119'uncu sayı

Page 1

SAYFA

2

SAYFA

Etik bahane TRT va Anadolu Ajans› buldu¤u ilk f›rsatta yandafl medyan›n yan›na kofltu

7

SAYFA

Hekimini bulan hizmeti al›r Aile hekimli¤i ‹stanbul’da da hayata geçti. 3.500 kifliye 1 doktor düflüyor

13

SAYFA

‘‹dam tunne’ KCK davas›yla gündeme gelen Kürtçe savunma talebinin geçmifle dayanan öyküsü

14

Dafl yok mu dafl! Gökten üç polis düfltü, Zaman’›n zam sevinci, AKP’nin alkolle imtihan›...

12 Kas›m 2010 • 1 TL

Y›l 5 • Say› 119

Evren’e zam, YÖK’le devam, sermayeye ihtimam

Meydan okuyanlar sokakta AKP, YÖK’e sahip ç›karak 12 Eylül darbesinin izinde gitti¤ini gösterdi. Gençlik, YÖK’ün kurulufl y›ldönümü olan 6 Kas›m’da darbenin kurdu¤u, AKP’nin güç verdi¤i YÖK’e karfl› Ankara’da bulufltu

‹flgalcinin yeni hedefi Irak ve Afganistan’da yüz binlerce insan› katleden ABD gözünü Arap Yar›madas›’n›n güneyindeki Yemen’e dikti. Bahane yine ‘terör’; amaç yine ‘petrol’ S. 5

MESS-AKP el ele

AKP derdinin darbeyle hesaplaflmak olmad›¤›n›, gericineoliberal iktidar›n› pekifltirmek oldu¤unu ispatlad›

Yarg› darbeciler hakk›ndaki suç duyurular›na takipsizlik karar› verdi. Hükümet Evren’in maafl›na zam yapt›

Hükümet istihdam sorununu iflveren lehine çözüyor. AKP’nin stratejisine dayanan plan, grup toplu ifl sözleflmesi sürecinde MESS taraf›ndan iflçiye dayat›l›yor S. 9

Hak mücadeleleri ne CHP’yi bekler ne CHP’ye b›rak›l›r YOL YAZISI S. 3

CHP’de beklenti çok ama ışık yok

Biz bunu hep yapıyoruz

CHP’nin net bir politik hat çizmeden ilerledi¤i yolda, emekçinin yaln›zca ad› geçiyor. Yeni yönetim kadrosunda halk›n örgütlü kesimlerinin temsilcileri yok S. 3

‹stanbul’da flehiriçi ulafl›ma zam yap›ld›. Bir önceki zam› geri ald›ran Halkevciler, ‘‹stanbullu süprizlere haz›rl›kl› olsun’ diyor S. 7

Savaş anadilde, barış pamuk ipliğinde Kürt sorununda çözüm beklentileri ve çözümsüzlükte ›srar kol kola gidiyor. Ateflkes Haziran’a kadar uzat›ld›. Çat›flman›n güncel oda¤› anadil talebi... S. 4

Dersimiz din, okul özel Din dersinin yayg›nlaflt›r›lmas›, kademeli e¤itime geçifl ve özellefltirme kararlar›n›n al›nd›¤› Milli E¤itim fiuras›, Ankara E¤itim Hakk› Meclisi taraf›ndan protesto edildi S. 6

AKP’nin cemaat ittifakı çatırdıyor mu? AKP içindeki Nakflibendi - Fethullahç› gerilimi yeniden gündemde. Üstelik tart›flmalar bu sefer içeriden S. 4 Kenar Notlar› / Sayfa 2

Hayati Can / Sayfa 7

Eflit de¤ilsiniz dedikçe...

Yeni talan alanlar› için...

Kadına dönük şiddetin 1 yılı Y›llar, kad›na yönelik fliddette bir de¤ifliklik getirmese de kad›nlar yeni mücadele yöntemleri gelifltiriyor; 25 Kas›m’a fliddetin teflhiriyle gidiliyor S. 10 Tufan Sertlek / Sayfa 8

Art›k aile hekimimiz var

Do¤a ticarilefliyor HES’ler, sermayenin do¤ay› ve temel hizmetleri metalaflt›rma sald›r›s›n›n bir parças›. HES direniflleri, halk›n hak mücadelelerinde öne ç›k›yor S. 12

Enerji ‘sen’ siz olur mu? Güvencesizleflen enerji çal›flanlar› mücadeleci bir sendika aray›fl›nda. Enerji-Sen, bu ihtiyaca çözüm üretmeye çal›fl›yor S. 8 Y›lmaz Bozkurt / Sayfa 14

Yaflas›n renklerin kardeflli¤i

Afl›k Gökhani Eserlerine, ‘Romanti¤e inat realist’ türkü adl› kitapta toplayan 22 yafl›ndaki halk ozan› Afl›k Gökhani ile konufltuk S. 15


2

MEDYA 12 Kas›m 2010 / 25 Kas›m 2010

Halk›n Sesi

Kenar Notlar›

Etik bahane yandaşlık şahane

‘Eflit de¤ilsiniz dedikçe daha çok öldürülüyoruz!’

T

aşbakan Erdoğan her fırsatta “kadın-erkek eşitliği”ne inanmadığını dile getiren konuşmalar yapıyor. Sadece Erdoğan mı, bakanlar da öyle , İslamcı entelektüeller de. Hatta İslamcı kadın yazarlar bile kadın-erkek eşitliğini ikinci plana iten düşünceler ileri sürüyorlar. İşte bu nedenle Başbakan Erdoğan, WomanİST – Uluslararası İstanbul Kadın Buluşması Toplantısı’nda feministler tarafından oluşturulan Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız Platformu tarafından protesto edildi. Feminist kadınlar, ‘Eşit değilsiniz dedikçe daha çok öldürülüyoruz!’ diye tepkilerini dile getirdiler. Dövizleri polisler tarafından ellerinden alınan eylemci kadınlar, Erdoğan yanlısı yüzlerce kadının alkışlı protestoları eşiliğinde dışarı çıktılar. Tam da Erdoğan örtüsüz kadınlara sitem ederken. Ona göre, örtülü kadınların tersine, örtüsüz kadınlar, örtülü kadınları desteklemiyormuş… Yine bu toplantıda kadınlardan en az üç çocuk doğurmasını isteyen başbakan, kadınları fırçalamayı da ihmal etmedi: “Kusura bakmayın. Çocuk doğurmamak suretiyle işsizliği engelleyemezsiniz ve yarın ihtiyar nüfustan bahsedersiniz.” Tabii başbakanı böyle bir ilerleme hedefi gösterir de bakanı durur mu. TÜSİAD’ın düzenlediği “2050'ye Doğru Nüfus, Bilim ve Yönetim” toplantısında konuşan Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, ekonomideki yakın tehlikenin sorumluluğunu “evde kalmış kızlar”a (Jale Özgentürk, Radikal, 10.11.2010) bağladı. Bakan Yılmaz, tekelci sermayenin huzurunda İslamcı liberal sentezin bir gereği olarak kadının doğurganlığını ve ucuz emeğini yüceltti: ''Nüfusumuzun bu azalan trendini hep birlikte tartışmamız lazım. Nüfusun artmasıyla ekonomik anlamda daha dinamik bir yapı oluştuğunu dünyada görüyoruz… Sosyal açıdan da nüfus dinamikleri bu şekilde giderse annelik, kardeşlik gibi kavramların da kültürel, sosyal açıdan ciddi bir şekilde etkileneceğini görmemiz lazım. Belki hiç anneliği yaşamadan hayatını sürdüren kadınlarımızın sayısında artış olacak. Kardeşi olmayan çocuklar çoğalacak. Bunları da önümüzdeki dönemde tartışmamızda fayda var. Anneliği, kardeşliği önemsiyoruz.'' Taraf gazetesinin İslamcı kadın yazarı Cihan Aktaş böyle bir iktidarın hizmetinde olduğu için ne denli övünse azdır: “Eşitlik kavaramını reddediyoruz. Eşitlik ikinci feminist dalga altında şekillendi! 1995’de Pekin’de yapılan kadın toplantısında ‘meydan okuma’ süreci başladı. Biz hakkaniyet kavramını ortaya koyuyoruz. Hakkaniyet adına ‘meydan okuma!’ Afrika’da, Asya’da insani olan budur… Müslüman kadın olmasaydı kamusal alan tartışılmazdı” diyen Cihan Aktaş ve tıpkı Erdoğan gibi “kamusal alan”ın yeniden tanımlanmasının kaçınılmazlığını gündeme getiriyor. “Kamusal alan, devletin değil, özgürlüklerin ve farklılıkların alanıdır” diyor Erdoğan. İslamcı liberal senteze göre, siz fırsatların ve ayrıcalıkların alanı diye anlayın. Çünkü AKP’nin gerici liberal kamusal alanı demokratik, eşitlikçi proleter değerler üzerinden yükselmiyor. Cemaatlerin iktidar oyunlarına sahne olan kamusal alan, yeni İslamcı liberal seçkinlerin yükselişini, yeni misyonerlik faaliyetlerini, entrikaları ve gericilliğin daha geniş bir toplumsal temele yaygınlaşmasını getirmektedir. Evet tam da istedikleri gibi olmaktadır. Müslüman kadınlar kamusal alana artık daha fazla çıkmaktadır. Ama özgür, eşit kadın özneler olarak değil. Onlarda “iktidara ortak olma arzusu ve demokrasi talebi yok.” Erkek egemen düzene, salt kendileri için sisteme meydan okuyarak değil. “Hak düzen” adına eyleme geçerek. İslamcı erkeği kendi temsilcisi olarak ve onun başarısını kendi başarısı olarak gören doğurgan ucuz işçilerin kişiliğinde ikincil kolektif kimlikler olarak… Yeniden tanımlanan bu kamusal alanda İslamcılık, kadının özneleşmesini ve özgürleşmesini değil, erkek karşısındaki ikincil konumunu ve denetimini sağlıyor. AKP iktidarı İslamcı kadınların kimlik hakkının savunulmasının ardında yeni iktidar seçkinlerinin ortak çıkarlarını savunuyor.

B

Kendi grevini haber yaptı Kamu yayıncılığı konusunda bir ekol olan İngiliz yayın kuruluşu BBC’de çalışanlar greve çıktı. Grev haberi BBC’de yayınandı. BBC’de örgütlü ikinci büyük sendika olan Ulusal Gazeteciler Sendikası (NUJ) üyesi emekçiler BBC yönetiminin çalışanların emeklilik fonlarında kesintiye gitme kararını 48 saatlik iki ayrı grev kararıyla yanıtladı. İlk grev 4-5 Kasım tarihlerinde gerçekleşti. BBC yönetimi çalışanların emeklilik hakkını içeren bir paket konusunda sendikalarla görüşme yapmıştı. BBC’de örgütlü dört sendikadan üçü görüşmelerin ikinci aşamasında önerilen ‘nihai paketi’ kabul etmiş, NUJ ise BBC yönetimi ile anlaşmayarak paketi reddetmişti. Sendika, BBC yönetimini uyarmak için 4-5 Kasım ve 15-16 Kasım tarihlerinde 48’er saatlik iki grev yapma kararı aldı. Çalışanlarının grevi BBC’nin sitesinde de haber olarak yer alıyor. BBC Türkçe yayınında da grevin haberi yer alıyor. Grev nedeniyle sitenin iki gün boyunca güncellenmeyeceği de belirtiliyor.

Today’s Zaman, TRT, Türkiye, TvNet, Ülke TV, Yeni Şafak, Yumurcak TV, Zaman. Görüldüğü üzere AKP yanlısı basından olmayan tek bir üye bile yok.

RT, Anadolu Ajansı ve Samanyolu TV grubu Basın Konseyi’nden çekildi. Böylece medyada yandaşlık ekseninde şekillenen yeni kümelenmede herkes yerini buldu. 4 Kasım günü konsey’den ayrılan üç kurum kendilerine gerekçe olarak AKP’nin HES inadını konu edindiği bir yazıda iktidar partisini kastederek “analarını bile satarlar” ifadesini kullanan Oktay Ekşi’nin Basın Konseyi başkanlığı görevine devam etmesini gösterdiler. H‹Ç fiAfiIRTMADILAR Üç kuruluşun Basın Konseyi’nden çekilmesi özünde medyada yandaş medyanın hükümranlık süreceği yeni bir dönemin kuruluşu ve bir önceki dönem kurumlarının çözülüşü süreci göz önüne alındığında Konsey’den çekilen üç kurumun da zaten çoktandır bu fırsatı beklediği söylenebilir. Basın Konseyi 1986 yılında ‘gazetecilik alanında bir mesleki özdenetim kurulması’ hedefiyle Oktay Ekşi, Hasan Cemal, Güneri Cıvaoğlu, Yalçın Doğan, Teoman Erel, Orhan Erinç, Yurdakul Fincancı, Güngör Mengi, Rauf Tamer tarafından kuruldu. Başkanı da kuruluşundan beri Oktay Ekşi oldu. Konsey medya tarihi açısından bakıldığında Doğan Medya’nın serpilme ve egemenlik dönemlerine denk gelen bir tarihseldönemde kuruldu ve icraatta bulundu. Aslında Doğan Medya’nın basın üzerindeki hakimiyetinin, bu hakimiyetten aldığı güçle basın meslek ilkelerini, kriterlerini kısaca basında standart-

AKP’ye yakın medya kuruluşları Basın Konseyi’nden istifa ederek, kendi eliyle kurdukları Medya Derneği’ne katılmak için fırsat kolluyor ları belirlemesinin sembolü oldu. Kuruluşundan itibaren başkanının Doğan Yayın Grubu’nun amiral gemisi olan Hürriyet’in de Başyazarı Oktay Ekşi olması da tesadüf değildir. TAfiLAR YER‹NDEN OYNARKEN Fakat bugünlerde medyadaki sahiplik ilişkileri değişiyor. AKP’nin iktidar olmasıyıla beraber güçlenen, AKP ile ideolojik, ekonomik olarak bütünleşik yeni bir medya bloğu doğuyor. AKP’yi iktidara taşıyan cemaatlere yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak, Zaman, Samanyolu TV grubu gibi medya

kuruluşları ve AKP’nin aktardığı kredi olanakları, TMSF ihaleleriyle ele geçirilen ATV, Sabah ve Star gazetesi gibi yayınlar medyanın yükselen yeni bloğunu oluşturuyor. Bu kurumların yanına yönetimi iktidar partisi tarafından belirlenen Anadolu Ajansı, TRT gibi ‘devlet’ kurumları da eklenince ortaya medyada AKP’nin neoliberal-gericiliğiyle bütünleşen yeni ve neredeyse medya ‘pazarının’ çoğuna hakim bir bloğun çıktığı görülüyor. B‹RAZ DA BEN ÇALIP SÖYLEY‹M Bu medya kuruluşları da sayılarının ve etkilerinin arttığının

farkına vararak medyada standartları ve temel kriterleri belirlemek için kendi medya örgütlerini çoktan kurmuştu. 23 Mart 2010’da Four Seasons Otel’de düzenlenen bir basın toplantısıyla Sabah gazetesinin çizeri Salih Memecan (Eşi Nursuna Memecan’ın AKP milletvekili olduğunu da belirtmekte fayda var) başkanlığında Medya Derneği kuruldu. Bu dernek Basın Konseyi’ne alternatif olarak kuruldu. Üyeleri, 24 TV, Aksiyon Dergisi, ATV, Bugün Gazetesi, Bugün TV, Cihan, Haber7.com, Kanal 7, Kanaltürk, Mehtap TV, Radyo 7, Sabah, Samanyolu Haber, Samanyolu TV, Star Gazetesi, Takvim,

TRT VE AA’YA NE OLDU? Tabi bu kuruluşlar arasında TRT ve Anadolu Ajansı sırıtıyor çünkü her ikisi de kamu kurumu ve yönetimleri hükümet tarafından belirleniyor. Medyadaki saflaşmada AKP yandaşı bloğun kurduğu derneğe üye olan bu iki kurum Basın Konseyi’nden “biz iktidarın borozanıyız, sizinle değil, tavizsiz bir biçimde AKP ile aynı safta yer alan basın kuruluşlarıyla bir arada yer almak istiyoruz” deyip ayrılamayacaklarına göre böylesi bir fırsatı bekliyorlarmış demek ki. Buldukarı ilk fırsatta Konsey’den ayrılmalarının bu kurumların etik değerler konusunda taviz vermemekten kaynaklandığını düşünmek için hiç bir neden yok. Fakat AKP yandaşı medyanın Basın Konseyi’ni etkisizleştirmek için bulduğu her fırsatta ayrıldığı biliniyor. 2009 yılında aralarında Zaman gazetesinin de olduğu çok sayıdaki kurum Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesinde bir subay tarafından helikoptere alınmayarak karlı bir bölgede bırakılan Cihan Haber Ajansı muhabirine Basın Konseyi’nin sahip çıkmadığını savunup Konsey’den ayrılmıştı. Şimdi de TRT, AA ve STV uzun süredir bekledikleri fırsat Oktay Ekşi marifetiyle ayaklarına gelince ‘iyi orta gol getirir’ deyip fileleri havalandırdı.

TRT’de kadrolaşma ölüme yol açtı Semahat Özdoğan Aslaner Türkiye’nin tek kadın maç spikeriydi radyo bölümüne sürüldü; 35 yıllık TRT emekçisi Doğan Yıldız farklı alana alındığı için intihar etti TRT’deki kadro politikaları bir TRT çalışanını intihara sürükledi. 35 yıllık TRT emekçisi Doğan Yıldız 3 Kasım günü evinin camından atlayarak intihar etti. KESK Haber-Sen, Yıldız’ın intiharıyla ilgili olarak TRT yönetimini sorumlu tuttu. TRT yönetimi hiçbir gerekçe göstermeksizin Yıldız’ı 10 yıldır çalıştığı bölümden başka bir bölüme almıştı. Yıldız, işe gittiği halde TRT yönetimi Yıldız hakkında “Görevine devam etmediği” gerekçesiyle soruşturma açmıştı. İşe gitmesine rağmen müstefi sayılarak, yani istifa etmiş sayılarak işini kaybetme noktasına gelen Yıldız 10 günlük rapor alıp 1 Kasım’da işe geri dönmüştü. DENEY‹ML‹ SP‹KERLER EKRANDAN ÇEK‹L‹YOR Yıldız’ı hiçbir gerekçe göstermeksizin 10 yıldır çalıştığı bölümden başka bir bölüme alan TRT, benzer kadro politikalarını uygulamaya devam ediyor. Eski başbakanlık muhabiri İlhan

Yazganarıkan’ın TRT’de spor müdürlüğüne getirilmesinin ardından TRT’nin spor spikerlerinden Semahat Özdoğan Aslaner ve Güven Göktaş, radyolara kaydırıldı. Türkiye’nin Sesi Radyosu’na verilen Semahat Özdoğan Aslaner, Türkiye’nin ilk ve tek, maç anlatan kadın spikeriydi. Aslaner dünyada da maç anlatabilen üç kadın spikerden biriydi. TRT Ankara Radyosu’nda görevlendirilen Güven Göktaş da atletizm konusundaki sayılı uzmanlardan biriydi. İki spikere dair yeni görevlerdirmeler ise 28 Ekim günü tebliğ edildi. TRT SP‹KER K‹RALIYOR TRT daha bir ay öncesine kadar spor spikeri sayısı yetersiz olduğu için spor organizasyonları için dışarıdan spiker kiralıyordu. TRT, dışarıdan Okay Karacan, Murat Çimen ve Orhan Ayhan’ı bu uygulama çerçevesinde kiralamış hatta 17 Ekim günü gerçekleştirilen Avrasya Maratonu’nu TRT adına

Semahat Özdo¤an Aslaner

Do¤an Y›ld›z NTV Spor’dan Caner Eler sunmuştu. KURUM ‹Ç‹NDEN DE⁄‹L DIfiARIDAN PERSONEL TRT’nin uzman kişileri farklı alanlara gönderen ve Doğan Yıldız gibi 35 yıllık bir TRT emekçisini intihara sürükleyen kadrolaşma politikası daha önce birçok defa gündeme gelmişti. Deneyimli çalışanları farklı alanlara yollayan TRT, 220 yeni eleman alımı için kurumda yetişmiş personeli kurum içi sınav açarak almak yerine KPSS açarak dışarıdan almayı hedefledi. KPSS ile alınacak personelin

“Prodüksiyon hizmetleri, ses, kurgu, ışık, grafik, teknik, farklı lehçeler ağırlıklı” olmasındaki “Ağırlıklı” ifadesi TRT’ye gelen bir elemanın istenilen anda istenilen işi yapmak zorunda bırakılmasını sağlıyor. Bu durumda TRT’ye muhabir olarak giren bir eleman ışıkçı olarak çalışabiliyor. TRT’nin bu sınavı Haber-Sen tarafından hukuksuz personel alımı gerekçesiyle mahkemeye taşındı. TRT’YE VAK‹T KORUMASI TRT’de kadrolaşma olmadığına dair yanıt, gerek TRT’den gerekse

her fırsatta yoklama yaparak TRT’den sorumlu olduğunu çalışanlara hissettiren Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan gelmişti. Kadrolaşma iddiasını öne süren Tufan Türenç’e, Haber-Sen’e ve OdaTv’ye ‘Kadrolaşma yok’ yanıtı gelirken, TRT’de kadrolaşma yaşandığı iddiasına bir yanıt da Vakit gazetesinden gelmişti. Vakit, TRT’de kimsenin AKP ile alakası olmadığını buna karşın TRT’de CHP, MHP ve DSP kadrolaşması yaşandığını söylemişti.

Yoksula yaşam yok, Balaban’a hayat hoş Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olmasına rağmen Balaban’la beraber asfaltlandı. Bölgenin güzelleştirilmesi asfalt çalışmasıyla kalmadı tabii. Balaban’ın villasının önünü kesen tepe Yenimahalle Belediyesi'ne ait araçlarla tam 7 metre tıraşlanarak villanın manzarası açıldı.

H

alkın Sesi’nin 117. sayısında Ankara'nın Yenimahalle İlçesi’ne bağlı Mehmet Akif Ersoy Mahallesi'nde yoksulun evini başına yıkan CHP’li belediye yöneticileri için ‘Gökçek’e özeniyor’ demiştik. Belediyeden gelen haberler Halkın sesi’ni haklı çıkartır cinsten. İşte onlardan biri: Sendika Org’un Ankara muhabiri, Mehmet Akif Ersoy Mahallesi'nde gerçekleştirilmek istenen kentsel dönüşümün mimarlarından Yenimahalle Belediye Başkan Yardımcısı Şenol Balaban Çayyolu mevkisinde bulunan villasının çevresini 1,5 yılda yeni baştan nasıl yarattığını ortaya çıkarttı. Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’nde hayatı bitirmek için ellerinden geleni yaparak yıkım araçlarını mahalleden eksik etmeyen Balaban, iş makinelerini yıkımlar-

dan arta kalan zamanda kendi mahallesinde değerlendiriyor. Çayyolu’nda bulunan Supark Vilları’nın etrafından iş makinelerini eksik etmiyor. Bu iş makineleri ise yıkım için değil Balaban’ın villasının çevresini güzelleştirmek için. Kısa bir süre önce yerleşime açılan ve toprak yolla ulaşılabilen bu bölgenin talihi Şenol Balaban’ın gelişiyle değişti. 12 metre genişliğindeki toprak yolun bakım işleri

DO⁄RU YERDE DO⁄RU H‹ZMET İskâna yeni açılmasına rağmen sınırsız belediye hizmetinin götürüldüğü bölgenin girişinde “Doğru yerde doğru hizmet” tabelası gözlerden kaçmıyor. Belediye, Mehmet Akif Ersoy Mahallesi'nde evleri yıkıp, Çayyolu’nda Balaban’a ait villalar için sınırsız hizmet verirken bu söz de hoş bir ironi olarak kayda geçiyor. Balaban’ın villasının bulunduğu yere bir de park yapıldı. İçerisinde modern bir bas-

ketbol sahası ve fitness aletlerinin bulunduğu parkta tek sorun insan olmaması. Mehmet Akif Ersoy Mahallesi'nde yaşam olmasına rağmen, yaşamı bitireceğim diyen rantçı zihniyet yaşamın olmadığı bir yerde yaşam kurmaya çalışıyor. Balaban’ın adı, geçtiğimiz günlerde istifa söylentileriyle basına yansımıştı. Başkan vekili Başar Bal istifa etmiş, Zabıta Müdürü Kadir Tecimer ve Şenol Balaban’ın da istifası tartışılmıştı. Daha sonra Başar Bal istifasını geri çekmiş ve belediye yönetiminde ne üzerinde olduğu bilinmeyen bir uzlaşma sağlanmıştı. Mehmet Akif Ersoy Mahallesi'nde Barınma Hakkı Bürosu çatısı altında örgütlenen ciddi bir direnişle karşılaşan kentsel dönüşüm projesi planlarının, belediye yönetimindeki çelişkileri keskinleştirdiği konuşuluyor.


3

GÜNDEM 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

CHP’de beklenti çok, ışık yok S

iyaset arenasındaki ‘dönüşüm’ün son adresi CHP oldu. Parti örgütünün en kudretli figürü Önder Sav’ı ve çevresindekileri tasfiye edip yeni bir yönetim oluşturan Kemal Kılıçdaroğlu, bu değişimin ‘Yeni CHP’nin doğuşu olduğu iddiasında. Kılıçdaroğlu’nun da belirttiği üzere Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyelerinden başka bir yeniliği henüz görülmeyen ‘Yeni CHP’nin doğuşu sancılı oldu. Bu hamleyle, korku imparatorluklarını yıktıklarını söyleyen Kılıçdaroğlu’nun MYK üyelerini atama yöntemi, herhangi bir parti biriminin onayının aranmadığı, genel başkanın iradesinin yeterli bulunduğu, antidemokratik CHP tüzüğünün öngördüğü şekilde gerçekleşti. Vaktiyle Deniz Baykal’ın hazırladığı bu yeni tüzükten nasiplenmek Kılıçdaroğlu’na nasip oldu. ŞİMDİLİK KAVGA YOK Partideki kısa süreli kriz ortamı, Önder Sav’ın “Kızgın değilim, kırgın değilim, biz bir aileyiz. Aile içinde tartışmalar olabilir. Kol kırılır, yen içinde kalır” açıklamalarıyla görevini Süheyl Batum’a devretmesi ve Kılıçdaroğlu’nun omzunda yemeni, “Birilerinin hevesi kursağında kaldı, birbirlerine girecekler diye, biliyorum” açıklaması ile yerini şimdilik daha sakin bir ortama bıraktı. Kurultay da seçim sonrasına atılarak, parti içi olası gerilimler ertelendi. CHP, “50 yıllık” muhalefet partisi kariyerini geride bırakma

C

HP’nin net bir politik hat çizmeden ilerlediği yolda, emekçinin yalnızca adı geçiyor. Yeni yönetim kadrosunda halkın örgütlü kesimlerini temsilcileri yok

planları yapıyor. Önder Sav’ın tasfiyesi sürecini görünüşte başarılı hamlelerle kotaran Kılıçdaroğlu, mayıstan beri süren yalpalamalarıyla azalan özgüvenini geri kazandı. Seçim öncesinde Önder Sav’a karşı aldığı süresi belirsiz galibiyetini, iktidar hedefli mücadelesinde kullanmaya başladı. Kılıçdaroğlu 4 Kasım’daki MYK toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, yeni MYK’nın halka birlikte yürüyeceğini söyledi. İşçi, çiftçi, köylü, çöpten kağıt toplayan vatan-

daşın başının üstünde olduğunu aktaran Kılıçdaroğlu, fabrika açıp binlerce işçi ‘çalıştıran’ sanayiciye de aynı değeri verdiğini vurguladı. CHP’den beklenti içinde olan emekçi kesime yanıt vermeye çalışan CHP lideri, partisinin sermayenin solu olduğunu yeniden hatırlatmış oldu. Kılıçdaroğlu’nun öne çıkardığı ‘halkla birlikte yürüyeceğiz’ söylemi, halk kesimlerinin temsilcilerinin bulunmadığı yönetim kadrosuyla tezat oluşturuyor.

“Yeni CHP”ye yakıştırılan devrimci sıfatı da, kaba bir popülizmin ötesine geçemiyor. CHP, tabanı beklenti içine sokarken, tabanın ‘dönüşüm’de etkili bir özne olmasına olanak sunmuyor. Ancak, Baykal kasedi olayından beri süren bu ‘dönüşüm hareketi’nde, ne tabanın etkinliğiyle ne de Kılıçdaroğlu’nun liderlik yeteneğiyle açıklanabilecek bir irade kendini hissettiriyor. Bu iradenin adı konamasa da, sermaye sözcülerinin, AKP’ye alternatif ola-

bilecek bir partiye duyulan ihtiyacı dillendirdikleri ve buna en yakın aday olarak da CHP’yi gördükleri biliniyor. HERKESE BİR PARMAK BAL Partinin iktidarda yer alamamasının nedenlerini, eski yönetim anlayışının halka hitap etmeyen siyaset üretmesine bağlayan Yeni CHP, her kesimin ağzına bal çalma vaat eden bir söylemle hitap alanını genişletmeye çalışıyor. Halkçı söylem kurgulamaya çalıştığı her yerde sermayenin varlığını ve parti tavanındaki etkisini hisseden Kılıçdaroğlu, söylemini patronların da arkasında olduğunu ekleyerek dengelemek zorunda kalıyor. Daha önce seslenmediği kitlelere seslenmeye kalktığı her fırsatta parti içindeki statükocu gelenekten yana kişilerle arasında bir kriz patlak veriyor. İddialar değiştiriliyor, yumuşatılıyor, söylemler bir de öbür türlü söyleniyor. CHP’nin net bir politik hat çizmeden ilerlediği yolda, emekçinin çıkarlarının yalnız adı geçiyor. Hem emekçi halka hem sermaye sınıfına yönelme, hem laiklere hem dindarlara hitap etme, Kürt sorununda söylemi yumuşatma çabaları sağlam bir ideolojik dayanaktan ve politik programdan yoksun olduğu için kaba bir popülizmin ötesine geçmiyor. Şimdilik bastırılmış görünen parti içi gerilimler, Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki genel seçimlerde ciddi bir başarı elde edememesi durumunda, yeni bir “Yeni CHP” operasyonunda harekete geçmek üzere varlığını koruyor.

Yeni CHP’de istikamet sağa doğru Ö

Süheyl Batum CHP’nin yeni genel sekreteri

nder Sav, Kılıçdaroğlu’nu AKP’ye öykünmek, sağa yanaşmak ve CHP’ye hayatında oy vermemiş kişilere şirin görünmeye çalışmakla suçladı. Sol kanadı kalmamış olan partide, herhangi bir kanadın diğerini sağcılıkla, sağcılaşmayla suçlaması isabetsiz değil. Yıllardır içerideki sol kadroları tasfiye eden, MHP’ye yaklaşan şoven bir dil tutturan, sermaye temsilcilerini ekonomi politikalarının başına geçiren CHP’de eskiye tepki olarak

açığa çıkan değişim de maalesef sola doğru gitmiyor. Daha önce ‘Sağa gidiyoruz. Çünkü oy alacağız’ beyanında bulunmuş olan Kılıçdaroğlu’nun aynı irade ile hazırladığı MYK listesi de, yeni CHP’nin yüzünü sağına çevirdiğini açıkça gösterdi. Yeni genel sekreter, Demokrat Parti’nin başına geçmesi konuşulurken Baykal’ın istifasıyla CHP saflarına geçen Süheyl Batum… Ekonomiden sorumlu başkan yardımcısı sermayedar Umut Oran… İdari mali işler liber-

al Hurşit Güneş’e teslim…Yerel yönetimler işadamı Alaattin Yüksel’de… Partinin 10 Kasım’daki “bomba transferi” Cem Uzan’ın Genç Parti’deki yardımcısı Gönül Saray oldu. Anayasa referandumu sürecinde “İşçiyi de işadamını da köleleştiren anayasaya hayır” gibi “muhteşem” tespitlerde bulunan Yeni CHP, halka ulaşmayı da sağa bulaşmakla halledebileceğini zannediyor.

Açılım yok, mücadele var Aleviler Ankara’dan sonra 6 Kas›m’da ‹stanbul’da eylemdeydi. Alevi örgütleri, Kad›köy ‹skele Meydan›’nda zorunlu din dersinin kald›r›lmas› için 24 saat oturma eylemi yapt›. Pirsultan Abdal Kültür Derne¤i’nin (PSAKD) organize etti¤i eyleme çok say›da yöre ve köy derne¤i temsilcisi ile ilerici kurum, dernek, siyasi parti, meslek odas›, sendika ve sanatç› destek verdi. Alevilerin daha önce yapt›¤› büyük eylemlere kat›lan CHP, bu eylemde yer almad›. Eylemde konuflan Alevi Bektafli Dernekleri Federasyonu Baflkan› Ali Balk›z AKP’nin Kürt’ü, Aleviyi, iflçiyi d›fllad›¤›na iflaret etti ve hükümetin bafllatt›¤› aile imaml›¤› uygulamas›n›n Alevilere yönelik bir bask› oldu¤unu birkaç örnekle anlatt›. Eylemde Aleviler, eylemlerinin sürece¤ini duyurdu. Alevilerin bir sonraki oturma eylemlerinin dura¤› ‹zmir olacak. Ancak tek eylem bu olmayacak. PSAKD üyeleri zorunlu din dersinin kald›r›lmas› talebiyle milli e¤itim müdürlüklerine yürüyüfller düzenleyecek ve 2011 bafl›nda bir Alevi Kurultay› toplanacak. Hac› Bektafli Veli Anadolu Kültür Vakf› Genel Baflkan› Ercan Geçmez’in ifadesiyle ‘Aleviler kurultayda manifestolar›n› ilan edecekler’. Alevilerin eylemine destek veren sanatç›lar da eylemde konuflmalar yapt› ve Alevilerin yan›nda olduklar›n› duyurdular. P›nar Sa¤, Alevilere yönelik sald›r›lar›n yan› s›ra tüm halklara yap›lan sald›r›lara karfl› oldu¤unu, faflizme karfl› halklar›n kardeflli¤ini savunmaya devam edece¤ini söyledi. Ferhat Tunç, KCK davas›nda Kürtlerin Kürtçe savunma yapmas›n› yasaklayan zihniyetle Alevilere zorunlu din dersini dayatan zihniyetin ayn› oldu¤una iflaret etti. Halk›n Sesi’ne konuflan PSAKD Sultangazi fiube Baflkan› Köksal Giden, Fethullah Gülen’in ‘Aleviler kendi e¤itimlerini als›nlar’ önerisini Alevili¤in içeri¤ini boflaltma giriflimi olarak de¤erlendirdi ve buna izin vermeyeceklerini söyledi. Alevilerin eylemleri, Alevilerin eflit yurttafll›¤a dair taleplerinin AKP taraf›ndan karfl›lanamayaca¤›n› ortaya koydu. Büyük laflarla Alevi aç›l›m›n› bafllatan AKP, flimdilerde Alevilerin zorunlu din dersinin kald›r›lmas› talebini ‘nesinden memnun de¤iller’ diyerek geri çeviriyor.

Hak mücadeleleri ne CHP’yi bekler ne CHP’ye bırakılır Ülke siyasetinin ana gündemleri bayram öncesinde yoğunluğunu yitirmiş durumda. Bu dönem daha tekil ve parçalanmış gündemlerle geçirildi. Erdoğan, referandumdan sonra özellikle amaç edindiği “MHP ile uğraşma” faaliyetlerine bir yenisini ekledi. Bahçeli'nin konuşmasını ‘hezeyan’ olarak nitelendirmesi üzerine, hezeyanın “ruh sağlığı bozuk insanın saçmalığı” olduğunu öğrenen MHP’liler Erdoğan’ın “dilini koparacakları” taahhüdünde bulundular. Erdoğan da Kurban Bayramı hazırlıklarına kendisini çok fazla kaptırmış olacak ki MHP’lilerin “kasap” olduğunu keşfetti. Anlaşıldığı üzere AKP ve MHP arasındaki bu kapışmalar, birbirlerinden “oy kapma” amacı nedeniyle seçimlere kadar inişli-çıkışlı bir biçimde devam edecek. AKP’nin bir tarafında bu kavga yaşanırken diğer tarafında yani Abdullah Gül’ün olduğu tarafta ise bir “yüce gönüllülük” görüntüsü hakimdi. İnce düşünülmüş bir “piar çalışması”na tanıklık ettik: 29 Ekim’de eşinin türbanını resepsiyona getiren Gül, daha sonra aynı türbanı önce Mardin’e sonra da Hatay’a taşıdı. Mardin’de yanında aynı zamanda YÖK Başkanı da bulundu. “Dinler arası, diller arası, medeniyetler arası birlik ve kardeşlik” iletileri veren T.C. Cumhurbaşkanı, hemen ardından iki yıl öğrenim gördüğü İngiltere’ye giderek Kraliçenin elinden Yılın Devlet Adamı Ödülü'nü aldı. Yanında yine eşinin türbanı vardı. Ve o, (liselerde bile diyemedi ama) “ilköğretimde türban olmaz” diyerek son noktayı koyuverdi. Baştan sona iyi hazırlanmış bir tezgah, pardon “piar çalışması”. Bu çalışma Abdullah Gül’ün Anayasa Mahkemesi’ne, HSYK’ya, YÖK’e, üniversite rektörlüklerine yaptığı taraflı

atamaları örter mi? Ya da Abdullah Gül’ün geçmişini, yani 14 yaşındaki bir kız çocuğuyla okulunu bıraktırtıp evlenmesini örter mi? Akıllarınca örttüler. Bu arada bir diğer ilginç gelişme Kürt sorunuyla “dolaylı ilişkili” bir konuda yaşanmakta. Hükümet, 1500 lira maaşla 3 yıllık sözleşmeli olarak 50 bin uzman er istihdam etme önerisi geliştirdi. AKP’nin kendisine ait “özel” birkaç konuda kısa-orta-uzun vadeli planları olduğu bir gerçek. Bununla birlikte bu “özel” konular dışında kalan diğer konularda da tamamen pragmatist ve yap-bozcu olduğu da bir gerçek. Bu tasarı da bunun kanıtlarından biri. İlk önce astsubayları arttırarak profesyonel orduya geçeceklerdi; sonra uzman erbaş sayısını (zaten 57 bin) arttırmak proje oldu. Sözümona Kürt sorununu çözecek olan AKP için, ilkokul mezunu 50 bin askerin kalıcılaştırılması hangi planın parçası? 50 bin kişilik iş umudu AKP’ye seçim öncesi yüzde kaç oy sağlar? 2+3 yıllık askeri (ve siyasi) eğitim almış bu ordu daha sonra, özel güvenlikçi olmanın dışında ne iş yapar? Bu öneri hangi yapısal sorunun çözümünün parçası? Seçim öncesi dönemde bulunuyor olmak kuşkusuz bütün taşların buna göre dizilmesine ve hassasiyetlerin de bu hedefe uygun oluşmasına neden olmakta. “Herkes” kendi “çap”ında, kendi bahçesine uygun taş diziyor. MHP, bir taraftan seçmenini AKP’ye karşı kemikleştirmeye çalışırken, diğer taraftan milletvekilliği adaylığı umudunu kullanıp “küskünlerini” partiye topluyor. Bunların arasında en ilginci Ümit Özdağ elbette. Erdoğan, daha büyük oynamakta. IMF’ye kalan bütün borçların ödeneceği hamlesi aslında tam bir seçim yatırımı. Bu

propagandayı seçim dönemi bolca duyacağız. Ancak toplam dış borçların ne kadar olduğunu duymayacağız tabii ki. Ve CHP… Mart ayında “Değişim kanlı mı, kansız mı olacak diye merak ediyorsanız, öyle ya da böyle olacak” diyen Gürsel Tekin, böyle bir değişimi mi kastetti bilinmez ama “haklı” çıktı. CHP’de öyle ya da böyle bir değişim üstelik çok hızlı ve çabuk oluverdi. 10 Mayıs’ta Deniz Baykal’ın istifasıyla başlayan süreç çok değil 6 ay sonra, yıkılmaz denilen ikinci adamı da götürüverdi. Kim inanırdı bu gelişmelerin bu kadar kısa sürede bu kadar “problemsiz” yaşanacağına? Bir kaset, Baykal’ın aslında kendisi için hazırladığı bir tüzük, kenarda bekletilen üç-beş akademisyen, Melih Gökçek’in Kılıçdaroğlu’nu parlatan icraatlarını unutmamak gerek. Önder Sav’ın gafları/gafletleri ve “yenilenmiş CHP”. Sanki gizli bir el CHP’nin önünü açmıyor mu? Kansız oldu. Yani ne istifa ne tasfiye yaşandı. Daha önceki yaşanmışlıklar hatırlandığında bu durum CHP için çok alışılageldik değil. Kansız olmasının en büyük nedeni elbette AKP. AKP’nin iki dönemdir sağladığı başarı ve üstüne referandum sonucunun da gösterdiği üzere önümüzdeki seçimde de başarılı olacağı görüntüsü CHP’deki her türlü kişisel çıkarı baskılamış durumda. Kimse olası bir başarısızlığın nedeni gibi görülmeyi kaldırabilir durumda değil. Üstü örtük bir şekilde sürecek olsa da bütün hesaplaşmalar seçim sonuna bırakılmış durumda şimdilik. Gelelim sözde “yeni CHP”ye. Kılıçdaroğlu başta olmak üzere bolca bu tanım kullanılmakta. Hayatının büyük bölümünü devlet bürokrasisi

içinde geçirmiş Kılıçdaroğlu ve birçok genel başkan eskitip 25 yıl bu sosyaldemokrat hareket içinde büyümüş, hatta İstanbul İl Başkanlığı’na bile Baykal tarafından atanmış bir ikinci adam olan Gürsel Tekin (MYK listesinde ikinci sırada) ile “yeni CHP”nin oluştuğu iddiası ancak kargaların muhabbet konusu olabilir. Bu durum ancak “üst kadrosu değişmiş”, biraz daha zorlanırsa, “üst kadrosu yenilenmiş bir CHP” anlamına gelir. Böyle bir CHP’den köklü politik ve örgütsel değişimler beklenemez. Gelişmeler de bu yönde. Yepyeni yeni tüzük seçim sonrasına ertelendi. Parti içinde önseçim kararı alındı, ama bunun da tam olarak uygulanması seçim sonrasına bırakıldı vs. “Yenilenmiş CHP’nin” politik değişimlerinin de sadece popülist söylemlerle sınırlı kalacağını söylemek de kehanet gerektirmiyor. Bu faaliyetin de asıl olarak dini hassasiyeti olan kesimleri ve Kürtleri hedefleyeceği de kısa dönem icraatlarından belli. Hatırlanacağı gibi Gürsel Tekin türban açılımı ile şöhreti yakalamıştı. Bununla birlikte yoksul edebiyatı, sosyal devlet vurgusu, dışlanmışları sahiplenme görüntüsü, işçilerle sıcak temaslar vb. bu dönem CHP’de bolca karşılaşacağımız görüntüler olacak. CHP’ye yönelen ilgi, parti kadrolarının başarısından çok yıllardır iktidardan dışlanan, AKP’nin seçmeci ilişkilerine giremeyen, uygulanan yeni dönem ekonomi politikalarından çokça canı yanan, dışlanmış, mülksüzleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş kitlelerin beklentisinden kaynaklanıyor. CHP’nin yeni durumunun süreklilik arz edip etmeyeceği asıl olarak seçimden sonra netleşecek ancak seçimlere kadar olan süreçte sol

zemin üzerinde güçlü bir baskılanma oluşturacağı açık. Bu durum kendisini ayırt edici bir siyasal çizgi ile ifade edemeyen tüm siyasal grupların-partilerin tabanlarında ciddi bir meşruiyet sorgulamasına neden olacaktır. Açıkça başta ÖDP ve TKP olmak üzere kendi kitlelerine siyasal varlıklarının nesnel karşılığını açıklamakta ve CHP’den neden farklı olduklarını ifade etmekte zorlanacaklardır. Bu zorlanmalar siyasal kaymaları da beraberinde getirecektir. Diğer yandan “Hak Mücadelesi” çizgisi tabanda, bu dönemin ayırt edici ve baskın politikası olacaktır. Başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamusal hakların bir bütün olarak halka iadesi ne CHP’nin ne de diğer burjuva partilerin bırakın programında söyleminde bile yoktur. Ulaşımın kamusal bir hak olduğu ve (en azından işe gidiş-geliş saatlerinde) parasız olması gerekliliğini CHP hayata geçirebilir mi? Enerji kullanımının bir hak olduğu ve (en azından belirli miktarının) parasız olması gerekliliği sistemden beslenenlerce uygulanabilir mi? Neoliberal sistemin “su politikalarının” bir bütün olarak tersine çevrilmesi (artık) bir siyasal devrim sorunudur. HES’lere karşı mücadele ulusal ve ulusaşırı enerji tekellerine karşı bir mücadele düzeyine sıçratılmadan kazanılamaz. Benzer örnekleri arttırabilmek mümkün.. Aynı zamanda “Hak Mücadelesi” çizgisi basitçe sistem karşıtı bir propaganda malzemesi değil, günlük yaşamın her anına müdahale edebilme imkanına sahiptir. Çünkü uygulanan saldırı çok boyutlu ve çeşitlendirilmiş biçimlerdedir. Örneklerden çarpıcı olanı 1 Kasım’da toplanan 18. Milli Eğitim Şurası’dır.

Eğitim hakkının gaspı sadece paralılaştırmakla sağlanmıyor. Şura’da alınan kararlardan en önemlisi öğretmen kadrosunun tamamının zaman içinde sözleşmeli personel haline dönüştürülmesi oldu. Bunun yanında zorunlu eğitim; 1 yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve ortaöğretime hazırlık eğitimi, 4 yıl ortaöğretim olmak üzere 13 yıl olacak şekilde belirlendi. Böylece, kapatılan imam hatip liselerinin ortaokul kısımlarının yeniden açılmasının önü açıldı. Ayrıca din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin çoğulcu bir anlayışla tüm öğretim kurumlarında daha etkin olarak okutulması önerisi de kurul gündemine getirildi. Alevilerin zorunlu din derslerine karşı çıkan talepleri, bu önerinin kabulü ile rafa kalkmış oldu. Sözde Şura’nın adı “Eğitimde 2023 vizyonu” idi. Ancak eğitim müfredatına ve eğitim sisteminin işleyişine ilişkin alınan kararlar AKP’nin yap-boz mantığına tamamen uygundu. Bir diğer örnek İstanbul’daki ulaşım zamlarında yaşanmakta. Referandum sonuçlarından şevk alan AKP’li Topbaş sermaye yanlısı politikaların faturasını yine halka kesmeye kalkıyor. Ulaşımın türüne, mesafesine, kullananın kimliğine göre farklı biçimlere dönüştürdüğü gasp operasyonuna başladı. Bu saldırıyı tersine çevirmek için gelecek yerel yönetim seçimleri mi beklenecek? Örnekler bol. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Rize İkizdere’deki HES’leri iptal etmesine AKP, koruma kurulları yasasını değiştirme girişimiyle karşılık verdi. Bu yasa değişirse İkizdere halkı yapacak bir şey bulamaz mı? Sonuç; AKP’yi halkın Hak Mücadeleleri dize getirecek!


4

GÜNDEM 12 Kas›m 2010 / 25 Kas›m 2010

Halk›n Sesi

Yargılamıyor besliyorlar A R

nayasa değişikliği referandumu öncesi AKP kurmayları ve liberallerin pakete destek isterken kullandıkları en önemli söylemlerden biri “12 Eylül darbecileri yargılanacak, Kenan Evren ceza alacak” propagandasıydı. Referandumun hemen ertesi günü “Yetmez ama evet” diyerek AKP anayasasını destekleyen ve AKP’ye ‘demokrasi’ cilası çekmeye çalışan liberaller mahkemelere akın etti, 12 Eylül darbecileri hakkında suç duyurularında bulundu. Ancak liberaller ve AKP’nin anayasa değişikliğini ‘demokratikleşiyoruz” sözleriyle savunanlar yine “AKP’nin yalancısı” konumuna düştü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı suç duyurularını değerlendirerek 7 Kasım’da ‘görevsizlik’ kararı aldı. Görevsizlik kararını alan Ankara Özel Yetkili Savcısı Hamza Keleş, 12 Eylül darbecilerini yargılamanın görev sınırları dışında olduğunu belirtip, dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay’ın ise başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylül darbecilerini yargılayıp yargılamayacağı belli değil. Zira konuyla ilgili görüşlerini açıklayan Adalet Bakanı

eferandum öncesi seçmenlerden darbecileri yargılamak için ‘Evet’ oyu isteyen AKP işi yokuşa sürüyor. Yargı darbeciler için takipsizlik kararı verdi, AKP Evren’in maaşına zam yaptı

Sadullah Ergin “Gelişmeleri önümüzdeki süreç gösterecek. Yargılanır ya da yargılanmaz diyemem” sözleriyle darbecilerin yargılanması konusundaki gönülsüzlüklerini ortaya koydu. AKP daha önce de CHP’nin ve BDP’nin 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için komisyon kurma önerileri-

ni reddetmişti. AKP ZATEN BUNU YAPAMAZDI AKP’nin referandum sonrası tavrı üzerine Devrimci 78’liler Federasyonu yöneticilerinden Cumhur Yavuz’la görüştük. Yavuz 12 Eylül darbecilerinden hesap sormak üzere kurdukları federasyon-

larının, referandum öncesinde de bugün de AKP’nin darbecileri yargılayacağına inanmadığını belirtti. Darbecilerin yargılanması için 2005 yılında Ankara’da savcılığa başvuran Federasyonları’nın iç hukuk yolları tükenince 2007’de AİHM’e gittiğini belirten Yavuz bu davanın da referan-

dumdan sonra, Türkiye’nin darbecileri yargılamayan tavrını korur biçimde sonuçlandığını belirtti. Yavuz bundan sonraki süreçte AKP’nin konuyu yargıya havale ederek başından savacağına inandığını belirtti. “AKP 12 Eylül’ün devamı bir parti, Referandum sürecinde de söyledik 15. Madde darbecileri koruyorsa seçim barajı gibi maddeler de darbenin ruhunu korumaktadır. Anayasal değişiklikler darbenin ruhunu korumakta üstelik darbe anayasasının ömrünü uzatmaktadır” dedi. AKP’nin bundan sonra “Konuyu yargıya havale ettik, yargı bağımsızdır karışamayız” diyerek işin içinden sıyrılabileceğine dikkat çekti.

EVREN’‹N MAAfiINA ZAM Bu arada AKP Isparta milletvekili Sait Bilgiç TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda verdiği “eski cumhurbaşkanı maaşlarının arttırılması” teklifinin kabulüyle Kenan Evren’in maaşına zam yapıldı. 4 Kasım’da yapılan düzenlemeyle yargılaması bir türlü gerçekleştirilemeyen darbeci general Evren’in maaşı 11 bin 400 liradan 12 bin 300 liraya çıkartıldı.

AKP içinde çatlak mı var? İ

skenderpaşa cemaatinin önde gelen isimlerinden Nevzat Yalçıntaş’ın oğlu Murat Yalçıntaş’ın tutuklanması ve Yeni Akit’te Şaban Şimşek imzasıyla yayınlanan “Allah bu memleketi cemaatçilikten korusun” başlıklı yazı dizisi, ‘AKP içinde tarikatlar arası çekişme’ tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Esas olarak, İskenderpaşa cemaatinin de bağlı olduğu Nakşibendi tarikatı ile Fethullah Gülen cemaatinin koalisyonuna dayanan AKP’de bu iki grup arasında çelişkili bir ittifak bulunduğu ve devletin ele geçirilmesi sürecinde, çelişkilerin daha da öne çıktığı biliniyordu. Hanefi Avcı’nın Ergenekon operasyonuyla derdest edilmesine varan süreç, Emniyet içindeki cemaat örgütlenmesinin zamanla Milli Görüşçüler de dahil olmak üzere diğer dinci çevreleri de tasfiyeye yönelme-

si şeklinde yaşandı. Bu süreçte Nurcu-Nakşi gerilimi, ağırlıkla AKP içinde bir çatışma yaşanmasından çıkar uman çevrelerin dışarıdan değerlendirmelerinde işleniyordu. Ancak bu kez çatışma şaşırtıcı alanlara uzandığı gibi, tartışmanın da içeriden yürütüldüğü görülüyor. AKP İstanbul İl Başkan Yardımcısı ilen Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı’na aday olan ve seçilen Murat Yalçıntaş bir rüşvet operasyonuyla tutulandı. “Nakşilerin ve Türk sağının büyüklerinden” Nevzat Yalçıntaş’ın oğluna, Erdoğan’ın en azından vaktiyle prensi olan bir isme yönelik bu operasyonun Fethullahçıların işi olduğu ve Erdoğan’ın, DP ile flörtünden dolayı Yalçıntaş’a karşı kışkırtıldığı dedikodu düzeyinde de olsa konuşuluy-

Depremzedeye icra takibi Kocaeli’de evlerinden at›lmak istenen depremzede Ar›zl› halk›, kendilerine gönderilen icra mektuplar›n› protesto etti. 9 Kas›m Sal› günü ö¤le saatlerinde Yenicuma Park›’nda toplanan Ar›zl› sakinleri kendilerine gönderilen icra mektuplar›n› protesto etmek amac›yla valilik önüne do¤ru harekete geçmek istedi. Polis ekipleri, valilik önünde böyle bir aç›klama yap›lmas›na izin vermeyeceklerini dile getirip yürüyüflün sonland›r›lmas›n› istedi. Ar›zl› sakinleri yürüyüfllerini adliye önüne kadar sürdürmeye karar verdi. 30 depremzede yürüyüfl yolu üzerinden slogan atarak Kocaeli Adliyesi’ne kadar yürüdü. Adliye önünde Ar›zl› halk› ad›na bir konuflma yapan Recep Or geçti¤imiz mart ay›nda bafllat›lan icra takiplerinin mahkemeye tafl›nd›¤›n› hat›rlatarak, mahkeme devam ederken gönderilen icra mektuplar›n›n ‘hukuksuzluk’ oldu¤unu söyledi. Bu uygulamalar›n devam etmemesini isteyen Or, “Devlet, Elaz›¤ depremi sonras›nda depremzedelere ev yapt›. Ama bize b›rak›n ev yap›lmas›n› üstüne icra takibi bafllat›l›yor” dedi. Bilindi¤i gibi Ar›zl› halk› ayni yard›m olarak yap›lan konutlardan ç›kar›lmak isteniyor. Konutlara depremzedelerin yerlerine bürokratlar yerlefltirilmek isteniyordu. Ar›zl› halk›n›n kararl› mücadelesi sonucunda fikir de¤ifltiren Valilik, flimdi de “konutlar› ö¤renci yurdu yapaca¤›m” diyerek Kocaeli halk›n›n gözünü boyamaya çal›fl›yor.

or. Konuşulanların doğru olup olmadığı yakın zamanda görülecek. Ne var ki, bu olay üzerinden değilse bile, böylesi bir gerilimin varlığı bizzat İslamcı medya tarafından dile getirilmeye başlandı. Yeni Akit gazetesinin dikkate değer kalemlerinden Şaban Şimşek’in “Allah bu memleketi cemaatçilikten korusun” başlıklı yazı dizisi, Fethullah Gülen cemaati ile diğer İslamcı çevreler arasında iktidar paylaşımı temelinde bir gerilim yaşanmakta olduğunu doğruluyor. Şimşek şöyle yazıyor: “…gelişmeler onu gösteriyor ki, cemaatler arasında kıyasıya bir “devlette yer kapma savaşı” yaşanmakta ve bunu yaparken de diğerlerini … sistem dışına itme gibi altıncı kol faaliyetleri sürdürülmektedir… “Ben” duygusuyla hareket eden bu gruplar diğerlerine hayat hakkı

tanımamaktadır... cemaatlere bunları müstehâk görenlerin başka kategorilere koydukları (cemaatsiz!) vatandaşlara neyi reva gördüklerini söylemeye çok da gerek yoktur sanıyorum!.. Dün milleti paylaşmak için yapılan örtülü mücadele bugün devleti paylaşmak üzere verilen örtülü bir savaşa dönüşmüş durumdadır.”

Şimşek bu çatışmanın ilerde AKP açısından da bir tehdit oluşturabileceğini söyleyerek AKP’yi önlem almak için uyarıyor. AKP’ninse Erdoğan’ın karizması ve giderek zayfıladığı anlaşılan bir İslamcılar arası kader ortaklığı duygusundan başka bir kozu bulunmuyor.

Türban, seçime kadar parçalı bulutlu R

eferandum öncesi bir mitinginde Kemal Kılıçdaroğlu’nun “türban sorununu biz çözeriz” demesi AKP’nin işine gelmiş bu beyanat ulusal basında büyük yer bulmuştu. Referandum sonrası AKP bu kozu hemen değerlendirmek istedi ve topu Kılıçdaroğlu’na atıp, Kızılcahamam kampında yardımcılarına sorunun çözümü için talimat verdi. Başkan yardımcıları tarafından kurulan komisyon CHP, MHP ve BDP ile görüşmeler yaptı ama bir sonuç alınamadı. Bu sırada YÖK bir yazı yayınlayarak üniversiteye türbanı fiilen sokmuş oldu. Bu tartışmaların üzerine Adana ve Mersin’de Mustazaf Derneği üyeleri okulların açılmasıyla ilköğretim de okuyan kız çocuklarını okula türbanlı sokmaya çalıştılar. MustazafDer’in girişimi hükümet tarafından prokavasyon olarak değerlendirdi. Konu üzerine 22 Ekim günü ‘AKP’nin Radikal gazetesi temsilcisi’ gibi çalışan Akf Beki’ye açıklama yapan Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, ilkokulda türban tartışmalarına noktayı koydu. Beki’ye “bu bir provakasyon”, “Zamanlamayı manidar buluyorum” açıklamalarında bulundu. Fakat AKP’nin bütün isimleri aynı netlikte tavır göstermekten çekindi. Başbakan Erdoğan 10 Kasım günü G20 Zirvesi’ne kat›lmak üzere Güney Kore’ye hareketinden önce Gazetecilerin “İlköğretimde türban konusunda ne düşünüyorsunuz?”sorusuna “Bütün bu sorunlarla ilgili seçim sonrasını ve yeni anayasayı çok önemsiyorum. Yeni anayasayla bir-

likte sorunların çözüme kavuşacağını düşünüyorum.”diyerek ilköğretimde türban tartışmasını nihayete erdirmek için seçim sonrasını işaret etti. En çarpıcı açıklama ise türban tartışmasının ve “resepsiyon krizinin” aktörlerinden olan Hayrünnisa Gül’den geldi. Hayrünnisa Gül, 9 Kasım’da Londra’da yaptığı açıklamada "İlkokul öğrencisinin kendi isteği ile başörtüsü takması söz konusu olamaz. Bu konuda karar verecek yaşa geldiğinde kararını verir" açıklamasının bulundu. Gül’ün sözleri ulusal basında birinci sayfalarda büyük şekilde yer alırken muhafazakar basında ya küçük görüldü ya da kullanılmadı. Hatta Anadolu Ajansı bu açıklamayı haber olarak geçmedi. Gül’ün konuşmasıyla ilgili açıklama yapan Zaman yazarı Ali Bulaç, ”Hayrünnisa Hanım biraz maksadını aşan bir ifade kullanmış, cehalet demiş. Bu, çocuklarını inancı yönünde eğitmek isteyenleri incitebilir. İslami cenah belki yüksek sesle tepki vermeyecektir ama ben kişisel olarak çok üzüldüm, incindim. Cumhurbaşkanı da eşi gibi düşünüyorsa yanlış düşünüyordur”yorumunu yaptı. Cumhurbaşkanı Gül 10 Kasım günü yaptığı açıklamayla “Eşimin sözlerine aynen katılıyorum” dedi. Türban konusunda AKP cephesinde tartışma her ‘önemli’ konu gibi seçim sonrasına erteleniyor. Böylece AKP, seçime kadar tansiyonu yükseltip düşürecek bulunmaz bir gündem maddesine sahip olma kozunu elinden bırakmıyor.

Savaş anadilde, barış pamuk ipliğinde Kürt sorununda, ‘şimdilik’ bir eylemsizlik sürecine girildi. Ancak ne askeri operasyonlar durdu ne de PKK sınır dışına çekilecek. Çatışma anadil konusuna odaklandı özüm beklentileriyle, çözümsüzlük siyasetinde ısrarın iç içe geçtiği çelişkili bir atmosferin hakim olduğu son bir ay Kürt sorununda tarihi denebilecek gelişmeler yaşandı. 18 Ekim’de KCK duruşması başladı. 31 Ekim’de Taksim’de TAK tarafından intihar saldırısı düzenlendi. 1 Kasım’da KCK eylemsizlik sürecini 2011 Genel Seçimleri’ne kadar uzattığını açıkladı. Aynı gün Aysel Tuğluk “Diyalog sürecinden müzakere sürecine geçilmiştir” dedi ve Öcalan’ın “devletin bir kısmıyla görüşmeye başladığını” açıkladı.

Beşir Atalay da “demokratik açılım” çerçevesinde yerleşim yerlerinin eski isimlerinin iade edilebileceğini duyurmuştu. Referandum öncesinde Tayyip Erdoğan’ın “Kimse bizden anadilde eğitim beklemesin” şeklindeki açıklaması, Diyarbakır Valiliği’nin açtığı dava sonucunda Kürtçeye çevrilen köy adlarının yeniden Türkçeye çevrilmesi ve KCK davasına bakan mahkemenin Kürtçe savunma istemine karşı tavrı AKP’nin Kürtlerin anadil talebi karşısında inkarcı çizgide ısrar ettiğini ve anadil konusunun önümüzdeki dönemin ana çatışma başlıklarından biri olacağını gösterdi.

KAVGANIN ADI ANAD‹L Birçoğu seçilmiş belediye yöneticileri olmak üzere Kürt halkının siyasi temsilcilerinin yargılandığu KCK davası 18 Ekim’de başladı. 103’ü tutuklu 151 sanığın yargılandığı davada sanıkların Kürtçe savunma talepleri reddedildi. Mahkeme bununla kalmayıp Kürtçe’yi tutanağa “bilinmeyen dil” olarak geçirdi. Böylelikle “Kürtçeyi resmiyete sokmayız” mesajı verilmiş oldu. Oysa “Demokratik Açılım” tartışmalarıyla TRT Kürtçe yayına başlamış, YÖK, Kürtçe enstitü açılmasını onaylamıştı. Bitlis’in Güroymak ilçesini Ziyaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise halka seslenirken, ilçenin eski ismi olan Norşin’i kullanmış, bunun ardından İçişleri Bakanı

EYLEML‹ EYLEMS‹ZL‹K PKK’nin bir önceki eylemsizlik kararının sona erdiği 31 Ekim günü sabah saatlerinde düzenlenen intihar eyleminde, 15’i polis 32 kişi yaralanmıştı. Eylemin ertesi günü KCK, Taksim olayıyla ilgilerinin bulunmasının mümkün olmadığını açıkladı. KCK açıklamasının yapıldığı saatlerde Öcalan ile görüşmede bulunan Aysel Tuğluk, Öcalan’ın, “Taksimdeki saldırı, Hakkâri’deki mayın patlaması, Hakkâri’de eylemsizlik halindeki 9 gerillanın öldürülmesi olaylarının bir bütünlük içerisinde ele alınması, bunların kimler tarafından yapıldığının açığa çıkarılmasının çok hayati bulduğunu” belirterek Meclis’te bir

Ç

“Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmasını” istediğini söyledi. Öcalan'ın bu sözleri, Hakkâri’deki saldırılarla Taksim’deki saldırılarının aynı denklemin parçaları olduğuna dikkat çekmişti. Aynı gün KCK, eylemsizliğin 2011 genel seçimlerine kadar sürdürülmesi kararını açıkladı. Kürt sorununda “tarihi” bir dönemeçten geçilirken gerçekleşen intihar eyleminin ardından yaşananlar, yeni bir sürece girildiğini gösteriyor. Şimdiye kadar eylemsizlik kararlarını birer aylık sürelerle alan PKK bu kararlarını bir pazarlık aracına dönüştürebiliyordu. Genel seçimler öncesi alınan uzun süreli ateşkes kararı, AKP’nin elini sistem içi rakipleri karşısında rahatlatsa

da, gerçekleşen intihar eylemi AKP’ye şansını fazla zorlamaması ve olya ciddiyetle yaklaşması gerektiğini hatırlatıyor. Murat Karayılan’ın 9 Kasım’da ANF’de yayınlanan “gerilla sınır dışına çekilmeyecek” açıklamasında da altı çizildiği üzere hareket AKP’ye güvenmediğini, eylemsizliğin “mutlak” olmadığını, oyalama ve tasfiye planları karşısında farklı biçimlerde yanıt verileceğini açıkça ortaya koyuyor. Hareketin temkinliliği ve AKP’nin çatışmasızlık tercihine karşın şoven çizgideki ısrarı genel seçimlere kadar her iki taraf açısından da bir bıçak sırtı politikasının izleneceğini gösteriyor.


5

DÜNYA 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

7 İşgalciler Yemen’e bileniyor 3

0 Ekim'de ABD'deki 26 ayrı adrese gönderilmek üzere kargoya verilen bombalı paketler Yemen'i hedef tahtasına oturttu. 1990'da sosyalist Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin Yemen Arap Cumhuriyeti'ne katılmasından beri iç karışıklıkların bitmediği ülke şimdi de emperyalist işgal tehdidi altında. Bombaları hazırladığı iddia edilen Suudi bomba uzmanı İbrahim El Asri'yi yakalamak için ABD hemen devreye girdi. Yemen kolluk kuvvetleri de ordusuyla polisiyle El-Kaide militanı olan Asri'yi yakalamaya çalışarak olası bir işgalin önüne geçmeye çalışırmış gibi davrandı. Ancak Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih işgale karşı tedbir alıyormuş gibi görünse de ABD ve İngiltere'den teröre karşı destek istemekten de geri kalmadı. Yani Yemen'in kapıları, emperyalist bir saldırıya karşı bizzat işbirlikçi devlet başkanı tarafından açılmış oldu. ASİST YİNE EL-KAİDE'DEN Yemen'i ABD ve İngiltere gibi emperyalist devletlerin kucağına atan gelişmeler ise çok daha öncesine dayanıyor. 2009'da "iç çamaşırı bombacısı" olarak hatırlanan, ABD'li Northwest Havayolları'na ait bir uçağın Nijeryalı bir El-Kaide militanı tarafından düşürülmeye çalışılması olayı, gözleri Yemen'e çevirdi. El Kaide'nin yaptığı hemen her işten sonra olduğu gibi ABD buradan da eli güçlenerek çıktı ve Yemen'de eğitim gördüğü açıklanan Nijeryalı bombacı Abdulmüttalip'i bahane ederek "teröristlerin yeni yuvası" olarak Yemen'i hedef gösterdi. Osmanlı Devleti'nin 1839'da çekilmesinin ardından 1967'ye kadar İngiltere'nin sömürgesi olarak kalan Yemen çok önemli bir coğrafyada yer alıyor. Dünyanın en önemli petrol geçitlerinden biri olan Süveyş Kanalı'nın Arap Denizi'ne bağlayan Bap El

Irak ve Afganistan’da yüzbinlerce insanı katleden ABD gözünü Yemen’e dikti. Bahane yine terör, amaç yine petrol

iklim 5 kıta

Güney Yemen sosyalistti 517'den 1839'a kadar Osmanl› Devleti'nin topraklar›nda olan Yemen bu tarihten sonra ‹ngiliz sömürgesi oldu. 1962'de ba¤›ms›zl›¤›n› ilan etse de Yemen 1967'ye kadar ‹ngilitere'nin bizzat yönetiminde söz sahibi oldu¤u bir ülke oldu. 1967'de güney bölgesi birleflik krall›ktan ayr›larak Sovyetler Birli¤i ve Çin'le yak›n iliflkilere girdi. 30 Kas›m 1967'de de sosyalist Güney Yemen Demokratik Cumhuriyeti'nin kuruldu¤u ilan edildi. Sosyalist devletin kurulmas›nda bafl etken olan Ulusal Kutulufl Cephesi de bu tarihten sonra partileflerek Yemen Sosyalist Partisi ad›n› ald›. Bölgedeki en etkin güçlerden biri olan Güney Yemen Demokratik Cumhuriyeti Sovyetler Birli¤i'nin da¤›lmas› sürecinde d›fl destekten mahrum kalarak güç kaybetti. ABD'nin Irak'a sald›rd›¤› Körfez Savafl›'na Küba'yla birlikte karfl› ç›kan Güney Yemen Demokratik Cumhuriyeti 22 May›s 1990'da Kuzey’le tekrar birleflti.

1

Mandep boğazına en uzun kıyısı olan ülke Yemen. 2006 yılı verilerine göre Süveyş Kanalı'ndan dünyaya dağıtılan 3.3 milyon varil petrolün 2.1 milyon varili Bap El Mandep'ten geçiyor. Ayrıca YemenSuudi Arabistan sınırındaki petrol rezervlerinin dünyadaki en büyük rezervler olduğu iddia ediliyor. Sadece bu iki etken bile göz önüne alındığında emperyalist devletler için Yemen'in ne anlama geldiği kolayca görülebiliyor, ki diğer ticaret gemilerinin geçişinin kontrol altına alınması da cabası. İŞBİRLİKÇİ YEMEN HÜKÜMETİ Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra dış destekten mahrum kalan sosyalist Demokratik Yemen Cumhuriyeti'nde bizzat CIA'yla ortaklık yaparak iç karışıklıklar yaratan ve bölgeyi İslamlaştıran devlet başkanı Salih, bölgede ABD'nin

maşası olarak görev yapıyor. İslamlaştırdığı güney bölgesinde şimdi İslamcılarla savaşan Salih 2006'dan bu yana iyice şiddetlenen çatışmaların çözümünü ABD'de arıyor ve ülkeyi talana açıyor. El Kaide'nin önde gelen isimleri El Vahayşi, El Şihri ve El Afvi'nin Yemen'de olduğunun ortaya çıkması üzerine de Yemen'deki olası bir ABD operasyonunun provası yapıldı. 17 ve 24 Aralık 2009'da ABD jetleri Yemen'i bombaladı. Medya karartması nedeniyle gerçek verilere ulaşılamasa da savaş karşıtı örgütler ,yüzlerce sivilin ölmüş olabileceğini açıkladı. O günki operasyonlarda İngiltere'nin, son bombalı paket olayından sonra da İngiltere ve Almanya'nın ABD'ye destek vermesi, ABD'nin dünya ekonomisinin can damarı olan enerji piyasalarına bu kez Yemen'de "müdahale" etmesi duru-

AKP füze kalkanına onay verdi 1

9-20 Kasım'da yapılacak olan NATO zirvesi öncesinde Türkiye füze kalkanı projesi konusunda "beklenen" kararını verdi. 5 Kasım'da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün katıldığı füze kalkanı zirvesinden, daha önce açıklanan göstermelik iki şartın kabulü şartıyla projeye onay verilmesi kararı çıktı. Türkiye "savunma" sisteminin topraklarının tamamını kapsaması, cephe ülkesi olmaması ve İran, Suriye gibi ülkelerin projede tehdit unsuru olarak geçmemesi kaydıyla Lizbon'da projeye "evet" diyecek. AKP her ne kadar "şartlarımız var" dese de 19 Kasım'da kendi şartlarının takla attırılmış halinin altına imza atacak. Örneğin 4 Kasım günü NATO müttefiklerine ulaşan taslağın son

halinde daha önce tehdit olarak yazılan ülke isimlerinin olduğu yere "nükleer silahların yayılmasına öncülük yapan, istikrarsız, düşmanca tutum içerisinde, konvansiyonel silah birikimi yapan, kendini yönetme kabiliyeti olmayan aktörler" gibi daha “kapsayıcı” bir tanım getirildi. Türkiye projede cephe ülkesi olarak anılmamasını şart olarak öne sürse de projenin gündeme geldiği ilk günden beri Türkiye "ön cephe ülkesi" olarak proje için önemli bir konumda olmaya devam ediyor. “Savunma” amaçlı kurulacağı ileri sürülen füze kalkanı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için önemli bir adım. Türkiye'de bu projeye destek vererek yine bir emperyalist projeye eklemleniyor. Irak'ın işgaline verdiği dolaylı desteği "sıfır sorun" yalanıyla örtmeye çalışan AKP yine aynı yola başvuruyor ve bu kez de İran'a karşı emperyalist bir projeye destek oluyor.

munda yine bir engelle karşılaşmayacağını gösterdi. Somalili korsanların da Aden Körfezi'nde ticaret gemilerine ve dolayısıyla dünya ticaretine yönelik tehditin boyutları da düşünüldüğünde (2009'da 174 saldırı oldu, 35 gemi kaçırıldı) bölgenin kontrolü açısından önemli bir konumda olan Yemen kendini yeni bir işgalci talan savaşının içinde bulabilir. CIA'nın 2009 raporunda Yemen'in "cihat yanlısı teröristlerin yeni yuvası" olarak belirtilmesi ve yine 2009'un Ağustosu’nda Yemen'de incelemeler yapan ABD'li senatör Joseph Lieberman'ın "Irak Savaşı dünde kaldı. Afganistan'daki savaş bugün sürüyor. Yemen Savaşı ise yarının savaşı olacak" sözleri yakın bir gelecekte Yemen'de yaşanacakların ipuçlarını veriyor.

Evsizlere ev hapsi ‹srail Do¤u Kudüs'te "yerleflimci" Yahudilere ve polise tafl atan çocuklar› ev hapsine mahkum edece¤ini aç›klad›. ‹srail ç›kard›¤› bu yasayla evsiz b›rakt›¤› çocuklar› ev hapsine mahkum etmeye çal›flarak"kendine has yöntemlerine" bir yenisini ekliyor. Son zamanlarda Do¤u Kudüs'teki Silvan semtinde evleri y›k›larak bölgeden ç›kar›lmalar›na karfl› tafllarla direnen çocuklara karfl› mermi s›kmakla kalmayan ‹srail "öldüremedi¤i" çocuklar› da bu flekilde kontrol alt›na almaya çal›fl›yor. Yeni uygulamayla ilgili aç›klama yapan ‹srailli polis sözcüsü Ben Rubi "Tafl atan çocuklarla ilgili durumu “kontrole” almak için bu çocuklara ev hapsi uygulanacak. E¤er ev hapsini ihlal olursa, aileleri bundan sorumlu tutulacak ve mahkemeye ç›kar›lacak" diyerek uygulamadan

ailelerinde "nasiplenece¤ini" müjdeledi. Yaflad›klar› yerlerin iflgal edilmesine tafllarla karfl›l›k veren Filistinli çocuklar›n meflru direniflinin önünü kesmeye çal›flan bu yeni yasa sadece ev hapsiyle s›n›rl› de¤il. Tafl atan çocuklar bundan sonra ‹srailli polislerin gözetiminde okula gidecek ve böylece bask› sürekli hale gelecek. Direnifllere karfl› ç›kar›lan bu yasan›n tam da Kudüs Belediyesi’nin ‘kalk›nd›rma projesi’ ad›yla Filistinlilere ait 88 evden 22’sini y›kma karar›n› almas›n›n ard›ndan gelmesi de iflgale zemin oluflturuldu¤unun kan›t› oldu. Do¤u Kudüs’teki çocuklar›n direnifli geçen ay, Yahudi yerleflimlerini finanse eden bir kiflinin, otomobiline tafl atan çocuklara bilerek çarpmas›yla gündeme gelmiflti.

Güçlü bir sendika; kapitalizme karfl› en büyük umudumuz* Şili’deki San Jose Madeni olayı sermaye ve iş gücü konusundaki eski soruları akıllara getirdi. Bu sorular yaşam mücadelesi veren 33 işçiyle yeniden gündeme geldi . Monthly Review’in editörü Michael D. Yates ile bir söyleşi yaptım... F.C: Siz madencilerin yaşamını çok iyi biliyorsunuz. Tüm dünyanın tanık olduğu Şili’deki San Jose madeninde yaşananlara sizin tepkiniz ne oldu? Michael D. Yates: Her an ölüm tehlikesi ile yer altında çalıştıkları için madenciler arasında özel bir dayanışma var. İnsanlar sürekli olarak ölüm kokusu ile yaşıyorlar. Benim tepkim güvenlik sürecinde iş yeri sahiplerinin gevşek davrandığını farzetmek. Umut verici olansa; bu olay, madenciler ve madenci toplulukları arasında militanlığı ateşledi.(...) Şili'deki madenciler psikolojik olarak olumsuz yolda olan bir çok kişiyi etkilediler. Bu az buz bir şey değil. Yine de, medya konuyu halka rapor etmeye ve ilgilenmeye devam etmeyecek. Dünyada konu kapandı bile. İstatistiklere göre madencilik ölüm riski en

yüksek olan mesleklerden biri. Peki buna rağmen insanlar neden madencilik yapıyor? İnsanlar madende çalışırlar çünkü çalışmaya ihtiyaçları vardır ve o toplumlarda erkekler genelde madenlere gönderilir. (Kadınların madende çalışıp çalışmadığını bilmiyorum) Dolayısıyla genç adamların madende çalışmaya istekli olması doğal. Hatta madende çalışmak erkekliğinizi kazanmanız için bir yol olarak bile görülüyor. Hem de, sendikalar genelde madencilikte güçlü olduğu için ücretler de genel olarak ortalamanın üzerinde. İşçi sınıfının yaşamı bir çok tehlike ve güçlüklerle dolu. Ortalama bir işçinin sınırsız olanakları yok. Madencilik tarihinin sayfalarına baktığımızda madencilikte ve madencilerin yaşamında pek çok şeyin değiştiğini görüyo-

ruz. Ancak diğer bir taraftan da bir o kadar şeyin hala aynı kaldığını görmek mümkün. Sizce madenlerde ne değişti, ne değişmedi? Madencilik teknolojisi el yapımının yerine geçen mekanizasyonlarla epey değişti.(...) Ancak bu, kapitalizm içerisinde gerçekleşmemeli. Geriye kalan etkenlerin dünyanın çoğu yerinde hala aynı: Sürekli tehlikeler, iş yeri sahiplerinin katılığı, patronların nerede güçlü olduğu, koşullar, patronlar ve hükümet arasındaki hileler… madenci sendikada daha iyi fakat bunun başarılı olması ışık tutan sürekli bir mücadeleye bağlı. Madencilerin bu kapandan kurtulmalarını sağlayacak bir yol yok mu? Güçlü sendikalar kapitalizme karşı en büyük umutlardır. Sadece kapitalizmi yenmek madencileri ve diğer bütün işçileri

Arjantin Kirchner’e a¤lad›

A

rjantin eski devlet başkanı Nestor Kirchner, kalp krizi geçirerek, hayatını kaybetti. Kirchner, askeri darbe dönemisorumlularının yargılanması ile Venezüella ve Küba’nın başını çektiği kıtasal entegrasyon çabalarına destek vermesiyle biliniyordu. Binlerce kişinin katıldığı cenazeyle uğurlana Kirchner’in bir sonraki seçimlerde devlet başkanlığına yeniden aday olması bekleniyordu.

Yunanistan’da sol ç›k›flta

Y

unanistan'da yapılan yerel seçimlerde iktidar partisi olan PASOK bir önceki seçimlere göre %10 oranında oy kaybı yaşadı. Sol partilerin büyük yükseliş gösterdiği seçimlerde Yunanistan Komünist Partisi bir önceki seçimlerde %7 olan oy oranını %14'e çıkararak büyük bir çıkış gösterdi. Papandreu hükümetinin neoliberal politikalarına karşı Yunanistan'da yıl boyunca pek çok grev yapılmıştı. Komünist Parti’nin başında bir işadamı olmasına rağmen bu denli oy alması ise halkın neoliberal politikalara olan tepkisini ortaya koyuyor.

K›br›s’ta faflist sald›r›

K

ıbrıs'ın güneyinde göçmenlerin örgütlü olduğu "KISA" örgütünün ırkçılığa karşı her yıl düzenlediği Rainbow festivaline bu yıl faşist saldırılar gölge düşürdü. Sopa ve bıçaklarla festivale saldıran faşistler sahnedeki bir müzisyeni bıçaklayarak yaraladılar. Baraka Kültür Merkezi saldırıya karşı bir açıklama yaptı. "Kıbrıs'ta artan faşizme dur demeli ve bunun için mücadele eden Kıbrıslı Elen yoldaşlarımızın yanında olmalıyız. " denilen açıklamada halkların birlikte mücadele ederek faşizmi yeneceği belirtildi.

özgürlüğüne kavuşturacaktır. Madencilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi hayatlarından daha mı “pahalı”? Böylesine iyileştirmeler verimliliği ve kârı ne yönde etkiler? Tabi ki hayat her zaman kârlardan daha değerlidir. Patronlar bunu görmüyorlar ve bu da madencilerin neden örgütlenmeleri gerektiğini, patronları farklı hesapları kabul etmeleri için zorlamaları gerektiğini ortaya koyuyor. Böylece patronlar, güvenlik içinde, daha iyi koşullarda, ve daha yüksek ücretli çalışma koşulları için kârdan kısmayı deneyeceklerdir. Kendi sermayelerini edinmelerinden itibaren, tüm patronlar her zaman iş piyasasında daha fazla yer edinmek isterler. Dolayısıyla madenciler politik olarak daha güçlü örgütlenmek zorunda.(...) *Farooque Chowdhury'nin Michael D. Yates ile yaptığı bu röportaj, mrzine.org’taki İngilizce aslından Halkın Sesi tarafından çevirilerek kısaltılmıştır.

Yasa geçti, grev sürecek

F

ransa'da son 15 yılın en büyük grev dalgasına sebep olan ve milyonlarca emekçinin emeklilik haklarını gasp ettirmemek için direndiği "emeklilik reform paketi" resmi gazetede yayımlandı ve yürürlüğe girdi. Yasaya karşı yapılan grev ve eylemlerde 3 milyondan fazla kişi sokaklara çıkmış ve Fransa'da hayat durmuştu. Yürürlüğe giren yasaya karşı emekçilerin eylemleri sürecek. 23 Kasım'da greve gidecek olan emekçiler Sarkozy'nin yakasını bırakmayacaklarını belirtiyorlar. Fransa'da halkın %70'i yasanın geri çekilmesini istiyor.


6

İNSANCA YAŞAM 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

Bu aile hekimli¤i ne menem birfleydir?

M‹LL‹

rtık sağlık ocaklarımız yok ! Son 10 yılda sağlıkta dönüşüm adı altında yapılan pek çok uygulamayla sağlık ocaklarımız atıl hale getirilmişti zaten ama artık adı sanı bile kalmadı, fiilen bitti. Ama artık neyimiz var 'Aile Hekimi'miz var! Sağlık ocaklarında yapılmayan, yapılamayan hangi sağlık hizmetinin aile hekimliğinde verileceğini merak etmekteyim. Evet 1 Kasım 2010 itibariyle İstanbul halkı aile hekimliği sistemine tabir yerindeyse bodoslama daldı, daha doğrusu daldırıldı. Gerçi reklamlar güzel, boy boy afişler, yakışıklı bir doktor bey, güzel bir doktor hanım beyaz önlüklerinin içinde gülümseyerek bize bakıyorlar, her derdimize deva olacakları kesin. Eee şimdi seçimlere de az kaldı ya, sanki olağanüstü bir hizmet sunuyormuş gibi yapmak lazım, devir marketing devri. İyi de bu aile hekimliğine yönelik bir sürü soru işareti var. 41 ilde pilot uygulama yapıldı ne oldu, sonuçlar nedir, çok verim alındı da “şimdi diğer illere geçelim mi” dendi? Öyleyse neden hala pilot uygulamalarla devam ediyor sistem. Her pilot bölge kendi kurallarını koymuş, her bölgede farklı bir uygulama var. Hadi onu geçelim İstanbul'da başladığı gün itibariyle 400 'e Süheyla E. yakın kadro eksikliği ile sisteme Tezel geçiliyor. 400 hekim açığı Sağlık Hakkı demek yaklaşık 1 milyonu Meclisi aşkın nüfusun hekimsiz kalması demek. Hem de nerelerde eksik var biliyor musunuz? ‘Varoşlarda', yoksul bölgelerde. Daha çok sağlıklı ortama, hekime ve düzene muhtaç ortamlarda eksiklik. Çünkü o bölgeler riskli, para etmiyor, çalışma koşulları sıkıntılı. Yaa oradakilere aile hekimi yok, maalesef elimizde kalmadı. Çünkü sağlık merkezlerini ticarethanelere dönüştürüyorlar, hekimleri tüccara. Aile hekimi denen kişi binasının kirasını ödeyecek, personelin maaşını verecek, tüm tıbbi ve ofis malzemelerini sağlayacak, enjektöre kadar alacak. Peki bu paralar nerden çıkarılacak, primlerden! Hayda ne primi? Şöyle ki efendim her aile hekimi belirli bir nüfusa bakacak, 3500 kadar. Bunlar üzerinden prim para alacak. Dolayısıyla masraflardan kısar, müşterileri - ki onlar hasta değil uzun zamandan beri müşterimemnun edebilirse primler tam. Öyle uzun boylu tahlildir, sevktir falan yok. Bol ilaçlı reçeteler, bol güler yüz tatlı dil var, bi de “yandaki doktor kötüdür” fısıltıları, ne de olsa rekabet söz konusu, yok öyle etik metik. Uygulamaya geçince göreceğiz her şeyi, yaşayacağız birebir. Hekim hekime nasıl düşman olur, sevk istediğinizde yollarınıza nasıl barikatlar kurulur göreceğiz. Felaket habercisi gibiyim değil mi? Görünen köy kılavuz istemiyor doğrusu. Almanya'da 130 yıl önce başlayan sistem çökmüş durumda. Çünkü hekimler kendilerine verilen bütçeyi aşmamak için daha basit ve ucuz tahlillere yöneliyorlar, özel sağlık sigortası olanlara öncelik veriyorlar ve ilaç yazarken anlaşmalı sigorta şirketlerine göre ilaç adını belirlemek zorunda kalıyorlar. Yani daha çok para harcanarak daha kötü bir sağlık hizmeti sunumu. ABD, Almanya gibi ülkelerde vazgeçilmeye çalışılan sistem acaba bizde niye ticarileştirilerek yerleştirilmeye çalışılıyor. Çünkü çok para var bu sağlık işinde çok! Şimdi “katkı payı yok” deniyor ya ama bu değirmenin suyu nerden gelecek. Genel sağlık sigortası deniyor, arabalar, evler gibi sağlığımız da kaskolanacak. Ne kadar prim o kadar sağlık, o kadar kapsam. Bir de merak etmekteyim aşıları kim yapacak, gebeleri çocukları kim takip edecek, koruyucu sağlık hizmetlerini, 112 acil hizmetlerini kim verecek diye, çünkü bu işlerde kar yok! Para yoksa hizmet de yok, serbest piyasa ekonomisi. En doğal hakkımız, sağlık hakkımız elimizden alınmış durumda. Bir de iyi bir şeymiş gibi allayıp pullayıp hakkımız olanı bize satmaya çalışıyorlar. Parasız sağlık hizmeti hiç bir alanda kalmadı. Artık ne devlet hastanesi kavramı var ne de sağlık ocaklarının 1. basamak sağlık hizmeti anlayışı. Katkı payı, prim, sigorta, performans kelimeleri sağlık terimleri olmuş sanki! Çok iyi ambalajlanmış bu aile hekimliği paketinin yakın takipçisiyiz. Bakalım içinden ne çıkacak. Öyle herşey yaptım oldumla gitmez, halkın da söyleyecek sözü var elbet. Halkın aleyhine, sağlık hakkının gaspına yönelik her türlü eylemde hep birlikte bağır bağır bağıracağız. Bazen buradan, bazen meydanlardan, bazen mahkemelerden. Nitekim hakkın sahibi, hukukun adresi bellidir.

A

E⁄‹T‹M

‘2023

V‹ZYONU’

Dersimiz din, okulumuz özel İLHAN YİĞİT*

E

ğitim politikalarının geleceğine yön veren 18. Milli Eğitim Şûrası Milli Eğitim Bakanlığı(MEB) tarafından 1-5 Kasım tarihlerinde Ankara Kızılcahamam’da yapıldı. Eğitim emekçilerinin katılımı ve gözetiminden adeta kaçırılarak Kızılcahamam’da AKP kamplarıyla akıllarda kalan Asya Termal Otel’de yapılan Şûra’ya 716 kişi katıldı. Cumhuriyetin yüzüncü kuruluş yıldönümüne atfen “Vizyon 2023” temasıyla gerçekleştirilen toplantıda alınan kararlar eğitim hizmetinin geleceğine dair gericipiyasacı dönüşüm planını ortaya koyuyor. Kararlar Bakanlık açısından tavsiye karar niteliği taşıyor. Hayata geçmemesi bir yaptırım doğurmuyor. Şûra’da; 1. Öğretmenin yetiştirilmesi, istihdamı ve mesleki gelişimi, 2. Eğitim ortamları, kurum kültürü ve okul liderliği, 3. İlköğretim ve ortaöğretimin güçlendirilmesi, ortaöğretime erişimin sağlanması, 4. Spor, sanat, beceri ve değerler eğitimi, 5. Psikolojik danışma, rehberlik ve yönlendirme hizmetleri olmak üzere beş gündem vardı. Bu gündemler üzerine yapılan tartışmalarda alınan kararların çoğu MEB’in Aralık 2009’da hazırladığı ve Plan Bütçe Komisyonu’na sunduğu 2010–2014 stratejik planında yer alıyor. Alınan kararlara bakıldığında Şûra’dan eğitimin özelleştirilmesi, gericilik ve eğitim emekçilerine esnek çalıştırma çıktığı görülüyor. KAYNAK VAR AMA ÖZELE Eğitim hizmetinin özelleştirilmesi ve piyasaya açılmasının önünü açma niyetinin göstergesi olarak iki temel karar öne çıkıyor. Özel öğretim kurumları başta olmak üzere çeşitli özel kurum ve kuruluşlardan hizmet satın alınması ve özel öğretim kurumlarına okul yapmak için vergi indirimi, arsa tahsisi noktasında kolaylık sağlanması. Özel hizmet alımı kararı Şûra’da

E

ğitim politikalarının geleceğine yön veren Milli Eğitim Şurası’ndan din dersini yaygınlaştırma, kademeli eğitime geçiş ve okullarda özelleştirme kararı çıktı

alınsa bile bugüne kadar ders kitaplarının özel firmalara bastırılması ve öğretmenlere verilen hizmetiçi eğitim uygulamalarının özel firmalara devredilmesiyle fiili olarak zaten uygulanıyordu. Okullara kaynak yetersizliği nedeniyle ödenek gönderemeyen bakanlığın kendi kadroları ve olanaklarıyla verebileceği hizmetiçi eğitim ve kitap basımı için kaynak bulması, milyonlarca lirayı özel matbaalara ve firmalara aktarması asıl niyeti ortaya koyuyor. AKP’nin MEB’i stratejik planlamasında da yer alan özel dershanelerin % 70’nin 2014 yılına kadar özel okula dönüştürülmesi hedefi Şûra kararı olarak çıkarıldı. “Dershanelerin özelleştirmesi eğer bu dershanelerin kendilerine ait bağımsız binaları yoksa bunların

özel okula dönüştürülmesi için devlet arsa tahsisi, vergi muafiyeti, uzun vadeye yayılmış düşük faizli kredi gibi teşvikler sağlaması” kararı ise borcu nedeniyle elektriği, suyu kesilen, ödenek yokluğu nedeniyle memur ve temizlik görevlisi çalıştıramayan okulların sorunlarına duyarsız MEB’in kaynaklarını eğitimin özel sektöre açılması için kullanmaktan çekinmediğini gösteriyor. İLLA Kİ DİN DERSİ Şûra kararlarının ikinci ana eksenini eğitimde gericileşme oluşturdu. Bunun somut örneği olarak “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin çoğulcu bir anlayış ile tüm öğretim kurumlarında daha etkin olarak okutulması” maddesi, “öğrencilere

aktarılacak değerlerin temelinde Allah inancı olması” kararları gösterilebilir. Bu karar 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nu adeta hükümsüz hale getirerek öğrencilere aktarılacak değerlerin temeline dürüstlük, eşitlik, özgürlük, doğruluk, dayanışma gibi evrensel değerlerin konulması fikrini ortadan kaldırıyor. Bu kararın yanı sıra “İsteyen anne babaların, ahlaki ve manevi değerlerin korunması için çocuklarına seçmeli din eğitimi verilir” hükmünü içeren bir madde de kabul edildi. Böylece din dersi okul öncesi sınıfa kadar indirilmiş oldu. Mevcut uygulamada din dersi ilköğretim dördüncü sınıfta okutulurken bu kararla ana sınıfına kadar indirildi. Bununla yetinilmeyip isteyen anne ve babaların çocuk-

larına seçmeli ders olarak din eğitimi verileceği kararı çıkarıldı. Böylelikle eğitimin din eksenli hale getirilmesine giden yol açılmış oldu. KIZ ÇOCUKLARINA OKUL YOLU KAPANABİLİR Şûra’da eğitimde gericiliğin yanı sıra cins ayırımcılığına da yol açacak kararlardan biri ise 8 yıllık zorunlu eğitimin kademeli (kesintili) hale getirilerek 1+4+4+4 formülünün benimsenmesi oldu. . Bu eğitim süreleri 1 yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve ortaöğretime hazırlık eğitimi, 4 yıl ortaöğretim olmak üzere kademelendirilerek düzenlendi. Bu kademeli geçişle 8 yıllık kesintisiz eğitim ortadan kaldırılarak eski ortaokul sistemine geri dönülüyor. Böylelikle imam hatiplerin ortaokul kısmının açılmasına olanak tanınıyor. Ayrıca kız çocuklarının okula gönderilmesinin sorun olduğu ülkemizde kademeli eğitimle bu sorun pekişerek büyüyebilir. Bu Şûra kararı ile kesintili eğitimle birlikte kız çocuklarının okula gönderilmediği ya da ayrı sınıflarda okutulduğu, karma eğitimin ortadan kaldırıldığı cinsiyetçi ve gerici bir eğitim sistemine koşar adım gidilmekte. SÖZLEŞMELİDE EŞİTLENSİN Şûra kararlarında üçüncü ana eksen ise eğitim alanında kuralsız, esnek ve iş güvencesinden yoksun bir çalışma biçiminin eğitim emekçilerine dayatılması oluşturuyor. Konu ile ilgili olarak Öğretmenin Yetiştirilmesi, İstihdamı ve Mesleki Gelişimi konulu komisyonun sunduğu önerge aynen kabul edildi. Önerge “Öğretmenlerin istihdamında kullanılan kadrolu, sözleşmeli ve ücretli gibi farklı uygulamaların kaldırılarak tek bir istihdam modeline geçilmesi, bir perspektif plan çerçevesinde özendirici yöntemlerle personelin kademeli olarak sözleşmeli hale getirilmesi” biçiminde kabul edildi. *İlhan Yiğit - Öğretmen, Eğitim Sen Ankara 2 No’lu Şb. üyesi

Çözüm KPSS’yi tekrar değil, kadro K

amu Personel Seçme Sınavı’ndaki (KPSS) kopya skandalının ardından Eğitim Bilimleri sınavı 31 Ekim’de tekrarlandı. Sınav öncesinde Bursa ve Ankara’da sınav günü ise İstanbul’da eğitim emekçilerinin eylemleri vardı. İşsiz ve atanamayan öğretmenler “güvenceli, kadrolu iş” talebiyle eylemler yaptı. İstanbul’da sınav sonrası Eğitim Sen tarafından yapılan basın açıklamasında da eğitim hizmeti veren emekçilerin güvencesiz, esnek çalıştırılmasına itiraz edildi. BURSA Bursa Eğitim Sen Şubesi Güvencesiz Öğretmenler Komisyonu, 30 Ekim’de yaptıkları eylemle KPSS’nin kaldırılmasını ve öğretmenlere güvenceli iş sağlanmasını talep etti. Güvencesiz öğretmenler, “KPSS kaldırılsın; sınavsız, koşulsuz, güvenceli atama istiyoruz” talebiyle Fomara Meydanı’nda basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan Eğitim-Sen şube başkanı Cemal Akkurt, eğitim ve bilim emekçilerinin iş güvencesi

mücadelesinde işsiz, ücretli, sözleşmeli ve kadrolu öğretmenlerle birlikte hareket ettiğini ve “Kadrolu atama, güvenceli iş” mücadelesini kazanana kadar sürdüreceklerini söyledi. Basın açıklaması alkışlarla sona erdi. ANKARA Aynı gün Ankara’da da Eğitim Sen ve Atanamayan Öğretmenler Platformu (AYÖP) Sakarya Caddesi’nde bir basın açıklaması yaptı. Ellerinde “Hak arayanlara mahkeme yolları gösteriliyor, hak yiyene ise MEB kadroları veriliyor” pankartı taşıyan öğretmenler sınav öncesi gerçekleştirdikleri oturma eylemi nedeniyle haklarında açılan davayı da protesto etti. Eylemde konuşan AYÖP üyesi Hasan Basri; sınav sonucuna hiçbir şekilde güvenmediklerini belirtti. Basri, yüz binlerce insanı mağdur edenlerin cemaatler aracılığıyla korunduklarını söyledi. Kopya çekenlerin tekrar sınava alındığını söyleyen Basri, haksızlığa dur dedikleri gerekçesi ile AYÖP üyelerinin üç yıl hapis

Ankara Büyükflehir Belediye Baflkan› Gökçek, Dikmen Vadisi halk›n›n bar›nma hakk› mücadelesinin temsilcilerinden Tar›k Çal›flkan aleyhine, 10 bin TL’lik manevi tazminat davas› açt›. Davan›n gerekçesi, Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yer alan bir röportajda Çal›flkan'›n kulland›¤› “Melih Gökçek ben Ankara'n›n mafyas›y›m diyor” ifade-

si. Gökçek'in avukat› taraf›ndan mahkemeye sunulan dava dilekçesinde, Gökçek'in kiflilik haklar›na sald›r› oldu¤u belirtildi. Tar›k Çal›flkan'›n Gökçek'e flahsi ve siyasi husumet besledi¤i iddia edildi. Davan›n ilk duruflmas›, 02.12.2010 günü Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülecek.

istemiyle yargılandıklarını söyledi. AKP’nin ‘demokratikleşiyoruz’ yalanının ortaya çıktığını söyleyen Basri, tekrarlanan KPSS’de de kopya çekilmeyeceğinin garantisinin olmadığını belirtti. İSTANBUL KPSS öncesinde öğretmenler İstanbul

Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde güvenceli iş talebiyle eylem yaptı. Sınav başlamadan önce üzerinde “Parasız eğitim”, “KPSS kaldırılsın”, “Güvenceli iş” yazılı tişörtler giyen öğretmenler oturma eylemi yaptı. Sınav bitiminde de Eğitim Sen İstanbul Şubeleri bir basın açıklamasıyla KPSS’yi protesto etti.

HES karşıtları yılmıyor

Gökçek’ten hakaret davası

Tar›k Çal›flkan

fiURASININ

K

aradeniz’in hem doğusunda hem de batısında HES’lere karşı mücadele sürüyor. HES projeleri için pilot bölge ilan edilen Giresun’da vadilerini korumak isteyen Yağlıdereliler’le, Derelerin Kardeşliği Platformu ve Halkevleri temsilcileri bir araya geldi, HES’ leri tartışmak üzere 4 Kasım günü ilçe öğretmenevinde buluştu. Bu buluşmadan önce Yağlıdere Çevre Koruma Derneği üyeleri, daha önce iş güvenliği alınmadığı için bir işçinin düşerek yaşamını yitirdiği HES inşaatına giderek, burada bir basın açıklaması yaptı. HES’lerin hem halkın hem de buralarda çalışan emekçilerin hayatını

HES’ler için pilot bölge seçilen Giresun’da mücadele hazırlığı var. LOÇ’ta ise jandarma ablukasına rağmen direniş sürüyor tehlikeye soktuğuna dikkat çekti. Bu eylemden sonra İlçe öğretmenevinde gerçekleştirilen sohbette, Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan, HES’ler hakkında bir bilgilendirme konuşması yaparak, bölge insanının neden HES yapımına karşı çıkması gerektiğini anlattı. Daha sonra salonda bulunanların soru ve katkılarıyla HES’lere karşı mücadele yöntemleri tartışıldı.

Yağlıdere’de hâlihazırda 12 HES projesi bulunmakta ve bunların 6’sı inşaat aşamasında. LOÇ’TA KUŞATMA VAR Kastamano Loç Vadisi’nde ise Devrekâni Çayı kıyısındaki dört köyün, Orya Enerji'ye ait HES ve A tipi taşocağına karşı mücadelesi sürüyor. Köylülere yönelik şirket görevlileri ve jandarma saldırıları artıyor. Eylemci köylülere destek vermek için 6-7

Kasım’da Loç’a giden eylemciler köy girişinde yaklaşık 75 kişilik jandarma grubunun engeliyle karşılaştı. Kasım ayı başında da çevrecilerle köylüler yıkılan nöbet çadırlarını yeniden kurmak için gittikleri Loç Vadisi'nde HES şirketi yetkililerinin saldırısına uğramış birçok köylü darp edilmişti. Köylüler şirketi hukuk tanımamakla suçluyor. Çünkü arazilerinin acil durum gerekçesiyle EPK tarafından kamulaştırılmasının ardından elinde sadece kamulaştırma belgesi olan müteahhit firma konuyla ilgili açılan davalar sürerken yargı kararını beklemeden inşaata devam ediyor.


7

İNSANCA YAŞAM 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

‘Biz bunu hep yapıyoruz’ İstanbul’da ulaşım hizmetine yeniden zam geldi. Bir önceki zamları geri çektiren Halkevciler ‘İstanbullular sürprizlere hazılıklı olsun’ diyor

İ Hekimini bulan, hizmetini alır 2

010 yılının sonuna kadar tüm illerde uygulanmaya başlanması planlanan aile hekimliği pilot uygulaması 1 Kasım itibariyle İstanbul’da hayata geçti. Uygulamanın başlatıldığı ilan edilen İstanbul’da pek çok kişi aile hekiminin kim olduğu bilgisine dahi ulaşamazken, bir kısım İstanbullu aile hekiminin kaydı eczanede çıkmadığı için, reçetekarşılığında ilaçlarını temin edemiyor. 2005 yılından itibaren Düzce’de uygulanan ve halen çalışmaların sürdüğü uygulamanın İstanbul’daki açılışı fiyasko oldu. Her 3000 kişiye bir aile hekiminin düşmesi planlanırken, mevcut durumda kentte 3500 kişiye bir aile hekimi düşüyor. Bununla birlikte uygulama, 1 milyon 200 binlik bir nüfusa hizmet edecek 400 Aile Sağlık Birimi eksik olarak başladı. Pilot uygulama olarak sürdürülen çalışmaya geçiş dönemi uygulaması eklenerek, 1 Şubat 2011’e kadar, başka aile hekimlerine muayene olabilme şansı(?) verildi. İstanbul Tabip Odası yaptığı yazılı açıklamayla, uygulamayı değerlendirdi. İstanbul Aile Hekimliği’nin ilk bir haftasında Toplum Sağlığı Merkezleri ve Aile Sağlığı Merkezleri’ne (ASM) tek tek ziyaretler gerçekleştiren İstanbul Tabip Odası (İTO), gözlemlerini ve duyduklarını anlattı. İTO’nun aktardığına göre birçok ASM’de halen elektrik, su, doğalgaz tesisatları mevcut değil. Hatta binası olmayan ASM’ler bile var. Binanın olduğu ASM’lerde ise tansiyon aleti gibi temel sağlık malzemeleri bulunamayabiliyor. Bazı ASM’lerde gebe ve çocuk izlemleri bulunmayabiliyor. Muayene olabilenlerin, gittikleri eczanede aile hekiminin kaydı görülemediği için, ilaç alamadığı oluyor. Bunlar olurken, bazı aile hekimleri bilgileri doktor bilgi bankasına aktarılmadığı için Ankara’ya gidip diploma tescil numarası kaydettirmek zorunda kaldı. TSM’lerde görevli kimi hekimler içinse sürekli olarak geçici görevlendirmeler yapıldı. O kadar ki İTO’nun açıklamasına göre, 3 gün içinde üç ayrı geçici göreve gönderilen hekimler oldu. İTO’nun yaptığı açıklamada madde madde sıraladığı sorunlardan birini şu cümlelerle aktardı: “Birçok sağlık ocağında mevcut olan devlet malı sarf malzemeleri 28 Ekim 2010 günü esrarengiz bir şekilde sıfırlanmıştır ve bu durumun hukuki sorumlusunun kim olduğu belirsizdir.” İTO, bunlarla birlikte noksanlıkları olan pek çok sağlık hizmeti konusunun kimin çözeceğine ilişkin belirsizliğin de altını çizdi.

Yeni talan alanlar› için yeni yasa

Konuk Yazar HAYATİ CAN MAK‹NE MÜHEND‹SLER‹ ODASI ‹STANBUL fiB. YÖNET‹C‹S‹

stanbul’da ulaşım hizmetine son iki yılda üçüncü zam geldi. Ocak 2010’da yapılan metrobüs zamlarını geri çektiren Halkevciler zam haberiyle birlikte soluğu metrobüs durağında aldı. 1 Kasım 2010’dan itibaren geçerli olan zamlarla beraber öğrenci bileti 85 kuruştan 95 kuruşa, tam bilet ise 1.5 TL’den 1.65 TL’ye çıktı. Öğrenciler dışında indirimli bilet kullananlar için 85 kuruş olan tarife 1.10 TL oldu. Zamların hayata geçtiği gün Halkevleri zammın iptali için İstanbul 10. İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Halkevciler dava başvurusu öncesi mahkeme önünde bir eylem yaparak zamlar geri alınana kadar mücadeleye devam edeceklerini belirtti. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a seslenerek “Ulaşım lüks bir hizmet değil, bir haktır, zammı geri aldırmak için dava açmak ile yetinmeyecek, mücadeleden geri durmayacağız” dedi. Halkevleri’nin “geri durmayacağız” diyerek belediyeyi uyardığı ulaşım hakkı mücadelesi hakkında Okmeydanı Halkevi’nden Rüya Kurtuluş’la konuştuk. Kurtuluş ulaşım hakkı mücadelesinin anlamını, taleplerini anlattı son zammı geri aldırmak için nasıl bir hareket planı yaptıklarını aktardı. Neden Halkevciler ulaşım zammına bu kadar karşı çıkıyor? Her şeyden önce ulaşım temel bir hak. İnsanların gündelik yaşamında her türlü hizmete kavuşabilmeleri için bir vasıtaya ihtiyaçları var. Bizi başka hizmetlere de ulaştıran bir hizmet olduğu için ulaşım parasız olmalı. Bu yüzden de bugün belediyelerde ana talebimiz; sabahları işe ve okula gidiş saatleri olan 06.0009.00, akşamları eve dönüş saati olan 17.00-21.00 saatleri arasında ulaşım parasız olsun. KARŞIMIZDA BİR TÜCCAR VAR Son zamlara gelirsek bir önceki zammın üzerinden 8-9 ay geçti. Topbaş son zammı 2009 Haziran’ında yapmıştım diyor. Oysaki 2010 Ocak ayında da zam yaptı. Biz o dönemde de parasız ulaşım eylemleri ve açtığımız dava sonucunda zammı geri çektirdik. Bu son zamlar 8-9 ay geçtikten

avramlar hep kafa karıştırır. Bunların başında savunma ile başlayan kavramlar geliyor. Hemen bütün ülkelerde Savunma Bakanlığı vardır. Henüz Saldırı Bakanlığı olan ülke duymadım. Afganistan, Irak işgalleri hep ABD Savunma Bakanlığı tarafından yürütülmüştür. Filistin İşgali İsrail Savunma Bakanlığı tarafından yürütülür. Bunlar gibi bir de koruma kanunları vardır. Çevreyi koruma, kadını koruma, çocuğu koruma vb. gibi devam eder. Bu yazıyı uzatmak mümkün olmakla birlikte, kısaca Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Metalaştırma (Ticarileştirme) Kanun Tasarısı’ndan bahsedelim. AKP sıkıştığı her durumda kendini kurtarmak için Avrupa Birliği talebi var deyip, içeriği kapatmak istiyor. Böylece toplumu AB ile karşı karşıya gelmekle tehdit ediyor. Bu durum yukarda bahsettiğim koruma kanunu için de geçerli, Fakat ben polemiklere girmeyeceğim. Bu kanun tasarısının kısa vadede ne anlama geldiğini irdelemeye çalışacağım. Bu kanun ile Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ortadan kaldırılıp, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na dönüştürülüyor. Ardından Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kurulu kuruluyor. Bu kurulun 14 üyesi Bakanlık çalışanlarından, 4 üyesi akademisyen, 2 üyesi ise STK temsilcilerinden oluşacaktır. Bu durumda kurumun siyasi iradenin tam denetiminde olacağını öngörmek hatalı olmayacaktır.

K

Rüya Kurtulufl

sonra bir daha “maliyetler arttı” gibi halkı hiç de ilgilendirmeyen bir bahaneyle yapıldı. Topbaş “Yüzde 10 zam yaptım” diyor. Yüzde 30’dan başlayıp kademe kademe yüzde 120’lere varan zamlar var. Kıyaslıyoruz asgari ücrete yapılan zam yüzde 4+4. Tek derdi kar etmek olan ve bütün İstanbul halkını müşteri olarak gören bir belediye var karşımızda. Buna karşı ancak bir arada hareket edersek, ne kadar güçlü tepki verirsek, ne kadar ısrarcı olursak ve eylemler ne kadar güçlü olursa başarılı olabiliriz. Ki denedik gördük bir arada hareket ettiğimizde zamları geri çektirmiştik. METROBÜS BOŞLUK TANIMAZ Kent bir bilim kurgu filmi gibi. Bir metrobüs boşalınca binlerce insan aynı yöne doğru akıp duruyor. Bu kalabalık yaşadıkları karşısında belediyeye öfkeleneceğine birbirine öfkeleniyor. Geçen, gene metrobüse binmekte zorlanıyoruz hep birlikte. Ben artık sekizincisine bindim. Bir sonraki durakta üç kişi indi, iki kişi bindi. O binenlerden birisi dedi ki “İnsanlar indiği halde neden bu metrobüs boşalmıyor?” Bağırıp çağırmaya başladı. Çok tuhaf değil

Kısa vadede tasarının yasalaşmasından etkilenecek alan ve projeleri 4 ana başlıkta toplayarak tasarının hedefleri ve sonuçlarını irdelemeye çalışalım. 1. Hava ve Su Ticaretinin Önündeki Yasal Engellerin Kaldırılması Kyoto Protokolü olarak bilinen ve esas amacı Hava Ticareti olan anlaşmalar sonucu, her ülke karbon salınımı kadar para ödeyecek, karbonsuz üretim kadar da para alacak. Bu sistem şirketlere doğru yayılacak ve her şirket buna göre ödeme yapacak. Bu nedenle enerji şirketleri tüm dünyada karbon salınımı yapmayan yatırımların peşindedir. HES, nükleer, güneş, rüzgar vb. tesislerinin bu kadar artmasındaki gerçek neden, hava ticaretidir. HES ve nükleer tesisler iki su kaynağını ve bu kaynakların yarattığı yaşamı tehdit etmektedir. SİT alanı ilan edilen bölgelerdeki HES tesislerinin yapımı yasal engellere takılmaktadır. Bu ise, hem hava ticaretini hem de su ticaretini olumsuz etkilemektedir. Rize İkizdere Vadisi’nde yaşanan gelişme, bunun tipik bir örneğidir. İptal edilen 22 barajın yapımı, örnek oluşturması tehlikesiyle AKP’yi harekete geçirmiştir. Diğer yandan bu şirketlere su kullanım haklarının devredilmesi, gelecekteki tüm tarımsal ve yaşamsal faaliyetlerde kullanılan suyun, ticari bir meta olarak karşımıza çıkacağını göstermektedir. Su ticareti Türkiye’de gelişimi en hızlı olan sektörlerin başında gelmektedir. Özellikle Bursa Uludağ, tam bir felakete dönüşmüştür. Şebeke

mi? Bu sorun yüzünden zaten üst üste yolculuk yapanlara kızıyor. ‘Neden vasıta sayısı arttırılmıyor’ diye sormuyor. Ulaşım eylemlerinin bizim için bir kazanımı olacaksa bunu sağlayacak. Yani aslında “müşteri olma” durumundan “halk olma” bilincine sıçramak istiyoruz. ZAMMI DUYUNCA KOŞARIZ Biz neden çok uğraşıyoruz. Çünkü herkesin insanca yaşayabileceği ücret seviyelerinde, insanca yaşayabilecekleri koşullarda hizmetleri almasını istiyoruz. Ulaşımla ilgili bu kadar inatçı olmamıza şaşırmamalı aslında biz bunu hep yapıyoruz. Çünkü biz hakikaten insan gibi yaşadığımız bir ülkede yaşamak istiyoruz. Ulaşım zamlarına karşı da daha canlı bir topluluğumuz var, zam geldi mi metrobüs durağına koşan ilk biz oluyoruz. Basın açıklaması neden yetmiyor size? Neden parasız binme eylemlerini tercih ediyorsunuz? Bu sorun karşısında daha iyi bir çözüm yok şu anda. Biz ilk ulaşım eylemlerine yürüyerek başladık. Tek sıra yürüyüşler. Çıplak ayaklı yürüyüşler. Onların amacı ulaşım sorununu göstermekti. “Ulaşım

suyu kullanımı azaltılmakta ve yerini pet şişeler ve damacanalar almaktadır. 2. Kentsel Dönüşümün Önündeki Yasal Engellerin Kaldırılması 3.Köprü Marmara’nın en büyük kentsel dönüşüm projesidir. Öngörülen tahmini mali boyut 100 Milyar $’dır. Bu boyut, AKP’nin hem sırtını dayadığı hem de TOKİ aracılığıyla büyütüp beslediği sermayenin geleceğini garanti altına almak için vazgeçmek istemediği bir mali kaynaktır. Bu projenin önündeki yegâne yasal engel ise bölgenin SİT kararları ile korunuyor olmasıdır. Karadeniz kıyı kuşağında bulunan alanlar, başta Sarıyer ve Beykoz olmak üzere koruma altındadır. Diğer yandan kararı alınan Haydarpaşa – Sarayburnu karayolu tüp geçidi ise, diğer bir koruma alanı olan Tarihi Yarımada’nın tam merkezini işgal altına sokacaktır. Şu anki koruma yasaları ile bunların yapılabilmesi hukuki olarak mümkün değildir. 3. İstanbul İzmir Yağma Projesinin Önündeki Engellerin Kaldırılması Topluma “İstanbul-İzmir arası 3,5 saat olacak” denilerek sunulan bu proje, esas olarak Körfez Köprü geçişi, Adapazarı bağlantı yolları, Yalova tersane yatırımlarının yasalaşması ve nihai olarak İstanbul-İzmir arsındaki esas olarak tarım alanı olarak koruma altında olan bölgelerin yağmasını hedeflemektedir. Özellikle Yalova tersanesi yatırımı halen yasadışıdır ve bu proje doğrudan Ulaştırma Bakanı

çok pahalı, otobüsler kalabalık o yüzden onlara binmiyor, para vermiyor, yürüyoruz” gibi protestoya yönelik eylemlerdi. Ama sonuçta bu o kadar can yakıcı bir sorun ki protesto etmek yetmiyor. İlk eylemi 2009 Haziran’ında zamdan sonra bir günlük yaptık. O zaman çok az insanı bindirebilmiştik. Ama zamların devamı geldi. İkinci zam sonrası metrobüs çok pahalı ve lüks bir ulaşım aracına dönüştürülmeye çalışıldığında binlerce insanın bir anda katıldığı parasız metrobüse binme eylemleri yaptık. Bu ileri bir eylem biçimi. Çünkü bir hakkı doğrudan kullanıyoruz. O turnikelerden atlarken de bunu söylüyoruz insanlara. İnsanlarda biliyor, bu bizim hakkımız. Bu konuda ikna oldukları için katılıyor çoğunluk eyleme. HUKOME’LER GELİYOR Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bayram tatilinden sonra devam ettireceğiz eylemleri. Amacımız zamları geri çektirmek. Parasız ulaşım talebini tüm İstanbulluların dile getirdiği yaygın bir talep haline getirmek istiyoruz. Bir bakacağız ki bir durakta Halkevciler parasız otobüse biniyorlar. Ama onun dışında bir kart oluştur-

Binali Yıldırım’ın koordinatörlüğünde yürütülmektedir. Açılan dava sonucu Danıştay buradaki tersane yatırımını iptal etmiştir. İptal gerekçesinin esası ise, bölgenin 1. derece deprem bölgesi olması ve yan sanayinin koruma altındaki tarım alanlarını tehdit etmesidir. İzmit Körfezi’ne yapılması planlanan köprü ise, en az Boğaz Köprüsü kadar zararlı bir yapı olacaktır. Zira köprü tam tarım alanının ortasından geçmektedir. İstanbul – İzmir kuşağı esas olarak besin deposu işlevi görmektedir. Tarımsal üretimlerin Türkiye’deki merkezi konumundadır. Bu proje sonraki kuşağı açlığa mahkûm edecek bir başlangıç oluşturacaktır. 4. Yerüstü Doğal Biyolojik Türlerin Metalaşması Önündeki Yasal Engellerin Kaldırılması Meralar, ormanlar, su havzaları ve bu alanlarda bulunan biyolojik türlerin ticareti, işletilmesi, yurtdışına çıkarılması gibi kararlar bakan onayı ile birlikte rahatlıkla yürütülebilecektir. Anadolu, biyolojik çeşitlilik olarak kıta Avrupası’nın tamamına eşdeğer bir zenginliğe sahiptir. Bu zenginliğin ticari bir metaya dönüşmesi, bu yasayla mümkün hale gelecektir. Bu durum, tüm Anadolu zenginliklerimizin yok edilişine doğru atılacak adımın ilki olacaktır. Yasa durdurulmalıdır. Durdurulamaz ise, her ağaç, her tarım arazisi, her dere korunmaya çalışılmalıdır. Neoliberal saldırı, doğrudan yaşamı tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır. Gelecek ellerimizdedir.

Doğrudan eylem kazandırdı Halkevleri Ocak 2010’da yap›lan metrobüs zamlar›ndan sonra paras›z ulafl›m eylemlerine bafllad›. Baflta metrobüs duraklar› olmak üzere farkl› duraklarda akbil basmadan paras›z metrobüse, otobüse binme eylemleri yapt›. Do¤rudan eylemler zamma karfl› aç›lan davan›n da kazan›lmas›yla baflar›l› oldu. 1 Kas›m’da yap›lan zamlar›n hemen ard›ndan ‘paras›z ulafl›m’ eylemleri yeniden bafllad›. Halkevciler; - 2 Kas›m’da Cevizliba¤ Metrobüs dura¤›nda - 3 Kas›m’da Okmeydan› Niflangâh otobüs dura¤›nda - 5 Kas›m’da Mecidiyeköy metrobüs dura¤›nda paras›z metrobüse / otobüse binme eylemleri yapt›. Eylemlere yüzlerce kifli kat›ld› mayı düşünüyoruz İstanbul’da. Sabah ve akşamları talep ettiğimiz saatlerde ulaşımın parasız olduğunun yazılı olduğu kartlar dağatacağız. İstanbulluların bu kartı metrobüs, metro duraklarında en azından göstermelerini ve binebiliyorlarsa parasız binmelerini sağlayacağız. Çünkü bireysel olarak da bu eylemleri yaparsak başarılı olabiliriz. Belediye İstanbulkart diye bir uygulamaya geçti biz de halkın ulaşım hakkının kullanacağı kartlar yapacağız. Bunları metrobüs duraklarına kurduğumuz standlarda dağıtacağız. Biliyorsunuz belediyenin ulaştırma hizmetiyle ilgilenen Ulaştırma Koordinasyon Merkezleri (UKOME) var biz de Halkın Ulaşım Koordinasyon Merkezlerini kuracağız. HUKOME’ler. HUKOME’lerde hem insanlar eylemlerle ilgili bilgi alabilecek hem de sorunlarını bizimle paylaşabilecekler. Yaygın bir eylem şekline dönüştürmek çabasındayız. Bu arada belediye önünde farklı toplumsal kesimler, kadınlar, işsizler, öğretmenler gibi taleplerini dile getiren eylemler yapmaya devam edecek.

Baz’a karşı iki mahalle eylemde İ

stanbul’un iki farklı ilçesinde baz istasyonuna karşı mücadele mahalle sakınlerinin temel gündemi olmuş gibi görünüyor. Avcılar’ da bulunan Ambarlı Mahallesi’nde bir okul binasına baz istasyonunun takılmasının ardından okuldaki öğrencilerden ikisinin kalp kriz geçirmesi ve beş öğrencininde kalp hastalıkları sorunu yaşaması üzerine harekete geçen veliler aynı sokakta bulunan ikinci bir istasyonu da mücadelelerinin hedefine alarak harekete geçti. Ambarlı İlköğretim Okulu önünde baz istasyonuna karşı eylem yapan veliler, 5 Kasım günü konuyla ilgili hukuki ve tıbbi bilgi edinmek için toplantı düzenledi. İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, Halkevleri Hukuk Birimi’nden Avukat Kazım Erkut Güzel ve elektrik mühendisi Pınar Hocaoğulları’nın katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda, mahalleliye konu hakkında bilgi verildi. Toplantıda mahalle halkı imza kampanyası düzenleme kararı aldı. Sarıyer Zümrütevler Mahallesi’nde 6 katlı bir binaya kurulmak istenen baz istasyonuna karşı ise mahallenin kadınları nöbet tutuyor. İstasyonun kurulmasını engellemek için mahallede imza toplayan kadınlar bir yandan da binaya istasyon malzemelerinin girmesini engellemeye çalışıyor.


8

EMEK 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

Art›k aile hekimimiz var asım ayında aile hekimliği uygulaması İstanbul’da da başladı. Vatandaş çok mutlu. Daha önce eşinin ilacını yazdırmak için giden teyzeye “amcayı görmem lazım teyze, hastayı görmeden reçete yazamam” diyen doktor artık bunu diyemeyecekmiş. Komşumuz “artık rahat rahat her işimizi yaptırırız” diye seviniyor. Çünkü artık hekimin gözünde “hasta” değil “müşteri” olmuş. Hekim de esnaf… Tabiî ki müşterisini kaçırmamak için elinden geleni yapacak, zira müşteri başına para alıyor hekim. Artık her şeyimiz bilgisayarda takip altında olacakmış. “Eskiden” diyor komşu teyze “Her gittiğimizde başka doktora gidiyorduk, şimdi özel doktorumuz olacak.” Gidince hemen bilgisayarı açacak daha önce neyimiz varmış neyimiz yokmuş görecekmiş. “Ama önceden de bilgisayar vardı” diyorum, “O zaman da bütün geliş-gidişlerimiz kayıt altına alınabilir, hasta takibi yapılabilirdi. Hem doktorun o ya da bu olması o kadar önemli değil, hepsi aynı eğitimden geçmiş, aynı tedaviyi uygulayacak nasılsa.” “Boş versene” diyor, “Kim kayıtları bilgisayara girecek de Tufan onları takip edecek. Şimdi Sertlek beğenmezsem başka doktoru seçebiliyormuşum.” “Ama Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri eskiden de hekim seçme hakkımız vardı…” Ne söylesen boş teyzeye. Artık ona özel bir değer verecek hekimi var. Her gittiğinde onu ayakta karşılayacak, güler yüz gösterecek Muhtemelen hekimler de bir dönem oldukça memnun olacak. Bütün özelleştirme uygulamalarında olduğu gibi önce kısa bir balayı dönemi yaşanacak. Hükümet aile hekimlerine kira, malzeme vb. konusunda destek olacak, sonra başınızın çaresine bakın diyecek. Hadi bakalım bu kriz zamanlarında bir de işletme derdiyle uğraş. Personel maaşıydı, kiraydı, telefondu, ısınmaydı derken nasıl dönecek bu dükkanın çarkı. AKP bu sefer hastaneleri nasıl işletme haline getiriyorsa aile hekimlerine de kendi paranızı kendiniz kazanın diyecek. Haydi bakalım gelsin hastanın cebinden paralar. Falanca hekim şu kadar katkı payı alıyormuş, falancası az alıyormuş ona gidelim… Görünürde kamu sağlık hizmeti yürüyor olacak, vatandaşların gideceği bir yer olacak, hekimler eliyle yürüyen bir hizmet var olacak…. Ama sağlık sistemi bütünüyle piyasaya açılmış bir sektör haline gelecek. Hani nerede sağlığın temel felsefesi: “İnsanların hastalanmasını önlemek, sağlıklı yaşamalarını sağlamak.” Nerede koruyucu sağlık hizmetleri? Devletin temel görevi bu değil mi? Artık devletin temel felsefesi herkes hasta olsun, hastalar muayeneye gelsin onların sırtından sağlık sistemi para kazansın, yeter ki devletin bütçesinden para çıkmasın. Devlet kendi memurundan tüccar yaratmanın başarısıyla övünüyor. Hekimi tüccarlaştırmak AKP’nin en büyük hedefi. Herkes AKP gibi her şeyi alıp satsın istiyorlar. Satılmadık, satın alınmadık hiçbir değer kalmasın memlekette. Aile hekimliği balonu tıpkı “vatandaşa özel hastane kapısının açılması” balonu gibi bir süre sonra patlayacak. İlk zamanlar SSK kuyruklarının taşındığı özel hastanelerden vatandaş tekrar devlet hastanelerine döndü. Muayene sırası almak için bile günlerce beklemek zorunda kalıyor. Bir ultrason tetkiki için 3 ay sonrasına gün veren hastaneler var. Oysa verse 30-40 TL fark hemen bir özel hastanede yapılacak işi… Ama o 30-40 TL’si olanların sayısı da giderek azalıyor. Sağlık artık parayla satın alınan bir hizmet olunca herkesin de parası kadar konuşması şart oluyor bu durumda. Ama sonra ne oluyor? Oktay Ekşi gibi söyleyeceği lafı kırk kere tartıp öyle söyleyen bir adamı bile kendini frenleyemez hale getiriyorlar. Satarken suç değil, yüzüne söyleyince suç oluyor.

K

Enerji ‘sen’siz olur mu? E

nerji-Sen’in 2’nci Olağan Genel Kurulu, 30-31 Ekim günleri Türk Tabipleri Birliği İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirildi. Forum havasında geçen genel kurula demokratik kitle örgütleri ve siyasi parti yöneticilerinin yanı sıra direnişteki Tekel işçileri, UPS işçileri ve İSKİ işçileri katıldı. Genel kurulda, EnerjiSen’in enerji alanındaki özelleştirme ve güvencesizleştirmelere karşı mücadelede yeni bir soluk olacağı duyuruldu. 31 Ekim günü yapılan oy kullanma işleminin ardından Enerji-Sen’in yeni yönetim kurulu şu şekilde belirlendi: Genel Başkan Ö. Kamil Kartal, Genel Sekreter Enis Çiçek, Genel Örgütlenme Sekreteri Ali Tosun, Genel Mali Sekreter Tarık Yüce ve Genel Eğitim Sekreteri Emine Elif Güven. Nükleer Santral projeleri, hidroelektrik santral projeleri, termik santraller, doğalgaz ve elektrik dağıtım bölgelerinin ihaleleri’nde çok fazla paranın döndüğü, çevreye vereceği ölümcül zararlar dışında sayısı 3 yüz bine yaklaşan enerji çalışanları açısından çok büyük önem taşıyor. Türkiye, enerji tekellerinin cirit atığı bir alan haline gelirken enerji çalışanları güvencesizleşiyor. Böyle bir dönemde 2’nci olağan genel kurulunu yapan Enerji-Sen, tüm enerji çalışanlarını örgütleme hedefiyle yola koyuluyor. Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, Enerji-Sen’in kuruluş sürecini, enerji işkolunda yaşanan güvencesizleştirmeyi ve enerji çalışanlarının Enerji-Sen’e bakışını Halkın Sesi’ne değerlendirdi: GAYE ORTAK ÖRGÜTLENME Enerji çalışanlarının giderek güvencesiz hale gelmeye başlamasıyla yeni bir sendika ihtiyacı arttı. Biz, enerji işçilerinin tepkilerini sınıf mücadelesine yönlendirecek yeni bir sendika kurma düşüncesiyle hareket ettik ve 2005’te 26 ilde yapılan toplantıların ardından Enerji-Sen’i kurduk. Enerji-Sen Türkiye’de ilk defa iç hukuka göre değil uluslararası sözleşmelere göre anayasanın 90’ıncı maddesi gerekçe yapılarak kuruldu. Bu sendika işkolundaki taşeron, sözleşmeli, kadrolu, geçici sözleşmeyle çalışan, kanun hükmünde kararnameye göre çalıştırılanlar dahil olmak üzere tüm çalışanları örgütlemeyi temel alan bir sendika. Adı da zaten Enerji. Gaz, Su, Elektrik ve Baraj Çalışanları Sendikası yani tüm çalışanları kapsıyor; tüzüğü de bu doğrultuda oluşturuldu. EnerjiSen, işyeri birim komiteleri ve

BELİRLEYİCİ OLAN GÜVENCE Bu genel kuruldan bir buçuk yıl

önce yeniden yapılanmayı tartıştık ve enerji işkolunda özellikle 2005’ten bu yana işbaşı yapmış işçilerin sendikalaşma talepleri açığa çıktı. Bu çalışanlar, 2005’ten önce işbaşı yapmış ve kendileriyle aynı işi yapan çalışanlardan yarı yarıya düşük ücret alıyor. Bunun nedeni 2005’te AKP ile Türk İş ve Tes-İş arasında yapılan bir anlaşma. Bu anlaşmaya göre kamu iktisadi teşekküllerinde örgütlenen Türk iş’e bağlı sendikalar ve Tesİş, kamu işletmelerinin özelleştirilmeleri karşılığında, AKP’den KPSS ile alınacak çalışanlar için kadro istemiş, karşılığında da bu kişileri daha az ücrete razı edeceğini taahhüt etmişti. Nitekim 2005’ten itibaren imzalanan toplu iş sözleşmelerinde ek skalalar yaparak bu dönem işe giren işçilerin ücretlerini düşük tuttular. Bu çalışanların sendikaya yönelmelerindeki en büyük belirleyen ücret düşüklüğü değil;

güvence talebi. Diğer yandan iş güvencesinin yanında güvencesizleştirme, iş sağlığı ve işçi güvenliliği kurallarınında ihlal edilmesi anlamına geliyor. Dört kişinin yapacağı işi bir kişiye yaptırıyorlar. İşçiler, gerekli güvenlik malzemeleri olmadan çalışıyor, iş saatleri artıyor. İşçilerin yaşam güvenceleri de ortadan kalkmaya başlıyor. Ayrıca bu süreç ciddi hak kayıplarını da beraberinde getiriyor. Örneğin özel sektörde askere giden işçiler geldiklerinde aynı işe kaldıkları yerden devam edemiyor. Yıllık 52 gün üzerinden ödenen devlet ikramiyeleri özel sektörde ortadan kalkıyor. Askerde geçen sürenin kıdemden sayılması özel sektörde ortadan kalkıyor. Bu süreler kıdemden de sayılmıyor. Bir kamu kurumunun özel sektöre fiili devri gerçekleştiği andan itibaren özel şirket ilk 6 ay içersinde personel fazlası diye

Enerji çalışanları dünyayı değiştirir Kamil Kartal, enerji alanınındaki örgütlenmenin anti-emperlayist özelliğine dikkat çekiyor: “Avrupa ile enerji sistemleri ortaklaştırılıyor; sırada Irak ve Kafkaslar var. Üretim ilişkilerinin yeniden şekillendirilmesi ve ucuz emek pazarlarının yaratılması ve bu vesileyle enerjinin yani ana girdi maliyetinin

aşağı çekmesi kapitalizm açısından önemli bir gelişme; ancak burada enerji tekelleri arasında paylaşım savaşları da cereyan edecek. Ülkemizin devlet tarafından bir enerji koridoru haline getirilmesi ülkemizi enerji devlerinin savaş alanına çeviriyor. Bu savaş alanında yeni bir enerji çalışanları dinamiği açığa çıkarılabilir ve uluslararası alanda

elediye-İş’te mevcut yönetime tepki gösteren muhalifler güvencesizliğe ve taşerona karşı mücadeleyi ön plana çıkaracakları bir sendika yönetimi için harekete geçti. 'Yeni bir Belediye-İş' için yola çıkan Demokratik Değişim Hareketi'nin, 27-28 Kasım günü gerçekleştirilecek genel kuruldaki başkan adayı, Belediye-İş İstanbul 5 No'lu Şube Başkanı Nihat Altaş oldu. Taksim Hill Otel’de 9 Kasım günü düzenlenen basın toplantısında konuşan Nihat Altaş, başlattıkları hareketin sadece Belediye-İş’le sınırlı olmadığını, mevcut sendikal anlayışın dip yaptığı bir dönemde dönemin ihtiyaçlarını görerek çözümler üretmek gerektiğini söyledi. Belediye-İş yönetiminin statükocu anlayışına tepki olarak dönemin taşerona ve güvencesizliğe karşı mücadele gibi ihtiyaçlarını karşılayacak bir Belediye-İş’in olması gerektiğini vurgulayan Altaş, işten çıkarılan ve direnişte olan işçilerin direnişlerini

ntep Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde, çocuk bezi üreten Eruslu Sağlık Ürünleri A.Ş. işçileri, Petrol-İş’e üye oldukları için işten çıkarılan 4 arkadaşları için 4 Kasım günü direnişe geçti. Direniş, AKP-patron-Hak-İş işbirliğini gözler önüne serdi. Fabrikanın sahibi AKP Gaziantep eski İl Başkanı Ökkeş Eruslu’nun kardeşi Mustafa Eruslu, polisi çağırarak direnişe destek veren işçileri fabrikanın içine kilitletti; ardından Hak-İş’e bağlı Öz İplik-İş’i ve noteri fabrikaya çağırdı. Fabrika içindeki işçiler patron baskısıyla polis gözetiminde Hak-İş’e üye yapıldı. Petrol-İş, yaşananlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. İşçiler çalışma koşullarının düzeltilmesi, ücretlerinin iyileştirilmesi ve sosyal hakları için Petrol-İş’te örgütlenmişlerdi.

15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

işyeri meclisleri üzerinden örgütlenen ve bütün faaliyetini işçilerin iradesi üzerine kuran bir anlayışla şekillendirildi. Fakat, Tes-İş ve AKP, bu sendikaya karşı kurulduğu günden itibaren amansız bir saldırıya girişti; sendikanın kurucuları sendika kurulur kurulmaz işten çıkarıldı. İşe iade davaları kazanılmasına rağmen kadrolu işçilerin hiçbirine işbaşı yaptırılmadı. Taşeronda çalışan birkaç işçiye işbaşı yaptırıldı. Nitekim bu sendika 2006’da 1’inci genel kurulunu yaptı ama EnerjiSen’in hiçbir yöneticisi fiili olarak işyerinde çalışır bir pozisyon üstlenemedi. Dev Sağlık-İş ve Basın-İş gibi sendikaların katkılarıyla Enerji-Sen, tüzel kişiliğini devam ettirdi ve 2’nci olağan genel kurulunu gerçekleştirdi.

B

A

Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29)

Kamil Kartal Enerji-Sen Genel Baflkan›

büyük bir etki yaratır. Sınıflar mücadelesinde kendini konumlandırmak isteyen herkes enerji işkolunun örgütlenmesine yönelmeli. Bu işkoluna hakim olan, Türkiye’deki sınıf mücadelesini belirler. Bu alanda mücadeleci bir dinamiğin yaratılması tüm işçi sınıfının yararına olmasının yanı sıra Türkiye devrimcilerinin sosyalistlerinin de hayrınadır.

Belediye-İş’te değişim sesleri

AKP ve Hak-İş işçiye karşı el ele

Halk›n Sesi

E

sahipleneceklerini bildirdi. Altaş, sendikayı bir okula çevirip örgütsüz işçileri örgütlemeyi ve işçilere sınıf bilincini kazandırmayı önlerine koyduklarını belirtti ve seçilememeleri durumunda da güvencesizliğe ve taşerona karşı mücadele edeceklerini söyledi. MUHALEFETİN DOĞUŞU Belediye-İş’in 16-17-18 Eylül’de düzenledikleri İşçi Kurultayı’nda mevcut genel başkan Nihat Yurdakul’un başkanlık için tek aday olduğunu açıklamasının ardından muhalif şubeler itiraz etmişti. Hiçbir şekilde itiraz kabul etmeyeceğini açıklayan genel merkez, ilk iş olarak muhalif şubelerden İstanbul 1 No’lu Şube’nin araçlarına el koymuş ve İstanbul’daki muhalif şube başkanlarının sendikadan aldıkları ücreti kesmişti. Genel merkezin, muhaliflere yönelik son hamlesi 2011 Mayıs’ında yapılması gereken genel kurulu 27-28 Kasım tarihine almak olmuştu.

Belediye işçisi taşeronu istemiyor B

elediye hizmetlerinde taşeron uygulaması yaygınlaşırken taşeron şirket işçilerinin eylemleri de artıyor. İzmir Buca Belediyesi’ndeki taşeron şirketlerde çalıştırılan işçiler 4 Kasım günü belediye önünde eylem yaptı. Sendikalı olmak istediklerini söyleyen işçiler, her an işten çıkarılma tehlikesiyle karşı

norm kadro uygulamalarını gündeme getirerek istediği işçiyi işten atıp 4/C’ye aldırabiliyor. Devir esnasında 1 ay içinde işten çıkarılacak olan işçileri özelleştirme idaresine başvurarak 4/C’ye geçirme hakkına sahipler. Bu uygulamaların hiçbiri iş güvencesi isteyip KPSS’yi kazanarak iş başı yapmış çalışanlar tarafından benimsenmiyor. Burada oluşan tepkinin ortak bir şekilde gündeme getirilmesi, hak kayıplarına ve güvencesizleştirmeye karşı oluyor. Örneğin rüzgar santrallerinde 1000’den fazla işçi çalışıyor; trafo merkezlerinde taşeron firmalar üzerinden binlerce tekniker ve teknisyen çalıştırılıyor ve bunların talepleri de farklılaşabiliyor. Son tahlilde bakıldığında hepsi güvence istiyor. Referandumda ‘Evet’ çıkmasının ardından özelleştirmelerin iç hukukla engellenemeyeceği bu çalışanlar tarafından görülüyor. Bu kitlenin önemli bir kısmı AKP’ye oy vermiş kişiler ama bu süreçte yaşadıkları veya ileride yaşayacakları durumları görerek sendikal bir arayış içine giriyorlar. Bu kesim genç ve mücadeleci olduğu için ‘mücadele edersek kazanabiliriz’ fikri giderek genişliyor. Bunların üzerine tüm bu mücadeleyi ‘hangi örgütle ya da hangi sendikayla yapabiliriz’ sorusu hasıl olmaya başlıyor. Bu kitle içinde, Tes-İş ile kendi haklarını koruyamayacakları yönünde bir görüş hızla oluşmaya başlıyor. Çünkü Tes-İş, özelleştirmelerden pay alıyor, özelleştirilen şirketlerin yönetimine giriyor. Dolayısıyla çalışanlar bunu görüyor. Tüm bunlar bu kitlenin Enerji-Sen’e yönlenmesini sağlıyor. Bu durum sendikamızın sorumluluğunu dahada artırıyor; her ne olursa olsun işçilerin sınıf bilinci kazanması konusundaki eğitim sürecini aksatmadan yürütmesi gerektiğini bize gösteriyor. Bu süreci en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekiyor. Pratik mücadelemize geçmiş dönemden edindiğimiz tecrübeleri de yansıtarak bu mücadeleyi sürdürmemiz gerekiyor.

nerji alanı özelleştirilirken çalışanlar da güvencesizleşiyor. Enerji-Sen, enerji çalışanları tepkilerini sınıf mücadelesine yönlendirmek istiyor

karşıya olmak istemediklerini belirttiler. Örgütlenmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını isteyen işçiler taşerona karşı mücadele konusunda toplumun tüm kesimlerinden destek istediler. Buca Belediyesi 2009’un Haziran ayında kendi bünyesindeki taşeron şirkette çalışan 60 işçiyi işten çıkarmış ve işçiler

belediye önünde eylem yapmışlardı. İzmir’de Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki Vira şirketine bağlı park ve bahçe işçilerinin sözleşme yenileme dönemlerinde işten çıkarılmaları karşısında belediye önünde yaptıkları eylemlerle taşerona karşı mücadeleyi kent gündemine taşımışlardı.

Adım adım iş cinayeti

İ

dris Mutlu’nun ölümü, bir iş cinayetinin nasıl işlendiğini adım adım ortaya koyuyor. İzmir’in Aliağa ilçesindeki Küçük Sanayi Sitesi’nde çalışan 46 yaşındaki İdris Mutlu kaynak yaparken dengesini kaybederek beton zemine düşerek hayatını kaybetti. Mutlu’nun, 5-6 metre yüksekten düşerken elektrik tellerine tutunmaya çalıştığı için elektrik çarpmasına da maruz kaldığı öğrenildi. Hastaneye kaldırılan Mutlu, hastanede hayatını kaybetti. Evli ve 3 çocuk babası olan Mutlu’nun cenazesine eskiden üyesi olduğu Petrol-İş sahip çıktı ve cenazeyi İzmit’e gönderdi. 4/C DAYATMASI 2008’de Petkim’in özelleştirilmesi sonucu 4/C’ye geçmeyip işten ayrılan Mutlu, bir süre geçmişti çalıştığı İzmit’te çalıştıktan sonra tekrar Aliağa’ya gelmiş ve Küçük Sanayi Sitesi’nde bir atık yağ dönüşüm tesisinde işe başlamıştı. ÖZELLEŞTİRME ÖLDÜRÜR 8 Kasım’daki iş kazasıyla ilgli olarak Petrol-İş Aliağa Şube Başkanı İsmail Doğan, özel sektörde işçilerin güvenlik malzemelerinden ve iş güvencesinden yoksun olarak çalıştığını ve birçok şirkette basit güvenlik önlemlerinin maliyet gerekçesiyle yerine getirilmediğini belirtti. Doğan, “Petkim özelleştirilmemiş olsa ve Mutlu eğer hala Petkim’de çalışıyor olsaydı, çalıştığı yerden çok daha güvenli koşullarda çalışırdı” dedi.


9

EMEK 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

MESS ile AKP bir oldu H

ükümet Sözcüsü Cemil Çiçek 9 Kasım günü Kurban Bayramı tatilinin 9 gün olduğunu açıkladığı basın toplantısında konu ister istemez istihdam meselesine kilitlendi. Çiçek, uzun süredir üzerinde çalışılan istihdam meselesine aynı gün gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısında son şeklin verildiğini duyurdu. İşsizlik ana gündemli Bakanlar Kurulu toplantısının bir gün öncesinde işçi ve işveren sendikaları temsilcileri ile hükümet temsilcilerinden oluşan üçlü danışma kurulu gerçekleştirilmişti. Kurul sonrasında net bir açıklama yapılmazken, kurulun gündeminin istihdam meselesinin yanı sıra işyeri barajları, bir işkolunda iki sendikaya üyelik ve grev hakkına ilişkin düzenlemelerinden oluşacağı biliniyordu. Çiçek, basına verdiği demeçte, kıdem tazminatından, kuralsız ve güvencesiz çalıştırmaya birçok konuya değindi. Güvencesizleştirmenin yaygınlaşması anlamına gelen iş gücü piyasasının esnekleştirilmesini 2023 misyonu olarak önlerine koyduklarını belirten Çiçek, gündeme gelen istihdam paketinde işverenlerin birden fazla teşvikten yararlanabileceğini belirtti ve kadın istihdamı konusunda da işverenlere gerekli vergi indirimi, ucuz kredi gibi teşvikleri sağlayacaklarını ifade etti. Çiçek’in her türlü teşviğin sağlanacağına ilişkin açıklaması gözleri kıdem tazminatına çevirdi. TOBB, TÜSİAD ve TİSK kıdem tazminatının işçiye çalıştığı yıl başına aylık brüt ücret üzerinden ödenmesi yerine 15 günlük brüt ücret üzerinden ödenmesini teklif etmişlerdi. Hükümet; işverenin aylık kazancının yüzde birini vererek oluşturacağı kıdem tazminatı fonu uygulamasında ısrar etmişti.

H

işçiler taraf yapılmaya çalışılıyor. Haziran ayından bu yana Kardemir’den 100’ün üstünde Türk Metal üyesi işten çıkarılmış yerine binden fazla işçi alınarak Çelik-İş üyesi yapılmıştı. İşten çıkarılan Türk Metal üyesi işçiler ve aileleri Çelik-İş binasına yürüdü. Polis, Çelik-İş aleyhinde slogan atan işçilere ve yakınlarına saldırdı. Saldırı sonucu 9 işçi gözaltına alındı. Türk Metal, Karabük’te Çelik-İş binalarına yürürken Bursa’da da MESS’e karşı göstermelik bir eylem yaptı. Türk Metal, MESS’in önerisini Eylül ayından beri bilmesine rağmen kendi işçisinden bile sakladı. MESS’in teklifi BMİS tarafından 2 Kasım’da kamuoyuna duyurulmuştu.

ükümet istihdam sorununu işveren lehine çözüyor. AKP’nin stratejisine dayanan plan MESS tarafından işçiye dayatılıyor; metal işçisi direniyor

METAL İŞKOLU SALDIRININ LABORATUARI Hükümet istihdam konusunda hedeflerini açıklaya dursun, metal işkolundaki toplu iş sözleşmesi sürecinde Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) önerileri hükümetin planını ortaya koyuyor. MESS yetkilileri 2 Kasım günü Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) ile yaptığı 3’üncü grup toplu iş sözleşmesi görüşmesinde verdiği tekliflerin hükümetin Ulusal İstihdam Stratejisi’ne dayandığını açıklamıştı. MESS’in teklifleri şu şekilde: Deneme süresinin 4 aya çıkarılması;

kıdem ve ihbar tazminatlarında yasa hükümlerinin uygulanması ki, MESS’in bu teklifi, hükümetin kıdem tazminatı fonu oluşturma önerisine destek anlamına geliyor; çalışma saatlarinin belirsizleşmesi anlamına gelen denkleştirme süresinin 4 ay olması ile telafi çalışmasının sözleşmeye girmesi; fazla çalışma ücretlerinin yüzde 75 oranında düşürülmesi; yeni disiplin cezaları uygulanması. Türkiye’deki sanayi açısından belirleyici öneme sahip metal işkolundaki toplu iş sözleşmesi süreci tüm işçiler açısından önem arzediyor. Hükümet ve sermaye bu işkolunda hayata geçirdiği

emeğe yönelik saldırıları diğer işkollarında da uygulayabiliyor. RANTÇILARIN SAHTE KAVGASI Metal işkolunda örgütlü sendikalardan işveren temsilcisi gibi davranan Türk-İş’e bağlı Türk Metal ile hükümet sözcüsü konumundaki Hakİş’e bağlı Çelik-İş rant kavgasına girerken DİSK Birleşik Metal-İş toplu iş sözleşmesi sürecini sokağa taşıdı. Karabük’teki Kardemir Demir Çelik’in yönetim kurulunu belirleyen Çelik-İş ile aynı işletmenin yönetimine bir işveren sokma gayretindeki Türk Metal arasındaki rant kavgasında

BİRLEŞİK METAL-İŞ SOKAKTA DİSK Birleşik Metal-İş ise toplu sözleşme görüşmeleri başında ortaya koyduğu fiili mücadeleyi ödün vermeden sürdürüyor. MESS’in BMİS ile yaptığı 4’üncü tur grup toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde uyuşmazlık aşamasına gelinmesinin ardından BMİS üyeleri 9 Kasım günü İstanbul Şişli’deki MESS binası önünde eylem yaptı. BMİS üyeleri MESS önündeki eylemlerinin ardından aynı gün Fatih Sultan Mehmet (FSM) Köprüsü’nde başka bir eylem daha yaptı. Köprüyü Avrupa’dan Asya’ya en sağ şeridini trafiğe kapatarak geçen işçiler yürüyüş boyunca MESS dayatmalarına karşı çıktıklarını belirten sloganlar attılar. İşçiler köprü çıkışında polis tarafından gözaltına alınırken, BMİS eylemlerinin süreceğini belirtti. BMİS’in eylemleri şu şekilde devam edecek: 12 Kasım 2010 Cuma günü, 16-24 vardiyalarının servis araçlarından inerek fabrikalara yürüyüşler gerçekleştirilecek; vardiyalardan çıkan işçiler bölge merkezlerindeki basın açıklamalarına katılacak. 28 Kasım Pazar günü Gebze’de bir bölge mitingi yapılacak.

İşten attılar, yetmedi öldürmeye çalıştılar M etal işkolunda toplu iş sözleşmesi süreci devam ederken Birleşik Metalİş üyesi işçiler örgütlü oldukları işyerlerinde patronların işten çıkarma saldırılarına karşı direniyor. Patronlar, işten çıkardıkları ve direnişe geçen işçilere saldırılarını sürdürüyor. Saldırının boyutları arabayla işçileri ezmeye çalışmaya kadar varabiliyor. Mas Daf pompa-hirdofor fabrikası idari amiri Sezgin Civelek 5 Kasım günü aracını

direnişteki işçilerin üzerine sürdü. Jandarma gözetiminde gerçekleşen olayda 13 işçi yaralanırken, Civelek bir süre sonra jandarma tarafından gözaltına alındı. 5 Kasım günü gerçekleşen olay öncesinde Mas Daf patronu işten çıkardığı işçilerin yerine fabrikaya yeni işçi almaya çalıştı; ancak yeni işçiler direnişteki işçilerin uyarısı sonucu evlerine geri döndü. İşçilerin geri dönmesinin ardından fabrikaya aracıyla gelen

Çelmer direnişi Mutaş işçisine örnek oldu Kocaeli’nin Gebze ilçesinde E-5 üzerinde kurulu bulunan Mutafl Demir Çelik fabrikas› önünde ifle geri dönmek için direnifllerini sürdüren Birleflik Metal-‹fl üyesi iflçiler 27 Ekim günü fabrikay› iflgal ederek seslerini duyurdular. ‹flgalin bafllamas›yla, fabrika önünde iflçilere destek için bekleyenlere polis sald›rd›. Sald›r›da 10 kifli yaraland›. ‹flgal boyuncu polis, iflçilere yemek ve su gönderilmesini engellerken ‹stanbul ve Kocaeli tabip odalar›ndan gelen hekimlerin iflçilere yönelik sa¤l›k kontrolü yapmas›na izin vermedi. ‹flgal sonucu üretim durdu. T›pk› birkaç ay önce Çelmer iflçilerinin direniflinde oldu¤u gibi iflgal eylemi sonuç verdi. 30 Ekim günü patron Turan Necdet Mutlu iflçilerle konuflmak

zorunda kald›. ‹flgal eylemine kat›lan iflçiler yapt›klar› aç›k oylama sonucunda patronun k›dem ve ihbar tazminatlar›n› ödemesi teklifini kabul etti. ‹flçiler patronla bir protokol imzalayarak iflgali bitirdi. Mutafl patronu Mutlu, 25 A¤ustos günü Birleflik Metal-‹fl üyesi olduklar› için 7 iflçinin ifline son vermifl ve iflçten ç›kar›lan iflçiler 26 A¤ustos’ta fabrika önünde direnifle geçmiflti. ‹lerleyen günlerde patron BM‹S üyelerini iflten ç›karmaya devam etti ve iflten ç›kar›lan iflçi say›s› 25’e ulaflt›. Patron, iflçileri iflten ç›karmadan önce BM‹S’in yetki almas›na itiraz etmiflti. ‹flten ç›karmalar Patronlar›n iflçilere yönelik sald›r›lar› devam ediyor. Buna karfl›l›k iflçilerin bafllamadan önce 50 iflçinin çal›flt›¤› direniflleri de sürüyor. ‹flten ç›kar›lan iflçiler seslerini duyurmak için iflyeri iflyerinde 30 iflçi BM‹S’e üye olmufltu. iflgalleri yap›yor, fabrika önlerinde direnifl çad›r›nda bekliyor, hem iflverenin hem de polisin sald›r›lar›na karfl› direniyor.

İşgalli toplu sözleşme Zonguldak’›n Ere¤li ilçesindeki tersane iflçileri, tafleron flirket taraf›ndan ödenmeyen ücretlerini üzerinde çal›flt›klar› gemiyi iflgal ederek kazand›lar. ‹flçiler adeta fiili bir toplu sözleflme yapt›lar. Ere¤li'deki tersaneler bölgesinde Ere¤li Gemi ‹nfla Tersanesi'nde GEZ Denizcilik isimli tafleron firmada çal›flan 30 iflçi, gaspedilen 4 ayl›k ücret haklar›

için 3 Kas›m’da çal›flt›klar› gemi üzerinde oturma eylemi bafllatt›. Tafleron flirket patronunun iflçileri ikna çabas› sonuçsuz kald› ve patron, iflçilerin temmuz ayl›¤›n› ödemek zorunda kald›. Polisin tehditlerine ra¤men eylemlerini devam ettiren iflçiler 5 Kas›m günü haklar›n› ald›lar. ‹flçiler temmuz ayl›klar›n›n yan› s›ra a¤ustos, eylül ve ekim

ayl›klar›n›n tamam›n› ald›lar. ‹flçilerle iflverenler aras›nda var›lan anlaflmaya göre; 30 iflçi, ücret alacaklar›n›n 160 bin liral›k k›sm›n› elden nakit olarak, di¤er k›sm›n› 33 bin liral›k 4 çek halinde ald›lar. ‹flçilerin alacaklar›n›n yar›s› as›l iflveren olan Ere¤li Gemi Tersanesi taraf›ndan, di¤er yar›s› GEZ Denizcilik taraf›ndan ödendi.

Civelek, aracını işçilerin üzerine sürdü. 22 İşçi, Birleşik Metal-İş üyesi oldukları için işten çıkarılmış ve işlerine geri dönmek için 2 Ağustos’ta direnişe geçmişti. Patron, Birleşik Metal-İş (BMİS) üyesi oldukları için işten çıkardığı 22 işçinin yerine işçi almaya çalışıyordu. Mas Daf patronu BMİS üyesi işçileri işten çıkarma gerekçesi olarak ‘kriz’ ve ‘küçülme’ gerekçesini ileri sürmüştü.

Türkan Albayrak kazandı Paflabahçe Devlet Hastanesi’nde sendikal› oldu¤u için iflten ç›kar›ld›ktan sonra tek bafl›na direnifle geçen tafleron temizlik iflçisi Türkan Albayrak, 5 Kas›m günü kazan›ma ulaflt›. Albayrak, direniflinin 118’inci gününde ‹stanbul ‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü yetkililerinin Sar›yer Toplum Sa¤l›¤› Merkezi’ndeki ifl teklifini kabul etti ve direniflini sonland›rd›. Albayrak, taflerona ve güvencesizli¤e karfl› mücadelesinin sürece¤ini belirtti. Albayrak, iflten ç›kar›ld›ktan sonra üyesi oldu¤u Türk-‹fl’e ba¤l› Sa¤l›k-‹fl taraf›ndan sahiplenmemifl ve tek bafl›na hastane bahçesinde çad›r açarak direnifle geçmiflti. Direnifl süresince çevik kuvvet polisinin sald›r›s›na u¤ram›fl ama eylemine kararl› bir flekilde devam etmiflti. Albayrak’›n direnifli demokratik kitle örgütleri, direniflteki iflçiler, ilerici kurumlar ve sanatç›lar taraf›ndan ziyaret edilmiflti. Albayrak, 29 Ekim günü açl›k grevine bafllam›flt›. Albayrak, 5 sene önce Türk Telekom’da çal›fl›rken sendikal› oldu¤u için iflten ç›kar›lm›fl, açt›¤› davay› kazanm›flt›; ancak evi Sar›yer’de olmas›na ra¤men ‹stanbul Anadolu Yakas›’nda bulunan Paflabahçe Devlet Hastanesi’ne sürgün edilmiflti.

Lüks inşaat işçiye mezar oldu

2

2 Ekim’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ile Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir, inşaatlarda yaşanan iş kazalarını önlemek için bir protokol imzalamışlardı; ancak inşaatlardaki iş kazaları azalmadı. 10 Kasım günü Konya’da 25 katlı inşaatın 17’nci katındaki asansör boşluğunda iskele üzerinde kaynak yapan 4 işçi, iskele halatının kopması sonucu beton zemine çakıldı. Teli kopan asansör de işçilerin üzerine düştü. İşçilerin 4’ü de hayatını kaybetti.

Dicle Tıp taşeronu savunuyor

H

astanede çalışan işçilerin taşeronun değil hastanenin işçisi oldukları Çalışma Bakanlığı’nın 2009’da aldığı kararla ispatlanmasına rağmen, Dicle Tıp yönetimi her ay 11 bin TL ceza ödemeyi göze alarak işçileri taşeronda çalıştırmakta ısrar ediyor. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 23 Kasım’da yeni işçi alımı için ihale açacağını açıklamasının ardından Dev Sağlık-İş üyesi 300 işçi 9 Kasım günü hastane önünde yönetimi protesto etti.

Siz hala yaşıyor musunuz?

‘Ö

lmek istemiyoruz’ diyen tersane işçilerine açılan dava 1 Kasım’da Tuzla Adliyesi’nde görüldü. DİSK Limter-İş’in, iş cinayetleri ile esnek ve kuralsız çalıştırmayı protesto etmek için 27-28 Şubat 2008 tarihinde gerçekleştirdiği greve katılan ve polis saldırısı sonucu gözaltına alınan 75 işçi hakkında açılan davanın ikinci duruşması 7 Şubat 2011 tarihine ertelendi. Tersane işçilerinin soruşturulduğu süre içinde 101 tersane işçisi iş cinayetine kurban gitti.


10

KİBELE 12 Kas›m 2010 / 25 Kas›m 2010

Halk›n Sesi

2 5

K a s › m

2 0 0 9 ’ d a n

2 5

K a s › m

2 0 1 0 ’ a

Kadına dönük şiddetin 1 yılı K

adın, ‘erkek adamlar’dan, erkek egemen medyadan, tüm erkek egemen dillerden, erkek egemen yasalardan, erkek egemen yargıdan, erkek egemen bilimden, erkek egemen inançlardan her gün, defalarca şiddet görüyor

Y

ıllar kadına yönelik şiddette pek bir değişiklik getirmese de, kadın hareketi, görmeyen gözlerin görmesini, duymayan kulakların duymasını sağlayacak mücadele yöntemleri geliştiriyor. 25 Kasım’a şiddetin teşhiri ile gidiliyor

Erkek dediğin yargılanmaz Ş

iddet gören kadınlar, ikinci bir şiddet unsuru olan yargı kararları ile yüzleşmek zorunda bırakılıyor. Haksız tahrik indirimleri ile şiddet uygulayan erkek yerine şiddete uğrayan kadını yargılayan ve cezalandıran kararlar alınıyor. Tecavüzcüler için karar yıllar sonra veriliyor. Ceza miktarı aradan geçen yıllar kadar dahi tutmayabiliyor. Ya da adli tıp raporu gelmediği için davalar 1,5 yıl daha ertelenebiliyor. CÜBBE ÇIKARTTIRAN KARARLAR 30 Eylül’de Ankara Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında, tecavüzcü iki sanık tahliye edildi. Nedeni Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek raporun gecikmesi. Rapor için randevu 1,5 yıl sonraya verildi. Ankara’da üniversite öğrencisi İ.G, iki kişi tarafından kaçırılarak tecavüze uğradı. Ankara Adli Tıp Şube Başkanlığı’nın ve Ankara Numune Hastanesi’nin verdiği raporlarla da kanıtlanan tecavüz olayı için avukatların Adli Tıp Kurumu’ndan rapor istenmesine gerek olmadığına dair talebi reddedildi. Sanıkların 7 aylık tutukluluk süreci de sona erdirildi. Karar üzerine, İ.G.’nin avukatları duruşma salonunu cübbelerini çıkararak terk etti. YETMEZSE TECAVÜZ SUÇ OLMAKTAN ÇIKSIN 2003 yılında 12 yaşında iken 33 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç. davasını bu yıl nihayet sonuçlandıran karar, hayal kırıklığı yaşattı. Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin dosyası 4 beraat kararı, 28 sanığın 1-6 yıl arasında değişen hapis cezası ile kapandı. Avukat Reyhan Yalçındağ Baydemir dosyayı temyize götüreceğini açıkladı.

Erkeğin değil sayıların dedikleri B

asına yansıdığı kadarı ile erkekler son bir yılda yaklaşık 250 kadın öldürdü, en az 120 kadını yaraladı. 500 kadın ve çocuk taciz ve tecavüze uğradı. Bu sayılar ancak yargı yoluna başvuran, basına haber veren mağdurların sayısını gösterebiliyor. İstatistiklere göre dünyada üç kadından en az biri hayatında bir defa erkekler tarafından dövülüyor, sekse zorlanıyor, taciz ediliyor. Tespit edilebildiği kadarıyla kadınların % 47’si cinsel ilişkiye zorlanıyor. Türkiye’de evli kadınların % 15’i eşinden şiddet gördüğünü söylüyor.

HEMC‹NS‹N‹ DESTEKLER G‹B‹ Ulaşılan sayısal veriler dahi kadınlar susmak zorunda bırakıldıkları için doğruları söyleyemiyor. Konuşmak isteyen, şikâyetçi olan kadınlar şiddet gördükleri eşlerinin evine gönderiliyor. Devlet, hemcinsini destekler gibi erkek şiddetinin arkasında duruyor. Şiddete karşı kadın hareketinin yol gösterici tavrına rağmen halen Hacettepe Üniversitesi rektörlüğü kadınların gece dışarda yalnız yürümemesini tacize çözüm olarak gösteriyor. Öte yandan sayılar, yine ortaya

Aynadaki yüzümüz medya Ş iddetin dili televizyon, gazete, internet ve tüm medya kanalları ile yeniden üretiliyor. Dil kadına yönelik şiddetin aracı oluyor. Kimi zaman medyanın ‘olur’ verdiği, çoğunluk tarafından kabul görüyor. Tacize uğrayan kadını anlatan bir haberin sonunda kadının aslında çok açık giyindiğini öğreniyoruz. Karısını bıçaklayan adamın bir cinnet geçirdiğine ikna ediliyoruz. Sokak ortasında sevgilisinin fiziksel şiddetine maruz kalan mankenin zaten çok sevgili değiştirdiğini, ‘kim bilir neler yaptığını’ düşünmeye itiliyoruz. Öldürmeye varan erkek şiddetini ‘kıskançlık krizi’ olarak değerlendirir oluyoruz. Her seferinde kadını, ya kocasının karısı, ya abisinin kız kardeşi, ya oğlunun annesi olarak tanıyoruz. Artık özne,

saldırgan erkekken, empati kurulması gereken de o oluyor. Öyle ki gazetede kendini okuyan bir kadının kendisini suçlamaktan başka çaresi kalmıyor. Manken bir kadından, ev işçisi kadına; bir Kürt kadın şarkıcıdan, Rus bir turiste, her kadın kendi öznel şartları içinde ama medyada aynı şiddete maruz kalıyor. Fatmagül’e tecavüz sahnesinin promosyon haline getirilmesi, piyasaya sürülecek şişme bebek için Şok gazetesindeki “İsteyen Fatmagül’e tecavüz bile edebilecek’ şokundan sonra, ilgi çekeceği düşünülen bir projenin daha ekrana taşınması bekleniyor. Türkiye sinemasının tecavüz dendiğinde ilk akla gelen filmi İffet’in dizisinin yapılacağı haberleri dolaşıyor. Tabii ki film/diziyle ilgili tek bahsedilen yan Müjde Ar’ın oynadığı İffet’e

edilen tecavüz. Kadını yok sayarak şiddet uygulamanın bir yolu da sanal ortamda bulundu. Son bir yılda görünürlük kazanan İnci Sözlük, genele yapılan bir hitap kelimesi olarak ‘beyler’ sözcüğünü köşe yazarlarından, internet sitelerine ve sokağa, sokaktaki kadına kadar taşıdı. Köşe yazarı Sibel Arna’nın ev işçisi kadınların insan olduğunu yadırgadığı yazısıyla yüz yüze kalan ev işçisi kadınlar, Arçelik reklamlarıyla en büyük hediyesi buzdolabı olan ev kadının reklamla gördüğü şiddetten azıyla karşılaşmıyor. İş öyle bir yere varıyor ki 27 Ekim’de Takvim gazetesinde bir haberin başlığı ‘Dizini değil, kızını dövdü’ şeklinde verilip, atasözündeki şiddet yeniden üretilebiliyor.

çıkarılabildiği kadarıyla, etrafa güvenilmediği için sokaklara çıkması engellenen kadınların ve çocukların en çok aile ve yakın çevresi tarafından sözlü, fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığını söylüyor. Çocuk, güven duydukları yakınları tarafından istismara uğradığı için, kadın başka çaresi olmadığını düşündüğü için susuyor. B‹Z‹M KADINIMIZ KOCASINA SI⁄INIR(!) 2009 yılının kadına dönük şiddet haberlerinin en cok gündem olanı Sıdıka Platin’in hikayesi olmuştu. Hikayenin devamı, 2010’u daha da

can yakarak meşgul etti. Eylül 2009’da kocası tarafından kulağı kesilen Sıdıka Platin, 1 yıllık hapis cezası ertelenen kocasının evine dönmek zorunda bırakıldı. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf, kadın örgütleri ve BDP’li Milletvekili Fatma Kurtalan’ın konuya dikkat çekmesine rağmen, işkenceci kocası ile aynı evde yaşamaya terk edilen Platin için koruyucu tedbir almadı. Sonucu, Platin’in Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Hastanesi’nde komalık halde yatması oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sonraları kadın sığınmaevi konusunu

açan kadınlara “Bizim kadınımız sığınmaz” cevabı Platin’in sığınma evinden koca evine döndürülmesinin ideolojik dayanağını oluşturuyor olmalıydı. Yılın tecavüz zinciri Siirt’te (Pervari) ortaya çıktı. 35 kişi, bir kasabanın haberdar olduğu tecavüzler zincirinin sanığı oldu. Duruma derhal el koyan devlet, davaların gizliliği kararı aldırdı. Kız çocuklarının güvenliği yerine, Pervari’deki devlet görevlilerine leke sürülmemesi için büyük titizlik gösterildi: Ekim’de 5 tahliye kararı verildi.

İlle de kadın mücadelesi T

ürkiye kadın hareketi son bir yılda eylemlerini güçlendirdi. Medyada yer etmiş yazarların hassasiyetini artırdı. Dünya kadınlarına Türkiye’de ev sahipliği yaptı. Kadına dönük şiddette haksız tahrik indirimi uygulayan yargıyla mücadele etti. Kadınların anayasası talebini yükseltti. 29-30 Haziran’da, Dünya Kadın Yürüyüşü’nün durağı İstanbul oldu. Kadına ve kadın haklarına yönelik şiddet konusunun da başlıklardan biri olduğu oturumlarda dünya kadınları sorunlarını paylaştı. DKY, yayımladığı deklarasyonda “Kadın aktivistlere yönelik devlet kaynaklı her tür şiddete karşı olduğumuz gibi, özellikle Kürt kadınları ve çocuklarına yönelik cinsel tacizin devlet politikası haline getirilmesine de karşıyız. Hepimiz, ulusal, cinsel ve sınıfsal sömürüye karşı mücadeleyi sürdürmekte kararlı, ezilen ulusların kadınlarının yanında yer alıyoruz” cümlelerine yer verdi. Sosyalist Feminist Kolektif’in erkek şiddeti davalarında haksız tahrik indirimi uygulamalarına karşı yürüttüğü mücadele de son bir yılda devam etti.

SFK’nın takip ettiği davalarda haksız tahrik indirimi uygulanamadı. Kadınların sokağa ve iş yaşamına çıkmasını engelleyen erkek şiddetine karşı Halkevci kadınların yürüttüğü ‘Her iş yerine kreş’ kampanyası ile kreş hakkı mücadelesi görünürlük kazandı. Son olarak KESK’in yaptığı işe çocukları götürme eylemi ile kadınların çocuk bakımı konusunu üstlenmek zorunda bırakıldığı için ş yaşamındaki süregelen eksikliğine karşı talepler dile getirilmiş oldu. Kadın cinayetlerine tepki olarak ve kadına yönelik şiddete karşı kurulan ya da sürdürülen kadın platformlarıyla ilden ile yayıldı. Platformlar, Ankara, Adana, İstanbul, Bursa, Eskişehir, İzmir ve bir çok ilde kadın sorunuyla ilgili eylemler yaptı. Platform’un düzenli eylem kararları ile il il, kadına yönelik şiddete kamunun dikkati çekildi. Şiddete karşı mücadelede yön çizildi. Öyle ki Adana’da eşine şiddet uyguladığı gerekçesi ile boşanma davası açan P.Ç.’nin duruşmasına akrabaları, komşuları pankartlarla gelmiş, erkek şiddetini protesto etmişti.


11

YÜZ YÜZE 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Mülkiyeliler öğrencilerin yanında

Halk›n Sesi

Orta sınıfın ilk göz ağrılarından olan ve sol liberalizmin Türkiye’de kendine yer edinmesinde önemli rol oynayan Radikal gazetesinde yaşanan değişim basitçe bir gazetenin ya da sermaye grubunun yaşadığı değişim olarak değerlendirilebilir mi? Bu değişimin Türkiye’nin sınıfsalsiyasal yapısında yaşanan köklü değişimin bir yansıması olduğunu söylemek çok da öznel bir değerlendirme değil.

Radikal’in evrimini, yeni orta sınıf üzerine çalışmalarıyla tanınan, Birgün gazetesi kültür-sanat editörü Ali Şimşek’le konuştuk. Şimşek, Radikal’in de bir parçası olduğu sol liberalizm blokunun 2001 krizinin de etkisiyle sol liberal muhafazakar bir blokta mantıksal sonucuna eriştiğini; bugünkü değişimin de orta sınıfın geçirdiği evrim içinde değerlendirilebileceğini söylüyor.

Ö⁄RENC‹ DE ‘SEN‹ KONUfiTURMAM ARKADAfi’ DEME HAKKINA SAH‹PT‹R

AKP SBF’ye meydan okuyunca K 9 6’da sol liberalizm net görünür hale geldi. Siyasal olarak da yer aradı, bunu solda yani eski ÖDP’de bulamadı ve bu dönem AKP’de buldu

riz orta sınıfa da medyasına da yansıdı. Yeni orta sınıfın neredeyse tek gazetesi olduğu için, Radikal siyasal olarak da değişmeye başladı

bölgede en çok okunan gazete haline geldi. Bu, Taraf’ı özel olarak, bir odak olarak da güçlendirdi. Radikal bu süreçte dönüşmek zorunda kalacak, biçim değiştirecekti. Sonra, Referans gazetesi yayın yönetmeni Eyüp Can geldi, böyle bir değişikliğe karar verdiler. “Böyle bir atak yapalım, bu yeni orta sınıfın belli bir kısmını harmanlarız” diye.

R

adikal gazetesindeki dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? Radikal neye dönüşüyor? Radikal ne? Nasıl bir gazete? Radikal benim yeni orta sınıf gazetecilik dediğim şeyin, en billurlaşmış hali. Şunu kastediyorum, Türkiye’de 1986’dan itibaren denenen, Yeni Gündem ile başlamış, dergi boyutuyla, Nokta’yla habercilik anlamında başlamış bir süreç var. 90’lı yıllara gelindiğinde gazetecilikte bazı şeyler denendi. Denenen şey şuydu: Entelektüel, eğitimli, kentli, gelir seviyesi yüksek, ağırlık olarak beyaz yakalı bir kesimi yakalayabilen gazetecilik. Hürriyet gibi değil. Satışlarının bundan gayrı olamayacağı bilinen ama entelektüel, hayat tarzı boyutu olan, yeni orta sınıf dediğimiz, özellikle 90’lı yıllarda eklenmiş, üniversite mezunu, geliri yüksek, ağırlıklı olarak da hizmetler sektörü çalışanları arasında bir yeri yakalayabilecek bir gazete tasarımı. İşte Yeni Binyıl, Yeni Yüzyıl’ın tasarımı da minimalistti. O zaman bu kavram çok telaffuz edilmese de siyasal uçta sol liberalizm dediğimiz bir yerde dolaşıyordur, çünkü yeni orta sınıfın doğal ideolojik dokusu sol liberalizm. Bildiğimiz o klasik mizanpajda değiller bunlar. Bol yazılı, grafik tasarımı da iyi olan. İlk girişimler tutmadı tabii fecaat oldu. Niye tutmadı? Yeni orta sınıf kendi kültürel sermayesini oluşturmamıştı kentte. Yeni orta sınıfa yönelik kent 90’ların ortalarında oluştu. Beyoğlu’nun dönüşümü falanla filanla kafeler, barlar, kültür merkezleri… Buranın hedef kitlesi yerel tasarım, mahalleler falan değil. Sonra 90’ların ortasına gelindiğinde Yeni Yüzyıl tuttu. Sol liberal bir vurguyla, kimlik, çoğulluk, melezlik gibi neoliberalizme çok rahat eklemlenebilecek yerlerden meseleye bakıyorlar. Onu da eğitimli kent sınıfları yakalayabiliyordu. BANKACI GAZETESİ Yeni Yüzyıl tuttu, bankacı gazetesi oldu. 90’ların sonuna doğru yeni orta sınıfın kendi kültürel sermayesi, hayat tarzı sol liberalizm olgunlaştığında Doğan Grubu da rakip olarak sol kadrolarla, Radikal kampanyasıyla çıkış yaptı. Birikmiş sonra da taşmış entelektüel yeni orta sınıfı yakalamayı başardı ekleriyle, Radikal İki’siyle falan. Radikal’i Radikal yapan eski sol kadroları. Onun dışında çeşitlilik, farklılık, melezlik çerçevesinde sağcıları aldı. 90’ların ikinci yarısından itibaren hızlanan kentsel dönüşüm, yeni orta sınıfın krize çok yakın olmasına rağmen cüretli özgüveni, hayat tarzcılığı içinde sol liberalizm özellikle Radikal İki üzerinden ilerletildi. Bir tür clubber gazetecilik oluştu Radikal’de. Şehri yaşayalım, şehirde ne var, diyerek; neoliberalizmin önemli ayaklarından biri olan kentsel dönüşümü gizleyen, yoksulluğu gizleyen urbanizmi savundu Radikal. Babaları Milliyet okuyan çocukların okuyabileceği bir gazete haline döndü. Alt sınıflar da var ama üniversite okuma oranının, bütçenin yüksek olduğu yer orta sınıflar olduğu için onları tavladı. Radikal bunu tek başına mı yaptı? Bu sadece Radikal’in gücü değil

elbette. Gramsci’nin tarihsel blok kavramından esinlenirsek söyleyeyim İletişim Yayınları, Tarih Vakfı, İKSV, Bilgi Üniversitesi ve Radikal gibi bir sol liberal blok oluşturdu. ÖDP’nin ilk dönemlerini de buraya dahil edebiliriz. Siyasal anlamda sol liberalizm pişti. 86’da Yeni Gündem ve Sokak dergisiyle uçları çıktı. 96’larda sol liberalizm net görünür hale geldi. Siyasal olarak da yer aradı, bunu solda yani eski ÖDP’de bulamadı ve bu dönem AKP’de buldu. AKP’de buldu çünkü o dönem sağ muhafakazar hareketler de post modernizm etkisi altında dönüştüler. Kimlikçilik, ötekicilik… aynı kaynakları okudular. Onlar daha iyi beslendiler, çünkü modernlikle dertleri vardı. Radikal bunu tuttu. Kentiyle, yemesi içmesiyle, siyasal kimlikçiliğiyle, politik doğruculuğuyla, özellikle Kürt sorunundaki politik doğruculuğuyla. “Kürtlere de hakları verilmesi gerekiyor” falan. Ama hiçbir zaman da radikal olamadı. Radikal’in hep Doğan Medya’yla ya da iktidarla bir sınırı oldu. Taraf kadar radikal olamadı. 2001 bankacılık krizi yeni orta sınıfı ağzının tadıyla bırakıverdi. İnsanlar endişelendi, işsiz kaldı, maaşları düştü. Hiç bitmeyecek gibi görünen 90’lı yıllar bitti. Bu şoku hala yaşıyorlar. Bitmiş falan değil. Marx’ın yüzünün görünmeye başladığı dönem. 11 Eylül, 99 depremi... 2001’den sonra çocuk isimleri bile değişti. DİE’ye göre en çok

Taraf ile Cumhuriyet’te simgeleşen siyasal kutuplaşmada orta sınıfı tavlayacak bir üçüncü yola ihtiyaç vardı, yeni Radikal bu Yusuf’la Zeynep isimleri verilmiş geçen yıl. Bu neyi gösteriyor? Yeni orta sınıfın geniş aileye doğru açıldığını gösteriyor. Çünkü yalnız yaşayan özgüvenli birey işsiz kaldığında, ölüm korkusunu tattığında bu isimlere de yansıyor. Kriz hayat tarzını, yeme içme kültürünü, bütçeleri değiştirince bu da orta sınıf medyasına yansıdı. Önce Radikal’e yansımaya başladı, yeni orta sınıfın neredeyse tek gazetesi olduğu için, siyasal olarak da değişmeye başladı. ÖDP’nin içerisindeki sol liberalizm tasfiye oldu. Birgün çıktı. Orada da tabiî ki aynı ÖDP’nin içindeki gibi tartışmalar oldu. Onu Radikal gibi yapmaya çalışanlar gittiler. Yani Birgün’ün çıkışı da yeni orta sınıf gazeteciliğin kırılmasına denk düşüyor. Siyasal kırılmalar vs.

Bu sürecte AKP’nin iktidara gelişini nasıl değerlendirebiliriz? AKP bir taraftan İslamcı yeni orta sınıfın da temsilcisidir. AKP’nin içinde şimdi İslami yeni orta sınıf damarı var. Çünkü bunlar üniversite okudular, yabancı dil biliyorlar, küreselleşmeye daha açıklar, daha liberaller, kendisi içki içmese bile içki içen bir adamla oturur. AKP orayı da yakalıyor. AKP de güçlenince tabii sermayeler arası çatışma, Doğan Grubu’yla AKP arasındaki çatışmalar Radikal’i iyice zayıflattı. Cumhuriyet mitingleri, CHP, aydınlanmacılık, “şeriat geliyor” falan… Doğan da doğal olarak amiral gemisini oraya kıvırdı. Öyle olunca vergi vs ile AKP Doğan’ı iyice boğdu. Sol liberal muhafakazarlık diyebileceğimiz bu sürecin 2008 krizini de yönetebilecek bir gazetesi gerekiyordu. Bu Sabah olamaz, ideolojik olarak oraya dokunabileceği bir gazeteye ihtiyacı vardı. İşte o dönemde Taraf çıktı. Taraf büyüdü 60 bin gibi bir tiraja yükseldi ve Radikal’i geçti. AKP’nin bu aradaki strateji değiştirmeleri, bazen kendi tabanını bile üzecek kadar liberal olması; Kürtler, Ermeniler, azınlıklar hakkında neredeyse solcu gibi söylemler tutturması. Bunlar küreselleşmeye açık, liberal ve sol liberal duyusu olan sosyal demokrat bir dokusu olan eğitimli beyaz yakalıları cezbetti. Güneydoğu’da yeni orta sınıfın dışında olan geniş halk kitlelerini de cezbetti. Şimdi biraz ayrılıyorlar ama bir dönem Taraf

TARAF-CUMHURİYET ARASI Can’ın ilk deklarasyonlarından biri şuydu: “Taraf-Cumhuriyet arası bir gazete yapacağım.” CHP-AKP kutuplaşması, Taraf-Cumhuriyet arası kutuplaşmada üçüncü olarak bu olaya dahil olabilecek, yeni orta sınıfı tavlayıp korkuları bastıracak bir gazete lazımdı. “Teğet” hikayesi bir kesimi etkiledi. Adamlar baktılar “yapıyor bu herifler” diye. Sosyal demokrat duygulara sahip kişiler AKP’ye oy verdiler. Buraya konumlandırmaya çalıştılar Radikal’i. Bu siyasal kırılma, okur polarizasyonu (kutuplama) üretiyor. Cumhuriyet tiraj arttırıyor, Taraf büyüyor, Radikal buralara oynuyor. Bir tür denge, gaz alma. Birgün, Cumhuriyet, Taraf, Evrensel, bazen Günlük’ün de dahil olduğu bir hatta girip gaz alacak. Tam olarak neyle karşı karşıyayız? Tarihsel bloktan bahsettim. 2000’lerden sonra AKP’nin gelişiyle değişti. Bu blok, AKP’ye yakın büyük sermaye grupları, entelektüel odaklar, vakıflar, kültür odakları, Şehir Üniversitesi, hem eski hem yeni liberal muhafazakarlardan bir hat oluşuyor. Eski bloktan birçok adam bu bloğa yöneldi. Bu bloklaşmayı da iyi düşünmek gerekiyor. Ve de bizim üçüncü blok işte. Buranın parası yok, yeterli insan kaynağı yok. Biz iyi olsak da kötü olsak da buradaki gazetelerde güçlendik. Akıllı uslu adamlar için de buraya dahil olmak gibi bir şey var. Birgün okuyan birçok insan, çok sevdiğinden dolayı değil de bulamadığı için okuyor. Taraf’ta yok, Radikal’de yok, Cumhuriyet’te yok. Nerede var? Evrensel’de var. Onun için medyadaki dönüşümü biz de iyi okursak, yeni orta sınıfı iyi okursak, onların hayal kırıklıklarını iyi okursak, onların beyaz yakalı işçi olduklarını keşfetme süreçlerine girdiklerini okuyup, “Sen yeni orta sınıf değilsin, sen aslında işçisin” diyebilirsek, iyi organize olabilirsek sosyalist medya için güçlü bir aralık bu. Siyaset geri dönüyor. Çünkü sinizm kırılıyor 90’lardan sonra, Marksistler geliyor, gerillalar geliyor, Chavez var. “Tarih bitti” falan dönemi kapandı artık.

Orta sınıf gazeteciliği Taraf’la değişti

T

araf çıktığında kimse şans vermedi. Uzun süre yüksek fiyatla satmak zorunda kaldı. Battı batacak dendi. Ama sonra AKP’yle hızlı temaslar başladı. Gazete ilanlarının yanında Fethullahçı ajansların reklamları vardı. Bu kadar basit ve netti. İslami yayınevi ilanlar, AKP üzerinden devletten gelen ilanlar, Taraf’ın krizini aşmasını sağladı. Radikal’e alternatif bir yeni orta sınıf gazetesi daha çıktı. Sol liberal duygusu olan, türbanlı yazarları olan bir gazete hızlı bir biçimde tahkim edildi. Servis edilen dosyalarla sürekli Genelkurmay’ın açıklarını çıkararak tiraj yükseltti. Çok büyük manşetler patlattı. Ordu içinden sızdırılmazsa bulunamayacak manşetler bunlar. Onun dışında entelektüel

dokusuyla dergiler, kültür sanat ekleri vs vermeye başladı. Yasemin Çongar yeni orta sınıf kültürü yazılar yazıyor, dünya edebiyatı falan. Böylelikle Radikal’den büyük okur aldı. CHP’den ürkmüş yeni orta sınıfın büyük bir kısmına, “Ya, doğru söylüyor bu” dedirtti. Sol liberalizmin kafasıyla Radikal’den büyük yazarlar transfer etti, Murat Belge falan. Hem İslami muhafazakar yazarları hem hiç solcu olmamış ama sola ayar veren adamları bünyesine kattı. Sol liberalizmin, İletişim ve Birikim alanından, yayınevi olarak da 90’lı yılların Ayrıntı yayınlarından gelen o sol liberal birikim çok şoven biçimde Taraf’ta pişmeye başladı. Taraf ordu düşmanlığını bir tür sol dil gibi kullandı, birçok insanı etkiledi.

Liberalizmin altın çağında Radikal’in hedef kitlesinin yaş grubuna baktığımız zaman aşağı yukarı 67-74 doğumlu, benim 88 kuşağı dediğim yerin yoğunluğu var. Radikal’in çekirdek okur grubu 90’lı yılların profesyonelleri. 35-40’lı yaşlarda bir okur profili. Radikal 1996’da çıktı. 96, Türkiye ölçeğinde neoliberalizmin kültürel görünülürlük hayat tarzının altın çağları. Yani çöküşe birkaç sene kala kafeler, barlar, her şey cuk oturmuş, 90 yılların meyvelerinin alındığı bir kent tipi var. Yani Radikal yenilikçi bir gazetedir. Yani yeni orta sınıfın diliyle çok uyar. Birçok genç ya da orta yaşlı köşe yazarları olur olmaz hepsi ironik yazarlardır. Perihan Mağden’in dili mesala alaycıdır. Yıldırım Türker, bir önceki kuşak olsa da Yıldırım’ın yeni orta sınıf tarafından sevilme nedeni şu: Mehmet Ağar’a vuracağım diye, kavruk yüzlü falan filan Mehmet Ağar üzerinden kavrukları aşağılar. O da bankacının hoşuna gidiyor.

Eyüp Can

Cemaatin altın çağında Eyüp Can, Zaman gazetesinin temsilcisi. Tam bir yuppi. Özellikle 80’li yılların ikinci yarısı üniversite okuyan böyle parlak çocuklar vardır. Sınıfın çalışkanı, siyasete çok bulaşmayan, sınıfın en güzel kızıyla evlenen, ekonomi kulüplerine takılan, kariyer günleri düzenleyen… Zaten Fethullahçıların yeni orta sınıfı tavlama stratejisi bu şekildedir. Artık Fethullahçılık da biçim değiştirdi. O geleneksel dershaneler, evler de var ama aynı zamanda özellikle başarılı üniversite çocukları için daha esnek bir iş network’ü var. Öyle tanıdıklarım var, hiç namaz niyaz bilmez o geniş iş network’ü içinde. Eyüp Can, Referans’ı yönetiyordu. Referans dediğimiz iş gazetesi, iş adamlarına, profesyonellere, beyaz yakalılara hitap eden, içinde kültür de, sanat da, yemek de olan bir gazeteydi. Radikal’in ekonomi eki falan gibi düşünün ama daha operasyonel. Sonra birleştirmeye karar verdiler. Ona da Eyüp’ü uygun gördüler. Eyüp’ün seçilmesi şu açıdan önemli; sıkışan Aydın Doğan’ın AKP ile bir şekilde uzlaşması da gerekir. Burası da önemliydi, bu zaten hemen BİM ilanlarıyla Radikal’e de yansıdı.


12

DOSYA 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

Su yaşamdır d e r ken? i bugünün HES’lere karşı mücadeley kilendirebilisınıf mücadelesiyle nasıl iliş lesinde riz? Halkın hakları mücade arileşirilmebugün öne çıkan suyun tic beral saldırının sine karşı mücadele neoli hizmetleri emeği güvencesizleştirme, talaştırma piyasalaştırma, doğayı me gereği mi? saldırısını durdurmanın bir anı dünyaya Yaşamı savunmak için ins kapitalizme ve kendisine yabancılaştıran karşı olmak mı gerekiyor?

“Su akar, Türk bakar lafını değiştiriyoruz su akar Türk yapar” Erdoğan bu sözleri boşa sarf etmedi. Türkiye’de toplam 730 baraj var. Şu an işletmeye açılmış 187 HES var. 1576 tanesi ise Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan izin almış ve hayata geçmeyi bekliyor. HES projelerinin çok büyük bir kısmına AKP iktidarı döneminde izin verildi.(Cumhuriyet gazetesi, 23 Mayıs 2010, Orhan Kural’ın haberi) HES’lere karşı mücadele bu projelerin önünü açan AKP döneminde yükseliyor. HES karşıtı mücadeleler içinde bu projeler tarımsal üretim yapan köylüleri ve onların yaşam alanını tehdit ettiği için köylü karakterli direnişlerin yaygınlık kazandığı görülüyor. Fakat kentlerde hak mücadelesi veren örgütler ve HES tehdidi altındaki yörelere ait hemşeri dernekleri de bu mücadelenin bileşeni oluyor. Bu bileşenin yürüttüğü mücadele “insanca bir çevrede yaşama” ve “su hakkı” mücadelelerinden yola çıkıyor fakat her hareket gibi içerisinde hizmetlerin piyasalaştırılmasıyla uzlaşan eğilimleri ya da aksine hak mücadelelerinin ilerletici çizgisini besleyen eğilimleri barındırıyor. Bu ikinci eğilim sermayenin saldırılarının bütünlüklü olduğu ve hizmetlerin piyasalaştırılması, temel ihtiyaçların ve doğanın metalaştırılması amacını taşıdığı tespitinden hareket ederek mücadelelerini sınıf mücadelesinin güncel dinamikleriyle ilişkilendiriyor. HEM ŞEHİRDE HEM KIRDA Kentlerde verilen su hizmeti kamusal bir hizmet olmaktan çıkartılıyor. Hem özelleştiriliyor hem de fiyatı her geçen gün artıyor. Kırlarda ise derelerin satışı anlamına gelen ‘kullanım hakkının devredilmesi’ uygulamaları ve köylülerin sulama gibi tarımsal

Doğa ticarileşirken HES’lere karşı mücadele HES’ler sermayenin doğayı metalaştırma ve temel hizmetleri piyasalaştırma saldırısının bir parçası. HES direnişleri bu yönüyle neoliberalizme karşı halkın hak mücadelelerinde öne çıkıyor

Rize’de bir HES inflaat› üretim için kullandığı suyun fiyatlandırılması çabası aynı sürece hizmet ediyor: Suyun ticarileştirilmesi. Suyun ticarileştirilmesi, su hizmetinin kamusal bir hizmet olmaktan çıkması, kentlerde su hizmetinin özelleştirilmesi, kırsal alanlarda ise akarsuların toplumun ortak mülkiyeti olmaktan çıkarak kişilerin mülkiyetine girmesi olmak üzere iki temele dayanıyor. Kentlerde ücretli emek için suyun özelleştirilmesi su fiyatını arttırdığından ücretlerin erimesi, kırda ise köylüler mülksüzleşmesi anlamına gelecek. Örneğin sadece Dersim’de 11 baraj sonucu, 84 köy ve yüzden fazla mezra boşaltılacak. SATIŞIN PRENSİPLERİ Suyun ticarileştirilmesi sermayenin hedefleri arasında yer alıyor. Son 30 yılda neoliberalizm temel yaşamsal ihtiyaçları karlı bir pazara çevirirken, su

da bu süreçten nasibini aldı. Su ilk defa 1992 Birleşmiş Milletler Dublin Konferansı’nda bir ekonomik mal olarak tanımlandı. Suyun metalaşması sürecine yol gösterecek ‘Dublin prensipleri’ olarak anılan kararlar alındı. 15 Nisan 1994’te imzalanan Hizmetler Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile eğitimden, enerjiye ‘hizmetler’ alanının piyasaya açılmasının uluslararası hukuk düzeninde temeli inşa edildi. Anlaşmaya imza atan ülkeler farklı başlık altındaki temel hizmetlerin ‘serbest piyasaya’ açılmasını taahhüt etti. 2001 yılında su hizmetleri GATS anlaşmasına dahil edildi. “Suyun ticarileştirilmesine yönelik en kapsamlı anlaşma olarak nitelenen Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) GATS anlaşmasındaki “su yatırım ve ticareti” başlığı altında - Erişilebilir su kaynaklarının kimin yönetimi

ve denetiminde olacağı - Kullanılabilir suyun hangi kanallarla tüketiciye ulaştırılacağı, üretim, pazarlama ve dağıtım yetkisinin kimde olacağı - İçme suyunun üretim ve dağıtımının kimin tarafından ve nasıl yapılacağı gibi hususlar piyasa ekonomisine terk edildi.” (Türkel Minibaş - Suyun Ekonomi Politiği) BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ Su hizmeti kentlerde bir bütün olarak özelleştirildi. Bu süreçte önce DSİ ve İller Bankası gibi su hizmetinin alt yapısını kamu hizmeti olarak inşa eden kamu kurumları ya işlevsizleştirildi ya da suyun piyasalaştırılma süreçlerinin parçası haline getirildi. Bunu kentlerdeki su dağıtım hizmetlerinin belediyeler aracılığıyla piyasalaştırılarak, kar-zarar hesabı yapılarak verilmesi izledi. Aynı dönemde özelleştirme süreçleri öncesi yaşanan tipik

HES’ler Türkiye’de ‘terörle mücadele’ stratejilerinin parçası olarak kullanılırken başbakanın karşı çıkanları bastırmak için kullandığı söylem baraj karşıtlarını bölücü ilan etmeye dayanıyor

hizmetin kalitesini düşürme yöntemi suda da izlenerek kentlerde içme suyu kalitesi düşürüldü. Şişelenmiş su pazarına yer açıldı. Kullanım suyunda bunlar yaşanırken sermaye, akarsular için de çalışmayı sürdürdü. Suyun özel mülkiyetinin önünü açan, yenilenebilir enerji olarak nitelenen ve Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılamak için gerekli olduğu savunulan HES projeleri ortaya çıktı. HES’lerle suyun kullanım hakkı HES projesi sahibi firmaya devredildi. Bu anlaşmalar vesilesiyle yüzyıllardır etrafında yaşayan tüm canlıların kullandığı akarsular birden bir şirketin oluverdi. Doğanın metalaşmasına tanık olundu. Böylece suyun ticarileştirilmesi süreci hem kentlerde hem kırlarda adım adım hayata geçirildi. Sermayenin uluslararası düzenlemelerle alt yapısını oluşturduğu iktidar ise ihaleler, lisanslamalar yoluyla bu süreci hayata geçirdi. “Suyun ticarileştirilmesi sermayenin bütünlüklü programının bir parçasıdır . Bu bakımdan suyun ticarileştirilmesinin farklı biçimlerine karşı mücadele edenler başta olmak üzere; sermayenin tüm ortak toplumsal ihtiyaçları ve doğayı piyasalaştırma, emeği güvencesizleştirme saldırısına karşı mücadele edenlerin yani sağlık, eğitim, ulaşım, barınma hakkı mücadelesi verenlerin, Üçüncü Köprü'ye karşı yaşamı savunanların, GDO'ya hayır diyenlerin, ekme-biçme hakkını savunanların, güvenceli iş isteyenlerin mücadelelerinin su hakkı mücadelesi verenlerle ortaklığı görülmeli, farklı mücadele alanlarında dayanışma ilişkileri, ortak hareket ve örgütlenme biçimlerini geliştirmek hedeflenmelidir. (Halkevleri Doğu Karadeniz Su Hakkı Forumu Sonuç Deklarasyonu)

Barajla zapt-u rapt B

arajlar sadece enerji ve piyasalaştırma düzeneklerinin bir aracı değil. Türkiye topraklarında bir ‘terörle mücadele’ stratejisi olarak da kullanılabiliyor. Örneğin 2001 yılında yapılan Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’na katılan dönemin Devlet Su İşleri Genel Müdürü Veysel Eroğlu, Ilısu Barajı’nın Dargeçit’i su altında bırakarak örgütün geçiş yollarını keseceğini anlatmıştı. Ilısu Barajı’na karşı çıkan bölge halkı barajın bu gerekçelerle MGK toplantısında dahi gündem edildiğini aktarmıştı. Benzer bir durum Dersim’deki baraj projeleri için de geçerli. Munzur üzerine 13 baraj kurulması düşünülüyor. Munzur’da baraja karşı çıkan ve hemşeri dernekleri çatısı altında örgütlenen bölge halkı barajın bölgeyi insansızlaştıracağını ve Dersim’in ilçeleri arasındaki irtibatı keserek kentin il olma niteliğini yitirme tehlikesiyle

karşı karşıya kalacağını belirtiyor. Rüştü Demirkaya, 13 Ekim 2009’da Günlük gazetesinde yayımlanan yazısında Munzur üzerindeki baraj projesinin sık sık toplumsal kalkışmaların yaşandığı Dersim yöresini kontrol altına almak için gündeme getirildiğini belirtiyor. Demirkaya’ya göre “Erzurum Müşiri Samih Paşa, 1875'te 'asker ve vergi vermeyi' kabul etmeyen Dersim'e 'blok havuzlar' yapılarak kontrol altına alınmasını öneriyor. Samih Paşa'nın bu istemi 1896 yılından sonra Osmanlı'nın resmi politikası haline geliyor. Bu plan Cumhuriyet döneminde de işliyor. Mareşal Fevzi Çakmak Eylül 1930'da hazırladığı Dersim Raporu'nda, 'Blok havuzlar oluşturulup, Dersimlilerin çok uzak ovalara gönderilmesi ve Türk köylerine dağıtılması' gerektiğini belirtiyor.”

AKP’nin, HES’lere karşı iki taktiği Rize’de Koruma Kurulu HES’leri engelleyen bir karara imza atınca hükümet, kurulu ortadan kaldırmak için yasayı değiştirdi. Başbakana göre zaten HES’lere karşı çıkanlar ‘bölücü’

E

kim ayının son haftasında HES projeleri konusunda Türkiye’nin iki farklı coğrafi bölgesinde iki önemli gelişme yaşandı. Bu iki gelişme bir iktidar partisi olarak AKP’nin iki karakteristik özelliğini ortaya koyması bakımından anlamlıydı: Sermaye için siyaset yapmak ve karşısında yükselen toplumsal muhalefeti suçlu göstererek bastırmaya çalışmak. BURADA KURALLARI BEN KOYARIM Bu gelişmelerden ilki 22 Ekim’de Rize’de 22 farklı HES projesine mekan olacak İkizdere Vadisi’nin Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından doğal SİT alanı ilan edilmesi sonrası gündeme gelen kanun değişikliği. Hükümet, TBMM gündemine getirdiği Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı ile tüm tabiat kararlarını, doğal alanları kimlerin, nasıl kul-

lanılacağıyla ilgili karar verme yetkisini Çevre ve Orman Bakanlığı’na verecek.

“Zaten çevreyi koruma, kamu çıkarı gibi konuların sermaye çıkarları/ ekonomik büyüme/ piyasa ekonomisine kurban gittiği, bu çarkın siyasal iktidarlar tarafından himaye edildiği bir düzende ve hatta bir dünyada yaşıyoruz. Bizim ülkemizde durum iyice vahim, dahası, mevcut iktidar, zaten yeterli olmayan mekanizmaları da bir bir ortadan kaldırıyor. Kamu yararı adına ‘yerindelik denetimi’ni ortadan kaldırdıktan sonra, şimdi de, Sit alanı ilan etme gibi koruma, denetim yetkilerini Çevre ve Orman Bakanlığı’na devrederek, aslında devreden çıkarıyor. Böylece, önünde hiçbir engel ve denetim olmayacak bir kurguyu yasallaştırıyor. Asıl mesele budur.” ( Nuray Mert, Hürriyet 2 Kasım 2010)

Daha önce özelleştirmeler ve HES projeleri de dahil benzer birçok piyasalaştırma uygulaması yargı kararıyla durduruluyordu. Mahkemeler birçok ihale ve projenin iptaline hükmediyordu. Mahkemeler bu kararları ‘yerindelik denetimi’ görevine dayanarak alıyordu. Fakat 12 Eylül referandumuyla kabul edilen yeni anayasa değişiklik paketinde yargının yerindelik denetimi işlevi kaldırıldı. Bu değişiklikle hükümetin satış, ihale ve projelerinin önü açıldı. Hükümetin yargıyı devreden çıkartarak HES projelerinin önünü açmayı umduğu bir dönemde bu sefer de Kültür Bakanlığı’na bağlı kurullardan birisi olan Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu hükümetin karşısına çıktı. Yargıdan sonra bu kurulları da by-pass ederek devreye Enerji Bankalığı gibi çalışan Çevre ve Orman Bankalığı sokuldu.

ILISU’YA KARŞI OLMAK KCK DAVASINDA DELİL Öte yandan HES projelerine ve barajlara karşı yükselen toplumsal muhalefeti bastırmak için de faşizmin bilindik yöntemleri devreye sokuluyor. Diyarbakır’da görülen KCK davasında yargılanan BDP’lilerin örgüt üyeliğine Hasankeyf için yürütülen kampanyaları örgütlemelerinin veya destek olmalarının gösterilmesi baraja karşı olmayı bir suç olarak yansıtıyor. Çevre ve Orman Bakanı’nın Allianoi antik kentini su altında bırakacak Yortanlı Baraj’ına karşı çıkan Tarkan’a çıkışıyla başlayan HES muhalefetinin meşruluğunu gölgeleme çabası Erdoğan tarafından da sürdürülüyor. 31 Ekim günü Taksim’de gerçekleşen canlı bomba eylemini Ilısu Barajı nedeniyle yapılan Ilısu köyü konutlarının anahtar teslim töreninde değerlendiren Başbakan’a göre baraja karşı

çıkanlar zaten ‘bölücüydü.’ Erdoğan törende yaptığı konuşmada baraj ve HES karşıtları için şunları söyledi: “Biz biriz, biz beraberiz, biz kardeşiz ve bu birliğimiz, beraberliğimiz, kardeşliğimiz olduğu sürece bilesiniz ki bu oyunlar bozulacaktır. Bu oyunların temelinde ne yatıyor? Bu oyunların temelinde işte bu tür kalkınmaların engellenmesi yatıyor. Bu oyunların temelinde Ilısu gibi barajların engellenmesi yatıyor. Bu oyunların temelinde kalkınmış, modern Türkiye’nin engellenmesi yatıyor. Bu oyunların temelinde binlerce, on binlerce, yüz binlerce işsiz kardeşimin iş bulması için yapılmakta olan seraların engellenmesi yatıyor.” Erdoğan’a göre Ilısuya karşı çıkanlarla Taksim’de canlı bomba eylemini yapanlar aynı zihniyete sahip. Bu sadece başbakanın görüşü de değil. KCK davasında görüldüğü üzere Yargı da hak mücadelelerini suçlu ilan etmeye çalışıyor.


14

SPOR 12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

Halk›n Sesi

Endüstriyel futbola inat yaflas›n renklerin kardeflli¤i por müsabakaları Antik Yunan'da zeytin dalı kazanmak için yapılan müsabakalardı. Bizim çocukluğumuzda ise toprak bir saha buldun mu ikişer tane taştan yapılan kaleler, sonra kur takımını, başla maça. Sınır yok; maç kaçta biterse, doksan dakika değil, uzatmalar da yok. Akşam karanlık çöktüğünde eve gidene kadar oynarsın. En heyecanlı olanı ise mahalle maçları ve okuldaki sınıflar arası maçlardır. Bizim endüstriyel futbolumuz da yenilenin yenene ısmarladığı baklavalardı. Koştur dur. Terlersin, Y›lmaz yorulursun, Bozkurt kazanmak için yilmaz_bozkurt@ çaba sarfederwindowslive.com sin. Tuttuğun takımda büyüyünce oynamak en büyük hayalindir. Kendine yıldız bir futbolcunun ismini verirsin. Öyle seslenmesini istersin arkadaşlarının. Onun gibi oynamak istersin. Onun formasını alırsın pazardan. Üstünden çıkartmazsın. Bayramlık gibidir. Genelde üç büyük takımdan birini tutarsın. Çok nadirdir Anadolu takımını tutmak. Büyüklerin etkilemeye çalışır seni takım seçiminde. En güzeli de verilen rüşvet gazozlardır. Ama seni en çok etkileyen sevdiğin renkler, sevdiğin büyüğündür. Şimdiki çocukların İstanbul gibi büyük şehirlerde mahalle maçı yapma şansı yoktur diye düşünüyorum. Bizim eskiden top oynadığımız, ter akıttığımız o toprak sahalarda artık apartmanlar var. Her yerde olduğu gibi. Bir tarafta güçlü, diğer taraf da güçsüz. Bir tarafta para gani, diğer tarafta maça gidecek bilet yok. Bir taraf kombine bilet alır sen parasızlıktan stadın önünde beklersin biriyle beraber maça girmek için. Taraftar olursun, tuttuğun takımın maçında bağırırsın hatta kavga bile edersin. Nedeni, aşık olduğun renkler ve tuttuğun takım için, çıkar gözetmeksizin her zaman yanında olmak için. Taraftarlarda büyük olma isteği vardır ama bu büyüklük rakip takım karşısında tuttuğun takımın çok iyi oynamasıyla hissedilen bir büyüklüktür. Kavga ile, bağırmayla ya da parayla kazanılan bir büyüklük değil. Futbol, artık endüstriyel bir sektör ve bu sektörün hacmi milyar dolarlarla ifade ediliyor. İyi transfer seyirciyi tribünlere çekerken, kulüp tarafından transferde kaybedilen paralar formalarla, biletlerle, reklamlarla çıkartılmaya çalışılır. Kulüp başkanları işadamıdır ve o aşık olunan renklerin olduğu formalar, uğruna saatlerce stad önünde beklediğin biletler sponsorlara verilir. Taraftar için mabet

S

derecesinde kutsal görülen, adresi gibi içselleştirdiği stadın adı işadamları için sadece iki kelimeden ibarettir. Onlar için zevk alarak dostça futbol oynama arzusu paradır. Oyun içindeki tatlı rekabet ancak düşmanca bir kapışmaya dönüştüğünde anlamlıdır onlar için. Onları taraftar konusunda ilgilendiren tek şey sayıdır. Tıpkı kapasite kullanım oranı gibi… Taraftarlar arasında bir dayanışma olsun istemezler ve bu yüzden taraftarların maçtan önce bir arada durduklarını göremezler. Onların görmediği, taraftarların endüstriyel futbola karşı aynı formayı giydiğidir. Statlarını büyütmek için işçiler ölür ama onlar için basit bir asayiş haberidir, iki satır geçer ajanslarda. Onlar marka olmak isterler. Futbol sektörüne yön verenleri tribünlerde ilgilendiren bir şey daha vardır. O da muhalif duruşu olan taraftarların açtıkları pankartlardır. Kulüp yöneticilerin ise dertleri o pankartların kendi türbinlerinde açılmasıdır. Çünkü sermayedarlarla ters düşmek istemezler. Bunun içinde para cezası, tribün yasağı hatta gözaltı. “Görüntü kirliliği” derler, 2 bin lira cezası vardır. Tribünler her zaman sektörün yöneticileri tarafından kazanılmaya çalışılır. Apolitik kitlenin kendisini yeniden ürettiği, uyuşturulmuş beyinler yaratılıp holigan taraftarların yetiştirildiği yerlerdir. Bu tribünler binlerin bir araya geldiği aynı dilde bestelerin söylendiği yerlere dönüşür. Bu yüzden tribünler cemaatlerin ve faşistlerin ilgi odağıdır. Cemaatler kendi tipinde insan yaratmak ve binlerin nezdinde güven kazanmak için, kendisine yakın taraftarların bilet paralarını özel olarak kulüp yönetimine soktuğu yöneticilerce karşılar. Kulüp yöneticileri, böylece büyük taraftar gruplarını satın almaya çalışır. Onlara kendi düşüncelerince pankart açtırtır. Bu gruplar, muhalif taraftar gruplarını tribünde istemezler, onları yok etmeye çalışırlar. AKP politikalarına karşı çıkan, referandumda hayır oyu vereceğini açıktan ifade eden Çarşı gibi grupların açıklamaları birçok insanı etkileyeceği için cemaatler açısından bir tehdittir. Tüm bu saldırılara karşı kulübüne sahip çıkan, stat yapımında ölen işçileri unutmayan, HES’lere hayır diyen, direnişteki işçilerin yanında yer alan, 1 Mayıs’ta işçilerle, hak mücadelesi verenlerle aynı safta yer alan, ırkçılığa, faşizme karşı renklerin kardeşliğini savunup ‘endüstriyel futbola hayır’ diyen taraftarlar da var. Tribünde yumruklarını kaldırıp sözlerini kendi dillerinde değiştirseler de Gündoğdu Marşı’nı söyleyenler var. Bu tribünler var oldukça bu taraftarlar da var olacak. Belki bir gün omuz omuza aynı anda söyleyecekler Gündoğdu Marşı’nı kendi dillerince hep bir ağızdan.

Bu oyunda ayaklar bitişik Konak Belediyesi, turnuvasını düzenleyene kadar kaçımız bu sporu biliyorduk, ya da hangimiz adını duymuştu? Halkın Sesi spor sayfası ekibi sizin için araştırdı: Petank

D

ünya Petank Şampiyonası’nın 45’incisi İzmir’de düzenlendi. Konak Belediyesi’nin ana sponsorluğunu üslendiği şampiyona 710 Ekim tarihleri arasında İzmir Enternasyonel Fuar Alanı 5 No’lu Hol’de gerçekleştirildi. 50 ülkenin katıldığı şampiyonayı finalde Madagaskar’ı 13-12 yenen Fransa kazandı. Turnuvanın alt klasmanında yer alan ve son gün düzenlenen Milletler Kupası’nı, finalde Cezair’i yenen Tahiti kazandı. Turnuvada yer alan Altı Nokta yarışmasını ilk turda 66 sayı toplayarak dünya rekoru kıran Belçika'lı Weibel kazandı. Türkiye milli takımı grubundan çıkmasına rağmen ilk 16’ya kalamadı. İzmir’de düzenlenen dünya şampiyonasına katılımda ilk defa kıtalara kota uygulandı. Turnuvaya kıta kotasını geçebilen 48 takım katılırken, şampiyonanın alt klasmanı olan Milletler Kupası’nda yarışan Seyşeller ve Gine ile birlikte toplam 50 ülke şampiyonaya katılmış oldu. Türkiye Petank Federasyonu Başkanı Ahmet Recep Tekcan, turnuvayı ve organizasyonu çok başarılı bulduğunu belirtti. 7 Ekim’de düzenlenen Dünya Petank Federasyonu Genel Kurulu’nda bir sonraki turnuvanın 2012 yılında Fransa’nın Marsilya kentinde yapılması kararlaştırıldı. Turnuvanın, 4 ay önce Tayvan’ın organizasyondan çekilmesinin ardından Türkiye’de yapılması kararlaştırılmıştı. TRT 3 ekranlarında yayınlanan maçlarda sunucular, petank sporunun çok bilinmemesinden dolayı sporu bilen bir yorumcuyla maçları anlattı.

2006’dan bu yana petank sporuna katkıları olan Konak Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı turnuvaya 50 ülkeden 300 sporcu katıldı. İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Zekeriya Mutlu esnaf açısından turnuvayı çok olumlu bulsa da, petankı ilk defa duyduk. KURALLAR TANIDIK Petank’ın amacı; misket adı verilen tahtadan yapılmış ufak bir topa, petank topları adı verilen metal topları en yakın konuma getirmek. Çocukların oynadığı bilye oyununu andıran sporun oynanabilmesi için 15 metreye 4 metrelik toprak, çimen ya da çakıl taşları dökülmüş yerler gerekiyor. İki takımın birbiriyle yaptığı maçlar en az birer, en fazla üçer oyuncuyla oynanır. Üçer oyuncuyla oynanan oyunda oyuncularda ikişer, daha az sporcuyla oynanan oyunlarda da oyuncularda üçer top bulunur. Oyuna başlanması için ilk başta misketin atılması gerekir. Misket atıldıktan sonra takımlar ellerindeki petank toplarını miskete en yakın konuma atmaya çalışırlar. Misket atılışında ve top atışlarında da oyuncunun iki ayağının da yere basması ve 1 metre çapındaki dairenin içinde olması gerekir. Misket topu, çembere en az 6 en fazla 10 metre uzaklığına atılabilir. Engelli sporcular için tek ayaklarının ya da tekerlekli sandalyelerinin ayaklık kısmının tekinin çember içinde olması yeterlidir. Petankın adı Fransızca bitişik ve yere basılı ayaklar anlamına gelir, “Pieds thanqués” kelimelerinin bitişik

PETANK’IN TARİHİ Petank oyununun tarihi topla oynanan oyunların tarihi kadar eskiye dayanır. Arkeolojik araştırmalar Asur, Mısır ve Çin medeniyetlerinde top oyunlarının varlığının M.Ö. 1000 yıllarına kadar dayandığını kanıtlıyor. Mısır’da bulunan ve M.Ö. 500 yılına ait bir çocuk mezarında bir misket topu ile iki topa rastlanmıştır. Top oyunları çeşitli biçimlerde ve değişik kurallarla dünyanın dört bir yanında devam etti. Petanka benzer bir oyunun 13’üncü yüz yılda İngiltere’de oynanmaya başlanmış

ancak 1369 yılında Charles Sage, askerlerinin savaş atmosferinden çıktıklarını düşünerek bu oyunu yasaklamış. Oyun daha sonra 16’ıncı yüzyılda İtalya’da oynanmaya başlar ve oyuncular, Papa Jules II Patri’yi koruyacak nitelikte çok iyi taş atıcıları oldukları düşünulerek Papa’nın himayesine alınır; ancak 17’nci yüzyıl başlarında parlemento ve kilisenin onayıyla tüm top oyunlarını yasaklanır. Fransız devriminden sonra oyun tekrar oynanmaya başlar; bu sefer kurumlaşma yolunda ilerler ve 1850 yılında Fransa’nın Lyon kentinde “Le Clos Jouve” adıyla ilk resmi kurum kurulur. Oyun, bu tarihten itibaren Fransa’da yaygınlaşır ve değişik adlarla birçok yerde oynanmaya başlar. Fransa’nın güneyinde oyun çok basit kurallar çerçevesinde provans ismiyle oynanır. Provensal oyunu, 1907’de petank oyununun doğuşu olur. Bir provans oyunu şampiyonu olan Jules Huges, romatizması sebebiyle oyunu oynayamamaya başlar ve farklı oyun biçimleri icad eder. Ernest ve Joseph Pitiot kardeşlerin sahip oldukları kahvenin top arazisinde yere bir daire çizen Huges dairenin 5-6 adım uzağına bir top koyar ve dairenin içinden ayaklarını bitiştirerek elindeki topları miskete en yakına atmaya çalışır. Kahve sahibi iki kardeş ve Huges oyunun kurallarını yazmaya başlar ve 1910 yılında petank sporu doğar; Petank kelimesi 1910 yılında Fransa’nın La Ciotat kentinde yapılan ilk resmi turnuva ile resmi bir ad kazanır. Petank’ın uluslararası federasyonu 1958’de Fransa’nın Marsilya kentinde kurulur.

Her takımın bir Ivan Ergiç’i olsa... Y

ıllar önce Avusturya’da 3’üncü lig takımlarında oynarken ‘Futboldan zevk aldığım için oynuyorum’ diyen Ivan Ergiç amatör heyecanından bir şey kaybetmemişe benziyor. Bursasporun ‘filozofu’ İvan Ergiç, kişiliğiyle futbolculara örnek olmayı sürdürüyor. Bursaspor 2 Kasım günü

Gökten üç polis düştü İstanbul Üniversitesi önünde eylem yapan öğrencilere polis saldırdı. Öğrencileri gözaltına almak için inşaata giren 3 polis inşaatın 3. katından aşağı düştü.

Şampiyonlar Ligi grup maçında kendi sahasında Manchester United’a 3-0 yenildi. Sıradan bir Şampiyonlar Ligi grup maçı olan maç öncesinde Bursasporlu solcu futbolcu Ergiç, kulüp muhasebesine 20 bin lira ödeyerek 630 tane bilet aldı. Ergiç, biletleri kulüpteki bir görevliye vererek parası olmadığı için

maça gelemeyen taraftarlara dağıtmasını istedi. Ergiç’in duyurulmamasını istediği olay aynı günün gecesinde NTV’deki taraftar odaklı “Yenilsen de yensen de” programının Bursasporlu katılımcısı Ahmet Özen tarafından duyuruldu. Ergiç’in oynadığı takımın taraftarlarıyla kurduğu empati

ilk değil. Ergiç daha önce de İsviçre’nin Basel takımında oynarken kadroya alınmadığı bir maçta taraftarlarla birlikte deplasma gidip yağmur altında 90 dakika boyunca takımını desteklemişti. Yine Basel’de oynarken 3 sene önce kaçan şampiyonluk maçı sonrası çıkan olayları yatıştırmıştı.

AKP’nin alkolle imtihanı Daha önce alkol kullan›m› konusunda partililerine rak› içmek yerine üzüm yemelerini sal›k veren baflbakan, partililerinin nefislerini bir türlü zapt edemiyor. Kurban Bayram› öncesinde AKP grup toplant›s›nda partilileri alkollü araç kullanmamalar› konusunda uyard›. Bu durum ilk de¤il. ‹zmir AKP ‹l Baflkanl›¤›, Ramazan ay› boyunca ‘oruca sayg›’ gerekçesiyle binadaki iki çay oca¤›n› kapatm›flt›; ancak sayg›n›n abart›lmas› sonucu Ramazan ay› boyunca su tüketimi iki kat›na ç›km›flt›.

3 aylık cezadan 3 ay kaçtı Edirne’nin Meriç ilçesine bağlı Subaşı Belediyesi Başkanı İbrahim Topçu, hapis cezası korkusu yüzünden çok sevdiği koltuğu bırakmak zorunda kaldı. Borcu nedeniyle icraya verilen ve ödemeyi yapmadığı için 3 ay hapis cezasına çarptırılan Topçu, 3 aydır halkına hizmet götüremiyor. Topçu 3 aydır polis ve jandarma tarafından aranıyor. 3 Aylık ceza korkusuna 3 aydır kaçak yaşayan Topçu’nun siyasi kariyeri yeni kurulan Genç Parti’de başladı. 2004’te yapılan yerel seçimlerde belediye başkanı olan Topçu, 2009’da AKP’den aday olarak tekrar belediye başkanı seçilmişti.

yazılmasından doğar. Oyuncuların elindeki tüm toplar bittiğinde sahada kalan topların miskete olan uzaklıkları ölçülür ve topları en yakın olan takım puan kazanır. Petank oyununda bir maç, bir takım 13 puanı toplayınca biter. Oyuncular, miskete en yakın noktaya petank topunu atmaya çalışırken attıkları toplarla rakibin topunu saha dışına çıkarmaya da çalışır. Topun saha dışına çıkması için oyun alanını sınırlayan çizgileri geçmesi gerekir. Çizgiye temas eden top, oyun alanında sayılır. Saha dışına çıkan top, puan hesabına dahil edilmez. Oyundaki topların miskete olan ölçümleri sporcular tarafından yapılır, isteyen oyuncu rakibe güvenmediği durumda ölçüme itiraz edip kendisi de yapabilir. Petank oyununda kullanılan misket topu kaybolmadığı veya kırılmadığı sürece değiştirilmiyor. Kaybolan bir top, 5 dakika aranıp bulunamadığı zaman değiştiriliyor.

Yetmez ama evet

Zaman’ın zam sevinci İstanbul’da ulaşıma yapılan zam Zaman gazetesi tarafından sevinçle karşılandı. Zaman’a göre aslında yapılan zam değil fiyat düzenlemesi... Ormana bakıp çimin üzerindeki çiy damlasını görme becerisini gösteren Zaman, metrobüslerde nakit para kullanımının kaldırılmasını ‘ücretli geçiş

uygulaması kalkacak’ şeklinde duyurdu. Metrobüse ne ödeneceği konusunda Zaman cephesindeki muamma süre dursun, Kurban Bayramı’nda ulaşım bedeli yarı yarıya ucuzlayacak. Zaman Ankara’da mahkemenin verdiği ulaşım zammı iptal kararını da, ‘Ankaralı’nın indirim çilesi’ olarak duyurmuştu.

AKP’nin darbecilerle hesaplaflmas›n›n nas›l olaca¤› aylarca kamuoyunun kafas›n› kurcalam›flt›. AKP’nin hesaplaflmas› darbeci Kenan Evren’in maafl›na 900 lira zam yaparak gerçekleflti. Zamm›n ard›ndan bir grup, zamm›n yeterli olup olmad›¤›n› Türkiye’nin çeflitli yerlerinde forum ve paneller düzenleyerek sorgulad›. Bafllar›n› birer reklamc›, dans sanatç›s› ve gericinin çekti¤i ayd›n, akademisyen ve sanatç›lardan oluflan grup, zamm›n yeterli olmad›¤›n›; ancak gösterilen çaban›n kendileri için çok önemli oldu¤unu söyledi. Grup, ilerleyen günlerde demokrasi ad›na çok daha iyi geliflmeler olaca¤›n› belirtti.


KÜLTÜR SANAT

15

12 Kas›m 2010 / 25 Kas›m 2010

Halk›n Sesi

‹FSAK Foto¤raf Günleri Bu yıl 'Buluşmalar' temasıyla 1 Kasım-12 Aralık tarihleri arasında düzenlenecek İFSAK 22. İstanbul Fotoğraf Günleri’nde sergiler, gösteriler, söyleşiler, atölyeler yer alacak. Etkinlikler 12 Aralık saat 12.00’da İFSAK’ta geleneksel “Fotoğrafınla Gel” etkinliğiyle sona erecek.

Misak Toros’u yitirdik

Gezici Festival yolda

Çok sayıda tiyatro eserinde rol alan sinema ve tiyatro oyuncusu 69 yaşındaki Misak Toros, geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Toros, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde öğretmen olarak görev yapıyor ve aynı tiyatroda “Muzurevi” adlı oyunda rol alıyordu.

Ankara Sinema Derneği tarafından düzenlenen 16. Gezici Festival, 3-19 Aralık tarihleri arasında sırasıyla Ankara (3-9 Aralık), Artvin (1016 Aralık) ve Ordu (17-19 Aralık) illerinde konaklayacak. Festival bu yıl 'Darbe' temasıyla yola çıkıyor.

Çizgilerle Paris Komünü Yazar Jean Vautrin’in 1998 tarihli romanından uyarlanan “Halkın Çığlığı: Paris Komünü”, ünlü çizer Jacques Tardi’nin çizimleriyle raflardaki yerini aldı. ‘Halkın Çığlığı’ merkezine Paris Komünü’nü alırken yan karakterlerin öyküleriyle kuru bir belgesel olmanın çok ötesine geçiyor.

Realist halk ozanı Aşık Gökhani Şiiirlerini “Romantiğe inat realist türkü” isimli bir kitapta toplayan “Aşık Gökhani” mahlaslı genç halk ozanı Gökhan Göl ile, kitabı, şiirleri ve halk ozanlığı geleneği ile tanışma öyküsü üzerine konuştuk. Kendini tanıtır mısın bize? 1988 doğumluyum. İ.Ü. Edebiyat öğrencisiyim. Manisa Kulalıyım. Kula’nın İbrahimağa köyü var; Sünni bir köy. Öyle dindar bir köy de değil. Biraz daha demokrat yapılı insanların olduğu bir yer. Benim annem oralı. Babamsa başka bir köyden, MHP’li bir adamdır. Anne tarafına gide gele çocukluktan bir ilgim vardı halk ozanlığına. Köyde bağlama çalınıyordu. Bütün köy çalar söyler, toplu muhabbetler olurdu. 10-15 kişi birleşip saz çalar, diğerleri de eşlik ederek türküler söylerlerdi. Öyle bir ortamda büyüdüm. Ama bizim oralarda kendisinden bir şeyler üreten aşıklar pek yoktu. Ege’de zaten türkülerde müzik ağırlıklıdır, söz çok yok. Türkülere bakıldığında da zaten dönüp dolaşıp aynı şeylerin söylendiği görülür. Katliam türküleri genelde, biri birini öldürmüş falan, böyle eksik bir yanı da var yani. ’70’li yıllarda falan Mahsuni çok meşhur oluyor da, ancak o zaman biraz daha o gelenekten farklı olarak bu ozanlarla haşır neşir olmaya başlamışız. Peki sen nasıl yazmaya başladın? Hasan Kaplani ile aynı köyden olan Burak Şahin adında bir ozan vardı. ’80’li yıllarda Ankara’da Orman Dairesi’nin orada şoförlük

yapıyormuş. Orada bir gecede Pir Sultan’dan türkü söylemiş, ondan dolayı Ankara’dan Manisa Demirci’ye sürülmüş. Demirci’den de Kula’ya gelmiş ve bizim aile ile tanışmış. Kula zaten çok küçük bir yer, çalan söyleyen biri olduğunda hemen herkesçe tanınır. Çocukken dedemin kasetleri arasında Burak Şahin yazan doldurulmuş bir kaset bulup dinledim. Ortaokul yıllarının sonunda ilk kez karşılaştık. Ondan sonra da sürekli gelip gitti dedemin yanına, böylece daha çok aralarında bulundum. Civarda bir sürü çalıp söyleyen vardı ama o kendi yazdıklarını da çalıp söylüyordu. Ondan esinlenerek ben de bir şeyler yazmaya başladım. Yazdıklarımı Salihli’ye gidip Şahin’e gösteriyordum. Gökhani mahlasını da o önerdi. Aslında Gökhani’yi “gök hanı” manasında söylemişti ama gelenekte “Gökhan’a ait” anlamına da geliyor.

Daha ciddi anlamda yazmaya-üretmeye ne zaman başladın? Orta okuldan beri yazıyorum dedim ama ciddi anlamda yazma işini 3-4 yıldır yapıyorum. Çocukluğumda başkalarının türkülerini söylüyordum. Daha bağlamam yokken de kasette dinlediklerimi bir deftere not ediyordum. Şu an kitabımdaki şiirleri hem çalıp hem söylüyorum tabi, ozanlık

Fatih Akın’dan senatöre yuh Y

önetmen Fatih Akın, Soul Kitchen ile En İyi Sinema Filmi Ödülü'ne layık görüldüğü Kuzey Almanya Film Ödülü galasında, yürüttüğü kısıtlama politikası yüzünden yoğun eleştiri alan Hamburg Senatörü Reinhard Stuth'u sanatçı arkadaşlarıyla beraber yuhaladı. Akın, “Ayrıca Altona Müzesi'ni ve kütüphaneleri kapatmak isteyen Kültür Bakanı'nı yuhalama imkanı bulduğum için sevinçliyim. Yuhalamaktan sesim kısıldı. Onun kapatmak istediği kütüphaneler olmasaydı ben bugün bulunduğum yerde olamazdım” dedi. Hamburg Kültür Senatörü Reinhard Stuth Özel Emek Ödülü'nü vermek için

sahneye çıkınca aralarında Fatih Akın ve oyuncusu Phelina Roggan'ın da bulunduğu kalabalık bir sanatçı grubu senatör Stuth'u yuhaladı. Akın, “Altona Müzesi kalacak” diye bağırdı. Hamburg'da kültürün değeri bilmediği ve ağır bir kısıtlama politikasına gittiği için aylardır sanatçıların tepkisi çeken Stuth, yuhalanma karşısında sahnede renkten renge girdi. Akın gala sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlarken, Stuth'u yuhalayarak protesto etme nedenini , “Kültür Senatörü Altona Müzesi kapatmak istedi, kütüphaneleri kapatmak istiyor. Ben Hamburg'daki halk kütüphanelerinde büyüdüm.” diyerek açıkladı.

Ankara tiyatroya doyacak

Gerçekten hakk› üçse flüphe duyma flüphenden, Dört kitab›n birinde flüphesiz ki flüphe var. Anl›yorsan biraz cebir matematikten, Bunca peygamberinde flüphesiz ki flüphe var. ........ (fiÜPHE VAR)

geleneğinde nasılsa öyle.

Şiirlerin geleneksel bir üslupta olmasına rağmen sık rastlanmayan bir biçimde güncel siyasete değiniyor, özel bir tercih değil mi? Gelenekte, Mahsuni’de bile öyle mesela, eski yılların birikimi ile bir şeyler üretiyorlar. Onlarda dilin yenilenmesi durumu çok nadir. Belli başlı türkülerde, anlatılmak istenen birkaç sözcükle ifade edilir, anlayış hep eski anlayıştır. Ben de aslında bu gelenekten çok etkilendim zamanında; Vahdet’i vücud, tasavvuf falan. Geleneğe bir şeyler ekleyen, mesela marksizmden etkilenip yazan yoktu. Hayatla ciddi anlamda haşır neşir olmayınca gelenek de yok oluyor. Eski dil bugünkü yaşayışa hitap etmiyor. Aşık Ali Nurşani’nin oğlu mesela babasının türkülerini söyleyerek para kazanıyor. Yahut şimdi TRT’deki birçok sanatçı “arpa buğday daneler”, “kırmızı buğday” gibi şeyler söylüyor. Ama bunlar bugünkü yaşam biçimini karşılamıyor. Ben dil anlamında da belki becerebilirim diyerek bahsettiğim durumu kırmaya yönelik yazmaya çalışıyorum. Ürettiklerin toplumda nasıl yankı buluyor? Eskiden topluma çok küçük anlamda aykırı gelecek şeyler söyleyip üretmişler. Somut örnek vermek gerekirse en ünlü ozanlar bile

Duy gardafl›m duy sesini, Bak geliyor anayasa. Korur beyin kalesini, Sanma bizden yana yasa. ........ (ANAYASA) sonunda Ali’den Veli’den medet beklemişler. Öyle veya böyle bir şekilde bilinmek istiyorsan Alevi-Bektaşi toplumuyla haşır neşir olacaksın. Bense bunu tercih etmiyorum. Çok da anlaşıldığını düşünmüyorum aslında çalıp söylediklerimin. Söylemek istediklerim üzerine konuşulmuyor. Memlekette

halk müziği dinliyoruz hatta yapıyoruz diyen çoğu arkadaşın kastettikleri aslında özgün müzik oluyor. Bir tarafta da tasavvufçu bir anlayış var. Erdal Erzincan bile TRT’de çıkıp “kuran kelamımızdır” diye bir deyiş söyledi. Ali Nurşani TRT’ye hiç çıkmadı mesela. Suya sabuna dokunmayan şeyler istiyorlar.

Kaya’ya doğum günü hediyesi Ahmet Kaya, 53. yafl gününde "Ülkemde Son Turnem" adl› çal›flmayla an›l›yor. Sanatç›n›n 17 flark›s›yla özel yaflam›ndan ilk kez yay›mlanan foto¤raflar›n, diskografisinin ve sürpriz bölümlerin de yer ald›¤› çal›flma için efli Gülten Kaya, "Bu çal›flma, Ahmet Kaya'n›n aram›zdan ayr›lmas›nda pay› olan herkese gecikmifl bir cevapt›r" dedi. 1999 y›l›nda Magazin Gazeteciler Derne¤i gecesinde "Kürtçe kaset yapaca¤›m" sözleri nedeniyle sald›r›ya u¤rayan ve Türkiye'den gitmek zorunda kalan Ahmet Kaya, 16 Kas›m 2000 günü Paris'te hayat›n› kaybetmiflti. Ahmet Kaya'n›n 1998 y›l›nda yay›nlanan Türkiye'de yapt›¤› ve 12 ili kapsayan konserler dizisinin de yer ald›¤› bu 88 dakikal›k çal›flmada

sanatç›n›n 17 flark› ile Türkiye'de ve Avrupa'da yapt›¤› konuflmalardan özel bölümler bulunuyor, ’Do¤um günü’, ‘Mahur’, ‘Saza Niye Gelmedin’ gibi sanatç›n›n sevilen eserleri yer al›yor.

Gülten Kaya, bu çal›flman›n 16 Kas›m 2000'de geçirdi¤i kalp krizi sonucu hayat›n› kaybeden efliyle ilgili medyada ç›kan "yalanlara, yanl›fllara ve manipülasyonlara

kendi a¤z›ndan cevap" niteli¤i tafl›d›¤›n› söyledi. Yap›lan çal›flman›n, bir sanatç›n›n hikayesinin de k›sa bir özeti oldu¤unu belirten Gülten Kaya flöyle konufltu: "Bu çal›flma, Ahmet Kaya'n›n aram›zdan ayr›lmas›nda pay› olan herkese gecikmifl bir cevapt›r. Zaman›nda yap›lan yanl›, yanl›fl haberlere Ahmet'in a¤z›ndan cevap verdik. Halbuki Ahmet çok anlatm›flt› ama üçüncü a¤›zlardan baflka anlat›ld›. Ahmet yine konufluyor, üçüncü a¤›zlar da dinlesin, bir daha ama vicdanlar›n›n sesiyle dinlesinler". Ahmet Kaya, ölümünün 10. y›l›nda Aral›k ay›n›n ikinci haftas›nda Lütfi K›rdar Kongre ve Sergi Saray›'nda an›lacak.

Yerli dizi yersiz uzun A

nkara Tiyatro Festivali 26 Kasım'da başlıyor. Festival 15. senesinde 74 etkinliği sanatseverlerle buluşturacak. 26 Kasım-6 Aralık tarihlerinde Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat için Vakıf (TAKSAV) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla düzenlenecek festival, farklı organizasyon yapısına sahip tiyatroları buluşturarak deneyim paylaşma, üretim aşamaları, ortak sorunların konuşulması, tiyatroların örgütlenmesi ve benzeri konular için de bir platform oluyor. Bu yıl festivalin amaçları göz önünde bulundurularak yapılan seçilimde, yurt içi

başvuruların şehirlere göre dağılımı, yurt dışı başvuruların oyunlara göre dağılımı, üniversite tiyatro toplulukları, ödenekli tiyatroların başvuruları ve özel ve amatör tiyatro gruplarının başvuruları ayrı ayrı ele alındı. Festival kapsamında 1 devlet tiyatroları, 9 yurt dışı tiyatro grubu, 5 belediye şehir tiyatrosu, 4 üniversite tiyatro topluluğu, 35 özel ve amatör tiyatro grubu, 4 çocuk tiyatrosu, 5 atölye-panelseminer olmak üzere 63 tiyatro grubu sanatseverlerle buluşacak. Salon oyunlarının yanı sıra sokak tiyatrolarının gösterileri, çağdaş dans performansları ve tiyatro konusunda yapılacak söyleşi, panel ve atölye çalışmaları da yer alıyor.

Önce Facebook'ta bir grup kurarak biraraya geldiler. "90 DAK‹KALIK D‹Z‹LERE HAYIR" dediler... Her geçen gün biraz daha uzay›p, toplumu biraz daha göçerten yerli dizilere senaryo yazarlar› olarak isyan ettiler... Senaristler, güvencesiz ve kurals›z çal›flma koflullar›n› protesto ederek televizyonlarda yay›nlanan dizilerin sürelerinin 45 dakikaya düflürülmesi için eylem yapt›. Senaryo Yazarlar› Derne¤i’nin (SENDER) ça¤r›s›yla dizi sürelerinin uzunlu¤una dikkat çekmek amac›yla 8 Kas›m Pazartesi günü Galatasaray Meydan›’nda toplanan sektör çal›flanlar›, “Yerli dizi yersiz uzun”, “Kurals›z

güvencesiz çal›flt›rmaya hay›r”, “Dizilere ayr›lan sürenin sonuna geldik” dövizleri tafl›d›. Grup ad›na bas›n aç›klamas› yapan Nilgün Önefl, televizyon kanallar›ndaki rant kavgas›n›n dizi sürelerini dünyan›n hiçbir yerinde görülmemifl noktaya getirdi¤ini söyledi. Her hafta 90 dakikadan 120 dakikaya uzayan bölümleri a¤›r koflullarda yazmak ve çekmek zorunda b›rak›ld›klar›n› belirten Önefl, "Televizyon sistemi tamamen bir kölelik düzenine dönüflmüfl durumdad›r. Biz bu düzeni art›k sürdürmek istemiyoruz" dedi ve haz›rlad›klar› dilekçeleri Cumhurbaflkanl›¤›, TBMM Baflkanl›¤›, Baflbakanl›k,

Bakanl›klar, siyasi partiler ve ilgili di¤er kurumlara göndereceklerini söyledi. D‹SK Sine-Sen’in de deste¤iyle aralar›nda Umur Bugay, Tomris Giritlio¤lu, Atay Sözer, Ifl›l Özgentürk, Macit Koper, Kandemir Konduk ve Sender Baflkan› Nilgün Önefl gibi isimlerin de bulundu¤u senaristler daha sonra Cumhurbaflkanl›¤› baflta olmak üzere devlet ve özel kurumlara, bas›n kurulufllar›na ve siyasi partilere, sektördeki hak ihlallerine karfl› uluslararas› sözleflmelere ve anayasaya dayanarak yazd›klar› dilekçeyi yollad›lar. Grup, bas›n aç›klamas›n›n ard›ndan ellerindeki pankartlar eflli¤inde Taksim Meydan›'na kadar yürüdü.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

12 Kasım 2010 / 25 Kasım 2010

16 Halk›n Sesi

G EN Ç Lİ K A N K A R A ’ DA B U LU Ş T U , A K P ’ D EN H ES A P S O R D U

YÖK’e meydan okudular

Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya akın Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim isteyen eden binlerce genç 12 Eylül’ün yarattığı, öğrenciler eğitimde neoliberal politikalardan AKP’nin kolladığı YÖK’e ‘hayır’ dedi vazgeçmeyen AKP’ye meydan okudu

1

980 darbesinin üniversitelerdeki özgür düşünceyi bastırmak için kurduğu Yükseköğretim Kurumu (YÖK) bugün hala misyonunu sürdürmekte. Bu misyona ek olarak YÖK bir de AKP iktidarının isteğiyle gericiliğin ve paralı eğitimin üniversitelerdeki kurucusu durumunda. Kurulduğu günden beri üniversiteleri baskı altına almaya çalışan ancak hiçbir zaman üniversiteliler tarafından kabul edilmeyen YÖK, hala üniversitelilerin mücadele ettiği bir kurum olarak varlığını sürdürmekte. ‘80’ darbesinin çocuğu, AKP’nin işbirlikçisi olan YÖK’e karşı Türkiye’nin dört bir yanından 6 Kasım günü

Ankara’ya gelen üniversiteliler, Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti’nin çağrısıyla düzenlenen mitingde YÖK’ü protesto etti. MAHİR’İN OKULUNDA BULUŞTULAR Sabah saatlerinde Ankara’ya gelmeye başlayan üniversiteliler Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde, Mahir’in okulunda, toplanmaya başladılar. Her tarafı pankart ve flamalarla dolduran üniversiteliler hep birlikte bu ülke topraklarına gençliğin hala bir umut olduğunun haberini verdiler. BAK İŞTE YAKLAŞIYOR FIRTINA En önde “AKP’ye de

YÖK’e de HAYIR” pankartı taşıyan üniversiteliler, Cebeci Kampüsü’nden çıkarken çalan müzik ise çok manidardı. Yürüyüş, Yeni Türkü’nün 1996’da yükselen öğrenci muhalefeti için yazdığı bilinen “Fırtına” parçasıyla başladı. Eylem, gençlik hareketinin canlanmasını sergilemesi bamımından anlamlı oldu. Öğrenci Kolektifleri’nin “AKP’ye meydan okuyoruz”, Gençlik Muhalefeti’nin de “Özgürlük İstiyoruz” sloganıyla katıldığı miting, Ziya Gökalp Caddesi’nde yapılan konuşmalarla sürdü. Ziya Gökalp Caddesi’ne gelindiğinde ise ilk konuşma Gençlik Muhalefeti tarafından yapıldı. Yapılan konuşmada

YÖK’ü ancak üniversitenin gerçek bileşenlerinin kaldırabileceği söylenerek, türban sorunuyla ilgili olarak “Özgürlükçüyüz ama salak değiliz” denildi. Öğrenci Kolektifleri adına konuşma yapan Çağdaş Ersoy ise; YÖK’ün merkezine, meclisin yanına, AKP’ye meydan okumak için geldiklerini belirterek “Sizin paşalarınız Kenan Evren’e, İhsan Doğramacı’ya boyun eğmedik, size de eğmeyeceğiz!” dedi. SIRA TAYYİP’TE Üniversitelere giden AKP’li bakanlara ve piyasacılara yumurta atarak üniversiteden kovmalarıyla tanınan Öğrenci Kolektifleri, yanlarında miting

için deve kuşu yumurtası getirmişti. Sahnede konuşma yapan Çağdaş Ersoy “Yumurta demişken, hocalarımız soruyorlar Tayyip’e ne zaman atacaksınız yumurta diye. Merak etmesin Tayyip, ilk fırsatta o da tadacak yumurtamızı. Ama ona deve kuşu yumurtası ayırdık. Hakettiği şekilde ileteceğiz kendisine” dedi. Öğrenci Kolektifleri’nin ardından Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) başkanı Mehmet Soğancı ve Eğitim-Sen Ankara 2 No’lu Şube Başkanı Tuğrul Culfa konuşma yaptı. Miting Bandista konserinin ardından sona erdi.

Tekel yağmacısına yumurta yağdı Kas›m'da Hacettepe Üniversitesi ö¤rencilerine giriflimcili¤i ve liderli¤i anlatmak üzere gelen British American Tobacco'nun (BAT) Ankara Bölge Temsilcisi Serdar Örs, üniversite ö¤rencilerinin yumurtlar›yla tan›flt›. Daha önce pek çok kez üniversitelerini sermayeye b›rakmayacaklar›n› belirten ve sermaye temsilcilerini üniversitelerinden yumurtalarla kovan gençler, Serdar Örs'e de ayn› tarifeyi uygulad›. Konferans verece¤i salona geldi¤inde ö¤rencilere espriler yapmaya çal›flan Örs konuflmas›na bafllayaca¤› s›rada Ö¤renci Kolektifleri'nden bir ö¤rencinin yapt›¤› konuflmayla dondu kald›. Örs'ün Ankara'da 78 gün

8

Örs, üniversitelilerden yumurta yiyen ilk kifli de¤il. Daha önce de üniversitelere gelmemesi yönünde uyar›lan ancak bu uyar›lar› dinlemeyen Devlet Bakan› Egemen Ba¤›fl, Kolektifçilerin yumurtas›n› yemifl ve arabas›na atlad›¤› gibi üniversiteden uzaklaflm›flt›.

direnen Tekel iflçilerini ma¤dur eden firmalardan biri olan BAT'›n temsilcisi oldu¤unu ve kendilerini çok yak›ndan tan›d›klar›n› belirten Kolektifçi ö¤renci daha sonra "Bizler, piyasac›lara, AKP uflaklar›na bulundu¤umuz her yerde

gereken cevab› veririz. Ve iflte pay›n›za düflen" dedi ve ard›ndan Örs'ün üzerine yumurta ya¤d›. Kürsüden kaçarak en arka s›ralara saklanan Örs konuflmas›n› yapamadan salonu terk etmek zorunda kald›.

Muhalefet yükseliyor faşistler saldırıyor 12 Eylül faflizminin üniversitelerin bafl›na sard›¤› YÖK'ü kuruluflunun 29. y›l›nda protesto etmeye haz›rlanan ö¤renciler karfl›lar›nda yine faflistleri buldu. Üniversitelerde faflizmi besleyen YÖK'ü savunmay› kendine görev belleyen sivil faflistler Mersin ve Trabzon'da ö¤rencilere sald›rd›. ARABAYLA EZDİLER

Mersin Üniversitesi'nde okula ellerinde b›çak ve sopalarla gelen faflistler dersi basarak Gençlik Muhalefeti üyesi Tayfun Çelik'i baca¤›ndan yaralad›. Daha sonra kendilerine ait 33 RC 813 plakal› minibüsle kaçmaya çal›flan faflistler kampüste iki ö¤renciye çarpt›lar. Kaza nedeniyle, beyin kanamas› geçiren bir ö¤rencinin durumu ciddiyetini koruyor. Ertesi gün yap›lan eylemlerde ö¤renciler "Bu sald›r›lar YÖK'e karfl› olan, anadilde e¤itim isteyen ö¤rencilerin tümüne karfl›d›r" diyerek sald›r›y› protesto ettiler. 3 Kas›m'da Trabzon'da üniversitelileri 6 Kas›m'da Ankara'da yap›lacak olan eyleme ça¤›ran KTÜ Ö¤renci Kolektifleri'nden ö¤rencilere faflistler sald›rd›. Ö¤rencilerin kendini savunmas› üzerine geri çekilen faflist grup daha sonra üniversiteyi terk etti. 8 Kas›m'da da evlerine giden ö¤renciler mahalle giriflinde faflist sald›r›ya maruz kald›. Mahallelinin

araya girmesi ve polisin gelmesi sonucu kavga sona erdi ancak polis 30 kiflilik gruptan 4 faflistle birlikte sald›r›ya u¤rayan ö¤rencileri de gözalt›na ald›. Ö¤renciler ve faflistler daha sonra serbest b›rak›ld›.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.