Uç Nokta Fanzin Temmuz 2013 Sayısı

Page 1

1 | U Ç NOKTA


İÇİNDEKİLER BİZ, KISACA.

ZATEN İNSAN HEP BAŞKALDIRIR. KAFKA

1 | U Ç NOKTA


BİR KISA A ÇIKLAMA

ÜÇ NOKTA FANZİN GÜRUHU, BU VE SONRAKİ EDEBİYAT UÇ NOKTA FANZİN ADIYLA DEVAM EDECEKTİR.

UĞRAŞLARINA

İLETİŞİM

ucnoktafanzın@gmail.com BLOGGER

ucnoktafanzın.blogspot.com 2 | U Ç NOKTA


Onbeşinde Çığlığın Ethem Sarısülük anısına...

Merhaba sevgili, güzel Sen simsiyah elbisesi içinde Rengârenk bir yüreksin. –bilirsin, siyah her şeye rağmen bir renk değilSen, mavisinde gözlerin, Avuçlarında gökyüzün Ve yirmi üçünde yaşınla Rengârenk bir gülüşsün, merhaba Yüzün, umuda dönük Sırılsıklam tenin, rüyasında bekleyişin Ve yarın, kimbilir hiç bu kadar yakın olmamıştır, ne dersin? Merhaba, Şimdi seninle, yalınayak salınmak vardı meydanlarda, Korkmadan, güneşsiz bir akşamüstünde uzanmak çimlere bir eylemi bölüşmek vardı, Şimdi seninle bir fidan büyütmek Bir orman yaratmak Bir ağaç olmak belki Bir ağacı korumak Ve –çirkin- bu dünyanın asfaltlarını eskitmek Ne dersin? 3 | U Ç NOKTA


Merhaba Kucakladığın gökyüzünden sesleniyorum sana Ben bir kurşunla öldüm, Kırmızı adımlarının gezdiği asfalta düşürdüler beni Bir ağaç olmuşum ben bir fidan bir orman yaratmışım kendime Şimdi, bir tebessüm gezinmiştir dudaklarında Islak gözlerinden damlamaktayımdır belki Ağlama Unutma, bir fidandır belki beni yaşatan Bir ormandır belki, bir ağaç Kırmızı adımların Mavi gözlerin Ve kucağında gökyüzüyüm ben Unutma Öldümse, yaşayın diye Merhaba

Ali C. Yoksuz

4 | U Ç NOKTA


Künh-ü Hitam

Kehribar rengi bir gecenin kasnağına dolanmış, amber taçlı bir Anka, döküyor tüylerini gecenin mahremine. Mürdüm rengi tüyler döküldükçe, koyuluyor kehribar. Sokak, bir modern çağ destanı… Açı genişliyor, göğün zirvesinden çekim yapan kamera geri çekildikçe görüntü sokağı dıştan görür hale geliyor. Tüm sokak, objelerin seçilebildiği ve anlaşılabildiği bir mesafedeyken, yarı saydam bir miktar balçıkla kaplanıyor görüntü. Ve donuyor kaplanır kaplanmaz. Donmanın etkisiyle netleşiyor yarı saydam siluet ve Anka’nın mürdüm kanatları parıldıyor taşın derununda. Sokak, mumyalanmış bir firavun naşı. Kamera görüntüden biraz daha uzaklaşıp duruyor yeniden. Balçıkla sıvanıp taşlaşmış sokak, küçük bir taş olarak havada asılı duruyor. Uzamda dönerek genişleyen görüntü taşın etrafını da yansıtınca, zuhur eden mekanın eşyalı bir oda olduğu anlaşılıyor. Ve yere düşüyor kehribar taşı… Küçük akça bir el, uzanıyor taşa. Bunlar. Elif’in elleri. Kainatın anahtarı. Taşı eline alıp, içindeki mumyalanmış sokağı, sokaktaki kasnağı, kasnaktaki Anka’yı, Anka’daki tüyleri inceliyor. Anka’nın gözleri birer zümrüt. 5 | U Ç NOKTA


Elif Anka’nın gözlerinden içeri doğru indikçe külleniyor etraf. Külün hitamında bir nar parçası. Ateşi gören Elif, biliyor “mümküm”ün “kün”den geldiğini. Ve harfleniyor nefesi; “Kün! (ol)” Anka hızla atıyor Elif’i narından ve harlanıyor külleri. Alevler sarınca Anka’yı, zümrüt gözlerinden yeşil ışıklar, kanatlarından mürdüm kuşaklar, kuyruğundansa al bir sis bulutu yayılıyor sokağa. Başını Elif’in baktığı yöne çevirince, Elif ve Anka göz göze geliyor. Kanatlanıyor tüm ihtişamıyla, sokağı deşip, kehribar taşı kırarak Elif’e saldırıyor… Ve bu saldırıyla, sıçrayarak gark oldu bir “uyanış”a Elif. Rüyanın etkisiyle tüm bedeninde bir titreyiş ve ardı sıra varlığını bedenine kendiliğinden neşreden bir kıyam nüfuz oldu Elif’e. Terlemişti. Tüm evreni koşmuşçasına yorgundu ve Hakikat ile Heyula Arafı’nda hiç böylesine kalmamıştı. Bu haline iyi gelebilecek iki seçenek vardı. Soğuk su yahut filtre kahve. İkisini birlikte tüketmek dişlerine zarardı. Elif ‘zarar’dan korkardı. Terinden ve rüyanın ilk tesirinden arınmış halde, camın önündeki koltuğunda oturmuş filtre kahvesini içerken Veli’nin numarasını tuşladı. Dördüncü çalışında açtı telefonu Veli. -Af ya Veli’m af. Gece tuhaf ve çok korkutucu bir rüya gördüm. -Anlat ey kainatımın anahtarı. Hangi kapıyı çaldın, benim küskün kapımdan başka? -Bir Anka Kuşu, bir kehribar taşının içinden çıkarak bana saldırıyordu. -Kadıköy’de çay içelim mi? Hakikat oradan daha güzel görünüyor.

6 | U Ç NOKTA


Veli ve Elif, 2 saat sonra Kadıköy Rıhtım’da bir bankta buluştular ve Elif bu kez ayrıntıyla anlattı rüyasını. Bu adama aşık mıydı? “Varlık var mıdır” sorusu kadar açmaz ve çıkmaz geliyordu ona bu soru. Ama baktığında, “kelam”a güzel bir beden görüyordu Veli’de. Ve “kelam”, kökeninde “yara, kesik” manasına gelen bir kelimeden türemişti, biliyordu. Veli Elif’in hem yarası, hem merhemiydi. Rüyayı dikkatlice dinleyen Veli, “Elif çok güzelsin” diyerek başladı söze; -Elif çok güzelsin, sana baktıkça bir toprak yığınına baktığımı hissediyorum. Bazen acaba ölmeni mi istiyorum diye düşünüyorum hatta. Ama insan neden bir mezarı güzel bulsun ki? -Seni anlamadığım zamanlarda daha çok seviyorum Veli. (Elif burada gülümsüyor. Bunun Veli’nin ekinoksu olduğunu herkes bilir.) -Elif’im, kainatımın güzel anahtarı, sen rüyanda bir “Vav” görmüşsün. O Anka aslında “Vav”. -Arap alfabesindeki Vav’dan mı bahsediyoruz? -Kesinlikle. Vav kainattır. Elif ise kainatın anahtarı. Bu bir gerçek ‘uyanış’. Sıfır olma hali. Tabi heyuladan hakikate erişirse. Elif daha fazla soru sormak istemedi. Çünkü Veli durmaksızın anlatacaktı, biliyordu. Aslında onu dinlemek güzeldi ama onun yanında etrafı dinlemek daha güzeldi. Başını omzuna yasladı Veli’nin. Sanki dün gece bağıra çağıra kavga ettiği o değildi. Elif hep bağırır Veli hep susardı. Elif susunca, Veli yine hiçbir şey demeden çıkar giderdi. Elif, Veli’nin bu gitmelerinin yönünü ve varış noktasını asla bilmedi. Çünkü her soruşunda Veli yine susardı ve Elif yine bağırırdı. Uzun süre sustuktan sonra sordu Elif; -Neden ayrılmıyoruz Veli? -Çünkü ben kapıyım sen ise anahtar. Birbirimiz olmadan anlam ihtiva etmiyoruz. Sen beni duvarlardan ayıransın. -İhtiyaçtan tüm ihtirasımız, bir oluşumuz yani? 7 | U Ç NOKTA


-Bu, Vav olamadıkları için feryat edenlerin hali olsa gerek, yani bir vaveyla. Burada künh şu ki kehribar taşım; çaydan lezzetli bulduğum tek şeysin. Şeyin kendisisin. Kant Kant olmasaydı da, ben Kant olsaydım ‘numen’e Elif derdim. Öyle ‘şey’sin. Sen olmazsan ben filozof olurum. Ve bir gün beni terk edersen de şair olurum. Ve bu iki durum da beni çok korkutuyor. Çünkü ikisi için de zerre kadar yeteneğim yok. Elif, Veli’nin konuşmasının yarısında kopmuştu. Duymuyordu onu. Anka’yı görüyordu baktığı yerde. Sakinleşmiş ve harı sönmüş bir hali vardı Anka’nın. Kanatlarını yeniden gecenin kasnağına dolamış, derin bir uykuya dalmak üzereydi. Sokak, bir bardak demli çay… Nur An

8 | U Ç NOKTA


● eskiden, mezarlarımızın başına dikerdik fidanları şimdi fidanların dibine gömüldük mezarımızı kazacağımız bir fidan dibi için öldük ama öğrendik o ağacın gölgesinde nasıl bir yaşam kuracağımızı aşkla, şiirle, öfkeyle... kurur bazen ağaçlar fakat geride bir sürü tohum bırakır... ama artık ağacımız meyve veriyor, biliriz zordur özgürlüğün dostluğun aşısını tutturmak fakat belki 30 yıl meyve vermek için bekleyen zeytin ağacımız artık gökkuşağı kadar renkli zeytinler verecek

Êzman Anuşavan Laşer

9 | U Ç NOKTA


● Şimdi desem ki sana canım kardeşim dumanlı dağların geçilmez geçitlerin yıkılmaz duvarların aşılmaz, görünmez ve bilinmez olduğu bir kandırmacadır gelecek misin benimle? omuzdaş olacak mısın ? öyleyse ver elini sana anlatacaklarım var. ver elini bir kez daha ateşi çalalım tanrılardan ve peygamber şehirlerine asıl mutluluğun ne olduğunu gösterilim bir çocuğun balonu ile parkta gezişini sonra bir aşkın nasıl başlayacağını görelim hüzünleceğimiz ve dertleneceğimiz tek bir şey olsun balonu elinden kaçıran çocuğun hüznü gerisi mutluluk,gerisi insanlık direnelim ta ki yıldızlara kadar çünkü şairlerin en büyük gücü direnmektir.

Uğur Sair

10 | U Ç NOKTA


Diren Gelişmek eylemi her zaman olumlu sonuçlar doğurmaz; değişim olmadan gelişim imkânsızdır. Evrimsel süreçte yaşadığımız değişimlerle şekillenen ve şekillenmeye devam eden beynimiz yaradılışın kusursuz bir halkası olduğumuzu göstermez. Diğer bütün canlı türlerinden bariz şekilde daha büyük bir beyne sahip olabiliriz ama bu kadar büyük bir donanıma sahip olmak onu zekice kullandığımız anlamına gelmez; bunun en belirgin örneği erkek hegemonyası altında can çekişen dünyadır. Oysa erkekler ortalamada kadınlardan daha büyük beyne sahiplerdir bir şeyin büyüklüğü onun işlevini tam olarak yansıtmaz. Otostopçunun Galaksi Rehberi adlı eserinde 21.yüzyıl insanının varoluşsal sorunlarını yüzüne tokat gibi çarpan Douglas Adams: “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir mesela insanlar kendilerini dünya üzerindeki en zeki yaratıklar olarak görürler Aslında bu gezegen üzerindeki en zeki üçüncü yaratıklar oldukları halde dünyadaki en zeki ikinci canlılarsa elbette ki dünyanın ne zaman yok edileceğini fark edip oradan vaktinde kaçmasını bilen yunuslardır,” diyor ve sadece bununla kalmıyor, ‘’ya fareler –aslında- insanlar üzerinde deney yapıyorsa’’ sorusunu da soruyor. İşte tam bu noktada, insan beyninin yanılsama gücü açığa çıkıyor ki insanlık, tarihi bu yanılsamalarla doludur: Olmayan şeyler yaratarak onlara inanırız Bu yanılsama gücü kendimizi tarih boyunca yaratılışın medar-ı iftiharı olarak sunmamızı sağladı. Sözde yaradılışın en kusursuz halkasıydık ve her şey bizim için yaratılmış, bizim emrimize sunulmuştu. Oysa yeryüzü bizden çok önce de buradaydı ve bizden çok sonra da burada olmaya devam edecekti. Belki de insanlık bir ara halkaydı sadece – yanıldık. Tüm uyarıları yanlış algıladık, doğal değişimin kaçınılmaz sonucu olan gelişim bizi sözde ileri bir evrimsel süreçte şekillendirdi; artık modern insan dediğimiz aklından şüphe etmeyen, sürekli daha fazlasını isteyen, daha fazlasını elde etmek için kendinden güçsüz olanı 11 | U Ç NOKTA


yok etmekte tereddüt etmeyen insanmerkezci anlayış, bir hastalık gibi dünyanın kalbini, ruhunu ele geçirdi. Bir şeyler yapmak için çok geç derken, o denli umutsuzken varlığımı sürdürdüğüm bu coğrafyada 28 mayıs günü ağaçlara sımsıkı sarılan insanlar gördüm. Değişim durdurulamaz, önüne geçilemez bir süreçtir ve gelişim değişimle şekil alır. Ama kesinlikle gelişmek eylemi ileri doğru evrildiğimizin ispatı olamaz. Biz bir değişim yaşadık ama hala yanılsamalarımız devam ediyor. Çok küçük hesaplarla büyük resmi gözden kaçırmayı sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz, çünkü İnsan beyni hala dünya için büyük bir tehdittir. Hiçbir değişim hiçbir evrim geriye doğru gerçekleşemez -bunu kabul etmek zorundayız- Bunu kendi kendime itiraf etmem çok uzun zaman aldı. İnsanlık için çok geç artık, bunu kabullenmeliyiz. Meydanlarda, caddelerde ya hep beraber ya hiçbirimiz diye bağırmak adi bir romantizmden başka bir şey değildir. Gerçek bir kurtuluş istiyorsak toplumsal bir cinnete ihtiyacımız var beynimizden feragat ederek, önce kendimizi yok etmeliyiz. Önce kendi kendimizin tahakkümüne son vermeliyiz. Anarşizm insanın kendini yok etmesiyle başlar. Son insan can verdiğinde işte o zaman dünya diğer canlılar için yaşanılabilir bir yer halini alır. Bizim kafamız çok karışık, soru işaretlerimizin içinde yüzüyoruz; kendi yarattığımız sistemlerin altında eziliyoruz, mutlu değiliz, mutsuz değiliz, dinlerimiz, yetersiz kitaplarımız karman çorman -çok fazla konuşuyoruz, çok fazla biliyoruz. Bilmek için çok fazla vakit harcıyoruz- Hep bir başkasını dinliyoruz, hiç durmuyoruz. Hiç susmuyoruz; evrenin sesine hiç kulak vermiyoruz. Her şeyi çok çabuk kirletiyoruz, tüketiyoruz ve ıslarla büyük bir yanılsamayla, sanki bir şey olacakmış gibi bekliyoruz. Yaşam ve ümit olmadan devrim olmaz diyoruz; ölemiyoruz öldüremiyoruz öldürülüyoruz.

Bay Pisuvar

12 | U Ç NOKTA


Gezi Tam o anda dedim ki, “alalım içkilerimizi ve gidelim kendi cehennemlerimize.” Kanlar içinde yığılmıştı, suratı paramparça. Kafasına ‘çiçek gazı’ yemiş. İnsanlar çığlık atıyor, bağırıyor, her taraftan ambulans sesleri geliyordu. ‘Barış elçilerimiz’ ‘çiçek gazı’yla yaraladıkları çocuğa ısrarla ‘demokrasi’ yağdırıyordu. Dünyada güzel olan ne carsa küsüp gitmişti. Atılan kimyasallar sadece ciğerleri değil sevgiyi de etkiliyordu. Kolumu sıyırıp geçen ‘plastik karanfiller’ kalbimdeki cesareti vücudumdan aşağı yuvarlıyordu. Tam o anda dedim ki”alalım topumuzu be biz oynamıyoruz” diyelim. Kanlar içinde yere yığılmıştı, suratı paramparça. Titreyen ellerimle başına dokundum. Gözyaşlarım, kanıyla beraber dünyadaki bütün nehirleri kızıla boyadı. Kendi nefesimi duyamıyor, hissedemiyordum. Nefesim bile beni terketmişti. Elimde şekilsiz bir taş, kalbim darmadağın, cehenneme bakıyordum. ‘Kahraman polislerimiz’ yaralı insanları tekrar yaralıyor; adeta ‘vatan’a canlarını feda ediyorlardı. Tam o anda dedim ki “alalım aşklarımızı, kitaplarımızı, müziklerimizi, tiyatrolarımızı ve gidelim bu dünyadan.” Kanlar içinde yere yığılmıştı, suratı paramparça. Dünya dönmüyordu. O düşmüştü 13 | U Ç NOKTA


ya, bütün dünya düşmüştü aslında. Gökyüzüne baktım. Hala bu dünyada olduğumuza dair hiçbir kanıt yoktu. Kuşlar uçmuyor… gökyüzüne baktım ve yalvardım. Che’ye bağırdım. Deniz, Hüseyin, Yusuf, Ulaş, Mahir, Cevahir, Hıdır. “Abilerim kurtarın bizi!” Marcos dağları bırak gel, dedim. En son –olmuyor- Nazım abiden bir şiir istedim ve her şey karanlığa gömüldü. İçkilerimi alıp gidemedim cehenneme. Çünkü cehennem zaten burasıydı. Topumu alıp gidemedim. Çünkü maç daha bitmemişti. Gidemedim bu dünyadan. Çünkü yaşamadığım bir aşk, okumadığım bir kitap, dinlemediğim bir müzik, izlemediğim bir tiyatro oyunu vardı daha. Gidemedim bu dünyadan. Çünkü bu dünya bizimdi. Tekrar ayağa kalkabildim. Çünkü yere yığıldığı halde “mücadele edin!” diye bağırıyordu. Gözlaşlarımı silebildim. Çünkü Ethemler bana “savaş!” dedi. Elime tekrar taşı alabildim. Çünkü doğa seslendi “izin verme!” diye.

Alp Tayfun Kökten

14 | U Ç NOKTA


Katil Ben bir katilim ve benim bir hikâyem var. İzin ver sana onu anlatıyım. Aslında ilk başta bu yolu ben seçmemiştim. İçinde bulunduğum durum beni buralara kadar sürükledi. Artık önünü alamadığım bir şekilde gelişiyor olaylar. Masum bir insanın kanı ellerimdeydi ve ben bunun mesuliyetini tamamen üstleniyordum. Fakat sadece kendi içimde başarabiliyordum bunu. Halkın uyanması beklenen bir şeydi. Fakat karşı tepkinin bu denli olması kesinlikle beklentinin üstünde oldu. Kimse geri adım atmak istemiyordu. Her şey Ankara’nın fazlasıyla özgürlük kokan bir gününde gerçekleşmişti. Ben ve arkadaşlarım ise özgürlüklerini bastırmak için müdahalede bulunurken bir anda aklıma korkutma amaçlı havaya ateş açma fikri geldi. Kalabalık belki bu şekilde korkar ve geri çekilirdi. Fakat beklediğim gibi olmadı. Bir an için özgürlüğü bastırmanın mermiyle olamayacağını düşünememiştim ve üçüncü kez tetiğe basarken bir anda yüksek gürültü fazlasıyla alçalmış ve bir adam yere düşmüştü. Sonunda bu da olmuştu. Özgürlüğü için mücadele eden bir insanın hayatı parmağımın tetiğe dokunmasıyla son bulmuştu. Can havliyle kendimi arkadaşlarımın yanına attım. Komplo teorileri üretmeye başladım. Bundan sonra ne olacağıyla ilgili bir şeyler tahmin etmeye çalışıyordum. Müebbet hapis? Belki. Haksız yere bir insanın canını aldım. Fakat olayların gelişimi o kadar farklıydı ki bir an için böyle bir şey yapmadığıma beni bile inandırıyorlardı. Konuşulanları duyabiliyordum “18 yaşından ufak desek?”, “ruh sağlığı bozuk falan deriz belki ?” hakkımda bir karara varmadan önce bu tarz sohbetlere kulak misafiri olmuştum ve amirlerim tarafından kesinlikle konuşmama konusunda uyarılmıştım. Vicdanlarımızı üniformalarımızın dışında bırakmamız emrediliyordu bize. Emir demiri keserdi ama vicdanı bastırma konusunda fazlasıyla yetersizdi. Fakat her türlü devlet kolu benim aklanmam için uğraşıyordu. Adli tıp silahımın incelemesini 15 | U Ç NOKTA


geciktirebildiği kadar geciktiriyor bu sayede ben üstlerimden yapmam gerekenler hakkında bilgi alıyordum. Bakanlar ve üstlerinde ki insanlar bana kahraman diyordu ve teşekkür ediyordu. Fakat ben bu değildim. Halkını vuran biri kahraman olamazdı. Böyle bir insan olmak için seçmemiştim bu mesleği. Mahkeme beni suçlu bulmadı. Çeşitli bahaneler üretildi. Bir yandan da ünlü olmuştum. Yeni sıfatımı kazanırken görüntümü almışlar. Tüm bunlara rağmen karşınızda ki daha güçlüyse hakkınız olanı alamazdınız ve alamadılar. Ben Ahmet Şahbaz. Ethem Sarısülük’ü tabancamdan çıkan mermi ile öldürdüm. Böyle bir şey yaptığım için utanç duyuyorum ve çok pişmanım. Cezam ne ise çekmeye razıyım. . . . -Ahmet kalk! Ahmeet ! -Ne oldu !? -Terler içinde sayıklıyordun. Bu kâbuslar fazla olmaya başladı artık. -Gene aynı şeyleri gördüm. Neyse zamanla geçer nasıl olsa. Sonsuza kadar bu şekilde gidecek değil ya..? Şimdi kalkıp işe gitmem lazım. Direnmekten vazgeçmiyor köpekler. Kaç tanesini daha öldürmemiz lazım bilmiyorum? Özgürlük için mücadele söz konusu ise uğruna ölüm erişilebilecek en yüksek mertebedir. Her ne kadar yırtık da olsa vicdanlarınız her ne kadar eksik de olsa bakış açınız, biz size göstermeye devam etmekten vazgeçmemek için buradayız.

Ufkum Ç.

16 | U Ç NOKTA


Otoritenin hüküm sürdüğü hiçbir kara parçası üzerinde, hiçbir çiçek yapraklarını gökyüzüne özgürce açamaz…………………….. …………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………… ............................................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 70 . . . . . . . . . . . . . 71 . . . . . . . . . . . . . ANARŞİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . GABRİEL 17 | U Ç NOKTA


GÖZ GEZİ ARPACIK ilk baharda çiçeklerin solduğunu gördüm yaprakların açmadan toprak olduğu dumanlara boğulmuş çimenler vardı üstünde postallar ve korkular ... ezdiler sırtımı ezdiler dilek ağacımı yıktılar yuvamızı yıktılar umutlarımızı kırdılar seslerin soluklarını yaktılar teneffüs ettiğimiz havayı ve soydular doğayı çırılçıplak bir paravanın arkasında üç beş korkak

Gabriel

18 | U Ç NOKTA


19 | U Ç NOKTA


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.