve rantçı finans kapitale teslimi için canla başla çalışıyor. Neoliberal İslamcılık en çıplak halk düşmanı, sermaye yanlısı yüzüyle yola devam ediyor.

İ

Avrupa Birliği sona doğru E

AKP’nin piyasası Filistin’in düşmanı T

ayyip Erdoğan’ın nutuklarına rağmen Türkiye, işgalci ve katliamcı İsrail’e ekonomik anlamda can vermeyi sürdürüyor. Ekonomi Bakanlığı’nın iki ülke arasındaki ticari faaliyetlere ilişkin resmi verileri AKP döneminde İsrail ile işbirliğinin güçlendiğini gösteriyor. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın açıkladığı verilere göre, 2010’da Türkiye’nin İsrail’den ithalatı 1 milyar 359 milyon dolarken, 2011’de büyük artış göstererek 2 milyar 57 milyon dolara yükseldi. Aynı dönemde Türkiye’nin İsrail’e ihracatı da 2 milyar 80 milyon dolardan 2 milyar 391 milyon dolara çıktı. Türkiye’nin İsrail’e sattıkları arasında 437 milyon dolarlık demir çelik ve 344 milyon dolarlık kara ulaşım araçları öne çıkıyor. Aldıkları arasın-

da ilk sırada 870,5 milyon dolarlık mineral yakıtı ve yağ geliyor. Bu yılın ilk 5 ayında Türkiye’nin ihracatında yüzde 1,5 oranında artış, ithalatında yüzde 1,6 düşüş gözleniyor. Çağlayan ise canlı ekonomik ilişkilerin varlığını bildik tezlerle savundu: “Serbest piyasa ekonomisinin doğası gereği firmalar, temel aktörler olarak piyasada yer almakta ve İsrail firmaları ile ikili ticari ilişkilerini sürdürmektedir.” Serbest piyasa, işgali ve bir halkı yok etmeye yönelik saldırganlığı destekliyor, AKP de bu piyasayı. Sol ve emek güçlerinin oluşturduğu Filistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi’nin tüm çağrılarına rağmen AKP iktidarı İsrail ile ekonomik, politik ve askeri ilişkileri kesmemekte kararlı görünüyor.

uro bölgesi ekonomilerinin geleceğine yönelik karamsar açıklamalar gelmeye devam ediyor. 2008 krizinin kâhini olarak ün yapan Nouriel Roubini 2013’te yaşanacak krizin 2008’den daha kötü olacağını ve Avrupa para birliğinin dağılma olasılığının giderek arttığını söyledi. Ayrıca milyar dolarlık yatırım fonları olan spekülatör Warren Buffet de Avrupa para birliğinin 10 yıl içinde varlığını sonlandıracağını çünkü birliğin kuruluş itibariyle yanlış olduğunu söyledi. Avrupa ekonomilerinde yaşanan borç kriziyle birlikte sürekli tartışma konusu haline gelen Euro parasal birliği kuruluşundaki problemler yüzünden baştan beri eleştiriliyordu. Ortak parayı kullanan ülkelerin maliye politikaları yani kamu gelir-gider politikaları ortak değildi. Birlik içinde dış ticarette açık veren ülkeler ile fazla veren ülkelerin birlikte var olması, yani kimi ülkelerin ihracatçı kimi ülkelerin ithalatçı olması sorun-

lara neden oldu. Bu ülkelerin ortak parayı kullanmaları ekonomileri özellikle dış ticaret dengeleri açısından krize götürdü. Çünkü farklı para birimlerinde kur ayarlamalarıyla; yani dövizin değeri artırılıp ya da azaltılarak dış ticaret dengesizliği kısmen giderilebiliyordu. İthalatçı ülkeler dövizi değerli, kendi paralarını değersiz hale getirerek; ithal mallarını pahalı, ihraç mallarını ucuz hale getiriyordu. Böylece ithalatlarını sınırlıyor, ihracatlarını artırıyordu. Ancak ortak para biriminde bunu yapmak mümkün olmuyor. Dolayısıyla dış ticarette fazla veren Almanya ile sürekli açık veren Yunanistan, aynı para birimiyle krize çare bulmaya çalışıyor ve bu imkansız oluyor.

Kuruluşundan beri ortada olan bu gerçek işlerin çıkmaza girmesiyle birlikte artık tüm kesimler tarafından dile getiriliyor. Bundan sonraki tartışmalar kimin Euro para birimini kullanmaktan vazgeçeceği ve bunun ne zaman olacağı yönünde. “Birlik devam eder mi?” tartışmaları artık rafa kaldırıldı. Avrupa’nın Almanya, Fransa, Hollanda, Finlandiya gibi dış ticaret fazlası veren zengin ülkelerinin ayrı bir parasal birlik, hatta ayrı bir Avrupa Birliği projesi yaptığı haberleri geliyor. Artık tartışmalar birliğin dağılmasının zamanlaması üzerine devam ediyor.

Gıda krizi tehdidi büyüyor B

atı basınında dünyanın yeni bir gıda kriziyle karşı karşıya olduğu haberleri yaygınlaşıyor. Bu duruma gerekçe olarak ABD'deki kuraklığın son 50 yılın en yüksek düzeyine ulaşması gösterildi. Mısır ve soya fiyatları rekor kırarken, buğday fiyatları ise son beş haftada yüzde 50'den fazla

arttı. ABD’nin dünyanın en büyük tarım ihracatçısı olması fiyat yükselişinin tüm dünyada etkisini göstermesi anlamına geliyor. 2007-2008 döneminde, tarım tekellerinin yaptığı spekülasyonların da etkisiyle gıda fiyatlarının rekor kırması, 30'dan fazla ülkede halk isyanlarına yol açmıştı.

KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI

K

amusal hizmet olarak tanımlanan alanlarda yapılan tüm hizmet ve mal üretimleri işin başından sonuna kadar eskiden kamu eliyle yapılırdı. 1970’lerde kapitalizmin krizine çıkış olarak sunulan neoliberal politikalar çerçevesinde kamunun üzerine aldığı yükler yavaş yavaş özel sektöre devredilmeye başlandı. Kamusal haklar da piyasalaşmayla bir bir ortadan kaldırılarak kamunun yükü azaltılırken özel sektör için de yeni karlı alanlar açılmış oldu. Bu süreç 1980’den sonra hızlanarak devam etti. Türkiye’de özelleştirmeler ile de desteklenen süreçte devlet, halka hizmet sunmayı maliyet gerekçesiyle giderek azaltırken sermayeye doğrudan karlı yatırım alanları da açmayı kendine görev bildi. Yapişlet-devret, yap-kiraladevret modelleriyle uygulanan kamu-özel sektör

ortaklığı, kamusal hizmet alanlarında hızla artıyor. Devlet kendi imkânlarını kullanarak hazine arazisi, vergi destekleri, kamu araçlarının kullanımı gibi desteklerle özel sektörü yüksek maliyetli işler için teşvik ediyor. Otoyol ihaleleri yap işlet devret modeline en uygun örnek olarak verilebilir. Devlet yolu özel sektöre yaptırıyor sonra da yoldan geçenlerden para toplama hakkını o şirkete belli yıl vererek şirkete hem maliyetini karşılama hem de kar elde etme imkânı veriyor. Benzer uygulama HES’lerde de yapılıyor, devlet yüksek fiyattan elektrik alım garantisi vererek bir bakıma yapılan HES’lere ortak oluyor. Bu sayede devleti yöneten siyasi otorite hem kendi sermaye grubunu oluşturuyor, palazlandırıyor hem de devletin harcamalarını kısa vadede kısarak yatırımların tüm maliyetini vatandaşa ödetiyor.


10

KİBELE 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

Benim HAYATIM Benim karar›m! ir site var, ‘myabortionmylife’ diye. Yaşayanlar kürtaj hikayelerini anlatıyor. Okumadan önce sitenin fonuna baktığımda bile aradığımı buldum: “Partnerim beni dövüyordu…”, “Evsizdim”, “İşimi kaybetmiştim”, “Henüz okuyordum”, “Kendi ayaklarımın üstünde durmam gerekiyordu”, “Çocuk istemiyordum”, “Daha yeni anne olmuştum”, “Tecavüze uğramıştım.” Görünen o ki kadınlar kürtaj olma kararını alırken, sadece bedenleri için kaygılanmıyordu. Bütün bir hayatları için endişeliydiler. Bu kadınlar kendi hayatlarını kontrol etmek istiyorlardı öncelikle. “Benim bedenim” diye direttikleri için kürtaj olmamışlardı. Sadece bedenleri hakkında seçim yapma hakkına sahip olmalarını savunmaları da değildi neden. “Tek seçeneğim buydu” diyen öyküsünde olduğu gibi, Bazı kadınlar bazen başka seçenekleri olmadığı için kürtaj yaptırıyordu. Seçim tartışması değildi bu. “Benim bedenim, benim seçimim” sloganında bir eksiklik hatta bir yanlışlık var! Okuduğum, duyduğum hiçbir öyküde “Benim bedenim ve kürtaj yaptırmak istiyorum” diyen kadınlar yoktu. Bu, onların hayatıydı ve hepsinin kürtaja dair özgün nedenleri vardı. Çünkü çocuk doğurmak, devletin, patronTuba ların, erkeklerin de kontrol Günefl altına alacağı yeni bir sorumluluk demek. “Doğur” diye tuba@ sendika.org buyuranlar, doğum şeklini bile kendi seçiyor, sezaryeni neredeyse suç haline getiriyor. “Emzir” diye devam ediyor. “Bak, büyüt, eğitim ver, eğitimli anne ol, sisteme artı değer kat, dindar nesil yarat…” “Benim bedenim, benim kararım”da da bir eksiklik var. Çünkü hedeflenen; “herhangi bir kadın vatandaşın” üç tane çocuk doğurması değil. Bedenine sermayeye artı değer üretmek üzere hükmedilen, muhafazakar ve iki yüzlü toplumun kurallarıyla biçimlendirilen kadınların hayatlarının, yaşam alanlarının kontrol altına alınması. Neticede biz kadınlar için de kürtaj kararı verirken önemsediğimiz şey bundan başkası değil. Kürtajın ruh ve beden sağlığına etkilerini “onlar”dan daha iyi biliyoruz. Kadın kadına sohbetlerden, deneyimlerimizden, sonrasında ne çok yıprandığımızdan, doktorumuzun “Bu yaşta, hem de evlenmeden ha?” sorusundan, kocamıza, sevgilimize, babamıza, annemize anlatamadığımız anılarımızdan… Gelgelelim “onlar” da çok iyi biliyor, kürtaj yasası için yola çıkarken bunun yalnızca bizim bedenlerimizi etkileyen bir karar olmadığını. Asıl yoğunlaşmamız gereken de bu: Hayatımızı kontrol altına almak istiyorlar. Çocuk sayımızı belirlemek, doğurganlığımızı kontrol altına almak, yeniden üretime katılma zamanımızı, süremizi hesaplamak, aile içindeki bizi denetlemek... Kadın bedenine dönük saldırıların olduğu gerçek. Ama niyet, bedenlerimizle birlikte tüm yaşamımızı kontrol altına almak olduğu için çok çok daha tehlikeli. Söylerken kendimizi oldukça cesur hissettiğimiz ‘Tecavüzcü devlet, elini bedenimden çek’ sloganı bile eksik kalıyor bu yüzden. Çünkü tecavüzcü devlet, elini bedenimden çekse, işime dokunuyor, eğitimime dokunuyor, evime dokunuyor, mahalleme dokunuyor, dereme dokunuyor, sokağıma dokunuyor. Devletin tecavüzü bedenimle bitmiyor. Bu yüzden karşısına daha kuvvetli bir karşı koyuşla dikilmek gerekiyor:

B

1. Bedenim, AKP’nin, devletin, patronumun, sevgilimin kocamın değil, benim. Hem bu yüzden hem de ben yaşadığım için; hayatım AKP’nin, herhangi bir erkeğin hatta çocuğumun değil, benim. 2. Kürtaj olabilirim sezaryen olabilirim, normal doğurabilirim; Benim hayatım! 3. Yalnız olabilirim, evli olabilirim, sevgilim olabilir; Benim hayatım! 4. Öfkeli ve cesur olabilirim, korkak ve bencil diyebilirsin; Benim hayatım! 5. Tehdit edersin, saldırabilirsin ama orada dur, benim kararım! BENİM HAYATIM, BENİM KARARIM!

Çocuk gelinler AKP ile artıyor A KP’nin kız çocuklarının okullaşma oranını artırdıkları, çocuk gelin sayısını düşürdükleri yönündeki iddialarına, verilerle yanıt verildi. Adli Sicil İstatistik Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye’de sadece 2011 yılında 18 bin 434 aile 16 yaşından küçük olduğu için evlenmesi mümkün olmayan çocuklarını evlendirmek için dava açtı.

AKP BAfiARISIZ MI OLDU? Veriler medyada AKP’nin kız çocukları hakkında kampanyalarının başarısızlığı olarak sunulsa da AKP’nin projelerdeki hedefleri öyle söylemiyor. Son olarak liseler için yönetmelik değişikliği üzerinde çalışan AKP, “Öğrenci iken evlenenlerin kayıtları silinerek okulla ilişkileri kesilir” ifadesini yönetmelikten çıkarmak istemişti. Bu düzenleme, liselerde okuyan kız çocukları için çocuk yaşta evlilik anlamına geldiği şeklinde yorumlanmıştı.

‘Bütün insanların çabalaması lazım’

‘Kadınlar sokağa dökülsün’ İzmir Gültepe’den Şengül Abla’nın öfkesi büyük, anlatacakları çok... Onun şu sözleri bile meseleyi özetliyor: “Kadınsız hiçbirşey olmaz. Kadın dünyanın en güzel şeyi” SEL‹N U⁄UR O⁄Ufi

B

aşbakanın talimatı sonrası AKP’nin kürtaj konusunda üzerinde çalıştığı yasal düzenlemeyi, mağdurlarından biriyle konuştuk. Bir kez kürtaj deneyimi yaşamış olan İzmir Gültepe’den Şengül Abla’yla kürtajı, AKP’yi ve Halkevci Kadınların AKP ziyaretlerini konuştuk. Şengül’ün iki çocuğu var. Bir kez kürtaj olmuş. Kendi deyimiyle düşünmüş taşınmış, kendisinin çalışmaması, eşinin memur olması, kiracılık, iki tane okuyan çocuk diye hesaplamış, “En güzeli gideyim, aldırayım” demiş. Söyleşiyi torunları okuldan gelmeden bitirmek durumundaydık. Ev kadını Şengül Abla torunlarının bakım yükünü de taşıyor çünkü. Ne kadar çabucak yapmaya çalışsak da Şengül ablanın anlatacakları çok, öfkesi büyüktü. Şengül Abla, kürtajın yasaklanması

tartışmalarıyla ilgili “Her türlü zararı getirir insanın başına” diyor. Devletin kadını hiçe saydığını söylüyor ve diyor ki: “Düşünün kürtaj yasaklandığı zaman ne olacak? Bu sefer gizli saklı işler yapılacak. Merdiven altında yapılacak, evde düşük yaptırmaya çalışacak. Kadın ölümleri daha çoğalacak. İnsanlar canına kıyacak.” Şengül Abla ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya. Türkiye’de pek çok kadının da aynı durumda olduğu fikrinde. Bunun zorla doğurtulan çocukları da etkileyeceğini düşünüyor. “Kadınlar parasız” diyor, “Hayat şartları belli yani. Bir insan ikinci çocuğa bakamıyor. Ben mesela; doğurmak isterdim ama doğurmadım. Neden: İki çocuktan fazlasına bakamam dedim.” NE DEMEK DO⁄UR! Bunun üzerine Başbakanın “en az üç çocuk doğurun” dediğini hatırlatınca “O 5’e çıkar 6’ya da çıkar” diye çıkışıyor. Öfkeyle, “O bir başbakan olarak neyi düşünüyor ki?” diye soruyor, “Bu insanlar ne şartlarda çocuklarına bakacak, onu biliyor mu? Acaba bu insanın evinde yemek var mı, karnı aç mı,

çocuğunu okula götürebilecek mi, yedirebilecek mi?” Sonra “Benim kararım” diyen kadınların taleplerini adeta özetliyor Şengül Abla: “Sonra, ne demek ‘Doğur’! Niye sen karar veriyorsun doğuracak kadının yerine! Böyle bir şey söylenmez ki. Bu kadar doğur, kürtaj yasak. Şunu yap, bunu yap. Bunu kabul etmiyorum.” Gazeteye yazmak üzere konuşulması zor olan konuya geldiğimizde, yani kürtaj deneyimlerinden bahsederken Şengül Abla bu kez az önceki kadar rahat konuşmuyor. Ama az çok tüyo veriyor. “Çevremdeki insanlardan kürtaj olduklarını duyuyorum. Yani bunlar mecbur kalarak kürtaj oluyorlar. Çünkü bakamam diyor. Dört çocuğu var, beş çocuğu var. Eşinin işi yoktur. Yani çok insanlardan duyuyorum, böyle düşük yaptım, şunu yaptım, duvardan atladım. Merdiven altında düşük yapmaya çalışıyor. Yok tuvalete gittim, böyle oldu. Böyle olana kadar serbest olması en güzeli bunun. Daha ne anlatayım ki ben size. Çok anlatılmayacak şeyler var yani, kadınlar arasında konuşulan. Açık açık anlatamıyorsun. Ama anlayan anlar bu konuyu.” BEDEL‹N‹ K‹M ÖDEYECEK! Daha açık anlatmasını

istediğimizde ise ancak şu kadarını alabiliyoruz ama Şengül Ablanın artan öfkesi kürtajın kadınlar için ne anlama geldiğini görmek için yetiyor: “Kendine zarar veriyor insan daha ne diyeyim? Düşük yaptırmaya uğraşıyor. Öldürmeye kalkıyor, ilaç içiyor, kendine zarar veriyor. Bedelini kim ödeyecek ya! Bunun bedelini herhalde devlet ödeyecek! Başka kimse ödeyemez bedelini! Bir kadının kendi canına kıyması, kendine zarar vermesi ne kadar acı! Çünkü kadınlar çaresiz.” Ardahan’daki köyünden örnek veriyor Şengül Abla. Bundan kırk yıl önce sağlık ocağı olduğunu hiç olmazsa bir ebe olduğunu ve insanları aydınlattığını, hap dağıttığını anlatıyor. Ama kırk yıldır köyde sağlık ocağı olmadığını, kadınların bilgilendirilmediğini söylüyor. Bir iğne yaptırmak için bile Damal’a gitmek zorunda olduklarını ifade ederken Şengül Abla ekliyor: “Bir bizim köyle değil, ben örnek olsun diye söylüyorum. Doğu’nun bütün köylerinde böyle.” Şengül’ün duydukları, paylaştıkları, deneyimleridiği şeyler hakkında anlatacak çok şeyi var ama şimdilik şu ifadesini aktararak sonlandıralım: “Kadınsız hiçbir şey olmaz. Kadın dünyanın en güzel varlığı.”

B

Piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillenen kreş yasası, anneliği kutsallaştırırken kadını ikincileştiriyor hakk›n›n piyasalaflt›r›lmas› krefl ihtiyac›n›n neden daha önce de¤il de flimdi gündeme geldi¤ini ortaya koyuyor” dedi. AKP’nin esnek çal›flma modeli çal›flmalar› için krefl yard›m›n› öngördü¤üne dikkat çeken Dilflat, “Kad›nlar›n cinselli¤i, bedeni ve do¤urganl›¤› hakk›nda s›n›rs›z olan tahakküm flimdi de krefl tart›flmalar› ile derinlefltiriliyor” dedi. Yasadan yararlanman›n bir koflulu kad›n olmak, di¤eri çal›fl›yor olmak. Dilflat bunun s›rr›n›n, Fatma fiahin’in Bakanl›¤›n 365. günü nedeniyle yapt›¤› konuflmas›nda oldu¤unu flöyle anlatt›: “Bakanl›¤›n bir y›ll›k çal›flmalar›n› a¤›rl›kl› olarak kad›n istihdam›na ay›rd›¤›n› söyleyen fiahin, krefl ile birlikte bu istihdam› (biz bunu ucuz ifl gücü, esnek ve güvencesiz çal›flt›rma olarak okuyal›m) artt›rmay› amaçlad›¤›n› söylüyor. Bu sayede aile ve ifl hayat›n› uyumlu hale getirmeyi

alkevci Kadınların AKP Kadın Kolları ziyaretleri konusunda fikirlerini aldığımız Şengül Abla “Onların da fikrini almanız güzel olmuş. Halkevci Kadınlar güzel çalışmalar yapıyorlar” diyor ve devam ediyor: “Bence onların da savunması gerekir, kürtaj yasaklanmasın diye. Yasaklanırsa güzel bir şey olmaz. Acı olur. Eğer onlar da bizim düşüncemize katılıyorsa bir kadın olarak, biz de onlara teşekkür ederiz.” Şengül Abla yalnızca Halkevci Kadınların çabasıyla olacak iş olmadığını vurgulayarak “Bütün insanların çabalaması gerekir. Bütün kadınların sokağa dökülmesi lazım, haklarını araması lazım. Hak aranmazsa, hakkını sen savunmazsan, senin hakkını kim savunur? Bu konular bir kadın olarak beni incitiyor. Diğer kadınları da incitmesi gerekir” diye konuşuyor. ‘SEN DE HAKKINI SAVUNMALISIN’ AKP Konak Kadın Kolları Başkanı’nın Halkevci Kadınlar’ın taleplerinin yalnızca üç maddesine imza attığını söylediğimizde iktidara ters düşmek istemediklerinden böyle yaptıklarını düşündüğünü söylüyor. Kadın kolları başkanının, Erdoğan’ın ‘Kadın mıdır, kız mıdır bilmiyorum’, ‘üç çocuk doğurun” şeklindeki açıklamalarına “Kendi düşüncesidir” dediğini anlattığımızda ilk tepkisi “Biraz çelişkili değil mi?” oluyor. Kızıyor: “Bence dürüst konuşsalar daha iyi. Bence iki yüzlülük. Adam çıkıyor başbakan bildiği gibi konuşuyor. Senin de doğal hakkın yani. Sen de hakkını konuşacaksın, hakkını savunacaksın ya!”

Normal doğumla ölüm

Esnek çalışma için kreş Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤›’n›n bafllad›¤› bir çal›flmaya göre, çal›flan annelere gelir durumlar› tespit edilerek k›smen krefl yard›m› yap›lacak. Durum medyada müjde olarak sunuldu. Bunun üzerine “Krefl hakk›” talebi için kampanya yürütmüfl olan Halkevci Kad›nlar ad›na Halkevleri Kad›n Sekreteri Dilflat Aktafl’›n de¤erlendirmelerini ald›k. Bu çal›flmayla istediklerini al›p alamad›¤›n› sordu¤umuz Dilflat, bizi “Toplumsal cinsiyete dayal› ifl bölümünü ortadan kald›rmayan, aksine anneli¤i kutsallaflt›rarak kad›n› ikincilefltiren ve tamamen piyasa ihtiyaçlar›na göre flekillenen krefl yasas› ne yaz›k ki biz kad›nlar›n taleplerini karfl›lam›yor” diye yan›tlad›. AKP’nin müjde olarak sundu¤u krefl yasas›n›n arkas›ndaki temel gücün Uluslararas› ‹stihdam Projeleri oldu¤unu vurgulayan Dilflat, “Kürtaj›n yasaklanmas› ve e¤itim

H

planl›yor. En bafl›ndan çocuk bak›m iflinin kad›nlar›n görevi oldu¤u savunuluyor ve çal›flmayan her kad›n için bu zorunlu ifl yükü devam ediyor. Erkeklerle ilgili hiçbir düzenlemenin yer almamas› toplumsal cinsiyete dayal› ifl bölümünün devam edece¤ini gösteriyor.” Krefl deste¤inden yararlanmak

için SOYB‹S’le (Sosyal Yard›m Bilgi Sistemi) belirlenecek puanlamaya bak›lacak. Dilflat bunun ev kad›nlar›n›n daha çok eve hapsolmas›na neden olurken, çal›flan kad›nlar›n da ayn› zamanda sosyal yard›ma muhtaç olmas›n› gerektirdi¤ini gösterdi¤ine dikkat çekti.

aşbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sezaryen oranlarındaki artış konusundaki talimatı üzerine AKP sezaryeni sınırlandıran bir yasa çıkardı. Yasaya göre tıbbi zorunluluk olmadığı müddetçe sezaryen yaptırılmayacaktı. Yasa, ölümleri daha çıktığı ay içinde artırmaya başladı. 4 Temmuz’da doğum için hastaneye yatan Arife Kaplan’a doktorları normal doğum yapacağını belirtti. Ancak doktorların sezaryen kararını ancak son aşamada vermesi yüzünden Kaplan bebeğini kaybetti. Kaplan yaşadıklarını şöyle anlattı: "Bulunduğum yatakta 4 tane doktor karnıma çok bastırdı ve orada doğurtmaya çalıştı. Sonra beni sancı odasına aldılar, jinekolojik masaya yatırdılar, burada da karnıma

bastırmaya devam ettiler. Tüm güçleriyle karnıma bastırdılar, bastırırken ıkın diye bağırıyorlardı. Saat 23.30-24.00'de bebeğin kalp atışlarının yavaşladığını görünce beni sezaryene aldılar. Ameliyattan sonra sabaha doğru 03.30-04.00 gibi uyandım. Çok bastırdıkları için böbreklerim zarar görmüş, rahmim parçalanmış.” Kaplan ayrıca hastane doktorlarının, ailesine “Kurtulduğuna dua edin, Berat Kandili hatırına dua edin” dediğini de aktardı. İstanbul Tabip Odası ise konuyla ilgili inceleme başlattı. YASA ÖLDÜRDÜ Öte yandan kürtaj yasası daha çıkmadan ayak seslerini duyurdu. Antalya'da, 4 aylık hamile kadına kürtaj yapmak istediği öne sürülen jinekolog operatör doktor gözaltına alındı.


11

YÜZ YÜZE 26 Temmuz 2012 / 8 Ağustos 2012

Halk›n Sesi

Çok değil 10 yıl öncesine kadar “imkansız”dı. “Taşeron işçi örgütlenemez”di. Ama sınıfın özgücünden başkasına güvenmeyen ve sınıfın çıkarından ayrı çıkarlara sahip olmayanlar tarafından örgütlendi. Örgütlenmekle kalmadı, kısa sürede çöküş ve çözülmeye sürüklenen geleneksel sendikal hareketin aksine gelişerek ve kazanımlar elde ederek sınıf hareketinin bütününe umut veren bir çizginin temsilcisi ol-

Güvence, güvencesizin direnişinde

du. Ülkenin dört yanına yayıldı. Direniş çadırları eksik olmadı. DİSK Genel Kurulu’nda şaşırtıcı bir sonuç elde etti. Şimdi de Çapa ve Cerrahpaşa hastaneleri örgütlenmeleri ile güvencesizlerin sendikal mücadelesine eşik atlatmayı hedefliyor. Dev Sağlık İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile güvencesizliğe karşı mücadele çizgisinin 10 yıllık serüvenini ve güncel gelişmeleri konuştuk.

DEV SA⁄LIK ‹fi HEM TAfiERON S‹STEM‹N‹ HEM DE GELENEKSEL SEND‹KACILI⁄I ZORLUYOR

Taşlar yerinden oynayacak S

ağlık alanındaki 10 yıllık mücadele sonucunda taşeron çalıştırmanın hukuksuzluğunu ortaya koyan yargı kararları, AKP’yi önlem almak zorunda bıraktı

imdi Çapa ve Cerrahpaşa hastanelerinde örgütleniyoruz. Bu örgütlenme sağlık alanında taşerona karşı verilen mücadelede ciddi bir eşik atlatacaktır binin üzerinde taşeron sağlık işçisi Dev Sağlık İş çatısı altında “örgütlü mücadele” ediyor.

Yaz geldi ama Dev Sağlık İş yine hareketli bir dönem geçiriyor. İddialı örgütlenme çalışmaları ve devam eden direnişler var. Bu sınıf hareketinin yeni ritmi mi, Dev Sağlık İş’in özgünlüğü mü, yoksa anormal bir zamandan mı geçiyoruz? Sağlık alanındaki taşeron örgütlenmesinde yaz dönemleri hep daha hareketli geçer. Ama genel olarak memlekette olan bitene baktığımızda AKP’nin rejimi yeniden yapılandırma sürecine dair çok ciddi yapısal adımları attığı bir dönemdeyiz. AKP’nin genel olarak emek alanında özel olarak da sağlık alanında gerçekleştirdiği yapısal değişimlerin yıkıcısonuçlarını yaşadığımız bir dönemdeyiz. Mesela şu an için özel ne var? Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla 2003’te başlayan, sağlık hakkının gaspına ve güvencesizleştirmeye dayalı politikalarda somut sonuçlar yaşanmaya başladı. Kamu hastanelerinin tümüyle işletmeye dönüştürülmesi, üniversite hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri süreci ilerliyor. Çapa ve Cerrahpaşa’daki hareketlenme bunun bir sonucu. Ücretler düşürülüyor. Gerekçeyi çok açık bir biçimde açıkladı rektörlük. Önce dediler ki “hastanenin bütçesi yetmiyor” ama sonra dillerinin altındaki baklayı çıkardılar: “Ücretleri Sağlık Bakanlığı seviyesine çekmek için düşüreceğiz. Maliye denetiminden geçtik ve ‘Sağlık Bakanlığı’nda aynı işi yapan taşeron işçiler asgari ücret alırken, siz burada asgari ücretin yüzde 3035, yüzde 70 fazlasını veriyorsunuz” dediler. Bunu aşağı çekmek zorundalarmış. Eşit işe eşit ücret mi sağlanıyor? Onlar da onu söylüyor zaten. Aslında bu Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın stratejisi. Bütün hastanelerde taşeronlaştırmayı alabildiğine yaygınlaştıracak, ücretleri de asgari ücret seviyesine çekecek. Yaptıkları yasal mı? Sağlık alanındaki 10 yıllık fiili mücadelenin sonucu olarak taşeron çalıştırmanın hukuksuzluğunu ortaya koyan yargı kararları, bugün siyasal iktidarı önlem almak zorunda bıraktı. İş Kanunu’ndaki asıl işin taşerona verilemeyeceği konusundaki hükmü ortadan kaldırıp dizginsiz bir taşeronlaştırmanın önünü açmaya çalışıyorlar. Bir başka süreç, güvencesizleştirme politikaları. Sistem öyle bir noktaya geldi ki, taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmeyle sendikal hak ve özgürlükleri zaten fiilen ortadan kaldıran sistem kadrolu, sendikalı olan az sayıdaki bir işçi topluluğu açısından bile bu hakları ortadan kaldırıyor. İşte Hava İş’e ve Tez Koop İş’e getirilen grev yasakları... Dev Sağlık İş zaten toplu sözleşme ya da grev yapan bir sendika değil... Dev Sağlık İş olarak biliyoruz ki, taşeron sisteminde formel bir toplu sözleşme düzeneği kurmamız mümkün değil. Bunu başından itibaren biliyorduk ve o yüzden hiçbir zaman formel bir toplu sözleşme sendikacılığı yapmadık. İşyerlerinde fiili toplu sözleşmelere dayanarak, mevcut iş kanununun belirlediği yasal hakların elde edilmesi bile son derece önemli bir kazanım. Bunu da sendikal örgütlülüğün canlılığıyla, her gün sokakta, her gün dire-

nişte, işveren karşısında, taşeron patronları ve asıl olarak da sermaye ve onun devleti karşısında, hükümet karşısında her an gücünü ayakta tutan bir biçimde gerçekleştirebildik. Yıllardır yaptığımız şey bu. Toplu sözleşme imzalayıp iki sene onu uygulatmak üzerine kurulu bir sistemin artık bugün hayatta bir karşılığı yok zaten. Örgütlülük düzeyi nedir şu anda? Türkiye çapında örgütlülüğümüz oldukça yaygın. Son 1 Mayıs’ta 16 yerde alanlara çıktık. İstanbul’dan Adana’ya, Mersin’den Diyarbakır’a, Ağrı’dan Yüksekova’ya, Samsun’a, Antalya’ya, Kocaeli’ne, Ankara’ya, İzmir’e kadar sağlık işgücünün yoğunlaştığı hemen bütün merkezlerde yaygın bir örgütlülüğümüz var. Taşeron örgütlenmesi açısından bakıldığında Türkiye çapında bu kadar yaygın, programatik, böyle bir kitlesellikle yürüyen başka bir alan yok. Sağlık alanında, sağlık hakkı ekseninde TTB ve SES ile yürüttüğümüz ortak mücadeleyi de vurgulamak gerekir. Taşeron sağlık işçilerinin sendikalaşma süreci sağlık hakkı mücadelesinin en yoğun olduğu, yükseldiği dönemle çakışır. Bu tesadüf değildir. 10 yıl içinde sıfırdan böyle bir sendika kuruldu… Biraz öyle oldu. Biraz da, aslında sıfırın altına düşen bir şey oldu. 2001’de o dönemki üniversite has-

“Dev Sağlık İş’in DİSK Genel Kurulu’nda 2 delelgesi olan bir sendika olarak 198 oy alması, bu çizgiye olan ihtiyacı gösteren bir kanıttır” tanelerinde Maliye vizesiyle çalışan kadrolu işçiler vardı. Onların örgütlenmesi önemli bir süreçtir Dev Sağlık İş örgütlenmesinde. Sivas’ından Antalya’sına Samsun 19 Mayıs Ünivesitesi’ne kadar bir dizi hastenede Maliye vizeli arkadaşların örgütlenmesini yürüttük biz. Her üniversiteye o zamanki Maliye Bakanlığı vize vermiş. Mesela Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’ne denmiş ki, “198 kişi çalıştırabilirsin.” O zamanki rakamlarla 6-7 bin sağlık işçisi böyleydi. Ama sadece üniversite hastanelerinde çalıştırılıyordu. Ciddi bir örgütlenme kampanyası yürüttük. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Akdeniz

Ünivesitesi, 19 Mayıs Üniversitesi… Sendikal mücadelemizin temel hedefi güvenceli çalışma talebiydi. O dönem üniversite hastanelerinde çalışan bütün Maliye vizeli işçiler bir gecede yapılan bir düzenlemeyle kamu çalışanı haline geldi. O dönem binin üzerinde üyemiz vardı. Tamamına yakınını SES’e üye yaptık. Daha sonra Yaşar Okuyan döneminde SSK bünyesinde 11 yeni hastane açıldı. 3 bin 200 personel atandı. Yine bunlar işçi statüsünde, uzman hekimler dahil. 3 bin 200’ün yaklaşık 2 bin küsuru sendikamızın üyesi oldu. İlk günden itibaren güvenceli iş talebiyle bir çalışma yürüttük, bu 3 bin 200 arkadaşımızın tamamı da kadrolu oldu. Ekşi Sözlük’te “taşeron işçilere kadro kazandıran sendika” deniyor. Evet, o dönem “ünümüz” öyle yayıldı. Sağlıkta Dönüşüm Programı o dönemde resmen başlamamıştı. Bugünden bakınca daha net görüyoruz. Aslında bizim güvenceli çalışma temelinde örgütlediğimiz her hak mücadelesini parça parça içerdiler. Eğer yapmasalardı çok daha hızlı büyüyecek bir süreçti. Her seferinde bizi başa döndürdüklerini sandılar ama taşeronlaştırma öyle bir dalga ki böyle bir strateji ile bunu içerebilmeleri mümkün değil. 2005’ten itibaren de Adana Balcalı’yla başlayan bir taşeron örgütlenmesi oldu. Ve bugün 10

Kazanılan direnişin domino etkisi

B

ir direniş kazanıldığında birincisi, o işyerinde bir güven oluşturuyor. Özellikle yıllardır kimliği ve emeği yok sayılan taşeron işçileri açısından, varsayılmak, kazanım elde etmek, gücünü göstermek, hastanenin bütünü açısından ciddi bir olumlu etki yaratıyor. Mesela bir işten atma hamlesi püskürtüldüğünde, o güne kadar çekincesi olanlar üye oluyor. Ayrıca Türkiye

çapında bütün taşeron mücadeleri nezdinde ciddi bir olumlu etkisi de oluyor. “Taşeron işçisi örgütlenemez, örgütlense de hak elde edemez” algısının kırılması açısından bu tür her kazanım aslında görülmese de birtakım şeyleri biriktiriyor ve yarın bir başka yerden bir başka şekilde daha ileri bir adımda onun yansımalarını, sonuçlarını görüyoruz.

Peki yeni hedefler neler? Şu an İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hastanelerinde bir örgütlenme sürüyor. Bunlar Türkiye’nin en eski tıp fakülteleri. Binlerce arkadaşımız çalışıyor. İstanbul Ünivesitesi’nin örgütlenmesi sağlık alanında taşerona karşı verilen mücadelede ciddi bir eşik atlatacaktır. Ama asıl hedef sağlık alanında fiilen ve hukuken tamamen iflas eden taşeron sistemini ortadan kaldırmak. Ama kalıcı bir sonuç açısından tüm alanlarda taşeron sistemine karşı bir mücadeleye ihtiyaç var. Son dönemde Enerji Sen’in örgütlenmesi, diğer birçok alandaki taşeron işçilerin örgütlenmesi bu gücü artırıyor. Tek başına sağlık alanında bu sistemi bütünüyle ortadan kaldırmak kuşkusuz mümkün değil. Ama verilen mücadele, taşeron meselesini memleketin önemli gündemlerinden biri haline getirdi. Her seçim döneminde taşeron çalıştırmaya dair gündemler muhalefet partisinden iktidar partisine kadar herkesin temel program maddelerinden biri haline geldiyse bu aslında mücadele sürecinin bir sonucudur. Ayrıca taşeron sistemini, güvencesizliği sorgularken halk nezdinde de sorgulatan bütünlüklü bir mücadeleye ihtiyaç var. Çizginizin geleneksel sendikacılık üzerinde nasıl bir etkisi oldu? Bizim çizgimiz çözülen bir sürecin hem pratik bir eleştirisi hem de özeleştirisi. Güvencesizleştirme politikaları işçi sınıfının bir önceki döneme ait bütün mücadele araçlarını ve yöntemlerini olduğu gibi bir önceki döneme ait sendikaları da etkisizleştirerek, çözerek hayata geçiriliyor. Dolayısıyla bu yeni tarihsel döneme uygun bir sendikal hareketin yaratılması gerek. O nedenle aslında Dev Sağlık İş deneyimi, Enerji Sen çalışması (ya da tersanelerde Limter İş’in mücadelesi gibi parça parça başka şeyler), bunun nasıl bir yoldan gitmesi gerektiğini çok açık gösteriyor. Hem de mevcudun bir eleştirisi olma özelliği taşıyor. Bu “zorlama” geleneksel hareketteki statükocu unsurların daha da kemikleşmesine yol açıyor ama işçi sınıfının ileri kesimleri açısından bakıldığında bir umut ışığı olarak görülüyor. Dev Sağlık İş’in DİSK Genel Kurulu’nda 2 delelgesi olan bir sendika olarak 198 oy alması, delegasyonun konfederasyon düzeyinde sendikalardan süzülüp gelmiş olmasına rağmen gösterdiği bu sahiplenme, aslında bu çizginin doğruluğunu ve bu çizgiye olan ihtiyacı gösteriyor. Bunun çok ciddi bir biçimde bütün sendikaları etkilediğini düşünüyoruz biz. Sonuçlarını önümüzdeki süreçte daha da fazla yaşayacağız. Enerji Sen’in DİSK’te üyeliğe kabul edilmemesi gibi mi? Tabii bu da aslında yenilenmeye ve sokaktaki dinamiklere karşı direncin bir sonucu. Ancak görülüyor ki bugün gerekli olan mücadele çizgisi güçlendikçe çözülen geleneksel yapıların fazla hayat şansı yok. Ya herkes kendini yenileyip gerçek bir sınıf örgütüne dönüşecek ya da şu an var olan taşlar çok ciddi bir biçimde yerinden oynayacak.

AKP Samsun’a kafayı takmış “Son yılların en uzun direnişlerinden bir tanesini Samsun’da yaşıyoruz. 500 günü çoktan geçtik. Bu kadar uzun sürmesinin olumlu, olumsuz nedenleri var. Olumsuzluğu genel olarak muhalefetin zayıflığıyla ilgili. Öbür yandan AKP açısından Samsun’un özel bir yeri var. Biz Samsun’da taşeron şirketle ya da hastane yönetimiyle mücadele etmiyoruz. Orada doğrudan devlet partisi haline gelen AKP’yle mücadele ediyoruz. Şirket, hastane, il sağlık müdürlüğü düzeyinde yürüttüğümüz girişimler doğrudan AKP il yönetiminin müdahalesiyle sonuçsuz kaldı. Ama arkadaşlarımız son derece direngen bir biçimde mücadeleyi sürdürüyorlar. Dava süreci de var. Bir arkadaşımızınki devam ediyor. Diğer 5 kişinin mahkemesi sonuçlandı ve asıl işverenleri olan hastane yönetimine “işe iade edilmeleri” yönünde karar çıktı. Tabii itiraz ettiler. Süreç Yargıtay’da. Yargıtay süreci tamamlanana kadar ara çözümle arkadaşlarımızın işbaşı yaptırılması yönünde görüşmeler yürütüyoruz. Ama Yargıtay kararıyla birlikte hukuksal olarak da yeni bir süreç başlayacak. Yargıtay kararı bu şekilde onaylarsa aynı zamanda bir muvazaa kararı olacak. Samsun açısından bunun ciddi politik sonuçları olacak. Onu da örgütleyeceğiz.”

Zoru gören zorbalaşıyor

K

ocaeli’nde yeni başlayan bir direnişimiz var. Kocaeli Üniversitesi’nde 6-7 yıllık bir örgütlenmemiz vardı. Oradaki muvazaa süreci, yani bütün arkadaşlarımızın hastanenin işçisi olduğunun hukuksal olarak tescillenmesine dair süreç, 3 Temmuz’daki mahkemede tamamlandı. Kocaeli’nde oldukça iyi bir örgütlenmemiz var. Çok iyi bir temsilciler meclisimiz, çok iyi bir hastane meclisimiz, işyeri komitelerimiz var. Şu ana kadar rektörlüğün her saldırısından güçlenerek çıktık. Bunu da biliyorlar. Fakat muvazaa kararı ile oluşacak duruma “önlem” adına birkaç aydır ciddi baskılar vardı. En son bir temsilci arkadaşımız işten atıldı. Mahkeme kararından çok kısa bir süre önce attılar. Orada direniş devam ediyor. Önümüzdeki günlerde orada bir rektörlük yürüyüşüyle topladığımız imzaları götüreceğiz. DİSK yönetiminden, emek örgütlerinden de temsilcilerimizle bir rektörlük görüşmesi gerçekleşecek.


12

DOSYA 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

Tatilde gelen iş güvencesi gaspı planı Meclis tatil olduktan sonra AKP’nin hazırladığı kıdem geldi. tazminatı planı gündeme miMedya, işçilerin kıdem taz natını gasp edecek olan esi” taslağı, “İşçiye kıdem müjd ikna gibi süslü laflarla duyurup ğın çalışması yürütüyor. Tasla sendika istatistiklerinin yayınlanacağı temmuzda adüf ortaya çıkarılması da tes olmasa gerek...

Sermaye için yük, işçi için gelecek güvencesi AKP, meclis tatildeyken kıdem tazminatını gasp etmek için bir taslak hazırladı. Taslağa göre işçinin kıdem tazminatını alabilmesi için 15 yıl çalışması, ya da 3.600 gün sigortalı çalışması gerekecek; kıdem tazminatı miktarı da yarı yarıya düşecek

Patronların işçi çıkarmasını zorlaştıran kıdem tazminatına yönelik saldırı karşısında geleneksel sendikal merkezler inandırıcı olmayan grev açıklamaları yapıyor. Ancak direniş, 2009’dan beri 143 işyerinde işten atılan 31.331 işçinin mücadelesinde görünüyor

Kıdem tazminatına yeni saldırı ALP TEK‹N BABAÇ

M

eclisin tatile girmesinden sonra AKP, Kıdem Tazminatının İşçinin Bireysel Hesabına Yatırılması Hakkında Kanun Taslağı’nı medyaya sızdırdı. Taslağa göre işçiler birçok hak kaybına uğrayacak. İşçilerin kıdem tazminatı yarı yarıya azalacak. İşçiler artık işten çıkarıldıklarında kıdem tazminatlarını alamayacak. Fona devredilmesi düşünülen kıdem tazminatının bir kısmı da İşsizlik Sigortası Fonu ile karşılanarak patronlar daha da memnun edilecek. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan aktarılan paranın içinde işçi maaşından yapılan kesintiler de yer alıyor. AKP tarafından hazırlanan taslakta kıdem tazminatı için bir fon oluşturulması öngörülüyor. Kıdem tazminatı, işveren tarafından fona yatırılacak. Fon, devlet tarafından oluşturulmayacak. İşveren kıdem tazminatını özel şirketlerin açtığı fonlara yatıracak, özel şirketi de işveren belirleyecek. Fonun denetimi için “4632 Sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu çerçevesinde belirlenir” ifadesi yer alıyor. Bu kanuna göre fon şirketleri, Sermaye Piyasası Kurulu’nun ve Hazine Müsteşarlığı’nın izniyle kuruyor. Fonların denetimi Sermaye Piyasası Denetleme Kurulu tarafından sağlanıyor.

‹fi GÜVENCES‹N‹ YOK ETME PLANI Fon uygulamasının öngörüldüğü tasarıyla işçilerin kıdem tazminatı da yarı yarıya azaltılacak. Tasarıya göre işçinin bir yıllık çalışması karşılığında 15 günlük ücreti kıdem tazminatı olarak ayrılacak. Mevcut yasada bir yıllık çalışma karşılığında 30 günlük ücret kıdem tazminatı olarak ayrılıyordu. Yeni tasarıya göre bir işçinin kıdem tazminatını alabilmesi için 15 yıl çalışması ya da adına 3 bin 600 gün si-

gorta primi yatırılması gerekiyor. 3 bin 600 günlük prim, düzenli bir şekilde yatırıldığı koşullarda 10 yıllık bir süreye tekabül ediyor. Oysa mevcut yasada işçinin kıdem tazminatı alabilmesi için 1 yıl çalışması yeterli oluyor. Yeni tasarı ile askere gidecek olan işçi kıdem tazminatı talep edemeyecek. Evlenen kadın işçi, işinden ayrılırken kıdem tazminatı alamayacak. İşten çıkarılan işçinin kıdem tazminatı hakkını alması da giderek zorlaşıyor. Hakları olmasına rağmen, kıdem tazminatının verilmediği taşeron şirketlerde, iş güvencesi olmadan, sigortasız çalıştırılan işçileri bir kenara bırakalım. Görece güvenceli işlerde çalışanların iş güvencesi de taslakla ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.

‘‹fiÇ‹YE EV’ ALDATMACASI Tasarı, medyada süslü cümlelerle anlatılmaya çalışılıyor. Bunların başında “Yeni tasarıyla işçiler ev alabilecek” veya “İşçiye kıdem müjdesi” ifadesi geliyor. Yeni tasarıda işçinin konut alması halinde kıdem tazminatını alabileceği yazıyor. İşçi konut alması halinde prim yatırılan güne bakılmaksızın kıdem tazminatının yarısını alabilecek. Ancak, şimdikinin yarısı kadar olan kıdem tazminatının da yarısı verilince, tek başına ev almaya yetmiyor. İşçi, ev sahibi olması için vaadedilen parayla ancak “kira öder gibi” ev sahibi olabilecek. B‹R ALDATMACA DAHA Kıdem tazminatı ile ilgili fon uygula-

ması 2011’de gündeme geldiğinde AKP’liler “Artık taşeron işçiler de kıdem tazminatı alacak” söylemini kullanmıştı. Oysa taşeron işçilerin kıdem tazminatı hakları zaten var ama işverenler kıdem tazminatını bir yıldan kısa sözleşmelerle ve buna eşlik eden baskılarla işçiye vermiyor. ‹fiS‹ZDEN VE ‹fiÇ‹DEN PATRONA GEL‹R AKTARIMI Kıdem tazminatı ile ilgili taslakla İşsizlik Sigortası Fonu da daraltılıyor. İşsizlik Sigortası Fonu patronların “yük” olarak tarif ettikleri kıdem tazminatını hafifletmek için kullanılacak. Tasarıyla işverenin vermek zorunda olduğu kıdem tazminatının yüzde 37,5’i İşsizlik

Sigortası Fonu’ndan karşılanacak. Geri kalan miktar da işveren tarafından ödenecek. Tasarı geçen sene de gündeme gelmiş, tasarıyla ilgili “Kıdem tazminatını kaldıracaklar” şeklindeki tepkiler karşısında Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz şunları söylemişti: "Birçok ülkede işsizlik sigortasına geçilirken, kıdem tazminatı bırakılmış. Ama bizde hem işsizlik sigortası sistemi getiriliyor, hem de kıdem tazminatı duruyor. ...İşte rekabet gücünde neden bu haldeyiz, bu yüzden. İşsizlik Fonu'nu getirdiğimizde Kıdem Tazminatı'nı kaldırmadık. Oysa kaldırmamız gerekiyordu." Bakan Cevdet Yılmaz’ın bahsettiği işsizlik sigortası fonunda biriken paralar gerçekten işsizler için mi harcanıyor? Bu sorunun yanıtını 14 Ağustos 2006’da dönemin Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün veriyor: “2006 Temmuz sonu itibariyle İşsizlik Sigortası Fonunda biriken para 22,3 milyar lira ve bu paranın 26,5 milyonu işsizlik parası olarak ödendi. Yani fondaki paranın binde 1,2’si.” 1999’da kurulan İşsizlik Sigortası Fonu’nda on yılda biriken para 60 milyar doları buldu. Özellikle kriz gerekçesiyle işten çıkarılanların sayısının arttığı 2009’da işsizlik sigortasında biriken 60 milyar doların yalnızca 3 milyar 750 milyonu işsizler için kullanılmıştı. Geri kalan para hazinedeki mali açığı kapatmak için harcanmıştı. ‹fiS‹ZL‹K S‹GORTASININ KES‹NT‹LER‹NE ‹T‹RAZ YASAKLANDI 12 Temmuz 2012 tarihli Resmi Gazete’de yer alan bir torba kanunla, İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinden yapılan vergi kesintileri için dava açılmayacak. Geçmişte açılan ve temyize giden davalar hakkında Danıştay karar vermeyecek, dava masrafları da davayı açan tarafından karşılanacak.

Sermaye talepleri AKP’nin taslağında A

KP’nin gündeme getirdigi Kıdem Tazminatının İşçinin Bireysel Hesabına Yatırılması Hakkında Kanun Taslağı sermayenin taleplerini de birleştiriyor. Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) kıdem tazminatı ile ilgili tüm önerileri AKP’nin taslağına girdi. TÜSİAD’ın 2011-2015 yıllarını kapsayan “İş dünyasının

yeni yasama dönemlerine ilişkin beklentileri” adlı broşürünün 57. sayfasında kıdem tazminatı ile ilgili şu ifadeler yer almıştı: “Kıdem tazminatının yükümlülüğü kazanılmış hakları koruyacak şekilde hafifletilmelidir.” Aynı broşürde “…kıdem tazminatında 30 gün yerine 15 gün esas alınmalıdır” ifadesi de yer almıştı. TÜSİAD’ın raporunda işsizlik sigortası fonu ile ilgili önerileri de vardı:

“Yüzde 2 olan işsizlik sigortası işveren prim oranı, işçi ve devlet katkısı seviyesi olan yüzde 1'e indirilmelidir” Kıdem tazminatının fona devredilmesi önerisi ise 2004’ten beri sermaye örgütleri tarafından yüksek sesle dillendiriliyor. Bunun için TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler’in 2004 Eylül’deki ifadelerine göz atalım: “…kıdem tazminatı ödenmemesi ihtimalini ortadan

K›dem tazminat› ifl hukukuna göre iflçinin, iflten ç›kart›lmas› veya hakl› sebeplerle ifli b›rakmas› halinde 1 y›ldan fazla çal›flm›fll›¤› varsa bir ayl›k brüt ücreti tutar›nda ald›¤› ücrettir.

kaldıracak şekilde işverenlerce ödenecek primlerden oluşturulacak bir fondan karşılanması” TÜSİAD ve TİSK gibi, işçilerin hakları kaybolmadan kıdem tazminatının düzenlenmesine dair görüş bildiren bir diğer sermaye örgütü ise Müstükil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD). MÜSİAD Genel Başkanı Nail Opak AKP’nin hazırladığı taslağı, özellikle de fon kurulması fikrini destekleyenler arasında.

K›dem tazminat›n›n ülkemizdeki tarihi

Kıdem tazminatı hakkının gaspına yönelik planların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın işçi istatistiklerini açıklamak zorunda olduğu temmuzda gündeme gelmesi tesadüf mü? ıdem tazminatı ile ilgili düzenleme yapılacağı fikri geçen sene olduğu gibi bu sene de temmuz ayında gündeme getirildi. TBMM’nin tatilde olduğu bu dönemlerde tartışmaya atılan kıdem tazminatı ile ilgili düzenlemeler bir kamuoyu yoklaması olarak algılanabilir ancak sendikaların toplu sözleşme yetkisini belirleyen işçi istatistikleri dikkate alındığında “Neden temmuz?” sorusu yanıtını buluyor. Kıdem tazminatı ile ilgili değişikliklerin temmuz ayında gündeme getirilmesiyle toplu iş sözleşmesi yetkisini düşürme tehdidi karşılığında sendikalar, kıdem tazminatına yönelik değişiklikleri kabul etmeye zorlanıyor. Bu üstü kapalı düzenek şu şekilde ifade

edilebilir: “Kıdem tazminatı yasasını kabul edin yoksa istatistikleri açıklarım, hiçbirinize toplu iş sözleşmesi yaptırtmam.” Hangi işkolunda kaç işçinin çalıştığı ve bu işçilerin kaçının hangi sendikaya üye olduğunu gösteren işçi istatistikleri, sendikaların toplu iş sözleşmesi yapabilmesini belirliyor. Her yıl temmuz ve ocak aylarında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından açıklanması gereken istatistikler 2009’un Temmuz’undan beri açıklanmıyor. Bir işçi sendikasının TİS yapabilmesi için yüzde on olan iş kolu barajını aşması gerekiyor. Yani, bir sendikanın buluduğu işkolundaki işçilerin yüzde 10’unu örgütlemesi gerekiyor. Hükümetin mevcut yüzde 10’luk baraj siste-

SGK Temmuz 2011 ve Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› verilerine göre iflçi say›s› 10 milyon 350 bin. Bu iflçilerin 2 milyon 812 bini kay›t d›fl› çal›fl›yor. Sendikal› iflçi say›s› 880 bini geçmiyor. SGK verilerine göre 2009’da iflçi say›s› 8 milyon 802 bin. Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’n›n en son yay›mlad›¤› iflçi istatistiklerine göre 2009 Temmuz’unda sigortal› iflçi say›s› 5 milyon 434 bin. Bu iflçilerin 3 milyon 232 bin 679’u sendikal›. 2011’de k›dem tazminat› fonu kurulmas› gündeme geldi¤inde Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakan› Faruk Çelik, iflçilerin sadece yüzde 7’sinin k›dem tazminat› alabildi¤ini söylemiflti. Yani 724 bin 500 iflçi. Patronlar iflten ç›kard›¤› iflçilere k›dem tazminat›n› vermemek için her yolu deniyor. Patronlar›n bask›lar›na karfl› geri ad›m atmayan iflçiler direnifle geçiyor. Sendika.Org’un verilerine göre 2008 Aral›k’›ndan bu yana 143 iflyerinde iflten at›lan 31 bin 331 iflçi, k›dem tazminat› veya ifllerine geri dönme talebiyle direnifle geçti. K›dem tazminat› nedir?

Taslak neden temmuzda sızdı? K

31.331 işçi direniyor

minde işçi istatistiklerini açıklaması durumunda DİSK’in ve Hak-İş’in hiçbir sendikasının yetkisi kalmıyor; 41 sendikadan oluşan Türkİş’in ise sadece 8 sendikasının yetkisi kalıyor. Ancak TİS yetkisinin kaybedilmesi, taşeron şirketler vasıtasıyla çalıştırılan işçiler açısından doğrudan bir tehdit unsuru olmuyor. TİS yetkisi, örgütlenmesinin tüm unsurlarını TİS yetkisi çerçevesinde kurgulayan sendikalar açısından tehdit oluşturuyor. TİS yetkisi olmayan sendikalar bağlı bulundukları konfederasyona aidat ödemiyor. Bu tür işçiler Türk-İş’e bağlı sarı sendikaların ilgi alanına girmiyor. TİS yetkisi de taşeron şirketlerde çalışan işçileri örgütleyen sendikalar açısından doğrudan bir tehdit unsuru olmuyor.

‹lk kez 1937 y›l›nda 3008 say›l› yasayla ifl hukukumuza giren k›dem tazminat›n› o y›llarda 5 y›l sürekli olarak ayn› iflyerinde çal›flan iflçiler hak ediyordu. Ancak 1960’l› y›llarla birlikte yükselen iflçi hareketinin çözdü¤ü sorunlardan biri de bu konu olmufl ve 1973 y›l›ndan itibaren 5 y›ll›k süre 1 y›la indirilmifltir. 2003 y›l›nda de¤ifltirilen 1475 say›l› ‹fl Kanunu bütünüyle de¤ifltirilirken sadece “k›dem tazminat›” maddesine dokunulmam›fl 2003 tarihli 4857 say›l› ifl kanununa ra¤men k›dem tazminat›na iliflkin hükümler eski ifl kanununa göre yürütülmeye devam etmifltir.


13

TARİH 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

OL‹MP‹YATLAR ASLA SADECE SPOR OYUNLARI DE⁄‹LD‹R

Siyaset arenası olimpiyatlar S 3

por, iktidarın bir rant alanı haline gelirken her türlü protesto, boykot için tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen olimpiyatlar es geçilemezdi

0. Yaz Olimpiyatları 27 Temmuz’da Londra’da başlıyor. Daha olimpiyatlar başlamadan sponsor şirketlere karşı protestolar başladı bile

Nazi Almanyas›’nda 1936 Berlin olimpiyat oyunlar›

ÖZEN TAÇYILDIZ

B

ugünkü haliyle 1896’dan beri yapılagelen olimpiyatlar, tüm bu yıllar boyunca protestoların, boykotların ve de diplomasinin önemli bir aracı oldu. Futbol için kullanılan yaygın bir deyişi olimpiyat için kullanırsak; “olimpiyatlar sadece olimpiyatlar olmadı.” İşte olimpiyat tarihinde boykotlar, protestolar, olimpiyatlara damgasını vuran olaylar... ‹STENMEYEN ÜLKE BOYKOTLARI Olimpiyatlara katılım her zaman tüm dünya ülkelerine açık olmadı. 1920’de Belçika’da yapılan oyunlara I. Dünya Savaşı mağlupları Almanya, Avusturya, Macaristan ve Osmanlı, 1948’deki Londra oyunlarına da II. Dünya Savaşı sorumluları olarak görülen Almanya ve Japonya alınmadı. Olimpiyatların ilk boykotu 1956’da Melbourne’de yapılan oyunlar sırasında oldu. İngiltere, Fransa ve İsrail ittifakının Mısır’a karşı Süveyş Kanalı için yaptıkları askeri harekatın krizi nedeniyle Mısır, Irak ve Lübnan oyunlara katılmazken, Hollanda, İsviçre ve İspanya, Sovyetler’in Macaristan işgali nedeniyle oyunlardan çekildi. O yıl Macaristan'da Sovyet yönetimine karşı başlayan tepkilere Sovyetler sert karşılık vermiş, Sovyet ordusu Budapeşte'ye girmişti. Budapeşte civarında kamp yapmakta olan Macar sporcular Çekoslovakya'ya ardından da olimpiyatlar için Melbourne’e götürülmüştü. Macaristan’da çatışmalar sürerken, her iki ülkenin su topu takımı yarı finalde eşleşti. 6 Aralık 1956’da oynanan ve filmlere de konu olan maç, oldukça sert geçti öyle ki Macar oyuncu Ervin Zador’un havuzda kaşı patladı ve bunun üzerine çıkan olaylara polis müdahale etti. Macaristan, maçı 4-0 kazandı. Macar sporcuların bir kısmı olimpiyatlardan sonra ülkelerine dönmeyip Avrupa ülkelerine sığındı. 1976’da boykot edilen ülke Yeni Zelanda oldu, 20 Afrika ülkesi boykota gitti. Yeni Zelanda rugby takımı, ırkçı yönetimi nedeniyle sportif ambargo uygulanan Güney Afrika’da bir turnuvaya katılmıştı.

1980’de Moskova oyunlarında SSCB’nin Afganistan’a girmesi Batı’da tepkiyle karşılandı. ABD Başkanı Carter, bütün dünyaya çağrıda bulunarak Moskova’ya sporcu gönderilmemesini istedi. Carter’ın çağrısı başlangıçta tepki görse de Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 65 ülke oyunlara katılmadı. Los Angeles’ta yapılan bir sonraki olimpiyatı da Moskova oyunlarının misillemesi olarak SSCB ve 15 Sosyalist Blok ülkesi boykot etti. 1988’de de Kuzey Kore’nin yanı sıra Küba, Etiyopya ve Nikaragua da Güney Kore’deki oyunlara katılmadı. Oyunlar kadar, olimpiyat meşalesinin taşındığı koşularda da protestolar yaşandı. Son olimpiyat oyunlarının yapıldığı Çin’e gidecek olan meşalenin Fransa, İngiltere, ABD ve Hindistan’daki koşusu olaylı geçti. Malezya’da Tibet bayrağı açarak eylem yapan Japon aile gözaltına alındı. NAZ‹LER‹N YEN‹LG‹S‹ Almanya, özellikle de Hitler, 1936’da yapılacak olimpiyat oyunlarının organizasyonunu alabilmek için bir hayli çaba sarf etti. Olimpiyatları, bir gövde gösterisi ve “ari ırk” teorisini ispatlayabileceği bir araç olarak görüyordu. Nazi Almanyasına olimpiyat oyunlarını düzenleme hakkı verilmesi dünyada tepki gördü. Amerikan Atletizm Birliği’nin aldığı boykot kararını Amerika Olimpiyat Komitesi başkanı da destekledi fakat 1934’te Almanya’ya yaptığı inceleme seyahati dönüşünde vazgeçti. Böylece, kendi içindeki siyahiler meselesine ilişilmemesini isteyen Amerikalılar, Almanya’daki Yahudi sorununa uzak durmayı tercih etti. Daha önemli bir başka boykot girişimi ise Berlin’in oyunları düzenlemesine karşı çıkanların 1936 yazı için İspanya Barselona’da Halkın Olimpiyatı’nı yapmak istemeleriydi. Ancak İspanyol İç Savaşı bu hayallerini gerçekleştirmelerine imkan vermedi. Almanya olimpiyat hazırlıklarında ırkçı görünümünü yumuşatırken faşizmin ihtişam tutkusuna uygun olarak devasa stadyumlar ve

oyun alanları yapıldı. İktidarının gücünü tüm dünyaya göstermek isteyen Hitler, yönetmen Leni Riefenstahl’e devrin bütün imkânlarını sağlayıp oyunların filme çekilmesini sağladı. Yarışmalar da spor karşılaşması olmaktan çıkarak Alman iktidarı için üstünlük yarışı haline geldi. Uzun atlama yarışında Alman atlet Lutz Long’un yaptığı son atlayışıyla birinci geleceği düşünüldü, Alman milli marşını söyleyerek kutlamalara bile başlandı. Ancak Amerikalı siyahi atlet Jesse Owens’ın Long’un derecesini geçmesi ile Hitler’in stadı öfke içinde terk ettiği söylenir. Kadınlar bayrak yarışında ise birinciliği az bir farkla kaybeden Alman takımının pistte ağlayarak dövünmeleri de hayli trajiktir. MÜN‹H BASKINI 1972 Münih Olimpiyatları şüphesiz en önemli olimpiyatlardan biridir. Bu yıl, Filistinli Kara Eylül örgütü militanları İsrailli sporcuların kaldığı iki binayı bastı. İki sporcu baskında ölürken 9’u rehin alındı. Kara Eylülcüler İsrail hapisanelerindeki 200 Filistinli tutuklunun ve Almanya’da hapiste bulunan iki Alman Kızıl Ordu (RAF) üyesinin serbest bırakılmasını talep ediyordu. Kendilerini Kahire’ye götürecek bir uçağın ayarlanmasını ve helikopterle havaalanına götürülmeyi talep eden militanlarla Alman polisi arasında havaalanında çıkan çatışmada rehinelerin tamamı öldü. Sağ kalan üç militan tutuklandı.

Antik Yunan dönemine ait bir amforada olimpiyatlar› anlatan, sadece erkeklerden oluflan figür. Çünkü, kad›nlar›n olimpiyatlara kat›lmas› yasakt›.

Olimpiyat oyunlarını izleyen kadına ölüm "Citius, Altius, Fortius." Bu Latince kelimeler olimpiyat oyunlar›n›n simgeleflmifl parolas›. Yani "Daha h›zl›, daha yüksek, daha kuvvetli" Bütün bu ‘daha’lar›n erkeklerle simgelendi¤i dünyada kad›nlar›n olimpiyatlarda yer al›fl flekli, hayat›n di¤er alanlar›ndan farkl› de¤il. Eski Yunan’da kad›nlar›n, oyunlara kat›lmak bir yana, seyirci olarak dahi oyunlar›n gerçeklefltirildi¤i alana girmeleri yasakt›. Aksi durumda yüksek bir tepeden afla¤› at›lmak gibi ölüm cezas›na çarpt›r›lacaklar›na dair a¤›r ve kesin yasalar yürürlük-

teydi. Kad›nlara düflen fleyse baba, koca, o¤ul, yani ‘erkekleri’nin baflar›lar› için dua etmekti. Modern olimpiyatlar ilk kez 1896’da Atina’da yap›ld›¤›nda da sadece erkek sporcularla yap›ld›. Olimpiyatlar›n kurucusu Baron de Coubertin’e kad›nlar›n neden kat›lmad›¤› soruldu¤unda yan›t› flöyleydi: “Kad›nlar›n kat›lmas› pratik olmaz, ilgi çekmez, estetik görünmez ve zaten do¤ru da de¤ildir!” Ancak bir sonraki olimpiyatlara tenis ve golf kategorileriyle kat›lan kad›nlar sonraki y›llarda çeflitlenen branfllarda baflar›lar elde etmeyi bildi. Bu y›lki oyunlarda ise kad›nlar madalya da¤›t›lan branfllar›n tümünde yar›fl›yor. Üstelik olimpiyat tarihinde ilk kez, kat›lan ülkelerin tümünde kad›n yar›flmac› var. Türkiye ise ilk kez kad›n sporcular›n ço¤unlukta oldu¤u bir kadroyla olimpiyatlara kat›l›yor.

1968’de ABD’li siyahi atletler T.Smith ve J.Carlos siyah eldivenli yumruklar›yla ›rkç›l›¤› protesto etti. Avustralyal› P.Norman da destek olmufltu.

‘Gidilen yolda esnek, hedefte kararlı’ T

Hasan Basri Babal›

ürkiye’de işçi sınıfı hareketinin bugünlere ulaşmasında sayısız ismin emeği vardır. Hasan Basri Babalı da bu isimlerden biridir. Türkiye’deki sendikal mücadelenin bütün dönüm noktalarını gören Babalı, kritik eşiklerde aldığı tavır ve sürdürdüğü sendikal anlayışla mücadelenin öncülüğünü yaptı. 1980 cam grevlerinde, 1980 sonrası devletin getirdiği yüzde 10 barajının aşılmasına karşı verilen mücadelede onun ismi vardı. Can Şafak’ın satırlarından aktarıyoruz: “...Paşabahçe’de kalite kontrol işçisi olarak çalışan Hasan Basri Babalı, cam işkolundaki sendikal örgütlenmenin önemli bir ismiydi. Üyesi olduğu Kristal-İş, 1965’te

Hasan Basri Babalı 1997’de hayatını kaybetti. Babalı’nın hayatını Kristal-İş Uzmanı Can Şafak’ın Sendika.Org’daki yazısından alıntı yaptık Paşabahçe’de kurulmuş, bir yıl geçmeden 1966 Paşabahçe grevini örgütlemişti. Sendika hareketine ve DİSK’in doğuşu sürecine ivme katan önemli bir grevdi bu. Babalı, 1979’da Kristal-İş Paşabahçe Şube Başkanı oldu, aynı yıl toplanan Genel Kurul’da Genel Başkan seçildi. 1980’de Hürcam-İş’le birlikte cam tekeline karşı tek taslakla aynı masada görüşmelere oturdular. Grevleri de birlikte örgütlediler, yürüttüler. Grev çadırlarının gerisinde, fabrika duvarlarındaki sloganları

aynıydı: “Yaşasın güç ve eylem birliği.” Bu birliğin mimarlarından biri Babalı’ydı elbette. 1980 cam grevleri örgütlendiğinde en önde o vardı, grev gözcüsü gömleğini en önce o giydi. 12 Eylül’de cunta yönetime el koyduğunda da cam grevleri devam ediyordu. Babalı, 1982’de “Anayasaya hayır” çalışması nedeniyle ve bir işveren yetkilisinin ihbarıyla diğer sendika yöneticileri ile birlikte tutuklandı, 6 ay tutuklu kaldı. İşkence gördü.

1983’ta tekrar mücadelenin en önündeydi. Yürürlüğe giren yeni yasalara göre sendikaların toplu sözleşme yapabilmesi için kurulu oldukları işkolunda çalışan işçilerin yüzde 10’unda örgütlü olması gerekliydi. Çimento ve toprak sanayilerinin katılmasıyla alabildiğine genişleyen işkolunda yetki barajını aşabilmek için sendikanın birkaç ay içinde mevcut üye sayısının birkaç katı yeni üye yapması gerekiyordu. Babalı önderliğindeki Kristal-İş, hızlı ve çok etkili bir

örgütlenme atağı başlattı ve yetki almayı başardı. 1989’da ‘bir yıllık sözleşme’ sloganı etrafında örgütlenen cam grevinin başında yine o vardı. Ancak 1989 yılında toplanan Kristal-İş 10. Genel Kurulu’nda hükümet, 10 yıllık işçiliğinin olmadığı gerekçesiyle Babalı’nın yeniden aday olmasını engelledi. Ve Babalı’nın aktif sendikacılık hayatı böylece noktalandı. İşsiz kaldı. Daha sonra Kristal-İş’te uzman olarak çalışmaya başladı. Bir süre sonra Petrol-İş’in Öğrenci Evi’nde yurt sorumlusu olarak çalıştı. Babalı, 1997’de hayatını kaybetti...” Babalı’yı en sevdiği sloganı çok güzel özetliyor: “Gidilen yolda esnek, hedefte kararlı.”


14

YAŞAM 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

fi‹MfiEKLER: ‘B‹R GÜN OLSUN DAVAMIZI BIRAKMADIK’

Bir sınıf, bir kulüp, bir direniş “Gecekondu ve amele taifesinin takımı” Adana Demirspor taraftarı ayaklandı. “Seyirci değil taraftarız” diyerek iktidarın takımlarını ele geçirmesine direnenler, 1927’de Adana demiryolunda greve çıkarak “sınıf” olan öncüllerini hatırlatıyor UMAR KARATEPE

‘Coş Vali Coş’

Y

ıl 2012… Sıcak bir yaz günü Adana sokakları hareketli. AKP’nin valisi Hüseyin Avni Coş’un biricik Adana Demirspor’larında yaptığı darbeye karşı ayaktalar. Demirspor’un tribün grubu “Şimşekler”in “Taşeron yönetim istemiyoruz” diye yaptığı çağrıyla binler sokaklara çıkıyor. Belediye binasının önündeki polis saldırısına rağmen sloganlar kesilmiyor: “Direne direne kazanacağız.” Ellerinde bir Adana Demirspor taraftarı olan Yılmaz Güney’in resimleri var. AKP-MHP koalisyonuyla takımın yönetiminin ele geçirilmesi karşısında mesajları açık: “Biz halkın takımıyız”, “Halk sokaklara iniyor”, “Haramilerin saltanatını yıkacağız”, “Halk takımı için savaşıyor”, “Yiğitseniz uslandırın bizi” ve en önemlisi de “Yazmaz tarih kitapları, baş eğdiğimizi zulmün önünde.” Gerçekten de tarih kitapları Demirspor’un adını ve ruhunu aldığı demiryollarındaki kararlı direnişleri yazar. B‹R SINIFIN GÖRKEML‹ DO⁄UfiU Yıl 1927… Adana’nın yine sıcak bir yaz gününde, ücretlerini alamayan ve ağır çalışma koşullarına isyan eden demiryolu işçileri greve çıkıyorlar. Grevin lideri Komünist Partili Alaaddin, işçilere şöyle seslenir: “Hakkımızı zorla almaya çalışmalıyız. Çünkü hak denilen şey hiçbir zaman verilmez, daima alınır. Biz de sebatımızla alacağız” (1) 1925 yılında çıkan Takrir-i Sükun kanunuyla verilen sessizlik emrini dinlemez işçiler. “Ana yurdun dört baştan demir ağlarla örüldüğü” ama kimin ördüğünün söylenmediği yıllarda onlar işçi sınıfının varlığını hatırlatırlar. Yeni rejimin mitlerinde “sınıfsız-imtiyazsız bir kitle” olarak “Türk milleti”nin, işçisi, patronu, bürokratı, siyasi eliti, el birliğiyle demiryollarını ördüğü söylenir. Oysa o demiryollarını dört baştan örenler için hayat, coşkulu marşlardaki gibi yaşanmaz. Hayatta kalmak için “zor” gerekir, “almak” gerekir, “sebat” gerekir, “direnmek” gerekir. Onlar bunu Cumhuriyet öncesinde öğrenmişti. Kapitalist gelişmeyle beraber Osmanlı’nın son yıllarında yükselen işçi sınıfı mücadelelerinin önemli bir bölümü demiryollarında başlamıştı. 1800’lü yılların sonlarında Osmanlı demiryolu hattında çalışmak üzere gelen İtalyan işçiler sadece bu işin bilgisini, tekniğini değil, direnmeye ve örgütlenmeye dair deneyimlerini de getirmişlerdi. Bu işçiler Anadolu işçi sınıfına sadece demiryolu döşemeyi değil grevi ve sendikayı da öğrettiler. Bu gelişmeler o kadar endişe uyandırmıştı ki padişah işçileri örgütlenmelerden uzak tutmak için fermanlar çıkarmış, 1908’de demiryolu direnişlerinin çığ gibi büyümesinin ardından çıkarılan “Tatil-i Eşgal Kanunu” ile sendikalaşma ve grev yasaklanmıştı. Demiryolcuların bu direniş geleneği Cumhuriyete de taşınmış, yeni rejimin karşılaştığı ilk işçi direnişlerinden biri, 19 Kasım 1923’te başlayan Şark Şimendiferleri grevi olmuştu. İşte gelenek 1927 Adana demiryolu grevinde yeniden hayat bulmuştu. Tren taşımacılığının tama-

Adana Demirspor, bu sene 2. Lig’de şampiyon olduktan sonra, yıllardır “İyi günde, kötü günde” takımının yanında olan taraftarlarının iradesi çiğnenerek kulüp yönetimine müdahale edildi. Bu müdahalenin faili vali ve büyükşehir belediye başkanı, binlerce kişi tarafından protesto edildi. men durduğu grevde, hattın sahibi Fransız şirketinin arkasına polisi ve askeri alarak hattı işletmeye çalışması üzerine işçiler, eşleri ve aileleri rayların üzerine oturarak seferleri engellemişti. En önemlisi de farklı statülerde çalışan işçiler, kendi birliklerini sağlayarak, memuruyla, işçisiyle, geçici işçisiyle hep birlikte direnmişlerdi.(2) Grevin bir diğer önemli yönü bir halk direnişine dönüşmesiydi. Askerlerin işçilere ve ailelerine kurşun sıkarak, çok sayıda kişiyi tutuklayarak bastırmaya çalıştığı greve Adana halkı da destek vermişti. B‹R KLÜBÜN DO⁄UfiU Bu grev Cumhuriyetin modernizm projesinin, kapitalist modernitenin arızalarının tamamını bünyesinde taşıdığını gösterdi. Bu projede işçi sınıfının tarihsel bir özne olarak var oluşu dışında her şey hesaplanmış görünüyordu. Temel besin maddesi olan şeker için şeker pancarı üretimi ülkenin dört bir yanında desteklendi. Bu şeker pancarlarının işleneceği şeker fabrikaları kuruldu. Benzer şeyler buğday ve un için de geçerliydi. Giyim için pamuk tarlalarının yakınlarında pamuklu dokuma fabrikaları yükseldi. Ve bu kalkınma hamlesini bütünleyen demiryolları kuruldu. Bu modernizm projesinin olmaz-

sa olmazı bu maddi gelişmenin ideolojik/kültürel tamamlayıcılığına duyulan ihtiyaçtı. Mevcut düzenin “sağlam kafaları ve sağlam vücutları” için Halkevleri, Köy Enstitüleri ve nihayet spor kulüpleri kuruldu. 1940’lı yıllarda ülkenin dört bir yanında, şeker ve dokuma fabrikalarının faaliyette olduğu en ücra yerlerde bile Şekerspor’lar, Sümerspor’lar boy göstermeye başladı. Ve tabii ki Demirspor’lar… Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla “sağlam vücutlar” yaratma ihtiyacının artması, spora dair hamleleri arttırdı. Yasal bir düzenlemeyle 500’den fazla işçi ve memur çalıştıran kurumlara spor kulübü kurma zorunluluğu getirildi. O kulüplerden biri mavi-lacivert renkleriyle, bugün uğrunda halkın sokaklara indiği Adana Demirspor’du. YÜKSEL‹fi VE KR‹Z Ülkenin dört bir yanında kurulan kamu iktisadi teşekküllerine (KİT) ait kulüpler, sporun çeşitli branşlarında çok önemli isimler yetiştirdi. Daha da önemlisi kimileri o fabrikanın işçilerinin, hatta o kentin takımı oldular. Ancak direnişlerle kendini bir sınıf olarak var eden demiryolu işçilerinin bulunduğu Adana’nın Demirspor’undaki işçi etkisi diğer kulüplere nazaran çok daha belirgindir. Adana Demirspor “gecekon-

du ve amele taifesinin takımı”dır.(3) 1940’ta kurulan ve mavi-lacivert formasıyla bölgesel ligde mücadele eden Adana Demirspor 1960’da, üç büyük ilin dışından en üst lige yükselen ilk takım oldu. Gel zaman git zaman, sermaye birikiminin ihtiyaçları değişti. Sermayenin “süt annesi” olarak gündeme gelen devletçi sanayileşmeye ihtiyacın ortadan kalktığı günler geldi. 1970’lerin sonlarında ve özellikle de 1980’lerde KİT’ler yıkıma terk edilince bu kulüplerin de yıldızı sönmeye başladı. Adana Demirspor ise bu sürecin çok öncesinde, 1960’ların sonlarında kurum ile bağını keserek bu krizi erken yaşamıştı. Zira 1940’ların ortalarından itibaren karayolu taşımacılığını önceleyen ulaşım politikaları demiryollarına olan desteğin azalmasına neden olmuş, bu da kulübü olumsuz etkilemişti. Bu erken kopuş nedeniyle neoliberal dönemde Adana Demirspor’un krizi, bağlı bulunduğu KİT’in değil, içinde bulunduğu bölgenin krizi olarak yaşandı. Özellikle 1980 sonrası, tarım politikalarında yaşanan değişim ile Çukurova’nın düşen “cazibesi” kulübü etkiledi. 19941995 sezonunda tarihinin en kötü 1. Lig performansını gösterip küme düşen Adana Demirspor, 2000’li yıllarda krizinin doruğa çıkmasıyla kapanma noktasına geldi. Ancak halkın sahip çıkmasıyla yeniden

940’lardan itibaren TCDD’nin kulüp kurmaya başlamasıyla, Türkiye’de 38 Demirspor kuruldu. Ancak Demirspor’lar Türkiye’ye özgü değil. Dünyanın birçok yerinde demiryolcuların öncülük ettiği futbol kulüpleri var. Bu kulüplerin ortak özelliği altyapıya önem vererek, sporcu yetiştirmeleri. İşte Adanademirspor.net sitesinden derlediğimiz üç Demirspor: Bosna takımı FK Zeljeznicar 1921’de kuruluyor. Zeljeznicar, Boşnakça’da “demiryolu işçisi” anlamına geliyor. Zeljeznicar öncesi spor kulüpleri belli bir etnik grubun temsilcisi olarak destek toplarken Zeljeznicar, kozmopolit

VE D‹REN‹fi… Adana Demirspor’un süper lig kapısına dayanması birilerini fazlasıyla endişelendirmiş görünüyor. Valisi ve Belediye Başkanı’yla Adana’nın muktedirleri, yıllardır en kötü günlerinde takımına sahip çıkanların iradesini yok sayarak kulübü ele geçirmeye çalışıyor. 1927’de de işçi sınıfı yok sayılarak projeler üretiliyordu, bugün de... Ancak tarihsel hafıza kolay silinmiyor ve bu sürecin içsel çelişkileri projede durduğu gibi durmuyor. 1927’de de durmadı, bugün de durmuyor. Nereden mi belli? Bugün sokaklara dökülen o Demirsporlular arasında kimleri gördük. Kentsel dönüşüme direnen mahallelerden yoksulları, aylardır direnişte olan TEDAŞ işçilerini, her daim yok sayılan bir diğer kesim Kürtleri gördük. Adana Demirspor’un üç yıl önce dostluk maçı yaptığı, İtalya’nın işçi sınıfı takımı Livorno ile dostluğunun yüz yıllık temellerini, İtalyan işçileriyle kol kola yürütülen direnişin izlerini gördük. “Seyirci değil taraftarız” sloganında, demiryolu işçilerinin direnişlerle özneleşmesinin özgüvenini hissettik. 1927 grevinin önderi Alaaddin’in “hak denilen şey hiçbir zaman verilmez, daima alınır” diyen sesini şu tezahüratta bir kez daha duyduk: “Sahipsizdik grev yaptık en zor günde yalnız kaldık, Ama yine de bir gün olsun davamızı bırakmadık, Ama yine de bir gün olsun Şimşek'imi bırakmadık!” (1) Şeyda Oğuz, 1927 Adana Demiryolu Grevi, TÜSTAV Yayınları, 2005, s.11 (2) Yüksel Akkaya, “Ortak örgütlenmede tarihsel arka plan: dünden kalan miras ve yeniden düşünmek(I)”, www.sendika.org (3) Yüksel Akkaya, “Makyavelist futbol hırsızları ve bir futbol emekçisi “Zizu” üzerine…”, sendika.org

Dünyanın Demirsporları 1

doğrulan Adana Demirspor, bu sene bir üst lige çıkarak tam 17 yıl sonra yeniden süper lige yükselmek için mücadele etme hakkı kazandı.

Saraybosna’nın işçi sınıfı takımı oluyor. Takım 1971–72 sezonunda Yugoslavya şampiyonu oluyor. 1984-85’de UEFA Kupası’nda yarı finale dek yükseliyor. Zeljeznicar yarı final ikinci maçında son dakika golüyle Macaristan’ın Videoton takımına elenerek, finalde Real Madrid’in karşısına çıkma şansını kaybediyor. Yugoslavya dağıldıktan sonra kazandığı 3 şampiyonlukla, Bosna Hersek birinci liginde en çok şampiyon olan takım unvanını elinde tutuyor. Takımın maçlarını oynadığı Grbavica Stadyumu’nun yapımında takımın taraftarları da çalıştıkları için, stadyumlarına ciddi bir bağlılık duyuyorlar.

Şampiyonlar Ligi’nde grup maçlarına katılması nedeniyle futbolseverlerin tanıdığı Debreceni’nin tam adı Deberceni Vasutas Sport Club. Vasutas, Macarca demiryolu işçisi demek. 1902’de kurulan takım, 1993'te birinci lige yükseliyor. Debercen, 2005, 2006 ve 2007 yıllarında arka arkaya üç kez şampiyon oluyor. Ferro Carril, Arjantin'de 100 işçi tarafından 1904'te kurulmuş. “Demir” anlamına gelen Ferro ilk kez 1982'de namağlup ulusal birinci lig şampiyonu oluyor. 1984’te de ikinci şampiyonluğunu yaşıyor. 2000’den beri ikinci ligde mücadele eden kulübün, basketbol ve voleybol takımları dışında, dans kursu da bulunuyor.

Adana’da Demirspor taraftar›n›n tepkisini çeken Vali Hüseyin Avni Cofl gitti¤i tüm kentlerde oldu¤u gibi Adana’da da uygulamalar›yla tepki çekiyor. Yasemince program›ndaki fiuayip karakterine benzemesi sebebiyle halk aras›nda “fiuayip” olarak an›lan Cofl, Adana’da Kürt mahallelerindeki GBT kontrolleri, içki yasaklar› ve muhalefete yönelik polis sald›r›lar› ile iktidar›n gözüne giriyor. Cofl’un yükseliflinde Tayyip Erdo¤an’›n izleri kolayca görülebiliyor. Belediye Baflkan› iken ‹GDAfi yolsuzlu¤unda Erdo¤an’› aklayan raporu veren müfettifl olan Cofl, 2003’te AKP taraf›ndan Bingöl’e vali olarak atand›. Daha sonra atand›¤› K›r›kkale’de CHP’nin afifllerine ve pankartlar›na yönelik engellemeleriyle dikkat çeken Cofl, Ayd›n Valisi iken de MHP’nin büyük boy pankart›n› indirerek bu konudaki uzmanl›¤›n› göstermiflti. K›r›kkale Valisi iken kat›ld›¤› Karadenizliler Gecesinde coflan Avni Cofl, Erdo¤an’a flu sözlerle övgüler ya¤d›rm›flt›: "Karadeniz evlatlar› denilince, cesaretli, çal›flkan, yüre¤i memleket için atan, ülkesi için her fleyi göze alan yi¤itler ve de¤erli eflleri han›mefendiler akla geliyor. Bu özelli¤i simgelefltiren, bu seçkin vas›flar› bünyesinde toplayan Recep Tayip Erdo¤an'› anmamak mümkün de¤il. Sadece ülkemizde de¤il, bölgemizde de sayg›nl›kla karfl›land›¤›n› biliyoruz. De¤erli Karadenizlilerin de böyle bir evlat yetifltirdi¤i için mutluluk duydu¤unu biliyorum.” Avni Cofl, 2006’da Adnan Hoca’n›n 'Yarat›l›fl Atlas›' isimli kitab›n›, oldukça bilimsel (!) bir tespitle, “ciddi bir çal›flma görüntüsü verdi¤i” gerekçesiyle K›r›kkale Halk Kütüphanesi’ne ald›rt›yor. K›r›kkale’den sonra gitti¤i Ayd›n’da Belediye Baflkan› CHP'li Özlem Çerçio¤lu’nun koruma polislerini geri çektirerek, belediyenin aflevini tahliye ettirerek ve belediye araçlar›na ceza yazd›rarak y›ld›zlafl›yor. Ayd›n’da resmi törenlere, AKP’li vekiller ve AKP ‹l Baflkan› ile gelip, muhalefet milletvekillerinin elini s›kmamas›yla bas›na gündem olan Cofl’un h›zl› yükselifli Adana’ya terfisiyle devam etti. AKP Valisi Cofl’a flimdi de baflkent yollar›n›n gözüktü¤ü haberleri geliyor.


KÜLTÜR SANAT

15

26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

Halk›n Sesi

10 y›ld›r beklenen hikaye Yaşar Kemal'in merakla beklenen "Bir Ada Hikayesi"nin dördüncü cildi "Çıplak Deniz Çıplak Ada", sonbaharda yayımlanacak. Serinin ilk cildi "Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana" 1998'de, "Karıncanın Su İçtiği" ile "Tan Yeri Horozları" ise 2002'de art arda çıkmıştı.

Anday an›s›na ödül

Yeniden 'Van Times'

Melih Cevdet Anday anısına bu yıl yedincisi düzenlenen şiir ödülü, “Sevgiler Kanarken” adlı kitabıyla Hüseyin Yurttaş ile ‘5-7-5’ler’ adlı kitabıyla İsmail Uyaroğlu arasında paylaştırıldı. Ödüller, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Muğla Ören Belediyesi işbirliğiyle yapılan kültür şenliğinde sunuldu.

Türkiye'nin dört dilde yayım yapan ilk yerel gazetesi Van Times, iki yıl aradan sonra dergi formatında geri dönüyor. Kürtçe, Ermenice, Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanacak Van Times'ın içeriğinde foto-röportajlar, tarihi bilgiler, haritalar, anılar ve edebi hikâyeler ile birlikte Van hakkında birçok makale ve araştırma yer alacak.

Ergin Orbey’e veda Türk tiyatrosunun duayenlerinden, "Hababam Sınıfı", "Süt Kardeşler" ve "Tosun Paşa" gibi filmlerde unutulmaz rollere imza atan usta oyuncu Erdin Orbey hayatını kaybetti. Ergin Orbey 19 Temmuz’da Ankara Devlet Tiyatrosu Büyük Tiyatro Sahnesi'nde gerçekleştirilen törenin ardından toprağa verildi.

İsimleri de fikirleri de eserlerinde ALP TEK‹N BABAÇ

D

uvara yazılan yazı ve şekillerle kendini ifade etme sanatı Graffiti, illegal sanat olarak biliniyor. Ancak 15 Temmuz günü İstanbul’da Taksim Gezi Parkı’nda bir festival düzenlendi. Meeting of All Stars (Yıldızların buluşması) adlı festivalde dünyanın çeşitli ülkelerinden graffiticiler buluştu. Festivalin son gününde Taksim Gezi Parkı’nda kurulan sahnede graffitinin bir parçasını oluşturduğu hip hop müzikler seslendirildi. Rap müziğin önemli isimlerinden Pit10 ve Ceza grubu da şarkılarını seslendirdi. İllegal sanat olarak bilinen graffitinin festivalini bakın kim organize etti: İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Oysa aynı belediyenin graffiticilere “Kabahatler Kanunu” gerekçesiyle binlerce lira ceza vermişliği de var. Çünkü graffiti illegal bir sanat. İllegal sanatı yapanlar isimlerini de gizli tutuyor. Graffiti’nin insanı ifade etmesi anlamına geldiğini söyleyen MERS isimli graffitici, graffitinin bir “ün yapma” eylemi olduğunu söyledi. “Yakalanma riski en yüksek ve en fazla kişi tarafından görülebilecek yerlere yapmak graffiticinin ününü artırıyor”

M›s›r’da ‘Arap Bahar›’ döneminde yap›lan bir graffiti: Devrim diyen MERS özellikle trenler ve ana caddelerin Türkiye’de yapılması en zor olan ve graffiticinin tanınırlığını artıran yerler olduğunu belirtti. Hatta, trene yapılan graffitilerle, Türkiye’deki sanatçılar dünyanın çeşitli yerlerindeki graffiticilerle iletişim bile kuruyor. Graffiticinin ismi böylece değişik ülkelerde de duyuluyor. Graffiticilerin isimleri yerine

Türkiye’de Hip Hop’un yaygınlaşmaya başlamasıyla ortaya çıktığını söylüyor. Hip Hop’un dört unsurundan biri olan graffiti sanatı Hip Hop’un da olmazsa olmazlarından. Kişinin kendini, düşündüklerini ifade etme biçimlerinin bir sentezi olan Hip Hop’un dört unsurunu şu şekilde özetleyebiliriz: Sözlerle ifade etme (MT), müzikle ifade etme (DJ) dansla ifade etme (Brake Dans) ve şekille ifade etme (Graffiti).

Gece, etraf iyice kolaçan ediliyor, eskizler ve spreyler hazır, tren yolu önünde bir araya geliniyor. Trenin önünde son kontroller yapılıyor ve basılıyor spreye…

takma isimlerini kullanmaları da yaptıkları eserlerin değişik ülkelerde yaygınlaşmasını sağlayan bir avantaj. Tabii trene greffiti yapmanın cezası da büyük ancak marifet yakalanmamakta. GRAFF‹T‹C‹N‹N ‹MZASI ESER‹ Graffiticilerin kendilerine ait ilkeleri de var. Bu ilkelerden

biri bir başka graffiticinin eserinin üzerine graffiti yapmamak. MERS, bu davranış için “etik değil” diyor. Graffiti, popülerlik ve gizliliği içinde barındırıyor. İkisi de belli bir dengede ilerliyor. Popülerleşme yanı ağır bastığında, graffiti yapanlara para cezası kesen belediye tarafından organize edilen festivallere katılanlar da oluyor.

MERS, graffiticilerin kimliklerini gizli tutmalarından yana ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi bir kurum tarafından organize edilen festivale katılmaya karşı. MERS, 2010’daki Anayasa Referandumu’dan önce AKP Gençlik Kolları tarafından graffiti sanatıyla dev bir “Evet” yazıldığını da hatırlattı. MERS ise aynı dönemde arkadaşlarıyla

birlikte “Hayır” graffitileri yapmış. Yaptıkları eyleme de “Hayır bombardımanı” adını vermişler. Tabii graffitiyi kendisini geliştirmek ve isim yapmak için kullanalar, hobi olarak yapanlar da var, politik olarak da yapanlar var. “Ancak her şekilde graffiticinin eseri onun fikrini de yansıtır ve mesaj verir” diyen MERS, graffiti sanatının

GRAFF‹T‹ TAR‹H‹ Yaygın olarak 1960’lı yıllarda ABD’de ortaya çıkan graffiti ABD’nin büyük kentlerindeki gettolarda, çetelerin kendi alanlarını belli etmek için duvarlara kendi işaretlerini çizmesiyle başladı. Graffitiyi o dönem yaygın olarak Afro Amerikanlar, yani siyahlar kullandı. Graffiti daha sonra ABD gettolarındaki yoksulların kendilerini ifade etmek için yarattıkları Hip Hop akımıyla kaynaşıp Hip Hop’un vazgeçilmezlerinden biri oldu. Graffiti, Türkiye’de ise tam tersi bir seyir izler. Önce Hip Hop yaygınlaştı ve ardından Hip Hop’un gereklerinden biri olan Graffiti. MERS, Türkiye’de graffitinin 1998-2000 döneminde görülmeye başlandığını ve Hip Hop’un da o dönemde yaygınlaştığını söylüyor.

‘Yasak’ dedikleri alkolü sattılar Efes One Love festivali alkolsüz geçti. Tepkilerin çıkmasıyla festival adından Efes ismi kaldırıldı. Konser alanında içki yasaklanırken alanın hemen dışında, Eyüp’te biralar yudumlandı

1

4 - 15 Temmuz tarihleri arasında Eyüp’te Efes One Love festivali düzenlendi.

12. Munzur Festivali M

unzur Kültür ve Doğa Festivali’nin on ikincisi, 26-29 Temmuz tarihleri arasında “Dersim Soykırımı tanınsın, barajlar ikinci ‘38’dir” sloganıyla gerçekleştiriliyor. Dersim Belediyesi ile Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) tarafından düzenlenen festival, 26 Temmuz günü konukların karşılanması ile başlıyor. Çeşitli konularda paneller, sergiler ve konserlerin olacağı festivalin açılışı etkinliği stadyumda gerçekleştirilecek. Açılış etkinliğine Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, DEDEF Başkanı Ali Mükan ve İstanbul bağımsız milletvekili Levent Tüzel katılıyor. Festival boyunca Pınar Aydınlar, Aynur Doğan, Zelal Gökçe, Silbus û Tarî, Zele Mele, Yaşar Kurt, Servet Kocakaya, Metin Kahraman, Erdoğan Emir, Grup Munzur, Grup Yorum, Ferhat Tunç, Ozan Cömert ve Giamis Xarolis gibi sanatçı ve gruplar sahne alıyor. Festivalde yapılacak panellerde şu konular ele alınıyor: Dersim inancı ve cemevleri, Dersim'in güncel sorunları, Dersim 38 Soykırımı-talepler-tazminat ve istismar. Dersim'in inanç merkezlerinin ziyaret edileceği festivalde, kentin tarihi ve güncel sorunlarına dikkat çeken belgeseller de gösteriliyor.

‘‹ÇK‹ BÜTÜN KÖTÜLÜKLER‹N ANASIDIR’ Festivalde alkol içilmesi gericilerin tepkisine sebep oldu ve Twitter’da Eyüplüler adıyla “Eyüp’te bira festivali istemiyoruz” başlıklı bir grup oluşturuldu. Festivalin ilk günü giriş kapısı önünde grubun “İçkiler bütün kötülüklerin anasıdır” yazılı pankartla bir yürüyüş yapması üzerine festivalin başlama saati olan 14.00’te açılması gereken kapılar hiç bir neden belirtilmeden saat 15.30’a kadar kapalı tutuldu. Alkollü içki satışının olmayacağı da

insanlara dışarıda kuyrukta beklerken duyuruldu. ‹ÇER‹DE YASAK OLAN ALKOL DIfiARIDA KARA BORSADA Kapı önünde bekleyiş sürerken konser alanında sahne alması gereken gruplar boş alana konser vermeye başladı. Saat 15.30’da insanlar içeri alınmaya başlanmasına rağmen içerisi uzun süre boş kaldı. Sebebi ise katılımcıların girişte satılan içkileri tüketmek istemeleri oldu. Kapı önünde Eyüp Belediyesi zabıtaların gözleri önünde biralar karaborsa satılırken alkollü içecekler konser alanına sokulmadı; içeride Efes Pilsen’in bir tek “alkolsüz” birasının satılması ve

Asr› gurbet harap etmifl köyümü Bülbül gidip baykufl konmufl gel hele Ben a¤ay›m ben paflay›m diyenler Kap›lar› kitlemifller gel hele Gel hele de kömür gözlüm gel hele Gel hele de dudu dillim gel hele

alanın duvarına “Sigara içmek yasaktır” afişinin asılması ironik bir hava yarattı. Festivalde, dışarıda (Eyüp’te) alkol içilirken konser alanında konser devam etti. Kaiser Chiefs grubunun solisti Ricky Wilson yaşanılanlara tepki göstermek için, sahneden inerek seyircilere onlarca bardak bira dağıttı. Katılımcılara bilet paralarının iade edilebileceği duyuruldu. Yaşananlardan sonra bir açıklama yapan İstanbul Bilgi Üniversitesi yönetimi, "festivalde içki satışı" tartışmaların muhatabı ya da sorumlusunun üniversite olmadığını, Santral Kampusu’nun kurulduğu günden bu yana çok çeşitli ve değişik sosyal,

Bir ev burda bir ev karfl›da kalm›fl Sorun hele bizim komflular n’olmufl K›rk senelik a¤aç kurumufl kalm›fl Bizim köye benzemeyi gel hele Gel hele de kömür gözlüm gel hele Gel hele de dudu dillim gel hele

kültürel ve akademik aktiviteleri barındırdığını ve bu etkinliklerin çok önemli bir bölümünün İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından tek başına ya da diğer üniversite, yerel yönetim, sivil toplum veya kamu kuruluşlarıyla işbirliği içinde yapıldığını söyledi. Festival düzenleyicileri ise açıklamalarında "Yazılı anlaşmalarımız olmasına ve mevzuatlara uygun olmasına rağmen, işletme sahiplerinin ruhsatlarını kullandırmaması nedeniyle, etkinliğimiz süresince alkollü ürün satışı yapılmayacaktır. Tarafımıza çok kısa süre önce bildirilen bu durum nedeniyle tüm müzikseverlerden özür dileriz" dedi.

One Love Festivali’ne bira yasa¤› getirilmesinden sonra sosyal medyada tepkiler yo¤unlaflt›. Tepkilerin ürünlerinden biri de yukar›daki resim

Arguvan’ın türküleri Hemen hemen her evin duvar›nda as›l› bir saz›n oldu¤u; kendine has türküleri, sözleri ve deyiflleriyle ünlü Malatya’n›n kendi küçük ünü büyük ilçesi Arguvan, bu y›l da geleneksel türkü festivaline ev sahipli¤i yapt›. Bu y›l 10 yafl›na basan; dünyadaki ve Türkiye'deki tek türkü festivali olan Arguvan Uluslararas› Türkü Festivali, 14-15 Temmuz 2012 tarihleri aras›nda gerçeklefltirildi. Festivale konuk olan Sabahat

Akkiraz, Sevinç Eratalay, Afl›k Ercan, Zelal Gökçe, Özlem Büyük, Musa Ero¤lu, Mikail Aslan, Derdiyok Ali, H›d›r Göksu, Hüseyin Ceylan ve Küba’dan Son De gibi sanatç›lar›n konserlerinin yan› s›ra festivalde tiyatro gösterileri, foto¤raf sergisi ve köy gezileri de düzenlendi. Arguvan havas›, özellikle Arguvan ilçesi ve Marafl'›n baz› kesimlerinde yayg›n, Alevî türkmenlerine özgü bir uzun hava türüdür.

Sözlerinde do¤a, aflk, sevda, ö¤üt ve gurbet konulan ifllenir. Hece ölçüsünün 7 ve 11 'li kal›plar› kullan›l›r. Yörede gelene¤e ba¤l› olarak ba¤lama tezene kullanmaks›z›n parmaklar ile “flelpe“ denilen teknikle çal›n›r. Uzun havalar›n ard›ndan genellikle türküler, nefesler ve deyifller söylenir. Arguvan havalar› "Arguvan a¤z›" denilen yöresel a¤›z tav›r ve üslûpla seslendirilir.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012

16 Halk›n Sesi

4+4+4 S‹STEM‹NE, GER‹C‹L‹⁄E V E K A R ANLI⁄A K A RfiI

Turuncu şirinler Halkevleri’nde

Makarnadan köprü, ebruyla logo yapıyor, şehirleri tanıyor, yüzüyor, felsefe öğreniyor, gazetelerini çıkarıyorlar

A

KP karanlığına meydan okuyarak 4+4+4 sistemini durdurmak için mücadele eden Halkevleri Yaz Okulları’yla da bu misyonunu sürdürüyor. 50 ayrı noktada 15 farklı ders ve atölyeyle devam eden yaz okullarını Halkın Sesi olarak inceledik. Yaz okullarında neler yapılıyor, hangi eğitimler veriliyor, öğrenciler, veliler ve eğiticiler bu faaliyetler hakkında neler düşünüyor? Halkevleri Yaz Okulu’nda, bir çok atölye çalışması gerçekleştiriliyor. Bunlar arasında tiyatro, yaratıcı drama, yaratıcı yazma, spor, el sanatları, film, fotoğraf, gazetecilik, halk dansları, müzik ve satranç gibi bir çok dal var. Atölye çalışmalarının yanısıra eğlenceli İngilizce, oyunlarla matematik,

çocuklar için felsefe, uygulamalı bilim, eğlenceli mimarlık – mühendislik, uygulamalı sağlık gibi bir çok ders de veriliyor. Ailelerin de unutulmadığı okulda birçok konuda seminerler düzenleniyor. MAKARNADAN KÖPRÜ OLUR MU H‹Ç Ezberci sisteme karşı uygulamalı bir eğitim anlayışıyla yola çıkan Halkevleri Yaz Okulu’nda çocukların dillerinden düşürmedikleri bir ders var. O dersin adı da “Eğlenceli mimarlık – mühendislik”. Çocuklar burada mühendisliği tanırken bir çok eğlenceli deneyi de eğiticileriyle birlikte yapıyorlar. Ankara’da çocukların en çok anlattıkları etkinliklerden biri de makarnadan köprü yapımı oluyor. “Makarnada köprü olur

mu?” sorusuna karşı artık çocuklar “Makarnadan neler olmaz ki!” cevabını veriyorlar. Çocuklar bir maddenin doğru kullanılması durumunda nasıl işler yapabilecekleri konusunda artık yaratıcı yanıtlar üretebiliyorlar. “YAHU BU FELSEFE DERS‹ NE KADAR E⁄LENCEL‹YM‹fi” Bir diğer ders ise “Çocuklar için felsefe.” Hayatı anlamak için sorulan soruların ilk karşılığını bulan çocuklar burada eğlenirken düşünmeyi, düşünürken araştırmayı öğreniyorlar. Okul eğiticilerinden Osman Nuri Orhan bu dersle ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “Şirintepe’de yaz okulu dersi için otururken Mutlu Halkevi’nden bir kadın içeri

Türkiye’nin birçok kentindeki Halkevleri Yaz Okulları’nda çocuklar yaz boyunca üreterek öğreniyor

girdi. Kadın biraz durduktan sonra “Yahu bu çocuklar için felsefe dersi ne kadar eğlenceliymiş. Bulaşık yıkarken dersi dinleme şansım oldu. Acaba bunu büyükler için de mi yapsak?” diye soruyor. Meğer o gün ders salonda yapılmış. Salonla mutfak ortak alan olduğu için görevli olan anne bütün dersi dinlemiş. O kadar beğenmiş ki dersi, heyecanı gözlerinden okunabiliyordu”. YÜZME ‹HMAL ED‹LM‹YOR Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencilerinin “Sağlam kafa ceza evinde” dediği bir ülkede sağlıklı bir neslin sokaklarda olması gerektiğini savunan Halkevleri, sağlıklı bir neslin yetişebilmesi için spor faaliyetlerini de unutmuyor. Birçok ilde çocuklar eğiticileriyle birlikte

yüzme havuzlarına giderek suyun tadını çıkarıyor. ÇOCUKLAR BARINMA HAKKININ YANINDA Afet Yasası’yla birlikte sadece gecekondu mahallelerinin sorunu olmaktan çıkan kentsel dönüşüm projelerine karşı çocuklar da taraf oluyor. Halkevleri’nin yanı sıra bir çok Barınma Hakkı Bürosu’nda da yapılan Halkevleri Yaz Okulu çalışmasında çocuklar barınma hakkı mücadelesini de yakından tanıyor. Adana’da İsmet Paşa ve Barış Mahallesi’ndeki çocuklar aldıkları fotoğrafçılık eğitiminin ardından mahallelerinde çektikleri fotoğraflarla bir belgesel gösterimi hazırlıyor. EBRU’DAN LOGO El sanatlarının da önemsen-

diği yaz okulunda Ankara’da Şirintepe ve Mutlu Halkevi’nde çocuklara ebru dersleri veriliyor. Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Osman Yıldız’ın verdiği derste çocuklar birçok çalışmaya imza attılar. “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek yoksul mahallelerdeki yerlerini alan Öğrenci Kolektifleri’ni de unutmayan çocuklar bir çalışmalarında hocalarının da yardımıyla Kolektiflerin logosunu çizdi. fiEH‹RLER‹N‹ TANIYARAK BÜYÜYORLAR Yaz okulunda gerçekleştirilen bir çalışma da şehir gezileri. Üniversitelerden müzelere kadar birçok yeri gezen çocuklar şehirlerini de daha iyi tanımış oluyorlar. Ankara Üniversite-

si’nde bulunan oyuncak müzesine giden çocuklar ODTÜ Devrim Stadı’nda uçurtma uçurmayı ve fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedi. ÇOCUKLAR KEND‹ GAZETELER‹N‹ ÇIKARACAK Gazetecilerin hapse atıldığı bir ülkede çocuklar “her şeye inat özgürlük” diyerek temel gazetecilik eğitimini de alıyorlar. Ankara’da Sendika.Org tarafından verilen gazetecilik dersinin ardından çocuklar yaz okullarında yaptıkları etkinlikleri istedikleri gibi anlatacakları bir gazete yapacaklar. Şimdiden röportajlara başladılar bile. “Çocukların Sesi” ismiyle çıkacak olan gazeteyle çocuklar kendilerini özgür bir şekilde ifade edebilecek.

İşçiden branda bakkaldan sandalye Musalla halkı, okullarının imam hatip yapılması girişimine karşı ayağa kalktı. Bu kalkışma, 12 Eylül’ün ölü toprağını üzerinden atan Musalla Mahallesi’nde Yaz Okulu çalışmasıyla sürüyor mahallede seferberlik ilan edildi. Mahallede müzik ile uğraşan bir çok isim koro kurulması için çalışmalara başladı. Satranç öğretmenliği yapan biri yaz okulunu duyunca gelmiş katılmış halkın arasına. Kukla dersi veren de olmuş resim dersi de. Bunlar olur da mahallenin seramik ustası durur mu o da gelerek katılmış yaz okuluna. Herkesin bir ucundan tuttuğu okul taş binasız ama bir iddiayla var olmuş.

YUSUF DÖNERGÜNEfi

8

0 darbesinin şiddetinden etkilenen mahallelerden biri Tarsus’un Musalla Mahallesi. Ardından geçen onca yıla rağmen yeni yeni kıpırdanmaların başladığı mahallede bu yıl Halkevleri Yaz Okulu da yapıldı ancak bu yaz okulu diğerlerinden biraz farklı oldu. Halkevi’nin olmadığı ilçede yaz okulunu bir direniş var etti. Çoğunlukla Alevi yurttaşların yaşadığı mahallede AKP, 4+4+4 projesiyle mahallenin ilköğretim okulunu imam hatip yapmak isteyince halk adeta ayaklandı. Belki de 4+4+4 karşı ilk zafer Musalla Mahallesi’nde kazanıldı. Bunun öz güveniyle hareket etmeye çalışan velilerin karşısına Halkevleri Yaz Okulu çıktı. Yapılan tartışmaların ardından karanlıktan şikayet etmek yerine bir mum da kendileri yakmaya karar veren mahalle halkı Halkevleri Yaz Okulu’na bu şekilde başlamış oldu. KAPISI, BACASI OLMAYAN OKUL Dedik ya, bu yaz okulu diğerlerinden biraz farklı diye.

Farklılığının nedeni okulun var olabileceği bir binanın olmaması. Musalla halkı, Mersin’in sıcağında çocukları bir binaya hapsetmek yerine mahallenin parkını bir okul alanına çevirerek çocuklara daha özgür bir sınıf ortamı sağladı. Kapısı olmayan, bacası olmayan ağaçların arasında bir okul. Okulun kurulacağını duyan koymuş elini taşın altına ve bir işin

ucundan tutmuş. Kimileri parka branda çekip çocuklar için üzeri kapalı bir alan yaratmış, kimileri eğiticileri bulmuş, kimileri masa sandalye taşımış. Ve AKP’ye kafa tutmanın, paylaşmaktan ve ortak üretimden geçtiğini farkettiler. MAHALLEDE YAZ OKULU SEFERBERL‹⁄‹ Eğiticilerin bulunması için adeta

“BUNCA ZAMAN NEREDEYD‹N‹Z” 9 - 13 Temmuz tarihinde yapılan okulun ilk günü bütün öğrenciler tarafından büyük bir pankart hazırlandı ve diğer günler parkta ayrılan kamelyalarda derslere devam edildi. Veliler çocuklarının ellerinden tutup derse gelirken, hem mutlu oluyorlardı hem de çocuklarının almış olduğu derslerin keyfini yaşıyordu. Yaz okulu büyük bir mahalle festivali ile son buldu. Ve son gece eve giderken, velilerin bu çalışmayı yapanlara “sitem” sözleri yankılandı mahalle sokaklarında: “Neden bu kadar sürdü. Bunca zaman nerdeydiniz...”

Renkler Ülkesi Halkı barışı sağladı 17 Haziran – 17 Temmuz tarihinde yap›lan yaz okulu çal›flmas› Kent Müzesi önünde yap›lan flenlikle Bursa’y› renklendirdi. “Çocuklar dünyam›z› alacaklar elimizden ölümsüz a¤açlar dikecekler” pankart›n›n as›ld›¤› flenlikte korodan, dansa kadar birçok etkinlikle çocuklar, hem kendilerinin hem de flenli¤e kat›lanlar›n e¤lenceli anlar geçirmesini sa¤lad›lar.

2010 Dünya Kupas›’n›n müzi¤iyle dans eden çocuklar Halkevi’nde ö¤rendikleri Artvin yöresi halk oyunlar›yla devam ettiler. Yaz okulu ö¤rencileri, savafl›n eksik olmad›¤› dünyam›zda bar›fl›n ça¤r›s›n› yapmay› da unutmad›lar. Gerçeklefltirilen tiyatroda savafl adam› ve savafl kad›n›na karfl› ülkesini savunan renkler ülkesi halk›, savafl› yendi ve bar›fl› sa¤lad›.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.