184. SAYI EMEGİN SANATI E-DERGİ

Page 1

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl: 11 Sayı: 184 Mart / 2017



EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER A. KARABAĞ ADNAN DURMAZ ALPER SANCAR ASIM GÖNEN B.KORKANKORKMAZ BEKİR KOÇAK BEKTAŞ ÇAĞDAŞ

BURCU TÜRKER BÜLENT AYDINEL CEM EREN ERCAN CENGİZ FEYYAZ KADRİ GÜL GALİP ÖZDEMİR

ÖN KAPAK 1 ÖN İÇ KAPAK GALİP ÖZDEMİR 2 EMEK VERENLER İÇİNDEKİLER 3 EMEĞİN SANATI’NDAN 184. MERHABA EMEĞİN SANATI SUNU YAZISI 4 BU SAYININ SAVSÖZÜ İSMAİL AFACAN 5 Halk Ana ADNAN DURMAZ ŞİİR 6 Şehrine Yakışan Hüzün ASIM GÖNEN ŞİİR 9 Hayır / Tohum FEYYAZ KADRİ GÜL ŞİİR 10 Baskın SEMAHAT ÜNAL ÖYKÜ 11 Dedi ki BÜLENT AYDINEL ŞİİR 14 Büyülü Gerçek HASAN ÇAPİK ŞİİR 15 Savaş Çocuklarına Seçeneksizlik GALİP ÖZDEMİR ŞİİR 16 Katil Ekmek, Yitik Anne Ve Çiçekli Basmalar-3 ÖZLEM KESKİN ÖYKÜ 17

HALDUN HAKMAN HASAN ÇAPİK HAYDAR DOĞAN HIZIR İRFAN ÖNDER MEHMET GİRGİN MERİÇ AYDIN MUAMMER ERTURAN

MUSTAFA ÖZGÜR NECİP TIRPAN OĞUZ ATEŞOĞLU ÖZER GENÇ ÖZLEM KESKİN SEMA LALE

Rüzgâr Öğüdü-2 Karikatür MEHMET GİRGİN MUSTAFA ÖZGÜR Aforizmalar 18 40 Büyük Duruşma Munzur Güvercini A. KARABAĞ YAŞAR DOĞAN ŞİİR ŞİİR 19 41 Kadın Zula(nız)daki Şiir, Mavzer(iniz)deki BEKİR KOÇAK Mermi Gibidir ŞİİR TEMEL DEMİRER 20 DENEME Usta 42 BEKTAŞ ÇAĞDAŞ Kaçıncı Yılın İzidir ŞİİR ERCAN CENGİZ 21 ŞİİR 2017'nin 8 Mart'ı 47 VİLDAN SEVİL Zulüm, Sen Düşün DENEME NECİP TIRPAN 22 ŞİİR Yenil 48 HAYDAR DOĞAN Kalan ŞİİR ÖZER GENÇ 27 ŞİİR İtaat 49 SEMA LALE Edebiyatın Ölümsüz Şövalyesi: ŞİİR Puşkin-2 28 BEDRİYE KORKANKORKMAZ Sevgili Okur MAKALE CEM EREN 50 ŞİİR Suya Karışmak 29 BURCU TÜRKER Bu Kıpır'ın (Hamster) Hikayesidir ŞİİR MEHMET GİRGİN 55 MASAL Minyatürler 30 HALDUN HAKMAN Aşka ve Umuda Dair ŞİİR TEMEL KURT 56 ŞİİR Yorgun Gün Gibisin 31 VEDAT KOPARAN Dördüncü Cemre ŞİİR MUAMMER ERTURAN 57 şiir Denemeler 32 ADNAN DURMAZ Şiirimizde TopL. Başkaldırılar – DENEME 9 58 ALİ ZİYA ÇAMUR Zamanıdır ARAŞTIRMA MERİÇ AYDIN 33 ŞİİR Çöküntü 60 HIZIR İRFAN ÖNDER ŞİİR 39

SEMAHAT ÜNAL TEMEL DEMİRER TEMEL KURT VEDAT KOPARAN VİLDAN SEVİL YAŞAR DOĞAN ALİ ZİYA ÇAMUR

Sarhoş Sürçmeleri OĞUZ ATEŞOĞLU ŞİİR 61 Üzülme ALPER SANCAR ŞİİR 63 Dizelerde “Şiir ve Şair” A.Z.ÇAMUR SEÇKİ 64 Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümü 65 Mart Ayında Önemli Günler 70 Karikatür MUSTAFA ÖZGÜR 97 DÜNYA EMEK-BARIŞ- DEMOKRASİ ŞİİRLERİ 98 Bir Mahpushane Akşamı FAİZ AHMAD FAİZ(Pakistan) ÇEVİRİ ŞİİR 99 Suçlu Anı TAHAR BEN JELLOUN(Fas) ÇEVİRİ ŞİİR 100 Bir Şiir İçin Ancak SUBHAS MUKARCİ(Hindistan) ÇEVİRİ ŞİİR 101 Akrabalarım ZULFİYA İSROİLOVA(Özbekistan) ÇEVİRİ ŞİİR 102 Dünya ŞairleriKısa Biyografi DERGİ KÜNYESİ 104 ADNAN DURMAZ GÖRSEL/METİN 105 Hayır BABÜR PINAR KONUK ŞİİR 106


EMEĞİN SANATI’NDAN 184. MERHABA Merhaba, O memlekette ne kadar rezil çağdışı tipleme varsa teker teker devşirilip kurumların başına geçirildi..kendileri gibi olmayanları dışlamak için akla hayale gelmedik “yasal düzenleme” adlı abukluklar yapıldı.. farzı misal okul müdürleri ataması insanlık tarihinde emsali görülmemiş bir komediydi.. ne kadar ebleh varsa sözümona müdür uzmanı olan kişiler tarafından puanlandı da adamcağızı okulunda full puan almışsa bile daha yukarıdaki amirler sıfır puan verip eledi.. Ya da okulunda öğretmen ve velilerin düşük puan verdiği muhterem zatlar yukardan yüksek puanla müdür yapıldı. Yapılamamışsa eğer tekrar baş vurup en yüksek puanla taçlandırıldı.. Tabii “üç ayaklı kuş hangisidir” tarzı mülakat seremonileri.. Sağlık hukuk ve her alanda bu ebleh tipler kendi alanında on numara olan insanlara amir kesildi, yüzlerine tükürerek aşağılar oldu. Aslanın ipini çakala verdiler.. ülke ki adı sanı vasfı her ne ise rezil ve mağaradan çıkmış karanlık tiplerin hegemonyasında, bayrağının inançsal ve ulusal değerlerinin yerle bir edilişine pel pel baktı sadece.. Karanlık korktukça, o ülkedeki insanların inançlarını sonuna kadar kullanmaya başladı.. Mabetlerde yukarılardan dikte edilmiş söylemler vazedildi. Kendileri gibi düşünmeyen herkes hain alçak ve kötüydü.. Görülmemiş bir kin ve hınçla kendileri gibi düşünmeyenlere saldırıldı.. Onurlu ve sisteme göre iyi yurttaş vatansever insanlar, mesleğine işine aşık okumuşlar intihar etti.. Fuhuş ve kadın cinayeti ayyuka çıktı.. Bir yandan dinden imandan sürekli bahsedilerek öte yandan karunlar asıl karuna taş çıkarttırdı. Bir yandan yasaklar tek tek gündeme gelirken yasakların yasaları başka faciaların oyunların gölgesinde çıkartıldı. Düzeyi vasat ve bilgi birikimi kel alaka tipler danışman falan oldu. Kasaplar berberler kurum amiri edildi. Ülke sadece bakıyordu.. Muhalefet denilen abuklar da bakıyordu.. Aslında muhalefet falan yoktu.. Halkın gazını almak için icat edilmiş bürokratik hokkabazlık kurumları şaşkınlık içinde gibi görünerek aynı merciye hizmet etmekteydi.. Geometrik hadiseler icat edildi, daireler, kareler, çizgi, üçgen, paralelkenar.. Farzı misal muhalefet ve muktedir olanlar üçgen hatta dörtgen veya beşgen olabiliyordu. Bunların arasında her nevi nebatat, necaset ve şecaat arz eden merd-i kiptiler var idi. Çevre memleketlerin hepsiyle küsüldü. Hısımlık akrabalık bitti. Bu esnada küçük burjuva solcuları ortada işçi sınıfı diye bir şey kalmamışken “toplu iğnenin başında kaç melek dans eder” konusunda tartışıyordu.. Zahiri gruplar ise atalarının bin yıl önce şanlı zaferlerini at ile mi tokat ile mi kazandığına dair münazara yapmaktaydı.. O memlekette bütün bunlardan habersiz kalabalıklar sadece ertesi gün evine ekmek parasını nerden kazanacağının derdindeydi. Köylüler ektiklerini satamamanın, emekliler senelik beş lira zammın derdinde.. Komşusu geberse bile dönüp bakan yoktu. Zaten evvel zamanlarda gelip memlekette çalıp çırpan yiyip yutan herkes unutulurdu. Unutmak adettendi. Hırsız haydut unutulur giderdi.. Gerektiği zaman hortlar ve kahraman yapılırdı. Bu zamana kadar hep böyle olmuştu.. Artık çürük kurtlar dans edip lağım fareleri şarkı söylemekteydi.. Düzmece memur sendikaları atama kurumuna dönüşmüştü. Bu nedenle kendinden olmayanlar tehditle işinde kalabilmek ya da yükselebilmek için dönekleştirildi.. Şairin dediği gibi yükselmek gerekliydi “Yüksel ki yerin bu yer değildir Dünyaya geliş hüner değildir” Sözüne binaen , döneklik yükselmek için moda oldu.. Hasılı bu bir yıkılış masalıdır.. Yıkanlar yıktıklarının kanından doğdu..Beslendi..Sonra da yediği çanağa sıçtı.. Halk ormanı kendi uğultusu içinde sessiz bekliyordu Barbarları beklemiyordu barbarları bilmezdi.. Godot’yu beklemiyordu.. Acı çekmekse zaten her daim yaşama biçimiydi.. Sessizce neyi beklediğini bilmeden bekliyordu Tarihin diyalektiğinde su buhar olacağı ısıyı bekliyordu. Gece sabahı bekliyordu.. Yürek sevdayı.. Yeni değildi bu suskunluk Ve işgal böyle bir şey olmalıydıMasallarda çoğu kez bekleyenler kıyameti kopartır.. An gelir bıçak kemiğe dayanır çünkü!

ADNAN DURMAZ


BU SAYININ SAVSÖZÜ Şiirin ne olduğu üzerine çok şey yazıldı, birçok şey söylendi. Kimi zaman ne olmadığının bile yanıtı aranmaya çalışıldı. Bu çabanın toplamından şu sonuca rahatlıkla ulaşabiliriz: “Her şiir tanımı biraz yarımdır.” Bu yarım kalmışlığın nedeni tarihsel gelişimi içinde şiirin kendisini sürekli yenilemesidir. Şiir üzerine düşünenlerin evrensel bir şiir tanımı etrafında birleşmeleri bu nedenle olanaksızdır. Şiir üzerine düşünüyorsanız ve yazıyorsanız yarım kalmayı göze alarak işe başlıyorsunuz demektir. *** Şiir hem en ilkel ve hem de en modern sanatlardan biridir. Belki de bu yapısı tarih boyunca şiiri güçlü kıldı. İnsanlık tarihi kadar eski, insanlık mücadelesi kadar dinamik ve modern… Roman, şiirin yanında dünkü çocuk sayılır... Söz, o büyülü söz… Egemenlerin hep elinde bulundurmak istediği… Bir yanda egemenlerin hamiliğine ihtiyaç duyan şiir diğer yanda tanrılardan ateşi çalan şiir… *** Tanrılardan ateşi çalan şiir… Salt toplumsallık ya da kaba bir çatışma değil. İnsanın ve insanlığın özgürleşme eyleminin bir parçası olan şiir. İktidarlara boyun eğmeyen, bireyi unutmayan bir şiir… İnsanı tüm yönleriyle kuşatan… Diğer disiplinlerle ve sosyal bilimlerle içli dışlı olması bu sebeple… Sosyolojiden psikolojiye, tarihten felsefeye kadar geniş bir yelpazeyi içinde barındırması bu sebeple… Ama her şeyden önce dil… Ama her şeyden önce estetik… *** Şiirin ham maddesi aşk… Kimi zaman birey… Kimi zaman mücadele… Ama illaki aşk… Güzel ya da yakışıklı… Yasak meyveyi dişler gibi… Havva’yı arar gibi… Düşüne düşüne, koklaya koklaya, dokuna dokuna, dize dize, mısra mısra… Bir arayışın sonucudur şiir… Kimi zaman soyutlama kimi zaman somutlama… Baharda boy veren papatya, papatyaların arasındaki gelincik… Çoğu zaman yürek denen gömütlükte açan zambak… *** Şiire dair çok söz var… Şiir çok sözü sevmez. Fazla tekrarı sevmez. Uzatmayalım… Artık söz sırası şiirde… Şairler çok şey söyledi bugüne kadar. Artık şiir konuşmalı. Şair şiirin önüne geçmemeli… Şairlerin fotoğraflarına değil dizelerine bakalım artık. Yoksa daha çok kanarız. Dizeler bekliyor bizleri… Üzerine düşünülecek, konuşulacak… Kısacık dizede ne kadar çok şey anlatıyor oysa. Şiir geldi kelimeye dayandı diyeli elli sene oldu. Fotoğrafa değil şiire bakalım artık. *** Yarım bir tanımlama yaparak bitirelim o zaman: “Edebiyatın zeybeğidir şiir. Dizeleri iğne oyalı… Cepkeninde aşk ve yiğitlik… Aydın havalı. Aydınca olanı.”

İSMAİL AFACAN

“Edebiyatın zeybeğidir şiir.”, Evrensel Gazetesi , 12 Mart 2017


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

HALK ANA Adnan DURMAZ Sevincin uğur böceğiydin Gülüşün dolaşırdı sevginin yapraklarında Canım balam- petek balım-tomurcuğum Sana patikler örmüştü anan Daha ere varıp gelin olmadan Küçük kızım al boncuğum Yuvaların esenliği Sümüklü sevincim benim Sen öyle büyüdün işte Keder dalının şenliği


Sayfa 7

Delişmen sulara döndün bir zaman Oralarda yaralıdır topraklar Terli ay altında ışık büyüdün Yıdızlar bulaşmıştır kalbine Bin çiçeğin özsuyu akar terinde Ergendin Bin yamalı bir hayatı giyindin İlk gençliğin ayaz çalmış kepirin poyrazında Öyle büyüttük seni Sarı gök altında bin renkli bulut Kalbindir senin Başaklar içinde bir başaktın sen Çiçeklerin şahı açar aynında Erken düşmüş sevda gözün yollara Gah gurbette baban gâhi yavuklun Erken düştü elin el kapısına Oralarda sevdalar kilit altında Oralarda gönül yâre verilir Alıp gitsin nere gitse onundur İsterse gurbetten dönmesin geri Aht-ı Peyman edip kavil kurulmuş Ölüm bile ayıramaz insanı Sarı başakların dengi İnce baharın ahengi Böyle genç kız oldun işte aşka nişanlı Ergen olamadan ere verdiler Al bir taflan kopuverdi dalından Genç kız olamadan gebe dediler Kimin ölüp kaldı dağlar ardında Kara dağlar kara altında gömülmüş Kimin 9 çocuk bebe dediler Yazgısı ananın aynıyla vaki Erini yitirdin at tepmesinden


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

Kimisi gurbette kalmış ölüsü Yılan çiyan deliğine el soktun Ekmek atlı insan yaya dünyada Uzak cephelerde kalmış kaç kuşak Esamisi bilinmemiş nicoldu “kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” Doğmadan büyümüş mılığı yıkık Fistanı yamalı düşleri sökük Ergen kız kocamış bükülmüş beli Yârine değmemiş kınalı eli Mezar taşlarına benzer susuşu Ey ana sen kara başı kara yazgı yaftası Kara bağrına da kara taş basan Cellat düzenlerde doğuştan tutsak Satılır alınır karavaş mısın Kutsal diye diye kurtlar elinde Yalın ayakların pabuç bilmemiş Tabanların bin bir yarık içinde Cennet ki onların alrtında mıdır Cennet ki boynuna dolanmış urgan Cennet ki dikenle basılmış yorgan Cennet kollarında zincir kesilmiş Oğul kopartmışlar memelerinden Yüreğini pay etmiş de yemişler Kızlarını paralamış çakallar Yine de analar kutsal demişler Bu mudur özgürlük böyle midir hak, Yaşamadın işte bir günceğizcik Ey ana sen Ey halk ormanı Ayaklan bu zulum devranlarına Dirgen parmaklarını çıkart sabırdan Ey halk ana Ayağa kalk

ADNAN DURMAZ


Sayfa

9

ŞEHRİNE YAKIŞAN HÜZÜN benim gittiğim yerde en çok sen yoktun kırılmıştır kanatları çığlık çığlığa uçmanın hasretim zindanlara kilitlenmiştir sönmüştür lambaları göz göze fısıltıların karanlıklar ardında kalmıştır Kırşahir çatlasa kozası baharın Kırşehir olur çiçekler... biter yalnızlığı bu insan selinin gelir sularım fesleğenlerini hüznün lalelerle örtülür üzeri akşam sessizliğinin işte mesafeler kadar açtım kollarını özlemenin kalksın bu sofra buradan ben şehrime susadım gözlerimi saklamaktan bayatladı bu su kapat musluklarını kirpik uçlarının açmış pembe kanatlarını güneş son çeyreğinden akşam alacasının usulca batmış karanlıklara kadranı hüzünlü bulutları vahşi uzaklıkların sizden kopmak yaramdan magmalar akan yanlıştı dümensiz bir gemiydi ummanlarda ayaklarım İzmir'in göğünde inciden delikler inince mavisini deniz yalnızlığının şimdi sırtlanlar ağzıdır sırtımda özlemin özlemin şimdi lav akan gözleridir yalnızlığın şimdi yıkmış sınırları sevmek gömülsem de göğsü yok sığınmaya açma yaramı kardeş şimdi kirpiğinin ucunda kar tanesidir azaldığım şimdi yel vurur intiharım olur güzlükler çığlık çığlığa susar dallarda ilkbahar hasretinden kan açar portakal bahçeleri şimdi yılan gömleğine girer sazın telinde arzuhal hüzünle ırgalanır kekiklerin yeşil incelikleri

ASIM GÖNEN


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

HAYIR Sözün ucunda asılı insanın geleceği Bu kararsızlık ne güne değin sürecek El nereye uzanacağını bilmeli kan nereye akacağını

TOHUM

Kurdun dişleri arasında melemeye devam mı etmeli kuzu Koparılmış kanadın ağlayan bebenin hatırına : hayır.

Günde kaç kez kök salar gökyüzüne düşüncenin tohumu Bilinç kırıntıları bulutlara karışır da samanyolu yolunu şaşırır mı Ay öfkelense de deniz şarkısını yitirmez Yeniden kuralım mı saatleri

FEYYAZ KADRİ GÜL


Sayfa 11

BASKIN Semahat ÜNAL RESİM: SEMAHAT ÜNAL

Ellerinde bir çift çorap, pantolonunun dizlerinden aşağısı da ıslaktı. Gülümsüyordu etrafa bakınarak. Yeşil iri gözleri gülümserken ışıldardı genellikle ama nemliydi bu sefer. Gülmekten gözlerinin yaşarması için bir sebep yoktu ki, niye gülümsüyordu o zaman? Daha sonra anlatırken o anı "babamın morali bozulmasın diye gülümsüyordum" demişti. Çorapları da falakaya yatırmak için çıkarmışlar, sonra da eline vermişler, dışarı çıkarırken. Pantolonunun dizlerinden aşağısındaki ıslaklık da, dizlerine vurulan postalların açtığı yaradan akan kanmış.

a Temmuz ayının ilk günleri olmasına rağmen serin bir öyle vakti sobanın başında oturmuş, yakında doğacak olan bebekle ilgili güzel bir sohbetin içindeydik. Yıllar sonra aileye katılacak bebek, ailede heyecanla bekleniyordu, evin en küçük fertleri bizdik, biz de on ikili yaşlarda idik. Köy yerinde özellikle artık çocuk bile sayılmazdık. İlk hangimiz baktık pencereden, hangimiz feryat ettik, aynı anda mı gördük gelenleri hatırlamıyorum. Koyu yeşil bir kalabalık, eve doğru geliyordu. Aralarında babam, amcam ve Şemsi abim vardı. Duvarda ipek bir takvim vardı. İpek takvimin üzerinde İstanbul’da öldürülen TÖB-DER’ li bir öğretmenin fotoğrafı basılmıştı. Yengem hemen ayağa fırladı takvimi aldı sobaya attı. İpek takvim sobadaki alevlerin içinde eridi, kayboldu. Dakikalar geçmedi evin etrafında bir koşuşturma, evin etrafındaki çimenler asker postallarının altında eziliyordu. Çimenlerin arasındaki papatyalar sinmişlerdi çimenlerin arasına, kaçamazlardI ki toprağa bağlıydılar. Papatyalar ve biz hiç bir yere kaçamazdık sarılmıştı etrafımız. Her pencerenin altında iki asker elleri tetikte bekliyorlardı, bahçe sarılmıştı dört bir yanından. Sonradan öğrendik ki köy sarılmıştı.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı Ev alt üst edilirken, duvarda duran çift kırma tüfeğe hiç dokunmuyorlardı. Evin salonunda bekletiliyorduk. Evimiz derken aslında köy okulunun lojmanında oturuyorduk. Bizim evin bitişiğinden başlayan yangında bizim evle birlikte yirmi beş ev yanmış ve köylü köyde boş evlere yerleşmişlerdi. Amcam köyün öğretmeniydi, babam da yangından sonra köyümüze tayinini yaptırdı, bizler de birlikte okulun lojmanına yerleştik. Kuzenim Nezaket’le ben ortaokula gidiyorduk, abim de lisedeydi. Kışın bizler ilçeye nenem de yanımızda, okul için taşınıyorduk. Lojmanın iki odası babam; annem, amcam ve yengem için yeterli oluyordu, tatil olup döndüğümüzde lojmanla bitişik olan okulun sınıflarını da odaya dönüştürüp o sınıfları da oda olarak kullanıyorduk. Lojmanla sınıfların arasında büyük bir salon vardı. Salonda bekletiliyorduk hepimiz; arama devam ediyor askerler, babamla amcamı sürekli tahkir ediyorlardı, susuyorduk hepimiz. "Silahlar nerde? Hoca!" "Tüfeğim var tek o da duvarda…" " Biz o silahtan bahsetmiyoruz sen biliyorsun neden bahsettiğimizi." Babam susuyor, biz salonda bekletiliyoruz, ev alt üst ediliyor, başımızda askerler bekliyor. Bir asker var sessiz, diğerleri bağırıp çağırırken o sessiz bekliyor. Neden sessiz bekliyor bu asker? Neden üzgün?a İstemeden mi getirilmişti acaba? Neden diğerleri gibi bağırmıyor? Her şey karmakarışıktı evin içinde hepimiz suskun. Aldılar gittiler babamı, amcamı, Şemsi abimi. Cengiz abim, hayvanları otlatmaktan geldi, olanlara şaşırmamıştı koşarak uzaklaştı evden. "Abi gitme! Dedim, şiirini buldular senin, okudular kim bu? Dediler "oğlum " dedi babam seni de alırlar gitme!" Abim duymadı bile, koşarak gözden kayboldu. Nezaket ile birlikte aşağı köye doğru yürümeye başladık. Merak ediyorduk, babamları nereye götürdüler? Birden, beş altı askerin yola doğru koştuğunu fark ettik, hemen komşunun avlusuna saklandık. Avlunun büyük tahta kapısının ara boşluğundan baktık gizlice. Bizim eve doğru gidiyordu askerler, göz göze geldik Nezaket’le ikimiz aynı anda. "Eve gidelim." Bizi arar bulamazlarsa annemlere kötü davranırlar diye koşarak eve vardık. Askerler evdeki kadınların hepsini aşağı indirmiş sorular soruyorlardı


Sayfa 13 Asker,annemlere sert bir ifade ile: "Siz de geleceksiniz," Annem ler itiraz etmeden bahçe kapısına doğru yürümeye başladılar. Nenem: "Bizi nereye götürüyorsunuz oğlum? Ben yol yürüyemem.. " Asker: "Sus koca Makaryos! Yürürüsün" Nenem, yapılan hakaretin ağırlığının farkında idi. Askerin yüzüne hışımla: "Geldiğinizde namaza durmuştum ben! Kimmiş Makaryos? Ha! Kimmiş Makaryos? Asker, elini beline koyup dalga geçercesine: "Hiç iyi evlat yetiştirememişsin namaz kılsan ne olacak!" Nenem: "Evlatlarımı çok iyi yetiştirdim ben, herkes onlar gibi olsaydı" İki elini yukarı kaldırdı: "Dünyada kötülük diye bir şey olmazdı!" Makaryos sözüne çok içerlenmişti nenem,bahçe kapısına doğru yürüyor ,bir taraftan da söyleniyordu: a "Koca Makaryosmuş! Geldiğinizde namaza durmuştum ben!" O sırada traktörle evin önünden geçen damadını gördü nenem. "Oğlum Abdullah, bizi götürüyorlar ben yürüyemem! Traktörle götür beni!" Abdullah enişte, traktörün üzerinden elini uzatarak; "Gidelim ana, nereye götürüyorlarsa beraber gidelim, .bin hadi..." Askerlerin içinde sanırım rütbeli olan bir asker , diğer askere traktörü işaret ederek "Sende yanına bin traktöre." Nenem: "Şu yazıya doğru kaçarsam yakalayamazsınız, aman iki tane binsin bir az!" "Ana sus!" dedi Abdullah enişte." Bir asker eşliğinde aşağı köye doğru hareket ettiler, bizler de peşinden yürüyerek götürüldük. Köyün içinde bütün köylü toplanmıştı . Yüzlerce asker ve köylü-ler den oluşan koyu bir kalabalık. Hepimizi tek tek sorguya çektiler köylünün gözü önünde. Abimin ellerinde bir çift çorap, askerlerin arasında gülümsüyordu. Abimin gözleri nemliydi.

SEMAHAT ÜNAL


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

DEDİ Kİ Dedi ki O, bedenini göğe uzatıp çiçeklendiğinde Ondan kopardığın dalları anımsayıp utanacaksın Dedi ki O, menzili uzak bir yol yolcusudur Ve sen yılgın suretinle omuz başında yürürsen Onun yüzünde ter, göğsünde karanfil, şiirinde sözcük olamayacağını anlayacaksın Dedi ki O, çöl denizinde bir kum tanesidir Rüzgarlarını buyur etmediysen Kendi coğrafyasında onu bir daha bulamayacaksın Dedi ki O, ‘güvercin, kahin, tuz, mavi’ ve ‘toprak’ sözcükleriyle cümle kurmaktadır Duyduğunda olanları anlamayacaksın Dedi ki Kibrini al, metruk karanlığında eski bir taş tablete kazı Süsle, göm ve unut çünkü gerekmeyecek Üşümekten oluşmuş bir şehirsin sen çok ışıksız Kendi karanlığında kalacak ve unutacaksın Dedi ki Söyleyip göremiyorsun Dört sözcükten oluşmuş bir kitap ayracıdır o ‘’Biri bana seni sorsun! ’’

BÜLENT AYDINEL


Sayfa

15


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı


Sayfa 17

KATİL EKMEK, YİTİK ANNE VE ÇİÇEKLİ BASMALAR- 3 Özlem KESKİN Ninemden, annemden, bizim oralardan ve benden çok uzakta, başka bir toprakta yaşıtımdı Zilan... Dilimi bilmezdi ama su gibi kuş gibi aydınlık gibi bir sesi vardı. Kalabalığımdı o benim. beni severdi. çok uzaklardan geldiğimi, dilini bilmediğimi, onu hiç anlamadığımı bile bile... hatta onun olmasa bile çocuklarının dilini değiştireceğimi bile bile severdi beni. Dillerin ötesinde bir şey vardı gözlerinde. Zilan yürüdü mü çorak topraklar titrerdi. memleketimin baharda çiçeklenecek Onun a meyve fidanları gibiydi. memleketinde meyve fidanları yoktu. Yaşıtımdı Zilan. Yaşıtlarımız genç kızdı daha. O tam beş çocuk doğurmuştu on dördünden bu yana. biri de karnındaydı onu tanıdığımda. bir demet menekşeydi karnı. Su taiır, ekmek yapar, ışıl ışıldı gözleri. Tüm dillerin ötesinde. Herhangi bir dile gerek yoktu onunla konuşmak için. Heyecan gibi, gülmek gibi, sevmek gibi bir şey vardı gözlerinde. Yangını günün sabahı gördüm. Ekmek yapacaktı. öğleye doğru bütün köy çığlık oldu. Ah Zilan, bir demet menekşesini de alıp kor oldu. çığlık çığlığaydılar. Onlar ağladılar, ben kanadım. Tutuşmuş yanarken beş çocuklu meyve fidanı hiçbir şey yapamadım. Göz göre göre yangın oldu. benim dilimde, onların dilinde, bütün dillerde yandı Zilan. O gün bütün köy Zilan koktu...


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı canımı en çok yakanı; o akşam çocukları analarını yakan tandırda analarının pişirdiği ekmeği yediler. öyle baskın bir şeydi ki açlık; ana sevgisinin de ötesin de; anasız uyunuyordu, uyunacaktı. Ama hiç uyunmuyordu. yaşlar süzülüyordu gözlerinden anasız kalmışlıklarına. kocaman kocamandı gözleri. Ama yine de ısırıyorlardı ekmeği Ah Zilan. çocuklarına etinden ekmek yapan, bir demet menekşesiyle yaynan kadın. ....Kimse yazmadı onu.

a

Ardında çocukları şaşkın kaldı.

ÖZLEM KESKİN KARİKATÜR: MUSTAFA ÖZGÜR

GRUP YORUM

ENGELLENEMEZ!!!


Sayfa

BÜYÜK DURUŞMA Açma dosyamı ey saltanatı büyük yargıç Açarsan yerime sen yargılanırsın Öyle bir insanlık gemisiyim ki Uğradığım her limanda sadece Ona uygun değerler yüklenirim Geniş bir alanda yapılacak duruşması Bir zaman sonra yeşil alan olacak orası Anıtsal bir yapı dikilecek ortasına Ve çevresinde tapınaklar halkası Düşünce ve inançların kardeşlik bahçesi Yani halkların ve renklerin kaynaşması Açma dosyamı ey saltanatı büyük yargıç Açarsan yerime sen yargılanırsın Yüreğim öyle bir yürektir ki İnsanüstü sevgi bilincine sahip Nerede ne zaman olacak bilmiyorum Ama sezinliyorum görmüş gibiyim Hatta tanrıtanımazlar da gelecek Onların anıtlarına da yer verilecek Açma dosyamı ey saltanatı büyük yargıç Açarsan yerime bir dünya yargılanır Dünyalıyım coğrafyam silahlıdır Varlık içinde yokluk kuşanırım Nerede ne zaman olacak bilmiyorum Ama içime doğuyor ve çağrılıyorum Gelin birlikte varalım bir kimsenin duruşmasına Özgeçmişimizden başlayarak perdeyi aralayalım.

ABDULLAH KARABAĞ

19


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

KADIN dağ başında bir çiçek ne üstüne bas ne kopar onu bırak bulutlara komşu güneşe sırdaş olsun

BEKİR KOÇAK


Sayfa

21

USTA bana bir çay yap be usta.. "ince belli "olsun bardağım.. söyle güzelinden hani derler ya tavşan kanı, öylesinden işte Bana bir çay yap be usta.. içinde ne olursa olsun... korkak alıştırma elini ayrılığa da hasretliğe de alışkınız sineye çeker yaşarız, ele güne karşı yalancıktan olsa da güleriz kabuk bağlatmayız yaramıza bana bir çay yap be usta.. sevgi kırıntıları olsun icinde unutmayasın kalabalıklar içinde mahpus yalnızlığımı birazda gurbet havası

bana bir çay yap be usta.... bu kez acılar olmasın içinde ayrılıklar olmasın gözün seveyim bir kez nah şurasından yüregimin sancısından ciğerimin sızısından olsun bana bir çay yap be usta... İnce belli bardakta olsun.. alışığım ağlamaya çocuk yaşta el kapılarında hüzün dolu türküler söylemeye bakma öyle usta ana avrat küfür eder gibi. bana bir çay yap be usta.. tavşan kanı , içinde ne olursa olsun bazen acı, bazen hüzün bazen mutluluk hani yudumlatırsın ya yalnızlığımı işte aynen öylesinden olsun be ustam.

BEKTAŞ ÇAĞDAŞ


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

2017’nin 8 Mart’ı Bu Ülkede Çığlık Çığlığa #HAYIR’dır Vildan SEVİL EVLAT ACISINA SON DEMEK İÇİN! 2002’de neredeyse en aza inen terörle mücadele ve terör saldırılarının özellikle 7 Haziran Seçimlerinden sonra artışı bir rastlantı mıdır? 2002'den 2016 sonuna kadar AKP iktidarında 1009 terör saldırısı bin 148 ölüm 3 bin 731 yaralı. Sadece 2016 yılında 7 terör saldırısı. 7 Haziran 2015 seçiminde iktidarın beklediği oy oranına ulaşamadığını biliyoruz. Bu tarihten sonra Güneydoğu’da a çıkma yasaklarının başlamasıyla sokağa birlikte yapılan operasyonlarda yaşamını yitiren asker, polis ve korucu sayısı 1000’e yakın. Ulusal Kurtuluş Savaşı veriyoruz diye tufaya getirilip savaşa sürülen, yitirilen Kürt gençlerinin sayısı belirsiz. Bu süreçte silahsız olmalarına rağmen, çatışma dışındaki siviller içerisinde 200’e yakını çocuk olmak üzere 800 civarında sivil ölümü gerçekleşti. Taybet Ananın, Miray bebeğin suçu neydi? Çok ilginçdir ki soluğumuzu dinleyen devlet, aylar süren hendek kazılımından, evlerin cephanelik haline getirilmesinden haberdar olmamıştı. Sonuç, bunca şehit, ölüm, sakatlanma, göç… Bu bölgede, 100.000’in üzerinde ev ve işyeri elbirliğiyle yakılıp yıkıldı. 3 milyona yakın insan kendi topraklarında mülteci oldu, sığınacak yer aradı. 2002-2016 yılları arasında, madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde ama patronların hep yakayı kurtardığı o işyeri katliamlarında (Onlar kaza diyor) 18.000 işçi öldü.


Sayfa 23 Can ciğer kuzu sarması iken Esat, her ne hikmetse Şam’da Emevi Camisinde namaz kılmaya karar verilince Esed’in ülkesine “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” edasıyla dalınca evi barkı başına yıkılmış, kaçan gelen, denizlerde boğulan 3 milyon Suriye’li mültecinin trajedisi ayrı bir konu. Oradan gelen şehitlerimizle sönen ocaklar da can yarası, yürekler acısı. Bu insanların tümünü analar, biz kadınlar doğurmadık mı? Artık böyle evlat acıları yaşamamak için bu yıl 8 Mart’ta hep birlikte haykırıyoruz: EVLAT ACISINA #HAYIR! #HAYIR! #HAYIR! BEBEK VE ÇOCUK TECAVÜZLERİNE, TİCARETİNE SON DEMEK İÇİN! Son 14 yılda giderek büyük bir hızla artan bebek ve çocuk tecavüzleri… Türkiye, çocuk istismarı, özellikle cinsel istismar sıralamasında dünya üçüncüsü.

a

Yalnızca geçen yıl Türkiye genelinde 18.000, son on yılda ise 250.000 çocuk cinsel istismara uğramış. Bunlar, adliyeye, oradan basına yansıyan olaylar. Van’da 38 günlük, İslahiye’de 9 aylık, değişik yerlerde 1-5 yaş arası bebek tecavüzleri… Ayrıca Antep-Kilis Tabip Odası raporlarına göre Nizip ve İslahiye’deki mülteci kamplarında, 1-8 arası çeşitli yaşlarda saptanabilen 40 bebek ve çocuk tecavüzü… Şakran, Pozantı cezaevlerinde tecavüze uğrayan çocuklar… Aile Bakanının “Bir kere olmuş” diye hafife aldığı Ensar Vakfı- KaimEvlerinde 45 çocuğa tecavüz… MEB’nın tamamen devre dışı bırakıldığı, eğitim ve öğretimin, çocukların barındırılmasının cemaatlere, hacılara, hocalara teslim edildiği Ensar Vakfı, TÜRGEV, Birlik Vakfı, Hayrat Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Önder Vakfı vb kuruluşlarla, merdiven altı Kuran Kursları, İmam Hatip Okulları…


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

Hepsinde çocukların beynine her türlü korkunun, kayıtsız koşulsuz itaatin işlendiği yerlerde ise ancak basına yansıyan olayları duyabiliyoruz. Çocuk fuhşu ve ticaretine gelince… Pek çok haberin yanı sıra özentini verdiği için konuyla ilgili bir linki vermekle yetineceğim. İnanın bunları araştırırken okurken, bu yazıyı yazarken bile alt üst oluyorum ve kendimi toparlamam yine zaman alacak sanırım. http://www.diken.com.tr/turkiyenin-cocuk-istismari-somuru-karnesisuriyeli-kizlar-yasa-gore-siparis-ediliyor/ DOĞURDUĞUMUZ CANLARIMIZIN BÖYLE BELALARA UĞRAMASINA DA HEP BİRLİKTE #HAYIR! #HAYIR! #HAYIR! VÜCUDUMUZU VE RUHUMUZU TACİZ, TECAVÜZ VE TİCARETTEN KORUMAK İÇİN! Kadınlara yönelik erkek şiddeti, cinsel istismar, tecavüz üzerine tüm kadın örgütleri tepkilerini gösteriyor, istatistikler yayınlıyor. Pek çok yazı yazılıyor. Ben de epeyce yazı yazdım.a Sayılara kısaca bakıp geçelim. 2002 yılında kocası, aileden bir yakını, sevgilisi tarafından öldürülen kadın sayısı 65 iken 2002-2015 arası 5406 kadın öldürülmüş. Yılda 400’ün üzerinde. 2016’da ise 800 kadın öldürülmüş. Bunlar sadece adliyeye yansıyan rakamlar. Şiddete, baskıya dayanamayıp intihar edenler, sığınma evlerine kaçanlar hariç. Her gün ortalama şikayet edilen edilen tecavüz vakaları ise 22. Korkup şikayet etmeyenler, tacizler, aile sırrı olarak gizlenen o korkunç aile içi cinsel saldırılar da hariç. Kocası, babası, aileden başka biri tarafından fuhuşa sürüklenenler de hariç. Bunların son 14 yılda hızla artmasının nedenleri, gelir dağılımındaki eşitsizliğin artması, yoksullaşma, din iman derken ahlaki değerlerin aşınmasının, körelmesinin yanı sıra devletçe nasıl teşvik edildiğini görmezden mi geleceğiz? Aşağıda biraz da ona değineceğiz. ELBETTE VÜCUDUMUZA, RUHUMUZA BU BELALARI REVA GÖRENLERE “#HAYIR! #HAYIR! #HAYIR!” diye haykıracağız! BÜTÜN BU BELALARA ÇAĞRI ÇIKARTAN, KADINI META VE MÜLK OLARAK GÖREN ŞERİATÇI, GERİCİ ANLAYIŞI DAHA DA GÜÇLENDİRMEMEK İÇİN!


Sayfa 25 Aşağıda okuyacağınız alıntılar, son 14 yılın iktidarda görev yapmış politikacılarına, diyanet fetvalarına, cübbeli cübbesiz, sarıklı sarıksız hacı hoca takımına, hatta kimi ilahiyatçılara aittir. İnanmayan, Google adlı başdanışmana cümleleri yazarak sorabilir. “6 yaşındaki çocukla evlenilebilir.” “Öz kızımı bile kucağıma alıp sevemiyorum, çünkü tahrik oluyorum” “Bana cehennem ehlini gösterdiler: Çoğunluğu kadındı” “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum.” “Kadınları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz” “Tecavüz edeni 4 gün odaya kapatmak yeter.” “Kadın herkesin içinde kahkaha atmamalı” “'Tecavüze tahrik eden kadın cezalandırılsın” ”Kadın tecavüz çocuğunu doğursun” '' Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün''. “Çalışan kadın, kocasının emrinde olmayı uygun bulmuyor ama patronuna hizmeti haysiyetine uygun buluyor.” “Çalışan kadın, kocasına muhtaç değilim deyip yuvasını dağıtıyor (Ama erkek, birkaç kadın alabilir elbette. Caizdir.V.S) Çalışan kadın, fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor.” "Nişanlıların flört etmeleri, dost hayatı a yaşamaları, dedikoduya mahal verecek şekilde baş başa kalmaları, öpüşmeleri, el ele tutuşmaları ve benzeri İslam’ın onaylamadığı davranışlardan uzak durmaları gerekir" "Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır.” Bu alıntılar arşivimden bazıları. Yazmakla bitmez bu inciler (!) Kadın, bebek, çocuk demeden tecavüz ve katletme olaylarındaki artışın artalanında basında hiç sakınmadan, sıkılmadan bunlar söylenirse, hutbelerde, Kuran kurslarında ve ellerine geçirdikleri sözde eğitim kurumlarında sürekli bu anlayış işlenirse toplum ne hale gelir? İşte sonuç, eseriniz: 2015-2016 eğitim öğretim yılında okula devam etmeyen 143.62 kız çocuğu var. 15 yılda fuhuş yüzde 790, öldürme olayları yüzde 261, çocukların cinsel istismarı yüzde 434, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678, cinsel taciz yüzde 449. Bütün bu taciz tecavüz suçlarının sanıkları, duruşmalarda kravat taktı,


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı saygıda kusur etmedi, erken boşalmakla malul, kısa etek giydi tahrik etti, gözünün ucuyla baktı tahrik etti, dekolte giyindi tahrik etti, ‘gece sokakta ne işi vardı?’ tahrik etti gibi yığınla suçu hafifletici neden icat edilerek ön kapıdan alınıp arka kapıdan salınırsa, ceza indirimleri yapılırsa kadınlar, tümüne “Aferin haklısınız, evet evet, oh oh, aman aman devam edin” mi diyecek? Mehmet Akif Ersoy “Yarab bir hilal uğruna ne güneşler batıyor” demişti ya… Kadınlar da “Bir iktidar uğruna ne canlar gidiyor, ne acılar çekiliyor.” diye haykırıyor bugün. 2017 8 MART Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde hep birlikte çığlık çığlığa haykırıyoruz! Bütün bu politikalara milyonlarca kadın, milyonlarca kez “#HAYIR! #HAYIR! #HAYIR!” diyoruz.

#HAYIR! #HAYIR #HAYIR! a#HAYIR! #HAYIR! #HAYIR!

VİLDAN SEVİL 07.03.2017


YENİL... yeniden başlayacaksın yaşama, bitti dediğin en berbat anda hissediyorsun rüzgârı, yağmur hâlâ ıslatıyor basıyorsun toprağa dermansız ayaklarınla işte böyle dik duracaksın. aynı heyecanla bakacaksın aynaya aynı kesik bakışların konacak sende kalana yarına hep yarına işleyeceksin çelik çarkları öyle parlayacak alnında umut alnında çizgi alnında inancın rengi susmayacaksın. gün boyu geçtiğin sokaklara iyi bak senin düşüncen her köşe başında çıplak durur senden yana kelimeler senden yana bir hayat var bu hayatlar içinde. gördüğün duvar senin yüzündür tomurcuk açan ağaç, yüzün uzat kirpiklerini ağlamayı unutmuş bahara aşk bu seni içine çeken tarih böyle okunacak çocuklarca. kırılmış kapılardan çıkan gelinler al yazmalı başlarını eğmesin artık halaysa halaya dur türküyse sen de ver sesini sevda bu, taşımasını bil. çevirme sakın yüzünü bu rüzgâr bu yağmur daha önceleri de buradaydı çekip gitmiş kaç mevsim burada yenildi içinde sen de vardın varsın var olacaksın her yeni rüzgârda yürü senden önce gidenler var izi durur buralarda yenil, ama durma.

HAYDAR DOĞAN

Sayfa 27


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

İTAAT Gözlerinden taş dökülür Devri tükenmiş dağlarda Eskaza ağlarlarsa Gözlerinden taş dökülür Oyuncak yoksulu çocuklar O taşlardan oyuncaklar yaparlar Işıkta yıkanırlar Düş beslerler Sadakat kuruturlar Güneş doğana dek soğuktur ya sabahlar

Dereler en çok Baharda soğuk akar Terk etmeler sulara döner Sular onları taşırlar Doruklarda serttir rüzgar En erken göç eder Bulutu yakın sananlar Annem bir aşure kaynatır Yemeyene deli derler Gözyaşını taş eyleyenler Sanma itaat ederler

Ellerinde terazi taşıyanlar Ölçme kabiliyetlerini anımsarlar

SEMA LALE


Sayfa 29


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

BU KIPIR'IN (HAMSTER) HİKAYESİDİR Gece sessizce indi yatağa. Sesler vardı. Dünyada, kafamın içinde. Şimşek çaktı. Dünyada, kafamın içinde. Sessizliği ve sesleri dinledim. Ben ne dediğimi biliyordum sanki. Uyku ve uykusuzluk arasındaki seslerle irkildim. Kıpır'ın teli kemirdiğini hissettim. Kafesi küçüktü. Büyük bir kafes mi almalıydık. Doğaya mı bırakmalıydık. Bir gün yaşayamaz demiştik. Memur gibi olmuştu. Yemeği ağzına veriliyordu. Nasıl yaşardı doğadaki düşmanlarıyla. Bir kedi, bir sincap, bir sansar kapardı. Mutlaka kapardı. Bir buçuk yıl yaşarmış akıpır. Bir yıl oldu. Nehir istedi aldık. Balık istedi, öldü. Kuş istedi, öldü. Ağaç istedi, meşe diktik balkonda büyüyor. Bu çocuğun hayvan ve ağaç sevgisini nasıl karşılayacağız kentte. Kent en büyük dert. Uyku kazandı derken, Kıpır'ın sesleri arttı. Dünyanın. Kafamın. Kıpır öce telleri kemirdi, kafesi parçaladı, yuttu. Televizyonu yuttu. Kolonu, kirişi, odayı, dolabı ve apartmanı yuttu. Onu evine alan sahibini de unutmadı. Gövdesi gittikçe büyüdü. Yolun iki tarafına dizilen otomobilleri yuttu. Ağaçları, telefon direklerini, binaları, meydanları, adliyeyi, okulları, camileri, bütün kenti, kentleri yuttu. Sıra ülkelere geldi, kıtalara, okyanuslara. Hepsini içti. Buzulları yaladı. Gövdesi büyüdü. Dünya kadar oldu. Dünyanın dışındaydı. Dünya elma gibiydi. Elmayı aldı onu da yuttu. Kıpır özgürdü artık. Ve gittikçe ağırlaşmıştı. Düşmeye başlamıştı. Kıpır Hawking'i tanımıyordu, dolayısıyla eğer dünya hükümetini kuramazsak teknoloji burnumuzdan getirecek sözünü de duymamıştı.

MEHMET GİRGİN


Sayfa 31

AŞKA VE UMUDA DAİR Gecenin bi vakti Aklımda sen Uyanıvermişim yine Oysa uyuyorsundur şimdi Eh uyandırmadan öpmeyi de bilirim ben Say ki; uykunda melekler güldürmüş seni... Bir dilim ekmeğin iki zeytinin başınadır doymamız Ki gemiciklerle değil, kitaplarla zenginleşiriz BİZ Ah be kardeşim; şu yer, şu gök, şu yaprak bile bilir senin bilmediğini Ferman ki padişahınsa, Taksim bizimdir!

TEMEL KURT


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

DÖRDÜNCÜ CEMRE Onasıl esmekti efil efil oy buram buram akdeniz burcu burcu bahar... O nasıl dokunmaktı nasıl tılsım tılsım ışıl ışıl ısıl ısıl ki defolup gitti zemheri ardına bakmadan Bu nasıl hasret ki içimde baki içinde hep gene dördüncü cemre

MUAMMER ERTURAN


Sayfa 33

ŞİİRİMİZDE DÜN VE BUGÜN TOPLUMSAL BAŞKALDIRILAR – 9 A. Ziya ÇAMUR

a ATÇALI KEL MEHMET İSYANI: 19. yüzyılda Anadolu’yu egemenliğinde bulunduran ve kontrolden uzak âyân ve derebeyleri acımasız vergilerle çiftçileri soymaya başladılar. Atçalı Kel Mehmet, bu gidişe yörede dur demek için çiftçileri çevresine toplayarak 1829’da harekete geçer. Önce, İstanbul’a mektup yazarak, halkın amacının “yöre halkını ve el altındaki yoksulları insafsız yöneticilerin, gaddar ve zalim mültezimlerinin ellerinden kurtarmak” olduğunu duyurur. Amacının halkı devlete karşı ayaklandırmak olmadığını da belirtir. Atçalı’nın liderliğindeki ayaklanmada baş rolü Zeybekler, Yörükler ve öteki yoksul halk oynar. Şair Özkan Mert, “Irgatoğlu Atçalı Kel Mehmet” adlı destan şiirinde halkın duygularını şöyle dile getirir:


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı Bu il aydın ilidir. Bu il bizim ilimizdir. Bizim dağlarımızdır bu dağlar Ve bu toprağı doğurtan ve şekil veren demire pamuğa ateşe

biziz.

Atçalı, ağanın kızını sever, anasını görücü gönderir. Ağanın anasına yaptığı hareket ve ağaya içinde büyüttüğü kin nedeniyle dağa çıkar. Dağa çıkışını Özkan Mert şöyle aktarır: Sevdalıyım isyanlıyım gayri Kâr etmez bu dünya bana Atmaz bu yürek

a Onsuz, dönmez bu devran.

Oyy dağlar

Dağlar oyyy.

Geçit verin bana Rüzgâr benimle es. Toprak hırkam ol. Atçalı, sekiz yıl dağlarda gezer. Etrafına kendi gibi sömürüye, haksızlığa uğramış yoldaşlarını toplar. Bu durumu Özkan Mert’ten anlatalım: Yalnız Değildi. Önce

can yoldaşı Çopur geldi.

Bir iken iki, iki iken

Dört,


Sayfa 35 beş iken on oldular. Yüz oldular, bin oldular. Halkın kulu, zulmün celladı oldular. Atçalı, eylemine Kuyucak kazasını basmakla başlar. Onu Kuyucak’a çağıran halkın kendisidir. Buradan da Nazillililer’in çağrısı üzerine Nazilli’ye yürür. Kasabayı ele geçirir. Sonunda Aydın’a da girer. Olayların devamını Özkan Mert’ten okuyalım: Yanında bin atlısı Memet Efe, bin gövdeli bir yürek olup bin rüzgâr gibi dalıp, halk ilen bir olup, Aydın ilini eline geçirip kazıttı mühürünü: VALİ-İ VİLAYET HADEME-İ DEVLET IRGATOĞLU ATÇALI KEL MEHMET

a

Aydın’ın düşmesi üzerine diğer ilçe ve kasabalardan çağrılar gelir Atçalı’ya... Voyvoda, halkı toplayıp karşı koymayı denese de halk reddeder, asker bulamaz. Çevre il ve ilçeleri de ele geçirir. Yöneticileri İzmir’e kaçar. Atçalı, bu yöreleri, 1829 Ekim başından Aralık sonuna kadar yönetir. İlk olarak savaş vergileri olmak üzere, haksız bütün vergileri kaldırır. Padişaha karşı olmadığını belirtmek için gereken vergileri adalet ölçüleri içerisinde toplayıp gönderir.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı Serbest ticaretin ve tarımın korunması, daha iyi kanunlar yapılması için harekete geçer. Tarafsız tarihçi ve gezginler, Atçalı’nın eski düzeni yıktığını ve yepyeni bir idare kurduğunu yazmaktadırlar. Atçalı’nın yönetiminden zarar gören egemenler, mültezimler, derebeyleri Saray’a mektup üzerine mektup göndererek Atçalı’yı şikayet ederler. Bunun üzerine 2. Mahmur, Atçalı’yı yok etmek üzere, Aydın’a bir ordu gönderilmesine karar verir. Yöredeki halka, Osmanlı’ya tabi olmaları için fermanlar gönderilir. Arkadaşları direnmeyi önerse de, Atçalı taktik nedenlerle kabul etmez. Atçalının bu kararının ayrıntılarını Özkan Mert’ten alalım: —Can yoldaşım Çopur, yiğit çopur, erlerim, yoldaşlarım. Ölüm bizim için , giydiğimiz gömlek, yediğimiz ekmek içtiğimiz sudur.

a

Lâkin yenilirsek Osmanlıya, çoluk-çocuk

genç-ihtiyar demez kırar.

Yakar evleri yıkar ocakları. Var

al-git yoldaşları.

Yağmur damlalarının dağılışı gibi denizin içinde dağılın halkın içine. Atçalı’nın sözüne uymayan adamları ve siyaseten İstanbul’a ikna için gönderilen zeybek öldürülür. Atçalı’ya yardımcı olan, onu kasabalarına çağıranlar hakkında da fermanlar yazılır. Geniş çaplı tutuklamalar yapılır. Ama Atçalı’yı bir türlü yakalayamazlar.


Sayfa 37 Aslında Atçalı yukarda Özkan Mert dizeleriyle açıkladığımız konuşmasının amacı şuydu: Ben tek başına karşılayacağım Osmanlı’yı köyün meydanında. Benim ölümümün Kavgamız bitmedi. Hele birkaç yaz geçe yaralarımızın

önemi yok.

suyu çekile.

Başlarsınız kaldığınız

yerden gene.

a

Bir yaz bile beklemeden, Atçalı’nın çağrısı üzerine adamları kafileler hâlinde 1830 ilkbaharında bir dağ köyünde toplanırlar. Yakın zamanda Nazilli ve Atça yeniden Atçalı Memet’in eline geçer. Osmanlı henüz şaşkınlık içindeyken Aydın’a saldırıya girişir. Burada yapılan çetin savaşta Atçalı Kel Mehmet ve yakın arkadaşları öldürülür. 300 kişilik kuvveti kaçıp kurtulsa da geride kalanlar öldürülür. Savaşı, Özkan Mert’in dizelerinden dinleyelim: Böylece, tarihin yazdığı en garip cenk olundu: Bir yanda Atçalı yanında karısı ve mavzeri. Öte yanda


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı 30.000 Osmanlı 30.000 at 30.000 tüfek 30.000 kılıç ve top. Dünyalar güzeli Emr ve yiğit atçalı dalından düşen bir yaprak gibi düştüler yere. 108 mermi çıkarıldı vücudundan Atçalı’nın. Atçalı başkaldırısının niteliğini, Çağatay Uluçay şöyle belirtiyor: “Kel Mehmed ayaklanması, türlü açılardan ele alındığı zamanı karşımıza basit bir ‘eşkıyalık’ olayından daha çok, halk topluluklarını ilgilendiren, önemli problemleri ortaya atan hâdise olarak çıkıyor. Bunu Kel Mehmed, bizzat hareketleri, ve fikirleriyle iddia etmiş, bu suretle halkın sevgi ve sempatisini kazanmayı başarmıştır.” a Atçalı Kel Mehmet’in ardından adına yapılan ve mührünün Türkçesi yer alan bir anıt, “çeşme elin tekne kelin” kitabesiyle yaptırdığı çeşme ve ardından yakılan türküler kaldı: Duman durdu aman aman şu dağların efem de başına Gahpe Osman aman aman bakmıyo mu efemde yaşına Şu gençlikte aman aman neler geldi efem de başına Hey gidi zeybek aman aman ateş verdin efem de dumana Ah güven olmaz aman aman gahpe de olmuş efem de Osmana Orhan Asena’nın Arçalı Kel Mehmed’i konu edinen bir oyunu da bulunmaktadır.

Devam Edecek.....

ALİ ZİYA ÇAMUR


Sayfa

ÇÖKÜNTÜ hangi çağa baksam kan hangi taşı kaldırsam k ı y ı m hangi kalbe girsem k o a s hangi ruha sığınsam ç

ö t kün

ü

hayat renksiz umut talan ömür kar!.. -gömün ARTIK düşlerime!..

HIZIR İRFAN ÖNDER

39


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

RÜZGÂR ÖĞÜDÜ - 2 6 Güzel bir şiir için dünyayı yalın ayak yüz defa dolaşabilirdim, dolaşsaydın şiir olurdu zaten. 7 Tarla farelerini şiirime almıştım. Ne mi oldu, şiirin yayınlandığı fanzini fareler kemirdi. İyi oldu. 8 Kar sularının mağmayı öptüğü yerde: şiir 9 Sen şairsin, bazı cümlelerin arasına ay, bazı cümlelerin sonuna güneş koyarsın. 10 Şiir, şehri küçültmektir.

MEHMET GİRGİN


Sayfa 41

MUNZUR GÜVERCİNİ Kırılmış kinayelerin kuyruğuna astım lal geceyi Yıldızlar aklını delip geçiyor hala uyumamış her şeyin Bir yerde hep bir sokağa çıkma yasağı dur ateşleyin Gitmiyor can bir yere sadece sırtlayıp durdu bu küreyi Artık sevdasız yaşayan yürek kamburlarımız rehin Şişlesek bu patolojik kistimizi elbirliğiyle depderin Kıyısına saadet sofrasını serebilecek miyiz her nehrin Yüzümüzden en derin izini silerken her kirin Paylaşabilir miyiz hala aramızda dünyanım nimetini Gölgesini bile kırmadan bize kendiliğinden her gelenin Koynumuzda kardeş kucağı her yerde her an sepserin Parçalamadan dünyanın en eski ve yeni ailesini Derede huzur Gel Dağbek’ten dizime kon ey Munzur güvercini!

YAŞAR DOĞAN (Lolan)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

ZULA(NIZ)DAKİ ŞİİR, MAVZER(İNİZ)DEKİ MERMİ GİBİDİR[*]

Temel DEMİRER

“açlık ordusu yürüyor adımları gök gürültüsü türküleri ateşten bayrağında umut umutların umudu bayrağında.”[1]

a

Ahmed Arif’in, “Kalbim Dinamit Kuyusu”nu, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Acıyı Bal Eyledik”ini, Turgut Uyar’ın, “Ve bizim bir haziranımız/ bir yıl kadar yetecektir dünyaya/ Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış” dizelerini; A. Kadir’in, Vedat Türkali’nin, Nâzım Hikmet Ran’ın vd’lerinin dizelerini durmadan terennüm eden birisi olarak; John Berger’in, “Fırtınaların saati, aynı zamanda şiirin de saatidir,” saptaması şiir konusundaki görüşlerimin özetidir sanki.

Her yıl edebiyat dergilerinde öldüğüne dair rivayetlerin dolaşıp durduğu; zalimlerin, kalbi olmayanların sev(e)mediği şiir,[2] aşkı ve isyanı hatırlatır insan(lık)a her daim. Nâzım Hikmet Ran’ın, Pablo Neruda erbabının refiki olan şiir üzerine birçok değerlendirmede bulunulabilinir; ancak, genel bir şiir tarifinden kaçınmakta yarar vardır. Şiirin zengin çağrışımlar yaratma gücü, onun bir masa başı ürünü olmasında değil; yaşamla olan somut, organik ilişkisindedir. Çünkü böylece ortaya çıkan bir imge, soyut, sentetik, sadece mantıkla ya da sözcük oyunlarıyla kurgulanmış bir şey değildir; içinde hayatın canlılığını taşıyan canlı bir yaratı olmasındandır. Kolay mı? Sesle söz arasında, ateşle köz arasındadır. Şiir türkü söyleyen ötekilerindir; sürgünlere, kefensizlere, biat etmeyenlere aittir; üzerine namlu çevrilenlere göredir; çarmıhlara, mezarlıklara, yalnızlıklara ve teslimiyete inat tutsaklıktan kurtarılan özgürlüktür.[3] *****


Sayfa 43 Burak Abatay’ın, “Metalik bir şiir döneminden geçiyoruz. Kötü şiirin bulaşıcı bir hâl aldığı dönemden geçiyoruz,”[4] notunu düştüğü koordinatlarda şiir, sözcüklerle duygu aktarma sanatı olmanın da ötesinde kalp atışları(nız)dır. Kökenbilimsel anlamı itibariyle “şuur”un akrabasıdır şiir; nitekim Arapça’da şair (sha’ir), “bilen kişi” anlamına gelirken; şiir, şairin “bildiği”dir; şairin bize “bildirdiği”dir; şiir, bir mucizedir;[5] paylaşmaktır; Cemal Süreya, Orhan Veli, Can Yücel, Sabahattin Ali, Edip Cansever, Turgut Uyar’dır… Aristoteles’e göre, tekil olanı anlatan tarihe kıyasla geneli anlattığı için daha felsefi insan etkinliği olarak değerlendirilen, hayatın başköşesindeki şiir, duyguları en rahat, en dürüst, en net açıklama biçimi olması yanında hayat, aşk ve isyandır. Mücadele her zaman şiirin haklı çıkışıyla taçlanırken o, tükenmez. “Dilin son sınırıdır şiir”[6] ve hâlâ tükenmez bir şeylerin kaldığını kanıtlarken; insani hayalin, umutların da süreğen bekçisidir. Yaşar Miraç’ın, “İçimizdeki yaşama sevinci ve aşktır,”[7] diye betimlediği şiir için Gael Garcia Barnel, “Politikadan şiir eksildiği için mahvolduk,”[8] notunu düşer; gerçekten de, içinden geçtiğimiz katliam, kan, acı ve şiddet günlerinde şiire hepimizin gereksinimi var. ** ** * Şiir, yaşayarak yazılır. Turgut Uyar’ın, “THKP-C’yi benden nasıl a gizlersiniz?” diyerek beylik tabancasını örgütün hizmetine sunmak üzere kapıp getirişindeki coşkulu devrimcilik gibi mesela…[9] Kolay mı? Ölmemek için, ölüme karşı haykıran yürekliliktir şiir. Kızmayan, isyan bayrağı açmayan şiir, şiir olamaz; çünkü o, ölümsüzlük içindir. Dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylemdir şiir, doğası gereği devrimcidir. Şiir dünyaya anlam kazandırır, onu yüceltir; ayırır, birleştirir. Şair her zaman imkânsız bir eylemin peşinden sürüklenirken; şiir, şairi kana bular; töhmet altına sokar; zindanları reva görür… Başka türlü şair olunabilir mi; şiir yazılabilir mi? Elbette ‘Hayır’! Çünkü şiir, hayattır. Hayatın özüdür. Hayatın her şeyidir. Şiirle ilgilenen herkes, başta şair, hayatı her şeyden çok tanımalı ve bilmelidir. Çünkü “Şiir hayatın köpüğüdür. Çağın, hayatın, bütün bilgilerin... Şiir için hayat deneyimi gerek, düşünce, iletişim gerek, her şeye uzanmak gerek,” der Cemal Süreya. Yine Cemal Süreya’ya göre şair, gerçeği güzel, çirkin, aydınlık, yalın, karışık taraflarıyla anlatır. Yani şair hayatı anlatmalıdır. Bu yüzden şiir hayata benzer. Şiiri toplumla ilişkilidir. Şiir toplumun aynasıdır. Toplum dehası şiirde şekillenir. İnsan ve toplumdaki değişim şiire akseder. Cemal Süreya, şairin düzene karşı çıkan, onu eleştiren ve yargılayan bir kimse olduğunu söyler. Dolayısıyla şiir de düzene muhaliftir: ”Şiir bir karşı çıkma sanatıdır.”


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı Bu muhalif tavır onu yüreklendirir, kimsenin söyleyemediklerini söyleme cesaretini ona verir; “Şiir, her şeyi söyleyebilmek sanatıydı, her şeyi açabilmek sanatıydı,” diyen Cemal Süreya için şiir bir aynadır. Dünyanın veya ülkenin içinde bulunduğu durum şiire akseder. ** * * * Tam da bunlardan ötürü Nizar Kabbani, “dostlarım/ başkaldırmıyorsa, nedir ki şiir?/ azgınları ve azışları devirmiyorsa, nedir ki şiir?/ zamanda ve mekânda/ sarsıntı yapmıyorsa, nedir ki şiir?/ kisra nuşirevan’ın başındaki tacı/ yere çalmıyorsa, nedir ki şiir?”[10] diye haykırırken; Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “biliyorum/ matarada su/ torbada ekmek/ ve kemerde kurşun değil şiir/ ama yine de/ matarasında su/ torbasında ekmek/ ve kemerinde kurşun kalmamışları/ ayakta tutabilir,” notunu düşmesi boşuna değildir… Betimleyen/bütünleyendir şiir, en iyi -yazanı- anlatır. En iyi de -yasayanı- anlar… Şiir hayatın alev hâlidir; davasız şiir yoktur. F. Nietzsche’ye göre, “Şiir, felsefenin kız kardeşi”yken; şiir bazen kavgadır. Şiir umuda dair yansımadır. Şiir muhalifliktir. Bir pencereden aykırı bakabilmektir. Şiir, yazdıkların değil yaşadıklarındır. Yazdığın zaman şair olursun. Gerçekten yaşıyorsan eğer, şiirin bir parçası. İkisi bir arada ise, hem şair hem şiirin bir parçası olur bir başka şiire varırsın. a Dibe vurmuşluğa, incinmişliğe, zulme, yaşan(ma)mışlıklara, yalnızlıklara panzehirdir. Şiiri yazmak için bir hikâyen olmalıyken; Turgut Uyar’cası, “Göğe bakalım”dır; duyguların, itirazın, direncin Şükrü Erbaş ve Ahmet Telli’cesidir; Nâzım’ın Piraye’si; Ahmed Arif’in, “Leylim leyi”dir. ** * * * Toparlarsak şiir Nâzım Hikmet’tir. O, duyuşun deyişe dönüştürülmesidir; şiir bilgidir, kurtuluştur. “O da niye” mi? Şiir nedir ki, insan(lık)ın kurtarılmasına hizmet etmiyorsa? Platon’un ‘İon’ başlıklı diyalogunda “ne”liği araştırır şiir; Hegel’e göre, sanatların en üstünü olan sanat dalıyken; duyguya/ düşünceye boyut kazandırır. Özgürlüğün yanında durur; mücadeleye omuz verir. İnsan(lık) yontucusu şiir külhanidir, ekmek kavgamıza karışır, arıza çıkarır. Bizi gerçeğin karanlık kuyularına çeker; ancak kimseyi yarı yolda bırakmaz şiir. Bunun için zulasında bir tutam şiir olmayan isyancı yoktur ve de başkaldıranların işidir şiir yaz(dır)mak. Nihayetinde şiir, birazı sözcükten; çoğu sevinç, acı, hayret, aşk ve isyandan oluşan şeydir. Şairin işi imgeyi resmetmekken; şiir de, uyanıkken rüya görmektir. Ölüme meydan okuyan şiirin amacı, “bir şey”i gündeme getirmekse, aynı zamanda “o şey”i gündemden ayıklamaktır;[11] pörsüyen bir dünyayı kahreden kelimelerden mürekkeptir şiir.


Sayfa 45 Her yerde, her mekânda; şiir sokakta, otobüs durağında, her yerde ve ille de paranın üstündedir… Siz bakmayın kendinden menkul, “… ‘Şiir sokakta’ eyleminin (bunun bir eylem olduğundan şüpheliyim), modasının ne zaman ve hangi vesileyle başladığına dair bir bilgim yok. Ama bu ‘eylem’in doğası itibariyle gelip geçici modaların, kaba ideolojilerin, retorik olanın çok ötesinde olduğunu düşündüğüm ‘şiir’i örseleyici bir yanı olduğunu düşünüyorum… ‘Şiir sokakta’ eylemi şiirin bayağılaştırılmasını, ayağa düşürülmesini, itibarsızlaştırılmasını hızlandıran, niteliği değil niceliği öne çıkaran anlayışın ve kitsch’in tezahüründen başka bir şey değil kanaatimce… ‘Şiir sokakta’ mı? Latince deyişle ‘horribile dictu’ (korkunç şaka) olmalı bu!”[12] zırvalara… Sokaklara çıkmayan(ların), barikat kurmayan(ların), aşık olmayan(ların) şiir(i) şiir olabilir mi? ** ** * Olmaz elbette… İlhan Berk’in, “Şiir bir şey anlatmaz, anlaşılmak için de değildir,” diyen fantezisini bir kenara bırakırsak; “Şiir bir gerilla harekâtı gibi olmalıdır,” der Cemal Süreya; vurup kaçmalıdır... Kolay mı? Nâzım Hikmet Ran’ca, “Hêvî, hezar û yek pê/ Hêvî, ji roj da veşartî/ Hêvî, a kê bike mafdare/ Hêvî, mafî însanane/ Umut, binbir ayaklı/ Umut, güneşte saklı/ Umut, edenler haklı/ Umut, insanın hakkı,” diye haykıran şiir “Kırılan dalın türküsüdür”;[13] itirazıdır… Çünkü Melih Cevdet Anday’ın, “Şiir, bütün sanatlar içinde, bireyle tek başına buluşan sanattır”; Sigmund Freud’ün, “Nereye gidersem gideyim, benden önce bir şairin oraya gittiğini görüyorum,” diye özetledikleri konuda şiirin görevini, amacını, gerekliliğini Mahmud Derviş şöyle açıklar: “Şairler savaşı reddetmek için, savaşın dilini kullanmamalıdırlar. Bir şiir, ne kadar güçlü olursa olsun, asla bir savaş uçağını düşüremez, ama pilotun düşüncelerini etkileyebilir, değiştirebilir. Öyleyse şair insani görünümleri, bakış açısını; olaylar içinden de evrensel öğeleri gözetmelidir. Savaş mağdurlarının asıl dünyasına girmek gerekir. Şiir hayatın ihtişamının ilahisi, ezgisi olmak, çirkin şeylere karşı güzellikle mücadele etmek, savaşa karşı barışı barındırmak zorundadır.”

TEMEL DEMİRER 12 Eylül 2016 14:34:05, Çeşme Köyü. NOTLAR [*] Yeniden Sanat ve Hayat, No:46/5, Sonbahar 2016… [1] Nâzım Hikmet Ran.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı [2] Ankara’da Çankaya Türkan Yamantürk İlkokulu’nda sınıf öğretmeni Necla Arslan’a öğrencilerinin karnelerine öğretmen görüşü yerine şair- yazar Şükran Kurd akul’un “Ben sevd ayım, al beni sevecenliğine/ Ben gülü m, dallarına aşıla beni/ Çocuğum ben, göğsünde büyüt/ Acıyım, gerçeği ararsan bende/ İnancım, coşkuyu yaşarsan bende...” dizelerini yazarak, şirini sonuna “Küçüğüm, düşlere seninle yolculuk yapmaya devam edeceğiz” notunu yazdığı gerekçesiyle soruşturma açıldı. Okul Müdürü Erhan Ölekli, Kurdakul’un özgeçmişini de soruşturma dosyasına ekleyerek öğretmene şairin siyasi geçmişi üzerinden suçlamalarda bulundu. Okul yönetimi, Arslan’ı, “okul idaresinin saygınlığını ve otoritesini zedelemekle” suçladı. (Mehmet Menekşe, “Karnedeki Şiire Bile Soruşturma”, Cumhuriyet, 21 Mart 2016, s.3.) [3] “Egemen siste m (tüketim ekonomisi) şiiri her yerde dışlıyor. Bu işte kâr olmadığından…” (Kadir İncesu, “Ataol Behramoğlu: Adanmışlık Çalışkanlık Özveri”, Birgün, 3 Mart 2016, s.14.) [4] Burak Abatay, “Şair Şeref Bilsel: Kötü ve Metalik Şiir Döneminden Geçiyoruz!”, Birgün, 30 Aralık 2015, s.2. [5] “Eskileri ele alalım, Yunan’ı, Hint’i, benden önce ki Müslümanları ele alalım; hepsi de bu dallard a bol bol eser yazmış. Onların dediklerini tekrarlarsam benim çalışmamın bir değeri kalmaz; eğer onlara karşı çıkarsam, ki içimde sürekli böyle bir eğilim var, ardımd an gelecek b aşkaları da bana karşı çıkacak demektir. Alimlerin yazılarından yarına ne kalacak? Sadece kendilerinden öncekiler hakkında ne söyledikleri kötü şeyler. Ötekilerin kuramlarında çürüttükleri ne varsa h atırlanacak, ama kendi tasarladıkları da kaçınılmaz bir şekilde onların ardınd an gelecekler tarafından yok edile cek, gülünç duruma düşürülecek. İlmin kanunu budur; şiirde ise böyle bir kanun yoktur; kendinden önce gelmiş hiçbir şeyi yadsımaz ve ardından gelenler tarafından da yadsın maz, huzur içinde aşar geçer yüzyılları. Bunun için rubai yazıyorum. Beni ilim âle minde asıl büyüleyen ne biliyor musun? En yüce şiiri orada bulmam: mate matikte, sayıların o baş döndürücü sarhoşluğunu; astrono mide kainatın mu ammayı andıran mırıltısını...” (Amin M aalouf, Semerkant, Çev: Esin Talû-Çelikkan, Yapı Kredi Yay., 78. baskı, 2016.) [6] Asım Öztürk, “Dilin Son Sınırıdır Şiir”, İnsancıl Dergisi, Yıl:26, No:313, Ağustos 2016, s.37-38. [7] Aysel Sağır, “Yaşar Miraç: O Lacivert Ülkeye Kaçan Şair”, Birgün, 12 Mayıs 2016, s.14. [8] Esin Küçüktepepın ar, “Gael Garcia Barnel: Politikad an Şiir Eksildiği İçin M ahvolduk”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2016, s.19. [9] Barış Yıldırım, “Ah med Arif’le Bir Öğleden Sonra”, 3 Haziran 2016 … http://gezite.org/ahmed-ariflebir-ogleden-sonra/ [10] Nizar Kabbani, Yasak Şiirler, Çev: Kemal Yüksel, Kaknüs Yay., 2002. [11] “… ‘Şiir, alışkanlıklara karşı bir yaylım ateşidir’ ya Cemal Süreya için; onun da bir vitamin göndermesi var. He m bir şiirine isim yapmıştır... ‘Ğ Vitamini’: ‘Bilginlerimiz sağolsunlar/ Bir vitamin buldular/ Çalışınca azıcık/ Yu muşak G vitamini/ Ulusalcılık’ Cemal Süreya politiktir şiirlerinde. Hükümetler de onun hışmından kurtulamazlar; ‘Bu hükü met/ Pir Sultan’a p asaport vermiyor/ Onu anladık/ Yunus Emre’ye de/ Basın kartı vermiyor/ Onu da anladık/ Ama bu hükümet/ Ferman çıkarmış Karacaoğlan’ı Otobüse bindirtmiyor’… Rıfat Ilg az da 1940 Kuşağı’nın önemli şairlerinden. ‘Fedailer M ang ası’ından yani. O da kuşakd aşları gibi yalnız sanatıyla değil, d irenen pratiğiyle de bilinir. ‘Aydın mısın?’ adlı şiirinde bu konuda görevlerini yerine getirmeyen aydınlara seslenir; ‘... Kaldır başını kan uykulardan/ Böyle yürek böyle atardamar/ Atmaz olsun/ Ses ol ışık ol yumruk ol/ Karayeller başına indirmeden çatını/ Çabuk ol/ T am çağı işe başlamanın doğan günle/ Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden/ Her satırında buram buram alın teri/ Her sayfası günlük güneşlik/ Utanma suçun tümü senin değil/ Yırt otuzunda aldığın diplomayı/ Alfabelik çocuk ol/ ...Benden geçti mi de me k istiyorsun/ Aç iki kolunu iki yanına/ Korkuluk ol’...” (A. Hicri İzgören, “Birkaç Şiir Biraz Şiir… Panzehir”, Gündem, 4 Ağustos 2016, s.15.) [12] Ercan Yılmaz, “… ‘Şiir Sokakta’ mı?”, t24, 2 Nisan 2015… http://t24.co m.tr/k24/yazi/siir-sokaktami,130# [13] Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları, YKY, 1998, s.117.

a


Sayfa 47

KAÇINCI YILIN İZİDİR söz vurdu duvara beton bıraktı demiri hangi yürek, hangi çırpınış çekip alabilir gözünü cehennem dedikleri, o tezgâhtaki adamın yalnızlığa oynamasaydı

yine de yeşermektir, aldırma acının, özlemin derinliğinde secgiyle örtünmüşsen eğer kaynağı bozulur suyun küllenmiş yürek bir kuş için neyse ağacın dalı ağacınsa sancısıydı öz kurdu

yılların izine imzasını atarken yürek bu, yaşanılası bir rüya değil cehennem dedikleri, karanlıktı her yer ararken kendini, kaybedecek kadar mezarlıklar görünür koç başlarından kimi tarih deyip geçer kimi katar taş duvara bu cehennemde kurşun mu erir

ERCAN CENGİZ


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

ZULÜM, SEN DÜŞÜN Pusular at yoluma Taş koy Sellerin gerdanım olsun Kumuna terimi kat harcın olayım Zindanını benimle kur. Varsın vursun alnımdan yaşam Merhemim olur. Şafağa çeyrek var Sabahı görmez gözüm. Unutma, son kaledir yurdum Ne kadar yakıp yıksan da Ömrünü uzatmaz zulmün...

NECİP TIRPAN


Sayfa

KALAN sen eski kavgaların uzantısısın eski unutkanlıkların gencecik ve taze unuttuklarının seni yönetmesine izin verme kalan zamanın kısalığı tek yoksulluğumuzdur fukara sofrasında zeytin tanesi gibi her birimi fazla değerli şiirler daha hızlı yol alır sevgilerden

ÖZER GENÇ

49


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

EDEBİYATIN ÖLÜMSÜZ ŞÖVALYESİ: PUŞKİN -2Bedriye KORKANKORKMAZ “Petersburg yıllarını anlatır mısın?” “Liseyi büyük bir sabırsızlıkla bitirmek istediğimi ablama yazdığım mektupta da dile getirmiştim. Ailemin yanına gittiğimde kendime hangi mesleği seçeceğim üzerinde düşünmeye başladım. Lisede hafif süvari alayın çekici varlığı, asker üniformasına doğru sürüklüyordu beni. Böyle bir üniformaya sahip olmak için zengin olmak gerekiyordu. Babamın o kadar parası yoktu. Orduya rahatça girebilirdim bu da özgürlüğümden ödün vermek anlamına geliyordu. Sadece yazmaya kendimi a adamamı ailem kabul etmiyordu. Ben de Dışişleri Bakanlığı’na girdim. Yapacağım iş aylığımla orantılıydı. Kazandığım altın paraları ırmağa fırlatmakla gurur duyuyordum. Ben bir gecelik ilişkilerimi hem çevremle hem de şiirlerimde dile getirmekten çekinmiyordum. Sekiz yüz bilemedin dokuz yüz frank aylık alıyordum. Aldığım aylıkla sürekli geçim sıkıntısı yaşıyordum. Yaptığım haylazlıkları herkes biliyordu. Hiçbir eğlence fırsatını kaçırmıyordum. Bizim dönemimizde dans etmekle ve satranç dışındaki eğlencelere hakir gözle bakılıyordu. Susmayı hiç mi hiç beceremiyordum. Savurganlığımla perişan ettiğim aileme karşı da öyleydim. Fontanka yakınındaki küçük odamda bir gecelik aşk ilişkilerimden yüksek sosyete yaşamını ve zihnin ihtiyatlı bir sessizliğe büründüğü o cansız toplantılardan sıkılarak kendimi yazmaya adadığım zamanlarım da oluyordu. Eğlendiğim kadar da çok dize yazıyordum. Bunlar lisedeki şiirlerimin bir devamı niteliğindeydi. Taşlamalar, koşuklu mektuplar ve dörtlükler vardı içinde. Aşk, dostluk ve yalnızlık temaları üzerine yazıyordum. Benim o dönemde büyük yapıtım “ Ruslan ve Ludmila”dır. Şiirin baskısı 1819’da başladı edebiyat dünyasındaki yerimi almam bir hayli uzun sürdü. Bu yapıt hiç kuşkusuz ki perukalı bir akademi üyesine yakışır bir cinsten bir yapıt değildi. Şimdi bu yapıtın çağdaşlarımın gözünde bir skandal yaratmasına şaşırmıyorum. Eleştirilere karşı verdiğim yanıt şu oldu: “Eleştirmenlerin işi kolaydır ‘deniyor/ Eleştirilen şeye göre değişir bu oysa/ Kedinin fareyle oynaması değildir evet hiç zor/


Sayfa 51 Ama Herkül gerekir, eleştirilen Ruslan ve Ludmila’ysa.” (s.37) Gençlik tarafından beğenildi yapıtım. Olumlu eleştiriler de yazıldı yapıtım hakkında. Ünüm artmıştı. Çok uzun bir süre Ruslan ve Ludmila’nın şairi olarak anıldım. Ölümümle birlikte bu yapıt da bir farfaralık gösterisi olarak kabul gördü. Politika tüm Rus aydınlarının temel tutkusu haline geldiğinde de, yapıtıma anayurda karşı işlenmiş bir suç gözüyle bakıldı. Bu yapıtta şu dizelerimde olduğu gibi Tanrısal Parny’in bütün özelliklerini taşıdım: “Homeros olmayacağım asla/ Benim en alışık olduğum konu /Tanrısal Parny’nin konusu/ taşıdım: “ Homeros olmayacağım asla/ Benim en alışık olduğum konu /Tanrısal Parny’nin konusu/ Yani ateşli öpücükleri /Ateşli bir sevgilinin /Çıplak kolları, inleyen sesleri/Gece giysilerini çıkarırken” (s.38) Bu yapıtımda okuyucu işini daha ciddiye alan Puşkin’le karşılaşıyordu. Bazı derneklere üye değildim. Hem onlar beni kişiliğimden dolayı ciddiye almıyorlar hem de ben kendimi bazı sorumlulukları omuzlayacak durumda bulmuyordum. Benim elden ele dilden dile dolaşan devrimci şiirlerim tüm gizli dernek toplantılarından çok daha fazla sempatizan kazandırmıştır özgürlükçülüğe. Benim şiirlerimde köy ağalarına özgü yazdıklarımdan ötürü benim devrimci olduğumu sanıyorlardı ben devrimci değil, reformcuydum. Hem gizli derneklere üye olmamamın hem de dizelerimin yayımlanır yayımlanmaz hükümet tarafından sert tepkiyle karşılaşmasının nedeni de buydu. Daha sonra yazdığım a başka şiirlerimde imparatorun kendisine saldırdım. Yazdığım şiirler tepkiyle karşılaşınca şöyle düşündüm ciddi ciddi:” İntihar mı etsem, yoksa gidip içlerinden birini öldürsem mi?” diye. Öyle sert yazmakla kalmayıp aynı serlikle konuştum ki, hükümet resmen bana suçlu muamelesi yapmak zorunda kalacaktı. Çirkin söylentilerin yakamı bırakması için beni Sibirya’ya yollasınlar istiyordum (s.44) Nitekim 1820 Mart’ında Petersburg valisi Miloradoviç tarafından çağrılıp sorguya çekildim. Sorgu kısa sürdü. Suçlanan şiirlerim benim olduğunu itiraf ettim. Hükümet bana iyi davrandı. Gereken paran ve mevkilin verilerek beni de Güney’de hizmete yollamak şeklinde bir karar çıktı. Bu kararın tamtamına böyle mi çıktığını bilmiyorum. Ben de zaten başka yerleri gezmeyi görmeyi istiyordum. Sürgünlüğümün ilk etabında beni yolculamak için gelen dostlarımla vedalaşırken, Çarskoye Selo Lisesi’ni yeni bitirmiş tasasız ve haylaz bir delikanlı olmuştum bir anda.”

“Güney Rusya’daki hayatın hakkında neler söylemek istersin sevgili dostum?” “Çar’ın kesesinden yolculuk, başladığı gibi keyifli bitmeyecekti. Yeni yerleşim yerimi görünce hayal kırıklığına uğradım. Bir köy halindeki yeni yerleşim yerimde kendime ancak bir izbe bulabilmiştim. İlk işim temizlenmek oldu ve yatağa düştüm tabii. Ciddi ciddi hastalandım. Rayevski’lerin doktoru beni tedavi altına aldı. Hastalığımı ileri sürerek Kafkasya ılıcalarına götürülme kararım çıktı. Capo d’ Istria’da durumumu en iyi şekilde anlatmıştı. Çar’ın onayını alarak bu yeni yolculuğum için bana bin ruble


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı daha gönderildi. Yolculuğumda bana eşlik eden yol arkadaşlarım sayesinde yolculuğum iyi geçti. Yolculuk bana iyi geldi ateşim sekiz gün içinde tamamıyla geçti. Yazdığım “Erzurum Yolculuğu” yapıtımda o döneme özgü olarak sadece ırmak kıyısında yaptığım sakin gezintileri anlatıyordum haklı olarak. Yolda karşımıza çıkan suların hepsinden içtim ve hepsinden de şifa buldum. Orada tanıdığım Mariya Rayevskaya ile giriştiğim yarışlardan bir anısı olarak şu dörtlüğü yazdım:” Nereus’un kızını gördüm su perisi/ Kırım kıyılarının dalgaları içinden/ Geldi bir kuğu kuşu gibi ışıldayarak/ Ve sıktı iki elleriyle ıslak saçlarını.” (s.51) Ben bütün genç kızları sevdim. Bu anlamda hızlı yaşadım. Kırım’daki gezileri edebiyat alanındaki birtakım tasarıları gerçekleştirmek için yaptım. Ben hiçbir zaman yalnızlığı sevmedim. Beni gözetlemekle görevli General İnzof bana hiçbir konuda zorlamada bulunmadı. Sadece bir kez bir boyarı tokatladığım gün hapse attırdı beni ve istediğim kitapları da kendi elleriyle getirdi bana. Bu kısıtlı gözetlemekte olduğum Kişinef’ten sık sık uzaklaşıyordum. Sadece bayan Davidof’a değil, kadının henüz on iki yaşındaki kızına da ilgi duyuyordum. Kişinef’te bir sürü dost edindim kendime. Besarabya ordusu kurmayında aydın ve kimi devrimci derneklere üye oldum. Petersburglu subayla ilişki kurdum. O sıralar savaşlar sürmekteydi. Türklerin hışmından korkan yaşlı aristokrasiler de sığınmıştı Kişinef’e. O sıralar bir Çingene kızına âşık olmuştum. Birçok insan ünlü Çingene şiirimi yazarken bu kızdan ilham aldığımı söylüyor. Sürgün olduğum için ikinci sınıf muamelesi görüyordum yörenin yüksek sosyetesinden. a Zenginlerin arasında meteliksiz bir adamdım. Kardeşime yazdığım mektupta içinde bulunduğum durumu tüm çıplaklığıyla yazdım. İnsanlardan para almaktansa meteliksiz yaşamanın daha onurlu olduğunu yaşadığım deneyimlerden öğrenmiştim. Hele alçaklık yapmak zorunda kalmaktansa ya da alçaklık yapmış biri gibi algılanmaktansa yoksul yaşamak çok daha onurludur. O arada yatağıma bağdaş kurup oturuyor durmadan yazıyordum. Çeşitli trajedi ve komedi yazma planları yapıyordum. Haydut Kardeşler, Kafkas Mapusu ve Bahçesaray Çeşmesi başlıklı şiirlerimi o dönemde yazdım. Kötümserliğe kapılıp yazdığım şiirler de oldu ama kötümserliğim fazla uzun sürmedi. Şu şiir dizede yazdığım gibi:” Delidolu gençlik yaşlarımı/ Koyuverdim kendi yazgılarına/Ve yalnızlık sürgünümde/Unutup hepsini avuntu buldum.” S.57 Yeni bir hayat düşlüyordum huzur ve aşk dolu bir ortamda yazmak istiyordum. Ruslan ve Ludmilla tüm başarısına karşı bana para kazandırmadı. Ailemin ve İnzof’un tüm çabalarına karşı hükümetten tek kuruş gelmiyordu bana. Gırtlağıma kadar borçlanmıştım. O moralle şu dizeleri yazdım: “Sen bir Sodom’sun Kişinef/ Ve er geç bir gün gökyüzü/ Senin tepene inecektir/ Ve en ufak bir iz bile/Kalmayacaktır senden, bil!”S.58. Kişinef’ten ayrıldım sonunda. Odesa’da çok kitap okudum. Çingeneler ve Yevgeni Onyegin’in iki bölümümü de bu dönemde yazdım. Hayatım da ve yapıtlarımda önemli yeri olan ilişkiler kurdum. Madam Rizniç’in ölümü beni derinden sarstı. Polislerin ellerine İngiliz doktordan ateizm dersleri aldığımı anlatan mektup geçti. Bu mektup soruşturmaya tabii tutuldu. Dışişleri Bakanlığı uzun bir süre bu konuyu tartıştıktan sonra beni ateizm


Sayfa 53 hocası bulunmayan bir yere atadı. Haziran 1824’te Psokof yakınlarındaki ailemin yurtluğuna gitmem kararlaştırıldı. Temmuzun dördünde her şey geride kalmıştı. Evet, yanılmıyorsam yolculuğun Mihaylovskoye’ye varınca sona erdi. Yolculuk serüvenini anlatır mısın sevgili dostum?” “10 Haziran 1824’te harcırahımı alıp polis denetiminde yola çıktım. Çernigov yakınlarındaki şair Radzanko’yu görmeye gittim. Mihaylovskoye’de beni sıcak karşılamalarını beklemiyordum. Benimle gurur duyan babam benim denetmenim olmuştu. Ne okuduğumu nereye gittiğimi mektuplaşmalarımı denetim altında tutuyordu. Babamla kavgalarımız her gün giderek şiddetleniyordu. Yaşadıklarım bana şu dizeleri yazdırmıştı: “ Amansız feleğin elinde oyuncak gibi/ Sürgün, yalnız ve zavallı./ Savrulurum esen yelle.” (s.65) Terk ettiğim yerleri özlüyordum. Kaçmak için giriştiğim tüm cabalar da sonuçsuz kaldı. Burada da teselliyi çalışmakta buldum. Tek katlı ahşap bir konakta oturuyordum. Dadımın anlattığı Rus masallarını dinliyordum. Yazın gelmesiyle birlikte evimin terasında görülen manzarayı Yevgeni Onyegin’de şu dizelerde betimledim: “Bir tepeye bakardı ıssız şato/ Önünde rengârenk ışıltılı çayırlar/Altın tarlaları uzanırdı/ Tek tük evler görünürdü/ Sürüler otlardı uzaklarda/ Biraz daha yakında/Orman perilerinin sığındığı/Terk edilmiş büyük bir bahçeden/ Koyu gölgeler yayılırdı etrafa” (s.71) Sık sık kır gezilerine çıkardım bastonumla. O dönemde birçok şair, romancı ve tarihçiyi Fransızcalarından okudum. Yevgeni Onyegin’in dört bölümünü, en sevdiğim yapıt olan Boris Godunof’u yazmıştım. Bu a sürgünlüğümde siyasetten ve edebiyattan uzak kaldığım için üzülüyordum. Çar Aleksandr ölünce hemen evime döndüm. Ertesi günde başkentin yolunu tuttum. Üç gün sonra I. Nikola’nın çar olduğunu ve isyanların bastırıldığını duydum. Dostlarımın birçoğu tutuklanmıştı. Dostlarıma yardım etmek için elimden geleni yaptım. Rusya’nın yeniden zorbalığa boyun eğmesini kabullenemiyordum. Daha sonra Çar’ın habercisi beni almaya geldi. Üç gün sonra Moskova’ya vardım ve Çar’ın huzuruna çıkarıldım. Çar, bizzat beni kendisi gözetleyecekti bundan dolayı da beni bağışladı. Çok geçmeden bunun çok kısıtlı bir özgürlük olduğunu anladım. Sınırsız neşem beni altı yıllık sürgünlük hayatımda ayakta tutmuştu.” “Peki, Güneyde gecen yılların ürünleri hakkında neler söylemek istersin?” “Kişinef ve Odesa’da olduğum dönemlerde uygarlıktan geri Kalmamak için romantizmin öncülerinden Shakespeare ve Byron okuyordum. Gniyediç’e yazdığım mektupta yeni Rus edebiyatının anlatımını övdüm. Yeni akımın klasik şiirin derebeylerine karşı kazandığı zafere yürekten katıldığımı yazdım. O dönemde kendimi Byron güneş sistemine düşen kuyruklu yıldız diye adlandırdım. André Chénier’nin Hancer’inden etkilendim ama romantiklerin sınırsız umutlarına kapılmadım.”Koyunlar özgürlüğü ne yapsın/ Ya kırpılır ya öldürülür onlar.” (s. 79). Kendimi ortaya koyduğum şiirlerim henüz Byron’ca değildi. Bu yapıtlarımda da aşktan dostluktan yazgının soğuk ve belirsiz anlatımından söz ediyordum. Kırım’da yazdığım şiirler Chénier’e yaklaşır. Daha sonra yazdığım hiçbiri 1824’te yazdığım “Denizde” ye kadar Byron etkisi taşımaz. O dönemde yazdıklarımda belirgin herhangi


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı bir etkiden söz etmem. Çok değer verdiğim yapıtım “ Ovid e Od’a bakman yeter. Oleg’in ölümü üzerine yazdığın balada da başka şairlerin etkisi görülmez. Bu baladı şimdi yazsaydım daha kısa yazardım. Bahçesaray Çeşmesi Kırım tatarlarının hanı Kerim Giray’la Polonyalı Marya Potoka’nın öyküsüdür. Çingeneler’de Besarabya ovalarını anlattım. Bir akşamüstü Çingeneler çadırlarını kurmuş yatmaya hazırlanırken yabancı bir adam gelir oymakbaşından aralarına katılmak için izin ister. Yaşı adam bu isteği red etmeye hazırlanırken kızı Zanfıra yabancı adamı beğendiğini onunla evlenmek istediğini söyler. Evlenirler. Adamın adını Aleko, koyarlar. Köyde oynatması için bir de ayı veririler. İlk başlarda şey yolunda gider. Bir süre sonra Zanfıra kendine başka bir âşık bulur. Bu durumdan rahatsız olan Aleko, olayı kızın babasına anlatır. Babası kendi karısının kendisini nasıl aldattığını açıklar ve olayı hoş görüyle karşılamasını söyler. . Bir gece Aleko, karısını sevgilisiyle basar ikisini de öldürür. Ertesi sabah Aleko’yu cesetlerin başında bulurlar. Yargılanır. Çingeneler Aleko’u kovmakla yetinirler. Beni Rusların Byron’u yapan bu tür şiirlerimdir. Şiirlerimin çerçevesi Byron’ın hemen hemen aynısıdır. Byron gibi benim kadın kahramanlarım da gaddar, aşağılayıcı âşıkların kurbanlarıdırlar. Kafkasya Tutsağı yayımlandıktan bir yıl sonra ben bu yapıtımda ne kahraman ne plan ne de çevre anlayışının olamadığını söyledim. 1825’te yayımladığım bir yazımda Byron türü kahramanlar yaratmakta başarısız olduğumu açıkladım. Daha sonra bir arkadaşıma Byron’ın etkisinden kurtulduğumu yazdım. Bahçesaray Çeşmesi malzeme bakımından daha zengindir. a Gezip gördüğüm yerleri anlatıyorum bu şiirimde. Ben daha bu şiirimde bir anıyı canlandırmak istedim. “Bahçesaray’ı gezdim/ Kimselerin anımsamadığı/ Sessiz koridorlarını, salonlarını/ Halkının baş belası gaddar/Hükümdarın şölenler verdiği/ Korkunç savaşlardan dönüp/ Zevk ve sefaya boğduğu/Bu boş odalarda bahçelerde/Şehvet ölmemiş henüz”S.83-84. Bu şiirin sadece bir kısmı. Diğer kısımlarını sen okursun ben gidince. Biyelinski’ye göre Rus şiirinin başyapıtı olan bu dizeler Bahçesaray Çeşmesi’ndeki tek tasvirdir neredeyse. Hakkımda çıkan söylentilere bakılırsa Çingeneler benim yaşadığım bir serüvendir. Aleko sıradan bir Byron kahramanı, yaşlı çeri başı, XVIII. yüzyılın klasik tiplerinden biridir. Özgün olan sadece Zanfıra’dır. Biyelinski’ye göre Rus gerçekçiliğinin ilk örneği Çingeneler’de gidiş hazırlıklarının anlatıldığı dizelerdir. “Tek bir çadır kalmadı görünürde/ Herkes gitmeye hazır/ Birden yer gök sarsılır işte/ Sürü bozkırı kaplamıştır/ Karı, koca, abla, kardeş/Genç yaşlı bir araya gelerek/ Eşeklerin taşıdığı küfelerde/Bağrışıp oynar çocuklar/ Dinleyin haykırışları, şarkıları/ Ayının homurtusunu sinirlenip/ Zincirini şakırdatışını/ Havlamaları ve çığlıkları/ Dingilin gıcırtısını, hışırtısını yem torbasının/ Şu rengârenk paçavralara/Çıplak çocuklara, ihtiyarlara bakın.” (s.87)

DEVAM EDECEK...

BEDRİYE KORKANKORKMAZ


Sayfa 55

SUYA KARIŞMAK

Karışır bir gemide bütün sesler denize atarsın yüreğini martılar kapmaz ama arınırsın avunursun suyla biliyor musun kuşun gagasında türküsündür...

BURCU TÜRKER


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

MİNYATÜRLER -1Karınca Sesinden Anladım Sensin Geliyorsun Usulca değdi Gözüne Gözüm Bildim Seviyorsun Karınca Adımlarını Duyduğumda Bakma Karıştım biraz |Hem biraz sen yoktun Hem çok kalabalıktı içim| Dütdürüdüt bir borazan Hayalimi ürküttü Düştü sabah Bayıldı kollarıma Sevdim Okşadım Ayıltamadım.

ALİ HALDUN HAKMAN


Sayfa

57

YORGUN GÜN GİBİSİN

-'solgun işçinin yüzü' arkadaş Zekai Özger anısına saygılarımlagüzden kalan kırık bir kürek kayıklar yan yatmış gecede ak köpüklerinde dalgalar sessiz bir iç geçiş salınımında kıyıya varmak istemezcesine petrol atığı kaplamış mavine neler olmuş öyle söyle acı sağanağı denizim yorgun gün gibisin güneş toplarken gidişe kendini doğacak gülümseyerek gün aydınlığında öteler açacak gün penceresini

gerilmişsin güzde alazlayan rüzgarla kara kömür gözlerinde batık gemiler gibisin kırılmış sevgi aynan binparça yüzünde ki çizgiler 'solgun işçinin yüzü' meydanları inleten ah sesin pıtrak bir dal gibi kaç yıl dinlemek istediğim zamanı ucundan yakıp ne çok sigara içmişsin yılları ağartan saçlarda yüzün yarım bir ay kırığı gülüşün bağrı yanık zamanlarda sevdan özleminde büyüttüğün bitmedi...

VEDAT KOPARAN 27.05.2007


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

DENEMELER

Adnan DURMAZ

a

Tutsak, mahpusun duvarlarını evcilleştirip, insan kılıyor.. Zından duvarlarını hülyalarıyla deliyor insan.. Göğü yeniden yeniden boyuyor maviye, kuş seslerini yeniden yeniden tazeliyor kulaklarında, zından karanlığını meydan kılıyor yaşanacak günlerine.. Ölüm mü bizi, biz mi ölümü , kim kimi evcilleştirip, alıştırıyor kendisine.. Her doğan insan yaşama dörtnal, kucak dolusu katılırken, çevresinde sayısız ölüşün ve dirilmenin yarattığı ahenk, yaşamın ta kendisi oluyor.. Yeşil yaprak ve gonca gülün gazel oluşunda duygularımız, sevinçten hüzne, kendilerini defalarca inşa ederken, yaşam anlam kazanıyor.. Ve biz sevinç kadar hüznün, kahkaha kadar gözyaşlarının da olmazssa olmazlığına hayat diyoruz.. Ve sevdiklerimiz gidiyor yaşamın bir başka biçimine.. Ölüm bütün öfkelerimizi,hırslarımızı da törpülüyor,eğer insansak..sevdiklerimiz gittikçe,ölüm daha bir yumuşak yüz takınıyor karşımızda..


Sayfa 59 Bütün korkularımızdan sıyrıldığımız yerdir, ölüm korku olmaktan çıktığında ve dünyevi isteklerimiz yeniden şekillenir.. Artık parayla alınabilecek her şey anlamlı değil,göğün mavisinden, yıldızların ürpertisinden,çığ gibi inen baharın coşkusundan, delice yağan yağmurun güzelliğinden.. Biz olmadan önce ve bizden sonra da akıp gidecek hayata ne kattığımızdır aslolan.. Ve bir tek ağaç bırakmak geride, sonsuz yaşama büyük bir katkıdır bizden sonra.. Ve sevgi bıraktığımız her yürek, bizden sonraya taşıyacak o sevgiyi sonsuza kadar damla damla.. Ve biz işte orada yaşıyor olacağız.. *** Dip ve Zirve denilince derin kuyuları ve çıkılmaz dağ doruklarını düşünüyorum. Dip ve Zirve denilince, derinliği olan insanları ve insanlığın yetiştirdiği a büyük insanları düşünüyorum. Dip ve Zirve arasında uçurumlar var. Dip ve Zirve arasında belki de mesafe yoktur. Zirvede dediğimiz insan içinde derin çukurlar olan insandır belki de. Zirvelerde derin çukurlar, krater ağızları ve uçurumlar vardır. Ama derin kuyulardan yaşam kaynağı olan su çıkıp, uzun bozkır ve çöl yolculuklarında nice insana yaşamvermiştir. Doruklarda da pınarlar vardır

ADNAN DURMAZ


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

ZAMANIDIR bir bıçak sırtı gibi sessizce ilerliyor zaman zaman ezenden yana, ezilenden yana olma zamanıdır! her çağda olduğu gibi bugünde emperyalizmle mücadele zamanıdır… saatlerinizi umuda ayarlayın geri sayım başladı! hedefi güneş olanlar için güneşten ışık yontma zamanıdır… ateşlenmiş bir fitil gibi hızla ilerliyor zaman ne soluklanacak, ne dinlenecek bir an var! itibar etmeyin sizi ayrıştırıp ikiye bölenlere her gün aynı masalı anlatıp, aynı türküyü söyleyenlere… yalnızsan eğer; kendi gökyüzünle avun kendi dağına tutun, kendi gözyaşınla yıkan… teslim etme kendini bu çarkı bozuk düzene sen insansın umut sen de; zamanı durdurmak senin elinde!

MERİÇ AYDIN


Sayfa

61

SARHOŞ SÜRÇMELERİ (‘’gülme artık yedikatsislerinin içinde; harabeler, yıkıntılar devrilir üzerime boynun çıkmaz kahrolurum saçlarını çözdükçe! lacivert okyanuslar devrildiği masalarda buremang kahkaların çarpar döner yüzüme… sen ki yedikat sislerinin içinde; gülme!... gülme beni kahkahalarla delirtme! bak sanki bir adam değil de koskoca bir halk katloluyor! soyundukça soykırım boynunun üzerinde’’) Lacivert okyanuslar devrildiği masalarda; Vahşi Kartalların soluksuzca çarptığı Netameli kuyuların uğursuz karanlığında; Salkımsöğüt yağmurların saçlarını topla dur; Uçurumlu boynun çıksın ortadoğunda.. Çıldırırım yıkıntılı küllerin harlandıkça, Serseri hayvanlarım doğdukça yangınından; Çığırından çıkardım çığlığının yokuşunda.. Soyunurken ahlaktan frapan kadınlığını, zift akıtan çıplaklığına dokunamam…

Çıldırmış kısraklar şakırdayan nallarla Engebeli kasıklarda soluksuzca şahlanır, Uzargider engebeyle volkanikce o dağlar; depremler sarsılır damarında haritanın.. Patlardı volkanlar, kraterinden lavlar; Püskürürdü soluğunla tutuşma sancısıyla.. Savrulurdum coğrafyanda kumralsı çığlığınla Kartal kanatlarımın kanyonlara çarptığı, yokuşunda binparça ağrıyorum acınla. artık bilinmesin sarsıntı kayalığında fayhattını sarsan depreminde sarsıldığım.. ve gerilla kartalların vakur voltalarıyla bilinmesin katliamla maktulce yığıldığım.. tezhiple yaldızladığım zehirzıkkım mısrayı; yazsam nakışlarla ağrıyan kalemkarım.. nakşeylerken efkarımı kelamına nakkaşlar; sussam gürültüyle başlar korkunç intiharım.. içkanaması olur artık lakabı ağlamanın.. kadınlığının kuyusunda acırken çıkrıklarla şiirin vurgununda dilsizim ağlayamam!


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

tımarhane şoklarında voltajlarla acıyıp dağlarında patlayan barudi gerillayım.. yüklenir sırtıma yalçındağın ağrısı, bakraçlara kan sıçratan militan pusatları; yüklenir vuruldukça kirpiğindeki kurşunla… öpüşürken kördüğüm hicranlı sarmaşıklar; dillerinden sıçrayan bakırçalığı yağmurlar, yüklenir sırtıma kurşun uğultusuyla... terk edişin bıçağını çaldıkça kamburuma kanayan yaraların iltihaplı sızıları façalı mağluplüğumun damarında kalır kalır mağlupluğumun düğümlü sarmaşığı çözülmez sevdaların kördüğüm palamarı.. istilacı coğrafyanda akbaba kanatları, vuruyor darbesini karanfil karanlığıma.. dağlanıp yangınınla harı narın hatrına; sürülürüm maphusuna vurgun hicranlarımla.. sür beni haritandan,coğrafyandan,huzrundan sürüp at azınlık kamplarının zulmündan talanlanmış coğrafyanda sömürge ülke gibi şiddetli istilanla bölünüp dağılayım! zemheri kuyularda paramparça acıyım yedikatsislerinde uluyan çakallarla, düşeyim bakraçları balkıyan ıssızlığına.. patladıkça pusatların öfkeyle haritamda müstemleke ülkemde kurşun yarası kalsın.. hançerinle dağlandıkça çalkalanan yaralar her sevgili kanında terkedenleri saklar!

OĞUZ ATEŞOĞLU


Sayfa

63

RESİM: DAVİD R. VETZEL

ÜZÜLME Üzülme çocuk! Kıyılarına dokunup, Kaçacağım buralardan, Çocukluğunu yaşamadan. Gerçi alışmışsındır. Sınavlarla, başarılarla odakladık. Küçücük kavuğa sığmayacak, Hayallerle besledik. Üzülme! Çocuk. Kıyında biraz, durup, Kaçacağım buralardan. Elin toprak yüzü görmeden, Betona değecek biraz, lakin; Anlamını enin dünyanda dört duvar arasına gömdük.

Üzülme! Acımadan, anlamadan, Geçecek ve dönecek dünya! Sen, senden yoksun büyüyecek, Duvarlara çizeceksin, Anlamsız melodilerin resmini, Sıkışık kalmış bedeninin türlü halleriyle. Üzülme çocuk! Azıcık durup kıyında, Geçeceğim buralardan.

ALPER SANCAR


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

ŞİİR-ŞAİR

POETİKA Şairler)Ve yüreğimiz gücünü yitirdi mi Unutkanlık uykusundan uyandırın biziL. ARAGON

Acının yalvacı akşamın hüzün kovalayıcısı şair Yorgun argın sözcüklere ışıltılı imgeler sunan ne duygu üret ne çağrışım o okurun işi.

F.KADRİ GÜL

Şiir, paradokstan çıkan eğitimdir şiir kabuğundadır yaranın delirir bilinci evriltirken aşka saldırır korkudan cinayet işler durup dururken… Sevgilinin göz yaşıdır şiir ayrılığın hüznü

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

Şiir ısrarlı bir telkindir, ama tekin olmayabilir bazı telkinler gibi. Şiirin tarihi Dil'den Söz'e doğrudur Eve dönerken şimdi Yaralı bir yaz akşamı Şiir olarak iniyor kaşlarıma Alnımda biriken ter Susarsa bir kuş Yaşanır kopuş Şaire küser şiir

CARL SANDBURG

BÜRRAN SAKA

ERCAN AKBAY

Şiir erilmez Kaf Dağı Şiir sufîler otağı OLCAY YAZICI BEHÇET NECATİGİL

HİLMİ YAVUZ

İSMAİL UYAROĞLU

kahkaha çiçekleri şiirlerle açarlar gül goncaysa/ şiirle oldu meri keklik ceylanın gözünün güzelliğini ilk şiir gördü

FEVZİ KÖK

Bütün halklar ile bacı-kardeştir Kurakta yağmurdur, kışta güneştir Gecenin bağrında yanan ateştir Karanlığa kurşun sıkandır şair MEHMET SARI

BABÜR PINAR

Karanlığın kalbini yaran Bıçak olsun şiirin, Yükselsin yıldızlar arasına, ALİ ZİYA ÇAMUR

Doğa’nın şiirini söylemekmiş işi Eskilerin, Dumanın, karın, ayın, rüzgârın, dağların, nehirlerin. Çağımızın şiirini bürümek gerek zırha Artık bilmeli dövüşmeyi ozanlar da! HO CHİ MİNH

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR


Sayfa 65

YAŞAM VE SANATTA

AYIN İZDÜŞÜMÜ MEHMET H. DOĞAN ÖDÜLÜ ERHAN ALTAN’IN... Türkiye’nin ilk şiir kütüphanesine ev sahipliği yapan Nilüfer Belediyesi’nin Türkçe’de yayımlanmış şiir eleştirilerinin önemine dikkat çekmek ve Türkiye şiirine katkı sunmak amacıyla verdiği Mehmet H. Doğan Ödülü’ne Erhan Altan layık görüldü. Seçici Kurul üyelerini Orhan Alkaya, Metin Celal, Gültekin Emre, Haydar Ergülen ve Orhan Tekelioğlu’nun oluşturduğu Mehmet H. Doğan Ödülü’ne 12 eser katıldı. Şiir araştırmaları, eleştiri ve incelemelerine verilen Mehmet H. Doğan Ödülünnü sahibi ise “Bu Gece Neden Uyuyamıyorum Evimdeki Yatağımda” adlı eseriyle a Erhan Altan oldu. Oy çokluğu ile verilen ödülün gerekçesi “Orhan Veli ve Garip Akımı konusunda yeniden okumayı özendirecek düzeyde özgün bir çalışma olması, eserde sağlam ve yetkin akademik kaynakların kullanılmış olması ve eserin metodolojik yaklaşımı” olarak açıklandı. (EDEBİYATHABER.NET )

ANKARA TABİP ODASI ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLARI BELLİ OLDU... Alper Akçam, Özcan Karabulut, Aysu Erden ve Serdar Koç’tan oluşan Seçici Kurul, 8 Mart 2017 Çarşamba günü gerçekleştirdiği toplantıyla 26 öyküyü değerlendirdi ve dereceye girenleri oy birliğiyle seçti: Dr. Sibel Gögen “Ara İstasyon” adlı öyküsüyle birincilik; Dr. C. Alper Ersoy “Yangın” adlı öyküsüyle ikincilik; Dr. Mehmet Uhri “Hayatın Acemisi” adlı öyküsüyle üçüncülük; Dr. Mehmet Can Pençe “Veda” adlı öyküsüyle mansiyon ödülü aldı.(EDEBİYATHABER.NET)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

21 MART DÜNYA ŞİİR GÜNÜ PEN ŞİİR ÖDÜLÜ EGEMEN BERKÖZ’ÜN .... PEN Şiir ödülünün sahibi belli oldu. Ödülün Egemen Berköz’e verileceği açıklandı. Berköz’e ödülü 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde Nâzım Hikmet Kültür Evi’nde gerçekleştirilecek törenle verilecek. Uluslararası PEN Türkiye Merkezi’nin yaptığı açıklama şöyle; “İlk kitabı Çin Askeri Ah Devran'dan (1966) başlayarak sarsıcı bir şiir yazan, insanın yalnızlığını toplumsal varlığı içinde değerlendiren, her zaman daha derini yoklayan, fakat bu yoklamayı insanın iç sesiyle yapıyormuş gibi düşündüren, Türk şiirinin 60 Kuşağından gelen öncü ismi Egemen Berköz'ü 2017 PEN Türkiye Şiir Ödülü ile selamlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Şiiri kadar çevirileri ve yazılarıyla da edebiyata, şiire, müziğe ve yaşama dingin, usul bir ses katan Egemen Berköz az yazmasına karşın unutulmaz şiirleriyle de her zaman farklı bir ses olmayı sürdürüyor. Ödül Töreni 21 Mart Dünya Şiir Günü 18.30-20.30’da Şişli - Nâzım Hikmet Kültür Evi’nde olacak.” (EVRENSEL)

a

HALK MÜZİĞİ SANATÇISI EMRE SALTIK SONSUZLUĞA UĞURLANDI.. 2 Gün önce kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırılan Halk müziği sanatçısı Emre Saltık yaşamını yitirdi. Halk müziği sanatçısı Emre Saltık 11 Mart 2017 günü yaşamını yitirdi. 57 yaşındaki Saltık 2 gün önce kalp krizi geçirmişti. Emre Saltık 1960 yılında Dersim, Ovacık'ta dünyaya geldi.1984 yılında İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Türk Halk Müziği bölümünden mezun oldu. Arif Sağ ile birlikte Arif Sağ Müzik Okulu'nda (ASM) eğitim verdi. 1987 yılında bu okul Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlandıktan sonra, ASM müzik kursundaki müdürlüğü ve sahipliğini sürdürerek, çalışmalarına devam etti.Uzun yıllardır halk müziğine yaptığı çalışmalarda prodüksiyon yönetmenliği, icracı ve eğitmen olarak önemli katkılarda bulundu. Birçok halk müziği kasetinde yönetmenlik yaptı. (EVRENSEL)


Sayfa 67

EDEBİYAT GÜNLERİNDE: ÇÜRÜME EDEBİYATININ ANATOMİSİ MASAYA YATIRILDI...

a İlki 23-26 Şubat tarihleri arasında İzmir Nâzım Hikmet Kültür Merkezinde düzenlenen “Çürüme Edebiyatının Anatomisi” konulu etkinlikler dizisi, İstanbul ayağı ile 9-18 Mart arasında İstanbul Nâzım Hikmet Kültür Merkezinde devam etti. Türkiye’nin kültürel ve sanatsal yaşamının sermayenin ve gericiliğin ağır saldırısı altında kaldığı belirlemesinden hareketle düzenlenen etkinliklerde, bu kuşatma ve saldırıya karşı yanıtlar üretilecek, nasıl mücadele verileceği değerlendirildi. 18 Mart Cumartesi son oturumu yapılan edebiyat günlerinde, Aşağıdaki konular tartışıldı: 9 Mart Perşembe, Saat 20:00, Ruhi Su Salonunda Metin Tülü, “Yeni Nesil Edebiyatçılar Ne Anlatıyor?” konusunu işledi. 11 Mart Cumartesi, Saat 16:00, Ruhi Su Salonunda Nevzat Evrim Önal, “Edebiyatta Lümpenleşme”yi ele aldı. 11 Mart Cumartesi, Saat 16:00, Ruhi Su Salonunda Ahmet Çınar, “Eleştrinin Çöküşü”nü anlattı. 16 Mart Perşembe, Saat 20:00, Ruhi Su Salonunda Taylan Kara, “Dergicilik ve Yeni Edebiyatın Soy Kütüğü” üzerine konuştu. (EDEBİYATHABER.NET)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

ALİ İSMAİL KORKMAZ VAKFI, DOĞUM GÜNÜNDE ALİ İSMAİL'İ ANIYOR

Ali İsmail Korkmaz'ın ailesi tarafından, onun düşlerini devam ettirmek için kurulan Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV), Ali İsmail'i doğum gününde, 18 Mart 2017 Cumartesi günü Samandağ'da anacak. Anmada Aylin Aslım, Fırat Tanış, Teoman a Topluluğu'nu oluşturan gençler de sahne Kumbaracıbaşı'nın yanı sıra ALİKEV Müzik alacak. Etkinlikte, gelenekselleşen Ali İsmail Korkmaz Ödülü de sahibini bulacak. Sevgili Ali İsmail Korkmaz’ın “Düşlerindeki Özgür Dünya” için yola çıkan ALİKEV, Ali İsmail'in doğum gününde bir kez daha; belki Alisiz ama Alinin düşleri ve umutlarıyla, umuda kucak açanları bir araya getiriyor. ALİKEV tarafından her yıl Ali İsmail'in doğum gününde gerçekleştirilen anma, bu yıl ilk kez Samandağ'da gerçekleşecek. Ali İsmail'in düşlerini ve umutlarını her yere taşımayı amaçlayan ALİKEV bu yıl etkinliği Samandağ'da gerçekleştirecek. Ali İsmail Korkmaz Ödülü sahibini bulacak Ali İsmail Korkmaz Ödülü, her yıl bir sanat dalında ve gençlere yönelik olarak gerçekleştirilen yarışma sonucunda Ali İsmail'in doğum gününde veriliyor. Ali İsmail Korkmaz Ödülü, bu yıl özgürlük teması ve illüstrasyon dalında yapılan yarışmaya katılan sanatçılar arasından sahibini bulacak. Ödül törenin ardından Teoman Kumbaracıbaşı, Aylin Aslım ve Fırat Tanış'ın yanı sıra ALİKEV'deki birbirinden yetenekli genç arkadaşlarımızdan oluşan ALİKEV Müzik Topluluğu sahnede yerlerini alacaklar.


Sayfa 69 Ayrıca 18 Mart Cumartesi ve 19 Mart Pazar gününü kapsayan hafta sonu boyunca ALİKEV, Samandağ Belediyesi Deniz Hızır Alanı, Defne Gençlik Merkezi ve Ekici'de bulunan Ali İsmail'in evinin önünde atölye çalışmaları ve söyleşilerle gençleri ve çocukları yalnız bırakmıyor. ALİKEV tarafından gerçekleştirilecek etkinliklere katılım ücretsiz. Anma Gecesi: Tarih: 18 Mart Cumartesi Saat: 20.00 Yer: Samandağ Belediyesi Yeni Çarşı Salonu Etkinlikler: 18 Mart Cumartesi- ALİKEV 13.00 Söyleşi - Sosyal Sorumluluk ve Sportif Yaşam Önder Yılman ( ALİKEV Sportif Bağış Kampanyaları Koçu) 18 Mart Cumartesi- SAMANDAĞ- Deniz Hızır Alanı 11.00 Drama- Hamit Demir - 12.30 Ebru Atölyesi Ezgi Caymaz 14.00 Kukla Atölyesi - Adem Dağlar 15.30 Kil İşleri Atölyesi - Cem Atmaca

a

19 Mart Pazar- ALİKEV 14.00 Öykü Atölyesi- Semih Çelenk (13-18 Yaş Arası) 19 Mart Pazar- DEFNE BELEDİYESİ GENÇLİK MERKEZİ- Harbiye 11.00 Kil İşleri Atölyesi- Cem Atmaca 12.30 Drama- Hamit Demir - Seher Duygu Dinç 14.30 Ebru Atölyesi Ezgi Caymaz 16.00 Kukla Atölyesi Adem Dağlar 19 Mart Pazar EKİNCİ MAHALLESİ- Ali İsmail’in Evinin Önü 11.00 Ebru Atölyesi - Ezgi Caymaz 12.30 Kukla Atölyesi - Adem Dağlar- Şafak Dağarslan 14.30 Kil İşleri Atölyesi - Cem Atmaca 16.00 Drama – Hamit Demir- Seher Duygu Dinç


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

MART AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER EDEBİYATIMIZIN ANITSAL İSMİ YAŞAR KEMAL YAPITLARIYLA İNSANLIĞA SESLENMEYE DEVAM EDİYOR...

a

28 Şubat 2015’te aramızdan ayrılan büyük romancı Yaşar Kemal insanlığa barış dersi vermeye devam ediyor. Romanlarında da konu olan serüvenli yaşamın da hep haklının ve doğrunun yanında yer aldı. Bu nedenle sürüldü, linç edilmek istendi ama o yazmaya ve direnmeye devam etti. Büyük yazarın elbette hayatının her yönü basında ve tv’lerde yayınlandı Biz, 1982’de Del Duca Ödülünü aldıktan sonra Cumhuriyet yazarı Yalçın Pekşen’e verdiği röportajdan yaşamıyla ilgili önemli dönem-leri aktaracağız: «Y.PEKŞEN— Peki zor olmadı mkı buralardan sıyrılıp yazar olmak? Özellikle bu kadar ün kazanmak? Y.KEMAL— Valla bilmiyorum ben hep kendi muhitinde tanınan bir adam oldum. Adana’da halk şairi idim. Sekiz yaşımdan beri çevremde herkes tanır beni. Cumhuriyet’e girdikten sonra üç ay içinde tanınmış bir röportaj yazarı oldum. Biraz da talih yardım etti

galiba. Çok talihli bir adamım ben… Y. PEKŞEN — Anlattıklarınız çok talihli bir adamın durumuna uymuyor. Çok sıkıntı çekmişsiniz.. Y.KEMAL — Bak şimdi anlatayım da talihin rolünü gör. Adana’da en son arzuhalcilik yapıyorum. Dört tane öykü yazmışım ama.. biri “bebek” işte. İnce Memet’in de birkaç bölümü hazır. Ama üstte yok, başta yok… Cebimde beş lirayla kamyona binip Ankara’ya geldim. İstanbul’a geleceğim, Cumhuriyet’e gireceğim. Y. PEKŞEN — Nasıl emin oluyorsunuz gireceğinize… Y.KEMAL — Beni Arif Dino göndermişti.. adana’dan tanıyorum Arif’i. Nadir(Nadi) Bey’e yazdığı mektupta hiç unutmam “sana çifte kavrulmuş bir delikanlı gönderiyorum.” diye yazmıştı. Ankara’ya geldim beş lirayla. Orada Abidin Dinolara gittim. “Nereye gidiyorsun?”


Sayfa 71 falan dediler. “İstanbul’a gidiyorum” dedim. “Paran var mı?” diye sordu Güzin Dino. “Beş liram var” dedim. Aslında Orhan Kemal.. o da arkadaşım.. O da İstanbul’a gelecek. Babasından altı yüz lira miras kalmış, onu bekliyor. Onunla sebze alıp sebze satacağız. “Beş lirayla olmaz” dedi Abidin. Sonra içeri girdi. Bir torba dolusu bozuk parayla geldi. “Bu elli lira” dedi. “Biraz geçinirsin bununla..” neyse Ulus’a geldik, beni otobüse bindiriyorlar: Birden Abidin Dino durdu. “Neden durdun?” dedim. “Bana yetmiş beş kuruş ver ordan” dedi. Bütün parasını bana vermiş. Dönüş parası istiyor. Çıkardım verdim, öyle gekldim İstanbul’a. Y. PEKŞEN —Sonra bu parayı ödediniz mi kazanınca? Y.KEMAL —Yok canım ne vereceğim. Abidin Dino benim canciğer arkadaşım. Bizde para falan verilmez. İşte böyle geldim İstanbul’a. Sonra Orhan Kemal geldi. Altı yüz lira almış da yolda yemiş bile. Bir arkadaşının Kasımpaşa’daki evinde balkonda yatıp kalkıyor. Ben Cumhuriyet’e “Bebek” hikâyemi Nadir Bey’e gönderdim. Bekliyorum. Bu sırada da Gülhane Parkında yatıyorum. Derken cevap geldi. Nadir Bey beni çağırıyor. Gittim ama kılık kıyafetim dökülüyor. Kapıcı almıyor içeriye. Bir gün “Avrupa’da” diyor, bir gün “Ankara’da” diyor. Sonunda uyandım. Karşıdan teşefon ettim. Dedim, “Efendim ben geldim.”, “Neden gelmiyorsunuz?” dedi. “Geliyorum efendim, kapıcı almıyor” falan derken neyse galiba kapıya indi. Beni aldı. “Bebeği çok beğenmiş. “Seni röportaj yazarı olarak hemen işe alıyoruz” dedi. “Röportaj yazarı olur mu bilmem ki…” “Olur olur, sizin gibi insanlar gerekli” dedi. “Peki” dedim, “Aşağı inin para alın” dedi. Gittim aşağı, bin beş yüz lira galiba… Çok büyük bir para yahu o zaman. “Ben ne yapacam bu kadar parayı” diyorum. “Bana üçyüzelli verin yeter’”Neyse… Ben röportajlar için Diyarbakır’a gittim. “Bebek” de Cumhuriyette yayınlandı ve ilk telif hakkım olan 110 lirayı ordan aldım. a ”Doğayı, doğa-insan ilişkilerini bir kuyumcu titizliğiyle yazıya akttaran büyük romancı sosyalist kimliğini de her zaman öne çıkarmıştır. 13 kasım 1963'te TİP milletvekili adayı olarak radyoda yaptığı konuşmasından: "işçiler!köylüler!aydınlar! ve bilcümle türk halkı, sözüm sizedir. ...dünyanın en bereketli topraklarından birisi olan çukurova toprağı üstünde yaşayan benim ailem yarıcı idi.biz eker, biçer, biz toplar, ürünün üçte ikisini toprak sahibi ağaya verirdik.bu bereketli topraklar üzerinde inanılmaz bir yoksulluk içindeydik. şimdi düşünüyorumda bu büyük bir haksızlıktır. böyle bir toprak üstünde insanların bu kadar yoksulluğa düşmesi ayıptır, utanç vericidir...biz, geri kalmış, halkı ezilmiş, emekçisi iliklerine kadar sömürülmüş bir ülkenin insanlarıyız. halkımızın bu baş belası yoksulluğu, bu utanılacak macerası, yüzyıllardır sürüp gelir...bu yurtta senin insanca yaşaman ve türkiye'yi cennet bir vatan yapman senin oylarınla,senin ellerinle olacaktır. ...bizler demokrasiyi,fabrika sahipleri işçileri bir alet gibi ele alıp eskiyince çöplüğe atsınlar diye savunamayız.bizler demokrasiyi, küçük bir azınlık insanlarımızı bir ekmeğe zincirleyip, enselerinde yıllarca eteş yaksınlar diye savunamayız.bizler demokrasiyi, herkese toprak verildiği zaman, sosyal adalet kurulsun diye savunuruz. dünyadaki köklü demokrasiler, yalnız emekçilerin ellerinde yükselmiştir. emekçinin katılmadığı demokrasi boş kovan olur.”


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

YAŞAR KEMAL Sisteme kırgın bir atasözü idi Bir çınardı fırtınalara meydan okuyan Çalı çırpının börtü böceğin yiğit sesi Çukurova'nın destanlar yaratan bilgesi Beklediği o güzel at geldi doludizgin çekip gitti .

F.KADRİ GÜL


Sayfa 73 DEVLET DERSİNDEN KATLEDİLEN BERKİN ELVAN’IN FAŞİZME KARŞI MÜCADELE GÜCÜ DİRENCİMİZE YOL GÖSTERİYOR! Soğukkanlılığını, muhakeme ye-tisini kaybetmiş bir kibir, iktidar ve güç zehirlenmesinden doğan bir vicdan tutulması Berkin de aldı Küçücük Berkin Gülüşünü, çocukluğunu, gençliğini, hayallerini, hayata katacağı artıları, değerleri… Taksim Gezi Parkı protestoları sırasında, 16 Haziran 2013 tarihinde, ekmek almaya giderken polis tarafından atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet etmesi üzerine 269 gün boyunca komada kaldıktan 11 Mart 2014'te, Şişli'deki Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi‘nde, 15 yaşındayken sonra sonsuzluğa uçmuştu 5 Ocak 1999 doğumlu Berkin Elvan.. Devlet eliyle, babalar gününde sabahın yedisinde kafasına gaz kapsülü atılmak suretiyle üç mevsimdir uykuya teslim edilen, Okmeydanı'nın kara gözlü çocuğu sonsuzluğa yürüyeli iki yıl oldu. Berkin’in bu yürek burkan hikayesinin ve mücadelesinin yanında ailesi de adeta bir hukuk savaşı verdi, veriyor. Dosyası adliye koridorlarında kaybedildi. Katilleri tepit edilse de tutuklanmadılar., ceza almadılar. Daha davası bile başlatılamadı.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı Bu kara kaşlı, kara gözlü küçük çocuk, devrimci mücadele tarihinde küçük bir kızıl yıldız olarak yerini aldı. Elvan’dan belleğimize kalanlar, devrimci mücadelenin yükseldiği dönemde yiğit halk çocuklarının kimsenin gütmesiyle değil, yürekten kavgaya koşabilmesidir. Berkin’in kısacık yaşamı bizlere önemli dersler de vermiştir: Berkin artık büyümüyor ve geçen zaman öldürülmüş bir çocuğun yaralarını iyileştirmiyor. Berkin'i öldürenler bugüne kadar yargı önüne çıkarılmadı. Zaten açılmış bir dava da yok... Sadece bitmeyen, bitirilmeyen, bitmesine müsaade edilmeyen bir soruşturma var o kadar... Ahmet Atakan'ın, Medeni Yıldırım'ın tespit edilmeyen ve yargı önüne çıkarılmayan failleri, olmayan mahkemeleri gibi... Gezi'de gözlerini kaybeden onlarca gencimizin sakat kalmalarına sebebiyet veren failler ve olmayan mahkemeler gibi... Okan Göçer'i, Mustafa Ali'yi, Lobna'yı öldürmek için vuranların yakalanmaması, açılmış bir mahkeme olmaması gibi... Ethem Sarısülük'ün göstermelik bir ceza alan katili ve o katili kahraman ilan eden emniyeti saymıyoruz bile, Ali İsmail'in henüz tutuklanmamış katilleri varken, tutuklanmış olanların ise hala bir ceza almamış olması bu ülkenin bir başka büyük ayıbı... Abdullah'ın, Hasan Ferit'in ve Mehmet'in katillerinin adeta senaryosu çok önceden yazılmış bir tiyatro oyunu sahneye konuyor gibi mahkemeler nezdinde devlet tarafından korunup kollanmaları gibi.. Bu ülkede adalet yok, hukuk yok, sanık yok, ceza yok... Tek gerçek : Büyümüyor ölü çocuklar.

“çocuk çek kaşlarını onursuz şeyler üstünden kirpiğini yüzüne düşürme bütün dünyaya gövdenle gülümseme öyle ağıdımı bozacaksın.” GÜLTEN AKIN


Sayfa 75 21 MART DÜNYA ŞİİR GÜNÜNÜ KUTLUYORUZ.. İlk kez 1999 yılında UNESCO tarafından ilan edilen ve dünya çapında kutlanan Dünya Şiir Günü'nün amacı "farkındalık yaratmak ve ulusal, evrensel, bölgesel şiir hareketlerine taze bir enerji sağlamak"olarak nitelendiriliyor. Şiirin sorgulayarak çeşitlilik yarattığını belirten UNESCO, dil çeşitliliğini kutlamak için bugünü şiir günü olarak ilan etmiştir. 1999’dan bu güne, ülkemizde ve dünyada bir şair Dünya Şiir Günü Bildirisini yayınlıyor... Bizdeki Dünya seçmeler:

Şiir

Günü

bildirilerinden

“Şiir, günü geleceğe çevirirken öylesine zenginleşir ki telefon derler ona, gramafon derler ona, radyo, televizyon, bilgisayar, internet derler ona, yine de bütün gücünü dile getiremezler. Şiirin bütün özdeklerde görünümü başka başkadır. Kuşun sesinde görünen odur, maviliği sese dönüştürmüştür. Demirin ateşte dövülürken kıpkırmızı olması odur; dışarı çıkmayı kırmızıya dönüştürmüştür. Yaşlı bilginin avuçlarındaki harfler odur; evreni umuda dönüştürmüştür. Gelin olan kızın ilk gecesi odur; ipeği sevişmeye dönüştürmüştür. Birbirimize yakınlığımız odur; ekmeği özgürlüğe dönüştürmüştür.” FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA / 2001 “Şiir depremdir, şiir ayaklanmadır, şiir başkaldırıdır. Şiir şimşektir, yıldırımdır, gök gürültüsüdür şiir. Şiiri, yani yıldırımı hiçbir siper-i saika durduramaz. Şiir korkunçtur, güzeldir. Hiçbir kapı, hiçbir duvar önünde duramaz. Kapı tunçtan, demirden, çelikten de olsa önünde duramaz. Şiir yürür, ezer geçer. Şiir her şeyden, herkesten daha güçlü, daha yıldırıcıdır. Şiir sınır tanımaz, ne kral tanır, ne imparator. Şiir Cengiz Han'dan da, Sezar'dan da, Hitler'den de, Büyük İskender'den de büyüktür. Şiirin yürüdüğü yolun bitimi yoktur. Şiir sonsuzluğa gider, sonsuzluktan gelir. Şiir hiçbir güce boyun eğmez. En güçlüden daha güçlü, en güzelden daha da güzeldir.” ARİF DAMAR / 2006 “Şiirin insan acısını, sevincini, öfkesini ve akla gelmeyen daha nice duygularını nasıl dile getirdiğini yeniden hatırlayacaklar. Kimileri Boğaz`ın iki yakasını donatan erguvanlara bakarak yapacak bunu, kimileri nerdeyse yanı başımızda patlayan bombaların eşliğinde, çığlıklar arasında, barut kokusu içinde. Bir yandan ezenleri, ezilenleri, öbür yandan geceleri, yıldızları, kokuları, tepeden tırnağa çiçek açmış ağaçlarıyla insanı deli eden bu dünyayı düşünerek katılacak bu kutlamaya. Şiirin yaşanan her şeyi beş


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı duyumuzla canlandırarak (görerek, işiterek, koklayarak, tadarak, dokunarak) algılamamızı sağlayan bir duyarlık kaynağı olduğunu, bize duygularımızla düşünmeyi, düşüncelerimizle duymayı öğrettiğini hatırlatacak Dünya Şiir Günü kutlamaları. Özgürlük ve dayanışma özlemi içinde, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamaya bir çağrı olduğunu düşünecekler şiirin. Yalnızca Edirne`den Ardahan`a kadar değil, Çin`den Peru`ya kadar uzanan bir umutla... “CEVAT ÇAPAN / 2007 “Şiirin iç çekişinde ya da haykırışında duyduğumuz, varlığın ve varoluşun sesidir. Eğer şiir, en derin metafizik kaygıları olduğu kadar, en güncel politik istekleri de dile getirebiliyorsa, bu; hem toplumsal etkinliğimize hem de tinsel beklentilerimize ait oluşundandır. Küresel kapitalizm imgeler alanını, yani sanatsal alanı da sömürgeleştirmiş bulunuyor. Ama şiiri halâ sömürgeleştiremedi ve Pazar Ekonomisi'ne eklemleyemedi. Magazinel edebiyat basını, şiiri halâ manşet yapamıyor ve ayağa düşüremiyor. Nietzsche "çekiçle felsefe yapmaktan" söz etmişti. Şair, hala çekiçle yazabiliyor. “ AHMET OKTAY / 2008 “Çin Seddi bittiği akşam duvarcılar nereye gittiler?” diye soran meraktır şiir. Kralı çıplak gördüğünde korkağın söyleyemediği cesur sözdür. Sıradanın yavanlığına başkaldıran çeşitlilik, emeği hor görene indirilen tokattır. Duyarlığı sınırlı tutanın karşısına yeni bir dil ile, tasarlananı güdük bırakanın karşısına yeni bir dünya ile çıkandır. Neruda'nın dediğini bir kez daha yineleyebiliriz öyleyse: Yedi canlıdır şiir. Bunca sömürü ve yoksulluğun insana yaşamı dar ettiği, işkence ve savaşlarla bunca zulmün, zorbalığın, kıyımın yeryüzünü kana boğduğu günlerde şiirin payına da canından olanların acısı düşer, soluğunun önüne birtakım engeller dikilir. Ama her keresinde yeniden canlanacaktır o, yüzleşmek için ayağa yeniden kalkacaktır.” KEMAL ÖZER/2009 “Şairin şiiri hiçbir zaman ısmarlanmamıştır : Ne zamanı vardır ne de mekânı. Ama bu nedenle hem zamanı vardır, hem de mekânı. Bir gün terekesi açılır, borcu ve alacağı ölçülür.Ama şairin ne borcu vardır, ne de alacağı. Habersiz gelir, habersiz gider.” ÖZDEMİR İNCE / 2010 “Evet, bir evrendir şiir, uçsuz bucaksız bilinmedik bir coğrafyadır. Binlerce ozan aramıştır onu, binlerde ozan arayacaktır. Bulanlardan öğrendik böyle bir coğrafyanın varlığını. İlginç ülkeler tanıdık böylece, ilginç sesler, görünümler, ilginç varlıklar. Adına “sözcük” dediğimiz nesnelerden üretilmiş varlıklar. O ülkelere ayak basan kişi, bizim günlük yaşamımızda kullana geldiğimiz sözcükler kıskacından kurtulmuş ve yepyeni, alışılmadık seslerin dokuduğu, biçimlendirdiği o gizemli varlıklarla yüz yüze gelmiştir. Kendisine özgü bir evren kurmaya başlar böylece.” SAİT MADEN / 2011 “Şiir Çağının Yankısıdır Şiir, çağının seslerinin yankısını taşır: Kahkahalar, çığlıklar, ıslıklar… Aşk şarkılarına marşlar karışır, ağıtlara çocuk sesleri. Çok sesli bir korodur şiir, bir orkestra.


Sayfa 77 Şairler hükümdarlara övgüler yazsalar da bu sesleri şiirin orkestrasına ekleyemezler. Bir yıl geçmeden yıpranır gider o övgülerin kumaşı. Eskimeyen, yaşamaya övgüdür, adalete, aşka. Bir de diktatörlere yazılmış alaylar eskimez, bin yıllarca.” SENNUR SEZER/2012

27 MART DÜNYA TİYATRO GÜNÜ DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE ETKİNLİKLERLE KUTLANIYOR… Dünya Tiyatro Günü dünyada ve ülkemizde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. İnsanın insanîleşme sürecine en büyük katkıyı sunan sanat olan tiyatronun hayatımızdaki önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Bugün, bin türlü olanaksızlıklara karşı, sansüre, adli soruşturmalara rağmen tiyatroya gönül veren sanatçılar, perdelerini açma çabasını sürdürüyorlar. 27 Mart Dünya Tiyatro gününde, tiyatro sanatına emek ve gönül verenleri, her akşam tiyatroya koşanları, sahneye koşanları değerli tiyatro sanatçısı Oben Güney’in sözleriyle selamlıyoruz:

Tiyatro, iki kalas bir heves değildir. Tiyatro, minder komikliği değildir. Tiyatro, insanı taklit olayı değildir. Tiyatro, soytarılık değildir. Tiyatro, bir yaşama biçimidir. Tiyatro, dünyayı yorumlamaktır. Tiyatro, insanla İNSAN’ı yaratır. Tiyatro, bir bilimdir. Tiyatro, bir doğadır. Kısacası, Bayanlar, Baylar, Tiyatro İNSANLIK’tır.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

DEVRİMCİ ELEŞTİRİNİN GÜR VE YARATICI SESİ: ZÜHTÜ BAYAR Asım Bezirci’nin ortaya koyduğu “nesnel eleştiri” anlayışından hareket ederek Marksist kuramın ve edebiyat eleştirisinin edebiyatımıza uygun yorumunu yapan eleştirmen, yazar Zühtü Bayar’ı 26 Mart 2011 günü sonsuzluğa uğurlmıştık.. Lise öğrenimini politik nedenlerle yarım bırakan Zühtü Bayar, öğrenimini sürdürme olanağı bulamasa da kendisini geliştirmesini bildi. TMGT’nin yayın organı “Gençlik” ve izlem yayınevinin çıkardığı “Oyun” dergilerin de çalıştı. Daha sonra İTÜ Talebe Birliğinin yayın organı “Oturum” dergisini, daha sonra adında ilk kez “Sosyalist Edebiyat Dergisi " ibaresini taşıyan Gelecek dergilerini yönetti. Yansıma dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Türk Solu, Yeni Ortam ve Vatan gazetelerinin sanat sayfalarını hazırladı. 1973’te sıkıyönetim mahkemesince sorgulandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, TYS ve N.Hikmet vakfı danışma kurulu üyeliğinde bulundu. İlk yazısı “Okuldışı İzcilik” 1961’de Gençlik dergisinde çıktı. Politika ve sanat konusundaki yazılarını; Varlık, Yelken, Yeni Gerçek, Soyut, Papirüs, Ant, May, Türk Solu, İnsancıl, Matbûat ve Nostromo dergilerinde yayınladı. Edebiyat kuramı ve eleştirisiyle uğraştığı yıllarda, Burhan Günel, Tekin Sönmez ve Burçak Evren gibi birçok ünlü imzayı keşfedip, yetişmelerine katkıda bulundu. Bayar, daha sonraki yıllarda derin tarih ve arkeoloji çalışmalarına dalarak; tarihî maddeci dünya görüşünden hareketle kendine özgü bir tarih felsefesi geliştirdi. Özellikle Osmanlı ve İslam sikkeleri konusunda yaptığı araştırma ve buluşları, batı kültüründe de ilgiyle karşılandı. Son yıllarda bilimkurgu türündeki öykü ve romanlarıyla dikkatleri üzerine çekti. "Bilimkurgu ve Gerçeklik" (2001) adlı kapsamlı incelemesinde; bilimkurgu sanatının yalnız bir sanat türü değil, aynı zamanda doğa ve toplum karşısında pozitif bir tavır; giderek bir dünya görüşü olduğunu ileri sürdü. “Karşı olmak, eleştirmek ve yadsımak... Yeniyi önermek, bir şeyleri değiştirmeye çalışmak ve hayatı yeniden yorumlamak... Sanatın içsel ve temel nitelikleridir bunlar... Bu nitelikleri gerçek sanatın var olduğu her yerde ve her sanatsal yaratışta görmek mümkündür. Toplumların dar geçitlerinde sanatın bir niteliği daha iyice belirginleşir; baş kaldırıcı niteliği...” ZÜHTÜ BAYAR


Sayfa 79 EDEBİYATIMIZIN ÜRETKEN VE ÇALIŞKAN EMEKÇİSİ: SALAH BİRSEL Edebiyatımızın kendisine özgü şair ve yazarı Salâh Birsel’i yitireli 14 yıl oldu. 10 Mart 1919 Bandırma doğumlu olan, 1999’da yitir-diğimiz çok yönlü edebiyat insanı Salâh Birsel, ironi ve humoru kendi şiirleriyle, hatta düzyazılarıyla buluşturarak çağdaş şiirimizi, edebiyatımızı temalar ve dil bakımından zenginleştirmiş, geliştirmiş bir şairdir. Salâh Birsel; şiiri duygunun baskısından kurtarıp zekânın ürünü yapmak ister. . Her şiirinde yeni bir ses; yeni bir yapı kurmaya çalışıyor. Ona göre şiirde zekânın yeri belirgin durmalıdır. Ona göre şiir zekâ ürünleriyle ortaya çıkabilir. Ancak, geçici olan, küllenebilen “nükte”yi o zekâ tabirine karıştırmamayı da belirtir. Zekâya dayalı ve bu doğrultuda alaycı şiirler yazmıştır. Nükteye ise zekâ zorlamaları ölçüsünde yer vermiştir. Bugün sağlam şiir anlayışının çok uzağında olsa da zamanı için duygusal temaların karşısında ve muzip ifadelerle şiirler yazmıştır. Ona göre şiiri raydan çıkaran yahut çıkarma yolunda olan şeydir üslup. Bu ilginç bakış, genel düşüncenin dışındadır. Rayında bir üslup ile yazan kişi şiiri kötüleşen kişidir. Şiirde kelimeler öne çıkmalıdır Birsel’e göre fikir ise önemsiz olduğu gibi şiirin önüne ket vurur. Lirik şiiri, öğretici şiiri kötüler. Şiirde iri sözleri de kötüler ve alay eder. Yapıtın sanata yardımcı olmasını savunur. Sanatın ise anlaşılır olmasını… Düzyazılarında da humor ve ironinin buluştuğu mizah başroldedir. Anlatımını güçlendirmek için kendi üslubunu yansıtan yeni deyimler, deyişler üretir. Kendi deyişiyle sözcüklere, cümlelere taklalar attırır. Tüm bu söylemlerine karşı, demokrattır ve kendi şiirlerini “gerçek toplumcu gerçekçi” olarak tanımlar. Birçok şiirinde çocuksu söyleyişler, tekerlemeyi andıran dizeler öne çıksa da ironiyi kullanarak farklı bir taşlama türünü de geliştirmeyi başarır. “Kuzuname” şiirinde genç insanların faşistlerce katledilmesini kendi şiir tarzı ile şöyle yazar:”Telefonlar çalacak / Sokak başlarında ölüme koşut / I love you ey Nagant / Bu bir sevinin durdurulmasıdır / Az biraz ve karanlıkta//Telefonlar çalacak ve trak / Bir kuzu daha alnından” Şiirdeki biçim ve öz ustalığını öne çıkaran Salâh Birsel’in şiirin temel ilkelerinden olan şu saptaması önemlidir: “Bir şiiri şiir yapan içerdiği sözcükler kadar dışarıda bıraktığı sözcüklerdir '' Aynı zamanda şiirin fikirlerle değil, kelimelerle yazıldığını da savladığı için “Şair, kelimelerin üzerinde çok durmak, az bilineni de, yığınların diline yerleşmiş olanı seçmek zorundadır’’ der.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

SEVDİM SENİ EY İNSAN

ben ölmem işimi bilirim ben ecel zangoçlarını bile bir çırpıda atlatırım sıfır denize yuvarlasanız lime lime doğrasanız kafamı bu odalardan bu kitaplardan ayrılamam ayrılamam dört elle yapışırım sokaklara mavilere beyazlara abanırım güzellikler beni yormaz inan olsun yaşlanmam hiçbir şeyden ürkmem kim ne derse desin ey insan seni sevdim ben ölmem ben ölmem

SALÂH BİRSEL


Sayfa 81 GERÇEKÇİLİĞİN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜ SESİ HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’I SELAMLIYORUZ! Hüseyin Rahmi Gürpınar, edebiyatımızın hep kendisi kalmış, batı felsefesi ve edebiyatının üzerindeki etkilerini yerelleştirerek halkın ve seçkin burjuva sınıfının yaşamına mercek tutmasını bilmiştir. Servet-i Fünuncuların çağdaşı ve yaşıtı olduğu halde bu topluluğa hiç girmemiştir. Gerçekçilik akımının etkisi altında yazan Hüseyin Rahmi’nin bütün eserleri, gözlem ürünüdür. Doğalcılık akımının etkisi altında yazdığı eserlerinde yer yer yaşamın çirkin, bozuk, gülünç yanlarını da ele almıştır. Birçok eserinde kötülük, ikiyüzlülük ve gericilikle savaşmıştır. Tanzimat ile başlayıp Meşrutiyet, Birinci Dünya Savaşı,Cumhuriyet dönemlerindeki değişimlerin sonucu, insanların yaşamlarında ve görüşlerinde meydana gelen etki ve tepkileri ele alarak bunları birer olay çerçevesinde işlemiştir. Eski ile yeni çatışmasını eserlerinde ana tema olarak seçmiştir. Birinci Dünya Savaşı içinde maddi manevi bütün değerler altüst olup da toplum katları arasındaki farklar daha keskin çizgilerle ortaya çıkınca, Hüseyin Rahmi, eskiden toplumla birey arasındaki uyuşmazlıktan doğduğunu belirttiği kötülüklerin, bu kez katlar arasındaki uçurumdan, güçlü ile zayıf arasındaki çatışmadan doğduğu görüşüne varmıştır. 1924 yılında “Ben Deli miyim?” Adlı romanı yüzünden tekrar mahkemeye verildi ve yine beraat etti. Heybeliada’daki köşküne yerleşerek yaşamının sonuna kadar orada yaşadı. Şu sözleri, sanat anlayışını ve hayata bakışını somutlamaktadır: “Karşımızda yükselmek yalvarısıyla ellerini bize uzatmış milyonlarla halk var. Bir ulusun genel kültürü birkaç sanat öğretmeninin okuyup öğrendikleriyle ölçülmez. Halk için edebiyat olamazmış... Ne hezeyan? Halk bilgisizlik içinde boğulsun, koca bir ulus yıkılmaya mahkûm olsun, biz karşıdan seyrine bakalım öyle mi? Siz edebiyatı kendi aranızda dönüp dolaşır kalp akçeye, yalnız azınlığın malı bir şifreye çevirmek istiyorsunuz.” Tutuklandığı bir davada, savcının sorusuna verdiği şu cevapla bütün iddianameyi parçalamıştır: “Savcı Bey, orta yere birisi büyük abdestini bozmuş. Ben de diyorum ki, birileri orta yere pisledi. Allahaşkına Sayın Hakimler, ortalık yere büyük abdestini bozan mı suçludur, yoksa ortaya biri pislemiş diyen ben mi?” 8 Mart 1944 günü yaşama veda eden Hüseyin Rahmi Gürpınar, daha 1920’lerde gösterdiği bu onurlu tavrıyla saygıyı fazlasıyla hak etmektedir


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

ŞİİRİNİ HALKIN YÜREĞİNDEN SAĞAN ŞAİR CEYHUN ATUF KANSU… 17 Mart 1978’de yitirdiğimiz Ceyhun Atuf Kansu, şiirleriyle halkın yüreğinde yaşamaya devam ediyor. Edebiyatımızda halk sesini şiirle buluşturan Kansu, hayatın zenginlikleriyle insan sevgisi buluşturmuş bir şairdir. O, insan manzaraları verdi, halk albümüne fotoğraflar topladı, gerçeği şiirin ufuklarına aktaran hayattan ve insandan tutanaklar düzenledi. Şiirlerindeki içtenlikten doğan bir özellik de, günlük konuşma dilini ustalıkla kullanmasıydı. Ayrıca kısa dizelerle yoğunlaşma yolunu benimsedi, sözcük savurganlığından uzak durdu, özenli bir dil işçiliğini öne çıkardı. Somutlaştırmaya, bağdaştırmalara, yer ve kişi adlarına, evrensel izleklere büyük önem verdi. Dünyadaki devrimci direnişlerini ve önderlerini taşıdı şiirlerine. Sanat anlayışını başta sarsılmaz idealizmi, yaşadıkları, tanıklıkları belirledi. Düş iklimlerinden geçerek, hayatın gerçekçi varsıllığına vardırdı yolunu. Duygusal renkler, bireyselliğin toprağını havalandırırken, özü, toplumcu aşamaya ulaştı. Yüreğini halkın yüreğine sığdırmaya çalışan, onunla birlikte çarpan bir şiir oldu Ceyhun Atuf Kansu şiiri. Ceyhun Atuf Kansu’nun sanatını, duygu, düşünce evrenini besleyen özsu Anadolu halk kültürünün içinden geldi. Sevgiyle kucakladı halkı… Büyük kentlerde, lüks muayen-ehanelerde görevini sürdürme olanağı varken, o içindeki halk sevgisiyle, Tokat Turhal Şeker fabrikasında işçilerin ve ailelerinin doktorluğunu tercih etti. Onun hakkında tez yazan Türkân Gözütok, onun şiirsel gelişimini şöyle anlatıyor: “Kansu, 1960’lı yıllara geldiğinde ise çok kesin çizgilerle olmasa da yeni bir şiir anlayışının eşiğindedir. Bu yıllarda yayımladığı “Bağımsızlık Gülü “ toplumcu şiire yönelmiş bir şairin gözünden Anadolu manzaraları içerir. Bu manzarada artık Anadolu milliyetçiliğinden sosyalist gerçekçiliğe doğru kayan bir şairin seslenişi vardır. Fakat yine halk şiiri geleneğinde, daha kısa, taşlamalar, güzellemeler ve koçaklamalar yazar. “Çaresizlerin Ağıdı”, “Fakirlerin Anası” ve “Bit” gibi şiirlerde Anadolu insanının çaresizliğine dair ağıtlar yakar. Sosyal sorunları dile getirişte daha sert ve eleştireldir ....Ceyhun Atuf’un yine 1970’te yayımladığı Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü adlı şiir kitabında, dünyanın diğer “mazlum” durumundaki uluslarını uyandırmayı ve evrensel uyanışı başlatmayı da müjdeler. Cezayir’de, Vietnam’da, Hiroşima’da ve bizim adını bilmediğimiz, dünyanın pek çok yerinde zulme uğramış halklar için yazar.” Behçet Aysan da onun şiirini şöyle anlatır: “Yüreğini halkın yüreğine sığdırmaya çalışan, onunla birlikte çarpan bir şiirdir Ceyhun Atuf Kansu şiiri.”


Sayfa

83

GÜL GAZETESİ

Bahar günlerinden haber vermiyorsa Bütün gazeteleri kapatmalı Basımevin in kurşunları gül kokmuyorsa Boş çıkmalı dört yaprak. Güllerden haberiniz yoksa devleti yönetmeyin Unutmuşsa gül vaktini halk, Salkım salkım dökülen akasyalara Bakan yoksa düzenden filan söz etmeyin. Bir onlardır mevsimlerin dostları, Bir kız geliyor gök mavi bahçesinden, İlkokul öğrencisi, ellerinde en güzel düzen Bir kırmızı gül, bir beyaz gül. Yaşamaktır anayasaların en eskisi Güldür kan, güldür sevinç, güldür aşk, Seher vaktinde uyanan bir güldür ekmek, Sabah gazetelerinin başlığı: Gül be, gül be, gül be gül!

CEYHUN ATUF KANSU


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

A. KADİR’İN ŞİİRLERİ EMEĞİN KAVGASINDA ALANLARDA DALGALANMAYA DEVAM EDİYOR Baskı, zulüm ve işkence fırtınası içinde var olma kavgasını emeğin kavgasıyla buluşturan 40 Kuşağı şairlerinden A. Kadir’i 1 Mart 1985'te 68 yaşındayken yitirdik. Anısı, emeğin sanatla buluştuğu kavgamızda yaşamaya devam ediyor. A. Kadir, insanın bireysel dramını toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele aldı. Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiiri ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş, yoksulluk, sürgünlük, hapislik acılarını yaşayan insanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı. 1940′lı yılların Sosyalist gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle, Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir şiire ulaştı. Veysel Öngören, bu özelliği şöyle açıklıyor: “Orhan Veli’nin şiiri yolunu dünyaya açık tutuyor ama dünyadaki bir belirliliğe nişan almıyor. Ama A. Kadir’in şiirleri, hedefine odaklanmış şiirlerdi.” İnanç ve adanışın alçakgönüllü türkücüsüydü A. Kadir. Hep kendinden vermenin, kendini koymanın omuzları çökük, ama yürekli ağır işçisi… Yaşamının alışkanlıklarını İstanbul’un yoksul evlerinden, ağıtın ve öfkenin acılı sesine nafaka çığlıkları ve özgürlük şarkılarının cılız ama umutla yükseldiği ıssız, kuşatılmış günlerden edindi: şiirin, koynunda hep ateşli sözcükler saklı bu inatçı savaşçısı. Yurdumuz insanına ikircimsiz gönül verdi A. Kadir. Onun uğrunda, en zor yıllarda bir her biri çile ve acıları hasedinden çatlatan bir avuç insanla vefa ve sadakatin ömür boyu sınandığı; yalnızlıklar ve sürgünlükler üzerine yürüdüler. Öyle ki, bir yerden sonra, yaşamak bile zaferdi, üstüne gelen çığlar altından dimdik kalkarak... Ve o çelimsiz, ama kallavi bir yürek taşıyan, taştan pek, gülden nazik, beden, yalnız bizim insanımızı, Ahmet’i, Zehra’yı, Şeker Ali’yi değil, insanı, Asya’da, Afrika’da, bastığı yerden boyunca kan sıçratan Nazi çizmeleri altındaki Avrupa’da insanı bastı bağrına şiirler boyu… Şair, eleştirmen Veysel Öngören,A. Kadir’in şiirini şöyle değerlendiriyor: “A. Kadir’in şiirinde bir tercih belirlenimi vardır. Tercih yapan bir beyan şiire sokulmadan; durumsal olarak gerçekleştirilmiştir. A. Kadir, yazınsal tabanı, dizelerle adım adım ilerlemektedir. Bu çok zor bir iştir. Şiir bütünselliğini rastlantıya bırakmayan bir tutumun işidir. Mısraların sürpriz niteliğine güvenmiyor. Burjuva şiiri bu sürpriz özelliğini bir bulgu, bir özgünlük gibi anlar. A. Kadir, sadece şiirin gelişimindeki tada güvenmemekte, aynı


Sayfa

85

zamanda, bu gelişimin bu tadan seçikleşmiş biçimini de göz önünde tutmaktadır. A. Kadir, şiirini içlemlerle örmüştür. Şiirsel tadı, şiirin içinde bir yere yöneltmemiş, dilsel sürecin edasına dönüştürmüştür. Burada eda, bir amaç değil, bir öğedir. Çekim tadı, kendi kendinin amacı değildir. A. Kadir’in estetiği şiirin bütününde bir eda bulmuştur. A. Kadir, doğrudan hayatın tadı ardındadır. Belli hayat tarzlarını yasaklayan şiir’in varlık nedeni, bu düşünce ve duygulanım düzeyinin taban seçilmesidir ve anlatıma alınmış hayat tarzlarının öneminin büyüklüğü burada ortaya çıkmaktadır…”

İNSAN İnsan İnsan İnsan İnsan İnsan İnsan İnsan İnsan İnsan İnsan

kuş kanadında gelen yazı. arı su, insan ak süt. yemyeşil uzanan bahçe. kum, insan çakıl taşı. yiğit, insan dost, insan sevdalı. kancık, insan ödlek, insan hergele. kocaman, dağ gibi. parmak kadar, küçücük. alın teri, insan lokma, insan kan. solucan, insan sülük.

İnsan kuş kanadında gelen yazı. İnsan gül fidanında yanan konca. İnsan umutların kapısı.

A. KADİR


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

SOSYALİST ŞİİRİN ÖNCÜLERİNDEN İLHAMİ BEKİR TEZ KAVGAMIZA SES VERMEYE DEVAM EDİYOR… Afrika’da başlayıp İstanbul’da süren, ilkokul öğretmenliğiyle Anadolu’yu dolaşan bir yaşamın yolcusudur 1940 kuşağının öncü ozanlarından İlhami Bekir Tez. Şiir serüveni Milli Mecmua, Servetifünun’la başlar ama sosyalist gerçekçi bir şair olarak sürer ve 29 Mart 1984’te sona erer. Tez’in önemli bir yönünün de şiirimizde özgür koşuğu Nâzım’dan önce başlatan şair olduğu söylenmektedir. İ. Bekir Tez, bu savı kabullenmez, düşüncesini şöyle açıklar: “Bu yanlıştır. Bunu ayırt etmek lâzım. Bir serbest nazım vardır, müstezattan dönmedir. Yani serbesttir, hece değildir, aruz değildir, ama hecenin ve aruzun kalıpları parçalanarak yazılır. Mısra yoktur yani. Bunun örneğini Tevfik Fikret’te görürüz meselâ. Bir de Nâzım’ın Rus aruzundan, Mayakovski’den esinlendiği bir tarz var. İşte bu tarz şiirleri ilk Nâzım Hikmet yazdı. Ben müstezatı kullandım; bizim şiir geleneğimizden yararlandım yani. Nâzım Rusya’dan aldı” Daha ilk kitabında özgür koşuklu şiirleri okuruyla buluşturan şair, sesini sözcüklerin gücünden alan şiirleriyle eskiye başkaldıran güçlü, ünlemlere dayalı ama anlamsal inceliklerle yüklü bir şiir dili oluşturduİlhami Bekir Tezi önemli kılan bir başka nokta da daha 1944’li yıllarda o dönemde başat olan anlatının öne çıktığı roman çizgisi dışında farklı, ruhbilimsel çözümlemeleri ve sorgulamaları öne çıkaran “Taşlıtarla’daki Ev” adlı romanıdır. Taşlıtarla'daki Ev, dönemin en arı duru dilli, halkın durumunu ve keskinleşen sınıfsal ayrılıkları en canlı sesle anlatan ve bir romandır. Nazım Hikmet, İlhami Bekir’in şiirini şöyle anlatıyor:”İlhami Bekir, ‘24 Saat’ isimli kitabıyla yeni şiirin başıboş, keyfe göre parçalanmış, darmadağın kelime, his ve fikir çorbası olmadığını ispata çalışmıştır… ‘24 Saat’, gerek muhtevası, gerek hüneri ile, yeni Türkçe şiirin kazandığı meydan muharebelerinden biridir.” ... “İlhami Bekir, bir, birbuçuk seneden beri uğraştığı yeni şiirde büyük ve derin adımlar atmıştır. Busür’atlı terakkide hiç şüphesiz, şairin eski şiir kültürünü iyi benimsemiş ve o vadide yazı yazanların bir çoklarıyla kabili kıyas olmayacak derecede muvaffak olmuş bulunmasındandır..... İlhami Bekir’in yazdıklarındaki en şayan dikkat nokta vahit “cihanı telâkki tarzının muhtelif mevzulardaki tezahürüdür.


Sayfa 87

İKİ LAF DEDİK şiirinden: Yargıçta suçumuzu sordular -Bileklerimizde karakol mührü vurdularDedik ki çok Dedik ki yok Dedik ki adam öldürmedik kan içmedik Yalnız iki lâf dedik Dedik ki Gün ağardı göğe bak! Dedik ki Güneş doğsa sırtımız ısınacak! Dedik ki çok

Hür bir dünyada mutlu insanlar Onlar için yemiş verir ormanlar İnsan büyür mihnet küçülür Ve pürüzsüz sular gibi akar zamanlar. Yıldızlar omuzların hemen tepesinde Keder ve hınç Kafdağı'nın ötesinde Gök bir anneçınar gibi üstünde onların Ve onlar oynaşırlar bu çınarın gölgesinde. Sokakta yolumuza durdular. Neticeyi sordular. Dedik ki Ya kırmızı, ya sarı! Şahit edip deriz ki gökleri ve tarlaları Adam öldürmedik kan içmedik! Yalnız iki lâf dedik.

İLHAMİ BEKİR TEZ


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

NEWROZ UMUDU BÜYÜTEN ÖZGÜRLEŞME ÇAĞRISIDIR! Dehak’laşıp bugüne gelen zulme karşı direnen Demirci Kawa’larız biz. Ezilen halkın isyanının sesidir demirin örsünde dövdüğümüz. Ateşler yakacak, ellerimizde çekiçlerimizle Saraylarınızı kuşatacağız. Öfkemizi tavında biriktirip harlayacağız ocaklarımızda. Bizim ocaklarımıza düşürdüğünüz acıların küllerinden doğacak, Saraylarınızı başına yıkacak yangın. Dilimizde türküleşen özgürlüğün dizeleriyle, Ellerimizle öreceğiz Dehak’sız günleri…

Newroz baharın, umudun, özgürlüğün ve kavganın günüdür. Mücadelenin birikimiyle harlanmış ateşin, güzel günleri doğurması için yürekleri ısıtmasıdır. Dehak’a taş biriktirme cüretidir. Newroz, Demirci Kawa şahsında halklaşan bir iradedir.Acının sultasında esmerleşen, varlığı yok sayılan Kürt halkının özgürleşme çığlığıdır. 21 Mart’ta yakılan ateşler, sömürüye, talana ve yok saymaya dayalı bugünün Dehak’larının saltanatını yıkmak içindir. Bugün emperyalizmin özel yetkili partisi AKP, Kürt halkının demokratik taleplerini “çözüm süreci” muamması içinde tasfiyeye çalışmakta ve özgürlüğe giden yola “güvenlik paketleri”yle mayınlar döşemektedir. Kürt halkının mücadelesini boğmak için her yolu denemektedir. Kürt illerine takviye 20 bin polis göndermekten, Newroz kutlamalarına saldırmaya kadar birçok yola başvurmaktadır. Ortadoğu’da AKP’nin palazlandırdığı işbirlikçi çeteler ellerini kollarını sallayarak sınırları yolgeçen hanına çevirmişken, Roboski’de emeğiyle yaşamaya çalışan köylüler hedef haline getirilmektedir. Kobane’ye yönelik IŞİD saldırısı teşvik edilmekte, Kobane protestolarında Kürt halkının üzerine kontra çeteler salınmakta, Cizre’de devlet eliyle çocuklar katledilmektedir. Haseke’deki Newroz kutlamalarında intihar saldırıları gerçekleştirilmekte, Kürt halkına kan ve gözyaşı reva görülmektedir. Bugün bu yaşananların hepsinden bugünün Dehak’ları sorumludur. Demirci Kawa şahsında simgeleşen ezilenin ezene karşı mücadelesini ortaklaştırmak bir zorunluluk halini almaktadır. Halkların ortak mücadelesi Dehak’ın sarayını başına yıkacaktır. Taksim-Amed hattını, Gezi-Kobane hattını birleşik bir şekilde inşa etmek gereklidir. Amed’in sesini Haziranca sahiplenmek, Haziran’ın sesine Amedce karşılık vermek, yürek, bilinç ve sokak yoldaşlığını büyütmek, Dehak’ı yerle bir etmenin koşuludur. Gelecek, birleşik mücadele içinde ortaklaşan halkların ellerinde biçimlenecektir. Demirci Kawa’laşarak Dehak’a karşı mücadelede özgürlüğü kendi elleriyle yaratacak halklarımızın Newroz’unu kutlarız. (Kaynak: http://devrimci-genclik.org/)


Sayfa 89 HALEPÇE KATLİAMI ASLA UNUTULMAYACAK! 16 Mart 1988 tarihi Kürtler için acının ve katliamın adıdır. Halepçe’de, o şirin Kürt kasabasında başlayan kıyım, bir sürece adını verdi. Kürtlerin belleğinde silinmez ve onmaz izler bırakan bu katliam aslında uzunca yıllara dayanan bir sürecin çıktısıydı. Kürtlerin Suriye ve Irak’ın kuzeyinden arındırılması projesi ya da başka bir ifadeyle Arap Kemeri-Kuşağı oluşturma çabası.On yılları bulan bu süreç arkasında emperyalistlerin desteğini alan Saddam’ın başlattığı operasyon ile ileri taşındı. Ve tarihin gördüğü en trajik katliamlardan biri… Halepçe’de, Zaho’da, Süleymaniye’de, Kamışlı’da ya da Urmiye’de ve Diyarbakır’da insanlar hazırlanırken “yeni güne”, dönerken bir yıl, bahara doğru gerçekleşti katliam. Ölümle uyandı insanlar. Vedalaşma Newroz’uydu bu. Bir sabah elma kokusuyla uyandı Kürtler yeni güne. Katliamcı çeteler, kimyasal silahların içine elma kokusu aşılamışlardı. Sabaha uyanan insanlar o ferah ve baharın habercisi elma kokuları evlerinin içine dolsun diye açtılar kapıları pencereleri. Ölüm yağdı yeryüzüne, evlerden “başı a kesilmiş tavuklar gibi” çırpınarak çıktı insanlar dışarıya. Ölüm; çaresiz, eli kolu bağlı Halepçe halkının üzerine kara bir sis gibi çöktü. Halepçe, üst üste yığılmış cesetler, çürümüş insan bedenleri ve ağzı açık olarak yaşamını yitirmiş çocuklar ile tasavvuru zor kelimelerin kifayetsiz olduğu bir ölüm tarlasına dönüştü. Halk şaşkındı ne yapacağını bilmiyordu. Kimisi ailesi ile birlikte evde kimisi sokakta geziniyor, rutin yaşamlarını idame etmeye çalışıyorlardı. Ama zehir tüm vücutlarına aniden yayılmıştı. Kürt kimliğinin şekillenmesinde ve dört parça Kürdistan’da Kürtlerin müşterek bir ulus duygusu yaratılmasında kritik bir yerde durur Halepçe katliamı. Toplumlar nasıl hatırlar, anımsar? Elbette bunda yaşanan ortak acıların da yeri var. Ulus bilincinin şekillendiği ve ulusal hareketlerin belirginleştiği tüm tarihsel kesitlerde insanlar ortak bir acıya tutunur aynı zamanda. Bu acı yoksa bile bu mit bulunur öne çıkarılır. Bazen bir efsane, Demirci Kawa ile… Bazen de bir kaçınılmaz gerçek ile Halepçe… Halepçe, acılarıyla, katliamıyla her şeye ve tüm acılara rağmen bir bütün olarak insanlığın kazandığı bir sürece evirildi. On yıllar sonra Saddam’ın adını anımsayan kalacak mı emin değilim.Ancak Halepçe’de şehitler anıtında çocuğuna sarılmış anne bizimle olacak daima. Yeni katliamların önündeki tek engel, bu sis bulutunu dağıtmaktır. Bu sis bulutunun kimyasal ya da siyasal olması hiçbir şeyi değiştirmiyor. İnsanlığın çabası acılar başka acıların mayası olmasın diyedir.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

PARİS KOMÜNÜ KAVGAMIZA IŞIK TUTUYOR...

18 Mart 1871’de Paris’te ilk kez proleterya, ezilenler, işsizler, yoksullar kendi iktidarlarını kurma şansı yakaladılar. Paris Komünü ayaklanması, işçilerin siyasal iktidarı ele geçirmek için yaptıkları ilk bilinçli girişimdir Ancak savaşta Fransız burjuvazisini hezimete. Bismark, Paris Komününe karşı Almanyadaki Fransız tutsakları serbest bırakarak Fransız işbirlikçi burjuvazisi için 63500 kişilik Versaille Ordusu oluşturularak Paris Komününün üzerine gönderildi. 1 Mayıs'tan itibaren Paris, Versailles ordusu tarafından sürekli olarak bombalandı. Versailles birlikleri, haftalarca direnen Paris'e 21 Mayıs günü girebildiler. Komün savaşçıları bir hafta boyunca mahalle mahalle, barikat barikat savaştılar. Versailles ordusu tam bir katliama girişti. 25 binden fazla Komüncü barikatlarda katledildi. 26 Mayıs'a gelindiğinde direniş son sınırına ulaşmıştı. Ordu Paris'in içine doğru ilerledikçe kitlesel kurşuna dizmeler artıyordu. Komünün son barikatı 28 Mayıs günü düştü. Bu katliamlardan sağ kurtulanlar da Komünün ardından kurulan askeri mahkemelerde yargılandılar ve çoğu kurşuna dizildi. Paris Komünü'nden geriye 30 bin ölü ve harabeye dönmüş bir kent bunlardan, fakat çok daha önemli olarak insanlık tarihine yazılan kızıl bir sayfa kaldı. Gökyüzünü fethe çıkan komüncüler, yeni bir toplumun, yeni bir dünyanın mümkün olduğunu göstermiş oldular. Marx'a göre “Komün'ün gerçek gizemini özsel olarak bir işçi hükümeti, üreticiler sınıfının mülk sahipleri sınıfına karşı mücadelesinin sonucu, emeğin iktisadi kurtuluşunu gerçekleştirmek olanağını sağlamak üzere en nihayet bulunan siyasal biçimdi.” 1871 baharında Paris sokaklarında yankılanan “Yaşasın Komün!” sesleri özgür bir geleceğin habercisiydi. Katledilen on binlerce komüncünün özgürlük çığlığı yeni bir toplumun şanlı öncüsü olan işçi sınıfı özgürlüğün tohumlarını toprağa ekmişti. 1871'te yenilmişlerdi, ama tohum toprağa ekilmişti bir kere ve tekrar yeşereceği günleri bekliyor. Onlardan bize, idam edilen komüncü şair Eugene Pottier’in ölümsüz dizeleri kaldı:“uyan artık uykudan uyan / uyan esirler dünyası / zulme karşı hıncımız volkan / kavgamız ölüm kavgası


Sayfa 91 8 MART, EMEKÇİ KADINLARIN DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR! 8 Mart, şüphesiz kadının hak arama mücadelesi kadar, özgürlük ve eşitlik arayışının da en çarpıcı ifadelerindendir. Bu gerçeğin açığa çıkarılması, aydınlatılması ve sahiplenilmesi bütün ezilen kadınlarda sürekli moral, iddia ve kadının kurtuluşuna olan inancı geliştirmiştir. Bugün bu gerçe-ğin dili olmak, kadın bakış açısı ile tarihin derinliklerine uzanmak ve insanlığın gizli kalan tüm güzelliklerini açığa çıkarmak, hem de geleceğin kazanılması temelinde barışa dayalı özgür yaşamı yaratma-da belirleyici olacaktır. Sadece bir gün değil, her günü 8 Mart ruhu ile yaşamak kadar, layıkıyla gereken cevabı pra-tikte vermek sadece görev değil, bir hak olmaktadır. Kadın sorununu ele almada tarih bilinci önemlidir. Kadın bu anlamda tarihin başlangıcında gerçek tanımına kavuşmuşsa da ataerkil sürecin gelişimi ile tanımsızlaşmıştır. İnsanın insanlaşma tarihinde temel bir başlangıç olan neolitik devrim, kadının eseridir. Bu çağ aynı zamanda ilk örgütlülük, üretim, yurtlaşma, toprakla bütünleşmenin başlangıcı olmuştur. Bu da insanlığın başlangıcıdır. İnsani tüm erdemleri kendisinde toplayan kadın, yaşamın kaynağı olarak tanrıçalaşma katına yükselmiştir. Bu çağın kadını üretici ve yaratıcı özellikleri ile yaşam kaynağı haline gelmiştir. Kadın, tarihin başlangıcında bu denli belirleyiciyken, sınıflı toplumların gelişimi ile kadın açısından tarih ters-yüz edilmiştir. Kadının erdemliliğinin üstü örtülerek gizlenmiştir. Erkek egemenliği ilk sömürüsünü kadın üzerinde geliştirerek gücü bu şekilde kadından çalmıştır. Bunun sonucunda gelişen tüm sistemler erkek karakterli olmuştur. Belki de en acımasız sömürü, kendisine en fazla yabancılaştırılan, düşüncede, ruhta ve duyguda köreltilmiş, tüm değerlerden uzaklaştırılmış kadının yaşadığı sömürüdür. Böyle bir toplumda kadının realitesinin farklı olması düşünülemez. Dünyası bir evle sınırlandırılan kadın çifte sömürüye maruz kalmıştır. Bir yandan erkek egemenliğinin yarattığı cendere, diğer yandan geri geleneksel ahlak ve namus anlayışı arasında sıkışıp kalan kadın düşünceden uzak, ruhsuz, duyguları köreltilmiş, dilsiz ve sağır bir konuma getirilerek yaşamın dışına itilmiştir. Toplumun bilimsel tahlilini yaparken cins çelişkisinin ulus ve sınıf çelişkisinden bağımsız olmadığını, iç içe ele alınması gerektiğini savunmuşuzdur. Bu anlamda özgür kadının yaratılması bir ülkenin yaratılmasından daha zor ve değerlidir.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı Bir devrimin kadında yarattığı özgürlük düzeyi o devrimin özgürlük düzeyidir. Bu düzeyin nasıl yaratıldığını buna nasıl sahiplenildiğini, yaratılanların emek ve özgürlükle bağlantısını doğru bir temelde kurmak kadar, 8 Mart ruhu ile geliştirip güçlendirmek, oldukça önemlidir. Özellikle içinden geçtiğimiz süreç, kadının kendi rengini vereceği tarihte gizli kalmış güzelliğini yansıtacağı bir fırsattır. 8 Mart’ın içeriğinin yozlaştırılmasına da hızla karşı çıkmalıyız. 1857 yılında sömürüye grevle direnen, adalet, eşitlik, hak ve özgürlük isteyen kadınların yarattığı bir gün, vitrinlerde mağazalarda tüketim toplumunun reklâmlarına konu olsun diye kullanılamamalıdır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü yaratanlar; SOSYALİSTTİLER. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü ilan edenler; SOSYALİSTTİLER. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!

16 MART BEYAZIT KATLİAMI UNUTULMADI! 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nden öğle üzeri dersten çıkan Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerine bir grup faşist tarafından polis destekli bombalı ve silahlı bir saldırı yapıldı. Saldırıda 41 öğrenci yaralanırken, Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt öldü. 16 Mart katliamı, 12 Eylül faşizmine giden yolun önemli taşlarından biridir


Sayfa 93 45. YILINDA DİRENİŞİN VE DAYANIŞMANIN ONURLU TARİHİNE BİRLİKTE SAHİP ÇIKIYORUZ 39 yıl önce 30 Mart 1972 yılında Kızıldere'de Türkiye devriminin önderlerinden ON devrimci elde silah çarpışarak, ayni siperde şehit düştüler. Bu tarihi günde Kızıldere direnişini selamlamak Kızıldere 'de şehit düsen devrimci önderlerimizi anmak ve anlamak büyük önem taşımaktadır. Kızıldere direnişinin önemli yanlarından biri de sol grupları arasındaki ilk eylem birliğidir. Denizlerin idamını önlemek için THKO ve THKP-C eylem birliği yaparak Sinop’taki NATO üssünden İngiliz askerlerini kaçırırlar. Ama sıklaşan operasyonlar sonucunda Kızıldere’de kuşatılırlar. Tank, tüfek, top ve bombalarla bulundukları ev taranır. Onlar, direnerek ölürler. Geçen yıl Kızıldere’de katledilenlerin mezarlarında yapılan etkinlikte, şair-yazar Adil Okay, şu konuşmayı yapmıştı: “Buradan geçmişe bakmanın en hazin yanı yoldaşlarımızın aramızda olmayışıdır. Anadolu coğrafyasında kardeşlik ve barış adına sözünü söylemiş, bambaşka coğrafyalara gidip özgürlük ve eşitlik için, barış içinde onurlu yaşam için savaşanlar, onlarca değil yüzlerce yıllık bir özgürlük arzusunun sesi oldular. Sesleriyle, sözleriyle, yazılarıyla, eylemleriyle ortaya koydukları anlayış kapitalist modernite karşısında hem öncü niteliği taşıdı, hem de oluşturdukları devrimci dil toplumun tüm direnen parçalarında ortak bir duygu haline geldi. Kızıldere'de ölenler kırımların, açlığın ve eşitsizliğin fikriyatına ve sistemine, kapitalist moderniteye karşı reddedişin öncüsü oldular. Onlar geçmişte de söylediğim üzere halkların bahçesi olan Ortadoğu'yu halkların mezarlığı haline dönüştürmeye çalışanlara verilecek en güzel cevabı canlarını ortaya koyarak verdiler. Kapitalist modernite, ulus devlet ve onun karanlık geçmişine karşı, Ortadoğu coğrafyasının alnı ak insanlarının Kızıldere'de devrettikleri bayrağı, tekçi ulus devletçiliğin soykırımcı pratiğine ve burjuva mantığına karşı inançla taşıyanları selamlıyorum. Hakim tekçi ulus anlayışı haricindeki ulusların yokluğu üstüne kurgulanan ve Kürdistan ile Anadolu halklarının esirliğini esas alanların devrinin sonuna geliyoruz. Olgunlaştırmaya çalıştığımız bu Anadolu barışını bu uğurda mücadele ederken hayatını kaybeden başta Mahirler ve Denizler olmak üzere bütün devrimcilerin anısına ithaf ediyoruz. Bölge halklarının ortak yazgısı olan kıyımcı ve kırımcı kapitalist moderniteye karşı alacağımız zafer ve ardından gelecek kardeşçe yaşam için herkesi bu onurlu barış, halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü yürüyüşüne davet ediyorum. Bu duygularla Kızıldere devrimci şehitlerini saygıyla anıyorum."

Anıları cesaretimiz olacak!


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı


Sayfa 95 KARL MARX’IN ÖLÜMÜNÜN 134. YILINDA O HEYULA HÂLÂ DOLAŞIYOR

Düşünceleri ve yapıtlarıyla tüm emekçilere ve ezilen halklara umut güneşi olan Karl Marks’ı 14 Mart 1883’te yitirdik. 19. yüzyılın büyük dehalarından, bilimsel sosyalizmin, uluslararası modern devrimci proletaryanın sınıf savaşımı teori ve pratiğinin kurucusu. Marx, kapitalizmin kendi iç yasalarını bulmakla ve insanlık tarihinin belirli dönemlerini ve belirli olaylarını açıklamakla somut sorunları ustaca tahliliyle, geçmişteki tarihsel ilişkileri araştırmak için, bugünün toplumsal evriminin gerçek devindirici güçlerini bilmek için ve aynı şekilde gelecekteki gelişme eğilimlerini belirlemek için, teorik bir yöntem olarak diyalektik materyalizmin üstünlüğünü ortaya koymuştur. Onun burjuva toplumu konusundaki dâhice eleştirisi, aynı zamanda, hem yıkıcı, hem de yapıcı olmuştur; burjuvazinin bitişini ilan ettiği için yıkıcı, proletaryanın zaferini haber verdiği için de yapıcı. Onun diyalektiği insanın etkinliği için hem bir araştırma yöntemi, hem de iletken teldir. Onun materyalist diyalektiği, yalnızca insan tarihinin yasalarının bilinmesine değil, ama aynı zamanda doğa tarihinin bilinmesine de uzanır. Başka bir dünya ihtimalini belleklerimize kazıyan bu büyük insanı yoldaşı Engels’in O’nun mezarı başında yaptığı konuşmayla anıyoruz. “14 Mart günü öğleden sonra üçe çeyrek kala yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık düşünmez oldu. Ancak iki dakika yalnız bıraktıktan sonra odaya girince onu koltuğunda rahat rahat ama sonsuzluğa dek uyumuş bulduk.


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı Avrupa ve Amerika militan proletaryasının bu adamda yitirmiş bulunduğu şey tarihsel bilimin bu adamda yitirmiş bulunduğu şey ölçülemez. Bu devin ölümü ile bırakılan boşluk kendini duyumsatmakta gecikmeyecek. Nasıl ki Darwin organik doğanın gelişme yasasını bulduysa Marx ta insan tarihinin gelişme yasasını yani insanların siyaset bilim sanat din vb. ile uğraşabilmelerinden önce ilkin yemeleri içmeleri barınmaları ve giyinmeleri gerektiği; bunun sonucu maddi ilksel yaşama araçlarının üretimi ve böylece bir halk ya da bir dönemin her iktisadi gelişme derecesinin devlet kurumlarının hukuksal görüşlerin sanatın ve hatta sözkonusu insanların dinsel fikirlerinin üzerinde gelişmiş bulundukları temeli oluşturdukları ve buna göre bütün bunların şimdiye değin yapıldığı gibi değil ama tersine bu temele dayanarak açıklamak gerektiği yolundaki daha önce ideolojik bir saçmalıklar yığını altında üstü örtülmüş bulunan o temel olguyu buldu. Ama hepsi bu değil. Marx günümüz kapitalist üretim tarzı ile onun sonucu olan burjuva toplumun özel hareket yasasını da buldu. Artı-değerin bulunması sonunda bu konuyu aydınlattı; oysa burjuva iktisatçıların olduğu kadar sosyalist eleştiricilerin de daha önceki bütün araştırmaları karanlıklar içinde yitip gitmişlerdi. Çünkü Marx her şeyden önce bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış bulunduğu devlet kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, kendisine ilk onun vermiş bulunduğu modern proletaryanın kurtuluşuna yardımda bulunmak onun gerçek yönelimi işte buydu. Marx işte bu yüzden zamanının en sevilmeyen ve en çok kara çalınan adamı oldu. Mutlakiyetçi olduğu kadar cumhuriyetçi hükümetler de kovdular onu; tutucu burjuvalar ile aşırı demokratlar onu kara çalma ve kargışlara boğmakta birbirleri ile yarışıyorlardı. O bütün bunları hiç aldırmaksızın örümcek ağları gibi yolunun dışına atıyor ve ancak çok zorunlu durumlarda yanıtlıyordu. Sibirya madenlerinden Kaliforniya'ya değin Avrupa ve Amerika'nın her yanına dağılmış tüm dünyanın milyonlarca devrimci militanı tarafından ululanmış sevilmiş ve aklanmış olarak öldü o. Adı yüzyıllar boyunca yaşayacak, yapıtı da!” Enver Gökçe’nin dizeleriyle selamlıyoruz Marksı:

UYAN ALİM Yıllardır susmusum lal Yanım yörem Tepegöz, Şahmaran! Yürek çın çın eder ama, Erdemli ve yiğit Bir gerilla bıçağıdır, çatal Derman sorar kurda kuşa derman! Dağlar gül gülistan içinde

Al al! Bir ben kalmışım Rüsvay, malamat, üryan! Adı görklü Marx yadıma düşende, Uyan derim Alim Uykudan uyan!


Sayfa 97

MUSTAFA ÖZGÜR


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

DÜNYA EMEK - BARIŞ - DEMOKRASİ ŞİİRLERİ

   

PAKİSTAN (FAİZ AHMAD FAİZ) FAS (TAHAR BEN JELLOUN) HİNDİSTAN (SUBHAS MUKARCİ) ÖZBEKİSTAN (ZULFİYA İSROİLOVA)


Sayfa 99

BİR MAHPUSHANE AKŞAMI

Havada kıpırtı, yıldızlardan sepetler Ağır ağır iniyor gece Savrulan esinti Sevgi fısıldayan bir sesle Nakış işlercesine dokunaklı Yitiyor mahpushane avlusu ve ağaçlar. Damın tam tepesinde Parıldarken ay ışığından parmaklar Yıldızların tozlu ışıklarını yutar Ak bir eldiven içinde gök maviliği Köşelere iniyor koyu gölgeler Titreyip insan duyarlığında Dört dönen ayrılık acısı gibi. Yüreğim bir yere koşup duruyor Öyle bir içki ki hayat şu anda Zalimler ağu satan tacirler Kazanamayacaklar hiç bir gün. Öylesine aydınlık ki sevgiden saraylar Kararmaz üflemekle mumları... Görelim güçlerini kolaysa Söndürsünler o erişilmez yıldızları da.

FAİZ AHMAD FAİZ (Çeviri:T. Sönmez- G. Uçkan)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

SUÇLU ANI

*

Mahmud Hamşari’nin anısına ** Ölülere ağlamayın Kumlardan öğrendim Ağaçtan öğremdim Güneşten öğrendim Ölülerin bizim göz yaşlarımıza gereği olmadığını İlk yazların ya da yıldızların şehitleri olsalar bile Bir kadın böyle söylemişti bana Anasıydı bütün anıların Çocuklarının gidişine bakıyordu Yüreğin şafağında Sessiz Onlara bir somun arpa ekmeği ve bir avuç zeytin veriyordu Geri dönmüyordu onlar Ağlamıyordu kadın Fakat dağların dilenci düşüyle süslenmiş sevecenliğine bırakıyordu kendini Kendini mezar taşlarının arasında bitençiçeğe veriyordu Bulutları unutuyor ve kendine haberler getiren meltemi dinliyordu Mahmud aldığı yaralardan ölmüş Tulkanem’de doğmuş Deir Yassin’den*** birkaç yıl önce Kışın ölmüş Karmakarışık anıların çukuru içinde Ağaç devrilmiş Sessizliğin öteki kıyısına Ölülere ağlamayın Yarın Suçlu anıların depremi * Bu adla yazılmış çok uzun şiirden bir bölüm. ** 8 Aralık 1973 günü FKÖ'nün Fransa Baştemsilcisi Mahmud Hamşari Ofisinde çalan telefonun açılıp patlamsı sonucu katledilmişti. ***1948 yılında Filistinde küçük Deir Yassin köyü halkının İsrail tarafından katledilmişti

TAHAR BEN JELLOUN (Çeviri: Eray Canberk)


Sayfa 101

BİR ŞİİR İÇİN ANCAK Bir şiir yazılacak. O şiirin uğruna öfkeli bir alev gibi kuduracak mavi gökyüzü ve huzursuz fırtına kanatlarını çırpacak denizin üstünde bulutların düğüm düğüm dumanlı perçemleri çözülecek ve gök gürültüsü dolduracak ormanı kökler nasıl da korkacak topraktan sökülmenin utancını duymaktan, şimşek nasıl bakacak geriye göz kamaştıran ışığının ortasından yok edici göz kendini gözetleyecek kanın kırmızı aynasında ve her yerde yıkımı görecek. Ve işte şiir o zaman yazılacak. Bir şiir yazılacak. O şiirin uğruna birisi dualar yapıştıracak duvarlara geleceğe kalacak sonra da ölüm korkusunu idam edecek adım adım ilerlerken geçittekiler; göklerle rüzgârlar yankılanacak türküsüyle sonsuz güzellikler ve sonsuz sevgi dolu gelecek dünyanın. Ve işte şiir o zaman yazılacak.

SUBHAS MUKARCİ (Çeviri: Yurdanur Salman)


Emeğin Sanatı 11. Yıl 184. Sayı

AKRABALARIM Soluk alamam anayurdum olmasa, Dayanılmaz olur tüm yaşam. Dolaşmasam dört bir yanı elde kalem, Devşirmesem uçsuz bucaksız ellerin zenginliğini, Nasıl mümkün olurdu: Sevincini duymak uzun bir yolculuktan dönmenin, Sıcaklığını ellerinde hissetmek uzak şeyleri. Yüzyüze gelmek gerçek bir dostla yabancılar içinde, Yüceliği sezebilmek söylenen bir çift sözcükte, Görmek insanoğlunun güçlendiğini günden güne... Çok mu oldu insanoğlu ateşi ilk bulalı? Bugün çoktan aydınlığa yön veriyor. Dost arıyor insanoğluİçten yanıtımı bekliyor. Gerili bir yaysın sen yaşam! Her kim olursa türküleri çağıran, Ne buz gibi olabilir, ne kalpsiz, Titremeli sevinç ve acıyla, Rastladıkça her insancıl duyguya. Boşa çıkacaktır çabası,


Sayfa 103

Uzatırsa elini çalmaya değersiz notaları. Geri durmayacağım sevmekten yeryüzünü, Tüm insanları bir boyda toplayan, ortak yuvamızı. İnsanlar, dünyayı görmeye doğan – öğrenmeye gezmeye. Çal, daha yüksek çal kervanın çanları! Sallanıyor her gün düya: İyiyle kötü ahlak kavgasında Lotüsü lekeliyor kan, karbeyaz lotüsü, Alçalan yaşamın kanıyla kızarıyor gökyüzü, Ama aynı kan parlayan genç ülkelerin bayraklarında, Yükselen özgürlük savaşçılarının avuçlarında. Her ırktan insanla yükseliyor gururum. Özgürlük güneştir Ben de parçası; Alevdir özgürlük Ben de kıvılcımı. Özgürlük yoluna koydum yüreğimi. Gerekirse bu yolda ölebilirim. Cömert bir ailede açtım dünyaya gözlerimi, Bilirim sıcaklığını kardeşliğin. Tüm sesleri dünyanın ulaşır bana, Tüm insanlığa –hepsi kardeşim- gider yüreğim. Evet, tümünüz derisi beyaz ya da renkli, Tümünüz yuvası yakında ya da uzakta, Bu gezegenin tüm insanları, hepiniz akrabamsınız, Tümünüze sevgim ve güvenim.

ZULFİYA İSROİLOVA (Çeviri: Ergin Koparan)


DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ: DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ: AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşına önderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin Halk

FAİZ AHMET FAİZ (1911-1984): Muhammed İkbal'den sonra Urdu şiir geleneğinin kabul edilen Pakistanlı Hareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete çağdaş liderlik temsilcisi etmeye başladı ve olaylar şair ve gazeteci Faiz Ahmad Faiz, Lahor'da felsefe, Arap ve İngiliz edebiyatı eğitimi gördü. İkinci Dünya Savaşı'nda İngilizesnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynı Hind Ordusu'da subay olarak görev yaptı, British Empire Medal (İngiliz İmparatorluk Madalyası) ile ödüllendirildi. Pakistan, yıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılında Hindistan'dan ayrı birdevam devlet olunca, ordudaki görevinden ederek Pakistan Times sömürgeciliğine (Pakistan'da Zaman) sosyalist kurtuluş savaşına etmek üzere ülkesine döndü.istifa Angola halkının Portekiz karşıadlı verdiği gazetede yayın yönetmeni olarak çalışmaya başladı. 1951'de Rawalpindi Suikastı olayında yer aldığı gerekçesiyle kurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden Lotus tutuklandı, dört yıl kadar cezaevinde yattı. Anjuman Tarraqi Pasand Mussanafin-e-Hind (İlerici Yazarlar Hareketi) üyesiydi. Ödülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'da 1962'de Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. 1979'da Ziya-Ül-Hak askeri darbesinin ardından Beyrut'ta gönüllü sürgün olarak hastanede sonsuzluğa yürüdü. yayın organı Lotus'ta çalıştı.1982'de ülkesine döndü. yaşadı. Asya-Afrika Yazar Birliği'nin JORGE REBELO:1940 doğumlu Rebelo,yaptı. MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize Mozambikli TAHAR BEN JELLOUN (1944- ): Jorge Öğretmenlik 1971 yılında Fransa'ya göç ederek sosyolojikarşı ve sosyal psikiyatri gerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık için okumaya başladı. Paris'e gider gitmez ilk şiir kitabı, 1973'te de ilk romanı Harrouda yayınlandı. Şair, romancı ve denemeci mücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder , bu olarak göçmenler ve yersiz-yurtsuz kalmışlarla çokça ilgilendi.1985'te yayınlanan Kum Çocuk adlı romanının ardından kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeye romanın devamı niteliği taşıyan Kutsal Gece 1987 yılında yayınlandı ve Ben Jelloun bu kitabıyla 1987 yılında Goncourt gelen iki İsveçli gazeteciye yılında sonra Fransız Mozambik'in Ödülü'nü alarak, Fransa’nın bu verilmişti. en prestijli Rebelo, edebiyat1975 ödülüne layıkülkenin görülenbağımsızlığını ilk Faslı yazarhemen oldu. 1984'te Edebiyatı enformasyon bakanı ülkedeki en güçlü Yüksek Konseyi'ne de ve üye olan Tahar Benadamlarından Jelloun,karısıbiri ve oldu. kızıyla birlikte Paris'te yaşıyor. Tahar Ben Jelloun'un ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın türküleri boy ve şiirleriyle romanlarında Fransız toplumundan çok, Faslı ya da sesini, Fas'tansosyalizmi gelme kahramanlar gösterir. dünayaya İlk ürünleri,yayan baskıya, adaletsizliğe başkaldıran şiirlerdir; yazmaktan sonraişçi da olarak hiç vazgeçmedi.. Ben Jelloun'un yapıtları daima Fas'ın şairdir. Enternasyonal’ın sözünüşiir yazan şairdir.daha Önceleri çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871 sözlü geleneklerine bağlı kalmıştır;seçildi. başka bir dilde yazsa bile,ABD’ye onu besleyen, onazorunda yaratmakaldı. gücü veren daima Fas'tır. Paris Komünü’nde milletvekili Komün yıkılınca sığınmak Gıyaben ölüm cezasına SUBHAS MUKARCİ (1919-kaldığı ?): Ozan, yazar, türkülerini çevirmen, yayımcı. Gerek Hindistan’da gerek aftan dünyada her türlü baskı ve zulüme çarptırıldı. Sürgünde sürece yazmaya devam etti. 1880’de yararlanarak Fransa’ya direnenleri, işçileri, emeğin yüceliğini anlatır eserlerinde. Vietnam üzerine de bir şiir kitabı yazar. Asya-Afrika Yazarlar döndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içinde Hareketinin öncülerindendir. öldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı. ZULFİYA halk ozanı, Ali Şir Nevaî Dil Edebiyat DENNIS İSROİLOVA BRUTUS: (1915-1996): (1924-2009) Özbekistan Zimbabwelikadın sporcu, spor Taşkent’te yöneticisi, doğdu. özgürlük savaşçısı, şair.ve 1960 Enstitüsünde çalıştı. Edebiyat dergilerini yönetti. Sosyalizm, devrim, SSCB’nin faşizme karşı direnişi şiirlerinin ilk dönemini olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (Siyahî oluşturur. Evlendikten sonra, aşk şiiri ağırlık taşır. Özellikle ölen eşinin ardından yakımlar, hasret şiirleri yazar. .Sovyetler Karşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapisten yıkım sürecine giderken Özbek kimliği öne çıkmaya başlar şiirlerinde. Nehru ödülünü ve SSCB devlet ödülünü aldı. 1969çıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegal 1970 Lotüs Edebiyat Ödülü aldı.

yollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilk siyah şair oldu. AncakÖdülleri-AZİZ Brutus, ödülü ırkçılığı /protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus, KAYNAK:Lotüs Edebiyat ÇALIŞLAR Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘nde Kurtuluş Hareketleri ve Direnen Şiir – Yansıma Dergisi Özel Sayı, Aralık 1974 Afrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğü yıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittikten sonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesi nedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleri arasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

EMEĞİN SANATI E-DERGİ Aylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı Mart /2017SANATI Yıl: 11 Sayı: 184 EMEĞİN E-DERGİ Aylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi Yayınlayan: Emeğin SanatıYıl: Kolektifi 15.12.2014 9 Sayı: 163 ©Yayınlayan: Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkı Emeğin Sanatı Kolektifi şair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına © Dergide yayınlanan eserlerin her türlü aittir. hakkı Kaynak koşuluyla alıntı yapılabilir. şair vegösterilmesi yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir. Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Yayın,Tasarım, Düzenleme: A. Z. ÇAMUR Görsel Tasarım Düzenleme: ADNAN DURMAZ Ön Kapak Karikatürü: Mustafa Özgür, Arka Kapak Anonim Ön İç , Arka İç Kapak: ADNAN DURMAZ

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler. Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen Facebook grup adresi: dostlar, emegin_sanati@mynet.comadresine gönderebilirler. https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=ts Facebook grup adresi: Twitter adresi: http://twitter.com/emeginsanati https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=ts Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati Twitter adresi: http://twitter.com/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi



HAYIR! Bahar kış rahminde cenin Bir kıpırtıyla başlayıp çoğalacak hayır Aşktan mahrum erk tözünü küçük bir ret çığlığı sarsacak Sevinçle sokağa akacak hayır

Karanfil düşü yansıtan karar Biçimlendirecek ülkenin yazgısını Kutlu evlerden esecek rüzgar Yaşamı kırk renge bezeyecek İyiliğin ekmeğini yiyecek halk

Haykırarak söylenen şarkılar ısıtacak ayaz kesmiş gökyüzünü Sabahın sesi diri ve gezgin bölecek gri uykusunu kentin Güneşin türküsünü içecek halk

Her şey olağan seyrinde akmaya hazır Aşk sesini duyacak kanadı kırık kuş Konacak kardeşlik ocağına barış Zeytin ağacında filiz verecek fikir Salt güzelliği çoğaltacak hayır

Öz saygının ruhu olacak ret Akla zarar kisti sökecek hayır Benliği ferah kılacak cesaret İç sesinle barışı inşa edecek Kimliğini özgürleştirecek hayır

Yaşam taşıyacak asi sözü yarına Zulmü çıldırtan özgürlüğe uçuşun direncini harlayacak hayır

Eylem bilincin ateşini harlar Varoluş kimyasını karacak hayır Kendi divanında yargılanır aşk Esaretin tafrasını bozacak hayır

Ayağa kalkarken gereksinim var Aşka ve özgürlük şarkısına Yeryüzünü gülümsetecek duruşun yakasına karanfil takacak hayır

BABÜR PINAR


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.