ÜNİVERZETE 155

Page 1

zete


12 Mayıs 2016 Sayı: 155 Genel Yayın Yönetmeni İlgi Özdikmenli Yazı İşleri Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Tuğçe Kılınç

ENGELLİLER HAFTASINDA BİLİNÇLENELİM!

Yazılar Ali Genç, Asena Kıvrak, Berk Özdemir, Christina Akbulut, Nazlı Adar Ön Kapak: Sedef Akalın Arka Kapak: Demet Açıkgöz

EVRENİN MERKEZİNE YOLCULUK 2: DEVASA

Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Arzu Cahide Öz

ÖZ BE ÖZ GÜRGEN İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:

Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

Instagram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com

/ifbilgi

@ifbilgi

ŞİMDİ REKLAMLAR

BU SPORLARI BİMİYORSUNUZ


/

v i 端n

e t e z er


4


5

Engelliler Haftasında Bilinçlenelim! Bugün engelsizsiniz. Peki yarın? / Nazlı Adar Bugün dünyayı son kez görecek ya da duyacak olsaydınız ne düşünürdünüz? En önemlisi ne yapardınız? Ne sığdırabilirdiniz 24 saate? Son kez yürüyebileceksiniz denilseydi koşar mıydınız kalbiniz göğüs kafesinizden çıkana kadar? Sevdiğiniz insanların sesini duyabilmek, gökyüzünü, yıldızları görebilmek, birinin yardımı olmadan bir yere gidebilmek sıradan olsa da bizim için, bunları bir an için sonsuza dek yitirdiğinizi düşünün ya da bunlara hiçbir zaman sahip olamadığınızı. Her gün gördüğünüz yüzleri, her gün duyduğunuz sesleri kaybetmek, bir yere gidebilmek için bir şeye ya da birine ihtiyaç duyduğunuzu düşünün. Ne hissederdiniz? Bu hafta ‘’10-16 Mayıs Engelliler

Haftası’’. Peki sekiz buçuk milyon engelli nüfusu olan ülkemizde kaç kişi bu haftanın farkında? Onlara yardım için ne yaptık? Ne yapıyoruz? Ne yapabiliriz? Bu soruların cevaplarını bulmak için yola çıktım. Altı Nokta Körler Vakfı ve Engelsiz Bilgi Kulübü bana anahtar oldu. “Altı Nokta Körler Vakfı”, görme engelinin üstesinden gelebilmek için 1972 yılında, eğitimci ve aynı zamanda görme engelli olan Mithat Enç tarafından kuruldu. Vakfın şu anki Başkanı Oya Sebük, müdürü Seçil Arıkan. Vakfın Müdürü Seçil Hanımla başladık sohbete. Bu vakıfta görme engellilere nasıl eğitim veriliyor diye merak ettim: “Vakıf, yetişkin görme engellilerin


6

eğitime ihtiyaç duyabilme fikriyle oluşturuldu. Burası bir rehabilitasyon merkezi. 18 yaş üzerindeki görme engellilere eğitim veriyoruz. Türkiye’nin her yerinden öğrenci alıyoruz. Basit matematik, abaküs, Kabartma yazı eğitimi ve kişisel idare eğitimi veriyoruz. Temel işlevi ayakkabı boyamaktan yemek yapmaya kadar bütün işleri kapsıyor. Bağımsız hareket dersimiz de var. ‘Beyaz Baston’ dersi. Bireyin hem bina içinde hem de dışında, hem rehberle hem de rehbersiz, yani baston kullanarak bağımsız ve güvenli hareket edebilmesini hedefliyor.’’ Oya Hanım’ın da sohbete katılmasıyla sorularıma daha çok cevap bulabildim. Oya Sebük, Lions Kuruluşu’nun üyelerinden ve altı yıldır bu vakıfta başkanlık yapıyor. “Altı Nokta Körler Vakfı’nın projeleri ve faaliyetleri nedir?” diye sorduğumda: ‘’Bizim en önemli amacımız

buradaki görme engellilerin mesleki gelişiminde rol oynamak. Beş buçuk aylık eğitimle, burada yatılı okuyan bir görme engelli için istihdam imkanı sağlıyoruz. 99 senesinde başlatılmış bir masaj ünitemiz var. Yetenekli bireyleri masör olmaları için seçip eğitiyoruz ve buradan sertifika alabiliyorlar. Konuşan kitap kütüphanemiz var. Buradaki kayıt odamızda, okul ve ders kitaplarını dinleyerek öğrenebilme imkanı sağlıyoruz onlara. Sinemaya ve konserlere gidiyoruz. Avrupa Birliği’nden aldığımız fonla ‘Beş Şehir’ (Kilis, Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır, Urfa) projesini gerçekleştirdik. Uşak Üniversitesi’yle, uzaktan eğitimle görme engelli çocuklara bilgisayar kursu verdik. Resim yarışmaları yapıyoruz. Vakfa yapılan bağışlarla Avrupa’da kullanılan, görme engelliler için üretilen teknolojileri ülkemize tanıtıyoruz. Balık tutma


7 turnuvaları yaptık. Balık tutmayı öğrettik. Onlar bir yerde hep balık yemiş fakat oltayla hiç tutmadılar. Oltayla tutmak farklı. Balığı tuttuklarında yüzlerindeki ifade ise paha biçilemez.’’ cevabını aldım. Burada gönüllü olarak çalışmak da zor değil. “Çalışmak isterlerse, kitap okuyabilirler. Çocukların derslerine yardımcı olabilirler. Yalnız burada da sabırlı ve sürekli olmanız gerekiyor. Bir çocuğu ele alıp derslerine yardımcı olurken yarıda bırakıp gitmek kötü olur çünkü bir zaman sonra alışıyor size. Sohbet edebilirsiniz. Benim zamanımda ‘Pen Friend’ kavramı vardı. Siz de ‘Conversation Friend’ olursunuz ya da içinde ekran okuyucu programı olan bilgisayar bağışlayabilirsiniz.” Türkiye’de engelli olmanın nasıl olduğunu sordum: “Zor. Memnun değiller Türkiye ortamında. Otobüse binerken

otobüsün içinde ne kadar zorlandıklarını söylüyorlar ya da insanlar onlara acıyarak yardım etmek istiyorlar fakat onlar kendi yolunu bulabilir. Onlar yardım istemiyorlar, insanlar bunu anlamıyor. Bazı otobüslerde sesli bildirme olmuyor. Yollar engebeli. Sarı noktalı yollar mesela, bazı taşra yerlerde yol gidip ağaca tosluyor ama bana sorarsanız en zor şey acınma durumu.” Seçil Hanım ise şöyle yanıtladı sorumu: “Mesela, yeni nesil motorlar daha az ses çıkartıyor. Sesle karşıdan karşıya geçmeye çalışan biri için kötü bir durum. Evet şehir açısından düşününce daha temiz, daha güvenli ulaşım sağlanıyor fakat bizim gibi trafik kurallarından pek hazetmeyen ülkeler için kesinlikle çok problem var.” ÖZÜRLÜ MÜ? ENGELLİ Mİ?


8 03.05.2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan 6462 sayılı Kanunla, Kanun ve Kanun Hükmünde Kararname düzeyindeki düzenlemelerde yer alan “özürlü” ifadeleri, “engelli” olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından değiştirildi. İyi mi oldu kötü mü oldu, bir farkı var mı diye sordum Seçil Hanıma: “Özürlü ve engelli aynı anlama gelen sözcükler değiller. Yani ‘özürlü’ kelimesi tıbbi olarak yetersizlik anlamı taşırken, ‘Engelli’ kelimesi tıbbi olarak yetersizlikten bahsetmiyor. Engelli olmak sizin fiziksel olarak yetersizliğiniz değil, toplumsal organizasyonun sizin eksikliklerinize uygun olarak

oluşturulmamasından kaynaklanır. Yani toplum yetersizdir ama sonuç itibariyle ne tarafından bakarsanız bakın kullanılan kavram değil, o kavramı nasıl kullandığınızdır. Mesela, “kör” fiziksel olarak görme yitimini en iyi ifade eden kelimedir fakat biz sanki küfür gibi davranıyoruz. Oysa ki en iyi o kelime tanımlar ama kör diyemiyoruz, onun yerine görme engelli diyoruz. Kavramı değiştirmeniz onu nasıl doldurduğunuzla ilgidir.” Kısacası sözcükler ona verdiğin değerle biçimlenir. Engelsiz Bilgi ise 2014 yılında Ertan Doğan tarafından kurulan iki yıllık bir kulüptür. Sohbetimizi kulübün

şu anki Başkanı Yağız Alp Şenel ile gerçekleştirdik. Nedir Engelsiz Bilgi’nin amacı? “Engelli arkadaşlarımız zaten engelinin ne olduğu hakkında yeterli bilgiye sahipler ve farkındalar. Bizim amacımız, engeli olmayan bireylerin farkına varmasını sağlamak çünkü bir şeyin ucu bize dokunmadıkça hiçbir şeyin önemini kavrayamıyoruz. Bu yüzden -biraz klasik ama- ‘farkındalık’ yaratmaya çalışıyoruz.” Bu farkındalığı yaratmak için illa ki bir şeyler yapmak gerek. Bu yüzden Yağız biraz da kulübün etkinliklerinden söz etti. “Seminerler yaptık okulda. Bu yıl üç tane etkinlik yaptık. Katılım sayısı da iyiydi. Şu an yaptığımız en büyük projemiz ‘’Kırmızı Bayrak Projesi’’. Amacımız okulu tamamen engelsiz bir yere dönüştürmek. İBB’nin projesi bu. Biz bunu eğitim alanında yapacak ilk kampüsüz. İlk olmak güzel ama önemli olan diğer üniversitelere de engelsiz kampüs fikrini aşılayabilmek” Yağız’ın da dediği gibi ilkiz. Eksik taraflarımızı diye merak ettim ve sordum: “Engelli arkadaşlarımız için en küçük bir eksiklik çok büyük bir önem taşıyor. Mesela görme engelli bir öğrenciden örnek vermek istiyorum. Dolapdere kampüsünde o arkadaşımız yürürken banka çarpıyordu. Santral’de kampüs içi ulaşım Dolapdere’ye nazaran bir nebze daha kolay fakat fakülte içine girdiğinde o arkadaşımız yeniden zorlanmaya başlıyor ve birine ihtiyaç duyuyor. Ayrıca kapılar ‘okulumuzda engelli öğrenciler de var’ düşüncesiyle dizayn edilmemiş çünkü iterken ya da çekerken kuvvet uygulamak gerekiyor. Daha kolay açıp kapamak için sensörlü olabilirler. Diğer bir konuysa rampa eğimlerinin yüksek olması. Ayrıca kütüphanede tekerlekli sandalyede olan


9

engelli biri üst kata çıkamaz çünkü asansör yok. Yine de okulun engelli birimi bu konuya çok önem gösteriyor. Okulda eksik görülenleri söyleyince yapmaya çalışıyorlar. Üniversitemiz diğer üniversitelere kıyasla bir çok olanak sağlıyor ama yeterli değil.” Yapılan etkinlikler, giderilmeye çalışılan eksiklikler... Bunların kimler sayesinde giderilmeye çalışılıdığını, yardımcı olan kaç kişi olduğunu, yardımcı olmak istersek nasıl olacağımızı, seneye ne yapacaklarını Yağız şöyle açıkladı: “Her ne kadar 400’e yakın üyemiz olsa da 10 kişilik bir kemik kadromuz var. Komik değil mi? Ama bunu sorun etmiyorum çünkü bazı prosedürlerimiz var. Aldığın sorumluluğun altından kalkabilmen gerekiyor. Bunu yapabilen zaten etkin kulüpte. Kemik kadromuz ikiye ayrılıyor. İlk grup neyi, nasıl yapacağımızı tartışıyor, ikinci

grup ise yaptığımız etkinlikleri tanıtma, duyurma işlerini hallediyor. Önümüzdeki sene ise şu an aklımızda dört etkinlik var. Kulübümüzü daha da iyi tanıtabilmek ve okuldaki TV’lerin boşuna çalışmasını engellemek için (gülüyor) yazın senaryo yazacağız okuldaki TV’lerde gösterilsin diye.” Engelsiz bir ülke miyiz diye sordum kendime ve düşündüm. Kendilerini onlar yerine koyamayan ve hatta dalga geçen insanlar geldi aklıma, bedenleri yerine zihinlerinde engel olan insanlar. Yollara yapılan kabartmalı sarı çizgiler üzerine park edilen araçlar, engelli park yerini kullananlar geldi aklıma, engelli asansörlerini kullananlar. Bir de ‘’vah vah’’layanlar geldi aklıma. Yüksek kaldırımlar, bozuk yollar... Sonra dedim ki kendime, onlar engelli değil böyle durumlara sebep olan insanlar yüzünden ‘’engellenenler!’’


10

Evrenin Merkezine Yolculuk 2: Devasa Çevreye yabancılaşmaya başladıkça cisimler de ilginçleşiyor / Berk Özdemir Güneş Sistemi’nden, bildiğimiz yerlerden, evimizden uzaklaştıkça kainatın sınır tanımaz ve inanılmaz olduğunu görmekteyiz. Son olarak bizden 20 ışık yılı uzaklıktaki Gliese 581 yıldızında ve onun -Dünya gibi yaşanabilir- gezegeni olan Gliese 581c’de mola vermiştik. Eğer

bu gezegende su ve organik maddeler varsa bir şekilde yaşam başlamış olabilir. Hatta belki de bizim gibi medeniyetler bile olabilir. Eğer öyleyse ve teknolojileri biraz gelişmişse bizim yirmi yıl önceki televizyon ve radyo programlarımızı takip ediyor olabilirler.


11 şeylerden biri Adolf Hitler’in yaptığı açılış konuşması olacaktır). Bizim ilk sinyallerimiz onlara 70 yılda ulaştı. Eğer yanıt vermek isterlerse onların bize dönüş yapması yani bizim antenlerimize onların sinyallerinin ulaşabilmesi için bir 70 yıl daha gerekir. Belki de bir medeniyet bizim bu gönderdiğimiz sinyalleri aldı ve yanıt verdi. Bunu uzaklıktan dolayı henüz bilemeyiz.

Bugün dinlediğimiz televizyon ve radyo sinyalleri ışık hızında ilerler. Ayrıca bu sinyaller atmosferi geçebilir. Yani yaklaşık yüz senedir uzaya insanlığımız hakkında bilgiler yaymaktayız. Olur da radyo frekansı alıcısı geliştirmiş kadar ilerleyen bir medeniyet olursa bizden haberleri var demektir. Tabii bir de şöyle bir olasılık var: Örneğin Dünya’dan 70 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegeni ele alalım. Orada bizim kadar gelişmiş bir medeniyet var. Onlar da kozmosta yalnız olduklarını düşünüyorlar ama bir gün bizim yıldızımızdan sinyaller almaya başlıyorlar (İlginçtir ki ilk televizyon sinyalleri 1936 Berlin Yaz Olimpiyatlarıdır. Yani görecekleri ilk

Bilim adamları diğer yıldız sistemlerindeki gezegenleri keşfetmekte zorlanırlar çünkü yıldızların ışıkları o kadar güçlüdür ve cüsseleri o kadar büyüktür ki yakınlarındaki gezegenler ve yansıttıkları ışığı görmek mümkün değildir fakat bu durum tabii ki değişti. 50 ışık yılı uzaklıktaki Bellerofon (diğer ismiyle 51 Pegasi b) gezegeni Güneş benzeri bir yıldızın çevresinde keşfedilen ilk gezegendir. Gezegenlerin yıldızları üzerinde küçük bir kütle çekimi vardır. Bu ufak hareketleri Dünya’dan ölçtüğümüzde bu gezegenlerin aslında orada olduklarını görebiliyoruz. Bu ölçüm astronomi dünyasında büyük gelişmelerin önünü açmış ve bu atılımdan sonra gezegen keşfedilmesi büyük bir ivme kazanmıştır.


12

Evimizden uzaklaşmaya devam ediyoruz. Bu sefer de karşımıza çok tuhaf bir yıldız çıkıyor. Adı Algol. Şeytan yıldızı olarak da bilinir. Çift yıldızdır. Bunu özel kılan durum ve şeytan yıldızı ismini almasının sebebi bu iki yıldızın birbirlerinin çevresinde dönerken biri diğerinin maddelerini aşırmasıdır. Bu yıldızlar Dünya’dan yaklaşık 100 ışık yılı uzaklıkta. Bu da demek oluyor ki ilk radyo sinyalleri buradan duyulabiliyor. Daha sonrasındaysa Dünya’ya ait hiçbir şey kalmıyor. Tabii ki biz dışında. Bizden 9500 ışık yılı uzaklıktaki bildiğimiz en büyük yıldızı görüyoruz. Adı UY Scuti. Öylesine büyük

ki Güneş yerine onu koysak Jüpiter’e kadar giderdi. Hacmi öylesine devasa ki içine 5 milyar Güneş sığardı. Eğer ışık hızında seyahat ediyor olsaydık bu yıldızın çevresini dolaşmak yedi saat sürerdi. Bu süre Güneş’te yaklaşık 14 saniyedir. Derin uzayda ilerlerdikçe bizi hayran bırakan objeleri görmeye, incelemeye devam edeceğiz. Uçsuz bucaksız evrende Dünya kum tanesi ve bildiğimiz en büyük yıldızsa bir voleybol topu bile değil. Tekrardan hatırlatma gerekli: Mesafelerin idrak edilemez düzeyde olduğu bu yerlerde kaybolmayın.


13


14


15

Öz BE Öz

Gürgen Röportaj / Christina Akbulut


16

Renkli kişiliği akıllarda yer eden Gürgen Öz’ü televizyonun komik çocuğu olarak tanıdık. Dizilerden filmlere, filmlerden tiyatro sahnesine bir çok yerde izlediğimiz Gürgen Öz’ün yazar ve oyuncu kimlikleri hakkında konuştuk. Sanatın farklı dallarında üreten Gürgen Öz’le yapmış olduğumuz keyifli röportaj sizlerle… Şu aralar neler yapmaktasınız, ufukta yeni bir proje var mı? Evet var. Yakında bir komedi projesiyle yaz sezonu için ekranda olacağım. Yeni kitabım “Karanlık Köy” ise Eylül gibi okuyucuyla buluşacak. Ayrıca yeni sezona çok tatlı bir sinema filmiyle gireceğim. Seveceğinizden kuşkum yok. Gürgen Öz’ü oldukça renkli bir kişilik

olarak görüyoruz. Günlük hayatınızda da böyle misiniz? Elbette durumlara göre ruh hallerim değişkenlik gösterebiliyor fakat genelde pozitifliği seven ve bu enerjiyi korumaya çalışan bir yapım var. “Televizyon Makinesi” programında, Türk televizyonlarında ilk kez canlı yayın doğaçlama performanslarını gerçekleştirdiniz. Bu deneyiminizden bahseder misiniz? Anlatması uzun sürer. Tek diyebileceğim televizyonda bir ilk olması benim için çok özel. Müthiş eğlendik. Gece yarısı programı olduğundan, rating kaygısı taşımadığımızdan dolayı da özgürdük. Yaptığımız performanslarda gösteri dünyasıyla dalgamızı geçiyor, bir nevi sistemi eleştiriyorduk. Haliyle işin farklı bir yapısı vardı. Hem


17


18

eğlenceliydi hem de bir şeyleri sivri dille gıdıklıyordu. O işten sonra, çok uzun süre benzer birçok teklif gelse de hiçbiri aynı etkiyi yaratmayacağı için bu teklifleri geri çevirdim.

aynı zamanda bir kitap yazarısınız. kitap yazma fikri nasıl olgunlaştı ve süreç nasıl gelişti? Hep yazan birisiydim. Liseden beri. Sonunda öykülerimi kitaplaştırmaya karar verdim haliyle.

Bugüne kadar birçok dizide, filmde, tiyatro oyunlarında yer aldınız. oynadığınız karakterlerden hangisi favorinizdi? favoriniz olma sebebi neydi? Favori karakterlerim var ama en doğrusu için birkaç yıl ve birkaç farklı proje daha geçmesi gerekiyor. Ondan sonra bu sorunun cevabı daha da netleşecektir sanırım.

Bize nevrotik’ten bahseder misiniz? Nevrotik bir sistem eleştirisi. Bir taşlama. Okuyun. Çok keyif alacağınız ve herkesin kendini bulacağı bir yapısı, ince bir mizahı var. Toplum olarak gittikçe nevrotikleşiyoruz. Yaşananlar ve toplumdaki dogmalar az buz değil çünkü. Psikolojik ağırlıklı dört farklı öykü var. İlki kitaba da ismini veren Nevrotik.

Müşfik kenter’le çalışmak nasıl bir süreçti? Bundan biraz bahseder misiniz? Zordu ve çok değerliydi. O deneyimi buraya sığdırmam pek kolay değil. oyunculukta “bu benim dönüm noktam” dediğiniz bir anınız var mı? Televizyon Makinası’ndaki ilk canlı performans. İlk gece. Müthişti. Sahneye çıkmadan önceki tansiyonu hala hatırlıyorum. sette yaşadığınız en komik anınız neydi? İnanın hangisini anlatacağımı bilemiyorum. Genelde hep çok eğlenceli geçiyor setler.

sizce sanatın farklı dallarında ürettiğinde insan kendini daha mı kolay ifade ediyor? (siz kendinizi daha kolay ifade ettiğinizi düşünüyor musunuz?) Evet, kesinlikle... Daha doğrusu yazıda başka bir yanımı, aktörlükte başka bir yanımı ifade ediyorum. İki farklı enerji var orada. Biri içeriden, diğeri daha dışavurumcu diyelim. Bu güzel röportajı gerçekleştirdiğimiz için teşekkür ederim. son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Ben teşekkür ederim. Üniversite zamanlarının tadını çıkarın. Bir daha geri gelmiyor. Gelecek sizsiniz arkadaşlar. Bol şans! Sevgilerimle...


19


20

Reklamcılığın yeni boyutu / Asena Kıvrak

Şimdiye kadar hep reklam sektörünün öne çıkan reklamlarını çeşitli açılardan ele aldık. Bu hafta ise reklam sektörü için yeni bir nefes olan üç boyutlu reklamlardan bahsedeceğiz. Gelişen teknoloji ile birlikte reklam sektörü de bu hıza ayak uyduruyor, hatta bu hızın ötesine bile geçiyor. Türkiye için üç boyutlu reklamların henüz çok tercih edilir olmadığını söyleyebiliriz ancak yine de takdir edilecek işler yapamamış da değiliz. Marka

Şimdi Reklamlar

devlerinin bu yeni trendi nasıl kullandıklarına bir göz atalım.

Pepsi Ramazan Sokak Reklamı Marka, Razaman Bayramı’nın simgesi olan davulun üstüne amblemini koyarak İstanbul’un en kalabalık alışveriş merkezlerinden birinin girişinde sergilenmiş, dikkatleri üstüne çekmekte başarılı olmuştu. Zaten üç boyutlu sokak reklamlarına aşina olmadığımızdan

dolayı, marka bu reklamla bir adım önde başlamıştı diyebiliriz. Oldukça büyük ve ışıltılı bir Ramazan davulu ile hem kültürümüze saygısını göstermiş hem de yaratıcılığını konuşturmuştu bu sokak reklamı. Bizim Mutfak Billboard’u Billboard’unda Demet Akbağ ile birlikte yeni çorbasını tanıtan marka üç boyutlu reklamıyla dikkatleri çekmeyi başarmıştı. Billboard’un aşağı kısmını masa şeklinde kullandıkları bu afiş yeterince yaratıcı olmasa da ilk denemeler açısından değerlendirirsek başarılı sayılacak bir işti.


21 leVi’s ReklaM Panosu

kolesTon ReklaM Panosu Koleston markasının bu reklam panosu üç boyutun da ötesinde, gerçekten bir yaratıcılık örneğidir. Reklam fikri ürünün içeriğini çok güzel bir şekilde yansıtmış ve görenleri kendisine

bir kez daha baktıracak cinsten bir sokak reklamı olmuş. Üç boyutlu reklamlarda ülke olarak daha yolun çok başında olmamıza rağmen yine de yaratıcı fikirlerimiz olduğu ortada. Umarım gün geçtikçe daha değişik ve yaratıcı fikirlerle çıtayı yakalayabiliriz.

Şimdi rEklamlar

Yurt dışındaki üç boyutlu reklamlara bakacak olursak bu reklam panosu su götürmez şekilde bizim reklamlarımızdan birkaç adım önde. Üç boyut kavramını gerçek anlamda kullanarak marka kalitesini bir kez daha gözler önüne sermiş.


22

Bu Sporları

Ve bilseniz yine çok seveceksiniz! / Ali Genç

Bu hafta sizinle her zamanki gibi farklı, güç üzerine dayalı, zor ve diğer sporları andıran az bilinen spor dallarına bakacağız.

Bocce Kökeni Anadolu’ya uzanan bu sporun, milattan önce 5000 yıllarında oynanmaya başlandığı tahmin edilmektedir. Yuvarlak ve sentetik toplarla oynanır. Bu oyundaki amaç yuvarladığınız topu hedef topa yakın yuvarlamaktır. Yuvarlanılan top, hedef topa rakip oyuncunun topundan daha yakınsa puan alınır. 15 puanı alan maçı kazanmış olur. Punto, raffa ve volo olarak üç çeşit atış sistemi vardır. Kurallar: Taban son derece pürüzsüz olmalıdır. Müsabakalar tekli, ikili ve üçlü takımlar arasında oynanır. Tekler dörder topla, çiftler ve üçlü takımlar ikişer topla oynar. 17 yaşından sonra oynayanlar büyükler kategorisine geçerler.

OryantIrIng 1970’lerden beri Türkiye’de silahlı kuvvetlere bağlı kurumlar bünyesinde yapılmaktadır. 1999’da halka açık bir faaliyet olmuştur. Türkiye’deki en önemli oryantiring faaliyeti ise uluslararası katılıma sahne olan “İstanbul 5 Gün” yarışmalarıdır. Kurallar: Sporcular kendilerine verilen yarışma bölgesinin haritasında belirtilmiş hedeflere en kısa sürede ulaşmaya çalışırlar. Kontrol noktalarında turuncu bayraklar vardır. Yarışmacılar bayrağın yanındaki zımbayı ellerindeki fişe basarak kontrol noktasına ulaştıklarını gösterirler. Oyuncular istedikleri yolu kullanabilirler. Önemli olan, yarışmayı en kısa sürede bitirmektir. Yarışmacıların birbirlerini izlemeleri yasaktır.


23

Bilmiyorsunuz TrIatlon Aslına bakarsak kişisel bir spordur. Kişinin gücünü sonuna kadar zorlayan insanüstü bir spordur. Kuvvet ve dayanıklılık becerilerinin çok iyi olması gerektiğinden ve doğal koşullardan kolayca etkilenebileceğinden dolayı rekor kırma kavramı bulunamamaktadır. Kurallar: Triatlonun Olimpiyat Oyunları’nda kabul gördüğü branşlar sırasıyla yüzme, bisiklet, koşudur. Bunun yanında, triatlon organize edildiği yerin özelliklerine uygun olarak değişiklikler gösterir. Örnek olarak Raft sporunun yapılmasına müsait bir bölgede yüzme yerine rafting konulur ya da kış sporlarının yapılmasına olanak veren bir yerde yol bisikleti yerine mukavelet kayağı konulur.

Rounders En az altı, en fazla 15 oyuncudan oluşan ve takımların vuruş ve sayı turuyla sayı yapmasına dayanan bir spor dalıdır. Oyun en çok Kanada, İngiltere, Galler ve İrlanda’da oynanır. İngiltere ve İrlanda’da birçok kural farklı olsa da aralarında yapılan maçlarda farklı olan kuralların ortak paydaları alınır ve ona göre oynanır. Kurallar: Oyun kadın, erkek ve çocukların karışık olarak oynanmasına müsaittir. Ancak karışık bir oyunda beşten fazla erkek oyuncu oynayamaz. Atıcı; topu rakip oyuncunun karşılayabileceği seviyede atmalıdır ve topu yerde sektirmemelidir. Aksi takdirde faul olur. Vurucu sadece tek atışta vuruş yapabilir. Vurucu top varsa da topu ıskalasa da en az birinci kaleye koşmalıdır. Vurucu topu ıskalarsa ya da vurduğu top bir yerde sekmeden önce rakip takım oyuncusuna geçerse oyun dışı kalır fakat bu pozisyon faul atışında olursa oyuncu oyun dışı kalamaz. Atıcı takımın üyesi, vurucu takım oyuncusu kaleye gelmeden önce topa dokunursa vurucu oyun dışında kalır.


e t e z r e v i n ü

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.