Comm. Mag Direniş Özel

Page 1


Bizim için sıradan bir ay olarak başlamıştı mayıs. Bir şekilde yolumuza devam ediyorduk. Şikayet ediyorduk ama şikayetlerimiz dile gelemeden aklımızın bir köşesinde kendi kendini yok ediyordu. Yine o sıcak mayıs ayının sonuna geldiğimizde, gölgesine sığınabileceğimiz ‘’üç- beş ağaç’’ , dış mihraklar olarak tanımlayabileceğimiz belediyeler ve polisler tarafından yok edilmek istendi. Anlaşılan o ki, haziran daha da sıcak olacaktı. Taksim Meydanı’nın ortasında bulunan Gezi Parkı adındaki bu parkta, içimize attığımız şikayetlerimizin aslında kendi kendini yok etmediğini gördük. Bir şekilde ortaya çıkmaya başlamışlardı. Her geçen saat daha da güçleniyor, içimizdekileri daha da net bir şekilde ortaya döküyorduk. İçimizde hapsolmuş bu düşünceler birer birer atmosfere karışıyor, evlerimizden, aile sohbetlerimizden, kantin muhabbetlerimizden, sigara molalarımızdan sokağa yayılıyordu. Ağaçlar umut ışığımız olmuştu. Ülkenin pek çok büyük şehrinde direniş başlamıştı. Daha önce de pek çok defa dillendirildiği üzere mesele artık yalnızca ağaçlardan ibaret değildi. Yıllar boyu bir şekilde kenara sıkıştırılan, baskıya maruz bırakılan, ötekileştirilen kitleler artık ‘’Buradayız!’’ diye haykırıyordu. Her gün ülkenin pek çok caddesinde, sokağında polis ve eli sopalı sivillerin saldırılarına direniliyor, kamplar kuruluyor, yürüyüşler yapılıyordu. Farklı farklı dertleri, şikayetleri olan herkes artık sesini bir şekilde çıkarabilmenin verdiği heyecanla birer direnişçiye evrildi. Birçok kişi hayatında ilk defa aktif bir eyleme katıldı. Birçok kişi gazla, TOMA’yla, çevik kuvvetle, suyla, plastik mermiyle ve aslında hep orada olan ancak tam anlamıyla karşı karşıya gelemedikleri faşizmle tanıştı. Tanışırken kendimize bir isim koymadık. Halihazırda var olan ‘’Halk’’ sözcüğü bizim için yeterliydi. Ancak iktidar bizi çapulcu ilan etti. Takmadığı sıfat, etmediği hakaret kalmadı. Biz yine yürüdük, yine konuştuk ve yine yazdık. Direniş tüm haklılığıyla devam ederken Ethem, Mehmet, Medeni, Abdullah ve son olarak okul arkadaşımız Ali İsmail, faşist saldırılarda hayatını kaybetti. Tüm bunlar olurken ana akım medya tüm gücüyle üç maymunu oynuyor, penguenlerle oyalanıyordu. Onlar için polis gaz kullanmıyordu ama bir bulut vardı. O bulutta boğulduk ve yine o bulutta evrildik. Televizyon kumandalarının yerini akıllı telefonlar aldı. Halk artık kendi kendinin muhabiriydi. Kim bilir kaç muhabirin haberleri masada kesildi, kaldırıldı veya yok edildi. ‘’Kim bilir?’’ diye sormak bile utançken bunlar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Tüm bu abluka içerisinde halk kendi sesini duyurmayı bir şekilde başardı. Toplumun etiketleme mekanizması içerisinde yer alan kitleler birleşerek yükseldi. Zihnimize inşa edilen duvarları birer birer yıkarak artık bir şeyleri durdurabileceğimizi, evde zorla tutulan bir yüzde elli olmadığımızı gördük. Görmeye de devam edeceğiz. Bundan sonra mücadele hiçbir şekilde sınırlandırılamayacak, hayatın her anında devam edecektir. Tüm umudumuzla ve saygılarımızla... Comm. Mag


Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, İrfan Tuna, Ethem Sarısülük, Zeynep Eryaşar, Selim Önder, Medini Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz’a ve daha özgür bir hayat için direnen herkese.


Temmuz - Ağustos

10 Direnen Haberler 12 Direnişin Tarihi 18 Direnişin Kayıp Çocukları 22 Farklı Renkler, Sloganlar ve Bir Avuç TOMA 23 Her şey Sevmekle Başladı 24 Direniş Yayınları 26 Abdurrahman Antakyalı Röpartajı

32 Alametifarikalar Diyarında 33 Ajansların Gezi ile İmtihanı 34 Markalar Ne Umdu, Ne Buldu? 36 Bir Çapulcunun Gözünden Gezi’nin Yansımaları 38 Tarih Derler, Büyüklerimiz Tekerrürden İbaret 39 Altın Pusula’da Vali Mutlu Fırtınası 40 Sahip Ol ve İyi Hisset 41 Ramazan Ayı Reklamları 45 Pazarlamaya İslami Bakış 46 İnfomercial 48 B’ADvertising 49 Mediacat Fellis Ödüllerine Başvurular Başladı 50 Cannes Lions Uluslararası Yaratıcılık Festivali

26

70


56 #Direntwitter 59 Ayın Sosyal Medya Vakası 60 Cebimizdeki Savaş 63 Elmanın Gücü Adına 64 İnsan Görünümlü Robot 65 Bizde Varız! 66 Geç Olsun, Güç Olmasın 67 Teknoloji - Mobil Haberleri

92

72 Direnişin Yazan Adamı: Fırat Yücel 78 Eylem Dolu Yapımlar 82 Direnişin Akılda Kalan Görüntüleri 92 La Haine

96 Ayı’n Kafası 98Galiba 99 Müzik Haberleri 100 Gezi Direnişi Afişleri 104 Heryer Moda Heryer Direniş 112 Do-Re-Mi Do-Re-Mi Kazanacağız 115 Underrated


İmtiyaz Sahibi Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü

Yazılım Rameş Aliyev

Genel Yayın Yönetmeni Canberk Ulusan

Yazarlar Armağan Abanuz, Aykut Coşkun, Aysun Yapıcıoğlu, Ekin Çiftçi, Emre Yener Namaz, Esen Özay, Gamze Konakçı, Hakan Alper Yavaşçalı, Hasan Mert Kozbe, Irmak Dokuzcu, Kerem Salış, Osman Şimşek, Sedef Oral, Seher Önemli

Bölüm Editörleri Ahmet Sedat Tözün Alper Küçükbezirci İpek Kesici Yağmur Yarkent Tasarım Canberk Ulusan Halil Beydilli İllüstrasyon Yeliz Sargın

Teşekkürler Abdurrahman Antakyalı, Fırat Yücel, MorelEskişehir Redaksiyon Berrak Gürbüz

Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi Direniş Özel Sayısı Temmuz - Ağustos 2013 – SAYI 05 Adres: Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü, Öğrenci Merkezi, Kat 3, İletişim Kulübü, 26470, Eskişehir E-Poste: info@commmag.com İnternet Sitesi: www.commmag.com Facebook: facebook.com/CommMag Twitter: twitter.com/commmagazine

Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nde yayımlanan tüm yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.

Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nin içeriği, tamamen ya da bölümler halinde dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz. İçeriğin her hakkı saklıdır. Kapak Görseli Halil Beydilli (2013)





Direnen Haberler

Gezi Parkı direnişi tutukluları ailelerinden oturma eylemi Gezi Direnişi tutuklularının aileleri, çocuklarının serbest bırakılması için her pazar günü saat 17.00’de Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yapacak. Konuya ilişkin açıklama yapan aileler herkesi oturma eylemine destek vermeye çağırdı. Gezi direnişi nedeniyle illere göre tutuklu bulunan direnişçilerin isimleri şöyle: İSTANBUL 15 Haziran günü: SDP MYK üyesi Ulaş Bayraktaroğlu ve SDP üyeleri Doğukan Öci, Furkan Tombul ve Ceyhun Dönmez. 19 Haziran günü: Çarşı taraftar gurubu üyesi İbrahim Halilullah Turan. 22 Haziran günü: ESP MYK üyesi Dinçer Ergün, ESP PM üyesi Sıtkı Güngör, ESP İl yöneticisi Erdal Demirhan, HDK Yürütme Kurulu üyesi Alp Altınörs, ESP İstanbul İl Başkanı Çiçek Otlu, ESP Ataşehir İlçe Başkanı Ali Haydar Akdeniz, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ataşehir Şube Yöneticisi Ali Karaçay, ESP üyeleri Ali Sönmez Kayar, Emrah Görtaş, Erhan Baybekman, Hasan Tunç, Hüseyin Şahin, Mustafa Diren Saygılı, Salih Coşar, Sercan Genç ve Ümit Yetik, Boran Atıcı, Ersin Topçu, Ergün Üzüm, Okan Danacı, İmran Aydın, Şahin Yeşilırmak, Çağrı Aydoğan, Emre Ulaş Suna, Mehmet Kara ve Emre Kaya. ANKARA 22 Haziran günü: Ali Yılmaz, Can Deliduman, İbrahim Akyol, Birkan Şabaz, Mazlum Demir, Şahin İmga, Batuhan Uluergüven, Cevahir Özkan, Akın Can, Osman Nuri Orhan, Sonel Temel, Yoldaş Aydın, Hikmet Tanıl, Erdal Kozan, Bayram

10

Dalyan, Mahir Çağlar, Tamer Morkoç, Mert Atmaca. 28 Haziran günü: Eren Tayşan, Murat Bozkurt, Taner Aka, Yusuf Bahtiyar Özkan, Hasan Koç, Deniz Can Aydın, Yadigâr Vuruşaner, Cihan Ağtaş, Yener Çıracı, Ulaş Kaman, Mert Arslan, Erdem Altunkaya, Sercan Ulu. İZMİR 23 Haziran günü: Ali Hüseyin Ahirci, Vedat Yener, İbrahim Kaya, Elif Kaya, Kubilay Yiğit, Hakan Polat, Ozan Adıyaman, Erhan İnal, İzzet Uysal, Akgün Irgat, Çağlar Korkut, Cem Barış, Çakıl Sait Özdemir. 27 Haziran günü: Tekstil-Sen İzmir Şube Başkanı Seyithan Korkmaz, ESP İzmir İl Eş Başkanı Pınar Türk, Sercan Üstündaş, Süleyman Göksel Yerdut, Mehmet Polat, Gizem Türkmen, Görkem Özer, Barış Bulut, Müslüm Güvendir, Ali Hizmetçi ve Emre Kaplan. (Ayrıca ismi öğrenilemeyen iki kişi AKP binasını yaktıkları iddiasıyla tutuklandı) ADANA SDP üyesi Mahmut Yiğit. KOCAELİ Mesut Bulut, Vedat Gündüz.

Sansür için polise daha fazla yetki Gezi direnişinde sosyal medyayı baş belası olarak nitelendiren AKP, bu durumun önüne geçebilmek için çalışmalar yapıyor. Bir yandan AKP hükümetinin TBMM’ye sunduğu Onuncu Kalkınma Planı’nda sosyal medyaya sansürü öngörürken diğer yandan polis Twitter ve Facebook üzerinde atılan mesajları incelemeye aldı. Kalkınma Bakanlığı son olarak, Bilgi Toplumu Stratejisi’ne altyapı teşkil etmek üzere hazırladığı raporda siber suçlara karşı kolluk kuvvetlerinin yetkilerinin artırılmasını istedi. Bakanlık konuyla ilgili ihtisas mahkemelerinin kurulmasını hâkimler, savcılar ve kolluk güçleri arasında şebeke oluşturma yoluyla daha fazla bilgi aktarılmasının sağlanmasını istedi. Kalkınma Bakanlığı’nın 1000 sayfanın üzerinde hazırladığı Bilgi Toplumu Stratejisi’ne altyapı teşkil etmek üzere ihtiyaç tespit ve öneriler raporunda şu tespitlere yer verildi: * Gittikçe yaygınlaşan ve geçmişteki suç türlerinden farklılaşan bilişim suçları ve elektronik deliller hakkında kolluk kuvvetlerinin ve adli görevlilerin birikimlerinin artırılması gerekiyor. * Pek çok ülkede bilişim suçları ve elektronik deliller konusunda bazı çalışanların uzmanlaştırılması veya tüm çalışanların bilişim konusundaki yetkinliklerinin artırılması yöntemleriyle kolluk kuvvetlerinin ve adli görevlilerin birikimleri artırılmaktadır. Türkiye’de mevcut çalışmalara ilave bilişim suçları ve elektronik deliller konusuna odak-

lanan çalışmalara ağırlık verilerek uzun vadede devam etmesi olası yanlış veya eksik uygulamaların önüne geçebilir ve bilişim suçları ile mücadeleyi daha etkin hale getirebilir. * Bazı hâkim ve savcılara ileri seviye eğitimlerin düzenlenmesi, kolay erişilebilir içeriklerin sunulması; belli bölgelerde bazı mahkeme dairelerinin bilişim suçları davalarında uzmanlaşması gerekiyor. Bu alanda uzlaşmanın maliyeti 400 bin ile 1.5 milyon TL arasında değişiyor. * Eğitim kurumlarının uluslararası standartlar temelinde bilişim suçları alanında hizmet içi eğitimi verme kapasitesinin geliştirilmesi gerekiyor. * Mümkün olan en yüksek sayıda hâkim, savcı ve kolluk gücü (hem mevcut hem de aday görevlileri) bilişim suçları ve elektronik kanıtlar üzerine temel bilgiyle donatılmalı. * Farklı eğitim girişimleri ve şebekelerine erişmeyi kolaylaştırmalı. * Kullanıcıların bilinçlendirilmesi bilişim suçlarını kolaylaştıracak ihmal ve hataları azaltmaya ve önlemleri artırmaya yönelik becerileri geliştirecek ve bilişim suçlarının etik boyutları hakkında toplumsal farkındalık yaratacaktır. * Başta ebeveynler olmak üzere yetişkinlerin riskler konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyor. * Çocukların, gençlerin ve ebeveynlerin internetin güvenli kullanımı konusunda farkındalık ve yetkinliğini artırma.


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden Türkiye’ye ceza Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) polisin toplumsal olaylarda biber gazı kullanımıyla ilgili Türk yasal mevzuatının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle uyumlu olmadığına hükmetti. Strasburg Mahkemesi, bugün açıkladığı bir karar çerçevesinde Ankara’dan bu alandaki yasal mevzuatını değiştirmesini talep etti. AİHM, Diyarbakır’da 2006 yılında düzenlenen bir gösteri sırasında polisin göstericileri dağıtmak için kullandığı biber gazı kapsülü yüzüne isabet eden 13 yaşındaki Abdullah Yaşa tarafından açılan davayla ilgili kararını açıkladı. Kararda, göstericilerin biber gazı kapsülleriyle yakın mesafeden ve doğrudan hedef alınmasının, “ölümcül vakalara veya ciddi yaralanmalara yol açabileceği için, uygun bir polis davranışı olmadığı” not edildi. Karara gelecek üç ay içinde itiraz edilmemesi halinde, AİHM kararlarının uygulanışını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yasal mevzuat değişikliği hakkında Türk hükümetinden bilgi talep edecek. Karar gereği Türk hükümeti davacıya 15 bin euro tazminat, 5 bin euro da mahkeme masrafı ödeyecek.

Başbakan Yardımcı Bülent Arınç ve CNN International’ın kıdemli Başkan Yardımcısı Khosravi, 16 Temmuz Salı günü bir araya geldi. Ankara’dan ilk gelen bilgilere göre, CNN International, AKP’nin Kazlıçeşme mitinginden bir kareyi “Türkiye’de hükümet karşıtı protestolar” alt yazısı ile internet sitesine koyduğu için özür diledi. Bu bilgilerin yayılmasının ardından CNN International PR’ın resmi Twitter hesabından konuyla ilgili yeni bir açıklama geldi. Tweette şu ifadeler yer aldı: “CNN, Türkiye yayınının arkasındadır. Yaptığımız tarafsız yayın için özür dilemedik ve dilemeyeceğiz.”

Halk TV ve Ulusal Kanal’a Suçlama Halk TV ve Ulusal Kanal’a Hatay Cumhuriyet Savcılığı tarafından “halkı galeyana getirmek” suçundan soruşturma açıldı. Kenan Beyazıt isimli bir vatandaşın şikâyetini değerlendiren Hatay savcılığı, Halk TV ve Ulusal Kanal’ın eylemleri yayınlamasını “halkı galeyana getirmek” olarak değerlendirdi. Savcılık, milyonlarca kişinin katıldığı eylemleri “toplum huzurunu bozan, asıl amacı hükümeti devirmek olan eylemler” olarak değerlendirdi. Soruşturma kapsamında Halk TV ve Ulusal Kanal’a, “halkı koordine edip, kin ve galeyana teşvik ettiği” suçlaması yöneltildi. Ulusal Kanal ile birlikte Halk TV de aynı suçlamalarla soruşturmaya dâhil edildi. Savcılığın talebi üzerine her iki kanalın, 30 Mayıs ile 17 Haziran tarihleri arasındaki yayınlarını hazırlayanlar, sunanlar ve sorumlu müdürlerinin isimleri talep edildi. Soruşturma kapsamında, Ulusal Kanal Sorumlu Müdürü Naci Eriş ifadeye çağrıldı.

11


12


13


14


15


16


17


Direnişin Kayıp Çocukları Mehmet Ayvalıtaş: 2 Haziran 2013 “2 Haziran gecesi, İstanbul Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde Taksim Gezi Parkı direnişiyle dayanışma amacıyla saat 22.00 civarında binlerce insan sokağa çıktı. Daha sonra otoyola çıkarak yolu trafiğe kapatmak isteyen kitlenin bulunduğu alana giren bir araç, 20 yaşındaki genç işçi Mehmet Ayvalıtaş’a çarptı, Ayvalıtaş hayatını kaybetti. Olayın ardından aracın sürücüsü Mehmet Görkem D., emniyetteki işlemlerinin tamamlanmasının ardından Kartal’daki Anadolu Adliyesi’ne sevk edildi.”

Abdullah Cömert: 3 Haziran 2013 “03 Haziran 2013 Pazartesi günü saat 23.35 sıralarında Antakya’nın Armutlu Mahallesi’nde gerçekleşen protestolar esnasında 22 yaşındaki Abdullah Cömert isimli vatandaş, kimliği henüz belirlenemeyen bir kişinin açtığı ateş sonucu ağır yaralandı. Yaralı, kaldırıldığı hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Olayın ardından açıklama yapan Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı şunları belirtti: ‘Cumhuriyet Başsavcılığımızca maddi gerçeğe en yakın sonuca ulaşabilmek gayesiyle herhangi bir gecikme olmaksızın ayrıntılı, titiz ve özenli bir çalışma yürütülmekte olup, kamu vicdanının en kısa zamanda tatminkar biçimde aydınlatılacağı hususu kamuoyuna saygı ile duyurulur.’ Cenaze sonrası Antakya’da yapılan yürüyüşe polis sert şekilde müdahele etti.” Ethem Sarısülük: 12 Haziran 2013 “1 Haziran Taksim Gezi Parkı olaylarında polis memuru Ahmet Şahbaz’ın açtığı ateş sonucunda başına isabet eden bir mermi ile yaralanan 26 yaşındaki Ethem Sarısülük’ün tüm organları iflas etti, 12 Haziran’da beyin ölümü gerçekleşti ve 14. günün sonunda hayatını kaybetti. Cenazesi otopsisinin yapılması için Keçiören Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Uzmanlar dışında ailenin avukatları Kazım Bayraktar ile Teoman Özkan ve savcıyla birlikte bir gözlemci uzman katıldı. Otopsi fotoğraf ve video olarak kaydedildi. Beynine saplanmış 9 mm. çapında bir mermi çıkartıldı. Merminin 4.8 metreden ateşlendiği öngörüldü. Ailesi organlarını bağışlamak istedi ancak otopsi nedeniyle kullanılamayacak hale gelen organları nedeniyle bu istek gerçekleşmedi. 16 Haziran 2013’te 12:30’da Kızılay’da Sarısülük’ün cenazesi için toplanan kalabalığa polis engeli geldi. Polis, anma töreni için cenaze yetkililerinin Kızılay’da toplanmasına izin vermedi. Tören yapılmak üzere Kızılay’a götürüldügü sırada polis ve jandarma ekipleri Batıkent kavşağında yolu kapattı. Sarısülük için Kızılay’da planlanan törene katılmak için toplanan insanlar, Sarısülük’ün vurulduğu yere karanfil bıraktı. Polis, anma yapmak isteyen insanlara müdahalede bulundu. Kalabalığa tazyikli su ve Cumhuriyet Başsavcılığına iade etmeye kararı vermişti. Ankabiber gazı ile müdahale edildi. 1 Haziran’da Kızılay’da vurulma ra Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etti. İtirazı görüşen anının görüntülerinin olduğu olay hakkında başlayan soruşturma Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi, Başsavcılığının itirazını yerinde hakkında 19 Temmuz’da şu kararlar açıklandı : ‘ Ankara 6. Ağır buldu. Böylece Ahmet Şahbaz önümüzdeki günlerde yargılanmaya Ceza Mahkemesi , Ethem Sarısülük’ü öldürmekle suçlanan polis başlanılacak.’” memuru Ahmet Şahbaz hakkında hazırlanan iddianameyi, Ankara 18


Medeni Yıldırım: 28 Haziran 2013 “Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Hêzan-Kayacık karakoluna ek binalar yapılmasını protesto edenlere askerin ateş açması sonucu 18 yaşındaki Medeni Yıldırım hayatını kaybetti. Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı protesto edenlerin üzerine ateş açılmasıyla ilgili soruşturmayı yürüten, Terörle Mücadele Kanunu 10. maddesiyle yetkili savcılık gizlilik kararı aldı. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi yaptığı açıklamada, bu kararın hukuken yanlış olduğunu ve soruşturmanın adil yürütüleceğine dair kuşkuları güçlendirdiğini söyledi. Otopsi raporunda, Medeni Yıldırım’ın ’sağ dirsek dış yanında 1 santim çapında etrafında vurma halkası bulunan atipik ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası olduğu ve bunun 5.5 santim medialinde 1 santim çapında yarası mevcut olduğu’ kaydedildi. Tutanakta, sol kolun ön yüzünde ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarasının da mevcut olduğu belirtildi. Raporda, akciğerlerde mermi çekirdeğinin geçişine bağlı parankimal hasar görüldüğü de ifade edildi.”

Ali İsmail Korkmaz (10 Temmuz 2013) “Eskişehir’deki Gezi Parkı eylemleri sırasında polisin sıktığı biber gazından kaçarken ara sokakta sivil giysili 5- 6 kişinin saldırısına uğrayan ve ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Ali İsmail Korkmaz, 38 günlük yaşam savaşını kaybetti. Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi Avukat Gürkan Korkmaz, saldırıyı düzenleyen sivil kişilerin, polis olmadığı ve şüphelilerin yakalanarak gözaltına alındığı haberlerini samimi bulmadıklarını söyledi. Antakya’nın Ekinci Beldesi’nde kardeşinin yasını tutan Avukat Gürkan Korkmaz, kimlerin gözaltına alındığını henüz bilmediklerini ancak saldırıda polislerin de olduğunu net olarak bildiklerini belirtti. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüyle ilgili olarak, iyi muayene ve tedavi edilmediği için eleştirilen Yunus Emre Devlet Hastanesi’nden yazılı açıklama geldi. Açıklamada, ‘Hasta 3.5 saat gözlem altında tutulmuş, Saat 06.30 civarında hastaneden yürüyerek taburcu olmuştur’ denildi. ESOGÜ Hastanesi Başhekimi Prof.Dr.Akın Turgut, Ali İsmail Korkmaz’ın ölümü ile ilgili yazılı basın açıklaması yaptı. Başhekim Turgut açıklamasında, Ali İsmail Korkmaz’ın 3 Haziran 2013 tarihinden bu yana hastanelerinin beyin cerrahisi yoğun bakım ünitesinde tedavi altında olduğunu belirterek şunları söyledi: ’ Ali İsmail Korkmaz’ın yattığı günden itibaren beyin dokusunda hasar

olduğu tespit edilmiştir. Ana bilim dalından alınan bilgide yapılan tüm müdahalelere ve girişimlere rağmen tedaviye cevap vermeyen hastamızın 10 Temmuz 2013 tarihinde saat 10.30’da kalbi durmuştur. Hastamız yapılan müdahalelere cevap vermemiş ve saat 11.15 itibariyle de kaybedilmiştir. Ailesine ve tüm yakınlarına Allah’tan sabır dileriz.’”

Saygıyla Anıyoruz. 19


“İnsana zulmetmek, Allah’a zulmetmektir. Biz bir genç verdik. Başka gençler ölmesin.” Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş. “Abdullah Cömert adına belki bir okul binası, belki bir sağlık ocağı binası veya belki bir vakıf kurarız. Bunun kararını sadece biz değil, Antakya halkıyla birlikte veririz, her şeyden önce oğlumuzun katillerinin bulunmasını istiyoruz.” Abdullah Cömert’in babası Edip Cömert. “Beni üç kere vurdular. Ethem’i vurduklarında beni de vurdular, katilini serbest bıraktıklarında beni bir kez daha vurdular, oğlumu öldüren polis memurunun yargılanmasının mahkeme kararı ile durdurarak beni bir daha vurdular.” Ethem Sarısülük’ün annesi Sayfi Sarısülük. “ Elinde silah olmayan biri askerlerin açtığı ateşle öldürülüyor. Savunmasız insanları öldürüp sonra yine bizi suçluyorlar. Mağdur olan da biziz, suçlanan da.” Medeni Yıldırım’ın kuzeni Oktay Yıldırım. “Yatacak yeriniz, tutacak eliniz, bakacak yüzünüz yok! Tuttuğunuz oruç değil, kan sofrasında oruç açıyorsunuz.” Ali ismail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz. --“Benim adım Mehmet Ayvalitaş. 20 yaşındayım. Protesto esnasına bir araba tarafından ezildim, öldüm. Arabayı süren şöför serbest.” “Benim adım Abdullah Cömert. 22 yaşındayım. Protesto ettiğim için polis beni vurdu, öldüm. Katilim hala serbest.” “Benim adım Ethem Sarısülük. Elimde silah yoktu. Polis beni başımdan vurdu ve öldüm. Katilimi serbest bıraktılar.” “Benim adım Medeni Yıldırım. 18 yaşındayım. Lice’de barışçıl bir gösteride, asker mermisiyle öldürüldüm. Elimde silah yoktu.” “Benim adım Ali İsmail Korkmaz. 19 yaşındaydım. Sivil görünümlü bazı kişiler üzerime sopalarla saldırdı, başıma ve vücuduma vurdular. Hastaneye gittim, önce karakola git ifade ver, dediler. Olaydan bir gün sonra fenalaşınca hastaneye kaldırıldım. Beyin kanaması geçiriyordum, çok geç kalınmıştı. 38 gün komada kaldım, kurtulamadım. Saldırının görüntüleri polise verildi. Ama görüntülerde, saldırıya uğradığım dakikalar birileri tarafından silinmişti. Benim adım Ali İsmail Korkmaz. 2 Haziran’da saldırıya uğradım. 10 Temmuz’da kalbim durdu. Katillerim aranızda dolaşıyor.” “…biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya anamız çay demliyor ya güzel günlere sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız bu, böyle gidecek demek değil bu işler biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”

“Mehmet Ayvalıtaş(20) Abdullah Cömert(22) Ethem Sarısülük(26) Medeni Yıldırım(18) Ali İsmail Korkmaz(19) Unutursak kalbimiz kurusun.”

Cemal SÜREYA 20

Ekin Çiftçi - ekin.ciftci@commmag.com


21


Farklı Renkler, Sloganlar ve Bir Avuç TOMA

Sayfanın orta kısmına -gezi- yazıp, biraz baktıktan sonra gözlerinizi kapatıp düşünün. Sonunu göremediğiniz kalabalıklar, sloganlar, çadırlar, iş makineleri, tomalar, arkadaşlarınıza ulaşamadığınız zaman uzayıp giden telefondaki arama sesi, annelerinizin bazen tedirgin bazen gurur verici ses renkleri... Renklerden bahsetmişken: Farklı renkler. Kalabalığın siyah-beyaz olmaktan uzaklaştığı günler, farklı kimliklerle yan yana yürüdüğünüz, slogan atarken göz göze geldiğiniz anları düşünün. Tek bir insanı dinlemek yerine, birbirinizi dinlemek için toplanılan meydanları, onaylamak yerine sorguladığınız meydanlar. Sorguladıkça yaralandığınız, ıslandığınız, şiddetin sınırlarını merak ettiğiniz. Ama eve gelip, bilgisayarın başına geçtikten sonra yine de bıkmadan yazdığınız, tepki gösterdiğiniz, uyuyamadığınız... Ve bir daha uyuyamayacak olan ölüleri düşünün. Bütün bunları düşündükten ve yazdıklarım biraz hatrında kalan kimse artık evine çekilip, koltuğuna uzandıktan sonra arkasına rahat bir yastık alıp uzanamayacak. Hiçbir şey olmamış gibi davranamayacak. Çünkü bir gün arkalarından o rahat yastığın çekilebileceği, evlerine, sokaklarına, parklarına normal hayatlarına devam ettikleri yerlerde “normal” olan her şeye müdahele edilebileceğini gördüler. Bu kez farklı olan televizyonda değil, müdahale ile el sıkıştılar, tanıştılar. Tanışmak doğru olur mu bilmiyorum fakat o temasın soğuk yakınlığa şahit olduklarına eminim. Bunu hisseden her insan o koltuktan kendisi kalktı çünkü artık insanların evleri,

22

sokakları, uzandıkları koltukları bile tehdit altındaydı. Tehdit insanlara ulaştığında bir ‘’Sivil direniş’’ olarak karşımıza çıktı. Her ana haberden sonra yapılan aile içindeki tartışmalar, arkadaşlarınızla okulda yaptığınız konuşmalar; meydanlara, kürsülere taşındı. İnsanlar söz haklarını aldılar ve artık uzandıkları bir televizyon koltuğuna ihtiyaç duymuyorlar. ‘’Orantısızlık.’’ Size bir şey anımsatıyor mu? Orantısız şiddetten bahsettik. Peki bu durum orantılı bir şiddeti meşru kılamaya yeter mi sizce? İnsanların kimlikleri sürekli bir şekilde yıllardır sanki hataymış ya da tersine bir erdemmiş gibi insanlara hatırlatılırken, görev bilinciyle uyanık tutulmak istenilen polislere neden onları birbirinden ayıran tek şeyin kask numaraları olduğu hatırlatılmaya çalışılıyor, dikte ediliyor, makineleştiriliyor? Makineleşmeye, tüketmeye, yok etmeye karşı çıkan her insan neden suçlu muamelesi görüyor? Suçlu değiliz ve yok etmedik. Fakat yok edilen her günün, ağacın ve insanın nasıl meşru kılınmaya çalışıldığını gördük. Bu defa hafızalarımızı, sınırladığınız haber akışı süreleri ile eş tutamayacaksınız. İnsanlar farklılıkla, horgörüye karşı hoşgörüyle ve acının basitliği ile tanıştı. Tanıklık ettiğimiz her an için hiçbir yenilik yeterli gelmeyecek. Hiçbir ölümün hiçbir doğumu yenilemeyeceği gibi yeni olan hiçbir şey, Abdullah Cömert de. İpek Kesici - İpek.kesici@commmag.com


Her şey ağaçları sevmekle başladı

Doğayı sevmekle, ağaçları sevmekle başladı her şey. Tek bir ağaç için milyonların bir araya gelebileceğini gördük hepimiz. Teknolojik ortamdan ve beton yığınlarından ara sıra da olsa kurtulabilmek için bir araya geldik. Hem de Türk, Kürt, Ermeni demeden hep birlikteydik. İşten geldiğimizde nefes alıp denizin mis gibi kokusunu içimize çekebilmek için, yeşilliklerin arasında sıcak çaylarımızı yudumlayabilmek için, bir ağacın gölgesinde kitap okumanın tadına varabilmek için… Bu grileşmiş dünyada bu kadarının bile ellerinden alınmasını kabul edemedi hiç kimse. Önce İstanbul uyandı, sonra Ankara, İzmir, Eskişehir, Hatay, Antalya… Sonra tüm Türkiye uyandı. Bu sefer “oğlum sen mi kurtaracaksın dünyayı sen evden çıkma!” diyen annelerimiz de yoktu. Çünkü onlar da yanımızdaydı. Etrafımıza baktığımızda anneannelerimizi dedelerimizi bile görebiliyorduk. Türkiye bizim, parklar, sinemalar, ağaçlar bizim; kesilemez yok edilemez diyorlardı. Tek yumruk halinde bizimle omuz omuza “Faşizme, diktatörlüğe hayır” diye bağırıyorlardı. Ellerinden kayıp giden egemenliklerini kolay kolay bırakmayacaklarını gösterdiler. İstedikleri zaman nasıl da bir araya gelebileceklerini, bu ülkeyi kolay kolay terk etmeyeceklerini kanıtladılar. Mayısın son haftasıydı. Cehennem yeri gibiydi Taksim. Hayatını kaybedenler, yaralananlar, gözaltılar… Halkın polisiydi sözde. Halkın polisi çıldırmıştı. Sanki tek amacı korumasız insanlara zarar

vermek gibiydi. Duygularını kaybetmiş, bir robot olmuştu. Acımıyordu, düşünmüyordu; sadece püskürtüyordu insanları oradan oraya. Bütün bunların başlangıcı ise çok masum duygulardı. İstanbul halkı, Gezi Parkı’nın yıkılma kararını öğrendiği anda çadırlarını, çaylarını, kitaplarını, radyolarını alarak parka yerleşmişti. Kararlıydı İstanbul halkı vermeyecekti Gezi’yi. Son derece demokratik ve zararsız olan bu tavırla söylenmek istenen çok açıktı. Bütün bunlara rağmen bir sabah, görevi halkın güvenliğini sağlamak olan polis, vazifesini unutup düşünceleri ve iradesi ele geçirilince o zaman anladı: Türkiye halkı bu bir ağaç sorunu değildi. Bu bir demokrasi sorunuydu. Bu bir egemenlik sorunuydu. Bu bir insanlık sorunuydu. Hiç acımadan kendi ülkesinin vatandaşını öldüren, kendi vatandaşına hakaret eden, halkın polisini pimi çekilmiş bir bomba misali insanların üzerine gönderen bir hükümet, tecavüze göz yuman; ancak demokratik haklarını savunan insanları affetmeyen hükümet, bir diktatör edasıyla kendi vatandaşını tehdit etmekten hiç sakınmayan hükümete karşı Haziran 2013 unutulmaz. Ali İsmail Korkmaz unutulmaz, Ethem Sarısülük unutulmaz, Abdullah Cömert unutulmaz, Mehmet Ayvalıtaş unutulmaz, Medeni Yıldırım unutulmaz… Sedef Oral - Sedef.oral@commmag.com

23


Direniş Yayınları

Altyazı Direnişin Sineması

Yaşarken Yazılan Tarih

Çapulcunun Gezi Rehberi Eylem Aydın

Diren Gezi - Zeki Özkorkmaz

Express Direniş Özel Sayısı

Gezi Günlükleri

Gölge e-degi Direniş Sayısı

Kültür Mafyası Direniş Sayısı

Mesele Dergisi Direniş Sayısı

Milliyet Sanat Her Devrin Direniş Simgesi Nazım

Penguen

Tempo Direniş Özel Sayısı

Tempo Gezi Antolojisi

Türkiye’yi sarsan otuz günGezi Direnişi

Uykusuz

Bant Mag Direniş Sayısı 24


25


Abdurrahman Antakyalı

Esen Özay esen.ozay@commmag.com


27


Zar zor bulduğu ekmeğine sevinmesinin önüne, yaşadığı büyük acının geçtiği gözü yaşlı amcayla o tanıştırdı bizi. Düzce depremiydi. Deprem bölgelerine gitti gerçeği bizlere göstermeye. Yoksul kentlere, hayata yeni umutlarla başlamış çocukların köylerine konuk oldu. Gerçeği ölümsüzleştirmeye gitti ellerinde ağır kameralarla, fotoğraf makineleriyle. Hatta bu nedenle bir fıtık ameliyatı bile geçirdi. Bir stajyer fotomuhabiri olarak çıkmıştı Abdurrahman Antakyalı aklından hiç geçmeyen bu yola. Gençliğine Pink Floyd eşlik etti fotoğrafçının; amatör rock grupları, toplu sünnet, yağlı güreş gibi pek çok konuyla ilgili fotoğraf ekledi arşivine. İnsanı canlılığıyla, gerçekliğiyle etkileyen “Duyun Sesimi” adlı fotoröportaj projesi ile birçoğumuzu o çok uzak olduğumuz hayatlara dâhil etti. Ve bu dopdolu serüven hâlâ devam etmekte. Fotomuhabiri olmaya ne zaman karar verdiniz ve bu nasıl bir süreçte gelişti? Fotomuhabiri olmak hiç aklımda yoktu. Anadolu Ajansı’nda bir tek fotomuhabirliği stajı vardı. Aklımda yoktu. Muhabir olmayı çok istiyordum ama stajın daha ilk haftasında, ‘bu benim hayatımın işi’ dedim. Yani bu staj sizin için bir dönüm noktası oldu… Öyle oldu ve çok hoşuma gitti fotomuhabirliği. Gazetecilik okudunuz, tabii bir de Halkla İlişkiler Bölümü’nü bitirdiniz. Aldığınız bu eğitimin ardından hiç bu noktada olduğunuzu gördünüz mü daha önce? Hedeflediğiniz yerde misiniz? Açıkçası, o kadar net bir hedef koymamıştım kendime ama küçüklüğümden beri merakım hep İletişim Fakültesi üzerineydi. Küçüklüğümden beri ‘ne olacaksın’ diyenlere hep ‘gazeteci olacağım’ diyordum. Hedeflediğiniz şey aslında insanlarla ilgili bir şeyler yapmaktı… Akdeniz’de insan ilişkileri çok samimidir, ama bu sadece Akdenizlilere özgü değil. Yani bakıyorum, İç Anadolu’dan da samimi arkadaşlarımız var, çeşitli bölgelerden de. Benim hep istediğim iş gazeteci olmaktı, hayatım boyunca. Millet ortaokulda, lisede sigara paketi saklardı -çünkü ben bir kenar mahalle okulunda okudum- ben gazete saklıyordum. Bu 12 Eylül döneminde yasaktı çünkü okullara gazete falan getirmek. Sıranın arkasından sigara ararken pat diye bir gazete düşüyor, çünkü sabah erken almanız gerekiyor gazeteyi. Gazete bitiyordu. Az geliyordu o dönemde. Hiç bu dönemde başınıza bir iş geldi mi? Yok, yine bir sempatiyle yaklaşıyorlardı ama getirme diyorlardı gazeteyi. Ben de getirmezsem, hoca artık bayi ile konuşmuştu, abi benim için bunu sakla diye. Adam ayırıyordu benim için gazeteleri. Sürekli hayatımdaydı yani gazetecilik, çok istediğim bir şeydi. Çok keyif alarak yaptım işin içinde bulunduğum süre içerisinde. İşlerinize de yansımış zaten, her biri birbiriden anlamlı. Çok güzel dostluklarım oldu bu iş sayesinde. Bir röportajınızda “uzun soluklu fotoğraf projelerini seviyorum” demiştiniz, bunu biraz açar mısınız? Yangından mal kaçırır gibi fotoğraf çekme olayı var bir de. Kısa bir süre, siz bir bakanlar kurulu toplantısında fotomuhabirler rahat ortamlarda çekiyor zannediyorsunuz. Bizi içeride tuttukları süre yarım dakikayla bir dakika arasında. Koşturuyorlar, birkaç kare çekiyorlar, kısa süre sonra ‘haydi arkadaşlar dışarı’ deniyor, her yerde. Kimi zaman da bu alanda çok fazla görevlendirme olduğu için biraz bir yerde, biraz bir yerde çalışıp derinlemesine olayların içine nüfuz edemiyorsunuz. O insanları anlamak istiyorum, onlarla daha fazla zaman geçirmek istiyorum, mümkün olmuyor. Benim bu uzun soluklu fotoğraf projelerini seviyorum dediklerim sağlıksız, çünkü mesai saatinin dışında yapıyorum bunları. Akşam gidiyorum, hafta sonu çekiyorum… Yani burada kurum böyle bir şans vermiyor. Onun için aşamalarını görmeye çalışıyorum, mesela “Çocuk Boksörler” projesinde. Bu çocuklar boksa başladıkları zaman başarılı olacaklar mı, hedefleri olacak mı? Türkiye şampiyonluğu ve Avrupa’da derece aldıkları döneme kadar çektim onları. Olimpiyat boksları da olabilir. Olursa onu da deneyeceğim. Proje nereye doğru gidiyor, takip edilmeli.

28

Öykünün sonunu da merak ediyorum, ne olacak bu insanların sonu? Sonuçta bir yere bağlansın bu öykü, benim istediğim o. Bir belgesel çalışmanız vardı ‘Çocuk Boksörler’den ziyade, ‘Toplu Sünnet’ ile ilgili bir proje. O fikir nereden geldi aklınıza? Boş durmamak için. Bir şey mi oldu o dönemde? Hayır, fıtık ameliyatı oldum ben. ‘Ağır ekipman kaldırmayacaksın’ dedi doktor. Fotomuhabirlerde ve kameramanlarda en çok görülen şey fıtık ameliyatı. Birçoğunda bu sorun ortaya çıkıyor ağır ekipman taşımaktan dolayı. Ne yapabilirim dedim ben de, buna uydum. Fazla ekipmanla çalışmayacaktım. Ankara’da daha önce ‘Toplu Nikâh’ ile ilgili bir proje yapmıştım. Az ekipmanla farklı, eğlenceli bir konu çekeyim dedim. Bu ameliyat döneminde gerçekleştirmiş olduğum bir projedir o. Sıkılıyorum çünkü uzun süre bir şeye yoğunlaşmayınca. Bazen fotoğraf çektiğim oluyor, bazen yazdığım oluyor, fotoğrafa yönelik başka bir takıp projeler oluyor… Seviyorum yani. Peki şu an aklınızda yeni bir proje var mı? Şimdi çok büyük bir projeye hazırlanıyoruz. Bu proje fotoğraf çekmeyle ilgili değil şu aşamada, Türkiye’nin görsel arşivine yönelik bir çaba içerisindeyiz. Yaklaşık 500 bin kare fotoğrafla birkaç ay içerisinde, bir elektronik ortamda 1900’lerin başından itibaren Türkiye’deki fotomuhabirlerle, hakikaten iyi emek vermiş insanlarla ilgili. Onlardan başlayarak günümüzdeki 19 yaş grubuna kadar, benim çalışmalarını çok sevdiğim kardeşlerim var zaman zaman bana fotoğraflarını gönderen, projelerinden bahseden. Onlarda ışıltılar gördüm. Elektronik ortamda bu fotoğrafların hepsini bir veri bankası şeklinde toparlamak, bir şekilde elektronik ortamda bu fotoğrafların satışlarını yapmak, ama ağırlıklı olarak da Türkiye’nin görsel hafızasının oluşumuna katkı sağlamak için böyle bir proje üzerinde çalışıyoruz. Fotoğraf ajansı gibi mi? Fotoğraf ajansı, evet. Ama şimdilik arşive, arşiv fotoğraflarına yönelik. Bunu bir yerlerde yapıyorlar ama o daha çok ürünlerle ilgili. Bizimkilerde onlar yok. Bizde Deniz Gezmişler var, Zeki Müren’in askerliği var, futbol takımlarının son yıllarda yaptığı bütün maçlar var… Bizim arşivimiz böyle bir arşiv. Fotoğrafla ilgili kafamda projeler var, öykü konularını belirledim, 3-4 tane konum var. Bunlar zaman sınırlamalı konular değil. Seçtiğim projeler, benim fotografik yeteneğime katkı sağlamalı… Zaman sınırlaması olmayınca ne kadar geciksem de kaybım olmuyor. Üzerine daha çok yoğunlaşıp bir anlatım dili oluşturabiliyorum. Ben fotoğraf projelerinde, derinliğin derinliğini yaparım. Mesela rock fotoğraflarında, düşük ışık koşullarında fotoğraf çekmek çok fazla yaptığımız bir şey değildi. Nasıl olacak, düşük ışık koşullarındaki fotoğrafların kalitesini nasıl yükseltebiliriz? Yani seçtiğim projeler benim fotografik yeteneğime katkı sağlamasını istediğim projeler. Fotomuhabir olmak isteyen arkadaşlarımıza neler önerirsiniz? Yaratıcı olsunlar, meraklı olsunlar, sorgulasınlar, yetinmesinler, heyecanlı olsunlar. Adasınlar kendilerini yaptıkları işe. Güzel sanatlara ilgili olsunlar. Tarih ve coğrafyayla zaten ilgili olmalılar. Bir dil biliyorlarsa bunu hobi hâline getirip farklı diller üzerine gidebilirler. Kötü çektikleri fotoğraflara baktıklarında hayal kırıklığına uğramasınlar, daha fazla mutlu olsunlar onlara baktıklarında, yetinmesinler, hep daha iyiyi arama çabasında olsunlar. Bunlar çok çok önemli. Bir de mümkün olabildiğince bu işte kendilerine yol gösterebilecek kişilerin kapılarını aşındırsınlar. Yaptıkları işeri onlara göndersinler. Dünyayı takip etsinler bol bol. Yaptıkları işleri beğenmesinler. Bunların kimisi yapılması gerektiğini baştan bildiğim, kimisi de deneyimlerim sonucu keşke böyle olsaydı dediğim şeyler. Bu saydığım özelliklerden bazıları bende yoktu mesela. Bunların hepsini ben de baştan uygulasaydım daha iyi bir noktaya gelirdim; bu işi Türkiye yerine dünyada yapsam, bu beni daha fazla tatmin ederdi.


29




Alametifarikalar diyarında!

“Kuzenim yazmış panpa” Başlığa bakarak zaten birçoğumuz yazının içeriğini kaptık. Yaşanan olayları artık bilmeyen kalmadı. Gezi Parkı eylemleri sırasında kurumsal hesaptan direnişçilere yardım amacıyla atılan ve direnişçileri Akaretler’deki ajansa sığınma amacıyla davet eden bir tweet… Ardından her yerde ajansın sahibi, ünlü reklamcı Serdar Erener’in eylemlere katıldığına yönelik haberler… Hatta ve hatta NTV binası önünde Ferit Şahenk’le laf dalaşı… Bu da yetmezmiş gibi bir de üzerine arkadan da olsa eylem sırasında çekilmiş bir fotoğraf… Kurumsal hesaptan atılan tweeti gören herkes bu haberlere inanmıştır diye düşünüyorum. Ancak bunlar yandaş medyanın eylem sürecindeki saçmalıklarından farksızdı. Bu tarz haberleri kim yaydı bilinmez ancak orada bulunmayan bir şahsı oradaymış gibi göstermenin direnişe ne tür bir katısı olur? Hele ki bu kişi Serdar Erener ise… ‘Ney’daş olduğu bilinmeyen medyanın kendi araştırmalarıyla veya halkın bilgilendirmesiyle yaptığı talihsiz hareket. Fakat baktığımızda birçok kişiye göre talihsiz hareketler kervanında sadece medya olgusu yer almıyordu. Geçtiğimiz haftalarda Serdar Erener’in HaberTürk’e verdiği röportaj bazı yazarlarımız tarafından ‘İletişim Kazası’ olarak tanımlandı. “Gezinin değil, ticaretin reklamcısıyım” ifadesini kullanan Erener ne demeye çalıştı ki? Anlayanımız var mı gerçekten? Gezinin reklamcısı nedir yahu? Konkuru ne zaman yapıldı, ne ara kazandın? Nereden çıktı bu ifade? Sanırım bu sefer gerçekten yaratıcılığın sınırları zorlanmış! Peki ticaretin rek32

lamcısı ne? Normalde neyin reklamcısısın ki? Sana kim gezinin reklamcısısın dedi? Neden bu kadar mesleki başarıya sahip bir insan hala ne olduğunu açıklamaya çalışır ki? Kimse kimseyi bir yerin bir şeyi yapmaya çalışmadı. Eyleme katılan Bergüzar Korel, Halit Ergenç, Okan Bayülgen, Sıla ve hatta Tarkan gibi isimlerden hiçbiri Gezi’nin bir şeyi olmadı da Serdar Erener gezinin reklamcısı mı oldu? Neden? Serdar Erener bu isimlerden daha popüler de biz mi bilmiyoruz? Kimse kimseden gezinin reklamcısı, şarkıcısı, türkücüsü, oyuncusu, futbolcusu olmasını istemiyor. Beklenilen tek şey herkesin biraz olsun ‘vatandaş’ olabilmesi. “Uçtu uçtu THY uçtu!”

aradıklarını söylediler.” demesi kaç kişiyi tatmin etti? Eee ama sonra dönüp “Abi adam eylemlere katılmadım diyor. Hem koskoca Türk Hava Yolları da salak değil ya araştırmadan iş yapmazlar biliyorlardır elbet Serdar Erener’in katılmadığını” diyoruz. Peki Erener katılmadıysa THY neden bu kadar başarılı bir ortaklığ….. Serdar Erener’in çıkıp “Sözleşmemiz zaten bitiyor. Yerel bir ajanst….. Sonra da dönüp “Abi adam eylemlere katılmadım diyor hem koskoca Türk Hava Yolları da salak değil ya araştırm…..” Sorular başa sarar durur. Kısacası ortada büyük bir bilinmezlik var. Olaylar yaşanıyor ve hemen üzerine THY elden kaçıyor. Bu bir tesadüf mü gerçekten? İnanılması zor diyeceğim ama neden olmasın diyerek yine benzer soruları üst üste sorasım geliyor. THY’yi bir kenara bırakıp röportajın geri kalan kısımlarına bakarsak, Erener “Hayata Arşimet noktasından bakıyorum” diyerek kendi ideolojisini açıkça yüceltmeye çalışmış. Sahurlarda şu oldu, üniversiteden bunu öğrendim, cumhuriyet manevi değerleri yok ediyor… Konu bütününün bunlarla ne alakası var? Neden söylersin ki bunları? Yeni moda antipatik görünmek mi?

Belki de bu sürecin en karmaşık olayıydı THY’nin elden gitmesi. Haziran sonu THY’nin global konkur açacağını bildirmesi özellikle Türk reklam dünyasında büyük etki yaratmıştı. Uzun süreli bir ilişki, yapılmış onlarca başarılı iş ve son olarak 100 milyondan fazla izleyiciye ulaşan bir reklam filmi… Adama dönüp “Gözün doysun arkadaş, neyden memnun değilsin de global konkur açıyorsun?” diye sormazlar mı? Alametifarika Türk Hava Sonuç olarak biz ne kadar konuşursak Yolları’nı hem yerel hem global anlamkonuşalım boş. Bu, ‘iletişim kazası’ gibi da mümkün olan en iyi şekilde temsil basit ve yalaka ifadelerle açıklanabilecek bir etmiş, şirketin Avrupa’nın en iyi hava yolu durum değil. Konu tamamen yoruma açık şirketi olmasına büyük katkı sağlamıştır. nereye çekersen oraya gelir. Buradan sonAz önceki sorumu yeniden soruyorum rası işin magazinsel boyutuna girer orası “Neden?”. Neden bir şirket bu kadar da bizi ilgilendirmez. Ne diyelim dünyanın başarılı işler sağlayan bir ortaklığı bitirir? sonu değil hem THY hem Alametifarika Serdar Erener’in çıkıp “Sözleşmemiz zaten için hayırlı olsun, pek de yakışıyorlardı… bitiyor. Yerel bir ajanstan daha fazlasını Aykut Coşkun - aykut.coskun@commmag.com


Ajansların Gezi ile imtihanı Gezi Parkı olayları sırasında çoğu marka, ajans, kanal ve gruplar bir şekilde tepkilerini ortaya koymak amacıyla bazı eylemlerde bulundular. Yapılanlar arasında öne çıkan olaylardan bazılarını sizler için inceledik, derledik toparladık ve dışardan bir gözle takdirinize sunduk. TBWA çalışanları Gezi Parkı olaylarında, Gezi Parkı ve çevresinde yayın yapmayan, yaptığı yayınlarda ise eylemcileri suçlayıcı onlar aleyhine yayınlar yapan Doğuş Grubu’na ait NTV, CNNTÜRK kanallarına tepki göstermek amacıyla Ferit Şahenk’in sahibi olduğu Etiler’deki Nusr-Et önünde bir eylem gerçekleştirdiler. #direnantrikot hashtagiyle başlattıkları bu eylem kısa sürede tüm ülke çapında yankı buldu. NusrEt’in önünde mangal yakan TBWA çalışanları, attıkları “Mangal’a gel Ferit” sloganlarıyla kısa sürede halkın da katılımıyla büyük çaplı bir katılımcı sayısına ulaştılar. Yoldan geçen insanlara da pişirdikleri etleri ikram eden TBWA çalışanları bu eylemleriyle direnişe destek verenler tarafından baş köşeye konuldu. Vietnam reklam ajansı Gezi Parkı olaylarının yatışmasının ardından bir açıklama yayınlayarak olayların içerisinde hiç bir şekilde yer almadıklarını kamuoyuna duyurdu. Açıklamada geçen “Bir iletişim şirketi olarak siyasi olayların yönlendiricisi olmayı reddederiz” cümlesiyle Gezi Parkı olaylarında reklam ajanslarına ithaf edilmiş olan “Gezi Ajansları” kavramında kesinlikle yer almadıklarını duyurmuş oldular.

belirlenen bu mektup Gezi olaylarının en etkili olduğu dönemde en çok paylaşılan metinlerden biri oldu. Cem Batu paylaştığı yazıda ‘apolitik’ bir insan olduğunu ancak bu olaylar karşısında sessiz kalamadığını ifade ediyor. Ajans olarak olayların içinde olduklarını söyleyen Cem Yeni Şafak gazetesi ise gazetelerinde ilk sayfadan Batu kendisinin Başbakan Erdoğan’ın söylediği gibi bir illegal örgüte falan üye verdikleri bir haber ile kendilerine Gezi Parkı olmadığını, marjinal gruplarla işinin olaylarında yer buldu. Yeni Şafak gazetesi reklam ajanslarının bazı Twitter fenomenlerine para olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir. ödeyerek direnişi kışkırttıkları ve direnişin boyutunu büyüttükleri iddiasında bulundu. Açık açık Gezi Parkı olaylarına verdiği destek nedeniyle işinden kovulan Doğan Akın, direnişe destek veren kurumların isimlerini de vererek yaptıkları bu haber ile gazete eylemciler bilindiği üzere SkyTürk360 adlı kanalda Murat Sabuncu ile birlikte sunduğu tarafından tepkiyle karşılandı. Plasenta Reklam Ajansı’nın sahibi Cem Batu ise “Gündem ve Ekonomi” programının Başbakan’a ithaf ettiği açık mektup ile bu olay- yayından kaldırılması üzerine yaptığı lar karşısındaki tepkisini, duruşunu ortaya koy- açıklamalarla gündeme bomba gibi du. Bu mektubu bazı kişiler Cem Yılmaz yazmış düştü. Gezi parkı olaylarları ile ilgili yorumlar yaptıkları kendilerine ait T24 gibi gösterip çeşitli sosyal ağlarda paylaşmışadlı internet haber sitesinin kapatılması lardı. Ancak sonradan Cem Batu’ya ait olduğu

tehlikesiyle karşı karşıya kalabilecekleri, bundan korkup korkmadıkları sorusu üzerine Doğan Akın: “Hayır, niye korkalım? Ana akım medyadaki korku kaybedilecek şeyler nedeniyledir. Bizim T24 olarak hiçbir şeyden korkumuz yok; çünkü kaybedecek bir şeyimiz yok. T24 kapanır, T25′i açarız. Kaybedecek paramız, pulumuz, varlıklarımız, sigorta şirketlerimiz, madenlerimiz, enerji dağıtım şirketlerimiz yok” dedi. Ayrıca medyanın tavrının büyük bir utanç olduğunu söyleyen Doğan Akın düşüncelerini son olarak “Gezi Parkı direnişi bence Türkiye’nin siyasi elitlerine demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını, demokrasinin kurumları olması gerektiğini, gelenekleri olması gerektiğini çok güzel öğretti” diyerek Gezi Parkı olaylarının halkın her kesiminden insanın bu direnişte yer aldığını sadece bir kısım olmadığını özetle anlatmıştır.

Osman Şimşek - osman.simsek@commmag.com 33


Markalar ne umdu, ne buldu?

Toplumsal olayların, izinli veya izinsiz gösterilerin merkezi dünyanın her yerinde kent meydanlarıdır. Eylemlerin olduğu meydanlarda veya yakınlarında bir mağazanız, işyeriniz,şubeniz varsa oradaki personeli bu tür durumlar için eğitmek gerekiyor. Kriz anında çalışanlar, personeller stratejilerini doğru belirleyemezse marka veya mağaza zor durumda kalabiliyor. Kaos anında personelin nasıl bir yol izleyeceği yönünde yeni bir kriz yönetimi eğitimi şart. Aksi takdirde Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi halkın gözünde ‘rezil de olabilirsiniz vezir de’. Gezi parkı direnişinde en büyük tepkiyi kuşkusuz medya aldı. Geleneksel medyaya olan güven oldukça azaldı ve sosyal medyanın aslında ne kadar büyük bir güce sahip olduğu anlaşıldı. Yapılan araştırmalar Gezi olaylarına karşı mesafeli duran ve yayınlarında olayları aktarmayan medya kuruluşlarının, önümüzdeki döneme ilişkin müşteri tercihlerinde önemli kayıplar yaşayacağını ortaya çıkardı. HaberTürk, CNNTürk, NTV, Sabah Gazetesi ve Hürriyet Gazetesi‘nin, destekçilerin gözünde itibar kaybettiği gözlemleniyor. Diğer taraftan, bu kuruluşlar eylem karşıtları arasında belirli düzeyde beğeni kazanmış durumda fakat genel olarak halkın doğru haber alma hakkını engelledikleri için halkın gözünde değer kaybettiler. Sektörün destekçiler tarafından en çok beğenilen kurumuysa, ilk günden itibaren gösterileri canlı olarak yayınlayan

Tepki gören diğer bir marka Garanti Bankası oldu. Garanti Bankası’nın bu kadar fazla tepki almasının en büyük nedeni ise Doğuş Grubu’na ait olması. Doğuş Grubu’nun sahip olduğu CNN, olayların alevlendiği dönemde penguen belgeseli yayınlayarak büyük tepki çekti ve Doğuş Grubu’nun sahip olduğu bütün markalar da bu tepkilerden payını aldı. Garanti Bankası yanlış zamanda yanlış seçimler yaparak büyük itibar kaybetti. Gezi direnişçileri Garanti Bankası’nı boykot için sosyal medya üzerinden harekete geçti. Boykot kısa sürede yayıldı. Sosyal medya kanallarında ‘anti-garanti’ hesapları oluşturuldu. Hesaplar kısa sürede onbinlerle ifade edilen takipçi sayılarına ulaştı. Direnişe destek veren birçok kişi Garanti Bankası’ndaki hesaplarını kapatıp kredi kartlarını iptal ettiler. Garanti Bankası’nın hisseleri borsada değer kaybetmeye başladı. Banka Genel Müdürü kötü giden durumu kurtarabilmek amacıyla çıkıp “Ben de çapulcuyum” açıklaması yaptı. Bu açıklama Gezi direnişçilerine inandırıcıve samimi gelmediği gibi hükümetin de 34

Halk TV oldu. Gezi Parkı olaylarında büyük küçük birçok işletme sosyal medyadan nasibini aldı. Direnişe ve direnişçilere destek verenler halkın gözünde itibar sahibi olurken, destek vermeyenler ve halkın zarar görmesine rağmen kulaklarını tıkayarak hiçbir şey yapmayan markalar ise oldukça itibar kaybetti ve bu markalar için sosyal medyada boykot çağrıları yapıldı. Tüketiciler esnaf ve markayı birbirinden ayırıyor. Esnafa karşı olan tepkiler bireysel oluyor ve işletmenin bulunduğu şehirden öteye geçmiyor. Oysa zincir mağazalarda tepki o şubeyle de sınırlı kalmıyor, markanın bütününe yayılıyor. Çünkü tüketici markayı bir kurum olarak görüyor ve markaya çeşitli sorumluluklar yüklüyor. Aynı sorumluluğu esnaftan daha az bekliyor. Markanın tek bir bayiliği bile destek vermese tüketicinin gözünde marka ve bütün bayilikler direnişe karşı olarak görülüyor. Dolayısıyla bayi sahibinin veya mağazanın yöneticisinin tavrı markanın tamamının ve bütün bayiliklerin kaderini belirliyor. Gezi Parkı olayları destekçilerinden en büyük tepkiyi toplayan markalardan biri tartışmasız Starbucks. Taksim’deki eylemler sırasında biber gazından kaçanlara kapılarını açmadığı gerekçesiyle tüketiceler tarafından sosyal medyada boykot çağrıları yapılan ABD’li kahve devi Starbucks, Gezi’nin en çok kaybeden markalarından biri oldu.

hoşuna gitmedi. Sonuç olarak krizin büyümesi kaçınılmaz oldu. Garanti Bankası kan kaybetmeye devam etti ve ilk istifa Garanti Ödeme Sistemleri Genel Müdür Yardımcısı Elvan Akın’dan geldi. Markanın sadece bir şubesinin, tek bir bayiliğinin yaptığı hatanın nasıl büyüyüp markanın imajına, itibarına zarar verdiğini Gezi Parkı olaylarında görmüş olduk. Türkiye’de halk daha önce sosyal olaylara karşı bu kadar duyarlı olmamıştı. Belki de markaların hata yapmasına sebep olan da bu gerçekti. Nasıl olsa unutulur algısıydı. Gezi Parkı direnişçileri, Türk halkının tutumunun artık değiştiğini ve daha mücadeleci olduğunu gösterdi. Umarım markalar da bu değişimi fark eder ve Türkiye’de varlıklarını sürdürmenin, itibar sahibi olmanın eskisinden çok daha zor olduğunu fark ederler . Markaların belirli bir ideolojiyi ve gücü benimsemek yerine etik olarak doğru olanı yapması gerekir. Medya için bu durum halkın gerçekleri öğrenme hakkını sonuna kadar savunmak olmalıyken markalar, restronlar, mağazalar vb. içinse insanı korumak, zor durumdayken yardımcı olmak gibi insancıl temeller üzerine oturtulmalıdır. Aysun Yapicioğlu - aysun.yapicioglu@commmag.com


35


Bir çapulcunun gözünden Gezi’nin yansımaları Protestocular üzerine biber gazları ve tazyikli sular yağarken, televizyonda çiçekler açıyordu. İnsanlar yaralanıyor, penguenler ahenkle dans ediyordu. Yoldan geçenler sokaklardaki insanları gördü eve giderken. Eve vardılar ve televizyonu açıp ülkelerinin ne kadar huzur dolu bir yer olduğuna inandırılmaya çalışıldılar. Olmadı. Yanlışın ne olduğu sosyal medya ortamında hızla yayıldı. Bir diğer gün onlar da kendilerini sokaklarda, halkın çiçek böcek içinde yaşadığını inandırmaya çalışanlara karşı protestoda buldular kendilerini. Protesto daha kapsamlı bir hale geldi ve insanlar bilgi kaçırdığını düşündükleri medya kurumlarına farkında olmadan sağladıkları faydaları ortadan kaldırmaya karar verdiler. Doğuş Holding’in bir kuruluşu olan Garanti Bankası’ndan hesaplarının ve kredi kartlarının kapatılması konusunda örgütlendi insanlar. Sosyal medyada hızla yayıldılar. Sonra bir açıklama düştü internete; “Garanti Bankası’ndan, sosyal medyada yer alan yorumlarla ilgili açıklama…

lebinin; demokratik zeminde, kimsenin zarar görmeyeceği şekilde, özgürce dile getirilebilmesi. Sosyal medyada bankamıza yönelik oluşan hassasiyetin ardından, oturmuş kurumsal yapımız ve profesyonel yönetim anlayışımız doğrultusunda, kamuoyuna bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyoruz. Garanti Bankası, yaklaşık 18 bin çalışanı ve binlerce paydaşı ile çoğunluğu halka açık ve profesyonelce yönetilen bir şirkettir. Garanti’nin kurum kültürünü, hoşgörü, şeffaflık ve vicdana dayanan temel değerlerimiz belirler. Bu doğrultuda, müşterilerimizin tercih ve isteklerine saygı duyduğumuzu, gerek finansal gerek sosyal sorumluluk anlamında, toplumumuza her koşulda en iyi hizmeti vermek üzere çalıştığımızı bilgilerinize sunarız. Kamuoyunu derinden etkileyen bu gelişmelerin, toplumsal uzlaşı zemininde en kısa sürede çözümlenmesini beklerken, tüm kurum ve kişilerin bankamıza karşı hakkaniyet bilinciyle hareket etmesini diliyoruz.

Garanti Bankası olarak, Gezi Parkı’nda başlayan ve ardından Türkiye’ye yayılan toplumsal tepkilerin ulaştığı noktada, yaşananları izliyor ve hassasiyeti paylaşıyoruz. Dileğimiz, toplumsal uzlaşı ta-

Garanti Bankası Genel Müdürlüğü”

tepkisiz kalması üzerine Garanti Bankası Genel Müdürlüğü önünde protesto yapan grubun yanına çalışanlarıyla birlikte inen genel müdür Ergun Özen “Ben Gezi eyleminin yanındayım. Ben de çapulcuyum.” diyerek ortamın sakinleşmesine ve genel müdürlüğün önündeki protestonun sonlanmasına ortam hazırladı. Acaba sosyal medyadaki örgütlenmenin sonucu muydu bu çapulculuk aşkının sebebi?

olduğunu söylüyorsa bunlar karşısında bizi bulacaklardır.” şeklinde tepki gösterdi.

Başbakan Erdoğan ise Kuzey Afrika ziyareti gerçekleştirdiği sırada yapılan bu açıklamalara, ülkeye döndüğünde “Bir bankanın genel müdürü çıkıp da bu vandalizmi organize edenlerin yanında 36

Doğuş Grubu’na bağlı yayın organlarının Gezi Parkı olaylarına

15 Haziran günü Banvit ile oynadıkları maç sonunda şampiyonluğunu ilan eden Galatasaray basketbol takımının milli oyuncusu Cenk Akyol da Gezi Parkı direnişiyle alakalı olarak, şampiyonluk sonrası uzatılan Ntv (Doğuş yayın grubuna ait) mikrofonunu diğer mikrofonların arasından alıp muhabire vermesinin üzerinden bir ay geçmeden açıklanan basketbol milli takımı aday kadrosunda adının olmadığını gördü. Milli takımın sponsoru ise Garanti Bankası’ydı.


Bir Starbucks şubesinin 31 Mayıs günü Divan Otel önündeki sert polis müdahalesi sonucunda yaralananlara kapısını kapatması da direnişçilerin tepkisine neden oldu ve Starbucks hakkında sosyal medya üzerinde de büyük bir tepki oluştu. Tepkilerin üzerine Starbucks’tan açıklama geldi:

Garanti: Çalışanlarının bile %90’ının ana fikrini anlayamayacağını düşündüren bir açıklama ile halkı bilgilendirmek ve çektikleri tepkileri yumuşatmak istemeleri ve genel müdürlerinin pek de samimi gelmeyen ‘Ben de çapulcuyum’ tepkisi ile Gezi Parkı olaylarının kaybedenlerinden oldu.

“Taksim Gezi Parkı’nda yaşanan olayların başladığı ilk anlardan itibaren markamız hakkında özellikle sosyal medyada oluşan bilgi kirliliğinin aksine, Starbucks mağazalarımızın kapılarını herkese açık tutup, ihtiyacı olanlara her türlü gerekli yardımı sağladık.

Doğuş Yayın Grubu: Provokatör grupların polise saldırılarında canlı yayına geçip polis şiddetini göstermemeleriyle tepki çektiler ve kaybettiler.

Fiziki koşullarımız ve imkanlarımız el verdiği sürece mağazalarımıza sığınan binlerce kişinin, yiyecek, içecek, hatta tıbbi yardım ihtiyaçlarını koşulsuz olarak karşıladık. Çalışanlarımız, bütün insani koşulları zorlayarak, aldıkları ilkyardım eğitimiyle yüzlerce kişiye gerekli tıbbi ilk müdahaleyi yapmışlardır. Çalışanlarımızın ve müşterilerimizin güvenliği en önemli önceliğimiz olup, ihtiyacı olan herkese yardım etmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Öte yandan mağazalarımıza yapılan ve can güvenliğini tehdit eden fiziki saldırıların tekrar yaşanmamasını temenni ediyoruz. Toplumumuzun bu konudaki sağduyusuna ve hassasiyetine sonsuz inancımızla, kamuoyunun bilgisine saygıyla sunarız.” Gezi Parkı’ndaki direnişe polis tarafından en sert müdahalenin yapıldığı 31 Mayıs günü (Aynı zamanda olayın ülkeye yayıldığı gün) kapıların yaralılara kapatılmasının herhangi bir dilde açıklamasının olup olamayacağını sormak isterdim ancak kimsenin hatalı olmadığı bir ülkede tabi ki de her şeyin bir açıklaması olacaktı! Gezi Parkı Direnişi birçok iş adamından da destek gördü. Orka Grup Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Orakçıoğlu “Ben zaten genel manada AVM’lerin şehir içinde olmaması gerektiğini düşünüyorum yıllardır. Çünkü bu pek çok alt yapı ve üst yapı sorununa neden oluyor” diyerek, Gezi Parkı’na yapılacak AVM’ye mağaza açmayacağını belirtirken, Herry markasının sahibi Selami Sarı da “Tepki olarak ben öyle bir AVM’ye girmem, kan dökülmüş bir yerde mağaza açmam. Ben Karadenizliyim, yeşile aşığım. İnsanlar ağaçları korumak için bu kadar reaksiyon veriyor. Ne Gezi Parkı’nda ne de Emek Sineması’nın yerine yapılacak AVM’de yer almam” dedi. Tepkiler bunlarla sınırlı kalmadı. Ümit Boyner de Twitter üzerinden “halkın ve müşterilerimizin bu denli karşı çıktığı bir projede yer almamız mümkün değildir.” açıklamasında bulunurken, YKM de twitter hesabından “Gezi Parkı projesinde YKM Mağazaları olarak yer almayacağımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz.” açıklamasında bulundu.

Cnn Türk: İnsandan çok penguene değer veren yaklaşımı ile tepki çektiler ve kaybettiler. Haber Türk: Fatih Altaylı’nın Başbakan karşısındaki aman efendim, tavırlarından dolayı tepki çektiler ve kaybettiler. Kızılkayalar: Direnişçilere saldıran çalışanlarını iyi eğitemedikleri ve Facebook sayfaları üzerinden direniş aleyhtarı gönderilerde bulundukları için tepki çektiler ve kaybettiler. Starbucks: Hani lisede olurdu ya, kavga olursa yanında ilk ben varım diyen arkadaş. O role büründüler. Hem de kavgadan kaçtıktan sonra. Bu yüzden samimi değillerdi. Tepki çektiler ve kaybettiler. Çarşı: Taraftarları arasında “Beşiktaş Kanseri” diye tabir edilen hastalıklarını boşverdiler, diğer İstanbullu arkadaşlarıyla omuz omuz verdiler, en önde onlar savundular halkı. Hayran bıraktılar ve kazandılar. Divan Otel: Sadece insana insan değeri verdiler, kirlenen halılarının hesabını yapmadılar. “Çapulculara destek oluyorlar” diye hedef de gösterildiler. Saygı kazandılar. Halk Tv: Gezi direnişinde halkın gözü oldu, kazandı. Twitter: Binali Yıldırım’ın Gezi Parkı olaylarını müteakiben yaptığı işbirliği çağrısına olumsuz yanıt verdi ve kullanıcı gizlilik sözleşmesine sadık kaldı. Duruşuyla kazandı. Nisan ayında yoldan geçen insanlara Çapulcu, Duran Adam, Gezi Parkı gibi kelimelerin ne gibi çağrışımlar yaptığını sorsaydık eğer, alacağımız yanıtlar çok sınırlı olurdu. Bu kelime gruplarının çeşitli anlamlar kazanması, patenti alınarak markalaşmasının da önünü açtı ve aynı zamanda girişimci arkadaşlarımızın girişimcilik liginde zorlu rakipleri olduğunu farketmesini sağladı.

Direniş süresince bazı markalar halkla iletişimini sağlıklı bir biçimde yürüterek beğeni kazanırken, bazı markalar da iletişim başarısızlıkları ve stratejilerinden dolayı tepki çekti.

Armağan Abanuz - armagan.abanuz@commmag.com 37


Tarih derler büyüklerimiz, tekerrürden ibaret

Neler görüyorum ben! Mübalağa edersem kusuruma bakmayın ama ömrümüm bu radde uzun olması pek fazla şeyi görmeyi nasib etti bana. Rahmetli Menderes’i hatırlarım en eski. Yazılı basın ile meşgul bizleri en çok o zorladı diye düşünürüm bazen. Askeri dönemlerde durum netti en azından. Ama bendeniz kendi yaşamımın zorluklarından bahsetmeyi kendime ayıp sayarım, seksenlerdeki gençleri gördüğümden beri. Hiç birini ayırmadan söylüyorum o çocukların gözündeki ateş pek farklıydı. Ne diyordum? Neler görüyorum ben! Hiç ummazdım, o ateşi bir daha görmeyi. Bu sefer gözlerinin içine bakamadım gençlerin amma velakin öyle sağlam işittim ki o sesleri. Yok, nerde işitsem hafızam yanıltmazdı beni. Ve haddinden fazlasıydı yapmak ile meşgul oldukları. Siz çocuklar hani kayıp nesildiniz? Hani o tuş takımından başka silahınız yoktu. Sizler öyle bir iş yaptınız ki biz eskilerin kafası basmadı. Beklemediğimiz yerden vurdunuz. O küçümsediğimiz tuş takımlarınızdan dökülenler yıllardır kelam ederek, yazı yazarak hayatını idame ettiren bu garibanı şahsından utandırdı. Biz yaşlılara nasihat etmek düşer sanırsam ama

38

sizlerden ilham almak, sizleri örnek almak gerektiğine vakıf oldum. Kalem ve mürekkepten başka zırhım yok derdim. Birçok dönem, birçok baskıyı atlattım. Benim savaşım bitti derdim. Bitmemiş, gücümün yettiğince sizlerle birlikte mukavemet göstereceğim. Bu son kelamım ise dinleyen olursa diye tecrübeden faydalanmak isteyenedir. Adnan Menderes’i iktidara İsmet İnönü’nün baskı uyguladığı mecmualar getirdi. Aynı Menderes’i üzücü sona kendi iradesi için, en ufak bir tenkitine dayanamadığı ve kapattırdığı basın getirdi. Tarih derler büyüklerimiz tekerrürden ibaret. Siz gençlerin yakın dönem hafızası bendenizden daha parlaktır. Zor dönemlerde kurtarıcı olarak gelip son dönemlerde yazana, çizene haddinden fazla baskı uygulayan bir lider tanıyor musunuz? Bizim basın dediğimiz yeni dönemde sizlerin medya diye adlandırdığı mecra tarihte etkisi en yüksek kurumlardan birisi olmuştur. Bütün baskı bunlardandır. Madem bize yazmak yasak, eski bir yazıyı hatırlatmakta fayda var. Yine feyz almak isteyene! İhtiyar Delikanlı


Altın Pusula’da Vali Mutlu fırtınası

12. Altın Pusula Ödülleri Sahiplerini Buldu Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) tarafından, bu yıl on ikincisi düzenlenen Altın Pusula Ödülleri’nin kazananları 27 Haziran Perşembe akşamı Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen ödül töreninde açıklandı. Kurumsal İletişim, Gündem Yönetimi, Kurum İçi İletişim, Pazarlama İletişimi ve Bütünleşik Pazarlama Projeleri, Kriz İletişimi, Etkinlik Yönetimi, Kurumsal Sorumluluk, Dijital ve Sosyal Medya İletişimi, Sivil Toplum Kuruluşları, Kamu Kuruluşları, Sponsorluk İletişimi, Finansal Hizmetler ve Yatırımcı İlişkileri, Medya İlişkileri, Uluslararası Proje/Kampanya, Kategori Dışı Projeler, Genç İletişimciler kategorilerinde ödüller verildi. Tüm kategorilerde, hem proje sahibi kuruluşlar hem de bu kuruluşların halkla ilişkiler ajansları ödüllendirildi. Kategori ödüllerinin yanı sıra bu yıl, Büyük Ödül ve Jüri Özel Ödülü’ne ek olarak, yine sosyal ve çevresel etkileri en iyi ele alan projeye ‘UNDP Özel Ödülü’ verildi. Genç İletişimcilerin Aklına Takılan ‘’Bağzı” Sorular Var Kazananların yanı sıra TÜHİD tarafından “Harekete Geç” kampanyasıyla İstanbul Valiliği’ne En İyi Halkla İlişkiler Projesi Ödülü verilmesine tepkiler sürüyor. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde öğrenci oldukları sırada katıldıkları 10. Altın Pusula Ödülleri’nde “Genç İletişimciler” kategorisinde ikincilik ödülü kazanan, Gezi Parkı direnişindeki tutumu nedeniyle Vali Mutlu’yu eleştiren iletişimciler Onur Karakaya, Yiğit Kılıç, Ertuğrul Taşlık ve Murat Özmutlu da yaşanan bu olaylara tepkisiz kalamayarak ‘’Ödül sizin olsun, Gezi Parkı bizim!’’ diyerek ödülü iade edeceklerini belirttiler. Akıllarına takılan ‘’bağzı’’ soruların olduğunu belirterek konuya dair ortak karar ve düşüncelerini belirten bir açıklama yaptılar. Açıklama ise şöyle: Ödül sizin olsun, Gezi Parkı bizim! “2011 yılında TÜHİD Altın Pusula Genç İletişimciler Kategorisi ikincilik ödülü sahipleri olarak bu seneki ödül töreninde İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya ödül verildiğini öğrenmiş bulunmaktayız. Ödül jürisi ödülün Gezi Parkı olayları öncesinde verilmiş bir karar olduğunu belirtti. Vali Mutlu da ‘Ödülün Gezi Parkı olayları ile ilgisi nedir?’ diye sordu. Aklımıza takılan ‘bağzı’ sorular var:

Gezi Parkı olayları öncesinde verilmiş bir karar neden değiştirilmesin? İletişim çalışması bitse de etkisi devam eden bir süreç değil midir? Okulda ve işimizde öğrendiğimiz en önemli olgu iletişimin sürekliliğidir. Söylediğiniz her cümle, giydiğiniz kıyafet, taktığınız bir kravat sizin imajınızı belirler. Çünkü biz üniversitemizden ve iş ahlakımızdan böyle gördük, bu bakış açısıyla hareket etmekteyiz. Bizim 2011 yılında aldığımız ödülün bu olaylarla ne kadar ilgisi varsa Gezi Parkı olaylarını bize göre yönetemeyen bir şehrin valisinin bu ödüle layık gösterilmeyecek olmasının da o denli ilgisi vardır. İlgililerin aradaki anlayış farkını anlamaları ve ödülü geri alması için biz bir adım atıyoruz ve aldığımız ödülü iade ediyoruz. Bununla birlikte bu sene ve daha önceki yıllarda ödül alan kurum, kuruluş ve kişileri ödüllerini geri vermeye davet ediyoruz. Bu karar tamamen bizim insiyatifimiz olup ne danışmanımızın ne fakültemizin ne de okulumuzun aldığımız karar hakkında bilgisi vardır. Saygılarımızla.” ZassPass Ertuğrul TAŞLIK, Murat ÖZMUTLU, Onur KARAKAYA, Yigit KILIÇ Öte yandan TÜHİD de bir açıklamada bulunarak kuruma gösterilen tepkilere sessiz kalmadığını belli etti. TÜHİD’in yaptığı açıklamanın bir kısmı ise şöyle: “...İstanbul Valiliği tarafından 2006 yılında başlatılan ve depreme hazırlık amacıyla toplumu bilinçlendirmeyi hedefleyen “Harekete Geç” projesi, Seçici Kurul toplantısında daha yüksek puan alarak “Kamu Kuruluşları” kategorisinde ödüle layık bulunmuştur. İstanbul Valiliği’nin Gezi Parkı sürecindeki tutumuna eleştiri getirmek ile bağımsız bir jürinin bir projeyi ödüllendirmesi birbirinden farklı süreçlerdir. İstanbul Valiliği Altın Pusula’da depreme hazırlık konusundaki projesiyle ödüle layık görülmüş olmasına karşın, Gezi Parkı süreci sırasında hatalı ve eksik gördüğümüz birçok konuyla ilgili olarak da yine kurumumuz tarafından eleştirilmiştir. Hepimiz hakların kısıtlanmasına karşı verilen tepkilerdeki haklılığa işaret ederken, kişi veya kurumları diğer haklarından mahrum etmeyi düşünmek adil olmaz...‘’ Gamze Konakçı - gamze.konakcı@commmag.com 39


40


41


Sahip ol ve iyi hisset

İnsanlık tarihi kadar eski olan tüketim kavramı günümüzde tüketicinin içgörü alanlarını genişletmesi ile birlikte çılgınlık boyutuna ulaşmıştır.Dünyanın hangi bölgesinden olursa olsun kendilerini özel hissetmek, duygusal boşluklarını doldurmak isteyenler markalaşma sürecinin bir parçası haline gelerek tüketim kültürünü oluşturmuşlardır.Arzuladığımız hayatın somutlaşmış şekli olan markaların kimlik edinme sürecimizde oynadığı rol, düşünüş tarzımızdan yaşam tarzımızın oluşmasına kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. ‘Ben tüketmeden var olamam’ davranışının temelinde bilinçaltına yerleşen ‘sahip ol ve iyi hisset’ algısı yatmaktadır. Tüketicilerin beklentileri ile markaların ruhunu doğru bir şekilde buluşturmaya çalışan modern pazarlama anlayışında marka bağımlılığı kavramının oluşmasındaki etmenler arkadaşlar arasında kabul görme, statü elde etme, kendini o markayla bütünleştirerek değerli hissetme çabası olarak sıralanabilir. Çocukluktan ergenliğe ve yetişkinliğe kadarki süreçte aile, çevre ve medya etkisi zincirin halkaları gibi birbirini takip etmektedir. Çocuklarına kendilerini anlatma olanağı tanımayan ve onlara otoriter bir tutumla yaklaşan ailelerin çocukları, kendilerini sahip oldukları markalarla özdeşleştirerek çevrelerinde kabul görme yoluna gitmektedirler.Markaların medyayı etkin bir şekilde kullanarak yayınladıkları reklamlar, kişilerin sahip olduğu yaşam tar42

zının sıradan olduğu duygusu uyandırarak yeni bir dünya vaad etme çabası içerisine girmektedirler. Bireylerin, markanın kendine sağlayacağı kullanım kolaylığı, kalitesi ve avantajlarından çok çevresinde yaratacağı imaj nedeni ile tercih etmesi takıntılı bir yaşam tarzı oluşmasına neden olmakta ve işin psikolojik boyutunun bu anlamda ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. ‘Kazandıkça daha çok harca sloganı’ ile hafızalarımızda yer edinen kısa ve akılda kalıcı reklam filmleri, ihtiyaçlarımızı tatmin etmekten çok egomuzu tatmin etmeye yönelik çalışmalarla modern pazarlama uygulamalarında daha çok yer edinir olmuştur. Son yıllarda markaların üzerimizdeki etkilerini belirlemeye yönelik yapılan çalışmalarda, aidiyet hissimizi güçlendirerek alışveriş çılgınlığının artmasına neden oldukları ortaya çıkmıştır. Buna yönelik olarak yapılan çalışmalardan ilgi çekenler arasında Adidas’ın kültürlü ve orta yaş kesimine, BMW’nin güç ve statü sahibi olmak isteyen genç kesime hitap etmesinden bahsetmek mümkün. Markaların da kendi içinde markalaşma sürecinde kullandığı ürünlerin sıklıkla bir üst modelinin çıkarması, teknolojiyi yakaladığımızı düşündüğümüz anda geri kalmış hissetmemize neden olmaktadır. Akıllı telefonlar, yüksek çözünürlüklü HD yayınlar, ADSL teknolojileri hatta ve hatta kullandığımız ceketin farklı bir rengi bu duruma örnek olarak ve-

rilebilir. Mağazaların dönem dönem yaptığı indirimler de o ürüne ihtiyacımız olmasa bile sadece dürtüsel duygularla bizde satın alma güdüsü yaratabilmektedir. Buna benzer yapılan indirimler ve kampanyalar bilinç dışı bir tüketim toplumu olduğumuzun en somut göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Gezi, yalnızca beyinleri değil piyasaları da canlandırdı Tüketim çılgınlığı kavramını geniş bir şekilde ele aldıktan sonra son günlerde çevre hareketi olarak başlayıp etkisini tüm Türkiye’de hissettiren Gezi Parkı direnişi piyasaları da oldukça derinden etkiledi. Kapısını direnişçilere açmayan kurumsal şirketler protesto edilmesinin yanı sıra istatikleri de önemli ölçüde değiştirdi. Çılgın tüketicilerin piyasaya etkisini şöyle sıralayabiliriz: 31 Mayıs ve 16 Haziran 2012 tarihleri arasında 126 bin 112 adet reklamla ilk sırada olan gıda sektörü 2013 yılında aynı tarih aralığını 132 bin 408 reklamla kapattı. 2012 senesinde finans sektörü 94bin 313, iletişim 83 bin 263, içecek 67 bin 332, elektronik ev eşyaları sektörü 55 bin 8 olurken 2013 senesinde bu sayılar şöyle idi: Finans sektörü 74 bin 203, kozmetik ve kişisel bakım 62 bin 778, elektronik ev eşyaları 55 bin 148 ve iletişim sektörü 53 bin 286. Aynı tarih aralığında Unilever 49 bin 500 adetle zirveye otururken 2013 senesinde 37 bin 716 adetle düşüşe geçti.

Irmak Dokuzcu - irmak.dokuzcu@commmag.com


Ramazan Ayı Reklamları Coca-Cola “Kavuşma” Reklamveren: Coca-Cola Company Reklam Ajansı: Vietnam Yaratıcı Yönetmen: Serkan Balak Yaratıcı Grup Direktörleri: Cihangir Gümüş ve Rıza Çankaya Yaratıcı Ekip: Aslı Sevim, Emre Koç, Zeynep Güneş, Gözde Dilek, Erdem Güngör, Umut Kısa, Kenan Çetinkaya ve Kezban Ekrem İllüstrasyon: Cihangir Gümüş Stratejik Planlama: Zeynep Karahan Müşteri İlişkileri: Damla Acun ve Melike Karamehmetoğlu Ajans Produktörü: Begüm Baran Reklamveren Temsilcisi: Sonat Antepli, Arzu Sungur, Eda Kıralı ve Eda Didem Dağcı Reklamveren Produktörü: Tolga Himmetoğlu Yapım Şirketi: Autonomy Yönetmen: Fatih Kızılgök Görüntü Yönetmeni: Florent Herry Yapımcı: Aslı Akkoç Müzik: Rahman Altın Post Prodüksiyon Şirketi: İmaj

Her yıl ramazan ayına özel reklamları merakla beklenen Coca-Cola’nın bu yılki ‘kavuşma’ temalı reklamında davulcular çok özledikleri davullarına, sıcacık pideler sahiplerine, Karagöz de kadim dostu Hacivat’a kavuşuyor. Film, herkesi ‘özledikleri her şey etrafında’ buluşturan büyük bir iftar sofrasıyla sonlanıyor. Pepsi - Kadınlara Teşekkür Ediyor

Kadınlarla iddiaya giren erkekler, en az eşleri kadar iyi bir iftar sofrası hazırlayabileceklerini iddia ediyorlar. Mutfağı savaş alanına çeviren erkekler sonunda yemekleri hazır ediyor ve iftar vakti geldiğinde yemekler afiyetle yeniyor. Reklam filminin sonunda Pepsi, ramazan ayının gerçek kahramanı olan kadınlara teşekkür ediyor. Her şey iyi hoş ama kadınlar gözü gibi baktıkları mutfaklarını erkeklerin eline teslim eder mi? Hadi etti diyelim, 1 kez olsun mutfağı kontrol etmez mi ya da söylenmez mi? Gerçekten bahçede keyifle yemeklerin hazırlanışını bekleyebilir mi? Kafamda bu sorular varken reklam filminde neredeyse herkesin

Kalabalık aile sofraları, bayram, ramazan denince sofranın bir köşesinde 2.5 litrelik Coca-Cola şişesi akla geliyor. Son olarak ‘Sofra Hikâyeleri’ kampanyasıyla da bu durumu pekiştiren Coca-Cola, ramazan reklamıyla da yerel değerlere seslenmeyi bildi, geleneksel aile sofralarındaki yerini rakiplerine kaptırmadı. Reklamveren: Pepsi Reklamveren Yetkilileri: Deniz Aktürk Erdem, Aslı Önder, Onur Sanverdi, Merve Erdinç Reklam Ajansı: Alice BBDO Kreatif Direktör: Derya Tambay Yaratıcı Ekip: Mustafa Baripoğlu, Hasan Çetin, Işıl Döneray, Cengiz Pulgu, Derya Banişta, Kerem Altuntaş Stratejik Planlama: Haluk Sicimoğlu, Onur Erdoğan, Beliz Top Marka Ekibi: Pınar Taşkıran, Özge Budunç, Itır Karabulut Ajans Prodüktörleri: Umut Tangör, Melis Bircan Prodüksiyon Danışmanı: Sena Alpsan Yapım Şirketi: Böcek Yapım Yönetmen: Ömer Faruk Sorak Yapımcı: Tolga Baysal

mavi ve tonlarını giymiş olması dikkatimi çekiyor. Kırmızıyla mavinin ezeli rekabetinde Pepsi’nin akıllara lacivert ile iyice yer etme çabası güzel ancak yer etmek için reklamın başında ve sonunda sürekli 2.5 litrelik Pepsi şişelerinin göze sokulması biraz itici geldi. Markaların bilinirlik yarışında logo kullanmadan reklam yapması adeta bir gövde gösterisi haline gelmişken Pepsi’nin o büyük kola şişelerini gözümüze sokmasına anlam veremedim doğrusu. Tüm bu söylediklerime rağmen izleyiciyi kesinlikle etkilemiş ve eğlendirmiş bir çalışma olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. 43


Cola Turka - Türkiye’nin Kolası Reklamın Başlığı: Türkiye’nin kolası Cola Turka Reklamveren: Cola Turka/Ülker Reklamveren Temsilcisi: Ceyda Tekin, Emine Tutaş, Muammer Durgut Reklam Ajansı: Grey İstanbul Yaratıcı Yönetmen: Engin Kafadar, Ergin Binyıldız, Erdinç Mutlu Yaratıcı Grup: Taner Ardalı, Merve Selamet, Gizem Hız, Çetin Yıldız, Berk Gül, Ece Ok Müşteri İlişkileri: Elifsu Serin, Melis Erduran Stratejik Planlama: Nedim Niyego, Aytuğ Ateş Medya Ajansı: Mediavest Prodüksiyon Ekibi: Meltem Köse, Selim İpek Prodüksiyon Şirketi: Complete Works Yönetmen: Peter Hrdkicka Post Prodüksiyon: İmaj Müzik: Ömer Ahunbay

Cola Turka’nın 10. yılı için hazırlanan ve ramazan ayında yayına giren “Türkiye’nin kolası” isimli kampanyası, Türkiye’nin geleneğiyle göreneğiyle hep birlikte mottosu üzerinden anlatılıyor. Sezen Aksu’nun ‘Olmaz Olsun’ isimli şarkısının reklam müziği olduğu kampanyada, eski Cola Turka reklamından kesitler kullanılıyor. Cola Turka’nın harika bir çıkış yaptığı dönemde reklamları Alametifarika tarafından yapılıyordu. 2006 yılından bu yana Grey İstanbul ile çalışan marka, uzun süredir piyasada görünmüyordu. Uludağ Limonata “Yanında”

Öyle ki ilk çıkışından sonra bir daha raflarda dahi rastlamayışım, dağıtım probleminden olsa gerek. Farkındalık yaratmak adına başarılı bir çıkış yapan Cola Turka, devamını getirememiş olacak ki hafızalardan silinmek üzereydi. Açıkçası kolanın bardaklara doldurulurken buzlarla dans etmesinden başka pek de bir şey göremediğim 10. yıl piyasalara dönüş filmini sönük bulsam da, Grey’in ölüyü dirilttiği kesin.

Reklamveren: Uludağ İçecek Reklam Ajansı: Güzel Sanatlar / Saatchi & Saatchi Reklamveren Yetkilisi: Murat Zengin, Utku Erdem ve Bilge Ekici Yaratıcı Ekip: Kerem Kanık, Cem Akar, Özgür Akpınar, Nergiz Herdem, Mustafa Oral, Bora Uz, Bora Adalı ve Ertunç Gün Stratejik Planlama: Tuğay İlyasoğlu Ajans Prodüktörü: Neslihan Ateş Müşteri İlişkileri: Feride Tüzün ve Sezin Özçelik Güneş Medya Planlama/Satınalma: Time Yapım Evi – Yönetmen: Complete Works, Metin Arolat Post Prodüksiyon: İmaj Müzik: Jingle Jungle Mecra: TV, Radyo, İnternet, Açıkhava

Uludağ Limonata “Yanında” isimli yeni reklam filminde ‘Her bi’ şeyin yanında Uludağ Limonata’ diyerek kendini her yemeğin yanına yakıştırıyor. Peki ya tüketici? Tüketicinin düşüncesine geçmeden, reklamla ilk buluşma anımızı paylaşmak istiyorum. Kampanya için toplam 15 film hazırlanmış. Reklama televizyonda ilk denk geldiğimde bu filmlerden büyük bir çoğunluğu art arda yayınlandı. Etkisinden uzun süre çıkamadım. Madem amaç dört mevsim her yemeğin yanında olmak, o 44

zaman strateji konusunda doğru noktaya parmak basılmış. Ancak aynı şeyi reklamdaki karakterler ve güzide sesleri için söylemek mümkün değil. Hele ramazan reklamındaki o soprano abla yok mu, beni benden alıyor. Her birinin sanki hayatın anlamını o melodide bulmuşçasına içten bir şekilde “Uludağ Limonata” deyişleri esnasında başka diyarlara sürükleniyorum. Oysa zamanında “Göbeği ata ata, Uludağ Limonata” gibi bir sloganı bile neşe içinde söylemişliği olan bir toplumuz.


Sütaş - Ramazan ayının kahramanları Reklamın Başlığı: ‘Türkiye için iftar Sütaş için iftihar vakti’ Reklamveren: Sütaş Reklam Ajansı: Happy People Project Yaratıcı Grup: Yaşar Akbaş, Atilla Karabay, Selçuk Akyüz, Cihan Önder, Ceyda Koç, Sibel Ergeç ve Lina Nil Stratejik Planlama: Emel Göker, Mert Soyal ve Özlem Akbaş Müşteri İlişkileri: Orçun Onural, Başak Tetik ve Sena Meten Medya Ajansı: People Communications Planlama Ekibi: Nurdan İşbecer, Esra Muhriroğlu, Deniz Gömeçoğlu ve Adnan Kayalıoğlu Reklamveren Temsilcisi: Ergun Ermutlu, Tülay Dalkılıç ve Eylem Karakaş Soyluoğlu Mecra: Televizyon, Açıkhava, Radyo, Dergi ve İnternet Prodüksiyon: Böcek Yapım Yönetmen: Eralp Vardar

Sütaş’ın ramazan kampanyası için 3 film yayınlandı. ‘Ramazanın vazgeçilmezleri’ temalı filmlerde Topçu Hüseyin, Pideci Recai ve Davulcu Sezgin gibi ramazanla özdeşleşmiş karakterleri en doğal halleriyle yansıtmak için halk arasından oyunculuk deneyimi olmayan kişiler oynadı.

Topçu, pideci, davulcu nasıl ramazanın vazgeçilmezleriyse, Sütaş kendi ürünlerini de sofraların vazgeçilmezi olarak konumladı. Ayrıca oyuncuları halk arasından seçip en doğal halleriyle yansıtarak, ürünlerinin doğallığına vurgu yaptı.

Avea – Fasulye’nin çilesi ramazanda da bitmiyor Fasulye iletişim orucunda Reklamveren: Avea Reklam Ajansı: TBWA\ISTANBUL Kreatif Direktör: Emre Kaplan Yaratıcı Ekip: Ali Şener, Emir Yüksel, Ali Erkmen, Yiğit İrde Marka Ekibi: Dilek Uçarlı, Ekin Kutevu, Tarçın Köprülü, Sırma Er Stratejik Planlama: Toygun Yılmazer Stratejik Planlama Ekibi: Tuğyan Çelik, Nisan Danışman Prodüksiyon Ekibi: Ceyda Kayaçetin Schulte, Pelin Güneş, Gizem İnan Prodüksiyon Şirketi: Kala Film Yönetmen: Hakan Yonat Post Prodüksiyon: Sinefekt Müzik: Cenk Çelebioğlu Medya Ajansı: People Communications Kullanılan Mecralar: Televizyon, dijital, açıkhava

Reklam filmlerinin ilkinde Fasulye parkta otururken cep telefonundan konuşan, mesajlaşan, internete giren insanlar görür. En sonunda dayanamayıp yanındaki gence sitem eder. Çünkü Fasulye

iletişim orucundadır ve yanın durmadan konuşup mesajlaşan insanları gördükçe canı çeker.

45


Fasulye pide kuyruğunda

İkinci reklam filminde Fasulye bu kez de pide kuyruğundadır. Daha doğrusu o öyle zanneder. Sıra nihayet kendisine geldiğinde

‘SMS’li pide mi?’ sorusuyla kendine gelir ve Avea’ya geldiğini fark eder.

Fasulye mahyanın tepesinde

Reklam filmlerinin sonuncusunda ise konuşamayan, mesajlaşamayan ve internete giremeyen Fasulye, annesine mesajını iletebilmek için kendini mahyanın tepesine buluyor. Mahyaya ‘Anne, iftara

köfte yapsana’ yazdırmak için mahyacıdan yardım isteyen Fasulye sonuçta yine başarısız oluyor.

Yağmur Yarkent - yagmur.yarkent@commmag.com 46


Pazarlamaya İslami bakış

Pazarlama dünyasının yansımalarından biri olan ‘İslami Pazarlama’ kavramı helal kazanç mottosu ile Müslüman ülkelerin çoğunlukta olduğu bölgelerde üretim ve satışlarını gerçekleştirmeyi amaçlayan şirketlere yönelik oluşturulan ayrı bir pazarlama kulvarıdır. Global düşünce ve lokal dinamiklere göre hareket eden Müslüman şirketler özellikle Ramazan ayında paylaşmanın önemine vurgu yaparak ilgi çekici ve samimi ürünlerle tüketicilerin kalbini fethetmeyi amaçlıyor. Farklılığı ateşlemek adına oluşturulan ambalajlarda Tanrı’nın görsel olarak betimlenmesi ve en önemlisi gelir sağlanacak bir araç olarak görülmesi, sürdürülebilir iletişim ve etkileşim stratejisi adına oldukça farklı sonuçlar doğurabiliyor. Nitekim 1990’ların sonunda Unilever logosunun Allah kelimesinin Arapça yazılışına benzemesi sonucu Arap yöneticiler logoyu değiştirmek zorunda kaldı. Müslüman ülkelerin çoğunluğunu oluşturduğu Arap pazarında din ve ticaret kesin bir çizgi ile ayrılmamasına karşın arada bir dengenin olması, hassasiyetin korunması bakımından ayrı bir öneme sahip. Gelişmekte olan Müslüman ülkelerde çalışma saatleri ezana göre ayarlandığı için buna yönelik olarak oluşturulan yaratıcı fikirler ve reklamlar dijital pazarlamanın gelişmesine olanak sağlıyor. iTunes Store’da bulunan GPS ve harita yazılımlarını kullanarak oluşturulan namaz saatini ve kıble yönünü gösteren alQibla tarzı uygulamalar buna örnek gösterilebilir. Büyük şirketler Ramazan ayında hem manevi değerlere vurgu yaparak bu dönemde satışlarını artırıyor hem de yerel içerikli reklamlar ile tüketicilerine kendine özel dünyanın kapılarını açıyor. Ramazanda kurulan iftar sofraları, eş dost ziyaretleri nedeniyle Müslüman kesim en çok bu ayda perakendecilerin yüzünü güldürüyor. Hac ayının gelmesi ile birlikte fırsatları kaçırmak istemeyen küresel boyuttaki şirketler markalarını giderek genişleyen tüketici guruplarına sunma imkanı buluyorlar. Öd ağacı kullanarak parfüm üreten Arabian Oud’un Mekke ve Medine’de toplamda 52 şirketi var ve dünya çapındaki satışların yaklaşık %44’ünü elinde bulunduruyor. Ayrıca son yıl-

larda öne çıkan ve ülkemizde de dördüncüsü gerçekleşen Uluslararası İslami Pazarlama Derneği’nin İslami finans, İslami yönetim ve liderlik, yeşil pazarlama, etnik tüketiciler gibi konuları ele alarak gerçekleştirdiği etkinlikler, İslami pazarlamanın çerçevesini giderek genişletiyor. Arap ülkelerinde dinin toplumla ve iş dünyası ile iç içe geçmiş olmasından dolayı batılı devletler İslami pazarlamada başrol oyuncusu olmayı, Arap dünyasında etkin rol oynama algısı içerisine yerleştirmişler. Arapların toplam nüfusunun 350 milyon civarında olması bölgenin çekiciliği bakımından yadsınamaz bir gerçek. Öyle ki 2001 yılında meydana gelen 11 Eylül saldırıları, Mısır, Tunus ve Yemen’deki kaotik durum bile bu gerçeği önlemeye yetmedi. Danimarka’da İslam dininin peygamberine hakaret içerikli karikatürlerin yayınlanması, protestolar ile birlikte birçok perakendecinin; tereyağı, peynir ve krema pazarlarına hakim olan Danimarka kökenli marka Arla’nın ürünlerini raflardan kaldırması ile birlikte şirketin çöküş aşamasına geçmesi, protestoların durduğu dönemde bile Arla‘nın eskiden sahip olduğu pazar payının yarısına bile ulaşamaması inanca saygının Arap pazarlarında ne kadar etkili olduğunun güçlü bir göstergesi. Ayrıca İslamın Arap pazarlarında yaydığı etki; Endonezya, Bangladeş, Hindistan ile kıyaslandığında onların yaydığı etkiden çok daha güçlü. Pazar payının diğer sektörlere göre daha geniş olduğu gıda sektöründeki birçok üründe domuz yağının kullanılmaması tüketici ile diyaloğun zedelenmemesi bakımından uyulması gereken temel unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Ogilvy Mather tarafından Müslüman tüketicilerin dostu markaları belirlemeye yönelik olarak kurulmuş olan danışmanlık şirketi Ogilvy Noor tarafından yapılan araştırmaya göre Lipton, Nestle ve Nescafe rakiplerinin önüne geçerek zirveye yerleşen markalardır. Dünyanın önde gelen finansal danışmanlık şirketi AT Kearney’e göre İslami pazarın büyüklüğü yaklaşık iki trilyon dolara ulaşmıştır.

Irmak Dokuzcu - irmak.dokuzcu@commmag.com 47


İnfomercial

Dikkat: Yumurta kıramıyor, sabun tutamıyor ya da en azından telefon ahizesini kaldıramıyorsanız bu yazı sizin için can sıkıcı olabilir, zira bu ayki konumuz “INFOMERCIAL”. Infomercial kelimesinin Türkçe karşılığını ne kadar aramışsam da eminim bir çoğunuzun favorisidir ya da yazının sonunda olacaktır. bulamadım. Tele-marketing desem (kaldı ki sen de Türkçe sayılHani bahsettik ya bilgi vermek temel amaç diye. İşte sırf bilgiyi mazsın) istediğim tadı yakalayamayacak, biliyorum. Bu yüzden biz çıkış noktasından anlatabilmek adına ürünü kullanan insanları infomercial demeye devam edelim, olur da Türkçesini bilen olursa aptallaşma yoluna gitmiş infomercial yaratıcıları. Öyle ki tabak onlar bizleri sonradan aydınlatırlar. almak için mutfak dolabını yerinden söken kadın (ablanın sahip Infomercial’ı anlamak için kelimeyi köklerine ayırmamız gerekiolduğu güç şaşırtıcı), yumurtayı çatalla kıran gençler – gerçekyor. Bilgi diye tabir edebileceğimiz bir information – ne yazık ki ten?- ve daha birçok absürd örnek bu reklamlarda mevcut. information kelimesinin de ‘tam’ bir karşılığı yok dilimizde- bir de reklam anlamına gelen commercial var elimizde. Reklamın Olayı pekiştirmek için aşağıda derlemesi yapılan videoyu izlemenibilgilendirme özelliğini ön plana çıkaran bu reklam türü benim ve zi şiddetle tavsiye etmekteyim:

Bu türün başka bir özellilği ise yeri geldiğinde oldukça sıkıcı ve uzun olabilmeleri. Size bir haftada iki beden incelme, kendi başına toparlanan hortum ve horlamaya çözüm olan *bit desem? Şu üç ürünü sanıyorum ki geçtiğimiz bir ay içerisinde hepimiz kanıksadık. Artık aloe vera derken ablanın dudaklarındaki kaymadan, burunlarına koydukları zamazingo ile ses tonu değişen sunucuya kadar bu reklamları ayak tırnağından saçının kılına kadar biliyoruz. Şu *bit reklamının üzerinde durmak istiyorum. Hatırlarsanız ki orada satılan çok düşük maliyeti olan bir ürün olarak gösterilmesine karşın onun yanında alacağınız tansiyon ölçüm aletinden bilmem ne aletine kadar olan seti alırsanız – ki seti almama gibi bir lüksünüz yok sanırım- normalde ödeyeceğiniz paranın çok daha azını vermiş oluyorsunuz. En azından size öyle hissettiriyorlar. Herkesin birdenbire doktor, aşçı veya mühendis olabilmesi ise reklamın getirdiği bir diğer mucize. Ürünü sattırabilmek için doktor olması gereken kişinin tek yapması gereken en yakınındaki esnaf sarayından bir önlük edinmesi. En çok bayıldığım trik noktalaradan bir diğeri ise ürünlerin her zaman stoklarla sınırlandırılmış olması. İki aydır stoklarla sınırlı olan ürünün hâla tükenmemiş ve indirimde olması düşündürmüyor değil. 48

Tüm bu gariplikler gayet bariz bir şekilde gerçekleşirken insanların gerçekten bu ürünlere güvenip, satın almaları ise beni gerçekten endişelendiriyor. Gerçekten düşünmeyen kitleler hâline mi geliyoruz? Ortadaki oyunu görmek bu kadar mı zor? Şimdiye kadar bu reklamları izleyip ‘’Aa görüyor musun bak?’’ tepkisini veren insanları gördü bu gözler. Ne olur yapmayın… Veya yapın! Evet evet yapın. Bir an reklamcı olduğumu unuttum. Siz bunları seyredip satın alma ‘görevinizi’ gerçekleştirmezseniz ben kendi dükkanıma kilit vurmuş olurum. Bir an vicdan türbülansına girdim sanırım. Siz alın canım.

Son olarak, tuvalet kağıdı tutucudan, zayıflatan ayakkabıya kadar (ne yazık ki yürümeniz gerekiyor aksi takdirde zayıflatmıyormuş) birçok farklı reklam videosunu sizler için toparladım. Alkışlarınızla:


Tuvalet Kağıdı Tutucu

Devasa Sosis

Yüz gerdirmek amaçlı ağıza alınan çok farklı bir ürün

Ayak Yıkayıcı

Ahmet Sedat Tözün - sedat.tözün@commmag.com 49


Keşke bir bulut olsaydı Tüm okuyanlarımız, merhabalar. B’advertising serimizde ikinci olarak ele alacağımız reklamın güncel olmaması için çok uğraştım. Çok araştırdım , yüzlerce reklam izledim . Tam karar vermiştim ki dengemi alt üst eden o reklama rastladım. Geçmişimizde belki de çok daha kötüleri vardı (Tanrı bizi onlardan korudu) ancak şimdilik gördüğüm en kötüsü bu diyebilirim. Evet bu ay size sunacağımız o müthiş reklam Bulut İnşaat’a ait. Televizyonlarda çok az dönen bu reklamı izlediğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Maskeli Beşler filmlerinden tanıdığımız abimizin bağırmasıyla (orada şehir kuruluyor demek istiyor) başlayan bu reklam filmi; yapılan kelime oyunlarının kötülüğü ile bambaşka boyutlara taşınıyor. Reklamla hiç bir bağı bulunmayan gelinle damadın E-Vet şeklindeki oyunu zaten reklamın nasıl olacağını belli ediyor. Kötü yapılan bu kurgunun sonrasında çıkan teyzemizin Karadeniz şivesiyle konuşması ise bambaşka bir olay. Bulut İnşaat’ın sahibi aynı zamanta Yönetim Kurulu Başkanı’nın ismiyle yapılan bu küçük komedi güldürmekten çok bizi bu yapılardan soğutmaya yönelik yapılmış sanki. Ali Ağaoğlu’nun sahibi olduğu Ağaoğlu şirketinin reklamlarından özenilen reklamın son bölümünde aslında vermek istenen mesajlar veriliyor. Reklam sadece buradan ibaret olsa gerçekten çok daha iyi bir iş çıkarmış olacaklardı. O kesimde Temel Bey kendi

deyimiyle yarattıkları yeni bir şehir olan Nirvana’nın içerdiklerini sayıyor. Bu kısım güzel ancak o eliyle yapmış olduğu fiyatları altüst etme hareketi tüm ciddiyeti ortadan kaldırıyor tekrardan. Bu kadar detaylı yapılması gerekmeyen; sunacağı olanakları, iç yapıyı, fiyatları gösterse yetecek bir reklamın detaylandırılarak ne hale geldiğini bu reklamdan görebiliyoruz. Gayet normal bir reklam yapılmış olsa gerçekten saygı duyabileceğimiz bir iş olabilirdi. Ancak şaşılacak bir şey olarak Bulut İnşaat, yapmış olduğu Nirvana yeni yaşam alanındaki dairelerin satışını bitirmek üzere. 1000’in üzerinde daire şimdiden satılmış. Bunun fiyatların uygunluğundan olduğunu düşünüyorum. Reklam bu aşamada pek etkili olmuş olamaz, yani olmamalı. Ancak yine de başarıları takdire şayan. Bulut İnşaat’ı bu kadar övdükten sonra reklamın son kısmı aklıma geldi birden. Keşke Temel Bey’in konuşmasıyla bitseydi bu reklam ama maalesef bitmedi ve teyzemiz tekrar çıktı ortaya . Kurucusunun isminden dolayı yapılan bu Karadeniz şivesi olayı ilkinden daha da can sıkıcı bir hale soktu reklamı. B’Advertising köşemizin bu ay burada sonuna geldik. Gelecek aylarda güncel olmayan eski reklamların incelemesiyle karşınızda olacağız. Daha kötü, daha gülünç reklamlarla önümüzdeki ay görüşmek üzere. Esen kalın.

Osman Şimşek - osman.simsek@commmag.com 50


MediaCat Felis Ödülleri’ne başvurular başladı

MediaCat dergisi tarafından bu yıl sekizinci kez düzenlenecek olan Felis Ödülleri, medya planlama stratejilerini ödüllendirmesinin yanı sıra bu yıl genişleyen dijital kategoriler bölümü ve yeni eklenen yaratıcılık bölümü ile artık daha kapsamlı hale geliyor. MediaCat tarafından bu yıl sekizincisi düzenlenen Felis Ödülleri’ne erken başvurular indirimli olarak, 15-31 Temmuz tarihleri arasında, www.brandweekistanbul.com/felis sitesi üzerinden yapılacak öte yandan diğer başvurular 01 Ağustos-20 Eylül tarihleri

arasında da devam edecek. Yarışmaya ilk kez 1 Temmuz 2012–20 Eylül 2013 dönemi içinde yayınlanmış/ uygulanmış özgün çalışmalar katılabilecek. Felis Ödülleri’ne projeler, 94 kategoride katılabilecek. Projeler her üç ana bölüm için; sektör, reklamveren ve mecra temsilcilerinin oluşturduğu jüriler tarafından değerlendirilecektir. Kazananlar ise 12 Kasım 2013 Salı yapılacak olan ödül gecesinden sonra açıklanacak. Gamze Konakçı - gamze.konakci@commmag.com

51


Cannes Lions Uluslararası Yaratıcılık Festivali

Her yıl reklamcılık ve pazarlama sektöründeki işlerin ödüllendirildiği “Reklamcılığın Oskarı” diye de adlandırılan Cannes Lions Uluslarası Yaratıcılık Festivali, Fransa’nın Cannes şehrinde 60 yıldır düzenleniyor. Haziran aylarında gerçekleştirilen festival, 1 hafta sürüyor. Festivalde dünyanın dört bir yanından binlerce çalışma, belli kategorilerde yarışıyor. Bu kategoriler ise basın, film, açıkhava, film craft, internet, radyo, doğrudan pazarlama, medya, promosyon&aktivasyon, tasarım, halkla ilişkiler, mobil, markalı içerik&eğlence, yaratıcılıkta etkinlik ve en büyük iletişim fikrinin ödüllendirildiği Titanyum&Entegre aslanlar. Bu 15 kategorinin 13’ü, 1992 yılından sonra belli aralıklarla eklenmiş. Teknolojik gelişmeler ve sektörün genişlemesi bu kategorilerin artmasına sebep olmuş. Her kategorinin kazanan işine verilen ödüllerse bu yazının ikinci kısmını oluştucak olan Grand Prix’ler. Ayrıca festivalde kişilerin ve şirketlerin ödüllendirildiği “Yılın Medya Ajansı”, “Yılın Network Ajansı”, “Yılın Holding Şirketi” , “Yılın Reklamvereni” , “Yılın Ajansı”, “Yılın Bağımsız Ajansı”, “Yılın Medya İnsanı” gibi ödüller de var. Bunun dışında 28 yaş altı reklamcıları ilgilendiren “Genç Aslanlar Yarışması” festivalin bir diğer önemli yarışması. “Genç Aslanlar Yarışması”nda basın, medya, film ve siber olmak üzere 4 kategori bulunuyor. Türkiye, “Genç Aslanlar Yarışması”nda basın kategorisinde 2004’te bronz , 2006’da da gümüş olmak üzere iki kez ödül aldı. Festivalde yarışan işlerin değerlendirilmesi ise uzman jüriler tarafından yapılıyor. Kategorilere göre dünyanın her yerinden uzman kişiler jüri olarak festivale davet ediliyor. Jüriler her kategori için ayrı olup, her kategorinin ayrı bir jüri başkanı bulunuyor. Türkiye’den de 2003 yılından beri 19 jüri üyesi festivalin basın, açıkhava, promosyon&aktivasyon kategorilerinin jürilerinde görev almış. Bunlar dışında bu 1 hafta içinde festivalde sadece başvurular değerlendirilip ödüller dağıtılmıyor. Festival ayrıca katılımcılarına sektörel bir bilgi şöleni yaratıyor. Festivalde iletişim sektörünün 52

önde gelen isimlerinin sunduğu 55 kadar seminer, 20’den fazla atölye çalışması, ve 30 yaş altı gençlere yönelik 20 kadar ‘master class’ ile sektörel bilgilendirmeler yapılıyor. Ayrıca bunlara eklenen ‘forum’ toplantıları ve ‘techtalks’ oturumlarıyla festivale katılan delegelere, sektörü ilgilendiren konular hakkında detaylı bilgiler aktarılıyor, güncel gelişmelerden haberdar olmaları sağlanıyor. Delegeler demişken her yıl festivale pazarlama, reklamcılık ve iletişim dünyasından 11 bin kadar delege katılıyor. Türkiye’den katılan delege sayısı ise 2002’den beri 8 kat artmasına rağmen 120. Yine Türkiye’nin Cannes karnesine bakarsak Türkiye 2003’ten beri 2 altın, 7 gümüş ve 24 bronz olmak üzere 33 aslan kazanmış, 114 adet çalışma ise finale kalarak finalist sertifikası almış. Cannes Lions 2013 Grand Prix’leri 15 farklı kategoride yarışan işlerin hepsinin amacı olan Grand Prix’ler Cannes Lions’un en büyük ödülleri. 2013 Cannes Lions’da 15 kategoride yarışan 13 aday bu ödüllerin sahibi oldular. İşte kazanan çalışmalar ; Dumb Ways To Die, Metro Trains Avusturalya’da metro istasyonlarında yaşanan dikkatsizlik gibi önemsiz sebeplerin neden olduğu kazaları azaltmayı amaçlayan, “Dumb Ways To Die” sosyal sorumluluk projesi Cannes Lions’ın şüphesiz en çok ilgi gören çalışmasıydı. Projede metrodaki kazaların da dışına cıkılarak hayatın tüm alanında yaşanan bu kazalara dikkat çekiyor. Cannes’da ‘Film Lions’, ‘Direct Lions’, ‘PR Lions’ ve ‘Radio Lions’ kategorilerinde Grand Prix toplayan çalışma festivalin en çok ödüle sahip olan kampanyası da oldu. The Beauty Inside, Intel ve Toshiba Perreira&O’Dell ajansı tarafından Intel ve Toshiba için yaratılan “The Beauty Inside”, alışılmışın dışında bir reklam dizisi olarak dikkat çeken bir çalışma. Reklamda her gün farklı bir bedende


uyanan Alex karakterinin, ‘Branded Content & Entertainment’, ‘Cyber Lions’ ve ‘Film Lions’ kategorilerinde Grand Prix kazanan çalışma, tıpkı “Dumb Ways to Die” gibi festivalin en çok konuşulan çalışmalarından birisi oldu. Real Beauty Sketches, Dove Ogilvy Sao Paulo’nin Dove için yarattığı Real Beauty Sketches, Cannes Lions’da pazarlama iletişiminde ufuk açan işlerin ödüllendirildiği Titanyum kategorisinin büyük ödülünü kazandı. Reklamda kadınların düşündüklerinden daha güzel oldukları kanıtlanıyor. FBI’dan bir robot resim sanatçısı tarafından kadınların kendini kelimelerle anlatması isteniyor ve sonuç kadınların anlattıklarından daha güzel oldukları yönünde son buluyor. iPad Mini, Apple ‘Press Lions’ kategorisinde TBWA\MEDIA ARTS LAB Los Angeles ekibi Apple için tasarlarladığı reklamlarla Grand Prix’nin sahibi oldu. Legendary Journey, Heineken Amsterdamlı reklam ajansı Wieden&Kennedy’nin Heineken için hazırladığı “Legendary Journey: Justifying a Premium the World Over” kampanyasıyla Creative ‘Effectiveness Lions’ kategorisinde Grand Prix kazandı. Daily Twist, Oreo Oreo, 100. yılını kutladığı kampanyası Daily Twist ile ‘Cyber Lions’ kategorisinde Grand Prix’nin sahibi oldu. Çalışmada Oreo, insanların sosyal medyada konuştuğu güncel konular ve önemli tarihlerle ilgili sosyal medyada yayınladığı yaratıcı Oreo şekilleriyle ve bu şekillerin yarattığı etkiyle ödülün sahibi oldu. The Self Scan Report, Auchan ‘Design Lions’ kategorisinde Grand Prix’yi kucaklayan isim, Auchan için hazırladığı “The Selfscan Report” adlı reklam kampanyası ile Serviceplan Münih ekibi oldu. Meet the Superhumans, Channel 4 ‘Film Craft’ kategorisinde kazanan, Channel 4’un 2012 Londra Paralimpik Oyunları için hazırlattığı reklam filmiyle 4Creative oldu. Funeral Insurance Company, Dela ‘Media Lions’ kategorisinde Ogilvy&Mather Amsterdam ajansı Dela Funeral Insurance Company için hazırladığı “Why wait until it’s too late? Say something wonderful today” isimli çalışmasıyla ödülü kazandı. Reklamda insanları çok geç olmadan sevdikleriyle harika şeyler paylaşmaya teşvik eden kampanya böylece bu yılki en yaratıcı medya fikrine imza atmayı başardı. TXTBKS, Smart Communications Eski tip cep telefonlarının ekranlarını e-kitaba dönüştüren projesiyle Smart Communications ‘Mobil Lions’ kategorisinde ödülü evine götürdü. Reklamda Filipinler’de maddi elverişsizlik yüzünden batı ülkelerinde olduğu gibi tabletlerle eğitimin olmaması bunun da ögrencilerin eğitimi ve fiziği üzerinde sorun teşkil etmesi

üzerine geliştirilen programla eski tip telefonlara getirilen e-kitap özelliğiyle eğitime katkı sağlanmış. Bench, Shelter, Ramp, IBM IBM’in Fransa’daki “akıllı şehirler” girişimini desteklemek için hazırladığı açıkhava ilanları üç versiyonu ile üç Grand Prix alarak ‘Outdoor Lions’ kategorisinin galibi oldu. Immortal Fans, Sport Club Recife Sport Club Recife futbol takımı ile işbirliğinde gerçekleşen “Immortal Fans” adlı proje organ bağışı konusunda farkındalık yarattı. Taraftarlara öldükten sonra bile kalplerinin Sport Club Recife adına -ya da rakip takım taraftarlarından birinde- atabileceğine dikkat çekilen kampanya, organ bağışlarının %50 artmasına sebep olmuş. Birçok kişinin hayatını kurtaran kampanya reklam olarak da ‘Promo&Activation Lions’ kategorisinde Grand Prix kazandı. Cinder Teknoloji ve inovasyon alanında gerçekleştirilen çalışmaların yarıştığı inovasyon kategorisinde büyük ödül “Cinder” ile Amerikalı The Barbarian Group’a gitti. Ayrıca bu yıl 60. kez düzenlenen 2013 Cannes Lions Uluslararası Yaratıcılık Festivali’nin son gününde özel ödüller de açıklandı. Yılın medya ajansı; OMD Avustralya, Sidney oldu. Yılın network ajansı sıralamasında Ogilvy&Mather en yüksek puanla birinci olurken, BBDO ikinci, DDB üçüncü oldu. Yılın holding şirketi ödülünde birincilik WPP’nin, ikincilik ise Omnicom’un oldu. Yılın reklamvereni ise Coca-Cola seçildi. Palme d’Or ödülünde ise sıralama şöyle; MJZ, Biscuit Filmworks, O Positive Films. Yılın ajansı Ogilvy Brezilya olurken ikincilik McCann Malbourne’un, üçüncülük ise Almapbbdo Brezilya’nın oldu. Yılın Bağımsız Ajansı ödülünü, Wieden+Kennedy Portland alırken, Serviceplan Münih ikinci, Wieden+Kennedy New York ise üçüncü oldu. Yılın medya insanı, YouTube’un CEO’su ve Google Video Departmanı Başkan Yardımcısı Salar Kamangar oldu. Lion of St Mark ödülü Lee Clow’a verildi.

Hasan Mert Kozbe - mert.kozbe@commmag.com 53




#Direntwitter “Fısıltı gazetesi her zaman en iyi mecradır.” Bill BERNBACH Böyle buyurmuştur reklamcılığın en büyüklerinden Bill Bernbach ve tarih hiçbir zaman onu yanıltmamıştır. En büyük hareketler ve devrimler kulaktan kulağa fısıldayarak başlamıştır. Gür ve tok olan sesi, çoğunluğun fısıltılarının uğultusu bastırmıştır. Bu gerçek dün olduğu gibi bugün de geçerliliğini korumakta ama artık fısıltı gazetesi fikrinin kurumsallaşmış ve bütün dünyaya saniyeler içerisinde erişebilen bir yapılanması var. Dünya bu yapılanmaya ‘Twitter’ diyor. Güç, iktidar ve otorite sahibi, eleştirilmek ile problemi olan kimseler ise ‘Baş Belası’ gibi benzetmelerde bulunabiliyorlar. Değişime karşı durmanın mümkün olmadığı zamanlarda lanetlediği mecralarda iletişim kampanyaları düzenleyenlere rastlamak da garipsenecek bir durum olmaktan çıkıyor artık. Değişim kelimesini açmak gerek, ne kadar değişti bahsetmek gerek ve hatta Twitter’ın bu değişimdeki konumunu net olarak görmek gerek bence. Çok eski değil hala hayatta olan bir kesimin bildiği bir durumdan yola çıkalım. Gazetelerin köylere iki belki üç gün sonra geldiği dönemlerden. Başbakanın çıktığı gezinin haberini Başbakan yurda döndüğünde öğrenenlerden bahsediyorum. Mahallenin en önemli kişisinde ev telefonunun bulunduğu ve çağrı cihazının en lüks iletişim ilacı olduğu zamanlar insanlığın dumanla haberleştiği dönemlerden çok daha yakın. Bugünün sabırsız gençlerinin ebeveynlerine uzak değil bütün bu anlattıklarım. Bugün saniyelere tahammülü olmayan, bilgiye anında ulaşmayı bir lüksten çok zaruri ihtiyaç olarak gören insanların ilacı da Twitter oluyor ister istemez. Dünyanın herhangi bir yerinde girilen 140 karakterlik bir metni o anda, internet bağlantısının bulunduğu her yerden görmek mümkün artık. Mısır’da devrim olurken, insanların canlı yayın yapan muhabirlere olan ihtiyacı azaldı. İnsanlar canlı olarak direnişçilerle iletişime geçebiliyorlar. Eski dünya siyaset modelinde liderleri milyonlar adına konuşurdu, temsil ettiği ülke adına onun açıklamaları esas alınır ve doğru kabul edilirdi. Ancak bugün herkes milyonlara seslenmeye hiç de uzak değil. Artık doğrular bir liderin ağzından çıkan cümlelerden farklı, insanlar kendi doğrularını anlatabilmenin ötesinde bunu dünya kamuoyuna sunabiliyorlar, hiçbir haber ajansını aracı almadan, hiçbir teknik

56

detayla uğraşmadan. Amerika’dan Irak’a, Mısır’dan Türkiye’ye dünya artık liderlerine değil, dünyanın geri kalanında kendi gibi olan insanlara inanıyor. Liderlerin yalancı, gazetecilerin kiralanmış ve en önemli haber kaynağı olan medyanın bütün organlarının yandaş hale geldiğine inanan insanlar için mantıklı bir fikir. Peki ya bela bunun neresinde? Yazının başından beri temel kelimemiz olan değişim hala gündemimizde. İnsanlar bu gücü fark ettikten sonra durmadılar. Daha fazlasını yapabilmenin yollarını aradılar. Örgütlenmekte kullandılar, eleştirmekte kullandılar, yardımlaşmakta kullandılar. Aslında sosyal medyanın keşfi, muhalefet kavramının yeniden yapılanması anlamına geliyordu. Artık ne gizli belgelerin toprak altına gömülmeleri gerekiyordu ne de gizli buluşmalar için gizli yerler. Sosyal medya siteleri sizler için bu hizmeti yapıyor ve resmi kurumlara hiçbir şekilde bilgi vermiyorlardı. İktidar sahiplerinin en korkulu rüyası olan örgütlü direnişler için gerekli olan bütün imkanlar günümüzde çaba harcanmaksızın insanlığın önüne sunulmuş duruma geliyordu. İnsanların bunu fark etmesi uzun sürmedi ama yine değiştiler. Eskiden biz diye yola çıkılırken artık onlar vardı ve onlara karşı olan herkes bu direnişin bir parçasıydı. Değişim önce eylemlere yansıdı. Farklı kesimler aynı alanlara çıktı, farklı görüşler aynı kağıtlara döküldü. Eğlenceli sloganlar çıktı ve gerçekten eylemler çoğunluğu temsil eder hale geldi. İşte siyasetin ve karizmatik liderlerin bile hiçbir zaman bir araya getiremediği o çoğunluğun bir araya gelmesi de mutlak güç sahibi olan, medya üzerinde otorite sahibi iktidarları rahatsız etti. Etmeliydi çünkü bu dönem siyasi liderleri dışında çok az siyasi karakter karşılarında bu kadar çok kesimden bir muhalefet ile karşılaştılar. Bu bizim yeni dünyamızın bile hazır olmadığı, tahmin edemediği bir oluşumdu. Bu klavye başındaki apolitik olmakla suçlanan kesimin kendi üslubunda siyaset yapmasıydı. Bu daha önce direniş hakkında hiçbir fikri olmayan bir neslin artık meydanlara çıkması ve sesli düşünmeyi öğrenmesiydi. Yakın geçmişte genelde sosyal medya özelde ise Twitter’ın aktif rol oynadığı birbirine benzerlik gösteren iki adet protesto hareketini kısa inceleyerek daha iyi bir fikir sahibi olabiliriz.


Occupy Wall Street Amerika’da Brooklyn Köprüsü’nün işgalinde Elmo yayını yapan bir CNN vardı desem. Normalde şaşırmanız gereken bu habere şaşırmazsınız herhalde. Occupy Türkçe anlamıyla işgal etmektir. 17 Eylül 2011’de genelde gelir dağılımı adaletsizliği özelde ise polis şiddeti, devlet merkezli baskı sebebiyle kapitalizmin dünya üzerindeki sembolik merkezlerinden Wall Street’i bir protesto alanına çevirmekti. Bu olaydan sonra bahsedeceğimiz Gezi Parkı Protestosu ile çok fazla ortak noktası bulunduğunu belirtmemiz gerekir tabii. Bunlardan en önemlisi ise evinde internet başında fikirlerini dile getiren bir neslin kendini dışarıda ifade etmeyi hatırlamasıydı. Yüzyılımızın geleceğine büyük etkisi olacağına inanıyorum bu durumun çünkü gücünün farkına varan bu nesil artık gerektiğinde tekrar sokaklara çıkmaktan çekinmeyecektir. Twitter bu işin neresinde dersek aslında tam merkezinde. Hiçbir ortak noktası olmayan bu insanlar medyanın hiçbir şekilde

bahsetmediği bu hareketten Twitter sayesinde haberdar oldular. Livestream sayesinde canlı yayınlarla durumun aslında politikacıların bahsettiği gibi olmadığı izleyerek öğrendiler. Canlı paylaşılan polis şiddeti fotoğrafları ile sinirlendiler ve sokaklara döküldüler. Garip bir şekilde iletişim kopukluğu ve insanları birbirinden uzaklaştırmakla suçlanan sosyal medya toplumun en büyük ortak paydası haline geldi. Politik olarak hiçbir yere bağlı olmadıklarını sürekli belirttiler. Bugün Gezi olayları ile alakalı ülkemiz yetkilileri tarafından suçlanan George Soros’un hareketi desteklediğini belirtmesi ile birlikte bu olayların ülke ekonomilerini istikrarsızlaştırma amaçlı planlanmış küresel senaryolar olduğuna inanan bir kesim de var. Gelin lafı uzun etmeden sizleri dünya basınında dahi çok yer edinemeyen bu hareketin pek görkemli istatistikleri ile baş başa bırakayım.

Bu görselden anlayacağımız üzere biz her ne kadar Twitter üzerinde dursak dahi bizim ülkemizde de olduğu gibi Facebook çok baskın durumda. Ancak buradaki verinin bize göstereceği en önemli gerçek bu hareketin herkesi kapsayan bir halk uyanışı olduğudur.

57


Gezi Parkı Olayları Peki ya İstanbul’un kalbi Taksim’de milyonlar varken penguen belgeseli yayınlayan bir ana akım medyadan bahsetsem. Artık bu tarz şeylerle şaşırtamıyoruz ne yazık ki sizi. Bir kıvılcım olan Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası yapılması fikri iyi bir organizasyon, kötü bir politika ve yüksek egolu bir politikacı yüzünden yangına dönüşmüş ve bu yangın ülkenin dört bir yanına sıçramıştır. Öyle çok sıçramıştır ki bazı evlerde evlatlarını kaybetmiş annelerin, babaların yüreğini yakmıştır. Buradan yazmak en kolayı, hatta direnmek bile daha kolaydır. En zoru arkada kalmak duygusudur. Bu fırsatla yazımın başlangıcında Gezi Parkı olaylarında kaybettiğimiz gencecik insanlara Allah’tan rahmet yakınlarına ise başsağlığı diliyorum. Yine olaylar esnasında yaralanan ve hala tedavi altında tutulan kişilere ise acil şifalar diliyorum. Bir cansa söz konusu, değeri literatürdeki her şeyden daha fazladır. Ne yazık ki ülkemizde böyle olmadığını, bazen bir ego savaşı uğruna bir değil birden çok canın değerini yitirebileceğini bir kez daha öğrendik. Bir kez daha öğrenmemiz gerekmez umarım. Gezi olaylarına dönersek eğer adeta düşmana baskın düzenler gibi düzenlenen bir şafak operasyonu ile çadırları yıkılan yüzlerce kişi, binlerce kişi oldu. Binlerce kişi o kadar çok bağırdı ki milyonlara sesini duyurdu ve milyonlarca kişi sosyal medya üzerinden o kadar çok yazdı ki artık dünyanın bile sessiz kalamayacağı bir hareket ortaya çıktı. Dünyanın sessiz kalamaması çok önemli bir durum çünkü bizim medyamız olaylar karşısında o kadar güzel tepkisiz kaldı ki, bazen buradaki merkezlerinin göstermelik olduğunu ve asıl çalışanların Mars’ta falan olduklarını düşündüm. Olaylardan kaç hafta sonra yayın yapmaya başladıklarını düşünürsek oraya haber ancak varmıştır. Dünya basını ile birlikte artık insanlar da “Hanım Norveç televizyonunu aç da ülkede neler oluyor bir öğrenelim.” tadına gelmesi normal bir hal aldı. Şaka bir yana Twitter’da gördüğüm bu ve bunun gibi bir çok orantısız yaratıcılık içeren bu tweet-

ler aslında herkesin bir şeylerden biraz rahatsız olduğunu ve hepimizin diyecek bir şeyleri olduğunu hatırlattı. Çoğumuz memnuniyetsizdik ama bunu söylemenin dikkate değer bir etki yaratacağına inancımız yoktu. Hepimizin şikayetleri vardı ancak bunları dikkate alacağına inandığımız bir kurum yoktu. Sonra birileri çıkıp çadırlarını kurdular. Ama bu sefer çoktular. Her yerdeydiler. Üstlerinde Galatasaray forması olan Beşiktaş için tezahürat yapan Fenerbahçeli insanlardı onlar. Sonra susmamanın da bir seçenek olduğunu anladılar. İlk kez konuştuklarında ses tonlarını ayarlayamadılar. Çok olduklarını fark ettiler, gür olduklarını fark ettiler. İstediklerinde iktidarı korkudan tir tir titretebildiklerini fark ettiler. İktidar Cephesi için bu kendi gücüne şaşıran halktan daha büyük bir şaşkınlıktı. Önemli bir kaç gün haricinde bir araya gelmesi imkansız olan, birçok farklı kutup noktasına sahip olan bir milleti birkaç ufak hata ile o kadar bir araya getirmişlerdi ki, kimyasal kullanmadan ayıramayacaklarını anladılar. Sınırları yoktu, korkuları yoktu ve bana sorarsanız adaletleri yoktu bu sefer. Çoğunluk olmanın sorgulanamaz kuvvetine inanıyorlardı. %50 bizim bu yaptıklarımızı destekliyor diyorlardı. İnsanın insana yaptığı bu zulmü bu ülkede o kadar çok destekleyen çıkabileceği bugün hala benim yüzleşmekten korktuğum bir gerçektir. Olaylar birçok ile sıçradı. İstanbul merkezdi ama Ankara, Antalya, Adana, İzmir, Eskişehir, Hatay durmuyordu. Olayları birazcık gerçek kısmında görenler yerinde duramıyordu. Zaman geçti çadırlar yıkıldı. Biber gazlarının etkisi geçti. Politikacılar ölenleri unuttu, gerçi politikacılar öldürenleri bile unuttu. Bize ise geriye #direngeziparkı hashtag’inde tweetler kaldı.

Kısaca Gezi olaylarının Twitter karnesini incelersek yukarıda da gördüğünüz gibi 2.124.042 tweet erişimi ile 2.473.259 kez paylaşıldı. Atılan tweetlerin %68.93’ü retweet olarak, %29.67’si yeni tweet olarak değerlendirildi ve #direngeziparki 56 saat Trend Topic listesinde kaldı. Tabii bu sadece #direngeziparki için atılan tweetleri Yine bir diğer popüler hashtag ise #occupygezi oldu. Twitter kullanıcıları #occupygezi hashtagini, 3.748.945 kez paylaştı. Bu hashtag de 26 saat boyunca, dünya Trend Topic listesinde kaldı. Olaylarla alakalı paylaşılmaya değer son veri ise hükümetimizin açıkladığı kullanım rakamları ki bunu oldukça minimalize ederek açıkladıklarını ben söyleme gereği duymazken 31 Mayıs günü dakikada 3 bin tweet atıldığı bugün yetkililer tarafından kabul edilmiş bir gerçek. İşte bütün bunların ışığında artık sosyal medya toplumların bütün ayrıcalıklarını bir tarafa bırakıp dünyanın öbür ucundaki bir olaya, kendi başına gelmiş gibi tepki verdiği kendi hükümetini harekete geçirdiği bir hal aldı. Sosyal medya artık insanların silkelendiği ve sesini istediği gibi duyurduğu bir yer oldu. Artık hükümetler için gazetecileri tutuklamak, yazmayı yasaklamak yetmez. Twitter’ı bile kapatsınlar isterlerse. Sizce bugünün teknolojisi ile yeniden bir Twitter kurmak kaç dakika sürer?

58

Alper Küçükbezirci - alperkucukbezirci@commmag.com


Ayın Sosyal Medya Vakası Ayımızın vakası, Gezi Parkı eylemleriyle birlikte geleneksel ve sosyal medyada adını sürekli duymaya başladığımız İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu. Gezi parkı eylemleri süresince sakin bir tavır ile Twitter hesabını aktif bir şekilde kullanıp, paylaştığı tweetler ile toplumun ilgisini çekmeyi başaran Vali Mutlu, polis şiddetini görmezden geldiği için toplumun bir kısmından tepki görürken, bir kısmından da destek aldı. Biber gazını çiçek, böcek olarak gören tatlı gözleriyle halkın yatağında rahat uyumasını sağlayan Mutlu, attığı tweetlerle etrafa huzur saçtı. Hatta bir ara saçtığı huzurun dozunu ayarlayamaya-

rak, Gezi Parkı’ndaki eylemcilere sabah polis müdahalesi olmayacağını, büyük ve dostane harflerle “GEZİ PARKI ve TAKSİM’e KESİNLİKLE DOKUNULMAYACAK, SİZLERE ASLA DOKUNULMAYACAKTIR. Bu sabah ve bundan sonra polis kardeşlerinize emanetsiniz.” sözleriyle duyurdu. Tabii bu duyurudan kısa bir süre sonra Taksim Meydanı’ndan ve Gezi Parkı’ndan biber gazının dumanı yükselmeye başladı. Son dönemde televizyonlara da sıkça çıkmaya başlayan vali, kendisini çekim teknikleri konusunda da geliştirmiş görünüyordu. Öyle ki, fazla ışıkta parlamanın çözümünün de pudra olacağının farkına varmıştı.

Yine son dönemde Batmanlı bir grup öğrenciyle bir araya geldiği toplantıda, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın UEFA’dan aldığı cezalarla ilgili yorumlar yaparak, AKP Milletvekili, eski Galatasaraylı futbolcu ve yeni spor yorumcusu Hakan Şükür’ün de koltuğuna göz kırparak, Armağan Abanuz - armagan.abanuz@commmag.com

59


Cebimizdeki SavaĹ&#x;


Comm. Yazar ekibi olarak size cep telefonu dünyasında bir gezintide eşlik edeceğiz. Artık elimiz, kolumuz gibi vazgeçilmez bir uzvumuz haline gelen bu minik harikaların elimizden geldiğince işletim sistemleri, cihaz özellikleri ve uygulama marketleri gibi tercih sürecinde etkili faktörlerini inceleyeceğiz. Dünden bugüne geniş olarak geçmişinden bahsedersek cep telefonu bugün artık sıradanlaşmış bir teknoloji olarak gözükse de ilk çıkış yaptığı dönemi hatırlayanlar için sadece elit bir kesimin kullandığı konuşma ve mesajlaşma ücretinin hayli yüksek olduğu günler pek uzak sayılmaz. Bugün internet üstünden çok düşük maliyetlere sesli ve yazılı görüşme yapabilen cihazlarla o cihazlara arasında yüzyıllar varmış gibi dursa da çok daha kısa bir zaman diliminden bahsettiğimizi herkes biliyor.


Kalın antenli Ericsson, şarj aleti farklı Alcatel ve Cem Yılmaz’ın reklam filminde oynadığı Panasonic gibi markaların öncülük ettiği bir sektördü. Sizlerin de fark ettiği üzere Ericsson’un Sony ile marka ortaklığının sona ermesiyle beraber artık isimlerini bile duymadığımız bu markalarla başlayan mobil serüveni uzun bir süre Nokia fırtınası yaşadı. Her bütçeye uygun cihaz üreten Finlandiya çıkışlı firma bir anda kimsenin önünü alamadığı bir yükselişe geçti. Cılız ve donanımsal bakımda yetersiz Samsung, Sony ile birleşmeden önce hızla güç kaybeden Ericsson, Nokia karşısında duramadılar. Değerini yıldan yıla katlayan Nokia için bir gün merkez binasını satışa çıkarmak zorunda kalacağını söyleyen kişiyi deli ilan ederlerdi ama zaman Nokia için de torpil geçmemişti. Dayanıklılığı ile herkesin takdirini kazanan Nokia, popülerliğe ve yenilikçiliğe yenik düşmüştü. Sadece mobil dünyasının değil teknoloji dünyasının ileri görüşlü dâhisi Steve Jobs milenyumun ilk on yılının sonlarına doğru cep telefonu sektörünün baştan aşağıya

açıyordu. IPhone dosyalarını hiçbir zaman paylaşmadı ancak artık Nobel Ödülü alması tartışılan, insanlığa hizmet edinmeyi bir görev bilmiş olan Google mühendisleri IPhone ile aynı dönemde başladıkları mobil işletim sistemi çalışmalarını biraz daha geç olsa dahi kararlı hale getirmişlerdi. Ücretsiz olarak kullanılabilen ve bütün markalara açık olan bu işletim sistemi bugün çoğumuzun cebinde yer alan Android’in ta kendisiydi. Açık kodlu olduğu için geliştiriciler tarafından sürekli yeni özellikleri eklenen Android’in bin bir çeşit modu bin bir farklı telefon modeliyle karşımıza çıkıyor ve IPhone için bir kabus hızıyla çoğalıyorlardı. Apple’ın son projelerini açıklayana kadar (düşük maliyetli IPhone) hiçbir zaman hitap etmediği düşük alım gücüne sahip kullanıcılara aynı özellikleri biraz daha düşük bir performans ile sunan markalar 62

yenileyecek teknolojik yenilikler silsilesine IPhone adı altında açıklıyordu. İnternetten kısa videolar izlemenin büyük nimet olarak görüldüğü küçücük ekranlara hapsolmuş insanlara artık internetten film izlemenin sıradan olacağını söylüyordu. Dayanıklı Nokia’nın hantal Symbian’ına karşılık Apple Os (sonraki adı ile IOS) ile artık sürekli internete bağlı kalabileceklerini, işlerini halletmek için bilgisayara ihtiyaç duymayacaklarını anlatıyordu. En ufak bir programı açmak için hayli zaman harcayan Symbian kullananların aklına bile gelmeyecek multi-tasking (çoklu işlem) özelliği o gün için devrim niteliğinde gözüküyordu. Sürekli internet bağlantısı, iş takibi ve maillerin rahatça kontrol edilebilmesi ilk kez dillendirilmiyordu. Daha sonra Blackberry markası ile sektöre girecek olan RIM (Researc in Motions) belki de Steve Jobs bütün bunları hayal bile etmeden hizmete sunmuştu. Ancak Steve Jobs bütün bunları şıklık, kullanışlı işletim sistemi ve taşınabilir bir medya deposu olarak bir arada vaat ettiğinde mobil sektörü için yepyeni bir çağ kapılarını açıyordu. Apple ballandıra ballandıra anlattığı bu hizmetleri hiçbir zaman çok ucuz bir fiyata sunmadı ve işletim sistemini de hiçbir koşulda başka bir marka ile paylaşmadı. Yakaladığı yükseliş muhteşemdi. Bilgisayar sektöründe Microsoft ile mücadelesine devam ederken cep telefonu piyasasında zamanında Nokia’nın arkasına aldığı rüzgarı arkasına alıp Nokia’nın tahtını sarstı. Ama Nokia’nın kaybettiği büyük pasta diliminden hiçbir zaman istediği payı alamadı. Düşük bütçeli tüketicilere hitap etmeyen IPhone Nokia’yı pazardan silerken gelecekteki davalık olacağı rakiplerine genişçe yerler

ortaya çıkmaya başladı. Ve burada daha ortada IPhone yokken Nokia karşısında baştan mağlup konumdaki Samsung bir anda Android pastasının en büyük dilimine sahip konuma geldi. Adeta heyecanlı bir yarış gibi ilerleyen mobil sektöründe son çıkış yapan oyuncu ise çok tanıdık bir sima. Mobil sektörünün devrik lideri Nokia mobil konusundaki çalışmaları hiçbir zaman istediği kadar başarılı olmayan Microsoft ile ortaklığa giderek çıkardığı Lumia serisiyle beraber IOS ve bir çok yönüyle ona benzeyen Android kullananlara bambaşka bir seçenek sundu. Adeta son kurşununu atan Nokia sonra gelen verilere göre pek de boşa kurşun sıkmış gibi değil. Gelin şimdi yazarlarımızın kaleminden bu başrol oyuncularının hikayelerini dinleyelim. Alper Küçükbezirci - alper.kucukbezirci@commmag.com


Elmanın Gücü Adına

Cep telefonları hakkındaki yolculuğumuza son dönem ilerlemelerinin tetikleyici güçlerinden Apple markasının ilk olarak Apple OS adıyla tanıttığı bizlerin ise güncel adıyla IOS olarak bildiğimiz işletim sistemi ile başlıyoruz. Sadece Apple tarafından üretilen iPhone’da kullanılmak üzere tasarlanmış olan bu işletim sistemi şu anki yaygın fikre göre cihazı ile entegrasyonu en başarılı olan sistem. Sadece tek tip cihazda kullanılmak üzere tasarlanmış olması bu konudaki başarısı için açıklama olarak gösterilebilir ancak yetersiz kalır. Telefon sektöründeki yarışa katılmadan önce bilgisayar teknolojilerinde Microsoft ile mücadele eden Apple söz konusu mobil olduğunda bilgisayarda Macintosh’un Windows’a karşı en üstün yanı olan tasarım özelliğini de yanında getirmişti. iPhone’un rekabete girişiyle dayanıklı olmak telefonlar için yeterli olmaktan çıkmıştı. Artık kimileri için statü gösteren bir aksesuar haline gelmişti. iPhone’u bir kenara bırakıp IOS’dan bahsetmeye başlarsak kullanacağımız kelimeler herkes için sıradanlaşmış durumda. İlk çıktığı dönemde devrim niteliğinde, yenilikçi gibi sıfatların hepsini bir arada çokça kez kendisi için duyduk. IOS getirdiği yeniliklerin dışında o zamana kadar başka telefonlarda sunulmuş bütün özellikleri kendisinde bir araya getirmesi ile bir adım öne çıkmıştı. Müzik dinlemeye yönelik olan telefonlara karşı iPod özelliği elinde bir kozdu. Mail ve iş takibi o dönemlerde zaten sunulan bir hizmetti. IOS’u özel kılan bir diğer unsur AppStore idi. 17 Ekim 2007’de geliştiricilere IOS için uygulama şansı veren Steve Jobs’ın bu fikrinin meyvelerini Apple bugün hala topluyor. Yüksek donanımlı cihazlarla birlikte piyasaya çıktığı için çoğu uygulama ilk olarak IOS versiyonları ile iPhone kullanıcıları için sunuluyor. iPod özelliğini kısaca geçmek haksızlık olurdu. Hali hazırda taşınabilir medya oynatıcıları konusunda hayli deneyimli olan Apple elindeki bütün teknolojiyi iPhone’dan hiç esirgemedi. Artık iPod İPhone’un hat kullanılmayan modeli haline gelmiş durumda. Bugün hala hızlı bir şekilde gelişmekte olan film ve müzik arşivi ise zaten alım gücü yüksek olan bir kitleye hitap

eden iPhone için apayrı bir gelir kaynağı haline geldi. Aynı zamanda AppStore’da uygulamalarını yayınlama karşılığında geliştiricilere iki seçenek sunan Apple ya bu geliştiricilerden aldığı ücret ile uygulamaları reklamsız olarak sunuyor ya da uygulamalara yerleştirdiği reklamlar ile kendine yepyeni bir gelir modeli daha yaratıyordu. Hiçbir şey gibi IOS da mükemmel değildi. Temel yazılımın sadece Apple mühendisleri tarafından geliştirilebilir olması güvenlik ve optimizasyon bakımından ne kadar faydalı olsa da dış müdahalelere kapalı olması IOS için en ufak değişiklikler için bile güncelleme beklenmesi anlamına geliyordu. Artık bu sorun kaçak Jailbreak uygulamaları ile çözülmüş olsa bile yine bilinen bir gerçek olarak Jailbreak’lenmiş bir cihaz hiçbir zaman orijinal yazılımdaki kadar randımanlı performans sergileyemiyordu. IOS’un en çok eleştirilen bir diğer özelliği ise Bluetooth teknolojisi konusundaki kısıtlılığı. Apple her zaman için kendi ailesi içindeki ürünlerin birbirleri ile bağlantısına ve birlikte çalışma performanslarına büyük önem vermiştir. Ancak yazılımlarını sadece kendisi geliştirdiği için başka cihaz ve sistemlerle etkileşime girmesinden de bir o kadar uzak durmuştur. Bu politikanın sonucu olarak IOS da sadece Apple ailesi içerisindeki cihazlar ile Bluetooth üzerinden etkileşime geçebilir bir teknolojiye sahiptir. Dosya paylaşımı konusunda çok kullanılan bir kablosuz taşıma teknolojisi olan Bluetooth konusunda Apple bu tutumuyla IOS sahibi cihazların başka sistemlerle olan bağlantısını koparmıştır. Modern teknolojinin getirdiği modern cihazların en büyük sorunu elbette ki IOS’un kullanıldığı cihazlarda da görülüyor: Şarjın verimli kullanılması. Kullanıcı kaynaklı şarj tüketiminden daha farklı olarak gelişmiş yapay zeka sahibi bu cihazlar arka planda kendileri için şarj tüketen uygulamalar çalıştırabiliyorlar. IOS gibi kapalı kodlu yazılımlarda bu programlara temel seviyedeki kullanıcıların müdahale etmesi çok zor olduğu için bu şikayet edilen bir durum oluyor haliyle. Bu sorun için ne kadar güncellemeler yayınlansa da modern teknolojinin kanayan yarası hala şarj problemidir.

IOS Sahibi: Apple Çıkış Tarihi: 9 Ocak 2007 Desteklendiği Cihazlar: IPhone, IPad, IPod Touch Uygulama Marketi: AppStore Beğenilen Özellikleri: •Cihaz ile başarılı stabilizasyonu •Yenilikçi yaklaşım •Yüksek performans •Zengin uygulama marketi Eleştirilen Özellikleri: •Desteklediği cihaz sayısının azlığı •Sınırlı Bluetooth desteği •Şarjın verimsiz kullanımı 63


İnsan Görünümlü Robot

Yıllar önce ‘’insan görünümlü’’ robot anlamına gelirdi Android. Açıkçası globalleşen dünyada kendisi hala bu tanımdan çok da uzak değil. Uzun sigara paketi boyundaki teknolojik aletlere yerleştirilmiş, sanki dünyaya hükmedermişçesine bir havaya sahip, pek insan görünümlü olmasa da hala bir nevi robot kendileri. Ne robotu yahu? Bildiğin penguen bu, hem de en sevimlisinden! Linux isimli penguen görünümlü işletim sistemi çekirdeği klanının bir parçası olan Android, tablet ve akıllı telefonlar gibi mobil cihazlar adına üretilen açık kaynak kodlu bir işletim sistemidir. 2007 yılında piyasaya sürülen bu sistemin 15’ten fazla güncelleme bazlı sürümü bulunmaktadır. Android hakkında kısa bilgiler verirken ilk Android telefona değinmeden olmaz. Kendileri 2008 yılında HTC tarafından T-Mobile adına üretildi. G1 isimli, oyuncak görünümlü bu şirin şey Android’in ilk sürümü Cupcake 1.5’e sahipti ve 192MB RAM ile hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Ha bir de Casper VIA’mız var tabi, ilk yerli Android cihazımız. O konuya pek girmeyelim en iyisi! 2008’den bu yana geçen 4 yıl içerisinde o kadar çok şey değişim gösterdi ki özetini geçmek dahi can sıkıcı olabilir. Üretilen binlerce mobil cihaz, Android’in piyasaya fırtına gibi girişi ancak İOS hegomonyasından tam olarak bir türlü kurtulamaması, açılan telif davaları ve dönemlere göre değişen pazar payları bu hareketli 4 yılın ana hatlarını oluşturuyor. İşin telefon boyutuna bakıldığında piyasada yüzlerce Android işlemciye sahip telefon var. Buna karşılık İOS ve diğer işletim sistemlerini barındıran telefonların sayısı 20’yi zor geçer. Bu koşulları göz önünde bulundurduğumuzda Android’in, mobil cihaz pazarının tahtında paşalar gibi oturup pazarı yönetmesi beklenir. Ancak eski ve yeni pazar oranlarına bakıldığında durum pek öyle değil gibi. Geçtiğimiz eylül ayında yapılan araştırmaya göre Amerikan mobil pazarında İPhone 5 ile İOS’un payı %14 artarak %35,7 seviyesine ulaştı, bunun karşılığında ise Android %9 düşüş gösterdi. Avrupa genelinde durum tam tersi; Android %16 artarak pazar payını %67,1 oranına ulaştırdı. Bu iki devin yanı sıra çok büyük beklentilerle piyasaya giren Windows Phone’lar için ise bu sene pek de iç açıcı olmadı. %5,7 ile en yüksek pazar payına Çin’de ulaşan Windows Phone sanırım adını liderler arasında yazdırmak için daha çok çalışmalı. Nesnel cümleler kurduk, satış oranlarını verdik ve Android’in her pazarda İOS’a göre üstün olduğunu gördük fakat bu durumun yeterli olmadığını düşünüyorum. Her segmentten yüzlerce telefona sahip, cihazlarına İOS’un aksine her kesime hitap eden özellikler ekleyen, reklam gideri yüksek ve en pahalı cihazı dahi bir Iphone’dan

64

ucuz olan Android’in İOS’u piyasadan silme derecesine gelememesi kabul edilemez bir durum. Pazar payı tabii ki de yüksek olacak, neredeyse pazarın tamamına hitap ediyor. Bunun aksine Apple ise yılda tek telefon üretiyor ve Android’in her boydan yüzlerce askerine karşı ayakta durabiliyor. Android şirketlerin ABD’de ortalama toplam 500 milyon dolarlık reklam harcamalarına karşın IOS yıllık ortama 340 milyon dolar harcama yapıyor. Fortune dergisinin her yıl yayınladığı Global 500 listesine göre Samsung yıllık gelirde Apple’ı solladı. Samsung yıllık 178.6 milyar dolarlık bir gelir sağlarken Apple ise 156.5 milyar dolarlık bir gelire sahip. Android devi için buraya kadar her şey yolunda ve normal fakat işin diğer kısmına yani işin ciro boyutuna baktığımızda Apple, Samsung’u ikiye katlamış durumda. Apple’ın yıllık 41.7 milyar dolarlık cirosuna karşı Samsung 20.6 milyar dolar. Giderek yükselen tablet sektörüne baktığımızda ise Apple bu sektörden alacağını zamanında aldı. Samsung ve diğerleri milyar dolarlık reklam harcamaları dahi yapsalar popülerlik bakımından Ipad’i geride bırakamazlar. İnsanlar her ne kadar telefon konusunda Android’e en az IOS kadar güveniyor olsalar da tablette durum hiç de böyle değil. Akıllı telefonların ve tabletlerin en önemli noktası belki de marketleridir. Oyunlar ve uygulamalar hem cihazlarımızdan keyif almamızı hem de onları daha etkili kullanmamızı sağlar. İşlemci kaliteleriyle doğru orantılı olarak market alanında da IOS ve Android başı çekiyor. Eski adıyla Android Market olarak bilinen Google Play Store, bünyesinde 430.000 oyun ve uygulama barındırıyor. Bu uyglamaların %72’si yani 311.000 tanesi ücretsiz olarak sunuluyor. Buna karşın toplamda 615.000 uygulaması bulunan AppStore uygulamalarının sadece %46’sı ücretsiz sunuluyor. Bu verilerden de Android’in her segmente hitap etme konusunda Apple’a göre bir adım önde olduğunu görebiliyoruz. Ücretli uygulama satışlarında ise Apple bir adım önde. Apple kullanıcılarının %45’i her ay en az bir uygulama satın alıyor, bu durum Android adına aylık %19 civarında. Hepsinden öte aslında en büyük sıkıntı Google Play Store’a yüklenen yeni bir uygulamanın tüm cihazlar tarafından hemen kullanılamaması. Son olarak marketlerin kullanıcı arayüzlerine baktığımızda Apple gayet sadece ve kullanışlı bir arayüze sahip, oldukça da seri. Google Play Store geçtiğimiz aylarda yaptığı son güncellemesine kadar gayet kullanışlı ve eğlenceli bir arayüze sahipken yapılan son güncellemeyle çağın gerisine gitti diyebiliriz.

Android Sahibi: Google, Open Handset Alliance Çıkış Tarihi: 5 Kasım 2007 Desteklendiği Cihazlar: HTC, Samsung, Motorola, Huawei, LG, Sony Uygulama Marketi: Google Play Store Beğenilen Özellikleri: •Açık kodlu, kullanıcı geliştirmesine uygun olması •Herkese uygun cihaz çeşidine sahip olması •Zengin uygulama marketi •Maliyet bakımından geniş kitleye hitap etmesi Eleştirilen Özellikleri: •Güvenlik açıkları •Şarj verimsiz kullanımı •Sistemsel sorunlara sık rastlanması

Aykut Çoşkun - aykut.coskun@commmag.com


Biz de Varız!

Bilindiği üzere ilk çıktığında cep bilgisayarları üreten Blackberry şirketinin işletim sistemi olan Blackberry Os sürümünün ilki 1999 yılının Şubat ayında kullanıma sunulmuştur. 2011 yılının Mayıs ayında ise serinin 7. güncellemesi Blackberry Os 7 son olarak kullanıma başlanmıştır. İki dev işletim sisteminin(IOS ve Android) arasında kendine yer edinmeye çalışan Blackberry OS son atılımlarla birlikte 2013’ün ilk çeyreğinde devrim yaratacağı söylenen Blackberry 10 işletim sistemi ile piyasaya yeni bir renklilik katmış durumdadır. Z10 ve Q10 markalarıyla birlikte kullanıma sunulan bu yeni sürüm ile birlikte birçok yeni özellik getirilerek bu iki yeni model ile İPhone’u (neredeyse aynı boyutlarda, dokunmatik ve görünüşü neredeyse birebir) tahtından indirmeyi kafasına koymuştur. Blackberry işletim sistemi kullanıcılar tarafından devamlı sorun çıkarması nedeniyle çok eleştirilmektedir. ‘’Blackberry pişmanlıktır’’ gibi kendine has bir slogan bile oluşturulmuştur bu sorunlar nedeniyle. Hatta ‘’Blackberry pişmanlıktır’’ sloganı Twitter’da yaklaşık 1 gün boyunca TT listesine bile girmiştir. Peki nedir bu sorunlar? Blackberry neden eleştirilmektedir? Bu kadar eleştirilmesine rağmen insanlar hala neden Blackberry kullanmaya devam etmektedir? Blackberry’nin en çok eleştirilen özelliği işletim sisteminin donmasıdır. Olur olmadık zamanlarda, tam bir işin ortasında birden telefon nedensiz bir şekilde donar ve ekranın ortasında o siyah saat simge ortaya çıkar. Kendim de bir Blackberry kullanıcısı olarak telefonun en çok eleştirdiğim özelliği budur. Bu sorunun düzeltilmesi de olanaksızdır. Kısacası sadece telefon istediği zaman işlem yapabilmektesiniz. Buna ek olarak Blackberry’nin marketi olan ‘’Blackberry World’’ ün yeterli olmadığı kullanıcılar tarafından düşünülüyor. Genelde çoğu uygulamanın ücretli olmasıyla birlikte Blackberry kesinlikle bir oyun telefonu değildir. Bu konuda IOS ve Android’in çok gerisindedir. Gerçi Blackberry alan bir insan oyun oynamak için almıyordur ancak oyun oynamak isteyenlerin kesinlikle almaması gerektiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Blackberry’nin normal internet paketlerini kabul etmemesi kendine özel BIS (Blackberry Internet Service)’ i kabul etmesi de diğer bir sorun olarak göze çarpıyor. Bunun Blackberry’nin kendini farklılaştırma çabasından dolayı ortaya çıktığı söyleniyor. Telefonun yaklaşık 5-6 dakikada açılması ise diğer bir sorun olarak göze çarpıyor. Ancak bunda telefonun güvenlikle ilgili donanımları yüklediği için bu kadar uzun sürede açıldığı görevliler tarafından söyleniyor. Diğer teknik sorunların da sık sık ortaya çıkması(batarya, telefonun sisteminin çökmesi) da kullanıcıları çileden çıkartıyor. Buradan Blackberry’nin bunca kötü özelliğine rağmen neden hala kullanıldığının cevaplarından biri de ortaya çıkmış oluyor. Blackberry Os işletim sistemine sahip telefonlar hala en güvenli telefonlar olmaya devam ediyor. Gerçi Amerika ve Kanada bu konuda tam tersini söylese de diğer ülkelerde telefonun kesinlikle dinlenemediğini üstüne basa basa söylüyorlar. Aynı şekilde telefona virüs girmesi de zor bir ihtimal. Blackberry’nin son işletim sistemi Blackberry 10, kasım ayında ‘’Kritik güvenlik’’ sertifikasını aldı ve böylece tüm Amerikan Devlet görevlileri bu telefonları kullanmaya başlamış oldu. Bu özelliği Blackberry’nin en büyük kozu olmaya devam ediyor. Diğer bir yandan da Blackberry ne olursa olsun pratik ve kolay ara yüzüyle kullanıcılara kullanım kolaylığı sağlıyor. Çoğu şey gayet basit. Aynı zamanda Facebook, Twitter ve diğer sosyal paylaşım ağlarıyla olan anlaşmalarıyla birlikte bu ağlara bağlanmak çok daha pratik ve kolay durumda. Ayrıca BBM (Blackberry Messenger) uygulaması da sadece Blackberry kullanıcıları için düzenlenmiş olduğundan bu özellik de Blackberry kullananlar için artı bir özellik olarak göze çarpıyor. Son zamanlarda Blackberry’nin kullanıcı sayısı gitgide düşse de son olarak piyasaya sunduğu iki yeni telefon ile (Z10 ve Q10) tekrardan çıkış yakalaması bekleniyor. Şu an için çok yeterli bir uygulama ağına sahip olmasa da Blackberry’nin birkaç yıl içinde tekrardan istediği yere gelmesi bekleniyor. Böylece Android ve IOS işletim sistemi kullanan kullanıcıları kendine çekmeye yakın görünüyor.

RIM (Blackberry OS) Sahibi: Research in Motion (Blackberry) Çıkış Tarihi: 1 Şubat 1999 Desteklendiği Cihazlar: Blackberry Uygulama Marketi: Blackberry World

Beğenilen Özellikleri: •Çalışan kişiler için iş takibini kolaylaştıran yapısı •Kullanıcı dostu, kolay öğrenilebilen ara yüzü •Yüksek güvenlik protokolleri •Sadece kendi türevleri arasında iletişim sağlayan BBM (Blackberry Messenger) anlık mesajlaşma sistemi Eleştirilen Özellikleri: •Sistemin kendi kendine donması •Sık rastlanan donanımsal sorunlar •Uygulama marketinin zayıflığı Osman Şİmşek - osmansimsek@commmag.com 65


Geç olsun, Güç olmasın

Windows Phone 8 Açıkçası Microsoft’un telefon işletim sistemi adına çalışmalarına daha çok uyan bir başlık bulamadım. Özellikle Nokia ile olan iş birliği düşünüldüğünde bu söz, adeta bu iki teknoloji devi için söylenmiş. Bildiğiniz gibi Windows Phone ülkemize oldukça geç geldi ve Microsoft, bu giriş için kendisi gibi mobil anlamda ‘’geride’’ kalan Nokia’yı tercih etti. Ülkemizde ve dünyada oldukça popülaritesi olan ancak son dönemde bu imajını Android ve iOS işletim sistemine sahip telefonların gerisinde kalarak kaybeden Nokia, Windows Phone’lu yeni Nokia’larını eski günlerine dönmek için kullanmaya başladı. Şu ana kadar da bu ortaklık, gayet başarılı bir ortaklık olarak dikkat çekti. Şimdi ise Nokia’nın satışlarını arttırmasını sağlayan Windows Phone’a biraz göz atalım. Microsoft’un Mobil Tarihi Microsoft, mobil yazılım çalışmalarına ilk olarak 2004 yılında başladı ancak geliştirme sürecinin çok yavaş ilerlemesinin ardından iptal etti. Daha sonra 2008 yılında tekrar çalışmalara başlayan şirket, 2009 yılında Windows Phone 6.5’u duyurdu. Ancak bu sürüm, işlerin beklenenden yavaş gitmesinden ötürü piyasaya acil olarak sürülen bir ara sürümdü. Daha sonrasında Windows Phone 7’yi geliştiren Microsoft, ilk cep telefonlarını ise HTC, Samsung, Dell ve LG tarafından üretilen 10 farklı modelle 2010 yılında tanıtmıştır. Bu girişle adından söz ettirmeye başlayan Windows Phone, 2011 yılında ise ‘Mango’ güncellemesi ile birlikte Windows Phone 7.5’i tanıttı. Sıradan bir güncelleme olarak gelen bu sürüm, önceki sürümlerin aksine, bir önceki sürümlere adapte edilebiliyordu. (Windows Phone 7, bir önceki sürüme adapte edilemiyordu.) 1 yıl sonra, yani 2012 yılında ‘Tango’ adında yeni bir güncelleme geliştiren Microsoft, bu sürümüyle ülkemiz de dahil olmak üzere yeni pazarlara girmiştir. Bu güncellemeyi ilk olarak Nokia’nın büyük umutlar içinde piyasa sürdüğü Lumia 610’la kullanan Microsoft, doğru bir tercih yapmış ve adından sıkça söz ettirerek Android ve iOS’a küçük de olsa bir tehdit oluşturmuştur. Tarihler Haziran 2012’yi gösterdiğinde ise Microsoft, tüm dünyanın heyecanla beklediği Windows 8’in öncesinde Windows Phone 8’i tanıtmıştır. Windows Phone 8 ile yepyeni bir sürece giren Windows Phone’u biraz daha detaylı inceleyelim. Öncelikle ara yüzüne bakarak şunu söylemek gerek ki mobil işletim sistemi devleri Android ve iOS’un birbirini takip eden standartlığından çok daha farklı ve özgün bir tasarımı var. Menüsünü kişiselleştirme açısından da daha renkli ve esnek bir yapıya sahip olan Windows Phone, bu yönüyle rakiplerinden bir adım önde. Ancak sistem, biraz keşfedilmesi zor ve karışık bir ara yüze sahip denilebilir. Telefonunuza tam olarak hakim olmanız, diğer işletim sistemlerine göre biraz daha geç meydana gelecek gibi duruyor. Bu noktada Microsoft’un Metro ara yüzünü melez olarak kullanması etkili diye düşünüyorum. Apple örneğinde olduğu gibi bilgisayarlar

66

için ve dokunmatik, taşınabilir mecralar (telefon, tablet...) için iki farklı sistem yerine tek bir sistemi hem dokunmatik mecralara hem de bilgisayarlara adapte etmesi bu karışıklığa neden olmuş olabilir. Yine de tasarımda yarattıkları farklılık, kullanıcılarına Android veya iOS’u hatırlatmayan ara yüzü, yeni bir deneyim yaşamak isteyenlerin ilgisini çekecek türde. Microsoft’un Metro’yla birlikte gittiği en büyük köklü değişiklik olan ‘’Başlat’’ menüsünün elvedası, Windows Phonelar’da da kendisini gösterdi. Kullanıcıları Başlat menüsü yerine, kişiselleştirmeye daha uygun farklı bir temayla beraberler. Yukarıda ‘elveda’ dedim ancak Microsoft, bunun bir veda olduğunu bize gösterdi ve Windows 8.1’de ‘efsane’yi geri getirdi. Şirketin, Windows Phone için de aynı uygulamayı yapması beklenmiyor, o yüzden yeni görünümü sevenler rahat bir nefes alabilir. Microsoft, Windows Phone 8’de köklü sistem değişiklikleri de yaptı. Daha önceki sürümlerde Windows CE kerneli kullanan şirket, bu sürümde -Windows 8 ile uyumu sağlamak adına- Windows NT kernelini kullanmaya başladı. Bu değişiklik hem Microsoft’u hem de Windows için uygulama tasarlayanları rahatlatır türdendi çünkü bu değişiklik sayesinde Windows 8 ve Windows Phone 8 uygulamaları aynı sistemde yazılabiliyor. Eski sürümlerine kıyasla Windows Phone 8’in ekran çözünürlüğü de oldukça arttı. Eski sürümler maksimum 400x800 piksel çözünürlüğü desteklerken Windows Phone 8 ile bu oran 1280x720 ve 1280x768 HD seviyesine kadar çıkmıştır. Windows Phone’un bu sisteme getirdiği yenilikler, eski sistemlerini çok geri kalmış gösterircesine basit ve şaşırtıcı. Öyle ki Micro SD kart desteği yani geliştirilebilir hafıza ve çok çekirdekli işlemci desteklemek gibi özellikler Windos Phone’a ancak bu sürümde eklenmiştir. Windows Phone 8, kendi uygulama mağazasına da sahip. Akıllı telefonların olmazsa olmazları uygulamalar için kendi mağazasını oluşturan Windows Phone, bu hamlesiyle de kendi başına büyüyeceğinin sinyallerini verdi. Ancak tabii ki de bu mağaza rakiplerinin henüz çok arkasında. Uygulama sayısı ve kalitesi olarak Google Play ve AppStore’u yakalayamayan şirketin en çok eleştirildiği nokta da bu. Genel görüş ise bu durumun 1-2 yıl içersinde düzeleceği yönünde. Ancak Microsoft’un bu kadar beklemeye pek niyeti yok gibi gözüküyor. Şirket, kendisi için uygulama geliştirecek olanlara belli bir miktar maddi yardım yapacağını açıkladı. Windows Phone 8, şu ana kadar kendisine güvenen firmaları, özellikle Nokia’yı, çok tatmin etmiş durumda. Henüz çıkmasının ardından 1 yıl geçmeden dünyada en çok kullanılan 3. işletim sistemi olmayı başarmış ve en büyük rakipleri iOS ile Android’in ensesinde kendisini hissettirmiştir. Yazımın başında önceki sürümlerden, iOS ve Android için küçük birer tehdit olarak bahsetmiştim ancak Windows Phone 8, diğer kardeşlerine göre rakipleri için çok daha korkutucu ve ciddi bir tehdit.

Windows Phone 8 Sahibi: Microsoft Çıkış Tarihi: 20 Haziran 2012 Desteklendiği Cihazlar: Nokia Lumia Serisi, HTC Uygulama Marketi: Windows Phone Mağazası Beğenilen Özellikleri: •Yenilikçi görünüm •Alternatif çözümler •Dayanıklılık ve Yüksek Optimizasyon Eleştirilen Özellikleri: •Desteklediği cihaz sayısının azlığı •Uygulama marketinin zayıflığı

Kerem Salış - kerem.salis@commmag.com


Teknoloji - Mobil Haberleri

Google Play vs. App Store Güncel rakamlara göre; Google Play %74.4 pazar payına sahipken, Apple Store %18.2 pazar payına sahip durumda. Ancak gelirler konusunda App Store’un büyük bir üstünlüğü söz konusu. App Store günde 5.1 milyon dolar gelir elde ederken, Google Play’in günlük geliri 1.1 milyon dolar.

AT&T’nin Youtube üzerinde yayınladığı videoda görülen Lumia 1020, Nokia tarafından New York’ta basın toplantısıyla tanıtıldı. Lumia 1020’nin öne çıkan özellikleri; 41 MP kamera, 32 GB hafıza, 2 GB RAM, Xenon Flaş ve 4.5 inç AMOLED ekran. Lumia 1020’nin Türkiye’de 1000 lira civarında bir fiyatla satışa sunulması bekleniyor.

Mobil reklamların lideri Android! Millenial Media’nın raporuna göre 2013 ilk çeyrek rakamlarında, mobil reklam gösterimlerinin %52’si Android tabanlı cihazlar tarafından yapılıyor. IOS ise bu pastadan %39’luk bir pay alıyor

Hp tekrar akıllı telefon işine girebilir Hp yöneticilerinden Su-Yin Yam’ın, Indian Express’te yayınlanan haberde, Hp’nin tekrar akıllı telefon işine girip girmeyeceği yönündeki soruya “Hayır dememiz saçma olur, Hp oyunun içerisinde yer almalı” cevabını vermesi, tüketiciler tarafından Hp’nin akıllı telefon işine tekrar girebileceği şeklinde yorumlandı.

Moto X 1 için çıkış tarihi 1 Ağustos! Google’ın geçtiğimiz yıllarda satın aldığı Motorola, Moto X 1’in üretimini tamamen Amerika’da yapacak. 4 çekirdekli Snapdragon S4 Pro işlemci kullanılacak olan Moto x 1, 2 GB RAM, 4.7 inçlik 720p ekran ve 10 megapiksel kamera ile dikkat çekiyor.

Giyilebilir teknoloji savaşları yakında! Yakın gelecekte giyilebilir teknoloji ürünlerinin piyasada büyük pay sahibi olacağı öngörülürken, birçok şirket de bu pazarda pay sahibi olmak için hazırlıklara başladı. TechCruch’ın haberine göre, Motorola bu pazarda büyük bir pay elde edebilmek için sıkı çalışmalara başlamış durumda.

Nexus 7 nasıl olacak? Google’ın, yeni tableti Nexus 7’yi, temmuz ayı içinde tanıtması bekleniyor. Etikette yazanlara göre cihazda 1.5 GHz Qualcomm SnapDragon S4 pro işlemci, 1.2 MP ön kamera, 5 MP arka kamera gibi donanımların yanında Android 4.3 sürümü gelecek.

Büyüksün Android! Larry Page’in yaptığı son açıklamaya göre günlük aktif olan Android cihaz sayısı 1.5 milyona ulaşmış durumda. Ayrıca, Google Play üzerinden halihazırda 50 milyardan fazla uygulama indirilmiş durumda ve 100 milyar sayısına ulaşmak için de hedef yıl sonu.

Windows Phone’un en büyüğü Lumia 520 Windows Phone modellerinden en çok kullanılanı %13.3 ile Nokia Lumia 520. Lumia 520’yi, %11.8 ile kardeşi Lumia 920 takip ediyor. Tabloya üretici bazında bakıldığında ise Nokia %85.4 ile pazar lideri iken ikinci HTC %11.5’lik bir pazar payına sahip.

67


Ücretsiz müzik tarih oldu 15 Temmuz’dan itibaren hayata geçen yeni düzenlemeyle, müzik dinlemek için ya siteye üye olunması ya da ücret ödenmesi gerekiyor

Panasonic Zoom yaptı Günümüzdeki üst sınır olan 50x optik zoomu Panasonic, DMC-FZ70 modeli ile 60x’e taşıdı. Slr makine kullanıcılarına fikir olması açısından, bunun 1200 mm’ye denk geldiğini belirtmek gerek.

Bakan Yıldırım’dan Twitter ve Facebook’a Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’dan da Twitter ve Facebook’a sert sözler geldi. Twitter’ın hükümet ile iş birliği yapmayı kabul etmemesinin ardından bu açıklamaya “Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımayanı, Türkiye Cumhuriyeti de tanımaz. Eğer tanımazlarsa 76 milyon da bunlara Osmanlı tokadını çarpar.” gibi tehditkar bir söylemle karşılık verdi.

Köpekler de Google Glass kullanacak Glass teknolojisinin köpekler tarafından kullanılması için Google ve Georgia Teknoloji Enstitüsü bir araştırmaya imza attı ve 3 köpek üzerinde kullanılan Google Glass’ın başarıya ulaştığı ifade edildi. Google Glass’ın köpekler tarafından kullanılmasının, köpek sahiplerinin, köpeklerinin gözlerinden görüntüler elde edebilmesi ve köpeklerin bomba ya da ceset bulduğu takdirde sahibine sinyal yollayabilmesini kolaylaştıracak

Helal arama motorlarına bir yenisi eklendi Daha önce karşılaştığımız İmhalal ve Halalsearch gibi helal arama motorlarına bir yenisi daha eklendi. Halalgoogling.com adlı internet sitesi, islami kurallarca yasaklanmış içeriklerin arındırılmasıyla elde edilen helal arama sonuçlarını kullanıcılarına sunuyor.

Bilgisayar faresinin mucidi öldü Bilgisayar faresini icad eden Norveç asıllı Amerikalı Douglas Engelbart 88 yaşında öldü. İcat ettiği fare, iki metal tekerleği olan ahşap bir kabuk şeklinde üretilmişti. Dışındaki bir aracın yardımıyla bilgisayarın içinde işlem yapma düşüncesi, dönemin çok ilerisinde bir fikir olduğundan farenin marketlerde yerini alması için 14 yıl geçmesi gerekti.

Cep telefonunu idrarla şarj ettiler Bristol Robotik Laboratuvarı araştırmacıları bir cep telefonunu idrarla şarj ettiler ve sarj edilen telefonla kısa bir görüşme yapıp, sms attılar ve internette gezinebildiler. İngiliz Kraliyet Kimya Enstitüsü’nde rapor edilen araştırmada, canlı mikro-organizmaların kimyasal dönüşümü yoluyla organik cismi doğrudan elektriğe dönüştüren mikrobik yakıt hücrelerinin enerjiye çevrilebildiği açıklandı.

Çin’deki oyun konsolu yasağı kalkıyor Playstation, Wii ve Xbox Çin’de üretilmesine karşın oyun konsolu satışı Çin’de 13 yıldır yasak durumda. Bilgisayar ve internet konusunda da birçok engellemenin işe yaramaması ve ülkede konsol merakının artması hükümeti yeni bir düzenlemeye itti. Çin’de üretilmiş, Çin Kültür Bakanlığı’ndan onay alınmış ve içeriğinde vahşi ya da politik unsurlar olmayan oyunlar, satışa çıkmaya çok yakın.

Müslümanlar Ramazan’la sosyalleşti The Online Project’in yaptığı araştırmaya göre Ramazan ayında nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde sosyal medya kullanımı %30 oranında arttı. Araştırmanın sonuçlarından biri de Ramazan ayında daha pozitif içerikler yazıldığı yönünde.

68

Armağan Abanuz - armagan.abanuz@commmag.com


69




Direnişin Yazan Adamı: Fırat Yücel


Duyguların ve düşüncelerin ifade edilmesindeki en etkili bağlamlardan biridir sinema. Üzerine düşünmek, araştırmak ve yazmak gerekir. Türkiye’de de sinema üzerine düşünen, yazan ve bizlerin de çok saygı duyduğu bir yapılanma olan Altyazı dergisi de ifade özgürlüğünü sonun kadar kullanarak direnişi ve direnişin sinemasını sayfalarına taşıdı. Birer birer aramızdan ayrılan bağımsız sinemalarda ortaya koyduğu tutum gibi direnişte de meseleye yine doğru yerden yaklaştılar ve bizlere arşiv değeri çok ama çok yüksek bir sayı sundular. Altyazı’nın genel yayın yönetmenliğini yapan sevgili Fırat Yücel de direniş süresince desteğini esirgemeyerek savunduğu değerlerin arkasında durdu, düşüncelerini de bizimle paylaştı.


-Gezi Direnişi sizin için ne ifade ediyor? Umudu ifade ediyor diyemiyorum çünkü umuttan çok daha fazlasını ifade ediyor. Umut, iktidarların memnuniyetsizliklerini söndürmek için insanlara aşıladığı bir duygu aynı zamanda. Neoliberal kapitalist düzenin, konformizmi, tüketim sarmalını, kalkınma ideolojisini diri tutmak için umuda ihtiyacı var. Kendimizde de gözlemleyebiliriz bunu: “Burada bir yanlışlık var” diyorsan ama yine de yaşadığın hayata tutunman, o kısır alanda anlamlar yaratman gerekiyorsa, en fazla o zaman umuda ihtiyaç duyuyorsun. Umut, çoğu kez yanlış hayatı sürdürebilmek, ona katlanabilmek için sığındığımız bir duygu ama Adorno’nun dediği gibi yanlış hayat doğru yaşanmıyor… Umudu sürekli ayakta tutma baskısıyla yaşıyoruz, ama neyin umudu diye sorulduğunda, önceden koşullandırılmış olduğumuz toplumsal korkuları (yalnızlık, bunalım vs.) yaşamayacağımız bir gelecekten başka bir şey gelmiyor aklımıza: Umut, ancak bir başına gelmeme durumuna işaret ediyor. Yani umutla kurduğumuz ilişki korkudan geçiyor, korkuyla belirleniyor. Gezi Direnişi, bence sadece 68 kuşağının 80 sonrası gençliğine dair küçümseyici bakışını değiştirmedi, birçok insanın, umudun bu egemen biçiminden, korkuyla yoğrulmuş biçiminden kurtulmasının da yolunu açtı; çünkü başka bir şey gördük, kapı aralığından da olsa başka bir hayatın mümkün olduğunu gördük. Bazıları hâlâ dükkanların gördüğü zarardan, molotoflardan, taşlardan dem vurarak direnişin itibarını zedelemeye çalışıyor, ama herkes aslında şunun çok net farkında: Halkını aşağılayıp duran, toplumun bir kesimini diğer kesimini kullanarak tehdit eden, sürekli kışkırtan, dediğim dedik, zorba bir iktidarın sınırları zorlayan polis şiddetine karşı (biber gazının doğrudan bir ölüm aracı olabileceğini, tüfek gibi kullanılabileceğini Türkiye polisi keşfetti) bundan daha az kitlesel öfke gelişmesi mümkün değil. Hem psikolojik hem fiziksel anlamda böylesi büyük bir iktidar şiddetine karşı ibrenin bu denli pasif direnişten yana olması asıl şaşırtıcı olan. Beş kişinin can verdiği, sopalıların, palalıların teşvik edildiği, can aldığı, insanların gözlerinin çıkarıldığı, beyin travmalarının, hafıza kayıplarının yaşandığı bir süreçten bahsediyoruz: Yakın tarihe baktığımızda, örnek vermek gerekirse, Yunanistan’daki ayaklanmalar bir kişinin polis tarafından öldürülmesiyle, Fransa’daki banliyö isyanları iki kişinin polisten kaçarken elektrik çarpması sonucu tetiklenmiş ve bu ülkelerde halkın öfkesi ve sonucunda çevrede görülen zarar Türkiye’den kat kat fazla. Bu ülkelerdeki ayaklanmalar sırasında ise polis şiddeti sonucu ölen ya da ağır yaralanan yok. Buradaysa devletin kolluk güçleri 1 Mayıs’tan bu yana İstiklal Caddesi’nde sistematik olarak ölçüsüz şiddet uyguluyor, beş-altı kişinin toplanmasına bile izin vermiyor, cana kast ediyor, biber gazını ölüm silahına çeviriyor, demokrasiyi, hukuku hiçe sayıyor, medya sesini bile çıkarmıyor… Gezi Direnişi başladığında bu halk nasıl uyandı diye şaşırmıştık, şu an nasıl bu kadar geç uyandı diye şaşırabiliriz ancak. Ayrıca düşünsenize, yaklaşık iki hafta boyunca Gezi Parkı ve meydanda hiçbir otorite mercii yoktu, devletin var olmadığı bir alandan bahsediyoruz. Onca gün, birbirine karşı düşmanlık geliştirebilmesi çok muhtemel gruplar ve siyasetler, otoritesiz/devletsiz bir alanda, var olacak ve orada ne büyük bir kavga çıkacak, ne sivil polislerin provokasyonuna gelinecek, ne de birine zarar gelecek! Bunun eşi benzerini insanlık tarihinde bulmak çok zor. 74

Diyeceğim odur ki, Gezi’den önce umut dediğimiz şey iktidarın kontrolündeydi, şimdi zincirlerinden koparıp kendi tarafımıza çektik umudu. Eskiden umut ederken sadece geleceğe bakıyorduk, endişeyle; şimdiyse geçmişi arkasına alabilen yeni bir umut duygusu yeşeriyor. 5-10 yıl sonra bunun değerini çok daha fazla anlayacağız. Bu, yakın gelecekte siyasi alanda meydana gelmesi olası gelişmelerden çok daha büyük bir anlam ifade ediyor. - Direnişe destek veren/vermeyen sinemacıların tutumları hakkında neler düşünüyorsunuz? Sinemacıları hareketin içindeki diğer insanlardan ayıramıyorum, ayrılmalarının çok doğru olduğunu da düşünmüyorum. Emek Sineması mücadelesinde de düşünemiyordum, ki orada sinemacıların çok daha net tavır koymaları gereken bir durum söz konusuydu belki. Ama gerek Emek gerekse Gezi, temelde insanların yaşadıkları kentin geleceği üzerindeki söz haklarının çalınmış olmasından doğan hareketler. “Şehir” dediğimiz alana, yani yaşam alanımıza nasıl baktığımızı, nasıl bakabileceğimizi ilgilendiren bu denli hayati, kamusal meseleler belli meslekler üzerinden düşünülemez bence. Hepimizin sorumluluğudur şehirlerin geleceğine dair karar süreçlerine dahil olmak. “Sorumluluk” bile fazla kaçıyor aslında, hepimizin refleksidir, en temel yaşamsal hakkıdır, diyelim. Ama Gezi sürecinde yaşanan ve yaşanmakta olan devlet şiddetine, düşünceyi suç ilan eden gözaltılarına, sanatçıları, gazetecileri zan altında bırakan, işlerinden eden cadı avına karşı tepki göstermeyen sinemacılara bir çift sözümüz olabilir. Çünkü onlar hem insanların söz haklarını kazanmak için verdikleri mücadeleye katılmayı reddettiler hem de bu halk hareketinin bastırılması için uygulanan devlet şiddetine sessiz kaldılar. Böylesi utanç verici bir tavrın üstü hiçbir siyasi hesapla, “şu olsaydı bu olurdu”larla örtülemez. Hükümetin, en ucuz milliyetçi söylemle “ülkemiz için tehlike” olarak öne sürdüğü şeylerin uyduruk komplo teorilerinden ibaret olduğunun bu sinemacılar farkında değil mi zannediyorsunuz? Böyle bir süreçte “tarafsız kalmak”, devlet şiddetinin ve otoriteryan rejimin tarafında olmak anlamına gelir. Bu sinemacılar açıkça, siyasi iktidarın basını, medyayı ve sanatsal hayal gücünü kontrol altında tuttuğu, dizginlediği, kendi çıkarları doğrultusunda yönettiği bir düzenin destekçisi olmuşlardır. Ve ilerde, bu iktidarın ya da başka bir iktidarın, herhangi bir sivil itirazı bahane ederek uygulayacağı şiddetin vebali üzerlerinde olacaktır. - Gezi Direnişi’nin medyadaki yansımasını da ele alarak Türkiye’de basın yayın özgürlüğü hakkında ne söyleyebilirsiniz? Sermayeyle iktidarların bu kadar sıkı fıkı olduğu ülkelerde basın özgürlüğünden bahsedilemez. Sermaye sahiplerinin kendi rızalarıyla özgürlükten, özerk yapılardan yana tavır alacağını, alabileceğini düşünmenin ne kadar büyük bir saflık olduğu umarım anlaşılmıştır artık. 1980 sonrası Türkiye tarihi, ordu-devlet ittifakının/ vesayetinin yerini sermaye-devlet ittifakına/vesayetine bırakmasının tarihi olarak okunabilir; güç odakları yer değiştirdi, ama aynı yasalarla, aynı zihniyetle yönetiliyor ülke. Demokratik haklar aynı “milli çıkar” zihniyetiyle zapt ediliyor ve özgür basın aynı gerekçelerle susturuluyor, sansürleniyor. Eğer basın özgürleşecekse, bu bir takım patronların ya da siyasetçilerin vs. kendi iradesiyle


olmayacak, halkın bu yöndeki taleplerini artırmasıyla olacak. Yani, meydanlarda “devlet güdümlü bir basın-medya istemiyoruz” diye bağıran insanlar sayesinde olacak. - Protesto/Direniş filmlerini göz önüne aldığınızda sizce Gezi Direnişi sinema için ilham verici olabilir mi? Peter Weiss’ın Direnmenin Estetiği romanında, sanatın insanilikle aynı anlama geldiğinin söylendiği bir bölüm var, deniyor ki “insan hayata katılmadığı, kendisinden vazgeçmemek için sürekli mücadele etmediği, durumu hep yeni bir bakış açısıyla aydınlatma baskısını yaşamadığı sürece sanatın kapsayıcı geniş etkisini anlayamaz.” Ben bu ülkedeki pek çok sanatçının Gezi Direnişi’yle birlikte uzun zamandır ilk kez bu denli “hayata katıldığını” düşünüyorum. Türkiye’de sinema üretenler, “durumu hep yeni bir bakış açısıyla aydınlatma baskısı”nı üzerlerinde hissetmiyor değildiler kuşkusuz, ama yine de toplumdaki hareketlilikle aralarında bir tür duvar vardı; karşılıklı güvensizlikle büyüyen bir duvar. Gezi Direnişi sinemacılar ile toplum arasındaki bu duvarı yıkma potansiyeline sahip, göz ardı edilemez bir başkaldırı. Sinemacılara, ‘durum tespiti’ yapmanın ötesine geçme yolunda şevk verecek; filmlerini, toplumla daha fazla diyalog halinde ürettikleri yönünde onlara güven verecek, boşuna üretmediklerini hissettirecek bir hareket. Umuyorum ve tahmin ediyorum ki, 80 sonrası hayal kırıklığını bir türlü üzerinden atamayan politik sol sinema da, “hiçbir şey değişmiyor, insanlar dahil” melankolisine fazlaca yaslanan yaratıcı yönetmen sineması da yakın zamanda ciddi biçimde değişecek. Gezi Direnişi’nden sonra, “dünya kötüdür” deyip bunun melankolisine sığınmak, bunun hüznü üzerinden sanat yapmak, nihilizme bir üstünlük atfetmek eskisinden çok daha zor olacak sinemacılar için. Örneğin, minimalizm-nihilizm-melankoli sularında fazlaca vakit geçirmiş olan ve bugüne kadar da dişe dokunur eserlere imza atmış olan yaratıcı yönetmenlerimizin önünde zor bir süreç var. Artık, gerçekçilik kisvesi altında siyasetin, toplumun, ahlakın değişmeyeceğini bilmeyi meziyet sayan

bir nihilizme eskisi kadar kolay kaptıramayabilirler kendilerini. Ya da kirli ve bozuk kurumlar karşısında insan ruhundaki katışıksızlığı, dil-dışılığı, saflığı ya da kötücüllüğü el üstünde tutmaları da ülkenin şu anki haletiruhiyesinde oldukça sakil kaçacaktır. Ceylan, Demirkubuz, Kaplanoğlu, Pirselimoğlu vb. yönetmenlerin anlatılarındaki melankolinin toplumdaki hareketlilik haliyle uyumsuzluğu bence uzun süredir hissedilen bir durumdu. 2000 sonrası bağımsız genç yönetmenler, böylesi bir ‘inziva-sanat’ anlayışını reddettiler, ne kadar çelişkiye gebe olsa da ülkenin güncel meseleleriyle göbek bağı olan bir sinema yapmayı tercih ettiler. Ve kendilerine bir sanatçı kültü yaratmaktansa, pratik anlamda az çok örgütlenmeyi, dayanışmayı da bildiler. Kentsel dönüşüm denen talanla ilgili sayısız belgesel çekti genç yönetmenler. Kürt meselesi, anadilde eğitim yasağı ve azınlık sorunları üzerine birçok film ürettiler. Tekel Direnişi en fazla belgelenen, bağımsız çabalarla kayıt altına alınan hareketlerden biri olarak Türkiye tarihine geçti, keza Gezi’de de aciliyet duygusunu estetik duyuyla buluşturabilen benzer bir farkındalık gördük. Bütün bu örnekler gösteriyor ki, aslında Türkiye sinemasının bağımsız kanadındaki dönüşüm Gezi’den çok önce başlamıştı. Gezi, bu yolda ilerleme konusunda onlara daha fazla güven duygusu verecektir. Varoluşçu sularda çok iyi filmlere imza atsalar da artık yerinde saymaya başlayan yaratıcı yönetmenlerin ise, modern hayatın getirdiği ruhsal yabancılaşmayı betimlemenin ötesine geçen, seyirciyle diyaloğa daha açık filmler üretmeleri kaçınılmaz görünüyor bana. Öte yandan ticari sinema, hazır şablonlarına devam edebilir ve Gezi’yi de mevcut kutuplaştırıcı-ayrıştırıcı-maşist diline uyarlayabilir; toplumdaki düşünsel çatışmaları, polemiğe dayalı egemen siyasi dilin yansıması olan bir karşıtlık dramasına yediren yavan filmler üretebilir. Ama sanatın insanilikle aynı anlama geldiğini bilen sinemacılar Gezi’den çok farklı şekillerde ilham alacaklardır ve bu ilham oldukça da kuvvetli olacaktır, diye düşünüyorum. Fırat Yücel’e teşekkür ediyoruz.

Ekin Çiftçi - ekin.ciftci@commmag.com 75


76


77


Eylem Dolu Yapımlar Sanat ve mizah Gezi Parkı direnişinin en önemli silahları arasındaydı. Çünkü ‘’bağzı’’ şeylerin hakkından ancak sanat ve mizah gelebilir. Şişirilmiş ama işlevsiz liderlik karizmasını söndürmenin en etkili hali olan bu unsurlar direniş süresince de sayısız kez ortaya çıktı. Y kuşağının etkileyen popüler kültür ögelerinin neredeyse tamamına ve bununla birlikte alfabenin her kuşağından bireyin sahip olduğu kültüre hitap edecek çalışmalar bulmak mümkündü.

Gezi Havası

Gezi Yazı: Başkaldırının 140 Vuruşu

78

Duvar yazıları, illüstrasyonlar, stencillar, afişler, fotoğraflar, tasarımlar ve son olarak video çalışmaları. Direniş süresince birçok farklı video çıktı karşımıza ancak bunlardan bazıları mantıklı bir kurguya sahip çalışmalardı. Yanlızca olay görüntülerinden oluşmuyorlardı. Biz karşılaştığımız kadarıyla direnişin video hallerini derledik.


Gördüm

Nefes Al

Battlefield 5: Taksim Direnişi

79


Diren Gezi

Unutma

RWNBT

80


Age of Gezi

OccupyGEZI

Başka Bir Yolu Olmalı

81


Direnişin Akılda Kalan Görüntüleri Eylemler boyunca belki de ilk defa sokağa çıkanların zihinlerinde filmlerde gördüklerinden başka herhangi bir referans yoktu. Yapabilecekleri ya çevrelerindeki duyumlardan, ya okuduklarından ya da filmlerden gördüklerinden ibaretti. Dergimizin giriş yazısında da okuduğunuz gibi, insanlar gaz bulutunda ve sokaklarda evrildi. Filmlerde gördükleri yavaş yavaş kendi referansları haline geldi. Tüm bu olaylar olurken sokakta gördüklerimiziyse çok çeşitli filmlerle bağdaştırmak mümkündü. Her gün olaylara karşı ‘’Şu filmdeki gibi değil mi?’’ ile başlayan yorumlar yapanları görmek mümkündü. Çadırlarda, yürüyüşlerde, çatışmalarda gördüklerimiz artık bizim filmimizdi. Zihnimizde kendine yer etmiş filmlere ve geleceğimize.

Potemkin Zırhlısı (1925)

1984 (1984)

82


La battaglia di Algeri (1966)

Bloody Sunday (2002)

Brazil (1985)

83


Der Baader Meinhof Komplex (2008)

Ek端menepolis (2011)

Fahrenheit 451 (1966)

84


Germinal (1993)

Hair (1979)

La commune (Paris, 1871) (2000)

85


La faute Ă Fidel! (2006)

La Haine (1995)

La Hora de Los Hornos (1968)

86


Land and Freedom (1995)

Michael Collins (1996)

Punishment Park (1971)

87


Roma Citta Aperta (1945)

Taking Woodstock (2009)

The Great Dictator (1940)

88


The Wind That Shakes the Barley (2006)

V for Vendetta (2005)

Viva Zapata (1952)

89


Z (1969)

Z端b端k (1980)

90


91


La Haine Film, Fransa’nın banliyölerindeki çatışmaları ve burada yaşayan insanların, özellikle de gençlerin yaşamlarını konu edinir. Filmin ana kahramanları Muguets banliyösünde yaşayan üç gençtir: Vinz(Vincent Cassel), Hubert(Hubert Koundé) ve Said(Said Taghmaoui). Vinz öfkesine hakim olamayan, düşündüğü gibi, hissettiği gibi davranan biridir. Said, Mağrip ülkelerinin birinden Fransa’ya gelmiştir, Hubert ve Vinz arasında denge kurmak, ikili arasındaki çatışmalarda orta yolu bulmak için çabalar, grubun küçük kardeşi gibidir. Hubert ise siyahi bir boksördür, annesi ve kardeşleriyle birlikte yaşamaktadır ancak yaşadığı yerden gitmek ister, üçlü arasında en bilgili ve düşünceli olan Hubert’tir. Film, bir dünya görüntüsü(Le Monde) üzerine Molotof kokteylinin düşmesiyle başlar. Arkada ünlü bir Fransız düşünürün şu

sözleri duyulur: “Elli katlı bir binadan düşen adamın hikayesidir. Her katta kendini rahatlatmak için kendine şunu demiş içinden: Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda.” “Önemli olan düşüş değil, yere iniştir.” Daha sonra bir muhabir Muguets banliyösünde yaşanan çatışmalarla ilgili haberleri verir. Çatışmalar sırasında üçlünün arkadaşı olan Abdel, polis tarafından öldüresiye dövülür ve yoğun bakıma kaldırılır. Yine çatışmalarda bir polis memurunun silahı kaybolmuştur. Silahı bulan Vinz’tir. Filmde banliyöde yaşayan gençlerin hayatları, o dönemde hakim olan ırkçılığı ve bu üç arkadaşın hayatındaki olayları, birbirleriyle fikir ayrılıklarını, çatışmalarını izleriz. Fransız filmlerinin en etkileyici örneklerinden olan “La Haine”, oyunculuklarıyla, müzikleriyle, protestosuyla bir başyapıt. Ekin Çiftçi - ekin.ciftci@commmag.com

92


ŞARKI LİSTESİ 1) Burnin’ and Lootin’ - Bob Marley 2) That Loving Feeling - Isaac Hayes 3) More Bounce to the Ounce - Zapp and Roger Troutman (as Roger) 4) Mon Esprit Part en Couille - Expression Direkt 5) DJ Skud Interlude - Cut Killer 6) Wedding Songs Medley 7) Funk Funk - Cameo song of PolyGram Inc. 8) Tak Hedat - Tak Fari Nas 9) Outstanding - The Gap Band 10) Loufou Lakari - Mabiala and Lonningisa 11) The Beat Goes On - Ripple 12) Nsangu Nsangu - Klay M 13) Ellens Gesang III (Ave Maria) - Christa Ludwig/Irwin Gage 14) Hard Core - Solo 15) Groove Holmes - The Beastie Boys. 16) Eugene’s Lament - The Beastie Boys. 17) Music from ‘Les Schtroumpfs’ (“The Smurfs”)

93




NERDESİN AŞKIAAM? Direniş teması bu sene on birincisi düzenlenen Onur Yürüyüşü’nün de konusu oldu. Biz lgbt üyeleri ve destekçileri ‘’direnmeyi de iyi biliriz,’’ dermişcesine bir kez daha sokaklara akın etti. Şimdi bazı şeyleri arkamızda bırakalım. Eşcinsellik hastalık mıdır, tek yönlü gidiş biletleri cehenneme mi kesilmiştir, daimi aktif olan erkek gay sayılmaz mıdır… Soruların yarısından fazlasına kesin cevap verebilirsiniz, hangi soru açıkta kalır ona siz karar verin. (İpucu: WHO eşcinselliği hastalık olarak görmekten uzun zaman önce vazgeçti.) Sorulması gereken soru: Ne isteniyor? 1. Yaşam güvencesi Kimse kalkıp Türkiye’de lgbt bireyler rahat yaşıyor, o kadar barları marları var demesin. Hiçbir bar insana kurşun geçirmez yelek sağlamıyor ki en çok korkuyu, adaletsizliği salan bu kurşunlar. Ahmet Yıldız’ı babası tarafından birçok yerinden delip deşen, Aydın’da Dora’yı bıçak kılığında katleden kurşunlar. Neredeyse her gün üstü kapalı şekilde işlenen nefret suçları. 2.Saygı Açlık Oyunları seviyesindeki şiddeti yerli dizilerinde göstermekten çekinmeyen RTÜK, konu eşcinselliğe gelince tüm kılıçlarını kuşanıyor. En çok kullanılan gerekçe ise eşcinselliğin ergen gelişiminde psikolojik zarar oluşturma ihtimali. Çünkü her lezbiyen sahnesi izleyen liseli kızın ertesi gün okul tuvaletlerinde utanmazlık göstermesi kaçınılmaz. Bir de tüm ahiret birbirinin beynini uçururken, köyde delikanlılar QUADRA KILL tarzı takılırken iki insanın

96

öpüşmesini bu derece tehlikeli görülmesinin medyanın gökkuşağından ne denli korktuğunun bir göstergesi. Boşuna eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir denilmiyor. Sen insanlara televizyonda saygı gösterilmezken belki mecliste görürsün diye umuyorsun. NAFİLE ANACIM. Kırmızısını arkasına almış birkaç güzel milletvekili gerçekleri açıklarken sonra bir tanesi çıkıp Fi tarihinden kalma bir çalışmayı temel göstererek eşcinselliğin hastalık olduğu kanaatine varıyor. Ardından oy çoğunluğu ile eşcinsellerin anayasadaki olası pozitif ayrımcılığı yine çöpe atılıyor. ‘Yumuşak’ cadı avının yaşandığı ülkede kimse saygıdan da söz etmesin, rica edeceğim. 3.Sevgi Evladını cinsel yönelimini öğrendikten sonra sevmeyen aileler ile dolu bu gezegen. Kafa karışıklığı ve kabullenemeyişi bir yere kadar kullanabilirler. Kendi gen havuzundan gelen evladını bu yüzden sevmeyen bir anneye, ben anne (kaldı ki hormonsal, genetiksel ya da başka bir biyolojik sebebten ötürü o çocuk ‘hetero’ değildir) demem. Baba da demem. Ancak uzaktaki enişte derim. … İşte tüm bu sorularına cevap aramak niyetine lgbt bireyler ve destekçileri bu sene sayılarını iki katına çıkararak yürüdüler. Hem de sadece İstanbul’da değil, bu sefer İzmir’de de! Gezi’nin yaydığı empati feromonları sayesinde daha geniş bir kitleye kendini duyuran tüm lezbiyenler, gayler, biseksüeller ve trans bireyler için Türkiye’de küçük bir reform yaşanıyor denilebilir.


Benim bir kez daha ıvırladığım köşeme birazcık mana katmak adına Morel eskişehir Gönüllüsü, Kaos gl muhabiri Ozan Gezmiş ile yaptığım röportajla devam ediyorum, belki o anlatabilir size ‘bu’nun ne demek olduğunu: 1.Bize MorEl’in tarihçesinden kısaca bahsedebilir misin? MorEl 2006 senesinde temelleri atılmış bir lgbt oluşumu ancak 2007 yılında asıl bu ismi aldı. 2007’den bu yana düzenli toplantı ve etkinlikler yaptık. Üniversitelerde stantlar açtık. Birkaç sayı fanzin çıkardık ve imkan oldukça da sokak eylemleri yaptık. Direniş sürecinde ise Eskişehir’de neredeyse tüm eylemlerde yer aldık. 2.Yerel etkinliklerinizden bahseder misiniz biraz da? Düzenli gerçekleşen atölyeleriniz var sanırım? Direnişten önce her hafta düzenli olarak “okuma toplantıları” yapıyorduk. Bu okuma toplantıları daha çok toplumsal cinsiyet üzerinden ilerledi ancak direniş süreciyle bir ara verdik çünkü sokaklar daha önemli bir hale geldi. Şimdi sokak forumları devam ediyor. Mümkün olduğunca bunlara katılmaya çalışıyoruz. 3.Geçtiğimiz ay düzenlenen Onur Haftası’nda MorEl’in yeri nasıldı? MorEl olarak yaklaşık 20 üyemizle birlikte İstanbul’daydık. El emeği göz nuru hazırladığımız pankartımızla yürüyüşte yer aldık. Oldukça kalabalık ve coşkulu bir yürüyüş oldu. Yürüyüş dışındaki etkinliklere de MorEl aktivistleri olarak katılım gösterdik. 4.Türkiye’de farkındalığın artması sonucu LGBT bireylerin özgürleşeceğini düşünüyor musunuz? Sadece farkındalığın artması değil daha çok birbirimizi tanıyarak ve diyalog kurarak duvarları yıkacağız diye düşünüyorum. Gezi Parkı ile başlayan direniş süreci aslında bunun en güzel örneği oldu. Gördük ki bizi bize düşman yapan halkın kendisi değil bizatihi devletin kendisi. 5. Gezi olaylarının bu seneki yürüyüşe bir katkısı oldu mu sizce? Tabii ki oldukça fazla oldu. Gezi direniş ile omuz omuza durduğumuz birçok farklı yapıdan ya da bağımsız insan doğrudan lgbt bireyleri tanıma fırsatı buldu ve böylece aslında birbirimizden çok farklı olmadığımızı gördük. Bunun etkisiyle de geçen sene 20 bin kişi yürürken bu sene 50 bin kişi olduk.

Ahmet Sedat Tözün - sedat.tözün@commmag.com 97


Sokaktaki Yabancı

O bir yabancı benim için, çok sevdiğim. Her gün yanımdan geçip gidiyor, bazen bakıyorum ona. Oysa bana yanımdan her geçişinde gülümsüyor.

Direnmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ve direnmemiz gerektiğini. Hâlâ aynı yerde, köklerimle tutunduğum kaldırımda sapasağlam ayaktayım. Çünkü haziranda ölmek zordu. Gidemedim. Hayata daha sıkı bağlanayım diye her şeyi yaptı. Elinden gelen her şeyi. Ölemezdim. Buna izin vermemek için çadırlar kurdular, bağırdılar, sakince. Barışmak istediler kendilerine ve bize küsen her bir varlıkla; bu kimi zaman bir başbakan, kimi zaman varlığımızı çekemeyen bir amca, bazen bir polis, ya da bir oduncu, kimi zamansa sinirli bir avcıydı. Kimi zaman dermanı kalmamış dünyaya, herkesle barıştığımızı göstermek istedik. Ve gördü. Direnmeye devam ediyor o da. Ve bu yüzden, ben ölmek istemiyorum. Ölürsem nefes alamayacak. Dallarımda kuş kanatlarının esintisini hissedemeyeceğim. Yapraklarımı ipek böcekleri kemirsin yine, duman solumak istemiyorum. Yaşamak istiyorum. Gövdem… Kalın ve sert. Öyle kolay kırılmam her şeye, sarılabilirsin bana. Kollarını kavuşturduğun yerdeyim. Hep oradayım. Kalemini, çivini değil; kulağını daya vücuduma. Sesimi duyabilirsin. Sadece sarıl, söz veriyorum, her şeyi anlatacağım sana.

Çok zor… Bu iki kelime, yitip gidenlerin ardından ağlayanlar için binlerce kelimeyi saklıyor. Daha fazlası dillerden dökülemiyor. Bu acıyı hissetmek bile yaşamak kadar zor. Can veren canlara kıyılıyor. Her gün yanımızdan geçiyorsun. Bazen sıkılıp bir dalımı kırıyorsun ya da bakıyorum, elinde yaprağım, yanındakine bir şeyler anlatıyorsun. Ben yine de seni çok seviyorum. Balkona çıkıyorsun, bizi izliyorsun bazen dalgınca, beni görünce gülümsüyorsun. Düşüncelerini okuyabildiğimi biliyor musun? Genelde düşüncelisin, sen ve siz. Her bir yaprağım, soluduğun havaya emanet ediyor nefesini. İçine çekiyorsun, oh be. Dünya varmış, dünya hâlâ var. Gelecekte, dünya ‘vardı’ demekten korkuyorsun, biliyorum. Yeni oluştu içinde bu korku. Başka hiçbir şeyden korktuğun yok. Her şey dünyanın elinde. Ve her geçen gün, sana daha dikkatli bakıyorum. Sana ve size. Bizi hafızalarınıza çok ince ayrıntılarıyla beraber kazıyor bazılarınız. Resmimizi çiziyorlar. Her gün yeni bir tanemiz için dua edenler var. Susuyoruz bazen. Yağmur gecikince su veriyorsun bana. Seninle konuşabilmeyi çok isterdim. Çok isterdim. Bunun olması için bana sarıl. Beni hiç bırakma. Çünkü ben senin için her gece nefes alıyorum. Sana yabancıyım, her gün yanımdan yürüyüp gidiyorsun, ama daha adımı bile bilmiyorsun. Ben, bir ceviz ağacıyım. Esen Özay - esen.ozay@commmag.com

98


Müzik Haberleri

Rock’n Coke’ta Çıkacak İsimler Belli Oluyor 6-8 Eylül tarihleri arasında Hezarfen Havaalanı’nda yapılacak etkinlikte yer alacak isimlere Arctic Monkeys ve Hurts’ten sonra yeni isimler de eklenmeye başladı. Açıklanan listede Editors, La Roux, The Cribs, Ellie Goulding gibi popüler isimler yer alıyor.

Roger Waters 75 Tırla Geliyor

Britney Spears’tan Yeni Albüm Geliyor

Roger Waters’ın, “The Wall” turnesi kapsamında Türkiye’de 4 Ağustos’ta vereceği konsere 75 tırla geleceği öğrenildi. BKM organizasyonuyla gerçekleşecek etkinlikte efsane grup Pink Floyd’un solisti Roger Waters İTÜ Arena’da en sevilen şarkılarını seslendirecek.

31 yaşındaki şarkıcı 8. stüdyo albümü için çalışmalara başladı. İngiliz prodüktör William Orbit’le çalışacak olan Spears, Will.I.Am’le birlikte ortak bir şarkı da yapacak

Mazzy Star 17 Yıl Sonra Geri Dönüyor

Kings of Leon’dan İlk Single

Pearl Jam, Pixies gibi birçok isimden sonra bir geri dönüş de Mazzy Star’dan geliyor. 2011’de iki single yayınlayan grup, çıkardığı son albümden 17 yıl sonra “Seasons of Your Day” ile geri dönüyor.

Uzun bir aradan sonra 6. stüdyo albümleri “Mechanical Bull”la geri dönecek olan Kings of Leon, yeni albümünün ilk şarkısını sonunda hayranlarıyla paylaştı. “Supersoaker” adını taşıyan parça için ise henüz bir video yayınlanmadı.

Pearl Jam’in Yeni Albümü Ekim’de geliyor Ünlü grunge grubu Pearl Jam, 10. Stüdyo albümü olacak olan “Lightining Bolt”u 15 Ekim’de yayınlayacağını duyurdu. Albümden ilk single olarak da “Mind Your Manners” yayınlandı. Grup en son 2009 yılında “Backspacer”ı yayınlamıştı. 99


Gezi Direnişi Afişleri

100


101


102


103


Her yer Moda Her yer Direniş

‘‘Gezi’de modadan bahsetmek oldukça saçma ancak Moda’da Gezi’den bahsedebiliriz.’’ Seher Önemli


105


Just Cavalli Direnişte

Tasarımcı Roberto Cavalli, markası Just Cavalli’nin 2013-14 sonbahar/kış koleksiyonu tanıtım reklamında ‘aşk devrimi’ teması üzerinde çalıştı. Fotoğrafçı Giampaolo Sgura imzası taşıyan çekimlerde gösterici gençler ‘aşksızlığı’ protesto ediyor. Barcelona’da çekilen bu reklam kampanyasında gençler polis müdahalesi ve gözaltılarına rağmen direnişlerine devam ediyor ve reklam videosunda direnişçi modeller bir mesaj veriyor. “Bizim sonsuza kadar çocuk olarak kalmamızı istiyorsunuz ama biz çoktan büyüdük. Herkesin birbirinden farklı olduğunu keşfettik. Sizin kelimelerinizle, sizin sesinizle konuşmamızı istiyorsunuz. Sizin bize ezberletmeye çalıştı-

106

ğınız cümleleri söylemeyeceğiz. Sizin almak isteyeceğiniz mektupları yazmayacağız. Ürettiğiniz arabaları kullanmayacağız. Sokaklarınızda yürümeyeceğiz. Sizin silahlarınızı da istemiyoruz. Biz sadece seviyoruz.” İnce mesajlı bu reklam kampanyasına moda merceğiyle baktığımızda, tasarımcı 70’li yılların modasını anımsatan grafik ve çiçek desenleri, örgüler, kahverengi tonları, retro çerçeveli gözlükler koleksiyonun demir başları. Roberto Cavalli denilince akla ilk gelen derin dekolteli, leopar ve yılan desenli seksi ve iddialı elbiseler olur. Fakat bu sade koleksiyonla onun değişmez profil standartlarını değiştiren ve etkileyen belli ki devrim furyası olmuş.


107


Korkma La, Bizi Tasarımcılar Dünyanın iki farklı köşesinde yakın haftalarda gerçekleşen Öte yandan Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da başlamoda haftalarında gezi parkı eylemlerinden sonra gündemyan 2013 sonbahar/kış koleksiyonlarının sergilendiği moda den düşmeyen gaz maskesi ve deniz gözlüğü esintisi sıkça haftasında da Jasmi Rejab imzalı birbirinden şık elbiselerin vurgulandı. deniz gözlüğü ile tamamlanması gözlerden kaçmadı. Yerel Londra’da 2014 ilkbahar/yaz koleksiyonlarının tanıtıldığı tasarımcı Rejab’ın etnik ayrıntılara ağırlık vererek hazırlaetkinlikte İngiliz tasarımcı nasir mazhar’ın erkek koleksiyodığı tasarımlarını, çeneyi ve alnı kapayan başlıklar ve deniz nu için ters çevirilmiş dev bir kova şeklinde hazırladığı yüz gözlükleriyle tamamlaması hafızalara gezi parkı eylemlerinmaskesinin gaz maskesini andırması dikkat çekti.Tasadeki görüntüleri getirdi. rımcının diğer çalışmalarında da eylemlerden etkilenmiş görünüyordu.

108


109


London College of Fashion Mezuniyeti

Dünyanın prestijli sanat okullarından birisi olup moda üzerinde uzmanlaşmış İngiltere’nin tek okulu olan London College of Fashion bu yıl da piyasaya birçok moda tasarımcısı kazandırdı. Temmuz ayının başında gerçekleşen son sınıf öğrencilerin mezuniyeti tabii ki de yaptıkları işlerin tanıtımı olan mezuniyet defileleri ile son buldu. London

College of Fashion öğrencilerinin bu defilelerinden birkaçı belki de ileride sıkça adını duyacağımız bir markanın ilk defilesidir… Defile videosu, öğrencilerin moda fotoğrafları ve illüstrasyonlarını görebilmek için tıklayın. http://www.fashion.arts.ac.uk/2013/live/

“BİZ TASARIMCILAR, SEZON BOYUNCA BOŞUNA UĞRAŞIYORMUŞUZ MEĞER. BİR NESİL ÇIKIP KIRMIZI ELBİSEYİ BİR GÜN İÇİNDE DÜNYANIN EN ÇOK KONUŞULAN KONULARINDAN BİRİ HALİNE GETİREBİLİYORMUŞ.” Burçe Berkek

110

Seher Önemli - seher.onemli@commmag.com


Sokakta Olan Bit(mey)en

Bu yazımın genel provasını çok yaptım. Bir hayli güç, olan biteni sabır çerçevesinde yazıyla, dille anlatmak. Haziran ayını Avustralya’da aborijinlerle geçirmediyseniz etrafta olan bitenden az çok haberiniz vardır. Var var da gerçeklerden ne kadar haberimiz var? Bu konuda doğru bilgiyi, doğru kaynağı, doğru konuşanı, yanlışından ayırmak ve esası bulmak pirinç-taş misali bir hayli zor. Komplolar ve efsaneler zaten bu zamanlar için değil midir? İyisi mi kendi gözünüze kulağınıza güvenin bunun için de sokağa çıkın. Duvarları okuyun, insanları dinleyin, apolitik, hiçbir şeyden haberi olmayan, zamanını bilgisayar ve buzdolabı arasında geçiren y kuşağının o derin mizah anlayışına gülün. Mizah demişken “onca yıldır mizahtan para kazanıyorum sokaklardaki yazıları gördükçe kendimi caz efsanelerini izleyen düğün davulcusu gibi hissediyorum” diyen Kaan Sezyum sokağın mizahına kallavi bir methiyede bulunmuş. Gerçekten iddialı. Din, dil, ırk, cinsiyet, siyaset ve sınıfsal farklılıkları nedeniyle başka şartlarda asla yan yana göremeyeceğimiz bu insanlar spontane bir şekilde 3-5 ağacın canını korumak için Gezi’deydiler. Lakin Genco Gülan’ın “kendi başını yiyen kral” eserinin reeldeki karşılığı olan hükümetin “geri adım atmayacağını” ifade etmesi ile bu direniş alevlendi. Şehrin monokrom

havasından sıkılan bu iyimser insanların davası ağacı aştı. Dallandı budaklandı köklendi. Bu kökü iltihaplı ağacın dalları kolları çatırdaya çatırdaya nerdeyse tüm şehirleri sardı sarstı. Ne mi oldu? Tabii sahneye; biber gazı, portakal gazı, tazyikli kimyasallı sular, coplar, plastik mermiler, klavye mücahitleri ve kahramanlar(!) çıktı. Bu müthiş (!)performansın ayna yansıması ise şöyleydi; kırmızı elbiseli kız(Ceyda sungur- İstanbul Teknik Üniversitesi akademisyeni), Alman piyanist(David Martello),duran adam(Erdem Gündüz-Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi bale bölümü mezunu) ve koluna kan gruplarını yazan yüzlerce sadece İNSAN. Sokaktaki organik halkı ne kimyasallı sular ne de gazlar yıldırdı. Buna rağmen her yerde sadece mizah vardı. Yalın, anlaşılır, koyu, kıvrak ve zekice. Oğuz Aral’ın da dediği gibi ”mizah ciddi bir iştir, daha iyi bir muhalefet aracı bulamazsın.” Gerçekten de çok esaslı bir söz. Yıllardır hiçbir yerde göremediğimiz muhalefet birdenbire renkli kartonlarda, beton duvarlarda, yerlerde ve her gün yürüyüp geçtiğimiz sokaklarda can bulmuştu. Kabul etmeli ki sokak her gün daha da şaşırttı. İlerleyen günlerde biber gazıyla tadı kaçan ağızlarımıza buruk bir tat daha çalındı. Birçoğumuzun daha önce hiçbir tada benzetemediği soğuk bir tat. Failleri ayan, akıbetleri meç-

hul… Aliler, Ethemler, Abdullahlar, Mustafalar, Mehmetler… Geri dönüşü ve bedeli olmayan kayıplardı bunlar. Hepsi genç. Hepsi de hepimiz için biber gazının acı eşiği ile mukayese kaldıramayacak acılar oldu. Aralarında aynı şehirde yaşadığımız, aynı okul yolunu paylaştığımız, hemşerimiz, ev arkadaşımız, annesi komşu teyzemiz olan bu içimizden insanların, bu güzel çocukların sevenlerine sabır diliyor ve onları rahmetle anıyorum. Ezcümle meydanları ve farklı illerdeki gösterileri pencerelerinin perde arasından ve medyadan takip eden ,“35 ağaç için bu kadar hengameye gerek yoktu!” diyen canım insanım hoşgörünüzü ve limonunuzu çantanıza atıp sokağa çıkmak size, bize, hepimize iyi gelecek. Bu arada geçtiğimiz günlerde yaşanan acılara göğüs gererkenki en kuvvetli takat kaynağımız mizaha ithafen son zamanlar da izlediğimde keyif aldığım tek film olarak size yönetmenliği ve senaristliği -çok sevdiğim- Yüksel Aksu’ya ait bir film önermek isterim. En azından tüm bu olanların bir ağaç yüzünden olduğunu bile düşünüyorsanız olanların abartılmamış olduğunu göreceksiniz. “Entel köy Efe Köye karşı” bir ekoloji direnişi öyküsü . Belki de küçük bir köy dolusu insan umut oluyordur bana…

Seher Önemli - seher.onemli@commmag.com 111


Do-Re-Mi Do-Re-Mi Kazanacağız! “Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman, sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır.” -John Lennon John Lennon’un bu çok ünlü sözlerinin ne kadar doğru olduğunu Gezi Parkı eylemleri sırasında tecrübe etmiş bulunduk, hala da bulunuyoruz. Eylemler sırasında gördük ki, gerektiği zaman çok yaratıcı olan bir topluma sahibiz. Yaratıcılıklarını birçok yoldan gösteren bu güzel insanların yaratıcılığını en çok yansıttığı alanlardan biri de şarkılar oldu. Eylemler sırasında gerek cover olarak, gerek sıfırdan kısıtlı zamanda çok güzel işler çıkarıldı. Bu yıl ilk defa düzenlenen Gazdanadam Festivali gerçekleşti. Katılım bir hayli fazlaydı. Bulutsuzluk Özlemi, Kurtalan Ekspres, Cem Adrian, Güvenç Dağüstün gibi Türkiye’nin önemli sanatçılarının yanı sıra birçok müzik topluluğu sahne aldı. Şimdi gelelim Gezi Parkı eylemleri sırasında çıkan en iyi şarkılara. Elbette eylemler sırasında çıkan işlerin hepsi çok değerli, hepsi çok güzel. O yüzden bu sıralamanın ve seçilen şarkıların sembolik olduğunu, bu listede adı geçmeyen birçok sanatçının da bizlere ilham ve motivasyon sağladığını şimdiden hatırlatmam gerek. 10. Yavuzcan Çetin & Durmayan Orkestra - Diren Gezi Parkı

9. Rebel K. - Enjoy The Tear Gas (Depeche Mode cover)

112


8. Duvarın Arkasından - Uyanışa Gezi

7. Kim Sevmedi Seni Sayın Başkan Çocukken?

6. Boğaziçi Caz Korosu - Çapulcu Musun Vay Vay

5. Duman - Eyvallah

113


4. Bedük - It’s A Riot

3. New York’lu Çapulcular - Şimdi İstanbul’da Olmak

2. Ceyl’an Ertem - Bir Başka

1. Nazan Öncel & Çapulcu Orkestra - Güya

114

Emre Yener Namaz - yener.namaz@commmag.com


Hak ettiği değeri görmeyenlerin köşesi, Underrated.

Jim Noir

Everything Everything

The Style Council

Köken: İngiltere Tür: Folk, indie-pop Kimler sevebilir? The Beatles, Beach Boys sevenler. Dikkat çeken şarkıları: Eanie Meany, Car, Computer Song.

Köken: İngiltere. Tür: Indie, alternative rock. Üyeler: Jonathan Higgs, Jeremy Pritchard, Michael Spearman, Alex Robertshaw. Kimler sevebilir? Django Django, Bombay Bicycle Club sevenler. Dikkat çeken şarkıları: Cough Cough, Kemosabe, Photoshop Handsome.

Köken: İngiltere. Tür: New wave, pop rock, syntpop. Üyeler: Paul Weller, Mick Talbot, Dee C. Lee, Steve White. Kimler sevebilir? Duran Duran, Talking Heads, The Jam sevenler. Dikkat çeken şarkıları: Shout to the Top, Speak Like A Child, You’re the Best Thing.

Emre Yener Namaz - yener.namaz@commmag.com 115



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.