Halkın Sesi 135'inci sayı

Page 1

SAYFA

6

SAYFA

Hak arayana at›lan suç Suyuna, topra¤›na, evine sahip ç›kanlar› yarg›lamak için ak›l almaz suçlamalar yöneltiliyor

9

Direniflin içinden: Bedafl 2 saatlik direniflle üst iflveren BEDAfi’a geri ad›m att›ran Enerji Sen’li iflçiler anlatt›

SAYFA

13

Sivas Katliam› unutulmad› 18. y›ldönümü yaklafl›rken güncel geliflmeleriyle, Sivas’ta ne yafland›?

SAYFA

15

fiark›lar Kaz›m an›s›na Kaz›m Koyuncu’yu anmak için buluflanlar soka¤a flark›lar söyledi

1 Temmuz 2011 • 1 TL

Y›l 6 • Say› 135

Hak mücadelesi engellenemez

AKP, hak mücadelelerine, medyaya, internet eriflimine, Kürt vekillere, Alevilere yönelik bask›s›n› art›r›yor Kürt halk›, temsilcilerini YSK marifetiyle meclis d›fl›na atmaya çal›flan AKP karfl›s›nda iradesine sahip ç›k›yor

Dikmen Vadisi Halk› 30 Haziran günü y›k›m ekiplerine direniyor

Barikatlar› k›rmak için

AKP, önümüzdeki sürece iyi haz›rlanmaya çal›fl›yor. Benzer bir ciddi haz›rl›k sürecinin de toplumsal muhalefetin örgütleycileri için yap›lmas› kaç›n›lmazd›r.... YOL YAZISI S. 3

HES’ler iptal ettirildi, tafleron iflçi sökerek haklar›n› ald›, y›k›mlar püskürtüldü, AKP’nin bask›lar› hak mücadesine sökmüyor

Mad›mak’a mitinge... Alevi örgütleri Mad›mak’›n müze olmas›, katliam›n siyasi sorumlular›n›n yarg›lanmas› için 2 Temmuz’da Sivas’ta S. 3

Millet de¤il AKP seçti Kürt halk›n›n siyasi temsilcilerini tasfiye ve sistemle bütünleflmeye zorlama siyaseti, sistem içi kanallarda meflruiyet krizi yaratt› S. 4

Halkın Sesi Lübnan’da

Bu da sokağın haritası

Halk›n Sesi olarak Beyrut’ta, FHKC ve LKP üye ve yöneticileriyle bölgede yaflanan geliflmeler ve Türkiye’nin pozisyonuyla ilgili görüflmelerde bulunduk. S. 11

Toplumsal mücadeleler içerisinde henüz körpe bir hareket olan hak mücadelelerinin, sand›¤a yans›mayan haritas›n› ç›kard›k. Haritaya rengini köylüler, emekçiler verdi. S. 2

Komflu sokakta

Beyrut’ta Fililstin ‹çin ‹srail’e Karfl› Boykot Giriflimiyle beraber sa¤l›k meslek örgütlerinin Filistinli sa¤l›kç›larla dayan›flma buluflmas›na efllik ettik. S. 14

Yunanistan’da AB ve IMF patentli y›k›m paketi parlementodan geçti, fakat binlerce emekçinin kurdu¤u barikata tak›ld› S. 5

AKP’ye evinde darbe Seçim sonras›nra çay üreticileri art arda eylemler yapt›. Üreticilerin flikayeti, oy verdikleri AKP’nin sözleri tutmamas›, fakat tepkilerin alt›nda çay kanunuyla yaklaflan sald›r›n›n yaratt›¤› tedirginlik yat›yor. S. 9

Ferda Koç / Sayfa 4

Ali Ergin Demirhan / Sayfa 5

Haritan›n gösterdikleri

Rehin iflçi, rehin vekil

Ertu¤rul Bilir / Sayfa 7

Balcal›’da rektör, haklar›n› direne direne kazanan sa¤l›kç›lar› oyalamaya kalkt›. SES ve Devrimci Sa¤l›k-‹fl üyeleri tehdit, bask›, iflten ç›karma hatta gasp vakalar›yla karfl›laflsa da rektöre geri ad›m S. 8 att›rd›.

Tufan Sertlek / Sayfa 9

Yeni dönem, yeni mücadele Sokakta ne var?

Gökçek sele teslim Ankara’y› sel ald›. Gökçek’e göre suçlu çok ya¤an ya¤mur ve kentsel dönüflüme karfl› ç›kan Dikmen Vadisi halk› S. 7


2

DOSYA 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Seçim haritasına yansımayanlar nde Toplumsal mücadeleler içi olan hak henüz körpe bir hareket ndığa mücadeleleri, şimdilik sa yaratayansıyan bir siyasi irade mücademasa da kendisine sınıf yol gösterlesini bayrak edinenlere meye devam edecek.

Bu da sokağın haritası AKP'nin gücünü aldığı ırkçı-gerici saflaşma, seçim sonuçlarını gösteren haritaya yansıdı. Siyaseti sandıkla sınırlamayanlar için anlamlı bir harita daha var: Hak mücadeleleri haritası

Hazırladığımız bu haritada sermayeye karşı yoksul köylülerin, güvencesiz emekçilerin, kent yoksullarının verdiği mücadeleyi il il ve sınıflandırarak gösteriyoruz

Hangi il ne için direniyor?

Yeflil, do¤an›n metalaflt›r›lmas›na karfl› mücadele verilen kentleri gösteriyor.

S

eçim sonuçları gösterdi, AKP gücünü toplumda yarattığı İslamcı-Türkçü saflaşmadan alıyor. Alevileri, kadınları, solu, sosyalistleri özce İslamcı, milliyetçi olmayan herkesi karşısına alan söylem ve stratejinin toplumda yarattığı saflaşma AKP'nin neoliberalgerici dönüşüm için ihtiyacı olan toplumsal dayanağı da yaratmasını sağlıyor. Bu siyasetin yarattığı tablo seçim sonrası oyların dağılımını yansıtan Türkiye haritasında AKP sarısına boyanmış iller ve kenarlara sıkışmış CHP kırmızısı ile Kürt illerinde

Turuncu, sermayenin kent politikalar›na karfl› mücadele verilen kentleri gösteriyor.

BDP'yi simgeleyen mavi renklerle karşılık buldu. Oysa seçim sonucu haritasına yansımayanlar için; siyaseti sandıkla sınırlamayanlar için anlamlı olan bir başka harita daha var: Türkiye'nin hak mücadeleleri haritası. EKSEN‹ SINIF OLAN B‹R MÜCADELEN‹N HAR‹TASI Bu harita siyasetin eksenini İslamcı-milliyetçi, sol-sosyalist, Türk-Kürt gibi ideolojik, etnik ya da mezhepsel temele dayandırmıyor. Aksine eksenini sınıf mücadelesi üzerine kuruyor. Emek sermaye

‹ki renkli kentlerde hem do¤a hem kent haklar›na iliflkin mücadele veriliyor.

çelişkisinin doğrudan ya da dolaylı olarak cereyan ettiği alanlarda sermayeye karşı yoksul köylülerin, güvencesiz emekçilerin, kent yoksullarının verdiği mücadelenin bölgesel dağılımını gösteriyor. Egemenlerin yarattığı saflaşmanın yansıdığı seçim sonuçları haritası kuşkusuz siyasal eğilimlerin anlaşılmasında önemli ve anlamlı. Fakat Halkın Sesi olarak sınıf mücadelesinin bayrağını taşıyan herkesin ilgisini çekeceğini düşündüğümüz bir hak mücadeleleri haritası hazırladık.

Bu haritayı hazırlarken 2011 Halkın Hakları Forumu'nun hak mücadelelerini gruplandırdığı üç ana temayı kıstas olarak aldık. Doğanın metalaştırılmasına/yok edilmesine karşı mücadele, sermayenin kent politikalarına karşı mücadele, güvencesizliğe karşı mücadele başlıklarını bu haritayı oluşturan hak mücadelelerinin başlıkları olarak kullandık. Doğanın metalaştırılması ve sermayenin kent politikalarına karşı mücadeleyi onlara ait renklerle ifade ederken güvencesizliğe karşı mücadeleyi bölgesel sınırları aşan niteliği nedeniyle sürmekte

‹flaretin bulundu¤u kentte sürmekte olan iflçi ve köylü direniflleri oldu¤unu gösteriyord.

olan işçi direnişlerine dair simgelerle ifade ettik. RENKLER‹N D‹L‹N‹ ANLAMLI KILAN NÜFUSTUR Haritayı çıkartırken Sendika.Org sitesini kaynak olarak aldık. Sendika.Org'da son bir yıl içinde yayımlanmış haberleri tarama yöntemi ile inceledik, haberlere konu olan hak mücadelelerini tespit ettik, haritamıza ve dosyamıza taşıdık. Sitenin grev gözcüsü bölümünde yer alan işçi direnişlerini simgelerle gösterdik. Şüphesiz bu dosyada hem kaynak olarak seçtiğimiz siteden hem de biz-

den doğan sebeplerle eksikler bulunmakta. Fakat ortaya çıkan bu harita tüm hak mücadelesi militanlarının dağarcığına ufak da olsa katkıda bulunmak için önemli ve anlamlı. Haritada doğanın metalaştırılmasına karşı mücadeleleri temsil eden yeşil renk daha baskın olsa da kent hakkı mücadelelerinin verildiği turuncu illerin daha kalablık nüfusun yaşadığı büyük şehirler olduğu gözönüne alınmalı. Mücadelelerin etki alanlarının coğrafi olarak kapladıkları hacimden çok nüfusla ilgili olduğu unutulmamalı.

Haritaya rengini verenler H

Haritam›zda yaln›zca simgelerle temsil edilebilen iflçi ve çiftçi direniflleri var. Bunlar, tafleron iflçilerin kadro talebinin öne ç›kt›¤›; örgütlenme haklar›n› kulland›klar› için ifllerinden olan iflçiler; iflyeri kapanmas› veya ücretlerin

al›nanamas› gibi durumlarda ortaya ç›kan direnifller. Tar›m havzalar›nda eme¤inin karfl›l›¤›n› almak için direnen küçük üreticiler de son eylemleriyle gündeme gelen Rizeli çay üreticileri flahs›nda haritada yer ald›.

aritaya rengini veren hak mücadeleleri özgün talepleri, yerel önderlerin başını çektiği örgütlenme modelleri ve fiili mücadelenin öne çıktığı eylem çizgisine sahip. Doğanın metalaştırılmasına karşı sürdürülen hak mücadelelerinin en önemli ayağı su hakkı mücadelesi. Ülke çapında 2300'den fazla hidroelektrik santral projesi (HES) için verilen lisanslarla suyun kullanım hakkı projeyi alan şirketlere devrediliyor. HES karşıtlarının temel mücadelesi suyun metalaştırılmasına karşı veriliyor. İstanbul'da Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu, Bursa'da ise suyun şişelenerek satılmasına karşı mücadele eden örgütler suyun metalaşmasına, su hizmetlerinin ticarileşmesine karşı yürütülen mücadeleyi kentlere taşıyor. Su hakkı mücadelesinin öncülüğünü HES’lerin yapıldığı yörelerin halkı yapıyor. DO⁄A ‹Ç‹N F‹‹L‹ MÜCADELE Çevre hakkı mücade-

lesi Anadolu'da kent merkezlerinden, ilçelerden, köylerden ve yaylaradan yükseliyor, kurulmak istenen termik, nükleer, hidroelektrik veya doğalgaz çevrim santralleri, taş ocaklarını, madenleri veya atık tesislerini engelleme amacı taşıyor. Kitlesel yürüyüşler, nöbetler, en çok kullanılan eylem biçimleri. Hukuki itirazlar ve dava süreci hemen hemen her mücadelenin tercih ettiği bir yol. Fakat açılan davaların uzun sürmesi, şirketlerin mahkeme kararını tanımaması fiili mücadele tercihini güçlendiriyor. Derelere yerleştirilen debi ölçerlerin kırılmasından, su başında tutulan nöbetlere, mahkeme kararına rağmen çalışan inşaat şantiyelerinin tahrip edilmesinden, iş makinelerinin tahrip edilmesine kadar farklı biçimlerde eylemer bu mücadelede giderek sık tercih ediliyor. KURUMSAL MÜCADELE: BARINMA Barınma hakkı mücadelesi kentsel dönüşüm projeleri ile

evleri yıkılmak istenen, yaşam alanlarından kentlerin uzak bölgelerine gönderilmek istenen kent yoksullarının savunmacı direnişleri ile başladı. Gelinen noktada mücadele birikimini kurumsallaştırma yoluna gitti. Ankara'da Mamak, Dikmen, Yenimahalle’de halk barınma hakkı büroları kurdu. Barınma hakkı büroları İzmit Çayırova, Ankara Polatlı örneğinde olduğu üzere Türkiye'nin farklı bölgelerindeki kentsel dönüşüm mağdurlarının birşeyler yapmak için ilk çaldıkları kapı oluyor. Bir bölgede edinilen deneyim diğer bölgelerdeki kentsel dönüşüm mağdurlarının mücadelesine de ışık tutabiliyor. İstanbul'da kurulan Üçüncü Köprü Değil Yaşam Platformu, Ankara'da barınma hakkı bürolarının düzenlediği ortak toplantılar ve eylemler kentin farklı yerlerinde yaşanılsa da barınma hakkı mücadelesi verenlerin yeri geldiğinde güçlerini birleştirdiğini gösteriyor. Barınma hakkı mücadelesi verenlerin temel talepleri kentsel dönüşüm projelerinin

rant hesabı değil kentte yaşayanların tamamınn ihtiyaçları düşünülerek planlanması. Proje kapsamına alınan bölgelerde yaşayanların yine aynı yerde yaşamaya devam etmesinin sağlanması ya da kendilerine gösterilen yeni yerlerin ekonomik ve sosyal durumları gözetilerek belirlenmesi. ÖZGÜN B‹R ALAN: ULAfiIM HAKKI Ulaşım hizmetlerinin ticarileştrilmesi ve belediyeleri şirket mantığıyla yöneten belediye başkanlarının daha fazla kar amacıyla bu hizmetlere yaptığı zamlar farklı kentlerde dönem dönem ulaşım hakkı mücadelesini yükseltti. Ulaşım hakkı mücadelesinin özgün bir örgütü yok. İstanbul, Ankara gibi kentlerde yapılan zamlar sonrası hak mücadelesi veren Halkevcilerin öncülüğünde gelişti, Kütahya, Edirne, İzmir gibi Anadolu kentlerinde ise zamlarından en çok etkilenen kesim olan

üniversite öğrencilerinin mücadelesiyle gündeme geldi. Parasız otobüse binme, turnikelerden atlama, ulaşım araçlarının boykotu bu alanda başvurulan en sık eylem biçimleri. Eğitim ve sağlık hakkı mücadeleleri tek bir bölgeyle sınırlanamadığı için haritada ifade edilemedi. Her iki hak talebi de toplumsal muhalefetin ortak gündemi. Neredeyse her okulda eğitim hakkı mücadelesinin bayrağını taşıyan, aidat toplanmasına ve zorunlu bağışlara karşı çıkan bir veli veya öğretmen var. Zorunlu din dersleri başta olmak üzere eğitimin eşitlikçi ve bilimsel niteliğine ilişkin hak talepleri var. Öte yandan sağlıkta dönüşüm programıyla sağlık alanında yaşanan neoliberal dönüşüme karşı SES, tabip odaları gibi sağlık hakkı örgütlerinin öncülüğündemuhalefet tarafından benimsenmiş yaygın bir mücadele söz konusu.

Yazar›m›z Ferda Koç 4’üncü sayfadaki köfle yaz›s›nda Türkiye hak mücadeleleri haritas›n› Kürt illerinin rengi ve durumunu aç›s›ndan de¤erlendirdi.

Ulaşım hakkı için mücadele eden iller: Ankara, Bursa, Edirne, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Kütahya, Sivas, Trabzon Barınma hakkı için mücadele edilen kentler: İstanbul'da ve Ankara kentsel dönüşüm projelerinin yol açacağı yıkımları durdurma odaklı mücadelenin verildiği kentler. Kocaeli'nde ise Arızlılı depremzedeler yaşadıkları hibe konutlardan sokağa atılmamak için direniyor. HES’lere karşı mücadele edilen kentler: Amasya Taşova; Antalya Akseki, Korkuteli; Artvin Ardanuç, Şavşat, Hopa, Borçka, Murgul; Bartın Ulus, Düzce Aksu; Elazığ Karakoçan, Dersim’in Nazımiye, Bingöl'ün Yayladere (Perisuyu Vadisi); Erzurum İspir, Tortum, Tekman; Eskişehir Mihalıçık; Giresun Keşap,Pazarsuyu, Karabük Yenice, Safranbolu; Kastamonu Cide; Malatya Darende; Muğla Fethiye, Köyceğiz; Ordu Fatsa, Ulubey, Gölköy; Rize Çayeli, İkizdere, Fındıklı, Pazar, Hemşin; Sakarya Hendek; Tokat Niksar Erbaa; Trabzon Araklı, Tonya; Tunceli; Batman Hasankeyf olmak üzere 2300'den fazla HES projesi var. RES’lere karşı mücadele edilen kentler: Rüzgar elektrik santrallerine karşı Aydın Çine, Hatay Samandağ’da mücadele ediliyor. Nükleer santrallere karşı mücadele edilen kentler: Mersin Akkuyu’da kurulacak nükleer santrale karşı Mersin ve Hatay’da platformlar kuruldu. Termik santrallere karşı mücadele edilen kentler: Adana Tufanbeyli; Bartın Amasra; Bursa Karacabey; Çanakkale Karabiga; İzmir Aliağa; Samsun Tekkeköy; Sinop Gerze; Şırnak Silopi. Doğalgaz çevirim santrallerine karşı mücadele edilen kentler: Samsun, Terme; Tekirdağ, Şarkköy ise doğalgaz çevrim santrallerine karşı direniyor. Siyanürlü madenciliğe karşı mücadele edilen kentler: Balıkesir Kazdağları; Çanakkale Elmalı; Erzincan İliç; Gümüşhane Mastra, İzmir Bergama, Kütahya, Tavşanlı, Niğde Ulukışla, Uşak Eşme Taş ocaklarına karşı Antalya Elmalı'ya bağlı Tekkeköy, Çorum Osmancık'a bağlı İnal Köyü mücadele ediyor. Atıklara karşı mücadele edilen kentler: Katı atık tesisi kurulması planlanan Bursa Mustafakemalpaşa; Sanayi atıkları ile zehirlenen Ergene nehrihih bulunduğu Edirne.


3

GÜNDEM 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

AKP varken nasıl unutulur? Sivas Katliamı’nın, 18. yılında düzenlenecek eylemlerin taleplerini ‘Madımak’ın utanç müzesi olması, katliamın siyasi sorumlularının yargılanması’ talepleri ile sınırlaması, gerici AKP’nin katliamın üstünü örtme çabasını gündeme almıyor

2

Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’na imza atanlar şimdi iktidara bütünüyle yerleşmiş durumda. AKP ne geçmişte yaşanan katliamı aklamaktan ve katledilenlere saldırmaktan ne de bugün aynı katliamcı zihniyeti bütün bir toplum projesi olarak halka dayatmaktan vazgeçiyor. Sivas Katliamı, 18. yıl dönümünde ülke çapında çeşitli eylem ve anma etkinlikleri ile protesto ediliyor. Alevi örgütleri bu yıl da 2 Temmuz’da Sivas’ta Madımak Oteli önünde bir miting düzenlerken, iktidarın katliamcıları kollama ve davayı bulandırma çabaları sürüyor. AKP’nin savcıları katiller için zamanaşımı talebinde bulunurken, olayları çarpıtmak için eski yalanlar yeniden haberleştiriliyor. 2 Temmuz’a yaklaşırken Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Alevi örgütleri taraf›ndan 2008’den beri düzenlenen ‘Eflit Yurttafll›k’ mitinglerinde alana tafl›nan taleplerin bafl›nda Savcısı Hakan Yüksel, Mad›mak Oteli’nin kapat›larak utanç müzesine dönüfltürülmesi geliyor. Sivas Katliamı sanıkları ile ilgili olarak diğer 6 sanık için ise 15 kuruluşları yaptıkları ağzından anlattı. Çünkü katliamcılar, zamanaşımı talebinde yıllık sürenin dolduğunu haberlerle Sivas Katliamda kardeşini onların avukatları ve bulundu. Hopa savundu. katliamından PKK’yi, kaybeden Serdar Doğan, katliama destek veren olaylarının ardından DHKP-C’yi ve bizzat belgeseli “Devlet, TRT yazılar yazanlar bugün Ankara’daki protestoya DEVLET YAKMAYA saldırıya uğrayan eliyle Madımak’ı 18 yıl AKP içinde görev alan katılanların tutuklanması DEVAM ED‹YOR Alevileri sorumlu tutsonra yeniden yaktı” söz- veya AKP destekçi olantalebinde imzası olan Katliamın 18. yılı maya çalışmıştı. Bu leriyle yorumladı. lar arasında yer alıyor. savcı, yıllardır yakalanayaklaşırken Sivas’ta haberlerin yalan olduğu Bunlardan en üst mayan ve Fransa’da yaşananları çarpıtma belgelerle ispatlanırken KAT‹LLER‹N AVUKATI kademedeki isim, dört olduğu iddia edilen, o girişimleri de sürüyor. devlet kanalı TRT’de 24 AKP’N‹N BAKANI katliam sanığının dönemde Sivas Devletin yıllardır kulHaziran akşamı ekrana AKP Sivas olaylarını avukatlığını yapan Devlet Belediyesi’nde çalışan landığı dezenformasyon, getirilen bir belgesel, çarpıtarak katliamın Bakanı Hayati Yazıcı. Cafer Erçakmak’a ilişkin seçim sürecinde yeniden Sivas Katliamı’nı baştan sorumlularının halen AKP içinde bakandan zamanaşımının dolgündeme getirilmişti. aşağı sanık avukatları ve yargılanmadığı gerçeğinin milletvekiline, belediye madığını iddia ederken AKP’ye yakın medya AKP’ye yakın yazarların üstünü kapatmak istiyor. başkanına veya belediye

çalışanlarına pek çok kişi katliamın sorumluları arasında. Öte yandan AKP, katliamın önemli ayaklarından birini oluşturan Alevi düşmanlığını körüklemekten de vazgeçmiyor. Erdoğan, referandum sürecinde olduğu gibi genel seçimler öncesinde de özellikle İç Anadolu’da yaptığı mitinglerde sürekli Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu vurgulayan ayrımcı bir dil kullanmıştı. Alevi örgütleri, 2 Temmuz yaklaşırken ortak bir açıklama yaparak 2 Temmuz’da Sivas’ta Madımak otelinin önünde olacaklarını duyurdu. Alevi Bektaşi Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkezi, Alevi Kültür Dernekleri Genel Merkezi ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Merkezi’nin yaptığı ortak açıklamada Alevilerin AKP tarafından “Bilim ve Kültür Merkezi” yapılan Madımak’ın utanç müzesi olması ve katliamın siyasi sorumlularının yargılanması talebinde ısrarlı olduğu belirtildi. Katliamda yaşamını yitirenler için mezarlıklarda anma törenleri yapılacak. Halkevleri de İstanbul ve Ankara başta olmak üzere çeşitli illerde anma etkinlikleri düzenliyor.

Van’da Eğitim-Sen yöneticileri tutuklandı S

eçimlerin ardından toplumsal muhalefete yönelik başlatılan operasyonlar ve gözaltılar her yerde hissedilmeye devam ediliyor. 15 Haziran’da Batman’da Tüm Bel-Sen temsilcisi Muzaffer Çınar’ın gözaltına alınmasının ardından, 21 Haziran’da da Van ve Diyarbakır’da Eğitim-Sen üyelerine yönelik operasyonlar gerçekleştirildi. Eğitim-Sen Van Şube Başkanı Selami Özyaşar, eski şube başkanlarından Lezgin Botan ve Müzahit Karakuş, şube yöneticisi Garip Yaviş, eski şube yöneticisi Sinan Gündüz ve sendika üyesi Hakan Yaman gözaltına alındı. Savcılıkta 16 saat boyunca ifade veren eğitim emekçilerinden Özyaşar, Botan ve Yaviş, 25 Haziran’da çıkartıldıkları Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “örgüt üyesi olmak” suçlaması ile tutuklandı. ‘BALKONDA HELALLEfiMEYECE⁄‹Z, SOKAKTA HESAPLAfiACA⁄IZ’ KESK’ten tutuklamalara yanıt yine sokakta geldi. Davanın sonuçlandığı gün, Ankara’da sokağa çıkan yaklaşık 200 KESK üyesi, Sakarya Meydanı’nda bir

araya geldi. “Gözaltılar, baskılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz” pankartı açan emekçiler, “Balkonda helalleşmeyeceğiz, sokakta hesaplaşacağız” yazılı dövizler taşıdılar. KESK adına basın açıklamasını Ankara Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü İbrahim Kara yaptı. AKP’nin 12 Eylül dönemini aratmadığını ifade eden Kara, faşizme karşı mücadelede bir adım bile geri gitmediklerini ve gitmeyeceklerini dile getirdi. Kara, “Her sabah yeni bir gözaltı ve tutuklama haberi ile uyanmak istemiyoruz. Emek ve demokrasi güçlerinin temsilcilerinin bir an önce serbest bırakılması için mücadele edeceğiz” dedi. Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız da tutuklamaların serbest bırakılmasını istedi. Gözaltıların ardından Mersin’de de buluşan KESK üyeleri, Taşbina önünde eylemdeydi. KESK Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Kahraman Oğuz, toplumsal muhalefeti etkisizleştirme ve susturma politikalarına karşı daha direngen ve daha güçlü muhalefet örgütleyeceklerini dile getirdi. Eylem 10 dakikalık oturma eylemi ile son buldu.

Sistemin yasal-yasad›fl› barikatlar›n› k›rmak için ok değil, seçimin üzerinden sadece 15 gün geçti. Daha yeni hükümet kurulmadan, hatta meclis “yeni” üyeleriyle toplanmadan “yeni AKP dönemi”nin neleri yapabileceğinin “ufak” örneklerinin sergilendiği bir dönem yaşanıyor. Görüldüğü üzere yeni dönem AKP’nin sadece hükümet olduğu değil, iktidar olduğu/devlet olduğu bir dönem olarak yaşanacak. Çünkü Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin gaspı ve beş KCK tutuklusunun, Balbay’ın, Haberal’ın ve Alan’ın milletvekili seçilmelerine rağmen tahliye edilmemeleri doğrudan hükümet organları aracılığıyla değil, devletin asli organlarından sayılan Yüksek Seçim Kurulu ve “yüce” savcılar/yargıçlar eliyle yürütülen bir operasyon. AKP’liler istedikleri kadar bu “bağımsız yargının”, “bağımsız kurumların” takdiri desinler, gerçekler AKP’nin doğrudan bu komplonun içinde olduğunu, hatta örgütleyicisi olduğunu gösteriyor. Hatip Dicle hakkındaki kararın (hızlandırılıp) 22 Mart’ta verilmesine rağmen, hatta bu kararı veren yargıcın aynı zamanda YSK üyesi olmasına rağmen seçimin sonucunun beklenmesi, planın aylardır yürürlükte olduğunun göstergesidir. Dicle’nin devre dışı bırakılmasıyla AKP’nin hiç vakit kaybetmeden Oya Eronat’a (AKP Diyarbakır 6. sıra adayı) mazbatasını aldırtıp, yemin ettirmesi de AKP’nin 78 bin oy alan Dicle’nin milletvekilliğini gasp etmeye ne kadar hazır olduğunun bir başka kanıtı. Karşı tarafı hazırlıksız ve şaşkın bir pozisyona düşüren AKP’lilerin ve AKP medyasının organize tutumu ise bu olay karşısında nasıl bir ortaklık içinde olduklarını gösteriyor. Üstelik bu ortaklık pişkince karşı saldırganlığa ulaşmış durumda. Sahibinin sesi Gülerce; “Hatip Dicle olayı seçimlerden sonra barış sürecini baltalasın diye kurulmuş bubi tuzağıdır” diyerek Kürtleri hedef gösteriyor, pişkince

Ç

(Kuşkusuz Fethullah’ın bu dönem vereceği açık destek bakanlık paylaşımında ve hükümet icraatlarında işe yarayacak). AKP’nin tüm bu operasyondan beklediği yarar “sadece” milletvekili sayısını artırmak ve devletin intikam alma geleneğini sürdürmek değil elbette. Söz konusu olan; genel seçimlerin “istenilen türde” yeni dengeler oluşturmadığı durumlarda -ki bizim gibi ülkelerde gizli faşizmin tipik bir özelliği olarak- devletin özünde kuraldışı ancak görünürde kurallara uygun kurumlarının/kurallarının devreye girerek güç ilişkilerini yeniden dizayn etmesidir. AKP de bu düzenin kurallarını iyi bilen ve uygulayıcısı olan bir yapı olarak, yeni dönemde siyasal rakiplerine karşı başından itibaren inisiyatifi elinde tutmak ve özellikle Kürt sorunu karşısındaki pozisyonunu bir kez daha “kanıtlamak” için, birtakım riskleri göze alarak bu komployu kurmuştur. Göze aldığı risklerin başında, “millet iradesinin yok sayılmasından” doğan “mağduriyet” kalkanının AKP açısından artık ortadan kalkması, AKP’nin millet iradesini bırakın yok saymayı artık gasp edenin kendisi olduğunun itiraf etmesi gelmektedir. Ayrıca geçen yıl PKK’ye karşı “tek taraflı silahı bırak” diye bir araya gelen Diyarbakırlı STK’lar -ki açıklamayı şimdi AKP milletvekili olan, o zaman Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu okumuştuşimdi daha geniş (133 kurum) bir katılımla “meclisin meşruiyeti zedeleniyor” açıklaması yaptı. Tabii bu kez açıklamayı Ensarioğlu oku(ya)madı. AKP’nin aldığı risk kendisine oy veren Kürtlerin bile bu durumu savunamayacağı bir duruma itmiştir (AKP’nin o bölgedeki “sağlam” aday belirleme tercihleri şimdi daha iyi anlaşılmakta). Ancak AKP, siyasal gücün mutlak sağlanmasına ilişkin ihtiyaç nedeni ile, yüzde 50’lik bir toplumsal desteğin sağlandığı bir dönemin avantajını da

kullanarak bu tür risklerin alınmasında bir sakınca görmemekte. Beş KCK’li milletvekili konusunda “yumuşama” sergileyecek olsa da Dicle konusundaki açık karşı tutum alışı AKP için, gerek Kürt sorununun çözümünde gerekse de yeni anayasa yapım sürecinde kimin “patron olduğunu” göstermesi açısından önemli. Yeni dönemde AKP’nin ihtiyacı olan tek şey, siyasal rakiplerini ezmek değil, aynı zamanda Tayyip’in seçim öncesinde de özellikle hedef gösterdiği “sokak”ın siyasal bir güç olmasını da engellemek. Bu konuda da AKP tetikçisi yargının “durumdan vazife çıkardığı” son yaşanan örneklerle tüm açıklığıyla görülüyor. Farklı bir dönemin “sinyallerini” veren süreç seçim öncesi başlamıştı. HSYK’nın referandumla değiştirilen yapısı sayesinde oluşan yeni yargı hiyerarşisi, bu sürecin tetikçisi olarak konumlandırıldı. Kamuoyu tarafından bilinen en çarpıcı örnek Ahmet Şık ve Nedim Şener’e yapılanlar. Ancak “düşünce ve ifade özgürlüğüne” yapılan pervasızca saldırılar sadece bu örnekler sınırlı değil. 30 Mart anmalarının uzun yıllardan sonra yeniden operasyon ve tutuklama gerekçesi haline getirilmesi (Adana ve Konya), muhalif üniversite öğrencilerine karşı sistematik saldırganlık, Samsun’da “saçma” polis komplosuyla Halkevcilerin muhalefetinin bastırılma girişimi vb. Bunlar sadece ilk örnekler. Bu pervasızlık, daha kontrolsüz gibi görünen ama aynı ortak amaca hizmet eden yargı operasyonlarıyla devam ediyor; Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü’nden Prof Dr. Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası’ndaki kirliliği deşifre eden raporu açıklamasının ardından Cumhuriyet Savcılığı hakkında soruşturma açtı… Prof Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve Dr. Ömer Eşki, Adana’da Demokratik Çözüm Çadırı’nı ziyaret edip sağlık hakkı konusunda konuştukları için

elleri kelepçelenip gözaltına alındı… Yine Adana’da Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’yı andıkları için sendika ve DKÖ üyeleri evleri basılarak gözaltına alındı. Tekel işçilerinin eyleminden dolayı aradan bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen 111 kişiye sekiz yıla varan ceza talebiyle dava açıldı. Ortak yaşam ve geçim alanlarını tahrip eden rüzgâr enerji santraline karşı mücadele eden Çineli köylüler tutuklandı. Emek ve hak mücadelelerinin örgütlenmesinde giderek vazgeçilmez bir araç olarak öne çıkan internetin kullanımına yönelik sınırlama çabaları ifrada vardı. Hükümet filtreli internetle sansür uygulamasına geçmek için yasal hazırlıklarını sürdürürken, Ekşisözlük yazarları Adnan Oktar’a laf ettikleri için polis tarafından sorgulandı. ANF, Sendika.Org gibi muhalif sitelerin yayını “pornografi, intihara teşvik” gibi akıldışı gerekçelerle engellenmeye çalışıldı. “Saçmalık”ta sınır yok; İHD Diyarbakır Şubesi, Mazlumder, Diyarbakır Barosu, THİV, Diyarbakır Tabip Odası ve KESK Diyarbakır Şubeler Platformu tarafından “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele Günü” dolayısıyla hazırlanan afiş “devletin askeri ve emniyet teşkilatını alenen aşağıladığı” gerekçesiyle mahkeme kararıyla toplatıldı (on tane polisin bir insanı linç edercesine dövmesi suç değil, bu fotoğrafı gösterirsen suç). *** Ve Hopa. Hopa süreci bu dönemin tüm anti-demokratik özelliklerini içinde barındırıyor. AKP’ye ve HES’lere karşı büyüyen Hopa muhalefetini hükümet Metin Lokumcu’yu öldürerek engellemeye çalışmıştı. “İfade özgürlüğüne” karşı AKP’nin neler yapabileceğinin kanıtı bu. Aynı tutum Metin Hoca’yı ve onun haklı mücadelesini yurt çapında sahiplenenlere karşı da gösterildi. Gözaltılar, işkenceler

tutuklamalarla devam etti. Üstelik tutuklama gerekçelerinde AKP yargısının yeni yöntemi de artık “olağan” hale getirildi. Neymiş efendim; “örgüt üyesi olmasan da eğer bir örgütün çağrıcılığını yaptığı bir eyleme katılırsan terör örgütü üyeliğinden ceza verirmiş.” Bu gerekçeyle, gerçekte KESK Şubeler Platformu’nun çağrısıyla Ankara’daki protesto gösterisine katılanlar, aynı zamanda birkaç “illegal örgüt”ün de bu eyleme sözde çağrı yaptığı gerekçe gösterilerek tutuklandı. Aynı gerekçe her geçen gün yaygınlaştırılmakta. Son örnek (şimdilik) Van’dan; Hatip Dicle’nin milletvekilliği gaspının protesto edildiği kitlesel gösteriye katıldığı gerekçesiyle bir üniversite öğrencisi de aynı gerekçeyle tutuklandı. Tüm bunların ortak noktası; AKP iktidarının halkın demokratik haklarını gasp etme, kullanılamaz hale getirme konusunda sistematik programını işaret etmesidir. Kendi iktidarını rahatsız edebilecek en basit düşünce ve ifade etme biçimlerine, halkın demokratik tepkisini gösterme ve örgütlenme hakkına karşı tahammülsüzlüğünün göstergesidir. Bu tahammülsüzlük, devletin tüm olanaklarını kullanarak bir karşı saldırı halini almıştır. Çok iyi anlaşılması gereken nokta; bu saldırıların sadece Kürt siyasal hareketine veya siyasal etkinliği öne çıkmış sol gruplara yönelmediği ve giderek artan biçimde tüm toplumsal muhalefet eylemlerini kapsayacağıdır. Çineli köylülerin tutuklanması örnektir. Bu sözde yasal hak, kullanılmak istendiğinde, DİSK’in çağrıcılığını yaptığı 1 Mayıs kutlamalarına katılan binlerce insan illegal örgütlerin de aynı çağrıyı yapması bahane edilerek tutuklanabilir, yıllarca hapishanede tutulabilirler. Benzer bir durum grevlerin engellenmesinde, AKP’nin kadın düşmanlığının protesto edilmesinde, nükleer karşıtı muhalefete, Alevi talep-

lerine vb. karşı keyfi bir biçimde kullanılacaktır. İlerici emek örgütlerinin, sendikaların, meslek odalarının, DKÖ’lerin, kısacası tüm toplumsal muhalefet örgütlerinin hatta bu örgütler içinde bulunmayan ilericidemokrat tüm bireylerin bu tehlikenin farkına varması ve karşı atağı bir an önce örgütlemesi gerekmektedir. *** Bunun nasıl olacağı, başarının nasıl sağlanacağı konusunda son dönemde yaşanan iki örnek bile yeterince yol göstericidir. Devrimci Sağlıkİş’in Adana Balcalı’daki başarılı direnişi ve bunun sonunda elde ettiği haklar, Hopa’daki HES karşıtı direnişin santrali yapacak şirkete projeden vazgeçmesini sağlayan başarısı. Bunlar ne bahşedilmiş ne de hukuk yoluyla kazanılmıştır. Halkın iradesine dayanan, meşru zeminlerde sürdürülen hak mücadelelerini sistemin yasal ve yasadışı hiçbir barikatı engelleyemez. Bilinmelidir ki ekonomik “istikrar” ve uluslararası “ihtiyaç” pozisyonu devam ettikçe AKP’ye verilen gerici toplumsal destek devam edecektir. AKP de bu iki noktada sağlam durmaya çalışmaktadır. Suriye bu konuda AKP için hem bir risk hem de bir fırsat oluşturuyor. Amerika ile “sıkı” işbirliği içinde Suriye’nin (Libya’dakine benzer bir biçimde) yeniden dizayn edilme projesinde aktif görev alacak bir AKP, Ortadoğu ve Türkiye halkları açısından büyük bir tehlike arz etmektedir. Tüm bu toz dumanı yaratarak halklara karşı “savaş kabinesi”ni kurmak, Kanun Hükmünde Kararname ile yeni icracı bakanlıklar oluşturup, bu bakanlıkların alt kadrolarını yeniden yapılandırmak, AKP’nin önümüzdeki sürece ne kadar iyi hazırlanmaya çalıştığının adımları. Benzer bir hazırlık sürecinin toplumsal muhalefetin örgütleyicileri için de yapılması kaçınılmazdır.


4

GÜNDEM 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Kürt illeri neden beyaz? ürt illerinin neredeyse tamam› 2’inci sayfada

K bulunan “Hak Mücadeleleri Haritas›”n›n “beyaz”

bölgelerinde yer al›yor. Buradan hareketle Kürt illerinde “kitlesel hak mücadelesi” verilmedi¤ini düflünmek herhalde tuhaf olur. Bütün bir halk›n temel haklar› için “ayakta” oldu¤u bir bölgeden söz ediyoruz. Bu harita yaln›zca Kürt illerinde “çevresel y›k›ma karfl› direnifl”, “kent hakk› mücadeleleri” ve “güvencesiz çal›flmaya karfl› mücadelelerin” öne ç›kmad›¤›n› gösteriyor. “Bat›da” hak mücadeleleri denilince, son y›llarda öne ç›kan bafll›klar›n, e¤itim, sa¤l›k, bar›nma, çevre ve çal›flma hakk› konular›ndan olufltu¤u görülüyor. Oysa Kürt illerinde “hak mücadeleleri” denilince akla ilk gelen konular “anadilde e¤itim”, “insan haklar› ihlalleri”, “kad›n cinayetleri”. Bat›’da öne ç›kan konular›n Kürt illerinde öne ç›kmamas›n›n nedeni, bu konular›n Kürt illerinde var olmamas› de¤il. Ferda Kürt illerinde, Bat›’dakinden Koç farkl› “hak ihlalleri” daha yak›c› konular olarak toplumsal ortaferdakoc@ ma damgalar›n› vuruyorlar. hotmail.com Di¤er yandan, Bat›’da öne ç›kan hak mücadelelerinin Kürt illerindeki cisimleflme biçimleri de kimi farkl›l›klar içeriyor. Örne¤in “Çevre Hakk›”, bat›da esas olarak bir orta ve küçük köylülük sorunu olarak gelifliyor. Buna karfl›l›k, Kürt illerinde “çevresel y›k›m”›n yafland›¤› bölgelerin önemli bir bölümünde “orta ve küçük köylülük” Bat›’daki kadar güçlü de¤il. HES’lerin ve GAP gibi baraj projelerinin uygulama alanlar›nda büyük toprak mülkiyeti yayg›n bir mülkiyet biçimi. Bu tip projelerin muhatab› olan yoksul köylülerin maruz kald›¤› toplumsal dönüflümün eksenini “marabal›k”tan “tar›m iflçili¤i”ne geçifl süreci oluflturuyor. Bu aç›dan bak›ld›¤›nda, HES’ler ve büyük sulama projeleri, bugün Bat›’da göçmen tar›m iflçili¤i yaparak yaflamlar›n› sürdüren yoksul köylüler için flimdilik bir “sosyal y›k›m” anlam› tafl›m›yor. Belki de bu nedenle, Kürt illerindeki HES karfl›t› hareketlerde “do¤an›n metalaflt›r›lmas› ve y›k›m›”na karfl› direnifllerde “kültürel-tarihsel” boyut daha fazla önem kazan›yor. “Güvencesizlefltirmeye karfl› direnifl” bafll›¤› aç›s›ndan düflünüldü¤ünde, Kürtler bu sürece Kürt illerinde de¤il Bat›’da muhatap oluyorlar. “Kürt iflçili¤i” sorununun güvencesiz çal›flt›rman›n genellefltirilmesinde anahtar bir rol oynad›¤› biliniyor. Ancak bu sorunun Kürt illerindeki temelini Kürtlerin “ekonomisizlefltirilmesi” oluflturuyor. Kürt illerinin “ekonomisizlefltirilmesi”nin öne ç›kan etmeni ise “savafl” yani “Kürt Sorunu”. Dolay›s›yla Kürt illerinde “güvencesizlefltirmeye karfl› mücadele”nin “hiç” yürütülmedi¤ini söylemek do¤ru de¤il. Kürt illerinde güvencesizlefltirmeye karfl› mücadele “Demokratik Özerklik” için mücadele ba¤lam›nda tan›mlan›yor. Güvencesizlefltirmeye karfl› mücadelenin bu eksende yürütülmesi çeflitli bak›mlardan elbette elefltirilebilir ve elefltirilmelidir de; ancak Kürt illerinde “güvencesizlefltirmeye karfl› mücadele kategorik olarak yoktur” denilmesi yerinde olmaz. Kent hakk›na iliflkin mücadelelerin Kürt illerinde geliflmemesini de bölgenin baz› özellikleriyle birlikte ele almak gerekir: Kent Hakk› Mücadeleleri, yo¤un göç alan kentlerde, bar›nma, enerji, su gibi yeniden üretim alan›n› oluflturan hak ve hizmetlerin piyasalaflt›r›lmas›na karfl› mücadeleler olarak gelifliyor. Göç merkezi haline gelen Kürt kentleri için bu süreç Bat›’daki gibi yaflanm›yor. Bunun önemli bir nedeni bölgedeki belediyelerin yaklafl›k 15 y›ld›r BDP (ve haleflerinin) kontrolü alt›nda olmas›. Örne¤in Diyarbak›r, Türkiye’nin en ucuz ve kaliteli içme suyu ve at›k su hizmetine sahip kenti. Bölge kentlerinde yoksulluk y›¤›lmas›n›n yafland›¤› semtlerde kaçak elektrik kullan›m› ise rekor seviyede ve hali haz›rda bu fiili duruma müdahale edilemiyor. “Kentsel Dönüflüm” projeleri denilebilecek projeler ise bugüne dek yoksul halk için fliddetli ma¤duriyetler yaratmadan yürütüldü. K›sacas› Kürt illerinde neo-liberal yeni sömürgecilik politikalar›na karfl› halk direnifli konusunun Bat›’dakinden farkl› bir çerçevede ele al›nmas› zorunlu.

Millet değil AKP seçti S

eçim sonrasında egemen siyasetin dilinin yumuşayacağı ve AKP’nin uzlaşmacı bir çizgiye yöneleceğine dair beklentiler, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) art arda aldığı kararlar ile sona erdi. YSK, 78 bin oy alıp Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu adayı olarak Diyarbakır’dan milletvekili seçilen Hatip Dicle’nin vekilliğini düşürdü. Kurul, anayasanın 76. maddesindeki “örgüt suçundan 1 yıl ve daha fazla hapis cezası alanların milletvekili olamaması” ibaresini ve Dicle’nin KCK davasındaki 1 yıl 8 aylık cezasını gerekçe gösterdi. Karar sonucunda Dicle’nin yerine AKP’nin seçilmemiş adayı Oya Eronat vekil oldu. Demokratik Toplum Kongresi, halkın iradesinin yok sayıldığını ilan ederek BDP’ye meclise gitmeme çağrısında bulundu. Çağrıya uyan BDP de Dicle ile ilgili karar geri dönene kadar meclisi boykot etme kararı aldı. Hatip Dicle kararı soğumadan yargıdan yeni kararlar geldi. KCK davasından tutuklu Blok vekilleri Selma Irmak, Kemal Aktaş, Faysal Sarıyıldız, Gülser Yıldırım ve İbrahim Ayhan, Ergenekon davasından tutuklu CHP vekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile Balyoz davasından tutuklu MHP’li Engin Alan’ın tahliye talepleri mahkemelerce reddedildi. Mahkemeler “kaçma şüphesi; delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme; tanık veya başkaları üzerinde baskı yapma olasılığı” gerekçelerini öne sürdü. Vekillerin yaptığı tüm itirazlar da

K

ürt halkının siyasal temsilcilerini tasfiye ve baskıyla, sistemle bütünleşmeye zorlama siyaseti sistem içi kanalları vuran bir meşruiyet krizi yarattı

aynı hızla geri döndü. Bunun üzerine BDP meclisi boykot etti, CHP ise meclisin açılışında yemin etmedi. Meclis tarihinde ilk kez milletvekillerine yönelik böylesi bir engellemeyle açıldığı gibi BDP ve CHP’nin tepkisi ile de ilk kez bu çapta bir meşruiyet krizi açığa çıkmış oldu. Yaşananların siyasi sorumluluğunu taşıdığı ve bütün

çözüm olanaklarını elinde tuttuğu halde, AKP’nin çözüme yanaşmayan tutumu, Erdoğan’ın “İster gelsinler ister gelmesinler, parlamento çalışacak” sözleriyle apaçık itiraf edildi.

AKP KARARLARIN ARKASINDA AKP ise milletvekilleri ile ilgili “yargı” kararlarına destek çıkan bir

tavır takındı. Partinin önde gelen isimleri ‘yargı bağımsızlığı’ ve ‘yargıya saygı’ derken, Tayyip Erdoğan “Başka aday mı bulamadılar. Demek ki amaçları yasaları zorlamak suretiyle ülkede yeni gerilimlere zemin hazırlamaktı” sözlerini sarf etti. Oysaki Tayyip Erdoğan’ın milletvekilliğinin engellendiği 3 Kasım 2002 seçimlerinde, AKP

B

‘TERÖR‹ST DE⁄‹L HALKEVC‹Y‹Z’

MA⁄DURU SORUMLU TUTTULAR Yaşananları “yargının bağımsız kararı” olarak savunan iktidar beyanlarına rağmen, AKP’nin yargı üzerinde doğrudan bir yönlendirmesi ve eşgüdümü olduğu da ifşa oldu. YSK imzalı kararın AKP itirazı sonucunda, ağır ceza mahkemeleri imzalı kararların ise AKP tarafından yönlendirilen HSYK atamaları sonucunda çıktığı belgelendi. AKP medyası ise ilk andan itibaren milletvekilliklerinin engellenmesini haklı çıkarmaya çalışan ortak bir tavır içinde hareket etti. Fethullah Gülen cemaatinin Zaman gazetesi, Kürt siyasi hareketini yaşananların sorumlusu ilan ederken, Yeni Şafak ve Star gazeteleri BDP-YSK işbirliğinden söz etti. AKP medyasının ve yetkililerin daha ilk anda bu kadar ortak bir tepki verebilmeleri süreci hazırlıklı karşıladıklarının bir göstergesiydi.

‘Demokrasi’ ektiler, yargı kontrolü biçiyorlar 12 Eylül referandumu ile onaylanan anayasa de¤ifliklikleri yüksek yarg›da ‹slamc› kadrolaflman›n önündeki engelleri kald›rd›. Anayasal düzenlemeye göre yap›lan Hakimler Savc›lar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri sayesinde önce bu kurumu AKP’ye yak›n hukukçulardan oluflan bir kadroya emanet eden AKP, flimdi de HSYK arac›l›¤›yla yap›lan atamalar sayesinde yarg›daki egemenli¤ini pekifltiriyor. ALLAH VERD‹KÇE VER‹YOR

AKP taraf›ndan yeniden yap›land›r›lan HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yarg›tay ve Dan›fltay için atamalar yapt›. Atamalarla Yarg›tay Baflkanl›¤›’na Bülent Ar›nç’›n okul arkadafl› Naz›m Kaynak atand›. 9 Haziran günü gerçeklefltirilen atama ile Dan›fltay Baflkanl›¤›’na da bir dönem ad› Baflbakanl›k Müsteflarl›¤› için geçen Bülent Ar›nç’›n bir di¤er s›n›f arkadafl› Hüsnü Karakullukçu atand›. Ar›nç bu atamalar› “Kurban oldu¤um Allah verdikçe veriyor” sözleriyle de¤erlendirmiflti. KARfiISINDA YER ALANLARA TASF‹YE

HSYK 20 Haziran günü aç›klad›¤› 2011 Y›l›

Adli ve ‹dari Yarg› Yaz Kararnamesi ile 2070 hakim ve savc›n›n yerini de¤ifltirdi. Adli yarg›da bin 816, idari yarg›da da 254 hakim ve savc›n›n yeri de¤ifltirildi. Atamalarda, AKP karfl›t› hukukçular›n örgütlendi¤i YARSAV ve Yarg›-Sen üyesi hakim ve savc›lar›n bir ço¤unun tenzili rütbe edilerek görev yerlerinin de¤ifltirilmesi Ergenekon davalar›na bakan savc›lar›n ise rütbelerinin yükseltilmesi söz konusu. Kararname kapsam›nda Yarg›tay Cumhuriyet Savc›s› ve Yarg›-Sen Genel Baflkan› Ömer Faruk Emina¤ao¤lu, efl durumuna ra¤men ‹stanbul’a hâkim olarak atand›. YARSAV yönetim kurulu üyeleri ise tenzili rütbeye u¤rad›. Yarg›tay Cumhuriyet Savc›l›¤› görevindeki bu isimler taflradaki çeflitli mahkemelere üye veya savc› olarak atand›. Deniz Feneri soruflturmas›n›n Yarg›tay Cumhuriyet Baflsavc›l›¤› aya¤›nda görevli ve AKP hakk›nda aç›lan kapatma davas›nda iddianamesinin yaz›m›nda rol alan Yarg›tay Cumhuriyet Savc›s› Zekeriya Sevimli’nin Üsküdar Savc›s› olarak atanmas›; Ergenekon savc›lar›n› usulsüzlük yapt›klar› gerekçesiyle flikayet eden Befliktafl A¤›r Ceza Mahkemesi’nde görevli özel yetkili Savc› Kas›m ‹limlio¤lu’nun özel yetkileri al›narak Büyükçekmece

Savc›l›¤›’na atanmas› kararnamede dikkat çeken atamalar. HAK MÜCADELELER‹ AYARI

Atamalar aras›nda önemli bir düzenleme de, S‹T alan› kararlar›na imza atan ve HES karfl›t› mücadelenin kazan›mla sonuçlanan önemli davalar›na bakan Rize ‹dare Mahkemesi’ne yönelikti. Bu mahkemenin tüm üyeleri

Sorgusuz, delilsiz 15 tutuklama aşbakanın Hopa’ya gitmesiyle yapılan polis saldırısını ve Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto edenlere dönük AKP baskısı sürüyor. İlk etapta 5 kişinin tutuklandığı eylem ile ilgili Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, ÖDP ve SDP üyesi 29 kişi hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Karar ile birlikte 15 Haziran’da evlere polis baskınları gerçekleşti ve 18 kişi gözaltına alındı. Polis, ev aramalarında yasal kitap, film ve müzik CD’si, çizgi film, meyve bıçağı, mont ve hırka gibi eşyalara da ‘delil şüphesi’ diyerek el koydu. 31 Mayıs’taki eylemde polis saldırısı sonucu kalça kemiği kırılan ve halen hastanede olan Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın da evi arandı.

yargının demokrasiye engel çıkarmasının kabul edilemeyeceğini öne sürüyordu. AKP’nin meydanlardaki sert tavrını seçim sonrasında da sürdürmesi, risk almaktan çekinmediğini, gerici-faşist çizgisinin arızi ve geçici bir seçim taktiği değil hem kurumsal hem de stratejik bir tercih olduğunu gösterdi. Gücü yüzde 50’lik oy oranını ve bunun mecliste sağladığı temsil olanağını aşan AKP, devletleşen ve hukuksuzluğu hukuka uygun biçimde yürüten bir devlet-iktidar partisi haline geldi.

Gözaltındakilerin savcı karşısına çıktığı gün adliyeye gelen iki Halkevi üyesi “Duyduk ki bizi arıyorlarmış. İşte geldik, buyursunlar alsınlar. Biz terör örgütü üyesi değil, Halkevi üyesiyiz. Halkın hakları mücadelesi veriyoruz ve tek yol sokak diyoruz. Kimse bize terörist damgası vuramaz” diyerek savcı karşısına çıktılar. Savcının 17 kişiyi tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etmesinin ardından 7 Halkevi, 7 Öğrenci Kolektifleri ve bir ÖDP üyesi tutuklandı.

MAHKEME DE⁄‹L, T‹YATRO Sorgulama ve mahkeme süreci ise AKP kontrolündeki yargının en çarpıcı örneği oldu. Soruşturmayı yürüten Ankara Özel Yetkili Savcısı Hakan Yüksel; sanıklar hakkında terör örgütü adına faaliyette bulunmak, Toplantı ve Gösteri

Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, kamu malına zarar ve polise mukavemet suçlamalarını isnat etti. Savcının dosyayı sevk ettiği hakim ise üç gün önce 29 kişi hakkında arama ve yakalama kararını çıkartan hakimdi. Sanık avukatları, “Yakalama kararı çıkartan bir hakim tarafsız karar veremez” diyerek ‘reddi hakim’ talep etti. Ancak reddi hakim talebini değerlendiren de yine aynı hakim oldu. Aynı hakimin hem yakalama kararı çıkarması, hem reddi hakim talebini değerlendirmesi, hem de mahkemeyi yönetmesi ile birlikte tam bir tiyatro oynandı. Hakimin üç saat boyunca tek bir terör örgütü sorusu sormaması dikkat çekti. Sanıkların kaçma şüphesi bulunduğu ve delillerin toplanmadığı ifadesi de kafalarda soru işaretleri bıraktı, çünkü kaçma şüphesi bulunduğu iddia edilenlerden

Mektuplar için

H

ikisi kendi istekleri ile savcının karşısına çıkmışlardı. Buna karşın tutuklanan 15 kişi, herhangi bir delil gösterilmeden ve sorgulama yapılmadan terör örgütü adına faaliyette bulunmuş oldular.

YUMURTALI TERÖR ÖRGÜTÜ! Adı konulamayan, hakkında delil sunulamayan terör örgütünü AKP’nin olduğu yerlerde görmek mümkün. Çünkü tutuklananlar, yumurtaları ile AKP’nin demokrat maskesini her fırsatta indirenler. AKP’lileri, sermaye temsilcilerini, İsrail Büyükelçisi’ni ve NATO askerlerini yumurtalayan Öğrenci Kolektifleri’nden 10 kişi tutuklanması ‘hesaplaşma’ olarak yorumlandı. Bir diğer tutuklu Halkevleri GYK üyesi Mahir Mansuroğlu da 2006’da Mersin’de Tayyip Erdoğan’a

Türkiye’nin farkl› kentlerine atanarak da¤›t›ld›. Atamalarda ‹smaila¤a ve Fettullah Gülen cemaatlerine yönelik eski Erzincan Baflsavc›s› ‹lhan Cihaner’in sürdürdü¤ü soruflturmaya el koyan Erzurum savc›lar› ise terfi etti. Atamalar, yarg›da AKP ile çat›flan kararlara imza atan tüm hakim ve savc›lar›n hem daha ifllevsiz görevlere getirilmesi hem de tasfiye edilmesiyle sonuçland›.

yumurta atmış ve 30 gün tutuklu kalmıştı. Yumurtalı protestolara terör damgasını ilk vuran ise Zaman gazetesiydi. Geçen sene yumurtalı protestoların terör örgütü bağlantılı olduğunu iddia eden Zaman, Halkevleri’ni de terör örgütü olarak lanse etmiş, iddiaları nedeniyle Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tazminat ödemeye mahkum edilmişti.

opa’da tutuklanan Ali Aksu, İbrahim Aksı, Yunus Aksu, İdris Akbıyık, Önder Öner, Şafak Ustabaş, Şinasi Gümüşkaya, Görgü Demirpençe, Erhan Köse, Cengiz Akyüz, Şaban Kotil, Ender Yalçın için “Erzurum E Tipi Hapishanesi Merkez/Erzurum”, Ferdi Şağbanoğlu için ise “Oltu T Tipi Hapishanesi Oltu/Erzurum” adreslerine mektup gönderilebilir. Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda (SKCİK) bulunanların adresleri de şöyle: Ozan Gündoğdu: SKCİK 1 Nolu L Tipi Cezaevi C15 Koğuşu Sincan/Ankara Soner Torlak: SKCİK 1 Nolu L Tipi Cezaevi B5 Koğuşu Sincan/Ankara Göksel Ilgın: SKCİK 1 Nolu L Tipi Cezaevi A5 Koğuşu Sincan/Ankara Ömür Çağdaş Ersoy -

Ferat Konukcu: SKCİK Çocuk ve Gençlik Cezaevi A3 Koğuşu Sincan/Ankara Çağrı Yılmaz – Uğur Tuna – Hikmet Tanıl: SKCİK 1 Nolu F Tipi Cezaevi A7-20 Koğuşu Sincan/Ankara Uğur Uzunpınar – Hamza Doruk – Tayfun Yıldırım: SKCİK 1 Nolu F Tipi Cezaevi C11-98 Koğuşu Sincan/Ankara Mahir Mansuroğlu – Nuri Özçelik – Can Kaya: SKCİK 1 Nolu F Tipi Cezaevi B2-56 Koğuşu Sincan/Ankara Zafer Algül – Can Türkyılmaz: SKCİK 1 Nolu F Tipi Cezaevi C7-88 Koğuşu Sincan/Ankara Kadir Aydoğan – Özgür Atmaca – Ozan Sürer: SKCİK 1 Nolu F Tipi Cezaevi A4-11 Koğuşu Sincan/Ankara Demet Yılan: SKCİK Kadın Cezaevi J3 Koğuşu Sincan/Ankara.


5

DÜNYA 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Yunanistan’da tek yol sokak Y

unanistan’da emekçilerin aylardır protesto ettiği bütçe kesintisi tasarısı, 29 Haziran’da parlamentoya geldi ve kabul edildi. 138’e karşı 155 oyla kabul edilen yıkım paketi, beraberinde getireceği bütçe kesintileri ve özelleştirmelerle, ülkeyi çok daha büyük bir yıkıma sürükleyecek. Aylardır grevlerle, eylemlerle, işgallerle, boykotlarla neoliberal yıkım politikalarına karşı direnen Yunanistanlı emekçiler, 28 milyar dolarlık bütçe kesintileriyle ülkeyi daha fazla yoksulluğa sürükleyen Yorgo Papandreu ve hükümetine karşı Yunanistan’ın sahipsiz olmadığını bir kez daha gösterdiler. 15 Haziran’da Atina’da parlamento binasının etrafını kuşatan ve Papandreu hükümetini kabineyi değiştirecek kadar köşeye sıkıştıran muhalefet, o günden bu yana yaşanan gelişmeler karşısında da sessiz kalmadı. Neoliberal yıkıma karşı sokaktan gelen sert tepki nedeniyle, 17 Haziran’da kurulan yeni kabinenin güvenoyu almasının zor olduğu görüşü ülkeye hakim olsa da, Papandreu’nun yeni hükümeti 300 sandalyeli parlamentoda 155 oyla güvenoyu aldı. Papandreu’nun kıl payı farkla güvenoyu almasıyla birlikte, 20122015 arasında 28,4 milyar dolarlık bütçe kesintisi, yeni özelleştirmeler ve 5 yıllık vergi artışı uygulamalarını kapsayan yıkım paketi tekrar parlamentonun gündemine geldi. Lüksemburg’da toplanan on yedi Euro bölgesi

Y

unanistan’da AB ve IMF’nin dayattığı neoliberal yıkım paketi parlamentodan geçti, sokakta barikata takıldı

maliye bakanının yaptığı Yunanistan toplantısından da paketin derhal parlamentodan geçirilmesi yönünde karar çıktı. Toplantıdan, borç batağında olan Yunanistan’ın 12 milyar Euro’luk ikinci yardım paketinden yararlanabilmesi için, kemer sıkma politikalarının derhal uygulamaya konulması gerektiğine dair bir sonuç çıktı. Geçen yıl 110 milyar Euroluk “yardım paketini” onaylayan

Yunanistan hükümeti, ülkeyi büyük bir yıkıma sürüklemesi beklenen paketten “yararlanabilmek” için AB-IMF kıskacına girdi. Neoliberal yıkım “tedbir”leri ile ülkenin alacaklılarına yapılacak ödemelerin güvenliği amaçlanıyor. Alacaklılar ise Avrupa Birliği ve IMF. Tüm dünyadaki ana akım medyada Yunanistan’da paketin onaylanmaması halinde ülkenin iflasa sürükleneceği haberleri yapılırken, dünya halklarının kanını

emmeye and içen Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Yunanistan için de devreye girdi ve Fransız bankalarının Yunanistan’a verdiği kredilerde düzenleme yapacağını ancak Yunanistan’ın da bir adım atması gerektiğini açıkladı. Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble de Yunanistan’ın AB ve IMF’nin yıkım politikalarını kabul etmemesi halinde kredi alamayacağını ve iflasa sürükleneceğini söyleyerek

Esad tehditlerini sürdürüyor S

uriye Devlet Başkanı Beşer Esad’a karşı protestolar sürerken 20 Haziran Pazartesi günü bir konuşma yapan Esad, halka yönelik tehditlerini sürdürdü. Konuşmasına barış çağrısı yaparak başlayan Esad, protestoları “Bu bir komplo, bakteri her dakika yayılıyor” sözleriyle niteledi. “Mutlaka ülkemizi bu mikroplardan temizlememiz gerekiyor. Her yerde mikroplar var. Aylar ya da yıllar süreceğini düşünmüyorum” diyen Esad, halka yönelik katliamların süreceğinin de ipucunu verdi. Protesto gösterilerinin özgürlük maskesi altında ülke dışından yönlendirilen bir komplo olduğunu iddia eden Esad, reformlarla ilgili ise muğlak konuştu. Ağustos ayında seçim olacağını “ertelenmezse” diyerek ifade ederken, reformların ise eylül ayında biteceğini savundu. Esad’ın ülkedeki katliamdan kaçarak Türkiye’ye gelen Suriyelilere yaptığı “dönün”

çağrısı ise yankı bulmadı. Hatay’daki mülteciler Esad gitmeden dönmeyeceklerini söylüyor. Zira Suriye’de katliamlar sürüyor. 24 Haziran günü, cuma namazının ardından sokağa çıkan Suriyelilere yine askerler tarafından ateş açıldı. Şam'ın yakınındaki Barzeh'te 5, başkentin güneyindeki Kisva kasabasında 6, Humus ve çevresinde ise 7 kişi yaşamını yitirdi. Eylemlerde çok sayıda kişi de gözaltına alındı. Öte yandan Türkiye’ye kaçışları engellemek isteyen Suriye ordusu sınıra barikat kurdu ve sınıra yakın bir köye operasyon düzenledi. Sınırdaki durum ABD tarafından “çatışma çıkabilir” sözleriyle nitelendi. ABD’li yetkililerin Esad’a yönelik tutumlarının giderek sertleşmesi, Suriye’de “alternatiflerin düşünüldüğü” yorumlarına neden oluyor. Nato müdahalesi şimdilik uzak bir ihtimal olsa da son olarak bir Katar gazetesine konuşan Abdullah Gül’e göre “reform olmazsa müdahale olabilir.”

ısır’da halk isyanını simgesi haline gelen Tahrir Meydanı’nda 28 Haziran Salı günü gerçekleştirilen ilk eylemde “Kahrolsun askeri cunta” sloganları atan eylemciler Mübarek’in gitmesinin ardından iktidara geçen Mısır Yüksek Askeri Konsey Başkanı Hüseyin Tantavi’yi protesto

Rehin işçi, rehin vekil

Ali Ergin Demirhan ali@ sendika.org

etti. Mübarek ve adamlarının hızlı bir şekilde yargılanmasını talep eden eylemcilere polis sert bir şekilde saldırdı. Polisin saldırısı üzerine başlayan çatışmalarda bazıları ağır olmak üzere 45 yaralı ve çok sayıda gözaltı olduğu ifade edilirken eylemler gece boyunca devam etti. Ertesi gün Tahrir’de toplanan eylemcilere polis yine

ir ay önce Erbil ve Tikrit’te çeşitli gözlemlerde bulunma şansım oldu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile girilen ekonomik ilişkilerden nasiplenen müteahhitlerin “KürdistanBarzani”yi aşkla ama “PKK-BDP”yi nefretle anması, şantiyelerinde çalıştırdıkları çoğunluğu Türkiyeli Kürt işçilerin çalışma koşullarına ve Erbil’in toplumsal dokusuna bakınca daha iyi anlaşılıyordu. Yaklaşık 30 bin Türkiyelinin yaşadığı ve sokaklarında Arapçadan çok Türkçenin konuşulduğu Erbil’de, iş yasası ya da vergi gibi “can sıkıcı” kısıtlamaların olmayışı ve düşük rüşvet oranları Türküyle-Kürdüyle Türkiye sermayesini “Kürdistan’a hücum” ettiriyor. Derme çatma kulübelerde açılan kebapçılardan yumurta gibi en basit gıda maddelerine, oto galerilerden marketlere kadar sayısız ekonomik faaliyet alanında Türkiye’yle karşılaşıyorsunuz. Kendisini iktidar partisiyle özdeşleştirenlerden “komünist” diye ananlara kadar farklı profillerden taşeronlara rastlıyor, Erbil’i ve Barzani ailesini ne kadar sevdiklerini dinliyor, Türkiyeli Kürtlerin siyasi temsilcilerinden bahis açılınca ise yüzlerinin buruştuğunu görüyorsunuz. Erbil’deki müteahhitler AKP’nin “Kürt açılımı”nı

B

saldırdı. Eylemlere katılan göstericiler, insanların üst düzey yetkililere açılan davaların yavaş ilerlemesine kızgın olduğunu ifade ediyor. Şu ana kadar eski yöneticilere karşı açılan davalardan sadece ikisi sonuçlandı. Mısır'ın eski Ticaret Bakanı Raşit Muhammed Raşit ve Eski Maliye Bakanı Yusuf Boutros

En ‘kral demokrasi’ tavizi O

Mısır’da askeri yönetime karşı eylem M

tehditler savurdu. Yıkım paketlerinin iktidar partisi PASOK tarafından parlamentoya getirilmesine karşı muhalefetin tepkisi beklendiği gibi çok sert oldu. Muhalefet tarafından, bir süredir yapılan eylemlerin merkezi olan, parlamento binasının da bulunduğu Syntagma Meydanı’nda bir araya gelme çağrısı yapılırken, Kamu Emekçileri Sendikası ve İşçi Sendikaları Federasyonu da 48 saatlik grev kararı aldıklarını açıkladı. 28 Haziran’da başlayan genel greve, taşımacılık, basın, eğitim, ulaşım gibi hayati sektörlerde çalışan on binlerce emekçi katıldı. Yılbaşından bu yana dördüncü kez genel greve giden Yunanistanlı emekçilere öğrenciler de büyük destek verdi. Atina’da bir araya gelen on binlerce kişi bir kez daha parlamento binasını kuşattı ve paketin onaylanmamasını istedi. Polisin saldırmasıyla çıkan çatışmalar kısa sürede tüm kente yayıldı ve gün boyu sürdü. 29 Haziran sabahına da çatışmalarla başlayan Atina, özellikle yıkım paketlerinin onaylanmasından sonra çok şiddetli çatışmalara sahne oldu. Polisin gazlı saldırısında molotof kokteylleri, taş ve sopalarla yanıt verildi. Bir başka büyük kent olan Selanik’te de yoğun çatışmalar yaşandı. Emekçiler eylemlerde “Hükümetin bize açtığı savaşa, savaşla karşılık vereceğiz” diyerek neoliberal yıkıma karşı mücadeleyi sürdüreceklerini vurguladılar.

Ghali yolsuzluk ve zimmet suçlarıyla hapis cezasına çarptırıldı ancak ikisi de hala kayıp. Mısırlılar 2. Mısır Devrimi olarak adlandırdıkları Tahrir eylemlerine katılım çağrısı yapıyor. Düzenlenen eylemlere Mübarek’e karşı gösterilerde katledilen 850 kişinin ailelerinin de destek verdiği belirtiliyor.

rtadoğu’daki halk isyanlarından önemli şekilde etkilenmesi beklenen ülkelerden olan Fas’ta Kral 6. Muhammed, mart ayında aldığı siyasi “reform” kararıyla ilgili hazırlanan taslağı halka açıkladı. Kralın açıkladığı “reform” paketine göre, kral yetkilerinin bir kısmını seçimle göreve gelecek olan kişilere devretse de krallık makamı olduğu gibi korunuyor. Çoğu işbirlikçi olan partilerin de yapımına katıldığı “reform” paketinin içerisinde yeni bir anayasa da var. Partilerin katılmasından dolayı çok demokratik olarak lanse edilen değişikliklere, Fas halkı çok da itibar etmiyor. Mutlak monarşiyle yönetilen ülkede, tam anlamıyla demokratik bir yapıya geçilmesini isteyen halk, düşük yoğunluklu da olsa şubat ayından beri eylemlerini sürdürüyor. Özellikle 20 Şubat Hareketi isimli gençlik örgütünün organize ettiği eylemlerle tam demokratik anayasa taleplerini dile getiren Faslılar, Kral 6. Abdullah’ın “en çok oyu alan iktidar oluyor” diyerek, yeni bir şey bulmuş gibi anlattığı temsili demokrasi gibi “yenilik”leri de yetersiz buluyor. 1 Temmuz’da yapılacak olan referandumda değişiklikleri oylayacak olan Faslılar, “yetmez ama evet” demeyerek, gerçekten halkçı bir anayasa ve değişiklik paketinin hazırlanması için mücadelelerini sürdürmekte kararlı olduklarını ifade ediyorlar.

destekliyor ve “Kürdistan’ın tanınmasını” doğru buluyor ancak bu açılımın PKK ile bir uzlaşmayı içermediğinden emin bir şekilde konuşuyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi başta olmak üzere işgal sonrası Irak’ta müteahhitlik işleri pastasından Türkiye sermayesinin büyük bir dilim aldığı zaten konuşulan bir şeydi. Ancak sermaye basını ve sol milyar dolarlık ihalelerden söz ederken bu işlerde çalıştırılan işçilerden pek bahsetmedi. Oysa Irak işgalinde Iraklılardan sonra en çok can kaybında, birinci sırayı Amerikan askerleri, ikinci sırayı İngiliz askerleri, üçüncü sırayı da Türkiye’den Irak’a çalışmaya götürülen emekçiler oluşturuyor. Tikrit’te bir şantiyede kaçak olarak çalıştırılırken Irak polisi tarafından yakalanıp sınır dışı edilen ve belki de bu şekilde canlarını kurtaran Elbistanlı işçilerin haberi 22 Haziran’da çeşitli basın organlarında yer aldı.

Ortadoğu’nun, göçmen işçilere dayalı mutlak güvencesiz emek pazarının eşsiz bir prototipini sunuyordu. İşçiler için yatacak yer, lavabo, banyo, kullanma suyu, düzenli yemek koşulları oluşturulmadan başlatılmış bir inşaat… Elbistan’dan ve Muş dâhil diğer Kürt illerinden getirilmiş 40-50’li yaşlarda inşaat işçileri, kaba inşaat içinde, patronun 5 yıldızlı otel dediği ve içinde yalnızca ranzalar üstüne atılmış süngerlerin bulunduğu bir odada uyumaya çalışıyorlar. Ancak uyumaları mümkün değil. Çünkü sıcaklık en serin zamanda dahi 30 derecenin altına düşmüyor ve günlerdir yıkanamamışlar. Üstüne üstlük açlar. Çünkü yemek çok geç çıkıyor ve istekleri kimi zaman 10’da bir kimi zaman 20’de bir oranında karşılanıyor. Kask, eldiven, kerpeten vs gibi çalışma gereçleri de tedarik edilmemiş. İşçilerden biri yaralı elini uzatıyor ve sitemle söylüyor: “1 liralık bir eldiven için…”

TİKRİT’TE BİR ŞANTİYE Bir ay önce Tikrit’teki söz konusu şantiyede Elbistanlı işçileri ve çalışma koşullarını görmüş ve gördüklerim karşısında, işçilerin sınır dışı edilme haberi gelmeden önce bu yazıyı yazmaya karar vermiştim. Şantiye, yeni

MUTLAK GÜVENCESİZLİK İÇİN Kürdistan Bölgesel Yönetimi, biçimi her ne olursa olsun aşiretlere dayalı yönetimi ve hizmet sektöründe Afrika-Güney Asya’dan, inşaat sektöründe Türkiye’den gelen çoğunluğu Kürt göçmen işçileri ile giderek bir

Körfez ülkesini andırmakta. Aşiret egemenliği, gerici toplumsal yapısı, katı sınıfsal ayrımları, kadının sosyal yaşama neredeyse “hiç” derecede katılımı ile Türkiye’deki Kürt hareketinin savunduğu toplumsal projenin tam zıddı bir pozisyonda. Sermayenin Erbil aşkının, Ankara-Erbil aşkı ile tamamlanması bu anlamda da tutarlıdır. Ankara-Erbil aşkının tek pürüzü Kandil. Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içindeki Kandil, tarihsel ezilmişliğine isyan ederek kendini bir halk hareketi olarak var eden Kürtlerin güvencesi... Ancak bugünkü Erbil gerçeği, Türkiye’ye Kürt egemen sınıfları ve onların rehin aldığı Kürt proletaryası üzerine yükselen yeni bir toplumsal proje vaat ediyor. AKP’nin aslında hiç kesintiye uğramamış olan “Kürt açılımı” tam da bu projeyi hedefleyerek, yoksul Kürt halkının siyasal temsilcilerinin tasfiyesi üzerinden ilerliyor. Kürt işçilerin şantiyelerde, siyasi temsilcilerinin de hapishanelerde rehin alındığı bir süreçte, bugün için tek güvence olan silahların bırakılacağı bir çözüm üzerine konuşuluyorsa, hem içerde hem dışarıdaki göçmen Kürt işçilerini mutlak güvencesizlikten kurtaracak bir mücadele üzerine düşünmekte fayda var.

7

iklim 5 kıta

Bolivya’da g›da devrimi

B

olivya Devlet Başkanı Eva Morales, ülkesinin gıda güvenliğini garanti altına almak için tohum ve gübre üretecek kamu şirketleri kurulmasına yönelik yasayı onayladı. Biyo-çeşitliliği korumayı ve yabancı tohum şirketlerine bağımlılıktan kurtulmayı amaçlayan Bolivya yönetimi, halkın kendini doyurmasını sağlayacak gıda devrimi için 10 yıl içinde yarım milyar dolarlık yatırım yapacak.

Chavez’i öldüremediler

A

merika'da İspanyolca yayın yapan ve Küba karşıtlığıyla bilinen El Nuevo Herald gazetesi, 10 Haziran’dan bu yana ameliyat olduğu Küba’da bulunan Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in durumunun kritik olduğunu iddia etti. Ancak Venezüellalı yetkililer bu haberi yalanladı ve Chavez’in durumunun iyi olduğunu, gazetenin Venezüella’daki gerici odakları harekete geçirmek için propaganda yaptığını açıkladı. Karşıdevrimci basın organları daha önce de pek çok kez sosyalist önderler hakkında bu tip haberler çıkarmıştı. Onlara göre Castro yüzlerce kez ölmüştü, Chavez’in ölüm sayısı da gittikçe artıyor.

Kralla görüflme yok

B

ahreyn'in en büyük muhalefet grubu El Vefa, iktidarla müzakereleri reddettiğini açıkladı. El Vefa lideri Ali Salman, politik reformlarla sonuçlanacak gerçek bir diyaloğun gerekli olduğunu söyledi. Salman, işçileri, sağlık personelini, avukatları tutuklayan iktidarın, muhalefetle gerçekten bir diyalog kurma niyetinde olmadığını belirtti. Muhalifler, şubat ayında Arap isyanlarından etkilenerek Manama'daki İnci Meydanı'nda gösteriler düzenlemişti. Gösteriler kanlı bir şekilde bastırılmış ve El Vefa’nın 18 milletvekili istifa etmişti.

Lagarde IMF Baflkan›

U

luslararası Para Fonu'nda (IMF) cinsel taciz nedeniyle tutuklanan ve sonra kefaletle serbest bırakıldıktan sonra istifa eden Dominique Strauss-Kahn'ın yerine Fransa Maliye Bakanı Christine Madeleine Odette Lagarde seçildi. Lagarde, IMF'nin ilk kadın başkanı oldu. ABD, Rusya ve Çin gibi ülkelerin desteğini alması nedeniyle seçilmesine kesin gözüyle bakılan 55 yaşındaki Lagarde, paranın patronluğu için Meksika Merkez Bankası Başkanı Agustin Carstens'le yarışmıştı. Lagarde Fransa’da 17 Haziran 2007’den beri Maliye Bakanlığı yapıyordu.


6

İNSANCA YAŞAM 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Çocu¤umun eti de kemi¤i de benim eçen hafta kızımın bölüm seçimi (fen, matematik ya da sosyal bölümü) için okuluna gittik. Müdür yardımcısı ile görüştük ve seçmeli dersleri belirledik. Buraya kadar her şey normaldi. Bir veli ve bir eğitimci, öğrencinin ileride alacağı dersleri yani öğrencinin yaşamını şimdiden belirledik. Kendisi Türkçe Matematik istedi, çünkü avukat olmak istiyordu. Kalkmak üzereyken müdür yardımcısı bilgisayar ekranına bakarak eğitim katkı payını ödemediğimi, ödemem gerektiğini söyledi. Ben de eğitime katkı payını yaptığım her alışverişten, cep telefonu faturasına kadar ödediğimi, bununla da kalmadığını, vergilerimi de eksiksiz ödediğimi söyledim. Müdür yardımcısı ise eğitime katkı payının direkt okula ödenmesi gerektiğini söyledi. Ben de böyle bir şey olmadığını, tüm kamu kurumlarında adımıza kesilen fatura ve vergilerdeki; yine bazı tüketim mallarındaki eğitime katkı vergilerini ödediğimi tekrar belirttim. Müdür yardımcısı bunlardan okula bir şey gelmediğini, okulun harcamalarının olduğunu, temizlik Fatma malzemesinden hademesine, Tahmaz elektriğinden suyuna kadar tüm giderleri okulun kenKad›köy disinin karşılamak zorunda Halkevi olduğunu söyledi. Bu tür giderlerin doğal olarak yapılması gereken giderler olduğunu ve muhatabın biz veliler değil, devlet olduğunu dolayısıyla bu parayı ilgili kurum olan Milli Eğitim Bakanlığı’ndan istemeleri gerektiğini söyledim. Müdür yardımcısı konuşmayı keserek müdürle görüşmemi söyledi. “Olur” dedim, müdürü bekledim, içeri geldi. “Günaydın” diyerek konuşmaya başladık. Müdür bey, okulun harcamaları olduğunu bunların karşılanması için devletten bir şey gelmediğini kendilerinin de bunu velilerden topladıklarını söylerken çocukların ihtiyacı olan temizlik malzemeleri, temizlikçi gibi giderleri örneklerle anlatmaya çalıştı. Ben de müdür yardımcısına söylediklerimi tekrarladım. Devam ettim. “Devlet büyükleri demiyor mu her yıl milli eğitim bütçesine şu kadar ayrıldı diye? Okulun her şeyini veliler karşılıyorsa ayrılan bütçe nereye gidiyor? Fatih projesi ile okullara akıllı tahta, akıllı kitaptan bahsediliyor, şu kadar bütçe ayrıldı, milyonlarca dolar bunlar için harcandı deniliyor, bizlerden okullardan akıllı tahta, temizlik vb. giderler için para isteniyor. İnsanlar buradaki çelişkiyi görmüyor mu?” Konuşma uzadıkça ben yazı gönderilerek Milli Eğitim’den istemeleri gerektiğini söylerken onlar da istemeyeceklerini söylüyordu. “Bana ne demek istiyorsun elime yazı alıp köprüye mi çıkayım?” dedi müdür bey. Ben de böyle bir şey demediğimi, yazışmalarla bunun ilgili kurumlardan istenmesi gerektiğini tekrar tekrar söyledim. Müdür bey ise sürekli 657’ye tabii olduğunu söyledi. Baktım müdür beyi ikna etmek mümkün değil, o zaman okulun hangi giderleri için ne kadar katkı payı istediğinizi yazılı olarak verin dedim. Bu arada konuşmanın dozu terbiyesizlik aşamasına geldi. Eğitimci olduğunu hatırlatarak bu üslupla ve hakaret eder tarzda konuşmaması gerektiği söyledim. Müdür Bey ayakta yerinde duramıyordu. Çocuğuma bu tarzdaki birinin eğitim verdiğini gördüğüm için çok üzüldüğümü, alacaklı adına para tahsil etmeye gelen biri gibi davrandığını, bunun da bir eğitimciye yakışmadığını tekrar tekrar söyledim. Söylenerek odadan çıktı. Müdür yardımcısıyla biraz konuştuk müdür beyin terbiyesiz bir üslupla konuştuğunu, yılların eğitimcisine yakışmadığı söyledim ve odadan ayrıldım. Bu arada seçmeli dersler hakkındaki dilekçenin fotokopisi için kızım odadan çıkmıştı. Kızım fotokopi çektirirken dışarı çıkan müdür bey kızımı kastederek “fotokopi ve kağıt parasını alın” demiş. Bunu dışarı çıkınca kızım söyledi. Müdür beyin yanına geri döndüm odasının kapısı sık ısıkıya kapalıydı oradaki memura kayıt yaptırırken verdiğim kırtasiye malzemelerinin arasında en az 5 top kağıt olduğunu, fotokopi kağıdının parasını peşinen verdiğimi söyledim, eminimki müdür bey bunu duymuştur. Vayy öğretmenim vay… Demek ki diye düşündüm, okula başladığımızda büyüklerimiz öğretmenlerimize bizi teslim ederken ‘eti sizin kemiği bizim’ diye emanet ederlerdi. Bugün karşımda 60-65 yaşlarında bir eğitimci mi ya da bunu söylerken utanıyorum ama tahsildar mı var anlayamadım. Bizler böyle eğitimci hayır hayır eğitimci diyemiyorum, böyle kişilere mi geleceğimizi, çocuklarımızı teslim ediyoruz. Hayır hayır benim çocuğumun eti de kemiği de insanlığın olmalı… Sayın öğretmenlerimiz lütfen kişiliğinize ve mesleğinize saygı duyun ve gereğini yapın. Sayın veliler, çocuklarımıza sahip çıkalım, çıkmak için de ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Belki uzun bir yazı oldu ama sizlerle kelimesi kelimesini paylaşmak istiyorum.

G

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Art Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Hak talebine atılan suç T

ayyip Erdoğan’ın ‘ustalık’ diye nitelediği üçüncü AKP dönemi; emeğin güvencesizleştirilmesi, doğanın talan edilmesi, kentlerin yağmalanması ve halkın en temel haklarının piyasaya teslim edilmesi politikalarının had safhaya ulaşacağı bir dönem olmanın işaretlerini şimdiden vermeye başladı. AKP, hakları için mücadele edenleri suçlulaştırmak için de tüm gücüyle çaba sarf ediyor. SALDIRININ HUKUKU KURULUYOR İktidara gelmesinden bu yana devlet kurumlarını bir bir kontrol altına alan AKP, son olarak 12 Eylül referandumu ile birlikte yargıya elini atmıştı. Adalet Bakanı’nın başkanlık ettiği Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun son atamaları ile birlikte yeni hukuk düzeni tesis edildi. Polis teknik takipler, basın açıklamalarına yapılan sert müdahaleler ve işkenceli gözaltılar ile yükselen muhalefeti baskı altına almaya çalışıyor. Savcılar, bu durumu iddianame haline dönüştürüyor ve suçlulaştırma görevini yerine getiriyor. Yargıçlar, önüne gelen dosyayı sorgulamadan, gerekçe göstermeden karara bağlıyor. AKP yanlısı medya ise her üç yapı ile de paralel bir yol izliyor. Kimi zaman provoke ederek, kimi zaman hedef göstererek oluşturduğu dili tüm sürece yayıyor. Böylece dünyada Birleşmiş Milletler ve NATO gibi emperyalist oluşumlar tarafından tehdit unsuru ilan edilen hak mücadeleleri, ülkemizde de suç kapsamına alınıyor. HAK ARAMAK SUÇ, HAKKINI ARAYAN SUÇLU Geçtiğimiz yıllarda Tekel işçileri ile dayanışmak amacıyla Ankara metrosunda parasız ulaşım hakkını kullananlara “demiryolu aracını kaçırmak” suçlamasıyla dava açılmıştı. Sanıklardan Zafer Algül’ün savunmasında “Metro en fazla Kızılay’a kadar gidiyor. Nereye kaçırayım?” sözleri suçla-

Hak mücadelelerinin yaygınlaşmasından rahatsız olan AKP iktidarı hak mücadeleleri ile, suç ve terör arasında bağlantı kurarak yükselen hak taleplerini bastırmaya çalışıyor

Dünyada hak arama ‘suçları’ Hak mücadelesi yürütenleri suçlulaflt›rmaya yönelik politikalar ve kararlara dünyan›n pek çok farkl› noktas›nda rastlamak mümkün. Nijerya Senatosu 17 Mart 2005’te sendikalar yasas›nda yapt›¤› de¤ifliklikle iflçilerin greve gitmesini yasaklad›. Dünyan›n önde gelen petrol üreticilerinden Nijerya’da hükümetin ve yabanc› petrol flirketlerinin önündeki en büyük engel genel grevler ve yol blokaj eylemleri idi. Yasadaki de¤ifliklik ile grev manın niteliğini gözler önüne sermişti. 12 Eylül referandumu öncesi “Hayır” yazılı afiş asan iki Halkevi üyesinin aldığı 6 ay hapis cezası afiş asmayı suç haline getirmişti. Üniversitelerinin piyasalaşmasına yumurtalarıyla karşı çıkan öğrencilere açılan soruşturmalar ile hidroelektrik santrallerine karşı çıkan köylülere

ça¤r›s› yapmak bile hapis cezas›na gerekçe oluflturdu. Güney Afrika’n›n Durban kentinde kentsel dönüflüme direnen 15 mahallenin bir araya gelmesiyle oluflan Gecekonducular Hareketi’nin baflkan yard›mc›s› Philani Zungu, 9 A¤ustos 2007’de üstünü aramak isteyen polise direndi¤i gerekçesiyle tutukland›. ‹lerleyen günlerde Zungu’nun tutuklanmas›n› protesto eden iki kifli daha tutukland›.

açılan davalar farklı alanlardaki baskıların örnekleri idi. SUÇLAMALARDA GER‹C‹ DAMAR Sadece sermayeye dönük politikalar değil, gericilik de suçlamalarda kendisine yer buldu. On yıllardan bu yana Hatay’ın Samandağ ilçesinde evlerde çocuk-

lara Alevi inancıyla ilgili sohbet toplantıları yapan inanç önderleri hakkında “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği’ne aykırı olarak Kuran Kursu faaliyetlerinde bulundukları” gerekçesiyle dava açılmıştı. Tacizci Hüseyin Üzmez’in aklanırken, kendisini

protesto eden iki kadının 15 yıl ile yargılanması ise gerici erkek egemen zihniyetin geldiği kurumsallaşma noktasını gözler önüne sermişti. SEÇ‹M SONRASINDA BASKILAR ARTTI Seçim sonrasındaki 15 gün bile hesaplaşma ve suçlulaştırma örnekleri ile dolu. Metin Lokumcu’nun öldürülmesini Hopa ve Ankara’da protesto eden onlarca kişi hakkında “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla Özel Yetkili Mahkeme tarafından tutuklama kararı verildi. 5 öğrencinin tutuklanmasıyla sonuçlanan 4 Haziran’daki davada hakimin “Terör örgütü suçlaması için yeterli delil yok. Ancak dava sürecinde delil toplanabilir” yorumu önce bir suç icat edilip sonra ona uygun delil toplandığını gösteriyor. Nitekim 4 Haziran’da yeterli olmayan deliller, aynı eylemde yer aldığı gerekçesiyle gözaltına alınan 15 kişi için iki hafta sonra yeterli hale geldi ve 15 kişi “terör örgütü yararına faaliyet yürütmek”ten tutuklandı. Üstelik kararı veren hakim, sanıklar hakkında arama kararını da veren hakimdi. 2010’da Arızlı’da evlerinden çıkartılmak istenen depremzedelerin polis ile arasında yaşanan arbede mahkemelik olmuştu. 23 Haziran’da 3 kişi hakkında “görevi yaptırmamak için direnmek” suçlamasıyla hapis cezası verildi. Ceza alanlardan birisi de 18 Nisan 2011’de evden çıkartılmalarını kendisini yakarak protesto eden Recep Uğur. Polise mukavemet suçlamasının hapis cezasına sebep oluşturduğu bir başka örnek de Aydın’ın Çine ilçesinde yaşandı. Meraları zara göreceği için köylerine rüzgar enerji santrali yapılmasını istemeyen köylüler ile jandarma arasında çıkan arbede sonucunda 7 kişi gözaltına alındı, 2 kişi ise “mukavemet” ve “yol kesme” suçlamalarıyla tutuklandı.

Şifreyi akla yumurtayı tutukla Metin Hoca kazandı HES kaybetti H

opa’yı HES’lere ve Tayyip Erdoğan’a dar eden halk, ilk kazanımını elde etti. Nett Enerji, halkın tepkisinden çekinerek HES projesini iptal etti. Artvin Hopa’daki Güneşli Hidroelektrik Santrali (HES) projesine karşı mücadele zaferle sonuçlandı. Projeyi gerçekleştirecek olan Nett Enerji, 28 Haziran’da bir basın açıklaması yayımlayarak projeden vazgeçtiğini duyurdu. Yükselen HES karşıtlığının Hopa’da da bulunduğunu ifade eden şirket, açıklamasında “Yaklaşık 5 yıldır üzerinde çalışarak tüm hazırlık çalışmalarını tamamlamış olmamıza rağmen, Hopa’da hayata geçirmeyi planladığımız Güneşli HES Projesi’nden, sorumlu bir davranış sergileyerek toplumsal bir olaya bahane edilmemesi amacıyla vazgeçtiğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz” dedi.

Şirketin HES’ten vazgeçtiğini açıklaması ile ilgili Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) Yönetim Kurulu Üyesi ve Halkevleri yöneticisi Kamil Ustabaş Halkın Sesi’ne konuştu. 31 Mayıs’ta başbakanın gelmesiyle uğradıkları saldırının “Su hayattır satılamaz” pankartı nedeniyle çıktığını hatırlatan Ustabaş, şirket kararının mücadeleyle elde edilen bir zafer olduğunu ifade etti. Diğer HES şirketlerinin de benzer kararlar almalarını öneren Ustabaş, kazanımı DEKAP eylemcisi Metin Lokumcu’ya adadıklarını dile getirdi. HES’Ç‹LER VE BAKAN DA KOVULMUfiTU İlçelerinde HES istemeyen Hopalılar, 20 Aralık 2010’da DEKAP’ın çağrısıyla bir araya gelmiş ve proje ile ilgili bilgilendirme toplantısını engellemişlerdi. ‘Toplantı

yapılmadı’ tutanağı tutturan halk, böylece ÇED süreci için gerekli olan prosedürün gerçekleşmesine izin vermemişlerdi. Eylemden iki ay sonra Hopa Halkevi yöneticisi ve DEKAP Yürütme Kurulu üyesi Kamil Ustabaş, Halkevleri Doğu Karadeniz temsilcisi ve DEKAP Yürütme Kurulu üyesi Taylan Kaya, Hopa DEKAP üyesi Cemil Aksu, Eğitim-Sen Hopa temsilcisi Osman Lokumcu hakkında “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla savcılık soruşturması başlatılmıştı. Hopa halkı, 9 Mayıs’ta da seçim çalışmaları için ilçeye gelen Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’yı kovmuştu. Yazıcı’yı önce “Hopa’ya şifre dağıtmaya mı geldiniz” diyen liseliler, ardından da “Çaykur’u, dereleri satanlar ilçemize gelemez” diyen Halkevciler protesto etmişti.

Sarıyer halkı vapurunu bırakmadı

İ

stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin SarıyerEminönü vapur hattını kaldırma kararını halk engelledi. Karara tepki gösteren Sarıyer halkının iki gün boyunca sürdürdüğü eylemler sonuç verdi ve belediye geri adım attı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, SarıyerEminönü vapur hattını 19 Haziran’dan itibaren kaldıracağını açıklaması üzerine Sarıyer halkı eyleme

geçti. İki gün boyunca iş çıkış saatlerinde iskelede buluşarak hattın kaldırılmaması talebiyle bir saat boyunca vapurların hareketini engelleyen Sarıyer halkı, hattını kazandı. Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan açıklamada seferlerin iptal kararından vazgeçildiği, ancak vapurların az yolcu alınan Büyükdere ve Yeniköy iskelelerine uğramayacağı belirtildi.

Yüksek Ö¤retim Kurumu (YÖK), YGS baflta olmak üzere pek çok s›navdaki flifre ve kopya skandallar›n›n alt›nda imzas› bulunan ÖSYM Baflkan› Ali Demir hakk›nda soruflturma aç›lmas›na izin vermezken, Ankara’daki Hopa protestolar›na kat›lan ö¤rencilere soruflturma yolunu açt›. ÖSYM’N‹N ARKASINDA YÖK VAR YGS’deki flifre skandal›n›n ard›ndan gündemden düflmeyen, her geçen gün yeni bir skandala imza atan, binlerce liseli taraf›ndan istifaya ça¤r›lan ancak Tayyip Erdo¤an’›n talimat› do¤rultusunda görevinden ayr›lmayan Ali Demir’e YÖK de destek ç›kt›. 23 Haziran’da toplanan YÖK Genel Kurulu, Demir ve 15 ÖSYM çal›flan›n›n ifadelerinin bulundu¤u raporu inceledi. Adli suç unsuruna rastlanmad›¤›, ancak idari kusurdan dolay› disiplin ifllemi uygulanabilece¤i belirtilen raporu de¤erlendiren genel kurul, disiplin soruflturmas› aç›lmas› yönündeki taleplerin oy çoklu¤u ile reddine karar verdi. BARINMASIN, OKUMASIN! Ali Demir’i aklayan YÖK, iki gün sonra ise Ankara’daki Hopa protestosuna kat›lan üniversiteliler hakk›nda soruflturma aç›lmas›na izin verdi. Ankara Valili¤i, 5 üniversite rektörlü¤ü ile Kredi ve Yurtlar

Kurumu’na gönderdi¤i yaz›da Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto eylemine kat›lan 21 ö¤renci hakk›nda idari soruflturma bafllat›lmas› talimat› verdi. YÖK’ün de onay›ndan geçen talimat›n hem üniversite rektörlüklerine hem de KYK’ye gönderilmesi ile haklar›nda henüz bir hüküm bulunmayan ö¤rencilerin okullar›ndan ve yurtlar›ndan at›lmas› sa¤lan›yor. YÖK’ün Ali Demir’i aklayarak ö¤renciler hakk›nda soruflturma aç›lmas›na izin vermesine ilk tepki yine liseliler ve üniversitelilerden geldi. Ö¤renci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut, 26 Haziran’daki YGS’nin yap›ld›¤› s›rada Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleflkesi önünde bir araya geldi. “fiifreciye soruflturma yok, paras›z e¤itime tutuklama çok” pankart› açan ö¤renciler, s›nav›n son yar›m saatinde sessiz oturma eylemi düzenledi. S›nav›n bitmesinin ard›ndan bir bas›n aç›klamas› yapan ö¤renciler, binlerce liselinin gelece¤ini çalan Ali Demir’den hesab› liselilerin soraca¤›n› söylediler. Paras›z e¤itim isteyen ve Burhan Kuzu’yu yumurtalar›yla kovan üniversitelilerin Hopa protestosu bahane edilerek tutukland›¤›n› ifade eden ö¤renciler, “‹mam›n ordusu sald›r›yor, imam›n yarg›çlar› tutukluyor, imam›n rektörleri soruflturuyor” dediler.


7

İNSANCA YAŞAM 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Gökçek akan suda bile üste çıkıyor Gökçek’e göre suçlular; sular kesilince tatile çıkmayanlar, kar yağdığında sokağa çıkanlar, sel olduğunda üst kattaki komşularına gitmeyenler!

S

Ankara Büyükflehir Belediye Baflkan› Melih Gökçek’in 70 günde yapmakla övündü¤ü alt geçit, sadece 20 dakika ya¤an ya¤murda bu hale geldi. Altyap› rezaletini görmezden gelen Gökçek’e göre suç; Dikmen Vadisi Kentsel Dönüflüm Projesi’nin tamamlanamamas›nda.

17 Haziran altyap› felaketini yaflayan Ankaral›lar y›llar sonra bu günü flöyle hat›rlayacaklar: “Ankara’n›n bir belediye baflkan› vard›, hizmet aflk›yla yan›p tutufluyordu. Hiç unutmam 2011 senesinin yaz›nda Ankara’ya bal›k adamlar dalg›çlar getirtmiflti...”

eçim süresince yaptığı icraatları ballandırarak anlatan AKP iktidarı, 20 dakika yağan yağmurun neden olduğu sel felaketinin önüne geçemedi. Yıllardan bu yana mühendis, mimar ve şehir plancılarının uyarılarını hiçe sayan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in 70 günde yaptırdığı alt geçit, 20 dakikada sularla doldu. Meteorolojinin sel öncesi yaptığı uyarıları hiçe sayan Gökçek, günler önce beklenen yağmur karşısında önlem almayı tercih etmediğinden dolayı birçok ev ve işyerini su bastı. 17 Haziran günü öğle saatlerinde başlayan sağanak yağmur 20 dakika içerisinde Gölbaşıi Ahlatlıbel, Or-An, Balgat, Cevizlidere, Konya Yolu ve Çetin Emeç Bulvarı’nı sular altında bırakmaya yetti. Gökçek’in yapmakla gurur duyduğu, AKP’nin ise Ak İcraatlar arasında saydığı alt geçitlerin birçoğu sular altında kaldı. 70 GÜNDE YAPILDI 20 DAKİKADA SU BASTI Kamuoyunda dikkat çeken ve 70 günde yapıldığı için “70 Gün Alt Geçidi” adı verilen geçit ise adeta bir yüzme havuzuna dönüştü. LPG taşıyan bir kamyonetin de sular altında kaldığı alt geçitte “balık adamlar” çıkamayan vatandaş olabilir diye arama yaptı. Konya-Ankara yolunun trafiğe kapanması nedeniyle de yüzlerce araçlık kuyruklar mey-

Hekimler serbest çalışsın

S

dana geldi ve trafik tüm Ankara’yı etkiledi. GÖKÇEK’TEN YENİ İNCİLER Ankara’yı derdest eden her felaket sonrası olduğu gibi Gökçek açıklamalarıyla Ankaralıları şaşırtmadı. 2008 yazında günler süren su kesintisi yaşandığında “tatile çıksın” önerisi getiren Gökçek, geçtiğimiz kış yağan yoğun kar sonrasında “evlerinden çıkmasınlar” diyen Gökçek, sel karşısında da Ankaralılara akıl vermekten geri kalmadı. “Bu yağış normal bir yağış değil,

altyapıdan kaynaklanan bir durum da değil. Gökçek, Bu yağışa hiçbir altyapı dayanmaz. Arkadaşlara talimat verdim, tüm radyoların vatandaşların trafiğe çıkmaması için anons yapılması yönünde uyarılmasını istedim” dedi. İMO: ‘TARİHTE DEĞİL, ZİHİNLERDE YER ETTİ’ Ankara’daki sel felaketinin ardından İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şube Başkanı Nevzat Ersan bir açıklama yaptı. Ersan, “Büyükşehir Belediyesi’nin kısa sürede yaparak tarihe geçmekle

övündüğü altgeçitler, altyapı yetersizliklerini gözler önüne sermesiyle de zihinlerimizde yer edecektir” dedi. Belediye yönetiminin özellikle kriz anlarında Ankaralılar yararına hiçbir düzenleme yapmadığına dikkat çeken Ersan, Dikmen’de gerçekleştirilemeyen kentsel dönüşümün mazgalların tıkanmasına gerekçe sunulmasını sorumsuzluk olarak niteledi. Ersan, Ankara’nın en temel altyapı sorunlarının çözülmemesi durumunda her yağmurda aynı sıkıntıların yaşanacağını ifade etti.

Kütahya’nın hali: Sel, deprem, siyanür T

avşanlı ilçesindeki Dulkadir Köyü sakinleri, 7 Mayıs’taki Eti Gümüş A.Ş.’ye ait tesisin siyanürlü su dolu havuzunda meydana gelen kazanın etkileriyle karşı karşıya. 15 Haziran’da şebeke suyunu içen 7 kişi zehirlenerek hastanelik oldu. Şebeke suyundan içen 1 inek, 2 koyun, 7 ördek ve 8 civciv de telef olurken, tesisteki su borularının sökülerek, köye başka bir kaynaktan su getirilmesi için çalışma başlatıldı. Siyanür kazasının ardından bölgede inceleme yapan Çevre

Yeni dönem yeni mücadele

Konuk Yazar ERTUĞRUL BİLİR MAK‹NE MÜHEND‹S‹ POL‹TEKN‹K YK ÜYES‹

Mühendisleri Odası, şebeke suyu başta olmak üzere pek çok yoldan zehirlenme tehlikesi bulunduğunu, yetkililerin ise önlem almadığını söyledi. Ancak AKP’li yetkililer oda yönetimini halkı yanlış bilgilendirmek ve galeyana getirmek ile suçladı. Kütahya Valisi de çevre mühendislerinin açıklamalarına “Gerekirse biz de kendi mühendislerimizi getirir, ölçüm yaptırırız, sonucu temiz çıkartırız. Ama olmaz. Biz burada devlet işi yapıyoruz. Kimseye siyanürlü su içirtmeyiz” dedi.

K

Kütahya’n›n Simav ‹lçesi’nde 19 May›s günü meydana gelen depremin ard›ndan evleri y›k›lan halk hala çad›r kentte yafl›yor.

AKP’nin yeni iktidar dönemi daha seçimler yapılmadan önce selamını verdi ve işbaşı yaptı. AKP iktidarı önceki dönemin meclis çalışmaları sona ermeden önce 6 Nisan 2011 tarihinde TBMM’den 6 aylığına Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisi aldı. Bu yetkiye dayanarak seçimlerin hemen öncesinde, 8 Haziran 2011 tarihinde, resmi gazetede 9 yeni bakanlığa ilişkin KHK’lar yayımlandı. Bu KHK’lar ile yeni bazı bakanlıklar kuruluyor, mevcut bazı bakanlıklar birleştiriliyor ve görevleri değiştiriliyordu. Yeni kurulan ve yeniden yapılandırılan bakanlıklarda amacın neoliberal düzene uygun bir yapılanma görülmektedir. Önemli değişikliklerden birisi de Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulmasıyla yapılmıştır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı birleştirilirken bakanlığın ve bünyesinde kurulan Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü’nün görev tanımında meslek odalarının mevzuatını oluşturmak hükümleri yer almıştır. Böylece son birkaç yıldır, meslek odalarına her an gelebileceği beklenen saldırı başlamış oldu. 2009 yılında Devlet Denetleme Kurulu meslek odalarını incelemeye almış, toplamı 1862 sayfayı bulan bir rapor hazırlamıştı. Bu raporda meslek örgütlerine ilişkin olarak çeşitli düzenlemeler önerilmişti. TMMOB’nin Genel Kurul ve toplantılarında da böyle bir saldırının geleceği ve buna karşı hazırlıklı olmak gerektiği ifade edilmişti. Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı

kurulmasıyla ilgili Kanun Hükmünde Kararname ise saldırıyı beklenenin dışında bir noktadan başlattı. Doğrudan TMMOB yasasını değiştirerek açık bir müdahale yapmak yerine, sözkonusu bakanlığa meslek odalarına ilişkin mevzuatı düzenlemek, meslek mensuplarının sicil kayıtlarını tutmak yetkileri verilmektedir. Şimdiye kadar, mühendis ve mimar odalarının çıkardığı yönetmeliklerle düzenlenen alanların düzenlenmesi yetkisi bakanlığa verilmek istenmektedir. Bu düzenleme mühendislik, mimarlık disiplinlerinin ve odalarının büyük kısmını etkileyecektir. Çünkü odaların önemli kısmının üyeleriyle en somut bağlantısını, eksiğiyle doğrusuyla, bu faaliyet alanları oluşturmaktadır. TMMOB’ye bağlı odalar, mevcut durumdaki etkilerini ve güçlerini büyük oranda bu etkinliklerden sağlamaktadır. TMMOB 1954 yılında devletin korporatist yapılanması ihtiyacıyla, mühendislerin yıllardır varolan kendi meslek alanlarına ilişkin düzenlemeleri yapabilme taleplerinin kesişme noktasında kurulmuştur. Kurulduğu dönemde Türkiye’deki mühendis ve mimar sayısı 7000, ülkedeki toplam işgücüne oranı ise %0,06 iken, bugün mühendis sayısı yaklaşık 600 bin’e, işgücü içindeki mühendis sayısı 500 bin’in üstüne ve işgücü içindeki oranı ise %2’ye yükselmiştir. Bu süre içinde TMMOB de seçkin bir meslek grubunun devlete yardımcı örgütü olmaktan, 1960 ve 1970’lerin toplumsal uyanış döneminin de etkisiyle mesleki bir demokratik kitle örgütü olmaya yönelmiştir. TMMOB’nin üye sayısı ise 380 bin’dir. Getirilen

ütahya’nın Simav ve Hisarcık ilçelerinde 19 Mayıs’ta yaşanan 5.9’luk deprem, artçıları sarsıntıları ile etkisini sürdürüyor. İki kişinin ölümü 122 kişinin ise yaralanmasıyla sonuçlanan deprem ve artçı sarsıntılar nedeniyle Simavlılar, evlerinin önüne kurdukları çadırlarda kalmayı sürdürüyor. Sık aralıklarla devam eden artçı sarsıntılar, halkın yaşam koşullarını da zorlaştırıyor. Son olarak 18 Haziran’da meydana gelen artçı deprem sonucu Kalkan

düzenleme TMMOB’yi ya 1954’teki noktaya geri dönmeyi kabul etmek ya da etkisizleşerek, meslek dernekleri haline dönüşmek ikilemine sokmayı hedeflemektedir. Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulması ve yetkilerinin ilgili meslek odalarının mevzuatını düzenlemeyi de kapsayacak şekilde belirlenmesi, diğer maddelerle birlikte ele alındığında toplumsal muhalefete dönük ikili bir saldırıyı içermektedir. Bir yanı egemenlerin kendilerine ayak bağı olarak gördüğü halktan yana tavır alan meslek örgütlerinin işlevsizleştirilmesidir. Bu hedef doğrultusunda önümüzdeki dönemde TTB’nin ve diğer sağlık meslek örgütlerinin etkinlik alanına dönük olarak Sağlık Bakanlığı’nın, Barolara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı’nın yetki alanında yeni düzenlemeler yapılması muhtemeldir. Aynı zamanda emeğin ve doğanın neoliberal talanının önündeki engellerin kaldırılması hedeflenmektedir. Hidroelektrik santralleri aracılığıyla suyun özelleştirilmesine, doğaya ve insana zarar veren sanayi ve madencilik faaliyetlerine karşı süren mücadelenin dayanakları azaltılmak, hükümetin bu konulardaki etkinliği artırılmak istenmektedir. Tarihimizde bu tür saldırılara karşı direniş örnekleri vardır. TMMOB’nin karşı karşıya olduğu saldırıyı püskürtebilmesi mücadelesinin toplumsal içeriğini kuvvetlendirmesinden, üyelerinin yaşamında emekten yana tuttuğu yeri artırmasından geçmektedir. Unutulmamalıdır ki, DİSK’in etkisizleşti-

ağlık Bakanlığı’nın 3 Ağustos 2010 tarihinde yayımladığı ve 4 Ağustos 2011’den itibaren muayenehaneler ile laboratuarların kapatılmasını gerektiren yönetmeliği hekimleri harekete geçirdi. 26 Haziran günü Taksim’de bir araya gelen 1500 hekim, Gezi Parkı’nda bir basın açıklaması düzenleyerek uygulamayı protesto etti. Açıklamayı yapan İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof.Dr. Taner Gören, Sağlık Bakanlığı’nın Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak yönetmelikler yoluyla hekimlerin serbest çalışma haklarını ellerinden aldığını belirtti. Bakanlığın, hekimlerin pazarlık güçlerini ortadan kaldırarak ve hekimleri çaresiz bıraktığını söyleyen Gören, böylece ulusal ve uluslararası özel sağlık tekellerine ve özel hastanelere ucuz iş gücü yaratılacağını vurguladı. TTB İkinci Başkanı Prof.Dr. Özdemir Aktan da yönetmeliğin iptal edilmediği taktirde her muayenehanenin bir eylem yeri olacağını dile getirdi.

beldesindeki Söğütdere Barajı yıkıldı. Barajın sularının, halkın geçimini sağladığı tarım arazilerini kullanılmaz hale getirmesine öfkelenen Simavlılar, hükümet yetkililerinin herhangi bir önlem almamasına da büyük öfke duyuyor. Kalkan Belediye Başkanı Ahmet Balta da barajın 19 Mayıs’taki depremden sonra büyük hasar gördüğünü, ancak yıkıldığı güne kadar herhangi onarım çalışmasının yürütülemediğini itiraf etti.

rilmesini ve kapatılmasını hedefleyen yasal düzenlemeye karşı gerçekleşen 15-16 Haziran direnişinde eylemlere katılan işçilerin önemli kısmı Türk-İş veya bağımsız sendikaların üyeleriydiler. Bu işçileri somut olarak DİSK’le ilgili görünen bir yasaya karşı mücadeleye katan şey ise, en başta, bu saldırının aslında tüm işçi sınıfının haklarına karşı yapılmış bir saldırı olduğunun görülmesi, gösterilebilmesidir. Anayasa Mahkemesi’nin yasayı iptal etmesini sağlayan da gösterilen görkemli direniş olmuştur. TMMOB de mevcut saldırıyı ancak Dikmen Vadisi’nin, Mamak’ın, Küçükarmutlu’nun “kentsel dönüşüm” saldırısına direnen halkıyla; Loç Vadisi’nin, Hopa’nın, Dersim’in HES’lere direnen halkıyla; Kütahya’nın Bergama’nın siyanürlü madencilik faaliyetlerine karşı direnen halkıyla; Tuzla’nın, Zonguldak’ın, Elbistan’ın iş cinayetlerine karşı direnen işçileriyle; KESK’li kamu çalışanlarıyla; kötü çalışma koşullarına ve mesleki yozlaşmaya karşı mücadelesinde meslek odasını yanında bulan mühendislerle birlikte geri püskürtebilecektir. TMMOB ve meslek örgütleri, konuyu ülkenin anti-demokratik siyasal, toplumsal yaşamının bir parçası olarak ortaya koymalıdır. Kısa vadede, eldeki olanaklarla bilgilendirme çalışmaları ve gösterilerle durumu kamuoyu gündemine sokmalı; orta vadede ise yukarıda sayılan direnişlerle, kendisine direniş gücünü kazandıracak olan ücretli mühendislerle ilişkilerini güçlendirmelidir.

Sağlık hakkı beraat etti

A

dana’da geçtiğimiz nisan ayında Demokratik Çözüm Çadırı’nı ziyaret ederek sağlık hakkı ile ilgili panel yaptıkları için “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla haklarında dava açılan Prof.Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve Dr. Ömer Eşki, ilk duruşmada beraat etti. Demokratik Çözüm Çadırı’nda halkla buluşan iki hekim, sağlık çalışanlarının talepleri ile ilgili bir panelde yer almış, ancak terörle mücadele ekipleri tarafından gözaltına alınmışlardı. “Terör örgütü propagandası yapmak” suçlaması ile karşı karşıya kalan Küçükosmanoğlu ve Eşki ilk duruşmada beraat ederken, hekimlere destek vermek için adliye önünde bir araya gelen TTB ve demokratik kitle örgütleri temsilcileri bir açıklama gerçekleştirdi. Elleri kelepçelenerek gözaltına alınan hekimlerin fotoğraflarını paylaşan hekimler, sağlık çalışanlarının taleplerini her yerde dile getirmeye devam edeceklerini belirttiler.


8

EMEK 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Balcalı işçileri yine kazandı A

dana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nde sağlık emekçileri ve taşeron sağlık işçileri 27 Haziran günü üniversite rektörlüğüne bir kez daha geri adım attırdı.

EMEKÇİ YİNE KAZANDI Rektör Akınoğlu 27 Haziran sabahı eylemin daha güçlü bir şekilde devam ettiğini gördü ve öğlen saatlerinde görüşme talebinde bulundu. Yapılan görüşmede Akınoğlu, 23 Mayıs’ta imzalanan protokolün gereklerinin yerine getirilmesi için 1 Temmuz’dan itibaren Rektörlük ile sendikalar tarafından oluşturulacak bir heyetin birlikte çalışacağını söyledi. 23 Mayıs’taki görüşmelerde taşeron sağlık işçilerinin üniversitenin asıl işçisi oldukları ve üniversite ile bireysel sözleşme imzalayacağı kabul edilmişti. Akınoğlu, 23 Haziran’da başlayan iş bırakma eylemleri sırasında sağlıkçılar hakkında başlatılan işlemlerin durdurulduğunu da söyledi. Buna göre eylemler süresince işçiler hakkında tutulan tutanaklar iptal edilecek, başka bir birime sürgüne yollanan işçiler eski bölümlerine dönecek ve işten çıkarılan sağlıkçılar da işlerine geri dönecek.

Balcalı’da rektör, haklarını direne direne kazanan işçileri oyalamaya kalktı, sağlıkçılar bu sefer tehdit, baskı, işten çıkarma hatta gasp vakalarıyla karşılaşsa da kazandı

HASTANEYİ KARAKOLA ÇEVİRDİ Rektör, 23 Mayıs günü Balcalı’daki sağlıkçıların taleplerini kabul etmiş ve sağlıkçılarla rektörlük arasında bir protokol imzalanmıştı. Ancak rektörlük, söz verdiği halde bir ay içinde protokolün gereklerini yerine getirmedi. Sağlıkçıları oyalama yolunu seçen rektör, 23 Haziran’da SES ve Devrimci Sağlık-İş üyelerinin iş bırakma eylemiyle karşılaştı. Eylemin ikinci gününde rektörlük polisten yardım istedi, bir yandan da hastane çalışanları üzerinde tehditlerle baskı kurmaya çalıştı. Eylemin ikinci günü hastane adeta bir karakola döndü. Devrimci Sağlık-İş ve SES üyeleri “Hastane bizimdir, polis dışarı” sloganlarıyla polis barikatını aştı. Fakat polisin arkasında hastanenin özel güvenliklerinin oluşturduğu bir barikat daha vardı. Sağlıkçılar bu barikatı da aşmasını bildi; hastaneye girdi ve poliklinikler binasının önünde oturma eylemine başladı. HASTANEDE REKTÖR TERÖRÜ Aynı gün hastanede bulunan Çukurova Üniversitesi Rektörü Alper Akınoğlu, bu tarihten itibaren bilim insanı kimliğini rafa kaldırıp fabrika patronu gibi davranmaya başladı. Ameliyathaneye gelen Akınoğlu, personelin iş bıraktığını görünce küplere bindi ve talimatlar yağdırmaya başladı. İlk talimat birim hemşirelerine geldi: ‘Taşeron sağlık işçilerinin ve sağlık personelinin görev yerinde olmadıklarına dair tutanak tutturun ve işçilere imzalatın!’ İkinci talimat ise ameliyathaneden eyleme katılan ne kadar hemşire varsa hepsinin işten çıkarılması yönündeydi. İşçilerin çok az bir kısmı tutanakları imzaladı. İmzalayanlar da daha sonra bu tutanakları hep birlikte yırttı. Daha sonra işçilerin telefonları bir bir çalmaya başladı. Karşıdaki ses: “Rektörlükten arıyorum, işten çıkarılacaksınız” diyordu. Ancak Akınoğlu açısından ters giden bir şeyler vardı, eylem bir türlü bitmedi. Akınoğlu bu sefer hastaneden

Sağlıkçılar hakları için harekete geçti

Balcal›’daki direnifl sürecinde yo¤un bir bask› vard›. Polis, baflhekim, rektör, özel güvenlik.... art arda anonslar yaptırdı. İki ya da üç dakikada bir tekrarlanan anonslar hep aynıydı ve bildik bir cümleydi: “Eyleme son verin, aksi takdirde hakkınızda yasal işlem başlatılacaktır” REKTÖR TALİMATIYLA TEMSİLCİLİK BASKINI Haftasonu hastanelerde hayati bölümlerde çalışanların olması sebebiyle iş bırakma ya da grev yapılmaz. Devrimci Sağlık-İş ve SES üyeleri de öyle yaptı. Fakat, rektör boş durmadı. Sağlık çalışanları 27 Haziran günü gerçekleştirecekleri eyleme hazırlanırken 26 Haziran Pazar sabahı gelen bir haberle hemen hastaneye Devrimci Sağlık-İş ile SES’in ortak kul-

B

alcalı’da sağlıkçıların kazanımlarının ardından Devrimci Sağlık-İş daha önce muvazaa tespiti yapılan üniversite hastanelerinde rektörlüğü uyarı eylemleri yaptı. Antalya’daki Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde Devrimci Sağlık-İş, 22 Haziran’da bir eylem yaparak kadro hakkını talep etti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın taşeron şirkette çalıştırılan sağlık işçilerinin üniversitenin asıl işçileri olduğunu tespit

landığı temsilcilik odasına geldi. Kapı kırılmış, içeri girilmiş, klima sökülmüştü. Odada bulunan Devrimci Sağlık-İş ve SES’e ait önlükler, pankartlar hepsi yok olmuş, dolaplar karıştırılmıştı. İlk izlenim odaya hırsızın girdiği yönünde oldu, fakat o kadar oda dururken neden temsilcilik ve kim ya da kimler… Çok geçmeden birkaç sağlık işçisi olayı aydınlattı. İşçiler, daha önce hiç görmediği kişilerin levyeyle kapıyı açmaya çalıştığını görmüş ve ne yapmaya çalıştıklarını sormuş. Yanıt: “Rektörlükten geliyoruz, rektörün talimatı var. Klimayı söktük gideceğiz.” Ve Rektörlükten gelen ekip, 01 LD

ettiğini belirten Devrimci Sağlık-İş üyeleri hastane önünde yaptıkları eylemde rektörlüğe “kaybedeceğin davalarla süreci uzatma, kadro tescil işlemlerine başla” diyerek çağrıda bulundu. Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde Devrimci Sağlık-İş üyeleri 28 Haziran günü bir eylem yaparak rektörlüğü uyardı. 2009 yılında üniversitenin asıl işçileri oldukları yönünde yapılan bakanlık kararının uygulanmasını talep eden işçiler, “Rektörlük bizi

110 plakalı bir araca binerek uzaklaştı. Olay yerine gelen Akınoğlu aynı sorularla karşılaştı fakat onun yanıtı hazırdı: “Klima hastane elektriğini kullanıyor, hastane zarar ediyor.” Olay yerine gelen sendika üyeleri ve yöneticileri hiç vakit kaybettirmeden polisi arayıp tutanak tutturdu. Olayın ardından Devrimci Sağlık-İş Çukurova Bölge Temsilci Bülent Kaya Halkın Sesi’ne şu değerlendirmeyi yaptı: “Temsilciliğe Rektörlük tarafından cebir kullanılarak girilmiştir. Saldırının nedeninin 23 Haziran’da başlattığımız eylemler olduğunu düşünmekteyiz. Temsilciliğimize yönelik saldırı, tüm sendikal faaliyete ve hastane emekçilerine yapılmış bir saldırıdır.”

oyalamaya kalkarsa daha değişik eylem ve direnme biçimleri uygulayacağız” dedi. Hastane’deki 856 işçinin kendi el yazısıyla yazdığı ve üniversitenin asıl işçisi olarak kadroya alınması talebini içeren dilekçeler rektörlüğe verilerek eylem sona erdi. İstanbul Üniversitesi Çapa ve Cerrahpaşa tıp fakültesi hastanelerinde de 23 Haziran günü SES üyeleri performans sistemine karşı bir günlük iş bırakma eylemi yaptı.

Atamalar vaatte kaldı 2

011 yılında gerçekleştirilen öğretmen atamaları AKP iktidarının hem seçim malzemesi hem de manipülasyon aracı oldu. 2011 Ağustos ayında 55 bin atama yapılacağı bilgisi çok önceden dillendirildi. Seçim öncesi 30 bin kadrolu öğretmen ataması ve ardından sözleşmeli öğretmenlerin kadroya alınması etkili bir şov malzemesi olarak AKP tarafından iyi değerlendirildi. KADROYA GEÇİRİLENLER BAZI ÖZLÜK HAKLARINI KULLANAMIYOR 1 Haziran tarihinde gerçekleştirilen 30 bin öğretmen atamasında, 14 bin 277'si zaten sözleşmeli olup kadroya geçenler oluşturduğu için aslında 14 bin 350 öğretmen ataması yapılmış oldu. Hemen ardından Resmi Gazete’de yayımlanan 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi başladı ve bu tarihten itibaren

REKTÖR ÖZÜR DİLEDİ Akınoğlu, son olarak 25 Haziran günü kendi talimatıyla gerçekleştirilen SES ve Devrimci Sağlık-İş temsilciliğine yapılan saldırıdan dolayı özür diledi. “Sinirli bir anına denk geldiğini” ifade eden Akınoğlu temsilcilikten alınan malzemelerin Başhekimlikte olduğunu ve işçilerin istedikleri zaman malzemelerini alabileceğini söyledi. Temsilciliğe yönelik saldırının bahanesi olan ve “hastanenin elektriğini kullandığı ve zarar ettirdiği” ifade edilen klima Rektörlük ekiplerince yerine takıldı.

E¤itim-Sen, ö¤retmen atamalar›n›n gerçekleflti¤i 1 Haziran günü Ankara’da bir eylem yaparak taleplerini dile getirdi: Ö¤retmenler koflulsuz, s›navs›z ve güvenceli bir flekilde atans›n, kamudaki güvencesizlefltirmeye son verilsin, KPSS kald›r›ls›n. sorunlar başladı. Kadroya geçirilen sözleşmeliler, kadrolulara tanınan hakları kullanamadıklarını öğrendiler; aynı şekilde yıllardır kadrolu çalışanlar da bazı haklarını kullanamaz hale geldiler. Devlet, bu durumun gerekçesi olarak “Sözleşmelilerin kadroya geçirilmesi”ni gösterdi. Temmuz ayında 6 bin 575, ağustos ayında da 10 bin öğretmen ataması

gerçekleştirilecek. Böylece 2011 - 2012 eğitim öğretim yılında göreve başlayan öğretmen sayısı Milli Eğitim Bakanlığı’nın iddia ettiği gibi 55 bin değil 30 bin 925 olacak. GÜVENCESİZLİK YAYGINLAŞIYOR Öğretmen atamalarını Halkın Sesi’ne değerlendiren Eğitim-Sen Yönetim Kurulu Üyesi Betül Öztürk Korkut,

hükümetin tüm eğitim emekçilerini güvencesizleştirmeye çalıştığını ifade etti. İlköğretim Kurumları Standartları uygulamaları ile eğitimde toplam kalite yönetimi ve performans değerlendirme uygulamalarını yaygınlaştırarak mevcut öğretmenlerin daha fazla çalıştırıldığını söyleyen Korkut, bu şekilde öğretmen açıklarını fiilen kapatma

hesapları yapıldığına değindi. Bunun yanı sıra atama bekleyen 300 bini aşkın öğretmenin işsizliğe ve güvencesizliğe mahkum edildiğini sözlerine ekleyen Korkut eğitim emekçilerinin taleplerini sıraladı: KPSS’nin kaldırılması, öğretmenlerin sınavsız koşulsuz güvenceli atanması, kamuda çalışanları güvencesizleştirecek tüm uygulamalara son verilmesi.

Devrimci Turizm-İş kuruldu

D

evrimci Turizm İşçileri Sendikası 23 Haziran günü kuruluşunu tamamladı. Kısa adı Dev Turizm-İş olan Devrimci Turizm İşçileri Sendikası tüm turizm emekçilerinin örgütlülüğünü sağlamayı hedefliyor. Genel Merkezi Antalya’da olan sendikanın adresi: Üçgen Mahallesi, Anafartalar Caddesi, Saraçoğlu İş Merkezi, No: 78/93. Geçtiğimiz yıllarda OLEYİS’in DİSK’ten ayrılarak Hak-İş’e katılmasıyla turizm emekçilerinin örgütlü mücadelesi önemli bir zaafa uğramıştı.

23 MAYIS PROTOKOLÜ 23 Mayıs’ta imzalanan protokolde taşeron sağlık işçilerinin üniversite yönetimiyle bireysel sözleşme yapması, sağlık emekçilerinin maaşlarının performans uygulaması öncesindeki seviyeye çekilmesi ve asistan hekimlerin çalışma koşullarının düzeltilmesi kararları yer almıştı. ANTALYA’DAN DESTEK Devrimci Sağlık-İş ve SES üyeleri Balcalı’da direnirken Antalya’daki Akdeniz Üniversitesi’ndeki Devrimci Sağlık-İş üyeleri de arkadaşlarına destek olmak için 26 Haziran günü poliklinikler önünde bir eylem yaptı. Eyleme çok sayıda işçi katıldı.

Sınır dışı edilerek kurtuldular Irak’ta çal›flan 15 Elbistanl› iflçi 22 Haziran günü çal›flt›klar› tafleron flirket yetkilileri taraf›ndan “kaçak ihbar›” yap›larak s›n›r d›fl› edildi. ‹flçilerin s›n›r d›fl› edilmesi bir anlamda hayatlar›n› kurtard›. Tafleron flirketin arac›lar›ndan, saati 7 dolara Erbil kentinde inflaat ifli oldu¤unu ö¤renen 15 Elbistanl› iflçi ‹fl-Kur’da yapt›klar› görüflmenin ard›ndan, yemek ve bar›nma imkanlar›n›n flirket taraf›ndan karfl›lanaca¤›n› ö¤rendi. ‹flçiler 19 May›s günü Irak’a gitti. Fakat iflçiler Erbil yerine çat›flmalar›n yo¤un bir flekilde yafland›¤› Tikrit kentine götürüldü. fiirket, “Size oturma izni alaca¤›z” diyerek iflçilerin pasaportlar›na el koydu. Tikrit’teki inflaata gelen iflçilerin ne bar›nma, ne de yemek ihtiyaçlar› karfl›land›. Ranzalar›n üzerindeki süngerlerde uyumaya çal›flan iflçiler 30 derecenin üzerinde s›cakl›kta sivrisineklerle

bo¤ufltu. Düzgün dinlenemeyen iflçilere 4 gün boyunca yemek verilmedi. ‹flçiler suya inflaat›n kumlu sular›n› kendi yöntemleriyle dam›tarak ulaflt›. Y›kanma imkanlar› olmayan iflçiler bu ihtiyaçlar›n› da ›slak kumu vücutlar›na sürerek giderdi. ‹flçiler, inflaattaki ifllerini bitirdikten sonra polis taraf›ndan yakaland›lar ve s›n›rd›fl› edildiler. ‹flçiler s›n›r d›fl› edilirken kendilerini çal›flt›ran tafleron flirket yetkililerinin el koydu¤u pasaportlarla ‘Oturma izni’ almad›¤›n› ö¤rendiler. Turist gibi ülkeye giren iflçiler süreleri dolunca kaçak durumuna düfltü ve flirket de iflçiler için kaçak ihbar›nda bulundu. ‹flçiler, çal›flt›klar› bir aydan fazla süre içi hiçbir ücret alamad›. ‹lk olarak Silopi’ye oradan da Elbistan’a geçen iflçiler yaflad›klar› sonras›nda avukatlar› vas›tas›yla “‹nsan ticareti yap›ld›¤›” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

Genel-İş: ‘Sürgün yasası kaldırılsın’

D

İSK Genel-İş, 28 Haziran günü “Torba Yasa” içinde çalışanların “sürgün”e gönderilmesini içeren maddenin iptal edilmesi için meclise çağrıda bulundu. Torba yasadaki 166 sayılı maddenin kaldırılmasını talep eden Genel-İş, örgütlü olduğu tüm kentlerde eylem yaptı. Eylemlerde yapılan basın açıklamalarında 1 Ağustos’ta uygulamaya konulacak Torba Yasa ile tarihin en büyük sürgününün yaşanacağı ifade edildi.

Asgari ücrete 30 simitlik zam Üyelerinin hiçbiri asgari ücret almayan, Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 1 Temmuz - 31 Aralık 2011 tarihleri arasında geçerli olacak asgari ücrete yüzde 5,1 oranında zam yaptı. Buna göre 16 yaşından büyükler için 29 liralık artışla brüt 837, net 658,95 lira olacak. 16 yaşından küçük işçiler için asgari ücrette 25,77 lira zam yapılacak. Asgari ücretteki artış kapıcı ücretlerine de yansıyacak. Kapıcıların yeni asgari ücreti brüt 837, net 711,45 lira olacak.


9

EMEK 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

AKP’ye evinde darbe B

aşbakan Erdoğan’ın memleketi Rize’nin Güneysu İlçesi’nde yaş çayları ellerinde kalan çay üreticisi kadınlar 27 Haziran’da AKP İlçe binasını bastı, şunu söyledi: “AKP’ye oy verdik bize böyle mi yapacaklardı!” 18 Haziran günü de Rize’de Çaykur’a ait Taşdere Çay Fabrikası’nı basan çay üreticileri müdürle görüşmek istedi. Ellerinde kalan yaş çayı fabrikanın kapısına boşaltan üreticiler müdürün odasını bastı ve bir çift laf ettiler: “AKP bizden 3 vekil için tam destek istedi. Biz de verdik. Çay kotası artırılacak denildi hala aynı!” Çoğu kadın, 50 çay üreticisinin eylemi sonuç verdi; dekar başına 10 kilogram olan yaş çay alım kotası 20 kilograma çıkarıldı. ÜRETİCİ SÜREKLİ BORÇLU Çay üreticisinden yükselen tepkilerin sebebi basit bir ‘seçim sonrası hayal kırıklığı’ değil. Çaykur’un açıkladığı çay alım kontenjanının düşük olması nedeniyle çay üreticileri, Çaykur’un almadığı çaylarını özel şirketlere satmaya çalıştı. Bu sene geçen senelere oranla özel şirketler de daha az alım yapınca çok sayıda üreticinin çayları elinde kaldı. Üreticinin bir diğer sıkıntısı ise yaş çay alım kotasının dekar başına 10 kilogram olması. Üretici bu yüzden çayını daha yavaş toplama yolunu seçiyor. Bu iki sıkıntının yanı sıra üreticilerin neredeyse tamamı yüksek gübre fiyatları sebebiyle Tarım Kredi Kooperatiflerine borçlu ve bu borç, mevcut kota - kontenjan sisteminde sürekli artıyor. Üretici, aldığı gübrenin parasını ancak çayı satıp parasını aldıktan sonra ödeyebiliyor. Bu süre içinde üreticinin aldığı borç faizle artıyor. Bu durumda yaş çay alımının taban fiyatı kilogramı 1,10 kuruş olunca, üretici zarar ediyor. 3 Haziran günü, AKP hükümeti yaş çayın kilosunun 1,10 liraya alınacağını açıklamış ve çay üreticisi anında eylem yapmıştı. “Bu paraya çayı sokağa atarız daha iyi” diyen üreticiler Ardeşen’de çaylarını sokağa dökmüştü. TARIM BAKANLIĞI’NIN ‘TABAN FİYATI’ YALANI: ‘PSİKOLOJİK’ Taban fiyatını açıklayan Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, 1,10 lirayı “Bizim için psikolojik eşik olan 1 lirayı aştık” diyerek ‘müjdeledi.’ Oysa AKP’li bakan, 98 kuruş olan taban fiyatına destek primlerini de ekleyerek 1,10 kuruşa ulaştıklarını söylemedi. Geçen sene taban fiyat 85 kuruş olmuştu. ÇaySen bu seneki çay alım fiyatlarının enflasyon hesaba katıldığında 1,54 lira olması gerektiğini tespit etmişti. Üretici sokağa dökülürken

Seçim sonrasında çay üreticileri art arda eylemler yaptı. Üreticilerin şikayeti oy verdikleri AKP’nin kendilerine verdikleri sözleri yerine getirmemiş olması. Fakat tepkilerin altında çay kanunuyla yaklaşan saldırının yarattığı tedirginlik yatıyor

Topraktan sofraya çay

‘İnsan pazarı’

Türkiye’de sadece Do¤u Karadeniz Bölgesi’nde yetiflen çay temmuz ve eylül aylar›nda genelde bölgedeki üreticiler taraf›ndan toplan›yor. Ard›ndan bölgede bulunan Çaykur’a ba¤l› ya da özel flirketlere ba¤l› al›m yerlerine götürülür. Al›m yerinde al›nan yafl çay fabrikalarda ifllenire ve kuru çay olarak paketlenerek piyasaya sürülür.

Çay, bölge için, nüfusun ço¤unun içinde oldu¤u büyük bir pazar ve adeta bir insan pazar›. Çay dönemi geldi¤inde Do¤u Karadeniz’de yaflayanlar›n büyük bölümü çay toplamaya bafll›yor. Çoluk çocuk, ailenin kent d›fl›nda yaflayan ö¤renci çocu¤u... Ancak büyük arazisi bulunanlar iflçiye ihtiyaç duyuyor.

Rize Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Erdoğan “Bu fiyat özel sektörü memnun edecektir” açıklamasında bulundu. SERMAYE ÇAY KANUNUNA YATIRIM YAPIYOR Üretici, maliyetlerin yüksekliğinden şikayet ederken çay piyasasındaki gelişmeler çok daha büyük bir tehlikenin habercisi. AKP hükümetinin, çay kanununu geçen sene gündeme getirmesinin ardından Ülker Grubu, Trabzon Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyete başladı. Lipton da bir anda bölgede sürdürülebilir çay tarımına başladı. Bunun sebebi, çay kanununun bölgedeki tüm üreticileri “sözleşmeli çiftçi” haline getirecek olması ve bir çay borsası kurulmasını öngörmesi.

Böylece, sözleşmeli çiftçi olan üreticiler büyük şirketlerde ucuza çalışacak bir emek gücüne dönüşürken ayakta kalmaya çalışan küçük üreticiler de çay borsası marifetiyle büyük tekellerle karşı karşıya kalarak iflasa sürüklenecek. ÇAYKUR KİME AİT? Şimdilik bu düzenlemenin önündeki en büyük engellerden biri Çaykur’un özelleştirilememesi. Ancak Çaykur’un statüsü hakkında net bir tanım yok. Devlet Bakanı Hayati Yazıcı Çaykur’un Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı olduğunu söylerken AKP Rize Milletvekili Ali Bayramoğlu Özelleştirme İdaresine bağlı olduğunu söylüyor. Bu karmaşa, bölgede yaşayanların kafasını karıştırırken AKP’li vekillerin çayın özelleştirilmesiyle olan ilişkisini

gizliyor. ULUSAL ÇAY KONSEYİNİN BAŞINDA AKP’Lİ VEKİL Üreticiyi işçileştirecek olan çay kanununda Çaykur’un yerine Ulusal Çay Konseyi etkin hale getiriliyor. Geçen sene çok etkinliği olmayan konseye bu sene çay rekoltesini belirleme yetkisi tanındı. Bu konseyin başında da çay kanunu yazan vekillerden biri olan AKP eski Rize Milletvekili Ali Bayramoğlu var. TAM DESTEK VERİLEN VEKİLLER NE DÜŞÜNÜYOR? Pekiyi Rize’nin ‘tam destek’ verdiği Hayati Yazıcı, Nusret Bayraktar ve Hasan Karal ne düşünüyor? Bayraktar ve Karal daha önce Çaykur’un özelleştirileceğini

söylerken seçim dönemi bu düşüncelerini rafa kaldırdılar. Yazıcı ise halktan gelen şikayetler üzerine şu açıklamayı yaptı: “Vatandaş bize özel sektörün alım fiyatlarına müdahale etmemiz yönünde istekte bulunuyor. Tabi serbest piyasa koşullarında özel sektörün alım fiyatına müdahale etmek gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu devletleştirme anlamına gelir. Ama biz özel sektör temsilcisi arkadaşlarımızla oturup ‘hem kalite hem fiyat istikrarı noktasında nasıl bir ortak çalışma içerisinde olabiliriz’ onu değerlendireceğiz.” AKP’li vekillerin hepsi Çaykur’un özelleştirileceğini biliyor fakat bu durumun yaratacağı tepkiden çekiniyorlar.

Enerji-Sen BEDAŞ’ı direnerek yendi Enerji-Sen üyesi iflçiler, çal›flma koflullar›n›, eylem süreçlerini ve yaflad›klar›n› Halk›n Sesi’ne anlatt›. Yeni ifle bafllayan genç elektrik iflçisi Selami söze bafllad›. BEDAfi’›n ihale sürecinin sona yaklaflt›¤› flubat ay›nda iflçiler üzerinde yo¤un bir bask›n›n kuruldu¤unu söyleyen Selami, “Devir olaca¤› için biz 2.100 liral›k tazminat›m›z› almak istedik ancak bu paray› bize vermemek için flefler bizi ça¤›r›p, ‘Sizi Karamehmet’e geçirece¤iz, daha ne istiyorsunuz, tazminat› sonra hallederiz’ dedi. Bunun için bir ka¤›t imzalamam›z gerekiyordu. Birçok arkadafl›m›z bu ka¤›d› imzalamad›” dedi. ‹flçilerden Ömer bir eklemede bulundu: “Devir olunca geçmifle dönük haklar›m›z› istedik. Bize hakaret ettiler, ‘Ya bu belgeleri imzalar tazminattan vazgeçersiniz ya da biz gerekeni yapmas›n› biliriz’ diyerek tehdit ettiler.” ‹flçilerden Yavuz da ‘gerekeni’ aç›klad›: “Pefline kontrolcü takar, iflten ç›kar›r, ifl vermezler…” Tüm bu tehditlere ra¤men iflçilerin büyük k›sm› bu belgeyi imzalamad›. ‹mzalamad›ktan sonra Sezen Yavuz flirketi iflçilere ifl yazmamaya ve sigorta primlerini eksik yat›rmaya bafllad›. 13 günlük sigorta primi ve 400 lira maafl verilen Selami hemen daha önceden duydu¤u EnerjiSen’e gidip durumu anlatm›fl.

taraf›ndan yasaklanan bir iflçi bir daha BEDAfi’a ait hiçbir iflyerinde çal›flam›yor. BEDAfi, anlaflt›¤› tafleron flirkete iflçi bafl›na 1.700 lira civar›nda sabit bir para ödüyor. Fakat tafleron flirket iflçileri parça bafl› çal›flt›r›yordu. Ayl›k 600 açma – kesme, 2 bin ihbar yapan iflçi bu paray› alabiliyordu ve tafleron flirket hiçbir ifl yapmadan iflçi bafl›na ortalama 450-500 lira kar yap›yordu. ‹flçinin eline ulaflan bin lira civar›nda paran›n bir k›sm› akla hayale gelmeyecek yöntemlerle iflçilerden kesiliyordu. Enerji-Sen üyeleri 5 hafta boyunca her cuma ‹stanbul Taksim’de bulunan BEDAfi Genel Müdürlü¤ü önünde çal›flma koflullar›n›n iyilefltirilmesi ve yasal haklar›n›n verilmesi talebiyle eylem yapt›. Eylem süresince BEDAfi, ‘beni ilgilendirmez’ dedi¤i tafleron flirkette çal›flan 24 iflçiyi resmi yaz›yla iflten ç›kard›. ‹flçiler 15 Haziran’da direnifle geçti ve sadece 2 saat sonra BEDAfi geri ad›m att›, iflçileri ifle almak zorunda kald›. SENDİKA OLMADAN OLMAZ

BEDAfi’›n ve tafleron flirketin tehditleri karfl›s›nda iflçilerde oluflan bireysel tepkiler sendikayla tan›flt›ktan sonra daha örgütlü ve organize bir hale geldi. ‹lk baflta baz› iflçiler ‘sendika’ kelimesinden ürküyordu fakat her hafta yap›lan eylemlerde giderek artan iflçi kat›l›m› korkunun yavafl yavafl mücadele azmine

dönüfltü¤ünün en net kan›t›. Eylemler bafllad›ktan sonra 4 iflçi “ifle gelmedi¤i” gerekçesiyle iflten ç›kar›ld›. ‹flçilerin hepsi ifle gitti¤i halde ifle gelmedi gösterildi. Bunun nedeni bölüm flefinin iflçiye ifl vermemesi. ‹flten ç›kar›ld›ktan sonra flef iflçilere flunu diyor: “Dua edin sadece iflten ç›kar›ld›n›z, ya sizi yasaklasalard›.” Yasaklama bir nevi kara liste. BEDAfi

KONTROL KALEMİ, ELDİVEN YOK; SEBİL VE MONT VAR

‘Sebil’ örne¤ini Ömer anlat›yor: “BEDAfi binas›ndayken çal›flt›¤›m›z yere biri geldi ve su sebili getirdi. Bu sebili her iflçinin almas› gerekti¤ini söyledi.” ‹flçiler daha sonra bu sebilin Sezen Yavuz taraf›ndan üretildi¤ini ö¤renmifller. Bir baflka iflçi bir gün iflyerinde her iflçiye mont da¤›tt›klar›n› ve paralar›n›n maafllar›ndan kesildi¤ini söyledi. Selami ekliyor: “BEDAfi, ‘her iflçiye bir foto¤raf makinesi laz›m’ diyor ama paras› bizim maafltan kesiliyor. Bunun d›fl›nda bize can güvenli¤imiz için laz›m olan eldiven, kontrol kalemi, yan keski gibi aletleri hiç görmedik. Onun yerine sebil, mont gibi aletler gördük”

Sokakta ne var? KP’liler meclisin açılışında BDP ve CHP’lilerin tavrı karşısında meclisin milli iradenin merkezi olduğunu ve ondan başka meşru bir yer olmadığını döne döne dile getiriyorlar. Daha seçimden hemen önce Kanun Hükmünde Kararname yetkisi alarak meclisi devre dışı bırakan AKP hükümetinin kendisi değilmiş gibi bugün “yüce meclis” şaklabanlığı yapılıyor. Seçim ve parlamento kapitalist düzende siyaset oyununun sahasıdır. Bu sahanın dışında oyun oynamak yasaktır. Bu anlamıyla düzen karşıtları için deplasmanda oynamaktır parlamentoda siyaset yapmak. Vatandaşların siyasal tercihlerini ifade ettiği bir alan olması anlamında kuşkusuz dikkate alınması gereken bir olgudur ama anti kapitalist mücadelenin kendi sahası işyeridir, yaşam alanlarıdır, okuldur, hastanedir, ekmek ve sudur, ormandır, köydür, kasabadır, evin içidir. Bu anlamıyla son zamanlarda sıkça dile getirdiğimiz “sokak” basitçe hükümetin karşısına dikildiğimiz eylem alanı değildir. Hayatın nabzının Tufan attığı her yerdir. Rize’de AKP ilçe binasını basmaya giden Sertlek çay üreticisiyle, işyerinde sendiDev Sa¤l›k-‹fl ka istediği için yoksulluğa terk Yönetim Kurulu edilen fabrika işçisiyle, evi Üyesi başına yıkılan kentsel dönüşüm mağdurlarıyla birlikte olabilmek, onun yaşadığı ve AKP’nin çözümünden kaçtığı sorunlarına gerçekçi ve toplumcu çözümler üretebilmektir. Kuşkusuz sokağın gücünü arttıran en önemli şey değiştirebilme kabiliyetidir. Yani mücadelenin elinin değdiği her alanı karşı olduğu kapitalist düzenin pençesinden kurtarabilme iddiasıdır. Bunu yapabilmek zaman zaman düzenin hegemonyasını sağlayan en önemli unsur olan devlet terörünün karşısına cesurca çıkabilmektir. Ancak bu, beraberinde kendi hegemonyasını, kendi çözümünü taşımıyorsa yani amiyane tabirle sadece protesto etmek için varsa kalıcı ve büyüyen bir hareketten bahsetmek mümkün olamayacaktır. Çay üreticisinin öfkesine tercüman olmak, evi yıkılmak istenenin bedduasını dile getirmek, asgari ücrete mahkum edilen işçinin adalet kılıcı olmak şarttır, bu olmadan olmaz. Ama sokak dediğimiz gerçek hayat her zaman ama her zaman başka bir dünyanın aşkına yanar. Sadece yıkmak için değil yenisini kurmak için gelenleri bağrına basar. AKP’nin yeni düzenin zalimi olmasına rağmen halen kendisini mağdur göstermeye çalışması, halen her gün üç-beş subay içeri atmaya çalışması hep bu mazlumu oynama gayretindendir. Çünkü bunu sürdürebildiği oranda sokağın dinamizmine sahip olabilecektir. AKP’yi on yıllardır egemenliğini sürdürmüş olan geleneksel merkez sağ hegemonyadan ayıran en önemli özellik budur. Bugün eskiden rejim muhaliflerinin nefes aldığı ve kendini var ettiği bütün ideolojik boşluklar Refah Partisi’nin belediye iktidarlarından başlayarak çok daha güçlü biçimde verili kapitalist ilişkilere muhalif bir söylemle İslamcı siyaset tarafından doldurulmaktadır. Meslek edindirme kurslarından evde hasta bakım hizmetlerine kadar her şeye kendi rengini vererek hegemonyasını kuran İslami kapitalist bir egemenlikle karşı karşıyayız. Bu anlamıyla 2011 seçimlerinin ardından “canım zaten Türkiye’de merkez sağın oyu her zaman %60-70 civarındadır” diye kendimizi kandırmayalım. Sadece sokakta kalmayı başarabilenler bu yanılsamanın tuzağına düşmezler. Ve bu sayede kapitalist düzeni İslami bir renge boyayarak millete yutturmaya çalışan AKP’nin karşısına adil, özgür, barışçı ve demokratik bir toplum düzenini kurma iddiasıyla çıkmadan başarmanın mümkün olamayacağını görebilir ve gereğini yerine getirebilirler.

A

İşçi gerekeni yaptı, direndi ve kazandı Yap›lan eylemlerde sendikan›n mücadele azmi sendikal› olmayan iflçileri bile etkiledi. Kazan›m›n ard›ndan birçok iflçi sendikal› olmak için Enerji-Sen’e gelmeye bafllad›. Selami kazan›mlar›n› flu flekilde anlat›yor: “Bir defa hepimiz ifle döndük. Eylemden önce parça bafl› çal›fl›yorduk. O zamanlar flef istedi¤ine fazla ifl verip fazla kazanmas›n› sa¤l›yordu. Bu sefer 1.156 lira sabit ücret al›yoruz buna ba¤l› olarak flef iflleri dengeli da¤›tmak zorunda kal›yor. Ayr›ca daha önce bize hakaret eden flefler birden bizi aramaya bafllad›, hal hat›r sormaya bafllad›. Belki de en önemli olan kazan›mlardan biri de izin hakk›. Daha önce böyle bir fley yoktu. Ben 3 y›ld›r çal›fl›yorum ve henüz izin kullanabilmifl de¤ilim.” ‹flçiler, mücadelelerinin bitmedi¤ini söylüyor. Ömer, “fiimdilik hakk›m›z› ald›k fakat yar›n bize haks›zl›k yapmayacaklar›n›n garantisi yok bu yüzden güvenceli çal›flt›r›lana kadar mücadele etmek gerekir” diyor ve hedeflerini anlat›yor: “Saat 17.00’dan sonra çal›flmak istemiyoruz, haftasonu tatili istiyoruz ve güvenceli kadrolu çal›flmak istiyoruz.”


10

KİBELE 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Moral bozma lüksümüz yok edyanın tamamına yakını seçim sonuçlarından çok kısa sürede önemli “dersler” çıkarıp, göz yaşartıcı bir biçimde hemen işe koyulmuş durumda. Öyle ki döndüğümüz her köşe başında pat diye önümüze çıkıp, Türkiye’nin “önemli gerçeklerini” bizimle paylaşmayı dert edinen radyo ve televizyon spikerlerinin artık kulak tırmalayan seslerinden, gözümüzün içine giren gazete manşetlerinden bıkkınlık geldi. Günün her saatinde bir anda önümüze çıkabilecek olan bu bilgilendirme bombardımanı altında kadın hareketi özneleri olarak bizler de 13 Haziran itibariyle her gün, her iki seçmenden birinin AKP’ye oy verdiği gerçeğiyle güne başlıyoruz. Her üç kadından birinin R. Tayyip Erdoğan hayranı olduğu Selcan gerçeğiyle öğlen ediyoruz. Adıyaman AKP seçmenlerinin ve Kartal Halkevi seçim çalışması yapan parti militanlarının önemli bir bölümünü kadınların oluşturduğu bilgisini de hatırlayıp günü nihayete erdiriyoruz.

M

*** İlerici toplumsal kesimler olarak seçim sonuçlarını tekrar tekrar değerlendirip, eşit ve özgür bir ülkede yaşamak için yürüttüğümüz mücadele çizgisine dair ciddi tartışmalar yürütmek zorunda olduğumuz gerçeğinin herkes farkında. Ancak özel bir tür kadın düşmanlığının temsilcisi ilan ettiğimiz AKP’ye dönük yoksul kadın desteğini daha da ayrıntılı tartışmaya ihtiyaç var. Çünkü AKP’nin kadın düşmanlığı siyaseti salt bir cinse dönük düşmanlık siyaseti değil, aynı zamanda Türkiye toplumunun neoliberal gerici bir çizgide yeniden örgütlenmesinin kurucu bir unsurudur. Yani AKP’nin kadınlardan aldığı oy Türkiye siyasetine etkisi bakımından erkeklerden aldığından çok daha güçlü. Tersten çözülecek bu kadın desteği de AKP açısından basit bir oy kaybı değil, neoliberal gerici saldırganlığa karşı kurulacak bir barikat niteliği taşımakta. *** Türkiye’de seçimler, seçmen alışkanlıkları, geleneksel sağ ve sol oy oranları, AKP’nin merkeze oturması gibi önemli tartışmaların hepsi söz konusu kadınlar olunca yine tali kalmakta. İşten çıkarılan AKP’li bir işçiye ya da evi yıkılan bir mahalleliye kızıp “AKP’ye oy vermeseydin” demek seçkinci bir tavırdır. Kocası tarafından “namus meselesi” nedeniyle katledilen bir kadın için “AKP’ye oy vermeseydi” denirse, bu sadece seçkinci bir tavır değil, bir tür kadın düşmanlığı olacaktır. Bu, şu nedenle önemli bir ayrımdır; muhalefetin bir takım kesimlerinin geçici bir süre (10-15 günlüğüne) moral bozukluğu gibi bir hakkı olabilir ancak kadın hareketinin böyle bir lüksü yoktur. Çünkü kadın düşmanlığı tarafından kuşatılan, fiziksel olarak varlık ve yokluk tehdidiyle karşı karşıya kalan biz kadınların sayısı her geçen gün artmakta. Kadınlar için asıl acil sorun seçim sonuçlarının neden böyle olduğu değildir artık. Artık sorun kadınların bu düşmanlığın ortasında nasıl bir mücadeleyle ayakta kalacağı, ayakta kalırken nasıl el ele tutuşacağı ve birleştikten sonra nereye yürüyeceğidir. Halkevci Kadınlar olarak kadınlara sosyal güvence kampanyasıyla mahallelerde, kent meydanlarında kadın düşmanlığına karşı el ele tutuşmaya başlamıştık zaten. Herhalde ikinci iş olarak bütün bir yaz bu ellerin sayısını arttırmalıyız. Kadınlara dönük saldırıların tamamında dayanışmayı büyütmeli, kalabalıklaşmalı, yürüyüş güzergâhları belirlemeli, daha ince planlar yapmalı, girmediğimiz mahallelere girmeli, kızkardeşliğe daha açık olmalı ve birbirimize daha çok gülmeliyiz!

Başbakan yargılansın

Bakanlıkta kadının adı yok B

aşbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2007-2011 stratejik raporunu yayımladı. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesinin hemen ardından yayımlanan rapora bakmanın büyük anlamı var. Rapor önümüzdeki dönemde kadınlar üzerinde denetim ve baskının aile içine sıkıştırma politikaları ile daha fazla artacağının işareti. Rapordaki verilerden, hükümetin iki dönemdir sürdürdüğü “ailenin korunması” politikalarının üçüncü dönemde daha fazla gündemde olacağı anlaşılıyor. Ailenin korunması için artık, evlilik dışı ilişkiler ve doğumlar “bilimsel olarak” takip edilecek. Takip yetmeyecek, çeşitli filmler, görseller, eğitim çalışmaları ile ailenin ne kadar önemli olduğu ve toplumun kurucu unsuru olduğu “bilmeyenlere” anlatılacak, “bilen”lerin içselleştirmesi sağlanacak. KADIN ÖLMÜfi BAKANLI⁄INI NASIL B‹L‹RD‹N‹Z Kadının adının bakanlıktan da silinmesiyle, iktidarın aile konusunda yürüttüğü siyasetinin kadını toplumsal yaşamda ailenin içine sıkıştırmak olduğu tekrar görülmüştü. Söz konusu raporun kadının kamusal yaşamda varlığından söz etmemesi de bunu destekler nitelikte bir yaklaşımı işaret etti. “Türk toplumunun aileye verdiği önem”i arkasına alan rapor, Avrupa ülkelerinden örneklerle gelecek dönemin planlarıyla ilgili göz kırpıyor. Raporda, Avrupa ülkelerindeki evlenme istatistikleri verilerek, Avrupalılaşma idealiyle hükümetin erkek egemen gerici planlarını meşrulaştırmaya çalışılıyor. ANNE, Efi, KUTSAL A‹LEN‹N BEKÇ‹S‹ Pek çok uluslararası metni dayanak gösteren rapor, kadın sorununu teğet geçiyor. Çocukların yetiştirilmesi için ortak çabaların geliştirilmesine değinilirken, ailelerin parçalanmasının çocuk bakımını zorlaştırdığı söyleniyor. Söylem alttan alta çocuk bakımını kadınların üstlendiği, ailenin parçalanmasıyla ücretsiz ev işçisi kadınlar idealinin de tehlikeye girdiğine işaret ediyor. Rapora

AKP kocalarının öldürdüğü binlerce kadını görmezden geliyor. Raporlarından anlaşılan o ki yaptıkları yapacaklarının teminatı

Sakine Akkufl, Ayfle Paflal›, Arzu Y›ld›r›m, Arzu Odabafl. Hepsi de kocalar› taraf›ndah katledildi. Avrupalı Bakanlar Konferansı’nda alınan ebeveynliğin desteklenmesi kararı dayanak gösteriliyor. Aile politikalarında benimsenen uygulamalar “evlilik ve çocuk sahibi olmayı teşvik, eğitim desteği, aile sağlığı, aile danışmanlığı, rehberlik hizmetleri, çocuk doğumundaki yardım ve doğum izinleri” şeklinde sayılıyor. Torba Yasa ile doğum izinleri konusunda kadın işçilerin durumlarında iyileştirme yaptıklarını tekrar eden AKP’lilerin bununla bile kadını esas almadığı aile kurumunun bekasını güvenceye almaya çalıştığı unsurlarla açık edilmiş oluyor. “Çocuk sahibi olmayı teşvik” konusu zaten Başbakan Erdoğan’ın nikâhlardan mitinglere, meclis konuşmalarından ev ziyaretlerine kadar dilinden düşürmediği “Üç çocuk doğurun” direktifi ile halledilmiş bulunuyor. Aile

Sıra hükümette Uluslararas› Çal›flma Konferans› (ILC), ev ifllerinde çal›flan milyonlarca iflçinin haklar›n› tan›yan yeni bir sözleflmeyi kabul etti. Hükümetler, iflverenler ve sendikalar›n kat›ld›¤› y›ll›k konferansta yap›lan oylamada, 396 oyla kabul edilen sözleflme Türkiye’de sendikalaflma faaliyeti yürüten ev iflçilerinin de önünü açabilecek. Sözleflmenin Türkiye’de de yürürlü¤e girmesi için hükümetin onay› gerekiyor. Söz konusu sözleflme, dünyada say›lar› 100 milyonu buldu¤u bildirilen yard›mc› kad›n, dad› ve aflç› gibi iflçileri kaps›yor. Sözleflmeyle ev çal›flanlar›, afl› olma, do¤um izni kullanma, sa¤l›k sigortas› gibi birçok iflçi hakk›n› ilk kez elde edecek. Türkiye’de geçti¤imiz haftalarda Ev ‹flçileri Dayan›flma Sendikas› fiilen kuruluflunu ilan etmifl, ev iflçilerinin ilk sendikas›n› kurma kararl›l›¤›n› göstermiflti.

Ankara’da kadınlar 22 Haziran’da, Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulundu. Halkevci Kadınlar, başbakanın Dilşat Aktaş nezdinde tüm kadınlara yönelik

“kadın mıdır, kız mıdır” söylemiyle hakaret ve aşağılamada bulunduğunu belirterek başbakanın kadın düşmanlığından dolayı yargılanmasını istediler.

danışmanlığı kurumundan beklenenler de geçtiğimiz ay içerisinde AKP’li belediyelerin aile danışmanlığı yapan ve “Çok eşilik yasalaşsın” diyen Sibel Üresin’in açıklamalarından görünüyor. KADINI TE⁄ET GEÇEN HÜKÜMET Rapor boşanmaların artmasının aileyi ve toplumu tehdit ettiğini öne sürüyor. Evinde şiddet gören kadınların boşanma talepleri, korunma taleplerinin reddedilerek evlerine geri gönderilmesi uygulamaları ve bunların kadınlar üzerindeki olumsuz sonuçları daha önce pek çok kadın örgütü ve kadın çalışması yapan kitle örgütü tarafından teşhir edilmişti. Tehlikenin geliyorum dediği bir başka konu da kurumun yaptırım gücünün olmayışının zayıf yan olarak ele alınması. Tehlikeyse,

zayıf yanların iyileştirilmesi için gelecek döneme dair hedefler barındıran bir rapor olması. Kurum böylece, ailenin korunması için yasal tedbirler almak üzere çaba harcayabilecek. “Aile ile ilgili yeterli ve doğru istatistiksel bilgi bulunmaması” ifadesinin geçirildiği rapor, aile kurumu içerisinde yer alan, almayan kişilere yönelik bir inceleme yapılacağını gösteriyor. Kimlerin 3 çocuk doğurduğunun, kimlerin aile kurumuna yönlendiğinin bilimsel olarak araştırılacak olması stratejik hedefler arasında yer alıyor. Sayıca ölçülmek olarak planlandığı gösterilen bu stratejinin hedefinde kadınları denetim altına almak olmadığını söylemek fazla iyi niyetli bir yaklaşım olur. Böylelikle, aile kurumunu dayatan, anneliğe zorlayan politikalara bir baskı unsuru

Rapordan kısa kısa Söz konusu rapor AKP’nin aile kurumunu kutsallaflt›rmak için kulland›¤› kanallar›n dayana¤›n› oluflturuyor. Afla¤›da rapordan kimi çarp›c› bölümleri al›nt›l›yoruz: “F›rsatlar: 6. Medyan›n aile kurumunu tehdit etmesi ve bunun f›rsata dönüflmesi. 8. Medya kanal›yla aile sorunlar›n›n daha görünür hale gelmesi. 9. Sosyal sorunlar›n artmas›yla ailenin güçlendirilmesinin gündeme gelmesi. 15. Yayg›n din inanc›n›n aileye iliflkin olumlu yaklafl›m›. Tehditler: 1. Medyan›n aile bireyleri üzerinde olumsuz model etkisinin artmas›. 6. Bilinçsiz internet kullan›m› nedeniyle yeni sorunlar›n oluflmas›. 11. Siyasi istikrars›zl›k. 17. Kurumun yapt›r›m gücünün olmamas›. 22. Aile ile ilgili yeterli ve do¤ru istatistiksel bilgi bulunmamas›.” daha eklenecek. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden ve BM Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nden alınan maddelerle fikir destekleniyor. Ancak söz konusu maddelerde daha çok evlenme ve boşanmanın “HAK” olması üzerinde duruluyor. Son rapor ve uygulamalarda ise evlilik ve aile kurumu her yurttaş için görev ve zorunluluk gibi ele alınıyor. DAHA FAZLA BASKI, DAHA FAZLA KUfiATMA AKP hükümeti, kadına yüklediği sorumluluklarla yaşatmayı amaç bildiği aile kurumu üzerindeki çalışmalarını sürdürürken, o sorumlulukları yüklediği kadını yok sayıyor. Kadınları, AKP’nin üçüncü iktidarında daha fazla baskı, daha çok emek sömürüsü, özel alana daha çok saldırı bekliyor.

LGBTT’yiz alışın her yerdeyiz L

ambda İstanbul’un bu yıl 19. kez düzenlediği Onur Yürüyüşü’ne binlerce LGBTT katıldı. Bu yıl 27 Haziran’da gerçekleştirilen yürüyüşe dev gökkuşağı renklerinde bayrakla katılan LGBTT’lere, BDP’li İstanbul milletvekilleri Sebahat Tuncel ve Sırrı Süreyya Önder ile Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü, CHP’li milletvekili Melda Onur katılarak destek verdi. ‘VELEV K‹ DÖNMEY‹Z’ “Velev ki i.neyiz, alışın her yerdeyiz”, “Velev ki dönmeyiz, alışın her yerdeyiz”, “Anayasada cinsel yönelim”, “Genel ahlaksız” ve “Yıkılmadık hiçbir tabu kalmayacak” dövizlerini taşıyan kitle, “Eşcinseliz, buradayız, alışın”, “İstifa et Arınç”, “Baskı şiddet ahlaksa biz ahlaksızız”, “Ayşe Fatma’yı Ahmet Mehmet’i, birbirlerini sevebilmeli”, “Meclis, TCK, ayrımcılık yapma!” sloganlarını attı. Eyleme destek veren sosyalist, feminist gruplarla aralarındaki dayanışmaya da sloganlarıyla dikkat çeken LGBTT bireyler, tüm katılımcılarla “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz” sloganına yürüyüşte sık sık yer verdi. Taksim Meydanı’ndan Tünel’e kadar süren yürüyüş Demet Demir’in okuduğu basın açıklaması ile sona erdi. LGBTT’LER VARDIR, ‹NTERNET SANSÜRÜNE HAYIR Demir açıklamada; “Bizler Lezbiyeniz, Geyiz, Biseksüeliz, Travestiyiz, Transseksüeliz. Bugün bu meydanda binleriz; ve dünyadaki milyonlarca kardeşimizle birlikte adalet, eşitlik ve özgürlük için her gün daha da güçlenerek mücadele ediyoruz. AKP hükümeti gitgide otoriterleşerek ve muhalefet girişimlerini şiddet yoluyla bastırarak kendi hegemonyasını tesis ediyor. Başbakan, bir yandan ‘kadın mıdır kız mıdır bilemem’ sözleriyle cinsiyetçi muhafazakârlık ve polis şiddetini meşrulaştırırken diğer yandan da kabinesinin alelacele geçirmeye çalıştığı internete sansür yasasıyla hepimizin bilgiye erişim ve iletişim hakkını gasp ediyor. Bizler polis şiddetine, cinsiyetçi muhafazakârlığa, sansüre ve LGBTT bireylerin kimliği ve var oluşunu ifade eden kelimelerin AKP zihniyetinin filtresinde yok edilmesine karşı çıkıyoruz” sözlerine yer verdi. AYRIMCI YASALAR DE⁄‹L, NEFRET SUÇLARI YASASI Demir, LGBTT bireylerin talep ve sorunlarını şöyle aktardı: “Nefret cinayetlerinde ağır tahrik indirimleri

uygulanarak zanlılar ödüllendiriliyor. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerimizden dolayı işe alınmıyor, çalıştığımız işlerden atılıyor, ayrımcı yasalarla mesleklerimizden men ediliyoruz. Seks işçiliği yapan transseksüeller sendikal haklardan ve devletin sosyal güvencesinden yoksun bir biçimde çalışmaya devam ediyor! Trans bireyler, beden geçiş sürecini düzenleyen kanunlarla zorunlu kısırlaştırma uygulamasına maruz bırakılıyor. Anayasanın eşitlik ilkelerini düzenleyen 10. maddesine ve ayrımcılık karşıtı yasalara “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesini, seks işçilerinin sendikal haklara sahip olmasını, Nefret Suçları Yasası’nın çıkarılmasını, talep ediyor; ataerkinin, ırkçılığın, sosyal ve ekonomik adaletsizliğin, her türlü ayrımcılığın hepimizi insanca yaşamaktan mahrum ettiğini bir kez daha haykırıyoruz.” Eylemde ayrıca yaptıkları ayrımcılık nedeniyle daha önce de protesto edilen Mango mağazası ve English Time bir kez daha protesto edildi.


11

YÜZ YÜZE 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halkın Sesi Beyrut’tan Bildiriyor

Halk›n Sesi

Halkın Sesi, 25-27 Haziran tarihlerinde Beyrut’taydı. Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi çalışmaları kapsamında sağlık meslek örgütlerinin Filistinli sağlıkçılarla dayanışma buluşmasına eşlik ettiğimiz Beyrut ziyaretinde, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Lübnan Komünist Partisi (LKP) üye ve yöneticileri ile bölgede yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin pozisyonu üzerine görüşmelerde bulunduk.

LKP’nin dış ilişkilerden sorumlu Politbüro üyesi Samir Diab, Tunus ve Mısır’da yaşanan gelişmeleri devrim olarak niteliyor. Bunun elbette Bolşevik devrimi ile kıyasla eksikleri olduğuna ve henüz başlangıç aşamasında olduğuna değinen Diab, ABD, Türkiye ve Selefilerden oluşan karşıdevrim cephesinin bu devrimi boğmaya çalıştığına dikkat çekiyor.

ARAP SOLUNUN GÖZÜNDEN HALK HAREKETLER‹ VE TÜRK‹YE

LKP: AKP karşıdevrimin parçası

T

unus ve Mısır’da devrilen hükümetler ABD’nin bütün isteklerine uyan hükümetlerdir. ABD yeni adımlarını tehlikedeki çıkarlarını korumak için atıyor

Tunus ve Mısır’dan başlayarak bölgeye yayılan Arap halk hareketlerinin gelişimi ile ilgili olarak Lübnan Komünist Partisi’nin değerlendirmesi nedir? SSCB’nin yıkılmasının ve Irak’ın şgal edilmesinin ardından şekillenen Yeni Ortadoğu Projesi, bölgeyi ılımlı rejimlere böldü. Ilımlı derken ABD’nin Yeni Ortadoğu Projesi için sunduğu ekonomik ve askeri bütün koşulları kabul eden rejimleri kast ediyoruz. Körfez ülkeleri, Mısır, Tunus gibi… Bu rejimlerin kalkınmayı, yoksulluğun azaltılmasını, aydınlanmayı vs sağlaması beklendi ancak tam tersi gerçekleşti. Tamamında tek parti ya da tek adam yönetimleri açığa çıktı. Bu da politik sistemle halk arasında büyük bir uçurum yarattı. İster “ılımlı” olsun ister Suriye gibi “ılımlı olmayan” olsun, bu rejimler sözde Filistin’den yana oldu ama gerçek Filistin'e destek çıkmadı. Kalkınmadan söz etmelerine rağmen neoliberal ekonomi politikaları izleyerek, ekonominin kilit sektörlerini yöneten bir grup sermaye yarattılar. Ve bu da halkla rejimler arasındaki uçurumu büyüttü. Diğer yandan bu durum karşısında bütünlüklü projesi olan bir muhalefet yoktu. Bu politik sistemler karşısında net ve bütünlüklü bir projeye sahip olan ne solcu ne de bir başka muhalefet vardı. “ÇOCUK OYUNU” Olaylar yıllar içinde bu şekilde gelişirken Tunus hareketi gündeme geldi. Hareket Bolşevik devrimi gibi ön hazırlığı olan bir süreçte gelişmedi, toplumsal çelişkiler nedeniyle başladı. Bu çelişkilerden doğan hareket kırsal bölgelerden kentlere doğru hızla gelişti. Hareketin bileşenleri içinde sendikalar çok güçlü bir yer tutuyorlardı. Bu iki unsur “Bin Ali ülkeyi terk et” sloganını çıkardı. Bin Ali ile ordunun rolü arasında bir çelişki vardı. Ordu tarafsız kaldı ve Bin Ali destek istediğinde ne Bin Ali'yi ne de devrimcileri destekledi. Bu koşullarda hareket örgütlendi ve ne istediğini açıkça ortaya koydu. Hareketin hızı karşısında sistem çöktü. ABD tam anlamıyla şaşırmıştı. Neler olup bittiğini takip edememişlerdi. Bin Ali'nin devrilmesinden önce Mısır'da çeşitli hareketler başladı. Hüsnü Mübarek Tunus'tan ders almadı. 2 bin genç sokağa çıkınca “çocuklar oyun oynuyor” dedi. Bunun öncesinde yer alan Mahalla gibi emek hareketlerini unutmamalıyız. Ama an olarak gösteriler başladığında bunlar sadece örgütlü bir grup gençti. Müslüman Kardeşler hareketin içinde değildi. Gençliğe ek olarak kimi STK’lar vardı. Sistem saldırıya geçince hareket de hızla gelişti. SİSTEMİN KAFASI KOPTU Mısır'da sistem, çöküşün mümkün olduğuna inanmıyordu. Ordu tarafsız kaldı. ABD de devrimin başarıya ulaşacağını ummuyordu. Çünkü bu Mısır'dı, Camp David'di, orduydu, Mübarek'ti, ABD'nin bir numaralı destekçisiydi. Mübarek'i kurtarmaya zamanları yoktu. Obama'dan olsun yönetiminden olsun aynı gün içinde 5 ayrı açıklama duyabildik. Sonuç olarak Tunus ve Mısır’da iki devrim, sistemin kafasını koparmak

ine Suriye’de de karşıdevrimle yüz yüzeyiz. Karşımızda: Amerikalılar, selefiler, Türkiye. Bu zemini aslında bizzat Beşar Esad’ın hataları yarattı

Y

Ahmet D›rki Samir Diab

olan ilk hedeflerini başardılar. Lübnan hariç bölgedeki bütün politik sistemler birbirine benzer. Bu nedenle Mısır ve Tunus'ta devrimlerin ilk aşamasının kazanılmasının ardından olaylar Bahreyn, Yemen, Ürdün, Libya’ya doğru yayılmaya başladı. EMPERYALİZM DEVREDE Tunus ve Mısır’da devrilen hükümetlere ABD'nin dayattığı bütün koşulları yerine getirdikleri için ABD hükümetleri diyebiliriz. Bu nedenle de ABD kendi planlarını güvenceye almak için bir karşı strateji geliştirdi. NATO üzerinden Avrupa’nın müdahalesi geldi. Gerici Körfez rejimlerini desteklediler. Bahreyn'de başlayan devrim, Suudi Arabistan ve ordu tarafından bütünüyle bastırıldı. Tunus'ta ve Mısır'da ise yeni yönetimlerle anlaşmaya giderek düzeni bütünüyle yıkılmaktan kurtarmayı hedefleyen adımlar attı. Şu anda Libya'da karmaşık bir durum var. Libya'daki hareket de Tunus ve Mısır'daki gibi başladı. Bir halk hareketiydi. Karşıdevrim şimdi devrime meydan okumak için hazır hale geldi. “Bahreyn kralı demokratik biri” ve dünya ona devrimi bastırması için yardım ediyor. Muammer Kaddafi ise “bir diktatör” ve ona da devrimi kurtarmak için müdahale ediyorlar. ABD pro-

Esad, Hüsnü Mübarek’le aynı hataya düşüyor, devrilmeyeceğini düşünüyor. Bin Ali öyle düşünmüştü, Mübarek de, Kaddafi de... jesi ve karşıdevrim giderek daha açık hale geliyor. ABD Irak'ı işgal ederek başaramadığını şimdi iç meseleleri kullanarak başarmaya çalışıyor. Bir ülkede devrimin, demokrasinin yanında; bir başka ülkede ise karşısında olabiliyor. Peki Suriye’de yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye'de Dera’da başlayan olaylar da diğer Arap ülkelerindeki gibi gelişti. Dera Ürdün ve Filistin sınırında bir kent. Bu reform ve özgürlük isteyen bir halk hareketiydi. Yönetimin tepkisi de, diğer diktatörlükler gibiydi. Halk ve ordu arasında çatışmalar başladı. Burada

aynı zamanda olayları büyütmeye çalışan bir dış unsur var. Neden? Çünkü ABD Suriye'yi, kendi koşullarını kabul etmesi için baskı altına almaya çalışıyor. 2003'te Colin Powel Irak'tan Suriye'ye geçerek bir ziyarette bulundu. Esad'a “koşullarımız bunlar, Ortadoğu planlarımız bunlar, bunun bir parçası olur musunuz” dedi. Suriye o zaman Amerika'nın istediği bu koşulları reddetmişti. Esad son yıllarda özellikle ekonomi alanında emperyalizmle bütünleşme yolunda adım atmadı mı? Evet, oraya geliyorum zaten. 2005'te Beyrut'ta Refik Hariri öldürüldü. Suriye suçlandı. Uluslararası mahkeme kuruldu. Suriye ordusu Lübnan'dan çekildi. Bütün bunlar elbette Suriye'nin Amerikan koşullarını kabul etmesini isteyen bir başka türden basınçtı. Suriye Irak'ta Sünni direnişi destekliyordu. Lübnan'da Hizbullah'ı destekliyordu. Suriye böylece elini güçlendirmeye çalışıyordu. ABD ile müzakere edebilmek için elinde üç koz vardı. Birincisi, Irak'taki varlığı ve İran’la koalisyonu. İkincisi Lübnan'daki varlığı ve Hizbullah'ın 2006'daki zaferi. Üçüncüsü Filistin ve Hamas. İran'la koalisyonunun yanı sıra pek çok alanda Türkiye'yle sorunlarını çözmeye başlaması da bir başka ilerlemeydi. Böylece Suriye ve Türkiye arasındaki ilişki

çok iyi bir noktaya geldi ve gelişti. Türkiye'nin bölgede kendi çıkarları vardı. Böylece Suriye bir bölgesel oyuncu haline geldi. Dera'da hareket başladığında silahsız ve barışçıl bir halk hareketiyken, Arap dünyasındaki diğer politik sistemlerin bir benzeri olan bu sistemin hatası hareketi bastırma yolunda yaptıklarıydı. Bu da Amerika'ya ve Müslüman Kardeşlere koz verdi. Suriye hedef haline geldi. Türkiye modeli fikri genelleşmeye başladı. “Türkiye modeli” derken Arap dünyasında bu nasıl algılanıyor? Ordu kontrolünde laik bir devlet, Bin Ladin gibi köktenci olmayan, ılımlı İslamcı Erdoğan... Öyleyse Türk modelini bütün Arap dünyasına yaygınlaştıralım, dediler. Laik devlet, güçlü ordu, ılımlı İslamcı yönetim. Bu Suriye'de Türkiye müdahalesinin neden bu kadar açık olduğunu gösteriyor. Suriye'de üç muhalefet unsuru var. Özgürlük, demokrasi ve reform isteyen halk muhalefeti. Yine burada bütün Arap rejimlerinin yaşadığı şey karşımıza çıkıyor. Neoliberal ekonomi politikaları bir kez başlatıldı mı bundan küçük bir azınlık faydalanıyor ve yönetimle halk arasındaki uçurum büyüyor. Suriye'deki muhalefete dönersek halk muhalefeti, sokakta bir kitle tabanı olmayan aydınlar, solcular; üçüncüsü de baba Esad döneminden kalma tarihsel bir hesapları olan Selefi İslamcılar, yani Müslüman Kardeşler. Yine burada da karşıdevrimle yüz yüzeyiz: Amerikalılar, Selefiler, Türkiye. Politik sistemin hatası yine aynı. İşkence, tutuklama... Esad hala Mübarek gibi “devrilemeyeceğini” düşünüyor. Mübarek de Bin Ali gibi düşünüyordu... Kaddafi de öyle… Suriye farklı. Karşıdevrim Dera'yı Bingazi gibi yapmak istedi. Bunu Türkiye'ye yakın Cizr-el Şuhur bölgesinde de yapmak istediler ama başaramadılar. Suriye'de uzun ve tehlikeli bir süreç kapıda. Bugüne kadar Esad orduyu kontrol edebildi. Çünkü Suriye ordusu Camp David'e göre konumlanmış Mısır ordusundan bütünüyle farklı. Biz Suriye'de yaşananların Lübnan'da doğrudan yansımaları olacağını düşünüyoruz. Lübnan 2005'ten bu yana bölünmüş durumda. Suriye'yi destekleyen 8 Mart koalisyonu bir yanda, ABD'yi destekleyen 14 Mart koalisyonu diğer yanda. Hükümet şu anda 8 Mart’ın elinde. Suriye'de koşulların iyileşmesi ya da kötüleşmesi Lübnan'a doğrudan yansıyacak.

Lübnan Komünist Partisi’nden kampanya “Lübnan şu anda iki kampa bölünmüş durumda. Lübnan Komünist Partisi olarak bizim hareketimiz bu bölünmüşlük karşısında bir tavır alıyor. Mezhep ayrımına dayalı sistemin yıkılmasını istiyoruz. Lübnan'da bizim de bir demokrasi ve özgürlüğümüz var ama bu sahte. Çünkü sistem mezhep esasına dayanıyor. Arap devrimleri ile ilgili bir değerlendirme yapmak ve neler yapılacağını tartışmak üzere Arap solunu bir araya getirdik. Karşıdevrimi nasıl yanıtlayacağımızı konuştuk. Arap devrimleri Paris Komünü, Bolşevik devrimi ve 1968’in ardından bize yeni bir model sunuyor. Bunlardan kendimize dersler çıkarmalıyız. ABD ve AB’deki insanlar dahi bunların faydasını

görecek. Bu devrim tek kurşun atmadan iki lider devirdi. Bu bir ilk. 50 yıl önce de mücadele vardı ama çok farklı bir durumdayız. Yeni bir tarih yaşıyoruz. Sınıf eksenli yeni bir direniş yaşıyoruz. Yeni bir plan oluşturulmalı. Devrimi korumak için, diğer yollara sapmaktan kurtarmak için… Amerika savaşlara yol açmak isteyecek. Filistin meselesi önemini koruyacak. Filistin hala meselenin kalbidir. Bunu unutmamalıyız. İsrail hala Arap dünyasının kalbine saplı. Irak’ı bölecekler. Hatta bu yıllar sürmeyecek, aylar içinde olacak. Bu durumun genelleşmesi muhtemel. Bu süreçte gençlik, sendikalar ve toplumsal düzeyde örgütlere ihtiyacımız var.

Erdoğan neden sevildi? “2006'daki Lübnan direnişi Hizbullah'tır. Hizbullah, İran-Suriye ekseninin bir parçasıdır. Lübnan'a yönelik 33 günlük saldırının ardından zafer elde edilince bütün Arap halkı Nasrallah'ın fotoğraflarını taşıdı. Arap halkları Nasrallah'ı bir Şii partisi lideri olarak düşünmedi. Onu İsrail'le savaşan bir direnişçi olarak gördüler. Burada Arap halkının hissiyatından bahsediyorum. Çünkü Arap halkı Filistin'in kurtuluşunu istiyor. Diğer yandan rejimler, halkları Filistin'in kurtuluşuna giden yoldan uzak tutuyorlar. Diğer bir model Erdoğan'ın fotoğrafları. Neden Erdoğan fotoları taşınıyor, Erdoğan'ın bunu neden yaptığını analiz etmiyorum. Orada verilen genel fotoğraftan söz ediyorum. Erdoğan, Türk tarafından Siyonist devlete karşı ilk meydan okumaydı. Bu nedenle fotoğrafları taşındı. Yine hissiyata dair konuşuyorum, nedenlerin politik analizini yapmıyorum. Erdoğan Sünni ve Türkiye’den. Ama Arap halkı fotoğraflarını taşıdı. Türkiye'de Amerikan üsleri vs olabilir ama ben hissiyattan bahsediyorum.”

Erdoğan rolünü oynuyor Politik düzlemde, Ortadoğu'daki savaş ve mücadeleyle ilgili olarak, Irak'ın işgalinden sonra bir direniş var. ABD'nin kendi istediği koşulları bütün Ortadoğu’ya dayatması karşısında bölge üçe bölündü. Birinci eksen Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, Kuveyt, Amman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar) ile Mısır, Tunus, Fas... Diğer yandan Türkiye var. Buna bir eksen diyemeyiz. Bu bir rol. Amerikan ekseninden çok da farklı bir şey değil. Amerika'ya yakın ancak İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas'ın temsil ettiği üçüncü eksenle de temas ederek iki tarafla birlikte oynamak istiyor. Diğer yandan Yeni Ortadoğu Projesi’nin temel bir amacı da bölgeyi etnik, mezhepsel ayrımlarla bölmek. Bir yanda İran, Suriye ve Hizbullah’ın başını çektiği Şiiler ve diğer yanda merkezinde başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez'in yer aldığı Sünniler. Ve diğer taraf da ılımlı İslam denen Türkiye, yani Recep Tayyip Erdoğan'ın partisi AKP var. Bölgedeki mücadelenin politik çerçevesi buydu.


12

MEDYA 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

A K P ’ Y ‹

R A H A T S I Z

E D E N L E R

T A S F ‹ Y E

E D ‹ L ‹ Y O R

Patronlar ustaya boyun eğince Medya patronları yayınlarını AKP ile uyumlu hale getirmek için harekete geçti. NTV, Radikal, SKYTürk’te tasfiyeler var, baskı yazarların kalemine yansıyor

A

KP iktidarının ikinci dönemi sona ererken baskı ve operasyonların hedefine medya oturmuştu. 2011 yılı Soner Yalçın ve OdaTv’ye yapılan baskınlarla başlamış, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasıyla basına yönelik baskılar görünür hale gelmişti. AKP’nin yüzde 50’lik oy oranıyla sandıktan çıktığı 12 Haziran genel seçimleri medya dünyasında pek çok medya grubunun yayın çizgisini AKP’lileştirilmesi sürecini de başlatmış oldu. AKP’nin elindeki iktidar olanakları ve cemaatlerin maddi manevi olanaklarını seferber etmesi sayesinde medya endüstrisinin büyük bölümünü kapsayan bir AKP medyası ortaya çıktı. Bu kategoride yer almayanlar ise Aydın Doğan’ın AKP ile yaşadığı çıkar çatışması sonrası aldığı mali cezalar ve medyada küçülmeye gitmesinden ders çıkararak kendi gruplarının yayın politikasını AKP ile daha fazla uyumlulaştırama operasyonlarına girişti. YAZARLAR BASKIYI ANLATIYOR Patronların yaşadığı baskılar gazetecilerin yazılarında da sıklıkla dile getiriliyor.Uzun yıllar sonra belki de ilk defa farklı köşe yazarları yaşanılan baskıları bu kadar açıklıkla yazılarına yansıtıyor. Bu koşullarda gazetecilik yapmanın giderek zorlaştığını belirtiyorlar. Basında muhalif duruşuyla tanınan NTV’nin anahaber kuşağında Canlı Haber’i yapan, Milliyet’te köşe yazılarına devam eden Can Dündar bu baskıyı 20 Haziran günü Milliyet’teki ‘Seks sorusu’ başlıklı yazısının sonunda şu sözlerle dile getirmişti: “Son dönem asıl endişe verici gelişme ise, çoğu medya dışından gelen kimi patronların, ‘yukarı’nın artan baskısı karşısındaki dirençsizliği; o baskıyı kendi korkularıyla büyütüp kraldan fazla kralcı kesilen yöneticilerin acizliği...” AKP'ye yönelik eleştirileri nedeniyle Başta Zaman gazetesinden Ekrem Dumanlı olmak üzere AKP medyası-

RADİKAL YANDAŞ Radikal gazetesinde yönetici koltuğundaki iki isim de hissettikleri baskı nedeniyle meslek aşklarını yitirdiklerini söyleyerek görevlerinden istifa etti. Gazete’nin yönetimine Eyüp Can (Sağlık)’ın getirilmesiyle başlayan Radikal tasfiye, Can’ın beraberinde getirdiği Zaman gazetesi kökenli ekiple Radikal’deki diğer isimler arasında gerilimli bir ilişkiye yol açmıştı. Ertuğrul Mavioğlu’nun gazeteden ayrılmasıyla başlayan aşınma haber müdürü Erdal Güven ve ekler yayın yönetmeni Çınar Oskay’ın istifasıyla devam etti. İki isim de liberal çizgileriyle tanınıyor. Hatta Güven’in Radikal'deki sendikal örgütlenmeyi kırmak amacıyla dört yıl önce gerçekleştirilen kitlesel işten atmalarda işveren adına görev aldığı biliniyor. Fakat son dönem AKP politikalarını eleştiren yazılar yazan bu isimlerin ikisinin de ayrılık gerekçesi olarak gazete yönetimiyle siyasi ayrılıklar yaşadıklarını belirtmesi tasfiyede kıstasın ‘sol’culuk değil AKP muhalifliği olduğunu göstermesi bakımından önemli. nın hedefi haline gelen Dündar basın özgürlüğü konusunda yazmayı sürdürerek 23 Haziran’da ‘Değişim ve Tasfiye’ yazısında medyada tasfiye ve tasfiye olmamak uğruna değişenlerin durumunu kaleme almıştı. Dündar medya patronlarının AKP ile ters düşmemek adına yarattığı basıncı NTV’den istifa ettiği yolundaki haberleri yalanlamak için kaleme aldığı açıklama yazısında da dolaylı olarak dile getirmişti. Dündar 24 Haziran günü kendi sitesinde yayımladığı bu açıklamayla kanalda işlerin zorlaştığını, kutuplaşmanın gazetecilerin işlerini zorlaştırdığını, iktidardan baskı gördüklerni dile getiriyor ve ardından şu soruyu soruyordu: “Beğenmediği yayın organlarının sahibini Maliye kanalıyla en ağır şekilde cezalandıran bir iktidar karşısında hangi patron dik durabilir

ki?” Son dönemde AKP ile inişli çıkışlı bir ilişki tutturan ve tutuklu gazeteciler için düzenlenen eylemlere katılan Ruşen Çakır da Vatan gazetesinde 18 Haziran tarihli köşe yazısına “Mesleğimizi kaybetmenin eşiğinde” başlığını atmış ve şöyle yazmıştı: “Sorunun temelinde medyadaki sermaye yapısı olduğunu düşünüyorum. Medya sahiplerinin başka alanlarda da yatırımları bulunması ve bu bağlamda devletle çok sıkı ekonomik ilişki içinde bulunmaları medya ile iktidar arasındaki mesafenin kısalmasına ve basın özgürlüğünün alanının daralmasına yol açıyor NTV’DE ERKEN TATİL TASFİYESİ Çakır’ın işaret ettiği bu ekonomik çıkarların medya patronların operas-

yonlarına yansımasının en görünür ve sansasyonel biçimde ceryan ettiği yer NTV oldu. TÜSİAD üyesi olduğu halde AKP ile ilişkileri ‘sıcak’ ve ‘yakın’ olan Ferit Şahenk’e ait Doğuş Gurbu’nun kanalı NTV basının muhalif duruşu öne çıkan isimlerini bünyesinde bulunduruyor. Bu isimlerden Banu Güven 20102011 yayın döneminde haber kuşağı gibi etkili bir program yerine ana haber öncesi yayınlanan Banu Güven’le Artı isimli bir programla izleyicilerin karşısına çıkmıştı. Programında gazetecilerin tutuklanması, internet yasakları ve Kürt sorunu gibi konuları ele alan ve bu konuda iktidara tepki gösteren Güven’in programı yaz tatiline üç hafta erken çıkartıldı. Erken tatil kararı Vedat Türkali'nin katılarak Kürt sorunu üzerine konuştuğu prog-

ramın hemen ertesi günü geldi. Erken tatilciler kervanına daha sonra Ana Haber kuşağında yayınlanan Can Dündar’la Canlı Haber programı çıktı. Dündar bu erken tatilin gerekçesini 24 Haziran tarihli açıklamasında şu sözlerle açıkıyordu: “Üzerinde yürüdüğümüz ip, kopmak üzereydi. Sadece NTV’de bizlerin değil; tüm medyanın ve gazetecilerin… İşte bu ortamda, birkaç programın erken tatile çıkarılmasından sonra, ben de hem kanalı sıkıntıya sokmamak, hem kendimi korumak adına bu “imkândan” yararlanmak istedim. Erken tatil talep ettim.” NTV’deki bir diğer düzenleme ise Başbakanın seçim sürecinde açıktan hedef gösterdiği gazeteci Nuray Mert’in katılımcısı olduğu Basın Odası programının hiçbir açıklama yapılmadan yayından kaldırılması oldu.

SKYTÜRK’TE DE TASFİYE Çukurova grubuna bağlı SKYTürk haber kanalında da kanalın başına geçirilen yeni yönetim AKP ile örtüşmeyen isimleri tasfiye ederek işe başladı. Birgün gazetesinin haberine göre kanalın yeni genel yayın yönetmeni Tolga Alişoğlu, Haber Müdürü Saynur Tezel’in görevine son verildi. Tezel Kürt sorununda barış toplantılarına katılan, çeşitli sol partilerle geçmişte teması olan bir isimdi. Kanalda programı yayından kaldırılan bir diğer isimse Enver Aysever oldu. Aysever sol çizgide bir isim. CHP’nin Kılıçdaroğlu yönetimindeki ilk Parti Meclisi’nde yer almıştı. AKP'nin üçüncü iktidar döneminin medyanın AKP'lileştirilmesi operasyonlarının da hız kazanacağı bir dönem olarak başladı.

Sanal ortamda da sola düşmanlar M

edya iktidar baskısıyla yeniden şekillenirken muhalif çizgisini sürdüren solsosyalist basını susturmak içn devreye bilindik yöntemler sokuldu: Kontra örgütler aracılığıyla tehdit, davalar, sansür uygulamaları. Kontrgerilla uzantısı Türk İntikam Tugayları, Evrensel gazetesine bir e-posta gönderdi. Gazetenin Türklere hakaret ettiğini öne süren kontrgerilla uzantıları 15 Ağustos’ta Kürtleri ve Ermenileri hedef alan saldırılar yapacaklarını iddia ettiler. SOLA SANAL SALDIRI Sanal ortamda muhalefetin sesi olan, sol siteler ise sansür tehdidi altında.

Bianet, Birgün, ANF ve Sol.org siteleri haziran ayı boyunca ‘kimliği belirsiz’ hackerların siber saldırısına uğramış bu saldırılar nedeniyle sitelerin yayınları kısa süreliğine kesintiye uğramıştı. İnternetteki yeni saldırı ise ahlaki gerekçelerin arkasına sığınılarak başlayan sansür girişimleri oldu. AKP hükümeti internet ortamına yönelik kısıtlamaları ‘ahlak’, ‘çocukların sakıncalı içerikten korunması’ gibi toplumsal açıdan kolay kabuk görür gerekçelere sığınarak yaygınlaştırıyor. Fakat bu bahanelerle gündeme gelen sansür ve sitenin kapatılması uygulamaları ilk olarak solmuhalif sitelere yöneldi. Kürt hareketinin en etkili medya

organlarından birisi olan Fırat Haber Ajansı ‘porno içerik’ bulunduğu gerekçesiyle sansürlendi. ‘GELİN İHBARCIMIZ OLUN’ Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) görünürde katılımcı ve sağlıklı internet ortamı yaratmayı hedefleyen fakat özünde internet kullanıcılarını muhbirleştirerek muhalif sitelere kolayca sansür uygulamasına olanak sağlayan bir site var. ‘ihbarweb.org.tr’ TİB’e bağlı bu siteyi ziyaret edenler ‘rahatsız oldukları’ internet sitesini şikayet edebiliyor. 21 Haziran günü ihbarweb.org Sendika.Org’a mail atarak site hakkında şikayet aldıklarını belirtti. Şikayet

aldıkları içerikleri bildirdi. Bu içerikler hakkında gereğini yapması (yani kaldırması) gerektiğini hatırlattı. Şikayete konu olan yazılardan birisi ANF’den derlenmiş Öcalan’ın avukatlarına ait bir görüşme notuydu. Bir diğeri ise Ortadoğu haritasını yeniden çizme planları: Yeni Ortadoğu Projesi başlıklı bir çeviride yer alan ve Emperyalistlerin tahayyülündeki Ortadoğu’yu gösteren bir harita. Oysa bu iki içeriğin şikayet konusu olduğu ihbarwebde şikayete konu olabilecek kıstaslar intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu vb. suçlar olarak sıralanmış. Sendika.Org içeriklerinin bunlardan hiçbirine girmediği

halde sansürlenmek istenmesi bu bahaneler altında her türlü siyasi içeriğin de denetim altına alındığını gösteriyor. Sendika.Org yayın ekibi kendilerine uyarı yollayan TİB’e sitelerinde de yer verdikleri bir mektup yayınlayarak söz konusu içeriklerin hangi madde kapsamında sakıncalı bulunduğunu sordu. Mektupta TİB’in sansürcü tavrı teşhir edilerek, buna gerekçe olan düzenlemeler ve kurumun tavrı eleştirildi. Bu mektubun ardından benzer tehlikeyle karşı karşıya olan sol-muhalif sitelerin kurduğu temas sansüre karşı ortam mücadelenin ilk adımı oldu. Bilişim alanıda çalışma yürüten avukatlar maille ilgili hukuki süreci başlattı.

22 A¤ustos’ta yürürlü¤e girecek yönetmelik internetteki sansür uygulamas›n› yayg›nlayt›racak. Yaln›zca siteleri de¤il internet kullan›c›lar› da denetlenecek, kullan›c›lar›n internetteki faaliyetleri takip alt›na alacak.

Emek örgütleri sansüre karşı A

Gazeteciler yürüdü: Helalleşmiyoruz

Hapishanede 100. günlerini dolduran Nedim Şener ve Ahmet Şık için düzenlenen "Adaletin Kara 100'ü" sloganıyla bir yürüyüş düzenlendi. “Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları”nın çağrısıyla yapılan eylemde yüzlerce kişi basın özgür-

lüğü ve halkın haber alma hakkı için bir araya geldi. İstiklal Caddesi boyunca yapılan yürüyüşün ardından Taksim Meydanı’nda yapılan açıklamada Başbakan’ın “helalleşme” mesajı verdiği balkon konuşmasına atıfla “helalleşmiyoruz” denildi.

KP hükümetinin internet kullanımı üzerindeki baskıcı düzenlemeleri karşısındaki muhalefet giderek yaygınlaşıyor. Türk-İş’e ve DİSK’e bağlı sendikalar bir basın açıklaması yaparak, internete sansür getiren BTK yönetmeliğinin kaldırılmasını istedi Tek Gıda İş sendikasının çağrısı ile TMMOB Makine Mühendisleri Odası'nda bir araya gelen sendikalar Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu'nun (BTK) 22 Ağustos'ta

yürürlüğe sokmaya hazırlandığı ve internete 'filtre yoluyla sansür' getiren yönetmeliğin kaldırılmasını talep etti. Basın açıklamasına Tek Gıda İş, Petrol-İş, Tümtis ve Toleyis gibi Türk-İş sendikalarının yanı sıra DİSK’ten de Birleşik Metal İş, Dev Sağlık İş ve Limter İş yöneticileri katıldı. Sendikaların yanı sıra Alternatif Bilişim Derneği, TAREM, emekdunyasi.net ve Sendika.Org temsilcileri de açıklamaya destek verdi.

Çeşmecioğlu’nu yitirdik Birgün gazetesi sorumlu yaz› iflleri müdürü ‹brahim Çeflmecio¤lu’nu kaybettik. Birgün’den önce ‹flçilerin Sesi ve Demokrat Dergisi'ne emek veren Çeflmecio¤lu için Birgün Gazetesi önünde 19 haziran günü bir tören düzenlendi. Çok say›da kitle örgütü ve siyasi parti temsilcisinin kat›ld›¤› törenin ard›ndan Çeflmecio¤lu Ulus Mezarl›¤›’nda topra¤a verildi.


13

TARİH 1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Sivas katliamı unutulmayacak! Devletin, katliamı ‘normalleştiren’ açıklamaları mahkeme sürecine de yön verdi, sanıklar korunup kollandı

18 yıl önce Sivas’ta yaşanan katliam, bu topraklarda benzerlerini daha önce de gördüğümüz örgütlü bir kıyım

S

ivas-Banaz'da yapılan Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri'nin 1993'teki 4. yılında adresi Sivas olarak değiştirilir; 12 Eylül sonrasında faşistler her türlü etkinliği rahatça yaparken diğer tarafta yaprak kımıldamayan Sivas’ta var olan havanın dağıtılması amaçlanır. 1 Temmuz’da başlayan etkinlikler, ertesi gün Buruciye Medresesi’nde devam ederken bazı camilerin önünde ve yakınlarında birtakım gruplaşmalar görüldüğü ve bir saldırı olabileceği haberi fısıltı halinde yayılır. Saldırının ilk kıvılcımları öğle saatlerinde İHA muhabirinin Nesin’le yaptığı söyleşi ile kendisini hissettirmeye başlar. Müslüman camianın Nesin’in kendisini dinsiz olarak ifade etmesinden rahatsız olduğunu söyleyen muhabire karşılık Nesin’in “Ben onlardan rahatsız değilim, onlar da benden rahatsız olmasın” şeklinde cevapladığı söyleşi gergin bir havada devam eder. Hatta röportaj, dışarıdan birinin “Niye saldırıyorsun, niye bu insanların fikirlerine saygı duymuyorsun” diyerek müdahil olmasıyla noktalanır. Diğer tarafta da medrese yakınında namaz için toplanan cemaat, Can Şenliği oyuncularının davullu oyun çağrısını ezan sesini bastırmaya çalışmak olarak yorumlar ve oyuncular polislerce

“Davul tokmak vurulmayacak, bu ortama sebebiyet vermeyin” şeklinde uyarılır. Cuma namazının ardından da sokaklar dolmaya başlar. Ancak saldırı aynı gün, kendiliğinden başlayan bir olay değildir. Katliamdan önce “Müslümanlar” imzasıyla dağıtılan bildirilerde Aziz Nesin'in Kuran'a, “peygamberin aile hayatı”na dil uzattığı yazılır ve 'Salman Rüşdi'nin yerli uşağı' olarak tanımlanır. Sivas’a gelmesi, “kentte Müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir” şeklinde tarif edilir. Müslümanlardan istenen ise 'dinlerinin gereklerini yerine getirmeleri'dir. Bildiriler dağıtılırken yerel basın da boş durmaz, Nesin'in konuşmaları ve etkinlikler kışkırtıcı bir dille çarpıtılarak verilir. Hakikat gazetesi, 1 Temmuz’da Nesin’in dinsizlik propagandası yaptığını yazar, 2 Temmuz’da ise Nesin’e atfen “Bin yıl önce yazılan Kuran’ın nesine inanayım” sözlerini manşete taşıyarak “Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar” başlığıyla çıkar. Hürdoğan gazetesi ise, Ozanlar Heykeli’nin gizlice dikildiğini iddia ederek “Halkın tepkisi ne olacak” diye sorar. 2 Temmuz’daki haberi ise “Sivas’ta ne yapılmak isteniyor” şeklindedir. 2 Temmuz günü namazdan sonra camiden çıkanlar sokaklarda

birleşmeye başlar. Zaten çevre illerden de insanlar Sivas’a taşınarak belediyenin ve vakıfların yurtlarına yerleştirilmiştir. Yürüyüşüyle başlayan olaylar, Hükümet Konağı'nın taşlanması, Kitap Fuarı'nın yerle bir edilmesi ve Ozanlar Heykeli’nin tahrip edilmesiyle büyür. Kente gelenlerin

Basının, ‘ilerici’, ‘demokrat’ yazarları da boş durmadı, katliamı ‘kabul edilebilir’ bir hale getirmeye çalıştı

kaldığı Madımak Oteli'nin önüne geldiklerinde sayıları on bini geçmektedir. Otel önünde bir gün önce kaldırım çalışması yapılacağı gerekçesi ile dökülen taşları otele atmaya başlarlar. Valinin isteği üzerine RP’li belediye başkanı Temel Karamollaoğlu ve BBP ilçe başkanı

otel önünde kalabalığa hitap eder ancak bu konuşmalar yatıştırıcı değil ateşleyici olur. Şenliklerin iptal edildiği, heykelin yerinden kaldırıldığı, kente gelenlerin kentten çıkarılacağı duyurularak “Gazanız mübarek olsun” sözleri ile konuşmalar bitirilir. Meydandan kaldırılan heykel sürük-

lenerek buraya getirilir ve taşlanarak parçalanır. Polisin yetersiz kaldığı gösteride takviye olarak gelen 30-40 asker ise otel meydanına geldiğinde cılız kaldığını anlayarak çekilirken “En büyük asker bizim asker sloganı” ile uğurlanır. Otel önündeki arabalar “Cehennem ateşi işte, Müslüman Türkiye” sloganı ile ateşe verilir, bidonlarla benzin taşınarak otelin içine atılır, zaten pek de gönüllü olmayan itfaiye araçlarının girişine izin verilmez, hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır. Otele sığınan yüzlerce kişi için elektriklerin de kesilmesiyle 8 saatlik bir bekleyiş başlar. Binadan çıkabilenler karşıda bulunan BBP binasına sığınmaya çalışırken saatler öncesinden başlayan olayları önlemek için bir şey yapılmamasının sonucu, içeride 35 insan yangından ölür. Hedef haline gelmiş Aziz Nesin, itfaiye merdiveni ile kurtarılırken kendisini tanıyan RP’li belediye meclis üyesi Cafer Erçakmak, onu kalabalığa doğru çeker, Nesin buradaki linç girişiminden polis yardımıyla kurtarılarak hastaneye götürülür. Buradan tekrar vilayetin kapısına dayanan ve taşlamaya başlayan kalabalığı askerler havaya ateş açarak dağıtır. Gece sokağa çıkma yasağı ilan edilir.

‘Çok şükür halk kurtuldu’ Basının ‘hassas vatandaş’ kriteri

K

atliamın ardından devlet katından gelen açıklamalar, bir otelin kuşatılarak onlarca insanın öldürüldüğü bu dehşeti, “tahrike kapılan halkın fevri, ani hareketi” gibi göstermek yönündedir. Bu devlet tavrı, olayla ilgili soruşturmanın ve davanın seyrini de belirler. Cumhurbaşkanı Demirel, otel kuşatması devam ederken “Gerekli önlem alındı. Fevkalede hassas bir konu. Devlet güçleriyle halk karşı karşıya getirilmemelidir. Ona gayret ediliyor” diyerek saldırganları “halk” kavramıyla kategorize eden iktidar dilini kullanır. Başbakan Tansu Çiller, Meclis’te yaptığı ilk açıklamada, “Teşhislerimiz var, çözümlerimiz var. Yakalanan bir sanık var. Otelin sahibi ve ortaklarından biridir. Kendisinin başka nedenler için de oteli yakma durumunda olduğu anlaşılmıştır” der. Olaydan bihaber Çiller’in, sigorta tezgahı nedeniyle çıkarılmış olabileceği bilgisini verdiği yangın, Van’daki bir otel yangınıdır. O sırada önüne konan bir notu okumaktadır sadece. 3 Temmuz günü yaptığı açıklama ise ilkinin vahametini değiştirmez: "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir!.. Halktan kimsenin burnu kanamamıştır ve ölenler de çıkan yangından boğularak ölmüşlerdir. Olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi." Aziz Nesin otelden İstanbul’a, kendisine ulaştığı halde, durumun ciddiyetini kavrayıp ona uygun davranmayan Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, güvenlik güçlerinin olayları kontrol edebilmek için bütün gayretlerini gösterdiklerini iddia eder. Oteldekiler arasında olan partisinin eski milletvekilli Arif Sağ’ın milletvekili Cevdet Selvi’yi, Bakan Seyfi Oktay’ı arayarak saldırının korkunçluğunu anlatması, önlem alınmasını istemesi yeterli olmaz. Söylediği gibi, olaylara geç müdahale edilmesinde onun da sorumluluğu vardır ancak bu sorumluluğun bedelini ödeyen olmaz. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu “Aziz Nesin’in inançlarına karşı tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” diyerek Nesin hakkında da soruşturma açılabileceğini söyler, nitekim soruşturma açılır da, Nesin beraat eder.

Gün boyu Ankara’ya bilgi gittiği halde hakiki bir önlem alınmaz 30-40 kişilik takviye kuvvetler gelir ve oteldeki insanlar elbirliğiyle öldürülür. KATL‹AMIN ÖRGÜTLÜ CEPHES‹ Katliama ilişkin yapılan açıklamalar kendiliğinden gelişen halk tepkisi şeklinde olsa da katliamı çok açık sahiplenenler vardı. Büyük Doğu-İBDA hareketi, “Sivas’taki şanlı isyancı kıyam” olarak değerlendirdiği katliamın kendi önderliğinde gerçekleştirildiğini açıkça ifade etmekteydi. “Taraf olmayan bertaraf olur” sloganıyla çıkan İBDA-C’nin yayın organı Taraf dergisinde, “Sivas Taarruzu Üzerine”, “Şanlı Sivas Kıyımı” başlıklı yazılarda katliam açıkça sahiplenilmişti. Dergide “klasik ‘tahrik’, ‘galeyan’ edebiyatıdır bu” denilerek bütün “provokasyon”

açıklamaları tekzip edilmekte, “asker ve polisin kabaran halk öfkesinin önüne geçmemekle akıllılık ettiği” yazılmaktaydı. Sanıklardan “kardeşlerimiz”, “gönüldaşlarımız” diye bahsediliyor, isimleri cezaevlerindeki İBDA-C tutsakları olarak sunuluyordu. Tek başlarına değillerdi elbette. “Cephe” olarak tanımladıkları birlikteliğin içinde MTTB, MSP’nin gençlik örgütü Akıncılar Derneği içinden gelen Hizbullah, 1977 seçimlerinde MSP milletvekili adayı olan ve 1978’de hakkında soruşturma açılınca Erbakan’ın emri ile Almanya’ya giden Cemalettin Kaplan’ın Kara Ses olarak bilinen örgütün üyeleri, Fethullahçılar, Nurcular, Süleymancılar da vardı. Sanıklardan 23’ü RP, 7’si BBP, 4’ü MHP üyesi olduğunu söylemişti.

Sanık avukatları iktidar kadrosunda B

u açık örgütlülüğe rağmen katliam soruşturması, “Aziz Nesin’in tahrikleri” ekseninde yürütülür. Zaten devlet erkanının açıklamaları soruşturmayı da etkilemiştir. Yargı sürecinde dava dosyası, mahkemeler arasında dolaşır, Ankara DGM Savcılarının sunduğu iddianamede şenliğin il merkezinde yapılması, cuma gününe rastlaması, Aziz Nesin’in davet edilmesi şüpheli bulunur. İddianamede şenliğe katılanların örgüt bağlantılı olduğu ve olaylardan bir gün önce sokaklarda yürüyüş yaptıkları iddia edilir. Oysa valilik ve Emniyet Müdürlüğünün raporlarında böyle bir yürüyüş olmadığı belirtilmiştir.

DGM Başsavcısı, Aksoy, Mumcu, Üçok dahil olmak üzere birçok cinayeti aydınlatamadığı, “görevini tarafsızlık içinde yerine getirmediği”, “keyfi davranarak yetkilerini aştığı” iddiasıyla hakkında sayısız şikayet dilekçesi bulunan Nusret Demiral’dır. Ankara 1 No'lu DGM'de 21 Ekim 1993'te 79’u tutuklu toplam 124 sanıklı başlanan dava defalarca bozulduktan sonra 2001 Temmuz’unda kesinleşir, 31 idam kararı çıkar. Duruşmalar boyunca ölenlerin yakınları ve avukatları hakaretlere, saldırılara maruz kalır. 1996-1997 yıllarında Maliye Bakanı olan Abdüllatif Şener, Sivas cezaevini ziyaret edip sanıklarla

görüşür. Ziyaretin ardından çıkan olayda olayın hükümlüleri cezaevi ikinci müdürü ile bir gardiyanı döver. Geçtiğimiz günlerde ise ana davadan dosyaları ayrılan 7 firari sanığın yargılandığı davada, hakkında yokluğunda tutuklama kararı bulunan ancak bugüne kadar yakalanamayan sanık Cafer Erçakmak ile ilgili dosyanın ayrılarak başka bir esasta görülmesi, diğer 6 sanık hakkındaki davanın ise zaman aşımı süresinin dolması nedeniyle düşmesine karar verilmesi talep edildi. KATL‹AMCILARA KADRO HAZIR Katliamın ardından geçen

sürenin son 8 yılı AKP iktidarında geçti ancak ilk kez geçen yıl 2 Temmuz’da Devlet Bakanı Faruk Çelik’in Madımak Oteli’nin önünde basın açıklaması yapması ile iktidar anma törenine geldi. Çelik, “sinsi odakların, o gün karanlık planlarını gerçekleştirmek istediği”nden söz etti ancak o sinsi odakları savunan avukatlardan Hayati Yazıcı devlet bakanlığı ve başbakan yardımcılığı görevlerindeydi. Davanın diğer avukatlarından 5’i milletvekili, 2’si belediye başkanı olmuştu. Diğerleri de parti kadrolarında yer buldular. Katliam sanığı İhsan Çakmak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 2004 yılında işe başlamış, 2007’de yakalanıncaya kadar çalışmıştı.

Sivas katliam›, olay›n nedeni, niteli¤i ya da sald›rganlara iliflkin medyada yap›lan aç›klamalarla da ayr› bir önem tafl›yor; katliam› Aziz Nesin’in "tahriklerine" ba¤layarak aç›klayan bas›n, katliam› "anlafl›l›r" k›lmak için elinden gelen bütün çabay› gösterir. Düflünce ve ifade özgürlü¤ü s›n›r›n›n nerede çizilece¤i, kimin neyi ne kadar yapmaya hakk› oldu¤u ve buna kimin karar verece¤i konusunda “dini hassasiyetler” ve “hassas vatandafl” kriterleri her zamanki gibi belirleyicidir. ‹flin ilginci bugünün ileri demokratlar›, özgürlükçüleri, laikleri o dönem “ama”l› aç›klamalarla yorum yaparlar. Tabii bir de dün neyse bugün de o olanlar, tehditlerini devam ettirenler de var, yine de katliama karfl› al›nan tav›r bir nevi turnusol. “Aziz Nesin’in konuflmalar›n›n inanç sahiplerini rencide edici oldu¤u yads›namaz. Bu tür konuflmalar›n laik düzeni güçlendirmek yerine zay›flataca¤› kan›s›nday›z. Laiklikten yana olan kiflilerin bu tür konuflmalara tevessül etmemeleri ve bu tür toplant›larda benzeri konuflmalarla inançlar aras›nda gerginlik yaratmamalar› herhalde do¤ru bir davran›flt›r..” (Ali Sirmen, Milliyet, 04.07.1993) “Nas›r› ac›mad›¤› zaman Allah’›n ad›n› a¤›zlar›na almayanlar, s›rf entelektüel gösteri yapmak u¤runa bir dinbilimci kesilip saçma sapan ve hiçbir bilimsel dayana¤› olmayan gevezelikleri laiklik ad›na seslendiriyor.” (Mehmet Barlas, Sabah, 15.07.1993) “Aziz Nesin son zamanlarda, Türk milleti aptald›r... ‘Ben dinsizim, Allahs›z›m’ gibi laflar etti. fiu hoflgörüsüz ortamda bunlar› söylemesi bence yanl›flt›.” (Emin Çölaflan, Hürriyet, 04.07.1993) “‹nançlara dil uzatan ve bu ülkede kan dökülmesinin provokasyonunu yapan gazete ve baflyazar› Aziz Nesin’in benzer olaylara çanak tutmas›na seyirci mi kal›nacak, yoksa bu konuda yeni yasal düzenlemeler düflünülecek mi?” (Cengiz Çandar, Sabah, 04.07.1993) Sivas katliam› bir süre önce “gizli tan›klarla” Ergenekon Davas›’na ba¤lan-

maya çal›fl›lm›fl, Aksiyon dergisinde de kapak konusu olarak ele al›nm›flt›, olaylarda “derin Aleviler” ve PKK parma¤› oldu¤u söylenmiflti. Benzer söylem, o dönem olay› hemen hemen ayn› tarihlere denk gelen Erzincan Baflba¤lar’daki bask›nla o dönemde de iliflkilendirildi: “Sivas’ta da yine arkadan arkaya “PKK tahriki” bulunuyor. Sivas’ta aç›kça “PKK ve afl›r› milliyetçiler deste¤inde fleriat ayaklan›yor” PKK terörü malum buna fleriat ya da Kürt-Türk çat›flmas› eklenmek isteniyor.” (Yalç›n Do¤an, Milliyet, 07.07.1993) Ahmet Altan ise, sald›rganlarla ölenlerin yak›nlar›n› mahkemede hukuk önünde eflitleyen, san›klar› birilerinin kulland›¤›n› söyleyerek kurbanlaflt›r›yordu: “San›klar› savunan dini inançlar› a¤›r basan avukatlar›n da ölenlerin yak›nlar› ad›na davaya giren müdahil avukatlar›n da ayn› flekilde ülkenin hukukuna adaletin iflleyifline inanmad›klar›n› kuflkular beslediklerini görüyorsunuz. Gerek inançlar› gerekse mahkemedeki konumlar› birbirinin tam z›dd› olan iki grup insan ayn› kuflkuda ve güvensizlikte bulufluyorlar. Ölenler kadar öldüren fanatik sald›rganlar›n da asl›nda büyük bir oyunun kurban› oldu¤unu herkes biraz seziyor.” (Ahmet Altan, 27.12.94, Milliyet) Bir baflka eflitleme ise Murat Belge’den, Belge, “herkesin adaletini kendisinin sa¤lamaya çal›flmas›n›” elefltiriyor: “Sivas olay› tek de¤il. Orada mümin vatandafllar›m›z, mukaddesata dil uzatanlar› cezaland›rmaya giriflti. Ama Boyabat’ta da halk›m›z ›rza sald›ranlar› kendisi cezaland›r›yor. Polis yarg›s›z infaz yoluyla vatan hainlerini kendisi cezaland›r›yor…” (11.07.1993, Nokta Dergisi)


14

GÜNCEL

Halk›n Sesi

1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

SAĞLIK ÖRGÜTLERİ LÜBNAN’DA FİLİSTİNLİ MÜLTECİLERLE

Türkiye’den Filistin’e sağlık köprüsü F

ilistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi ve sağlık meslek örgütü temsilcileri 25 Haziran’da Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarını ziyaret etti. Filistin solundan doktorların kurduğu İnsanlığa Çağrı Derneği’nin daveti üzerine düzenlenen ziyarette, Filistin ve Türkiye arasında bir sağlık dayanışması kurulması kararlaştırıldı. Aralık 2009’da sol ve emek örgütlerinin destek verdiği Boykot Girişimi’nin ilanının ardından, Filistinli ve Türkiyeli sağlıkçılar çeşitli buluşma etkinlikleri düzenlemiş ve bu temasları kalıcılaştırmak için somut bir dayanışma süreci başlatma kararı almıştı. Bu dayanışmanın adresi olarak da mülteci kampları içinde yardıma en muhtaç durumda olan Lübnan’daki kamplar belirlenmişti. EN AĞIR SORUN SAĞLIK Boykot Girişimi ve Türk Tabipler Birliği temsilcilerinin temaslarda bulunduğu, Sayda kentindeki 80 bin nüfuslu Ain El Helwi mülteci kampında İnsanlığa Çağrı Derneği’ne bağlı Nida Hastanesi dışında tedavi hizmeti veren bir başka sağlık kurumu yok. İsrail’in binlerce Filistinliyi yerinden ederek kurulduğu 1948’den bu yana ağır bir insanlık dramının yaşandığı mülteci kamplarındaki en ağır sorun ise sağlık hizmetlerinin yokluğu. Her yıl çok sayıda Filistinli tedavi edilebilir hastalıklardan dolayı ölüyor ya da sakat kalıyor. Kendi ülkelerinden sürülen,

Sağlık örgütleri Filistin mülteci kamplarındaki sağlıkçılarla dayanışma için Lübnan’daydı. Dayanışmanın ekipman tedariğiyle somutlandırılması bekleniyor

sığındıkları Lübnan’da da yurttaşlık hakkından yoksun bir şekilde yaşayan Filistinliler için 70’e yakın meslekte çalışmak yasak. Bu nedenle, ya ağır işlerde ya da kaçak olarak düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılan Filistinlilerin gelir seviyesi düşük. Sürekli elektrik kesintilerinin yaşandığı ve temiz içme suyunun

bulunmadığı kampta insanlar kendi deyimleriyle “hayvanların bile yaşamayacağı” üst üste binmiş, daracık, derme çatma evlerde yaşamak zorunda. Dünyadaki tüm mültecilerin olduğu gibi Filistinlilerin de eğitim ve sağlık hizmetlerinden sorumlu olan Birleşmiş Milletler’e bağlı UNRWA örgütünün hizmetleri ise

yetersiz. Kamu hizmetinin neredeyse olmadığı Lübnan’da sağlık sorunu yaşayan Filistinliler, UNRWA tarafından anlaşmalı özel hastanelere yönlendiriliyor ve masrafların ancak bir kısmı ödeniyor. SAVAŞMAKTAN DAHA ZOR Nida Hastanesi ise bu koşullar

altında hizmet vermeye çalışıyor. Hastane, ağırlıklı olarak Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) denetiminde olan kampta, solcu doktorların girişimiyle kurulmuş. Kamptaki en büyük savaş, daha önce iki katlı bir binada acil müdahale ve birinci basamak hizmet vermeye çalışan bu hastanede veriliyor. Lübnan devletiyle varılan anlaşma gereği bir cephaneliğin ve süreğen iç çatışmalarda harcanacak militan ve silahın kolayca temin edilebildiği kampa ilaç ve tıbbi gereç sokmak komisyon ödemeye ve denetime tabi. Çoğu İslamcı rejimlerin kontrolünde olan yardım dernekleri ise kamptaki bu tek hastane solcuların olduğu için imkanlarını paylaşmak istemiyor. 2006’daki İsrail saldırısı sırasında bütün yokluklara rağmen çok iyi organize olmuş bir şekilde ilk günden itibaren hizmet veren hastane, dışarıdan ziyarete gelen Kızılay türü örgütlerin haliyle ilgisini çekmiş. Katar Kızılay’ı da bu iyi kadroların donanımını artırmak gerektiğini düşünerek bir fon ayırmış. Bu fonla bina yenilenmiş, yeni cihazlar alınmış, bir eczane ve gençlik merkezi kurulmuş. Ancak doktorların solcu olduğu öğrenilince fonlar birden kesilmiş ve çalışma tamamlanamamış. Türkiye’den sağlık meslek örgütlerinin kampanyası ile bu açıklar bir nebze olsun kapatılmaya çalışılacak ve Türkiye solu Filistin davası ile bağlarını yeniden kuracağı mütevazı ancak anlamlı bir kanal yakalamış olacak.

Mülteci kamplarının karakteristik görüntüsü cadde ve sokakların üstünü bir ağ gibi kaplayan elektrik ve su boruları. Her kampın ortasında araçların geçtiği dar bir cadde ve bu caddelere çıkan, kimi yerinde iki kişinin dahi yan yana yürüyemeyeceği daracık sokaklar var. Çünkü mültecilere geldiklerinde bir toprak verilmiş, 60 yılda nüfus artmış ancak mültecilere tahsis edilen toprak artmamış. Soldaki resimde İstanbul Tabip Odası yöneticisi Süheyla Ağkoç, Beyrut’taki bir mülteci kampında çocuklarla.

‘Bu hastane de bir Halkevi sayılır’ Hastanede sa¤l›k ifllerinin yönetiminden Ortopedist Dr. Amer El Sammak sorumlu. Ortopedi sürekli çat›flmalar›n yafland›¤› kampta en ifllevsel servislerden biri. Ancak odas› kurulmas›na ra¤men henüz bir tomografi cihaz› al›namam›fl. Hastanede kad›n do¤um, çocuk ve psikoloji servisleri de var. Psikoloji servisi S›n›r Tan›mayan Doktorlar Örgütü’nden doktorlar›n dayan›flmas›yla çal›fl›yor. Daha önce II. Halk›n Haklar› Forumu’na da davetli olarak kat›lan Sammak, Türkiye’den ziyaretçilerini hastanede gezdirirken “Bu da bir Halkevi say›l›r” diyor. Bu hastanede di¤er hastanelerde olan pek çok fley yok ama di¤erlerinde pek de olmayan bir fley var: Yaral› kaç›rma tüneli. Farkl› gruplar aras›nda çat›flma yafland›¤›nda yaral› hastaneye gelirse rakip grup hastaneye sald›rabiliyor, zor yoluyla tedaviyi engellemeye çal›flabiliyor. Sammak bunu çok ola¤an bir fley gibi, konuflmas›n›n tonlamas›nda hiçbir de¤ifliklik olmadan anlat›yor. Asl›nda FHKC Merkez Komite üyesi olan Sammak, bu hastanede yapt›¤› iflin pek çok politik görevden daha anlaml› oldu¤unu belirterek, dayan›flma ça¤r›s›n› yineliyor.

Yanda, demokrasinin mucidi Fas Kralı 6. Muhammed var. Kral 6. Muhammed bu buluşunun halka şöyle takdim etti: “Bir seçim yapalım, en çok oyu alan başbakan olsun; onun partisi de yürütme organı olsun” Hatip Dicle’nin vekilliği YSK tarafından düşürüldükten sonra, AKP Diyarbakır milletvekili adayı Oya Eronat koşa koşa TBMM’ye giderek mazbata aldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, balkon konuşmasında kendilerine oy vermeyen yüzde 50’yi de düşündüklerini söylemişti

Ekşisözlük’te Hz Muhammed’e hakaret içeren entry girdiği iddiasıyla 35 kişi hakkında soruşturma başlatıldı.

Lezbiyen Gey Biseksüel Transseksüel Travestilerin (LGBTT) ‘Onur Haftası’ etkinlikleri sona erdi. Lambdaistanbul, Taksim’de binlerin katılımıyla gerçekleştirdiği yürüyüşte “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganı öne çıktı.


KÜLTÜR SANAT

15

1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

Caz’›n kalbi ‹stanbul’da İKSV'nin düzenlediği 18. İstanbul Caz Festivali, 30 Haziran'da başlayacak. "Caz Kalpli İstanbul" temasıyla düzenlenen festival, 19 Temmuz'a kadar 300'ü aşkın yerli ve yabancı sanatçıyı ağırlayacak. Bu yıl ikincisi gerçekleştirilecek Tünel şenliği de 'festival içinde festival yaratacak.

Bu¤day›n Türküsü

Kitap köprüsü

Yeni Türkü´nün 1979 tarihli ilk albümü ‘Buğday’ın Türküsü’, 32 yıl sonra Ada Müzik tarafından yeniden yayımlanacak. Yaz sonunda çıkması planlanan albüm, 12 Eylül askeri darbesi sonrası yasaklanmıştı. Satışı ancak gizlice yapılabiliyordu.

"Dışarıda Deli Dalgalar İnisiyatifi" siyasi tutuklulara yönelik bir kitap kampanyası başlatıyor. Grup, 1 Temmuz-1 Kasım tarihleri arasında on bin kitap toplamayı hedefliyor. 2008 yılında kurulan inisiyatif yeteri kadar 'deli' olan herkesi kampanyaya katılmaya çağırıyor.

Dünya Miras› Listesi'nde UNESCO, Edirne’deki Selimiye Camii ve Külliyesi'ni, "Dünya Mirası Listesi"ne dahil etti. 2. Selim tarafından yaptırılan, Mimar Sinan’ın "en iyi eserim" dediği Selimiye Camii gerek Mimar Sinan’ın gerekse Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtları arasında yer alıyor.

Lokumcu’nun kalbi Kazım’ın şarkılarında atıyor MELİS NURKAN

K

azım Koyuncu aramızdan şarkılarla geçip gideli tam altı yıl oldu. Karadenizin şair ceketli çocuğu ölümünün altıncı yılında Hopa, Ankara ve İstanbul’da gerçekleştirilen etkinliklerde onun deyişiyle herşeye rağmen yeryüzüne şarkılar söylenerek anıldı. Bu seneki anma programının temel düsturu sokağa şarkılar söyleyerek, üreterek anmaktı Kazım’ı. Ankara’da Çankaya Belediye’si, Halkevleri, Artvin Kültür ve Dayanışma Derneği, Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi, Nükleer Karşıtı Platform, Karadeniz İsyandadır Platformu ve Derelerin Kardeşliği Platformu’nun çağrısıyla “Sokağa Şarkılar Söylüyoruz” etkinliği gerçekleştirilirken, İstanbul’da Kazım Koyuncu Kültür Merkezi (KKKM) tarafından sokak etkinlikleri ve müzik atölyeleri sunumları ile üreterek anıldı. BİR AYAĞI SOKAKTA Sokak, Kazım’ın sanat yaşamının doğum yeriydi. Kazım Koyuncu, şarkılarını sokakta söylemeye başlamıştı. Sokağın özgürleştirici ve paylaşımcı yanını değerlendirerek üretimini öncelikle sokakta sergileyen bir

Kazım’ın gidişinin altıncı yılında içi boşaltılan kavramların arkasındaki gerçeğe vurgu yapıldı en çok. Üretimi ve yaşamı yok eden, özgürce akan dereleri kurutanlara karşı dur demek için... sanatçıydı. Sanatını rekabetten ve aracı kurumlardan arındırarak doğrudan toplumla buluşturmanın yollarını arayan bir devrimciydi. “Türküleri yorumlamak bir şeydir, ona yeni şeyler yapmak daha önemli bir şeydir’’ diyordu Kazım. Hayatı boyunca statükoyu parçalayan, ezberleri bozan müziğin peşinde oldu. Lazca sözlü rock müzik yapan ilk grup Zuğaşi Berepe’yi kurarken de, Viya adlı albümü çıkararak yola tek başına devam ederken de hep sokaktaydı. “Sahil yolu projesi istemiyoruz. Nükleer santral istemiyoruz’’ yazıyordu albümünün üzerine Kazım, “sanatçıyım ama herşeyden önce bir devrimciyim” diyerek. Ölümünün üzerinden altı yıl geçti ve bugün Karadeniz isyandadır diyenlerin su hakkı mücadelesinde simgesel bir isim olarak yaşamaya devam ediyor Kazım Koyuncu. Enerji bahanesiyle özgür derelerin üzerine set çekenlere karşı doğanın ve insanın katline hayır diyerek çok daha gür bir sesle

haykıran Hopa’lı hemşerileriyle birlikte suyuna, yaşam alanına sahip çıkıyor. KOYUNCU VE LOKUMCU SOKAKTA DİRENENLERİN YÜREĞİNDE Karadenizin çaylarına, derelerine sahip çıkanlar sokakları kalabalıklaştırıyor her geçen gün. Metin Lokumcu’nun canına mal olan tahammülsüzlük sarih biçimde gözler önüne seriliyor. AKP’nin ileri demokrasi naralarının içindeki hakikatin ne olduğuna Metin Lokumcu’nun atılan gaz bombalarıyla öldürüldüğü 31 Mayıs tarihinden beri hem Hopa halkı hem de bu ölüme karşı Ankara’da tepki göstererek yaşam hakkını savunan emek ve demokrasi güçleri birebir şahit oldular. 12 Eylül’le hesaplaşma sözü veren, seçim sonuçlarının baş döndürücülüğüyle balkonlardan hoşgörü mesajları saçan AKP zihniyetinin 12 Eylül’ü yaratan zihniyetten farksız olduğunu yaşayarak öğrendiler

seçimlerden üç gün sonra sabaha karşı yapılan ev baskınlarında yaka paça gözaltına alınanlar. Kazım’ın gidişinin altıncı yılında içi boşaltılan kavramların arkasındaki gerçeğe vurgu yapıldı en çok. Üretimi ve yaşamı yok eden, özgürce akan dereleri kurutanlara karşı dur demek için. Hopa’da başbakanın hedefinde olan “ tek yol sokak tek yol devrim” pankartı şehrin atar damarı olan sokakta mücadele edenlerin yüreğinde umudu ve isyanı birlikte büyütme çağrısı olarak asılı duruyor hala. Doğayı talan etmeye çalışanlara karşı Hopa halkı nezdinde meydan okuyan Metin Lokumcu, Kazım Koyuncu’yla birlikte bir kez daha anılıyor. Hopa halkından yükselen seslenişe Kazım’ın şarkılarıyla katılıyor insanlar. Varlığını su hakkı mücadelesine kalkan yapmış bir isim olarak haykırıyor Metin Lokum’cu Kazım’ın anıldığı her meydanda. Toprağı, suyu,

yaşam hakkı elinden alınmış devrimci bir öğretmen olarak bağırıyor. Tekleyen kalbi Kazım’ın şarkılarında atıyor gümbür gümbür... Sokağa şarkılar söyleniyor Çoruh’tan, Papart’tan, İkizdere’den , Munzur ve Loç Vadisi’nden HES’lerle yok edilmek istenen tüm özgür dereler adına... Sokağa şarkılar söyleniyor

Hopa’da öldürülen Metin Lokumcu’nun katline karşı tepki gösterdikleri için Ankara’da tutuklanan, direnişi umuda çeviren öğrenciler için... Kazım Koyuncu gibi HES’lere karşı mücadele eden, nükleer santrallere hayır diyerek yaşamı savunan, “Su haktır satılamaz” diyerek direnenler adına şarkılar söyleniyor sokağa...

Doğayı, insanı, yaşamı savunan bir mücadele örülüyor oya gibi ince ince. Kol kola, omuz omuza meydanlardan yüzlerce ses yükseliyor hep bir ağızdan. Sokağa şarkılar söyleniyor tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan çocuklarla birlikte yaşamın kalbinin attığı yerden “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.”

Sefaköy Halkevi ürettikleriyle sahnede S

efaköy Halkevi Kültür Sanat Atölyesi çalışmalarını 23 Haziran günü Halkalı Kültür ve Sanat Merkezi'nde sahneledi. Etkinlik, Sefaköy Halkevi adına Levent Yılmaz'ın yaptığı konuşmayla başladı. Halkevlerinin tüm şubeleriyle birlikte büyük bir aile olduğunu

belirten Yılmaz, Sefaköy Halkevi'nde uzun zamandır kolektif bir biçimde çalışmalarını yürüttüklerini anlattı tüm atölye çalışmalarına her yaştan ve her meslekten kişileri davet etti. Yılmaz'ın konuşmasının ardından sahneye çıkan ve çalışmalarını 2 yıldır Dilek Ersoy'la birlikte

yürüten Sefaköy Halkevi Korusu, birbirinden güzel türküleriyle izleyenlere keyifli bir akşam yaşattı. Koro'nun ardından Sefaköy Halkevi tiyatro ekibi, Sermet Çağan'ın ''Savaş Oyunu'' adlı oyunuyla 5’inci yıllarında 5’inci kez sahnede olmanın mutluluğunu yaşadı. Savaş'ın

getirdiği kötü koşulların anlatıldığı ve savaş eleştirisinin yapıldığı oyun, tüm salonun beğenisini topladı. Oyunun ardından sahneye çıkan ve oyunculara çiçek veren Halkevleri Danışma Kurulu Başkanı Abdullah Aydın'ın yaptığı kısa konuşmanın ardından etkinlik son buldu.

Tarihteki ilk işçi şarkılarını yazmışlardır.

Müzik tarihine yazlık ziyaret

2

BERKAY ÖZBEK

M

üzik kelimesi Yunan mitolojisinden gelir. Antik Yunan’da ilham perilerine “muse” deniyordu. Müzik ise “ilham perileri için en uygun sanat” anlamına geliyordu. Müzik tarihi insanların seslerini kullanması ile başlar. Dolayısıyla tarihteki ilk enstrüman insan sesidir. İlk şarkıların kökleri ise insanların doğadaki sesleri taklit etmeye çalışmasına uzanır. Bu çabanın altında yatan amaç ise duyguları ifade edebilmektir. İnsanlar sesleri daha güçlü ve yüksek hale getirmek amacıyla nefesli çalgıları; alkış ve ayakla tutulan tempoyu güçlendirmek için ritm enstrümanlarını icat etti. Yazının bundan sonraki kısmında kısaca antik uygarlıkların müziklerine bakacağız. Mısır: Antik Mısır uygarlığında müziğin yerini arkeologların çıkardığı enstrümanlardan ve tapınaklardaki resimlerden anlayabiliyoruz. Mısır’da müzik hem ibadet amacıyla hem de dünyevi zevkler için yapılıyordu. Dans kültürü Mısırlılar için oldukça önemliydi, özellikle kadınlar şarkı söylüyor ve dans ediyorlardı. Enstrümanlar çoğunlukla kadınlar tarafından çalınıyordu çünkü Mısırlılar bir enstrüman çalmanın bir kadına daha çok yakıştığını düşünüyorlardı. Flüt, arp, davul, khitara (modern gitarın atası) kullanılan enstrümanların bazıları idi. Sümerler: Sümer müziği genel olarak Mısır müziği etkisinde gelişmiştir. Arkeologlar tarafından keşfedilmiş en eski telli enstrüman Sümerlilere aittir ve Alacahöyük’te çıkarılmıştır. Çin: Çin’de müzik düşüncesi bir felsefeye dönüştü.

Antik Çin düşünürleri müziğin kalbin sesi ve evrenin bir görüntüsü olduğunu düşünüyorlardı. Kullanılan enstrümanların bazıları ise; davullar, ziller, flüt ve ünlü Çin gongları idi. Hindistan: Antik Hindistan’daki 4 kutsal kitaptan bir tanesi olan “samaveda” insanlık tarihindeki notalarla yazılmış ilk şarkıyı barındırır. Sitar, vina gibi genellikle daha once kullanılmamış enstrümanlar kullandılar. YAHUDİ GELENEĞİ Yahudi dini seremonilerinde müziğin yeri çok önemliydi. İlahilerin kökeni genellikle Mısır ve Babil şiirleri idi. İlahilerin yanı sıra seküler müzik de yapılıyordu.

ANTİK YUNAN GELENEĞİ Yunan mitolojisinde müziğin kökeni tanrılardır ve sihirli güçleri vardır. Dini seremonilerde müzik önemli bir yer tutuyordu. Mesela Apollon’a tapınmak için lir çalınırken, Dionysus’a tapınmak için aulos (üflemeli bir çalgı) çalınırdı. Müzik monofonikti (orkestrasyonsuz sadece bir melodi) fakat enstrümental müzik gelişti ve virtüözlerin sayısı arttı. Bugün kullandığımız major ve minor tonların (La minor, Do major gibi) kökeni “mod” denen 7 notalı antik Yunan tonların dayanır. Bu tonlar isimlerini Antik Yunan’daki yer isimlerinden almışlardır. En temel olanları Phrygian (Frikyalı), Dorian (Dorisli) ve Lydian (Lidyalı) dır. Antik Yunanlılar sayıların evrenin anahtarı olduğu düşüncesindeydiler. Pisagor müzikal sesleri ve ritmleri rakamlar ile sıralamaya çalıştı. Bu çalışmasının sonucunda kulağa güzel gelen ve gelmeyen seslere karşılık gelen sayısal oranları buldu. Yunanlılar için müzik ve şiir ayrılmaz iki parçaydı. Eflatun şarkıyı “ konuşma, ritm ve harmoninin bir karışımı ” olarak tanımlamıştır. Aristo ve Eflatun müziğin karakteri etkilediğini ve bir eğitim aracı olarak kullanılabileceklerini düşünüyorlardı. ORTAÇAĞIN KAYBETTİRDİKLERİ Antik dönemdeki müziklerle ilişkin bilgilerimizi o dönemde yapılmış diğer sanat eserlerinden alıyoruz (duvar resimleri gibi). Geriye çok az sayıda antik müzik partisyonu kalmıştır. Çünkü ortaçağda çoğu yok edilmiştir. Zira, Ortaçağ Avrupası’nda tek kutsal sesin insan sesi olduğuna inanılıyordu ve enstrümental müzik yasaktı. Tavsiye eserler: Ancient Greek Music – Cithara Ceremonies – Nemesise Hymn Ancient Greek Music – Song of Seikilos

Sanat mahallede kol geziyor M

ersin-Akdeniz Belediyesi'nin düzenlediği "KonuKomşu Tiyatro ve Müzik Şenliği" başladı. Mahallelere sanatı götürecek ve 15 gün sürecek etkinliklerde toplam 18 yerde müzik, tiyatro, resim, kille heykel çalışması ve çocuklara yönelik etkinlikler yapılacak. "Müzik ve Tiyatro Mahallelerde Kol Geziyor" sloganıyla yola çıkan şenlik, 27 Haziran - 11 Temmuz tarihleri arasında her gün ayrı bir yerde gerçekleştirilecek. Etkinliklerde yerelde faaliyet yürüten sanatçılar yer alacak. Mersin'de sıkça oyun çıkaran, son olarak İçel Sanat Kulübü'nde 'Ormanda Kayık' adlı oyunu oynayan Tiyatro Agon, 2007'den beri Tarsus'ta faaliyet gösteren tiyatro ekibi Oyun İstasyonu, uzun yıllardır Pozcu'daki yerlerinde tiyatro kurs faaliyetleri yapan ve oyunlar çıkaran Yenişehir Altan Erkekli Sahnesi, MKM bünyesinde çalışmalarını sürdüren ve son olarak SanatPark etkinliğinde kadın sorunu üzerine Kürtçe bir oyun oynayan Tiyatro Arzeba ve Karagöz-Hacivat gösterileri yapacak olan Hayalicinas şenlik boyunca tiyatro çalışmalarını sergileyecek. Silver ve Grup Öteki, Mahabad, Sesleniş, Beşir'le Vals, MKM Çocuk Korosu, Roman Müzik Grubu, Ahibba grupları ve Serdar Keskin, Mücahit Göker, Önder Dilbirin, Kadir Çat, Serdar Türkmen, Bedran, Awaz ve Serhildan ile Gülhan da sahne alacaklar. Şenlikte, Hasan Canel'in yürütücülüğünde 'ahşap yontu ve kil ile heykel çalışması', Mehmet Bayırhan tarafından duvara resim yapma ve çocuklara yönelik palyaço ve yüz boyama etkinlikleri de yapılacak.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

1 Temmuz 2011 / 14 Temmuz 2011

Halk›n Sesi

H A L K E V L E R İ YA Z O K U L L A R I N D A

Çocuklar bilimle oynayacak

H

Eylül’e kadar devam edecek. Ankara’da 4 Temmuz – 5 Ağustos tarihleri arasında olacak. Türkiye’nin 7 kentinde ve 30’dan fazla mahallede gerçekleştirilecek yaz okulu faaliyetinde tüm dersler ve etkinlikler parasız olacak. Yaz okullarına katılan çocuklar, kendilerine buyurmayan, para talep etmeyen gönüllü öğretmenlerle, bilimin üretmenin eğlenceli yanıyla tanışacak. ÜNİVERSİTEYE GELMEDEN MİMARLIK MÜHENDİSLİK EĞİTİMİ… Halkevleri yaz okulundaki ‘Eğlenceli Mühendislik ve Mimarlık’, ‘Eğlenceli Tarım’, ‘Uygulamalı Bilim’ dersleri, çocukları üniversiteden önce bilimlerle tanıştırıyor. Bu dersler tamamen uygulamaya dayanan bir biçimde çocuklara aktarılacak. Derslere girenler birlikte duvar örecek, tarım yapacak, doğayı tanıyacak. Halkevleri’nin yaz okulları çocukları bilimle tanıştırırken bir yandan da ders kitaplarında yazan ve soyut anlamlar içeren birçok bilgiyi uygulamalı eğitimle elle tutulur hale getiriyor. Yaz okulu, pratik bilgiye ve tecrübeye öncelik vermesiyle Sovyetlerdeki Makarenko Okulu’na benziyor. Makarenko okulunun yetiştirdiği eğitimci Vasili Suhomlinski, bu eğitim modelini şu sözlerle anlatıyor: “Öğretmene ilk öğüt, çocuklara çalışma zevkini tattırmak ve onların yüreklerine saygınlık hissi uyandırmak olmalıdır. Okula üretim süreci arasında diyalektik bir bağ kurulmalıdır, bu da ancak politeknik eğitimle olur.” Ve asla unutulmaması gereken bir notu da Makarenko hatırlatıyor: “Öğrenmeyecek öğrenci, değişmeyecek insan yoktur” GEZİLER, SİNEMA VE KAMP Çocuklar, yaz okullarında gördükleri derslerin dışında müze, üniversite, doğa parkı gezileri yapabilecek; sinema gösterimlerini izleyebilecek. Yaz okulları gönüllü öğretmenlerin ve kursa katılan çocukların gerçekleştirdiği şenliklerle sona erecek. Çocuklar, bu şenliklerde yaz boyu öğrendiklerini sergileyecek. Ayrıca yaz okulu sonunda ailelerle iki günlük bir kamp yapılması da hedefleniyor. EĞİTİCİLER DE ÖĞRENİYOR Yaz okulu sadece çocuklar için değil.

Yaz okulu boyunca psikologlar ve rehber öğretmenler, okula katılan çocukların ailelerini çocuklarla nasıl ilişki kurulması gerektiği konusunda bilgilendirecek. Gönüllü eğitmenler, ailelerle birlikte başta eğitim hakkı olmak üzere çeşitli konularda söyleşiler de yapacak. Üç yıldır büyük bir özveri ve fedakârlıkla sürdürülen yaz okulu çalışmalarında sürekli gönüllü öğretmen olan Öğrenci Kolektifleri bu yıl da “Okumuş insan halkının yanındadır” diyerek yoksul mahallelerde olacak. Bu yıl, geçmiş yıllardan farklı olarak ‘bedenimizi tanıyalım’ dersi ile Tabip Odası; ‘ağız ve diş sağlığı’ eğitimleriyle Diş Hekimleri Odası yaz okullarında yer alacak. Yaz okullarında resim, grafik tasarım, karikatür, heykel, müzik (enstrüman, koro vb), ritim, fotoğraf, drama, tiyatro, halk dansları, modern danslar, spor, öykü yazarlığı, satranç, çocuklar için felsefe, tarım, gazete okuma inceleme, oyunlarla İngilizce, matematik, oyunlar ve deneylerle bilim, oyunlarla mimarlıkmühendislik, koruyucu sağlık, bedenimizi tanıyalım, basit ilk yardım, futbol, basketbol, yüzme, voleybol, kukla atölyesi gibi faaliyetlerin yapılması hedefleniyor.

6. Kolektif Yaz Kampı Üniversiteliler ‘do¤ada bulufluyor, do¤ay› savunuyor’. 6. Kolektif Yaz Kamp› yaklafl›yor. Türkiye’nin dört bir yan›nda yüzlerce liseli ve üniversitelinin kat›ld›¤› Kolektif Yaz Kamp›’n›n 6.s› 11-17 Temmuz tarihleri aras›nda ‹zmir’in Dikili Sotes Tatil Köyü’nde gerçekleflecek. “Do¤ada bulufluyoruz, do¤ay› savunuyoruz” slogan›yla düzenlenen kampta yüzlerce ö¤renci bir yandan yorgunlu¤unu atacak, bir yandan da söylefli ve tart›flmalar ile dolu dolu bir hafta geçirecek.

Sinema, tiyatro, müzik, ritim, karikatür, foto¤raf, heykel, akapella ve teknoloji gibi 20’ye yak›n atölyenin olaca¤› yaz kamp›nda do¤a gezileri, film gösterimleri, söylefliler ve konserler de yer alacak. Kolektif Yaz Kamp›’n›n bu seneki konuklar› ise Kardefl Türküler, Bajar, BabaZula, DejaVu, Sesler ve Düfller ile Düflbaz. 6. Kolektif Yaz Kamp›’na kat›lmak için kolektifler.net@gmail.com adresine e-posta atabilir, 0507 225 3073 numaral› telefonu arayabilirsiniz.

Üstte: ‹stanbul’daki yaz okullar›nda, çocuklar Aziz Nesin Vakf›’n›n çocuklar›yla buluflmufltu. Altta: Okmeydan›’ndaki yaz okulunun sonunda çocuklar Oyuncak Müzesi’ni gezdi.

ÇOCUKLAR AMFİTİYATRO YAPACAK İstanbul’da Maden Mahallesi’ndeki yaz okulu boyunca mahalleye bir amfi tiyatro inşa edilecek. Ankara’da 250 öğrencinin katılımıyla yapılacak okullara 100 eğitmenin katılması hedefleniyor. Demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, sendikalar, belediyeler, tiyatro grupları bu eğitimlerde yer alacak. YAZ OKULLARI NEREDE? İstanbul’da Esenyurt, Bahçelievler, Avcılar, Okmeydanı, Gültepe, Tarabyaüstü, Sarıyer, Çağlayan, Kadıköy, Ümraniye halkevlerinde ve Kocataş Mahalle Derneği’nde; Ankara’da Batıkent, Dikmen, Keçiören, Saimekadın, Mutlu, Şirintepe, Mamak halkevleri ile Mamak ve Dikmen Vadisi barınma hakkı bürolarında, İzmir’de Çiğli ve Gültepe halkevlerinde; Eskişehir’de Eskişehir, Gültepe halkevleri ile Emek Halkodası’nda; Bursa’da Yıldırım Halkevi’nde; İzmit’te Körfez Halkevi’nde, Mersin’de de Mersin Halkevi’nde yaz okulu yapılacak.

Herkesin yapacak bir şeyi vardır Halkevleri’nin gerçeklefltirdi¤i yaz okullar›na herkes katk›da bulunabilir. Halkevleri, internet sitesinde yaz okuluna katk› sa¤lamay› düflünenler için bir metin yay›mlad›: Yaz okulu çal›flmas›n› kendi yak›nlar›n›za, dostlar›n›za duyurabilir destek isteyebilirsiniz, Yaz okullar› için olanaklar›n›z› paylaflabilir, malzeme temin edebilirsiniz. Yaz okulundaki dersler için gönüllü e¤itmenlik yapabilirsiniz, gönüllü e¤itmen bulabilirsiniz. Sa¤l›k e¤itimi verebilirsiniz ve sa¤l›k kontrolleri yapabilirsiniz. Spor ö¤retmenli¤i yapabilir spor faaliyetleri için mekan ayarlayabilirsiniz (basketbol- voleybol- futbol sahas›, yüzme havuzu vb). E¤itsel geziler için katk›da bulunabilirsiniz (müze- piknik yeri- do¤a ve kültür gezisi yeri, üniversite ziyaretleri ve çocuklar› tafl›mak için otobüs-minibüs ayarlayabilirsiniz). Ailelere dönük seminerlere destek olabilirsiniz (rehber ö¤retmen ve psikolojik dan›flman gibi). Yaz okulu sonunda ailelerle 2 günlük kamp yapma plan›na destek olabilirsiniz (kamp yeri, çad›r, otobüs vs). Yaz okulu sonunda her flube çocuklar›n üretimlerinin sergilendi¤i bir etkinlik yapmaktad›r. Bu etkinli¤e destek olabilirsiniz. (sanatç› deste¤i, etkinlik için teknik ihtiyaçlar –ses sistemi, yaka mikrofonu vs.) Çocuklar›n bilgilenmesine destek olmak için haz›rlanacak küçük broflürlerin haz›rlanmas›na destek olabilirsiniz (e¤itim-çevre-çocuk haklar› vb).

Halkevleri, yoksunluğun ‘kader’ olduğunu söyleyenlere inat ‘yoksunluklar’ içinde çocuklarla yaz okullarını kuruyor. Halkevleri çocuklarla, çocuklar Halkevi ile buluşuyor işte orada bu ülkenin geleceğine dair umutlar yeniden ve yeniden yeşeriyor alkevleri, bu yaz yine okula dönüşecek. Bu okul, ezberci eğitimden ve dayatmadan uzak, hiçbir şeyin para karşılığı yapılmadığı, rekabetin olmadığı aksine dayanışma ve paylaşımın olduğu, bilimi kendisine rehber edinen gönüllü öğretmenlerin yoksul mahallelerdeki çocuklarla ve aileleriyle buluştuğu, sadece öğretmenlerin çocuklara öğrettiği değil, çocukların da öğretmenleri eğittiği bir okul. Bugün Türkiye’de milyonlarca çocuk sanata, spora, oyuna, eğitime ulaşamıyor. Oyun oynayabilecekleri yeşil alanları ya da parkları olmayan, paralı yaz okullarına ve kültür – sanat derslerine hiçbir zaman katılamayacak olan çocuklar Halkevi yaz okullarında buluşuyor. Çocuklar, yaz okullarında yoksulluğun ‘kendi suçları’ olmadığını öğreniyor. Yaz aylarında kendilerine tek alternatif olarak Kuran kursları ve tarikat dersleri sunulan çocuklar Halkevi yaz okulunda “sorgulamayı, düşünmeyi, bilimin ve sanatın aydınlığını” öğreniyor. Sürekli rekabet etmeleri, yarış atı gibi sınavdan sınava girmeleri, paraları yoksa hiçbir şeylerinin de olmayacağı kendilerine söylenen çocuklar, Halkevi yaz okullarında dayanışmayı, paylaşmayı dünyadaki her şeyin paranın üzerine kurulu olmadığını, birlikte üretmenin mümkün olduğunu görüyorlar. Halkevleri, 2008’de başlattığı yaz okulu faaliyetine bu yıl da devam ediyor. Halkın öğretmenleri yoksul mahallelerde ilköğretim çağındaki çocuklarla ve aileleriyle buluşacak. Yaz okulları İstanbul’da 25 Temmuz’da başlayacak ve 1

16

Okumuş insan sadece öğretmiyor Y

az aylarını yoksul mahallelerde, çocuklara ders vererek geçirecek üniversite öğrencileri “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” kampanyasını anlatıyor. Burcu Yanar: Bu yıl üçüncü kez okumuş insanlar olarak yoksul mahallelerde olacağız. Kampanyanın hedeflerini sıralarsak birincisi, parasız eğitim mücadelesi veren üniversiteliler olarak yoksul mahallelerde bunun pratik bir örneğini gösteriyoruz. AKP’nin paralı eğitim uygulamalarından mağdur olan çocuklarla bu kampanyayı yapmamız ayrı bir anlamlı oluyor. İkincisi de AKP iktidarının gerici eğitim politikaları. Ailelerin çocuklarını yıllardır yaz aylarında kuran kurslarına gönderdiklerini biliyoruz ve cemaatlerin tarikatların ağızlarının suyunun aktığı bir dönem oluyor yaz ayları. Geçtiğimiz üç yılda çocuklarını Kuran

kurslarına gönderen aileler artık ‘bundan sonra okumuş insanlara göndereceklerini söylediler. Mehtap Metinoğlu: Yoksul mahallelere kurduğumuz üniversitelere gelen çocuklar aslında okullarında 40-50 kişilik dersliklerde, şoven milliyetçi müfredatlarla, bilimden uzak, tamamen ezbere dayalı yöntemlerle ders görüyorlar. O sıraların tozunu yutan şimdinin üniversitelileri bizler de bunlara tek tek alternatifler ürettik, üretiyoruz. Türk ve Kürt ezgilerini kurduğumuz korolarda birleştiriyoruz, bilimsel deneyler gibi derslerle çocukları okullarında adını duydukları ama bilmedikleri bilimle tanıştırıyoruz. Ayrıca bütün ürettiklerimizi tiyatrosu, korosu, resimleri herşeyi kapanış şenliklerinde sergiliyoruz. Sadece öğreten değil öğrenendik bugüne kadar.

İHTİYAÇ LİSTESİ

Resim malzemeleri (tuval- f›rçadefter- karton-boya kalemi- boya…), k›rtasiye malzemeleri (bant- makaska¤›t-kalem vb), fotokopi makinesi, bilgisayar, projeksiyon, sinevizyon, çocuk kitaplar›, oyun hamuru, kil, maket, yapboz, satranç tak›m›, ak›l oyunlar› setleri, oyuncak, top, halat, kukla, ritim aletleri (bendir, davul…) müzik enstrümanlar›, çocuk filmleri, çocuklara çanta ve flapka (ayn› model), ecza dolab› ve malzemeleri, süt, meyve suyu, ö¤le yeme¤i, meyve, meyve s›kaca¤›, maddi destek (yaz okulu ihtiyaçlar› için ba¤›fl), yaz okulu duyurular› için pankart bas›m›, afifl ve broflür bas›m›, yaz okulu duyurular› için gazete ilanlar›, radyo ilanlar› ve radyo programlar›, internet sitelerinden duyuru (kurumunuzun ya da varsa kiflisel internet sitenizden).

3 yılda 1.500 öğrenci 2

008 yılında sınırlı sayıda mahallede başlayan yaz okulları 2009-2010 yılında daha da yaygınlaştı. Yaz okullarının yaygınlaşmasında “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” kampanyasıyla yaz tatilini yoksul mahallelerde geçiren Öğrenci Kolektifleri’nin katkısı büyük oldu. Öğrenci Kolektifleri’nden üniversite öğrencileri mahallelerde çocuklarla bilgilerini, deneyimlerini paylaştılar, oyunlar oynadılar, çocukları bilimle tanıştırdılar; müzik, resim çalışmalarını sürdürdüler. Çocukları üniversitenin ve bilimin aydınlık yüzü ile tanıştırdılar. Yaz okullarına geçtiğimiz üç yılda yaklaşık 1500 ilköğretim öğrencisi, onlarca eğitimci katıldı. Yaz okulu döneminin sonunda, mahallelerde çocuk şenlikleri yapıldı. Bu şenliklerde tamamen çocukların üretimleri sergilendi, çocuklar sahne aldı. Yaz okulları boyunca çeşitli mahallelerde sağlık taramaları yapıldı. Rehberlik öğretmenlerinin katılımıyla, ailelerin çocuklarıyla nasıl ilişki kurmaları gerektiğine dair eğitimler de yapıldı. Her yaz okulu döneminde çocuklar bir günlüğüne ya bir doğa parkına ya bir müzeye ya da bir üniversiteye ziyarete götürüldü. Yaz okulları sınırlı olanaklarla güzel şeyler yapılabileceğinin en önemli kanıtı oldu.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.