UNIVERZETE 42

Page 1

/42

zete

ün

e t e z r ive

rimiz… r! i b ç i H Değiliz mirören Yete m u s a e _M ırım D d l ı Y r _Yete ldu! O l ı Y 7 _


Sayı: 42 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Günseli Naz Ferel Yazı İşleri Ali Berhan Memişoğlu

MASUM DEĞİLİZ HİÇBİRİMİZ…

7 YIL OLDU!

Oğuzhan Karakaş Yazılar Alp Bolay, Bercan Aktaş, Burak Sarıca, Demet Açıkgöz, Duygu Taneri, İrem Koca, Mert Ofluoğlu, Onur Uz, Oğuzhan Karakaş

YETER YILDIRIM DEMİRÖREN YETER!

Fotoğraflar:

AN VE ÖTESİ

Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

KULAKTAN KULAĞA; BUNLAR HEP VİRAL

YENİ DİZİLERİN TAHMİNİ ÖMÜRLERİ

LEONARDO’NUN ALTIN KÜRESİ

YAVAŞ ÇIKIŞLARIN SANATÇISI; ELLIE GOULDING

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi


/

v i 端n

e t e z er


4

Masum Değiliz Hiçbirimiz… Kim öldürdü? -Beyni yıkanmış bir tetikçi! -Neden? -Tüm dünya üzerimize gelecek. -Ellerine koz geçti işte! -Ermeni lobisinin ekmeğine yağ sürdü bu olay. -Sözde soykırım iddiaları için şimdi üzerimize daha çok saldıracaklar. -“Hepimiz Ermeniyiz” demek de ne oluyor? Oğuzhan Karakaş

14 yaşında lise sınavlarına hazırlanan bir öğrenciydim. Bu cümlelerin hepsi Hrant Dink’in katledilişinin ertesinde ders ortamındaki tartışmada söylendi. Derste siyasetin konuşulduğuna ilk defa şahit olmuştum o gün. İnsanların hayatında unutulmaz tarihler vardır. 17 Ağustos 1999, 11 Eylül 2001 gibi asla unutulamayacak günler… 19 Ocak da benim yeşermeye yeni yeni başlamış fikir dünyama vicdani bir darbeydi. Ölüm karşısında tüm dinlerin, ideolojilerin, teorilerin, yeminlerin, tesellilerin hükümsüz olduğuna inanırım. Dile kolay geliyor, 7 yıl olmuş. Rakel Hanım’a sormalı, onun takviminde zaman nasıl geçmiştir? Hangi sözleri, hangi planları, hangi umutları yarım kaldı kim bilir? Hrant Dink’in ölü bedeni üzerine örtülen beyaz


5

muşambayı televizyonda gördüğümde, o artık evimin içinden çıkan bir cenazeye dönmüştü benim için. Dünya kamuoyu ülkemize ne diyecek diye düşünürken bir eş, bir baba, bir dost, bir insan katledilmişti. Hiç tanımadığım ve ölmese belki hiç tanımayacağım bir insanın katledilişi üzerinden konuştuklarımız canımı sıkmıştı. İnsanlıktan nasibini almamış böylesi kepaze bir savunma refleksiyle donatılıyorduk. Cinayetin sembolü olmuş “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” gibi son derece insani bir slogan dahi kanımıza dokunuyordu. Biz nasıl Ermeni olabilirdik? Ermeni demek bizim için bir küfürdü. Kimliğinden ötürü bir insan öldürülmüştü ama bu kadarını duymak da fazlaydı bizim için… Hocalı Katliamı anılırken “Hepiniz Ermenisiniz, Hepiniz Piçsiniz” dövizleri açılmamış mıydı? Türkiye’nin uluslararası arenada düşeceği zor duruma kahrolan bizler, bir cinayete gözümüzü kapayacak kadar uzaklaşmıştık insanlığımızdan. Bir Ermeni’nin ölmesi bizim için bozuk

para kadar kıymetsiz olmuştu. PKK ile mücadelede verilen her asker kaybının ardından sokaklarda “Bir Ermeni öldü/On binler yürüdü/ Şehitler ölünce/Hanginiz yürüdü?” sloganları epey revaçtaydı. Yüz yıldan beri bu ülkeyi kasıp kavuran Kürt ve Ermeni sorununu “tereyağından kıl çeker gibi” çözebilecek naif duygulara sahip iki güzel insanı göz göre göre katlettik; Ahmet Kaya’yı sürgünde, Hrant Dink’i Osmanbey’de öldürdük. “Edirne’den Ardahan’a bu ülkeyi çok sevdim” diyen Ahmet Kaya ile, “Ermeniler Türklerin ‘1915, bir soykırım değildir’ sözünün ardında onurlu bir duruş görmeye çalışmalı” diyen Hrant Dink artık yok. İdeolojilere en kör ve sağır olduğu çağda insanları saflara bölen, bizi birbirimize düşman eden, tüm farklılıklarımızı bir tehdit olarak algılayan, “bir bebekten bir katil yaratan” bu karanlık yok olana dek acılarımız dinmeyecek. Korkarım ki, sancılarımız uzun sürecek. Ah; neredesin “iki gözüm”, neredesin ahparig?


6

7 Yıl Oldu! Bugüne kadarki en güzel tanım “Milli Mutabakat Cinayeti” idi. Son on yılın devlet içi iktidar savaşlarının her tarafının el sıkıştığı bir cinayet… Soruşturulması gereken devlet görevlileri terfi etti. Beşiktaş’taki mahkeme örgütün olmadığını söyledi. Yani dendi ki; “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir”. Dendi ki; “Evet ben vurdum; bir daha olsa, bir daha vururum. Üstüne bir de faili korurum”. Sonra bir yolsuzluk operasyonu adı altında devlet için alan hâkimiyeti

mücadelesine meşruiyet kazandıran bir soruşturma patladı. Teftiş Kurulu Başkanlığına atanan Ramazan Akyürek makamından oldu. Meğer, Hakan Fidan olmasa, Ramazan Akyürek MİT müsteşarı olacakmış. Yani Hrant Dink cinayeti hazırlanırken Trabzon Emniyet Müdürü, cinayet saatinde İstihbarat Daire Başkanı, sonra Teftiş Kurulu Başkanı olan adam, en sonunda MİT’çi olacak iken içerideki iktidar mücadelesinin Tayyip Erdoğancı kanadı tarafından ayağını kaydırılıyor. Gene aynı soruşturma, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in istifa etmesine vesile oldu. Dink’i makamına çağıran Güler o dönem İstanbul valisiydi. Hrant Dink’i makamına çağırıp tehdit ederek bir nevi cinayet sürecini başlatmıştı. Zaten sonrası malum, medyası, köşe yazarları, yargısıyla bir devlet açığa çıkacaktı. Üstte bahsettiğim bu iki isim, Hrant


7

Dink cinayetinde bulunan ihmalleri dolayısıyla kayırıldı; ama ayakları daha sonra bundan dolayı kaydırılmadı. Ergenekonculardan, faşist avukatlardan, eli kanlı askeri yapılanma şeflerinden Hrant Dink’in hesabı sorulmadı. Hrant Dink hâlâ Agos’un önünde yatan o bedeniyle, kendisinden sonrakilere devrettiği demokrasi bayrağıyla ve biz fanilerin gözünde ölümsüzleşen değeriyle bir yol gösterici oldu. 1996 senesinde şöyle yazmıştı Hrant Dink: “Devlet iktidar aracı

Evet, Hrant Dink her taşın altından çıkacak. Çünkü insanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir. Bercan Aktaş

olduğu sürece iktidar mücadelesinin de sonu gelmez,”. Çünkü asıl sorun devletin ta kendisi. İktidar mücadelesini kim kazanırsa kazansın, hepsi Hrant Dink’in kanının da eklendiği 1915 soykırımının üzerine inşa edilmiş bir Türk Devleti’nin iktidarını kazanmış olacaklar. Evet, Hrant Dink her taşın altından çıkacak. Çünkü insanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir. 19 Ocak’ta, her zamanki gibi... Hâlâ Hrant’ız, hâlâ Ermeniyiz.


8

Yeter Yıldırım Demirören Yeter! Yeter Yıldırım Demirören Yeter demek için 7 akılcı sebep Burak Sarıca


9

‘’Yeter Yıldırım Demirören Yeter’’ zamanında Yıldırım Demirören Beşiktaş başkanıyken Çarşı grubunun başlattığı ve Demirören’in TFF başkanı olmasından sonra bütün tribünlere hatta zaman zaman basket salonlarına bile yayılan bir isyan sloganı. Şimdi gelelim bunun sebeplerine; 1) yABANCI SINIrlAMASI Dünya’daki bütün büyük liglere baktığımızda bizimkine benzer bir yabancı kuralı olmadığını ve milli takımlarının da gayet başarılı olduğunu görüyoruz. (Bkz. Almanya) Ama ne hikmetse Yıldırım

Demirören’in başında olduğu TFF hala bu tarih öncesi kuralda diretiyor ve 6+0+4 kuralıyla her hafta 4 tane yabancı oyuncunun tribünde oturmasına neden oluyor. Asıl problemin yabancılardan değil de kendi oyuncularımızı eğitemememizden kaynaklandığını ne zaman görecek acaba sevgili Demirören ve TFF? Bunu merakla bekliyoruz. 2) HerHanGi Bir Türkiye liGi Takımı TaraFTarı olmak Yıldırım Demirören’in istifa etmesini istemek için çok spesifik bir takımı tutmanıza


10

gerek yok. Zaten aldığı kararlarla neredeyse bütün takımların önüne taş koyan Demirören ve ekibine karşı yapılan meşhur tezahüratı Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, tribünlerinden tutun bütün Anadolu kulüplerinin tribünlerinde hatta geçen yaz ülkemizde düzenlenen U20 Dünya Kupası tribünlerinde bile duyduk. Ancak özellikle Beşiktaş taraftarıysanız hem Beşiktaş başkanıyken hem de TFF başkanı olduktan sonra Beşiktaş’a yaşattıklarından sonra en doğal tepkiyi siz verebilirsiniz. 3) Şike Sürecindeki Tavrı Bütün mahkemelerin hatta daha sonra Fenerbahçe’nin başvurusuyla CAS’ın bile onayladığı şike skandalını görmezden gelerek ‘’Şike sahaya yansımadı.’’ gibi trajikomik bir açıklama yapması (sahaya yansımasa nasıl şike olacak ki?) ve adı geçen takımlara en ufak bir ceza dahi vermeyerek takımların UEFA tarafından daha fazla ceza almasına neden olması,

Demirören’in şimşekleri en çok üstüne çektiği nokta olsa gerek. Tabi burada yayıncı kuruluşun maddi kaygılarını da paylaşması insanı daha da çileden çıkarıyor. 4) Hükümetin Her Şeyi Kontrol Etme Hastalığının Bir Başka Yansıması Olması İçkimizden internetimize, özel hayatımızdan kaç çocuk yapacağımıza kadar karışan bir hükümetin ülkemizde milyonların peşinden sürüklendiği futbola karışmaması garip olurdu zaten. Başa gelirken Başbakan’ın tavsiyesiyle gelmesi ve aldığı skandal kararlara rağmen hala görevinin başında olması buna en büyük kanıt olsa gerek. 5) Pişkin olması Gittiği her stadyumda ‘’Yeter Yıldırım Demirören Yeter’’ sloganlarıyla karşılaşmasına rağmen hala hiç utanmayıp istifa etmemesi de artık işi iyice pişkinliğe


11

vurduğunun kanıtı. Hatta yaptığı ‘’Kimse Galatasarayla aramı bozamaz’’ açıklaması, ‘’Bu kadarına da pes!’’ dedirtiyor doğrusu. 6) Milli Takımın Başarısızlığı Milli Takımın başına daha sadece İBB gibi bir takımda başarılı olmuş Abdullah Avcı’yı getirmesi ve bu süreçte Milli Takım’ın dünya sıralamasında 28’inci sıradan 58’inci sıraya gerilemesinin yanı sıra bu kararında direterek Dünya Kupası’na da gidemememize de neden olmuş olması da çok önemli bir sebep olsa gerek bu sloganı kullanmak için. 7) Irkçılık İddilarına Kayıtsız Kalması İlk olarak geçen sezonun 33. Haftasında

Fenerbahçe tribünlerinden birkaç kişinin Eboue’yi ırkçı saldırıda bulunmasının ardından bir cezaya gerek görmeyen ve bu sezon Mandela’yı anmak için içlerine tişört giyen Drogba ve Eboue’nin PFDK’ya sevk edilmesinin bütün dünya basınında yer bulmasıyla ülkemizin futbol marka değerini yerle bir etmesi. Bu olaylardan sonra hem ülke basınından hem de dünya basınından oldukça büyük tepkilerle karşılaşan Demirören, dünyaca ünlü spor kanalı ESPN’de yapılan oylamada yılın en kötü spor adamı seçildi. Daha birçok sebep sayabiliriz bu slogan için. Eğer bu yedi sebep sizin için yeterli değilse bile maça gittiğinizde sadece söylemesi zevkli olduğundan bu slogana katılabilirsiniz.


AN ve Ötesi

‘’Alice Harikalar Diyarı’nda’’ hikayesini az çok biliriz. Masum kız Alice, tavşan deliğini takip edip Harikalar Diyarı’na ulaşır. Mucizeler ve akıl almayacak güzellikleri kapsayan harikalar diyarında, anı yaşamaya başlayan Alice, dakikaların ve saniyelerin önemini unutup ruhunu doyurmaya başlar. Bu dünya onun için fazladır artık. Bir gün Alice, beyaz tavşana “Sonsuzluk ne kadardır?” diye sorar. Tavşanın cevabı ise şudur: “Bazen, sadece bir saniye bazen, sadece bir andır.”

Fotoğraflarla sizi geçmişe götüren, bugünü düşündüren ve yarını hayal ettiren büyülü bir yolculuk. Duygu Taneri & Onur Uz

Hepimizin anları vardır, bazıları hiç bitmesin isteriz, bazıları ise hemen geçip gitsin. Bazılarını silmeye çalışırız, bazılarına dokunmayız. Zaman geçer, büyürüz. Büyüdükçe korkularımız artar ve anların tadını çıkarmaya çalışırız. İlk duyduğumuzda bizi çok heyecanlandıran ve merakla beklediğimiz bir sergiydi Murathan Özbek’in “An” sergisi. Fotoğraflara baktığınızda otobiyografik olsalar da o kadar derin anlamlar yüklü ki onlarda, kendinizi bulabileceğiniz, sizi geçmişe götüren ve düşündüren, hayatın anlamını ve yaşadıklarımızı sorgulatıyorlar bize. Bunu bize tekrar hatırlatan araçlardan biri oldu, An sergisi. Sergiye girdiğimde, arka planda çalan gotik melodiler ve Kırım Kilisesi’nin büyüleyici atmosferi çoktan herkesi Özbek’in ruh haline sokmuştu. Yalnız, fakat bir o kadar da kalabalık bir hayat; adeta kalabalığın içinde yalnızlaşan küçük bir çocuk misali. Bir fotoğrafa bakarken usulca bir kadın dürtüyor beni, “Affedersiniz, sergi şuradaki fotoğraf ile başlıyor” diyor ve o zamana kadar gördüğüm fotoğrafı unutuyorum bile. “Geldim,


13

dünya gebe” diyor Murathan Özbek. Her fotoğrafta, sadece giysileri üzerinde olan ancak gövdesi belli olmayan hayalet insancıklar. İçimden diyorum ki: “Acaba Murathan anda kaybolmayı mı seçmiştir, yoksa anı yeniden “anmayı” mı?” Sorumun cevabını, son fotoğrafı görene kadar merak ediyordum, son fotoğrafta her şeyi anladım. Her fotoğrafın hem bireysel hem de toplumsal mesajları vardı. Sonra fark ettim ki, Murathan Özbek yine sihrini konuşturmuş. Sergideki her fotoğrafta kendi yansımamızı göreceğimiz şekilde ayarlamış tüm dengeleri. Yani eleştirdiğimiz de sevdiğimiz de kendimizmişiz. Bireysel olarak Murathan Özbek’i tebrik ettikten

sonra gözlerindeki ışıltıdan ben de bir feyz aldım. “Yaratmaya” devam dedim tüm ayıplara rağmen. Sevmeye devam dedim tüm gölgelere rağmen. Kısacası, gidip bir görün “An” sergisini. Renart Galeri’deki sergi için 31 Ocak’a kadar vaktiniz var.


14

Kulaktan Kulağa; Bunlar Hep Viral sıra; erkekler tarafından cevap videoları da hızla Youtube’a yüklenmişti. Bu başarı hem gözle görülür, hem de sayısal değerlerle desteklenmiş; dönemin ve markanın en ünlü ve başarılı işleri olarak tarihte yerini almıştı. (“Eski Sevgiliye Kapak olsun” : http:// youtu.be/QCEREGCL004)

Zannediyorsun ki, biri evlenme teklifi ediyor, diğeri eski sevgiliye küfrediyor, yeni bir müzik grubu türüyor, ah bir de hislerine tercüman oluyor. Sonra bakıyorsun bunlar hep viral, bunlar hep reklam… Demet Açıkgöz

Yıl 2009, internette dolaşan bi video: Kızımız öfkeli ve haklı, sevgilisi onu iki aydır en yakın kız arkadaşıyla aldatıyormuş. YouTube kullanılarak yaratılan Fulya kızımız; Türk insanını “Viral Reklam”la tanıştırıyor. “Eski Sevgiliye Kapak” viralini Gitti Gidiyor için hayata geçiren ajans: Paramarka. Hatırlarsınız “Eski sevgiliye kapak” virali tüm Ana haber bültenlerine de konu olmuş, sayısız taklidinin çekilmesinin yanı

Zamanda yolculuk yapacaksak bunu kronolojik olarak değil keyfimize göre yapacağımızı bilmenizi isteriz. Durum böyle olunca, internette duygusal kalplerin gönlünde taht kuran, “benim sevgilim de böyle olaydı” dedirten ve kadınların “evlenme teklifindeki yaratıcılık” sınırını yükselten THY’nın virali “Benimle Evlenir misin? “ mevcut elimizde. Fakülte Reklam Ajansı’nı da öpüyoruz, biz de böyle şeyler bekliyoruz. (“Benimle Evlenir misin?” : http:// youtu.be/zwCUs9lSqhk)


15

Profilo’nun “İnternetle tanışan anneler”ini konu alan “YAVRUM SENİ LIKE ETTİM” virali ise gerçek bir mutluluk kaynağı. Rafineri imzalı bu viral; annelerinden muzdarip Facebook gençlerinin acılarına parmak basmakla kalmıyor; annelere de bi’ durup düşünme fırsatı sağlıyor (en azından öyle ümit ediyoruz) (“Yavrum seni like ettim” : http://youtu. be/expZ9s0ZzGM)

İçlerinde tam olarak konunun nereye gideceğini bilemediğimiz, izlerken “Arkadaşlar bunun viral olduğuna eminiz di mi?” diye şaşkın bakışlarla etrafa baktığımız işler de mevcut. Onlardan biri; Fakülte imzalı “Aşk İnsana Neler Yaptırıyor?” , Markafoni kadınların kıyafetlerine her şeyden daha fazla önem verdiği içgörüsünü almış ve viral gibi virali yapmış. (“Aşk insana neler yaptırıyor” : http:// youtu.be/QiO0bBwAgvU) Beyler Beyler, Batesmotelpro Bu yazıya başlarken asıl çıkış konumuz BatesMotelPro yani Bates Motel Productions’du… Şu dönemde YouTube üzerinden en çok izlenilen ve takip edilen viral reklamların aranan yüzleri. Bu beyleri uzun uzun anlatacaktık fakat en iyisi onların cümlelerini kullanalım dedik “Komik videolar çekiyoruz. O değil de keşke


16

ismimizi şöyle anlaşılabilir bir şey koysaydık...” BatesMotelPro YouTube’da yabancı şarkılara Türkçe sözler yazdıkları videolarıyla izlenmeye başlamıştı, Ana haber bültenlerine bile çıkmış, her yaptıkları işle adlarından sözettirmişlerdi. Geçmiş zamanlı konuşmanın hatasını şimdi telafi edeceğim çünkü bu beyler işi büyütüp Kreatif video prodüksiyon ekibi olup dijital reklam ajanslarıyla birlikte çalışmaya başladılar. Haliyle işler büyüdü, olanaklar arttıkça biz de onları daha kaliteli işlerde görmeye başladık. Mesela Gittigidiyor için “Ah Anam Lahanam” viralini bir odanın içinde çeken beyler; şimdi full ekipmanlı stüdyolarda birbirinden güzel fikirlerini farklı markalar için viral reklam haline getiriyor. Böyle başarılı olunca, gün geçmiyor ki bi’ marka kendileriyle çalışmak istemesin.. En son Dominos için yaptıkları; Tandır

Boys’lu “Mükemmel” virali sadece kendi hesapları üzerinden dokuz yüz küsür bin kere izlendi. Lassa için yaptıkları “Don Duran – Titre Bakalım” virali o kadar eğlenceli ki kendileri bu videoyu yayınladıkları ilk 8 saatte 16 binden fazla izlendi. Ayrıca şu anki izlenme oranı da YouTube üzerindeki Lassa Turkey sayfasında beş milyonu geçmiş bulunuyor. Rica ediyorum sizleri sarsmadan kendinize geliniz, bu beyleri izleyiniz. ( Ta n d ı r B o y s : h t t p : / / y o u t u . b e / ujCS4p3h0E0 Don Duran – Titre Bakalım: http://youtu. be/px3Qwf68bJI Gönlüm el vermedi, hepsini izleyin: http:// www.youtube.com/user/)


17


18

Yeni Dizilerin Tahmini Ömürleri Cinayet Bir önceki yaz mevsiminin tüm sıcaklığına inat izlediğimizde içimizi ürperten ve bir sonraki sahnesini iple çektiğimiz “Çıplak Gerçek” adında bir

Sezon ortasında başlayan iki yeni diziyi değerlendirdik. Bakalım kaç bölüm sürecekler. Mert Ofluoğlu

dizi vardı, hatırlıyor musunuz? Hazal adında bir genç kız kaybolunca onun nerede olduğunu bulmak için ailesi, arkadaşları ve polisler arasında başlayan ilişkiler ağını gözler önüne seriyordu. Oyuncu kadrosunda kusur yoktu, senaryo ve çekimler çok iyiydi. Alışık olmadığımız bir formatta ilerleyerek on altı bölüm sürmüştü; ama ne on altı bölüm! Sonuç olarak dizi tadını damağımızda bırakarak ve bitmesi gereken yerde bitmişti. Sezon başında izleyiciyle buluşan “Kayp”ta da buna benzer bir polisiye örgüsü var: Zengin bir ailenin oğlu olan Kerem’i bir gece polisler alıp götürüyor ve ondan bir daha haber alınamıyor. Halihazırda devam etmekte olan bu dizide de tıpkı “Çıplak Gerçek”teki gibi aile ve polis arasındaki ilişkiler ağı işleniyor. Bu tip daha pek çok dizi varken, yani Türk televizyonları belki de hiç

olmadığı kadar polisiyeye doymuşken, “Cinayet”in ekran yolculuğuna, hem de benzer bir polisiye örgüsüyle şu günlerde başlaması ona baştan burun kıvırarak yaklaşmamıza neden oluyor. Yabancı bir dizinin “yerli uyarlaması” olan “Cinayet”te olaylar, Komiser Zehra cinayet masasındaki son görevini bitirdikten sonra nişanlısıyla Bakü’ye gitme planları yaparken Gonca adlı bir kızın öldürülmesiyle başlıyor. Ormanda


19

öldürülen Gonca’nın haberini alınca Zehra planlarını iptal edip onun yerine gelen Komiser Yılmaz ile birlikte bu olayı çözmek zorunda kalıyor. Ve klasik senaryo gereği, birbirlerinden hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Öldürülen kızın ailesi ve polis arasındaki ilişkiye bir de başarılı bir politikacıyı katarak gerilim üçgeni oluşturmayı hedefleyen dizinin çok da alışılmadık bir senaryosu yok. Ancak Zehra’yı canlandıran Nurgül Yeşilçay’ın performansı kesinlikle önünde eğilmeye değer. Yeşilçay her zamanki gibi yeteneğini konuşturuyor. Ona eşlik eden Yılmaz yani Engin Altan Düzyatan da yanına gayet yakışmış. Danimarka yapımı bir dizinin Amerika versiyonunu örnek alarak “uyarlamanın uyarlaması”nı bizlerle buluşturan “Cinayet”teki karakol ortamı şimdilik benzerlerinden sıyrılıyor. Bir süredir ekrandan uzak kalan yüzleri buluşturması da “Cinayet”in artılarından. Ne var ki polisiye veya gerilim türünde ilerleyen, yani er ya da geç bir yere bağlanması gereken dizilerde “uzatmalar” izleyiciye pek cazip gelmiyor. Aşk faktörünü kullanarak hikaye bir yere kadar daha devam ettirilebilir, ama reytingler düşünce dizi yayından kaldırılabilir (Bu

ekranlar böyle işleri çok gördü). Bence “Cinayet”in ömrü, eğer yeterince izleyiciye ulaşmazsa gösterişli bir yarım sezon; ulaşırsa zaten yoluna devam eder. Aman bir “Arka Sokaklar” vakası daha olmasın da! Saklı Kalan Sezon ortasında başlayan bir diğer dizi olan “Saklı Kalan” ilk bölümü yayımlandıktan sonra sessiz sedasız yayından kaldırıldı. Mı? Şimdilik dizinin ikinci bölümü yayınlanmadı, ama Show Tv’nin belki de en iddialı dizilerinden biri olan “Saklı Kalan”, eğer ilk bölümündeki enfes kurgusunu devam ettirecekse, ekranlara acilen geri dönmeli. Melis Birkan’ın harika bir şekilde Defne ve Gülce ikizlerini canlandırdığı ve “Öyle Bir Geçer Zaman Ki”nin Hasefe Hanım’ı Meral Çetinkaya’nın önemli bir karakteri oynadığı “Saklı Kalan”ın konusu da ilginç: Holding patronu Murat Cevher’in hayatı eşi Süreyya ve kızıyla gayet yolunda gitmektedir. Defne ile karşılaşıp ona aşık olan Murat’ın eşi Süreyya intihar edince Defne de Murat’ın evli olduğunu öğrenir. Genç kadrosunda Özgür Çevik ve Burak Sağyaşar gibi isimlerin de rol aldığı dizide Neslihan Yeldan’ı da izliyoruz. Yeldan’ın belki de en akılda kalıcı performansı “Sahra” dizisinde canlandırdığıydı. Kısacası, “Saklı Kalan” eğer kendinden emin bir şekilde ekranlara geri dönerse, bence iki sezonluk devam etmesi kesin olan bir iş.


20

Leonardo’nun Altın Küresi Leonardo Di Caprio’nun gelmiş geçmiş en iyi erkek oyunculardan biri olduğu bir kez daha ispatlanmış oldu. İrem Koca

Leonardo’nun Altın Küresi Oscarlardan sonra dünyanın en saygın sinema ödülleri olan Altın Küreler bu yıl 71. kez sahiplerini buldu. Çok sevdiğimiz Leonardo Di Caprio da Beverly Hills’de gerçekleşen ihtişamlı törenden eli boş dönmedi.

İlk Altın Küresini 2005 yılında The Aviator filmindeki rolüyle Drama dalında alan Di Caprio bu yıl The Wolf of Wall Street filmindeki Jordan Belfort rolüyle Müzikal – Komedi dalında En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanarak gelmiş geçmiş en başarılı oyunculardan biri olduğunu kanıtladı. Bu alanda En İyi Kadın Oyuncu ödülü Amy Adams’a, En İyi Film ödülü ise American Hustle’a verilirken drama dalında En İyi Film “12 Years a Slave” oldu ve Matthew McConaughey (En İyi Erkek Oyuncu) ile Cate Blanchett


21

(En İyi Kadın Oyuncu) ödüle layık görüldüler. Cate Blanchett’a ödül getiren Blue Jasmine filminin yönetmeni Woody Allen’a da Yaşam Boyu Başarı Ödülü verildiğini söylemeden geçmeyelim. Leonardo Di Caprio’ya Altın Küre Kazandıran Rol The Wolf of Wall Street konusunu gerçek hayattan alan, kara mizah türünde bir Martin Scorsese filmi. Filmde 1990’ların ortasında yirmili yaşlarda olan, Wall Street borsasında çalışan hırslı ve açgözlü bir komisyoncunun ilginç hayatı anlatılır. Jordan Belfort her şeye sahip olmak isteyen bu yolda dolandırıcılıktan, kara para aklamaya kadar her şeyi göze alan yozlaşmış bir adamdır. Özel hayatı da iş hayatı gibi ilginçtir. Her açıdan “aşırı” olan bu adamın hayatı bir süre sonra çökmeye başlar. TIME dergisindeki bir eleştiriye göre filmde hayatı ‘’boğulana kadar ahlaksızlık ile yıkanmak’’ olarak tanımlanan Belfort karakterini tüm abartısına rağmen bu kadar doğal canlandıran Di Caprio’nun Altın Küre’yi almasına şaşırmamak lazım. Bunu öngörmüş olacak ki gerçek Jordan Belfort filmde kendini oynaması için Brad Pitt yerine Leonardo Di Caprio’yu seçmiş. Film biraz uzun ve aşırılıklarla dolu olmasına rağmen bir dakika bile sıkılmıyorsunuz. Çünkü Scorsese eli değmiş. Çünkü oyuncuların hepsi çok başarılı. “The Wolf of Wall Street” bu yıl en iyi film ödülünü almamış olabilir ama mutlaka izlenmesi gereken filmler arasında yerini aldı.


22

Yavaş çıkışların sanatçısı;

EllIe GouldIng Müzik dünyasına ilk adımını 2010 yılında çıkardığı ilk single’ı “Under the Sheets” ile atan Ellie Goulding, kariyeri boyunca kayda değer bir başarıya sahip oldu. Fakat, adını sürekli duyduğumuz pop kraliçelerinin yolundan gitmek yerine hep sessizce ve yaptığı müzikle adını duyurdu.

Bu hafta dört yıllık kariyerinde ilginç rekorlara imza atan Ellie Goulding ve tam 65 haftada bir numaraya yükselen albümü “Halcyon”a yer verdik. Alp Bolay

İlk büyük başarısını İngiltere Prensi William’ın özel isteğiyle, Elton John cover’ı olan “Your Song”u Kraliyet

düğününde söyleyerek yakalayan Goulding, dünyaya ise adını 2010 yılında çıkmasına rağmen, 2012 yılında popüler olan şarkısı “Lights” ile duyurdu. Amerika’da ‘dünyanın en yavaş çıkış yapan üçüncü şarkısı’ ünvanına sahip olan “Lights” ve aynı adı taşıyan albümü, ciddi bir başarıya sahip. Hemen arkasından, 2012 yılının Ekim ayında çıkardığı “Halcyon” adlı ikinci albümüyle ise başarısını devam ettiren Goulding, bu albümle kendi ülkesi İngiltere’de tam 65. haftasında bir numaraya ulaştı. Bu hafta ise, 66. haftasında hala bir numarada olan albüm, Beyoncé’nin bu tacı almasını da engellemeye devam ediyor. Ülkemizde de, özellikle geçtiğimiz yaz çıkardığı single’ı “Burn” ve ünlü prodüktör Calvin Harris ile ortaklaşa çıkardıkları “I Need


23


24

Your Love” ile radyoda adını sıklıkla duyduk. Neredeyse 1,5 yıl sonra bir numarada bulunan albüm “Halcyon”, aynı zamanda geride bıraktığımız yılın Ağustos ayında “Halcyon Days” olarak ve 10 yeni şarkı eklenerek tekrar müzik marketlerde yerini aldı. “Twilight: Breaking Dawn” ve “The Hunger Games: Catching Fire” filmlerinin müziklerinde de adı yer alan sanatçı, aynı zamanda yaptığı cover’lar ile de kendinden söz ettirmeye devam ediyor. Özellikle Active Child şarkısı olan “Hanging On”, Rihanna şarkısı olan “Only Girl” ve Justin Timberlake’in “Mirrors”ını bir de ondan dinlemenizi öneririm. 2013’ün Ağustos ayında “Halcyon Days” olarak yeniden piyasaya sürülen albümün açılış şarkısı tüyler ürperten vokalleriyle ve karanlık sözleriyle, “Don’t Say A Word”. Goulding’in prodüktör arkadaşı Jim Eliot ile birlikte yazdıkları “Don’t Say A Word” aynı zamanda sanatçının konserlerinin de açılış parçası. Şarkının performanslarında davulculuk görevini de üstlenen Goulding, “Don’t Say A Word” ve hemen arkasından gelen “My Blood”ın albümdeki favorileri arasında olduğunu da belirtmişti. Eleştirmenlerin de favorileri arasında yer alan “My Blood” sonrasında ise albümün çıkış parçası olan “Anything Could Happen” geliyor. Umut verici nakaratı ve özellikle uzun araç yolculuklarında size eşlik edebilecek “Anything Could Happen”, albümün nadir pozitif

şarkılarından. Bas ve davul elementleriyle yavaşça dansa davet eden “Only You” ise “Anything Could Happen” sonrası pozitifliği korumaya devam ediyor. Albümün adını taşıyan parça “Halcyon” ise, “daha iyi günlerin geleceğini” tekrarlayan nakaratı ile bize umut veren şarkıların devam edeceğini düşünmemizi sağlarken, arkasından gelen 7 şarkı bizi haksız çıkarıyor. Dubstep prodüktörü MONSTA’nın elinden çıkan “Figure 8” ve yine Jim Eliot işbirliği ile yazılan “Joy”, “Atlantis” ve “Dead In The Water” bizleri üzmeye başlarken özellikle üç şarkı dikkat çekiyor; “Hanging On”, “Explosions” ve “I Know You Care”. Active Child cover’ı olan “Hanging On”u dinlemeden önce derin bir nefes almanızı, ve eğer daha önce kalbiniz kırıldıysa sizi o günlere geri götüreceğini hatırlatmak isteriz. Hemen arkasından gelen “Explosions” ise albümün üçüncü klip parçası. Albümdeki melankolik tema, 2012 filmi “Now Is Good” filminin müziği olarak da kullanılan “I Know You Care” ile devam ediyor. Şarkı aynı zamanda Ellie Goulding’in babasına yazdığı şarkı olma unvanına sahip. Yazdan kalan “I Need Your Love” ile hızlanmaya başlayan albüm, yine geçtiğimiz yaz bir çok ülkede bir numaraya ulaşan şarkı “Burn” ile devam ediyor. Belki de Goulding’in en ‘mainstream’ şarkısı olabilecek “Burn”, Goulding’in yanı sıra One Republic grubunun solisti Ryan Tedder ve ünlü pop yazarı Greg Kurstin tarafından kaleme alınmış. Geçen hafta çıkan, neon renklerin hakim olduğu klibiyle adından söz ettiren “Goodness Gracious” ise mutlu


25

müziği ama mutsuz sözleriyle bizi etkiliyor. Fun grubunun solisti Nate Ruess ve yine Greg Kurstin’in adını gördüğümüz şarkı 2014’te Ellie Goulding’in adını duymaya devam edeceğimizin işareti. Aynı anda “About Time” adlı filmde kullanılan ve 2013 “BBC Children In Need” şarkısı olan ve gelirlerinin %100 oranıyla bağış yapıldığı “How Long Will I Love You” ise aşık olduğunuzda dinlemeniz için birebir. Sırasıyla ünlü prodüktörler Eg White, DJ Fresh ve Madeon tarafından canlanan “You My Everything”, “Flashlight” ve “Stay Awake” ise Ellie Goulding’in elektronik müzikte de iddialı olduğunu gösteriyor. Dinlemeye değer bu üçlü, arabanızda veya kulaklıklarınızda

sürekli başa sardığınız şarkılar olmayı bekliyor. Albümün kapanış parçaları “Midas Touch” ve “Tessellate” ise müzikal şölen olarak adlandırabileceğimiz cinsten. Orjinali Alt-J grubuna ait olan “Tessellate” 2013-2014 sezonunun en seksi şarkısı olmaya aday. Saksafon solosuyla dikkat çeken şarkıyı dinlemeden geçmeyin. İngiliz DJ Burns işbirliğiyle ortaya çıkan “Midas Touch” ise deep house elementleriyle bizi büyülüyor. Geç fark edilmesine rağmen bir tür müzikal şölen olan “Halcyon Days”, her duyguya karşılık veren şarkılarıyla, Ellie Goulding’in 2014 yılında da başarısını tam gaz devam ettireceğinin kanıtı.


zete

Fotoğraf Kredi: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

/42

ü

e t e z r e niv


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.