187. Sayi Emegin Sanati E-Dergi

Page 1

“Başın omzuma değdiğinde Tüm tutsaklıklar çiçek açacak.” Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl: 11 Sayı: 187 Ekim / 2017



EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER A. KARABAĞ ADNAN DURMAZ ALPER SANCAR ASIM GÖNEN BEKİR KOÇAK BEKTAŞ ÇAĞDAŞ ÖN KAPAK 1 ÖN İÇ KAPAK GÖRSEL 2 EMEK VERENLER İÇİNDEKİLER 3 EMEĞİN SANATI’NDAN 187. MERHABA EMEĞİN SANATI SUNU YAZISI 4 BU SAYININ SAVSÖZÜ/ZAHİT ATAM 5 Yumrukların Doğrulmasıyla Yazıldı ADNAN DURMAZ ŞİİR 6 Susun ASIM GÖNEN ŞİİR 8 İmge FEYYAZ KADRİ GÜL ŞİİR 10 Yağmurun Sesi MUHAMMET DEMİR ÖYKÜ 11 Karikatür MUSTAFA ÖZGÜR 13 Bana Burada “Hiç” Diyorlar SERKAN ENGİN ŞİİR 14 Unutma Bunu BÜLENT AYDINEL ŞİİR 15 Zaman Uçurum Kenarı BEKİR KOÇAK ŞİİR 17

BÜLENT AYDINEL CEM EREN ERCAN CENGİZ ERDOĞAN TEZGİDEN FEYYAZ KADRİ GÜL GÖKMEN SAMBUR

HASAN ÇAPİK HAYDAR DOĞAN HIDIR ULUDAĞ MEHMET GİRGİN MEHMET RAYMAN MUAMMER ERTURAN

MUHAMMET DEMİR MUSTAFA ÖZGÜR OĞUZ ERDEN SERKAN ENGİN SEMA LALE TEMEL DEMİRER

Savaş Bu. Anşa Kızın Düğünü Cezir ERDOĞAN TEZGİDEN VEDAT KOPARAN ÖYKÜ ŞİİR 18 34 Gün adına... Adalet Yürüyüşü… Nuriye, Semih HAYDAR DOĞAN ve Anadolu ŞİİR VİLDAN SEVİL 20 MAKALE İki Dil Bir Şiir 35 A. KARABAĞ Karikatür ŞİİR MUSTAFA ÖZGÜR 21 36 Senin Düşün Benim Kabusum Unutma Diye HASAN ÇAPİK TEMEL KURT ŞİİR ŞİİR 23 37 Mendil Sevdasına Hamal HIDIR ULUDAĞ MUAMMER ERTURAN DENEME ŞİİR 24 38 Eğri Çizgi Akıl Vibrasyonu MEHMET RAYMAN YAŞAR DOĞAN ŞİİR ŞİİR 26 39 Mecnur Abi Sosyal Demokrattı İnsanlık Ona inanan Şair(ler)in SEMA LALE Şiir(lerin)e Muhtaç[ ŞİİR TEMEL DEMİRER 27 DENEME Hayat ve Şiir Üzerine 40 Denemeler Ve O Zaman Geldiğinde ADNAN DURMAZ ERCAN CENGİZ DENEME ŞİİR 28 49 Yoksul Yürüyüşler.. Onlar CEM EREN BEKTAŞ ÇAĞDAŞ ŞİİR ŞİİR 31 50 * Sanat Cephesi Bildirgesi GÖKMEN SAMBUR SANAT CEPHESİ ŞİİR BİLDİRGE 32 51 Rüzgâr Öğüdü-5 Gün Gelir MEHMET GİRGİN A. Z. ÇAMUR Aforizmalar ŞİİR 33 54

TEMEL KURT VEDAT KOPARAN VİLDAN SEVİL YAŞAR DOĞAN ALİ ZİYA ÇAMUR

Sen ve Ben ALPER SANCAR ŞİİR 55 Bozgun OĞUZ ERDEN ŞİİR 56 Dizelerde “Şiir ve Şair” A.Z.ÇAMUR SEÇKİ 57 Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümü 58 Ekim Ayında Önemli Günler 74 DÜNYA EMEK-BARIŞ- DEMOKRASİ ŞİİRLERİ 103 İsterdim Elimden Gelse TEVFİK EL ZEYYAT (FİLİSTİN) ÇEVİRİ ŞİİR 104 Yaylar Şimdi Daha Güçlü Gerildi LUİS NİETO (PERU) ÇEVİRİ ŞİİR 105 Haydutun Şarkısı NİKOLAY VAPTSAROV (BULGARİSTAN) ÇEVİRİ ŞİİR 106 Çivilerin Baladı NİKOLAY TİKONOV (SSCB) ÇEVİRİ ŞİİR 107 Dünya ŞairleriKısa Biyografi DERGİ KÜNYESİ 108 GÖRSEL/METİN ADNAN DURMAZ 1O9 Açar direnmenin gülleri RUŞEN HAKKI KONUK ŞİİR 110


EMEĞİN SANATI’NDAN 187. MERHABA Merhaba, Hayat devam ediyor, yaşanan sıkıntılar da hayatımızı çevreleyen engeller de insana, emeğe, sanata baskılar da devam ediyor. tüm bunların dışında bir de kişisel engeller, durumlar, hayatın dayattıkları,zorunlu geziler var. İşte bu kişisel nedenlerle haziran-temmuz-ağustoseylül aylarında gün ışığına çıkamadı EMEĞİN SANATI. Bütün neden ve engeller ortadan kalktığında EMEĞİN SANATI’nı sizinle buluşturabildik. Çıkamadığımız dört ay içinde yitirdiğimiz değerler oldu. Yeni eserler, kitaplar üretildi. Yaşam alabildiğine baskılarla sürüp gidiyor işte. Buna karşın, bütün renkler karaya takıldı, bütün gözler iki yüzü aşkın gündür açlığa duran Nuriye ve Semih’ten gelecek haberlerde. Kötü haberler değil iyi haberler duymak istiyoruz. 20 Ekimde mahkemeye çıkacaklar. Bütün baskı ve engellemelere karşın ödün vermeksizin direnişlerini sürdürüyorlar. Bütün gözler onlarda, bütün kulaklar, onlardan gelecek iyi haberlerde. Öte yandan grevler, işçi direnişleri de devam ediyor. Metal işçileri , Çapa işçileri ve diğerleri haklarını aramak için grevdeler. İktidar, giderek gemi azıya alan bütçe açığını kapatmak için kendi harcamalarından kısmak yerine her gün emekçi halka zam üstüne zam yağdırmaya devam etmekte. Devletin bütün yükünü artık patronlar değil zamlarla, arttırılan vergilerle emekçi halk çekiyor. Borç gırtlağa çıksa da sınıf savaşımını başlatacak, sürdürecek sınıf partisi olmadığı için giderek artan zamları, ağırlaşan geçim yüklerini emekçiler sineye çekmekten başka çözüm yolu bulamıyorlar. Öte yandan sanat ve edebiyat alanında da alabildiğine atalet etkisini sürdürüyor, insanî değerlerden son hızla uzaklaşıyor. Sanatçılar, anlamsızlığın zırhına bürünerek baskılardan kurtulacaklarını sanıyorlar ama çoook aldanıyorlar. Artık Anadolu insanı, Anadolunun kültürel birikimi, dünyanın bugüne ulaştırdığı entellektüel birikimi de iplemiyorlar. Varsa yoksa postmodernizm. Kendini sol eğilimli gören sanatçılarda da aynı durum söz konusu olunca insanın içi acıyor. Giderek sanatımız da edebiyatımız da entellektüel kimliğinden uzaklaşarak poplaşıyor, emperyalist ülkelerden gelen mistik, anlamsız akımlara kucak açıyor. Elbette umutsuz değiliz. Bütün bunlar, bizden uzakta, İstanbul dukalığının surlarına tırmanabilme, içeri girebilme telaşı içinde olanlarda görülüyor. Diğer yandan Anadolu’nun dört bir köşesinde gerçek sanat ve edebiyat meşalesini omuzlayan sanatçılar, şairler, yazarlar seslerini olabildiğince yükseltmeye devam ediyor, devam edecek de. Biz biliyoruz ki, sanatın, edebiyatın büyük bir güç olması, ancak özgür bir kafadan doğması ile mümkündür Özgürlüğü sınırlanan, dizginlenen sanatın gücü azalacak, yok olacaktır. Bun karşıtı olarak bizim gibi baskı, zulüm altında yaşayan toplumların dar geçitlerinde sanatın en önemli niteliği belirginleşiyor: Baş kaldırıcı niteliği... Breht’in belirttiği gibi “Sanat en büyük sanata çıkmalı, yaşama sanatına.” Yaşama sanatına uzak düşenlerin yeri sanatın çöplüğüdür.

EMEĞİN SANATI


BU SAYININ SAVSÖZÜ Türkiye ilginç bir ülke, bakıyorsunuz tuhaf şeyler oluyor, tam bilemiyorum ama Türkiye’nin ar damarının yerinin değişmesinde herhalde aydınların çok ciddi bir yeri vardır. Aydınlar ve sanatçılar demeliydim, ama bugünlerde pek sanatçı kalmadı, onun için gerekli mi bilmiyorum. Bu çizgi değiştirme meselesi ve iktidara yaranma niteliği giderek insanların ve elbette gençlerin ruhunda büyük yaralara, büyük ikilemlere ve aynı zamanda değersizleşmenin bu kadar muteber olmasına neden oluyor.Çok basit bir örnek vereyim: her nasıl olduysa oldu, Türkiye’de Tarkovski ve Dostoyevski çok muteber sanatçılar oldular. Buna karşın, onlardan esinlendiğini söyleyen insanların sanatları, söylemleri ve hatta duruşları, elbette ki esasında yaşayışlarının bu iki kıymetli isimle hiçbir alakası yok. Edebiyat dünyasında bir şenliktir gitti, başladılar şair gibi yaşamak diye, sanki orada burada sürtmekle sanatçı olunuyor. Sanatçı adam gibi yaşarsa üretemez diye esaslı bir yalan çıktı. Oysa bütün insanlar için ideal paye EŞREFİ MAHLÛKATTIR.Bütün bunların arkasında ne kadar Avrupa ne kadar Amerika var? Tam bilemiyoruz tabi ki ama şunu biliyoruz: Avrupa’da özel olarak Marksist düşüncenin zayıflaması ve Komünist partilerin tarih sahnesinde önemsiz hale gelmesinden sonra, Avrupalı sanatçıların ‘kavramsal sanat’ başlığında doludizgin bir tür CIA projesi olarak sanatın soysuzlaştırılmasında aktif rol aldıklarından eminiz. Aslında yakın zamanda Avrupa’da sanat diye yapılanlar, bir tür kâbusa benziyor. Metni öldürdükten sonra geriye pek bir şey kalmadı. Metni öldürdükten sonra ise bu kez anlamdan kaçmaya başladılar. Anlamdan kaçmaya başladıktan sonra ise ‘duruş’tan kaçmaya başladılar. Duruştan kaçtıktan sonra, sanatı toplum ve emekçiler için değil, bir tür salon mankenleri üretmeye başladılar.Bu o kadar ileri gitti ki giderek darbe liderleri için bile ‘sessiz kalma’yı seçenleri oldu. ‘Ameriken’ olma çabası, giderek bir ruhsuzlaşma ile beraber gitti. Tuhaf ihracatları oldu Avrupa’nın bize: mesela Leos Carax’ı ele alalım, şimdiye kadar toplumsal ya da estetikle ilgili tek bir anlamlı çıkışını, tek bir anlamlı duruşunu biliyor musunuz? Mesela Almodavar’ı düşünün, bir sanatçı olarak bir aydın olarak düşünceleri hakkında tek bir tutarlı kimlik sergilediği vakıa var mıdır? Bir zamanlar İtalyanlar vardı. Politik sinema yapıyorlardı ama onlar 1970’lerde tükenmeye yüz tuttu, sonrasında şimdi tuhaf insanlar var. Bazıları eskilerden kalma çıkıntılıklar yapmaya devam ediyor. Bunların eserlerinde ise bir başka eksik var, ki büyük sanatçıların asla vazgeçemeyecekleri karakterleri bunlar da yok etti: Büyük eserlerin bir yerlerinde çıkıntılık yapan ve varolan egemen söylemi deşifre eden ‘karakterlerin hayata dair acı acı konuştukları’ sahneleri içermiyorsa, o eserin büyük olma imkânı da yoktur. Şimdilerde bu konuşmalara ‘sloganımsı’ diyorlar. Gerçi bunu suçlama olarak kullanan insanların eserlerine bakıldığında, yozluğu ve ruhsuz bedenin hazzını pek sloganımsı anlattıkları, hatta bunu üstümüze kustukları net görülüyor. Sanatımızın ve hayatımızın bileşkesinde ne mi görüyoruz?Sanatımız felsefeden ve felsefenin bize kazandırdığı tutarlılık içinde, duruş ve konum bilgisi veren, zaman içinde gidişatta yön kazandıran özelliklerini kaybetti. Bazıları buna politik duruş diyor, bence öyle değil. Tam tersine, şahsiyetin somutlanması ve şahsiyetin oluşması diyoruz. Romanımız ne zaman ki karaktersizleşmeye başladı, ne zaman ki hiçbir karakter yaratmayan insanlar büyük yazarlar oldu, ya da ilan edildi, ondan sonra da sanatımız çok karaktersiz oldu. Aslında ‘karaktersiz’ yanlış terim, doğrusu seciyesiz demek gerekir. Önce sanatçılarımız seciye çizgisini düşürdüler, ardından sanatımız da yoz ve marazi olana genel bir eğilim gösterdi. Kötüyü ideal insan gibi gösteren sanatçılarımız, esasında yoz bir hayat sürenlerdir. Eğer politik analizde, Amerika’nın 1980 darbesinin planlanmasında aktif, net rolü var ise, biliniz ki aynı darbenin sonucu olarak, Türkiye’de Amerikan yozluğunun sanat modeli de aynı kaynaktan geliyor. Bu yozluğun içinde, insan ticaretinin olduğunu ve CIA’nın sanatı bir ‘political weapon’ olarak gördüğünü artık net söyleyebiliyoruz. Gerisi bizimkilerin ithalat merakıyla, burjuvalarımızın da ithal ürünlere düşkünlüğü ile açıklanabilir. Burjuvaziye ruhunuzla hizmet edemiyorsunuz. Teorik olarak imkânsız bu. Nedeni de basit, burjuvazi iktidar için zaten ruhunu satmış durumda. Sanatınızın da burjuvaziye hizmet etmesi için, sanatçının da önce ruhunu satması gerekiyor! Paradoks net. Sanat bir direniş odağı olmaktan çıkınca, referanslar da, başarı modelleri de iflas etti, rol modelleri de mankenlere dönüştü. Boşuna 1970’lerin anlatıldığı romanda grevler ve işçi sınıfı değil de, Hilton’daki merasim anlatılmıyor!

ZAHİT ATAM

Burjuvazi ve sanatın ruhu, BİRGÜN 16.10.2017


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

YUMRUKLARIN DOĞRULMASIYLA YAZILDI HİKAYEMİZ ölü üstüne mi geliyorsunuz ulan tomalarınız-zehirli gazlarınız- kimyasallarınız aha bütün varlığımız kemik et ve kan hangi işgal ordularına saldırmaktasınız hangi yağmacıya talancıya hırsıza binlerce düşünen beyin- çarpan yürek ve alabilesiye yokluk yoksulluk işsizlik alın teriyle kazanan beden ve bilek zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan ve tarihsel bir ateş topudur granit inat toplanıp toplanıp biriken ezilmişliğin öfke seli binyılları yara yara gelen yokluklara zulumlara diklenen bir kuru can düşman mı haklıyorsunuz hangi çakal sürüsüne hangi orduyla savaşmaya toplandınız ölümü hiçe saydıktan gayri biz kudurdukça firavunların azman öfkesi roketatarlar-mitralyözler- zehirli gaz toplayın bütün halk düşmanlarını vız gelir ulan vız göçüklerde yana yana kömür olmaya sokaklarda döne döne işsiz ve naçar meydanlarda sürü sürü kurşunlanmaya devrilen kağnıların altında hastane kapılarında parasız pulsuz yokluklara doğup kölelik tezgahlarında yalın ayak sırtı üryan parasız pulsuz ölüp ölüp gitmlere alışığız iki el bir boğazı doyuramadan hayat diye cehennemden cehenneme atılmış işsiz pazarlarında kıtlık sofralarında alınıp alınıp satılmış adamları dama düşmüş kadınları oynatılmış


Sayfa nmiş okul çağı bebecikleri kurtuluş gazileri mendil sermiş cami kapılarına sizin gözünüzde adamdan sayılmamış her suçun faili çulsuz uçsuz bucaksız topraklar saltanatlar saraylar babanızdan mı kaldı –nereden kazandınız yani siz mi allahın gerçek kullarısınız tamam da adamım bu toprakta biz neyiz bütün savaşlarda kırılan kurban senin iktidarının bekçileriyiz sahi aslen nereliyiz kimiz binlerce can hesapsız kan hangi vampirin alçak iştahı için ondan mı acımasız kıyımlarda canları talan yettiniz be yettiniz be yettiniz ölü üstüne mi geliyorsunuz ulan buralardan değil mi sizi doğuran ana fabrikalar kimin teriyle işler ve uzanan tarlalarda zayi ömürler kimin canları size amade kurbanlık sürü bütün zındanların yapılma gerekçesi soygun özgürlüğünüzün sorgusuz bekçisi ahırlarda yaşama hakları bakımsız ölme hakları işsizlik açlık hakları olan ve her konuda haksız sen ki bütün dinlerin sahibi küçük büyük dağları yaratan elleri yüzleri kir ve kan ölü üstüne mi geliyosunuz ulan tiranlar geçti demirden kaleler yetmedi korumaya ceberut sultanların başına geçirdik saraylarını cellatların hükmettiği kaç devranı devirdik çarmıhlara gerildik asıldı binlercemiz sen vurdukça sen kırdıkça kadını dul çocuğu öksüz koydukça can yeyip kana doydukça ölümcül uykulardan dehşet dirileceğiz halkız biz ulan bilmiyorsan öğren halkız biz ve hep bu çelik yumrukların doğrulmasıyla yazıldı hikayemiz

ADNAN DURMAZ

7


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

SUSUN susun göklerin sesini dinleyin susun ki mavzerlerin borusu konuşsun susun ki ölüme doymayanların çarkları tıkanmış gazabı kuğu kuşunun boynunu vursun susun ve susun ki _________ocağına şivan düşmüş anaların havaya acının anıtı gibi kalkmış kolları oluğundan kederler akan ___________________ değirmenler gibi uğunsun her gün karanlığı koyulaşan günler uyuyarak susmayı değil ________________susarak ölmeyi emrediyor ve ülkemin _________________ve ülkelerin yangın yerinden dumanlar __________________ bir ananın ahı gibi yükseliyor ve en kara bahtı en bulanık ırmağın alevlerin mezar sessizliği gibi bıraktığı ____________________________küllerle çalkalanıyor


Sayfa

Susun _________ve susun ki azrailin kamçısı kaynayan bulutların gazabı gibi kuğu kuşunun ensesinde ulusun susun __________ve susun ki gökleri yırtan çığlıkları annelerin vicdanların karanlığında ________________ sönmüş bir yıldız gibi boğulsun kapansın gözleri kuğu kuşunun gören gözler kör olsun duyan kulaklar sağır bağır demiş ya şair bağır bağır sesinin bütün heybetiyle _______________ sabah güneşinin parlaklığını çağır akıt gözlerinin yaşını gül dalına ay vurmasın melesin koyun kuzu _________________ keder yeli güzlüklerde uğunsun ekmeğin ve terin kardeşliği sınıfsız ve zulümsüz bir yaşamın _________________ diliyle anlatsın bu vahşeti en kehribar yıldızların ____________________________ şavkıyla okusun

ASIM GÖNEN

9


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

İMGE İğne deliğinden geçer de kulağına küpe olmaz Saklanır anılarda olgunlaşmış bir çift söz Fırtınanın kanadında arar durur şair onu Al gülün kokusunda yılan derisinin altında Yıldız bakıcısının çeyizinde yaşamın kendisinden ağır Bir gözünü kapar diğer gözünü açar Gökyüzü başıma insin yeryüzü toprağın altına girsin Bir el alın terimi silsin diğeri yüreğime uzansın

FEYYAZ KADRİ GÜL


Sayfa 11

a

YAĞMURUN SESİ /Muhammet DEMİR Dışarıda yağan yağmurun şantiye binasının sac çatısına vuran sesine dalmış halde iken ismimin çağrıldığını duyar gibi olmuştum. “Selam Muhammet” diyordu. Dudağımdan istemsiz şekilde çıkan bir sesle “Selam” diyerek karşılık verdim, “Selam… Nasılsın görüşmeyeli.” Sanki dudağımdan titreşen seslerin oluşturduğu cümle “Hayırdır?” gibi bir tınıya sahipti. Gaipten gelen ses “İyiyim, Sen nasılsın diye sorayım dedim” dedi. Cılız bir sesti, yorgun bir ses. “Sağol” dedim, “Sağol ben de iyim.” Gaipten gelen ses “İş ya da yer değişikliği yaptın mı? Hâlâ aynı yerde misin?” diye soruyordu. “Hayır, hâlâ aynı işte ve şehirdeyim” dedim. Tuhaf o kadar alışmış ki insanlar, sürekli iş ve yer değiştirmem o kadar kanıksanmış ki. Sahi bu yeni işim çok uzun sürdü gerçekten. Yazgım bu belki de ben de kanıksamadım değil, sürekli yeni iş, yeni yerler. Memlekette çalışmadığım, görmediğim yer kalmayacak bu gidişle. “Yoksa koşulları daha mı iyi dedi” gaipten gelen ses. “Koşullar mı?” doğrusu koşullar pekte iç açıcı değildi, ama başka bir seçenek de yoktu şimdilik. “Koşulları pek dikkate almazsam şimdilik buradayım” diye kaçamak cevap verdim. Halbuki o kadar çok idealim var ki. Gerçekleştiremediğim çoğunlukla maddi imkansızlıklardan. Ama dur bir hele feleğin çarkını kıracağım elbette. “


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

Ev’e çocuklara, eşime daha yakın bir yerlere geçme ümidiyle bu koşullarda çalışmaya devam ediyorum. Bir saat daha yakın bir yer. Ya da hafta sonları kaçıp çocuklarla vakit geçireceğim bir yerde istihdam. Belki öyle olacak. Belki de ‘harç bitti, yapı paydos’. İşsizlik günleri tabiî ki. Ama işsizlik günlerinde daha çok vakit geçiriyorum, vakit geçirme fırsatı yakalıyorum, çocuklarla, eşimle. Sonra yeni bir iş yeni bir macera. ” İstemsiz şekilde gülümsedim. “Boşverrr.” Yağmurun hızı artmıştı. Daha şiddetli vuruyordu sac çatıya. “Sen neler yapıyorsun” diye sordum. “İyiyim… öyle… işte…” diye cevap verdi. Bu üç söz dudaklarından ağır ağır ve duraksayarak çıkmıştı. “Yeni öykülerin var galiba” diye sordum. “Evet” dedi. Bu sürede hiç işitmediğim bir canlı ses tonu ile çıkmıştı dudaklarından. “Güzel. Sevindim senin adına” dedim. Onun heyecanlı sesine sevinen bir tonda çıkmıştı ağzımdan sözcükler. “Yazdığımı sanıyorum… Belki eğlence” dedi. Yine o dalgın ve duraksayan ses tonuyla söylemişti. Kızgın bir ifadeyle çıkan tonda “Yazdığını sanmak mı? Kendine haksızlık etme” dedim. Küçümseyen bir tavırla “Hı hı. Anlamsız belki de. Onun için dedim” dedi. Küçük çocukların mızmızlığı vardı. “Anlamsız mı? Anlamı var tabiî ki” dedim. Sanki öğüt veren bir öğretmen gibi. “Bilmem” dedi. Sanki bu öğüt veren tavrım etkili olmuştu. “Sen ve bilmemek, tuhaf” dedim. Aynı öğüt veren öğretmen tavrından ne bileyim hoşlanmıştım galiba. “Öyle mi düşünüyorsun gerçekten, güldürdün beni” dedi birden. Tüm o kendine güvenen öğretmen havamı söndürmüştü bu cümlesiyle. “Elbette” dedim bozuntuya vermeden. Bu öz güvenimin farkında değildi elbette. “İyiyim a dediğime bakma, bu aralar iyi değilim” dedi. O küçük çocuk yine karşımdaydı. “Belli oluyor, kafan karışık, tatile az kaldı, dinlenirsin geçer” dedim. Aşırı şefkatli bir tını vardı sesimde. “Yorgunun diyecektim tam da” dedi. Lafı ağzımdan aldım demenin kibar hali ile söylenmiş bir cümleydi. “Neden? Hafta sonları kaçabilirsin bir yerlere. Kendin ile. Kendi kendine. Yaşadığın şehir ve çevresi bunun için ideal. Dağ, orman, deniz, göl, bol manzara var. Çöl değil orta anadolu gibi, buralar gibi.” Ben onun kafasını dağıtmaya çalışıyordum bu söylediklerimle. Güldü birden. “Nereye gitsen ‘okka üç yüz dirhem’ derler” dedi. “Belki de farkında olmayla ilgili tabi” dedi. Ben hâlâ onu içindeki yürek sızısından uzaklaştırmaya çalışıyordum boşuna çabaydı ama olsun. “Orası öyle” dedim son cümlesini onaylayarak ve “Emekli olunca bol zamanın olur belki de, bahçen var orada zaman geçirebilirsin” dedim. Bu cümlem ile hâlâ onu yürek sızısından uzaklaştırma çabam vardı. “Orada, bahçemde iyi hissediyorum, evet” dedi. “Toprak negatif enerjiyi alır, ne güzel işte, iyi hissetmek” diye onu olumladım. “Çoğaldıkça azalıyorum dedi” yeniden o yürek sızısını daha da dışa vurarak. “O zaman azalmayı dene sen de. Azalırsan çoğalırsın tersinden. Bu ise kolay değil elbette. ‘Delilik.’ Ya da öyle dememeliydim, şöyle demeliydim ‘bilinçli bir çılgınlık.’ Şöyle düşünüyorsun ‘beni kimse anlamıyor, halbuki çok basit, neden anlamıyorlar ki beni. Daha ne yapmalıyım onlar için, onlara kendimi anlatmak için’ avazın çıktığı kadar bir ‘ÇIĞLIK’ atarsın. Hakkında ‘deli mi ne!’ Derler. Bu kadarlık işte.

Haklısın, ben de anlamıyorum seni değil mi?” dedim. “Bilmem belki de. Benim ile ilgili


Sayfa 13 yargıların hep vardır, bunu biliyorum” dedi. Kışkırtmak istiyordu. “Senin hakkında yargılarım yok gerçekten” dedim kavgadan kaçmak için. “Öyle diyorsan öyle olsun” dedi. Ama hala kararlıydı kavga için. “Kendi hakkımda bile derli toplu yargılarım yokken, senin veya bir başkasının hakkında yargılarım neden olsun” dedim. Harbiden buna inandıracak kadar saf mıydı? Ya ben o kadar saf mıydım buna inanacak kadar. “Tersinden a Yağmurun sesi dindi, yağmur kesildi. düşünüyorsun öyleyse” dedi. “Anlamadım” dedim. Oturduğum sandalyeden kalktım, şantiyenin kapısından dışarı adım attım. Ortalığı nefis bir toprak kokusu sarmıştı, birden güneş gözüktü gökyüzünde, gök kuşağı görüldü.

K A R İ K A T Ü R :M U S T A F A Ö Z G Ü R

MUHAMMET DEMİR


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

Bana Burada “Hiç” Diyorlar Uzay boşluğunda bir harfim İçimde gittikçe derinleşen bir kuyu Bana burada “X” diyorlar Yuvarlandıkça boşluğa Sırtımdaki kadim çarmıhım Uzay boşluğunda bir notayım İçimde gittikçe kararan bir dehliz Bana burada “Es” diyorlar Galaksi senfonisinde Yok bi’ yerim Uzay boşluğunda bir düşüm İçimde gittikçe uzaklaşan çocukluğum Bana burada “Hiç” diyorlar

SERKAN ENGİN Ekim 2017


Sayfa 15

GÖRSEL İSA ÖZTÜRK

UNUTMA BUNU

Yüzü fesleğen bir şiir Biraz tütün biraz kekik Kaya dibinde bir bilgelik Düşülmüş pusular Zaptedilmiş sokaklar Anısı kanayan günlerden geldin sen Unutma bunu Tabutluklarda sınandın Hücrelerde büyüdün Okuduğun tüm okullar yasaktı sana Direnmekti tek işin Şiirin linç edildi her mayıs Her mayıs dirilip dirilip öldün Buydu senin doğum günün Unutma bunu


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

Bir bıçak yarası taşıyorsun yüreğinde Adını sevdayla değiştirmişsin Kendi külünü yanan ormanları var ellerinin Ülkenden başka sadık dostun olmamış Unutma bunu Şimdi taşkın bir ırmak gibi duruşun nedendir Durduk yerde deryalara akışın Bir tüfek gibi bakışın Yerinde söylenen türküler gibi haykırışın Kahroluşun sevincin yakarışın Seyrek rastlamışsındır ölümüne sevdalara Unutma bunu Gözlerin kan durgunu Barikatlar tarihine yazılmış aşkların Her silahta son mermi olmaya gönüllü Kırmızı karanfillere adanmış ömrün Ömrün ki yazılmamış güncesidir açık denizlerin O denizler senden sorulur Unutma bunu Karanlığın sağır olmadığını gördün Dizlerinde nar taneleriyle çömelir zaman Saklanmaz onurunu açan çiçek bir kayanın ardına Senin adın o çiçeklerin yanında Unutma bunu Bir de Küçük eller sapan tutar Büyük eller dal toplar Bu ağaçlar bu sokaklar bu eşkıya sevdalar Seni hep anımsarlar Yaşama sorumlusun Unutma bunu

BÜLENT AYDINEL


Sayfa 17

ZAMAN UÇURUM KENARI

kutsalım güneş rengim bakır tunç sevdası biraz hitit biraz sümer yabanıl tablet toprak altı beklenen hasret o günden bu güne aranan patika gözleri iris güzeli sular mavisi alı kaya yontusu kibele nasıl söylenir ki burcu geyik başlı yiğit tan vakti ünler babil'e av dönüşü gılgameş namus belası enkidu kadeş öncesi mi sonrası mı hitit ezmesi üzüm kaçıncı kapıda esrik sefa yürekten yüreğe ulaşan hem bilinen yaşam öyküleri cennet cehennem süt akı söz gömütler ruhu şarap ekşisi toprak taslar ayla yıldızla tanrı takasında hikmeti kendinden menkul mezatı buğday sarısı mavi bocuk hayali yol çeker döner sözünden ur uruk kemendi elinde marduk dicle kıyısında kırk tilkili belleği gılgameş'e enkidu ateşler fitili o zamandan üç güllü yonca yonca say kökünde beslerken mazlumu mağdur eden petrolü tanrı gözünde alev çemberi günahı geceyi aşıp gündüze ulaşmak aşkın neyse pahası tay toynağında kuşluk vakti uzayıca gölgeler zamanı kovalayan şaşkınlk bakır kabın kırgın yüzü tanrıçalar ağında alfabesinde zehrin anılar er meydanı düşlenen kuş çelengi gılgameş'in narası enkidu'nun kıllı göğsü sarsar koca kenti ölüme beş var büyü bozulacak derken yergilere boyun eğdi tutkular ezginin acının tuttuğu yer kadar ciğer delen mızrak ok ve sadak kan içinde takvimler zaman uçurum kenarı ayna şavkı kirpikler alabildiğine nazar elinde anlamı büyük terazi hamurabi çığlık başımızda yarenim gül derenim bugün varsa yarın da olacaktır doğurgan kısrak besler terkisini güzel gözleriyle güzel günler arar vicdan karası devran evel ezel yaradır süt tadı ot acısı ağıda hazır boyun bükük göz yaş mezopotamya kimsesizliği ar başı naçar alev ateş karanfil dağı düzü gül kokulu anaç rahmi döl çoğulu tanrı gözü bereket muştusu mutluluk sandığı lavanta kokulu gelinler birer birer iner dicle'ye ceylanlar kıskanır yeryüzü uyanır gökyüzü tanrı kulağında küpe barış kaynaşması kandan baruttan öte dünya haritası sevda enleminde gül fidanı çocuklar gülün oynayın işte uçurtmalarınız bizim size borcumuz var

BEKİR KOÇAK


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

RESİM: İRFAN ERTEL

SAVAŞ BU! ANŞA KIZ'IN DÜĞÜNÜ DEĞİL! Erdoğan TEZGİDEN Geçen yıl büyük şehirden, enseleri ve cüzdanları kalın bazı adamlar geldiler. Bizim köyle alt tarafımızdaki komşu köy Bozdere arasında sınır olan ve iki köy arasında yıllardır süren bir husumetin de nedeni olan bir toprak parçası vardı: Akbayır. Şehirden gelenler; bu Akbayır’ı bizim Muhtar Hambıyık İrecep’le köyümüzün ağası Minnoş Abık’ı da para vaadi ile, biraz da göz dağıyla zorbalıkla satın aldılar. Adamlar geldiler, yestehlediler yüzlerce yıllık ata-dede topraklarımızın üstüne. Bizim köyün

a ileri gelenleri gık bile çıkaramadı. Hatta önceleri biraz da sevindik. “Ulan iyi oldu bu Bozderelilere!” dedik. Dedik de halt yedik. Bu Bozdereliler, bu şehirlilerin köy topraklarının üstüne çökmesinden hiç hazzetmediler. Gelenler, önce toprağı korumak ve işlemek için bizim köyden yardım istediler. Muhtar da "Bastırsınlar parayı, gidiverelim" dedi. Adamlar da parayı bize değil başkalarına bastırdılar; Kıran Dağı'nın ardındaki Kurtkaya köylülerini getirip koydular iki köyün arasına. Şehirden getirdikleri adamları da kattılar içlerine. Bozdereliler, köy çevresinde dolanan, karıya, kıza sarkan şeherli korumaları rast getirdikleri yerde tepelediler. Şeherliler, daha çok silâhlandı. Ama bizim Bozdereliler yılar mı? Bağda, kırda, tepede; gece, gündüz yakaladıklarının üstüne çöküşüp ver ettiler sopayı. Geçmişte biraz düşmancılığımız olsa da Bozderelilerin yiğitliği bizim de hoşumuza gitmişti. Köyümüzün gençlerinden bazıları, "Yahu şu şeherlilere iki kötek de biz çekek, o topraklar bizim de atalarımızın toprağı sayılır." dedilerse de Muhtar Hambıyık İrecep onları salmadı. Muhtara kalsa, köyün gençlerini bu şehirlilere bekçi dikecekti. Köyün ağası Minnoş Abık’la bastırdılar ama azaların çoğunluğu razı gelmedi, bunca gencin kanıyla canıyla oynanmasına. Zaman döndü, gün döndü. Şehirlilerin başı hem Kıran Dağından getirdikleri Kurtkayalılar'la hem de Bozdereliler'le iyice belâya sardı. Daha beter olsunlar. Neyse, biz gene devam


Sayfa 19 edelim anlatmaya. Kurtkayalılar, "Köyümüzü buraya taşıyak, buraya kurak." demeye başladılar. Bozdereliler de hem şehirlilerden, hem de Kurtkayalılar'dan rahatsız olduklarından şehirlilere dayak, sopa çekme işini büyüttüler. Her gün üç-dört şehirlinin sopa yediğini duyuyorduk. Bir gün şeherlilerin katmer enseli, koca göbekli başkanları bizim köyde Minnoş Abık ve takımını ziyaret etti. Ondan sonra Minnoş Abık, Hambıyık İrecep'le birlikte başladı: "Gelin koca şehirden gelmiş, gıymatlı misafirlerimizi biz koruyalım. Bizim köy bütçesine para da virecekler. Gidelim bOZdere'ye; bakın şimdi Kurtkayalıların oturduğu tarlalar dedelerimizin. Belki bu şeherliler buraları gene bize verir." dediler. Önce herkes karşı çıktı. Gençler, "Gideceksek, Bozdereliler'in yanında yer almaya gidelim. Ne de olsa eski komşularımız, çoğuyla da hısım akrabayız." dediler. Ama bu sefer Minnoş Abık'la Hambıyık İrecep, azaları da kandırarak köyün gençlerini şeherlileri korumak için Karadere’ye gönderme kararı aldılar. Davul-zurna çaldırarak asker toplamaya başladılar. Fadiş Teyze, bu karara karşı çıktı: "Ula şişgöbek Abık’la Üçkâğıtçı muhtar Hambıyık, bu çocukları siz mi doğurdunuz? Siz mi doyurdunuz? Siz mi böyüttünüz. Ula Minnoş Abık, Senin çocukların nerede? Şeherden çağırtıp onları da bu kavgaya gatacak mısın? Sen Düldül İrecep, senin çocukların da şehirde. Sen çocuklarını gönderiyon mu?"

a

Minnoş'la Hambıyık, hık ettiler, mık ettiler; sonra Fadiş teyzeye bağırıp gürlemeye kalktılar. "Sen ne deyon, dul garı başınla işimize, aşımıza garışıyon da çol çocumuzu araya gatıyon?" Fadiş teyze bu, altta kalır mı? Elindeki budaklı meşe odunundan bastonunu ver etmeye başladı Minnoş Abık'la, Hambıyık İrecep'in kafasına, sırtına, orasına, burasına. Şenliğe köyün diğer kadınları da katıldı. Onlar da odunlarla giriştiler ağayla baş dalkavuğu muhtarla dayağa. Sonunda Fadiş Teyze, "Ey Ağa, ey Muhtar, gazanız mubarak olsun! Savaş bu, Anşa Kızın düğünü değil. Önce dayağın tadına bi siz bakın, ondan sonra gençlerimizi savaşa, kavgaya göndermeye kalkın! Elbet biz bu yiğitleri vatan için doğurduk. Ama bre utanmazlar, vatan sizin oy sandığınız mı, çiftliğiniz, şeherdeki apartumanınız mı? Biz askere evlât göndermesini de bilirük, senin gibilere haddinü bildürmesünü de!..." diye bir nutuk çekti. Analar, oğullarına sarılıp evlerine döndüler.

ERDOĞAN TEZGİDEN


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

GÜN ADINA... siyah çerçeveli özge yaşamdı duvarda asılı duran ne gül tazeliğinde ne kucaklanmış köklerinde tek damla akardı takatı sürülmüş yollara gözler bakardı söz ile çevrili kavşakların tunç ayağında hep kanayan aynalara işlenilmiş gözler kendi bedenini yırtardı, dönülmüş yollardan, verilmiş sözlerden ve ince düşen bakışlardan kendini koruyan her ayrılığa baharı eklerdi, başladığı yerde tomurcuk çatlağı gülüş ve gül işli yazmasını sıyıran hayat koşar adım ayrılır saçları rüzgâr tutan yangın adına kal burada yanımda kına sürülmüş el tutulmuş sokak süpürge sesleriyle silmekte izleri is bulanmış yüzünde parmak damgası kıvrım kıvrım içe çekili yürek ilk basamakta geriye bakmakta.

HAYDAR DOGAN


Sayfa 21

Pîra Dikandar

İKİ DİL BİR ŞİİR

Welatê gurciyan bi dil û gurçik çem û deşt, bi aliyekî xwe li behra Reş e. Li kolana xaniyên kerpîç li bajarê Amûdê, Beşek dîwarên bi qalibên ji axê tên çêkirin Şaredariyek ber xwe dide dijî betonbûyînê. Li kolana malên bi kerpîç, maleke bi dikan Bi salan e ku debara malê bi wê kargehê ye Û Pîra Gurcî li gorî îsal, heştê û çar salî ye. Hevserê wê mirî ye, bi keç û zirkeçekê ve Ango sê jin bi her tiştî, li benda dikanê ne Bi awayekî din, tu deramet ne bi derfet in.

Pişt û teniştên welatê gurciyan çiyayî ne ku qafkasî ne. Di dikanê de refên textîn, dezgeheke biçûk, Li refan çend qutiyên çîkolata, şekir, benîşt. Pir caran li der, li ber derî, li ser sendeliyekê Rûdine dikandara kolana ku malên bi kerpiç. Li seriyê wê, dolbendeke bi çînên sor û reş, Li pişta wê, gocikekî ji naylonekî lacîwerdî Li bin wî, fîstanekî pêlpêlîn, sivik û hewayî.

Di hebûniyê de nebûnî û pêmenî mîna hesinekî agirî ye. Çend şaredarî pêk hatin, geş bûn û qediyan; Di kevana bi xêr û bêr de bi xizaniya jehrîn Pîra dikandar dewlemenda ken û rûkenan e, Ew ken û rûken bi dil girî, bi dev û rû êş in.

10.03.2014, A.Karabax


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

Dükkâncı Gürcü Gürcüler diyarı çökük göğsüyle, çay ve ovalık, bir yanıyla Karadeniz'dir. Amûd şehrinde, kerpiçli damların caddesinde Tüm yapı duvarları toprak kalıplarla örülmüş, Eski bir uygarlık direnişte betonlaşmaya karşı. Kerpiç evlerin caddesinde dükkânlı bir mesken Nice yıldır ki evin geçimi bu iş yeriyle sağlanır Bu yıla göre, tam seksen dört yaşındadır kadın. Eşi ölmüş, bir öz diğeri üvey iki kızıyla beraber; Evde kalmış iki kız, üç kişi bir dükkâna muhtaç, Başka bir deyişle, geçimleri sadece ona bağlıdır.

Bel, sağ ve sol yanları dağlıktır Gürcü ülkesinin ki Kafkaslar'dır. Dükkânın içinde tahta raflar ve küçük bir tezgâh, Raflarda birkaç kutu çikolata, kesme şeker, sakız. Kerpiç evlerin sıralandıkları caddenin dükkâncısı Genellikle kapının yanında bir sandalyede oturur. Kadının başında kırmızı ve siyah benekli bir örtü, Omuzlarında lâcivert renkli, naylondan bir gocuk Onun altında dalgalı, gevşek dokunmuş bir fistan.

Varlık içinde yokluk ve yoksunluk, âdeta kızgın bir demir gibidir. Kaç uygarlık mayalandı, boy verdi, öylece söndü; Tarihsel hilâlin kucağında ve zehir gibi bir fakirlik Dükkâncı kadın güleryüz ve gülüşlerin zenginidir, Bu iç ağlayışlar ve onunla dudağa akan ağrılarıdır.

10.03.2014, A.Karabağ

ABDULLAH KARABAĞ


Sayfa 23

SENİN DÜŞÜN BENİM KABUSUM ‘özgür insanlar!’ çiftliği kurmak düşü amerika’nın senin düşün benim kabusum

-ÜNİTE SENbir tek sende sevgilim düştüğümde tekrara seviyorum tekrarı

-KÖR KÖROĞLUferman padişahınsa dağları boşaltalım

-DİYAR-I AMED’CE DİLİkır saçlarınla acıdasın hala mutluluk surların kadar yüksek bir acı kahramanlıksın kalkışmada

HASAN ÇAPİK


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

MENDİL Her nesnenin bir anlamı, bir değeri ve hatta bir görevi vardır. Kimilerince bir “çaput” bezinden ibaret olarak görülen MENDİLİN, oysa yaşamımızda ne çok yeri ve öneminin olduğunun farkında değiliz.. Coşkumuzu, öfkemizi ve neşemizi halaylara dökerken, halay başının elinde dalgalanan, nazlı bir gelin gibi kıvrıla kıvrıla sallanan mendilin halaya kattığı değerin ve anlamın bilmem hiç farkındamıyız. Halay başının önünde halaya durandır mendil. Onsuz ne zevk alınır halaydan, ne de halay, halaya benzer. Mendil, halay başının elinde ve dertli dertli vuran davulun çalan zurnanın eşliğinde tir tir titreyip sallanarak akan terleri silecek ki halaya can, halaya ruh gele.

a

Emeğin değeri alın terimizde, göz nurumuzda gizlidir. Emek harcayıp bir değer yarattığımızı anlımızda ki boncuk boncuk ter damlacıklarından anlarız. Bilgi birikimimizi dökülen göz nurunun orantısından biliriz. Peki ne ilgisi var göz nurunun, alın terinin mendille diyenleri duyar gibiyim. Var, hem de çoğumuzun farketmediğinin ötesinde bir ilgisi var. Anlımızda boncuk boncuk biriken ter damlacıklarını kurutup, bizi ferahlatandır mendil. Ferahladıkça değere değer katarız. Mendilin küçük de olsa bir payı yokmudur yaratılan bu değerlerde. İnkara gelinebilirmi ferahlatıcı katkısı. Acılar, ağrılar ve sızılar yüreğimize yuvalandığında ve sözcükler boğazımızda düğümlendiğinde gözlerimiz dile gelir. Yüreğimizdeki acılar, boğazımızda düğümlenen kelimeler göz çanaklarımızdan yaş olup akarlar salkım salkım. Mutluluklarımızın olduğu kaddar, dertlerimizin de ortağı olan mendil, siler dökülen göz yaşlarımızı. Tütün basar gibi, kanayan yaralarımıza bastığımızdır mendil. Aşıkların, aşklarını birbirlerine ifade demedikleri durumlarda, mendil dillendirir mutluluğa açılacak olan kapıyı. Akan burnumuzun sümüğüne mekan yeri olur mendil. Bayramlık kıyafetlerimizi giyindiğimiz de, göğsümüzün üstündeki süsümüz, cebimizden eksik etmeyip, en zor anımızda imdadımıza yetişendir mendil. Başımızı, boğazımızı ağrılar tuttuğunda, ağrılarımızı sarıp sarmalıyandır.


Sayfa 25 hakkaniyet bir davranış olurmu. Allı, morlu renklerle nice türkülerimize konu olmuş mendile haksızlık olmazmı. Ya sevdalılar, aşıklar; kızın oğlana, oğlanın kıza aşklarını ilan etmelerinin aracısı değilmidir mendil. Demazlar mi al bu mendil sende kalsın, gönlün, gönlümde yer bulana kadar. Mutluluğa giden yolda, umudu temsil ediyorsa mendil, sol göğsümüzün üzerine konmayı ve cebimizde taşınan en kıymetli ahzinemiz olmayı da hak ediyor demektir. Mendilin bütün bu hünerlerine, yaşama kattığı değerlere rağmen, şu insan oğlunu anlamak mümkün değil. Birilerini aşşağlamak için gene o güzelim mendil kullanılır. “Sümüklü mendil” deyiminin kullanımı bu yüzdendir. aMendilin yaptığı iyiliğe bakın, bir de insan oğlunun nankörlüğüne. Vücudunuzdan çıkan pis artıkları temizliyorsa mendil, horlanmasımı gerekiyor yoksa ödüllendirilmesi mi.? Hadi varın biraz da siz düşünün. Siz düşüne durun ben de o güzelim mendile yakılan yüzlece türküye, maniye bir yenisini ekliyeyim. Bu mendile olan aşkımdandır. Mendilimin ucu yanık göz yaşlarım oluk oluk sen görmedin neyleyim ama mendilim buna tanık.

HIDIR ULUDAĞ


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

EĞRİ ÇİZGİ anam desem yüreğine düşer acı koca denizleri geçer gelirsin uluyan kurtlar dağılır gider akşam güneşine dönüşür şu gördüğün dağların yamacı kıyısını geçer göz yaşların bir eğri çizer yüzünden aşağı doğru sevgisini sunar geçtiği yerlere yokluğundan varlığını çıkarsan bilmem ki ne kalır geriye gökyüzünü yırtan çakallar bir gün çakılacak yere anam bu dünyanın dönüşü başka her iyiliğine karşın sessizlik içindesin sarı taşın belleği kum yuvarı eşiğini süpüren kadınların geçmeli taşların sokaklarını kavlatıyor kuş yuvasından bakanların gökleri belki kaşı gözü bir karış yukarda sizin olsun ovalar enginler bize bırakın bayırın taşını toprağını çilesini sırtımızdan geçen yağmur suyunu kirletmeyin yeter çevreme gül diktim ormanım çamlık günce çocukların gözüne konuyor kara sinekler

MEHMET RAYMAN


Mecnur Abi Sosyal Demokrattı Mecnur Abi sosyal demokrattı Karıncayı bile incitmedi ömründe Dünyanın bütün sosyal demokratları gibi O da Cumhuriyet okurdu Yıllardan ihtilal öncesi Midye kabuğunda tıraş ediyorlar memleketi Yakamozun haberi olmuyor O devirde sosyal demokrat olmak zor Durum hantal Mekan Kartal Senin serseri kurşun dediğine Kız vermek için kuyruğa giriyor anneler Bırak müsellesin zaviyesini Düşün efendiliğin seviyesini Sosyal demokratlar olgunlaşamıyordu Zaten hükümleri de fazla değildi Mevsimlik işçiler taşeron tutulduğundan Olgunlarını jandarma topluyordu Şimdi seksen ihtilalinin bu pastırma günlerinde Bu şiirin sonu nereye gidecek diyorsunuz Benimki bir zamanı paylaşmak Buydu memlekette durum Siz biraz daha bekleyin Ben işe gidiyorum / Ha Mecnur Abiye mi ne oldu Onun gibiler bir süreci belirlemez Bir dekordu İşlevi doldu /

SEMA LALE

Sayfa 27


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

HAYAT VE ŞİİR ÜZERİNE DENEMELER Adnan DURMAZ

Çok uzun zamandır, deneme - eleştiri türünde yazamadım. Şiir daha çok ifade etti beni. Kuşkusuz, şiir yazmak, sadece şiir yazmak değil; en büyük engel. Yaşamdaki ardı gelmez olumsuzlukların ara yerinde bu tür çalışmalar yapmak dageçmişin ulusal ve evrensel anlamda edebiyat birikimini bilmek, bunun yanısıra, tarihsel ve toplumsal gerçekliğin felsefesine oldukça hakim olmak şart. Kişisel yaşantının ağırlığı, düşünsel üretimin önündeki insanlığa karşı bir borçtur. Şu an bunu düşünüyorum..

a

İnsan yaralanır gün olur. Duygularından yaralanır, yaşamından yaralanır, değer verdiklerinden, güvendiklerinden yaralanır. Dost bildiklerinin soytarı olduğunu, rahibelerin fahişeliğini görür. Yalnızca ihtiyacı varken var olanların gerçeğini, arkadaşların çok arkalarda kalışını görür yaralanır.Küfrettiğini alkışlayanı, karşı çıktığının kucağına oturanı, namus havarisi geçinenlerin namussuzluğunu, yakınlarının uzaklığını bilir de yaralanır.. İnsan yüreğiyle sever, yüreğinden kırılır, yüreğinden darılır, yüreğinden gücenir, yüreğinden yaralanır.... İnsan yüreğinden ölür. Geriye kalan yapayalnızlığın dayanılmaz cazibesidir... Giderken tüm öfkelerini, kırgınlıklarını dargınlıklarını bırakarak, yüzüne tüküren namussuzluğa tükürmeden, yalnızca yaralarını alarak gitmeli.. Artık kimsenin ne dediği, ne yaptığı zerre kadar ilgilendirmez seni. Yapacağın şey, bir çiçek dikmek saksıya, bahçen varsa bir ağaç.. Ve uzak ıssız bozkır insanlarının türkülerine ve ağıtlarına karışarak orada yaşamak..

Şairin işi belki de kusmaktı... Belki de bir tür çiçek açmak sözcüklerde... Ulu bir çınar tüm yaprakları ve çok derinlerdeki kökleriyle, ülkeyi ve dünyayı dinler ve duyumsar damarlarında.. Şairin işi de budur, yaşadığı acılar ve mutsuzluklar, öfkeler ve sevdalar kişisel olmaktan çıkıp ülkenin


Sayfa 29 ve dünyanın türküsüne ve gözyaşlarına karıştığı oranda vardır ve gerçektir şair. Senin acılarının benzerini yaşayan milyonlarca insan varken, gözyaşların kendi yanaklarında kalıp kuruduğu sürece hiçsin.. Bütün ağıtları ve türküleri içmiş olmalısın ki, insanların yüreklerinde var olan zirveleri, bozkırları, kaldırımları, maden ocaklarını, bulutları, kuşları, ırmakları içinde yaşamadan hiçsin sen.. Benim yalnızlığım insanlığın tüm yalnızlıklarının, yüreğimdeki yıkıklık benzerlerinin devamı ve parçasıdır..... değilse yazdıklarım, alkışlanmak için yazılmış saçmalıklardan başka bir şey olamaz.. Yarası olmayan kanamaz, ırmağı olmayan akamaz, uçurumu olmayan tırmanamaz..

 Yalnızlığımızı geçirimsiz hale getirdik yıllar önce.. Bu duvar tek başımıza, ininde yaralı bir kurt gibi kalıp, yaramızı kendimiz yalarken ölümle binlerce kez göz göze gelirken, işte o acılardan yalnızlıklardan örüldü.. Yıllar sürdü ki, o nedenle kalındır. Yüzümüzdeki gülüşler sararıp düştü açmamasına.. Umut dediklerimiz terkedilmiş evlerin sıvaları gibi yavaş yavaş döküldü.. Yalnızlığımızı geçirimsiz bir duvar yaptık. Düşlerimizi sobaya attık eski giysiler gibi, azemheri ayazlarında ısınmak için. Kendimize dair ne özlem bıraktık ne düş. Kapımızı çalan alacaklılara verecek bir şeyimiz kalmamıştı.. Borç olan ne varsa vermeye yemin ettik.. Ölürsek miras kalacaktı bizden sonra kim gelirse başımıza.. Yalnızlığımızı duvar yaptık.. Çağın geçerli değerlerini bir defa daha attık çöpe , kimsenin malı, mülkü, kariyeri, parası, ünü, şanı bize ulaşamaz o duvardan.. Çöpe atalı çok olmuş onları.. Yaşamımızda kadınlar da olmasın aşk bahsinde.. Kimsenin isteklerinin kulu olamayacak kadar özgür kalmıştık ölümü hiçe saydığımız o ıssızlık noktasında. Kimseye verecek gülücüğümüz yoktu bu anlamda, yoktu ki verelim.. Sevgi sözleri edemezdik artık. İnsan onu herkese edemezdi.. Düşlerimiz olmadığı için, başkalarının düşlerinde rol almamız imkansızdı.. DUVARLARIMIZ artık yalnızca ezilenlere yok hükmünde, gülüşümüz ancak yoksul kır emekçilerine, çocuklara ve yaşlı analara babalara açıktı.. Bu artık var olan dünya için ölmek, aynı zamanda var olan dünyaya karşı açılmış savaşımızdı.. Kişisel beklentisi olmayanın korkacağı hiç bir şey kalmamış demektir...

Teorik anlamda ciltlerce kitabı devirmeden, insanoğlunun yaşadığı tüm acıları, köyde, kırda, dağda, kentte, kalabalıkta, ıssızlıkta yaşayarak içsel-


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

leştirmeden, özümlemeden , bizim gibi bunları yarım yamalak yapmaya çalışanların, üretmeye çalıştıklarının kılcal damarlarına nüfuz etmek olanaksızdır. Biz bunları yarım yamalak yapıp sonra da sözcüklere dökmeye çalışan birer acemiyiz. Amacımız ne söz cambazlığı ne de ukalalıktır. Yaşadıklarımız ve insanlığın yaşadıklarından duyumsadıklarımızdır yazdıklarımız. Muhtemel ki, bizden önce unutulur bunlar bu tüketim çağında.. Burada söylenmesi gereken cümle; İnsanlığın büyük ozanlarının geçtiği yollardan geçmeden onları içselleştirmek zordur.. Onların devamı olmak imkansız..

Demem o ki, bir düzyazının cümlelerini alt alta sıralamak; demem o ki, düzyazı cümlelerini kafiyeli dörtlüklerle yazmak değildir şiir. Sadece kendinin anladığı laflara "imge" diyerek, kimsenin anlamadığı imlasız ve anlatım bozukluğu örneği olan cümleler kurmak.. Ayağı ne yere ne göğe basmayan, sözlüklerden aranarak bulunan, az kullanılır, bilinmeyen sözcüklerle yapılmış nerede bitip nerede başladığı belirsiz cümleler kurmak değildir şiir. Demem o ki, birbirinden bağımsız anlamlar yüklenmeye çalışılmış, sözcükleri ses kalitesine göre sıralamak, hece sayarak labirent kurmak ve aşka küfrü, yürekle teni boca etmek değildir.. Sözcüklerin ara yerine / işareti koymak saçmalıktan abaşka hiç bir şey değildir; çünkü şiir kalabalıklara sesli okunan bir sanattır.. ŞAİR.. yer altında binlerce, onbinlerce kilometre yol kat ederek karanlık derinlikleri aşarak, kayaları delerek sayısız insan duygusunu mineral diye dizelere katarak yeryüzüne çıkıp güneşin aydınlığıyla öpüşen sudur.. ŞİİR NE DEĞİLDİR yazılabilir belki biraz, ama şiir nedir? Onu yazmak aşkı yazmak kadar imkansız...

Bazıları kelli felli görünen gazete yazarları, şairler, sayfalar açarak, sisteme muhalif gibi bir görünüm altında, muhalif gibi, akşam sabah aşk tapeleri, aşk reçeteleri, hazır küfür ve aşağılama örneği sözler, arada da durmadan devrimci sosyalist söylemlerle süs yazıyor.. Yüzlerce beğeni ile kurulmuş başına aşiret toplama yerleri. Tümüyle toplumsal ve tarihsel diyalektikten uzak, çiğneme tabletleriyle artistik pozlarla piyasa yapmakta.. Tuhaflığın küçük burjuva anatomisi.. Ne ararsan var, Hem Berkin Elvan ve Kobane, Hem Nazım ve salaş laflar.. Siz neyi seçiyorsanız osunuz...

ADNAN DURMAZ NOT: Bu denemeler, Adnan Durmaz’ın facebook sayfasında şiire ve hayata dair düştüğü notlardan derlenmişti.


Sayfa 31

YOKSUL YÜRÜYÜŞLER.. faşizme mezar olamamış duvarların önünden geçiyorum dilimde eski militan küfler.. susmaktan b'aşka ne yapabilir insan ellerinde bir yalnızlık üşüyorken... küfre bulaşmış kıraathanelerin yoksul yüzlerinde duruyorum maça üç'lünün boyun eğikliğinde ... insan konuşmaktan başka ne yapabilir ki gözlerinde sürgün bir çocuk büyüyorken.... vakitlerden iş paydosu zamanları bakkalların arkasında fermente arpa sularının köylü kurnazlığında tükenişindeyim ayaklarımda eskimeyen yılgın küfler... otobüs durağında bekleyişlerin umutsuzluğunu kusuyor bir kadın yüzüne uzun zaman namus için çalıştırılmayan ellerinde yeni emekleyen emek izleri... insan sarılmaktan başka ne yapabilir kimsesizliğine... papatyaların sıkılgan,kırılgan mevsimindeyim ve artık hiç kimse sormuyor yapraklara, acaba?larını ve hep, ve hep çok üşüyeceğiz, edirneden ardahana kadar...

CEM EREN


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

* Baykuş'dan aldım boynumdan büyük cümleleri sakladım ak kağıtlara İmge mimge kurgu biçim Güvercin oluverdiler bir ırmak üstünde. .. Karga'dan aldım sözü tümce tümce Ve önünde "yeni" olan pazarlamacı taktikleri ekol akım medya Ohh "Yeni dünya" Felsefeyi kaçırdım Edebiyat dolaştım Stalin'e küfür Nobel de yeni bir daldı Ödülü çok paraydı. . Sayarken sırtımdaki kırbaç izlerini ölmüşüm bir köylü isyanında Bedreddin fısıldamış sol kulağıma Yarin yanağıdan gayrı herşeyi ... İç savaşlar kurtuluş ve kuruluşlar Karadenize gömmüşler Suphice sesleri Mahir ve Che nin doğduğu yer değili mi Brecht Kafka daki derinliği çukur sananlar görmedi modernitenin tükettiğini. . Marx okudum Emek sermaye artık/değer .. Matamatik de bir dil'imiş, Düşikizi Engels fısıldadı kulağıma Altuhuser mi karışıktı zaman mı? Frankfurt okuluna hiç uğramadım Lenin dokundu tarihin öteki yüzünden Ve Soydum çıbanımın kabuğunu Irk sınır din kazıdım üstümdekileri Altı proleterya "özgür kuş" Kaybedeceğim yok zincirlerimden başka... Ölmüşüm bir köylü isyanında Bedreddin üflemiş sol kulağıma Yarın yanağıdan gayrı herşeyi ...

GÖKMEN SAMBUR


Sayfa 33

RÜZGAR ÖĞÜDÜ - 5 21 Bir gün dağlara çıkınca oralarda taş olarak kalsaydım mutlu olurdum. Başka sesler duydum. 22 Dağın etidir ot. 23 Karlı dağlar kardeşimdir dedi biri- ya tavşanlar neyin olur dedi diğeritavşanların karda bıraktığı iz. 24 Irmakları anlatabilirim, kar sularıyla beslenen derecikleri, belki boğazına düğüm atan adamlardan ve onlara karşı çıkan kadınlardan da bahsederek... 25 Gözyaşlarıyla ırmak oluşturmak ve o ırmakta boğulmak, acı.

MEHMET GİRGİN


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

CEZİR

Bu yıl buralara kış erken geldi Kırılgan maviler ayvam sarılarda /bir ben Ay dolun düş bölende sen gülüp geçerken Yaprağı dalında asılı kaldı/vuruldu..don..! Dedim ya infaz zamanlarıdır Yaprak düşümü bir intihar/ düşüm Soruyorsun neden Neşen yok gülmüyor yüzün Hiç sorma dedim ya ben benden gittim Onursuz yaşanır mı hiç Boyun eğilir mi bir zaman Geceler hep hamiledir ya Ne zorlarda kalmışken gün Ne sıkılmışlıklarda maviye ağlarken İki taş arası girdap olan yaşam Gün geldi bir avuç gökyüzünü gördüm Karanlığın içinden ışığı süzerdi sürgü aralığı Beri yanda sevinçler çınlardı Narası sahte kahraman edası Avuçlardım o bir avuç güneşi “Yaşamak direnmektir” derken Ne kadar.. gözlerim güler “Bitmedi.. Sonun sonu var mı” desende Bitti gülüm bitti gün çekildi Denizler şimdi med değil cezir…!

VEDAT KOPARAN


Sayfa 35

Adalet Yürüyüşü… Nuriye, Semih ve Anadolu

a Yine 68.000 Km arızası tuttu bende. Sıcaklardan olmalı. Adalet Yürüyüşü’ne Ayvalık’tan Destek Nöbeti’ne ara vermek zorunda kaldım. Yüreğim, aklım yollarda… Ya siz çocuklar ya siz? Nuriye ve Semih! Ya siz? Ve sizin kanınızla canınızla haksızlığa karşı direnmenin getirdiği arızalar? Korkunun bunalttığı aklım ve yüreğim en çok da sizin canınızda çocuklar. Gelin vazgeçin ölmekten! Lütfen vazgeçin yavrularım! ………. Sosyal medyada, dün şöyle yazmıştım sizin için: “Taş mıdır bağrın ki gelmezsin benim imdâdıma, Dîni ayrı kâfir olsa rahm eder feryâdıma./Enderunlu Vâsıf” ………. Bugün yine şöyle yazacaktım: “Ne yanar kimse bana âteş-i dîlden özge Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı/Fuzuli” Hayır yavrularım şimdi yok sayalım bu beyiti. İstanbul’a yaklaştıkça umudum depreşti çünkü. Adalet için “Gönül ateşinden başka” yananlar çoğalıyor.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

“Sabah rüzgârından başka” kapınızı açanlar da çoğalıyor. Bakın saflar nasıl genişliyor Adalet Yürüyüşü’nde. Yürüyüşe katılamayanlar da bulundukları yerde nöbete durup haykırıyor. ÇARŞI, sporcular, aydınlar, sanatçılar, barolar, halkın her kesiminden, her görüşten ezilen insanlar! ………. Yaşayın görün yavrularım! Türklerle Kürtler, Alevilerle Sünniler ve herkes yollarda anlayacak, sevecek, kucaklayacak birbirlerini. Tuzaklara düşmeyecekler artık. Ezecekler lanetli ayrımcılık tohumlarını, yeşertmeyecekler. a Uluyanlara, havlayanlara, lağıma bulananlara inat, 40 derece sıcaklıkta çoğalarak yürüyorlar, nöbetler tutuyorlar. Umutları büyütüyor, yeşertiyor “Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar (A.Arif)” diyen bu kadim topraklar… Bu umudu söndürmeye kimsenin, hiç kimsenin gücü yetmemeli! İzin verilmemeli! Ölmeyin görün çocuklar! Sizin için de yürüyor bu insanlar! Ölmeyin görün yavrularım, lütfen görün!

VİLDAN SEVİL 30.06.2017

KARİKATÜR: MUSTAFA ÖZGÜR


Sayfa 37

UNUTMA DİYE

hiçbir yasa güçlü değildir kalbindeki türkülerden hiçbir ana unutmamıştır yavrusunun ilk sıcaklığını her şeye, her şeye rağmen seveceğim seni kardeşim kesseler de tutacağım elini birgün yırtıldığında bu yalanın çehresi bayrak olsun sana saflığın o cılız ateşi alın terinin, umudun ve aşkın düşmanlarını unutma diye...

TEMEL KURT


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

SEVDASINA HAMAL Durası yok susası yok sığası yok hesaba kitaba zamanı yok zemini yok kaçışı yok dayandımı kapıya yılan da yok yılmasına ne yıllardan ne yollardan kalan var ancak açtığınla kapısını uçtuğunla nafile düştüğünle kendine uzak ancak hâlâ sevdasına hamal…

MUAMMER ERTURAN


Sayfa 39

AKIL VİBRASYONU (1 –aklında kalsın)

(4-aklını yüreğine ek)

Gölgeler gibi süratle kaybolan Siluetlerin boranında aslolan Katledemediğin yol kadardır Ütopyanla arandaki sanal duvar…

Yıkmazsan bütün tahtları ikindiden önce Sokakları kuşatmamışsan / sabaha kalmaz Selamsız sabahsız geç desem de sana Bu sokakların hiçbirinden Hala doğasına ihanet eden hiçbiri asla Bir daha geçemez

(2- aklını başına al)

(5- karışmış aklını yak)

Yaşamaya dair ne varsa Ne varsa insanca yaşamaya dair Tüketebileceğinin fazlasıyla Senden pek bir şey istemden Bütün mütevaziliğiyle Sana her şeyi sunan bir dünyan var (3-aklına ve akıllara et) Belki artık çok geç Son umudun yarın / sırf yarın be yarım adam! Senin için ondan ötesi diye bir şey de yok Çıkar bütün promosyonları kafandan da Bir tek bunu sok o kurnaz kafana Taptığın putlara da sana da bu dünyada bir yer yok

Kendi yarattığın bir tanrıya Hizmet ve hürmetler içinde bir ölüsün sen Kölesin sen bu sisteme Senden sonra çocukların da köle Oysa yaratanın senin Bu edende kral gibi yaşsıyasın diye yarattı Sana ne elmadan şeytandan Sana ne gerek para pul - her şey beleş zaten Bağına bostanına bak ek tarlanı Biç Tumunu Seviş ve kutsa hayatını Her şey sadece bu Otonomsun be / ekonomi puştu da kim!

YAŞAR DOĞAN/Lolan 05/06/2017


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

İNSAN(LIK), ONA İNANAN ŞAİR(LER)İN ŞİİR(LERİN)E MUHTAÇ[*]

TEMEL DEMİRER

“Şiir yaz. Şiirdir kişiyi kurtaran bu ykaranlık, bu alnızlıkla, berbatlıklarla dolu evrende.”[1]

‘21 Mart 2015 Dünya Şiir Günü’ için kaleme aldığı bildiride Afşar Timuçin, “Şiirin ölüm kalım savaşı verdiği bir dünyada yaşıyoruz… Evrensel cahillik her gün biraz daha yaygınlaşıyor, kurumlaşıyor, kökleşiyor saldırganlaşıyor. Hiçbir değer tanımama konusunda kararlı görünen dünya sermaye güçleri bu amaçlarını gerçekleştirme yolunda adım adım ilerlerken demokrat görünen demokrasi düşmanlarından, ahlâk değerlerini her şeyin üstünde tutar görünen ahlâk düşkünlerinden, devrimciliği kimseye bırakmayan kuruludüzen yardakçılarından alabildiğine destek görüyor.

Bu yüzden şiire bugün daha çok gereksinimimiz var. Kurtuluşun yalan yanlış tasarılarda, köksüz temelsiz düşlerde, ikiyüzlü ya da çokyüzlü ilişkilerde, basit ve a bayağı siyasetlerde olmadığını, güçlünün eline bakmanın onursuzluk olduğunu bilenler dünyanın ancak şiirle, şiiri yaratanlarla ve şiiri özümleyenlerle kurtulabileceğini de biliyor… Şiir bize daha da insan olma yolunda neler yapmamız gerektiğinin öngörüsünü sağlıyor. Şiir bize kim olduğumuzu, insan için ne yapmamız gerektiğini, insana adanmanın nasıl bir şey olduğunu öğretiyor,” derken; ‘İnsanlık İçin Şiir, Şiir İçin Küresel Vicdan Koalisyonu!’ temasıyla düzenlenen ‘IX. Uluslararası ŞİİRİSTANBUL Festivali’nin yayınladığı metinde de şunlar ekleniyordu: “… ‘Geleceğin ilk kez bir biçimi yok,’ diye yazmıştı Octavio Paz bundan on yıllar önce. Şimdi o gelecek gözlerimiz önünde biçimleniyor. Dehşet içinde. Utanç içinde. İnsana dair bildiğimiz her şeyi yeniden düşünmemize neden olan bir panik hâli içinde, o geleceğe bakıyoruz. Uçuruma bakar gibi. Uçurumun da bize baktığını bilerek... Küresel kapitalizmin insan varoluşu üzerinde kurduğu tahakkümü her alanda reddediyoruz! Artık nesnelerin değil moleküllerin bile telif hakkı alınarak şirket envanterine kaydedildiği bir dünyadayız. Yeryüzü, toprak, kutuplar, denizler, uzay. Hepsi küresel kapitalizmin arsız saldırısı altında… Dinmeyen işgal girişimleri altında... Toplumlar, insanlar sınırlara hapsolmuş, küresel sermaye ise sınır tanımadan dünyanın, coğrafyaların tüm dokularına sızarak hayatlarımıza el koyuyor. Dünyanın yüzde 1’i, dünyanın yüzde 99’unun alınterini, yarattığı katma değeri yüzsüzce çalıyor. Her şeyi görüyor ve ‘hayır!’ diyoruz…


Sayfa 41 nsanlığın bu alacakaranlığında diyoruz ki; insan oldukça şiir de olacak! İnsana inandığımız için şiire inanırız! Yaşasın şairler, yaşasın insanlık için şiir!” Direnen, başkaldıran şiir, şairleriyle birlikte hep var olacaktır. Kolay mı? “Şiir yazmak da böyle büyüleyici bir uğraştır… Sorumluluk isteyen bir iştir şiir yazmak,” Melisa Gürpınar’ın işaret ettiği gibi… ** * * Şiir, şairiyle vardır ve mücadeleyle, aşkla, isyanla… “Ağzınızdan çıkanlara daima dikkat edin. Çünkü bir sözü unutmak bir yüzü unutmaktan çok daha fazla zaman alır,” diyen komünist partizan Louis Aragon’un, Elsa’lı dizeleriyle… “Kâinat paramparça oldu bir akşamüzeri/ Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın/ Gördüm denizin üstünde parlarken/ Elsa’nın gözleri, gözleri Elsa’nın...” demişti O…[2] Elsa’dan 12 yıl sonra, 1982’nin 24 Aralık günü 85 yaşındayken hayata veda eden Aragon’un şiirler yazdığı kadın, Triolet yetenekli bir yazardı. Hayatı boyunca fark edilmeyi bekleyen Triolet’nin hakkı yıllar sonra teslim edildi… Aragon, Elsa için dünyanın en güzel şiirlerini yazdı. En çok dile çevrilen, en çok okunan, en çok sevilen, en çok ezberlenen dizelerin kendisine yazıldığını bilerek yaşadı Elsa. Üstelik zekâsıyla, hoşluğuyla her kadını elde edebilecek bir erkekti bu şiirleri ona yazan. Herkes onların yeryüzündeki en mutlu çift olduğunu düşündü. Oysa Elsa yeryüzünün en mutsuz kadınıydı. Kocası ona yazdığı şiirlerle Louis Aragon olmuştu. Ama Elsa onun yanında yazdığı romanlarla “yazar” olamamış ve “mutlu aşk yoktur” demişti Aragon…[3] ** * * * a tutku ile ısrar örsünde dövüldüğünü bilmeyen Şiirin, şairin aşkı ve mücadelesiyle biçimlendiği; yoktur. “Yanlış gücünü arttırıyor diye asla doğruya dönüşemez,” diyen ve adına “çağdaş” denen kapitalist uygarlığın bir vahşet olduğunu, “Demir zincirlerle geldiler,/ Tırnakları kurt pençelerinden keskin.../ Geldiler, insan avcıları,/ Gözleri karanlık ormanlardan daha kör./ Uygarlığın vahşi açgözlülüğü/ gösterdi utanmaz acımasızlığını,” dizeleriyle ifade eden Hint şair Rabindranath Tagore olduğu gibi… 1915’da İngilizler tarafından kendisine verilen “Sir” asalet unvanını yine bu ülkenin gerçekleştirdiği Amritsar Katliamını protesto etmek amacıyla 1919’da iade etti ve dünyevi kazanımların manevî değerlerin önüne geçemeyeceğini bir kez daha gösteren Tagore’un duruşuyla, Heinrich Heine’in hikâyesi paralellik arzeder. “Ya tümden hoşgörülü olun ya da hiç olmayın; ya iyilik yolundan gidin ya da kötülük yolunu tutun. Arada kalmak insan gücünü aşar”; “Dünyada, dünya nüfusundan daha fazla aptal var”; “Düşmanlarınızı affediniz ama onlar asıldıktan sonra”; “Kitapların yakıldığı yerde eninde sonunda insanlar da yanar,” diyen Alman ozan Heinrich Heine yaşamı boyunca (1797-1856); Yahudi kökenli olduğu için dışlandı ve Fransa’ya göç etmek zorunda kaldı; ‘Bir Vatanım Vardı Güzel’ başlıklı “Vatanım bana Almanca sarılır, öperdi./ Nasıl da güzeldi böylesi, kimseler bilemez./ Almanca, ‘seni seviyorum,’ derdi./ Ama bütün bunlar hep düşlerimdeydi,” dizelerindeki acılarla!

Şiirleri, hâlâ dilden dile dolaşan Onun dizeleri Almanya’nın bütün okullarında okutulurken; ‘Silezyalı Dokumacılar’, ‘Lorelay’ başlıklı yapıtları en ünlü şiirleridir.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

1933’de, Hitler döneminde, Heinrich Heine’nin adı ders kitaplarından silinip; yerine, “Adı bilinmeyen bir ozan” tanımı konulurken O, sürgün yaşamının son yıllarını yatalak olarak Paris’te geçirip, orada öldü; “Ölüm soğuk bir geceydi,/ Yaşamsa bir gündüz, ama boğucu./ Hava karardı uykum geldi,/ Güneşli gün yorucu mu yorucuydu,” dizelerini terennüm edercesine…[4] Ve “Her gerçek şair gibi devrimci”[5] diye anılan; 1936 yılında 38 yaşındayken İspanya İç Savaşı’nda tutuklanıp faşistler tarafından öldürülen Federico Garcia Lorca… Kendini, “Entegral olarak İspanyolum ve bu bana bir coğrafi yaşam alanı çiziyor; ama tek kimliği İspanyolluk olanlardan nefret ediyorum, bütün insanların kardeşiyim ve milliyetçi bir fikir uğruna kendini feda edenlerden tiksiniyorum. İyi bir Çinli bana kötü bir İspanyoldan daha yakındır. İspanya için şiirler yazıyorum ve onu iliklerime kadar hissediyorum ama önce bir dünya insanıyım ve herkesin kardeşiyim. O nedenle siyasetin çizdiği sınırlara inanmıyorum,” diye tanımlayan Lorca, Granadalıydı. Frankist milliyetçiler tarafından öldürülen Federico, 38 yaşındayken, 3 arkadaşıyla birlikte Granada’ya 10 kilometre uzaklıktaki doğduğu yer olan Fuente Vaqueros’da, 19 Ağustos 1936’da katledildi. 1965 tarihli ve Granada polisine ait belgeler Lorca’nın yaşadığı Granada’daki askeri yetkililerin emirleriyle öldürüldüğünü ortaya koyarken; İspanya’nın yakın tarihinin bu çok tartışılan cinayetini araştıran Fransız yazar Marcelle Auclair’in isteği üzerine yazılan polis raporunda Lorca’nın siyasi fikirleri nedeniyle öldürüldüğüne işaret ediyor. Şair “Sosyalist ve Masonların bir üyesi” olarak tanımlanıyor. Raporda Lorca’nın aX “eşcinsel ve anormal davranışları”na dair söylentilerden de söz ediliyor. Cinayetin nasıl işlendiği de belgelerde yer alıyor. Lorca’nın İç Savaş çıktıktan bir ay sonra 1936’nın Ağustos ayında arkadaşlarının evinde saklanırken yakalandığı ve Fuente Grande adlı yere arabayla götürüldüğü belirtiliyor. Ardından “suçlarını itiraf eden” Lorca’nın burada infaz edildiği açıklanıyorken; ister istemez “Yola baktım ama yol uzun/ Canım atım yaman atım/ Etme eyleme ölüm/ Varmadan Kurtuba’ya” dizelerini anımsıyor insan… ** ** * Dik durmak, diklenmek yani egemene boyun eğmemek şiiri var eden; şairi şair yapandır… Mesela Juan Gelman gibi… 16 Ocak’ta 83 yaşındayken aramızdan ayrılan Arjantinli Şair Juan Gelman, şairliği “Belleğin gölgesinin belleği olmak” olarak tanımlarken; toplumsal belleğin toplumların gelişimi için ne denli önemli olduğunu da bizlere gösterdi. 1976’da yapılan darbeden kısa bir süre önce ülkesinden ayrılan Gelman’ı bulamayan darbeciler onun yerine oğlu (20), kızı (19) ve 6 aylık hamile gelinini alırlar. Dört ay sonra kızını serbest bırakırlar, oğlunu öldürüp bir varilin içine koyar ve üzerini betonla kapatırlar. Gelinini de doğumdan sonra öldürür doğan çocuğunu ise bir polise verirler. 2000 yılında uzun uğraşlardan sonra torununun izine rastlar ve onu yanına alır. Ömrünün son nefesine kadar Diktatör Vileda’nın kaybettiği 30 bin çocuk için adalet ister, kavgasını verir. Ben “Şiir yazan bir militanım” diyen Arjantin’in en büyük şairi Gelman, sürgün, adalet, bellek ve kavgayı asla eksik etmedi şiirinden.[6] “İlerleme ve tekniğe tapmanın beraberinde getirdiği, herkes için tek bir uygarlık İdeali, bizi yoksullaştırır ve kötürümeder,” diyen Octavio Paz gibi…


Sayfa 43 O, geniş bir felsefi ve edebi- kültürel birikim içinde, devrim sonrası Meksika’sındaki kapitalist gelişmeler karşısında sürekli olarak yaşamın ve dünyanın anlamını sorgulayan ve “Bu dünya bizi koruyor ama eziyor; bizi saklıyor ama çarpıtıyor. Maskelerimizi çıkarıp atarsak, dünyaya açılırsak, kısaca, kendi karşımıza çıkma yürekliliğini gösterirsek, gerçekten düşünmeye ve yaşamaya başlayabiliriz yeniden,” diyen bir şairdi. “Aşk varolmak istiyorsa, dünyadaki yasakları çiğnemek zorundadır,” vurgusundaki boyun eğmezlikle yaşayan O; “Bir şairin hayat hikâyesi yoktur, şiirleri vardır” dese de, O’nun hayat hikâyesi çok renklidir. 31 Mart 1914’te Meksika’nın Mexico kentinde doğdu. Emiliano Zapata’yı destekleyen yerli bir ailenin oğlu. Ailesi iç savaş nedeniyle sıkıntıya düştüğü için zor koşullarda büyüdü. Meksika Üniversitesi’nde eğitim gördü. İlk şiir kitabı “Ormandaki Ay” 19 yaşındayken yayılandı. 1937’de İspanya’ya giderek Cumhuriyetçileri destekledi. 1963’te Meksika’nın Hindistan Büyükelçisi oldu. Meksika hükümetinin bir öğrenci eylemini kanlı bir şekilde bastırmasını protesto ederek 1968’de istifa etti. 1990’da edebiyata katkıları nedeniyle Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulundu. 76 yaşındayken Nobel’i alan Octavio Paz için İsveç Akademisi: “Dürüstlük ve duyarlı bir zekâyla tanımlanan; geniş ufuklu ve ihtiraslı yazıları” için ödüle değer görüldüğünü açıkladı. Akademi açıklamasında şairin 1976’da yazdığı şu dizelere de yer veriyordu: “Gördüğüm ve söylediğim/ Söylediğim ve sustuğum/ Sustuğum ve düşlediğim/ Düşlediğim ve unuttuğum arasındadır şiir.” Paz, tüm yapıtlarında kapitalist yabancılaşma yüzünden bozulan insani değerleri vurgularken; a O’na göre, “Özgürlük her zaman farklı düşünenlerin özgürlüğüdür... başlangıçta benim ‘tek’liğimin olumlanması olan özgürlük, ‘benden başkasının ve başkalarının’ da tanımlanmasıyla özgürlük olur... Başkalarının özgürlüğü benim özgürlüğümün koşuludur. Özgürlükten yoksun bir demokrasi bir despotizmdir...”[7] ** * * *

Hasan İzzettin Dinamo’nun portresini kısacık bir cümleyle en iyi çizen Yaşar Kemal’in, “O bir ermiş, bir kahraman, bir çocuk saflığında, dudaklarında hüzünlü bir gülümseme, yaşadı ve öldü,” betimlemesidir. Dinamo şiirleriyle hep geleceğe seslenmiştir. Yaşadığı günlerden daha iyi olacağına inandığı, ‘Yirmi Birinci Yüzyılın İnsanlarına’ sevecenlikle, “Torunlarımın torunu./ Say ki dedelerin bir masal yaşadı,/ Say ki acılar masaldı,/ Öttür ölümsüzlüğe doğru borunu!” diye fısıldamıştır. 1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağı şair ve yazarlarından Dinamo (1909-1989) bir röportajında, “Biz sürgüne gönderildik ve toplumcu şiir mahkûm oldu: Bunun sonucunda, yeniden bir boşluk oluştu ve bu 50’li yıllara kadar sürdü. Daha önce Nâzım Hikmet’le mahkûm olan toplumcu şiir, bir kez de bizimle mahkûm oldu,” demişti. 1944’de yayımlanan ‘Türkiye Sovyet Cumhuriyeti’ başlıklı şiirinden ötürü ceza aldı. Aslında şiirin özgün adı: ‘Sosyalist Türkiye Cumhuriyeti’ydi.[8] 1944’te yeni çıkacak bir dergi için yazılmış olan, ancak şiirin müsveddesi emniyetin eline geçtiğinden ötü-


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

rü yayınlanamayan bu şiir TBMM’nin o dönemdeki kapalı oturumlarında büyük tartışmalara neden olmuştu. O şiirinde Dinamo, “Aziz Türk işçisi!/ Tütüncüm, tornacım, mensucatçım, ateşçim ve şair/ Dünyanın kurtuluş saati çalıyor./ Biliyorum ki en kabadayınız/ Soğuk tütün depolarında/ Koca bir hafta harcadıktan sonra/ Ancak bir kefen parası alıyor,/ Karısını veya çocuğunu gömmek için./ Aziz Türk işçisi!/ Senin bahtın,/ Yaralı parmaklarınla ayıkladığın/ Malum tütünün zifiri kadar karadır./ Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu,/ Böyle süklüm püklüm durduğunu/ Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti,/ Bırakıp senin nasırlı ellerine/ Bu güzel memleketi,/ Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi. Öyle silkin ki aziz işçim,/ Benim tornacım, tütüncüm, mensucatçım ve işçim,/ Bütün Türkiye’deki ağaçların/ En üst dallarından en alt dallarına kadar/ Senin nasırlı ellerinle asılanlar/ Harikulade bir meyve zenginliği manzarası versin./ Bu işe meşhur Sultanahmet Meydanı vakası/ Vaka-i Vakvakiye bile imrensin./ Çekip alalım ayaklarından/ Donlarına varıncaya kadar onların,/ Gömülelim koltuklarına o ılık salonların… Dışarıda yağarken buram buram kar,/ Aç ve soğuk günlerden kalma hatıralar,/ Karışıp halka halka Bafra tütünü dumanına/ Bize göz kırpacak uzak yıldızlar. Hülasa, Türkiye Sovyet Cumhuriyeti,/ Çalışmak, yaşamak, gezmek hürriyeti/ İçin kurulacaktır./ Ve bunlara karşı çıkan babamız bile olsa/ İnsafsızca ve merhametsizce/ Tutulup çarmıha vurulacaktır,” derken; şiiri nedeniyle bir yıl ağır ceza alınca askerliği yandı. Buradan sonrası bir kaçma kovalama biçiminde geçecektir. Öldürüleceğinden kuşkulanınca a askerden kaçıp bir süre Karacaahmet Mezarlığı’nda saklanır. 1943’lerde yazılan bu günlerin şiirleri Karacaahmet Senfonisi’nde toplanmış, 1960’ta kitaplaşmıştır. Dinamo ancak 1949’da terhis olabildi. Geçimini başka isimlerle çeviriler yaparak sağladı. 6-7 Eylül olaylarında toplumcu yazarlarla bir kez daha tutuklandı, beraat etti. Eserlerini kendi adıyla 1960’tan sonra yayınlatma olanağı bulabildi. 12 Mart 1971 darbesinde de kısa bir süre gözaltında tutulup serbest bırakıldı. Tutuklanmaları sırasında çok sayıda basılmamış romanı ve şiiri yok oldu. Dinamo 20 Haziran 1989’da seksen yaşında öldü. Geriye kocaman bir mücadele ve ölümsüz dizeler bıraktı; tıpkı “Gücünüz varsa sizin/ Sözcüğü tutuklayın./ Öğrenci, kitap, Türkçe/ En güzel kavramı dilimin/ özgürlüğü tutuklayın/ Gücünüz varsa artık/ Usumu tutuklayın.../ Gücünüz varsa sizin/ Ölümü tutuklayın,” dizelerindeki Şükran Kurdakul gibi… “Aydınlığın cesur bir çığlığı”[9] olarak betimlenmeyi hak eden O; “Biz ki acılar döneminden/ Ellerimizi kirletmeden geçtik” demenin onuruyla yaşadı. “Kırk yılın sömüre sömüre bitiremediği” yurduna sevdalı bir yazardı; 15 Aralık 2004’te yaşama veda etti; “Bir hapislik korkusu, bir cesaret/ Bir seferberlik karanlığı, bir ışık/ Bir kitap, her yaprağında anıların kanı/ Bir şarkı alanlara sığmayan/ Bir heves denize çıkar gibi/ Bir sevda dar gelir damarlarına/ Bir resim, kendini arayanlardan biri/ Bir kuşku soranlardan sormayanlara/ Bir gerçek dünyaların gerçeği/ Bir kadın senin gibi/ Bir adam benim gibi,” dizelerindeki öyküsüyle… ** * * * Ve Ece Ayhan… Her fırsatta ş iirden söz etti 13 Temmuz 2002’de kaybettiğimiz O. Başka neden söz edebilirdi


Sayfa 45 ki “Dünyada aşktan ve şiirden başka bir şey yoktur” diyen biri? “Ece Ayhan uzun süre görmezden gelindi. Bir nevi sansür uygulandı. Devletin değil, onun uzlaşmaz tutumundan tedirgin olan ebebiyat çevrelerinin, eleştirmenlerin, antoloji hazırlayanların görünmez sansürüydü. Kemalizmi, sosyalizm olarak yutturmaya çalışan aydınların kendi korkularının sansürü. Bu sansür nedeni ile uzun süre Ayhan’ın şiiri saklı kaldı. Çeşitli konulardaki görüşleri bilinmedi. Ta ki 90’lı yıllara gelene kadar. Bu yıllar sınırlı da olsa kafalardaki karakolların yıkıldığı, tabulara dokunulduğuyıllardı.”[10] Ece Ayhan, iktidarın her türüne karşıydı. O’nu farklı kılan da budur.

Örneğin, “Öğretmenleri sevmem. Çocukları sınıfta bırakırlar. Düzenle şu ya da bu şekilde uyuşmadır bu” der ve eklerdi: “Bilmem meramımı anlatabiliyor muyum? Şiirimin hiçbir zaman iktidara geçmesini istemiyorum, istemem ben…” [11] Edip Cansever’in, “Kendine sürgün; adresi olmayan bir yaratık,” diye tanımladığı onun şiiri itaatsizdir; renklerden en çok mora yakındır. Kapalıdır imgeleri, ama gizli değil. Kuraldışıdır. “Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin sivri ismi, mülksüz mülkiyeli, iktidar karşıtı, sivil şair. Tarihi yazanlara inat sarışın değil de karaşın. Parasız yatılı şairlerden, okul numarası hayatı boyunca peşinden gelecek gibi 128. ‘Tarih bilmeden şiir yazılmaz, ben de tarihi kurcalayan bir şairim’ diyen, mor şiirin peşinde bir ozan. Şiiri ise ‘yalınayak şiirdir’…” [12] Ece Ayhan, belki de en çok “Velhasılaonlar vurdu, biz büyüdük…” mısrasıyla anılmalıdır. Ya da “Şiirimiz karadır abiler” Veya “Aşk örgütlenmektir, bir düşünün abiler” dizeleriyle… Ve ille de 1969’da katledilen Battal Mehetoğlu’nu anlatan; ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’nda, “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında/ Bir teneffüs daha yaşasaydı/ Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür/ Devlet dersinde öldürülmüştür/ Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:/ - Maveraünnehir nereye dökülür?/ En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:/ - Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine” dizeleriyle! Özetle ardında pek çok mısra bırakır; ve bir de, “Vasiyetimdir, her şeyimi zamana bırakıyorum”u… ***** Sonra “Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme/ Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur/ Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke/ kalbimdir ona tek sınır” vurgulu, “Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım// Bugün de ölmedim anne,” dizeleriyle Ahmet Erhan… Onun için “Asla kötülükle uzlaşmadı. Devletin karanlık yüzüyle adını asla yan yana getirmedi… İnsana karşı insan için bir destandı anlattığı,” derdi C. Hakkı Zariç… Bir de Şêrko Bêkes… O’nun şiirleri bir yandan toplumsal ve ulusal olanı önde tutarken bir yandan bireysel


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

olanı ve kırgın aşkları işler. Şiirleriyle çaresiz kalmış halkın ve aşkın sesi olmaya çalışmış ve bunun için çabalamıştır. Şairinin birçok şiirinde onun geçmişini de yakalarız. Bêkes’in geçmişine dönüp baktığımızda ise çoğunlukla yoksunlukları ve yalnızlığı, arafta kalmayı, ülkesine ve insanlarına olan özlemin nedenini görürüz. Şêrko Bêkes, 1940 yılında Süleymaniye’de dünyaya geldi. Aslında şiiri babasından devralmış bir şairdir Bêkes. Babası Faik Bêkes de önemli bir şairdi. Ancak babasını daha çocukluk yaşlarında yitirdi. Bir süre Süleymaniye’de okuduktan sonra Bağdat’ta okumaya devam etti. Daha o zamanlarda modern Kürt şiirine merak saldı ve ilk şiirini on yedi yaşındayken yazıp, yayımladı. O dönemde etkilendiği Kürt şairler ise Goran ve Herdî’ydi. Ekim Devrimi’nden etkilenen şair, Kürt ulusal meseleleriyle de daha çok ilgilenmeye başladı. Zaten o dönemde Irak rejimine karşı bir ayaklanma ve direniş de söz konusuydu. Kısa sürede bu sürecin içinde buldu kendisini. Şiirlerinin ana temasını ülke, peşmergeler ve özgürlük duyguları oluşturdu. Ancak 1965 yılına gelindiğinde Irak rejimi onu tutuklamaya kalkınca çareyi dağlara çıkmakta buldu. Direniş örgütlerine katıldı ve Kürt Özgürlük Direnişi Radyosu’nda çalışmaya başladı. Bir söyleşisinde bu olayların onu çok etkilediğini ve şiirinin omurgasını oluşturduğunusöyler. Çok üretken ve önemli bir şairdi. 41 kitabı yayımlanmıştı. Şiirleri İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Türkçeye çevrildi. Şiirlerinden seçkiler bazı ülkelerde ders kitaplarına girdi ve önemli ödüller aldı. İlginç olan ona ilk ödülünü Saddam Hüseyin’in vermeye çalışmasıdır. Çünkü Saddam da onun şiirlerinden etkilenmiştir. Ondan hem kendisini öven bir destan yazmasını istemiş hem de ödül vermeye a çalışmıştır. Ancak Şêrko Bêkes ikisini de reddedince sürgün edilir ve İsveç’e mülteci olarak yerleşir. Bu anlamda ilk ödülü İsveç’tendi. 1987 yılında Tucholsky Ödülü’ne layık görüldü. Özellikle Irak (Güney) Kürdistanı’nda şiirleri dilden dile dolaştı, ulusal manalar kazandı. Irak rejimiyle baş etmeye çalışan Kürt grupları arasında Ebdula Peşêw’le birlikte ulusal şair olarak anıldı. Orada da Pîremêrd Ödülü’ne layık görüldü. “Ülkem yüreğimdedir,” diyen O, acının, sızının, sürgünlüğün, ülke özleminin ve doğanın şairidir. Dostlar hep gider ama geri dönmezler, aşklar kırgın ve kırıktır. O yüzden giden aşkın yerini başka hiçbir şey dolduramaz. Ülke yürekte taşınacak kadar korunmaya, şefkate muhtaçtır. Onun şiirlerinde her şeyin yeri doldurulabilir bir şekilde ama aşkın yerini ne başka bir şey ne de başka birinin/birilerininaşkı doldurabilir. Belki de tam bu yüzden vasiyetnamesinde şöyle demiştir: “Beni Süleymaniye’deki Azadî Parkı’na, 1983 şehitleri için kurulan anıtın yanına gömün. Orada nefesim kesilmez. Genç kadınlar, erkekler, sevgililer misafirimolur.”[13] ** * * * “Bu dünya ile yazarak ödeşmeyi seçmiş”, “Acısı da sevinci de başım gözüm üstüne” diyen bir şiirdir Şükrü Erbaş dizeleri… “Hayatınsürgüleri var./ (Daracık ömrümüzde geniş sıkıntılar)/ Mutluluğungeniş kapılarında Usul gülüşlerimizde hüzün lekeleri/ Küçük ayrıntılara yöneldik nicedir./ (İçedönük duygulu karamsar) İki yüzümüz vardı iki güzelliğimiz/ Umut ve Sevgi, kırmadan aynaları/ (Alın kırışığımızda aynı suçun izi var)


Sayfa 47 Yalnızlık biricik benzerliğimiz oldu/ Payımıza düşen o yanlış ilişkilerden./ (Herkese acısı kadar) Ne konuşmalarımızda bir tat/ Ne susmalarımızda bir hikmet/ (Hep aynı boşluğa açıldı dar kapılar) Olur olmaz şeylerden alınır kırar olduk/ Zamana benzedik iyice, çekilmesi zor./ (Aynaların ardında aynı kirin pası var)” dizelerindeki üzere O; yabancılaşmaya ve yabancılaştırmaya karşı keskin ve kararlı bir duruşa çağırır bizi. “Şükrü Erbaş Şiiri, esinleyen, etkileyen ve kışkırtan bir şiirdir. İçimizin sokaklarında gezdirir bizi. İnsana ve hayata dair farklı bakış açılarında anlam haritamızı genişletir… Şükrü Erbaş şiiri bir yüzleşme şiiridir aynı zamanda; kendisiyle geçmişiyle ve şimdisiyle... Yüzleşme hesaplaşmayı getirir; çağıyla, otoriteyle, toplumla ve kendiyle... Bu durum, gerçeği sadece bilincimizle değil, duygusal yoldan da algılamamıza hizmet eder. Modern yaşamın katılaştırdığı insanın vicdanına seslenir şair”[14] ve şöyle der hepimize: “Seni kendimden tanıdım çocuk;/ Yüreği sürekli çiğnenen bir yol/ Gövdesi acılardan acılara köprü…/ Biraz öfke, biraz umut, çokça onur…” 2013 Londra Kitap Fuarı’ndaki konuşmasında “İnsan olmanın ortak değerlerine yaslanan edebiyat ve sanat, benzerliklerimizi öne çıkararak bize aynı Babil Kulesi’nin çocukları olduğumuzu hatırlatır. Bizleri dünyalı kılan şey başkalarını tanıma ve kabullenme gücümüzdür,” diyen Murathan Mungan’ın, “Her ömrün bir eylülü vardır./ Onca yaşadım şimdi bildim”; ve de “Anda gizlenen zaman/ Ateşin alesta dili/ Bitkiler, otlar, kökler/ Dağlanmış dil, narin rengi/ On binlerin dönüştüğü uğuldarken/ Doğunun yeni defteri/ Topraktan çoban yıldızına değin/ Her yer her şey karanlık bir pusuda/ Yazının, tekerleğin, tarihin/ İlk çocuklarından/ Ey büyük Mezopotamya/ İki bina yıllık gece/ Dön geri bak/ Kardeşlerim ölüyor kalbimin doğusunda” dizeleri de Şükrü Erbaş’ın seslenişini anımsatır bize… ** ** * “Hem hayatın hem de şiirin acemisiyiz,” diyen Süreyya Berfe şiiri geniş açılı bir şiirdir, bazen bir zamana iliştirirsiniz, bazen bütün zamanların şiiri olarak okursunuz. Şairin yaşadığı mekânı yazması zor iştir, çünkü güncelliğin, sığlığın tuzağına düşebilir. Berfe, bu tehlikelerin üstesinden gelir. Bütün bir dünyayı kuşatırken;[15] Yunus Emre’den Nâzım Hikmet’e, Orhan Veli’den Edip Cansever’e şiirde müzik içsel bir olgudur; artısıyla elbette: “Şiir anadilde bir derinleşme, aynı zamanda da insanlığın ortak dilidir... Onu ne sadece sözcüklere, ne sadece ses, kurgu, mecaz ya da imgeye, ne sadece düşünce ya da duyguya indirgeyebiliriz... Bütün bunların toplamı ve böylece de basit bir toplama işleminin sonucundan çok daha fazla bir şeydir... Sözcükler ne sadece araç, ne de amaçtır... Amaç, yaşamı daha anlamlı, daha yaşanır ve yaşanası kılmaktır... Yaşam, yaşamlarımız, yalanla, kötülükle, baskıyla, zulümle bozulmuş, kirletilmiş, yaralanmış ve tümüyle bir yok oluş uçurumunun eşiğine getirilmişse ve tek savunu aracımız sözcüklerimizse eğer, insan oluşumuzun değerlerini savunabilmek için onları daha büyük bir sorumluluk, bilinç ve duyarlılıkla kullanmamız gerekiyor demektir... İnsanın özüne saldıran tüketim toplumu ahlâkına karşı, sonsuz bir içtenlikle; insan yüreklerine doğrudan doğruya ulaşan bir ‘söz’le karşı koyabiliriz ancak”![16] Ve nihayet, “Renk renk türkülerin içinden uyanır sevdiğim/ gökyüzü solur saçlarında/ akar da pembesi, sarısı, yeşili renklerin/ bir bahar şarkısı olur yürüdüğün yollar/ sırtüstü bir serinlik


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

seni düşünmek,”[17] dizelerindeki duyarlılıkla, “Şiirin, şairin hayatının bir parçası olduğuna inandım hep,” der Turgay Fişekçi, çok şeyi özetlercesine…

TEMEL DEMİRER 27 Mayıs 2015 11:02:33, Ankara.

NOTL AR [*] Arasöz Sanat ve Politika Dergisi, Ekim 2015… http://www.arasoz.org/?p=1412 [1] Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları, 11. Baskı, Yapı Kredi Yay. , 2014, s.109. [2] Louis Aragon, Elsa’nın Gözleri, Çev: Hüseyin Demirhan, 2014. [3] Perihan Özcan, “Aragon’un Gölgesindeki Kadın”, Radikal Kitap, Yıl:13, No:694, 4 Temmuz 2014, s.16. [4] Yaşar Atan, “Dönüşsüz Gurbette Bir Yanık Ozan”, Evrensel Hayat, 22 Temmuz 2012, s.5. [5] “Her Gerçek Şair Gibi Devrimci: Federico Garcia Lorca”, Kızıl Bayrak, No:2013/32, 16 Ağustos 2013, s.32. a [6] Bwerken Bereh, “Yüreğim Bir Kemandı”, Evrensel, 1 Şubat 2014, s.12. [7] A. Hicri İzgören, “Yola Yoldaş Bir Yazar”, Gündem, 10 Nisan 2014, s.15. [8] Hasan İzzettin Dinamo, TKP, Aydınlar ve Anılar, Yalçın Yay., 1989, ss: 250-251 [9] Öner Yağcı, “Direncin ve Bilincin Anıtı Şükran Kurdakul”, Aydınlık, 22 Aralık 2014, s.17. [10] Hüseyin Kalkan, “Parasız YatılılarınEn Parasızı”, Birgün, 18 Temmuz 2012, s.13. [11] Ece Ayhan, Sivil Denemeler Kara, YKY, 1998, s.68. [12] İrem Dönmez, “Aşk Örgütlenmektir, Bir Düşünün Abiler”, Evrensel, 14 Temmuz 2013, s.9. [13] Abidin Parıltı, “Şêrko Bêkes: O Bir Asiydi”, Radikal Kitap, Yıl:12, No:647, 9 Ağustos 2013, s.15. [14] A. Hicri İzgören, “… ‘Şükrü Erbaş Şiiri’ İçin Bir Potpori”, Gündem, 27 Şubat 2014, s.15. [15] Doğan Hızlan, “Süreyya Berfe’nin Şiiri”, Hürriyet, 22 Nisan 2015, s.24. [16] Ataol Behramoğlu, “Şiir İnsanlığın Ortak Dilidir”, Cumhuriyet, 21 Mart 2015, s.6. [17] Turgay Fişekçi, İnsan Üstüne Sorular-Yanıtlar, 2006 Yayınevi, 2009, s.278.


Sayfa 49

VE O ZAMAN GELDİĞİNDE aynı eldi önce bir parmak sonra üç ve şimdilerde tam dört parmak oldular candan can alır, doynazlar beş parmak birden açılınca ve dimdik ayakta, onurla ‘dur artık yeter’ deyinceye kadar zalime ve o zaman işte o zaman geldiğinde hiç bir parmak ama hiçbiri adına tutacak silahı bulamayacak ve kıyamayacak hiçbir cana

ERCAN CENGİZ


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

ONLAR 71 direnişi anısına Kavgada nefer... Sanatta ustaydılar Ulaşılacak menzile İlk onlar vardılar Sesi gök kubbeye Cesareti yüreklere Kanlarıyla tarihi İlk onlar yazdılar

(pişmemiş kelimeler)

BEKTAŞ ÇAĞDAŞ


Sayfa 51

 Sosyalist Cenahta Sanat Bildirgeleri, Manifestoları 

SANAT CEPHESİ BİLDİRGESİ

Sanatçının toplumun üstünde, sorumsuz bir varlık olarak sunulduğu, sanatsal etkinliğin reklâmcılıkla ilişkilendirildiği, gitgide holding ve banka destekli “sponsor”ların denetimine alındığı bira dönemi yaşıyoruz. Yakın geçmişteki, ilerici-devrimci-yenilikçi yaşamla doğrudan ya da dolaylı gönül bağı kuran, egemen ideolojiye çeşitli düzeylerde direnen, dürüst, namuslu, sorumluluk sahibi sanatçı tiplemesi, yerini çoktandır, duruma göre yön değiştiren, sahibinin sesine gelen “yazar-kasa”lara bırakmaktadır. Bu tüccarlığa meyil vermeyen sanatçıların dün olduğu gibi bugün de nice engel ve kuşatmalar arasında ürün vermeye çabaladıklarını acı içinde görmekteyiz. Sanat tarihimizde, yönetenlerce “sakıncalı” görülüp yoğun baskılara uğrayan birçok sanatçının, aynı zamanda, “sol” etiketli bir takım yayınevi sahipleri ve köşebaşı dükalıklarında kalem oynatan ilerici(!) sermaye noterleri tarafından sürekli sansüre uğratıldığı, antolojilerden dışlandığı, on yıllar boyunca adlarının unutturulmak ve sanat tarihçelerinden bile silinmek istendiği araştıran gözlere sır değildir. Sol sanat-edebiyat içine yuvalanmış bu küf mantarlarının, halktan ve bilimden yana sanatçılara çalışma, barınma, pek çok örneklerinde olduğu gibi yaşama hakkı bile tanınmamasıyla ilgili suç ortaklıkları bir yana; genç kuşak sanatçı adaylarının yozlaştırılıp enezleştirilmesinde kraldan çok kralcı davrandıkları da hiçbir zaman unutulmayacaktır. Olumlu bir yönelişe, ilerici devrimci eğilimlere sahip sanatçıların ise, bütün yaşananlara karşılık, gerek 1951’lerin gerekse 12’li darbelerin hemen ardından kurulan “edebiyat üretme çiftlikleri” ne örgütlü, iradi bir çabayla karşı koyama-


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

Sanatçının toplumun üstünde, sorumsuz bir varlık olarak sunulduğu, sanatsal etkinliğin reklâmcılıkla ilişkilendirildiği, gitgide holding ve banka destekli “sponsor”ların denetimine alındığı bir dönemi yaşıyoruz. Yakın geçmişteki, ilerici-devrimci-yenilikçi yaşamla doğrudan ya da dolaylı gönül bağı kuran, egemen ideolojiye çeşitli düzeylerde direnen, dürüst, namuslu, sorumluluk sahibi sanatçı tiplemesi, yerini çoktandır, duruma göre yön değiştiren, sahibinin sesine gelen “yazar-kasa”lara bırakmaktadır. Bu tüccarlığa meyil vermeyen sanatçıların dün olduğu gibi bugün de nice engel ve kuşatmalar arasında ürün vermeye çabaladıklarını acı içinde görmekteyiz. Sanat tarihimizde, yönetenlerce “sakıncalı” görülüp yoğun baskılara uğrayan birçok sanatçının, aynı zamanda, “sol” etiketli bir takım yayınevi sahipleri ve köşebaşı dükalıklarında kalem oynatan ilerici(!) sermaye noterleri tarafından sürekli sansüre uğratıldığı, antolojilerden dışlandığı, on yıllar boyunca adlarının unutturulmak ve sanat tarihçelerinden bile silinmek istendiği araştıran gözlere sır değildir. Sol sanat-edebiyat içine yuvalanmış bu küf mantarlarının, halktan ve bilimden yana sanatçılara çalışma, barınma, pek çok örneklerinde olduğu gibi yaşama hakkı bile tanınmamasıyla ilgili suç ortaklıkları bir yana; genç kuşak sanatçı adaylarının yozlaştırılıp enezleştirilmesinde kraldan çok kralcı davrandıkları da hiçbir zaman unutulmayacaktır.

a

Olumlu bir yönelişe, ilerici devrimci eğilimlere sahip sanatçıların ise, bütün yaşananlara karşılık, gerek 1951’lerin gerekse 12’li darbelerin hemen ardından kurulan “edebiyat üretme çiftlikleri” ne örgütlü, iradi bir çabayla karşı koyamadıkları; her şey bir yana birbirleriyle de sürekli, yapıcı, yaratıcı bir diyalog kuramadıkları, hayatın çeşitli alanlarında yeterli dayanışma gerçekleştiremedikleri biliniyor. 1990’larla birlikte yoğunlaşan küresel gericilik dalgasının ideolojik- kültürel etkileri, tam da hedeflendiği üzere en çok, kendini sol saflarda gören, ancak yeterli kurumsal güvenceye, donanıma ve dayanışmaya sahip olmayan insanları, sanatçıları vurmuştur. Sanatsal üretimlerinin bilinçlere yaptığı etkiyle yüzleşemeyen ve bu yönde kolektif akıl/ eylem birliğini gerçekleştiremeyen sanatçılar, postmodernist sermaye kültürünün yayın dünyasındaki baskısı altında kendine özgü renklerini, zenginliklerini, yitirmekte, kısır, tıkız bir bunalım edebiyatına yöneltilmektedir. Bu ortamın insana yaraşır yönde değişmesini isteyen, saptanacak temel ilkeler çevresinde bir araya gelmeyi, yapıcı, yaratıcı diyalog zeminlerinde yeni bir gelenek oluşturmayı, ortak noktaları “idealize” ve farklılıkları “dramatize” etmeden dayanışmayı ileri kültürel-sanatsal sentezlere bilimsel bakış- sanatsal duyuşla varmayı hedefleyen bizler, Sanat Cephesi’nin ilk tuğlalarını harçlıyoruz.


Sayfa 53 Sanat Cephesi, sermayenin maddi-manevi yönlendirmesine karşı olan, birlikdiyalog-dayanışma zemininde ilerleyen sanatçıların devrimci bir “Rönesans” amaçlayan etkinliğidir. Öncelikli amacımız, gerekli diyalog ve dayanışma zeminini oluşturarak, kültür emperyalizminin kuşatmasından, aptallaştırıcı iletişim ve tüketim bombardımanından arınma çabasını mümkün olan en geniş çevreye yayarak günümüz sanat sürecine ilerici bir müdahalede bulunmaktır. Sanat Cephesi, sanatın bireysellik-toplumsallık diyalektiğinden, tarihsellik ve sınıfsallıktan kopuk düşünülemeyeceğini ilke saydığından, yoz, gerici, mistik, bireyci, bilinemezci vb. tüm çürük kültürel afyonlara, bu ürün “sol” etiketli de olsa bilinçle ve ısrarla karşı çıkacaktır. Sanat Cephesi, sanat felsefesi ve estetik bilimine ilişkin çalışmaları, tarihin belirli anlarında estetik gözlemler yapılmasını, yeni kültürün ihtiyaç duyduğu yeni sanatsal biçimlerin sanat pratiğinde denenmesini destekleyecek; biçimi ya da özü mutlaklaştıran her türlü kalıpçı anlayışı karşısına alacaktır. Önümüzde coğrafyamız ve tüm dünyanın binlerce yılda ürettiği kültür birikiminin inceden inceye değerlendirilmesi gibi büyük bir alan durmaktadır… Kuşkusuz geleceğin kültürü de bu birikimin akla, bilime uygun, seçici bir bileşimi üzerinde yükselecektir. Sanat Cephesi, sanatın oldukça özgül ve kısmen özerk bir alan olduğunu, a girişkenliğe kesinlikle daha fazla yer “mekanik ayarlamalara gelemeyen, bireysel veren” özgün çabalara gerek duyduğunu göz önünde tutarken, işçi sınıfı ve emekçi halkların haklı mücadelesinin yanında “taraflı” kimliğiyle de yer almasını bilecektir. Bu taraflılık, ürünlerimizin eski kültürün çürümüş ögelerinden arınmasını sağlayacaktır. Sanat Cephesi’nin oluşturulması yolunda üretilen en somut iş, benzerine pek rastlanmayan kapsamdaki, İçerideki-Dışarıdaki Hapishaneden Bizim Şiir Antolojisi’dir. Antoloji süreci sonunda yapılan toplantıda seçilen bir “geçici komite” çalışmaya başlamıştır. Ayrıca etkinlikleri yansıtan bir internet sitesi de yayına başlamıştır (www.sanatcephesi.org). Sanat Cephesi, ilerici insanlık ailesinin sanat, estetik, etik ve politik anlayışının temelde bir ve aynı yerde olduğu bilinciyle, tarihsel-kültürel ve estetik birikimimizin iyimser, yaratıcı ve dinamik yorumlarla geliştirilmesi yolunda çalışan sanat emekçilerinin birlik ve dayanışma zemini olacaktır. Edebiyat, sanat, estetik alanlarındaki etkinlikleriyle sistemin mantığıyla pazarlığa oturmayan insanlarımızı Sanat Cephesi’nin gelişimine katkı sunmaya çağırıyoruz…

4 Şubat 2006 Sanat Cephesi Geçici Komitesi


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

GÜN GELİR

Gün gelir, bu karanlık şafağa döner sanma Gecenin bağrında kitlidir umutlar sanma Aymazlık sedirine çökme çok yaş dökersin Sabır dergâhından murada ererim sanma Ya gel yükselt sesini şu gökkubbe yıkılsın Ya diz çök kal orada günü görürüm sanma Bir karınca gibi ol yürü emek yolunda Kul elinde köle ol, hayal görürüm sanma Onca sükuttan sonra şimdi feryatlar boştur Direnenler dağ aşmış, ben de varırım sanma İnsanın iradesi aşırtır karlı dağı Ele göz kulak veren sakın bilirim sanma

A. Z. ÇAMUR


Sayfa 55

SEN VE BEN

Ben geldiğimde, Toplanmamıştı baharın yaprakları, Uçuşup dururdu kuşlar çaresizliğe, Umutsuz acıydı ayaklarımın nasırları. Sen geldiğinde, Yeni başlamıştı gün. Işığın altında süzme yaprakları, Çılgınca örülüp, silerdi yalnızlıkları. ….. Dururken vurulur bilirim ansız sevinçler, Ve durgun sular, hatırlatır insanları. ….. Sen, hiç ben oldun mu ? bilemem ama, Ben sen olduğumda, Kararsız kalır gözlerim. Çekilir kenara acılarını dinlerim. Zorudur, en çok anlamsız cellatların bakışlarını tanımak, Bir başkasının hikayesinde, kendin olmak. Çünkü; Kendi iyiliğinin nerede olduğunu bilmiyorsun. Elinde bir fenerin var şimdi de, Arada bir takılıp, düşlüyorsun da, Düşüp yollara, gündüz saatlerinde, Aradığın düşleri bulmaya… Ucu bucağı beş! İnsansın sonuçta. Ve ne yapsan, nereye gitsen aynısın. Mutsuz ve mağdur. Zenginken de yoksunsun, fakirken de. Çünkü; kimse sana senin gözünle bakamıyor Ve bu yüzden yüzünün arkasındayken bir başkasın hep; Bir başka insansın...

ALPER SANCAR


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

BOZGUN

Alfabeyi katledip melankolik şiirle; ciğerimi dağla ah kargışlı sevdasızlık… Akrebin yelkovanı zehirlediği figanda, harabat deminde mecruhdum ahlarına.. tençekimi gövdemize kurşunlar falsolayıp, katlimize ihbarcıydı sevişme çukurunda.. şarjörlerce kurşun sürüp hüznün namlusuna, dervişanca yığılan sürgün uçurumlardım.. zehrin gövdesinde çıkarttığın yangında , yapraklarla kavruldum buhurdan ateşiyle.. sağnak sağnak çıplaklığına artık bir kez dağılsam semazen zikriyle ah bir kere dağılsam! kızılkıyamet depremler koparacak figanım yıkıntılar altında depremcil bir enkaz gibi, kalırdım iniltinin dölyatağına taşarak.. şeddelice fırlayan mevlevi bumerangın, semazence vecdiyle coğrafyandayım.. bataklık sancılara çekerek hicranını, seccademde müridiyim mürşidan acıların..… yüreğimi sahte peygamber gibi gererdim, ayartıcı tarikatın vecdeden çarmıhına.. tennure esvaplarla hanende makamların ağrısı vardır hüzünbaz ağıtımda . mezarlık taşlarında çığlıklarla sapıtıp.. mecnunluğumu sızlatır dem çeken puhular…. ey taşplakta bestelenen hüzünbaz şarkım! aruz vezni kasideler çizerdi coğrafyana Hüzün kasideme mecnunluğumu fısılda bu tutkulu damarda tazyikli kanamamız acıyla tezhibetsin nakkaşca hatıratın, göğüskafesime Arapça hicranımı... Aşk: biraz da yaraları kabuğundan yırtıp Arapçadan mütercim şeddeli nakışlarla travmatik hatıralar kanırtmaktı bıçakla.. Tefsir eyle melankolik ecnebi yazıtını.. zülfuna mahpus vecdolmuş ağıtlarla, Ey gönül çerahında acemşiranağıtım: acemşiran makamıyım hırçıni sevdalara.. Çığlıklı marazlarla figanına ağrıyorsam ateş tarikatında zikreden dervişlerin, Kirpiğindeki kasırganın belalı aşkınadır.. sancısıyla meczubum sazende endamına.. Neyli iniltilerle neyzence sancıyorsam, bedevi ızdırabla zikrettiğim tesbihat, Zülfündeki firkate çektiğim ızdırabımdır… mecnuni çölünde dağılma perişanlığımdır.. elvanelvan katreler döken hicran yaramla, ateş tarikatında tütsülü rayihalar, Beni kitabe kelamının esrarıyla kanat.. emzirir çağıltına vurgun damarlarımı.. Akreple yelkovan çiftleşirken kadranda karanfil kirpiğinde belanın kasırgası Göğsümdeki Irmakları isyankarca çağıldat.. cürmümü zemheri kuyusunda savurur Gönül çerahında yanan ateş aşkına! göğüskafesini yaran gelincik çiçekleri; hüzünlü vaveylanın esrarının aşkına! ahlakını soyunur şehvetin ormanında ciğerimi dağla ah kargışlı sevdasızlık! Dilsiz kuyuların dipsiz uçurumunda Yüreğimi zehirle depresif salgılarla .. şerli vaveylanın kıyamına dururum.. bedevi çığlığımı patlat tufanlarında, bataklığına gömülürken göğsündeki mezarın .aczufakrımla beni bozguna uğrat..

OĞUZ ERDEN


ŞİİR-ŞAİR

Sayfa 57

POETİKA Şair sevdiğini ruhunda yitiren ülkesiz derleroturur ağlamaya gider dolaplar başında değirmen BARIŞ ERDOĞAN Acı çekmenin ödülüdür şiir sözcüklerin yıldız ışıması

Biz dağız, yer değiştirmeyiz Biz şiiriz, kurumayız Bizler rüzgârız, eğilmeyiz Bizler doğum sancılarıyız, sonumuz gelmez Bizler yaşamın kendisiyiz, erimeyiz... ŞÊRKO BÊKES

F.KADRİ GÜL

şiir ölü iken yazılır, sen!

küçük bir sesteki çığlık benzemez hiçbir çığlığa. SABAHATTİN KUDRET AKSAL

aklı gömer betiğe gerçek yalansı’laşır bilinç çatlağından sızar

Bazı kitapların yanında not: tükendi. Şiirler, şairler için de geçerli. BEHÇET NECATİGİL Kelimelerin altında Yüzer asıl anlamı Görünmez, derinlerdedir Aysberge benzer şiir

İSMAİL UYAROĞLU

dini olmaz şiirin/ mezhepsiz derisinin rengi insandır kültürler yumağı

FEVZİ KÖK

Halkın beyaz güvercinidir şiir barışın muştusu ERCAN AKBAY

Yedeğimde hep bir şiir olmalı Korusun diye beni, Sarsın Solusun diye... NİHAT BEHRAM Günün en yorgun saatlerinde Şiir Gözlerindeki ürperti gibidir ANIL MERİÇELLİ Şiir dediğin Tohum gibi olmalı Bittiğinde Bitmemeli Yeşermeli Bizimle yeniden başlamalı.

BÜRRAN SAKA

Ezberi bozdum Kelimeleri ipledim Karakalemi, Ak kağıda sapladım! Daha ne olsun?

MUZAFFER GÜL

Göğüs kafesinde yüreğini Bir güvercin gibi özgür bırak, Bırak ruhumuzda çelikleşsin Kanımızla suladığımız şiirin ALİ ZİYA ÇAMUR Şiir, sümbüllerle bisküitler arasında bir bileşimin gerçekleşmesidir.

ZAHRAD.

CARL SANDBURG

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

YAŞAM VE SANATTA

AYIN İZDÜŞÜMÜ ÇEVİRMEN, DENEMECİ AHMET CEMAL SONSUZLUĞA GÖÇTÜ... Türkiye’nin önde gelen çevirmenlerinden Ahmet Cemal, 1 Ağustos 2017 günü sonsuzluğa yürüdü. 5 Mart 1942 tarihinde İzmir'de doğan Ahmet Cemal, Eserleri, çevirileri, köşe yazıları ve akademik çalışmalarıyla büyük bir okur kitlesine ulaşmış, ders verdiği yıllarda, yoklama zorunluluğu koymamasına rağmen dersleri hınca hınç olan hoca, bir yazar, gerçek anlamında bir entellektüel idi. Avuturya Saint Georg Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul a Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Cemal, aynı fakültede asistanlık yaptı. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde çevirmenlik dersi verdi. Avusturya Kültür Ofisi’nde basın danışmanlığı görevini yürüttü. 1980’de Türkiye’nin önde gelen çevirmenlerinden Ahmet Cemal, 1 Ağustos 2017 günü sonsuzluğa yürüdü. 5 Mart 1942 tarihinde İzmir'de doğan Ahmet Cemal, Eserleri, çevirileri, köşe yazıları ve akademik çalışmalarıyla büyük bir okur kitlesine ulaşmış, ders verdiği yıllarda, yoklama zorunluluğu koymamasına rağmen dersleri hınca hınç olan hoca, bir yazar, gerçek anlamında bir entellektüel idi. Avuturya Saint Georg Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Cemal, aynı fakültede asistanlık yaptı. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde çevirmenlik dersi verdi. Avusturya Kültür Ofisi’nde basın danışmanlığı görevini yürüttü. 1980’de Yazarlar ve Çevirmenler Yayın Üretim Kooperatifi’nde (YAZKO) genel yayın koordinatörü olarak çalıştı; YAZKO Çeviri dergisini kurdu ve yönetti. Anadolu Üniversitesi’nde 19 yıl süreyle “Sanat Tarihi”, “Estetik”, “Kültür Tarihi”, “Metin Yazımı” ve “Metin Çözümleme”, “Temel Sanat Kavramları”, “Dünya Tiyatro Tarihi”, “Çağdaş Tiyatro”, “Tiyatro Edebiyatı” ve “Tiyatro Estetiği” derslerini verdi. İstanbul ve Mimar Sinan üniversitelerinin tiyatro bölümlerinde ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde de hocalık yapan Cemal 2013-2014 akademik yılında da Nazım Hikmet Akademisi'nde ders verdi. 2014 Haziran’ında Akademi'den ayrılarak Moda'da öğrencileri ile birlikte Ahmet Cemal Kültür


Sayfa 59 Atölyesi'ni (ACKA) kurdu. Cumhuriyet gazetesinde “Odak Noktası” başlıklı köşesinde kültür sorunları üzerine düşünsel derinliği olan yazılar yazan Cemal, ilerihaber.org'da da köşe yazarlığı yapıyordu. Cemal, ayrıca “Yeni Ufuklar”, “Gergedan”, “Argos”, “Varlık” ve “Milliyet Sanat”ın da aralarında bulunduğu çok sayıda dergide de yazarlık yaptı. Sıklıkla çevirinin kültürel bir diplomasi işlevini taşıdığını vurgulayan Cemal, “hayatıma eşlik eden çeviriler” diye tanımladığı iki önemli yapıtı uzun yıllar sonunda tamamladı. Hermann Broch’un (18861951) “Vergilius’un Ölümü”nü 38 yılda, Robert Musil’in (1880-1942) “Niteliksiz Adam”ını 25 yılı aşkın bir sürede bitirdi. Cemal, çevirmen olarak hayat koşullarını zor sürdürdüğü ve büyük bir kırgınlık yaşadığı dönemde, 1998’te verdiği bir röportajda şunları söylemişti: “Artık iyileştim! Çeviri uğraşını bırakıyorum. Bir ömür boyu o uğraş alanında verdiğim nitelikli adam olma savaşının ardından artık o uğraştan kopup biraz da niteliksiz adam olarak yaşamayı deneyeceğim. Hoşçakalın bir zamanlar çevirmeyi düşündüğüm kitaplar!” Ahmet Cemal, hayatın anlamıyla ilgili görüşlerini şöyle açıklamıştı: (...) Hayatın anlamına gelince, kanımca bu konu ne fazla büyütülmeli ne de hayatla bağlantıyı kesecek ölçüde soyutlaştırılmalı. Bu bağlamda bilinmesi en çok önem taşıyan nokta belki de şudur: Hayatın genel anlamı diye bir şey yoktur; her hayatın kendine özgü bir anlamı vardır ve o hayatın sahibinin insan ve birey olmak adına asıl yapması gereken, hayatın anlamını kendisiyle ilintisiz soyut a düzlemlere sürüklemek değil, fakat kendine düzenleyeceği yolculuklar aracılığıyla kendi hayatının anlamına varabilmektir. Kendi hayatının yalnızca yaşayanı değil seyircisi de olabilmek, işte bu yüzden çok gerekli. Ben, kendi hayatımın bir dönüm noktasında, hayatla ölüm, yaşamakla yaşamamak arasında sanki bir kararın arifesine vardığımı düşündüğüm bir gece, bunu yaptım. Hayatımı, başkasınınmış gibi seyre daldım. Ve durduğum yerde epey bir süre sonra anladım ki, ben hayatımı o âna kadar çok pahalı yaşamışım... Adı Ahmet, soyadı Cemal.” Düzyazı ve çevirilerinin yanı sıra şiirlerde yazan Ahmet Cemal’in bir şiiri:



Sayfa 61 EĞİTİMCİ, ŞAİR, DENEMECİ OSMAN BOLULU SONSUZLUĞA GÖÇTÜ... Edebiyatımızda kendine özgü çizgisini, edebiyat bloklarının duyarsızlığınma karşın yükselterek sürdüren eğitimci, şair denemeci Osman Bolulu, 2 Ağustos 2017 günü sonsuzluğa uğurlandı. Osman Bolulu'nun şiirinin belirgin niteliği, incelikli olması, şairinin kişiliğiyle örtüşmesidir. Sözdizimi ile şiirin oluşan anlam ve ses bütünlüğünü sağlanmış olmasıdır. Osman Bolulu , cesur bir söylemin şairidir. Halkın dil dağarcığından derlediği sözcük ve deyimleri, kendine özgü bir ironi imbiğinden geçirerek korkusnzca yerleştirir şiirine. Bu işi öyle ustalıkla yapar ki, şiirsel dokuyu bozmaz, yadırgı düşmez. Bir de şiiri, şairin kendi iç güzelliğini paylaşmak isteği olarak alırsak, Bolulu o mutluluğu bulmuş birisidir. Özel yaşamında da, sanat yaşamında da varsıllığını başkalarıyla bölüşmeyi erdem bilen çağdaş bir ermiş. Ama gerektiğinde öfkeyi de insana özgü niteliklerden biri olarak kabullenen, gerekli gören biri. Bu özelliklerini, şiirinin, özellikle de Uzun Koşu'daki şiirinin genlerine işlemiş. Ve soyluluk diye bir şey varsa yeryüzünde, onun gelmiş geçmiş örneklerinden bir adam, tok sesli bir şair yine de. a Hüzünleri kuşanmayan ama içinin gurbetine bayrak yapacak kadar rint bir doğası olduğunu,Yurtboyu Sevişmek kitabındaki şiirinde saptamştık bir başka açıdan bakınca, bildigi gibi doğru ve doğrudan söylediği şiiri, buluttan sıyrılmış bir ilkyaz güneşi kadar ılık, anlayana bir dost eli kadar sevecendir. Dil bilinci; Osman Bolulu’nun özelinde şiirinin, genelinde yazına edimi ve sanatının can damarı, özsuyudur. Bu bilinç onun, dil araştırmalarında ve Türkçe ile doğrudan kenetlenmiş yapıtlarında işlevsel ve teknik olarak da göze çarpar. "İnsan anadiliyle düşünebilir, onunla bilime başlar, oradan dünyaya eklemlenebilir görüşü bende egemen" (O.B. Halktan Olmak Fakat Halk Kalmaktan Utanmak adlı özeleştirisinde) derken o, Türkçe’yi kullanmakla kalmayıp anadilini daha işlevsel bir biçimde kullanabilmenin yollarını da araştırdığını vurgulamak ister. Bu yolların, dilin bilimsel kurallarını da bilmek ve saptamaktan geçtiğinin bilinciyle, elindeki ‘aracı’ daha işlek daha yetkin ve kullanışlı kılmak için çaba gösterdiğini, işe yarar duruma getirmeye çalıştığını, dahası bu aracın biricik önemli, yararlı işe yaradığını da kanıtlamak ister. Osman Bolulu; tıpkı okulunun dersliklerini kendi eliyle kuran köy enstitülü öğretmen bilinciyle; bilgi ve becerinin, dünyayla iletişimin insanca ve yazarca anahtarı olan dilin, kendine özgü, kişiliğine uygun temelini atıp çatısını kurmak ister. Bunu yapar, gösterir. Osman Bolulu’nun yapıtları konusunda kaleme alınan çok sayıdaki yazıda, yapılan olumlu eleştirilerin yanı sıra, sürekli dil yönüne değinilmesinin de nedeni budur:


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı Kullandığı arı Türkçe’nin işlevselliği, onun yapıtlarını irdeleyen bütün yazarların ilgisini çeker ve denemesiyle, şiiriyle ya da öykü ve anılarıyla, hangi açıdan ele alınırsa alınsın bu yazılardaki ortak özellik, Osman Bolulu’nun dili kullanışındaki işlevsellik ve çarpıcı güzelliktir. Örneğin Mustafa Şerif Onaran onun için "Şiirden dil çalışmalarına uzanan geniş bir edebiyat kumaşını dokurken, sorumluluk duyan bir yazar Osman Bolulu" (1). derken, yazarın her şeyden önce dilinin bilincine varmış, yazmanın dille, anadille olabileceğinin bilincine ermiş olduğunu vurgulamaktadır.

Osman Bolulu,1955'lerden bugüne, şiirden düzyazıya uzanan, gelişen bir sanat çizgisi, arayış içinde sürdürmüştür. Osman Bolulu'nun gerçekte şiir yolculuğunun, "Ülkesinin gerçeklerine sırt çevirmemiş bir yazar-şair, yaşamın içinde, yaşamı güzelleştirmeye birey olarak da katkıda bulunan, bunu çok önemseyen bir kişisel kaygı yolculuğu olduğunu" belirten Tacim Çiçek (Damar, Haziran 1997) ise onun şiir sanatını şöyle açımlamış: “Onun kaygısı anlaşılmak, sözcükleri yerinde kullanmak ve şiiri, sanıldığı gibi pek de kolay olmayan 'yalın şiir' olarak yaratmaktır. Bunu başarmış zaten o." (T. Çiçek, a.g.y.) satırlarıyla Güle Yolculuk'u irdeleyen yazısında. Ayrıca Tacim Çiçek, Osman Bolulu'nun yergici, taşlamacı biçemine değinmiş, Osman Bolulu'nun şiirinde, önemli bir izlek, vurucu bir yön olarak belirginlik kazandığına dikkat çekmiştir.

a Bolulunun denemeciliğine de şöyle dikkat Tansu Bele, (Ardıçkuşu:38.s. Mayıs 2002) çekiyor: Deneme türünün üreticiliğin, felsefenin 'bize özgü kapısını açmak' olarak değerlendiren ve işleyen O. Bolulu, bu yanıyla çok önemli bir boşluğa da parmak basımıştır. Yaşamsallığın ve ulusallığın egemen olduğu konularda, gerek dilde gerekse düşüncede yerli yerindeki Türkçe kullanımıyla birleşilerek özgünlüğe ulaşılabileceğini kanıtlamıştır. Başka bir deyişle Osman Bolulu'nun denemeleri, klasik deneme tanımına uygun olmakla birlikte, dil, ulusallık, yerellikteki felsefi düşünce kurgusuyla aşkınlık içeriyor. Bilimsel ve nesnelliği de göz ardı etmeden özgün ve çağdaş biçimde klasikliği aşıyor. Osman Bolulu sanat anlayışını şöyle açıklar: “Sanat anlayışım: Yazdıklarımın sadece kendimi gönendirme, benim gibilerden kabul görme aracı olmasını istemem. Ama şiirde savı'mın sırıtmasından korkarım. Şiirin, salt şiir olduğunu bilirim. Yine de söylediklerimde bir anlam bulunsun, dipten geçen damarlarda benim dünya görüşümün suyu dolaşsın; algıladıklarım, gönendirici biçimde başkalarına yansısın; kötülükleri ,göz ardı etmemekle birlikte, umudun fiiizleri hep yeşersin isterim. Şiirlerimin odak noktası, “ben' demeyi sevmeyen ben, halkım, ulusum, tüm insanlık ve geleceğe ışıklı pencereler açmak çabası...Çünkü umudun ışığı, hep yanık durmalıdır. Ufuk açmadır, bir yerde şiir.” Başka bir eserinde de şöyle der:


Sayfa 63 “Elbette şiir ustalığını bilirim, ondaki değişim ve gelişimleri izleyecektim. (Şiir) kitaplarım teker teker incelenirse. bunun izleri görülür. Ardına düşülmüş, fakat yakalanamamış bir özgürlüktür şiir. Gerçekten kalkıp sonsuz düşlere yönelmiş bir uzun koşu, bitmemiş sözdür şiir. Bilinen dilden başka bir dil. İnsanı mevcudun ötesine koşturan fakat yaşamdan ayağı kesilmemiş bir kanatlanmadır. Bu dediklerimin hepsini yapabildim mi? Bir uzun koşudur tutturdum gidiyorum, daha pek koşacağım” Şiirini “açıklık”la suçlayanlara şu cevabı verir: “Şiirlerimdeki açıklıktan söz ediyorsunuz. Doğrudur Yaşamım boyunca, her konuda açık olmaya dikkat eden birisiyim. Kişisel ve Örgütsel biçimde gizliliği tanımadım. Sanatçı olarak, alt kesimden biri olarak aykırıyım. Ama görevimi, toplumun gereklerini titizlikle yerine getirir, sonra hakkımdan kimseye pay vermemeye çalışırım. Dik adam olabilmek için, kendiniz eksiksiz olacaksınız önce. Benim kişilik yapım, sanatıma da yansımıştır. Öte yandan köyden, köy enstitüsünden gelen, Cumhuriyetin atılımlı dönemlerine kendisini borçlu sayan birisiyim. İnandığım, sav'ladığım düşünce ve görüşler var. Düzyazımda ve şiirimde, hep bir şeyleri doğrudan söylemek, açıkça belirtmek, tutum biçimi olmuştur bende. Bununla birlikte güdümlü, sloganlı söyleyişi yegğemedim. Estetiğin gereklerini ıskalamadan, düşüncelerimi, bildirimi, şiirimin alt damarlarında dolaştırmaya çalıştım. Bu hal, beni zaman zaman arka plana düşürdü. a Kendisini borçlu hisseden, “Düşünüyorum, öyleyse varım."yerine “Sorumluluk duyuyorum, öyleyse varım." diyen birisi olarak kişiliğimin / düşüncemin gereklerini uygulamalıydım önce. 'Köy doğumluyum, köy enstitüsü çıkışlıyım, ama düşüncemle, siyasal yapımla köylü değilim dediğim için, yandaşlarımca pek sevilmedim. Gocunmadım da... İnsan, inandıklarının bedelini ödemeliydi. Geri bırakılmış köyden gelen, acılar çekmiş birisiyim. Türkiye sanatçısıyım. Onların gereklerini yerine getirmeli idim ilkin.Kendisi olamayan, başkasını anlatamaz; yerli olmayan evrensele tırmanamaz. Şiirde imgeyi, kurguyu, biçimle içerik uyuşmasını, yenileşme ve gelişmeyi, sözün gücünü inkar mı ediyorum? Estetiği boşlayıp şiiri araç mı sayıyorum? Hepsine hayır!!! Elbette ilk Çıkışlarda öykünmeler sezilir, ama kendim olmaya çalışıyorum. Başkalarıyla örtüşen, çakışan konularım, söylem biçemlerim varsa, bunlar, ayrı duyarlıkları paylaşmanın , aynı serüvenin içinde yaşamış olmanın getirdiği sonuçlardır.Her çağın her kuşağın ortak bir özel dili (jargonu) olduğu, kabul edilebilen bir gerçektir. Ne kadarını başardım, bilemiyorum. Fakat özentilerden çok, yaşadıklarımdan, algıladıklarımdan, söylenmesini gerekli gördüklerimden dip suyu alan bir söylemin, bir düşüncenin adamı olmaya özen gösteriyorum. Modalardan çok, çapıma sığanları türkü edindim.” KAYNAK: http://osmanbolulu.com.tr/pg_160_tansu-bele.html


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

OSMAN BOLULUDAN ANEKDOTLAR Kendini Kayırmayan Eleştirellik Bir de “ellinci aptal” var. Osman Bolulu’nun öğretmenlikte bir yöntemi var; dersin bitiminde gelecek dersin konusunu veriyor ve öğrencilerin o konuya çalışarak gelmesini istiyor. Bir gün sınıfa giriyor, kara tahtada günün tarihi, dersin, öğretmenin adı, altında ise konu, karşısına “belli değil” yazılmış. Hoca bugüne kadar gelecek dersin konusunu vermeden sınıftan hiç çıkmış değil. Kesinlikle konuyu verdiğinden emin. Hiçbir şey söylemeden tahtaya şunu yazıyor: “Konu belli değil deme, konu belli / bu sınıfta aptalın sayısı elli”. Kürsüye çıkıp derse başlayacağı sıra bir kız çocuğu parmak kaldırıyor: “Öğretmenim bugün biz sınıfta 49 kişiyiz, ellincisi kim?” Osman Bolulu öğretmen yoklamayı genellikle göz kararı alır, o gün yanılmış. Gelmeyen öğrenci gözünden kaçmış. Soruyu soran öğrenciyi yanına çağırıyor. Not defterini uzatıyor, “Bul adını, sözlü notu olarak 10 numara at bakayım”, diyor. Sınıftan itiraz mırıltıları yükseliyor. Osman Bolulu bunun üzerine, “Mırıldanmayın, kim ne diyecekse, kalksın söylesin. Belli ki ellinci aptal benim. Doğru söze hacı emminiz, bir şey demeyeceği gibi, Osman emminizin de bir şey söylemeye hakkı olamaz. O ağır kaçan sözümün yanıtını aldım, hak etmiştim. Görevim, size kitaplardaki konuları öğretmek a değil sadece: Bildiğini dosdoğru söyleyen, hakkını koruyan insan olacaksınız. Yasaklarla dolu, korkuyla sınırlanmış yerde gerçeklerin geçerliği olamaz.” Bu, tam da bir Nasrettin Hoca öyküsüdür. Gerçek ve doğru uğruna kendini feda etmekten çekinmeyen kararlı bir tavır. Osman Bolulu, gözünü kırpmadan “ellinci aptal” olmayı üstlenir. Bir İşi de Ağaç Dikmek Olan Öğretmen Bazen de ne kadar kaçsan hikâye gelip seni bulur. Köy Enstitülü Nasrettin Hoca, göle maya çalmaya değil de, Yeşilırmak’ın bir avuç toprağını da sürükleyip Karadeniz’e götürdüğü Taşova’nın ırmak boyuna ağaç dikme derdinde. Çarşamba öğleden sonraları öğrencilerini toplayıp ırmak boyuna ağaç dikmeye götürüyor. O gün de milli eğitim müdürünün geleceği tutuyor. Okulda yoklar. Gelip onları ağaç dikerken buluyor, sorgu sual başlıyor: “-Okulu bırakıp ağaç dikmek senin işin mi? -Çarşamba öğle sonu sosyal etkinliklere ayrılmış. Oturduğumuz çevreyi korumak için ağaç dikmeye gitmek de bir sosyal etkinlik. -Senin gibi bir ormancı öğretmene Reşadiye’de de rastlamıştım. -O ormancı da bendim beyefendi. (Kaynak:”Çağdaş Nasrettin Hocamız Osman Bolulu da gitti” B. Sadık Albayrak İleri Haber 05.08.2017)


Sayfa 65


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

BÜYÜK MİZAH USTASI, BÜYÜK YAZAR MUZAFFER İZGÜ SONSUZLUĞA UĞURLANDI... 1933 doğumlu büyük mizah ustası, yazar Muzaffer İzgü’yü 27 Ağustos’ta sonsuza uğurladık. O, çocukluktan gençliğe geçtiğimiz yıllarda çoğumuzun okuduğu o ilk politik içerikli eserlerin yaratıcısıydı. Yüzün üzerinde kitap ve iki yüze yakın radyo oyunu ile edebiyatımızın en üretken yazarlarından olan İzgü, tüm birikimini ve yeteneklerini yurtsever ve ilerici kişiliğiyle buluşturabilmiş bir edebiyatçıydı. Özellikle çocuk kitapları, çocukların davranış geliştirmesinde büyük rol oynuyordu. İzgü, sadece çocukların düş dünyasını beslemiyor, onların tutarlı, yaşadıklarından sorumlu, ülkesini, çevresini bilen yurttaşlar olmalarını sağlıyordu. “Babaannem “başlıklı çocuk öyküleri olmalarını sağlıyordu. Babaannem başlıklı çocuk öyküleri diziyle her katmandan ülke çocuklarını Anadolu’yla, Anadolu kültürüyle, Anadolu yemekleriyle tanıştırıyordu. Onun kitaplarıyla nüyüyen kuşaklar annelerinden fastfood yiyecekleri değil bulgur pilavı, tarhana çorbası vb. Yiyecekleri istiyordu artık. Mizah kitaplarıyla toplumun her katmanının nabzını tutarak, güldürürken düşünebilmesini a de öğretmişti. Bu yönüyle Türkiye’nin en çok okunan mizah, genç ve çocuk kitapları yazarı oldu. Eserlerinde köy ve kasabalardan şehre göçün doğurduğu sıkıntıları mizahi bir tarzda yazdı. Mizahi öğelerden yararlanarak toplumun aksayan yönlerini anlattı daima. Piyasa koşullarının dayatmasına karşın boyun eğmeyen aydın tavrı, halkı kucaklayan ve geleceğe umutla bakan üretimiyle Türk edebiyatına Ekmek Parası, Zıkkımın Kökü, Kasabanın Yarısı gibi klasikleşmiş yapıtları armağan eden İzgünün eserleri , insanlığa karşı olan bu düzenle savaşta yolumuzu aydınlatmaya devam edecek. Eserlerinden seçmeler: “- Ah ah, dedi, ülkede yakası tutulacak adam o denli çok ki!” Çanak Çömlek Patladı, Muzaffer İzgüÇanak Çömlek Patladı, Muzaffer İzgü “Ülke ne zaman darboğaza girse, olan kitaplara oluyor. Sanki bu raflarda sessiz sedasız duran kitaplar sokuyorlar ülkeyi darboğaza, tüm suç onların, döviz yokluğu onların, pahalılık onların, enflasyon, devalüasyon onların... Onlar halkı bir lokma ekmeğe muhtaç eden, onlar halkı ezip sömüren...” Her Eve Bir Karakol, Muzaffer İzgü (Sayfa 34 - Bilgi Yayınevi)Her Eve Bir Karakol, Muzaffer İzgü (Sayfa 34 - Bilgi Yayınevi) “-Ulan avrat, bizim bi de düşümüz olmasa n'ederiz be! Çok şükür Allah'a, düş kurmaya para almıyorlar.” Zıkkımın Kökü, Muzaffer İzgü (Bilgi Yayınevi)Zıkkımın Kökü, Muzaffer İzgü (Bilgi Yayınevi) — Oğlum kızım, insan o, yöneticimiz o. — İnanmam, bana o anlattığın masaldaki canavara benziyor.


Sayfa 67 — Yavrum bak insana benziyor, insan. — İnsansa, yüzü niye öyle karanlık? Ah ah, gel de çocuğa söz anlat, kolay mı çocuğa söz anlatmak, o karanlık yüzlü adamm, insan olduğunu kanıtlamak? Dayak Birincisi, Muzaffer İzgüDayak Birincisi, Muzaffer İzgü Yaşam öyküsü olan Zıkkımın Peki’nin yasaklanması üzerine şu açıklamayı yapmıştı: "Baskılı dönemlerde böyle yavaş yavaş, ucundan, kıyısında kitap falan yasaklamaya başlarlar ki büyük yasakları da arkasından hemen getirelim diye. Kenan Evren zamanında da bir çocuk kitabım Ekmek Parası ki şimdi herhalde 20-22. baskıda o kitap. Ve eğer bunu öykü yapıp dünya yarışmalarınıza katılsanız 1.’lik verirler size. Niye? Çünkü ısmarlayan Kültür Bakanlığı, ısmarlayan devlet. Yasaklayan gene devlet. Baskılara başlamışsa bir iktidar artık gidecek demektir. Bu tam bir faşizmin yapacağı şeyler. Böyle hitler zamanında, Mussolini zamanında, İtalya 'da buna benzer şeyler çok şey edildi, yapıldı.

a Yasaklamaların bence asıl nedeni; çocuklarımızın düş kurmalarını istemiyorlar. Okuyan çocuk bir şeyleri düşünmeye başlar. Düşününce, soru sorar. Soru soran çocuk ve genç değişmiştir. O artık sürünün koyunu değil, bireydir. İşte çocuklarımızın birey olmalarını istemiyorlar. Kendilerini dinlemeyen, sorular soran, araştıran, birey olan bir toplumu istemiyorlar. Baş eğecek, her şeye evet diyecek, büyüklerim bilir diyecek, o ne derse o olur diyecek, hayır! Ben gençlerin, çocukların asla böyle olmasını istemiyorum. Ben bütün yapıtlarımda hele çocuk yapıtlarımda; paylaşmayı, güçsüzden yana olmayı, emeğe saygı duymayı, emek üretmeyi, doğayı sevmeyi, doğayı korumayı bunları verdim ben çocuklara.”


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

RUHİ SU ŞİİR ÖDÜLÜ, BAŞAT’IN ‘ KÜLDE KOR İZLERİ’ KİTABININ... İsmail Mert Başat’ın “Külde Kor İzleri” kitabını oybirliğiyle 2017 Ruhi Su Şiir Ödülü’ne değer buldu. Cevat Çapan başkanlığında, Ahmet Telli, Latife Tekin, Hüseyin Ferhad, Asuman Susam, Haydar Ergülen ve Mehmet Gözen’den oluşan Ruhi Su Şiir Ödülü Seçici Kurulu, 2016-2017 yıllarında ilk kez yayımlanan şiir kitaplarının, şairinin veya yayıncısının herhangi bir başvurusu olmaksızın, tamamının doğal aday kabul edildiği bir değerlendirme sonucunda; “şiirin dilini ve yapısıyapısını, insanlık tarihinin köklerinden itibaren yoklayıp, tarihsel ve mekânsal bir toplamdan süzerek kurduğu bir şiir dili ile yazması; şiirini, dünyanın tüm sömürülen ve ezilenlerinin özgürleşeceği kardeşçe bir varoluş coşkusuna adaması; kalemini, yarım yüzyıldır, her türlü zulme ve tahakküme karşı direnci yeniden üretmek için kullanması ve bu tutumunu hep şiir estetiğinin içinde kalarak, direnme estetiğinin zenginleşmesine a katılarak sürdürmesi” nedeniyle Ruhi Su Şiir Ödülünü bu sene, İsmail Mert Başat’ın ‘Külde Kor İzleri’ kitabına değer gördü. Ruhi Su Şiir Ödülü, İsmail Mert Başat’a, 21 Ekim 2017, Cumartesi günü 14.00- 18.30 saatleri arasında Bakırköy, Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde düzenlenecek olan Ruhi Su Şiir Ödülü ve Anma Etkinliği 2017’de sunulacak. Ruhi Su Şiir Ödülü, Ruhi Su’nun kültür mirasını yeni insanlara ulaştırmak, sanatını yaşatmak amacıyla ilk kez 2016 yılında Asuman Susam’ın “Kemik İnadı” kitabına verilmişti. İSMAİL MERT BAŞAT HAKKINDA Şair ve yazar İsmail Mert Başat 1945’de İstanbul’da doğdu. İlk yazısı Mayıs 1960’da yayımlandı. Oyuncu, yazar ve yönetmen kimliğiyle tiyatro ile de ilgilendi. Şiirleri, öyküleri, denemeleri ve politik yazılarıyla, başta Türkiye Yazıları olmak üzere pek çok dergi ve gazetede yer aldı. İsmail Mert Başat, 2014 Antalya Altın Portakal Şiir Ödülü etkinliğinin Onur Konuğu olmuştu. Şiirlerini, Vira! (1984) ve Geyik ve Yolcu (1997); öykülerini Kanatlarını Yitirmiş Uçan atın Tutkusu (1991) ve Düşüş (2011) kitaplarında toplayan İsmail Mert Başat’ın, denemeleri Kendime, Sana, Toprağa ve Gökboşluğa (1999), İtiraz Yazıları (2002), Buyruk ve İtaat (2005) ve Gökyüzünden Başka Sınır Yok (2008) kitaplarında yer alıyor. İsmail Mert Başar’ın yazdığı Sarhoş Orman, 1966’da Ankara’da sahnelendi. (EVRENSEL)


Sayfa 69 NAİM TİRALİ ÖYKÜ ÖDÜLÜ 2017 NECATİ GÜNGÖR'ÜN... Gazeteci, yazar Naim Tirali adına düzenlenen öykü ödülüne, Sevgili Öğretmenim adlı kitabıyla, Türkçenin usta yazarlarından Necati Güngör değer görüldü. Seçici kurulunda edebiyatımızın önemli isimleri Doğan Hızlan, Semih Gümüş, Yekta Kopan, Nursel Duruel ve Dr. Emine Tirali’nin bulunduğu öykü ödülü, 2009’da yitirdiğimiz Naim Tirali’nin adını yaşatmak ve öykücülük anlayışını gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla her yıl ailesi tarafından veriliyor. Naim TiraliÖykü Ödülü 2017 ’nin ödül töreni, Kasım ayında düzenlenecek. Öykülerle ve ödüllerle taçlanan yarım asırlık edebiyat serüveni! İz bırakan öyküleriyle sevilen Necati Güngör,a yarım asra yaklaşan edebiyat yolculuğunda Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü, Ömer Seyfettin Öykü Ödülü, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü, Yunus Nadi Öykü Ödülü gibi önemli ödüllerin sahibi. Özellikle Anadolu insanını konu edinen öyküleriyle tanınan ödüllü yazar, güçlü anlatımı, yalın ve sıcak diliyle, çocuklara edebiyatın kapılarını açıyor. Necati Güngör’ün, Naim Tirali Öykü Ödülü 2017’ye değer görülen ve Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan Sevgili Öğretmenim adlı kitabı, öğretmenlik mesleğini selamlayan 11 öyküden oluşuyor. Usta öykücünün eşsiz gözlem gücü ve yılların deneyiminden süzülen öyküler, çocukluk çağının en önemli simgelerinden olan öğretmenlerin, her koşulda öğrencilerini kucaklayarak onları yaşama hazırlayabilme gücünü örnekliyor. Güngör, karşılıklı sorumlulukların ve fedakârlıkların belirleyici olduğu, sevgiyle örülen öğretmenöğrenci ilişkilerini öyküleştirirken, kendine özgü üslubuyla öğretmenlik mesleğinin değerini yalın bir gerçekçilikle, tarafsız bir anlatımla yüceltiyor. Farklı sosyal yapılarda büyüyen öğrencilerin gereksinim duyduğu iletişimi ve öğretmenlerin okul sınırlarını aşan sorumluluklarını hatırlatırken, her öyküsünü sevgi bağıyla kuşatmayı başarıyor. Necati Güngör’ün ödüllü kitabı Sevgili Öğretmenim ve diğer eserleri için… (Edebiyathaber.net)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

DAĞLARCA, ÖLÜMÜNÜN 9. YIL DÖNÜMÜNDE BİR DİZİ ETKİNLİKLE ANILIYOR... Sağlığında arkadaşları arasında ‘şiirin Pisagoru’ olarak adlandırılan Fazıl Hüsnü Dağlarca ölümünün 9’uncu yılında Ataşehir Belediyesi’nin düzenlediği etkinlikle anılacak. Hayattayken ‘Yaşayan En Büyük Şair’ olarak nitelenen “Türkçem benim ses bayrağım” diyen şiar Fazıl Hüsnü Dağlarca için 13-20 Ekim tarihleri arasında Novada Ataşehir AVM Cemal Süreyya Sergi Salonu’nda İsa Çelik’in yayımlanmamış fotoğraflarından oluşan ‘Dağlarca Sergisi’ açılacak. Otuz fotoğrafın yer alacağı serginin adı ‘İsa Çelik Objektifinden Dağlarca Fotoğrafları.’ Dağlarca’nın ölüm günü olan 15 Ekim’den önce Karacaahmet Mezarlığı’nda şairin mezarı başında anma yapılacak ve ardından İçerenköy’de Neşat Ertaş Kültür Evi’nde şairle ilgili panel düzenlenecek. Alâettin Bahçekapılı’nın görsel radyo biçiminde sunacağı panele edebiyat eleştirmeni yazar Doğan Hızlan, akademisyen Hilmi Yavuz, edebiyat tarih araştırmacısı Konur Ertop, fotoğraf sanatçısı İsa Çelik, Dağlarca’nın yakın dostu, Ruhan Ertop, Çocuk Vakfı Başkanı Şair a Mustafa Ruhi Şirin, Dağlarca şiir ödülü sahibi Ömer Erdem konuşmacı olarak katılacak. Şiir dinletisi ve video gösterimi Panelistler, Dağlarca’nın, dünyaya, şiire, çocuklara bakışını, insan ilişkilerini değerlendirecek. Dağlarca’nın şiirlerinin TRT eski sunucusu Levent Biteçik tarafından sunulacağı panelde, Dağlarca’nın yabancı dillere çevrilen şiirlerinden örnekler verilecek. Etkinlikte şairin Ruhu Su ve Eşber Yağmurdereli tarafından bestelenmiş yapıtlarına da yer verilecek. Panel sırasında Dağlarca’nın video görüntülü sesi da yayınlanacak. Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi, etkinlik için “Kurtuluş Savaşı’nı şiirleştirerek daha çok sevilmesine ve bilinmesine yol açan yüzden fazla esere imza atan, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı anmak bizim ona ödemeye çalıştığımız minnet borcudur” dedi. (Gazete Duvar) NOT: Dağlarca‘nın vasiyetinde “adına hiç bir ödül düzenlenmemesi” ibaresi varken Beşiktaş Belediyesi ve dukalık mensupları bu vasiyeti hiçe sayarak bu yıl da yarışma düzenlemeye devam ettiler. Beşiktaş Belediyesi ve edebiyat cenahındaki hempaları bu duyarlığını utanmazcasına hiçe saymaya devam ediyorlar. Dağlarca’nın “Adıma ödül koyana lanet olsun” sözünü bir kez daha yok saydılar. Edebiyat dukalığının mensupları Dağlarca’nın vasiyetini görmezden gelerek yemlenmekten başka maksadı olmayan bir tavırla Beşiktaş Belediyesinin peşine takılldılar. Yarışmaya olumsuz bakan edebiyat çevreleri, yarışmaya karşı çıkış nedenlerini şu sözle vurguladılar: DAĞLARCA’NIN HAYSİYETİ BİZİM MEŞRU DİRENİŞİMİZDİR!”


Sayfa 71 10 EKİM ANKARA KATLİAMINDA YİTİRİLENLERİN HİKAYELERİ KİTAPLAŞTIRILDI 10 Ekim Ankara Katliamı'nda yaşamını yitirenlerin hikayeleri 'Barış Portreleri' kitabında bir araya geldi. 62 yazar 85 kişinin hikayesini yazdı. 10 Ekim Ankara Katliamı'nda yaşamını yitirenlerin hayat hikayeleri, “Barış Portreleri”nde bir araya geldi. 62 yazar katliamda yaşamının yitiren 85 kişinin hikayesini yazdı. 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da yapılmak istenen barış mitingine yönelik IŞİD militanlarının düzenlediği bombalı saldırıda 102 kişi yaşamını yitirdi. Katliamın üzerinden iki yıl geçti. Katliamın ikinci yılında 102 kişinin hayatı “Barış Portreleri”nde yerini aldı. “Barış portreleri: 10 Ekim 2015’te Kaybettiğimiz Hayatlara Bir Bakış” ismiyle, P24 Hafıza Kitaplığı tarafından yayınlanan kitap, aynı zamanda P24 Hafıza Kitaplığı'ndan çıkan ilk kitap olma özelliğini de taşıyor. a 62 YAZAR 85 PORTRE Kitap, 62 yazarın gönüllü bir çalışmayla kaleme aldığı 85 portreden oluşuyor. Kitabın sunuş metninde şu ifadelere yer veriliyor: “Kaybettiğimiz her insanı tek tek tanımak istiyoruz. Çünkü çabalarıyla, özlemleriyle, keder ve sevinçleriyle ayrı bir hikâyesi var her birinin ve biz o hikâyeye ortak hafızamızda yer açmak istiyoruz. Çünkü barış için haykırırken bu hayattan koparılanlara bir borcumuz var. Çünkü onların hatırasına sahip çıkmak, hayata sahip çıkmanın da bir yolu bizim için, katiller değil barış kazansın diye uğraşmanın da bir parçası. Çünkü unutarak değil, ancak hatırladıkça yeni katliamları önleyebiliriz, ancak hep birlikte hatırlayarak iyileşebiliriz. Barış Portreleri bu tanıma çabasıyla, bu gönül borcuyla doğdu, hayata ve hatıraya saygının bir ifadesi, başka katliamlar olmasın demenin bir yolu, acıyı paylaşıp umudu çoğaltmaya çalışan bir iyileşme denemesi olarak. Ankara Garı’nda hayattan koparılan kardeşlerimizin üzerini toprak örttükten birkaç gün sonra yollara düşmeye, taziyelere gitmeye, katliamda kaybettiklerimizin evlerini, köylerini ziyaret edip aileleriyle tanışıp konuşmaya başlamıştık. ARADAN İKİ YIL GEÇTİ 10 Kasım 2015’te internet sitemizde ilk portreyi yayınladık, bir de söz verdik: Mevsimler ve umarız mevsimlerle birlikte bu kanlı iklim de değişirken, biz her gün, her hafta, her ay yeni portrelerle kaybettiklerimizi hatırlamayı sürdüreceğiz. Aradan tam iki yıl geçti, mevsimler değişti ama o kanlı iklim değişmedi. Bu topraklarda bir gün mutlaka kazanacağına inandığımız barış henüz kazanmadı. 10 Ekim 2015’ten beri cinayetler hiç durmadı. Savaş,


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı darbe, zulüm can üstüne can aldı. Cizre’den Boğaz Köprüsü’ne, Güvenpark’tan Sur’a çok kanadık, çok öldük. Bir yandan şiddetle, yıkımla, baskıyla başa çıkmaya çalışarak yaşarken bir yandan da bize katılan meslektaşlarımızla birlikte bizden koparılanları unutmama, unutturmama çabasını sürdürdük. Bu kitapta 10 Ekim 2015’te kaybettiğimiz 85 hayatın hikâyesi var; 62 yazarın tümüyle gönüllü bir çalışmayla, gidip görüp sorup dinleyerek kaleme aldığı, katledilenlerin yakınlarının o yazarlara evlerini, kalplerini açması sayesinde cümlelerine kavuşmuş 85 portre. EKSİK PORTRELER VAR Eksik portreler de var. Kimi aile acısını sessizce yaşamayı tercih etti; saygı duyduk. Kimilerinin yakın çevresine ulaşmayı denedik ama başaramadık. Ankara Katliamı’nda kaybettiğimiz ama ailesiyle buluşamadığımız, portresini yazamadığımız bütün kardeşlerimizi kitabın sonunda tek tek anıyoruz. Şayet aileleri, dostları fikir değiştirirse bu eksik portreleri tamamlamak ve bu kitabın yeni bir baskısında sizlere sunmak boynumuzun borcu olsun. ‘Barış Portreleri’ 2015 sonbaharından 2017 sonbaharına uzanan bir zaman diliminde yazıldı ve her bir portre yazıldığı tarih gözetilerek kronolojik olarak kitapta sıralandı. Her portre bir kişinin hayatına odaklı ama biz kitabı yayına hazırlarken portreleri birbiri ardına a hayatı, hayatlarımızın son iki yılı olduğunu okuduğumuzda, anlatılanın aslında hepimizin biraz da şaşırarak fark ettik.” Barış Portreleri'ne katkıda bulunan yazarların isimleri şöyle: Ahmet Altan, Arife Köse, Aslı Tohumcu, Asuman Susam, Aytül Fırat, Banu Tuna, Barış Avşar, Behçet Çelik, Burcu Karakaş, Can Gürses, Can Kartoğlu, Cafer Solgun, Emel Gülcan, Emine Algan, Emrah Tuncer, Emre Ayvaz, Ercüment Akdeniz, Ertan Altan, Evin Barış Altıntaş, Eylem Yılmaz, Fatih Polat, Gökçer Tahincioğlu, Hakkı Özdal, Halil Türkden, Hasan Cemal, Hatice Kapusuz, Hazal Özvarış, İrfan Aktan, Jînda Zekioğlu, Leyla Alp, Mehmet Said Aydın, Murat Şevki Çoban, Murat Özyaşar, Mustafa İşitmez, Nevin Sungur, Nilgün Yılmaz, Özlem Akcan, Özlem Ertan, Özlem Altunok, Pelin Başaran, Pınar Yiğitoğulları, Rabia Çetin, Rengin Arslan, Sanem Altan, Seçil Epik, Seçkin Sağlam, Sedat Yılmaz, Serkan Ayazoğlu, Şenay Aydemir, Şiar Risvanoğlu, Sezin Öney, Sibel Oral, Sibel Yükler, Şükran Lılek Yılmaz, Tayfun Ertan, Tuğba Kaplan, Tuğba Tekerek, Veysel Ok, Yasemin Çongar, Yonca Poyraz Doğan, Yılmaz Murat Bilican, Zehra Onat. (MA)


Sayfa 73 EMEĞİN VE DİRENCİN ŞAİRİ SENNUR SEZER, ÖLÜMÜNÜN 2. YILINDA AKADEMİ KİTABEVİ’NDE ANILDI EMEĞİN VE DİRENCİN ŞAİRİ SENNUR SEZER, ARAMIZDAN AYRILIŞININ İKİNCİ YILINDA KADIKÖY AKADEMİ KİTABEVİ’NDE ANILDIEmeğin ve direncin şairi Sennur Sezer, aramızdan ayrılışının ikinci yılında Kadıköy Akademi Kitabevi’nde anıldı. Sennur Sezer’in “Bütün Şiirleri: Direnç” kitabı da ilk kez okuyucuyla buluştu. Anma etkinliğini Manos Kitap, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ve Akademi Kitabevi’yle ortaklaşa düzenledi. Açış konuşmasını TYS Genel Başkanı Mustafa Köz’ün yaptığı etkinlikte Sennur Sezer’in hayat arkadaşı, Yazar Adnan Özyalçıner’in yanı sıra TYS Genel Sekreteri Şair C. Hakkı Zariç, Şair Gülce Başer ve Şair Duygu Kankaytsın birer konuşma yaptı. Anmada Sennur Sezer’in şiirleri katılımcı şair ve yazarlar tarafından seslendirildi. Etkinliğe çok sayıda yazar, şair, politikacı ve sendikacılar katıldı. Etkinlikte ayrıca, “Bütün Şiirleri: Direnç” kitabı Adnan Özyalçıner tarafından okuyuculara imzalandı. a 'ŞİİRİ EMEKLE KURAN BİR ŞAİRDİ‘ TYS Başkanı Mustafa Köz, Sennur Sezer iki yıldır aramızda diyerek söze başladı. Manos Kitap'ın Sennur Sezer anısına çıkardığı Direnç kitabından söz eden Köz, "Direnç, çok yakışmış. Kitabın bir özeti gibi. Sezer'in kitaplarına baktığınızda o kitapların özlerini görüyorsunuz. Sadece kendi topraklarını değil yer yüzünde kimin yarası varsa ona bakan, şiiri emekle kuran, aşkı düşleriyle kuran ve bir kavganın takip edilmesini isteyen önemli bir şairdir. Bütün bunların bugünün şairlerine bir miras olarak kalması gerektiğini düşünüyorum. " dedi. 'UMUDUN ŞAİRİDİR‘ Sennur Sezer'in hayat arkadaşı Adnan Özyalçıner, Sezer'in "Yankı" şiirini katılımcılara okudu ve şöyle devam etti: Umudun şairidir. Umudun şairi olmuştur, direncin şairi olduğu gibi. Sennur, sevginin de şairidir." Özyalçıner, ardından Sezer'in kendisine yazılan fakat herkese seslenen "Uyanış" şiirini okudu. 'ÇOK YÖNLÜ BİR İNSANDI‘ Şair C. Hakkı Zariç ise: "Burada çeşitli yaş gruplarından, çeşitli mesleklerden insanlar var. Hepimizi buraya toplama yetisi bir insan ancak bir şair olabilirdi. Bu şair nasıl ki sevgilisine silah arkadaşım diye seslenebiliyorsa biz de silah arkadaşımız gibi görürdük onu. Hep hayatı savunan, gelecek güzel günler için bizim içimizde hep bir derinliği olan bir kadından söz ediyoruz. Çok yönlü bir kişiliği olan ve bundan gocunmayan bir insandı. Arkasında onlarca yıllık bir birikimi olan bir yayıneviyiz dolasıyla o mirasın içerisinde Sennur Sezer'in de ciddi bir payı olan Direnç'i çıkartıyor Manos Kitap" dedi. EVRENSEL.NET


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

EKİM AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER SOSYALİST EDEBİYATIN EMEKÇİ ŞAİRİ SENNUR SEZER SINIF BİLİNCİMİZDE YAŞIYOR... Emeğin ve emekçilerin şairi Sennur Sezer’i 7 Ekim’de sonsuzluğauğurladık. Sennur Sezer, Türkiye 'de gelmiş geçmiş en önemli kadın şairlerden biri olarak gösteriliyordu. Şairliğinin yanı sıra edebiyat ve edebiyat tarihi alanında da eserler veren; gerçek ve müstear isimle özellikle Yeşilçam'a çok sayıda senaryo yazan; çeşitli ansiklopedi ve antolojilerin oluşturulmasında payı a bulunan Sennur Sezer, Türkiye sosyalist hareketinin ve işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olmaktan da hiç geri durmadı. Gençliğinde Taşkızak Tersanesi'nde çalışırken başladığı politik mücadelesini ömrünün son gününe kadar sürdürdü. 12 Haziran 1943'te Eskişehir'de doğan Sennur Sezer, 1959’da İstanbul Kız Lisesi’nin ikinci sınıfından ayrıldıktan sonra Taşkızak Tersanesinde çalışmaya başladı. 1965 yılında Varlık Yayınları düzelticiliğine geçti. 1967 yılında Adnan Özyalçıner ile evlendi. 1982 yılına kadar çeşitli yayınevlerindeveansiklopedilerde düzelticilik, metinyazarlığı yaptı. Ali Ziya Çamur, Emeğin Sanatı E-Dergisinin 29. Sayısında yazdığı “Şiirimizde Kadın Sesi” yazısındaşu sözlerle anlatıyordu:Sennur Sezeri: “Sennur Sezer, şiirimize vardiyalardan kopup gelen bir uzun soluktur. Emeğin ılık ve alın teri gibi ıslak nefesini şiirlerine üfürdü. Karanlığın içinde kendini yenmenin ve yenilemenin şiiriydi yazdıkları bir bakıma. “Doğuran Bir Kadına Direnç” şiirinde olduğu gibi: “Yorulur gövdene inen sancılar / Acılar bıkar / Beklemeyi bil / Başkaldırır gövden başkaldırır / Susar…/ Kim duyar sesini haykırsan / Gücünü tüketme / Dayan bir sınav bu / Gülümse” Bir ses aradı hep yeni bir şiire başlamak için. Acılarla nasırlaşan, şişen yüreklere karşı bir çocuğun ilk çığlığını sunarcasına yazdı şiirlerini. Bir ses aradı hep yeni şiirlerinin içinden fırlayarak umutsuzluğu yasaklayan, çocukların ilk sözcüğü gibi umutla, sevinçle duyulacak bir ses… Ve kadın olmanın imgeleminde yarattığı duyarlığı insancıllıkla bütünleştirrerek verdi şiirlerinde: “Elim ateşten korkmuyor,/Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım [CENSORED] / Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim / Köz basarım yüreğime. / Yüreğim nasırlarıylaumudu koruyor, / Bir küçük ışıltıylabaharı


Sayfa 75 bekleyen / Çekirdek ateşten korkmuyor.” Bir sevda şairidir de diyebiliriz Sennur Sezer için. Ama onun yüreğinde milyonların ortak sevdası yatar. İnsanlığın ortak sevdasıdır onun sevdası, evcil sevdaların şairi değildir. Bu nedenle olsa gerek, baş eğip kadere küseni sevmez. Sevgiye güç yetirebilmeli insan. Ve yüreğini yararcasına çarptırırken sevda, ağır yük olsa da umutlu olmanın gereğini savunur. Kısacası: “biz sevdayı madenlerden tanırız/ sevda ile dağları delen de bizden” Çoklarının paraya taptığı, para karşılığı şiir döktürdüğü günümüzde O, dimdik onurlu emekçi duruşuyla, yalpalamadan bilinen sesini, bilinen gürlüğüyle yükseltmeye devam ediyor.”

a

Sennur Sezer, şiir anlayışını şöyle ortaya koyuyor: “Her şiir yaşama biçiminin yansıtıcısıdır. Doğduğu coğrafyadan ve şair ömürlerinden dizeler taşır. Yinede yaşamın bütününü yansıtan, çağları ve mekânları aşanı azdır. Önemli olan şairin has şiiri amaçlaması, okurunu yanına alıp bir Ferhat uğraşısına, bir Kerem yolculuğuna soynunmasıdır. Mehmet Hameş’in şiirleriyle çıkacağınız yolculuk sizi yepyeni ama yadırgamayacağınız bir dünyayla tanıştıracak. Bu yeni dünya kitabın adıyla başlıyor: Yaşlı Kelebek. Yalnızca baharı tanıyan ömrü uçmaktan ibaret bir canlı nasıl yaşlanır? Yoksa uçamayacağı gelecekten duyduğu acıyı tanımlamak için mi seçmiş bu adı? Her şiirde bu soruyu sorun kendinize.”


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı


Sayfa 77 ATTİLÂ İLHAN, YAPITLARIYLA YAŞAMAYA DEVAM EDİYOR... 10 Ekim 2005’de yitirdiğimiz Attila İlhan, 15 Haziran 1925 tarihinde Menemen (İzmir)' de doğdu. İzmir'de Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu' ve Karşıyaka Ortaokulu'nu bitirdi. İzmir Atatürk Lisesi'nde öğrenci iken, Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesine aykırı davranma savıyla tutuklandı, okulundan uzaklaştırıldı. Danıştay kararı ile yeniden öğrenim hakkı kazanarak İstanbul Işık Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde başladığı yüksek öğrenimini yarıda bırakarak 1949-1965 arasında aralıklı olarak altı yıl Paris'te yaşamını sürdürdü. Dönüşünde gazetecilik, yayın yönetmenliği, yayın danışmanlığı, yazarlıkla yaşamını kazandı. Yeni Edebiyat, Yücel, Genç Nesil, Fikirler, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikâyeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı dergilerinde şiirleri yayınlandı. Garip ve İkinci Yeni şiirine karşıydı. Mavi dergisinde Maviciler diye bilinen toplumsal gerçekçilik akımının sözcüsü oldu. Şiiri başlangıçta Nâzım Hikmet ve a halk şiirinin biçimsel özelliklerinden etkiler taşıyordu. Ömer Faruk Toprak'tan da oldukça etkilenir, taşradan mektuplaşırlar, ondan şiirle ilgili pek çok şey öğrendi Zamanla taşkın, çarpıcı, belleklerde kolay yer eden imgelerle örülü, toplumsallaşmış bireyi temel alan, kimi zaman öykülemeye dayalı, divan şiiri olanaklarından da yararlanmayı bilen, duyarlılığı yüksek bir nitelik kazandı. Attila İlhan'ın, salt şair yönünü değil; romancı ve düşün adamı, senaryo yazarı olarak da iyi tanımak gerekir. "Aynanın İçindekiler" serisinde, "Zenciler Birbirine Benzemez", "Dersaadette Sabah Ezanları", "Bıçağın Ucu", "O Karanlıkta Biz", "Sokaktaki Adam", "Allahın Süngüleri", "Fena Halde Leman", "Haco Hanım Vay" gibi önemli romanlara imza atmıştır. Romanlarında inanılmaz bir sinema tekniği kullanır, okunmuyor da izleniyor gibidir. Gerçek şair ve yazarların, dikenlerle dolu bir bahçede işlerinin zor olsa da, ancak Anadolu'da yetişebileceğini dilegetirir: "Post/modernizm, Asya ve Avrupa'nın zengin edebiyat sanat geleneğine karşı, cahil ve biçare kalan abd'nin uydurduğu, bir cahil ve aciz hareketidir ki şimdiden gülünç olmuş, ona uyan yazarları ve şairleri de gülünç etmiş, okunamaz hale getirmiştir. ha unutmayalım, bir de tabii, Orhan Pamuk gibi bir yeni yetmeye, ülkesine ve halkına alenen ve resmen sövmek imkanı sağlıyor; yurt dışında sürgünde bulunan Nazım Hikmet'in uğradığı onca belaya karşı, memleketi aleyhine ne bir tek söz söylediği, ne de aleyhine bir şiir yazdığı düşünülürse, bu delikanlının handiyse el üstü gül üstü dolaştığı edebiyat ortamında, 'sahici' Türk şair ve yazarlarının epeyce zorlukla karşılaşacağı anlaşılır.«


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı


Sayfa 79 İNCE DUYARLIKLARIN AÇIK SÖZLÜ ŞAİRİ: METİN ELOĞLU ŞİİRLERİYLE YAŞIYOR... Kendine özgü şiirleri, ironiyi öne çıkaran şiir tarzıyla kendince bir gerçeklik analayışı kuran Şair, ressam Metin Eloğlu’nu, 58 yaşında 11 Ekim1985’te yitirdik. Metin Eloğlu, ortaokuldan mezun olduktan sonra, 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. 1946’da siyasi nedenlerden dolayı iki ay tutuklu kaldı. Olay üzerine Akademi’deki kaydı silindi. 1947’debaşladığı askerlik hizmetini, disiplinsizlik nedeniyle aldığı uzatma cezaları nedeniyle ancak 5 yılda tamamlayabildi. Edebiyata öyküyle adım attı. 1942’de Servetifünun-Uyanış dergisinde ilk öyküsü yayınlandı. 1943’te İzmir’de basılan Kovan dergisinde de Mehmet Metin imzasını taşıyan "Sabah Şarkısı” şiirine yer verildi. Ressam olarak birçok çalışma ve sergiye imza attı. 1967’de düzenlenen 1. DYO Sergisi ile ve 1976’da yapılan Yarımca Sanat Şenliği’nde birincilik ödüllerine layık görüldü. Eserlerinde adının dışında Mehmet Metin, Mehmet Emin, Ali Haziranlı, Etem Olgunil a eleştiri yazısı kaleme aldı. 111 ekim 1985'te ve Nil Meteoğlu imzalarını kullandı. Ayrıca birçok İstanbul'da sonsuzluğa göçtü Eloğlu'nun ilk kitabı, Orhan Veli'nin 'Şoförün Karısı', 'Dedikodu' (bkz. Garip) ve 'Tahattur', 'Altın Dişlim', v.b. (bkz. Yenisi) gibi, lümpen ortatabakanın dilini ve duyarlılığını yansıtan şiirlerinden esinlenmiş bir şairin ürünlerini içeriyor. Fakat yine bu kitabında Nazım Hikmet'in 'İnsan Manzaraları'nı bilen bir şair de seziliyor. Eloğlu ilk kitabıyla, lumpen çevrelerin, kenar mahalle insanının dilini, sözcüklerini, duyarlılığını, çok başarılı bir konuşma dili, edası ve özgün bir ironiyle yansıtmayı başarıyor. Orhan Veli'de dilsel alanda kalan bir tutumu geniş bir alana çıkararak şiirimizeyeni bir ufuk kazandırıyor. "Sultan Palamut"ta konuşma dilinin engin tatlarını, edalarını, tonlamalarını çok başarıyla kullanan bir şair kimliğiyle şiirini geliştiriyor. Şiire ustalıkla özümsetilmiş bir argo, humor ve ironi'yle, yeni şiirimizegetirdiği olanaklarınalanını daha da genişletiyor. "Horozdan Korkan Oğlan"da gittikçe artacak olan dil soyutlamacılığının, kurmaca bir dil yaratma eğiliminin ilk belirtileri var. Yine de bu kitabına bir denge ve sentezin ürünü diyebiliriz. "Türkiye'nin Adresi"nde İkinci Yeni'ye (Ece Ayhan vb.) yakın bir dil deneyciliğinin ürünleri yer alıyor. "Yumuşak G"de, Behçet Necatigil'in son şiirlerini andıran bir dilci tutum bu. Denebilir ki bir kavramı irdeliyor, sözcük birimlerine indirgiyor, sonra en güç anlaşılır biçimde

olabildiğince uzak çağrışımlarla gerikuruyor, bu tutumuyla “Türkiye'nin Adresi”nde olduğu gibi, yine Ece Ayhan'a yaklaşıyor.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı Metin Eloğlu, İkinci Yeni'nin resme ve görselliğe en açık şairidir. İlk kitaplarıyla, kendi dönemini ve kendinden sonraki kuşakları büyük ölçüde etkilemiş bir şair. Metin eloğlu, Garip'le gelen çarpıcı, şaşalatacı şiire bambaşka bir hava vermeyi başardı. Kentin alt tabaka yaşamına bir orta tabaka aydını olarak bakmıyor, başkalarının dilini kullanıyordu... Metin Eloğlu, 1960 sonrasında ikinci yeni sarsıntısı atlatılmak üzereyken, şiirini değiştirmek, yenilemek gereğini duydu. sözcük seçimine büyük özen göstererek yaşamdan kitaplara doğru kaydı. yeni bir şiir dili kurma yolunda aşırı deneylere girişti. kapalılığa, soyuta çok yaklaştı. bu deneyleri aştıktan sonra da, başlangıçtaki, yoksulluğa kafa tutarcasına yaşama sevinci dolu, olaylara bağlı şiirine dönmedi."

a

Humor, ironi ve toplumsal eleştiriciliğiyle Can Yücel, Cemal Süreya v.b. şairleri, lumpen çevrelerin, orta tabakanın dilini şiirleştirmesiyle dolaysız konuşma tonu ve yine ironi ve toplumsal eleştiricilik özelliğiyle Ataol Behramoğlu'nu etkilemiş olduğu söylenebilir. Eserleri: Düdüklü Tencere (Yeditepe, 1951), Sultan Palamut (Seçilmiş Hikâyeler, 1957), Odun (Alpaslan Mtb., 1959), Horozdan Korkan Oğlan (Dost, 1961), Türkiye’nin Adresi (Yeditepe, 1965), Ayşemayşe (Yay, 1968), Dizin (Güney, 1971 TDK Şiir Ödülü), Yumuşak G (Baha Mtb.,1975), "Rüzgâr Ekmek" (Ada,1978), Hep (Adam, 1982), Yine (ilk altı kitabının birlikte basımı, Adam, 1982), Şiirce, (son üç kitabının birlikte basımı, Adam, 1982), Ay Parçası (Yazko, 1983), Önce Kadınlar (Adam, 1984), Bektaşi dedikleri, (O. Tansel ile; şiirleştirilmiş Bektaşi fıkraları, Türkiye İş Bankası, 1970), Derleme: Garip Şiirler Antolojisi, (Ü. Y. Oğuzcan ile, Yay, 1957)

UYAN Hadi uyan Gün ışığı çilemeye başladı başucunda Denizler bir mavilik edindi günden Seher yeline uyup kuşlar tüneğine uçtu Bu türküyü dinlemeyecek misin Hadi uyan Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine Yoksul olsan da uyan Garip olsan da uyan Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için Madem ki iyisin, iyiliği yaşatmak için Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için Hadi uyan

Denizi dinle yaşamak desin Toprağı dinle barışmak desin Göğü dinle sevişmek desin Bir plak konmuş gramofona İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü Uyan diyor, uyansana Hadi uyan Sevdiğim uyan N'olur uyan

METİN ELOĞLU


Sayfa 81


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

DİKENLİ YOLU AÇAN ADAM, MEHMED UZUN, ANADİLİ KÜRTÇE’DE YAŞAMAYA DEVAM EDİYOR… Yaşamı sürgünlerde geçen, Kürt yazarı, romancı Mehmet Uzun’u 11 Ekim 2007 tarihinde yitirmiştik. Ana dili Kürtçe’siyle yazdığı romanları halkının arasında yankılanmayadevam ediyor. Mehmet Uzun, Kurmanci, Türkçe ve İsveççe yazdığı kitapları yirmiye yakın dilde yayınlandı. Uzun hakkında, Türkiye'dea çok sayıda dava açıldı. 1981'de Türk vatandaşlığından atıldı ve 1992 yılına kadar Türkiye'ye gelemedi. Kürt edebiyatı ve kültür yaşamında yeri doldurulamayacak olan Mehmet Uzun, çağdaş Kürt edebiyatının kurucusu ve öncüsüydü. Kürt halkının yaşadığı sosyal ve politik dramın canlı bir tanığı ve bu tanıklığı evrensel dile aktaran büyük bir sanatçıydı. Yasaklar, yokluklar, cehalet ve acılar içinde yaşamaya mahkum edilmiş bir halkın içinden çıkan Mehmet Uzun kendi çabalarıyla kendisini var eden bir değerdi. Tarih onu yalnız Kürtlerin, yalnız Türklerin değil tüm dünyanın en büyük yazarı, kültür adamı, barış ve özgürlük savaşçısı olarak anacaktır.


Sayfa 83


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

ANADOLU HALKININ NABZINI EN İYİ TUTAN DEVRİMCİ YAZAR FAKİR BAYKURT YAPITLARIYLA YAŞIYOR… Fakir Baykurt, Akçaköy’de başlayıp Köy Enstitüleriyle onlarca kitaba uzanan zorlu bir Anadolu türküsüdür. Köy Enstitüsünde başlayan sınıfsal uyanış, -sınıf bilincine tam olarak ulaşamasa daonun yolunu ve bakışını içinden geldiği topraklara döndürdü. Tanık olduğu, yaşadığı insanları anlattı yapıtlarında. Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS’ün kuruluşuna emek verdi. Başkanlığa seçildi. Yolu sürgünlere, cezaevlerine uğrasa da halk için halkı yazdı. Köyler boşalıp Almanya’ya göç etmeye başlayınca, o da kalktı gitti Almanya’ya. Bu sefer göçmen işçileri yazdı. Romanlarında Türkiye'deki köylü yaşamını halkçı ve devrimci bir bakış açısıyla ele aldı. Köylünün bilinci ve bilinçaltındaki istekleri, tepkileri, çelişkileri yansıttı. 1950–1970 döneminde etkili olan "köy edebi yatı hareketi"ninönde gelen temsilcisi oldu. Aziz Nesin, 1989 Nesin Yıllığında onun için şu tespiti yapıyordu: “On yıldan beri, Almanya’da a yaşayan Fakir Baykurt’un yeni yapıtlarını okuyamamış olmam eksikliğimdir. Bu yüzden yazınımızda hangi düzeye vardığını, kendini yenileyip yenilemediğini bilemiyorum. Fakir Baykurt’un yazın yaşamını incelerken, onun çağının salt tanığı olmakla kalmayıp, tanık olduklarına yorum getirdiğini, böylece okurlarını bir toplumsal değişime özendirme çabası güttüğü görülecektir. Bu çabalarını salt yazar olarak değil, toplumun durumundan kendini sorumluduyumsayan bir aydın olarak da toplumsal etkinliklerlesürdürmüştür.” Yaşamının her anında, “Sanatta devrimci tavır, hayatı değiştirme tavrıdır” diyen Baykurt’u, 11 Ekim 1999’da günü sonsuzluğa uğurlamıştık. Fakir Baykurt, kıvrak dili, güçlü gözlemlerini kendi bakışıyla buluşturan güçlü anlatımıyla edebiyatımızın önemli roman ve öykücüleri arasında yer aldı. Sanat anlayışını belirten şu sözleri, onun sanatsal ve toplumsal bilincini en iyi biçimde yansıtmaktadır: “Kitaplarımız bize ün sağlamak ya da kalıcı olmaktan önce toplumu devrim yönünde etkilemelidir. Hayatı değiştirme amacına yönelmiş bir sanat insanın bilinçlenmesine ve birleşmesine yardım eder…” Bir yazısında da romanla ilgili düşüncelerini şöyler açıklıyordu: «Akan ve akmakta olan yaşamı, bilinçaltından ve bilinçten geçirip dışa vurma işidir roman. Hem bireysel, hem toplumsal boyutları olan bir yazı türü. Bir imbikleme... Bir yaşamın romana benzemesi başka. Roman olabilmesi için yazılması gerek; bir romancının bilinçaltından, bilincinden geçerek gerekli estetik biçime ve biçeme ererek yazılması.” FAKİR BAYKURT



Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

NAİL VAHDET ÇAKIRHAN YAPITLARINDA VE YAPILARINDA UMUT SAÇMAYA DEVAM EDİYOR! Sosyalistlerin Nail V. olarak bildiği, Ağahan Mimarlık ödülünü almasından sonra herkesin tanıdığı Nail Vahdet Çakırhan, Attila İlhan’ın deyimiyle Fedailer Mangasının ilk erlerindendi. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşından sonra Türkiye’nin 2.kuşak komünistlerindendi. Konya’da lise öğrenimini sürdürürken “Kervan” adlı dergi çıkarır. “Halka Doğru” dergisinde yayınlanan “Alev Yağmuru” şiiri nedeniyle ilk kez polisle tanışır. Daha sonra Çakırhan, felsefe eğitimi için İstanbul'a gelince -gıyaben şiirlerine hayran olduğu Nâzım Hikmet ile tanıştı. Ona son şiirlerini gösterdi. Nâzım Hikmet, bu genç öğrencinin şiirlerii beğendi. 1+1=1 adını verdikleri mini kitapta son şiirlerini yayımladılar. Ne var ki bu kitap toplattırıldı. Ve şairleri hakkında takibata geçildi. Şairler, cezaevinden çıktıklarındabuluştular, dostluklarını devam ettirdiler. Çakırhan, uğruna işkence gördüğü, hapislerde yattığı sosyalizmin ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Öğrenebilmek amacıyla 1934'teakimseye haber vermeden ortadan kaybolur. İstanbul'dan Hopa'ya, oradan da bir arkadaşının yardımıyla Sovyetler Birliği'ne gider. Komintern'le ilişki kurar ve Moskova'da Puşkin Meydanı'na yakın bir yurtta üç ay Rusça öğrenir. Ardindan Moskova Doğu Halkları Üniversitesi'ne (KUTV) girer. Orada iki buçuk yıl sosyalizm ve ekonomi görür. Stalin, Tito, Hoşimin, Kruşçev, Dimitrov gibi önemli siyasetçilerin bazılarını görür. Bazılarıyla tanışma fırsatı bulur. Öğrenimi sürerken bir yandan da uygulamaları yakından görmek ister ve kendi isteği üzerine Moskova yakınlarında bir tekstil fabrikasınagönderilir. Dönüşünde gazetecilik yapmaya başladı. Tan ve Resimli Ay’da 2. Dünya Savaşıyla ilgili etkili ve yerinde yorumlar yapar. Arkeolog Halet Çambel’le evlendi. Onun kazılarında ilk mimari denemelerini gerçekleştirdi. 1970 yılında, doktor tavsiyesine uyarak eşiyle birlikte Akyaka’ya yerleşen Çakırhan, burada iki ustanın yardımıyla projesini kendi çizdiği evler yapar. Yaptığı evler beldede yaşayan insanların ve turistlerin ilgisini çeker. Ardından çok sayıda insan, “Nail Çakırhan Mimarisi” adı verilen bu evlerden yaptırmaya başlar. Geleneksel mimariyi korumak için yoğun çaba harcayan ve insanlara örnek olan Çakırhan’a 1983’te, dünyanın en saygınmimarlık ödüllerinden “Ağa Han Uluslararası Mimarlık ödülü” verildi. Hapishane yıllarında eşi Halet Çambel’e gönderdiği mektuplar, “Üç Hapishaneden Mektuplar” adıyla yayınlandı. 2. Dünya savaşının eşiğinde gazetelerde yazdığı yazıları “Harbin eşiğindeki Türkiye “ adıyla yayımlandı. Şiirleri de “Daha Çok Onlar Yaşamalıydı”adıyla yayınladı. 98 yıllık yaşamının her anını ülkesi ve inancı için dolu dolu yaşayanbu güzel insanı saygıylaselamlıyoruz.


Sayfa 87


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

İNSANÎ EDEBİYATIN ÖNCÜLERİNDEN HALİKARNAS BALIKÇISI YAPITLARIYLA HAYATIN NABZINI TUTMAYA DEVAM EDİYOR!.. Halikarnas Balıkçısı ya da gerçek adıyla Cevat Şakir Kabaağaçlı, Oxfort Üniversitesi “Yeni Çağlar Tarihi” bölümünde tamamladıktan sonra(1908) Resimli Ay, Resimli Hafta, Diken, İnci gibi dergilerde yazılırı, çevirileri ve karikatürleri yayımlandı. 1925’te Resimli Hafta da Hüseyin Kenan imzasıyla çıkan “Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Gider?” yazısından dolayı İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanır. Bu öyküde balıkçı Kurtuluş Savaşı yıllarının hamasî havasının tersine İstiklal Mahkemeleri tarafından doğru düzgün yargı ortamı kurulmadan idam cezasına çarptırılanların asılmaya gidiş dramlarını gerçekçi bir dille yansıtır. Ama bu öykü zamanın yönetimi tarafından Mustafa Kemal Hükümetine ve Cumhuriyete hakaret kabul ederek o çağın henüz bilinmeyen, yolu izi olmayan uzak bir yurt köşesi Bodrum’da 3 yıl Kalebentliğe sürgüne gönderilir. Halikarnas Balıkçısı tüm acıları ve yalnızlıklarını adeta bir tragedya kahramanı direnişiyle bin bir olanağa ve üretkenliğe dönüştürecektir bu sürgünde. 1920’lerde magazin öyküleri a adamı olarak asıl kimliğini Bodrumdaki yazan Halikarnas Balıkçısı, yazar ve düşünce sürgün yıllarında buldu. Mitolojisi, tarihi, doğasıyla Ege’yi; süngercisi, balıkçısı gemicisiyle hayatlarını denizden kazanan insanların mücadelesini konu alan Ege Kıyılarında deniz emekçilerini anlatan romanlar yazdı. Yazılarını coşkulu, içten, kimi kez savruk, şiirsel bir üslup ile yazdı. Halikarnas Balıkçısı Anadolu efsaneleriyle mitolojisini inceleyen kitaplar da yazdı. 1947'de İzmir'e yerleşen Kabaağaçlı, 13 Ekim 1973'te bu kentte ölür çok sevdiği Bodrum'a gömülür. Nâzım’ın «En büyük şairimiz…» dediği Balıkçı’nın sanat anlayışı şu sözlerinde gizlidir: “Halktan, temelden, topraktan ve doğanın derinliklerinden gelmeyen, onlardan etkilenmeyen bir edebiyat geçicidir, ölümcüldür.” “Motor adayı kıyılarken adanın ağzı kalabalık mağaraları köpür köpür köpürerek koca dağın suratına deniz tükürdü. Kayalar diş göstererek hırlıyorlardı. Kunduralarının tabanlarıyla, şap şap diye tapu senedi damgalarcasına adım atan eksper, adanın artık adam akıllı damarına basmıştı. Kaya sırtını silkince koca dağ düştü. Patavatsız taşlar kuş tüyü kesileceklerine kaskatı dondular. Bazı kayaların tepesi attı. Her delikten havaya sular fışkırdı. Kocadağ sırıl sıklam oldu. Sudan kaçınayım derken çalılara daldı. Adanın tüyleri diken diken oldu. Santal çalıları Kocadağ’a çelme taktı. Kocadağ durmamacasına sırtüstü, yüzüstü geliyordu. Adanın bağrı hava dolu bir gayda kesilmişti. Her deliği dağı dağa kavuşturan, diş kamaştırıcı bir cayırtı koparıyordu. Adanın siniri tutmuştu. Ada yapayalın sertliği ile, sipsivri sokuculuğu ile kapkanca tırmalayıcılığı ile Kocadağ’ı kaktı, tekmeledi, tokatladı ve daladı.» (‘Gülen Ada’ öyküsünden) HALİKARNAS BALIKÇISI


Sayfa 89 EMEĞİN RESSAMI AVNİ MEMEDOĞLU'NU UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!..

1924 yılında Erzurum'un Aşkale ilçesinin Taşağıl köyünde, yoksulluklar içerisinde dünyaya geldi. Kendisinin deyişliyle çevreyi ve dünyayı, sırtında yırtık ve yamalı bir entari, yalınayak ve başı kabak, köyün tozlu yollarında, insan ve hayvan pisliklerinin, kül ve çöp birikintilerinin oluşturduğu çöplüklerde, tezek kalaklarının arasında, köy koşullarının zoruyla çocuk yaşta peşine koşturulduğu kuzu ve danaların çobanlığında, Temmuz ve Ağustos aylarının amansız sıcağı altında bir iki urup buğday karşılığı, onun bunun tozlu harmanlarında döven sürmede tanıdı. Çok küçük yaşlarda, köyünde, yumurta üzerine çizdiği portrelerle, sanata olan ilgisini ve yeteneğini açığa vurmuş oldu. Orta öğreniminden sonra, 1944'te İDGSA Resim Bölümüne girdi. Galeri bölümünde Seyfi Toray'ın, atölyede Cemal Tollu'nun öğrencisi oldu. a 1950'de resimleri nedeniyle tutuklandı ve salıverildi. 1953'te İzmir'e yerleşti. Bir yıl sonra, burada ilk sergisini açtı. 1957'de geldiği İstanbul'da, bir süre reklamcılık ve tabelacılık yaptı. İl İmar Müdürlüğünde çalıştı. 1959'da arkadaşları Marta ve Nejat Tözge, İhsan ve Vahi İncesu, Hikmet Aksüt ile Yeni Dal Sanat Grubunu oluşturdu. Grubun sanat bildirgesini kaleme aldı. 1961'de bu grubun ikinci sergisi nedeniyle, öteki arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. 1962'de TİP'in ilk üyeleri arasında yer aldı. Dersimli olan ressam, "Öztürk" olan soyadını "Memedoğlu" olarak değiştirdi. Avni Memedoğlu'na göre; "Sanat sosyal bir olaydır''. O nedenle de sosyal bir amaca bağlıdır. Bu amaç, sanatçıyı, içinde yaşamakta olduğu topluma ve çevresine karşı sorumlu tutar. Resimlerinde, bu amacına uygun tema ve üslup karakteri ağır basar. Sosyal-eleştirel bir tutumla, topluma ayna tutar. Resimlerine yansıyan konular, çevresinde tanık olduğu ve bizzat gözlemlediği yaşam sahneleridir. Resim sanatımızda Ruhi Arel, Turgut Zaim gibi sanatçılarla başlayıp Neşet Günal, Balaban, İrfan Ertel, Mümtaz Yener ve Nuri İyem gibi sanatçılarla süren toplumsal-gerçekçi sanat anlayışının, orta kuşak temsilcileri arasında yer alır. Sosyalist ve insancıl bir sanat anlayışını benimsedi. Kendisi gibi düşünen sosyalist ressamlarla birlikte Yenidal grubunu kurdu. Yenidal Grubunun kısa öyküsünü ressamın kendisinden dinleyelim. "Fantastik Burjuva Sanatına karşı tepki olarak kurulmuş Sosyalist Realist bir gruptur. Tanzimat döneminden bu yana kökü dışarda, öykünmeci sanat anlayışından son derece rahatsız olan biz yedi kurucu arkadaş -Ressam Avni Memedoğlu, Seramist Nejat Tözge, Ressam Marta Tözge, Ressam Kemal İncesu, Ressam İhsan İncesu, Ressam Hikmet Aksüt ve Yontucu Vahi İncesu- birlikte Yenidal Grubu'nu kurduk. İlk sergimizi Nisan 1959'da Beyoğlu Şehir Galerisi'nde açtık. Bu birlikteliğin oluşmasında Polonyalı meslektaşımız Marta ve eşi Nejat Tözge'lerin üstün gayret, teşvik ve moral destekleri unutulmaz. Ayrıca sergilerimizin giderlerini, çağrılarımızın basım, dağıtım ve posta giderleri konularında bize


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı desteklerini esirgemeyen o dönem Basın İşçileri Sendikası yöneticileri İbrahim Güzelce ve Salih Özkarabay'ın anısını yüreğimin en derin köşesinde ömrüm boyunca saklayacağım." Sergileri hep polisin takibinde olan Yenidalcılar, "Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek, veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak için propaganda yapmak 2- Halkı askerlik hizmetinden soğutmak yolunda telkinde bulunmak." suçlamasıyla yargılandılar. Savunmasına Memedoğlu, özetle şunları dile getirmişti: "Picasso, H. Matisse gibi Fransız Komünist Partisine üye olup tabloları milyonlarca franga satılan ressamlar, partilerine büyük para yardımları yaparlar. Sayın bilirkişiler bu ressamların resimlerini havi kitap, baskı ve reprodüksiyonlarının Türkiye'ye sokulmasına, onbinlerce satılmasına ve hattâ hocası bulundukları akademinin kütüphanesine bizzat kendileri tarafından satın aldırılmasına ne buyururlar? Akademi atelyelerinde bu ressamların tarzında çalışma tavsiye edilip, resimlerinin incelenmesi, talebeye öğütlenmez mi? Bu ve bunlar gibi ressamların resimleri sosyal realist tarzda mıdır? Sayın Bay Zeki Faik ihtilâlci ressam Dölakruva'yı kopye ve adapte etti diye kendisini ihtilâlci ve komünist olarak mı suçlamamız gerekir? Biz bu memleketin çocukları olarak, bu memleketin gerçekleri üzerine eğiliyor ve bu yurdun sevinçlerini, dertlerini sanatkârane bir şekilde paylaşıyor ve bunu esas ittihaz ediyoruz. Sayın Cevat Dereli ve Zeki Faik İzer'in sanat hayatları boyunca birer Türk ressamı olarak tarihî, millî tablolarının sayısı tek elin parmaklarının sayısını geçer mi?... Sayın hocalarımızın da, boş durmadıklarına yine çiçek, manzara, çıplak kadın ve anlamsız resim yapmakta devam ettiklerine, mezkû (söz konusu) sergimizden evvel mensup gruplarla aynı galeride açmış oldukları sergide bir defa daha şahit olduk. a Onlar sanki Türkiye'de değil, Kaf Dağı'nda Peri Padişahının sarayında yaşıyorlar." Ahmet Köksal, "Onun resimleriyle ilgili şu saptamalarda bulunuyor: Memedoğlu'nun resimleri Akademik, etüdlere dayanan sağlam bir form anlayışıyla Mısır Sanatı'nı örnekseyen yalın ve oylumcu bir tutum vurguluyor. Çalışan insanlarımızın yaşamını yansıtmaya öncelik veren bir Figür Anlatımcılığı resimlerinde ağırlığını duyuruyor. Kenar çizgilerini yitirmiyor. Kenar çizgilerini yitirmeyen ölçülü bir deformasyon, yer yer nakışsı bir usluplama, simgeci ögeler, renkçi bir tutumla Latin Amerika ustalarını anımsatmaktan geri kalmıyor." (15 Ekim 1985, Milliyet Sanat). Kemal Bilbaşar da şöyle anlatıyor Memedoğlu'nu: "Avni Memedoğlu'nun sanat anlayışı Akademi tahsili ile bir Alafrangalık hastalığına tutulmamış olup, Avni Memedoğlu olarak kalmış. Kilim, heybe, motiflerinden halkı aramak ihtiyacını duymuyor, bizzat kendisi bir halk çocuğu olarak fırçasını kullanıyor." (13 Şubat 1956 Demokrat İzmir) Avni Memedoğlu ile ilgili ayrıntılı bilgiye ve resimlerine şu linkten erişebilirsiniz: http://www.avnimemedoglu.com/ Bir yazısından: “Demek oluyor ki san'at hiç bir süre tek bir sanatçının tek başına alana getirdiği ve yarattığı bir şey değildir. Bütün insanlığın ortak malı, uygarlığın sonsuz bir gelişme ile uzayıveren altın zinciridir. Ve san'at evresinde de gerçek bir varlık olarak gerçek bir san'at yapıtı alanına getirmek, getirebilmek için böylelikle o sanat evrenine (Sanat dünyasına) girmek, sanatın bir zorunluğudur. Bütün bu ünlü ustalar, çeşitli sanatlardan etkilenmişler ve ilgilendikleri sanat ve uygarlık yapıtlarını en derin ve en yetkili bir gözle inceledikten sonra kendilerine özgü yepyeni bir yöntem (tarz-üslûp) ve biçim ortaya koymuş oldukları için ölmezler. "


Sayfa 91


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

1940’LARDA FAŞİZME KARŞI ŞİİRLE BARİKATLAR KURAN ŞAİR: ARİF DAMAR... 20 Ekim 2010 günü sonsuzluğa uğurladığımız 1940 kuşağının özgün ve şiirini geliştirme imkânı bulabilen şairi Arif Damar, 1951 yılında bir şiiri nedeniyle gizli örgüt üyesi olma suçundan tutuklandı. İki yıl hapis yattı. Arif Damar’ın şiiri, sanat anlayışındaki değişime bağlı olarak iki döneme ayrılır. İlk dönemini 1940-1956 yılları arasında “Arif Barikat” adıyla sosyalist gerçekçi çizgide yazdığı şiirler; ikinci dönemini ise, 1956’dan günümüze sanat kaygısını daha öne alarak yazdığı şiirler oluşturur. Kavgacı ama barışçıl ve insancılyanı ağır basan, dil öğelerini ve biçim kaygısını elden bırakmayan bir şiir kurmaya yöneldi. Sonraları İkinci Yeni şairlerinin yanında, imgeye ağırlık veren, biçim ve dil araştırmalarına girmiş bir şair olarak göründü. Bu yönüyle 1940 kuşağından ayrıldı. 1956 sonrası şiirlerinde geçirdiği iki dönemin özelliklerine dikkat çeker. Behçet Necatigil'in saptamasıyla “Toplumsal içeriği yoğun; dilde, biçimde yoğun, titiz” şiirleriyle tanındı. a değişmemiş; ancak, sanatı algılayış Arif Damar’ın dünya görüşü ya da şiirinin içeriği biçiminde büyük değişiklik olmuştur. Sanatçı, şiirinin içeriği kadar biçimine, üslûbuna ve imgeye de ağırlık vermeye başladı. Bu tutumuyla, yalnız duyguların değil, her türlü düşüncenin de şiire konu olabildiği Tanzimat sonrası şiirimizde, düşüncelerin sanatın işlevine ve ruhuna uygun olarak estetik sınırlar içinde nasıl ele alınması gerektiğinin en güzel örneklerinden birini verdi. Devrimci mücadelenin yükseldiği, işçi sınıfının eylemleriyle düzeni sarstığı 70’li yıllarda “Ölüm Yok ki” kitabında topladığı şiirleriyle devrimci şiirin en güzel örneklerini verdi. Geniş, zengin, evrensel bir şiirle akrabalık kurdu; bu kalabalık içinde her durumda yalınlığıyla, dupduru diliyle ve “ölüm yok ki!” diyen hayat yanlısı kararlılığıyla tanındı. Şükran Kurdakul, O’nun şiirde ulaştığı aşamayı şu sözlerle saptıyordu: "Yüksek sesle okunacak coşkun söyleyişler yerine öz yönünden toplumsallığı yitirmeyen, değişik duyarlılıklara açılan temiz, etkili, kendine özgü buluşlara veimge gücüne dayanan bir şiir kurmayı başardı.‘’ Arif Damar, yaşamı boyunca sosyalist duruşundan taviz vermedi. 1990’larda kimi tatlı su şair ve yazarları “Kürt” sözcüğünün olduğu yerden kaçarken, O, Kürt basınında, Gündem gazetelerinde yazmaktan çekinmedi. TAYAD’ın etkinliğinde tecride

karşı, ölüm orucu eylemcisi Sevgi Erdoğan için yazdığı şiiriyle desteğini sundu. Bu devrimci tavrını şu sözlerle ortaya koymuştu: "Gerçek şair, kendisine dayatılan değerleri içine sindiremez, tüm baskılara başkaldırır. Çünkü şiir bir başkaldırı, bir ayaklanma, çağdaş aklın ve ilkelerin savunulmasıdır.“



Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

40 KUŞAĞINDAN, ÇOKSESLİ TOPLUMCU ŞİİRİN ÖZGÜN ŞAİRİ: SABRİ ALTINEL 19 Ekim 1985’te İstanbul’da yaşamını yitiren Sabri Altınel, edebiyat öğretmenliği yaparken çeşitli dergilerde şiirler yayınlamaya başladı. Derin bir kültürün ve duyarlığın ürünü yapıtlarını onurlu bir geride duruşla hiçbir çevrenin rüzgârına açmamış, yalnızca şiirin gücüne yaslanarak yükselmiş gözlerden uzak bir şair olarak önce çıktı. İlk şiirlerde yalnızlık ve yabancılaşma gibi temaları ele aldı. 1940 kuşağının etkisiyle Garip akımına, ve romantik şiir geleneğine karşı çıkarak barış, özgürlük, yaşama sevinci gibi duyguları dile getiren şiirler yazmaya başladı. 1958'den sonraşiirini değiştirerek yeni bir anlatıma yöneldiği görüldü. 1959'da yayımladığı Kıraçlar adlı kitabında yalnızlığı, içine kapanık bir halkın çağlar boyu sürüp giden acısını, doğa öğelerinin simge olarak kullanıldığı hüzünlü bir dille seslendirdi. 1967'de 'Soyut' dergisinde yayımlamaya başladığı 'Yaban Yazıları' adlı şiir dizisinde hüzünlü bir dille seslendirdi. 1967'de 'Soyut' dergisinde yayımlamaya başladığı a 'Yaban Yazıları' adlı şiir dizisinde neredeyse insancıllaştırılmış bir doğal çevreyle bütünleşmiş köy yaşamının süregelen yalnızlığını, destanlarda, ağıtlarda görülen bir dille aktardı. Sabri Altınel, Türk şiirinin çeşitli akımlarından hiçbiriyle çakışmayan, ama toplumcu bir yönelişin ürünü olan şiirleriyle, özellikle kırsal yöre halkının dramını özgün bir şiir diliyle işledi… Onu, “sessiz sosyalist gerçekçi şair” olarak tanımlayanlar da oldu. Lorca çevirileri ile ün kazandı. Doğan Hızlan'a göre, Lorca'dan yaptığı çeviriler edebiyatımızda yapılmış en iyi çevirilerdir. Cemal Süreya, onu şu sözlerle tanımlıyor: “Türkçenin tadını çıkaran bir şair. Düşüncenin şairi. Çoksesli bir toplumcu şiir için kusursuz bir yapı hazırladı….. Kendi yatağında sessizce aka aka getiridiği alüvyonlar işte orada duruyor.” Adnan Benk ise, “Umudu yeryüzüne indirirken, insanoğlunun bütün bırakılmışlığını da içten duymuş olmalı ki, acı, keder, hüzün, şiirlerindeki bütün dizelerin kaçınılmaz bir yoldaşı, bir yananlamı gibi sürüp gidiyor. Bu yoldaş, bu yananlam işte biziz, biz, bir insan açısı, gerçeklerden bir gerçek” diye yorumluyor onun şiirini. Asım Bezirci, onu, şu sözlerle anlatıyor: "... anlatımı etkili bir havayla donatır. Belki bu taşkın bir duyarlık değildir, ama derindir. Alttan alta kanayan bir yaraya benzer: Ağrısı git gide içine oturur insanın. Buna iyice arınmış esnek bir dil, sesleri ustaca değerlendiren bir orkestra tekniği ve ağıtlara özgü o iç sızlatıcı ezgi de katılınca şiirler alımlı bir evrene çekiverir bizi. (...) Bu eşsiz hikâyeyle (Kıraçlar) Altınel, şiirimizde bağımsız bir ada gibi durur. Altınel'in dumadan arayan, kendini tazeleyen ve geliştirencins bir sanatçı olduğunu gösteren şiirlerdir..." Şükran Kurdakul ise şiirimizdeki yerini şöyle saptıyor: "Yalnızlığı, içine kapanan bir halkın çağlar boyu sürüp giden acısını işlerken bireysel ve toplumsal tepkileri özümlemede güç rastlanır bir düzeye ulaştı.“


Sayfa 95 Sabri Altınel ise şiire bakışını şu sözlerle anlatıyor: “Şiir bir hayat deneyidir, bir yaşama a anlayışıdır. Şair, doğru gönlünce, doğru kafasınca yaşamasının şeklini anlatır, deneyini anlatır."

UZUN YOL ÖLÜLERİ Kentin üstünde bir bulut sesi uğultulu Kimsesiz yollarda uzun günde Yaralı insanlar iniyor gölgelere "Sokaklarda yalnızlık kaldı" Güz soğuğunda beyaz bir ışıkta Sürüyorum yüreğimi ellerimde Yitik günün belleği Ölüler, ölüler, ölüler.

Kiminle konuşacağım kiminle Kan sızıyor toprağa. Yanık gövdeler kül yığını evler Kimsenin çıkmadığı kırık merdivenler evlerde Kimsenin açmadığı kapılar Gözyaşsız gözler karanlıkta, sessiz gölgeler Suyunu içmek için öldürdüler seni Ekmeğini yemek için. Anaların yasları kapıları çalıyordu Çığlıklar geçiyordu sokakları baştan başa Çekilmiş yürekleri içinden örtülmüş düşüncelerin Gözsüz umutların toprağa düşen yıldızların Soğuk taşların içinden.

Akşamın sonunda kanayan Bir yüreği duyar gibi Evlerin hastanelerin yanında Yanık günlerin kirecin yanında Beyrutta kimsesiz bir rüzgarda Duyuyorum ağlayan yüreği. Özgürlük için savaştınız, yurtlarınız için Afrikada, Asyada, Amerikada Esinlendi yaşam Ölü yüzleri sokaklarda Yiğitçe ve hazin ölümünüzden Yıkılmış duvarlar, atılmış yollar Onurlandırdınız çağınızı Soğumuş beden sonsuza kadar susmuş ağız

SABRİ ALTINEL


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

KÜRT HALKININ VE KIR EMEKÇİLERİNİN DEVRİMCİ ŞAİRİ: CİGERXUN 22 Ekim 1984’te sonsuzluğa uğurlanan devrimci Kürt şairi Cigerxun’saygıylaanıyoruz. Cigerxun(1903-1984) Mardin'in Gercüş İlçesinin (şu anda Batman'a bağlı) Hesar köyünde doğdu. Asıl adı Şeyhmus Hasan'dır. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Cigerxun küçük yaşta anasız babasız kalır ve yoksul ablasının yanında yaşamaya başlar. Ancak çocukluğunda, varsıl ağaların yanında çobanlık, ırgatlık yapmak zorundadır. 1. Dünya Savaşı şartlarında Suriye'deki Kamışlı yakınındaki Amud köyüne gider. Yaşam Mardin'den farksızdır. Okuma tutkusu onu oralarda dinsel eğitim veren medreselere yönlendirir. Ve zor şartlarda cami imamı belgesi alır. Cigerxun köy köy dolaşa-bilecek, köylülerin yaşamını daha çok

tadabilecektir. Cigerxun'un çocukluk yaşından beri sınıf çelişkilerini yaşayarak büyümesi, onu 1924'de yazmaya başladığı şiir'de ezilenlerin safına kor. Onun kullandığı rumuz bundan böyle "Cigerxun (ciğerikanlı)"dır. Tüm yazdıkları, genelde dünya yoksulları özelde tarım emekçilerinin çektikleridir: "Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmadı iş// Kızıl buğdayın orak a mevsimi/ Homurdanıyor biçerdöğerler/ Irgatlar sarmış çevresini/ Mal sahibinin kördür gözleri// Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmamış iş (...)« Cigerxun, dünya görüşü ve imgelerini tüm dünya yoksulları için seçer. Son amacı sömürünün olmadığı bir dünya yaratmaktır. Tüm ezilenler ezenlere karşı birleşmelidir, bu birleşme ağa, bey, molla, şeyhlere başkaldırı için olmalıdır: "Kardeşlik buysa, istemiyoruz böyle kardeşliği/ Eşek semerine bağlı kaldıkça yularımız/ Onlar ağa, bey; bizler zayıf, köle,/ Onlar düşmanın, biz de onların rençperleri oldukça.../ Hey işçiler, köylüler, ne zamandır, kalkın yeter// Ne güne dek ağa ve beylerin işçileri olacağız/ Ne güne dek köpeklerin ayakları arasında kemik?(...)” Savaşa karşı, barış yanlısıdır Cigerxun. Çünkü o biliyor ki, tüm savaşların asıl galibi varsıllardır ve yine o biliyor ki, tüm savaşların kaybedeni yoksullardır. "Yiğit arkadaşlar, güzelim gençler barış ister/ Gül, çiçek, gülnaz ve nesrin barış ister(...)Sevenler, Şirin'le Zin barış ister(...)Düğün-halay mı; yoksa savaş mı istersiniz?/ Bahçe, bostan, bağ mı; yoksa savaş mı istersiniz?(...)” Sosyalist gerçekçi Kürt şairi Cigerxun, tüm ezilenlerin kurtuluşunu istemekle evrenselleşen bir edebiyatçıdır: "Doğu cennet bağının gülüyüm/ Güneşim, ışıdım karanlığında gecenin/ Fışkırmışım çağın sinesinden/ Fırat'ım, geniş tarihlerden geldim/ Hayat doluyum, güzel yaşamak isterim/ Bin dokuzyüzlerde yeşeren bir ekinim/ Yıldırımım, çok kıvılcımlı, bulutla gökgürültüsü/ Görkemli bir sesle geliyorum vatanın göğünden/ Selim ben, dalgalarlaçağlarım/ Yenilemek isterim toplumumu(...)” Şiirlerinde "Kimim Ben?" diyerek silinmek istenen Kürt kimliğini haykıran Cigerxun, aynı zamanda yazdıklarıyla evrensel bir ozandır.(Kaynak: www.cafrande.org)


Sayfa 97

KİN EM? – KİMİZ BİZ

Türkçe çevirisi ile beraber...

Cotkar û karker — Çiftçi ve işçi, Gendî û rêncber — Köylü ve emekçi, Hemû proleter —Tümden proleterdir Gelê kurdistan — Kürdistan Halkı. ........ Şoreş û volqan —Devrim ve volkan, Tev dînamêt in — Tümü dinamittir. Agir û pêt in — Ateş ve alevdir. Sor in wek etûn, — Benzersiz kızıllıktır. Agir giha qepsûn — Alev kapsüle ulaştı. Gava biteqin — Patladığı anda Dinya dihejî — Dünya sarsılıyor. Ev pêt û agir — Bu alev ve ateş Dijmin dikujî — Düşmanı öldürüyor. Kîne em? — Kimiz biz? Hey hey hey hey kîne em? — Hey Hey Hey Hey Kimiz Biz?

CİGERHUN


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

BEHİCE BORAN SOSYALİZM UMUDUMUZA IŞIK TUTUYOR HÂLÂ Türkiye Sosyalist hareketinin en önemli ve en yürekli adlarından biridir Behice Boran… Hiç kuşku yok ki, insanlar öldükten sonra kötü anılmazlar. Ölüm gibi duygusallık yaratan bir durumdan sonra bir çokları belki de hak etmedikleri övgülerle anılmışlardır. Ancak kimileri için övgü bile yetersizdir. İşçi sınıfımızın yiğit evladı Behice BORAN’da bunlardan biridir. Çünkü Behice BORAN tartışmasız çevresini aydınlatan, inat ve kararlı kişiliği ile övgüyle anılmanın çok ötesinde şeyleri hak etmiştir. Onun hem bir bilim insanı hem bilimsel sosyalizmi savunan bir önder olması nedeniyle gönlümüzde ayrı bir yeri vardır. Savunduğu düşünceler ve eylemli kişiliği yüzünden fırtınalı bir yaşamı olmuştur. Ancak, bütün zorluklara karşın inandıkları uğruna verdiği savaşımdan milim bile geri adım atmamış ve ağır bedeller ödemekten çekinmemiştir. BORAN’nın bu konuda söyledikleri bir çoklarının böyle yaşamayı göze bile alamadığı ama a Behice BORAN’ın göze alarak yaşamının son anına kadar sürdürdüğü bir gerçekliktir. O, bu nedenle; “Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır!” diyordu Kimler yükselen değerlere teslim olup kendileri için acıklı bir yaşamı içselleştirmedi. Koca koca profesörler, bilim adamları, politikacılar sermayeden esen rüzgarlarla “değişen değerler” tanımı yapıp eşiği aşarak kendisini sermayeye pazarlamadı mı? İşte Behice BORAN gibi işçi sınıfının yüce davası sosyalizm için savaşanlar bu yüzdendir ki ölümsüzdürler. Sonsuza kadar anılmayı da bu yüzden hak etmişlerdir. (O tarihte 69 yaşında olan Behice Boran’ın 1 Mayıs kutlamaları için Merter’den Taksime yüreyerek gitmek için yola çıkşının ardından kafasına bir dipçik darbesi yedikten sonra karşısına çıkarıldığı hakim ile olan diyaloğu.) Hakim: Ne yapmak için çıktınız sokağa? Boran: 1 Mayıs’ı kutlamak için Hakim: Nerede kutlayacaktınız? Boran: Daha önce de söylediğim gibi Taksim’de… Hakim: Taksime mi gidecektiniz? Boran: Evet, Taksime gidecektik… Hakim: Yol uzak, o kadar yolu nasıl gidecektiniz? Boran: Dinlene dinlene gidecektik…


Sayfa 99 BAŞ EĞMEZ DEVRİM SAVAŞÇISI HİKMET KIVILCIMLI YOL GÖSTERMEYE DEVAM EDİYOR… Türkiye Devrim Tarihi'nin önemli kişiliklerinden biri olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı, ölümü-nün 43. yılında saygıyla selamlıyor veanıyoruz. Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 1902 yılında Priştine'de doğdu. Ailesi, Balkan Savaşı'n-dan sonra Anadol-u'ya göç etti ve Kuşadası'na yerleş-tiler. Lise öğrenimi sürecinde İstanbul‘ a gelen Hikmet Kıvılcımlı, burada Vefa Lisesi'nde okudu. Kıvılcımlı, İstanbul Tıp Fakültesi‘ndeki öğrenim yıllarında sosyalist mücadeleyekatıldı. 1925 yılında gerçekleştirilen TKP 2. Kongresi'ne delege olarak katıldı. Aynı yıl, Şeyh Sait İsyanı nedeniyle çıkarılan "Takrir'i Sükun Y asası", ülke çapında bir terör ve baskı dalgasının yükselmesine sebep oldu. Bu arada Hikmet Kıvılcımlı da tutuklandı ve 10 yıl tesi‘ndeki öğrenim yıllarındasosyalist mücadeleyekatıldı. 1925 yılında gerçekleştirilen TKP 2. Kongresi'ne delege olarak katıldı. Aynı yıl, Şeyh Sait İsyanı nedeniyle çıkarılan "Takrir'i Sükun Y asası", ülke çapında bir terör ve baskı dalgasının a Kıvılcımlı da tutuklandı ve 10 yılkürek yükselmesine sebep oldu. Bu arada Hikmet cezasına çarptırıldı. Fakat bir yıl sonra ilan edilen bir aftan yararlanarak, tahliye oldu. 1929 yılında tekrar tutuklandı, bu kez 4,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu sürenin bitmesine çok az kala, yine bir aftan yararlanarak özgürlüğüne kavuştu. Kendisi bu süreçte, Türkiye Komünist Partisi MK üyesidir. 1938'de, Donanma Davası'ndan tekrar tutuklandı ve 15 yıla mahkum edildi. Bu kez, 12 yıl yattı. 12 Mart 1971 Açık Faşizmi Dönemi'nde arandığı için yurtdışına çıktı ve çok kısa bir süre sonra, 11 Ekim 1971'de, Belgrad'da öldü. Hikmet Kıvılcımlı, yaşamının her anını devrimci disiplininden ödün vermeden yaşamış; ölümüne değin okuma, araştırma, öğrenme ve öğretme eyleminden vazgeçmemiştir. 36. ölüm yıldönümünde, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı, onurluyaşamını ve mücadelesini saygıyla anıyoruz. Türkiye sosyalist hareketinin en özgün ve üretken isimlerinden biri olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı örgütlümücadele kararlılığı ilebugün de sosyalizmmücadelesine ışık tutmaya devam ediyor. Onun kararlı ve yiğit devrimci yönünü en iyi şu sözleri yansıtıyor: “Görev başında ömür merdiveninin son basamaklarına geldik. Kimsenin kara yahut mavi yahut yeşil, elâ gözü için yaşamadık. Kimseden proletarya doğruluğu ve yoldaşlığı dışında hiçbir şey beklemedik. Kimsenin de bizden başka şey istemesine göz yummadık. Görev yapıyorduk, muhallebi değil... Görev yapmada çok iyi biliyoruz; vurmak ta vardır, vurulmakta. Hepsi vız gelir ve de gelmelidir.”



Sayfa 101 CHE GUEVERA, KAVGAMIZA, BİLİNCİN VE DİRENCİN GÜCÜNÜ KATMAYA DEVAM EDİYOR…

a

Arjantin'de doğan devrimci Ernesto Che Guevara 20'nci yüzyılı etkileyen en önemli adların başıda gelir. Buenos Aires'te tıp okuduğu sıralarda Latin Amerika'nın pek çok bölgesini dolaşan Che, bu coğrafyanın en belirgin iki özelliğine yoksulluğa ve baskıcı rejimlere tanıklık etti. Marksist görüşleriyle birleşen isyankar ruhunun gösterdiği yön, silahlı devrim hareketiydi. 1954'te Meksika'da Fidel Castro ile tanıştı, Castro'nun liderliğini yaptığı 26 Temmuz hareketine katıldı. Bu hareket Kübalı diktatör Fulgencio Batista rejimini alaşağı etti, Castro artık sosyalist Küba'nın devrimci lideriydi. Che, 1959-1961 yılları arasında Küba Ulusal Bankası'nın başkanlığını yaptı, daha sonra da Sanayi Bakanı oldu. 1965'te devrimin kızıl rengini diğer coğrafyalara yaymak için Küba'yı terk etti. Afrika'da isyancı güçlere gerilla eğitimi verdi ancak çabaları sonuçsuz kalınca 1966'da yeniden Küba'ya döndü. Aynı yıl Bolivya'da Ortunyo yönetimine karşı mücadele başlattı. Bu mücadele onun son devrim macerasıydı. Che Guevara, 41 yıl önce bir çatışmadaBolivya'nın La Higuera köyünde katledildi. Ama düşünceleri ve devrimci tavrı dünyanın her yanında, her dağda yankı buldu. Bulmaya da devam ediyor. Dünyanın kudret sahipleri akıllarından çıkartmasalar iyi olur: Che Guevara'nın sabırsız gözleri onu içine tıkmaya çabaladıkları tişörtün bağrından alev alev bakmaya devam ediyor. Ve o zalimlere haykırmaya devam ediyor:“ Bir çiçeği ezebilirsiniz, baharı asla!” Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,

Halkın savaştığı amacın kesin zaferini göremezsem eğer fikri en yüksek geleceğe götürmek için Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayanmücadele verdiğimdendir, fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım. eski kabuğun tüylerini yolarken doğan umudun kesinliğiyle biliyorum Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü bunları. halk çocukları benimle omuz omuza verecek,

CHE GUEVARA



Sayfa 103

DÜNYA EMEK - BARIŞ - DEMOKRASİ ŞİİRLERİ

   

FİLİSTİN (TEVFİK EL ZEYYAT) PERU (LUİS NİETO) BULGARİSTAN (NİKOLAY VAPTSAROV SSCB (NİKOLAY TİKHONOV)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

İSTERDİM ELİMDEN GELSE

İsterdim, elimden gelse, bir çırpıda ters yüz etmek bütün dünyayı, kazımak kökünü zalimlerin, zorbaların, yakmak bütün saldır ganları diri diri, isterdim körüklemek bu köhne, bu yaşlanmış dünyanın altında homur homur yanan cehennemi. Altın tabaklarda yemesini isterdim yoksul insanların en yoksulunun, isterdim yemesini pırlantalı tabaklarda. Kuşansın isterdim ipekli, sırmalı giysiler. İsterdim yerle bir etmek kulübesini onun bir saray kurabilmek için bulutların üstünde ona. İsterdim, elimden gelse, bir çırpıda ters yüz etmek bütün dünyayı. Eylemdir aslolan eylem! Yürek sıkıntısından da güçlü, öfkeden de. İçinizden kime ne verdi ki içinizi yiyen sıkıntı? Kalkın, ey sevgili insanlar, kalkın ayağa! Dinelin cilveleri önünde kalleş kaderin! Doldurun gözlerinizi güneşle, çelikle doldurun sinirlerinizi. Yalnız sizin kollarınızdır en güzel düşleri gerçeğe dönüştürecek olan, dünyayı cennete çevirecek olan yalnız sizin kollarınızdır!

TEVFİK EL ZEYYAT (Çeviri: A. Kadir-S.Şalom)


Sayfa 105

YAYLAR ŞİMDİ DAHA GÜÇLÜ GERİLDİ Kiralık tabancalar ateşlendi ansızın Daha dün gibiydi, gencecik döküldüler Aralı dudaklarında bir mutlu gülümseyiş vardı Çizgi çizgi özgürlüktü parıldayan yüzlerinde. Düştüler toprağa özgürce, korkusuz Kurşun sesi değildi bir sevdalı gülüştü Düştüler dimdik, özgürce, yalın Öldüler ama çoğaldılar ölümsüz. Gel bir bak, ta yakından şu yiğitlere Daha dün gibiydi, ansızın devrildiler Kan bir kara görüntüydü göğüslerinde Ölüm çirkindi onlar güzelleştirdiler. Unutma söz etmek yok gözyaşlarından Yaylar şimdi daha güçlü gerildi.

LUİS NİETO (Çeviri:Engin Aşkın)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 187 Sayı

HAYDUTUN ŞARKISI

Rüzgâra karışıyor sarı altın yapraklar, Üç yıl oldu hasretiz ana – baba iline. “Dul” sözünü fısıldar gelinlerin dudakları Mıhlanmış da dumanlı dudakları PİRİN’E. Karanlık Geceler mi usandırmadı bizi, Ayrılık yelleri mi gelmedi evlatlardan. Çalı çırpıdan serdik yorgan döşeğimizi Taştan yastıklar müjde getirdi sabahlardan. —Voyvoda çoktan çöktü evlerin çatıları— Tarlalara yaslandı mor pembe karamuklar, “Havada at durmadan süzerek yıldızları! Özgürlük savaşında düşerler namuslular.”

NİKOLAY VAPTSAROV (Çeviri:İbrahim Işık)


Sayfa 107

ÇİVİLERİN BALADI Hiçbir şey söylemeden bıraktı piposunu, Sonra gülümsemeye son verdi rahatça: “Savaş telaşı! Subaylar ileri!”, Önlerinde komutan sert adımlarla... Bir hareket yankısı kazanır sözler böyle anlarda! “Sekizde demir alın! Yolumuz Batıya. İçinizden çoluk çocuğu ve kardeşi olanlar Şimdide yazsın geri dönmeyeceklerini. Ama düşmanın topunu da tepeleyeceklerini!” “Emrinizdeyiz komutanım!” dedi binbaşı, En genci içlerinde, gözünü budaktan en esirgemezi Güneşe doğru kaldırmıştı gözlerini: “nerede olduğumuzun önemi kalmadı artık, Çok daha rahattır suyun dibinde uyumak...” Şafak vakti Amiral şu haberi aldı: “Emir yerine getirilmiştir. Hiç kurtulan yok.” Birer çizi yapılmış olsa bu insanlardan Bulunmazdı hiç bir yerde daha serti.

NİKOLAY TİKONOV (Çeviri: Attila Tokatlı)


DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ: DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ: AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşına önderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin Halk

TEVFİK EL ZEYYAT(1940-1994):Filistin kavga şiirinin öncülerindendir.Filistin halk şiir geleneklerinin benimsenmesi, Hareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylar geliştirilmesi konusunda şairleri uyaran yazılar yazdı. Onun şiiri, halk şiir geleneğinin sesini ve anlatım biçimini sürdürür. esnasında Portekizlilerce sivilKomünist öldürüldü, yaklaşık 200 kişisözcüsü yaralandı. Neto;görev Portekiz koloni makamlarınca aynı ve Politikayla yakından ilgilidir. 30 İsrail partisi meclisteki olarak yaptı. 1958’de hapsedildi. Öykü yıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılında oyunları da vardır.Şiirlerinde marksist damarın sürdürücüsüdür., kurtuluş devam Nieto etmekMiranda, üzere ülkesine Angolamuhalif halkının Portekiz sömürgeciliğine verdiğiOcak LUİS NİETOsavaşına (1910-1997):Luis Sanchez döndü. Cerro rejimine olan aktif militanlığı nedeniylekarşı Bolivya'ya, kurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden 1932'de mevcut hükümetin tehlikeli saydığı diğer Perulu savaşçılarla birlikte sınır dışı edildi. Bolivya hükümetiLotus varlığını Ödülü'nü aldı. (1975-1976) yılında diğer Lenin entelektüelleri Barış Ödülü'nü kazandı. buKanser Moskova'da tehlikeli buluyodu.Çünkü Bolivya'daki etkiliyordu, nedenletedavisi Şili'ye sürerken gönderildi. 1933 yılında hastanede sonsuzluğa Santiago'daki Sol Yazarlaryürüdü. Cephesinde (FEI) yer aldı. 1936'da Sanatçılar ve Genç Yazarlar Cephesi'ni (FAYEC)’in , ilk Genel JORGE oldu. REBELO:1940 Jorge Rebelo,sponsorluğuyla MOZAMBİKli ilk şair, avukat, . Portekize karşı Mozambikli Sekreteri Luis Nieto,doğumlu işçilerinin ekonomik önemli şiir gazeteci kitabını yayınladı 1938’de. P. Neruda, N. gerillagini grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Ant Şiirlerinde özgürlükmücadelesini, için Guillen önemli şairlerle iletişimini sürdürdü. dağlarını Mozambik direngen, protest yapısını şiirlerinebağımsızlık yansıttı. Şiirlerinde estetik eğilimlerin yanıçağrıları sıra toplumsal konuları öne çıkardı. 1965 yılında, uzun süren hapis mücadele, direniş öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, cezasından yoldaşlarınıkurtulduktan motive edersonra , dakavgaya yazı nveçağırır. şiirleriniBu sürdürdü. 1985 yılında Cumhuriyet Senatörü seçildi.Luis Nieto, çağdaş Perul gizlice edebiyatının en önemli şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle görüşmeye şair ve yazarlarındandı. Yirminci yüzyılın Latin Amerika edebiyatında en bağımsızlığını etkileyici ve hareketli ve siyasete gelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin hemen olan sonrayaşam Mozambik'in tutkuyla bağlı bir dille şiirleriyle ölümsüzleşti. enformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu. GEORGE C NİKOLAY VAPTSAROV(1909-1942): Daha küçük edebiyata yöneldi. babasının zoruyla Varna ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, yaşta sosyalizmi türküleri ve1926'da şiirleriyle dünayaya yayan Deniz-Makine okuluna yazıldı. 1932'de orayı bitirip doğduğu yere döndü. Sofya Üniversitesi edebiyat koluna devam etmek şairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871 istediyse de oraya girmeyi başaramadı ve bir kağıt fabrikasında çalışmak zorunda kaldı. Böylece işçi sınıfıyla ilişkileri Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasına ve siyasal eylemleri başladı. Bundan sonra bir çok işlere girip çıktı, bir değirmende teknisyenlik, bir demiryolu deposunda çarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’ya tesviyeci kalfalığı, lokomotif ateşçiliği yaptı. 1940'tan sonra da kendini bütünüyle siyasal hayata adadı. 1942'de Alman döndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içinde istilacılarına karşı yıkıcı eylemlerinden dolayı polisce tutuklandı. Arkadaşlarını ele vermesi için aylarca işkence altında öldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı. tutuldu. Sonra mahkeme edilip, ölüm cezasına çarptırıldı. 23 Temmuz 1942'de kurşuna dizildi. Ömrü boyunca işçilerle DENNISyaşayan BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, 1960 yanyana Vaptsarov, onların hayat deneylerini paylaştı, onların iç dünyasına ayna tuttu, onlarınşair. gözleriyle baktı, olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (Siyahî onların sözleriyle seslenmeyi öğrendi, doğrudan doğruya onların adına konuştu. Şiirde halkının dilini kullandı, yığınlarla Karşıtı İşlerolmanın Dairesien Başkanlığı organizasyonu) direnir ilk duygularını kez hapse en atılır. 18 aybiçimde hapisten sarmaşdolaş doğru yolu onca buydu. Onun tek bunun amacı sonunda düşünce ve anlaşılır halka çıktıktan sonra mücadelesini sürdürdü Güneyyazarak. Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegal iletmekti. Bunu da da başardı, hem de son şiirini kanıyla yollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrarBaltık tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilk ce NİKOLAY TİKONOV(1896-1979):1.Dünya savaşında Cephesinde savaştı. 1918 tılında Kızılordu’ya gönüllü yazıldı siyahOrdulara şair oldu. Ancak Brutus,savunmasıma ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla gerikaleme çevirdi. 14 Tikonov, şiir kitabıDevrim olan Brutus, Beyaz karşı Petrograd katıldı. İlk şiirlerini bu sıralarda alan savaşımını Daha iki sonra dışına çıktı. Denver Üniversitesi Pittsburgh Üniversitesi ‘nde dile anlatan şiir yurt kitabı yayınlandı. Yazıları,Üniversitesi, şiir, rayfonikNorthwestern oyunlar ve nesirleri kuşatmavealtındaki halkın kahramanlığını Afrika edebiyat tarihi sonra üzerine verdi. Buradan oldu.Lenin Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğü getirmektedir. Savaştan da dersler Barış hareketinde önemli emekli rol oynadı. Barış Ödülünü aldı.Tikonov, örgüsü ve esini bakımından son derece Apartheid sağlam şiirleriyleülkesinde dünyada haklı bir ün kazandı. yıllarda da ABD’de karşıtı gösterilevedüzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittikten

sonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesi KAYNAK:Dünya Filistin Şiir-/A. Kadir/A.Timuçin/S. Dünya Halk ve Demokrasi Ş,iiirleri-3dünyanın – A.KADİRen* Sovyet Şairleri nedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur ÖdülüneŞalom layık *görüldü. Brutus, tüm zamanların iyi şairleri Antolojisi-ATTİLA TOKATLI arasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

EMEĞİN SANATI E-DERGİ SANATI E-DERGİ AylıkEMEĞİN Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi Aylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi Ekim /2017 Yıl: 11 Sayı: 187

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

15.12.2014

Yıl: 9 Sayı: 163

Yayınlayan:Emeğin Emeğin Sanatı Sanatı Kolektifi Yayınlayan: Kolektifi © Dergide yayınlanan eserlerin © Dergide yayınlanan eserlerin her hertürlü türlühakkı hakkı şair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir. şair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir. Kaynakgösterilmesi gösterilmesi koşuluyla koşuluyla alıntı Kaynak alıntıyapılabilir yapılabilir.

Yayın,Tasarım, Düzenleme: A. Z. ÇAMUR Görsel Tasarım Düzenleme: ADNAN DURMAZ Ön ve Arka Kapak: Anonim, Not:Ön e-dergimize yapıt göndermek isteyenDURMAZ dostları, İç , Arka İç Kapak: ADNAN

emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler. Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen Facebook grup adresi: dostlar, emegin_sanati@mynet.comadresine gönderebilirler. https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=ts Facebook grup adresi: Twitter adresi: http://twitter.com/emeginsanati https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=ts Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati Twitter adresi: http://twitter.com/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi



AÇAR DİRENMENİN GÜLLERİ

Hep yanlış bellendi ekmek dendi her şeyin başı düşünülmedi ekmeğin ötesi ekmeğin yanına zeytin ekmeğin kıyısına peynir düşünülmedi bilinmedi insanın değeri emeğin beşe emeğin üçe emeğin hiçe derken birden direnmenin gülleri desek de kolay olmadı elbette kolay olmadı varmak kıyısına kan ile pekiştirmek kitap ile güzellemek birer kırmızı gül bırakmak tezgâhlara kolay olmadı direnmek güzel ve anlamlı direnmek canımızın bedeli ki biliyoruz gayrı ekmek değil her şeyin başı insanca yaşamak şu yeryüzünde en güzeli.

İnsanca yaşamak kurallara bağlı örneğin çekiç mi tutar elin mala mı bir makineye mi yol verirsin bir araca mı hükmedersin önce bileceksin çekiç nasıl tutulur nasıl sallanır mala. Hangi anahtara dokunsan makine kudurur, Hangisine dokunsan uysallaşır elinin altında bileceksin ve bileceksin iş yasaları ne buyurur nedir ne değildir sendika kaptırmayacaksın payını üçkağıtçıya hayına. Halkı halkın adıyla nasıl vurdularsa Nasıl vurdularsa korkunun adıyla gereğinde sen de vuracaksın yasalarla vuracaksın sendikanla vuracaksın ki adın ünlene ünlene Cumhuriyet’le yan yana ki insan gibi yaşayasın şu ölümlü dünyada

RUŞEN HAKKI


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.