157'nci sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA

2

Geçmifle sald›r, bugüne vur Taraf, 1 May›s 77’nin katliam de¤il sol içi çat›flma oldu¤u iddialar›n› ortaya att›

SAYFA

7

Bunlar›n ak› sütü bile karartt› Okul sütü projesiyle binlerce çocuk zehirlendi. Hükümet sütte zehir yok, çocuklar hassas, dedi

SAYFA

13

Bayram sabah›na uyanmak ‹ktidarlar›n halk kitleleri nezdinde meflruiyet sa¤lamas›n›n bir yolu bayram kutlamalar›

SAYFA

14

Süper rezilli¤e süper final AKP eliyle yeni bir piyasalaflma sürecine giren Futbol, en kötü döneminde

17 May›s 2011 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 157

Ölüm düzenine isyan

Bir y›l önce Hopa’da HES’lere karfl› derelerine sahip ç›kanlara, AKP’nin zulmüne boyun e¤meyenlere sald›rd›lar, Metin Lokumcu’yu öldürdüler

Durdurun HES’leri

Bir y›ld›r HES’ler do¤ay› yok etmekle kalm›yor. Önce Adana, sonra Erzurum, flimdi de Giresun… HES’lerde çal›flan iflçiler ölüyor

Bu düzen zenginlerin saltanat› için halk›n yaflam hakk›n› yok say›yor. Bu ölüm düzenine karfl› tek yol kal›yor: Sokak!

Giresun’daki HES kazas›n›n ard›ndan

HES'ler katletmeye devam ediyor. Giresun Dereli’deki HES inflaat›nda 15 May›s günü meydana gelen kaza sonucu 4 iflçi öldü, 1 iflçi yaraland›. Ölen iflçilerden birinin 16 yafl›ndaki Eren Erdem oldu¤u ve Erdem'in inflaatta sigortas›z olarak çayc›l›k yapt›¤› ö¤renildi. Santralle ilgili daha önce yürütmeyi durdurma karar› oldu¤u ancak davan›n Dan›fltay’da oldu¤u ö¤renildi. Dan›fltay Baflkan› Hüseyin Karakullukçu, Dan›fltay'›n 144. kurulufl y›ldönümünde flöyle konuflmufltu: "Ne varsa durduruyoruz. Yok, durdurma yok art›k. ‹lerleme var. ...Öyle bir fley mi var? Onu durdur, bunu durdur. Durdurduk ne oldu? Bir fley görelim, be¤enmezsek..." Olay sonras›nda hastane önünde toplanan bölge halk› tepkilerini dile getirdi. HES nedeniyle arazilerin zorla istimlak edildi¤ini söyleyen halk, “ölen gençlerimizi kim nas›l getirecek flimdi!” diye isyan etti.

Polisten ‘Alo servis’ Polis ya da ‘okuldan arad›¤›n› söyleyen’ kifliler ö¤renciler üzerinde bask› kurmaya çal›fl›yor. Bunun son örne¤i Kocaeli Üniversitesi’nde yafland›. Arayan kifliler ‘olay ç›kaca¤›ndan emindi’ S. 3

E¤itim AKP karanl›¤›na teslim edilemez... YOL YAZISI S. 3

Sandıktan kavga çıktı

4+4+4 asıl şimdi başlıyor

AB ve IMF’nin dayatt›¤› y›k›m› kabul etmeyen Yunan halk›, bu politikalar›n uygulay›c›lar›n› sand›¤a gömdü. Merkez partilerin oylar› erirken, ‘radikal’ sol ve faflistler oy artt›rd› S. 5

Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi, 4+4+4 uygulamas›yla, baflta okullar›n bölünmesi ve da¤›t›lmas› olmak üzere e¤itimde a盤a ç›kacak sorunlara karfl› 8 Haziran’da bir uyar› eylemiyle yaza haz›rlan›yor S. 6

1 Mayıs’ın görkemi: Sel yatağını değiştirirken 1 May›s 2012 görkemli, AKP karfl›t›, sol, emek eksenli, kolektif bir ruhu bar›nd›ran ancak bu ruhu temsil edecek kolektif inisiyatif merkezini hala bulamam›fl bir seferberlik Ferda Koç / Sayfa 4

Kutay Meriç / Sayfa 6

Yeni anayasay›...

Orman kanunu

günüydü. 1 May›s meydanlar›nda geri düflen ve öne ç›kanlara bakarak gelenesel inisiyatif merkezlerinin çözülme e¤ilimini ve yeni kurulmakta olan› bulabiliriz S. 12 Engin Duran / Sayfa 9

Ekonomi tart›flmalar› üze...

Hopa ça¤›r›yor 31 May›s günü dereler özgür ak›yor pankart› alt›nda yükselen gaz bulutun içinde dereleri için direnen Hopal›lar, bu topraklar›n bafl› dik, aln› ak, onurlu insanlar›n› 31 May›s’ta Hopa Meydan›’nda Metin Lokumcu pankart› alt›nda buluflmaya davet ediyor. Karadeniz Halkevleri, Ezilenlerin Sosyalist Platformu, Özgürlük ve Dayan›flma Partisi , Artvin Esnaf ve Sanatkarlar Odas›, Çay Üreticileri Kooperatifi ve muhtarlar›n ça¤r›s›yla Metin hocan›n ölüm y›ldönümünde; 31 May›s 2012 Perflembe günü saat 13.00’da Hopa Meydan›’nda buluflma ça¤r›s› yap›yor S. 4

Tuba Günefl / Sayfa 10

Evli, mutsuz, liseli

Dert, derman Kürt iflçi de Demokratik Toplum Kongresi’nin ‘Demokratik Özerklik’te Ekonomi’ sempozyumu Kürtlerin özgürleflme mücadelesinde s›n›f sorununun nas›l bir yer tuttu¤unu göstermesi aç›s›ndan önemliydi S. 9

Krefl ararken sendika buldu Tafleron sa¤l›k iflçisi Sevtap coflkun’un k›z›n› kurum krefline kaydettirmek için bafllatt›¤› mücadeleyle, krefl hakk› mücadelesi ve taflerona karfl› mücadeleleri iç içe geçti S. 10


2

MEDYA 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

TARAF’IN 1 MAYIS 1977 KATL‹AMINI SOLA MAL ETME ÇABASI

Geçmişe saldırarak bugüne vuranlar AKP’ye karfl› solun tek umut haline geldi¤i bir dönemde, Taraf 1 May›s 1977’nin katliam de¤il sol içi çat›flma oldu¤u iddialar›n› ortaya att› ÖZGE YURTTAfi

T

araf gazetesinin odağında yer aldığı AKP liberalleri cephesi, Türkiye soluna yönelik en büyük saldırılardan birisi olan 35 kişinin hayatını kaybettiği 1 Mayıs 1977 Katliamı’nın tarihini yeniden yazmak istedi. Bu operasyonun tetikçiliğini Taraf yazarı “tarihçi” Halil Berktay yaptı. Berktay’ın, 2 Mayıs günü Taraf gazetesinden Ertan Altan’la yaptığı söyleşide dile getirdiği ve aynı gün HaberTürk’te katıldığı canlı yayında yinelediği iddiasına göre 1 Mayıs 77 bir sol içi çatışma. Berktay, 1 Mayıs 77’de DİSK aracılığıyla alanın hakimiyetini elinde bulunduran TKP ile alana sokulmak istemeyen Maocu gruplar arasında silahlı çatışma yaşandığını, bu çatışmanın alanda yarattığı paniğin izdihama yol açtığını iddia etti. Berktay bu iddiaları sıralarken sola karşı içinde nefret ve küçümseme barındıran şu ifadeleri sarf ediyordu: “1 Mayıs 77 solun yarattığı bir palavradır”, “Sol, kendi yaptığı rezillikten bir mağduriyet efsanesi yarattı.”

Taraf bu amaçla 1 Mayıs 77’nin sol içi çatışma olduğu tezini yineleyen yazılar yayımlamaya devam etti. Gazetenin 3 Mayıs’ta çıkan sayısında yine sürmanşetten dönemin Dev-Genç Başkanı Bülent Uluer’in ağzından “İlk kurşunu sıkan Maoculardı” başlığını attı, hemen altında Yıldıray Oğur 77 1 Mayıs’ını kameraya alan İshak Işıtan’ın tanıklıklarını “Ateş ettiklerini (polisler kastedilerek) ben görmedim” başlığıyla duyurdu Bu açıklamalarla Taraf, Berktay’ın tezini farklı isimlerin tanıklıklarıyla doğrulatmak istedi. Fakat beyanatları alınan ve gazetenin sürmanşetine taşınan iki isim de daha sonra açıklama yaparak Taraf gazetesinin kendi açıklamalarını çarpıttığını duyurdu, gazeteyi yalanlayarak açıklamalarının katliamı sol içi çatışma olarak gösterecek biçimde tahrip edildiğini söyledi.

OPERASYON TERS TEPT‹ Taraf’ın 1 Mayıs 77 iddiaları iki yazarının gazete ile yollarını ayırmasına neden oldu. Gazetenin yazarı Ümit Kıvanç “Bugün solculuk, sosyalizm vs. adına yenen haltları teşhir etmek başka SOL ‹Ç‹ ÇATIfiMA Prof. Dr. Halil Berktay bir tarihçi. Taraf şeydir, zamanında solcuDEMEK ‹Ç‹N ÇARPITMA gazetesinde yaz›yor. 1980 öncesi ların katledilişini de solcuYAPTILAR Ayd›nl›kç› olan Berktay, flimdi AKP liberların üstüne yıkmaya Berktay’ın açıklamalarını allerinin önemli isimlerinden birisi. kalkmak başka şey” diyeTaraf 2 Mayıs’ta rek gazeteden ayrıldı. sürmanşetinden “77 katliamından solcular Nabi Yağcı da “Kimse sol içi şiddet uygulamalarını inkâr etmiyor ama solu sorumlu” başlığıyla duyurdu. Bu açıklamanın şiddetin kaynağı olarak gösterip devletin şiddetini Taraf’ın tarihi tahrip etme operasyonun bir parçası olduğu ilerleyen günlerde anlaşılacaktı. mazur göstermek ne gerçeklerle ne de hakkaniyetle bağdaşır” diyerek artık Taraf’ta Adını “tarafsız gazetecilik” söylemine bir eleştiri olarak ‘Taraf’ koyan bu gazete her yazmayacağını ilan etti. daim iktidar tarafında oldu, sol düşmanlığını Kıvanç ve Yağcı’nın istifası Taraf AKP hegemonyasını güçlendirecek biçimde gazetesinde simgeleşen sol-liberal / dinciyeniden üretti. 1 Mayıs 1977 tartışmasını muhafazakar ittifakının zayıflamasına işaret başlatmakla da darbe tartışmasında olduğu olarak yorumlandı. gibi solun düşman bellenip ezilmek istendiği Gazete yazarlarını kaybetmesine ve tanık tarihi tersine ve egemenler lehine çeviren yeni gösterdiği isimler tarafından yalanlanmasına bir tarih yazımı işine girişti. Bu tarihi yeniden rağmen Berktay’ın iddialarını yinelemeye kurgulama çabasının altında, AKP karanlığına devam etti. Halil Berktay’ın açıklamaları 4 karşı halkın tek seçeneği haline gelen solu Mayıs’ta “Ateşin açıldığı söylenen yerde itibarsızlaştırmak ve karalamak yatıyor. DİSK’liler vardı” başlığıyla manşete taşındı.

Taraf’ın yalanını Sendika.Org ortaya çıkardı Taraf yazar› Y›ld›ray O¤ur, 3 May›s’ta “Bana solcular adam öldürüyor dedirtemezsiniz” bafll›kl› yaz›s›nda 1 May›s 77 katliam›n›n sol içi çat›flma oldu¤unu iddia etmifl, bu iddiaya dayanak olarak o günü bafltan sona kameraya çeken yönetmen ‹shak Ifl›tan’›n aç›klamalar›n› göstermiflti. O¤ur, Ifl›tan’›n kendisine görüntülerinde yer alan ve y›llarca Sular ‹daresi’nden atefl açan polisler olarak bilinen iki polisin asl›nda atefl açmad›¤›n› aktard›¤›n› yazm›flt›. Halil Berktay da kendine yönelik elefltiriler karfl›s›nda Ifl›tan’a ait oldu¤u iddia edilen aç›klamalar› kullanm›flt›. Sendika.Org Kanada’da yaflayan ‹shak Ifl›tan’a ulaflt› ve Y›ld›ray O¤ur’un onun aç›klamalar›n› tahrif edip çarp›tt›¤›n› ortaya ç›kard›. ‹shak Ifl›tan, D‹SK GERÇEKLER‹ AÇIKLADI Bu yalan iddialar karşısında 1 Mayıs mücadelesinin önderliğini yapan DİSK duruma el koydu. “DİSK 1 Mayıs 77 gerçeklerini açıklıyor” diyerek dönemin tanıklarını bir araya getirdiği bir basın toplantısı düzenledi. Davaya bakan savcı Çetin Yetkin, o gün 1 Mayıs’ı izleyen gazeteci Şükran Soner ve Coşkun Aral ile dönemin DİSK yöneticileri tanıklıklarını anlattı. Hem onların anlattıkları hem de toplantıda dağıtılan krokiler 1 Mayıs katılımcılarının üzerine Sular İdaresi ve İnter-

Taraf’›n sürmanfletinde “Atefl ettiklerini ben görmedim” bafll›¤›yla duyurulan bilginin çarp›t›ld›¤›n› aktararak kendisinin görüntüleri zaten silah sesleri sustuktan 7-8 dakika sonda çekti¤ini, Sular ‹daresi üstünde kameraya tak›lan iki polisin de zaten olay bittikten sonra kontrol için oraya ç›kan görevliler oldu¤unu söyledi. O¤ur yaz›s›nda Ifl›tan’a ait olmayan benzer ifadeleri de ona mal ederek yazm›fl. ‹shak Ifl›tan, Y›ld›ray O¤ur’un ifadelerini kendi görüfllerine uygun hale getirip yay›mlad›¤›n› söyledi. Sendika.Org’un haberi üzerine Y›ld›ray O¤ur bir aç›klama yapmak zorunda kald›. Ifl›tan’la yapt›¤› görüflmede kendisinin tahrifat yapmad›¤› iddias›n› yineledi.

continental Otel yönünden ateş edildiğini doğruluyordu. Toplantıda alana ateş açan beyaz Anadol marka bir aracın polisler tarafından durdurulmadığı, bu aracın içinde binbaşı olduğu anlaşılan bir ismin teşhis edildiği ama hakkında hiçbir işlem yapılmadığı aktarıldı. Sular İdaresi üzerinde yakalanan silahlı kişilerin daha sonra serbest bırakıldığı, DİSK’in ateş açan sivil giyimli polislerin görüntülerini adli makamlara teslim ettiği, ama bu görüntülerin kaybedildiği, ilk ateş açılan yerlerden biri olan İntercontinental Otel’in polis

tarafından kullanıldığı hatırlatıldı. Silah seslerinin susmasından sonra alanda kalabalığın üzerine sürülen polis panzerlerinin paniği arttırdığı ve çok sayıda kişinin ezilmesine yol açtığı anımsatıldı. DİSK toplantısında 1 Mayıs 77’ye dair çarpıtmaların amacı da dile getirildi: “Solun AKP karanlığına karşı umut olduğu ve yeniden yükseldiği bir dönemde yüz binlerce kişinin 1 Mayıs alanlarına çıkmasının hemen ardından 1 Mayıs katliamını solcuların yaptığı yönünde karalamalar yapılması oldukça düşündürücü.”

Mahkeme ‘çalışmadığı’ gazetesine iade etti T

Gazetecilik artık ‘terör eylemi’ Kürt gazeteciler hakk›nda haz›rlanan iddianame literatüre iki yeni kavram kazand›rd›. ‘Normal gazeteciler’ ve ‘örgütsel gazeteciler’...

K

CK soruşturması kapsamında 20 Aralık 2011'de düzenlenen ve DİHA, Özgür Gündem, ETHA, Birgün ve Vatan gazetesinden 44 gazetecinin gözaltına alınıp, 36'sının tutuklanmasıyla sonuçlanan operasyonun iddianamesi hazırlandı. Savcı gizli tanık ifadelerine dayanarak, gazetecilerin yaptığı haberleri “örgütsel faaliyet”, habercilik ilişkilerini ise “örgütsel ilişki” olarak niteledi. “KCK Basın Komitesi"nden olduğu iddia edilen gazeteciler için yazılan iddianamenin büyük bir kısmını, ev aramalarında çıkan not defterleri, kitaplar, CD'ler, bir kısmını ise gazetecilerin haberleri oluşturuyor. İddi-

anamede yeni bir gazetecilik türü de tanımlandı: “örgütsel gazetecilik.” Savcıya göre bir “normal gazetecilik” yapanlar bir de “örgütsel gazetecilik” yapanlar var. İddianamede, örgütsel gazetecilik yaptıkları iddia edilen 12 gazeteci için 'yasadışı örgüt yöneticisi' oldukları gerekçesiyle 15 ila 22.5 yıl, 29 gazeteci için ise 'yasadışı örgüt üyesi' oldukları gerekçesiyle 7.5 ila 15 yıl, 3 sanık içinse 8 ila 18 yıl hapis cezası isteniyor. Savcı tarafından hazırlanan iddianamede medya yapılanmasının Dicle Haber Ajansı, Fırat Haber Ajansı, Gündem Gazetesi, Azadiya Welat Gazetesi, Roj TV, Sterk TV ve

Gün Radyo, KCK’nın medya organları olarak sunuluyor. Gazetecilerin yaptıkları haberleri örgütün talimatıyla, propaganda yapmak amacıyla hazırladıkları, haber takibi için gittikleri eylemlerde aslında örgütün görevlisi olarak yer aldıkları iddialarının yer aldığı iddianamede yalnızca Kürt hareketi ile ilgili haberler “terör örgütü” suçlamasına dayanak oluşturmuyor. Birgün gazetesi muhabiri Zeynep Kuray’ın sağlık alanında yaşanan sıkıntılarla ilgili yaptığı haberleri ve THY’de taciz iddiasına dair haberi “Türk Devletini sıkıntıya sokacak, kamuoyu önünde küçük düşürecek haberler peşinde

koştuğu..." iddiasıyla suç kapsamına alınmış. Gazetecilerin haber kaynakları ile yaptıkları görüşmelerin örgütsel ilişki olarak sunulduğu iddianamede, BDP milletvekii Özdal Üçer’le bir haber için yapılan görüşme dahi suç olarak sayılmış. Ömer Çelik ve Çağdaş Kaplan’ın yaptıkları haberler sadece kanaate dayanılarak "Haber vermekten ziyade örgüt propagandası yapıyor" yorumuyla dosyada suç olarak sıralanmış. Tutuklu gazetecilerin tahliye talebinin reddedildiği “KCK Basın Komitesi” davası 10-14 Eylül’de İstanbul’da görülecek.

araf gazetesinde stajyer kadrosunda bir yıl boyunca sigortasız, ücretsiz çalıştırılan ve kadro isteyince işten çıkarılan Evrim Kepenek, gazeteye açtığı işe iade davasının kazandı. Hem Kadıköy 3. İş Mahkemesi’nin hem de Yargıtay’ın işe iade kararı verdiği Kepenek için Taraf gazetesinin avukatı, “kendisi Taraf’ta çalışmıyor, arkadaşlarını ziyarete geliyor” iddiasında bulunmuştu. Evrim Kepenek başta HES’lere karşı mücadele olmak üzere toplumsal muhalefet gündemini takip eden genç bir gazeteci. Kepenek, Şubat 2009’da Taraf Gazetesi Genel Yönetmen Yard›mc›s› Yasemin Çongar ile görüşerek işe başladı. Kepenek’e iki aylık deneme süresinin ardından durumunun netleşeceği söylendi. Yerel seçim öncesi siyasetin hızlı olduğu bir döneme denk gelen iki aylık deneme süresince Kepenek gazetede çalıştı. Deneme süresi dolduktan sonra da

Taraf’ta çalışmaya devam etti. Aylarca kadrosuz ve ücretsiz bir biçimde gazetede çalışan Kepenek’e haber müdürü Tuncer Köseoğlu bir süre sonra “seninle çalışmak istemiyorum” dedi. Fakat Yasemin Çongar kendisine, çalışmaya devam etmesini söylediği ve her ay gelecek ay kadrosu verileceği söylendiği için çalışmaya devam etti. Ocak 2010’a gelindiğinde yani Kepenek çalışmaya başladıktan 11 ay sonra kadro talep etiği için işten çıkartıldı. Bunun üzerine

hakkını aramaya karar veren Evrim Kepenek, Taraf gazetesine işe iade davası açtı. Dava açılırken bir yandan da Taraf gazetesine emekçilerin haklarına saygı göstermesi çağrısı yapan bir Dayanışma İnisiyatifi de Kepenek için eylemler yaptı. Gazete Kepenek’in hakkını vermek yerine kendisine saldırmaya başladı. Gazetenin Yayın Koordinatörü Yıldıray Oğur, sosyal medyada Kepenek’in, tüm ikazlarına rağmen çok fazla hata yapan bir gazeteci olduğunu yazdı. Taraf’ın avukatı ise Kepenek’in işe iade

davasının görüldüğü Kadıköy 3. İş Mahkemesi’nde yaptığı savunmada “Evrim Kepenek Taraf’ta çalışmadı, gazeteye arkadaşlarını ziyarete geliyordu” dedi. Evrim Kepenek Taraf gazetesinde kendi imzasıyla yayımlanan 47 haberi ve görevlendirme maillerini mahkemeye sunarak bu iddiaları çürüttü. Mahkeme, 3 Ağustos 2010’da işe iadesine karar verdi. Taraf gazetesi karara itiraz ederek davayı Yargıtay’a taşıdı. Yargıtay 8 Mayıs 2012’de Kepenek’in işe iade kararını onadı. Taraf kendisini egemen medya gazetelerine bir alternatif olarak sunmuştu. Alternatifliğin bir kıstası haber içeriği ve dili olmakla beraber önemli bir diğer kıstası da çalışanların sosyal, ekonomik ve sendikal haklarını tanıma olarak sıralanıyor. Taraf gazetesinin Kepenek’in davasında aldığı tavır, gazetenin çalışanları karşısındaki tavrının egemen medyayla aynı olduğunu gösteriyor.


3

GÜNDEM 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

‘Alo birazdan olaylar çıkacak’ Polis öğrenci ailelerini arayıp ‘çocuğunuz eyleme katılacak’ diyerek öğrenciler üzerinde baskı kurmaya çalışıyor

A

KP gericiliğine ve üniversitelerin piyasalaştırmasına karşı gelişen gençlik eylemlerinin kitleselleşmesi karşısında öğrencilere yönelik soruşturmalar açılmaya başladı. Soruşturmaların yanı sıra polis, öğrencilerin ailelerini arayarak öğrenciler üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. 6 Nisan günü Kocaeli Üniversitesi’ne (KOÜ) gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü protesto eden ve polis saldırısı sonucu gözaltına alınan, 10 Nisan günü de polis saldırısını protesto etmek için basın açıklaması yapan 56 öğrenci hakkında soruşturma açıldı. Soruşturmanın gerekçesi “Abdullah Gül’ü protesto etmek, izinsiz gösteriye katılmak.” KOÜ yönetimi soruşturma açmanın yanı sıra Kocaeli Emniyeti ile ortak bir çalışma yürüttü. Emniyet, Gül protestosu öncesinde broşür dağıtan 11 öğrenciye dava açılması talebiyle savcılığa başvurdu. Savcılık, broşürde yer alan “Abdullah Gül’ü iyi tanıyoruz geçmişte bir Milli Türk Talebe Birliği militanıdır” ifadesindeki “militan” kelime-

Q

Antalya’da SGD ve LÖB üyeleri, "Cihan'a pufli al›yoruz" slogan›yla tutuklu ö¤renciler yarar›na el eme¤i atölyesi kurdu. Atölye’nin ürünlerini, PSAKD Antalya fiubeleri, E¤itim-Sen ve Konyaalt› Alevi Kültür Derne¤i'nin 14 May›s’ta düzenledi¤i H›d›rellez pikni¤inde sergilediler.

si ile “Abdullah Gül AKP hükümetinin taşeronudur” ifadesindeki “taşeron” kelimesini sakıncalı buldu. “Militan” ve “taşeron” kelimeleri hakaret sayılarak soruşturma başlatıldı. ‘ALO, S‹Z‹N ÇOCUK EYLEMDE’ Üniversite polis işbirliğinin bir başka boyut da ortaya çıktı ve “Babası, kızını eylemcilerin elinden kurtardı” şeklinde basına yansıyan olayların arkasındaki sır çözüldü. Anlaşılan baba ya da anne, eylem sırasında tesadüfen orada bulunmuyor. Emniyet tarafından seçilen veliler telefonla eylemden önce aranarak eyleme gelmeleri isteniyor. KOÜ’de 6 Nisan günü Gül protestosu öncesinde de benzer bir olay yaşandı. Halkın Sesi’ne konuşan ve ismini vermek istemeyen öğrenci velisi emniyetten bir kişinin telefonla kendilerini aradığını, Abdullah Gül’ün üniversiteye geldiğini ve protesto eylemi yapan öğrencilerin içinde kızının da olduğunu söylediğini anlattı. Velinin anlatımına göre arayan kişi “olay” çıkacağından da emindi:

Pufli takmaya 11 y›l hapis

Q

TKP Samsun’da, süt skandal›na iliflkin 13 May›s’ta yapt›klar› eylemde, "AKP iktidar›n›n bu insanl›k d›fl› kampanyas›n›n durdurulmas› için daha kaç çocu¤umuzun zehirlenmesi gerekecek?" dedi.

Q

AKP Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Baflkan› Burhan Kuzu Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nin Biga'daki ‹ktisadi ‹dari Bilimler Fakültesi'nde 14 May›s’ta düzenlenen Anayasa Paneli'ne konuflmac› olarak kat›ld›. Üniversite “Arayan emniyet görevlisi kızımın terör faaliyetine katılmak üzere olduğunu, 10 – 15 dakika içinde olayların çıkacağını söyledi.” Arayan yetkilinin daha sonra an an olayları anlattığını söyleyen veli, tedirginlik yaşadığını sözlerine ekledi. Birçok öğrencinin ailesi, benzer biçimlerde isminin vermek istemeyen emniyet yetkilileri ya da ‘okuldan birileri’

Hakk›ndaki tek delil “pufli takmak” olan Galatasaray Üniversitesi ö¤rencisi Cihan K›rm›z›gül, 11 May›s günü ç›kt›¤› mahkeme taraf›ndan 33 y›l 9 ay hapis cezas›na çarpt›r›ld›. K›rm›z›gül’ün cezas›, indirim maddeleri uygulanarak 11 y›l 3 aya düflürüldü. K›rm›z›gül’ün ceza almas›n›n hemen ard›ndan Ö¤rencime Dokunma ‹nisiyatifi’nin ça¤r›s›yla iki bin

tarafından arandı. Son olarak bir başka öğrencinin ailesi polis tarafından aranarak “Kızınız İstanbul’daki 6 Mayıs anmasına katılacak, kızınız terör faaliyetine karışmak üzere” denildi. ‘ALO, B‹Z‹ ARAMIfiSINIZ’ Benzer yöntemleri polis, İstanbul Üniversitesi’nde 2009’un Aralık’ında da kullanılmıştı. İki hafta boyunca

kifli ‹stanbul Taksim Meydan›’nda bir araya geldi. Ço¤u üniversite ve lise ö¤rencisi olan eylemciler, tutuklama karar›na tepki gösterdi ve Galatasaray Meydan›’na yürüdü. Ö¤renci Kolektifleri, TKP’li Ö¤renciler, Gençlik Muhalefeti, Tutuklu Ö¤rencilerle Dayan›flma ‹nisiyatifi ve çok say›da gençlik örgütünün yer ald›¤› eyleme akademisyenler de kat›ld›.

ö¤rencileri dahil olmak üzere bütün muhalif kesimler üzerinde bask›lar›n t›rmand›¤› bir dönemde demokratikleflme flovlar›na izin vermeyeceklerini belirten Ö¤renci Kolektifleri üyeleri de Kuzu'yu yumurta atarak protesto etti. yüzde 500 oranındaki harç zamlarına karşı çıkan, parasız ulaşım hakkını talep eden eylemlere katılan öğrencilerin aileleri “Oğlunuz, kızınız terör faaliyeti yapıyor” denilerek aranmış, adres olarak da İstanbul’daki Vatan Emniyet Müdürlüğü gösterilmişti. Öğrenci Kolektifleri de 11 Aralık 2009 tarihinde polisin bu telefonlu tacizlerine karşı Vatan Emniyet Müdürlüğü

"Bizi de al›n memleketi kurtar›n", "Faflizme karfl› omuz omuza", "Cihan ç›kacak yine pufli takacak" sloganlar›n›n at›ld›¤› eylemde bas›n aç›klamas›n› Galatasaray Üniversitesi ö¤retim üyesi Mehmet Karl› yapt›. Aç›klaman›n ard›ndan Milyonlar Adalet ‹stiyor Platformu ad›na yap›lan konuflmada “AKP’den hesab› gençlik soracak” denildi.

önünde bir eylem yaparak “Alo” demişti. 11 Aralık 2009’da “Alo alo! Bizi aramışsınız, buyrun geldik buradayız” yazılı pankart açan öğrenciler Emniyet Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yapmış ve kişisel bilgilerinin polise kim ya da kimler tarafından verildiğini merak ettiklerini belirtmişti. Polis ise öğrencilere saldırmıştı.

K›rm›z›gül, Ka¤›thane’de bir markete molotof kokteyli att›¤› iddias›yla 24 fiubat 2010 tarihinde tutuklanm›flt›. K›rm›z›gül aleyhinde baflka hiçbir delil bulunmamas›na ra¤men takt›¤› “pufli” delil olarak de¤erlendirilmifl ve 25 ay tutuklu kalm›flt›. K›rm›z›gül, 23 Mart’ta görülen duruflmas›n›n ard›ndan tutuksuz yarg›lanmak üzere serbest b›rak›lm›flt›.

‹stanbul Ümraniye’de Atatürk Teknik Endüstri Meslek Lisesinde görev yapan E¤itim Sen üyesi Ceyhun Selçuk veli ve ö¤rencilerin sald›r›s›na u¤rad›. Ceyhun’un fliddete u¤ramas›n› E¤itimSen üyeleri 11 May›s’ta lisenin önünde bas›n aç›klamas› yaparak protesto etti. Aç›klamada, ö¤retmene yönelik fliddetin AKP’nin uygulad›¤› piyasalaflt›rma ve ö¤retmenlik mesle¤inin itibars›zlaflt›r›lmas› politikalar›n›n bir sonucu oldu¤u vurguland›.

Q

Bugün gazetesinde "Odalara da Reform fiart", bugün.com.tr’de de "Meslek Odalar›nda Denetimsiz Saltanat" bafll›kl› TMMOB’u karalamaya yönelik haberler yay›mlanmas› üzerine TMMOB’a ba¤l› odalar 9 May›s’ta bas›n toplant›s› yapt›. AKP medyas›na tepki gösterdi.

Q

7 May›s’ta Halk Cephesi ve Gençlik Federasyonu’na Türkiye çap›nda polis operasyonu düzenlendi. Gözalt›na al›nan 138 kiflinin “1 May›s’a kat›lmak, Grup Yorum konserine kat›lmak, füze kalkan›n› protesto etmek” gibi suçlamalarla karfl›laflt›¤› soruflturmas› kapsam›nda 35 kifli tutukland›. Halk Cephesi 9 May›s’ta ‹stanbul Emniyet Müdürlü¤ü önünde eylem yapt›.

Q

Gökçeada Çevre ve Kültürü Koruma Derne¤i, do¤aya ve canl›ya zarar veren tüm yat›r›mlar›n durdurulmas› için 6 May›s’ta adada sessiz yürüyüfl gerçeklefltirdi.

E¤itim AKP karanl›¤›na teslim edilemez aziran ayı yaklaştıkça, yani meclisin kapanma günü yaklaştıkça siyasetin gündemi de yoğunluğunu yitiriyor. Hatırlanacağı gibi geçen yıl bu dönemler tüm siyaset seçimlere hazırlanıyordu. Seçimlerin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Artık yavaş yavaş 3’üncü AKP döneminin ilk yılının bilânçosunu çıkarmak gerekecek. Bu bir yılın emekçilerin, yoksulların “hayrına” geçirildiğini söylemek elbette imkânsız. Sermaye lehine uygulamaların (Avrupa krizine rağmen ciddi bir tökezleme yaşamadan) hayata geçirildiği, gericiliğin tüm sosyal dokuya yayılması için toplum mühendisliği yapıldığı da bir gerçek. Diğer yandan AKP’nin bu bir yıl içinde tüm planlarını harfiyen uygulayabildiği de söylenemez. Bunların arasında özel istihdam büroları, bölgesel asgari ücret, yeni sendikalar yasası, iş güvenliği yasası olduğu gibi, yeni yargı “reformu” ve yerel yönetimler yasası gibi sistem için temel öneme sahip olanlar da mevcut. Ve elbette “yeni anayasa”. Ve elbette kısmen buna bağlı olarak da Kürt sorunu. Ve elbette Suriye’ye dönük hayaller… Tayyip Erdoğan her seçildiği dönemde yeni anayasa sözü vermiş olduğu gibi 3’üncü iktidar döneminin yasama yılı başlangıcında da (yani geçen sonbaharda) yeni anayasanın en geç haziran ayında bitirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu hedefi açıklarken, haziran ayına kadar yapılması gereklerin bitirileceğini hesap ediyordu kuşkusuz. Hatta nisan ayı, başta Beşir Atalay olmak üzere kurmay AKP’liler tarafından kritik ay ilan edilmişti. Nisan ayında yeni yargı yasası ve yerel yönetimler yasası ile birlikte “yeni” demokratik adımlar atılacak, KCK’lıların büyük bölümü serbest bırakılacak ve Kürt Sorunu’nda yeni bir evreye girilecekti. Formül de Mart ayında açıklanmıştı: “1-Kürtlerle Kürt sorunu konuşulacakmış. Yani BDP muhatap alınacakmış ama şartlar sağlanırsa.

H

2-PKK ile PKK sorunu konuşulacakmış. Yani silah bırakma, teslim olma konuları dışına çıkılmayacakmış. 3-AB Yerel Yönetim Şartı üzerinden çözüm sağlanabilirmiş. Yani Türkiye’nin, AB Yerel Yönetim Şartı üstündeki şerhi kaldırılabilirmiş, böylece anadil eğitimini garanti edebilirmiş. Ayrıca her şey yolunda giderse Beşir Atalay tarafından müjdesi verilen üçüncü yargı paketi sayesinde KCK sanıklarının büyük bir bölümü de tahliye edebilirlermiş.” Ancak Kürt sorunu karşısındaki bu plan gerek AKP içindeki politik tercih farklılıklarından gerekse Irak ve Suriye’deki gelişmelerden dolayı uygulamaya geçirilemedi. Ve bu konuda etkili olan bir diğer etken de kuşkusuz AKP’nin BDP’ye alternatif bir siyasal temsiliyet çıkaramamasıdır. (Bu noktada Hizbullah’ın AKP politikalarıyla uyumlu yeni dönem hareketliliği ve İslamcı Kürt Partisi üzerinden yapılabilecek hesaplar dikkate alınmalıdır.) Bununla birlikte diğer kritik yasalar da AKP’nin performans eksikliği nedeniyle ertelenmek zorunda kaldı. Sadece çok acil olanlar, MİT yasası, 4+4+4 yasası, 2 B ve kentsel dönüşüm yasası gibiler kendilerine yer bulabildi. Tüm bunlar AKP’nin bu yılki planlarını gelecek yıla ertelemesine neden olacak. Bu ise gelecek yılın çok daha yoğun bir gündemle ve toplumun ezilen, dışlanan kesimleri için çok daha yıkıcı geçecek olması anlamına geliyor. Bu arada yeniden gündeme getirilen “başkanlık sistemi” tartışmalarının fikir antrenmanı yapmaya bile yaramadığı aşikar. Yerel seçimlerle genel seçimlerin birleştirileceği tartışmalarının şu an için bir anlamının olmadığı da aşikar. Yeni dönem planları önümüzdeki yaz ayları içinde şekillenecek. Bu yılın en belirgin özelliklerinden bir diğeri ise yüzde 50 oy almış AKP iktidarına karşı gelişen toplumsal tepkilerdi. Tayyip’in her fırsatta dile getirdiği demokrasi anlayışına göre tek

şart “parlamentoda çoğunluğun sağlanmasıdır.” Halkın bu “onay”ı sağlandıktan sonra, bunu alan parti/lider her şeyi yapmaya muktedirdir. Ancak halkın geri kalan yüzde 50’si (hatta AKP’ye oy verenlerin bir kısmı bile), siyasal süreçlere katılımının tıkandığını “fark ederek”, bu yıl içinde sokağı ciddi bir seçenek olarak kullanmaya başlamıştır. Hatırlanacağı gibi geçen yılın işaret fişeği Hopa’da atılmıştı. Hopa halkının Tayyip’i kovalaması anlık bir öfke değil, siyasal bir tepkidir. Benzer bir biçimde gazetecilerin cezaevine tıkılmasına karşı gerçekleştirilen kitlesel eylemler de sadece basın özgürlüğü duyarlılığı değil, AKP faşizmine karşı bir siyasal tepkidir. Yine benzer bir biçimde Alevilerin, Sivas Katliamı sanıklarının zaman aşımından “yırtmalarına” karşı tepkileri de bu kapsamdadır. Artık AKP’nin çoğunluğunu oluşturduğu parlamento, halkın sorunlarının çözüm yeri değil, sorunlarının kaynağıdır. Bunu fark eden CHP bile grup toplantısını “sokak”ta yapmak zorunda kalmıştır. Toplumsal siyasal tepkinin en üst biçimini bulduğu yer ise kuşkusuz 1 Mayıs alanları oldu. Sol muhalefetin öznelerinin tüm bu bir yılı “verimli” geçirdiklerini ve 1 Mayıs’la birlikte siyasal/örgütsel bir iç değerlendirme yaptıklarını söylemek ise imkansız. Birkaç istisna dışında 1 Mayıs gösterilerinin solun gözüne sokması gereken özelliği, örgüt kortejlerindeki sayısal düşüştür. Ve elbette ki bu kortejlerde, güncel siyasal taleplerin neredeyse hiç olmayışıdır. Bu gerçekliğin bizzat herkes tarafından görülmüş olmasına karşın durumun değiştirileceğine ilişkin bir umut da görülmüyor. 1 Mayıs’ın sona ermesiyle birlikte solda bir gevşemenin, rehavetin olmasını anlamak mümkün ancak kabul etmek imkansız. Çünkü toplumsal sorunların yakıcılığı yaz ile birlikte artacak. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in 1 Mayıs’ta keyfine diyecek yoktu. 35 yıldır ilk kez 1 Mayıs’a

AKP’li sendikacıların kıyağı ile katılan Bakan Faruk, kamu çalışanlarının yüzde 16 zam taleplerini sırıtarak “bakacağız, bakacağız” diyerek yanıtlıyordu. AKP zam oranını açıkladı: yüzde 3+3. Bu oranı o 1 Mayıs alanında, AKP’li sendikacı ve işçilerin doldurduğu alanda açıklasaydı ya. AKP, referandumda geçirdiği, toplu görüşme yerine ondan daha geri ve grevsiz bir “toplu sözleşme” düzeneği getiren “kamu çalışanları sendika yasası” sayesinde tüm kamu çalışanlarına yeni bir “kazık” atacak. 1 Mayıs geride kaldı ama muhalefetin gündemleri geride kalmadı. Kentsel dönüşüm yasası bu ay çıkarılmaya çalışılacak. Barınma hakkı için mücadele edenler yine Ankara’da olacak. 31 Mayıs, Hopa direnişinin ve öğretmen Metin Lokumcu’nun AKP tarafından katledilmesinin yıldönümü. Metin Lokumcu ve yoldaşları yine Hopa’da olacak ve bu sadece bir anma değil, Hopa halkının AKP’ye karşı sürdürdüğü muhalefetinin yeni bir günü olarak yaşanacak. Ve 4+4+4 eğitim yasası! AKP bu işi bitirdiğini ve sonlandırdığını sanıyor! Yağma yok. Bu ülkenin kız ve erkek çocuklarının (ve hatta henüz doğmamış olanlarının) geleceği; bilim hırsızı, emeği ve işçiyi değersiz gören, mezhep takıntılı ve kadın düşmanı bu şahsa yani Ömer Dinçer’e teslim edilemez. Başta AKP’ye oy verenler olmak üzere tüm toplum bilmelidir ki AKP’nin bu toplumu ilerletebilecek bir eğitim politikası ve bu politikayı hayata geçirebilecek yeteneğe, bilgiye, donanıma sahip aklı ve kadrosu yoktur. Bu bir iddia değil, kanıtlanmış bir gerçektir. AKP’nin iktidar olduğu bu üçüncü dönem dahil olmak üzere bütün Milli Eğitim Bakanları (Nimet Çubukçu, Hüseyin Çelik) eğitim alanını bir oyun/deney alanına çevirdiler. Biri SBS diye bir sistem icat etti, diğeri iptal etti. Dershaneleri kaldıracağız dediler, dershane

sayısında fahiş artış yarattılar. Okul türleriyle (yok süper lise, yok laboratuvar lise, yok Anadolu Lisesi) sürekli oynadılar… Bu dönem içinde bu eğitim sisteminden geçen her çocukta kalıcı hasar bıraktı bu sorumsuz, çapsız AKP zihniyeti ve onun temsilcisi bu bakanlar. Şimdi bu görevi devralan şahıs Ömer Dinçer. AKP’nin ilk döneminde Tayyip’in Başdanışmanlığını (akıl hocalığını) yapan bu şahıs, ikinci dönemde Çalışma Bakanı idi, şimdi ise Milli Eğitim Bakanı. Profesör sıfatına kanılmasın, o sıfatı başkalarının tezlerinden intihal (bilim hırsızlığı) yaparak elde ettiği kanıtlanmıştı. 4+4+4 ile AKP, artık iyiden iyiye toplum mühendisliğine soyunmuş durumda. İktidar döneminin önemli bölümünü ordunun kendisine müdahale etmesini engellemeye ve orduyu kendi kadrolarının denetimine almaya çalışan AKP, hatırlanacağı gibi bu dönemde sürekli “ordu kışlaya” sloganını diline pelesenk etmişti. Şimdi AKP’ye “ordu kışlaya, imam da camiye” deme zamanıdır. AKP sözde din ulemaları aracılığıyla doğrudan siyasal sonuçları olacak yeni bir sosyal doku inşa etmeyi amaçlamaktadır. Bu sosyal dokunun önemli sonuçlarından biri “tek tip mezhepleştirme” olacaktır. 4+4+4’ün uygulanmasıyla tüm Alevi çocukları Sünnileştirilmeye çalışılacaktır. Dinini İslam, mezhebini Sünni olarak benimseyen devlet, bütün toplumu ümmet kalıbına uymaya zorlayacak. Amaçlanan sosyal doku değişikliğinin belki de en önemli sonucu kadınlar üzerinde olacak. Kız çocuklarının eğitim süreçlerinin başından itibaren her türlü sosyal etkileşimden uzak, içe kapalı, baskıcı bir zihniyetle yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Kocasına her şart altında biat eden eş, çocuklarına tek tipleştirilmiş bir dini eğitim veren anne yaratmak AKP’lilerin en büyük hayalidir.

AKP, sermayenin desteğini ise her türlü hak mücadelesini “öbür dünya”ya erteleyen geniş bir işçi yığını yaratacağı vaadiyle alıyor. Haksızlığa, zulme karşı çıkmayan, verilenle yetinen sadece işyerinde mescit talebini dile getiren güvencesiz, sendikasız ama tarikata bağlı genç işçiler/işsizler güruhu. Bu gelecekten kaçmaya çalışmak nafile. Bu ülkenin sosyalistleri, solcuları, demokratları, bu ülkenin ilerici kadınları, bu ülkenin ilerici Alevileri, bu halkın öğretmenleri, çocuklarınız için bireysel kurtuluş aramak nafile. AKP’nin eğitim politikalarına karşı tek yol okulda, sokakta, mahallede mücadele etmekten geçiyor. AKP'nin eğitim politikalarına karşı mücadele de en önemli mevzilerden biri olan/olması gereken Eğitim-Sen için de bu süreç farklı değerlendirilmeli. Son yıllarda üye sayısı azalan, toplumsal pozisyonu zayıflayan Eğitim-Sen, 4+4+4'e karşı mücadele içinde hem kendisi için devrimci bir yenilenme sağlayabilir hem de toplumsal bağları zayıflamış örgütü yenilenmiş bir toplumsal misyonla donatabilir. Yıllardır yaşanan gerilemenin ardından 4+4+4 sürecinde, Nisan ayında Eğitim-Sen’in yeni üye sayısındaki önemli artış ve İstanbul başta olmak üzere velilerin kalabalık toplantılarla öğretmenleri ve Eğitim-Sen’i zorlamaya başlaması bu gerçekliğe işaret ediyor. Bunun başlangıç adımı; eğitim hakkı mücadelesini toplumsallaştıran, benmerkezci olmayan, kurumlar arası ilişkiyi eşit bir düzlemde kuran bir yaklaşımdan geçiyor. Bu saldırıyı durdurmak her türlü grupsal, kişisel rekabetten önemlidir. Eğitim-Sen üyesi tüm öğretmenler, başta öğrenciler ve veliler olmak üzere tüm toplum kesimleri içinde bu saldırıya karşı durmanın gereklerini anlatmak ve onlarla birlikte mücadele etmek ile “yükümlü”dür. Geleceğimiz, bu ülkenin çocuklarının geleceği AKP gericiliğine, AKP faşizmine terk edilecek kadar değersiz mi?


4

GÜNDEM 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

Yeni Anayasa’y› tart›flmal› m›y›z? 2 Eylül referandumunda “yargıyı özgürleştiren” AKP bu kez de “Toplumun bütün kesimlerince benimsenecek daha katılımcı, şeffaf ve demokratik bir anayasa” söylemiyle karşımızda. Yeni anayasanın “ciddiyet” seviyesini Başbakanın, ayaklarının yerden kesildiği bir ortamda, İngiltere uçağında verdiği beyanatında bulduk: “Başkanlık Sistemi”ni tartışmalıymışız… Türkiye’deki iktidarların sık kullandıkları bir “siyaset hilesi”, halkın beklentilerini istismar edip, bu beklentilerin tam tersine sonuçlar veren düzenlemeler yapmak: “Ak deyip b.k etmek.” Bunu 12 Eylül’ü yargılayacağız söylemiyle cilalanan “Yargı Operasyonu” konulu anayasa değişikliğinde yaşadık. “Gündem oyunları” ise Türkiye’deki iktidarların sık başvurdukları bir başka siyaset hilesi. Böylece, kamuoyu, hiçbir sonuç çıkmayacağı Ferda bilinerek ortaya atılan suni günKoç demler, bu gündemler üzerinden üretilen polemiklerle ferdakoc@ meşgul edilirken “atı alan hotmail.com Üsküdarı geçer”. AKP iktidarı bu iki yöntemi de “ustalıkla” kullanan bir dalaverecilik ve ikiyüzlülük örneği olarak karşımızda duruyor. Yeni anayasa tartışmalarının kısa dönemde bir “gündem oyunu”, uzun dönemde ise Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve genel seçimlere yönelik bir demagojik yatırım olduğu giderek belirginleşiyor. AKP’nin bir “AKP Anayasası”nı referanduma götürecek çoğunluğu yok. Kürt halkı bu imkanı AKP’nin elinden aldı. “Uzlaşmaya dayalı” bir “sivil anayasa” sonucunu elde etmek bakımından AKP + CHP, AKP + MHP veya AKP + BDP uzlaşmasının ise gerçekçi formüller olmadığı belli. Bu durumda AKP’nin toplumu yeni anayasa tartışmalarıyla oyalayarak “yol almaya” çalıştığını; sonrasında da bir “uzlaşma”nın sağlanamamasını malzeme yaparak Türkiye toplumunun karşısına dördüncü kez “yeni anayasa vaadiyle” çıkmak için kullanacağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. AKP bir yandan “katılımcı, şeffaf ve demokratik anayasa” söylemiyle halkı meşgul ederken, diğer taraftan “işini yürütüyor”. Hükümet, enflasyonun iki haneli rakamlara oturduğu bir dönemde kamu çalışanlarına yüzde 3’lük zammı dayatıyor. KESK greve gideceğini açıklayor. Başabakan “memurun grev hakkı yok” deyiveriyor. Ama siz sıkmayın canınızı, “katılımcı, şeffaf ve demokratik” bir anayasa yapacağız ya… Hükümet, Roboski katliamının faillerini gizlemek için takla üzerine takla atıyor; tutuklu milletvekillerinin kapısına, her yeni “çözüm tartışması”nı çözümsüzlüğe sürükleyerek kilit üstüne kilit vuruyor; KCK operasyonları ile dışarda BDP’li siyaset ve yerel yönetim kadrosu bırakmıyor, ne gam…. “Katılımcı, şeffaf ve demokratik” bir anayasa yapacağız ya… İş cinayetlerinde dünya birinciliğine doğru emin adımlarla ilerliyormuşuz; grev hakkı geçtiğimiz yıl neredeyse hiç kullanılamamış; taşeron işçiliğinin asıl işverenlerin başvurduğu bir hileli çalışma yöntemi olduğunu saptayan mahkeme kararları uygulanmıyormuş ne gam… “Katılımcı, şeffaf ve demokratik” bir anayasa yapacağız ya… Ama “katılımcı, şeffaf ve demokratik” bir anayasa rüyası gördüren AKP’nin gerçekte istediğinin ne olduğu da paçalarından akıyor. “Sendikal hak” adına “kırıntı” dahi içermeyen, yalnızca sendikaya üyelikte “noter şartı”nı (onu da yasa yürürlüğe girdikten bir yıl sonra) kaldıran yasa taslağı, bir yıl daha ertelendi. Çalışma Bakanlığı taşeron işçilerinin mücadeleyle elde ettikleri mevzileri ellerinden almak için “yasal dayanak üretmeyi” amaç edinen bir “taşeron reformu”nu pişiriyor. “AKP Meclisi”, fukaranın evini başına yıkabilmek için “Yağma Yasaları”nı ardı ardına diziyor. 4+4+4 rezilliği, bütün okulların İmam Hatipleştirilmesi süreci olarak dolu dizgin sürdürülüyor. AKP’nin “gizli elleri”, Hizbulkontra’ya “Kürt-İslam Partisi” kurdurup, oyunu alamadığı dindar Kürt seçmenini BDP’den koparma operasyonuna girişiyor. Ve Tayyip Erdoğan toplum idealini ortaya koyuyor: “Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek din!” Yine de, “katılımcı, şeffaf ve demokratik anayasa” gündemine taraf olalım derseniz, ben de size “enayiliğinize doymayın” derim…

1

İstihbarat ABD'den miydi?

A

BD’nin en çok satan gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), Roboski Katliamı ile ilgili olarak “Türkiye’nin sivillere dönük saldırısı ABD askeri insansız hava araçlarına bağlanıyor” başlıklı bir haber yayımladı. ABD’li yetkililerin ve ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un değerlendirmelerine dayanarak verilen bilgilere göre, bombalama olayında Türk ordusunun ve ABD istihbaratının birlikte çalıştığı bilgisi verildi. Roboski’de katledilen 34 kişinin Pentagon’da alarmların çalmasına neden olduğunu belirten gazete, ABD istihbarat yetkililerinin “İnsanları ve yüklü hayvanları tespit eden, ABD’li bir Predator insansız hava aracıydı ve ABD’li yöneticiler Türkiye’yi uyardı” açıklamasına yer verdi. WSJ, ABD’li insansız hava aracının konvoyun hareketlerini ilettikten sonra müdahale kararını Türk ordusuna bıraktığını açıkladı, kararın ABD kararı olmadığını vurguladı.

Eşkıyalar 1 yıl sonra aynı yerde Hopalılar adalet için Metin oluyor!

Hopalılar 31 Mayıs günü AKP faşizmine, sömürüye, talana karşı adalet, demokrasi ve özgürlük için Hopa Meydanı'na ‘Metin olmaya’ çağırıyor

H

opa halkı, Metin Lokumcu’nun katledilişinin birinci yılında aynı yerde büyük bir buluşmaya hazırlanıyor. 31 Mayıs olaylarının yıldönümünde Hopa Meydanı’nda düzenlenecek buluşmada suyuna, doğasına, çayına sahip çıkanlar Lokumcu’yu anacak. Karadeniz Halkevleri, Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Artvin Esnaf ve Sanatkarlar Odası, Çay Üreticileri Kooperatifi ve muhtarların çağrısıyla suyuna, çayına, doğasına sahip çıkanlar bir araya gelecek. Hopalılar, “Hepimiz Hopalıyız, hepimiz eşkıyayız” diyerek AKP karanlığına meydan okuyanları Hopa Meydanı’nda Metin Hoca için kurulacak kürsüye çağırıyor. Hopa dışında Türkiye’nin bir çok noktasında Metin Lokumcu’yu anma etkinlikleri düzenlenecek.

31 MAYIS’TA NE OLMUfiTU 31 Mayıs’ta seçim mitingi için Hopa’ya giden Tayyip Erdoğan, AKP iktidarının HES ve çay politikalarını protesto eden halkın yoğun tepkisiyle karşılaşmış, polisin sıktığı gaz bombası nedeniyle emekli öğretmen Metin Lokumcu yaşamını yitirmişti. Hopalıların tepkisine tahammül edemeyen Erdoğan, “eşkıyanın Hopa’ya indiğini bilmiyordum” diyerek,

Lokumcu’nun ölümü karşısında üslubunu yumuşatmayı değil sertleştirmeyi tercih etmişti. Hopalıların mücadelesini ve Lokumcu’yu sahiplenmek için ülke çapında düzenlenen protesto gösterilerinde “Hepimiz eşkıyayız” sloganı öne çıkmış, “eşkıya” AKP’nin baskıcı politikalarına karşı mücadele edenlerin simge sözcüğü haline gelmişti.

HOPA ‹DDANAMES‹ TAMAMLANDI Hopalılar Metin Lokumcu’nun anmasına hazırlanırken 31 Mayıs 2011’de Hopa’da meydana gelen olaylara dair iddianame 11 ay sonra tamamlanabildi. Hopa Savcılığı'nın hazırladığı iddianamede, 51 kişi hakkında, "2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefet", "polise direnme", "kamu malına zarar verme", "nitelikli yaralama" ve "siyasi partiler ya da meslek kuruluşlarının kullanımında olan bina, tesis ve eşyaya zarar verme" suçlarından dava açıldı. 51 kişinin yargılandığı iddianamede, Hopa olayları öncesinde bir inşaata asılan “Tek yol sokak tek yol devrim” yazılı pankartın, AKP’lileri tahrik edici niteliği bulunduğu ve polisin pankarta müdahale etmek isterken saldırıya uğradığı iddiaları yer alıyor. İddianameye göre, Metin Lokumcu’nun öldüğü, onlarca Hopalının yaralandığı ve Türkiye’nin dört bir yanında onlarca hapislerde yatıp yüzlerce kişinin yargılandığı olayların mağduru ise AKP…

Hopa çayı için ayakta Artvin’in Hopa’ya ba¤l› Kemalpafla beldesinde Çay-Kur’un çay al›m kotas›n› dönüm bafl›na 10 kilograma düflürmesi üreticiyi soka¤a döktü. Tonlarca çay› elinde kalan ve çaylar›n› düflük fiyatlarla alan özel çay flirketlerine mahkum edilen çay üreticileri, 15 May›s’ta Sarp S›n›r Kap›s›’na giden uluslararas› yolu trafi¤e kapatt›. Çay kotas›n›n artt›r›lmas› veya tümden kald›r›lmas›n› talep eden üreticilerin eylemi, yap›lan görüflmelerin ard›ndan çay al›m kotas›n›n dönüm bafl›na 10 kg'dan 15

kg'a ç›kar›lmas› ve Çay-Kur Genel Müdürü ile görüflme yap›lmas› karar› ile sona erdi. ‘SONUNUZ LOKUMCU OLMASIN’

Çay üreticileri ile Çay-Kur yetkilileri aras›ndaki görüflmeye Hopa Kaymakam› da kat›ld›. Görüflmeye kat›lan çay üreticisi bir kad›n, Kaymakam›n üreticileri "fiimdi buraya müdahale ettirece¤im, kalbi olanlar, yafll›lar gitsin, bir Lokumcu vakas› daha yaflanmas›n" diyerek tehdit etti¤ini aktard›.

Hopa halkının çağrısı 31 Mayıs günü dereler özgür akıyor pankartı altında yükselen gaz bulutunun içinde dereleri için direnen Hopalılar; "Başbakan Erdal Eren ve Necdet Adalı için ağladı... Başbakanların ağlamaması için tahliyemi talep ediyorum..." diyen Ankara Hopa tutukluları, avukatlar; Türkiye’nin dört bir yanında “Hepimiz Hopalıyız, hepimiz eşkıyayız” diyerek AKP karanlığına meydan okuyanlar; Boynunda puşisi ile Cihan Kırmızıgül ve akademisyenler O panzerin ayaklarımın altında ne işi vardı diyen Ankaralı eşkıya; Bu meclis salonlarında artık tiyatro oynanıyor diyen milletvekilleri; “…yahu siz de kimsiniz tiyatrocular” diyene karşı iyi de sen kimsin diyen tiyatrocular; Halkının sağlığını korumak ve herkesin kolay ulaşabileceği sağlık hizmeti verebilmek için çalışan doktorlar; Yansak da dokunacağız diyen yazarlar, şairler, çizerler, bu toprakların öykülerini anlatan yönetmenler, müzisyenler, oyuncular; Medya patronlarının karşısında takla atmadığı için köşeleri ellerinden alınan gazeteciler, pencerelerini özgürlüğe açan köşe yazarları… Eğitim hakkına sahip çıktığı için tokat yiyen, eğitim hakları ellerinden alınan öğrenciler; 4+4+4 aldatmacasına karşı Ankara sokaklarını inleten eğitim emekçileri; Güvenceli iş, güvenli gelecek isteyen işçiler, sendikalar, meslek örgütleri, konfederasyonlar; HES’lere karşı doğasına, yaşam alanına sahip çıkan dere başlarındaki nöbetçi köylüler; 31 Mayıs günü Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıkarak AKP zulmüne karşı Hopa halkıyla dayanışmanın en güzel örneğini sergileyenler; Bu toprakların başı dik, alnı ak, onurlu insanlarını 31 Mayıs’ta Hopa Meydanı’nda Metin lokumcu pankartı altında buluşmaya davet ediyoruz. Metin hocanın birinci ölüm yıldönümünde; 31 Mayıs 2012 Perşembe günü saat 13.00’da direnişin umuda dönüştüğü Hopa Meydanı’nda adalet için Metin oluyoruz.”

HDK Genel Kurulu’ndan partileşme kararı Halklar›n Demokratik Kongresi’nin (HDK) 1. Genel Kurulu 12-13 May›s’ta Ankara’da gerçeklefltirildi. Genel Kurul’un en önemli karar› “partileflme” oldu. Karara göre parti, kongre içindeki bir yap› olacak, kongrenin bütün ilkelerini ve politik yaklafl›mlar›n› benimseyecek. Kongre bileflenleri, par-

tide yer al›p almamakta özgür olacak. Partinin iflleyifl kurallar›na iliflkin usul ve esaslar Genel Kurul kararlar›yla belirlenecek. Oluflturulacak parti yerel seçimlere, genel seçimlere, Cumhurbaflkanl›¤› seçimlerine kat›lma sürecinde etkin rol oynayacak. Ayr›ca kongre içinde yer alan siyasal partiler ve

yap›lar varl›klar›n› ve özgün siyasal çal›flmalar›n› sürdürebilecek. Öcalan üzerindeki tecride tepki gösteren HDK, çat›flmalar›n sona ermesi için dolayl› ve dolays›z müzakere yönünde faaliyetleri destekledi¤ini kayda geçirdi. HDK yaln›zca Kürtler de¤il tüm Türkiye halklar› için

Baharın gelişi şubattan belli midir! R

esmi bir törene ve Kutlu Doğum ayına dönüştürülen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri mayıs ayında da devam etti. Hizbullah'a yakınlığıyla bilinen Mustazaf-Der, İstanbul'da Kutlu Doğum mitingi yaptı. Hizbullah’ın parti kuracağına dair bilgilerin geldiği bir dönemde Türkiye çapında bu örgütçe düzenlenen 130 etkinliğin finali İstanbul’da oldu. Hüseyin Yılmaz’ın İstanbul mitinginde yaptığı konuşma Erdoğan’ın son dönemdeki “tarih yazma” çabalarını destekler nitelikteydi: "Bu ülkede, camiler kapatılarak, Kur'an yasaklanarak toplum, İslam'dan, Muhammedi sevdadan uzaklaştırılmak istendi.”

H‹ZBULLAH HEP DEVLET‹N MAfiASIYDI İstanbul’da büyük bir miting düzenleyen Hizbullah bundan 12 yıl önce 17 Ocak 2000'de İstanbul Beykoz'da bir villaya düzenlenen operasyonda lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesiyle tasfiye edilmişti. Yıllarca Kürt hareketine karşı kullanılan, kontrgerilla güdümünde arkadan tek kurşunla işledikleri cinayetlerle, domuz bağlarıyla, toplu mezarlarla tanınan Hizbullah devlet açısından kullanılmasına gerek kalmayınca tasfiye edil-

Demokratik Özerkli¤i esas ald›klar›n› belirtti. Kararlarda, bölge halk›na dayat›lan politikalar›n kabul edilemez oldu¤u belirtildi. Bölgedeki savafl karfl›t› güçler ile dayan›flma sa¤lanmas› gerekti¤i, Filistinli tutsaklar›n bafllatt›¤› açl›k grevinin desteklenmesi de genel kurulda karara ba¤land›.

Üniversitede Türkçülük günü terörü

1

Mayıs’ta alanlara çıkıp AKP’den hesap soran üniversiteliler 3 Mayıs’ta ülkücü faşistlerin ve polisin ortak saldırılarına maruz kaldı. Mersin Üniversitesi'nde Türkçülük gününü kutlama gerekçesiyle üniversitede toplanan faşistler çevrede bulunan üniversitelilere saldırdı. Üniversitelilerin kendilerini savunması üzerine yerleşke dışında bekletilen çevik kuvvet polisleri saldırıya geçti. Saldırı sonucunda iki öğrenci yaralanırken üç öğrenci de gözaltına alındı.

mişti. Kürt hareketinin son dönemde kentlileşme, kitleselleşme ve siyasallaşma sürecine girmesiyle Hizbullah’a yeniden ihtiyaç duyuldu. Hizbullah üyelerinin AKP yargısı tarafından tahliyesinin ve cezaları kesinleştikten sonra açıkça kaçmalarına göz yumulmasının ardından örgütün askeri kanat sorumlusu Hacı İnan, Gül ve Erdoğan ile 80 öncesinde beraber çalıştıklarını, AKP'nin Türkiye'de öncülük ettiği dönüşümden memnun olduklarını belirtmişti. Bu gelişmelerin ardından kitlesel mitingler ve örgütün yasal parti kuracağı haberleri

geldi. Hizbullah davasının avukatlarından Avukat Sıtkı Zilan Ekim 2012’ye kadar 'Kürdistani İslami Parti' isimli bir parti kurulacaklarını duyurdu. Belli ki bu parti, Kürt hareketini “Zerdüştlük”, “domuz eti yemek”, “misyonerlik yapmak” gibi gerekçelerle hedef alan AKP’nin açtığı yoldan ilerleyecek.

DERNEK KAPANDI PART‹ YOLDA Bu arada Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2010 yılında Mustazaf-Der ile ilgili vermiş olduğu kapatma kararını değerlendiren Yargıtay, kararı onayarak derneğin

kapatılmasına hükmetti. Hizbullah üyeliği, gasp, kaçakçılık gibi suçlar nedeniyle yakalanan dernek üyelerinin hüküm giymesinin ardından kapatma davası açılmıştı. Kapatma kararının onaylanmasının ardından dernek tarafından Diyarbakır’da düzenlenen basın açıklamasının Eğitim Bir Sen toplantı salonunda yapılması ve iktidarın sağ kolu Memur-Sen’e bağlı sendikaların başkanları dahil yönetim kurulu üyelerinin hazır bulunması dikkat çekti. Hizbullah’ın bu kapatma kararından mağduriyet edebiyatı yaratarak parti çalışmalarına hız vermesi bekleniyor.

‹Ü’DE POL‹S Ö⁄RENC‹LERE SALDIRDI Tükçülük Haftası etkinliği gerekçesiyle İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Türkçe Yaşam Klübü tarafından düzenlenen etkinliğe girmek isteyen solcu öğrencilere polis saldırdı. Etkinliği düzenleyen faşistler polis kordonu etrafında üniversiteden çıkarıldı. Bir süre sonra öğrenciler de toplu çıkış yaparak okuldan ayrıldı. KENAN MAK UNUTULMADI 3 Mayıs 1998'de faşistler tarafından İzzet Baysal Caddesi'nde bıçaklanarak öldürülen Abant İzzet Baysal Üniversitesi öğrencisi Kenan Mak katledilişinin 14. yılında Bolu’da anıldı. Kampüs içinde yapılan yürüyüşün ardından Mak için bir anma programı düzenlendi.


5

DÜNYA 17 Mayıs 2012 / 30 Mayıs 2012

Halk›n Sesi

Sandıktan yeni bir kavga çıktı AB ve IMF’nin dayatığı yıkımı kabul etmeyen Yunan halkı, bu politikaların uygulayıcılarını sandığa gömdü. Merkez partilerin oyları erirken, ‘radikal’ sol ve faşistler oylarını yükseltti ancak hükümet kurulamadı

Kimse hükümet kuramadı Yunanistan’da Sosyal Demokrat PASOK 2009 seçimlerinden bu yana oylar›n›n yüzde 30’unu kaybederek yüzde 13.4 oy al›rken, oylar›n›n yüzde 14’ünü kaybeden merkez sa¤ parti Yeni Demokrasi yüzde 19.2 ile seçimlerin birinci partisi oldu. Sol koalisyon Syriza yüzde 16.6 ile ikinci parti olurken faflist Alt›n fiafak yüzde 6.9’la meclise girdi. Milliyetçi Ba¤›ms›z Yunanl›lar oylar›n yüzde 10.5’ini al›rken Yunanistan Komünist Partisi oylar›n› yüzde 1 artt›rabildi ve yüzde 8.4’le meclise girdi. Seçimden sonra partiler koalisyon aray›fl›na girdi ancak hiçbir parti koalisyon hükümeti için gereken 151 sandalyeyi bulamad›. Merkez partiler “yukar›y›” paylaflamazken, Syriza neoliberal politikalar› reddedecek ortak bulamad›¤› için hükümet kuramad›. Kamuoyu yoklamalar› yeni bir seçimde Syriza’n›n birinci parti olaca¤›n› gösteriyor. Bu Syriza’n›n Yunanistan Seçim Kanunu’na göre +50 sandalye daha al›p güçlü bir sol koalisyon yaratmas› için elini güçlendirece¤inden merkez partiler bir hükümet oluflturma telafl›na düflmüfl durumdayd›. Ancak çabalar sonuç vermedi ve 17 Haziran’da tekrar seçim karar› al›nd›.

E

konomik krizle birlikte artan neoliberal saldırılara karşı direnişin en yoğun yaşandığı ülke olan Yunanistan’da 6 Mayıs günü yapılan seçimler tüm Avrupa’nın yakın geleceğine ışık tuttu. Ekonomik krizle gelen yıkıma karşı mücadele verenler, yıkım politikalarının uygulayıcılarını alaşağı ederken, merkez partilerin düşüşü radikal sol ve faşist partilerin çıkışını beraberinde getirdi. Seçim sonuçlarıyla birlikte Yunanistan’da iktidarda bulunan sosyal demokrat PASOK ve merkez sağ Yeni Demokrasi partileri sandığa gömüldü. 2009 yılında yapılan seçimlerden %80’a yakın oy alan bu iki parti son seçimlerde oyların ancak %30 kadarını alabildi. Seçim sonuçları merkez partilere karşı doğal tepkinin bir sonucu olsa da asıl tepkiyi gören ve seçim sonuçlarıyla eli ayağına dolaşan merkez AB-IMF ekseni oldu. Yunanistan’daki seçimlerin en büyük kazananı şüphesiz ki Radikal Sol Koalisyon (Syriza) oldu. Yaklaşık iki yıldır devam eden kriz karşıtı eylemlerde sokata en çok inisiyatif alan oluşumladan biri olan Syriza, oylarını yaklaşık %12 oranında arttırdı ve seçimlerden ikinci parti olarak çıkmayı başardı ve mecliste 51 sandalyenin sahibi oldu. Seçimlere Yunan halkına dayatılan AB-IMF paketlerini reddedeceğini söyleyerek giren Syriza’nın oylarındaki bu artış halkın neoliberal kemer sıkma politikalarına karşı tepkisini ortaya koyması açısından önemliydi. Syriza’nın sözcüsü Alexis Tsipras, seçimlerden birinci parti olarak çıkan Yeni Demokrasi’nin lideri Antonis Samaras hükümeti kuramayınca cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’tan hükümeti kurma görevini alırken de aynı düşün-

Suriye’de ilk seçim

S

celeri dile getirdi: “Kemer sıkma politikalarına karşı bir sol koalisyon kurmak istiyoruz.” Syriza seçimlere bu şiarla girmiş olsa da borçların iptali veya ertelenmesi, Euro bölgesi, AB ve özelleştirmeler konusunda ortak bir fikri olmadığı yapılan kimi açıklamalardan anlaşıldı. Koalisyonu oluşturan güçler kitle mücadelelerinde çok etkin olsa da, antikapitalist güçlerin sosyal demokrasinin sol kanadı ile ittifakından oluşması zaman zaman net tutum almalarını zorlaştırıyor. KKE’NİN BAŞARISIZLIĞI Seçimlerden PASOK ve Yeni Demokrasi haricinde en büyük hayal kırıklığıyla ayrılan parti Yunanistan Komünist Partisi (KKE) oldu. Toplumsal hareketlerin bu kadar büyüdüğü bir dönemde KKE’nin oylarını sadece yüzde 1 oranında arttırabilmesinde kilit rol

oynayan iki temel faktör vardı. En önemlisi KKE’nin sosyalist söylemlerinin somut bir politik programa dönüşmemiş olması. Bu durum KKE’nin merkezden sola kayan oyları kendisinde toplamasına engel olan bir faktör çünkü Yunan halkı son iki yıldır yaşadıklarından sonra kendilerini bu du rumdan kurtaracak somut politikalara ihtiyaç duyuyor. KKE’nin hayal kırıklığındaki ikinci önemli etkense seçim öncesi süreçte yeterince kapsayıcı olamaması ve sokağa üstten bir tutumla yaklaşması. KKE iki yıl boyunca sokak eylemlerinde “kendinden olmayanları” provokatörlükle, hükümet işbirlikçiliğiyle suçlayarak, kendi içine kapandı ve böylece sokağı kaybetti. KKE’nin sokağı kaybetmesindeki bir diğer etken de şüphesiz Yunan halkının kurtuluş için kendilerine muhtaç olduğu yönündeki ‘burnu büyük’ siyasetiydi.

Seçimlerin ertesi günü KKE neoliberal saldırılara karşı bir program açıklamak yerine ilk iş olarak Syriza’yla işbirliği yapmayacağını açıklayarak bu politikasından vazgeçmeyeceğini göstermiş oldu. Yunan seçimlerine dair en kaygı verici gelişmeyse milliyetçi bloktaki oyların yükselmesi oldu. Söylemiyle, kullandığı temalarıyla, kısacası her şeyiyle Neonazi partisi olan Altın Şafak 2009 seçimlerinde binde üç olan oylarını yüzde 6.9’a yükselterek meclise girdi. Seçimlerin ertesi gün basın açıklaması yapacak olan Altın Şafak’ın lideri Nikos Mihaliolakos salona girerken basın mensupları zorla ayağa kaldırıldı ve “saygı” göstermeleri ya da “def olup gitmeleri” söylendi. Aldığı oyların verdiği güvenle Altın Şafak’ın önümüzdeki dönemde göçmenlere ve ilericilere yönelik saldırılarını arttırması olası görünüyor.

Bahreyn’i ilhak toplantısı A

BD-İngiliz işbirlikçisi, petrol zengini 6 monarşiden oluşan Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri, siyasi, ekonomik ve güvenlik içerikli bir bölgesel birlik planını tartışmak üzere Suudi Arabistan'da bir araya geldi. Toplantının gündem maddelerinden biri de bir yılı aşkın süredir halk isyanına sahne olan Bahreyn’in Suudi Arabistan’a ilhakı Mahiyeti henüz tam olarak belli olmayan birliğin fikri Riyad'da yapılan toplantıya da başkanlık eden Suudi Arabistan Kralı Abdullah. Toplantıda görüşülen fikirle ilgili görüşlerini açıklayan Bahreyn Enformasyon Bakanı Samira Rajab, Avrupa Birliği modelinin örnek alınabileceğini söyledi. Körfez İşbirliği Konseyi Dışişleri Bakanları 13 Mayıs’ta yaptıkları ön

görüşme ile toplantıya hazırlık yaptılar. Önerinin ilk aşamasında Bahreyn ile altı ülkenin en güçlüsü Suudi Arabistan arasında bir birlik oluşturulması öngörülüyor. ABD işbirlikçisi Sünni ittifakı Sünni bir kraliyet ailesi tarafından yönetilen Bahreyn, 2011 Şubat ayından bu yana, büyük ölçüde nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve demokratikleşme talep eden Şiilerin başını çektiği siyasi gösteriler ve protestolara sahne oluyor. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) geçen yıldan bu yana gösteriler sırasında çıkan olaylarda güvenlik güçleri ve sivil halktan toplam 60 kişinin yaşamını yitirdiğini bildiriyor. Bir yılı aşkın süredir devam eden olaylarda yüzlerce kişi gözaltına alındı, çok

Fransa’da ‘yeni’ dönem mi? Fransa halkının değişim talıplerini kendi etrafında toplamayı başaran Hollande’ın, ‘yeni’ dönemde Sarkozyleşmesi olası görünüyor

F

ransa’da Nicolas Sarkozy’le Francois Hollande arasındaki seçim yarışını oyların yüzde 51.9’unu alan Hollande kazandı. “Sosyalistlerin” adayı Hollande’ın seçimleri kazanması, seçim öncesi dönemde ırkçı faşist söylemlerin dozunu arttıran, Ortadoğu’da saldırgan politikalarına hız veren Sarkozy’nin uyguladığı politikaların sona ereceğine yorulsa da gerçek kısa sürede anlaşılmaya başlandı. Seçim öncesinde Fransa’yı yıkıma götüren neoliberal saldırı paketlerine karşı sadece “kemer sıkmanın alternatifini bulmaya çalışacağız” açıklamasını yapan Hollande’ın Fransa halkının bu yıkımdan kurtulmasını sağlayabilecek perspektife (en azından şimdilik) sahip olmadığı görüldü. Göçmen işçiler konusunda Sarkozy’nin aşırı sağdaki oyları toplamak için sık sık dillendirdiği ırkçı ifadeler çıkarıldığında Sosyalist Partili Cumhurbaşkanı

7

iklim 5 kıta

ile Sarkozy’nin söylemleri arasında çok fark kalmıyor. Hollande göçmen sorununa acil çözüm bulunması gerektiğini savunurken ülkedeki işsizliğe göçmen işçilerin neden olduğunu alttan alta dillendirmekten de geri durmuyor. Ülkedeki yıkım politikalarının devam edeceği zaten öngörülüyordu ancak Hollande’ın göreve gelmesinin ertesi gününde AB ve ABD lideriyle görüşmek için aceleyle uçağa atlamasından Fransa’nın önümüzdeki dönemde “dünya piyasalarının dengelerini” sarsacak adımlar atmaktan imtina edeceği yönünde bir öngörüde bulunmak mümkün hale geliyor. Hollande’ın alacağı her türlü karar, atacağı her adım elbette hazirandaki genel seçimler düşünülerek atılacak. Buradan bakıldığında da Hollande’ın en azından haziran ayına kadar gerçek bir değişim isteyen Fransız halkını hayal kırıklığına uğratacak hamleler yapmayaca-

İsrail’de faşist koalisyon İ

ğını söylemek mümkün. Hollande’ın seçilmesinde önemli bir rol oynayan sol oyların genel seçimlerde kendi partilerine dönüş yapacağı unutulmamalı. Bu durum cumhurbaşkanlığı seçimini kıl payı denebilecek bir farkla kazanan Hollande’ın önünde duran büyük bir sorun olarak görünüyor. Bu etkenler göz önüne alındığında, neoliberal yıkıma karşı isyanın rüzgarını arkasına alan Sosyalist Partili cumhurbaşkanının ve partisinin geleceği kısa bir süre içinde atacağı adımlar-

la aydınlık tablodan tam tersi bir hale dönebilir. Hollande’ın içeride atacağı adımlar kadar dış siyasette izleyeceği yol da önemli bir etken ancak Hollande’ın bu konudaki görüşleri şimdiden belli. Ortadoğu’da Fransa’nın durumu hakkındaki bir soruya “Değerlendirmelerimiz sürüyor ancak Fransa’nın sıradan bir ülke olmadığı unutulmamalı” diye cevap veren Hollande’ın dış siyasette Sarkozy’nin yolundan gideceğini söylemek mümkün.

sayıda insan işkence gördü ve askeri mahkemeler tarafından mahkum edildi. Dört bin civarında Bahreynli gösterilere katıldıkları gerekçesiyle işlerinden atıldı. Başkent Manama'da yapılan ilk gösteriler Suudi Arabistan ve diğer Körfez İşbirliği ülkeleri askerlerinin 2011 Mart'ında Bahreyn'e girmesiyle bastırılmıştı. Suudi Arabistan ile Bahreyn arasında bir birlik bölgesel rakip İran ve Şii halka karşı bir Sünni ittifakı girişimi olarak görülüyor. Bahreyn Kralı Hamad göstericilerin bazı talepleri karşısında, şeffaflığı artırıcı bazı anayasal reformlar yapacağını taahhüt etmişti. Fakat muhalefet ve insan hakları grupları bunların boş vaadler olduğunu ve muhalefeti bastırma harekatının devam ettiğini söylüyorlar.

srail’de aşırı dinci Yahudilerin askere gitmemesini sağlayan Tal Yasası’nda yapılması gündeme gelen değişiklik ülkede yeni bir koalisyon kurulmasına neden oldu. Başbakan Netanyahu yasa değişikliğine karşı çıkılması üzerine erken seçim önerisi getirmişti. Ancak bu öneri henüz tartışılırken Netanyahu’nun 8 Mayıs’ta muhalefetteki sağcı Kadima Partisi’yle anlaşması ülkeyi aşırı sağcı bir koalisyonla karşı karşıya bıraktı. Buna göre yeni koalisyon Netanyahu'nun Likud Partisi ve muhalefetteki Kadima Partisi'nden oluşacağı ifade edildi. İsrail medyasına göre uzlaşma uyarınca, dini okul öğrencisi aşırı dinci Yahudiler'in zorunlu askerlik yapmamasını öngören Tal Yasası'nda değişiklik karşılığında, Kadima Netanyahu'ya destek verecek. Anlaşmada, Kadima lideri Şaul Mofaz'ın başbakan yardımcısı olmasının öngörüldüğü belirtiliyor. İsrail'de laik kesimler Tal Yasası'nın adil olmadığını söylüyor. Ancak Netanyahu hükümeti için hayati önemde olan küçük dinci partiler değişikliğe karşı çıkıyor. Yasa, geçtiğimiz Şubat ayında İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından anayasaya aykırı bulunmuştu. Netanyahu, küçük koalisyon ortaklarıyla çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle erken seçim çağrısında bulunmuştu. Kurulacak yeni koalisyonun Filistin konusunda atacağı adımlarsa endişe ile bekleniyor.

uriye’de, geçen yaz ilan edilen yeni Siyasi Partiler Kanunu’yla ilk kez seçime gidildi. Seçimlere, “uygun görülen” yedi parti katıldı. Suriye Seçim Komisyonu'nun açıklamasına göre seçime katılım oranı yaklaşık yüzde 51 olarak gerçekleşti. Suriyeli yetkililer, çatışma bölgelerindeki duruma ilişkin bilgi vermedi. Yasa “değişmiş” olsa da sonuçlar 2007 yılındaki seçimlerden farklı olmadı ve Baas Partisi yine 250 sandalyenin çoğunluğunu kazandı. Muhalifler seçimleri boykot etmişti.

Merkel de kaybetti

A

lmanya'nın en kalabalık nüfusuna sahip ve göçmenlerin en yoğun yaşadığı eyalet Kuzey Ren Vestfalya'da seçmenler, yeni eyalet parlamentosunu belirlemek üzere 6 Mayıs’ta sandık başına gitti. Sosyal Demokrat Parti oyların yüzde 39’unu aldı. Neoliberal politikaların uygulayıcısı Başbakan Angela Merkel’in partisi Hrıstiyan Demokrat Birlik Parti yüzde 26, Yeşiller Partisi yüzde 12, civarında oy aldı. Korsanlar Partisi yüzde 7,5 civarında oy alarak daha önceki seçimlerdeki başarısını sürdürürken, Sol Parti yüzde 2,5'lik oy oranıyla yüzde 5 barajını aşamadı. Almanya’da 2013 yılında genel seçimler yapılacak.

‹talya Monti’yi sildi

İ

talya’nın Palermo, Parma, Verona gibi önemli merkezlerinin de aralarında bulunduğu 944 kent ve kasabası 6 Mayıs günü yerel seçimlere gitti. İtalya'da yıkım politikaları uygulayan eski Berlusconi hükümetini destekleyen partiler, yerel seçimlerde büyük oy kayıpları yaşadı. İtalya'daki yerel seçimlerde, hükümetin kemer sıkma politikalarına karşı yaygın hoşnutsuzluk nedeniyle ortanın solu ve protesto partileri yüksek oy aldı. Seçimlerden Monti hükümetinin koalisyon ortağı merkez sol Demokrat Parti güçlenerek çıktı. Demokrat Parti’nin oyları bazı yerlerde %49’a kadar çıktı. İtalya’da önümüzdeki yıl genel seçimler yapılacak.

‹spanya yine ‘Sol’da

İ

spanya’da ‘öfkeliler’ geçen yıl başlattıkları protestoların birinci yılında yeniden Madrid'teki Sol Meydanı’nı işgal etti. Sokaklara dökülen en az 200 bin 'öfkeli', üç gün süreyle kamp kurmak üzere Sol Meydanı'na akın etti. Hükümetlerin kendilerini temsil etmediğini belirten eylemciler Madrid'in yanı sıra Barcelona, Bilbao, Malaga ve Sevilla gibi kentlerde de sokağa çıktı. Eylemlere “izin vermeyeceğini” açıklayan polisin saldırmasıyla özellikle Madrid’de büyük çatışmalar yaşandı. “Öfkeliler” hareketi ABD’de hala devam eden “İşgal et” hareketine ilham kaynağı olmuştu.


6

İNSANCA YAŞAM 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

kavgası yeni başlıyor

Orman Kanunu rman vasfı kaybettirilmiş arazilerin satışını öngören, kamuoyunda 2-B yasası olarak bilinen yasa çıktı. Belki bu yazı yayına girmeden önce de “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” başlıklı afet yasası da çıkmış olacak. Son üç yıldır birbiriyle bağlantılı çok sayıda kanun çıkaran AKP iktidarı, kentlerin ve ormanların yağmalanmasına yönelik büyük hukuki hazırlık sürecini neredeyse tamamladı. BDP’li Mersin-Akdeniz Belediyesi’nin düzenlediği bir panel nedeniyle Çukurova’ya gittiğimizde, binlerce evin bulunduğu Çay-Çilek-Özgürlük mahalleleri için Bakanlar Kurulu’ndan kamulaştırma kararı çıkarıldığını öğrenmiştik. Adana-Seyhan Belediyesi, İsmetpaşa ve Barış mahalleleri için, TOKİ ile birlikte yapılmak istenen Kıyıkent kentsel dönüşüm projesiyle ilgili kamulaştırma Kutay kararı almış durumdaydı. Meriç Bu örneklerin dışında, ülke genelindeki kentsel Halkevleri yağmanın en önemli saldırı MYK üyesi silahlarından biri olarak afet yasasındaki kamulaştırma maddesi kullanılmakta. Bunları tartışmaya başladığımızda aklımıza ilk gelen soru şu olmuştu: Bütün ülkede, üzerinde evler bulunan dönümlerce arazinin kamulaştırma parasını nereden bulacaklar? Aklımıza takılan sorunun cevabı, 18 Nisan’da çıkarılan 2-B yasası içine konulan 10’uncu maddede ortaya çıktı. Orman arazilerinin satışından elde edilecek gelirin yüzde 90’ı, kentsel dönüşüm projelerinde kullanılmak üzere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na aktarılacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da bu geliri kentsel dönüşüm projelerinde kullanacak.

O

ORMANLARI SATIP YIKIMLARA AKTARMAK Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamasına göre, 2-B Orman Yasası kapsamında satılacak arazilerden 18.5 milyar TL gelir elde edilecek. İşte bu paranın yüzde 90’ı kentsel dönüşümlere ve kamulaştırmalara harcanacak. Bir an önce 2-B arazilerinden gelir elde edip kentsel dönüşüm projelerini hızlandırmak istiyorlar. Maliye Bakanı, bu nedenle hak sahibi vatandaşlara “altı aylık başvuru süresinin sonunu beklemeyin, hemen başvurun” diyor. AKP iktidarının ekonomiye dair elindeki en önemli araç, inşaat ve emlak sektörü. İnşaat sektörü, ülkemizde zincirleme birçok sektörü harekete geçirebilen, en önemli istihdam artışı sağlayan alan. Bunun yanına Cumhurbaşkanlığı seçimini ve iki yıldan az bir zaman kalan 2014 yerel seçimlerini, yani siyasi kaygıları koyduğumuzda AKP’nin orman arazilerinin satışı ve “Afet Yasası” eliyle kentsel dönüşümleri hızlandırma arzusunda bu kadar aceleci olmasının nedenleri daha iyi anlaşılabiliyor. AKP iktidarı orman arazisini vatandaşlara satıp, elde ettiği gelirle yine vatandaşların evini başına yıkacak. Türkiye tarihinin en büyük kentsel yağma harekâtının maliyetini de halkın üzerine yıkmış olacak. Bazı kentlerde öyle mahalleler oluşmuş ki, hem gecekondu mahallesi hem de 2-B alanı. Vatandaşa önce orman arazisi satılacak, sonra kentsel dönüşüme tabi tutulup evi yıkılacak, daha sonra da yapılacak TOKİ binaları aynı vatandaşa satılacak. Vatandaş kamulaştırmalara, kentsel dönüşümlere dava mı açacak? Afet yasasında AKP bunun da formülünü bulmuş. Anayasanın 125’inci maddesinin altıncı fıkrasında yer alan bir hükmü kendi yarattığı afetin koruması yapmış: “Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.” İdare mahkemelerinin, kentsel dönüşümlerle ilgili açılacak davalarda yürütmeyi durdurma kararı vermesinin önü kesilmiş. AKP, kentsel yağmayı örtbas etmek ve büyük inşaat firmalarına rant aktarmak için depremi ve yaşama hakkını bile kullanmayı ihmal etmemiş. Afet Yasasının gerekçesine de utanmadan yazmışlar, “yaşama hakkı mülkiyet hakkından önce gelir” diye. Fakirin canını alma malını al. AKP’ninki o hesap. Bu ülke kural ve kanunlara dayalı hukuk devletidir derler, aksi takdirde orman kanunu işler, yani güçlünün zayıfı ezdiği bir ormana döner ülke. Kanunsuz, kuralsız devlet olur mu? Şimdi “orman kanunu”nun kanunu yapılıyor. Bu ülkenin yoksullarına da tek çare kalıyor. Tek yol sokak…

ERDO⁄AN DEM‹R

M

illi Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) 4+4+4 düzenlemesinin nasıl uygulanacağına dair 9 Mayıs’ta yayımladığı genelge, yasaya dair kaygıları haklı çıkarıyor. Uygulamanın her bir kademede nasıl gerçekleşeceği öğretmenler, öğrenciler, veliler açısından bir dizi yeni sorun doğuruyor. OKULA BAfiLAMA YAfiI 66 AY Yayımlanan genelgeyle okula başlama yaşı 66 ay olarak belirlenmiş durumda. Bu uygulamayla bu yıl okula başlayacak olan 7 yaşındaki çocuklarla 5-5,5 yaşındaki çocuklar aynı sınıfta ya da aynı müfredatla eğitim görecek. Yasa meclis gündemine geldiğinde okula başlama yaşı 60 ay olarak sunulmuş, bu öneriye eğitim emekçileri ve pedagoji uzmanları itiraz etmişti. İtirazlar üzerine hükümet okula başlama yaşını, 60 ay ve 72 ay arasında tutup kararı velilere bırakacaklarını söylemişti. İtirazlara rağmen genelgeyle 66 ayını tamamlayan tüm çocukların okula kayıt yaptıracağı belirtiliyor. Okul öncesi eğitim, yıllardır AKP tarafından seçim yatırımı olarak görülmüştü. Şimdi eğitime başlama yaşının 66 aya indirilmesiyle okul öncesi eğitim de ortadan kaldırılmış durumda. Dolayısıyla ana sınıfı öğretmeni olarak atanan birçok öğretmenin açıkta kalması ve branş öğretmeni olarak atanması gündemde. Ana sınıfı eğitimi alan eğitim emekçilerinin sınıf öğretmeni ya da branş öğretmeni olarak atanmaları eğitimin niteliğine dair soru işaretleri oluşturuyor. Ö⁄RETMENLERE VE Ö⁄RENC‹LERE YOL GÖRÜNDÜ Yine son kademede lise eğitimi akademik lise ve meslek lisesi ayrımına dayanıyor. Birçok düz lisenin konumu meslek lisesine dönüştürülmeye çalışılıyor tabii ki bu meslek lisesine dönüştürmede öncelik imam hatip liselerine. Dolayısıyla şu an düz liselerde çalışan öğretmenlerin liseleri imam

Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, 4+4+4 uygulamasıyla birlikte eğitimde açığa çıkacak sorunlara karşı 8 Haziran’da sokağa çağırıyor

hatip liselerine dönüştüğünde nerede çalışacağı da belirsizlik taşıyor. Bu uygulamayla yaşanacak bir başka sıkıntı ise şimdiki ilköğretim okullarının ilk ve ikinci 4 yıllarının fiziki olarak ayrılması. İki ayrı mahalledeki ilköğretim okulunun

Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

tanıyor. Türkiye’nin birçok ilinden okulların birleştirilmesine ya da taşınmasına dair bilgiler geliyor. Genelge ile beraber gerçekleşecek uygulamada bir dizi sorunu barındıracak olan 4+4+4 eğitim modelinin şimdiden ne vaat ettiği ortaya çıktı. Halkevleri

Tarsus’ta veliler birleşti, kazandı Mersin'in Tarsus ilçesindeki Musalla Mahallesi’nde bulunan Ahmet Yesevi ‹lkö¤retim Okulu velilerinin 4+4+4 e¤itim sistemi ile gündeme gelen "okullar›n da¤›t›lmas›"na karfl› bafllatt›klar› eylemler kazan›mla sonuçland›. Veliler yaklafl›k iki hafta önce okullar›n›n da¤›t›lmas›na karfl› eylem yapm›fl ve ‹lçe Milli E¤itim Müdürlü¤ü'ne

yürümüfllerdi. 14 May›s günü Tarsus'taki tüm okullar›n velilerinin kat›ld›¤› eylem sonucunda ‹lçe Milli E¤itim Müdürlü¤ü Ahmet Yesevi ‹lkö¤retim Okulu’nun da¤›t›lmamas› yönünde karar ald›. Haber veliler taraf›ndan coflkuyla karfl›land›. Eyleme kat›l›m sa¤layan bütün veliler bundan sonraki sald›r›lara karfl› birlikte hareket etme karar› ald›.

E⁄‹T‹M HAKKI ‹Ç‹N 8 HAZ‹RAN’DA SOKA⁄A AKP, 4+4+4’le birlikte eğitim alanına dair yaptığı değişikliğin uygulamasına yaz tatilinde geçmeye çalışacak. Okullara yazıların gönderilmesi, okulların taşınması kayıtların gerçekleştirilmesi hep yaz tatilinde olacak. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, yaz tatilinde ve sonrasında velilere öğrtmenlere sorulmadan uygulanacak olan her türlü düzenlemenin ve uygulamanın karşısında olmaya hazırlanıyor. Eğitim Hakkı Meclisleri öğretmeni, veli, öğrencisi ile birlikte bu gerici ve piysacı uygulamayı uygulatmama hedefi ile bir yaz süreci örgütlemeyi hedefleyerek okulların kapanacağı gün 8 Haziran’da sokaklara çıkmaya hazırlanıyor.

* Erdoğan Demir - Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi üyesi

Engelliler güvenli ulaşım istiyor Engelliler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin engellileri görmeyen ulaşım politikalarına karşı güvenli, engelsiz, insanca ulaşım hizmeti talebiyle İBB önünde eylem yaptı

H

alkevleri Engelli Hakları Atölyesi ve Altı Nokta Körler Derneği İstanbul Şubesi 14 Mayıs’ta engelsiz, güvenli, ulaşım talebiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) önündeydi. Unkapanı SGK önünden İBB’ye yürüyen engeliler yol boyunca yaptıkları anonslarla İstanbullulara seslenerek ulaşım hizmeti başta olmak üzere belediyeden hizmet alırken yaşadıkları sorunları ve taleplerini dile getirdi. İBB önünde engeliler adına açıklamayı Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi’nden Mahmut Keçeci yaptı. Keçeci 2005 yılında kabul edilen 53787 Sayılı Kanun’la belediyelere engellilerin kentsel yaşama katılımlarının önündeki güçlüklerin kaldırılması

için yükümlülükler getirdiğini hatırlattı ve İBB’nin buna ne ölçüde uyduğunu sordu. Keçeci, engellilerin güvenli ulaşıma erişmesi için gereken önlemleri

almaması nedeniyle 13 Ağustos’ta Osmanbey Metro İstasyonu’nda yaşadığı kaza sonrası suç duyurusunda bulunduğunu hatırlattı. Soruşturma kap-

samında belediye müfettişlerinin hazırladığı raporda engellilere yönelik beyaz kart uygulamasının bir lütuf gibi sunulduğunu vurguladı. Keçeci, ‘Beyaz

kart kullanımının kamusal bir haksa hazırlanan rapordaki ifadelerin kastı nedir?’ diye sordu. Keçeci şöyle dedi: ‘Engeliler onurlu bir yaşam, insanca bir kent için engelsiz, güvenli ulaşım haklarına sahip çıkmaktadır. Bu nedenle asli görevini yapmadığı gibi engelli örgütlerine, engelli okullarına saldıran, rant peşinde koşturan, sorunlara insan odaklı yaklaşmayan İBB’nin bu tavrı sürdükçe hesap sormaya devam edecektir.’ Ardından Altı Nokta Körler Derneği İstanbul Şubesi adına konuşan Murat Demirok engellilerin yaşadığı eğitim, sağlık ve ulaşım sorunlarına dikkat çekerek 8,5 milyon engelinin 8,400 binin evlerinden çıkamadığını belirtti.

Hükümet yargı ittifakı D

Halk›n Sesi

birinde ilk 4 yıl, diğerinde ikinci 4 yıl öğretimi yapılacak. Bu durum hem öğrencilerin ayrı mahallelerde eğitim görmesine hem de öğretmenlerin yerlerinin değiştirilmesine neden olacak. Genelge, yer değişiklikleri ve okul değişiklikleri konusunda inisiyatifi valiliklere

Eğitim Hakkı Meclisi’ne bugüne kadar birçok okulun imam hatip lisesine dönüştürüleceği bilgisi geldi. Tuzla Yunus Emre Lisesi’ne ve Fındıklı Lisesi’ne İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından gönderilen yazılarla imam hatip lisesine dönüştürülecekleri bilgisi verildi. İki okul da çevrelerindeki tek lise konumunda. Bu okulların imam hatip lisesi olması durumunda ya buralardaki çocuklar imam hatip lisesine gitmek zorunda kalacak ya da “servis parası” gibi ek maliyetlerle, uzak mesafeler kat edecekleri okullar bulacaklar. Tuzla İbni Sina İlköğretim Okulu aynı bahçede iki bloktan oluşan bir okul. Bu okula da ulaşan resmi yazıyla bir bloğuna imam hatipin orta kısmının yerleştirileceği söyleniyor. Bu durumun hem imam hatipli hem de diğer okul öğrencileri açısından nasıl algılanacağı da bu konudaki problemden bir tanesi. Yine bir dizi okulunun bu biçimde değiştirilebileceği söyleniyor. Özellikle yoksul mahallelerdeki okulların dönüşümü dikkat çekiyor ve başka imkanı olmayan veliler imam hatipe mecbur bırakılıyor.

anıştay’ın 144’üncü yıldönümü dolayısıyla TBMM’de verilen kokteylde gazetecilerin sorularını cevaplayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu Türkiye’de nükleer santrallerin kurulmasına ilişkin ağız birliği yaptı. Nükleer santrallerle ilgili çalışmaların devam ettiğini söyleyen Yıldız, “Bu konuda yasamanın, yürütmenin ve yargının yeknesak bir halde olduğunu görüyoruz. Bu bizim için sevindirici bir durum.” dedi. Danıştay Başkanı Karakullukçu ise Yıldız’ı destekleyen açıklamalarda bulundu. Bugüne kadar Danıştay’ın aldığı yürütmeyi durdurma kararlarını kastederek “ne varsa durduruyoruz” dedi ve ekledi: “Yok, durdurma yok artık. İlerleme var. Bunun lamı cimi yok. Öyle bir şey mi var? Onu durdur, bunu durdur. Durdurduk ne oldu.” Karakullukçu’nun açıklamalarını gazetemize değerlendiren Barınma Hakkı Meclisi

avukatı Ender Büyükçulha, bu açıklamanın hukukta ihsasrey olarak tanımlandığını, Karakullukçu’nun devam etmekte olan davalara ilişkin görüşünü belirterek davaların seyrini etkilediğini ifade etti. Büyükçulha, ‘Kamu yararı gözetmeyen projelere verilen yürütmeyi durdurma kararları Danıştay tarafından etkilenmiştir’ dedi. Danıştay’ın tarafsızlığını kaybettiğini söyleyen Büyükçulha, Karakullukçu’nun açıklamaları için ‘Toplumun değil iktidarın çıkarını savunmuştur ve kaygı vericidir’ değerlendirmesini yaptı. MERS‹N NKP: ‘KARAR UYGULANSIN’ Danıştay Başkanı bu açılamaları yaparken Mersin Nükleer Karşıtı Platform (NKP) üyeleri, Mersin-Karaman çevre düzeni planına ilişkin Danıştay tarafından yürütmeyi durdurma kararının uygulanmasını için 11 Mayıs’ta bir eylem yaptı.

MESA’da Halkevi açıldı

A

nkara Batıkent Mesa’da yaklaşık iki ay boyunca satranç turnuvaları, film gösterimleri gibi çeşitli çalışma hazırlıklarını yapan Mesa Halkevi 29 Nisan’da yapılan çoşkulu bir etkinlikle açıldı. Mesa'da pazar alanlarında dağıtılan bildirilerle, sesli duyuru ve afişlerle çağrısı yapılan açılış ile Batıkent, ikinci Halkevi'ne kavuştu. Mesa Halkevi, çocuklar için yaz okulu, eğitim alanında yaşanan sorunlara dikkat çekmek üzere bir dizi çalışma sürdürmeye hazırlanıyor.

Peri Suyu’nda HES’e savaş

P

eri Suyu üzerine kurulmak istenen Pembelik HES’e karşı kurdukları çadırlarda direnen köylüler, 13 Mayıs sabahı inşaata girmek isteyen Limak Şirketi'nin iş makinelerini, barikat kurarak engelledi. Bölgeye gelen Limak Şirketi özel güvenlileri, köylülere saldırdı. Güvenlikçilerin saldırısı karşısında baraja karşı çıkan köylüler kendini savundu. Dersim’deki demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler saldırının gerçekleştiği bölgede basın açıklaması yaptı. Peri Suyu’nu savunan halkın yalnız olmadığını gösterdi. Bölge halkı, temel geçim araçlarının yok olacağı, doğanın tahrip edileceği ve köylerini terk etmek zorunda kalacakları için projeye karşı çıkıyor.


7

İNSANCA YAŞAM 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

fi‹RKETLER‹ AKLAYAN AKP KUSURU ÇOCUKLARDA BULDU

Bunların ‘Ak’ı sütü bile kararttı Okul Sütü projesiyle 4000’den fazla çocuk zehirlendi. Hükümet sütte zehir yok çocuklar hassas açıklaması yaptı

Hiçbir ön hazırlık olmadan dağıtılan sütleri aklayan bilim kurulunda süt tekellerinin danışmanları bulunuyor

ÖZGE YURTTAfi

ZEH‹RL‹ SÜT YOK, HASSAS ÇOCUK VAR Hükümet zehirlenme vakalarının görülmeye başlamasının ardından olayı geçiştirme çabasıyla inandırıcılıktan uzak açıklamalar yaptı. AKP’li bakanların tezi zehirlenme değil “süte hassasiyet” olduğuydu. Süt zehirlenmelerinin hemen ardından 3 Mayıs’ta projeyi ortak biçimde yürüten bakanlıklar ağız birliği yapmışçasına açıklama yaptı: Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer: “Şu ana kadar elde ettiğimiz bilgiler bir zehirlenme vakası değil. Çocukların bazılarının süt içtikten sonra midesinin bulandığına dair şikayetler olunca tetkike alındı, hastanelere götürüldü.” Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker: “Bunların bir kısmı süte hassas olabilir. Bir kısmının ise süt şekerine hassasiyeti yüksek ya da alerjisi olabilir. Sütlerin bozuk olma ihtimalini de elbette göz önünde bulundurduk. ...İncelemeye aldık. Şüphe duyduğumuz illerde dağıtımı durdurduk. Teknik inceleme yapıyoruz.” Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise, uzmanların ortak görüşü vakanın süt şekerine karşı hassasiyet olduğunu söyledi.

“Süt aktır, AK Parti de oradan geliyor zaten. Süt içindeki en küçük pisliği dahi gösterecek kadar beyazdır. Muhalefet çocuklarımızın içtiği sütü istismar edecek kadar çirkinleşmiş ama o beyaz, temiz süt muhalefetin kirini apaçık ortaya koymuştur.” Başbakan Erdoğan 11 Mayıs’ta partisinin Trabzon İl genel kurulunda yaptığı konuşmada okul sütü projesinin çocukları zehirlemesi nedeniyle hükümetini eleştirenlere yüklendi. Erdoğan, partisinin adını sütün “akı” ile özdeşleştirirken hükümetinin ön çalışmasını yapmadan apar topar başladığı “okul sütü projesi”nin 4000’den fazla çocuğun zehirlenmesine yol açtığı gerçeğinin üstünü kapatmaya çalıştı. Ona göre çocukların sütten zehirlenmesi söz konusu değildi. Ortada “süte karşı hassasiyet” durumu vardı ama art niyetli muhalefet sütü bulandırmıştı. Erdoğan bu sözlerini, zehirlenme sonrası oluşturulan bilimsel kurulların sütte zararlı madde olmadığı yönündeki raporlarına dayanarak söyledi. Sütü aklayan raporu hazırlayanlar arasında süt tekellerinin danışmanlarının yer aldığını ise yalnızca işin meraklıları keşfedebildi. Başbakan, “Okul Sütü Projesi”ni AKP’nin 21 Mart’taki grup toplantısında kamuoyuna duyurmuştu. Erdoğan’ın açıklamasından sonra ilgili kurumlar seferberlik başlattı. Erdoğan planı açıkladıktan 15 gün sonra okullara süt dağıtımı için ihale açıldı. Takvim 2 Mayıs’ı gösterdiğinde “okul sütü zeka küpü” projesiyle okullara süt dağıtımına başlandı. Bu alelacele projenin sonunda ortaya çıkan manzara, “çocuklara süt” dağıtmak kadar anlamlı bir fikrin piyasa kuralları ve AKP bürokrasisi birleştiğinde nasıl bir faciaya dönüştüğünü gösterdi. Sütten zehirlenen binlerce çocuk, çocuğuna okul sütü içirmek istemeyen veliler, çocukları süt içmeye zorlayan valiler ve kaymakamlar... Bu skandallara rağmen amansızca okul sütü projesini savunan, sürdürmek için iktidar otoritesini devreye sokan AKP. 7 M‹LYON ÇOCU⁄A SÜT, SÜT ÜRET‹C‹S‹NE F‹YAT GARANT‹S‹ Başbakanın açıklamasından sonra Okul Sütü Projesi hızla hayata geçirildi. Anasınıfı ile 6’ncı sınıf arasında eğitim gören 7 milyon 200 bin çocuğa her ders gününde 200 ml (bir bardak) süt dağıtılması planlandı. Proje Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı işbirliğinde Ulusal Süt Konseyi’nin desteği ile yürütüldü. Okullara dağıtılacak sütün satın alınması için 12 Nisan’da ilk ihale açıldı. Türkiye’nin 4 bölgeye ayrıldığı

2

011’de Arılı Deresi’nde yapımı planlanan HES projesini durduran Fındıklı halkı projenin yeniden başlayacağı haberi üzerine eylem yaptı. 10 Mayıs’ta Fındıklı Derelerini Koruma Platformu basın açıklaması yaparak Devlet Su İşleri’ni (DSİ) ve Parsan Şirketi’ni uyardı. Platform adına yapılan açıklamada, HES’lerde ısrar edilirse doğacak sorunlardan DSİ ve taşeron şirketlerin sorumlu olacağı söylendi. 14 HES projesinin bulunduğu Fındıklı’da bugüne dek hiçbir HES yapımına izin verilmedi.

AKLAYAN KURULDA SÜT fi‹RKET‹ DANIfiMANI VAR

ihale yeterli teklif verilmediği için tamamlanamadı. İkinci ihale 17 Nisan’da gerçekleşti. Şirketler farklı ortaklıklarla şu bölgelere süt üretmek için ihale aldı. İç Anadolu ve G.Doğu Anadolu: Yavuz Blok Bims İnş. Malz. Gıda Tic. ortaklığı çatısı altında, - Gülsan Gıda San. Tic. A.Ş. - Mar Tüketim Madde. İhr. İth. San. Tic. A. Ş. - Mamsan Gıda San. ve Tic. A.Ş. - Bakraç Süt ve Süt Ürn. Üretim Gıda Paz. A.Ş. Marmara - Karadeniz: Ak Gıda San. ve Tic. A.Ş. ortaklığı çatısı altında - Sütaş Süt Ürn. A.Ş. - Danone Tikveşli Gıda ve İçec. San. Tic. A.Ş. - Tat Konserve San. A.Ş. - Yörükler Dış Tic. A.Ş. Doğu Anadolu – Ege: Dimes Gıda San. Tic. A.Ş. ortaklığı çatısı altında - Pınar Süt Mam. San. A.Ş.

Bizim ‘işgalciler’e AİHM’den tarihi karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Bulgaristan’da tapusuz gecekondu sahipleri için “onlar işgalci değil, hak sahibidir” dedi. Karar başta Dikmen Vadisi olmak üzere Türkiye’de aynı durumdaki gecekondu sahipleri için de emsal teşkil ediyor. Bulgaristan’da Sofya Belediyesi, Batalova Vodenitsa bölgesinde daha önce devlete ait olup sonra belediyeye devredilmiş bir arazi üzerinde tapuları olmadığı halde ev yaparak 40-50 yıldır yaşayan Romanları zorla tahliye etmek istedi. Tapuları olmadığı için “işgalci” olarak nitelendirilen Romanların üzerinde yaşadıkları arazinin boşaltılması için mahkeme kararı çıkartan belediye hemen yanındaki araziyi özelleştirerek sattı. Bulgaristanlı Romanlar da, AİHM’e başvurarak haksızlığa uğradıklarını belirtti. AİHM tedbir kararı çıkartarak evlerin yıkılmasına engel oldu ve sonuçta belediyeyi orantılı müdahaleye ve halkın

Fındıklı’da HES’lere izin yok

barınma güvencesi sağlamaya çağırdı. AİHM Romanlar lehine karar vererek Bulgaristan’a dava açan kişilere 4 bin Avro ödemeye mahkum etti. Mahkeme, kararını şöyle gerekçelendirdi: “İşgal ettikleri evlerin yasal olup olmadığına bakılmaksızın başvuru sahiplerinin yıllardan beri bu dermeçatma evlerde aileleriyle birlikte yaşadıkları, belediyenin yıllarca bu yerleşim yerine göz yumduğu ve bu evlerin onların evi (yuvası) olduğu gözlemlenmiştir. Başvuru sahiplerinin yerleşim biriminden ve topluluklarından tahliye edilmeleri, özel ve aile hayatlarının olumsuz yönde etkilenmesine yol açacaktır.” AİHM’in verdiği bu karar benzer özelliklere sahip kamu arazileri üzerinde “gecekondu” yaparak yaşamlarını sürdüren ve devlet-belediye tarafından “işgalci” olarak nitelendirilen, Dikmen Vadisi başta olmak üzere Türkiye’deki birçok kentsel dönüşüm mağdurunu da ilgilendiriyor.

- Balkan Süt Ürn. San. Tic. Ltd. Şti. Akdeniz: Yörükoğlu Süt ve Ürn. San. Tic. ortaklığı çatısı altında - Güney Süt San. ve Gıd. Tic. A.Ş. - Oğuz Gıda San. ve Tic. A.Ş. - Akbel Süt Ürn. San. Tic. A.Ş. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, projenin maliyetinin 74 milyon liradan fazla olduğunu açıkladı. Bu para genel bütçeden Milli Eğitim Bakanlığı payı olarak karşılanıyor. Bakanlık projeyi anlatırken çocukların süt içmesi amacını öne çıkarıyor. Bu iyi niyetin yanında 74 milyonluk bir ihale süreci ile çok sayıda süt firmasının yüzü gülerken, sütte arz fazlası da hükümet tarafından satın alınmış olduğu için sütün satış fiyatında da bir düşme olmuyor. SÜTLER ‹NCELENMEDEN, DA⁄ITILMIfi Projenin iktisadi boyutu tamamlansa da “okul sütü” projesi için

beslenme ve gıda güvenliği açısından hazırlık yapılması ihmal edilmiş. Tarım Dünyası yazarı Ali Ekber Yıldırım süt konusunda bakanlıkların eksik ve kusurlarını şöyle sıralamış: “Tarım Bakanlığı sütlerin denetimini yapmamış. Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenleri bilgilendirmemiş, eğitmemiş. Süte alerjisi olan öğrencileri saptamamış. Öğrencilerin velilerine gönderilen süt alerjisi tespit formları bile takip edilmemiş. Sağlık Bakanlığı görevini yapmamış. Yüzlerce öğrenci hastanelik olunca, okullarda süt şekerine karşı alerji tespiti yapılmaya başlanıyor. Oysa, bunların hepsi önceden yapılmalıydı. İlgili bakanlıklar neler olabileceğini önceden tespit etmiş, ama önlemini almamış.” Yıldırım’ın tespitlerinden de anlaşılacağı üzere 20’den fazla ilde 4000’den fazla çocuğun zehirlenmesi denetimsiz sütlerin hazırlıksız okullara dağıtılmasının bir sonucu.

Sütten zehirlenmeler ortaya çıkınca Sağlık Bakanlığı ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından Okul Sütü Programı Ortak Bilim Kurulu oluşturuldu. Sütler dağıtılmaya başlamadan önce yapılması gereken bilimsel kurul çalışması dağıtım sonrası çözüm olarak ortaya atıldı. Bilim Kurulu 6-7 Mayıs’ta gerçekleştirdiği inceleme ve toplantının ardından sütte zararlı madde tespit edilmediği, süt dağıtımına devam edilebileceğini açıkladı. AKP’nin sütünü aklayan bu kararın altında imzası olan bilim insanları arasında süt ve süt ürünleri üreten şirketlere danışmanlık yapan isimler vardı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın kurul üyeleri arasında yer alan Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nden Prof. Dr. H. Tanju Besler geçmişte Danone Enstitüsü Başkanı’ydı. Danone Marmara-Karadeniz bölgesi süt dağıtımı ağı içinde yer alıyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı kurulunda yer alan bir diğer isim Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. Özer Kınık ise Ambalajlı Süt Sanayicileri Derneği Bilimsel Komite Başkanı. Zehirlenme vakalarına rağmen 7 milyon 200 bin çocuğun akıbetini düşünmek yerine göstermelik kurullarla şirketleri aklayan iktidarın adındaki ‘ak’ın kimin ‘ak’ı olduğu anlaşılıyor.

Gerze’de ÇED durduruldu

3

0 Nisan günü Ankara’ya gelerek termik santrale ve ÇED toplantısına tepki gösteren Gerzelilerin mücadelesi sonuç verdi. Sinop’un Gerze İlçesi Yaykıl Köyü’nde Anadolu Grubu tarafından kurulması planlanan ithal kömüre dayalı Gerze Enerji Santrali Projesi hakkındaki ÇED raporu sonucu projenin durdurulmasına karar verildi. Orman Genel Müdürlüğü, termik santral kurulmak istenen alanın hemen yakınında ormanlık alanların bulunduğunu, santralin baca gazının 1 km’lik bir alanı etkileyeceğini açıkladı.

Barınma hakkı için belediye önünde Yeni Afet Yasası’yla beraber kentsel dönüşüm ve yıkım tehdidi güçlendi. Ankara ve İstanbul’da kentsel dönüşüme karşı mücadele edenler barınma hakkı için belediye önlerinde

Topbaş’a yıkım tepkisi Kentsel dönüşüm projesi kapsamında evlerinin yıkılacak olmasını protesto eden Eyüp Alibeyköy halkı, 4 Mayıs’ta İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) binası önünde eylem yaptı İBB’nin mahallelerini kentsel dönüşüm kapsamına almasına karşı belediye önüne giden mahalle sakinleri, İBB Başkanı Kadir Topbaş’la görüşmek istedi. Topbaş’ın yerinde olmadığını öğrenen mahalle sakinleri belediye yetkilileri ile görüşerek haftaya tekrar geleceklerini bildirdi. İBB önünde basın açıklaması yapan mahalle halkı, “Evlerimizi yoktan var ettik. Biz işgalci değiliz, asıl yerimize getirilecek olanlar işgalcidir. Bizler, haklarımızı alana kadar birlikte mücadele edeceğiz ve kentsel sürgüne izin vermeyeceğiz” dedi.

Başpınarlılar sorun değil çözüm istiyor Ankara Altındağ’ın Başpınar Mahallesi’nde yapılmak istenen kentsel dönüşüm projesine Barınma Hakkı Meclisi itiraz etti. AKP’li Veysel Tiryaki’nin başkanlığını yaptığı Altındağ Belediyesi tarafından gerçekleştirilmek istenen projede birçok hukuksuzluk olduğunu söyleyen mahalle halkı “rant için değil, halk için kentsel dönüşüm” talebini 3 Mayıs’ta belediye önünde yaptıkları eylemde dile getirdi.

Barınma Hakkı Meclisi adına açıklamayı okuyan Hilmi Aydıner, arsalarının belediye tarafından başka ada ve parsellere kaydırıldığını söyledi. Belediye ile yapılan bütün görüşmelerin sonuçsuz kaldığını da belirten Aydıner, belediyenin ortaya çıkan keşmekeşi derhal sonlandırmasını istedi. Aydıner’in okuduğu açıklamanın ardından mahalle halkı hazırladıkları dilekçeleri belediye başkanlığına teslim etti.

‘İşgalciler’ Eski Çöplük için direnecek Ankara’nın Mamak ilçesindeki Ege Mahallesi’nde evleri kentsel dönüşüm bölgesi kapsamına alınan ve başka bir bölgede kendilerine satın almak üzere arsa gösterilen Eski Çöplük halkı, Mamak Barınma Hakkı Bürosu ile bir eylem yaptı. 4 Mayıs günü Mamak Belediyesi önünde “İşgalci değil hak sahibiyiz. Evimize karşılık ev istiyoruz” pankartı açan Mamak Barınma Hakkı Bürosu üyeleri, ellerinde

“Halkın barınma hakkı var” yazılı dövizleri taşıdılar. Mahalle temsilcileri “insanca yaşayabilecekleri bir konut, makul geri ödeme koşulları” talebi için belediye yetkilileri ile görüşerek, topladıkları dilekçeleri belediyeye verdiler. Belediye yetkililerinin taleplerini reddetmesi üzerine, mahalle halkı sonuna kadar direneceklerini belirttikten sonra belediyeden ayrıldı.


8

EMEK 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

‘İş kazaları’nın üstüne örtü ALP TEK‹N BABAÇ

N

isan ayında meydana gelen iş kazalarında, Sendika.Org ve İstanbul İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre en az 87 işçi hayatını kaybetti, 244 işçi de yaralandı. Bazı iş kazaları sonrasında genel müdür veya şirket sahibi tutuklansa da bir iki hafta sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tıpkı 3 Nisan günü Erzurum Aşkale’deki Karasu HES’te 5 TEDAŞ işçisinin göle düşüp donarak ölmesi olayında olduğu gibi. Karasu HES’teki kazanın ardından Aras Elektrik Dağıtım A.Ş (AEDAŞ) İşletme Müdürü Tuncer Yeşilyurt, “taksirle birden fazla insan öldürmek” gerekçesiyle 5 Nisan günü tutuklanarak cezaevine konuldu. Fakat 30 Nisan günü “işçilerin kendi inisiyatifiyle göle girdiği” gerekçesiyle tahliye edildi. ‘G‹TMEZSEK ‹fiTEN ATARLAR’ Oysa ölen tek kadrolu işçi Mustafa Arifoğulları’nın kardeşinin kazanın ardından anlattıkları işçilerin oraya kendi inisiyatifiyle gitmediğini ortaya koyuyor. Arifoğulları’nın kardeşi, abisinin kazadan bir gün önce aynı işi gerekli ekipman ve güvenlik önlemi olmadığı için yapmak istemediğini, başka işçilerin gönderilmesini de engellediğini anlattı. Kardeş Arifoğulları şöyle konuştu: “Bir gün sonra ne değişmiş olabilir, ‘mutlaka yapacaksınız’ mı denildi?” Kardeşin sorusunu bir başka enerji işçisi yanıtlıyor, “Gitmezsek işten atarlar.” EKS‹KLER B‹LD‹R‹LM‹fiT‹ Kazadan bir ay sonra 4 Mayıs günü bilirkişi raporu tamamlandı. Raporda şunlar tespit edildi: İşçiler eğitimsiz. Taşeron şirket denetlenmiyor. Şirket iş güvenliği önlemlerini almamasına rağmen uyarılmıyor. İşçilerin hiçbirinin ‘ağır ve tehlikeli işlerde çalışabilir’ olduklarına dair sağlık raporları

yok. Bilirkişi raporunda yer alan ne varsa, kazadan aylar önce Enerji-Sen tarafından tespit edilip AEDAŞ İşletme Müdürlüğü’ne yollanmış ve işletme uyarılmıştı. Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, AEDAŞ’ın olduğu bölgede birçok işletmeye benzer şekilde uyarılarda bulunduklarını dile getirdi. AEDAŞ’ın bölgesinde birçok iş kazası yaşandığını ifade eden Kartal, Erzurum İspir’deki HES’te meydana gelen kazanın da, 9 Mayıs günü Van’da trafoda elektriğe kapılarak iki işçiden birinin hayatını kaybettiği kazanın da bunlara örnek olduğunu söyledi. TAfiERON VE ÖZEL HASTANE SUÇ ORTAKLI⁄I

Hükümet ‘yüzde 3’, KESK ‘grev’ dedi H

ükümet toplu sözleşme görüşmelerinde kamu emekçisine yüzde 3+3 zam, süt ve yoğurt önerdi. 21 Mayıs’ta nihai görüşmeleri yapılacak olan toplu sözleşmede verilen ilk teklif karşısında kamu emekçileri tepkili. Kamu emekçileri ile hükümet arasındaki ilk toplu sözleşme görüşmeleri 14 Mayıs günü yapıldı. Hükümet adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, kamu emekçilerine 2012 için yüzde 3 +3, 2013 için yüzde 2+3 oranında zam önerdi. Hükümetin teklifinde zammın yanı sıra enerji, sanayi, maden hizmet kollarında; tüm kurumlarda zehirli, gazlı, radyasyonlu ortamlarda çalışan personele süt, yoğurt gibi koruyucu gıda yardımı yapılması ve denetim, tahsilat, yoklama, icra işlerinde çalışan porsenele de toplu taşıma kartı verilmesi önerisi yer aldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Türkiye’deki 2 milyon 600 bin kamu emekçisini ve 1 milyon 800 bin emekliyi ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinden “Bir cenaze törenine katılacağım” diyerek erken bir saatte ayrıldı. Görüşmeler sonrasında KESK, 23 Mayıs’ta greve çıkacağını açıkladı. Türkiye Kamu-Sen’in de greve katılacağı öğrenilirken Memur-Sen görüşmeye katılmadı. Grevin talepleri arasında en düşük maaşın 2.145 lira olması ve 2012 yılı için en az yüzde 30 zam yapılması yer alıyor. ‘YÜZDE 6 OLSAYDI ‹Y‹YD‹’ 1 Mayıs kutlamalarını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’le birlikte Ankara Tandoğan’da gerçekleştiren Memur-Sen üyeleri o gün yüzde 16 zam beklentilerini slogan ve pankartlarla dile getirmişlerdi. 1 Mayıs günü Çelik’i alkışlayan Memur-Sen’liler hükümetin teklifini beğenmedi ve “Yok hükmündedir” dedi ancak daha sonra Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu zamla ilgili “En azından bunların 2 katı masaya gelseydi, çalışanları mutlu eden bir yaklaşım olurdu” dedi.

Emekçileri Sendikası’nın (SineSen) takibi sonucu netlik kazanmaya başladı. Kazanın mola sırasında meydana geldiğini belirten Sine-Sen Genel Başkanı Zafer Ayden, mola yerinin güvenliğinin de işverenin sorumluluğunda olduğunu, trafiğe açık alanda verilen molada meydana gelen bir kazanın iş kazası olduğunu söyledi. Arka Sıradakiler’in yapımcısı Hamdi Alkan ise tüm yaşananlar karşısında Selin Erdem’in ölümü için “Eceli gelmişti” demekle yetindi.

şçiler ölüyor, patronlar ceza almıyor. Ceza alanlar salıveriliyor. Patronların yardımına taşeron sistemi ve özel hastaneler yetişiyor. Emek örgütleri kazaların kader değil cinayet olduğunu haykırıyor

Sendikalar tarafından yapılan uyarıları ciddiye almayan şirketler her ne kadar bilirkişi tutanaklarında suçlu bulunsa da faaliyetlerine 2-3 ay sonra aynı şekilde devam edebiliyor. Şirketler bunu taşeron sistemi sayesinde yapabiliyor. Esenyurt’ta 11 Mart’ta 11 işçinin yanarak öldüğü kaza sonrasında asıl işveren konumundaki Kayı İnşaat ve alt işveren (taşeron) konumundaki Kaldem Şirketi sorumlu bulunmuştu. 11 Mayıs günü Kayı İnşaat, inşaata tekrar başladı. Kaldem’le yollarını ayıran şirket başka bir taşeronla çalışıyor. Erzurum’daki gibi kazalar basına yansırken birçok kaza basına yansımıyor hatta ‘kaza’ olarak bile kayıtlara geçmiyor. Bu noktada devreye özel has-

taneler giriyor. Bu konuda CHP Bursa İl örgütü üyesi Ali Nihat Irkörücü’nün ortaya çıkardığı Medical Park yolsuzluğunda önemli bir ayrıntı dikkat çekiyor. Bursa’daki Medical Park Hastanesi, büyük fabrikalarla anlaşma yaparak patronların ‘tazminat’ problemini çözüyor. Irkörücü konuyla ilgili şunları söyledi: “Hastane yetkilisi Bursa’da bulunan tüm büyük fabrikalara yazı göndermiş. ‘Buna göre iş kazalarını bize yönlendirin, sizin tazminat ödemek zorunda kalmanızı engelleyelim’ deniliyor.” Bu iddia doğruysa, fabrika patronu, işyerinde meydana gelen kazayı bildirmiyor, işçilerin bildirmesi de engelleniyor. Hızlı bir şekilde Medical Park’a götürülen işçi burada doktorlar

tarafından tedavi ediliyor ancak olayın iş kazası olduğuna dair rapor tutulmuyor. ‘ECEL DE⁄‹L ‹fi KAZASI’ Türkiye’de trafik kazası sonucu meydana gelen çoğu kaza patronlar tarafından SGK’ye bildirilmiyor, dolayısıyla iş kazası olarak kayda geçmiyor. Ancak kazayı görenler iş kazası olduğuna dair tanıklık ederse iş değişiyor. İşveren “kader” diyerek dini hassasiyetleri okşamayı tercih ediyor. Sinema emekçisi Selin Erdem’in ölümü de benzer bir durum. Resmi tatil günü olan 1 Mayıs’ta Arka Sıradakiler adlı dizinin setinde çalışan Selin Erdem, iş kazası sonucu hayatını kaybetti. Trafik kazası gibi görünen olay Sinema

‘SETLERDE ÖLMEK ‹STEM‹YORUZ!’ Erdem’in ölümünün ardından Sine-Sen, 10 Mayıs günü İstanbul Galatasaray Meydanı’nda bir eylem yaptı. “Setlerde ölmek istemiyoruz” yazılı pankart açan sinema emekçilerinin eylemine Oyuncular Sendikası, Oyuncular Meslek Birliği, Senaryo Yazarları Derneği, İSİG üyeleri, Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ve EnerjiSen yönetim kurulu üyeleri de destek verdi. Eylemde yapılan konuşmalarda iş kazalarının güvencesiz çalıştırmanın bir sonucu olduğu ve setlerdeki çalışma koşullarının düzeltilmesi gerektiği vurgulandı. Eylemin ardından Halkın Sesi’ne konuşan Oyuncular Sendikası Genel Başkanı Mehmet Ali Alabora, setlerdeki çalışma koşullarının iyileştirilmesi için Sine-Sen’le birlikte bir çalışma yapmaya başladıklarını söyledi. Eylül ayından itibaren de tüm oyuncuların 4/A’lı olarak çalışması talebini yükselteceklerini belirtti. Sine-Sen Genel Başkanı Zafer Ayden de çalışma koşullarının düzenlenmesi, mevcut yasaların uygulanması ve 4/A’lı çalışma taleplerinin ortak talepler olduğunu belirterek sinema emekçilerinin bu talepleri kazanmasının yolunun mücadele etmekten geçtiğini söyledi.

‘Biz burada taşeronu tanımayız’ Hacettepe Üniversitesi’nde Dev Sağlık-İş üyeleri yatmayan maaşlarını iş bırakma eylemiyle kazandı. Bu kazanım yeni taşerona ‘hoş gelmedin’, Rektör Tuncer’e de ‘biz taşeronu tanımayız’ mesajı verdi Ankara’da Hacettepe Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’nde Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi tafleron sa¤l›k iflçileri maafllar›n› eylem yaparak ald›. ‹flçiler eylemleri süresince tafleron flirket yetkilileriyle hiç görüflmedi, iflçilerin tek hedefi as›l iflveren olan Rektörlük’tü. Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi iflçiler, bu eylemle ihaleyi alan yeni flirkete ‘Hoflgeldin’ mesaj› verdiklerini söylüyor.

sürdürdü. Tuncer bir süre sonra Rektörlü¤e gelerek iflçi temsilcileriyle görüfltü ve iflçilerin maafllar› yat›r›ld›.

İ

stanbul Tuzla’daki Arçelik fabrikasında işveren, işçilerden kendi rızasıyla işten çıkmasını talep etti. Nisan ayında 59 işçi işten çıkarılmayı kabul etti ancak o işçiler değil Türk Metal’in uygulamalarına itiraz eden işçiler işten çıkarıldı. İşten çıkarılanların yerine Kırıkklae’den Türk Metal üyesi işçiler getirildi. İşveren 2011 Aralık’ında belirlediği 150 işçinin ücretine zam yapmış, diğer işçiler çalışma huzurunu bozduğu gerekçesiyle durumu Türk Metal’e bildirmişti.

EPTA işçileri greve çıktı

T

ekirdağ’ın Çorlu İlçesi’nde EPTA İstanbul Soğutma Sistemleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi işvereni ile Birleşik Metal-İş arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine Birleşik Metal-İş üyeleri 11 Mayıs günü greve çıktı. İşçiler, Avrupa Serbest Bölgesi’nde yaptıkları yürüyüş ile grev pankartını fabrika kapısına astı. EPTA İstanbul ile Birleşik Metal-İş arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri 15 Kasım 2011 tarihinde başlamıştı.

TAfiERON SÖZLEfiMES‹

5 GÜNLÜK EYLEM

Hacettepe Üniversitesi’nin açt›¤› ihaleyi kazanan tafleron flirket ihale flartnamesini gerekçe göstererek hasta bak›c›lar›n maafllar›nda indirime gitti. 7 May›s günü, iflçiler maafllar›n›n yar›s›n›n

Türk Metal Arçelik işbirliği

yatt›¤›n› görünce eyleme geçti. Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi iflçiler 10 May›s günü kitlesel bir eylemle üniversite yönetimini uyard›. “Ücretimiz tam ve zaman›nda yats›n” diyen iflçiler 11 May›s günü maafllar›n yatmamas›

durumunda ifl b›rakacaklar›n› duyurdu. 11 May›s günü 200’den fazla tafleron sa¤l›k iflçisi sabah 7.00’de Hacettepe Çocuk Hastanesi önünde bir araya geldi. ‹flbafl› yapmayan iflçiler Rektörlü¤e yürüdü.

‹flçilerin kendi aralar›nda seçti¤i temsilciler ve sendika yöneticileri Rektör Prof Dr. Murat Tuncer’le görüflmek istedi ancak Tuncer’in makam›nda olmad›¤› söylendi. Bunun üzerine iflçiler bekleyifllerini

Üniversite hastanelerinde iflçilerin ne kadar ücret alaca¤›n› tafleron flirket yetkilileri ve üniversite yönetimi belirliyor. Üniversite yönetimi örne¤in hasta bak›m ifli için ihaleye aç›p bu hizmeti en ucuz yapacak olan flirkete veriyor. Tafleron flirketin ihale flartlar› üniversite yönetiminden onay al›yor. Dolay›s›yla Hacettepe’de iflçilerin maafllar›nda indirime gidilmesi bizzat üniversite yönetimi taraf›ndan belirlenmifl oluyor.

TEDAŞ’ta direnişin şenliği A

dana’da yatmayan maaşlarını istedikleri için işten atılan ve 5 Mart’tan beri işe iade için direnişlerini sürdüren Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş (TEDAŞ) işçileri 11 Mayıs günü bir şenlik gerçekleştirdi. Her Cuma, Atatürk Parkı’nda buluşup TEDAŞ’a yürüyen işçiler gene Atatürk Parkı’nda buluştu. Yürüyüş sırasında duraklarda bekleyen yolcular alkışlarıyla ve yoldan geçen araçlar kornalarıyla eyleme destek verdi. Yürüyüşün ardından TEDAŞ önünde direnişteki işçilerin ailelerinin de katıldığı küçük bir şenlik yapıldı.

ELEKTR‹K ‹fiÇ‹S‹N‹N ELEKTR‹⁄‹N‹ KESMEK Şenlik sırasında TEDAŞ Genel Müdürü Mahmut Nimet Dalkır, güvenlikçilere direniş çadırını kaldırmaları için emir verdi fakat güvenlikçiler çekindiği için çadır kaldırılamadı. Dalkır daha sonra işçilerin elektrik aldığı apartman dairesinin kapısını çaldı ve ev sahibini “Dışarı elektrik veremezsiniz, yoksa elektriğinizi keseriz” diyerek tehdit etti. Enerji içilerinin şenliği, direnişin anlatıldığı video gösteriminin ardından

sokak müzisyenleri tarafından gerçekleştirilen müzik dinletisiyle son buldu. Eyleme EMO Adana Şubesi, DevSağlık İş, Halkevleri, TKP, ÖDP, EMEP, ESP, Mücadele Birliği ve BDSP Adana örgütleri destek verdi. ‹Y‹ POL‹S KÖTÜ POL‹S Direniş çadırının bir de ilginç misafiri vardı. Adana Emniyet Müdürü Mehmet Avcı 7 Mayıs’ta çadırı ziyaret etti. Bu zamana kadar işçilere saldırı emri veren Avcı ziyaretinde işçilerin haklı olduğunu ve sorunun çözümü için elinden geleni yapacağını söyledi.

AKP havada grevi yasaklıyor

A

KP İstanbul Milletvekili Metin Külünk havacılık hizmetlerinde grev yasağı getirilmesi ile ilgili 11 Mayıs 2012 tarihinde TBMM'ye kanun teklifi verdi. AKP’li Külünk , patronların kolay kolay grev kırıcılığı yapamadığı ve Hava-İş haklarını talep ettiği için sivil havacılık işkolunda grevin yasaklanmasını istedi. Külünk’ün teklifinin Hava-İş’e karşı topyekün bir saldırı anlamına geldiğini belirten Hava-İş yönetimi, Hava-İş’in susturulamayacağını bildirdi.


9

EKONOMİ 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

Dert de derman da Kürt işçide AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

D

emokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 5-6 Mayıs 2012 tarihlerinde Diyarbakır’da düzenlediği “Demokratik Özerklik’te Ekonomi” sempozyumu, Kürtlerin özgürleşme mücadelesinde sınıf sorununun nasıl bir yer tuttuğunu göstermesi açısından önemliydi. Kürt hareketi yalnızca bir ulusal hareket olarak emekçi kesimlerin sırtında yükseldiği için değil, özü itibariye Kürt sorunu bir “ezilen halk sorunu” olduğu için sınıf eksenli bir dizi çelişkiden mustarip. Konuşmacıların ağırlıkla Türkiye sosyalist hareketi içinden isimlerden seçildiği sempozyumda, Bölge’den dinleyicilerin ve Kürt hareketinin önde gelen isimlerinin tepki ve tartışmaları hareket içindeki çelişkileri açığa vurduğu gibi, sosyalistlerin dışarıdan bir seslenişle doğruları dillendirmesinin kifayetsizliğini de ortaya koydu. SANAY‹ ODASINDA ANT‹-KAP‹TAL‹ZM Hareketin resmi açıklamalarında ana hatlarıyla “kapitalizme karşı anti-kapitalist ve ekolojist, devlete karşı komünalist” bir toplumsal proje olarak sunulan demokratik özerkliğin “ekonomi” ayağının tartışıldığı mekanın seçimi manidardı. Sempozyum, Diyarbakır Esnaf Sanatkarlar Odası Birliği (DESOB) binasında, DESOB’un sponsorluğunda gerçekleştirildi. Sosyalist kimlikleriyle bilinen Fuat Ercan, Metin Özuğurlu, Mustafa Sönmez, Ferda Koç, İbrahim Okçuoğlu ve Yalçın Bürkev gibi isimlerin; Abdullah Aysu, Arzu Çerkezoğlu ve Kamil Kartal gibi sendikacıların ve anarşist-komünalist çevrelerden temsilcilerin katıldığı sempozyu-

K

ürt işverenleri sosyalistlerin sermaye politikalarına dair öngörülerini abartılı buldukları gibi bu konunun bir ‘tehlike’ sayılmasına da karşı

mun düzenleyicileri de manidardı. Sempozyumun düzenleyenleri arasında DTK ve Kadın Destek Merkezi’nden başka DESOB ve Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) da yer alıyordu. Bunlar, biçimsel çelişkiler olmakla kalmayıp tartışmalara da yansıdı. ‘HELE B‹R KÜRT BURJUVAZ‹S‹ OLUfiSUN’ İlk oturumda hükümetin teşvik planlarına değinen bir konuşma yapan Fuat Ercan, Kürt illerinin ucuz işgücü deposu olarak görüldüğünü ve bölgeye bir sermaye saldırısının başlatılacağını belirtti. Ercan’ın sınıf mücadelesinin önemine değindiği konuşmasına gelen tepkiler ise düşündürücüydü. Kentin esnaf ve işverenlerinden gelen tepkiler, bugüne kadarki teşvik paketlerinin ciddi sermaye yatırımlarıyla sonuçlanmadığı, bu

paketin de bir yatırıma dönüşmesinin zor göründüğü yönündeydi. Kürt işverenleri, sosyalistlerin sermaye politikalarına dair öngörülerini abartılı buldukları gibi bu konunun bir “tehlike” olarak gösterilmesini de eleştiriyor. Kentte en fazla işçi barındıran işyeri Dicle Tıp Fakültesi Hastanesi. Yüzün üzerinde işçi çalıştıran bir fabrika yok. Kentin çalışabilir nüfusu ya yurtdışında ya da mevsimlik tarım işçisi ve inşaat işçisi olarak yurtiçinde göçmen işçi olarak çalışıyor. Yüzyıl önce Türkiye’nin sayılı sanayi merkezleri arasında yer alan ve ağırlığını gayrimüslimlere ait işletmelerin oluşturduğu pek çok sanayi kolunda yatırımları bulunan Diyarbakır’da sanayinin s’sinden söz etmek mümkün değil. Öte yandan tarım ve hayvancılık da gerilemiş durumda.

KÜRTLER TÜRK‹YE G‹B‹ B‹R DEVLET ‹STEM‹YOR Sosyalistlerin, Bölge’deki kapitalist projelere karşı mücadele çağrılarına dinleyicilerden gelen diğer tepki de liberal bir bakış açısıyla ifade edilen “Bırakın Kürt’ün de burjuvazisi olsun, büyüsün” sözlerinde karşılığını buldu. Bu yönde konuşan dinleyiciler Türklere hak olarak görülen devletin ve burjuvazinin Kürtler’e “layık görülmemesi”nin ayrımcılık olduğunu savundu. Ancak tam da bu noktada DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un müdahalesi geldi. Tuğluk, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün kurumlarında Türk’ün yerine Kürt koysunlar ve bize böyle bir devlet versinler. Ben böyle bir devlet istemiyorum. Ben bu devlete karşı da mücadele ederim” dedi.

‹KT‹DAR OLMADAN ANT‹KAP‹TAL‹ZM? Öte yandan kentin ileri gelen işverenlerinden Şah İsmail Bedirhanoğlu’nun dinleyici koltuğundan yaptığı katkı gerçeğin diğer yüzünü ortaya koyuyordu. Bedirhanoğlu, antikapitalist bir proje savunmanın da bir tercih olduğunu ve sosyalist bir iktidar kurulması halinde bunun mümkün olabileceğini ancak Türkiye’nin mevcut ekonomik yapısı içinde kalarak anti-kapitalist bir özerk ekonomi oluşturmanın gerçekliği olmadığını belirtti. Bu çelişki, Kürt hareketinin devlet iktidarı için mücadele etmeden doğrudan demokrasiye dayalı yerel örgütlenmeler ile yeni bir toplumsal yapı kurma iddiasının temel açmazını oluşturuyor. Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu’nun özerklikten söz etmek için gıda güvenliğini ele almak gerektiğini hatırlattığı, bunun için de toprak rejimi ve tarım tekelleri ile mücadele edilmesi gerektiğini belirttiği konuşması da “devlet iktidarı için mücadele”yi yok sayan bir özerklik projesinin gerçeklikten uzak olacağına işaret ediyordu. Bölgede hala süren önemli örgütlenme deneyimlerine sahip Dev Sağlık-İş’in Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile Enerji-Sen’in Genel Başkanı Kamil Kartal’ın sunuşları Kürt hareketinin mücadele birikiminin, işçi sınıfı hareketi ile buluştuğu yerlerde ciddi mesafeler kat edildiğini ortaya koydu. Sempozyumun son oturumunda söz alan Ferda Koç da Kürt sorununun bugün asıl olarak bir “ezilen halk sorunu” olduğunu, Kürt burjuvazisinin harekete desteğinin nesnel bir temeli olmakla birlikte Kürt ezilmişliğinin ana ekseninde bugün Kürt proletaryasının ezilmişliğinin yattığını belirtti.

Fabrikasını soyan patron Son Deli Dumrul: AKP İ AKP icraatları kuru çaya köprü yapıp geçenden geçmeyenden zorla akçe alan Deli Dumrul’u anımsatıyor

A

KP iktidara geldiği günden bugüne kadar deprem vergisi adı altında toplanan paralar ile yaptıkları duble yollar ile övünüyordu. YETK‹L‹ BAKANLIK Otoyol ve boğaz köprülerinin ücretlendirilmesine ilave olarak yeni yönetmelik ile yolların ücretlerinin belirlenme yetkisi Karayolları Genel Müdürlüğü’nden Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na devredildi. Bu yeni yönetmelik değişikliği ile otoyollara

ilaveten çevreyollarından, köprülerden, viyadüklerden, tünellerden ve bağlantı yollarından da para alınacak. Ayrıca belirlenen ücretler her yıl Üretici Fiyatı Endeksiyle belirlenmiş enflasyon kadar artırılacak. Bakanlık istediği zaman ücretler konusunda değişiklik yapma hakkına sahip olacak. AKP bu çıkarttığı yönetmelik ile özelleştirilmesi için uğraşılan yolların sermaye için daha cazip hale gelmesini sağlayacak.

şçilere kıdem tazminatını vermemek için en bildik yöntem fabrikanın makinelerini kaçırmak. Bunun son örneği 4 Mayıs günü Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi’nde yaşandı. Çaycuma’da Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren, M.K’ye ait tekstil fabrikasında 3 aylık maaş alacağı bulunan 150 işçi, sabah işe geldiklerinde çalıştıkları fabrikayı boşaltılmış

halde bulunca, savcılığa suç duyurusunda bulundu. Gece bekçisi Birol Cıbır’a fabrikada sabaha kadar işi olduğu gerekçesiyle izin veren M.K, tesisteki ürünleri ve makinelerin büyük bölümünü gece tırlara yükleterek kentten ayrıldı. Patronun kaçıramadığı makineler kayıt altına alındı. Makinelerin vergi borcuna karşılık haczedileceği öğrenildi.

İşçinin kıdemi patronun hayali İ

şten çıkardığı 400 işçiye kıdem tazminatını vermeyen HEY Tesktil’in yöneticisi hayali ihracat şüphesiyle gözaltına alındı. HEY Tekstil’in bağlı olduğu HEY Group’un yönetim kurulu başkanı Süreyya Sıtkı Bektaş, “hayali ihracat” şüphesiyle 5 Mayıs günü yakalandı. İstanbul Mali Şube tarafından hayali ihracat yapan bir şebekeye karşı yürütülen operasyonlar sonucunda çoğu patron 48 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında HEY Tekstil’in yöneticilerinden Süreyya Sıtkı Bektaş’ın olduğu öğrenildi. HEY Tekstil işçileri 12 Şubat’tan beri

İstanbul İkitelli’de bulunan fabrika önünde işlerine geri dönmek için ya da kıdem tazminatlarını almak için direnişlerini sürdürüyor. Sıtkı Bektaş’ın yöneticisi olduğu HEY Tekstil, 2008 yılında 1.500 işçi çalıştırdığı İstanbul İkitelli’deki fabrikasındaki tüm işçileri 4 yıl içinde kıdem tazminatını vermeden işten çıkarmıştı. Bektaşlar, kalan 420 işçiyi de 25 Ocak’ta kıdem tazminatlarını vermeden işten çıkardı. HEY Tesktil işçileri direnişleri boyunca çalıştıkları süre içindeki ağır çalışma koşullarından ve maaşlarının aylarca yatmamasını dile getirmişti.

Ekonomi ‘tart›flmalar›’ üzerine bir tart›flma 012 yılı için Orta Vadeli Plan’da öngörülen yüzde 4’lük büyüme son dönemde sıkça yapılan “yumuşak iniş” tartışmalarının temelini oluşturuyor. 2011 yılında yaşanan yüzde 8,5’lik rekor büyümenin ardından gelecek bir sert ekonomik yavaşlama AKP’nin “ekonomiyi iyi götürüyorlar” imajını sarsacaktı. O yüzden AKP’nin ekonomi bakanları ve bürokratları tüm dikkatlerini ekonomide yaşanacak muhtemel yavaşlamayı “nasıl en hafif hale getiririz” noktasında topladılar. Bu doğrultuda sürekli yazılan, çizilen ve söylenen “cari açık tehlike çanları çalıyor” ezberine yönelik önlemler planladılar. Zaten büyümenin azalması ithalatı azaltacak ve cari açık ezberini muhalefetin ağzından alacaktı. Nisan’da açıklanan sermaye için teşvik paketi de bu yönde atılmış önemli bir adımdı. 2012 yılı için, ekonominin baz etkisinden dolayı 2011 yılına göre daha düşük bir büyüme hızına sahip olunacağı biliniyordu. Ayrıca dünya ekonomisinde yaşanan krizin henüz çözülmemiş olmasından dolayı sermaye girişlerinde yaşanacak muhtemel yavaşlama ve dış ticaret pazarının yarısına yakınını oluşturan Avrupa’daki kötü vaziyet ihracat performansını olumsuz etkileyebilecekti.

2

‹lk çeyrek verileri “Yumuflak ‹nifl” diyor… 2012 yılının ilk çeyreği için açıklanan ödemeler dengesi sonuçları cari açıkta hedeflenen şekilde yavaşlamanın olduğunu gösteriyor. Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre ilk üç ayda cari açık geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25 azalarak 21 milyar dolardan 16 milyar dolara geEngin riledi. Dış ticaret verileri de ihraDuran catın geçen yıla göre daha az olsa da arttığını söylüyor. Sanayi üretiergin.duran minin geçen yılın mart ayına göre @yahoo.com yüzde 2,5 artması ekonomide keskin bir yavaşlamanın olmadığını gösteriyor. AKP tüm planlarını ekonomiyi daha düşük bir büyüme patikasına oturturken toplumda “ekonomik kriz” algısı oluşturmamaya göre kuruyor. 2008-2009 döneminde krizin teğet geçtiği yönünde yaygın algının bir tekrarını kurmaya çalışıyor. İlk çeyrek verileri bu yönde AKP’nin elini güçlendiriyor. Sadece nisan ayı enflasyonu ve ocak ayı işsizlik verilerinde çift haneli sonuçların çıkması yumuşak iniş tartışmalarına gölge düşürüyor. Şu ana kadar bahsedilen tüm bu veriler ve değerlendirmeler AKP’nin istediği kuru makroekonomi tartışmasını barındırıyor. 2002’den beri yürütülen ekonomi tartışmalarının çerçevesini büyüme, cari açık, borsa endeksi üzerine kurarak AKP’nin anlayışı mahkûm edilemiyor. Yukarıda yazılanlarda kullanılan dil, ekonomi üzerine tartışmayı AKP’nin istediği biçimde yapan ve mevcut sistemin, adını nasıl tanımlarsak tanımlayalım, sür gitmesine yardımcı olan bir dildir. Peki, neyi tart›flmal›y›z? AKP’nin ve taraftarlarının bıkmadan, sıkılmadan yazdıkları, söyledikleri büyüme verilerine karşılık büyümenin maliyetleri, ödenen bedelleri ve üretilen değerlerin paylaşımındaki dengesizliğini yüksek sesle dile getirmeliyiz. Yumuşak iniş tartışmalarının göbeğine 2012 Nisan’ında 87 iş kazası sonucu ölen işçileri koymalıyız. Adına “milli” denilen gelirden, “milletin” en alt kısmındaki yüzde 10’luk kesimin yüzde 2,1’lik pay almasının yakıcılığını sürekli hatırlatmalıyız. AKP’nin 2002’den beri övündüğü ve tüm ekonomik sistemin devamlılığını onun üzerine kurduğu mali dengenin nasıl sağlandığını hatırlatmalıyız. Mesela, en zengin 100 vatandaşın ödediği gelir vergisinin servetlerine oranı yüzde 5,7 iken, aynı oranın asgari ücretliler için yüzde 15 olduğunu yazmalıyız. Bir de en zengin 100 kişinin kazancının 3 milyon 215 bin asgari ücretlinin kazancına eşit olduğunu da eklemeliyiz yazılarımıza, söylemlerimize. Kendini solda tanımlayanlar için, muhtemel sermaye çıkışlarının yaratacağı döviz krizine bel bağlayan ekonomi değerlendirmelerinin yerine halkın geniş kesimlerinin ödediği bedeller üzerine tartışma yürütmek daha doğru olacaktır. Aksini yapmak bilerek ya da bilmeyerek AKP’nin değirmenine su taşımak oluyor. Zaten sermaye ve temsilcilerinin bu suyu taşımak ve oluşturulan havuzdan kocalarını doldurmak için yoğun gayreti varken bir de bizim bunu yapmamızın anlamı yok.

Ankara’nın girişinde direniş var OSMAN NUR‹ ORHAN

Direniflteki TOGO iflçileri defalarca polis taraf›ndan gözalt›na al›nd›.

Eskiflehir’den Ankara’ya gelenler 2 Nisan’dan bu yana “Nüfusrak›m” tabelas›n›n ard›ndan “TOGO’da sendikal› olduk iflten at›ld›k” yaz›l› bir pankart görüyor. Birçok kifli pankart› görünce korna çal›yor. Pankart›n alt›nda 35 iflçi ifllerine geri dönmek için direniyor. Direnifl yeri, fabrikay› aratm›yor saat gibi iflleyen bir düzen kurulmufl. Kimin hangi gün hangi ifli yapaca¤› belli. Tek fark› var, patron yok, iflçiler kendileri karar veriyor. Çay yapan, misafirlerle ilgilenen, dövizleri tutanlar, pankart› tutanlar… Direniflin nedeni, TOGO patro-

nunun Deri-‹fl’e üye oldu¤u için 35 iflçiyi 2 Nisan günü iflten ç›karmas›. 55 iflçisi olan fabrikada 35 iflçi ç›karan patron, üretimi durdurmuyor, sigortas›z (kaçak) iflçi çal›flt›r›yor. Eskiden hep beraber servisten indikten sonra yürüyerek ifle giden TOGO iflçileri flimdi camlar› kartonla kapl› servislerle fabrikan›n içine sokuluyor. Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›, 3 kilometre uza¤›ndaki TOGO’da yaflanan kay›ts›zl›¤a kay›ts›z kal›yor. Deri-‹fl E¤itim Uzman› Engin Çal›flkan, kay›ts›zl›¤›n devam etmesi durumunda TOGO ma¤azalar›n›n önünde bu durumu tüketicilere anlatacaklar›n› söyle-

di. Direnifl alan›ndaki iflçilerden Abdullah, nas›l direnifle bafllad›klar›n› anlat›yor. fiubatta zam yap›l›yor ama sadece 30 lira olunca ve TOGO’da verilen en yüksek maafl 1.080 lira olunca iflçiler itiraz ediyor. Hiçbiri sendika üyesi olmayan iflçiler kötü bir durumda sendikayla çözüme ulaflacaklar›n›n bilincinde hareket ediyor. ‹flçiler haks›zl›¤a u¤rad›ktan sonra sendika aray›fl›na giriyor ve Deri-‹fl’i tan›d›klar› vas›tas›yla buluyorlar. Ard›ndan Deri-‹fl’i telefonla aray›p durumlar›n› anlatan iflçiler bir iki gün sonra Deri-‹fl uzmanlar›n› yanlar›nda görüyor. Hemen toplanan iflçiler hep birlikte direnifl karar› al›yor.

YUMUŞAK İNİŞ Yumuşak İniş kavramı AKP ekonomi kurmaylarının son dönemde sıkça kullandığı bir kavram oldu. Ekonomide önüne geçilemeyen yavaşlamanın kriz algısı olmadan atlatılmasını anlatıyor. Tayyip Erdoğan’ın “kriz teğet geçecek” sözünün güncel hali olarak da değerlendirebiliriz. Ekonomi eskisinden az yani yüzde 4’e yakın büyüyecek. Ama küçülmediği için iniş yumuşak sayılacak. Ancak diğer yandan işsizlik tekrar yüzde 10’lar seviyesine çıkacak, zam üstüne zam yağacak, kamu

çalışanlarının maaşları enflasyon karşısında ezdirilecek, asgari ücret ile açlık sınırı arasındaki fark korunacak. Büyüme azalacak ama kötü çalışma koşullarından dolayı işçiler aynı oranda ve hatta daha fazla ölmeye devam edecek. Ekonomi daha az büyüyecek, kriz çıkmayacak AKP ekonomiyi iyi yönetiyor algısı aynen devam edecek. Ancak 2012’nin ilk üç ayı için görünen o ki, ekonomide yaşanan iniş sermaye için yumuşak olurken, emekçiler için sert olmaya devam edecek.


10

KİBELE 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

Evli, mutsuz, liseli u yazıyı bir parkta yazmaya başlıyorum. Etrafta bir dünya çocuk var, pek çok da liseli genç. Okuldan çıkan gelmiş. İlginç, çocukların çoğunu babaları eğlendiriyor, taşıyor, ağabeyleri gezdiriyor diye düşünüyorum. Belki hatırlarsınız, Halkın Sesi’nin bir sayısında Ermeni ve göçmen bir kadınla söyleşi yapmıştık. O kadının söyledikleri geliyor aklıma: “Babaları birşey yapmaz olur mu? Her gün onları parka götürüyor. Ben evden çıkamıyorum, çok yorgun oluyorum akşamları. Ben yemek yaparken, bulaşık yıkarken o da parkta çocukları eğlendiriyor.” Gördüğüme şaşırmaktan vazgeçtim bunu hatırlayınca. Toplumsal cinsiyet değil konu. Ama kadın sorunu işte, her parçası birbiriyle ilintili. Oraya da geleceğim. Konuyu şuraya getirmek için izliyorum aslında, parktaki çocukları. Bu çocuklar nasıl bir ülkede, nasıl bir geleceğe doğru büyüyordu? Çünkü 4+4+4’le eğitim haklarına yönelik saldırıların devamı geliyordu. 1 Mayıs’ta öğreniyorduk ki öğrenciler artık liselerde evlene“bile”ceklerdi. Şöyle ki Orta Öğretim Kurumları Yönetmelik taslağında, mevcut yönetmelikteki “Öğrenci iken evlenenlerin kayıtları silinerek okulla ilişkileri kesilir” ifadesi yer almıyordu. Yani lisede evliliğe yasal olarak, resmen, herkesin bilgisi dahilinde, sanki okula devam edebilsinler diye düzenleme yapılmış gibi gösterilerek, göstere göstere göz yumulacak! O günden bugüne, düzenlemenin sonuçları tartışıldı. Mizahi yolla okullarda evli Tuba çocuklara ilişkin ders müfreGünefl datından bahseden oldu, tuba@ “kocacım beni okula gönder” sendika.org diyen oldu. Artık yeterince uyanığız. Bu düzenlemelerin “çocuk gelinler”demek olduğunu herkes farketti. Tartışmaların meali şuydu ki kız çocukları evlenirse, okula gidemezdi. Düzenleme birçok kişinin aklına hamile liselileri getirdi. Bu da başka bir garip bakış açısının eseriydi. Evlenen herkes çocuk yapmalıydı. Başka bir “görüş”e göre, bu ülkenin problemi bir takım kendini dizginleyemeyen ergenin “evleneceğim” diye tutturmasıydı. Yüce iktidar onları da düşünmüştü. Onlar da okula gidebileceklerdi. Herkes düzenlemenin sonuçlarını tartışırken, önemli bir nokta eksik kaldı. Bu düzenlemenin sonuçları kadar amaçlarının konuşulması gerekiyordu. Bu, kadınların kazanılmış haklarına bir saldırı. Bu saldırılar sistemli hale gelmişti. Amaç canavarca, “Hahaha tüm kız çocuklarını evlendireceğiz, okula da göndermeyeceğiz” değildi fakat kesinlikle zalimce “Kız çocuklarının evliliği, eğitimlerinin önünde engel değildir” demekti. Oysa ki kadınların eğitim hakkı dediğimiz şey, okula gidip, gerici, cinsiyetçi, ırkçı müfredatla ders almak değil. Toplumun kadın yarısının evden çıkması, sosyalleşmesi, okuması, yazması, üretmesi başka bir toplumsal hayat kurabilmesi için, cinsiyetçi iş bölümünü yıkabilmesi, babalar çocuklarını parkta gezdirirken, annelerin evde bulaşık yıkamasının önüne geçmek için en önemli unsur eğitim. Osmanlı’da kadınların verdikleri mücadeleyle eğitim hakkı kazanmalarından (1869) sadece iki yıl sonra evlilik yaşının 18’e çıkarılmasının neye işaret ettiğini, böyle düşününce daha iyi görebiliyoruz. Eğitim, öğretilenlerin yanı sıra sunduğu yaşam deneyimiyle de kadınların özgürleşmesini sağlayacak oldukça mühim bir mesele olduğu için “şart.” Bazı alışkanlıkları, pratikleri sağlayarak, içinden “umut” çıkardığı için şart. “Evli de olsalar okula gidebilirler” demek çocuğun eğitiminin neden doğduğundan itibaren toplumsal bir görev ve kamusal bir hak olduğunu görmezden gelmektir. “Eğitim hakkı” diye çınlatırken hükümetin kulaklarını, bir de “okul yetmez” diyoruz. Nitelikli, parasız, anadilde eğitim istiyoruz. Çünkü kadınlar evlendiriliyor ve liseye gidemiyorsa, bunun çözümü evlen(dir)meyi meşrulaştırarak, evli liselileri okula almak değil, çözüm taleplerimizi hayata geçirmek. Son olarak, parkta izlediğim çocuklar var ya, aniden yağmur bastırınca çekiştire çekiştire eve götürüldü. Bütün kız ve erkek çocukların derdi, parkta kalmaktan çok, eve gitmemekti. Öyle ya kazanılmış hakları vardı bir kere. Evden çıkabilmişlerdi. Ah o yağmur saldırıvermeseydi. Çocukların oyunlarını bozmuştu. Ama ben parkta gördüm ki oyunlarını bozanların oyununu bozacak cin gibi bir nesil geliyor. Onlara yepyeni bir dünya bırakmaya zamanımız yetmiyorsa bile, yapacak az iş bırakmamız lazım.

B

Sevgi Göyçe hayatını kaybetti K

amu emekçileri hareketi ve kadın mücadelesi öncülerinden Sevgi Göyçe hayatını kaybetti. Uzun süredir kanser tedavisi gören Göyçe’yi 13 Mayıs sabahı yitirdik. Eğitim-Sen ve KESK’te sendikal mücadele yürüten Göyçe, ÖDP Parti Meclisi ve KESK Genel meclisi üyesiydi. KESK’te üç dönem Kadın Sekreterliği görevini yürüten Göyçe, Türkiye’de kadın mücadelesi açısından önemli eylemlerin örgütlenmesinde yer aldı. Göyçe 2000 ve 2005’te gerçekleşen Dünya Kadın Yürüyüşü’nün Türkiye ayaklarının örgütlenmesinde ve uluslararası toplantılarda Türkiye’nin temsilinde görev almıştı.

Kendine sendika kızına kreş AYCAN TEK‹N

İ

zmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde veri giriş personeli olarak çalışan Sevtap Coşkun’un kreş hakkı mücadelesi hem taşeron kadın emekçilerin önemli bir sorununu açığa çıkardı hem de sorunların çözümünün örgütlü mücadeleden geztiğini gösterdi. Genç bir anne olan Coşkun, 3 buçuk yaşındaki kızı ile yakın olmak için hastane kreşine başvurdu. Bu girişim eşini işsiz, kızını kreş öğrencisi kendisini ise Devrimci Sağlık-İş Sendikası üyesi yapan mücadele dolu bir dizi olayın başlangıcı oldu Coşkun çifti İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde taşeron şirkete bağlı olarak çalışan iki işçi. Uzun çalışma saatleri ve düşük gelirleri beraberinde 3,5 yaşındaki kızları Işık Nehir’in bakım sorununu getirmiş. Hastane çalışanlarının çocuklarına hizmet veren kurum kreşi, anne Coşkun hastanenin kadrolu işçisi değil de taşeron işçisi olduğu için kızını kreşe kabul etmemiş. Taşeronda çalışıp hak arama mücadelesi veren Sevtap Coşkun ve Dev Sağlık İş Ege Bölge temsilcisi Derya Öztürk’le bir söyleşi gerçekleştirdik. Taşeron kadın işçilerin kreş hakkı ve mücadele deneyimlerini dinledik. IfiIK NEH‹R’E K‹M BAKACAK? İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde taşeron şirkette çalışan Coşkun çifti, uzun çalışma saatleri ve az maaş yüzünden kızlarından daha fazla ayrı kalmak istemeyerek Işık Nehir’i yanlarına alma kararı vermiş. Sevtap Coşkun şöyle anlatıyor bunu: “Benim kızım bir buçuk senedir Aydın’da babaannesinin yanında Menemen’de anneanesinin yanında kalıyordu. Sürekli değiş tokuş halindeydi çocuğumuz. Yanımıza almaya karar verdik. Bakacak kimse olmadığı için dışarıdaki kreşlerle görüştük. Benim iş saatim uzun 7.30 - 17.30 çalışıyorum. Işık Nehir’e 12 saat bakacak bir yer gerekiyordu. Araştırdık, 500 lira istiyor kreşler ama bir şekilde yanımıza almak istiyoruz çocuğumuzu derken, hastane kreşine başvurduk.” Coşkun’un anlattığına göre kızı Işık Nehir’den ayrı kalmak aralarındaki ilişkiyi kopma noktasına getirmiş. Hatta daha 3 buçuk yaşında olan Işık Nehir depresyona girmiş, doktor raporu dahi var. ‘SEN fi‹RKET‹N ‹fiÇ‹S‹S‹N ÇOCU⁄UNU KABUL EDEMEY‹Z’ “Ben 5 yıldır bu hastaneye hizmet ediyorum. Hastane müdürü ile görüştüm Işık Nehir için. Aldığım cevap, ‘Senin çocuğunu kreşe alamayız’ oldu. ‘Sen hastaneye değil şirketine hizmet ediyorsun bu hastanenin personeli değilsin

Taşeron sağlık işçisi Sevtap Coşkun’un kızını kurum kreşine kaydettirmek için başlattığı mücadele kreş hakkı mücadelesi ile taşerona karşı mücadelenin iç içe geçtiği bir örnek oldu

şirketin personelisin’ dendi. Bu cevaplar üzerine kreşten sorumlu başhekim yardımcısı ile görüştüm. Personel olmamın ötesinde çocuğumun derdine düştüm. Çocuğumdan ayrı kaldığımı, görüşemediğimizi söyledim. ‘Bakacak kimse yok bize yardım edin’ dedim. O da ‘Bizden haber bekleyin’ dedi.” Hastane yöneticilerinin biraz bekleyin demesinin üzerinden 3 buçuk ay geçmesine rağmen bir sonuç çıkmadı. Bunun üzerine anne Coşkun sesini duyurabileceği yerler aramaya başladı. Sağlık Bakanlığı’nın açtığı bir siteye 2011’in Haziran ayında durumunu yazdı ve yardım istedi. Buradan da bir buçuk ay sonra telefon yoluyla haber geldi: “İlgileniyoruz”. İki hafta sonra tekrar arayıp Coşkuna, “Olmuyor” demişler. Anne Coşkun da bu yanıtı yazılı olarak istemiş, üst makamlara bu yolla başvura-

cağını söylemiş. Telefonun ucundakiler 1 saat sonra arayıp “Tamam, çocuğunuzu kreşe alacaklar” deyip topu hastaneye atmış. Sonrasını anne Coşkun anlatıyor: “Hastane müdürüne gittim, ‘Getir çocuğunu’ dedi. Kreşten alınması gerekenler listesi verdiler. Yaklaşık bir buçuk milyarlık masraf yaptım. Masrafı da kredi çekerek yaptım, o parayı bulmam imkansız. En sonunda çocuğumu kreşe yerleştirdim. 5 ay sonra haber geldi, ‘Maliye ile aramızda sorunlar çıktı, çocuğu al’ diye. Bırakabileceğim bir yer yok. Sizin için bu etikse çocuğum kucağımda birlikte çalışırım, dedim.” Hastanelerde kreş kullanımı şu tanıma tabii: “Kurum ve kuruluş personeli çocukları yararlanabilir”. Bu tanım da Sevtap Coşkun gibi taşeron sağlık işçileri için keyfi bir uygulamaya dönüşüyor. Anne

Coşkun’un da dediği gibi “Hastane bizi kendi personeli kabul etmiyor o yüzden kurum personeli sayılmıyoruz. KREfi MÜCADELES‹ SEND‹KALI YAPTI Sevtap Coşkun’un gözü karalığı onu Dev Sağlık-İş’le tanıştırmış. Sendikanın Ege Bölge Temsilcisi Derya Öztürk ile neler yapacaklarını konuşmuşlar. Sendika avukatı ile dilekçe yazıp kreş hakları olduğunu bildirmişler hastane yönetimine. Anne Coşkun sendika ile tanışmasını ve sonrasını şöyle anlatıyor: “Sendika çocuğu kreşten almamam gerektiğini, bunun benim hakkım olduğunu söyledi. Yoksa ben çocuğumu alacaktım, çok büyük bir baskı vardı üzerimizde. Başhekim, başhekim yardımcısı, hastane müdürü, hemen her gün odalarına çağırıp baskı yapıyorlardı ‘çocuğu al’ diye.

‘Sorunun kaynağı taşeron’ Ifl›k Nehir’in ve anne Sevtap’›n mücadelesinde yan yana duran Devrimci Sa¤l›k-‹fl Sendikas› Ege Bölge Temsilcisi Derya Öztürk, krefl hakk› mücadelesini tüm hastanenin gündemine tafl›d›klar›n› anlat›yor. Her sabah Sevtap Coflkun’la birlikte Nehir Ifl›k’› krefle b›rakmaya giden Öztürk, hastanede SES iflyeri temsilcili¤i ile birlikte krefl hakk› için broflürler da¤›tt›klar›n› aktar›yor. Öztürk, “Bozyaka E¤itim Hastanesi’nde verdi¤imiz krefl hakk› mücadelesi kad›n dayan›flmas› ve sendikal örgütlülük için çok önemli bir mücadele oldu. Özellikle Sevtap’›n

krefl hakk› için her fleyi göze almas› ve hastanedeki sa¤l›k emekçisi kad›nlar aras›nda bir dayan›flma bafllatm›fl olmam›z çok büyük bir kazanç” diyor. Öztürk, Bozyaka’da yaflanan sorunun hastane yönetiminden de¤il tafleron çal›flt›rma biçiminin insafs›zl›¤›ndan kaynakland›¤›n›n alt›n› çiziyor ve ekliyor “Tafleron sa¤l›k iflçileri yaln›z de¤il.”

Anneler Günü’nde Barış Nöbeti B

DP Kadın Meclisi’nin “Kürt sorunun çözümünde diyalog” ve “Öcalan’a özgürlük” talebiyle 13-14 Mayıs’ta gerçekleştirdiği nöbet eylemleri polis engeli ile karşılaştı. Kadınlar Ankara ve Diyarbakır’da buluşarak kitlesel nöbetler tutmayı planlıyordu. Diyarbakır buluşması valilik tarafından yasaklanırken Ankara’daki buluşma mekanı olan Güvenpark polis ablukası altına alındı. Türkiye’nin farklı şehirlerinden 13 Mayıs’taki oturma eylemi için Diyarbakır ve Ankara’ya doğru yola çıkmak isteyen kadınlar polis barikatıyla engellendi. D‹YARBAKIR’DA EYLEM ‹L B‹NASINA TAfiINDI Elazığ, Urfa, Şırnak ve Ağrı’dan yola çıkan Diyarbakır buluşmasına katılmak isteyen kadınlar polis barikatına takıldı. Diyarbakır yürüyüşleri engellenen Mardinli kadınlar nöbeti kendi kentlerinde tuttu. Tüm engellemelere rağmen Diyarbakırlı bir grup kadın nöbetin tutulacağı Batıkent Meydanı’na girmeyi başardı. Diyarbakır’daki eyleme DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk ve BDP Milletvekili Ayla Akat Ata’nın aralarında bulunduğu

yüzlerce kadın katıldı. Eylemin yapıldığı alandaki caddeyi ablukaya alan polis ile yurttaşlar arasında gerginlik yaşandı. Kadınlar eylemlerini BDP İl Binası önüne taşıdı, burada valiliği ve İçişleri Bakanı’nı protesto etti. ‹STANBUL’DA SALDIRI ANKARA’DA NÖBET Ankara buluşmasına katılmak için Mersin İzmir, Adana, Bursa ve İstanbul’dan yola çıkan kadınlar da polis engeline takıldı. İstanbul’da Kadıköy İskele Meydanı’ndan yola çıkışları engellenen kadınlar oturma eylemi ile durumu protesto etti. Kadınların polis ablukası altında süren protesto eyleminin sonunda polis kitleye saldırarak 5 kişiyi gözaltına aldı. Farklı kentlerde barikatları aşabilen kadınlar Ankara’ya ulaştı. Polis ablukası nedeniyle kapalı olan Güvenpark’taki eylemlerini Yüksel Caddesi’ne taşıdılar. Buradaki eyleme yasak kararını protesto ederek başlayan BDP’li kadınlar yaptıkları konuşmalarda barış için diyalog sürecini başlatmak istediklerini söyledi, nöbeti Anneler Günü’nde tutarak anneler için en güzel hediyenin barış olduğu mesajını vermek istediklerini belirtti.

Avukatla birlikte dilekçe hazırladık. İş kanuna göre kreş açmak zorundalar. 150’yi aşkın kadın çalışanın olduğu iş yerlerinde kreş açmak zorunlu. Kaldı ki başbakanın genelgesinde de böylesi hükümler var. Biz de sendika avukatı ile birlikte bunları içeren bir dilekçe yazdık. 10 gün kadar dilekçenin cevabını bekledik.” Hastane yönetimi Coşkun çiftine 10 günün sonunda “alın çocuğunuzu” diyerek sözlü ve yazılı olarak ulaşmış. Çocuklarını hastane kreşinden almak istemeyen Coşkun çiftine karşı hastane yönetiminin üslubu da sertleşmiş. YEfi‹LÇAM DRAMI DE⁄‹L TAfiERON “Hastane yönetimi eşimi çağırdı. ‘Biz sorunu aşamıyoruz Sevtap’la seninle konuşalım’ diye. Eşim de hastanede güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Eşime, eğer çocuğu kreşe götürmeye devam edersek onu kreş kapısında görevlendireceklerini ve çocuğu içeri alırsa görevi yerine getirmemekten işine son vereceklerini söylediler. Bizi birbirimize düşürmeye çalıştılar.” Coşkun ailesine yaşatılmak istenen dram, baba Coşkun’un yıllık izine ayrılmasıyla engellenmiş. Işık Nehir’in kreş macerası ise kaldığı yerden devam etmiş. Kreşin kapısında 2 güvenlik, 3 buçuk yaşındaki Işık Nehir için 3 gün boyunca nöbet tutmuş. Daha sonra sendika ile birlikte hastanede bu sorunu duyurma kararı almış Sevtap Coşkun. Bildiri çıkarıp dağıtmışlar. Işık Nehir, annesi ve sendika temsilcisi Derya Öztürk, masa masa gezip anlatmışlar kreş mücadelesini. Destek istemişler, Işık Nehir’i kreşine hep birlikte götürelim çağrısı yapmışlar. Olup bitenden haberdar olan hastane yönetimi ise sendikanın bu konuya el atmasında rahatsız olmuş. Yıllık izinden dönen baba Coşkun’u çağırmış. Sendikanın çocuğu kullanarak adını duyurmak istediğini iddia ederek, “çocuğu kreşe hemen götürün ki sendikanın oyuna gelmeyelim” çağrısı yapmış. 3 gün boyunca kreş kapısından dönen anne Coşkun, hastane ortamında geçen 3 günü “Çok zordu” diyerek özetliyor. “Bildiri dağıttıktan kısa bir süre sonra kreş müdürü aradı ve çocuğu getirin, dedi. Yazışmalar devam ediyor süreç bitene kadar kreşte kalsın, dedi. Benim yazışmalardan haberim yok. Ne yazışması yapıyorsunuz, dedim. Maliye ile hastane arasında, dediler. Şu an çocuğum kreşte ama her an ‘gel al’ diyebilirler. Tüm bunlar olurken biz birbirimize düşmemek için hep sakin kalmaya, hakkımızı korumaya çalıştık. Ama eşim dayanamadı ve istifasını verdi.” Sevtap Coşkun’un, kızı ve sendikasıyla kreş mücadelesi sürüyor. Işık Nehir şimdilik kreşe devam ediyor. Coşkun’un kreş hakkı mücadelesi, taşeron çalışmaya karşı mücadelesiyle iç içe geçen anlamlı bir deneyim.

Ev işçilerinin mücadelesi mecliste ‹mece Kad›n Sendikas› Giriflimi'nin uzun y›llard›r ev iflçili¤ine yasal statü tan›nmas› ve sigorta hakk› talebi meclise tafl›nd›. Bar›fl ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Sebahat Tuncel bu talebi bir önerge ile meclise sundu. BDP milletvekili Sebahat Tuncel, Türkiye'de ev iflçilerinin güvencesiz ifl gücünün ne kadar›n› oluflturdu¤unun tespit edilmesi, ev iflçili¤inin tan›mlanmas›, ev iflçisi ifl kazalar›n›n istatistiklerinin ç›kar›lmas› ve çözüm önerilerinin saptanmas› için meclis araflt›rma komisyonu kurulmas› talebiyle önerge verdi. Ev iflçileri ve gündelikçi olarak çal›flan kad›nlar›n yapt›klar› ifl yasal bir iflkolu olarak tan›nm›yor. Bu nedenle sigortas›z çal›flma, hak gasp› ve ifl kazalar› bu alanda oldukça yayg›n sorunlar. ‹mece Kad›n Sendikas› Giriflimi, iflkollar›n›n yasal statüye kavuflmas› için uzun süredir mücadele ediyor. Baflta ifl güvencesi ve güvenli¤i olmak üzere ev iflçilerinin haklar›n›n yasalarla güvence alt›na al›nmas›, a¤›r çal›flma koflullar›n›n düzenlenmesi için geçen aylarda Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› önünde bir eylem yapm›flt›. Sebahat Tuncel’in önergesi kad›nlar›n mücadelesinin parlamentonun gündemine tafl›nmas› ve görünür olmas› aç›s›ndan büyük önem tafl›yor.


YÜZ YÜZE

11

17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

1 Mayıs 1977’nin tanıkları

Halk›n Sesi

Taraf gazetesinden Halil Berktay ile Radikal gazetesinden Oral Çalışlar'ın 1 Mayıs 1977 Katliamı ile ilgili çarpıtmalarına DİSK, 9 Mayıs’ta Taksim’deki Hill Otel’de bir basın toplantısı yaparak yanıt verdi. Olayın davasına bakan savcı Çetin Yetkin, 1 Mayıs’ın tertip komitesinden Mehmet Karaca, gazeteci Şükran Soner, fotoğrafçı Coşkun Aral, CHP milletvekili Süleyman Çelebi, döne-

min DİSK Hukuk Dairesi Müdürü Müşir Kaya Canpolat, Avukat Ercüment Tahiroğlu, dönemin Sosyal-İş üyesi Mehmet Atay, dönemin Bank-Sen uzmanı Fahri Aral’ın tanıklıkları paniğin panzerlerin kitlenin arasına dalmasıyla başladığını, her taraftan ateş açıldığını, 34 kişinin öldüğü katliamın soruşturulmadığını açıkça ortaya koyuyor. Tanıkların açıklamalarını sizin için derledik.

1977 soruşturulmadı bile ‹

ki panzer, yüksek sesli sirenlerini çalarak ve ses bombaları atarak kitlenin üzerine gitti. Esas panik bundan sonra başladı

D

ava hiçbir şekilde soruşturulamadı. Eğer, Halil Berktay’ın dediği gibi solcular yapmış olsaydı, devlet bu fırsatı kaçırmazdı. Kesin iddianameye girerlerdi

Dönemin savcısı Çetin Yetkin: oruşturmayı ben yapmış değilim. Şimdi, bu olayın sol guruplar arasındaki bir çatışma olmadığını sadece dosya çerçevesi içinde, tanıklıkları ve siyasi gelişmeleri bir tarafa bırakarak kesin bir şekilde söyleyebilirim. Dosyada, olayın tertip olduğuna dair yüzlece kesin delil var. İlk başta en önemlisini söyleyeyim: Bu olayın hiçbir şekilde soruşturması yapılmadı. Olaydan 28 gün sonrada iddianamesi belli oldu ama sadece ifade alınmış.

S

AÇIK TANIKLIKLAR VAR Ateşli silahla öldürülmüş 5 kişi, ateşli silahla öldürücü bölgelerden yaralanmış 35 kişi var. Elde tabancayla yakalanmış sanıklar, ele geçirilmiş silahlar var. Onlarda en basit karşılaştırma işlemi yapılmamış. Mesleğe yeni başlayan biri önce o eldeki silahlarla cesetlerden çıkan veya yaralılardan bulunan mermilerin ekspertiz raporunu karşılaştırıp dava açar. Yani bir silah var, silahla öldürülmüş adam var ama bunun karşılaştırması yok. Tanıklar var, çok kesin şeyler söylüyorlar. Bu tanıkların ifadelerine rağmen olayın üzerine gidilmiyor. Somut bir örnek; sular idaresinin 28 yıllık makinistinin ifadesi var. Diyor ki; böyle bir alanda toplantılar yapılacağı vakit her zaman askeri yetkililer kontroller yapar ve olay bitinceye kadar burda kalırlar. Ama bu sefer hiç kimse gelmedi olay çıktıktan sonra geldiler. Bakın, jandarma komando üsteğmen, astsubay, onbaşı ve bazı polis memurları ve jandarma alay komutanı meydandaki kişileri bırakıyor. Onlar delil olabilir. ‘Olayın heyecanıyla karıştırdılar’ deniliyor ama onlar önemli kişiler. Sular İdaresi tarafından ateş edil-

Soldan rahatsız olanların işi

diğini söyleyen kişiler. Dosyada ifadeleri var. Ne yapmış kolluk? Çatışarak gidiyorlar, o kişileri yakalıyorlar ve bu kişileri siyasi polise, karakola teslim ediyorlar.

Dönemin savc›s› Çetin Yetkin

Asıl paniği panzerler başlattı Dönemin 1 Mayıs tertip komitesi başkanı Mehmet Karacan: İşçiler, sınıfın taleplerini 1976’da alanlarda yüksek sesle duyurma imkanı buldu. Miting basında da büyük yer buldu ve 1977’de daha büyük bir organizasyon yapmayı hedefledik. Benim başkanlığımda bir heyet oluşturduk. Türk-İş’in merkezinin Taksim’deki kutlamalara karşı olmasına rağmen Türk-İş’ten bazı sendikaların katılacağını biliyorduk. Birkaç siyasal grup kendi talepleriyle Taksim’e katılacaklarını, kürsüyü işgal edeceklerini açık açık yazdılar. Biz onlarla görüştük. Bu grup, kendi taleplerimizle, makinelerle katılacağız diyince biz de buna müsaade etmedik ve alana sokmadık. Kemal Türkler’in konuşması sonrasında saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşu biterken Sular İdaresi tarafından anıtın olduğu bölgeden silah sesi duyuldu. O bölgede ufak bir karışıklık oldu ve silah sesleri çoğalmaya başladı. Tam bu sırada bir veya iki panzer, yüksek sesli sirenlerini çalarak ve ses bombaları atarak kitlenin üzerine gitti. Esas panik bundan sonra başladı.

Onlar ne diyor? “Biz kendimiz gittik, masum vatandaşlar vardı, ateşten korkmuşlardı ve biz de bunları serbest bıraktık.” Bunlar böyle diyor, siz böyle diyorsunuz diye bir karşılaştırma da yok savcılıkta. O FOTO⁄RAFLAR FARKLI ZAMANLARDA ÇEK‹LM‹fi Gene gündeme getirildi, şimdi Sular İdaresi üstünde bir takım silahlı adamlar var. Eli silahlı polis memurları onlar. “İşte orada silahlı adamlar var” diyorlar, “İşte fotoğraflar yayımlandı” diyorlar. Şimdi de Halil Berktay bunu tekrar gündeme getirdi. O fotoğrafların çekiliş saati 19.30’dur. Nitekim o birinci şube ekibi şefi Mete Altan, “Biz oraya 20 - 25 dakika sonra gittik” der. Polis telsizlerinde saatler vardır. Telsize baktığınız vakit, orada ateş edilme saati 19.09’dan öncedir. Bize 20 dakika sonra çekilen fotoğrafları, o birinci şubenin

çekildiği fotoğrafları gösteriyorlar ve “İşte bakın buradan ateş açtılar” diyorlar. O günkü basın da bunu fena halde atladı. En az yirmi dakika fark var. Sonradan toplum suçları bürosunun şefi olan cumhuriyet savcısı Muhittin Demircan, çeşitli televizyon kanallarında ve gazetelerde demeçler verdi. O demeçlerde şunları söyledi. “Dava açtıklarımız garibanlardı” dedi. “Polis kaçanları toplamış” dedi. Ben de bunun üzerine iddianamede 27’inci sayfadan bir şey okuyacağım: “Kamu vicdanında ve evrensel adalet duygusunda mahkum edilen 1 Mayıs kıyımı ile ilgili açılan bu davada sanıkların küçük bir bölümü yüce adaletin önüne çıkarılmış durumda.” Pekiyi büyük bölümü nerede? Devam edelim: “O büyük ve kanlı facianın tertipçisi, uygulayıcısı yurt ve insanlık düşmanı olan asli failler yani esas

failler. Er geç tespit edilecek ve tarihin ve şaşmış adaletin önüne çıkarılacaklardır.” TAR‹HE HAVALE ED‹LEN DAVA Ben bugüne kadar, böyle bir olayı dünya tarihine havale eden savcılığa tanık olmadım. Savcılığın görevi o asli failleri bulmaktır. Mahkeme de bunu talep etti ama dava sonuçlanana kadar soruşturma yapılmadı. SOLCULAR YAPSAYDI DEVLET BU FIRSATI KAÇIRMAZDI Ben açıkça kamu görevlilerinin kusurlu ve kasti davranışlarının olduğunu söyledim ve bu konuda hiçbir işlem yapılmadığını söyledim. Soruşturma yapılmak istenmediği için beni de davadan atıverdiler. Eğer, Berktay’ın dediği gibi solcular yapmış olsaydı, devlet bu fırsatı kaçırmazdı. Kesin iddianameye girerlerdi.

Eski DİSK Başkanı ve CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi: 1976 1 Mayıs’ının kitlesel bir şekilde kutlanmasından rahatsızlık duyan sermaye ve Türkiye’deki solun gelişiminden rahatsızlık duyanlar 1 Mayıs’ta bir şey yapmak istiyordu. Şimdi solun yeniden ivme kazandığı bugünlerde, karnında 1977 1 Mayıs’ını saklayan bir arkadaş çıktı dedi ki “Bu solun kavgasıydı.” Sağ basının 1 Mayıs öncesinde yazdıklarına, çizdiklerine, görüntülerine bir bakın. Mutlaka “Provokasyon olacak”, “Olaylar çıkacak” derler. 2007’den başlayan Taksim’e çıkma mücadelemizde bunları yaşadık. 2010’da devlet müdahalesi olmadan bütün herşeyin çok rahat işlediğini, provokasyon olmadığını net bir şekilde gördük. 1 Mayıs 1977 katliamı 12 Eylül’e giden süreçte önemli bir yerdedir. Darbelerin aydınlatılması için hakikatleri araştırma komisyonu kurulmalıdır. O gün ben en gençlerimizden bir tanesiydim. Ateş açıldığını net duyanlardan biriyim ve yer sular idaresidir. Intercontinental’de çalışan garsonlar sağ, o binanın kırılan camlarının hangi camcıya yaptırıldığı da belli. Dolayısıyla bu konuyu sulandırmanın alemi yok. MİT’in raporundaki DİSK’in büyümesinin önüne geçilemeyeceğine dair yorumda, sermayenin projesini görmemek ahmaklıktır. Bu yıla kadar bunu karnında tutmak ve şimdi kusmak birileri adına hizmet etmektir.

‘Her yerden mermi yağdı, panzerden bile’ Gazeteci Şükran Soner: Ben kestirme gazeteci gözüyle hemen olaydan gireceğim. Telsizden gelen seslerden Tarlabaşı tarafından gelen grubun çok zorladığını, çatışma çıkabileceğini söyledi arkadaşlar. Ben de oraya doğru giderken şimdiki metronun olduğu yere geldiğim anda mermiler yağmaya başladı. Mermiler her taraftan yağarken yol boşaldı. Yani oraya gelip çatışacak olan grupların birbiriyle çatışmasına falan hiçbir olanak kalmadı, orası bir anda boşaldı. Refleks olarak otele doğru gelmek istedim. Otelin önünde resmi elbiseli polisler birkaç sıraydı. Hepsi birden silahlarını çekmiş, boşalmış olan yoldan geriye kalan kalabalığın ayağına doğru ateş etmeye başladılar. Gerekçe, otele girişi durdurmak. Otelin önünde o büyük elektrik direklerinden bir tanesinin dibinde yere tamamen yattım. Etrafıma yağan mermiler asfalta iğne gibi saplanıyordu. Geliş yönü de Sular İdaresiydi. Otelin önü boşalınca otele koştum. Otele girenleri arkadan çıkartıyor-

Elinde tomarla gazete bulunan bir kişi havaya ateş açtı. Kimdi o kişi, fotoğrafı olmasına rağmen bulunamadı lardı, ben bağıra çağıra üst kata çıktım. ‘Gazeteciyim izleyeceğim’ dedim. Oradaki, şimdi pastane olan müzik çalan yerdeki camlardan birinde uzak menzilli silahla ateş etmeye devam eden bir sivil görevli ‘bırakın kalsın’ dedi. Ve ben onun yanına geldim. O ateş etmeye devam etti uzunca bir süre, ben onun o kalabalığın ayağının dibine uzak menzilli silahıyla ateş etmesine tanıklık ederken aynı zamanda kalabalığı yararak gidip gelen panzerlerin bir tanesinin

renkli giysili bir kadını altına aldığını da gördüm. En azından bir yarım saat bu olaylara tanıklık ettim. Bu sırada kürsüde konuşma devam ediyordu. Gazeteci Coşkun Aral: Saraçhaneden geçerken meydana alınmama kararı olan gruplarla karşılaştım. Tabi, gazeteci olduğum için tanıyorlar beni. Herhalde yüz ifademdeki endişeyi görmüş olmalılar, “hiç meraklanmayın zorlamayacağız” diyenler vardı. Bana “çatışmaya-

cağız” diyenler öğrenci liderleriydi, karşı tarafın öğrenci liderleriydi ama onların içinden ateş açanlar kimlerdi ona kocaman bir soru işareti koymak gerekiyor. Alandaki gidip gelmelerde sürekli bana çarpan bir turist vardı. Elinde de kamerası şaşkın vaziyette. O çarpan turisti de otelin içinde Ara Güler’le Ergun Çağatay keşfetmişler. Sonra gazeteye döndüğümüzde o adamı da getirmişlerdi, kimliğini de almışlardı. Bizim gazete dahil dünya medyasının

yayımladığı Kazancı Yokuşu’ndaki ölenlerin fotoğraflarının önemli bir bölümü o turiste aitti ama bu tanıklıkların hiçbiri umursanmadı, gereğini yerine getirilmedi. ‹LK ATEfi‹ AÇAN K‹MD‹? O zaman Şükran’la ekip olarak çalışıyorduk, hem gazeteye hem de dünya ajanslarına fotoğraf servis ediyorduk. Biz de Saraçhane’den yola çıktık. Meydanda saygı duruşunu çekmek için heykelde bir

arkadaşımın omzuna çıktım. O fotoğrafı çekerken bugün olmayan, o zaman Sular İdaresi’nin olduğu yerden güruh halinde meydana girmek isteyen ‘her ne pahasına olursa olsun o alanda olacağız’ diyen grubun bir zorlaması sırasında, elinde tomarla gazete bulunan bir kişi silahını çıkarıp havaya ateş açtı. Kimdi o kişi, fotoğrafı olmasına rağmen bulunamadı. İlk ateşi o açtı. Ben gördüm, çekemedim ama Savaş Ay çekmişti. O fotoğraf basın yayın arşivinde vardır, o zaman Hayret dergisinde yayımlandı. İlk ateş oydu, yani benim duyduğum. Onu izleyen dakikalarda silah her yerden geldi. Ben panzerin, normalde kullanılmayan, bazı operasyonlarda kullanılan o kapağının bile açılarak oradan ateş edildiğini gördüm. Gruba her yerden ateş geldi. Tepeden, kalabalığın olduğu yerden artı buna karşılıklar verildiğini de gördüm. Geçtiğimiz günlerde Halil abimiz bir açıklama yaptı ama öncelikle onun da içinde olduğu siyasetten sonradan ayrılan kişileri çok iyi sorgulaması lazım.


12

DOSYA 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

Politikleşme k, kitleselleşmek iğiyle yine Taksim 1 Mayıs’ı kitlesell rdi olan rekor kırdı. Bu düzenle de ağırlıktaydı. kitleler içinde örgütsüzler somut günKitleleri harekete geçiren ıl olarak cel zemin, bugün için as ına ve neoliberal yıkım politikalar a karşı veriAKP’nin faşizan baskıların r. İkisinden len mücadeleyle oluşuyo leleri politikbirini ihmal ederek ne kit leştirmek ne de politikayı kitleselleştirmek mümkün.

1 Mayıs’ın görkemi: Sel yatağını değiştirirken 1 Mayıs 2012 görkemli, AKP karşıtı, sol, emek eksenli, kolektif bir ruhu barındıran ancak bu ruhu temsil edecek kolektif inisiyatif merkezini hala bulamamış bir seferberlik günü olarak kayda geçti

1 Mayıs meydanlarında geri düşen ve öne çıkanlara bakarak geleneksel inisiyatif merkezlerinin devam eden çözülme eğiliminin yanında yeni kurulmakta olanı bulabiliriz

Neye karşı, neye rağmen, nereye doğru OYA ERSOY

T

ürkiye bir kez daha, kitleselliği ve yaygınlığı ile bütün dünyanın ilgisini çeken 1 Mayıs gösterilerine sahne oldu. Üstelik bu kez yüzü aşkın ayrı noktada ve ülke tarihinin en kitlesel katılımlı 1 Mayıs eylemleri gerçekleşti. 1 Mayıs 2012’yi özetle; görkemli, AKP karşıtı, sol, emek eksenli, kolektif bir ruhu barındıran ancak bu ruhu temsil edecek kolektif inisiyatif merkezini hala bulamamış bir seferberlik günü olarak tanımlayabiliriz. 1 Mayıs’ta geri düşen ve öne çıkanlara bakarak da geleneksel inisiyatif merkezlerinin devam eden çözülme eğiliminin yanında yeni kurulmakta olanı bulabiliriz. 1 Mayıs’ın görkemini, AKP karşıtı ve neoliberal politikaların yıkıcı sonuçları karşısında emek eksenli bir direniş eğilimi belirledi. Çünkü sermayeyle, faşizmle, AKP’yle derdi olan halk kesimleri; sermayeye, faşizme ve AKP’ye karşı mücadelenin bugün için birbirinden ayrıştırılamaz şeyler olduğuna ilişkin bilinçli ya da sezgisel bir eğilimle 1 Mayıs alanlarına aktı. O akışta, esasen sosyalistlerin uzun süren kararlı mücadelelerinin etkisinin yanı sıra yetersiz de olsa emek örgütlerinin çağırması kadar, sermaye ve AKP saldırganlığına dönük kitlesel tepkiler de etkili oldu. GELENEKSEL ÇÖZÜLÜYOR, YEN‹ KURULUYOR 1 Mayıs’taki olumlu gelişmeler hanesine şunlar yazılabilir: Daha kitlesel ve kararlı bir katılım, güdümlü konfederasyonların ayrışmak zorunda kalması ve bunu yaparken de içlerindeki düzen karşıtı unsurlarla da ayrışması, Kürt hareketinin Newroz ruhunu 1

AKP karşıtlığını sistem karşıtı mücadelenin güncel ifadesi kabul ederek, AKP’ye karşı somut mücadele pratikleri örgütleyen Halkevleri, TKP ve BDP’nin kitlesellikleri tesadüf olmasa gerek Mayıs’a aktarma söyleminin alanlarda karşılığını bulması, emekçi halk kesimlerinin güncel direnme eğilimleri ile devrimciler arasındaki buluşma noktalarının çoğalması. Öte yandan, en genel anlamıyla dünyaya emeğin-solun penceresinden bakanların seferberlik günü olan 1 Mayıs, bir gövde gösterisi olmanın yanı sıra bir bilanço çıkarma günüdür. Egemenlere karşı tepkilerini başka bir dünya özlemiyle birlikte ifade edenlerin mücadelelerini ilerletebilmek için gidermesi gereken eksikler orada görülür.

İktidar karşıtı olmak ya da olmamak

S

aat 14.00’da tüm Türkiye’de hep bir ağızdan atılan “Faşizme karşı omuz omuza” sloganında da simgeleşen AKP karşıtlığı 1 Mayıs alanlarına damgasını vurmuş olmakla birlikte, sol içinde kimi kesimler bunu düzen içi bir eğilim olarak eleştirip daha genel bir sistem karşıtlığını öne çıkarıyor. Öyle ki bu bir saplantı düzeyine vardırılmakta, güncel sorunları ifade etmeme pahasına AKP sözcüğü kimi örgütlerce söylemden çıkarılıyor. AKP karşıtlığını sistem karşıtı mücadelenin güncel ifadesi kabul ederek, ezilen kesimlerin, kendi ifadeleriyle “AKP devleti”ne, “AKP faşizmi”ne, “AKP karanlığı”na karşı farklı çizgilerden mücadele pratiklerini örgütleyen Halkevleri, TKP ve BDP’nin 1 Mayıs’ın kitlesellikleriyle öne çıkan örgütleri olması da tesadüf olmasa gerek. Alanların başkaca kitlesel örgütleri de vardı ve başta BDP olmak üzere söz konusu örgütler elbette kendi içlerinde önemli özgünlüklere sahipti. Ancak bizim vurgulamak istediğimiz izlenen siyasal çizginin ve somut mücadele pratiğinin sorunu olan kitlelerle buluşmasının yarattığı sonuçlardır. Ayrıca, Diyarbakır’da 32 yıl sonra ilk kez bir 1 Mayıs mitingi yapılması, mitinge katılımın kitleselliği ve coşkusu, bölgenin geri kalanında yaygın 1 Mayıs’lar örgütlenmesi ve Kürt halkının metropollerdeki katılımının artışı önemli. Bu, Kürt hareketinin işçi hareketiyle buluşabilecek potansiyellerini harekete geçirmeye başladığının işareti olarak okunabilir. Bu çizginin ilerletilebilmesi, güçlendirilebilmesi halinde emek hareketi ciddi bir kuvvete kavuşabilir.

Son birkaç 1 Mayıs’tır giderek yaygınlaşan, kitleselleşen ve politikleşen gösteriler emek, hak ve demokrasi mücadelesi ekseninde yükselen AKP karşıtı toplumsal bir kabarışa denk düşmekte. Henüz büyük ölçüde örgütsüzlükle malul olan bu toplumsal kabarış; parçalı ve çok merkezli muhalefet örgütlerinin eylem birliği şeklinde örgütlenen 1 Mayıs’ların kolektif ruhunu belirlediği gibi geleneksel yapıların çözülüşü ve onların yerini alacak yeni inisiyatif merkezlerinin kuruluşu yolunda gözle görülür

gelişmelere de yol açtı. Yalnızca 1 Mayıs 2011’den 1 Mayıs 2012’ye yaşanan değişim bile bunu ortaya koyuyor. Emekçilerin mücadele eğilimlerinin kabarışı içinde geleneksel çözülüyor ve değişime zorlanıyor: Kontra sendikaların manipülasyon girişimlerinin iflas etmesi, Türk-İş içinde belirginleşen muhalif güç, DİSK ve KESK’in yaşadığı etkisizleşme ve zayıflama, geleneksel solun pek çok unsurunun içinde bulunduğu durağanlık ve gerileme bunun işaretleri. Öte yandan

geleneksel kalıplara hapsolmadan güvencesizliğin çeşitli görünümlerine karşı mücadeleleri örgütleyen, emek eksenli mücadeleyi AKP’nin baskıcı iktidarına karşı direnme eğilimleri ile bütünleştirebilen sendikal ve sol örgütler ise gelişme eğiliminde. Taşeron işçilerinin, metal işçilerinin, sağlık çalışanlarının, eğitim emekçilerinin mücadelelerinden, barınma hakkı mücadelelerinden, doğa ve yaşam hakkı mücadelelerinden, Hopa sürecinden, Newroz’dan, gazetecilerin, üniversitelilerin, sanatçıların demokrasi mücadelelerinden 1 Mayıs meydanlarına uzanan bağ bu gelişmenin de temel kaynağı. Emekçi kesimler içinde güçlenen AKP karşıtı direnme eğilimi 1 Mayıs’ın görkeminin temel kaynağını oluşturuyor ve halkın güncel direnme eğilimlerini bu düzene karşı gerçek bir meydan okumaya çevirebilenlerin önünü açıyor. AKP’nin ve sermayenin emekçilere karşı saldırılarını şiddetlendireceği yeni bir dönemin öngününde, bu eğilimin kuvvetlenerek sürmesi ve toplumsal muhalefetin çözülen ve yükselen inisiyatif merkezleri arasındaki gerilimi ertelenemez bir hesaplaşmaya dönüştürmesi öngörülebilir. Kuşkusuz bu çatışma ilerici, ilerletici olmalı ve mücadelenin ihtiyaç duyduğu politika, program ve örgütlenmeleri ortaya çıkartmak zorunda. Neoliberal saldırı ve yağmanın yarattığı mağduriyetleri gündelik pratiklerde örgütlemeden uzun vadeli politik programlara dahil etmek mümkün görünmüyor. 1 Mayıs’a katılımın artması muhalefetin emek ekseninde yükselme potansiyelini ve kendiliğinden alana akan kitleleri aktüel mücadele kanallarına akıtacak programların ve pratiklerin hızla hayata geçirilmesi gereğini gösteriyor…

Ciğer buradaysa kedi nerede Bu y›lki Taksim 1 May›s’›nda, toplam kat›l›m›n önceki y›la göre artmas›na karfl›n örgütlü kat›l›m zay›flam›flt›. Kat›l›mc›lar›n ço¤u kortejlere girmek yerine do¤rudan alana yönelmeyi tercih etti. Kortejlerin ise birkaç istisna d›fl›nda zay›flad›¤› ya da yerinde sayd›¤› görüldü. Bunda, yürüyüfl kollar›na girmenin saatlerce beklemeyi, miting program›n› kaç›rmay›, hatta alana girememeyi göze almak anlam›na gelmesi elbette etkili oldu. Ancak as›l neden, rejime karfl› tepkinin kitleselleflmesine karfl›n bunu kapsama yetene¤ine sahip sendikal ve siyasal bir çekim merkezinin olmay›fl›. 1 May›s’›n örgütlü kat›l›m›n önemli bir k›sm› neoliberal sald›rganl›¤a karfl› çeflitli somut alanlardan mücadele edenler ile rejime daha genel siyasal bir elefltiri ile muhalif olanlardan oluflurken; örgütsüz kat›l›m›n rejimin ma¤duru olmas›na karfl›n somut bir mücadele prati¤i içinde olmayanlardan olufltu¤unu söylemek mümkün. 1 May›s 2012’de örgütlü ve örgütsüz kat›l›m oranlar›n›n birbirine yak›n olmas› bu durumun üzerinde önemle durulmas›n› gerektiriyor. 1 May›s’taki örgütsüz kat›l›m›n yükselifli ve örgütlü kat›l›m›n zay›fl›¤› teknik nedenlerden çok politik nedenlere ba¤l›. Birincisi ve olumlusu bugüne kadar örgütlü mücadeleye kat›lmam›fl kesimler içinde de mücadele e¤ilimleri güçleniyor. Öte yandan mücadelenin örgütlerinin önemli bir bölümü, mücadelenin genel do¤rular› ile güncel e¤ilimleri aras›nda ba¤ kurmaktan uzak. Kitleleri harekete geçiren somut güncel zemin, as›l olarak neoliberal y›k›m politikalar›na ve AKP’nin faflizan bask›lar›na karfl› verilen mücadeledir. ‹kisinden birini ihmal ederek ne kitleleri politiklefltirmek ne de politikay› kitlesellefltirmek mümkün.

Sendikal alan değişime zorlanıyor 1

Mayıs’ta işçilerin önemli bir bölümü sendika kortejleri yerine politik grupların kortejlerini ya da bağımsız katılımı tercih etti. Taksim 1 Mayıs’ına kaç kişinin katıldığına dair tahminler 200 binin üzerinde seyrederken, sendikaların toplam katılımı 25 bin civarında kaldı. İşin aslı, sendikalar sınıfın yeni bileşimini kavrayamamanın sonucunu yaşıyor. 1 Mayıs’ın görece canlı kortejlerinde Birleşik Metal-İş ve Petrol-İş gibi geleneksel zemini yeni dinamiklerle doğru bir çizgide buluşturabilen pratikleri örgütleyen sendikalar, güvencesizliğin taşeron çalıştırma, iş kazaları, işsizlik ve sendikasızlaştırma biçimindeki görünümlerine karşı tepkileri örgütleyen sendikalar öne çıktı. Emeğin gündeminin AKP karşıtlığı ile buluşması, AKP’nin neoliberalizmin kurucu iktidarı olduğu genel gerçeğinin dışında özellikle eğitim, sinema, tiyatro alanlarında, metal, sağlık ve enerji işkollarındaki sınıfsal çelişkinin doğası gereği de böyleydi. 4+4+4 düzenlemesi, tiyatroları özelleştirme hamlesi, metal ve enerji gibi işkollarında güdümlü sendikalar aracılığıyla işçileri düşük ücret ve güvencesiz çalışma koşullarına razı etme çabaları ile AKP kendi gerici-faşist gündemini en çıplak biçimlerde emek düşmanlığı ile kaynaştırarak sınıfı karşısına almış durumda. Eğitim emekçilerinin daha da artan katılımı, sinema-dizi-tiyatro emekçilerinin kitlesel ve canlı katılımı bu alanlarda yaşanan son süreçlerin sonucu. KONFEDERASYONLARIN AYRIfiMASI Elbette işçi sınıfı ile sermaye iktidarının arasındaki çelişkinin ve çatışmanın en görünür ifadelerinden birisi 1 Mayıs sürecinde devlet ve hükümet güdümlü konfederasyonların ayrışarak ayrı mitingler yapması oldu. Türk-İş, Hakİş, Kamu-Sen, Memur-Sen merkezlerinin DİSK ve KESK ile aynı alanlarda bulunmaması gerçekten de hayırlı oldu. Üstelik bu durum

Hak-İş, Kamu-Sen ve Memur-Sen’in kabarık resmi üye sayılarının aksine emekçileri 1 Mayıs gibi bir günde seferber edebilecek nitelikten yoksun, güdümlü, kontra örgütlenmeler olduğunu açığa çıkardığı gibi Türk-İş içindeki farklı bir güç merkezini de görünür kıldı. Türk-İş içinde konfederasyon merkezine muhalif olan bazı sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu’nun yanı sıra, Yol-İş gibi başkaca Türk-İş sendikaları da DİSK, KESK mitingine katılmayı tercih etti. Ama güdümlü sağ konfederasyonların ayrılığına ilişkin önemli bir ayrıntıyı not etmekte fayda var. Kimse onları kovmadı, ya da bu kurumlar DİSK, KESK ve solun safları netleştirmesiyle dışarıda kalmadı, onlar kendileri gitti. DİSK ve KESK maalesef yıllar boyu Türkİş, Hak-İş, Kamu-Sen ve Memur-Sen ile ortak 1 Mayıs kutlamasından yana tavır aldı. Bu yıl da “irade” ortak kutlamadan yanaydı ancak

söz konusu kontra konfederasyonların AKP’ye bağlılığı o derece ilerlemişti ki, “Kürt sorununda barışçıl demokratik çözüm istemeyi, Suriye’ye yönelik müdahalelere karşı çıkmayı, 4+4+4 düzenlemesini eleştirmeyi” kabullenemedi ve haftalar boyu DİSK’le KESK’i oyaladıktan sonra çekip gittiler. Böylece DİSK ve KESK mücadele eğilimlerinin azamileştiği bir ortamda asgari çalışma ile 1 Mayıs’a girdi. D‹SK’‹ YÖNETMEK? Her türlü eksiğine rağmen solun ve emek hareketinin kolektif iradesinin en simgesel örgütü olan ve Taksim’in kazanılması mücadelesinde öncülük eden DİSK yönetimi ise bu mirası olumsuz biçimde kullandı. DİSK kortejinin protokol sırasında verilen resim üzücüydü. DİSK yönetim kurulunun kortejin önünde yürüyerek en azından DİSK’in bütünlüğünü temsil edecek bir fotoğraf yerine, DİSK’in yeni ge-

nel başkanı Erol Ekici sol kolunda Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, sağ kolunda da Taksim’in yeniden kazanıldığı dönemin DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’yle alana girdi. Genel İş’li işçilerin “Şişli Belediyesi” bayraklarıyla Sarıgül reklamı yaptığı, sendikalar arası bütünlükten yoksun kortejiyle DİSK, alanın kolektif ruhunu temsil yeteneğini yitirmiş bir halde oradaydı. Alandaki ortak duyguyu; güvencesizliğe, faşizme ve onun iktidarı AKP’ye karşı mücadele eğilimini ifade edecek bir inisiyatif merkezi yoktu. Bunu dert etmesi gereken DİSK yönetimi ise daha çok kendi aidiyetlerinin haliyle ilgilenmekten öte bir performans sergileyemedi. İstanbul’daki yaklaşım derece derece vahim biçimlerde Ankara’da ve Samsun’da da sergilendi. Ankara’da, mitingin örgütlenme sürecini demokratik katılıma kapatan bir çalışma tarzı izlenmesi, 1 Mayıs sabahı tertip komitesi marifetiyle bir kortej sırası krizi çıkarılması, Kürtçe konuşma talebinin yok sayılması, Samsun’da bir buçuk yıldır direnişte olan işçilerin söz hakkı talebinin, tertip komitesi onayına rağmen birtakım sendika ve siyaset eliti tarafından ‘şiddetle’ engellenmesi, direnişçi işçilerin talep ve sloganlarının ses düzeni marifetiyle (enternasyonel marşının sesi yükseltilerek) bastırılması gibi örnekler yaşandı. Tüm bunlar, sorumluluk sahibi pozisyonları işgal edenlerin kayda değer bir bölümünün, 1 Mayıs alanlarında o görkemi ve kolektif ruhu yok sayma pahasına hala fraksiyoner kaygılarla hareket ettiğini göstermektedir. Yüzbinlere seslenebilecekken binlere seslenmeyi tercih eden zihniyet, sendikal hareketle emekçiler arasındaki mesafeyi kapatabilir mi? 1 Mayıs alanlarında açığa çıkan enerji geleneksel sendikal merkezlere yerleşip kalmış bu kalıntılara birkaç gömlek fazla gelmektedir.


13

TARİH 17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

VATANDAfi! YARIN SIRADAN B‹R GÜN OLMAYAB‹L‹R

Bir ‘bayram’ sabahına uyanmak ‹

ktidarların geniş halk kitleleri nezdinde meşruiyet sağlamasının bir yolu bayram kutlamaları ÖZEN TAÇYILDIZ

Tarih, yaşandığı, içinden geçildiği dönem olduğu kadar sonrasında da hayli tartışmalı, dinamik bir alan. Özellikle iktidarlarca müdahale ediliyor, yeniden yeniden yazılmaya çalışılıyor. Bu müdahale biçimi son günlerde “1 Mayıs Katliamı’nı kim yaptı” meselesinde somutlaştı. AKP iktidarı ve onu besleyen kanalların tarih yazıcılığıyla ilk kez karşılaşmıyoruz elbette; aksine iktidarlarını sağlamlaştırmak istedikçe buna da sarılıyorlar. Bunun bir yolu olarak bayramlara da el attılar şimdilerde. 23 Nisan ve 19 Mayıs’ın nasıl kutlanacağı tartışılıyor, iktidar ve şürekası bayramların sivilleşmesinden, halkla bütünleşmesinden bahsediyorlar.

Ancak bu “milli bayram”ların halkın hangi ihtiyacından(!) doğduğunu, nasıl bir “milli his”se karşılık geldiğini ya da milleti ne yönde hislendirdiğini soran yok. Çünkü devlet paradigmasını değiştirmeye oynayan her iktidarın yapacağı üzere asıl derdi iktidarına uygun bayramlar icat etmek, beğenmediğini kaldırmak, başaramadığında da bayramın içeriğine müdahale etmek. Kamusal bayramlar, tıpkı ulusal bayrak, marşlar, anıtlar gibi ulus-devlet sürecinde bir ulusal kimlik yaratarak kitleleri birleştirmenin ve iktidar meşruiyeti sağlamanın önemli araçlarından biri oldu. Bu sürece en önemli katkı ise Amerika’nın Britanya İmparatorluğu’dan bağımsızlığını kazanması ve Fransız Devrimi oldu, ulusal

D

olayısıyla ihtiyaca göre bayram icat ediliyor, içeriğine müdahale ediliyor ya da kaldırılıyor

bayram kutlamaları başladı. Amerika’da bağımsızlık bildirgesinin tarihi olan 4 Temmuz, Fransa da ise Bastille Hapishanesi baskınının tarihi olan 14 Temmuz, ulusal bayram günüdür. Fransa’da halkın çatışmalarla mahkumları teslim aldığı ve yıldönümlerinde ulusal bayram olarak kutlanan Bastille'in düşüşü, Fransız Devrimi'nin ve monarşik iktidarların yıkılışının evrensel, belki de en bilinen simgelerindendir. Ancak geçtiğimiz yıllarda Bastille Günü sadece kutlamalara değil işsizlik ve yoksulluğun arttığı banliyölerde yaşayan gençlerin isyanına da sahne oldu, pek çok araç yakıldı. Sınıfsal ve etnik farklılıkları ulusal kimlikle görünmez kılmaya çalışmanın aracı olan ulusal bir bayramda, ironik bir

biçimde isyan yükseldi. Benzer şekilde bu topraklarda da ilk resmi bayramlar, ulusal egemenliğe işaret etti. Arkasından da halkta birlik duygusu yaratacağı düşünülen, onlara kamusal törenlerle benimsetilmek istenen bayramlar geldi. Zamanla kimileri beğenilmedi, kaldırıldı. Örneğin 1941’de kutlanan milli bayram günleri arasında İnönü zaferleri, Hıdırellez, bütçe senesi başlangıcı, Tayyare ve Dumlupınar Zaferi gibi günler vardı. 27 Mayıs’ın ardından 1963’te kabul edilen bir kanunla 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kabul edilmiş, tatil günü olarak kutlanmaya ve ders kitaplarında okutulmaya başlanmıştı, bir başka askeri yönetim tarafından 1981’de kaldırıldı.

Kimileri de, 1 Mayıs gibi, zaman içinde yeniden adlandırılmaya, biçimlendirilmeye çalışıldı. 1 Mayıs Amele Bayramı’nın adı 1935’te Bahar ve Çiçek Bayramı olarak değiştirildi. 1960’da Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, 1 Mayıs’ın yerine bayram olarak dayatılsa da kabul görmedi. Genel tatil ilan edilmiş olan 1 Mayıs günü, 1981’de tekrar iş günü oldu. Peki, bundan sonra ne olur? Bu bayramlardan bugüne ulaşanların da mevcut halleriyle kalmayacağı aşikar. Kutlamaları bir haftayı geçecek şekilde tüm memlekete yayılmış, yeni icat Kutlu Doğum Haftası, milli bayram olabilir… “Verilen” 1 Mayıs Bayramı “geri alınabilir”… Tarih yeniden yazılır, çizilir, ihtiyaca

II. Meflrutiyet ilan›ndan sonra ‹stanbul’da düzenlenen bir gösteri

Bize bir bayram lazım Y

Komünizm düşmanlığı bayramı G

eçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi’nde Türkçülük Günü etkinlikleri düzenlendi. Buna karşı üniversitelilerin düzenlediği Halkların Kardeşliği etkinliğine ise polis saldırdı. Nedir bu Türkçülük günü, ne zaman kutlanan bir gün haline geldi? İşte bir bayramın yaratılma öyküsü… Türkçü-Turancı Nihal Atsız, 1944’te Orhun dergisinde başbakan Şükrü Saraçoğlu’na hitaben iki yazı yayımladı. Atsız, ülkedeki komünist faaliyetlerin arttığını, Sabahattin Ali, Pertev Naili Boratav gibi bazı komünist isimlerin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel tarafından korunduğunu söylüyordu. Sabahattin Ali’nin, Atsız aleyhine dava açmasıyla “Irkçılık-Turancılık” veya “Türkçülük” davası olarak bilinen dava, 26 Nisan 1944'te başladı. Dava sırasında adliyede Atsız aleyhine gösteriler yapıldı. Bir gün sonra da Turancı bir grup Sabahattin Ali'ye saldırdı. 3 Mayıs’taki duruşmada, Atsız’a destek için “Kahrolsun Komünizm! Yaşasın Türkçülük!” sloganlarının atıldığı gösteri yapıldı. Gösteri sonrası 23 kişi hakkında dava açıldı. Davanın beraatla sonuçlandığı 1947’den itibaren 3 Mayıs bayram günü kabul edildi. Kimine göre de bayram ilk olarak 3 Mayıs 1945’te Tophane Askeri Cezaevi’nde 10 mahkum tarafından kutlanmıştı. 1950'lerde kutlanmaya devam eden 3 Mayıs, milliyetçi sağın partileştiği ve dernekleştiği 1970'lerden itibaren de “Türkçülük Günü”, “Milliyetçiler Bayramı”, “Türkçüler Bayramı” gibi adlarla kutlandı.

aşadığımız topraklarda milli bayram kutlamaları ilk olarak II. Meşrutiyet döneminde başladı. Uluslaşma süreci ve bu süreçte meclisin meşruiyeti için ulusal bir bayram şarttı. Ama sorun hangi gün olacağıydı. Meclis’te yapılan tartışmalarda ilk öneri, Osmanlı’nın kuruluş günü olduğu iddia edilen 27 Ocak’tı. Ancak önerge görüşülürken milli bayram için II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 10 Temmuz (1324) (23 Temmuz 1908) günü önerildi. Öneriler görüşülürken bu iki günden sadece birine destek verenler olduğu gibi, üyelerden bazıları her iki günün de milli bayram olarak ilan edilmesi gerektiğini öne sürdü. Milli bayram ilan etmenin boş yere zaman ve para sarf etmek olduğu, hatta bu durumun şeriata uygun olmadığı yolunda görüş bildirenler de oldu. Ancak nihayetinde kabul gören 10 Temmuz günü oldu. 10 Temmuz, ilk Osmanlı resmi bayramı olarak 1909 tarihinden itibaren kutlanmaya başladı. Sarayda ziyafetler verildi, İttihat Terakki Cemiyeti, İstanbul Hürryet Tepesi’nde Abide-i Hürriyet heykelini açtı, İstanbul bayraklarla süslendi, caddelere taklar kuruldu. Meşrutiyet’in ilanı ile hız kazanan uluslaşma süreci, kamuya açık törenleri padişahların doğum ya da tahta çıkış yıldönümleri gibi günlerden koparmış oldu.

Cumhuriyet’in ilan edildi¤i 29 Ekim günü iki sene sonra milli bayram olarak ilan edildi. 1935’te 1 May›s’›n ad›ndan “iflçi” silindi, Bahar ve Çiçek Bayram› olarak de¤ifltirildi.

OSMANLI ÇÖZÜLÜRKEN BAfiLAYAN KUTLAMALAR 10 Temmuz’un bayram ilan edilmesi Osmanlı’nın kuruluş gününü kutlama sevdasını bitirmedi ancak bu defa da tarih problemi çıktı. 27 Aralık 1913’de bir grup öğrenci 30 Aralık’ın “Osmanlı istiklal günü”ne denk geldiğini iddia ederek okulların tatil olmasını talep etti. Talepleri kabul edilince de Osmanlı Devleti’nin kuruluş günü, 30 Aralık 1913’te yüksek

okul öğrencilerinin etkinliğinde kutlandı. Kuruluş gününe ilişkin iki farklı tarih ortaya çıkınca hükümet meseleyi Tarih-i Osmani Encümeni’ne havale etti. Encümen yaptığı araştırmadan kesin bir sonuç elde edemeyince gazete ilanı ile bu konuda bilgisi olanların yardımına müracaat etti. Nihayet 27 Ocak tarihinin doğru olabileceğini belirtti, fakat görüşünü de herhangi bir belgeye dayandıramadı. Encümen’in kesin bir sonuca varamamasının da etkisiyle Osmanlı istiklal günü resmi milli bayram ilan edilmeden 30 Aralık olarak kutlanmaya devam edildi. Bu arada Osmanlı’nın kuruluş günü öğrenciler tarafından gösterişli şekilde kutlanınca, bir bayram rekabeti doğduğunu, 10 Temmuz gününün 1914’te askeri geçit resmi ile kutlandığını da belirtelim. 1. Dünya Savaşı’na girilmesi bayram kutlamalarının içeriğinde belirleyici bir etki oldu. Osmanlı’nın savaş ilanının yirminci gününe rastlayan 1914 yılının Osmanlı kuruluş günü kutlama törenlerinde Osmanlı ordusu intikama çağrıldı. İstanbul dışında kutlamanın yapıldığı bir diğer yer Eskişehir Karacaşehir’di. Karacaşehir, Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Osman Gazi adına hutbe okutulan yani “devlet olma ilanı”nın yapıldığı kabul edilen bir yer olduğu için önemliydi. Osmanlı çözülürken kuruluş mitine sarılarak neredeyse 600 yıl önceye referansla burada da kutlama yapıldı, şehitlerin ruhlarına mevlit okundu. Kuruluş günü son olarak 1916’da kutlandı. 10 Temmuz kutlamaları ise 1915’de, ülke toprakları dışında, Berlin’de bir otelde yapıldı, Alman gazetelerinde genç Türkiye’nin kahramanlıkları övüldü. Bu ilk resmi bayram, 1935’te kabul edilen ulusal bayram ve genel tatilleri düzenleyen kanun ile hükmünü yitirene dek özellikle İstanbul’da kutlandı.

“Atamızın bize armağan ettiği…” M

eclisin açıldığı 23 Nisan günü, 1921’de Türkiye’nin ilk milli bayramı oldu. İlk birkaç yıl milli bayram adı altında kutlanan 23 Nisan, daha sonra, Hakimiyet-i Milliye Bayramı ismiyle kutlanmaya başlandı. Halbuki bu isimde bir bayram daha vardı: Saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım günü, peygamberin doğum gününe de denk geldiği öne sürülerek, 1923’te bayram olarak ilan edilmişti. Ancak hiç kutlanmadı. 1935’te 23 Nisan’ın Ulusal Egemenlik Bayramı olarak belirtilmesiyle de hükmünü yitirdi. 23 Nisan gününün çoçuklarla ilişkisi ise 1927’de Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin bu günü çocuk günü ilan etmesiyle kuruldu. Bunda, savaş sonrası ülkede bakıma muhtaç çok çocuk olması, çocuk ölüm oranının yüksek oranda seyretmesi ve ülke geleceğinin teminatını nüfus artışında gören anlayış belirleyiciydi. Ayrıca cemiyetin yetim çocuklarına gelir sağlamak da hedefleniyordu. Bu amaçla pullar, rozetler çıkarılmıştı. Bu gelişmelerle cemiyet, 23 Nisan’ı çocuk günü olarak ilan etti. “Yeni bir vatan ve yeni bir tarih yaratıp bırakan mübarek şehitlerle fedakar gazilerin yavruları ve bütün muhtaç vatan çocukları namına” milletin “şevkatli ve alicenab hisleri”ne müracaat edildi. Çocuk meselesine karşı artan ilginin sonucu olarak 1929’dan

itibaren 23 Nisan’dan başlayan hafta çocuk haftası ilan edildi. 1933’te Atatürk’ün 23 Nisan sabahı çocukları makamında kabul edip sohbet etmesi ve diğer devlet görevlilerinin de bu davranışı benimsemesi, bugüne dek gelen bir uygulama oldu. Ulusal egemenik bayramıyla çocuk bayramı kutlamaları ortaklaştı. Ancak 23 Nisan resmi olarak ulusal egemenlik bayramıydı sadece. 1975’te kutlamalara TRT’nin de katılması, 1980'de bütün illerden gelen çocukların katılımı ile "Ulusal Çocuk Parlamentosu" oluşturulması ile bayram kitleselleşti. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı adını alması, 12 Eylül yönetimi tarafından 1981’de kabul edilen bir kanunla oldu. BEDEN TERB‹YES‹N‹ M‹LL‹LEfiT‹RMEK Gençlik ve spor bayramlarının fikir babası Selim Sırrı Tarcan’dır. İsveç’te eğitim gören ve sporun kitleleri harekete geçirmekteki etkisini gözlemleyen Tarcan, yine bir İsveç halk şarkısından uyarlanan “Dağ başını duman almış” marşı eşliğinde 1916’da Kadıköy'deki İttihat Spor Kulübü'nün çayırında ilk idman bayramını düzenledi. Tarcan bayramı geleneksel hale getirmek istediyse de 1. Dünya Savaşı’nın

yenilgiyle sonuçlanmasıyla gerçekleşemedi. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1928’de Maarif Vekili Mustafa Necati Bey, "Terbiye-i Bedeniye Şenlikleri"nin düzenlenmesi için emir verdi. Bu tarihten itibaren "İdman Bayramı", "Jimnastik Şenlikleri" gibi isimler altında kutlamalar yapıldı. 19 Mayıs’ta kutlanacak genel bir bayrama dair ilk işaret 1935'te Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün, "Mayıs ayı içinde bir günün Atatürk Spor Günü olarak kutlanması" önerisi ile verilmişti ancak kanunlaşması 1938’de oldu. 19 Mayıs, “Gençlik ve Spor Bayramı” adıyla milli bayramlar arasına girdi. 27 Mayıs öncesindeki gergin ortamda bayram kutlaması Demokrat Parti hükümeti tarafından bilinmeyen bir tarihe ertelendi ve bazı iddialara göre bu erteleme askerlerle hükümet arasındaki iplerin kopmasına neden oldu. Darbeden sonra yönetime el koyan Birlik Komitesi'nin ilk kararlarından biri 19 Mayıs bayramının 26 Haziran 1960'ta kutlanmasıydı. Bayramın adının "Atatürk'ü Anma ve Spor Bayramı" olarak değiştirilmesi ise, yine 12 Eylül yönetiminde 1981’de oldu. Kısacası ne 23 Nisan ne de 19 Mayıs resmi tarihte anlatıldığı gibi “Atamızın bize armağan ettiği” bayramlar değillerdi!

19 May›s kutlamalar›n›n de¤iflmez görüntüsü kule

KAYNAKÇA Hasan AkbayrakOsmanlı’dan Cumhuriyet’e Milli Bayramlar, Tarih ve Toplum, Temmuz 1987 Veysi Akın - 23 Nisan Milli Hakimiyet ve

Çocuk Bayramı’nın Tarihçesi Ayşe Hür – “Geleneğin İcadı” ve 19 Mayıs Bayramı Reha Oğuz Türkkan – Yükselen Milliyetçilik, Pozitif Yayınları


YAŞAM

14

17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

Ustalardan Maç Sonu “Uruguayl› gazeteci-yazar Edouardo Galeano Latin Amerika’n›n emperyalizm taraf›ndan kesilen damarlar›n› dünyaya anlatarak tan›nd›. Galeano, bunun bedelini hapislerde yatarak, mülteci hayat› sürerek ödedi. Futbolu konu edindi¤imiz bu sayfada, Galeano d›fl›nda birine yer verEdouardo mek olmazd›. Bu yaz›, yazar›n “Gölgede Galeano ve Güneflte Futbol” isimli kitab›n›n sonundan al›nm›flt›r. op döndükçe Dünya da dönüyor. Güneş, ateşten bir toptur, gündüzleri mesai yaparken, geceleri de zıplayarak gökteki yatağına çıkar ve görevini Ay’a devreder. (...) Tüm Dünya dönen bir topun etrafında dört dönmektedir. Bilindiği gibi 94 Dünya Kupası finali iki milyardan fazla insan tarafından izlendi; bu, gezegenimizin tarihinde görülen en kalabalık seyirciydi. Futbol artık herkesin ortak tutkusu haline gelmiştir. Günümüzde binlerce top meraklısı, sahalarda ve arsalarda top peşinde koşmakta ve yine milyonlarca insan televizyonun başında tırnaklarını yiyerek, yirmi iki kısa pantolonlu insanın topa duydukları aşkı onu tekmeleyerek açığa vurmalarını izlemektedir. 94 Dünya Kupası sonrasında Brezilya’da dünyaya gelen bütün erkek çocuklara Romario adı verildi ve Los Angeles Stadı’nın çimleri, adeta birer pizza gibi parçası yirmi dolardan satıldı. Bu şimdiye kadar görülmüş en büyük çılgınlık değil miydi? Ya da birtakım uyanıkların çok adice yaptıkları bir ticaret miydi? İşte futbol ne yazık ki günümüzde bu duruma gelmiştir; gönül isterdi ki bundan çok daha farklı olsun; futbol, onu seyreden gözün sevinç kaynağı, onu oynayan bedenin coşkusu olabilirdi. (...) Profesyonel futbol, bu mutluluk kaynağını kurutmak için elinden geleni yapmasına rağmen başarılı olamamaktadır. Belki de futbolun en şaşırtıcı

T

taraflarından biri de budur. (...) Futbolun en güzel yönü daima sürprizlere açık olmasıdır. Teknokratlar futbolu en ince ayrıntılarına kadar programlasalar da, futbolun güçlü ağaları ona istedikleri gibi yön verseler de, futbol beklenmedik olanı, öngörülmeyeni bünyesinde bulunduran bir sanat dalı olmaya devam edecektir. Hiç beklemediğimiz bir anda imkânsız olanın gerçekleştiğini görebiliriz; bir bakmışız cüce, devi alt etmiş ya da çelimsiz, eğri bacaklı bir Zenci, Grek heykellerini andıran bir futbolcuyu geride bırakmıştır. (...) Bir futbolcunun oyun stili yaşam tarzının ta kendisidir; bir toplumun görüntüsünü yansıtır, dış hatlarını belirler, onu öbürlerinden ayırt eder. O kadar ki, bana nasıl top oynadığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Futbol yıllardan beri farklı şekilde oynanmaktadır, bu farklılık her milletin değişik yapıda olmasından ileri gelmektedir ve kanaatimce bu farklılığın korunması son derecede önemlidir. Çağımızda tek kalıba sokulma zorunluluğu her alanda olduğu gibi futbolda da görülmektedir. Dünyamız hiçbir zaman böylesine imkânların adaletsizce dağıtıldığı, yapılması gerekenin tek kalıba yerleştirildiği, böylesine katı kuralların uygulandığı bir dönem yaşamamıştı: Yirminci asrın sonlarına yaklaştığımız bir sırada dünyamızda insanlar açlıktan ölmüyorlarsa da zevksiz futbol yüzünden sıkıntıdan patlıyorlar.

Onuru beş paralık oldu G

ülen cemaatinin sık sık kullandığı “hoşgörü” kavramının “tam itaat” isteği olduğu bir kez daha ortaya çıktı. İktidarın gözde gazetecilerinden Ergun Babahan, cemaate yaptığı “yanlış” üzerine ancak “abi” çekerek “hoşgörüldü.” Tartışma, Fenerbahçe taraftarı, Today’s Zaman ve Star Gazetesi yazarı Ergun Babahan’ın Galatasaray’ın şampiyon olduğu maç sonrası twitter hesabından attığı bir mesaj ile başladı. “Bu kupa Amerika’ya girsin” şeklindeki mesaj, kıblesi Pensilvanya olan kesimleri ayağa kaldırdı. Daha önceden şike operasyonuna yönelik muhalif yazılar yazan Babahan’ın bu biçimde operasyondan Gülen hareketini sorumlu tutması kıyameti kopardı. Babahan’ın “gitsin yazacaktım, imla hatası oldu” biçimindeki izahat çabaları da sorunu çözmedi. Zira mesele “hakaret” değil Gülen’in hedef gösterilmesiydi. Cemaatin bir çok etkinliğinde “farklı seslere hoşgörü” havası yaratmak için davet edilen Babahan bu mesajı üzerine önce işinden oldu. Today’s Zaman gazetesi Babahan ile yollarının ayrıldığını ilan etti. Babahan gelen tepkiler

üzerine özür diledi ama ne özür. Yanında 6 yaşındaki oğlu varken biber gazına maruz kaldığını ve tribün psikolojisi sonucu kastını aşan ifadeler kullandığını savunan Babahan sözlerine cemaat övgüsüyle devam etti: “Cemaatin hizmetlerini bilen ve takdir eden biriyim. Şahsen tanıdığım Hocaefendi'ye böyle bir kaba ifade kullanmayacağımı Hizmet içindeki dostlarım da bilir. Bugüne kadar sadece dostluklarını gördüğüm Hizmet'in mensuplarından ve Hocaefendi’den kastımı aşan bu sözler nedeniyle özür dilerim.” Cemaate bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Faruk Mercan tartışmaya twitter aracılığıyla paylaştığı şu mesajla son verdi: "Sürçmek, düşmek, bilinç kaybı insana mahsus… Vahim bir davranışa rağmen kabul edilen özür; açılan derin yaraya rağmen affedilmek; davranış sahibini çok iyi bir iç sorgulamaya sevketmeli." Özür mesajı Gülen’in resmi twitter hesabından da duyurularak kabul edildi. Şimdilik “hoşgörülen”, “affedilen” Babahan’ın akıbetini zaman gösterecek. Asıl soru, para için, kariyer için onurunu beş paralık eden gazetecilerin trajedisinin kimlerle devam edeceği.

B‹R OYUN ANCAK BU KADAR ZEH‹R ED‹L‹RD‹

Süper rezilliğe süper final Tüm sezon boyunca yaşananlar, futbolun AKP eliyle yeni bir piyasalaşma dönemine girdiğini gösteriyor. Sezon biterken futbol, son yılların en kötü dönemini yaşıyor D. TONGUÇ CANKURT

3

Temmuz’da, Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınmasıyla başlayan, alınan ve alınmayan pek çok kararla 12 Mayıs’a kadar uzanan lig maratonu yeni kavgalar, çatışmalar ve ölümler doğurarak nihayet sona erdi. Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan ve şampiyonu belirleyen son maç, uzun yıllar unutulmayacak olaylara gebe oldu. “Marka değeri” ve “daha fazla heyecan” adına yapılan anlamsız değişiklikler, taraftarlar arasında büyük düşmanlıklar yarattı, 5 kişinin kalp krizinden ölümüne neden oldu. Üstelik futbolun geleceği, UEFA’nın verebileceği muhtemel cezalar nedeniyle hala belirsiz. Türkiye’de yaşanan kaos, yaz aylarından beri krizin futbolpiyasa ilişkileri gözetilerek yönetilmesinin bir sonucu. Futbolun geleceği de Yıldırım Demirören’in ellerinde. Uzun bir süre boyunca başkanlığını yaptığı Beşiktaş’ı kendi şirketi gibi yöneten Yıldırım Demirören futbolu, piyasa ilişkilerinin daha fazla ve amansızca gözetildiği, iktidar destekli yeni bir döneme sokuyor. AKP’nin desteğiyle geçtiğimiz aylarda yeniden şekillenen Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) yönetimi, eski yönetimden devraldığı “marka değeri” endeksli uygulamalara yenilerini ekleyerek futbolu hızla çirkinleştirdi. FUTBOLDA DA YAPBOZ Temmuz ayındaki şike operasyonu nedeniyle sezon zaten bazı değişikliklerle başlamıştı. Lig önce, şike konusunda karar alınabileceği ihtimaliyle bir ay ertelendi. Sonra dönemin TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, şikeyle ilgili yaptırımlar için ceza yargılamasının bekleneceğini söyledi. Yargılamanın yıllar alabileceği ortaya çıkınca iddianamenin bekleneceğini belirtti. Sonuçta hiç bir yaptırım kararı alınmadan lig başladı. Ancak futbolun tadı bir kere kaçmıştı. Bu nedenle “heyecan olsun” diye normal sezonun sonuna, puanların yarıya ineceği bir Play-Off sistemi eklendi. Yapboz sistemi burada da devam etti. Önce normal sezonun şampiyonunun Şampiyonlar Ligi’ne direkt gideceği açıklandı. Sonra bu, Play-Off şampiyonunun Şampiyonlar Ligi’ne direkt gideceği şekilde değiştirilirken Play-Off’un adı da “Süper Final” oldu. Lig sonuna doğru Lig TV, önceden biliyormuş gibi şampiyonluğun Süper Final’in son maçına kalacağı (O da ne hikmetse Fenerbahçe-Galatasaray maçı oldu) ve “büyük heyecanlar yaşanacağı” propagandasını yap-

Uzun y›llar Befliktafl’› kendi flirketi gibi yöneten Demirören, baflar›s›zl›¤›n›n ödülü olarak TFF Baflkanl›¤›’na getirildi. Korkunç karnesiyle Erdo¤an için en kolay yönetilecek isim oldu maya başladı. Ancak “futbol şöleni” olarak pohpohlanan sistem, Süper Final süresince biri statta olmak üzere 5 Galatasaray taraftarının maç izlerken kalp krizi geçirerek ölmesine neden oldu. Üstelik son maçta, polisin stadı biber gazıyla doldurması neticesinde, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda ve çevresinde taraftarlar ve polis arasında büyük çatışmalar yaşandı. Onlarca taraftar gözaltına alındı, yaralandı. Maçtan bir gün önce TFF yönetimi önce “kupa aynı gün statta verilecek” dedi. Sonra kupayı soyunma odasında vermeye kalktı, bunu da başaramayınca Galatasaray, ışıkları kapalı olan statta, başka hiçbir ülkede görülmeyecek koşullarda şampiyonluk kupasını aldı. Süper Final gibi yeni getirilen ve UEFA Avrupa Ligi’ne gidecek takımı belirleyecek “Avrupa Ligi grubu” ise, son maçı yapılamadan sona erdi. Ligi lider bitiren Bursaspor, aynı zamanda Türkiye Kupası finaline kaldığı için UEFA Avrupa Ligi’ne gitmeyi garantilemişti, böylece Süper Final’in dördüncüsü olan Beşiktaş ile yapılacak son maça gerek kalmadı. Dört takım gazozuna maç oynamış oldu. ERDO⁄AN YÖNET‹YOR Başbakanın desteğini arkasına alan Yıldırım Demirören’in yaptığı en kritik hamle bir türlü karar alınamaması nedeniyle

krize giren şike süreci konusunda bir karar vermek oldu. Başbakanın “kulüpler değil kişiler ceza almalı” sözleri doğrultusunda disiplin talimatları değiştirildi ve birçok takım disipline sevk edildi. Açıklanan cezalarda kişilere bazı hak mahrumiyetleri cezaları verilirken hiçbir takım ceza almadı ve başbakan kararları memnuniyetle karşıladı. Süreç tam olarak sonuçlanmadı, UEFA’nın ve dünya sporunun tam tersi yöndeki “kulüpler ceza almalı” görüşü nedeniyle belirsizlik sürüyor. UEFA, Türkiye futbolunu veya şike sürecinde adı geçen kulüpleri turnuvalardan men ederek cezalandırabilir. TEZGAH BOZULMADI, EL DE⁄‹fiT‹RD‹ Bu durumda “sonuna kadar gidilmeyecekse şike süreci niye başlatıldı” sorusu akıllarda kaldı. Amacın futbolda temizlik değil, iktidarın bu alandaki egemenliğini arttırmak olduğu işin geldiği yerle kesinleşti. Şikeden hiçbir kulüp ceza almadı, tezgah bozulmadı ama futbolda dengeler değiştirildi. Yani tezgah el değiştirmiş oldu. Futbolda tek söz sahibinin AKP olduğu bir sistem ortaya çıkarıldı. Operasyondan önce, haziran ayında Aziz Yıldırım, TFF başkanlığı seçimine aday olan iki isimle, yani Mehmet Ali Aydınlar ve Göksel Gümüşdağ’la

bir toplantı yapmıştı. Toplantının ardından Göksel Gümüşdağ adaylıktan çekilerek daha sonra istifa edecek olan TFF yönetiminde başkan yardımcılığını kabul etti. Ve haziranın sonundaki seçimlerde Mehmet Ali Aydınlar başkan, Göksel Gümüşdağ ise başkan yardımcısı oldu. Türkiye futbolunu yöneten bir kurumun başkan adaylarını değiştiren ve başkanını belirleyen bir toplantıya, bir kulüp başkanının öncülük etmesinin etik olup olmadığı tartışmaya açık olsa da Aziz Yıldırım, 2011 yılının yaz aylarında TFF yönetimini belirleyebilecek bir güce sahipti. Aradan geçen 10 ayı aşkın sürede ise bu durum AKP lehine değişti. Aziz Yıldırım’ın seçtiği TFF yönetimi istifa etti ve yerine farklı bir şeyi yapmayacak olan iktidar destekli bir yeni yönetim seçildi. Aziz Yıldırım hiçbir zaman iktidara karşı bir görüntü çizmese de sadece Fenerbahçe üzerinde otoriter bir yönetimi yoktu, aynı zamanda Türkiye futbolunu yönetenlerden biriydi. Bu yüzden “şike operasyonu” olarak adlandırılan süreç, ülkede fut-

bolu yönetenleri yeniden düzenledi. Yaklaşık 10 yıldır bu konuda en büyük söz sahibi olan ismi tasfiye etti. Bu yüzden kimi Fenerbahçelilerin, “operasyonun Fenerbahçe’ye karşı bir komplo olduğu” ve “cemaatin Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalıştığı” düşüncesi üzerine kurduğu tezlerin yanlışlığını görmek gerekiyor. Yıldırım’ın futboldaki gücünü ve bununla birlikte rejim içindeki iktidar ilişkilerini göz önüne aldığımızda ele geçirenin cemaat değil cümleten AKP olduğunu, ele geçirileninse Türkiye futbol endüstrisi olduğunu söyleyebiliriz. Tüm sezon boyunca yaşananlar, futbolun AKP eliyle yeni bir piyasalaşma dönemine girdiğini gösteriyor. Sezon boyunca hiçbir etik kural göz önüne alınmazken sürekli ligin piyasa değerlerinden bahsedildi. Sezon biterken futbol, son yılların en kötü dönemini yaşıyor: Piyasanın vahşeti/kural tanımazlığı, takım ve taraftarlar arasındaki nefret ve geleceğe dair belirsizlik. Bir oyun ancak bu kadar rezil edilebilirdi.

Irkçılık zirveye çıktı F

utbolda 2011-2012 sezonunun bir diğer sıkıntısı ırkçılık oldu. Sezonun ortasına doğru Galatasaray’ın Afrikalı futbolcusu Emmanuel Eboue için, BJK TV televizyonunda yorumculuk yapan Burhan Akdağ tarafından ırkçı ifadelerde kullanıldı. Akdağ, National Geographic’in doğa belgesellerine istinaden “Eboue’den National Geographic’te çok var” dedi ve maymun imasında bulundu. Akdağ’ı, pek çok işle birlikte televizyon yorumculuğu da yapan Kaya Çilingiroğlu izledi. Çilingiroğlu, Beşiktaş taraftarının Eboue’ye yönelik ırkçı tezahüratlar

yapıldığı iddiasını şöyle yanıtladı: “BJK taraftarı Eboue’ye maymuna benzediği için öyle söylemiştir, ırkçılık olsun diye değil.” Her iki isim hakkında da herhangi bir işlem yapılmadı. Sezon sonuna ise Fenerbahçeli Emre Belözoğlu’nun Didier Zokora’ya söylediği sözler damgasını vurdu. Zokora, Fenerbahçe-Trabzonspor maçının ardından Emre’nin kendisine siyahlara karşı ırkçı bir ifade olduğu tüm dünyaca kabul edilen “fucking nigger” (pis zenci) ifadelerini söylediğini belirtti. Emre, olay akşamı yaptığı açıklamada, “böyle bir ifade kul-

lanmış olabileceğini” belirterek bunu maçın heyecanına ve Zokora’nın kendisine “ana avrat küfretmesi”yle gerekçelendirdi. Ertesi gün ise önceki akşam yaptığı açıklamanın tersine hiçbir zaman bu ifadeyi kullanmadığını savundu, yanına da Fenerbahçe’nin Afrikalı futbolcusu Joseph Yobo’yu alarak bir basın toplantısı düzenledi. Emre’nin hareketi, disiplin kurulu tarafından “ırkçılık” değil “hakaret” olarak yorumlandı ve Emre’nin, 4 ila 8 maç arasında ceza alması gerekirken cezası 2 maçta kaldı. Olayı inceleyen Tahkim Kurulu ise cezayı

sadece 1 maç arttırdı ve Emre’nin eylemini yine “hakaret” olarak yorumladı. Cezaların açıklanmasının ardından Zokora, bir sonraki maçta Emre’ye sert bir tekme attı bu sefer televizyonlardan ırkçı ifadeler gelmeye başladı. Başta televizyon yorumcusu Adnan Aybaba olmak üzere pek çok isim Emre’nin ifadelerinde haklı olduğunu söyledi. Sezon içinde yaşanan tüm olaylara paralel olarak futbol, ırkçılık karşısında da iyi bir sınav vermedi. Üstelik ırkçılık sıradan bir hakaret gibi değerlendirilerek açık açık desteklendi ve normalleştirildi.


KÜLTÜR SANAT

15

17 May›s 2012 / 30 May›s 2012

Halk›n Sesi

Naz›m Londra metrosunda Londra Metrosu trenlerinde düzenlenen ‘Yeraltında Dünya Şiirleri’ sergisinde şiiri yayımlanan altı şairden birisi Nazım Hikmet oldu. Nazım’ın ‘Geceleyin Bakü’ adlı şiirinin İngilizce çevirisi, metrodaki vagonların duvarlarında 12 Ağustos’a kadar sergilenecek.

Ustalar ‹stanbul’da

Bilgi’de bahar

1 Haziran – 31 Temmuz 2012 tarihleri arasında Michelangelo, Da Vinci ve Raphael gibi büyük ressamların eserleri Arter Tasarım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile Tophanei Amire Kültür ve Sanat Merkezi, Beş Kubbe Salonu’nda sergiilenecek.

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin geleneksel bahar festivali, 22 – 26 Mayıs tarihleri arasında müzikten sinemaya, edebiyattan sanata, tasarımdan spora birçok deneyime davet ediyor. Festivalde Athena, Mor ve Ötesi, Yüksek Sadakat ve Manga konserleri de gerçekleşecek.

Kitap listesi sitesi Okumalisteri.org açıldı. Sitenin mesajı şöyle: "Günümüzde bilgi, hem iktidarlarını sürdürmek isteyen kapitalistler için hem de dünyayı değiştirmek isteyen biz sosyalistler için vazgeçilmezdir. Biz sosyalistlerin, bilginin üretilmesi konusunda okumayı, bilinçli sistematik hale dönüştürmek gibi hedefi olmalıdır.”

Özgürlük, emek ve sinema İ

stanbul’da festival 2 Mayıs’ta Tünel Meydanı’nda geleneksel yürüyüşle başladı. Ritmart ve sloganlarla Galatasaray taraftarları ve İstiklal’deki Sokak sanatçılarının da korteje katılımıyla Taksim Meydanı’nda bir basın açıklaması yapıldı. Oyuncu Kadir Özbal’ın sunucu olduğu gecede açılış konuşmasını festival gönüllüsü Alaattin Timur yaptı. Timur, Picasso’nun Guernica’sındaki gibi festivalin temasının siyasi iktidar tarafından belirlendiğini ifade etti. Açılışta sahne alan tiyatro oyuncuları Serdar Orçin ve Ozan Güzalp AKP’nin egemenliği altına almaya çalıştığı tiyatrolara özgürlük taleplerini dile getirdi. Sarıyer Halkevi Gençlik Korosu sahneye çıkarak işçi marşları ve türkülerden oluşan repertuarlarını seslendirdi. Nejat Yavaşoğulları da koroyla “Özgürlük emek ister” şarkısını söyledi. Açılış gecesinde set işçisi Mustafa Ziya Ülkenciler’e bir plaket verildi. Ardından yurtdışından gelen konuklar Paul Lavetry, Steve Zeltzer ile E. J Shin geceye katılanları selamladı. Açılış gecesi “Yağmuru Bile” filminin gösterimiyle son buldu. EMEK KAR‹KATÜRLER‹ ‹ZM‹R’DE İzmir’de festival, İsmet İnönü Sanat Merkezi’ndeki gala ile başladı. Pınar Sağ konserinin ardından açılış filmi “Yağmuru Bile” gösterildi. Karikatürcüler Derneği İzmir Temsilciliği festival kapsamında “Emek Karikatürleri” sergisi gerçekleştirdi. Konak Halkevi yöneticisi Didem Tosun, açılış konuşmasında “yüzün üzerinde gazeteci, altı yüzün

Y

edinci Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali’nin bu y›lki temas› “Özgürlük emek ister”

üzerinde öğrenci hapishanedeyken tarafımız sadece özgürlük olmalıdır” dedi. Karikatürcüler Derneği Başkanı Mustafa Yıldız da açılış etkinliğinde yaptığı konuşmada karikatürün emekten yana taraf olduğunu belirtti. Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol festivalin mücadelede üretime dönüşen sanatın halkla buluştuğu bir niteliği olduğunu söyledi. İzmir’de salon gösterimlerinin yanı sıra 8–9–10 Mayıs’ta sokak gösterimleri yapıldı.

AKP’N‹N SANAT ANLAYIfiI HEKELLERE TÜKÜRMEKT‹R Ankara’da festival İnsan Hakları Anıtı’nda yapılan basın açıklaması ve Bando Takımı eşliğinde gerçekleşen yürüyüşle başladı. Festival komitesi adına basın açıklamasını okuyan Mustafa Eberliköse, AKP saldırılarına karşı özgürlük istediklerini, özgürlüğün ise ancak emek sarf edilerek kazanılabileceğini belirtti. Dizi setinde geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybeden dizi

emekçisi Selin Erdem’in anıldığı basın açıklaması sonrası Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki açılış etkinliğine geçildi. Açılış gecesinde konukları Ankara Sine-i Sanat Atölyesi’nin hazırladığı maden işçisinin gösterileri karşıladı. Etkinliğin sunuculuğunu sanatçılar Özgün Çakar ve Altay Özbek yaptı. Gecede festival gönüllüleri adına konuşan Figen Çiçek, AKP’nin sanat anlayışını heykellere tüküren Gökçek’ten, “ucube” diyen başbakandan ve şiirde, tuvalde

terörist arayan İdris Naim Şahin’den bildiklerini ifade etti. Festival konuğu Japonyalı Fumiaki Kocima konuşmasında Japonya’da nükleer santrallerin güvenli olduğuna yönelik iddiaların da sinemanın gücü sayesinde yalanlanabildiğini anlattı. Konuşmaların ardından Umut Hamzaoğlu, Sabahattin Ali türküleri ile bir dinleti sundu. Dinletinin sonrası Sabahattin Ali’nin hayatını anlatan “Sabah Yıldızı” belgeseli gösterildi. D‹YARBAKIR’DAN NOTLAR Diyarbakır’da 2. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali bu yıl ilk defa İstanbul, Ankara ve İzmir’le eşzamanlı başladı. Festival, Def Grubu’nun eşliğinde gerçekleştirilen bir yürüyüşle başladı. Yürüyüşte tiyatro sanatçısı Onur Kaya’nın “Maden işçisi” canlı performansı büyük ilgi gördü. Festivalin basın açıklamasını festival gönüllüsü Deniz Durak okudu. Diyarbakır festivali Roboskî'de katledilenlere ve çadırlarda, işyerlerinde yaşamını yitiren işçilere adandı. Açılış konuşmasını yapan Zeynep Çelik, festival hakkında kısa bilgi verdi. Açılış konuşmalarının ardından açılış filmi “Çav li ré”nin yönetmeni Hatice Kamer’e yazar Şeyhmus Diken çiçek takdim etti. Açılışta sahne alan Sur Belediyesi Çok Dilli Gençlik Korosu, farklı dillerden şarkılar seslendirdi. Mehmet Özer “Sınıfın öfkesi” şiirini okudu. Sonrasında sahneye Bandista çıktı. Festivali kapsamında Fotoğrafçı Fırat Aygün'ün, 'Geleneksel Rollerini Süpüren Kadınlar' sergisi yapıldı.

Van’ın gözleri ve elleri Halkevleri’nin Van halk›yla dayan›flma için kurdu¤u Halkevi Van Çocuk Evi çad›r›nda foto¤raf atölyesine baflland›. 1 May›s’ta bafllanan çal›flmalarda birçok ürün ortaya ç›kt›. ‹stanbul’dan gelen çok say›da foto¤raf sanatç›s› ve e¤itmenle bafllan›lan atölyenin hedefi foto¤raf kitab› ve sergisi. Atölyenin e¤itmenlerinden Nursel Özkan ve Erol Y›lmaz izlenimlerinin yazd›. Halkevleri Van Çocuk Evi’nin, yanı başında prefabrik evler. Yeşil, mavi, ela gözler bakmakta halkın evlerine. Çadırlar kalkmış, yerine çokta sağlıklı olmayan prefabrikler konmuş. Orda yaşamakta Berfin, Asya, Rojbin, Güneş, Diyar ve daha ne çok çocuk. Sarsıldı benlikleri depremle birlikte; yoksulluk zaten vardı, şimdilerde iki kat artmış durumda. Sular akmasa da evlere, her yağmurda eve dolsa da sular, mutlu Vanlı çocuklar. “Halkın evlerinden öğretmenler gelmiş”ti, dünyalarına. Onların deyimiyle “örtmenimler” buğulu bakan gözlere bir göz daha öğreterek dışarıyı görmelerini sağlamaya, ufuklarını genişletmeye, yüzlerini gülümsetmeye gelmişler. Buydu onlar için halkın evleri. El ayak çekilse de her daim onların yanında olduğunu hissettiren. Fotoğrafla kendi dünyalarına bir de onların gözüyle bakalım, dedi Halkevlerinden bir grup fotoğraf seven. Vizörden bir de bizimle birlikte baksın Van’a ve kendi iç dünyalarına. İki aylık programla kesintisiz gönüllü kişilerden oluşan Halkevleri Van Çocuk Evi Fotoğraf Atölyesi’nin düşündüğü buydu ve uygulanmak üzere gidişler başladı, startı verildi 1 Mayıs günü. Beklemiyor gibiydi umudu kırılmış yürekler. Unutulduk işte, çadırlar kalktı prefabrikler kuruldu, eh üzerinden de epey zaman geçti. Unutmaz halkın evleri ama ya unuttuysa!!! Unutmadı gönüllüler, unutmadı halkın evleri, sadece yeni

yerleşim alanının geçiş sürecindeydik, hep beraber. Heyecanlıydık. Öncelikle çocuklara öğreteceğimiz çalışmanın materyalleri için bağış toplamaktı görevimiz. Dijital fotoğraf makinesi, kalem, defter vb. malzemeler. Duyarlıydı gittiğimiz kişiler, çabucak toparladık makinelerimizi ve diğerlerini. Aldık biletimizi, düştük diyarı memleketi Van’a. Hoş karşılandık güzel insanlarca. Nerde

kaldınız, bekler olduk gözler yollarda. Anneler, kızları ve oğulları, babalar yoktu, uzakta işte güçte aş getirme telaşındaydılar. “Altı kızım var”, dedi Kibar abla “kızlarımın da kaydını yapar mısın, öğrensin onlar her şeyi, olmasınlar ben gibi!” Güneş, Bahar, Gamze. Yaptık ilk kayıtları. Asiye bizimle dolaşmakta kapıları tek tek; halkın öğretmenleri geldi, okulumuz açılıyor sevinciyle. Rojbin ve Rabia Asiye’nin kızları. Merve ve Şule için “babalarına sormadan olmaz”, dedi anneleri. Sordu, izin alındı, sevinçle “geliyoruz” dediler. Aysel İstasyon Mahallesi’nden duymuş geldiğimizi, okul formasıyla geldi, “bende isterim öğrenmek” dedi. Serpil, Güneş’in okul arkadaşı; duymuş, Seyrantepe Mahalesi’nden “ben de varım” diyerek geldi o da. Diyar, Yahya, Berfin. Bal gözlü Berfin ve onlarcası “ben de öğrenmek istiyorum” diyerek kayıt için geldiler. Üçüncü günün sonunda 62 çocuğumuz atölye için başvurmuştu bile. Ve başladı atölyemiz.

Tanışma ve sonrasında güven oyunu oynadık. “Ormanda karda yürürken bir dostla karşılaşma” güven ve barış oyunumuzun adı. Ne çok ihtiyacı var ki Vanlı çocukların, bir değil çokça oynadık onlarla oyunlarımızı. Güvendiler bize ve arkadaşlarına. Çok sevdik onları, çok sevdiler bizi. Kadraj, kolaj çalışmalarını yaptık. Sabırla beklediler, fotoğraf makinelerini çıkarmamızı. Çıkardık, gözler ışıl ışıl. Anlattık makineyi kullanmayı ve verdik ufacık ellere. Dokunmak makinelere, incitmeden. “Click”. Evet, ilk basmalar deklanşöre ve yüzlerde gülücükler. Heyecanlılar, makineler ellerinde daldılar eve sokağa, başladılar çekmeye ne bulurlarsa. Çiçek dürbünü (Kaleyideskop) yaptık birlikte, aynalardan dürbün gibi. Bahar ve Rojbin göz göze dürbünde inanamıyor gibi. “Şahane bir şey, bir de şuna bak!” Berfin, Güneş, Yahya elden ele dolaştı, çiçek dürbünü. Sonra kovalarla basit fotoğraf yaptık. Bir kovaya

mercek, diğerine aydınger kağıdı. Şaşa kalan meraklı gözlerle fırladık dışarıya ve yeni bir şey keşfetmiş gibi baktık yaşadığımız sokaklara. Sıra kıvrımlı göz (Periskop) yapımında. Meyve suyu kutuları ve aynayla yapılan bir çalışma. Hazırladık atıştırmalıklarımızı, içtik meyve sularımızı. Evet, hazır işte kutular. ”Denizaltı gibi” dedi Merve yapılan çalışmaya. Sıraya girdik, baktık tek tek periskoptan. Evet sıra oyunda! En çok sevdiğimiz oyun, sallanan ağaç. Böyle güzel sallanılır mı, bitsin istemiyoruz oyunlar. Ne de olsa çocuk yürekler ister her daim. Yetmedi, halay çektik, söyledik türküler; Kürtçe, Türkçe. Makineler elde, yine çekimlere devam. Yarın değerlendirme var atölyede Çekilen fotoğraflar geldi, makinelerle başladık değerlendirmeye. Daha bir öğrendik eksiklerimizi. Aradan sonra çıktık, pratik yapmaya çocuklarımızla. Biz de daldık evlere. Gülen yüzlerle karşılandık her bir yerde. Mutlular; anneler, nineler poz vermekte bebelerine. Ve geldi ayrılık vaktine. Sarıldık sıkıca küçük bedenlerdeki büyük yüreklere, buğulu gözlerle. ”Siz de bırakıp gidiyorsunuz işte” diyen dilleri ve buğulu gözleri ile öpüşerek. Çok değil sadece bir iki gün sonra gelecek başka “halkın öğretmeni”. Ve unutmayacağız biz, diyarı memleketi Van’ı. Çocukların deyimiyle “halkın evleri” oldukça. Nursel Özkan - Erol Yılmaz (Halkevleri Van Çocukevi Fotoğraf Atölyesi)

‘Gölge etme Tayyip, sahne görünsün’ A

nkara’da tiyatrocular 14 Mayıs’ta sokağa çıkarak AKP’nin tiyatroyu muhafazakarlaştırmasına karşı Oda Tiyatrosu’nun etrafında zincir oluşturdu. AKP’nin Şehir Tiyatrolarına saldırılarına 14 Mayıs’ta Ankaralı tiyatrocular ve tiyatro severler bir eylemle cevap verdi. Oda Tiyatrosu önündeki basın açıklaması, Devlet Tiyatrosu Opera ve Bale Çalışanları Vakfı, Devlet Tiyatroları Meslek Birliği, Tiyatro Oyuncuları Derneği, Oyuncular Sendikası, Kültür Sanat-Sen, Sanatçılar Girişimi ve Özerk Sanat Konseyi’nin çağrısı ile gerçekleşti. Yüzlerce insanın katıldığı eylemde “Gölge etme Tayyip sahne görünsün”, “Cemaat elini tiyatrodan çek” sloganları atıldı. Eyleme Halkevleri Barınma Hakkı Meclisi ve TKP destek verdi. Basın açıklamasını okuyan Sibel Kahramanlar özel tiyatrolarda bilet fiyatlarının cüzi olmadığını hatırlatarak özelleştirme durumunda halkın tiyatrodan yoksun kalabileceğini söyledi. Kahramanlar “Yaşasın devlet tiyatroları” diyerek açıklamasını bitirdi. HERKES KEND‹ ‹fi‹N‹ YAPSIN Barınma Hakkı Meclisi adına konuşan Candaş Türkyılmaz, Erdoğan’ın “Tiyatrocular halktan uzaktır” iddiasının gerçek dışı olduğunu söyledi. CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka Türkiye ve dünyadaki tiyatroların ve tiyatrocuların sorunlarının araştırılması için meclise önerge verdiğini, ancak önergenin reddedildiğini söyledi. HDK İstanbul Milletvekili Levent Tüzel de İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in sanatçılara karşı açıklamasını hatırlattı. İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları adına Can Başar “İBB Başkanı’nın sanatçılara karşı yaptığı öneriyi kabul etmiyoruz: Herkes kendi işini yapsın!” dedi. Devlet Tiyatroları Yönetmeni Yücel Erten ise “Özerklik ve özgürlük kavramları arasında özelleştirme sözü saçmadır” diye konuştu. Konuşmalardan sonra tiyatronun çevresinde insan zinciri oluşturuldu.

Altın Portakal’ı tasarlamaya rekor katılım A

ntalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı’nca düzenlenen 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin tanıtımda kullanılacak afişi belirlemek, tasarım alanında çalışanları desteklemek ve grafik sanatına katkıda bulunmak için düzenlenen Afiş Yarışması’na bu yıl rekor sayıda bir katılım oldu. Tek eserle katılma kuralı getirilmesine rağmen 177 kişi 177 eserle yarışmaya katılarak bir rekora imza attı.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

17 Mayıs 2012 / 30 Mayıs 2012

16 Halk›n Sesi

B‹NLER EMPERYAL‹ZME, GER‹C‹L‹⁄E VE FAfi‹ZME KARfiI

Gençlik Denizlerin yolunda

40 yıl önce 12 Mart Cuntası’nın idam ettiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın adı ülkenin dört bir yanında yankılandı. İstanbul’daki Büyük Gençlik Yürüyüşü’nde 3 bin liseli ve üniversiteli, 6. Filo’nun denize döküldüğü yerdeydi

D

evrimci gençlik mücadelesinin üç önderi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, idam edilişlerinin 40’ıncı yılında “Deniz olacağız, emperyalizmi ve işbirlikçi AKP’yi yeneceğiz” diyen liseliler ve üniversiteliler tarafından anıldı. İstanbul’da Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, TKP’li Öğrenciler, Liseli Genç Umut, Liseli Gençlik Muhalefeti ve Solcu Liseliler Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek 6. Filo’nun denize döküldüğü Dolmabahçe’ye Büyük Gençlik Yürüyüşü gerçekleştirdi. Denizlerin mücadelesini 40 yıldır üniversitelerde, liselerde sürdürmeye devam ettiklerini söyleyen öğrenciler, yürüyüş boyunca sık sık Gündoğdu ve Çav Bella marşını söyledi. Yürüyüş güzergahı üzerinde bulunan İTÜ Gümüşsuyu Yerleşkesi’ne “40. yılında Deniz’lere sözümüz devrim olacak, AKP’den hesabı gençlik soracak” pankartının asılması büyük coşku yaratırken, eyleme çevreden de alkışlarla destek verildi.

‘DİNDAR DEĞİL, DEVRİMCİ GENÇLİK’ Dolmabahçe’ye gelinmesinin ardından anma etkinliği, bir dakikalık saygı duruşunda bulunulması ve denize karanfillerin bırakılmasıyla başladı. Liseliler adına yapılan konuşmada Denizlerin yanında olmanın, Suriye’de savaşa, 4+4+4 düzenlemelerine, dindar ve kindar nesil yetiştirilmesine karşı olmak anlamına geldiği belirtildi. Öğrenci Kolektifleri Basın Sözcüsü Neval Kösedağ, gençliğin tarihinin AKP tarafından çarpıtıldığını ve karalandığına dikkat çekti. Gençliğin gücüne karşı dindar ve itaatkâr nesillerin yetiştirilmek istendiğini belirten Kösedağ şunları söyledi: “Bugün Deniz olmak kararlılıkla sokakta olmak, ‘Tek yol sokak, tek yol devrim’ demektir. Suriye’de emperyalist müdahaleye, İsrail’i koruyan füze kalkanına, gecekondu yıkımlarına, doğanın talanına, Kürt halkına yönelik politikalara karşı çıkmaktır. Dev-Genç’li olup faşizme karşı demokrasi mücadelesini yükseltmek ve hiç olunmadığı kadar

eşkıya olmaktır” dedi. Kösedağ’ın ardından Gençlik Muhalefeti adına Ferhat Koyun söz aldı. Solun tarihine yönelik saldırılara dikkat çeken Koyun, dindar gençlik yetiştirmek isteyenlere karşı emperyalizme ve imamın ordusuna karşı mücadele etmeyi sürdüreceklerini ifade etti. TKP’li Öğrenciler adına konuşan Zozan Baran da Denizlerin, Türkiye solunun antiemperyalist kimliğini tescillediğinin altını çizdi. Denizlerin aydınlanmacı kimliğine dikkat çeken Baran, “Sosyalist Türkiye idealinden vazgeçmeyeceğiz. Sosyalizm kazanacak” dedi. Etkinlikte Renan Bilek ile Sesler ve Düşler grubu, şarkılarıyla liseli ve üniversitelileri yalnız bırakmadı. ‘KİTLESELLİK AKP’YE DUYULAN ÖFKENİN GÖSTERGESİ’ Gençlik örgütlerinin Dolmabahçe eylemi, kitleselliği ile büyük dikkat çekti. Liseli ve üniversitelilerin 1 Mayıs ve 6 Mayıs’lara katılımında artışın gözlenmesini Öğrenci Kolektifleri Basın Sözcüsü

Neval Kösedağ, Halkın Sesi’ne değerlendirdi. AKP’nin sol tarihi, sola karşı operasyon gerekçesi haline dönüştürme çabasına dikkat çeken Kösedağ, “AKP’nin devrimci önderleri Ergenekoncu ilan ettiği, ‘77 1 Mayıs katliamını solcular yaptı’ diye dolanan riyakarlığa çanak tuttuğu bir duruma şahit oluyoruz. Böylesi bir ortamda gençliğin binler olup sokaklara çıkması; bu ikiyüzlülüğü ve yalanı yutmadığının, ortak devrimci mirasına sahip çıktığının, AKP’ye karşı duyulan rahatsızlığın, öfkenin bir göstergesidir.” AKP’nin dindar ve kindar nesil istemesinin boş yere olmadığını söyleyen Kösedağ, birkaç yıldır üniversitelilerin gücünü sokakta gösterdiğini, üniversiteleri AKP’ye dar ettiğini, arkadaşlarını hapisten çıkarttığını hatırlattı. Kösedağ, gençlik nezdinde AKP’nin meşruluğunun kalmadığının 1 Mayıs ve 6 Mayıs’ta tescillendiğini, Öğrenci Kolektifleri’nin fiili, meşru, militan ve hak alıcı mücadelesinin AKP karşısında adres olduğunu ifade etti.

44 yıl önce Dolmabahçe’de ne olmuştu? 6. Filo eylemleri anti-emperyalist mücadelenin önemli sembollerinden biridir. ABD'nin sald›r› politikalar›nda önemli görevler biçilen 6. Filo’su Türkiye - ABD iliflkilerinin geliflmesiyle birlikte ‹stanbul’a gelir. Filo’nun Ekim 1967’deki ilk ziyareti ‹TÜ, Y›ld›z Teknik ve ODTÜ Talebe Birlikleri’nin eylemi ile protesto edildi. Filo Türkiye’de kald›¤› süre boyunca Dolmabahçe’de açl›k grevi yap›ld›. Filo’nun Temmuz

HDK üyelerine saldırı Ç

Denizli halk› da idamlar›n›n 40. y›l›nda üç fidan› unutmad›. Cangan Park›’nda toplanan Denizlililer, belediye binas›na bir yürüyüfl gerçeklefltirdi. Sayg› duruflunun ard›ndan gerçeklefltirilen bas›n aç›klamas›nda Denizlerin mücadelesinin sürdü¤ü belirtildi. ZONGULDAK

BİLECİK

Bilecikli üniversiteliler de 6 May›s’ta devrimci önderleri unutmad›. D‹SK temsilcili¤inde düzenlenen anma etkinli¤inde “Deniz Gezmifl Anlat›yor” adl› kitaptan bölümler okundu, sinevizyon gösterimi yap›ld›. Etkinlik fliir ve türkülerle son buldu.

Üç fidan bir çınar D

eniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan her yıl olduğu gibi, idam edilişlerinin 40. yılında da mezarları başına gencinden yaşlısına binleri topladı. Ankara’daki anmada üç fidanın avukatlığını yapan ve 5 Mayıs 2011 tarihinde hayatını kaybeden Halit Çelenk de unutulmadı. 6 Mayıs günü saat 12.30’da Karşıyaka Mezarlığı’nda başlayan anma etkinliğinde 68 kuşağının yürüttüğü antiemperyalist mücadelenin sürdürüleceği sözü verildi. Ankara 1 Mayıs’ına damgasını vuran Halkevleri, 6 Mayıs anmasına da en kitlesel katılan örgüttü. Etkinlikte ilk sözü alan KESK Ankara Şubeler

‹zmir’de “Deniz olaca¤›z, emperyalizmi ve iflbirlikçi AKP’yi yenece¤iz” diyen Kolektifler, Gençlik Muhalefeti ve TKP’li Ö¤renciler Alsancak’tan Kordon’a yürüdü. K›br›s fiehitleri Caddesi’nde müzik dinletili bir anma etkinli¤i gerçeklefltiren üniversiteliler, Kordon’da denize karanfillerini b›rakt›.

Kocaeli Üniversitesi ö¤rencileri “Emperyalizme, faflizme ve gericili¤e karfl› Deniz olunmal›” diyerek 9 May›s günü Rektörlü¤e bir yürüyüfl gerçeklefltirdi. Rektörlük önünde yap›lan aç›klamada 40 y›l önce idam edilen devrimcilerin, bugün hapishanelere konularak susturulmak istendi¤i belirtildi.

1968’inde ikinci ziyareti büyük gençlik eylemleri eflli¤inde gerçekleflti. ‹lk yürüyüfl polis taraf›ndan engellense de 17 Temmuz 1968’de ‹TÜ yurdunun bas›l›p Vedat Demircio¤lu’nun katledilmesiyle büyüyen öfke binlerce üniversitelinin Dolmabahçe’ye yürüyüp 6. Filo askerlerini denize döktü¤ü eyleme dönüfltü. Bu eylem Türkiye’de ö¤renci gençlik mücadelesi aç›s›ndan bir dönüm noktas› oldu.

DENİZLİ

ZKÜ Ö¤renci Kolektifi, TKP’li Ö¤renciler, HDK Gençli¤i ve ZKÜ Ö¤renci Platformu, Zonguldak’ta Madenci An›t›’ndan valili¤e yürüdü. Denizlerin idam›n› onaylayan zihniyetin bugün iktidarda oldu¤unu belirten üniversiteliler, AKP’nin Denizlerin mücadelesini karalayamayaca¤›n›n alt›n› çizdi.

‘Deniz olacağız’

Platformu Dönem Sözcüsü Doğan Kaya emperyalizme karşı mücadeleyi Denizlerden öğrendiklerini vurgularken, yazar Aydın Çubukçu cellatların unutulduğunu ancak Denizlerin unutulmadığını söyledi. Halit Çelenk’in kızı Serpil Çelenk Güvenç ise idamlardan tüm sağ iktidarların sorumlu olduğunu ifade ederek Denizler’e ve Halit Çelenk’e, “taşerona başkaldıranların, kıdem tazminatı hakkını gasp ettirmeyenlerin, derelerini ve topraklarını yağmalatmayanların yanında. Yeni Denizler geliyor” diye seslendi. Konuşmaların ardından üç fidanın ve Halit Çelenk’in mezarları ziyaret edildi.

anakkale’de üç fidanı anmak için bir araya gelen ve Kordon boyunca yürümek isteyen HDK Gençlik Meclisi’ne polis saldırdı. Ziraat Bankası önünde bir araya gelen HDK üyeleri, “Faşizme karşı Denizler’i yaşatacağız” yazılı pankart ile yürüyüşe geçmek istediklerinde polisin biber gazlı saldırısıyla karşılaştı. Saldırıya karşın dağılmayan öğrenciler, sloganlarla polisin tutumunu protesto ederken ikinci saldırıya maruz kaldı. Yaşanan arbedenin ardından HDK üyeleri bulundukları yerde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. 40 yıldır faşizm koşullarının değişmediğini söyleyen HDK üyeleri, polis saldırısını kınadıktan sonra anma etkinliğini gerçekleştirdi.

Direniflin ve dayan›flman›n tarihine sahip ç›kmak için bir araya gelen Antalya muhalefeti de Kapal› Yol Halk Bankas› önünden Attalos Heykeli’ne do¤ru yürüdü. Emperyalizme ve faflizme karfl› mücadele ça¤r›s›n›n yap›ld›¤› yürüyüfl sonras›nda lise ve üniversite ö¤rencileri üç fidan›n son mektuplar›n› okudu. Ordu’da E¤itim-Sen Temsilcili¤i’ndeki etkinlikte üç fidan›n yan› s›ra Terzi Fikri de an›ld›. Devrimci gençlik mücadelesinin ve Fikri Sönmez’in hayat›n›n anlat›ld›¤› anma, Fatsa Gerçe¤i adl› belgeselin gösterimi ile son buldu.

Eskiflehir muhalefeti, Denizleri yaklafl›k 700 kiflinin kat›ld›¤› kitlesel bir etkinlik ile and›. Hamamyolu’ndan Adalar Migros’a yap›lan yürüyüfl oldukça coflkuluydu. Adalar Migros önünde yap›lan bas›n aç›klamas›nda faflizm koflullar›n›n AKP ile sürdü¤ü, ancak halklar›n kardeflli¤i mücadelesinin de 40 y›ld›r sürdü¤ü vurguland›. Trabzon’da 1 May›s’a kitlesel bir kat›l›m sa¤layan KTÜ Ö¤renci Kolektifi 6 May›s’ta da üniversitenin gücünü gösterdi. Üniversite içindeki yürüyüflün ard›ndan bir aç›klama yapan üniversiteliler Denizlerin 6. Filo’yu denize dökerken tam ba¤›ms›z bir Türkiye’nin mücadelesini verdi¤ini ve üniversitelilerde bu mücadelenin yürütücüsü olduklar›n› belirttiler.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.