Comm. - Mart

Page 1




Mart’13

Basın Yayın

Haber Derlemesi____________________________________________08 Çok Satanlar________________________________________________18 Usta yazar Yaşar Kemal_______________________________________19 Erika Leonard James_________________________________________20 Kürk Mantolu Madonna’sı ile Sabahattin Ali_______________________21 Sansür Sonrası_____________________________________________22 Yeni Çıkanlar_______________________________________________23 Hakan GÜnday Röpörtajı______________________________________24 Tarihte Mart Ayı____________________________________________30 8 MART – Dünya Emekçi Kadınlar Günü___________________________32 Fotoğrafın Cesur Adımları: Semiha Es____________________________33 Pulitzer ödüllü oniki fotoğraf ve fotoğrafçıları_____________________35

Reklamın En Eğlenceli Hali Kampüste!__________________________104 Smit Summit ______________________________________________105

İletişim

İyi ki doğdun “Vine” !________________________________________106 Facebook Graph Search______________________________________107 Mozilla Popcorn Maker______________________________________108 Yeni Myspace______________________________________________109 SMS değil. MMS hiç değil. İşte bu: Whatsapp!_____________________110 Subway Surfers_____________________________________________111 Pixable: Your Photo Inbox_____________________________________112

Sinema-Televizyon

STV Haberleri_______________________________________________114 2. KUİRFEST________________________________________________118 GİZEMLİ KUTU: J. J. ABRAMS___________________________________131 Super Bowl________________________________________________40 Bir Film, Çok Müzik: Trainspotting______________________________135 Albeni-“Mükemmel Uyum”____________________________________47 Absürt Komedi Sularında Üç Dizi_______________________________137 “Üç Cihanda Dört Çeker”_____________________________________48 Vizyon Takvimi_____________________________________________140 Starbucks’tan Pazartesi Günlerini Sevdiren Kampanya______________49 #bimilyonneden__________________________________________50 Diet Coke’un Yakışıklısı: “He’s Back”_____________________________52 Ayı’n Kafası-Sanal Ortamda Kısmet İncelemesi____________________147 “Dijital Takvim”de 3. yıl_______________________________________55 Galiba-İstanbul’un Halleri_____________________________________148 “Konu Bira”________________________________________________56 Müzik Haberleri____________________________________________150 “Senden Daha Güzel”_________________________________________59 Grammy Ödülleri____________________________________________154 Don’t do the Harlem Shake!____________________________________61 Underrated-Ocean Colour Scene________________________________158 Yeni yönetim belli oldu________________________________________63 Vesaire-Uyar Sokağı_________________________________________159 Reklamın Nostaljik Hali_______________________________________64 Altmışların gökkuşağı: Hippiler________________________________160 PR Faaliyetleri Nedir? Ne değildir?______________________________65 The Beatles Hakkında 20 Bilinmeyen!___________________________170 “Pamukeller”______________________________________________66 60’lar Sinemasının Kültür Sentezi: Spaghetti Western_____________173 Lipton’dan “Çayımızın Ömrünü Uzatalım” Projesi____________________67 Altmış mı Altmış!___________________________________________178 Hürriyet Kırmızı 10. Yaşını Kutladı______________________________69 1960’lar Moda_____________________________________________181 Axe Apollo ile Cem Yılmaz Söyleşisi___________________________102 Mary Quant’ın Mini’k Armağanları______________________________184

Reklam

Lifestyle

İmtiyaz Sahibi Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü

Yazılım Rameş Aliyev

Proje Koordinatörü Anıl Nazım Çebi

Katkıda Bulunanlar Esen Özay, Göksu Özer, Sedef Oral, Armağan Abanuz, Aykut Coşkun, Aysun Yapıcıoğlu, Gamze Konakçı, Hasan Mert Kozbe, Irmak Dokuzcu, Emre Yener Namaz, Hakan Alper Yavaşçalı, Helin Görkem Akın, Seher Önemli, Ekin Çiftçi, Merve Kızılkaya, Ufuk Özkan

Genel Yayın Yönetmeni Canberk Ulusan Bölüm Editörleri Ahmet Sedat Tözün Alper Küçükbezirci İpek Kesici Yağmur Yarkent Tasarım Çetin Can Karaduman Halil Beydilli

4

Teşekkürler Hakan Günday, Saad Khan, Saadat Munir, Fatih Tüylüoğlu, Erol Nezih Orhon, Özgül Birsen (Radyo A), Tezcan Özkan Kutlu, Ömer Kutlu, Recep Murat Koca (Radyo A)

Reklam Pazarlama Gizem Aktuğ Tel: 0505 319 30 89 E-Posta: gizem.aktug@commmag.com

Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nde yayımlanan tüm yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu reklam verenlere aitti. Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nin içeriği, tamamen ya da bölümler halinde dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz. İçeriğin her hakkı saklıdır.

Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi MART 2013 – SAYI 01

Kapak Görseli Çetin Can Karaduman (2013)

Adres: Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü, Öğrenci Merkezi, Kat 3, İletişim Kulübü, 26470, Eskişehir E-Poste: info@commmag.com İnternet Sitesi: www.commmag.com Facebook: facebook.com/CommMag Twitter: twitter.com/commmagazine


Mart’13

Fütüristik ve yenilenmiş, bir okadar da teknolojik gözüksek de hâlâ dumanla haberleşiyoruz. Hem de dünden daha dumanlı bir şekilde! Milyonlarca gazete her yere is salmış, televizyon ise kendini kaynatırken su dumanı çıkarıyor. Telefonlar susmuyor, biz ise bu dumanlı havada birbirimizi görmeye çalışıyoruz. İşte tam da bu sebepten, Comm ailesi sizin için iletişimin duman dedektörü oluyor. Amacımız her şeyi değil, şu ileti karmaşası ile boğulan çağımızda size en iyilerini göstermek. Bu yüzden hazırız, buradayız, tam kıvamındayız. 5


Haber Derlemesi

Çin’de görüntülenen iki başlı yılan görenleri şaşkına çevirdi

Güney Afrika’nın kuzeyinde seli fırsat bilen 15 bin timsah çiftlikten kaçtı

Çin’de çiftçilik yapan bir adam tarlasında iki başlı bir yılan yakaladı. Yakalanan yılanın iki başlı ve kuyruksuz olduğu dikkat çekti. Kuyruk olması gereken kısmında da kafa olan yılanın başı da sonuda kafadan oluşmakta.

Güney Afrika’nın kuzeyindeki şiddetli yağışların ardından gelen seli fırsat bilen 15 bin timsah çiftlikten kaçtı. Çiftlik sahibinin damadı Zane Langman yaptığı açıklamada: “ Eti ve derisi için timsah besliyorum. Timsahlarımı boğulmaktan kurtarmak için kapıları açtım, sonra hepsi kaçtı” dedi.

Amerikan yerlilerinin atalarının 40 bin yıl önce Çin’de yaşadığı ortaya çıktı. Çin’in başkenti Pekin’deki Tianyuan Mağara’sında bulunan bir kemiğin DNA yapısını inceleyen Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü, genetik analizler sonucunda Amerikan yerlilerinin kökeninin Pekin’de 40 bin yıl önce yaşayan insan topluluklarına dayandığını tespit etti. Enstitü raporunda, Pekin’de yaşayan ilk modern insanların genetik yapı bakımından Avrupalılardan farklılaşmış olduğu kaydedildi. 6


Mart’13

Genetik uzmanı George Church Neandertalleri yeniden dünyaya getirebileceğini söyledi

Avrupa Parlamenter Meclisi Türkiye’de medya özgürlüğünün tam olmamasını eleştirdi

Harward Üniversitesi genetic uzmanı George Church binlerce yıl önce yaşamış ve nesli tükenmiş insan türü olan Neandertelleri yeniden dünyaya getirebileceğini öne sürdü. Steven Spielberg’in Jurassic Park’ta dinazorları canlandırmasına benzetilen proje için gönüllü bir kadın arayan Prof. Church, DNA’nın kök hücrelere yerleştirileceğini böylece insan embriyosu haline dönüşebileceğini belirtiyor.

Türkiye’de medya özgürlüğü ihlalleri konusunda son zamanlarda ulusal ve uluslararası basın kuruluşları tarafından dile getirilen endişeler Avrupa kurumlarının da gündemine taşındı.AKPM’nin İsveçli muhafazakar üyelerinden Mats Johansson tarafından kaleme alınan “Avrupa’da Medya Özgürlüğünün Durumu” başlıklı rapor ve beraberindeki karar metni Strasbourg’daki genel kurul oturumunda kabul edildi.Oy çoğunluğuyla kabul gören karar metninde medya özgürlüğü alanında birçok Avrupa ülkesine yönelik eleştiriler yer almakla birlikte, Rusya, Macaristan, Belarus, Gürcistan, Azerbaycan, Moldova ve Türkiye ön plana çıktı. Türkiye’de “siyasi görüşlerini ifade ettikleri ve dinamik bir demokraside gerekli siyasi tartışmaya katkıda bulundukları için” haklarında soruşturma açılmış, tutuklanmış veya cezaevindeki gazeteci sayısının “olağanüstü yüksek” olması AKPM açısından “şoke edici” olarak tanımlandı.

7


8

Dünya Vikipedi’de en çok ne okudu?

The Simpsons’a RTÜK ‘ten ceza

2012’de Vikipedi’de en çok okunan konuları araştıran bir çalışma, merak konularının ülkeden ülkeye büyük farklılık gösterdiğini söyledi. İngiltere’de en çok ‘‘ Facebook’’, Mısır’da en çok Osmanlı paşası Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile ilgili makale okuduğunu ortaya çıktı. Çok çeşitli konuların dikkat çektiği araştırmada Japonya’da porno yıldızlarının isimleri ön sırada yer alırken Hollanda listesinde Çin’deki Hua Shan dağındaki ‘‘dünyanın en tehlikeli yürüyüş güzergahı’’ ilk sırayı aldı. Araştırmanın sonuçları, İsveçli bilgisayar programcısı Johan Gunnarson’un Viki-trendleri projesi kapsamında yayınlandı. İsveç’te en fazla bakılan başlık ise ‘‘İsveç’’ oldu.

Radyo Televizyon Üst Kurulu dünyanın pek çok ülkesinde yayımlanan Simpsons adlı çizgi diziye 52 bin 951 TL ceza kesti. ‘‘ Bizim korumak istediğimiz çocuklardı. Bu çerçevede müeyyide uygulanmıştır.’’ diyen RTÜK Başkanı Davut Dursun bu konuda şunları kaydetti: ‘‘RTÜK olarak Simpsonlara ceza vermiş değiliz. Bunu yayınlayan kuruluşa müeyyide uyguluyoruz. İlgili kuruma müeyyide uygulamamız RTÜK’ün Tanrı’yı koruma refleksinden kaynaklanan bir şey değil. Küçükleri korumaya yönelik bir müeyyide uygulanmıştır. Zira söz konusu yayının öldürülme, kan, cinayet, öldürmeye teşvikten, bir mizah çerçevesinde söylenmiş olsa bile, çocukların izleyebileceği bir saatte çocukların üzerinde olumsuz etkide bulunacağı kaygısından hareket edilmiştir.” İran’da da, yayımlanan bağımsız Şark gazetesinin haberine göre, Çocuk ve Genç Yetişkinlerin Entelektüel Gelişimi Enstitüsü, Batı kültürünün teşvik edilmesini önlemek için Barbie bebeklerini yasaklama kararı aldı. Simpsonların da kaldırıldığı İran’da Enstitü yetkilisi Muhammed Hüseyin Farju çizgi dizinin kara listeye neden alındığını açıklamadı; ancak genital bölgeleri belirgin oyuncakların yasaklı olduğunu belirtti. İran’da geçen ay polis onlarca mağazayı Barbie bebekleri sattığı için kapatmıştı.


Mart’13

Felsefe öğretmenine açılan ateizm soruşturması

Kitap Kış Günleri ile kitap fuarı okuyucunun ayağına geliyor

İstanbul’da bir lisede felsefe öğretmenliği yapan Adnan Marangoz hakkında ’‘ tevhit inancımıza aykırı bilgiler vermek ateizmgibi konulardan bahsederek çocuklarımızın kafasını bulandırmak’’ suçlamalarıyla soruşturma açıldı. ‘‘ Sokrates’in de başına aynı şey gelmişti. İronik bir durum.’’ diyen Marangoz, “Üstünde tartışılması gereken kamuyu ilgilendiren bu türden suçlamayı milli eğitimin kabul etmesidir. Bir konu hakkında somut suçlama,kuvvetli delil olursa soruşturma açılır. İran’da bile böyle şey yapılmaz. Komik ve ilginç bir suçlama. Laik ülkede yaşıyoruz.” Diye konuştu. Aynı okulda daha önce Van depreminin ardında nakil gelen öğrenciler “Ahmet Kaya dinliyor” diye ayrımcılığa maruz kalmış ve okul değiştirmek zorunda bırakılmışlardı.

Online kitap satış sitesi ilknokta.com, 5. Kitap Kış Günleri ile kitap fuarlarını okuyucunun ayağına getirdi. Her dönem ilgi gösterdiği kitap fuarlarına ulaşamayan kitap severler için alternatif bir kitap fuarı düzenlendi. Şubat ayında gerçekleşen 5. Kış Kitap Günleri, okuyucularına yüzlerce yayınevinin katılımıyla % 80’e varan indirimler, her alışverişe hediye kitap gibi çeşitli fırsatlar sundu. Can Dündar, Murathan Mungan, Murat Menteş gibi önemli yazarların imzalı kitaplarının satışa sunulduğu Kış Kitap Günleri, özel indirimli setleriyle de dikkat çekti. Kış Kitap Günleri’ne özel, J.R.R Tolkien, Ahmet Ümit, Taht Oyunları, Kral Katili Güncesi, Açlık Oyunları, Sherlock Holmes setleri başta olmak üzere onlarca kampanyalı set okuyucuyla buluştu.

9


Türkiye’nin ilk eğitsel arama motoru açıldı Sadece eğitim dünyası ile ilgili sonuçların bulunabileceği, sakıncalı içeriği filtreleyen, kapsamlı özellikleri ile sınıf seviyesinde arama yapabilen Türkiye’nin ilk eğitsel arama motoru www.egitim.com kullanıma açıldı. Eğitimin öncü markası Sebit’in yeni projesi Eğitsel Arama Motoru eğitim.com, eğitim dünyasına birçok ilki bir arada sunuyor. İnternette arama yaparken bilgi kirliliği içerisinde sakıncalı sitelerle savaşmak zorunda kalan eğitmen, öğrenci ve veliler artık sadece eğitsel ve güvenli sonuçlara ulaşabiliyorlar. egitim. com gelişmiş kriterleri ve hedef odaklılık özellikleriyle Türkiye ‘nin ilk ve tek eğitsel arama motoru.

Mickey Mouse’a ölüm! Suudi Arabistan da bir din adamı olan Şeyh Muhammed Munajid in mickey mouse ile ilgili yaptığı açıklama batı dünyasını şaşırttı. Farelerin şeytanın askerleri olduğunu ileri süren Munajid bu sebepten ötürü Mıckey Mouse’un ölmesini savunarak aynı sebep ile Tom& Jerry aslı çizgi film karakterlerinin de ölümünü istedi. Şeyh Muhammed Munajid, “Fare şeytanın askerlerinden biridir. Onun tarafından yönlendirilir. Bir fare bir tenceredeki yemeğedokunur ise onu dökmek gerekir. Sıvı gıdalarda da aynı durum geçerli.” dedi.

Üniversite Tesisleri nde içki yasağı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) üniversitelerdeki içki satış yasağının içeriğini genişleterek üniversitelerin ülke genelindeki tesislerinde de içki satışını engelledi. Yeni Düzenlemeye göre üniversitelerin dinlenme ve sosyal tesislerinde içki satışı yapılamayacak. Üniversite içindeki içki yasağına YÖK’ün Ağustos 2012 tarihli “yerleşke içindeki restoranları” kapsayan kararının ardından TAPDK tarafından alkol yasağı için “eğitim ve öğretim kurumu” ifadesinin “doğrudan hizmetin verildiği mekânlar ve/veya açık alanlar ile müstakil olarak bu hizmetin verildiği yapılar, yapıların eklentileri ve bahçeleri şeklinde anlaşılması gerektiğini” bildirdi. Böylece bu durumdan sadece öğrenciler değil aynı zamanda akademisyenlerde etkilenmiş oldu. 10


Mart’13

Doktora Tezinde İntihal Yaptığı İddia Edilen Almanya Eğitim Bakanı Annette Schavan İstifa Etti 7 yıldır sürdürdüğü Eğitim Bakanlığı görevinden iddialar yüzünden istifa eden Annette Schavan İddiaları kabul etmediğini ve ortaya atılan iddiaların bakanlığına, partisine ve federal hükümete zarar verebileceği düşüncesiyle istifa kararı aldığını, hakkını yargıda arayacağını söyledi. Annette Schavan istifa sonrasında milletvekilliği görevini sürdürmeyi planlıyor. Schavan’ın istifasını üzülerek kabul ettiğini söyleyen Merkel, Schavan’ın çalışmalarından bahsedip onun “toplum yararını her zaman için kişisel amaçlarının üzerinde tuttuğunu” söyledi. Schavan’ın yerine ise aşağı Saksonya Eyaleti’nin son eğitim bakanı Johanna Wanka’yı getirildi.

Kutu’dan temiz hava solunumu. Çin’de çevreciliği ile dikkat çeken iş adamı Chen Guangbiao Pekin de hava kirliliği anormal sınırları aşmaya başlayınca teneke kutularda temiz hava satışı yapmaya başladı. Kutuların içerindeki hava ise Tibet, Tayvan gibi ülkerin yanı sıra uzun yürüyüşler sonrasında varılan Yan Şehirlerden geliyor. Bu kutular ülkede 5 yüen (yaklaşık 1,4 tl.). satılırken, Guangbiao , “Satış yapıp yapmayacağım hiç önemli değil. Önemli olan toplumda bir çevre bilinci uyandırmak için yapmış olduğum harcamadır.” Diyor. Ayrıca doğasever iş adamı geçenlerde de 5 bin araba kullanımı azaltılsın diye 5 bin bisiklet de dağıtmıştı.

11


Fransa’dan eşcinsel evliliğe evet. Avrupa’da 10 ülkede yasalarla güvence altına alınan eşcinsel evlilik, bir süredir tartışma konusu olan Fransa’da parlamento’nun alt kanadı olan Ulusal Meclis tarafından kabul edildi. Fransa’da geniş kamuoyunda tartışma konusu olan yasa tasarısının birinci maddesi, parlamentoda çoğunluğun sağladığı ‘’evet’’ oyu doğrultusunda kabul edilmişti. Muhalefetin tasarıyı engellemek için sunduğu değişiklik önergelerine rağmen birinci maddeye “evlilik, iki farklı cinsiyet ve iki aynı cinsiyet arasında gerçekleşebilir” ifadesi yerleştirildi. Fransa’da yapılan kamuoyu araştırmalarında eşcinsel evliliğe destek verenlerin oranının yüksek çıkması, yapılan destek mitingleri, sol görüşlü siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin desteğiyle birlikte meclis oylaması biten yasa tasarısı senato oylamasından da geçip karara bağlanacak.

Avustralya Aborjinleri Ülkenin ilk sakinleri olarak tanıdı. Avustralya Parlementosu nda oy birliğiyle kabul edilen yasa yerlilerinin aynı zamanda anayasa da da tanımlanması için önemli bir adım olarak görülüyor. Yasa nın içeriği konusunda Avustralya başbakanı Julio Gillard Avustralya yerli halkının yerel kültürünün koruma altına alınması gerektiğini vurgularken, muhalefetin de iktidar ın görüşünü savunup ve hatta bu konuda geç kalınmış olduğunu belirtmesi bir fikir birliğine yol açıyor.

12


Mart’13

The Economist’in son zamanlar Türkiye’si. THY nın kabin ekibi için tasarlanan yeni kıyafetleri ve uçakta içki servisi nin kaldırılmasına yönelik tartışmalarının ülke gündeminde geniş bir yer tuttuktan sonra uluslar arası medyada da yerini aldı. The economist gazetesi THY nın çalışanları için tasarladığı kıyafetleri kullanışsız olarak değerlendirirken, THY nın altısı hariç diğer iç uçuslarda alkollü servisinin kaldırmasını olaya bir hareket getirdiği görüşünde.

En iyi belgeseller Madrid’de buluştu Son dönemde Türkiye’de yapılmış en iyi belgesellerden oluşan bir seçki, Documentarist işbirliğiyle Madrid’de seyirciyle buluştu. Etkinlik bu sene konuk ülke olarak Türkiye’ye özel yer ayrılan ARCO 2013 ’e paralel olarak gerçekleşti. Madrid’te düzenlenen ARCO 2013’e paralel olarak gerçekleştirilen “Türkiye Belgeselleri” etkinliğinde 2000’li yıllarda en çok öne çıkan, ulusal ve uluslararası festivallerde başarı elde etmiş belgesellerden 13 filmlik bir seçki sunuluyor.

Türkiye’de ateistlerin %13’ü ateist ailelerde büyümüş, % 72’si üniversite mezunu Uluslararası Ateist Birliği (Atheist Alliance International) dünyada kaç ateist olduğunu ve bu kişilerin demografik yapısını belirlemek için atheistcensus.com adresinde bir anket düzenliyor. 16 Aralık 2012’de başlayan ankete bir buçuk ayda dünya çapında 176 bin ateist katıldı. Türkiye, ankete en çok katılım sağlayan dördüncü ülke oldu. Türkiye’den 10.600 ateistin verdiği bilgiler, Türkiye’deki ateistlerle ilgili en geniş veritabanının oluşmasını sağladı. Bu bilgiler arasında en dikkat çekeni, Türkiye’deki Ateistlerin yüzde 84’ünün Müslüman ailelerde yetişmiş olması. Yalnızca yüzde 13’lük bir kısım dinsiz ailelerde büyümüş.

13


İspanya’da öğrenciler sokaklarda

İngiltere, eşcinsel evliliği yasallaştırdı İngiltere, eşcinsellerin resmi nikahla evlenmesini sağlayan yasayı parlamentoda kabul etti. İktidardaki Muhafazakar Parti’nin de desteklediği yasa tasarısı 175’e karşı 400 oyla kabul edildi. Muhafazakar Partili 140’a yakın milletvekilinin de karşı oy kullandığı belirtiliyor. İngiltere’de eşitlik konusunda alınan ‘tarihi bir karar’ olarak nitelendirilen yeni yasaya, Başbakan David Cameron da destek vermesine rağmen partisinden birçok milletvekilinin karşı olduğu söyleniyor. Başbakan Cameron, oylamanın yapılmasından önce yaptığı açıklamada, evliliğin hangi biçimde olursa olsun toplumu güçlendirici bir unsur olduğunu kaydetmişti.

14

Başbakan Mariano Rajoy’un kamu eğitiminde yaptığı kesintilere tepki olarak İspanya’nın yaklaşık 100 şehrinde öğrenciler sokağa çıktı. Öğrenciler Sendikası (SE) tarafından ilan edilen üç günlük grevin ikinci gününde sokakları dolduran öğrenciler, Eğitim Bakanı Jose Ignacio Wert’in yasasına karşı tüm halkı sokağa çağırdı. Ülke genelinde eyleme 1 milyon 600 bin öğrencinin katıldığını açıklayan SE, özellikle Madrid ve Valencia’da eylemlerin kitlesel olduğunu, Endülüs, Extremadura ve Aragon’da halkın eyleme yoğun destek verdiğini bildirdi. Ülke genelinde yapılan eylemlerin ortak sloganı Wert’in istifa etmesi yönünde.

Öğrenciler, attıkları sloganlarda eğitim politikalarının kamu eğitimini harabeye çevirdiğini vurguluyor.


Mart’13

Koca ayağın varlığı ispatlandı Bugüne kadar bir efsane olarak dilden dile dolaşan ‘Koca Ayak’ konusunda önemli bir iddia ortaya atıldı. Bir grup bilim insanı koca ayağın varlığını ispat edecek DNA bilgilerin ulaştığını açıkladı.Denovo Journal of Science dergisinde yayımlanan bir makalede bir grup bilim insanının Koca Ayak’ın varlığını ispat edecek kanıtlara ulaştıkları belirtildi. Araştırmacılar bundan 13 bin yıl önce Koca Ayak’ın Kuzey Amerika’da yaşadığına dair DNA bilgilerine ulaştıklarını iddia etti.Bilim insanlarının teorisine göre Koca Ayak yaratığı modern insan Homo Sapiens’in çapraz bir karışımından ortaya çıkmış bir canlı. DNA Diagnostics’ten Dr. Melba S. Ketchum ve arkadaşları çalışmalarında 111 örneği inceledi. Sasquatch olarak adlandırılan canlının saç, deri ve diğer doku örnekleri analiz edildi. Çalışmaya ABD’nin 14 eyaletinde ve Kanada’nın iki bölgesinde 34 değişik insanımsı örnekler alındı. Uzmanlar 20 tam ve 10 parçalı mitokondriyal genomları sıraladı. Bunların yanı sıra üç tam nükleer genomu sıraladılar. Ketchum Redorbit’e yaptığı açıklamada “Kuzey Amerika’da kesinlikle insanımsı bir yaratığın varlığını ispat ettik. Açıkça insana ait olmayan saç iki laboratuvarda iki değişik teknikle incelendi. Yaptığımız incelemede örneklerin Homo ailesine ait olduğu belirlendi” dedi.

Kadınlar şiddete dansla hayır dedi Kadınlar, 14 Şubat Sevgililer Günü’nü ayaklanma gününe çevirdi. Kadına yönelik şiddete dikkat çekmeyi amaç edinen V-Day hareketinin dünya çapında yürüttüğü ‘One Billion Rising / Bir milyar ayaklanıyor’ kampanyasına Türkiye’nin dört bir yanından da kitlesel katılımlar oldu. MeydanlarI dolduran 7’den 70’e her yaştan kadın dans etti, şarkılar söyledi, şiddete karşı sloganlar attı.

15


Sahibini en güzel öpen köpek 14 Şubat Sevgililer Günü’nde ABD’nin Portland kentindeki bir alışveriş merkezinde ‘’Sahibibi En Güzel Öpen Köpek ‘’ adlı bir yarışma düzenlendi. Sahibini tam 45.8 saniye boyunca aralıksız öpüp yalayan Yorkshire terrier cinsi Beau birinci oldu. Geçen yılında şampiyonu olan 12 yaşındaki Beau’nun sahibi Linda Walton yarışma için özel antrenman yapmadıklarını belirtirken, Beau’nun birincilik ödülü 75 dolarlık yiyecek ve köpek malzemeleri oldu.

Edip Cansever’e sansür Edip Cansever’in Masa da Masaymış Ha adlı şiiri, 12. sınıflarda okutulan ders kitabından sansürlendi. Daha önce de Yunus Emre Kaygusuz Abdal gibi şairlerin eserlerinin maruz kaldığı sansür bu seferde Edip Cansever’e uygulandı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitabı olarak okuttuğu Ekoyay Yayınevi, basımında Edip Cansever’in şiirindeki “Bir bira içmek istiyordu kaç gündür/Masaya biranın dökülüşünü koydu” dizeleri sansürlenerek yerine “…” konuldu. 16

Amsterdam’da yerli ve yabancıları tarif eden kelimeleri artık kullanılmayacak Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da belediye yönetimi, belge ve kayıtlarında bundan sonra, yabancı anlamına gelen “allochtoon” ile yerlileri tarif eden “autochtoon” kelimelerinin kullanılmaması kararı aldı. İşçi Partisi’nin (PvdA) önerisi üzerine belediyenin aldığı karara göre, memurlar artık şehirde yaşayan göçmenler için “yabancı kökenli Amsterdamlı” ibaresini kullanacak. Amsterdam Belediye Meclisi’ndeki en büyük gruba sahip İşçi Partisi, kentte iki grup arasındaki farklılıkları artırdığı gerekçesiyle “allochtoon” ve “autochtoon” tanımlamalarının kaldırılması yönünde kısa süre önce öneride bulunmuştu. “Şehirde yaşayan herkesin Amsterdamlı olduğunu” belirten Belediye Başkan Yardımcısı Andree van Es’in sözcüsü, “Faslı Amsterdamlı” ya da “Türk Amsterdamlı” gibi terimlerin kullanılmasının daha yerinde olacağını söyledi.


Mart’13

Dünyada her gün 38 bin kız çocuğu evlendiriliyor Çocuk yaşta evlilikler sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde kanayan bir yara. Dünyada her yıl 14 milyon kız çocuğu evlendiriliyor. Bu sayı günde 38 bin kız çocuğunun çocukluklarını yaşayamadan kendi iradeleri dışında aile hayatına adım atmaları anlamına geliyor. Sabancı Vakfı’nın ev sahipliğinde şubat ayında başlayan ve 3 gün süren çalıştay: ‘‘Çocuk evliliklerine beraber son verebiliriz.’’ Diyen 24 ülkeden 49 sivil toplum kuruluşunu bir araya getirdi. Projenin temmuz ayında sonlanacağı biliniyor.

17


Çok Satanlar

E. L. James

Kürk Mantolu Madonna

Beynine Format At

Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni

Grinin Elli Tonu

M. Barış Muslu

Nazım Hikmet

Bir Dilekle Başladı Her Şey Debbie Macamber

18

Efsane

Hobbit

Birand

İskender Pala

J.R.R Tolkien

Can Dündar

Çıplak Deniz Çıplak Ada

Karanlığın Elli Tonu E. L. James

Şeker Portakalı

Yaşar Kemal

Özgürlüğün Elli Tonu E. L. James

Fareler ve İnsanlar

Yağmur Kesiği

Yedinci Gün

Baba, Oğul ve Kutsal Roma

Sabahattin Ali

John Steinbeck

Kerbela

Sinan Yağmur

Uğur Yücel

İhsan Oktay Anar

Nar Ağacı Nazan Bekiroğlu

İçimden Geçen Zaman Güldal Mumcu

Jose Mauro De Vasconcelos

Murat Gülsoy

Doğu’dan Uzakta Amin Maalouf


Mart’13

Usta yazar Yaşar Kemal

Usta yazar Yaşar Kemal’in, Bir Ada Hikayesi adlı dörtlemesinin Çıplak Deniz Çıplak Ada adlı son kitabı okuyucularla buluştu. Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana adlı romanıyla başlayan Karıncanın Su İçtiği ve Tanyeri Horozları adlı kitaplarıyla devam eden serinin son kitabı da Çıplak Deniz Çıplak Ada oldu.

Dörtlünün bu son romanınYazarın son kitabı çıkar çıkmaz büyük bir yankı uyandırdı da geçmişin yaraları kabuk ve kitapçıların çok satanlar tutmuş ama izleri kalmıştır. Ağa kısmında yerini aldı. efendi ile Melek Hatun, Poyraz ile Zehra, Ali Hüseyin ile NesiBir Ada Hikayesi’nde savaşlar- be muradına erecektir; dan sürgünlerden arta kalan Lena Ana’nın hasretle yollarını insanların, Yunanistan’a beklediği kayıp oğlu da geri gönderilen Rumların boşlattığı dönecektir. Ancak balıkçıların adada yeni bir yaşam kurma ça- reisi Hıristo’nun başına beklenbalarından bahsediliyor. medik bir olay gelir…

19


Erika Leonard James

Erika Leonard James, Grinin Elli Tonu (Fifty Shades of Grey) , Özgürlüğün Elli Tonu (Fifty Shades Freed) ve Karanlığın Elli Tonu (Fifty Shades Darker) adlı kitapların sahibi olan İngiliz asıllı yazar. Son zamanlarda Edebiyat camiasının en başarılı isimlerinden bir tanesi olarak gösteriliyor. Dünyayı kasıp kavuran Grinin Elli Tonu Türkiye’de de çok rağbet görüyor. Kitabın çok okunma sebeplerinden bir tanesi de aynı zamanda e-kitap olarak bulunması olabilir. E.L.James’in Alacakaranlık’ı (Twilight) model olarak aldığı biliniyor ve kitabın bazı yerlerinde Alacaranlık serisinden izlere rastlanıyor. Belirli bir kesim tarafından ne kadar eleştirilse de dünya genelinde en çok satanlar listesine giren roman, koyu renkli bir kartonun üzerine çizilmiş kravat 20

resimli kapağıyla her üç kişiden birinin elinde. E.L.James, Grinin Elli Tonu, Özgürlüğün Elli Tonu ve Karanlığın Elli Tonu adlı üçlemesiyle Time Dergisi tarafından Dünyanın En Etkili 100 kişisinden biri oldu ve bununla da kalmadı Grinin Elli Tonu adlı kitabı İngiltere’de yılın kitabı seçildi. Tüm dünyada, sosyal medyada büyük beğeni toplayan bu sürükleyici, ateşli aşk hikayesi tüm eleştirilere rağmen insanları çok etkilemiş gözüküyor. ‘‘Romantik, özgürleştirici ve kesinlikle bağımlılık yaratıcı... Bu roman dengenizi sarsacak, sizi ele geçirecek ve ebediyen sizinle kalacak. Edebiyat öğrencisi olan Ana Steele, genç girişimci Christian Grey’le röportaj yapmaya gittiğinde son derece çekici, zeki ve sinir bozucu bir

adamla karşılaşır. Toy ve masum Ana, bu adama duyduğu arzu karşısında şaşkına döner ve adamın gizemli doğasına rağmen ona yakınlaşma arzusuyla yanıp tutuşur. Ana’nın güzelliği, zekâsı ve özgür ruhuna direnemeyen Grey de onu istediğini kabul eder, ancak şartları vardır... Grey’in sıra dışı erotik istekleri karşısında şoka uğrayan ama bir yandan da heyecana kapılan Ana tereddüde düşer. Büyük başarısına rağmen -çokuluslu şirketleri, uçsuz bucaksız serveti ve sevgi dolu bir ailesi vardır- Grey şehvete esir olmuş ve hükmetme hırsı olan bir adamdır. Çift, cüretkâr ve tutkulu bir fiziksel ilişkiye yelken açarken, Ana, Christian’ın karanlık sırlarını ve kendi gizli arzularını keşfeder.’’


Mart’13

Kürk Mantolu Madonna’sı ile Sabahattin Ali

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı Türk modern edebiyatının yadsınamaz klasiklerinden. Hala çok talep gören kitaplar arasında olmasının yanısıra YKY geçtiğimiz aylarda kitabın 70. yılını kutlamak amacıyla yeni bir baskısını yaptı. İki Kısımdan oluşan kitabın ilk bölümünde anlatıcının roman kahramanı olan Raif Bey’le iş dolayıysa tanışması, kendine has bir tavrı olan Raif Bey’in insanlarla mesafeli ilişkisini ve çekingenliğini merak etmesiyle başlar. Sonrasında anlatıcı çeşitli tesadü-

flerle yakınlaştığı Raif Bey’in bulduğu not defteri sayesinde çok farklı bir hayat ile karşılaşır. Not defteri ile açılan ikinci kısımda Raif Bey’in Kürk Mantolu Madonna’sına olan benzersiz aşkına ve hayatına dair çarpıcı dönüm noktalarına şahitlik ederiz. Yapılan eleştirilere göre kitabın içinde herkesin kendine dair bir şeylere rastlaması tesadüfi olmasa gerek, çünkü insanların eksiltilen, abartılan veya gizlenen her yönüne bir mercek ile eğilir Sabahattin Ali. Hala bu denli tercih ediliyor ol-

masını ve insanların romanlarda her daim kendini bulmasını da bu sebeplere bağlayabiliriz. Ayrıca Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna dışında 2 romana, 10 öykü kitabına, 7 çeviriye, 2 şiir kitabına, 1 oyuna ve 4 derlemeye sahiptir. Ayrıca şiirlerinden bir kısmı Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya ve Edip Akbayram tarafından bestelenmiştir.

21


Sansür sonrası

Geçtiğimiz aylarda Milli Eğitim Bakanlığının önerdiği 100 temel eser içerisinde olmasına rağmen bir velinin “Türk örf ve adetlerine uygun olmadığı.” İddiası ile kitabı derste ödev veren öğretmen hakkında soruşturma açılması ve ardından kitabın sansürlenmesi olayı insanların dikkatini çekmişe benziyor. Olayın yankıları sürerken aynı şekilde Nobel Edebiyat ödüllü yazar Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar.’’ Romanının da İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından sakıncalı bulunması her iki kitabı da çok satanlar listesine taşıdı. 22

Öte yandan Muzaffer İzgü’nün “Zıkkımın Kökü.” adlı kitabının incelemeye alınması, 4. sınıf lise öğrencilerinin Edebiyat kitaplarında Edip Cansever’in ‘’Masa da Masaymış Ha.’’ adlı şiirinin sansüre uğraması ve yine bir velinin Amin Maalouf ’un ‘Semerkant.’ İsimli kitabının “ İslamiyeti aşağıladığını ve müstehcen olduğunu.” İddia etmesi üzerine kitabı öneren tarih öğretmenine soruşturma açılmasının da insanların dikkatini ne ölçüde çekeceği merak konusu.


Mart’13

Yeni Çıkanlar

Düğümlere Üfleyen Kadınlar

Kürk Mantolu Madonna

Marc Levy

İlk Gün

Karışık Kaset

Ece Temelkuran

Uygar Şirin

Mutfak

Nisyan

Murathan Mungan

Murat Gülsoy

Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü

Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer Laurent Gounelle

Sessizliğin Gürültüsü Juli Zeh

Tekinsiz Hikayeler

Karanlıktakiler Kathleen Peacock

Hitler Almanyası Jane Caplan

Sabahattin Ali

Aimee Bender

Aimee Bender

23


Hakan Günday

2002 yılında Zargana isimli kitabıyla edebiyat dünyasına, K üslubuyla gerekse felsefesiyle dikkat çeken Rodos doğumlu ya mütevazılığı hiç elden bırakmadı. Biz de bundan cesaret alara


Kinyas ve Kayrası ile de hayatımıza girdi. Eserlerinde gerek azar. Hakan Günday, edebiyatı sınıflandırmaya hep karşıydı ve ak kendisine merak ettiğimiz ne varsa sorduk.


tayı da bu açıdan değerlendirmem mümkün değil. Sadece hikâyeler, anlatılmış olanlar ve anlatılacak olanlar, başka da bir şey umurumda değil. Felsefenin hayatınızın bir parçası olduğu aşikâr. Kitaplarınızda nihilizmin etkileri fark ediliyor ve bazı okurlarınız sizi Türkiye’de nihilizmin en önemli temsilcisi olarak görüyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Kitaplarınızda konularınızı genelde hayatın kötü yönlerini göstermek üzerine seçiyorsunuz. Fark edilmeyeni fark ettirmek görmezden gelineni göstermek istiyor gibisiniz. Bunun özel bir sebebi var mı?

Bence nihilizm, herhangi bir temsilciye sahip olamayacak kadar karmaşık ve değişken bir düşünce düzeneği. Nereye döküldüğü belli olmayan bir nehirde ilerlemek gibi. Hatta belki de ilerlemenin ilk şartı, nehrin nereye döküldüğünü önemsememek.

Ben, işlerin nasıl yolunda gittiğiyle değil, nasıl raydan çıktığıyla ilgileniyorum. Bu da, ister istemez hayatın pek de ışık düşmeyen taraflarına ilişkin hikâyelere yönelmeme neden oluyor. Ayrıca bütün bunları da hayatın kötü yönleri olarak değil, hayatın herhangi bir parçası olarak görüyorum. Yazmaya başlarken neyi hayal etmiştiniz? Neyi amaçladınız ve şuanda istediğinizi verdiğinize inanıyor musunuz? Yazmaya başlarken, bir hikâye anlatmaktan başka hayal ettiğim ya da amaçladığım hiçbir şey yoktu. Dolayısıyla geldiğim nok26

Kinyas ve Kayra (2000)


Mart’13

Louis Ferdinand Céline çok okuduğunuzu hatta belki idol olarak aldığınızı biliyoruz. ‘‘Gecenin Sonuna Yolculuk’’ kitabını daha 14 yaşındayken okuduğunuzu ve bu kitap için ‘‘kutsal kitabım’’ dediğinizi duyduk. Céline sizi hangi yönleriyle bu kadar etkiledi ve kitaplarınızda etkilerini görebilir miyiz bu durumun? Céline, sadece bir hikâye anlatıcısı değil. Aynı zamanda büyük bir üslup üstadı, bir dil zanaatkârı. Ve belki de beni en çok etkileyen tarafı bu: Yazdığı ne varsa, ana karakterin daima üslubu olması. Son romanınızda Oğuz Atay tutkunu bir tutunamayandan bahsediyorsunuz ve ‘‘ Oğuz Atay böyle romanlar yazdıysa biz Türkçe ile her şeyi yapabiliriz. ’’demişsiniz. Oğuz Atay hakkındaki düşüncelerinizi tam olarak sorabilir miyim? Ve tabi bu Oğuz Atay tutkunuzun özel bir sebebi var mı? Oğuz Atay, okuma-yazmayı boşuna öğrendiğini düşünen birinin bile bütün fikrini değiştirebilecek kadar etkili metinlerin sahibi. Türkçenin geçirdiği evrime ve düşünce anlatımına öylesine hakim ki, romanları ya da öyküleri, okurun gözünü alamadığı birer gösteri. Benim açımdansa çağlayan gibi bir ilham kaynağı.

Romanlarınızdaki karakterleri seçerken kendinizi mi göz önünde bulunduruyorsunuz? Karakterleriniz sizinle örtüşüyor mu? Karakterleri mutlaka hikâyeye hizmet edecek biçimde seçmem gerekiyor. Benimle örtüşecek tarafları olması ancak bir tesadüf olur.

Başarıyı elde etmek için hangi doğru şeyleri yaptığınıza inanıyorsunuz ki bugün buradasınız? Eğer ortada bir başarı varsa –ki bu konuda hayli şüphem var- bunun sebebi, kendime patron olarak sadece anlattığım hikayeleri seçmiş olmamdır herhalde.

Piç (2003)

27


Aynı zamanda 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde Dot ekibiyle beraber Malafa’yı oyunlaştırdınız. Bu konuda neler düşünüyorsunuz, neler hissettiniz? Mürekkep ve kağıdı bırakıp hareket ve sesle bir hikaye anlatmak, tiyatro gibi kadim bir sanat disiplininin parçası olmak ve bütün bunları DOT gibi olağanüstü bir ekiple gerçekleştirmek, benim için büyük bir tecrübe ve çok önemsediğim bir öğrenme süreciydi. Oyunlaştırılması düşünülen başka kitabınız var mı ? Şimdilik yok.

Azil (2007)

‘‘ Kolay değildir yalnızlık. Öğrenilmesi gerekir. ’’ demiştiniz Kinyas ve Kayra’da. Hiç yalnız kalmak istediğiniz ya da yalnızlıktan sıkıldığınız zamanlar oldu mu ? Olmaz mı! Piç’in beyazperdeye aktarılacağını biliyoruz. Bu konuda ‘‘ Benim için kitabın ruhunun muhafaza edilmesi en önemli unsurdur.’’ Demişsiniz. Peki siz okuyucuların kitabı okuduklarında aldıkları tadı izlerken de alabileceklerini düşünüyor musunuz? Herkes bir kitabı kendine göre okur. Dolayısıyla bu konuda bir genelleme yapmak mümkün değil bence. 28

Türkiye ‘de yeraltı edebiyatı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Herhangi bir metnin yer altı ya da başka terimler altında sınıflandırılmasını sadece ticaretin bir gereği olarak gördüğüm için konuyla ilgilenmiyorum.


Mart’13

Bir metnin nereden okunduğunun zerre kadar önemi yok. Önemli olan tek şey, okunanın ne olduğu. Son olarak sosyal medya da hiçbir hesabınız yok. Bunun özel bir nedeni var mı? Hayır, sadece ilgimi çekmiyor, o kadar.

Az (2011)

Sizce bir yazarın eserinde konu mu yoksa konunun nasıl anlatıldığı mı önemlidir? Céline der ki: “Hikaye mi istiyorsunuz? Acil servislere, karakollara gidin, oralarda istemediğiniz kadar var. Aslolan üsluptur. Sadece üslup.” Ve ben de bir yazarın ancak üslup üzerinde yoğunlaştığı takdirde kendini gerçekten geliştirebileceğini düşünüyorum. Teknoloji ilerledikçe basılı kitap sayısı azalıyor. E-kitapların kullanımı yaygınlaşıyor. Fakat selüloz tutkusu denen de bir durum var. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

29


Tarihte

MART

01

02

03

1 Mart 1810: Ünlü besteci Frédéric Chopin öldü. 2 Mart 1956 : Fas, Fransa ‘dan bağımsızlığını 3 Mart 1924: Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildi. ilan etti. 1 Mart 1847: Tanzimat Edebiyatı’nın ünlü şair ve yazarlarından Recaizade Mahmut Ekrem doğdu. 1 Mart 1926: Türk Ceza Kanunu kabul edildi.

08

09

10 10 Mart 1937: İlk Hollywood filmi olan ve D.W Griffith’in yönettiği ‘‘In Old California(Eski Kaliforniya’da)” gösterime girdi.

8 Mart 1857: Dünya kadınlar günü olarak kabul edildi.

10 Mart 1876: Telefon icat edildi ve ilk denemesi yapıldı.

08 Mart

15

08 Mart

16

17

15 Mart 1982: 146 idam istemli 428 sanıklı 16 Mart 1985: Yaşar Kemal’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan ve Peter İstanbul Dev-Sol davası başladı. Ustinov’un yönetip oynadığı İnce Memed adlı filmin Türkiye’de gösterilmesi yasaklandı.

17 Mart 1901: Van Gogh ‘un resimleri Paris te Bernheim-Jeune galerisinde sergilenmeye başladı.1890’da intihar eden sanatçı yaşamı boyunca sadece bir tane resim satabilmişti.

16 Mart 1940: Nobel Ödülü’nü kazanan ilk kadın yazar Selma Lagerlöf 82 yaşında öldü.

22

23

24

22 Mart 1904: Dünyada ilk kez bir gazetede 23 Mart 1925: Sessiz sinema döneminin en (Daily Illustrated Mirror) renkli fotoğraf pahalı filmi olan ‘‘ Ben Hur’’ gösterime girdi. yayınlandı. 23 Mart 1919: Benito Mussolini İtalya’da Faşist 22 Mart 1973: Uluslararası Gazeteciler Fede- Parti’yi kurdu. rasyonu (FIJ), 23 Haziran 1973’de Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını açıkladı, tutuklu gazetecileri serbest bırakılmasını istedi.

29 08 Mart Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg

30

31

30 Mart 1996: İzmir Büyükşehir Belediye 31 Mart 1990: 9. İstanbul Film Festivali Başkanı Burhan Özfatura, doğudan göç eden- programında yer alan Yusuf Kurçenli’nin lere İzmir’e girişte vize uygulanmasını istedi. Karartma Geceleri filmi Denetim Kurulu tarafından yasaklandı. 31 Mart 1727: Sir Isaac Newton öldü.


04

06

07

4 Mart 1946 Frank Sinatra’nın ilk albümü “The 5 Mart 1953: Sovyetler Birliği’nin lideri 6 Mart 1926: ABD’li profesör Robert Hutchinson Voice Of Frank Sinatra” Columbia Records Stalin öldü. Goddard ilk sıvı yakıtlı roketi geliştirdi. tarafından yayımlandı. 5 Mart 1827: Pili bulan İtalyan bilim adamı Alessandro Volta öldü ve daha sonra ismi elektrik gerilimi ölçü birimine verildi: volt.

7 Mart 1990: - Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi ve yazarı Çetin Emeç, uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.

11

05

12

13

11 Mart 1702: İngiltere’nin günlük olarak 12 Mart 1921: Mehmet Akif Ersoy’un şiir TBMM yayımlanan ilk ulusal gazetesi Daily Courant tarafından İstiklal Marşı olarak kabul edildi. çıkmaya başladı.

7 Mart 1999: Yönetmen Stanley Kubrick öldü. 7 Mart 1927: İstiklal Mahkemeleri kaldırıldı.

14 14 Mart 1883: Alman düşünür Karl Marx öldü. 14 Mart 2000: Greenpeace, yıllardır çevre kirliliği konusunda mücadele ettiği uluslararası kuruluşlardan Shell petrol şirketine ortak oldu. 14 Mart 1969: Tiyatro sanatçısı Ayberk Çölok komünizmi övdüğü iddiasıyla tutuklandı.

18

19

20

21

19 Mart 2003: ABD askerleri Irak- Kuveyt 20 Mart 1966: İngiltere’de hükümet deli dana sınırındaki askerden arındırılmış bölgeye girdi. hastalığının insanlara da bulaştığı açıklandı. 18 Mart 1965: İnsanoğlu ilk defa uzayda ABD uçakları da Irak’ın batısını bombalamaya yürüdü. başladı. 20 Mart 1933: Nazilerin ilk toplama kampı Münih yakınlarında açıldı. 18 Mart 1985: Bankaların televizyonda reklam yapma yasağı kaldırıldı.

21 Mart 1973: Ünlü halk ozanı Aşık Veysel Şatıroğlu öldü.

18 Mart 1915: Çanakkale zaferi.

18 Mart 1995: Türk sinemasının ünlü oyuncularından Sadri Alışık öldü.

25

26

27

21 Mart 1964: Boulanger Müzik Ödülü’nü Türk piyanist İdil Biret kazandı. 21 Mart 1914: Başyazarı Nigar Hanım olan “Kadınlık” adlı dergi haftalık olarak yayınlanmaya başladı.

28

25 Mart 1807: İngiltere Parlamentosu köle 26 Mart 1973: İstanbul’da iki kıta birleşti. 27 Mart 1955: Dünya Ordulararası Futbol 28 Mart 1966: Nazım Hikmet’in ‘’Dört Hapticaretini yasakladı. Boğaz Köprüsü’nün 57. Ünitesinin de yerine Şampiyonası’nı İtalya’yı 3-2 yenen Türk Ordu ishaneden’’ adlı kitabı toplatıldı. konulmasıyla şehrin Asya ve Avrupa yakaları Milli Takımı kazandı. birbirine bağlandı. 26 Mart 1827: Müziğin büyük ustalarından Ludwig van Beethoven öldü.

08 Mart Nazım Hikmet ve Vera Tulyakova


8 MART – Dünya Emekçi Kadınlar Günü

“Ve kadınlar, bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız.” Nâzım Hikmet RAN

32

1857 yılı, insanlık tarihinin en acı olaylarından birine tanık olur. 8 Mart’ta, New York’taki bir tekstil fabrikasında çalışan 40.000 kadın, içinde bulundukları kötü çalışma koşullarına tepki amaçlı bir grev yapmaya karar verir. Sonrasında kasten çıkarılan yangın, grevin duyulmaması için burjuvalar tarafından fabrikaya kilitle-

nen ve kendilerine kurulmuş barikatları aşamayan 129 kadını yutar. Bu katliamın ardından, Clara Zetkin başkanlığında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı‘nda bu gün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlenir. 1910 yılında Kopenhag’da düzenlenen konferansta, katledilen emekçi kadınların anılmasını öne süren isim ise Clara Zetkin’dir. 1975’te bu, “Dünya Kadınlar Günü” olur. Nedeniyse, bu günün içinin ve anlamının boşaltılmaya çalışılmasıdır. Ancak bu düşüncedekiler amaçlarına ulaşamamışlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kutlanması dahi bazı ülkelerde yasaklansa da tüm dünya tarafından her 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlanmıştır ve kutlanmaktadır.


Mart’13

Fotoğrafın Cesur Adımları: Semiha Es

Türkiye’nin İlk Türk kadın savaş muhabiri ve fotoğrafçısı olan Semiha Es, ünlü gazeteci Hikmet Feridun Es ile evliydi. Evliliklerinden önce fotoğraf makinesinin tam olarak nasıl kullanıldığını bile bilmeyen Es, fotoğraf çekmeyi eşi seyahat röportajları yapmaya başlayınca öğrendi. Hürriyet gazetesi tarafından Kore Savaşına gönderilmesiyle Türkiye’nin ilk kadın savaş muhabiri ve foto muhabiri unvanını aldı. Hürriyet’in 15 Ekim 1950’de Kore Savaşı’na gönderdiği Semiha Es, eşiyle birlikte savaşı takip etti ve çektiği fotoğraflar 8 Kasım 1950’den itibaren Hürriyet Gazetesi’nde yer aldı. Fotoğraf makinesiyle savaşı görüntüleyen Semiha Es, 3 yıl Kore’de 5 yıl da Vietnam’da dünyanın gözü oldu. Savaş esnasında yeri geldiğinde içi ölü dolu olan bir kamyonette seyahat etti, yaralıları hastaneye taşıdı, yüzlerce ölüme ve faciaya tanıklık etti. Neredeyse bir savaşta olabilecek her şeye şahitlik etti ve bir söyleşisinde savaşla ilgili verdiği en çarpıcı mesaj “Savaş çok korkunç. Dünyada savaşlar olmamalı!” oldu.

Savaş sonrasında, dünyanın her yerine eşi Hikmet Feridun Es’le birlikte giderek eşinin yaptığı haberlerin fotoğraflarına da imzasını attı. Hürriyet muhabiri Hikmet Feridun Es’in eşi Semiha Es de dünyanın ilk kadın savaş foto muhabiri olarak çektiği fotoğraflarla Hollywood setlerinden Afrika pazarlarına, Pasifik’in küçük adalarına kadar eşiyle birlikte gezdiler. Eşi yazdı, Es fotoğrafladı. Yaşadıklarını bu sözlerle anlattı. ‘’Haftanın beş gününü Kore’de cephelerde geçirirdik. Hafta sonlarında askeri uçakla Tokyo’ya giderdik. Hafta boyunca, karargâhlarda, kadın gazetecilere ayrılan barakalarda yatardım. Tahta ranzalarda, soyunmaya bile fırsat bulamadan kıvrılır, uyumaya çalışırdım. Cephede bir bölgeden ötekine giderken, bomba yüklü kamyonlarda, sandıkların üzerinde otururduk. Bir gün, bir uçağın yakınlarımızda bir yere düştüğü haberini almıştık. Hemen ciplere atlayıp uçağın bulunduğu yere gittik. Aslında uçak düşmemiş, mecburi iniş yapmıştı. Uçağa koştum. Parmağımı deklanşöre basmak üzereyken Hikmet büyük bir telaşla geldi, beni hızla geriye savurdu ve kendisi fotoğraf çekmeye başladı. O anda kocamın, önemli bir görüntüyü yakala-

33


likle insani açıdan çok derinden etkiledi beni. Siyasilerin çıkar çatışmaları arasındaki o savaşta, sivillerin düştüğü durumu ve zulmü görmek çok zor ve acı bir tecrübeydi benim için. Yarım yüzyıl fotoğraf makinesini elimden hiç düşürmedim.’’

ma şansını bana bırakmak istemediğini düşündüm. Ama daha sonra Hikmet’in uçağın infilak edeceğini düşünerek benim hayatımı kurtarmak istediğini öğrenince çok duygulandım. Küçükken de bir fotoğraf makinem vardı, bir şeyler çekmekten çok hoşlanırdım. (…) Fotoğraf çekme merakım vardı, ama meslek olarak seçmeyi hiç düşünemezdim ta ki Hikmet’le tanışıp evlenene kadar. Eşim o zamanların en başarılı gazetecilerindendi, birçok yerde yazıları ve röportajları yayınlanırdı. Hikmet’le fotoğrafçı olarak çalışmaya başlamam Yedigün dergisi ile oldu. Hollywood’dan Afrika kabilelerine, Kore ve Vietnam savaşlarından Ruanda’daki olaylara kadar fotoğraf çektim. (…) Hayat dergisinde Malatya, Kongo, Hollywood yıldızları. Kadın gözü ile Tahran gibi foto röportajlarım çıktı. Daha sonra Kore savaşının başlaması ile Hürriyet Gazetesi, beni savaşı görüntülemem için görevlendirdi ve eşimle birlikte Hürriyet adına çalışmaya başladık. Savaşta yaşadıklarım ve gördüklerim, özel34

Semiha Es 2011 yılında Türkiye Fotoğraf Sanatçısı ödülleri kapsamında Onur Ödülü ne layık görüldü ve hayatı Nisvan Tarihine adını yazdıran kadınlar belgeseline konu oldu. Eşinin ölümüyle son yıllarını Beşiktaş taki evinde yalnız geçirdi , 70 yıllık hayat arkadaşına veda edince kendi hayatını da ‘Ben istasyonda, son trenin gelmesini bekliyorum.’ Diyerek özetlemişti ve Semiha Es 2012 yılının aralık ayında habere, fotoğrafa ve aşkına adadığı hayatına veda etti.


Mart’13

Pulitzer Ödülü New York şehrinde, Columbia Üniversitesi tarafından gazetecilik, edebiyat ve müzik gibi alanlarda verilen prestijli bir ödüldür. Amerika’da en büyük ve prestijli ödül kabul edilen Pulitzer Ödülü, 19. yüzyılda Musevi kökenli Macar asıllı Joseph Pulitzer adlı bir gazeteci tarafından kuruldu. İlk ödüllerin 4 Haziran 1917’de verilmesine rağmen, artık Nisan ayında açıklanmaktadır. Ödüller 21 kategoride verilmekte olup bunların 20 tanesinin değeri 10000 dolar karşılığı nakit para ve bir sertifikadır. Kazananlar bağımsız bir kurul tarafından seçilmektedir.

Pulitzer ödüllü oniki fotoğraf ve fotoğrafçıları Mesud Hassani ( 1981, Kabil, Afganistan) 1981 Kabil doğumlu olan Mesud Hassani babasının siyasi görüşleri nedeniyle ailesi Hassani altı aylıkken İran’a göç etmiştir. 1996 yılında ilk okulu bitirince İran reformistlerine katılır ve çevresindeki tarihsel olayları kaydedebilmek için fotoğrafçı olmaya karar verir. Afganistan’a döndükten sonra bir National Geographic fotoğrafçısı olan Reza Deghati nin amatör iletişimcilerin kendilerini geliştirmeleri adına kurduğu Aina topluluğuna katılır. Hassani fotoğrafçılığı Reza Dehati’nin kardeşi Manoocher Deghati’den öğrenir ve 2007 yılında Agence France- Presse (AFP) ye katılır.

Mesud Hasani’nin bu fotoğrafı Kabil yakınlarında gerçekleşen bir Şii türbesi önünde Şii hacılara yapılan intihar saldırısı sonrasında çekilmiş. Fotoğraftaki bütün

ölülerle akraba olan Afgan kızı Tarana ise orada kalan tek canlılının kendisi olduğuna fotoğrafı görünce inandığını söylüyor. Stanley Forman (10 Temmuz 1945) Massachusetts doğumlu foto muhabiridir. Boston Herald gazetesinde çalışırken dört yıllık bir süre içinde üç kez Pulitzer ödülünü kazandı. 1965-66 yılları arasında Benjamin Franklin Teknoloji Enstitüsünde fotoğraf eğitimi aldı.

5 Nisan 1976: Otobüslerde ırk ayrımı 1965’te kalkmasına rağmen 70’lerin sonuna kadar gerginlik sürdü. Burada siyahî bir avukat ve insan hakları aktivistinin ırkçı bir Amerikalı genç tarafından “bayrakla” saldırıya uğradığını görmekteyiz.

35


Eddie Adams (12 Haziran 1933 - 18 Eylül 2004) Associated Press haber ajansı ve Time dergisinde yıllarca çalışan Adams’ın, tarihe geçen fotoğrafı ve 13 ayrı savaşta çektiği fotoğraflarının yanı sıra çok sayıda dergiye kapak, gazetelere manşet olan savaş, siyaset, moda ve şov fotoğrafları bulunuyordu. Richard Nixon’dan George Bush’a kadar çok sayıda ABD başkanının fotoğraflarını çeken Adams ayrıca Papa II Jean Paul, Deng Xiaoping, Enver Sedat, Fidel Castro ve Mihail Gorbaçov gibi birçok ünlü devlet adamını da fotoğraflamıştı.

zun olmuştur. . 2003 yılında Bangkok’a gitmeden önce Houston, Los Angeles Reuters için çalıştı.

2007 yılında Myanmar’daki gelişmeleri takip eden Japon foto muhabir Kenii Nagai’nin olaylar esnasında vurulmasına rağmen fotoğraf çekmeyi sürdürmesiyle kendisini fotoğraflayan Adrees Latif 2008 yılında Pulitzer ödülünü kazandı. Oded Balilty (1979 Kudüs) İsrailli belgesel fotoğrafçısıdır. Aynı zamanda Associated Press fotoğrafçısı ve 2007 yılında Pulitzer Prize for Breaking News Photography ödülünü kazanmıştır.

1968: Biraz pişmanlık duymuş Adams bunu çekerken çünkü fotoğrafın arkasındaki hikâye düşündüğümüzden biraz farklı. Silahı ateşleyen kişi Nguyen Ngoc Loan, Güney Vietnam Ordusu Generali ve ulusal Polis şefi. Hedefindeki ise Nguyen Văn Lém, Viet Cong ordusunda görevli ve Saygon bölgesindeki bir çok cinayetten sorumlu tutuluyor.

36

Adrees Latif ( 21 Temmuz 1973, Lahore Pakistan) Adrees Latif ailesiyle birlikte Suudi Arabistan da yaşarken 1980 yılında texas eyaletine göç etmiştir. 1993 -1996 yılları arasında Houston Post’da çalışan Latif, daha sonra Reuters gazetesinde çalışmaya başlamıştır. Latif 1999 yılında Houston Üniversitesi gazetecilik bölümünden me-

1 Şubat 2006: İsrail’in Batı Şeria bölgesinde olan Amona şehrinde çekildi. İsrail hükümeti bölgeye izinsiz yerleşen halkı çıkarmak için silahlı kuvvetlerini Amona’ya yolluyor. Yalnız bir Yahudi kadın ise tek başına tüm gücü ile polis kuvvetlerine karşı koymaya çalışıyor.


Mart’13

Jack Thornell (29 Ağustos 1939 Vicksburg, Mississippi) 1960-64 yılları arasında Jackson Daily News için fotoğrafçılık yaptı daha sonra yıllarca Associated Press için fotoğrafçılığı sürdürdü.

6 Haziran 1966: Acı içinde bağırırken gördüğünüz kişi insan hakları savunucusu James Meredith. Saçma atan bir tüfekle vurulduktan sonra yardım çağrılarına cevap veren olmadı ama gelen ambulans ile hastaneye kaldırıldı. 63 saçma çıkartılan Meredith, ölmedi ya da sakat kalmadı fakat sırtında büyük bir yara izi taşıyor. Milton Brooks (29 Ağustos 1901 - 3 Eylül 1956) Babası da gazete muhabiri olan Brooks, 1942 yılında Pulitzer ödülünü kazanın ilk fotoğrafçıdır.

1941: Detroit Ford Otomobil Fabrikası işçileri grevde bir grev kırıcıyı dövüyorlar. İstekleri ise daha iyi çalışma koşulu ve daha yüksek ücretti. Cherly Diaz (1968, Filipinler) Filipinler doğumlu olan Diaz, ailesinin 1981 yılında taşındığı Minnesota’da yetişti. Alman Sanat Enstitüsünden 1990 yılında yüksek dereceyle mezun olduktan sonra eğitimine Minnesota Üniversitesinde devam etti. Fotoğraf gazeteciliği bölümünden 1994 yılında mezun oldu ve lisans kariyerine Kentucky Üniversitesi nde devam etti.

ABD’nin Irak’ı işgalini gözler önüne seren bir çok fotoğraf olsa da vahşeti özetleyen bu fotoğraf Pulitzer Jürisi tarafından 2004 de Yılın En İyi Flaş Fotoğrafı seçildi. Don Ultang (23 Mart 1917 - 18 Eylül 2008) Pulitzer ödüllü Amerikalı fotoğrafçı.

37


20 Ekim 1951: Bu fotoğraf ırkçılığın sporu nasıl baltaladığının ilk kanıtlarından biri. Drake Bulldogs isimli oyuncu kasıtlı olarak Afro Amerikan sporcu Johnny Bright’a yumruk atıyor. Bu fotoğraf sporda ırkçılığa karşı önlem alınmasında öncülük ediyor. Paul Vathis (18 Ekim 1925 - 10 Aralık 2002) Amerikalı foto muhabiridir. 56 yıl boyunca Associated Press için fotoğrafçılık yapmıştır.

1962: ABD Başkanı John F. Kennedy kendisinden önceki başkan Dwight D. Eisenhower ile Camp David’de uzun ve ciddi bir yürüyüş yapıyor. Konuştukları ise Domuzlar Körfezi.

38

Rocco Morabito (2 Kasım 1920 - 5 Nisan 2009) New York’ta doğan Morabito, 5 yaşındayken Florida’ya taşındı. 10 yaşından itibaren de Jacksonville Journal için gazete satmaya başladı. Kariyerinin büyük bir kısmında da Jacksonville Journal için fotoğrafçılık yapmıştır.

1967: Elektrik işçileri Randall Champion ve J. D. Thompson. İkili rutin bakımlarını gerçekleştirirken Randall Champion yanlışlıkla bir elektrik teline dokunuyor ve vücudundan tam 4000 volt akım geçiyor. Güvenlik kemeri sayesinde direkte asılı kalan Champion’a takım arkadaşı kalp masajı yapamıyor ama hayat öpücüğü veriyor. Nabzı atmaya başlayan ve hemen aşağıya indirilen Champion hastanede gördüğü tedavi sonrası sapasağlam hayatına devam ediyor.


Mart’13

Patrick Farell Patrick Farell 1981 yılında Miami Üniversitesi sinema – tv bölümünden mezun olmuştur. 1987 yılından beri ‘The Miami Herald.’ Gazetesinde çalışmaktadır. Farell, görevleri itibariyle Türkiye, Haiti, Küba, Güney Amerika ve Karayipler de bulundu. 1993 yılında Pulitzer ödülünü kazandığında Miami Herald’in çalışanıydı.

2008’de meydana gelen Ike Kasırgasının bedelini en ağır ödeyen yerlerden biriydi Haiti. Patrick Farell’in Miami Herald’e gönderdiği siyah beyaz fotoğraflar ise yaşanan felaketi gözler önüne seren birer kanıttı. Fotoğrafçı bu çalışmasıyla 2009’da Pulitzer ödülüne layık görüldü.

39


YILIN SPOR ORGANİZASYONU: SUPER BOW

Super Bowl, NFL’in (Amerikan Ulusal Futbol Ligi) final maçına verilen isimdir. Ame ka’da ve dünyada büyük kitleler tarafından takip ediliyor. Super Bowl Amerika’nın en b lanan organizasyonla San Francisco 49ers ve Baltimore Ravens takımlarına ev sahipliği Super Bowl’da reklam yayınlamak o kadar kolay değil. Öyle ki bu yıl reklamların 30 sa eğlenceli reklamlarla izleyenlere adeta reklam şöleni yaşatıyor; final maçları kadar organi


WL

erikan futbolu ülkemizde her ne kadar fazla bilinmeyen bir spor olsa da özellikle Ameribüyük, dünyanınsa sayılı spor organizasyonlarından biri. Bu sene de 24 ülke, canlı yayınyaptı. Baltimore Ravens’in 34-31 galip geldiği maçta asıl kazanansa markalar oldu. aniyesi 4 milyon Amerikan Doları idi. Hal böyle olunca markalar kısa, akılda kalıcı ve izasyon arasında yayınlanan reklamlar da tüm dünya tarafından konuşuluyor.


Coca-Cola bu seneki reklam kampanyasına izleyicileri de dahil etti. Üç takımın mücadele ettiği reklam kampanyasında kazananı izleyiciler belirledi. Reklam filmi bir çeşit bilgisayar oyunu gibi tasarlandı. ‘Mirage’ adlı reklam filminde Coca-Cola’ya ulaşmak için rekabete giren kovboyların, showgirllerin ve badlanderların verdiği mücadeleye tanık oluyoruz. h t t p : / / w w w. y o u t u b e . c o m / w a t ch?v=6uFQAqwbwSg (Coca-Cola Reklam Filmi)

Pazardaki en büyük rakibinin atağına karşılık vermekte gecikmeyen Pepsi, Coca-Cola reklamının kamera arkasını konu alan esprili bir reklam filmi yayınladı. Filmde, 42

aktörler bu kez de %60 daha az şekerli Pepsi Next almak için savaşıyorlar. Pepsi makinesi çalışmıyor. Aktörler makineden Pepsi Next alabilmek için her yolu deniyor. Bu sırada yan tarafta set ekibinden bir kişi Coca-Cola makinesinin çalıştığını söylüyor ancak aktörlerimiz bununla ilgilenmiyor. Sonunda Pepsi makinesine badlanderlardan birinin para yerine pena attığı fark ediliyor ve aktörlerimiz Pepsi Next’e ulaşıyor. Reklam filmi “Gerçek kola tadı. %60 daha az şeker.” sloganıyla sonlanıyor. http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=0pCtmuGkI8o (Pepsi’nin cevabı)

Cola-Cola da bu işe cevapsız kalmıyor. Reklamda, 1920’lerin en meşhur sessiz filmlerinden biri olan ‘Kalaharian’ın oyuncusu Vincent de Fairweather tarafından yazılan bir teşekkür mektubu yer alıyor. Yıldız oyuncu, Coca-Cola reklamını çok beğendiği için taklit ettiği ve bu sayede Coca-Cola’yı yücelttiği için Pepsi’ye teşekkür ediyor. Taklitlerin gerçeklerin önüne asla geçemeyeceğini vurgulayarak mektubunu sonlandırıyor. http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=dU5CgHTFtyw (Coca-Cola’nın cevabı)


Mart’13

Pepsi yalnızca Coca-Cola’ya misilleme yapmakla kalmıyor. Super Bowl için ‘Party’ isimli bir reklam filmi de çekiyor. Filmde bir genç, ailesinin evde olmayışını fırsat bilerek parti veriyor ancak ailesi tarafından basılıyor. Anne ve babasının sinirini hafifletmek için onlara Pepsi Next veriyor ve bu sayede anne ve babası evde gerçekleşen tüm garip olayları bir kenara bırakıyor, inanılmaz gelen ise Pepsi Next’in %60 daha az şekerli olması oluyor. Reklam filmi, “İnanmak için iç” sloganı ile son buluyor. http://www.youtube.com/watch?v=pBBGeIYOtjU (Pepsi’nin Reklam Filmi) Kola savaşlarına son verip diğer markalar neler yapmış biraz da onlara bakalım.

Super Bowl’un en ilgi çekici reklam filmlerinden biri de bir at eğiticisi ve İsveçli bir at arasındaki duygusal bağın anlatıldığı Budweiser adlı bir Amerikan bira markasının reklam filmi oldu. Atın eğitilip yarışlara hazırlanması, yarış sonrası yaşanan ayrılığı ve yeniden kavuşmayı konu alan filmde Budweiser şişesi sadece bir kez görüntülenmekte. http://www.youtube.com/watch?v=o2prAccclXs (Budweiser Reklam Filmi)

Samsung ise Apple’ın telif hakkı davasına gönderme yaptı. Reklam filminde Samsung, Super Bowl’da vereceği reklama isim arıyor. Ancak Super Bowl ismini telif hakları yüzünden bir türlü kullanamıyor. Super Bowl’u nasıl ifade edeceklerini düşünürken sonunda ‘El Plato Supremé’ isminde karar kılınıyor. San Francisco 49ers için ‘Fifty minus one ers’, Baltimore Ravens için ise ‘Black Birds’ son derece parlak fikirler olarak görülüyor. http://www.youtube.com/watch?v=x2t6CVika6o (Samsung Reklam Filmi)

43


İkinci filmi ise ‘Şeytan’ rolünü oynayan ünlü Hollywood yıldızı William Defoe’nun bir genci Mercedes almaya ikna etme çabalarıyla gencin Mercedes CLE uğruna ruhunu şeytana satmak üzere olmasını ve ardından bu hayal aleminden nasıl çıktığını anlatıyor. Reklam filminde William Defoe’nun yanı sıra ilk filmde gördüğümüz Kate Upton ve şarkıcı Usher da yer alıyor. http://www.youtube.com/watch?v=kIgRFQv92dM (Mercedes 2. Film)

Mercedes’e ait reklam filmlerinin ilki için başrolde arabayı yıkamaya çalışan gençlerin dikkatini çeken Kate Upton’u görüyoruz. h t t p : / / w w w. y o u t u b e . c o m / w a t ch?v=uPq7jVGPs3g (Mercedes ‘Kate Upton’lı Reklam Filmi)

44

Volkswagen’in bu yılki Super Bowl reklamında ‘mutluluk’ teması üzerinde durduğunu görüyoruz. Ayrıca tek bir modeli öne çıkarmak yerine reklam filminin sonuna yalnızca logosunu yerleştirerek tüm modelleri bu mutluluğun içine katıyor. http://www.youtube.com/watch?v=NfCm9P8naDQ&feature=player_embedded (VW Reklam Filmi)


Mart’13

Toyota, bir dilek perisi ile karşımıza çıkıyor. The Big Bang Theory dizisinin Penny’si Kaley Cuoco’nun canlandırdığı dilek perisinin Henderson ailesinin dileklerini gerçekleştirdiği reklam filmi Saatchi&Saatchi LA imzasını taşıyor. Reklamın en eğlenceli yanı ise Toyota’nın kendisi ile dalga geçtiği, ürettiği otomobillerin bagaj kapağı üzerindeki lastiğin kaldırılması dileği oluyor. http://www.youtube.com/watch?v=iymBRSUfz9U&feature=player_embedded (Toyota Reklam Filmi)

Doritos ise Super Bowl’da yayınlanacak reklam filmi için yarışma düzenledi. Sosyal medya üzerinden en çok oyu alan ‘Fetch’ isimli reklam filmi maç aralarında yayınlandı. Kazananlar aynı zamanda para ödülünün de sahibi oldu. http://www.youtube.com/watch?v=0jeDmGRAfhg (Doritos Reklam Filmi)

Tabi ki Gangnam Style olmadan bir Super Bowl düşünülemezdi (!) İşte Wonderful Pistachios’tan Crackin’ Style: http://www.youtube.com/watch?v=rE6iiiDdTNY&feature=player_embedded (Wonderful Pistachios Reklam Filmi) Gildan, BlackBerry, Kraft Foods, Subway, Tco Bell, Sodastream, Axe, Audi, Kia Motors, Ford Motor Company, GoDaddy ve daha birçok marka Super Bowl’da reklam verenler arasında yer aldı.

45


Devre arasında sahne alan ve Rubin Singer imzalı deri kostümüyle göz kamaştıran Beyonce, geceye Crazy in Love şarkısı ile giriş yaptı. Love on Top, End of Time, Halo, Baby Boy gibi şarkıların seslendirildiği konserde Destiny’s Child grubunun dağılan üyeleriyle birlikte Independent Woman ile Single Ladies şarkıları söylendi. http://www.youtube.com/watch?v=kKVorba5GLs (Super Bowl 2013 Halftime Show) Super Bowl sosyal medyada da etkisini gösterdi. Yayınlanan 52 reklam filminin 26’sında Twitter hashtagleri vardı. Devre arasında Beyonce’nin sahne aldığı bölümde 231bin tweet, o gece toplamda 24.1 milyon tweet atıldı.

46


Mart’13

“Mükemmel Uyum”

Ülker Albeni’nin yeni reklamı “Mükemmel Uyum” 10 Ocak itibariyle radyo, internet ve televizyonda yayınlanmaya başladı ve hala çoğu kişinin konuştuğu, kiminin eleştirdiği, kiminin şarkısını mırıldandığı bir reklam olmaya devam ediyor. Alemetifarika tarafından yazılan ve 2012 Production tarafından çe-

kilen reklam filmi, Albeni’yi oluşturan üç farklı lezzetin uyumunu üç farklı müzik türünün temsilcilerini kullanarak bir şarkıda bağdaştırıyor. Özlem Tekin’in Rock, Zara’nın Türk Halk Müziği, Keremcem’in ise Pop türünde seslendirdiği şarkı, Alametifarika’nın çoğu reklamında olduğu gibi Nil Karaibrahimgil imzası taşıyor.

Reklam filminin çekimleri ise bir günde tamamlandı. Reklamda Özlem Tekin’in çikolatayı, Zara’nın karameli, Keremcem’in de bisküviyi temsil ettiğini şarkıcıların kıyafetlerinden, kullanılan efektlerden ve tasarımdan anlayabiliyoruz. http://www.youtube.com/ watch?v=PAy4NNS-GS8

47


“Üç Cihanda Dört Çeker”

48

Geçtiğimiz şubat ayı başında iletişim devi Turkcell’in Genel Müdür Yardımcısı Emre Sayın tarafından düzenlenen ve renkli anlara sahip olan basın toplantısıyla halka duyurulan Turkcell’ioğulları isimli yeni kampanya, tanıtım dünyasına bomba gibi düştü. Son zamanlarda ekranların sevilen yüzleri haline gelen İşler Güçler dizisi oyuncularından Ahmet Kural, Murat Cemcir, Sadi Celil Cengiz’in yanında Seksenler dizisinden Ayşe Tolga ve Moğollar grubunun efsanevi müzik adamı Cahit Berkay bu dev kampanyada yer almaktalar. Anadolu’da yaşayan Turkcell’lioğulları isimli hayali bir beylikte geçen, ‘yüzyıllar önce insanlar Turkcell’in mobil iletişim hizmetlerinden faydalansaydı ne olurdu’ konseptini aktarmak amacıyla 470 kişilik ekip tarafından 36 bin metrekarelik bir alanda, 11 ayrı sette ve Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi işbirliğiyle hazırlanan kampanyanın lans-

man filmi ünlü yönetmen Ömer Faruk Sorak tarafından çekildi. Turkcell bununla da yetinmeyerek lansmandan bir hafta sonra kampanyayı Pure New Media eşliğinde viral ortama taşıdı. #EskidenSosyalMedyaOlsaydı hashtagiyle Twitter’dan, çekilen birçok dijital reklam filmi ile de Youtube’dan tanıtıma devam edilmekte. İzlenme oranları ve Twitter yoklamasına bakıldığında; daha rahat ve esnek bir içeriğin kullanıldığı bu dijital filmler en az televizyon reklamı kadar ilgi gördü demek yanlış olmaz. Öyle ki, konuyla ilgili hiçbir haber olmamasına rağmen reklamları takip eden birçok kişi bu kampanyanın ileride beyaz perdeye taşınacağını düşünmekte. Ahmet Kural’ın Yiğit Bey, Murat Cemcir’in Lokman Hekim, Sadi Celil Cengiz’in Ferhat, Ayşe Tolga’nın Ayşe Hatun, Cahit Berkay’ın da Halk Ozanı karakterlerini canlandırdığı ve 1 yıl boyunca sürecek olan Turkcell’lioğulları; şirketin prodüksiyon bütçesi şu

ana kadar en geniş kampanyası. Viral reklamlarında özellikle sosyal medya üzerinde durulan bu kampanyada, hayali beylik gibi yalın bir temanın kullanılması Turkcell hizmetlerinin önemini anlatmakta oldukça etkili bir seçim olmuş. Bunun yanında tarihsel içerik taşıyan dizilerin revaçta olması ve çok beğenilmesi kullanılan temada, İşler Güçler dizisinin de yüksek popülerliğe sahip olması ise oyuncu seçiminde Turkcell’in ne kadar yerinde bir seçim yaptığının en net göstergesi diyebiliriz. Turkcell, “Üç Cihanda Dört Çeker” gibi manidar bir sloganla başlattığı bu dev yapımla gerek kendisi bazlı imkanların önemini gerekse yeni tarifelerini efsanevi müzik adamı Cahit Berkay’ın sesiyle başarılı bir şekilde tüm kitleye ulaştırıyor. Daha önce de belirttiğimiz üzere tüm mecralardan yoğun ilgi gören bu eğlenceli kampanya en az prodüksiyonun genişliği kadar büyük başarı elde edeceğe benziyor.


Mart’13

Starbucks’tan Pazartesi Günlerini Sevdiren Kampanya

Starbucks’ın pazartesi günlerinden nefret edenler için İngiltere’de hazırladığı reklam filmi, kimsenin sevmediği pazartesi günlerinin güzel yanlarını ortaya koyuyor. Reklam filminde, tarihte pazartesi günü gerçekleşen önemli olaylar Starbucks’ın karton bardaklarıyla kendine has şekliyle anlatılıyor. Aya ilk ayak basılan günün, ilk çizgi roman kitabının çıkışının, Macbeth’in ilk gösterim gününün ve buna benzer önemli günlerin pazartesi gününe denk gelmesi vurgulanıyor. Reklam filmi, kampanya süresince saat 11.00’den önce yalnızca pazartesi günlerine özel ‘Tall Latte’nin 1.5 pound olduğunu bildirerek sonlanıyor. Starbucks’ın İngiltere’deki hedefinde sabah elinde kahvesi ile işe koşturan bir kitle olduğunu düşündüğümüzde kampanyanın hedefi doğru noktadan vurduğu açık. http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=sj5NxPryPXE

49


#bimilyonneden

1964 yılında Türkiye’ye gelen Coca-Cola, “Dünyaca Meşhur Coca-Cola Şimdi de Memleketimizde” sloganı sayesinde evlerimizde yavaş yavaş yerini almaya başladı. 21 Eylül’de yaptığı ilk kampanya olan “Gizli Define” ile birlikte ülkemizde kapağın altına bakma alışkanlığını oluşturdu ve bu kampanya kapsamında toplam 400 bin lira tutarında hediye dağıttı. Coca-Cola reklam ve konumlandırma faaliyetlerini zamana göre değiştiriyor ve döneme uygun hale getiriyor. Markanın kendisini sürekli güncellemesi, başarısının altında yatan en büyük nedenlerden biri. Şimdiler de ise Coca-Cola “bir milyon neden” adlı kampanyasıyla adından sıkça söz ettiriyor. Dünyanın birçok farklı noktasındaki güvenlik kameralarının çektiği farklı insanların, farklı hayatların görüntülerinden oluşan bir reklam filmiyle izleyenlere “Mutlu olmak için birçok neden var” mesajını oldukça etkili bir biçimde veriyor. McCann Erickson reklam ajansı, insanların yaptıkları küçük çılgınlıklarla birbirlerini gülümseterek dünyayı değiştirdiklerini gösteren bir reklam oluşturdu. Reklam filmi; dünyanın aslında sandığı50

mızdan, inandığımızdan çok daha iyi bir yer olduğunu ve mutlu olmanın ne kadar kolay olduğunu kanıtlar nitelikte. http://www.youtube.com/watch?v=yyPJHqwQ3oY

Reklam filmi aynı zamanda müziğiyle de büyük başarı elde etti. Kargo grubunun eski solisti Koray Candemir’in seslendiği şarkı, izleyici tarafından büyük beğeni topladı. Bunun yanı sıra Akademetre şirketi tarafından Marketing Türkiye için yapılan Ürün Ve Hizmet Reklamlarının Etkinlik Ölçümü Araştırması’na göre 2012 Aralık ayının en çok hatırlanan reklamı oldu. Umudun her zaman yaşamımızın bir parçası olması gerektiğini vurgulayan kampanya, aynı zamanda markanın başlattığı interaktif bir proje olma özelliği taşıyor.


Mart’13

bugüne yakından incelediğimizde, Türkiye’deki başarısının tesadüf olmadığını ve var olan başarısını sonuna kadar hak ettiğini rahatlıkla görebiliyoruz.

www.bimilyonneden.com internet sitesinden de takip edilebilen Coca-Cola’nın bu yeni interaktif kampanyası kapsamında, #bimilyonneden etiketi ile Twitter üzerinden paylaşılan nedenler toplamda 1 milyon nedene ulaştığında, hem bu nedenlerden yaratılan bir sergiye dönüşecek hem de bu nedenler 2013 senesinde Coca-Cola kutuları üzerinde yer alacak.

Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance’in yaptığı marka araştırması sonucunda Coca-Cola dünyanın en çok bilinen ilk 10 markası içinde yer alıyor. Coca-Cola Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı ve CMO(Chef Marketing Officer)`su Joe Tripodi yaptığı bir sunumda günümüz pazarlama koşullarında Coca-Cola’nın başarı sırrını “Coca-Cola’nın tüketicilerle duygusal bağ yaratması, tüketici ve paydaşları birer marka elçisine dönüştürerek network avantajı sağlaması” olarak paylaştı. “Mutlu olmak için bir milyon neden” kampanyasının da bu strateji doğrultusunda yapıldığına özellikle dikkat çekiyor. Coca-Cola’nın yaptığı çalışmaları 1964’ten

51


Diet Coke’un Yakışıklısı: “He’s Back”

Geçtiğimiz sene Amerika’da 30. yılını büyük sokak partileriyle kutlayan Diet Coke aynı yıl içerisinde mart ayında ‘Jean Paul Gaultier’ ile kreatif direkörlük konusunda anlaşmaya vardı. Ünlü moda markası Jean Paul’un Diet Coke şişelerine yaptığı dikkat çekici tasarımlardan sonra şirket, tanıtım faaliyetlerine bir yenisini belki de ‘eskisini’ ekledi. Şirketin Facebook sayfasında yayınlanan habere göre 90’lı yıllarda büyük etki yaratan, ikonlaşmış kaslı erkek modelin geri döneceği müjdeleniyor ve şirket, reklamın yayınlanacağı tarih olan 28 Ocak günü saat 22:30’da tüm tüketicileri ürünün Facebook sayfasına davet ediyor. Buna ek olarak, reklamdan 4 gün önce 20 saniyelik bir teaser yayınlanıyor.

52

1994-1997 yılları arasında ‘Construction Worker’ ve ‘Window Washer’ temalarını içeren reklamın devam serisi olan 2013 versiyonunda ‘Gardener’ teması kullanılmış. Yayınlanan 1 dakikalık reklamda; Olimpiyat şampiyonu Andrew Cooper çimleri biçerken, bir grup genç kız da ona bakıp iç geçiriyorlar. Reklamda ve öncesinde yayınlanan teaserda markanın 1994 yapım reklamında kullanılan Etta James’in ‘I Just Want To Make Love To You’ parçası çalıyor.


Mart’13

Kadın tüketici kitlesiyle etkileşim kurma amacı güdülen bu reklamda; gerek kullanılan model ve temayla gerekse arka fonda çalan nostaljik parçayla istenilen hava yakalanmış diyebiliriz. Yayınlanan teaser sonrasında reklam büyük merak uyandırdı ve BETC London tarafından hazırlanan bu çalışma kısa sürede 1 milyonu aşkın izleyiciye ulaştı. Kısacası yayınlanan reklam beklentileri karşıladı ve Coca-Cola Company ürününün diyet versiyonu için de başarılı çalışmalar yapabileceğini tüm piyasa yeniden gösterdi desek yanlış olmaz.

1994 reklamı: http://www.youtube.com/watch?v=HI3Ft363PZ8

53


1997 reklam覺: http://www.youtube.com/watch?v=_gWpMqRDQCk

Teaser: http://www.youtube.com/watch?v=t8obeQechVc

54

Yeni reklam: http://www.youtube.com/watch?v=HuHV4gwSXn4


Mart’13

“Dijital Takvim”de 3. yıl

114 yıllık tarihe sahip, dünyanın lider ve köklü otomobil firmalarından Fiat’ın 2 yıldır ‘Kendi Takvimini Yarat!’ sloganıyla sürdürdüğü dijital reklam projesi yenilenmiş ara yüzüyle 3. defa 2012 yılının aralık ayından bu yana Fiat severlere kendi dijital takvimlerini yaratma imkanı sunuyor. Gelenekselleşen Fiat Takvimi uygulaması birçok uluslararası şirkete interaktif reklam imkanı sunan Pure New Media aracılığıya ilk defa 2011 yılında gerçekleştirildi. Projenin 2012 yılındaki versiyonu haziran ayında düzenlenen ve ‘Web Oscarı’ diye adlandırılan Altın Örümcek ödüllerinde otomotiv sektörünün en iyisi ödülüne layık görüldü. 2 yıllık süreç ve ardından gelen ödül sonrasında Fiat ve Pure New Media çizgilerinden şaşmayarak Ceyda Şahenk’in yöneticiliğinde benzer

bir interaktif projeyle dijital mecrada bu sene de yer edindiler. www.fiat2013takvimi. com adresi üzerinden halkın beğenisine sunulan bu uygulamayla kullanıcılar, Fiat 500 ve Fiat Freemont gibi yeni Fiat modellerinin yanında poz veren modellerle çekim yaparak her ayın fotoğrafını seçip kişisel takvimlerini oluşturabiliyorlar. Kullanıcılar, fotoğrafladıkları kareleri bilgisayarlarına duvar kağıdı olarak indirebilme; Facebook, Twitter ve E-Posta yoluyla paylaşabilme imkanına da sahipler. Ayrıca Fiat uygulamasına katılan kullanıcılara kişisel takvimleri veya Fiat tarafından oluşturulan orijinal takvimleri gönderiyor, bu sayede proje sanallıktan sıyrılmış ve kişilerin günlük hayatında da konumlanmış oluyor. Fiat; 3 yıldır devam eden ve birçok promosyona sahip olan bu projede hedef kitlesiyle ta-

mamen bütünleşmiş durumda. Uygulamada bu sene de sadece bayan modeller kullanılmasından Fiat’ın da diğer otomobil firmaları gibi erkek müşterileri hedef aldığı rahatça anlaşılabilmektedir. Nitekim otomobil kullanım oranlarına bakıldığında erkeklerin kadınlara göre bu konudaki sayısal üstünlükleri Fiat firmasının reklam bazında doğru bir tutum sergilediğinin göstergesi olabilir. Projenin doğurduğu sonuçlara bakıldığında; geçen sene alınmış bir ödül, 2 yıldır yoğun ilgi ve bu yıl da henüz ilk günden 1000’i aşkın ziyaretçi… Fiat’ın Türkiye ve dünya genelindeki konumuna baktığımızda; aynı bu projedeki gibi pazarlama ve reklam konusunda yaptıkları sonucunda satışlarda haklı bir başarı elde ettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. 55


“Konu Bira”

56

Büyük resmi görmekten veya buzdağının suyun altında kalan kısmından bahsediyorum. Biraz daha farklı ifade edersek arka planda kalanlardan. Hele üretim süreciyse söz edilen bir yazı konusu olmak için biraz sıkıcı. ‘Bilgisayarım nasıl monte edildi?’, ‘O televizyonun içinde ne var?’ Bunları eğlenceli hale getirmek zordur. Elimizdeki iş tam da bunu anlatan bir proje. ‘Konu Bira’ C-Section tarafından Efes Pilsen için yapılmış, biranın üretim sürecini ve tarihini ele alan bir web site. Siteyi ziyaret ettiğinizde kendinizi ufaktan bir 5 boyutlu sinema havasında hissediyorsunuz. Yapılış amacı süreci anlatmaktan çok ziyaretçiyi sürecin içerisine çekmek olan site, minik

eklentilerle interaktif hale getirilmiş. Laf aramızda bu konuda hayli başarılı olmuşlar. Sadece üretim sürecinden bahsetmediğini zaten vurgulamıştık. Biranın tarihi, çeşitleri ve farklı aromaları -çikolata gerçekten iyi fikir- hakkında bilgi ediniyoruz. Eğer minik simülasyonumuzu başarıyla tamamlarsak bira uzmanlığı üstüne sertifika ve bir tişört ile site içinde geçirdiğimiz minik zamanımızı da ödüllendiriyor. Genel olarak değerlendirirsek hedef kitlesinin dikkatini çekmeyi başaracak bir uygulama gibi gözüküyor. Üstüne üstlük promosyon ürünlere düşkünlüğü fazla olan genç neslin gönlünü de tişört ile alacakmış gibi.


Mart’13

Bu eğlenceli uygulamanın yaratıcılarından C-Section metin yazarı Fatih Tüylüoğlu bizi kırmadı ve sorularımızı yanıtladı. Kendisine bir kez de buradan teşekkür ederiz.

Kampanyayı biranın yapılışı, çeşitleri ve tarihi üzerine konumlandırmak aklınıza nereden geldi? Fikir üretme aşamasından biraz bahseder misiniz?

Öncelikle Efes Pilsen nasıl bir istekle geldi, neyi amaçlıyordu? Efes Pilsen için çalıştığımız Konubira. com, markanın direkt olarak ürünü ile alakalı iletişimini insanlarla paylaşmak istediği bir brief ’in parçası olarak geldi. Yani bir reklam iletişiminin ötesinde kahverengi Efes Pilsen şişesinin masamıza gelmeden önceki yolculuğunu ele almayı birlikte planladık. Nasıl bir strateji ile yola çıkıldı ve ne hedeflendi? Amaçlanan direkt olarak satış mıydı yoksa daha çok tüketiciyi bilgilendirmek mi? Efes Pilsen bira fabrikası zaten gezilebilir bir yer. İsteyen herkes gidip bira üretimi ile ilgili bilgi sahibi olabiliyor. Halihazırda eğlenceli, bilgi edinilebilen bu geziyi daha da eğlenceli hale getirerek herkesin ulaşabileceği bir hale getirmek istedik. Sonuç itibarı ile herkes gerçek geziye katılabilecek durumda değil. Kimi yoğun çalışıyor, kimi uzakta yaşıyor.

Fikrin ilk çıkışı enteresan bir tarihe denk geliyor. Geçen sene brief üzerine çalışırken üzerine az biraz konuşmuştuk ama o hafta içerisinde Anadolu Üniversitesi’nde konuşma yapmam gerekiyordu. Bol karlı bir yolculuğun ardından uykusuz denebilecek bir halde sahneye çıkıp KRV’de konuşmuştum. Ardından otele döndüğümde word’ü açıp sadece konubira.com yazmıştım, uyuyakalmışım. Uyandıktan sonra da gerisini yazmıştım (Gerisi deyince yanlış anlaşılmasın, 13-14 word sayfasından bahsediyorum) Sitenin konumlandırmasına gelince: Bence Efes Pilsen Türkiye’de hatta Türkiye’yi geçtim dünyada top yekun bira hakkında söz söyleyebilecek birkaç markadan biri. Biz ajans olarak bu hakka sahip olduklarını düşünüyoruz samimi bir şekilde. Zaten hem Türkiye’de hem de dünyada yakaladıkları başarılar, aldıkları ödüller ve açtıkları tesisler bunu gösteriyor. Bazen marka kendini yeterince övmüyor diyebiliriz. “Efes Pilsen bira tarihi, çeşitleri ve bizatihi bira hakkında söz söyleyebilir” diyerek yola çıktık, fikrimizi markadaki arkadaşlarımızla geliştirdik. 57


Evet bir gün barda oturuyordum ve üzerime doğru gelen meteoru fark ettim sonra…

Alkollü ürün söz konusu olduğunda bir kısıtlamanız var mıydı? Algıyı ‘Bira alkollüdür ve alkol zararlıdır’dan ‘Bira içinde ne olduğunu bildiğimiz güzel bir içecektir’e çevirmek gibi bir durum söz konusu oldu mu? Alkollü ürünlerle ilgili belli kısıtlamalar her ülkede var. “Bu kısıtlamalar dahilinde yaratıcı iş yapılamaz diye bir şey yok” şeklinde düşünerek ilerliyoruz. Bira üzerine bir şeyler bilmek isteyenleri davet ettik aslında. Çalışmanızda biranın tarihini dinlerken eski zamanlarda hayatta kalma yöntemi olarak kullanıldığı karşımıza çıkıyor. Peki, sizin biranın hayatınızı kurtardığı bir anınız oldu mu? : )

58

Son olarak bize biraz C-Section’dan bahsedebilir misiniz? Ajansta işler nasıl yürür? Kısaca işleyişi birkaç cümle ile anlatır mısınız? // Ajansı anlatmak yerine C-Section’la ilgili kişisel olarak söylemek istedikleriniz varsa onları da alabiliriz. Bence C-Section dışarıdan görüldüğü üzere işini hakkıyla yapan, bunca başarıya rağmen çalışanların egosunun baymadığı, halen atölye kafasında çalışan, kimsenin fular falan takmadığı, içerde çalışanın zevk aldığı, yazarı çok virgül kullanan bir yer. Konuya ilgi duyan ve işinde iyi olan herkesin bir şekilde kapağı atmasını tavsiye ederim. Efes Pilsen’in ‘Konu Bira’ isimli bu uygulamasında keyifli bir yolculuğa çıkmanızı tavsiye eder ve şimdiden iyi eğlenceler dileriz.


Mart’13

“Senden Daha Güzel”

Geçtiğimiz yıl Anadolu Efes Spor Kulübü, taraftarları için bir reklam filmi çekmişti. TBWA/İstanbul imzası taşıyan filmde Anadolu Efes oyuncuları Duman’ın ‘Senden Daha Güzel’ isimli şarkısını kulübün taraftarları için seslendirmişlerdi. http://www.youtube.com/watch?v=_ NjuPpNmQJM

Bu kez Anadolu Efes Spor Kulübü oyuncuları sürpriz yapılan taraf oldu. Yine TBWA/İstanbul tarafından yazılan reklamın filmi Soda Film tarafından çekildi. Post prodüksiyonunu 1000 Volt’un üstlendiği reklam filminde Anadolu Efes oyuncuları her şeyden habersiz klasik müzik konseri izlemeye geldiklerini düşünür-

ken kendilerini gizli kamerayla çekilen bir viralin başrolünde buldular. Biraz da reklamın nasıl ilerlediğinden bahsedelim: Her şey olağan giden bir klasik müzik konserinin ilerleyen dakikalarında dev orkestra Duman’ın ‘Senden Daha Güzel’ isimli şarkısını çalmasıyla başlıyor. Taraftarlardan birisi aniden ayağa fırlayıp şarkıyı söylemeye koyuluyor. Derken birkaç kişi ve sonra birkaç kişi daha… Tüm bu olan bitenden habersiz olan Anadolu Efes oyuncularının şaşkın bakışları altında tüm salon ayağa kalkıp hep bir ağızdan şarkıyı söylüyor. Birden kısa süreliğine ışıklar sönüyor. Tekrar yandığında ise tüm taraftarlar üzerlerinde Anadolu Efes formaları, omuzlarında atkılar ve ellerinde bayraklarla görülüyor. Sonuna doğru durumu fark eden oyuncular da şarkıya eşlik etmeye başlıyorlar. http://www.youtube.com/watch?v=c2AFB25g4VM&feature=player_embedded

59


Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde çekilen dev prodüksiyonda 15 adet gizli kamera, 540 kişilik figürasyon kullanıldı ve toplamda 750 kişi görev yaptı. Taraftarların giydiği Anadolu Efes formalarını gizlemek için ise cırt cırtlı özel kostümler tasarlandı. TBWA/İstanbul’dan gelen açıklamaya göre videonun izlenme sayısı 1 günde 1 milyonu geçti. [ Sosyal medya takibi hizmeti veren Semanticum şirketi tarafından oluşturulan Anadolu Efes video analizi (infografik) : http://i49.tinypic.com/1z50ivo.jpg ] 60

Bu kadar ses getiren bir reklam hakkında konuşulanlar yalnızca olumlu yönde olmuyor tabii. Anadolu Efes Spor Kulübü’nün bu reklam filminde ‘esinlenmek’ kavramını biraz aşarak JWT reklam ajansı tarafından hazırlanan Heineken reklam filmini kopyalandığını ileri sürenler de var. 2009’da oynanan Real Madrid – Milan maçı için hazırlanan Heineken viralinde üniversite profesörleri öğrencilerini, kızlar sevgililerini ve patronlar da çalışanlarını tam da maç günü gerçekleşecek olan bir klasik müzik konserine gitmeleri için ikna etmeyi başarıyorlar. Maç izlemek yerine klasik müzik dinletisine gelen ve bundan pek de memnun olmayan izleyicileri konserde bir sürpriz bekliyor. Sahnedeki dev ekrandan sürekli yazılar akıyor. Konser başladıktan 15 dakika sonra ekranda şu yazılar beliriyor: “Patronuna hayır demek zor, değil mi? Kız arkadaşına? Büyük maçı kaçırmayı nasıl aklından geçirebildin? Hala bizimle misin? Real Madrid ve Milan şimdi ekran başında!” Ve maç saati! Dev ekrana Real Madrid – Milan maçı yansıyor ve herkesin yüzü gülüyor. http://www.youtube.com/watch?v=0t0A7AImxVg Reklam filmlerini aktarması bizden, yorumlaması sizden olsun.


Mart’13

Don’t do the Harlem Shake! Orada bazı insanlar var biliyorum. Böyle ansızın bir yerlerden çıkıp iç huzurunuzu titretmek için ortalık yerde bitiveriyorlar. Bakınız, tam Gangam Style devri kapandı, kurtulduk elin Balbazar suratlısından ve parçasından derken yeni bir şey atıldı ortaya! Harlem Shake 1981 yılında ortaya çıkıp ardından unutulan bir dans. Geçtiğimiz günlerde ise tıpkı bu sabah Rusya’ya düşen meteor parçası gibi sert ve hızlı bir şekilde iniş yaptı sosyal medya dünyasına. Tüm dünya üzerindeki birçok insan Baauer’in Harlem Shake parçasının ilk otuz saniyesini kullanarak içlerindeki yardırmayı-bekleyen-insan’ı açığa çıkarıyorlar. Olay ise şu: Bir elemanımız videonun ilk on beş saniyesinde herkes kendi işini yapadururken hafiften kopturuyor. Nakarat kısmına gelindiğinde ise mekandaki tüm ağabeylerimiz ve ablalarımız tıpkı o on beş saniye önceki naif, kopturan delikanlı gibi hayatlarının son dansıymışçasına dans ediyorlar. Hâl böyle olunca, markalar da harekete geçti tabii. Hatırlıyorsunuzdur Gangam Style’ın markalar tarafından çok da erken farkına varılmamıştı. Varıldığında ise herkes aynı zamanda benzer iş yapmaya başlamış, ortaya büyük bir reklam kakafonisi çıkmıştı. Gazlı içeceklerin prensesi Pepsi ise ilk Harlem Shake viralini fenomenin çıkışının ilk haftasından ortaya koydu. Koymasına koydu da o gazlı içecekleri çılgın bir şekilde sağa sola zıplatmak iyi bir fikir miydi işte onu bilemiyorum. Zira bunu kendi içeceklerinde denemek isteyecek olan insanların – ki inanın bana var öyleleri üstleri başları içecekle kaplandığında hem

kendileri hem de marka için nasıl hissedecekleri pek mühim. Pepsi’nin Harlem Shake temalı reklamını bu kadar hızlı bir şekilde çıkarması ise tüm bu fenomenin arkasında gizliden Pepsi mi yatıyor diye düşündürdü beni. Ha, eğer öyle yapmışsa çok iyi yapmışlar aferin! Pepsi Harlem Shake http://www.youtube.com/watch?v=fnoTvK6weCg

Pepsi’nin çizdiği genç ve dinamik kimlik sayesinde Harlem Shake yine de göz ardı edilebilir duruyor fakat Knorr’un Hazır Çorba için aynı temada viral çalışması yapmasını bir türlü anlayamadım! Vermek istedikleri mesaj ‘’Sümüklü halinle hasta yatağında hazır çorbanı içerken yine de kopturursun sen aslanım’’ mı yoksa vermek istedikleri bir mesaj yok mu? Bence yok. Knorr Harlem Shake h t t p : / / w w w. y o u t u b e . c o m / w a t ch?v=wF0JNr2Eebk

61


Sütaş ve Domino’s Harlem Shake furyasına Türkiye ayağında katılan diğer iki marka. Biraz geriden gelmiş olsalar dahi ikisinin de çalışmasını beğendiğimi söyleyebilirim. Domino’s’un yeni ürünü olan mangal lezzetlerine vurgu yaparcasına dansöz oynatması güzel bir ayrıntı olmuş. Ha, dansöz ile mangal zihinde birebir örtüşmüyor belki, yine de çağrışımın olduğu yadsınamayacak bir gerçek. Domino’s Alem Shake http://www.youtube.com/watch?v=yjUCCOwtGlI

Sütaş ayran ise iyi ki Harlem Shake yapmış! Zaten ana teması ‘çalkalamak’ olan bir ürünün böyle bir şeyi gözden kaçırması büyük bir hata olurdu. İçerik olarak diğer videolardan farklı bir şey sunmasalar bile dediğim gibi Sütaş’ın çalkalaması yeter! Sütaş Ayran Shake h t t p : / / w w w. y o u t u b e . c o m / w a t ch?v=Px6RxJCSee8

62

Her ne kadar ilk günlerde eğlenceli bir şey olarak gözükse de insanların bu videoları yapmayı bırakmaları gerekiyor artık. Kaldı ki içinde bulunduğumuz günlerde tüm gezegen Harlem Shake’e doydu. Markaların şu andan itibaren yaptığı her viral onlara katkıdan ziyade zarar getirecektir. ‘’Ayy yine mi Harlem?’’ Sorusuna denk gelmek istemiyorsanız bu çılgınlığı burada bitirin deriz biz şahsen bizzat kendimiz.


Mart’13

Yeni yönetim belli oldu

Reklamcılar Derneği’nin 29. Genel Kurulu ve Reklamcılık Vakfı’nın 23. Olağan Genel Kurulu 31 Ocak günü toplandı. 2013-2014 dönemi yönetim kurulları seçildi. 2001 yılında Grey Istanbul’u kuran ve halen CEO’luk görevini devam ettiren Alper Üner, görevi Aytül Özkan’dan devralarak Reklamcılar Derneği’nin 13. Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Üner, çalışma koşulları başta olmak üzere sektördeki yapısal sorunlara eğileceklerini dile getirdi. BBDO Group Turkey bünyesinde Stratejik Planlamadan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi olarak görevini sürdüren Haluk Sicimoğlu ise asbaşkanlığını yaptığı Reklamcılık Vakfı’nın başkanlık görevini Ahmet Akın’dan devraldı. Sicimoğlu, Vakfın ana konusunun insan kaynakları olduğunu, eğitim başta olmak üzere çeşitli enstrümanlarla insan kaynağının destekleneceğini söyledi. Reklamcılar Derneği 2013-14 dönemi Yönetim Kurulu şu isimlerden oluşuyor; Asıl Alper Üner Kayhan Şardan Demet İkiler Oğuz Yavuz Nil Bağcıoğlu Karpat Polat Volkan İkiler

Yönetim Kurulu

Yedek Burcu Özdemir Kayimtu Banun Erkıran Halil Korkmaz Yaşar Akbaş Muharrem Ayın Alemşah Öztürk Burçin Ergünt

Yüksek Danışma Kurulu

Alper Üner, Jeffi Medina, Cem Topçuoğlu, Yiğit Şardan, Aytül Özkan, Faruk Kaptan, Nil Bağcıoğlu,

Reklamcılık Vakfı 2013-14 dönemi Yönetim Kurulu şu isimlerden oluşuyor; Asıl Haluk Sicimoğlu Melda Barkın Tahir Sümer Meggy Halfon Lize Karaboğa Ender Merter Faruk Yalun Murat Egemen

Yedek Burak Günsev Ela Gökkan Savcı Fatih Cebeci Murat Türkay

Reklamcılar Derneği’ni temsilen Başkan Alper Üner Kaynak: www.rv.org

63


Reklamın Nostaljik Hali Son deyişimi konu dahilinde yapmak için çokça çaba sarfeyliycem. Müteakip ay için reklam tavsiyeleriniz var ise gençlerin kullandığı yerel ağlardan yapabileceğiniz söylediler. Mektup adresimi yazma önerime çocuklar pek samimi yaklaşmadılar. Bakarsınız yakın bir zamanda kullanmayı öğrenirsem sizlerle o zımbırtılardan da fikir alışverişinde bulunabiliriz. O vakte kadar sıhhatle kalın. Pek muhterem okuyucularım, elbet ki kelamlarıma başlamadan önce kutsal bir vesile ile yola çıkmış emek sarf edip bu cerideyi sizlere sunan ve bana da sizlere seslenme şansı veren genç dimağlara teşekkürü bir borç bilirim. Bendenizin vazifesi hatrımda kaldığı, mürekkebimin yettiği kadarı ile sizlere dönemin reklamlarını aksettirmekten daha fazlası değil. Gerçi mürekkebinde vakti hayli geçti. Girizgahı fazla uzatmak ozan işidir. Vazifeme geri dönersem ilk değerlendirmemi zamanın kolası ‘Bağlar Gazozu’ reklamı. Pek sevdiğim dostum Rahmetli Necdet Tosun’un oynadığı, seslendirmesini ise suretini pek bilmediğimiz lakin tınısı evlerimizden eksilmeyen gerçek ses sanatçılarından Abdurrahman Palay’ın yaptığı reklam Türk reklamcılığında adeta bir mihenk taşı. Dönemin pek sevilen ekran siması sevgili Necdet’i marka yüzü olarak seçip tanıdık bir sesi seçen kuruluş tanınmış sima kullanımını ziyadesi ile yerinde gerçekleştirdiler. Bağlar Gazozu temsilen seçilen ‘Bağlar İçiniz’ kelamının tekrarı zihinlerde kalıcılığının daimliğini sağlamlaştırsa dahi bir miktar sıkıcı hal almış. 64

http://www.youtube.com/watch?v=b5QeT2nbQUU


Mart’13

PR Faaliyetleri Nedir? Ne değildir? 3. Uygulama: Hazırlanan plan ve programa, belirlenen zaman ve bütçeye göre uygun iletişim kanallarını kullanarak belirlenen hedef kitleye yapılan çalışmalar bütünüdür. 4. Değerlendirme: Uygulanan stratejinin hedef kitleler üzerinde yarattığı etkiyi ölçmek için yapılan çalışmalar ve bu çalışmalardan alınan sonuçlardır. Değerlendirmeden çıkan sonuçlar daha sonraki çalışmaları için de markaya ışık tutar. Alınan sonuçlara göre yeniden yapılacak olan stratejilerin belirlenmesinde yardımcı olur. Halkla ilişkilerin faaliyet alanı oldukça geniştir.

PR (Public Relations); kurumların kitlelerle iletişim kurmak ve kurmuş oldukları iletişimi devam ettirmek adına yaptıkları faaliyetlerdir. Kurumlar, yaptıkları işlerden kitleleri haberdar etmek ve daha geniş kitlelerce tanınmak adına PR faaliyetleri yaparlar. Bunun için de PR ajanslarına gereksinim duyarlar. Halkla ilişkiler ajansları, çalıştıkları kurumu ve kurumun fikirlerini kitlelere yaymak için stratejiler geliştirirler. Marka ve tüketicisi arasındaki ilişkiyi inşa ederler. Amaç, marka ve hedef kitle arasındaki iletişimi ve bağı güçlendirmektir. Halkla İlişkiler çalışmaları dört adımdan meydana gelir. 1. Araştırma ve İnceleme: Mevcut sorunların tespit edilmesi ve çalışmalarda yardımcı olacak verilerin elde edilmesi için yapılır. Stratejinin doğru planlanması için bu adım oldukça önemlidir. 2. Strateji Belirleme ve Planlama: Araştırma sonuçlarına göre bir hedef seçilir ve izlenecek yol planlanır.

Kurumsal PR, kurum içinde yöneticiler ve personeli kapsayan halkla ilişkiler çalışmalarından oluşur. Kurum dışı PR, ise müşterileri yani iş yapılan çevreleri kapsar. Stratejik PR, markaların karşılaştığı yada karşılaşabileceği problemlere karşı strateji belirler ve faaliyetler yapar. Kriz durumları da bu kategoriye girer. Marketing PR, halkla ilişkilerin pazarlama ile birleştirilmiş halidir. PR Kampanyaları. Bu konu oldukça geniştir özellikle PR ajansları bu konuda çok etkin rol oynamaktadır. Etkinlikler, sponsorluk, yarışmalar, sosyal sorumluluk kampanyalarının hepsi halkla ilişkiler çalışmalarının bir parçasını oluşturur. Markaların var olan hedeflerini gerçekleştirmeleri ve medyada kendilerine yer bulabilmeleri için kurum kimliklerine uyan ve amaçlarıyla örtüşen halkla ilişkiler kampanyalarına ihtiyaçları vardır, bu ihtiyaç da günümüzde PR ajanslarına olan ilgiyi oldukça arttırmıştır.

65


“Pamukeller”

ne önem veriyor. Pamukkale turizm LÖSEV’e verdiği desteğin dışında, 15 yıldır TASKAV’a (toplumsal araştırmalar kültür ve sanat için vakıf) destek sağlıyor. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi, GETEM (Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Merkezi) ve Sesli Betimleme Derneği işbirliği ile hayata geçirdikleri ve filolarındaki tüm araçlardaki filmlerde Pamukkale Turizm, ekono- uygulanan sesli betimleme mik faaliyetlerinin ötesinde tekniği ile görme engelli vakendini toplumun kurumsal tandaşlara film izleme imkaPamukeller, 2009’dan beri bir vatandaşı olarak görüyor. nı sağlıyor. LÖSEV’e dokunuyor. Pa- Bu doğrultuda da kurumsal mukkale turizm LÖSEV ile sosyal sorumluluk projeleriPamukkale turizm, halkla ilişkiler stratejisinin bir parçası olarak birçok farklı kuruma çeşitli şekillerde fayda sağlamaya çalışıyor. Yaptıkları çalışmaları da şu şekilde tanımlıyorlar “Pamukkale Turizm olarak içinde yaşadığımız toplumun ve dünyanın kurumsal vatandaşı kimliğiyle; eğitim, sanat ve sağlık konularında yürüttüğümüz sosyal sorumluluk projelerimizi ‘Pamukeller’ adı altında birleştiriyoruz.”

66

ortak çalışmalar yürüterek lösemili çocuklar ve ailelerine moral aşılıyor. Maddi bağışlarıyla lösemili çocukların tedavi, eğitim ve sosyal ihtiyaçlarına katkıda bulunurken aynı zamanda yüzlerce lösemili çocuğun ve ailelerinin şehirlerarası ulaşımını sağlıyor. LÖSEV ve Pamukkale turizmin ortak çalışması hala devam ediyor.


Mart’13

Lipton’dan “Çayımızın Ömrünü Uzatalım” Projesi

Çay; sosyal ve kültürel hayatımızın, kimi zaman sohbetlerimizin, kimi zaman yalnızlığımızın vazgeçilmez bir parçası, misafirperverliğimizin olmazsa olmazıdır. ‘Tavşan kanı’ söylemi çayın bolluğundan ve bereketinden gelir. Bereketi maddesel bir tatminden çok; sohbetimize kattığı güzellikten, ışığından gelir. Türkiye’de her 10 kişiden 9’u çay tüketmektedir. Çayın ortaya çıkışı bundan 500 yıl önceki bir efsaneye dayanıyor. Çin imparatoru Shan Nang’ın hizmetlilerinden birinin bahçede su kaynatırken suya bir yaprağın düşmesiyle bir koku yayılır. Bu koku imparatoru mest eder. Yaprağın düştüğü suyu içtikten sonra onu tüm insanlığa armağan eder ve o gün bu gündür de vazgeçilmezimiz olur. Ülkemizde 1787 yılında ilk çay tohumlarının ekilmesi ve bu alanda yapılan denemelerle başlayan süreç, 1923’ten sonra hız kazanarak hayatımızdaki yerini aldı. Ancak Türk çayı, ekonomik ömrünün %75’ini tamamlamıştır. Bundan hareketle Unilever’in öncü markalarından olan Lipton, marka değerine sahip çıkarak Sürdürülebilir Çay Tarımı Projesi çerçevesinde Türk çayının tamamını sürdürülebilir kaynak-

lardan sağlayıp Yağmur Ormanları Birliği sertifikasını almayı hedefliyor. Türkiye’de çayın gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla yola çıkan Lipton, bu proje kapsamında 15 binden fazla çay üreticisini eğitmeyi başardı. Eğitimler amacına ulaştı ve çiftçilerin eğitimlerde öğrendikleri doğru tarımı kendi arazilerinde uygulamalarıyla bölgedeki çay üreticisinin ‘Uluslararası Sürdürülebilirlik Puanı’ yükseldi. Ayrıca Lipton, marka güvenirliği kapsamında ziraat odaları ve Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi (DOKA) ile işbirliği yaparak Rize’nin Pazar ilçesinde toprak analizi laboratuvarı kurarak çay üreticilerinin gübreyi doğru kullanmalarını sağladı. Bunun yanı sıra; Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) aracıyla bölgede meme ve rahim ağzı kanseri taraması yapılmasına önayak oldu. Lipton tarafından bu yıl başlatılan Elektronik Veri Tabanı projesi ise çay üretimine modern, hızlı ve hatasız bir kayıt tutma ve denetim sistemi getirilmesini sağlıyor. Sürdürülebilir Çay Tarımı Projesi’ni anlatan Unilever Gıda Pazarlamadan Sorumlu

Başkan Yardımcısı Mustafa Seçkin: “Çay bitkisinin ekonomik ömrü 100 yıl olarak kabul ediliyor. Cumhuriyetin ilk yılların67


da ekilen çaylıklarımız ise 75’inci yılını doldurdu ve ekonomik ömrünün son çeyreğine girdi. Dolayısıyla Türk çayının gelecek kuşaklara aktarılması için çay üreticilerinin çay ekimi ve hasadı konusunda bilinçlendirilmesi ve doğru tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması gerekiyor. Bu nedenle geçtiğimiz yıl Türk çayının geleceği için yola çıktık ve mutluyuz ki kısa sürede çok önemli bir yol kat ettik. Tüm bu uygulamalarla beraber Sürdürülebilir Çay Tarımı projesini en iyi şekilde hayata geçirerek, Türk çayının daha iyi bir geleceğe sahip olması için Lipton Sürdürülebilirlik Planını hazırladık. Geniş kapsamlı ve

68

uzun vadeli bu planımız sosyal, çevresel ve ekonomik hedefler üzerinde şekilleniyor.” diyerek projenin önemini bir kez daha vurguladı. Bilindiği gibi sadece sağlıklı topraklarda yaşayabilen ve toprağın dengesi bozulduğunda orayı terk eden, aynı zamanda Yağmur Ormanları Birliği’ni temsil eden ‘yeşil kurbağa’ damgalı bardak ve poşet çaylar çok yakında raflardaki yerlerini alacak. Kaynak: http://www.lipton.com.tr/surdurulebilir_cay_tarimi_projesi.asp


Mart’13

Hürriyet Kırmızı 10. Yaşını Kutladı

İlk olarak 2003 yılında düzenlenmeye başlanan ve bu yıl 10. yılını kutlayan Kırmızı Ödülleri’nin özünde basın reklamlarında yaratıcılığın artırılmasını özendirmek, reklam ajanslarının ve reklam verenlerin başarılarını belgeleyip ödüllendirme amacı yatıyor. Bu yıl Kırmızı Ödülleri 41 kategori birincilik ödülü, 4 özel ödül ve bir büyük ödül olan Kıpkırmızı’yı içeriyor. Kırmızı Ödülleri, sadece dergi ve gazete reklamları arasında yapılan bir yarışma olması sebebiyle, Türkiye’de alanında bir ilk olarak anılıyor. 2010 yılında ise Türk reklam sektörü adına önemli bir adım atılarak ödüller Kırmızı Bölge adında Türkiye’nin diğer şehir ve bölgelerine de yayıldı. Sadece İstanbul dışındaki reklam ajanslarının katılabildiği Kırmızı Bölge ile her reklamcıya kendi kentinde ulaşıldı ve orada ödüllendirilmeye başlandı. Kırmızı Bölge yarışması başlatılmadan önce Kırmızı Ödülleri 2004 yılında “En İyi Bölgesel Reklam” ve “En İyi Bölgesel Reklam Kampanyası” kategorileri ile sadece İstanbul dışındaki reklam ajanslarına açıktı ve sektör ayrımı olmaksızın bölgelerden bu kategorilere katılım yapılabiliyordu. 2010 yılından itibaren ise,

Kırmızı Bölge ile birlikte İstanbul dışındaki reklam ajansları ister ulusal ister yerel basında yayınlanmış reklamları ile Kırmızı Bölge’ye katılmaya başladı.

Kırmızı Ödülleri kapsamında düzenlenen Genç Kırmızı ise üniversitelerin 3. ve 4. Sınıf öğrencilerine açık basın reklamı yarışmasıdır. Akademisyenler jürisi ilk 5’i belirler ve Kırmızı Jürisi de bunların arasından ilk 3’ü seçer. Bu iki yarışmaya ek olarak ödül gecesi ismine yakışır şekilde canlı canlı düzenlenen Radikal Canlı Kırmızı’da da kazananlar gecenin sonunda sahiplerini bulur. Kırmızı’da bu tür diğer yarışmalardan farklı olarak bir de ‘’Kırmızı Kitap’’ yayınla-

69


nıyor. Yayınlanan bu kitabın içeriğini ise yarışmaya katılan reklamlar oluşturuyor ve yine yarışmaya katılan ajanslara gönderiliyor. Kırmızı kitap bir anlamda Türk basın reklamcılığının yıllığı olmuş oluyor. Sadece gazete ve dergi reklamlarının ödül aldığı Kırmızı Ödülleri 28 Şubat Perşembe gecesi onuncu kez sahiplerini buldu. İşte ödül alan çalışmalar: 1- Leo Burnett İstanbul-İstanbul Oyuncak Müzesi “Pinokyo”

Kıpkırmızı, En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Kültür Sanat ve Eğlence Reklamı

Kıpkırmızı ve En İyi Gazete Reklamı Kampanyası

70

Kıpkırmızı


Mart’13

2- Medina Turgul DDB-Digiturk, Diximax “Drama”

Basında En Yaratıcı Sayfa Kullanımı

71


3- Brand The Bliss-Mey İçki, Yeni Rakı “Babaya Adap”

Basında En İyi Gündem Bağlantılı Reklam 72


Mart’13

4- Brand The Bliss-Mey İçki, Yeni Rakı “Evini Yenile”

Basında En İyi Etiket, Insert, Cover vb. Uygulama

Basında En İyi Etiket, Insert, Cover vb. Uygulama

73


5- Rafineri-Miami Ad School Türkiye, Reklamcılık Eğitimi “Cadbury”

Basında En İyi Özel Hedef Kitle Uygulaması

74


Mart’13

6- Büro-Berrge Tattoo, Eleman İlanı

Basında En İyi Dijital Entegrasyon ve En İyi İnsan Kaynakları Reklamı

75


7- Medina Turgul-İş Bankası, ADK “Parmak Yenileme”

En İyi Tablet Reklam Uygulaması

76


Mart’13

8- Medina Turgul DDB-SRV, Müzik Mağazası ‘Gitar Teli’

Basında En İyi Reklam Metni, En İyi Tipografi Kullanımı ve En İyi Sanat Yönetimi

77


9- Büro-MSA, Mutfak Okulu “Patlıcan”

Basında En İyi İllüstrasyon ve En İyi Kurumsal İmaj Kampanyası

78


Mart’13

10- Concept-Şekerbank, Konut Kredisi “Yatak Odası”

Basında En İyi Reklam Fotoğrafı

79


11- Rafineri-Doğuş Grubu, CNBC-e

80

Basında En İyi Dergi Reklamı


Mart’13

12- Puck Communication-Vegas Fitness Center, Obelix

Basında En İyiler Diğer Kategorisi 81


13- Rafineri-Uluslararası Af Örgütü, Çocuk Mahkumlar

Basında En İyi Sosyal İçerikli Reklam

82


Mart’13

14- Basında En İyi Banka ve Bankacılık Hizmeti Reklamı

Concept-Şekerbank, Konut Kredisi “Mutfak”

Medina Turgul DDB-İş Bankası, Maximiles

83


15- DDB&Co. İstanbul-Finansbank, Sağlık Sigortası

Basında En İyi Sigorta ve Diğer Finans Hizmetleri Reklamı

84


Mart’13

16- Medina turgul DDB-Koç Gıda, Sek Günlük Süt “Bulut”

Basında En İyi Gıda Reklamı

85


17- Rekmay-Kavaklıdere Şarapları

Basında En İyi Alkollü İçecek Reklamı

86


Mart’13

18- Basında En İyi Perakende ve Moda, Tekstil ve Kişisel Aksesuar Reklamı

Grey İstanbul - Outlet Center İzmit

87


18- Basında En İyi Perakende ve Moda, Tekstil ve Kişisel Aksesuar Reklamı

Rafineri-Beymen, Kids + Basında En İyi Moda, Tekstil Ve Kişisel Aksesuar Reklamı

88


Mart’13

19- Grey İstanbul-Oblio, Otomotiv Navigasyon Cihazı

Basında En İyi bilgi teknolojisi, iletişim ürünü ve hizmetleri; En iyi otomotiv yan sanayi, aksesuar ve akaryakıt reklamı

89


20- Rekmay-Mesa

Bas覺nda En 襤yi Konut Reklam覺

90


Mart’13

21- Rafineri-Studio Nommo, Kişiye Özel Duvar Kağıdı “Köpek”

Basında En İyi Mobilya ve Dekorasyon Reklamı

91


22- DDB&Co. İstanbul-Audi Q5, Geri Görüş Kamerası “Kuyruk 2”

Basında En İyi Otomobil Reklamı

92


Mart’13

23- Concept-Canbebe, Bebek Bezi

Basında En İyi Kozmetik ve Kişisel Bakım Ürünü Reklamı

93


24- Basında En İyi Ev Bakım ve Temizlik Ürünü Reklamı

Puck Communication-AS İlaç, Asgon Haşarat Öldürücü

94

TBWA İstanbul-Henkel, Tursil


Mart’13

23- Concept-Canbebe, Bebek Bezi

Basında En İyi Dayanıklı Tüketim Ürünü Reklamı

95


26- DDB&Co. İstanbul-Kekemeloddi, Konuşma Merkezi “Balerin”

Basında En İyi Eğitim Reklamı

96


Mart’13

27- BİG-Kamil Koç, Ulaşım

Basında En İyi Turizm ve Seyahat Reklamı

97


28- Rafineri-Doğuş Grubu, CNBC-e “Two and a Half Men”

Basında En İyi Kültür, Sanat ve Eğlence Reklamı

98


Mart’13

29- Hürriyet Özel Ödülü

Hasan Görkem Çiftçi

99


29- Hürriyet Özel Ödülü

BİG34 İstanbul - Vodafone

Leo Brunett İstanbul - Vodafone 100

TBWA İstanbul - Vodafone


Mart’13

31- Genç Kırmızı Ödülü

Leo Brunett İstanbul - Vodafone

101


Axe Apollo ile Cem Yılmaz Söyleşisi

102

4 Mart Pazartesi günü Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi’nde kampüsü sallayan bir etkinlik gerçekleşti. Comm. ekibi olarak biz de oradaydık. Bu güzel etkinliği, isminden de anlaşılacağı gibi Axe firmasına ve bir de Anadolu Üniversitesi ayağını organize eden İletişim Kulübü’ne borçluyuz. Hem sinema dünyasında hem de güldürü alanında memleketin en iyilerinden biri olan Cem Yılmaz’ın konuk olduğu etkinlik, katılanların hayatında gülümseyerek hatırlayacağı bir anı olarak hafızalarda yer etti. Konuğunun Cem Yılmaz olduğu bir etkinliğin ne kadar yoğun olmasını bekliyorsanız salon o kadar yoğundu. Zaten davetiyelerinin büyük bir kısmını ilk günden tükenen etkinliğin kalan birkaç davetiyesi için söyleşi gününün ilk ışıklarıyla Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi’nde kuyruk

oluşması şaşırtıcı değildi. Fuaye alanı Axe etkinlikleriyle doluydu. Bunların arasında oyunlardan daha çok dikkat çeken tek şey ise pek tabii Axe kızlarıyla fotoğraf çekilmek olmuştu. O fırsatı elde ettikten sonra gerek ‘astronot’larla tanışmak gerekse X-box 360 desteğiyle hazırlanan Axe oyununu denemek, fuaye alanında vakit geçirmek için hazırlanmış olan güzel aktivitelerdi. Elbette salona giriş sırasında kuyruk oluşması, davetiyesi olmayan kişilerin içeri girmeye çalışması bazı ufak sıkıntılar oluştursa da görevli ekip bu problemleri olağanca pratik şekilde halletti ve biz de beklenen konuğun sohbetine dahil olduk. Konuşmasına, Anadolu Üniversitesi Sinema Anadolu’daki eski gösterisinden bahsederek başlayan Cem Yılmaz’ın her zamanki sahne kıyafetlerini giymesi de izleyenleri şaşırtmamıştı.


Mart’13

Söyleşiye, sorulan sorulara cevap vererek devam eden Cem Yılmaz aile ve çocuk sahibi olma konularına her zamanki üslubuyla cevap verirken, daha erken bir yaşta baba olmayı tercih edeceğini ifade etti. Çocuğuyla geçireceği zamanın az olmasından kaygılanan ünlü komedyen o zaman diliminde de yaş farkından ötürü kopukluklar oluşmasından endişe ettiğini belirtti. Çocuğun doğumundan sonraki ziyaretler ve altın takılması sürecini esprili bir şekilde ele alan usta komedyen mali durumuyla alakalı soruları da yine kendi tarzında cevapladı.Öğrencilik döneminin ve okuduğu okulunun sosyal bir çevre sağladığını ve bunun şu anki mesleğine katkıda bulunduğunu anlatırken sahneye çıkma fikrinin çok spontane geliştiğini ve özellikle planlanarak oluşmadığını açıkladı. Yeni medya imkanları, şöhretli olma ve kalıcı olma sorularına temkinli yaklaşan Cem Yılmaz; yeni düzenin yetenekleri sergilemek için çok imkan verdiğini ancak şöhret kavra-

mının büyük kısmının yanlış anlaşıldığının da altınızı çizdi ve kendisi için önemli olanın her zaman içerik üretebilmek olduğunu belirtti. Atalay Demirci üzerinden yeni nesil komedyenler hakkında sorulan soruya ise komedyenliğin kimsenin tekelinde olmadığı ve yeni insanların bu işle uğraşmasının güzel bir şey olduğunu anlatırken yine esprili bir şekilde çocuğunun da komedyen olmasını isteyeceğini “Başkası kazanacağına çocuğum kazansın” diyerek ifade etti. Yeni film projesi hakkında kısa bir bilgilendirme yapan oyuncu, filmin ocak ayına kadar çıkmasının ihtimaller dahilinde olduğunu söyledi. Konuşmasının sonlarına doğru teknoloji konusunda gelen soruyu ise kendisinin hologramının üretilmesini beklediğini söyleyerek cevapladı ve öğrencilerle vedalaştı. Uzun lafın kısası, Comm. ekibi olarak pazartesi sendromunu yenmek için güzel bir güç geçiren şanslı kişilerden olduk. Cem Yılmaz’ın yeteneğine bir kez daha canlı olarak şahit olma fırsatı yakaladık. Güldük, eğlendik ve hatırlanacak bir gün geçirdik. Buradan Axe ekibine ve kampüs içinde zaten başarılı etkinlikleriyle bilinen ve bu işin Eskişehir kısmını bizler için hazırlayan Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü’ne tüm katılımcıların bu keyifli söyleşide yer almaların sağladıkları için teşekkür ederiz.

103


Reklamın En Eğlenceli Hali Kampüste!

Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi ve İletişim Kulübü tarafından bu yıl dokuzuncusu düzenlenecek olan ‘Kampüste Reklam Var’ etkinliği, reklam sektörünün önemli isimleri ile öğrencileri yine bir araya getiriyor. Reklamın her açıdan ele alınacağı etkinlik 16-17 Mart 2013 tarihleri arasında Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleşecek. Düzenlediği her etkinlikle adından söz ettirmeyi başaran Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü 13. yılında da başarılı işlere imza atmaya devam ediyor. Gelenekselleşen Kampüste Reklam Var etkinliği, reklam sektöründe yer almak isteyen genç iletişimcilerle bu işe gönül vermiş deneyimli isimleri dokuzuncu kez buluşturuyor. İki gün boyunca sürecek olan etkinlik yine her zaman olduğu gibi dopdolu, eğitici ve eğlenceli olacak. Hayatımızın içinde yer alan reklamların oluşum ve sunum süreçlerinin öğrencilere anlatılacağı, sektörde önemli yerlere gelmiş konukların deneyimlerini paylaşacağı ve interaktif oturumlarla öğrencilerin de aktif rol alacağı ‘Kampüste Reklam Var’ etkinliği; Burn, Campaign Türkiye, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Hoşcan Lojistik Eskişehir, Kurukahveci Mehmet Efendi, Lenovo, Nuh’un Ankara Makarnası, Püskül Tasarım, Simit Sarayı, StarGundem.com, Tamindir.com, Tiyatro Alegori, Varuna Gezgin – Cafe Del Mundo, Wall Street Institute, yenibiris.com destekleriyle gerçekleştiriliyor. 104

Reklamın ve eğlencenin buluştuğu etkinliğin konukları; Barış Sarhan / Bağımsız Sanat Yönetmeni Bediz Eker / Y&R ve Team Red Stratejik Planlamadan Sorumlu Bşk. Yrd. Emrah Karpuzcu / Alametifarika Yaratıcı Yönetmen Ercüment Büyükşener / Sosyal Medya ve Dijital İletişim Danışmanı Gupse Özay / Reklam Yüzü Haluk Sicimoğlu / Alice BBDO Stratejiden Sorumlu Yön. Kur. Üyesi Hande Arslan / Über Ajans Kurucu Ortak Kadirhan Karahan / Über Ajans Proje Koordinatörü & Dijital Ekip Lideri Kamer Altınova / Über Ajans Kurucu Ortak Ozan Açıktan / PTT Film Reklam Yönetmeni Yalçın Pembecioğlu/ Bigumigu Kurucusu Reklamın en eğlenceli hali, 16-17 Mart tarihlerinde Anadolu Üniversitesi’nde öğrencilerle dokuzuncu kez buluşmayı bekliyor.

Kampüste Reklam Var 9Afişi


Mart’13

SMİT Summit

13 Nisan 2012’de birincisi gerçekleştirilen ve sosyal medyayla ilgili kurumları, sosyal medya strateji yöneticilerini, internet marka yöneticilerini, internet girişimcilerini, öğretim üyelerini ve öğrencileri bir araya getirerek büyük yankı uyandıran “SMİT SUMMIT (Sosyal Medyada İletişim Tasarımı Zirvesi)”in ikincisi geliyor. 2013’ün Mart ayında yapılması planlanan zirvenin bu sene de yoğun ilgi görmesi bekleniyor. Etkinliğin birincisinde, her biri kendi alanında uzman ve sektöründe liderler arasında yer alan 9 konuşmacı, katılımcılarla deneyimlerini paylaştı. Şehir dışından da fazlasıyla katılım gören etkinlik sırasında yapılan canlı yayını 700 kişi takip etti. Etkinlik Trend Listesi’ne girdi. Sektör çalışanlarını ve öğrencileri bir araya getiren zirveden konuşmacılar da öğrenciler de çok memnun ayrıldı. İletişim Tasarımı ve Yönetimi Bölümü öğrencilerinin hayal ettiği, gerçekleştirmek için çok emek verdiği SMİT SUMMIT etkinliği sonrası Anadolu Üniversitesi Sosyal Medya Kulübü

kuruldu. Giderek büyüyen bir aile halini alan kulübün kurulmasıyla, SMİT SUMMIT ekibi bu sene daha da kalabalık olacak. Etkinliğin amacı, son yıllarda gelişen ve herkes için büyük önem kazanan sosyal medyanın sahip olduğu gücü anlatmak, sektör ve öğrenciler arasında bir köprü oluşturmaktır. Yalnızca sosyal medyayı takip eden değil, sosyal medyanın da takip ettiği bir etkinlik olmayı hedefleyen SMİT SUMMIT’in ikincisi, 2013 yılının Mart ayında, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Atatürk ve Kültür Sanat Merkezi’nde yapılacaktır. Katılımcı profilini ağırlıklı olarak öğrenci ve şirketlerin oluşturduğu zirve bu sene uluslararası olacak ve Anadolu Üniversitesi sektörün zirvesindeki isimlere ev sahipliği yapacak. İlki 13 Nisan 2012’de düzenlenen SMİT SUMMIT etkinliğinin açılış konuşmasında “Yıldızlara dokunamazsınız; ama karanlık gecelerde onlar size yol gösterir.” denmişti. Birkaç öğrencinin hayali olarak başlayan, çok büyük bir emeğin ve çabanın

ürünü olan SMİT SUMMIT; 19 Mart 2013’te tüm sosyal medya meraklılarını Anadolu Üniversitesi’ne bekliyor. Basın/Medya Sponsorları: Sosyalmedya.co, Uludağ Sözlük, Aristolog, Tivilog, Tamindir, etkinlik.com.tr, wm dergi. Destek/Ürün Sponsorları: Kurukahveci Mehmet Efendi Konuklar: Batesmotelpro İsmail Hakkı Polat / Kadir Has Üniversitesi – Yeni Medya Bölümü Burcu Sarar / V for Viral – Kurucu Melih Dinçer / Karbonat – Kurucu Ortak Afşın Avcı / SponsorPay – Türkiye ve Yunanistan Ülke Yöneticisi Lara Akış Baruh / Wanda Digital – Socialist Group Head Cenk Gümüşcüoğlu / Karbonat – Kurucu Ortak ve Kreatif Direktör Fatih Aker / İnternet Girişimcisi 105


İyi ki doğdun “Vine” ! lıcı yöntem anlayışı sayesinde hedef kitlesinin büyük bir çoğunluğunu oluşturan gençleri bir anlamda doyurmayı amaçlamış gözüküyor.

Instagram’la ayrılık sürecinden sonra eklediği fotoğraf filtre uygulaması ile görsel içerik üreten kullanıcılarına göz kırpan Twitter, Vine ile birlikte kısıtlı alanda yaratıcı gönderi oluşturma fikrini bu kez de videoya aktardı. Tweetlerimizi 140 karaktere sığdırmamızı istediği gibi, şimdi de videolarımızı 6 saniyeye sığdırmamızı istiyor. Peki bunu neden yapıyor? Sosyal mecralarla birlikte bilgiye erişim süreci o kadar hızlandı ki, artık kullanıcılar baktığı anda içeriği algılayabileceği, içeriğe erişmek için fazla uğraşmayacakları veriler istiyor. Kısaca ‘Az laf çok iş’ mantığı hüküm sürüyor. Verici taraftan bakıldığında kısıtlanmak hoş olmasa da alıcının ilgisi ancak bu şekilde çekiliyor. Twitter bu işin sırrını çözmüş gibi. Sosyal medyanın bu hızlı dünyasında vakit çalmamayı çok iyi biliyor. Basit ve akılda ka106

Şimdilik sadece IOS desteği bulunan cihazlarda kullanılabilen Vine, çok yakın zamanda Android işlemcili akıllı telefon ve tabletlerde de kullanılabilecek. Her ne kadar uygunsuz içerikli videolar sebebiyle Apple uygulamayı engelleme tehditlerinde bulunsa da bu durum Vine’ın yükselişine engel olmadı. Vine, içerikleri denetlemek için harekete geçti ve uygulamanın yaşını +17 olarak değiştirdi. Bu uygulamaya biraz da markalar tarafından bakalım. Bugün hangi pazarlama müdürü ya da üst düzey bir yöneticinin röportajını okursanız okuyun hepsinin birleştiği ortak nokta; sektöre farklı bir boyut kazandırarak dünya pazarında aktif rol oynamak, bir yandan müşteri beklentilerine cevap verirken bir yandan da sahip olduğu markaya heyecan kazandırmak. Bu amaç doğrultusunda Vine sektörde yeni bir rekabet ortamı yarattı demek yanlış olmaz. Sınırlı bir sürede sınırsız içerik üretimi sağlayan Vine sayesinde bilinirliklerini yukarılara taşımak isteyen markalar, GIF tarzında tekrarlanan videoları kullanarak ve farklı yerlerde farklı durumlarda çekilmiş viralleri art arda kesitler halinde yayınlayarak kullanıcıyı çekim alanına alabilecek. Marka, hedef kitlesi üzerinde yarattığı etkiyi anında ölçümleyebilecek. Bunun yanı sıra 6 saniyeye sığdırılacak bir videonun, markaları yaratıcılığa itecek olduğu da bir gerçek. Ayrıca markaların müşteriyi kendi sitelerine çekebilmesi adına bu 6 saniyelik sürede merak uyandırmayı başarabilmeleri de oldukça önemli bir nokta. İlerleyen süreçte Vine üzerinden markalar arasındaki rekabetin nasıl kızışacağı da merak konusu.


Mart’13

Facebook Graph Search

Şu an tüm kullanıcılara açılmamış olan bu uygulama, Facebook aramalarında bize özel sonuçlar çıkarmak üzere tasarlanmış. “Arkadaşlarımın sevdiği filmler” diye bir arama yaptığımızda, Facebook arkadaşlarımızın beğendiği filmler listelenecek. Yine bu uygulama yer bildirimlerini de kullanarak aynı şekilde yerler için de bilgi edinebilir ya da kendimize yakın lokasyonda bulunan ve aynı hobileri paylaştığımız insanları keşfedebiliriz. Bu uygulamanın ticari anlamdaki karşılığı şu an

Facebook reklamlarında kullanılmakta. Bunun tüm kullanıcılar bazına indirilmesinin sebebi de insanlara Facebook’ta zaman geçirmek için bir neden daha sağlamak, geçirilen zamanda daha çok reklam göstermek ve bununla birlikte reklam gelirlerini arttırmak diyebiliriz. Bakalım, Eskişehir’de yaşayan bungee jumping sevdalısı insanlar kimlermiş. Ya da sadece bungee jumping sayfasını Facebook üzerinden mi beğenmiş. Dijitalden öteye gidip, her geçen gün biraz daha içimize karışıyorsun Facebook.

107


Mozilla Popcorn Maker

https://popcorn.webmaker.org adresinden erişebileceğimiz bu uygulama, daha basit bir şekilde daha profesyonel videolar oluşturmamızı sağlıyor. Web tabanlı olması, wireless internetin dağın bir başında da bulunduğu bu dünyanın her yerinde ulaşılabilir olması manasına da geliyor. Sloganları; “Video beyond the box” (Video bu kutunun ötesinde) Yani slogandan da anlaşılabileceği üzere videoya getirmiş oldukları bir yenilik var. Peki nedir bu yenilik? Popcorn Maker; bir videoya çok kolay bir şekilde screenshot eklememizi, bahsedilen konu hakkında wikipedia bilgilerini ya da bir haritayı paylaşmamızı, bir blog - youtube - vimeo videosu, soundcloud’dan müzik ya da html 5 dosyası eklememizi mümkün kılıyor. Ve bunları dinamik bir biçimde yapıyor. Eğer verilen kaynaklarda bir değişim olursa, bunu direkt olarak videomuza uyguluyor. Gerçekten de videoyu bir kutunun ötesine taşımışlar. Popcorn uygulamasını kullanarak bazı eklemeler yaptığımız örnek videoya http://popcorn.webmadecontent.org/mv5 adresinden erişebilirsiniz.

108


Mart’13

Yeni Myspace

Justin Timberlake’in satın alıp yeni single tanıtımını yaptığı yeni Myspace, Facebook’a benzer bir profil yapısıyla dikkat çekiyor. Eski Myspace üyelerinin dahi yeni bir hesap açmasını gerektiren yeni Myspace, üye olunduktan hemen sonraki Facebook ve Twitter entegrasyonuyla birlikte Facebook’ta beğendiğiniz ya da Twitter’da takip ettiğiniz sanatçıları Myspace üzerinden ta-

kip etmenizi öneriyor ve anasayfa yukarıdan aşağı yerine sağdan sola kayıyor. Bir yenilik ya da bir devrim, site içinde kullanıcı için herhangi bir yenilik yok gibi duruyor tasarımdan başka. Sanırsam bir devin çöküşüne şahit oluyoruz. Zira 530 milyon dolardan, 36 milyon dolara kadar düşmüş bir değer söz konusu.

Yenilik; Myspace’in kısa vadede üye kazanması tıklanmalarını arttırması konusunda yardımcı olsa da bu tür adı değişim, özü kılıfın değişmesi olan bir durum uzun vadede kullanıcıyı yenilik konusunda duyarsızlaştıracaktır. Kullanıcının duyarlılığını kaybetmeden gerçek anlamda bir değişim olmaz, bir hayat öpücüğü gelmezse bir internet devinin daha çöküşüne şahit olacağız.

109


SMS değil. MMS hiç değil. İşte bu: Whatsapp! ‘Bu dönemde Whatsapp kurulu olmayan telefon mu olurmuş?’ cümlesi iş bu yazının yazılmasındaki temel sebeptir. Son dönemde kullanıcı sayısı çığ gibi büyüyen, hakkında çıkan haberlerde mesajlaşmada kırdığı rekorları ile anılan bu anlık mesajlaşma programı, akıllı telefon kullanıcılarının eli ayağı haline geldi. Bazen sık sık çıkarttığı güncellemeler ile telefon sahiplerinin canını sıksa da, gereksiz şekilde verdiği hizmetler sarpa sarsa da o olmadan iletişimimiz artık bir parça eksik gibi. Elimde değil pek sevgili akıllı telefonum tamirdeyken ben de kollarımdan birini kaybetmiş gibiyim. SMS artık çağımızın gerisinde, MMS çok kullanışlı değil. Lakin Whatsapp ve yeni olarak çıkmaya başlayan türevleri, SMS sistemiyle arka planda çalışıp gönderileri anlık olarak alıyor. İnternet veri tabanını kullanan bu yazılım yazı dışında resim, ses, video ve yer bildirimi gönderilebiliyor. Anlık olarak işyerinizdeki arkadaşlarınızla, ailenizle ve çevrenizle bu kadar yoğun içeriği bu kadar çabuk ve kolay paylaşabilmek; alışıldıktan sonra kolayca vazgeçebileceğiniz bir lüks olmaktan çıkıyor. Biraz rakamlardan bahsetmemiz gerekirse Whatsapp da geçtiğimiz dönemde Facebook tarafından sürpriz bir şekilde sürpriz bir fiyata alınan Instagram gibi net olarak değeri biçilmemiş bir uygulama. Bilinen son yatırımını 8 milyonluk bir destekle aldı. Rakamın küçüklüğüne takılmamanız için bir hatırlatmada bulunmak gerekirse Instagram 1 milyar dolara alınmadan önce sadece 50 milyon dolarlık bir yatırıma sahipti. Ekonomistleri ilgilendiren kısmı geçip biz fani kullanıcıların dikkatini çekecek verilere gelecek olursak, mesajlaşma işi günde ortalama 10 milyar mesaj iletimine ulaşmış durumda. Tabi geçtiğimiz yılın son gününde Whatsapp kendi rekorunu kırmış ve günde 18 milyon mesaj iletimine ulaşmıştı. Meyve veren ağaç diyorduk değil mi? Evet taşlandığı doğrudur. SMS dönemini kapatacağı öngörülen bu uygulamaya karşı operatörlerin sessiz kalmayacağı ortada. İlk başlarda pek umursamadıkları bu gelişmeye karşı mağlup olmaya başladıklarında önce yasal olarak birkaç denemede bulunsalar da sonuç alamadılar. Daha sonra bu süreç uygulama marketlerine yapılan bir baskıya dönüştü. Sözün özü Whatsapp artık yeni veya gelişen uygulama düzeyini aşıp pastada büyük dilim sahibi oyunculardan biri haline geldi. Doğru zamanda tam olarak ihtiyacı karşılamaya yönelik bütün uygulamalar gibi düşük yatırımla büyük randıman getirdi. Gelişim sürecini de başarıyla yöneten geliştiriciler gerekli zamanlarda gerekli eklemeleri yaparak uygulamayı güncel tuttular ve kullanıcılarının ilgisini taze tutmayı başardılar. Bundan sonraki süreçte de Whatsapp’in başarılarından daha çok kendisine benzeyen uygulamalarla mücadelesine şahit olacak gibiyiz.


Mart’13

Subway Surfers

IOS ve Android platformlarının en popüler kaçış oyunlarından Subway Surfers geçirdiğimiz 1 yıl içerisinde kullanıcılardan tam not aldı ve Temple Run’ın popülerliğini gölgede bıraktı.Oyunun kısa sürede bu denli popüler olmasının nedeni kolay oynanabilirlilik,gözü yormayan gelişmiş grafikler ve oyunun marketindeki çeşitlilikler diyebiliriz.Oyunda;sizi kovalayan tren yolu bekçisinden kaçıyor, kaçarken altın toplayabiliyor ve bu altınlarla oyunun marketinden dilediğiniz itemleri satın alabiliyorsunuz.Oyun Jetpack,Super Sneakers,Coin magnet,2x Multiplier gibi karakterinizi geliştirebileceğiniz PowerUps seçeneklerinin yanında ortalama 15

karakter ve 12 Hoverboard (uçan kaykay) içermekte. Ayrıca oyun içerisinde görevlerin sürekli devam etmesi,Facebook üzerinden arkadaşlarla rekabet olanağı ve sık güncellemeler oyuna bağlılığı fazlasıyla arttırıyor. Aralık ayında getirilen yeni güncellemeyle ‘World Tour’ serisine başlandı ve her yeni güncellemede oyun,bizi Dünya’nın başka bir bölgesine götürecek.New York’ta başlayan, 31 Ocak’taki güncellemeyle Rio’ya geçen yolculuk şu sıralar Roma’da devam ediyor.İndirme oranı ve kullanıcı puanları doğrultusundaki popülerliğe bakılırsa;Subway Surfers fırtınası mobil oyun piyasasını çok uzun süre daha etkisi altına alacak gibi görünüyor. 111


Pixable: Your Photo Inbox

Instagram’ın başarısının nedeni hala mantıklı olarak açıklanamıyorken bu başarı görsel uygulamalar konusunda eksiklik olduğunu ispatladı. Bizler yazı okumaktan çok fotoğraf ve görsel istiyorduk ve Instagram bizim bu isteğimizi tam olarak karşılıyordu. Ancak daha sonrasında içerik fazlalaşmaya başladı, artık herkes görsel üretiyor ve bunu herhangi bir elemeye almadan internet dünyasına sunuyordu. Ve biz bu bolluktan da

112

sıkıldık. İşte, uygulamamız canı bizden biraz daha fazla sıkılan biri tarafından geliştirilmiş olsa gerek. O kadar görsel içinde sizin Facebook, Twitter ve Instagram’daki arkadaşlarınız fotoğraflarınızın hepsini toplasa, hatta bunların beğeni ve popülerliğine göre sıralasa bizim için güzel olmaz mıydı? İşte bu şahane fikirle yola çıkan uygulamamız henüz yeni sayılır, kendini geliştiriyor. İlk başlarda sadece kendi arkadaşlarınızın içeriklerini

görebilirken son güncellemelerden sonra artık Twitter’ın Trend Topic sistemi gibi görsel bir gündeme sahip. En çok içerik sağlanan konuyu ve o içerikleri görebiliyorsunuz. Eğer sizler de arkadaşlarınızın arasında ayın fotoğrafını ya da günün en çok dikkat çeken görsel içeriğini merak ediyorsanız, Pixable sizi uygulama marketlerinde bekliyor. Denemeye değer.



STV Haberleri

J.J Abrams ve Star Wars? Son dönemde Star Trek (Uzay Yolu) serisiyle ve Revolution, Alcatraz, Person of Interest gibi televizyon yapımlarıyla kendini gösteren J.J Abrams, Lucasfilm’in Walt Disney’e satılmasının ardından yeni Star Wars (Yıldzı Savaşları) filmi dedikodularını sonlandıran nokta oldu. J.J Abrams, yeni Star Wars filminin yönetmenlik koltuğunda oturacak isim oldu. Hem Star Trek hem de Star Wars projeleriyle nasıl bir sonuca varılacağı merak konusu.

Sundance Ödülleri Amerikan bağımsız sinemasının kalbi Sundance Film Festivali’nde ödüller sahiplerine ulaştı. İzleyici oyları ve jüri oylarıyla iki farklı şekilde verilen ödüller için 119 film değerlendirildi. ‘’Fruitvale’’ ve ‘’Blood Brother’’ hem jüri hem de izleyici oylarını alarak iki alanda da ödülleri kazanan yapımlar olarak öne çıktı. 114

Büyük Jüri Ödülü (Dramatik) : Fruitvale Büyük jüri Ödülü (Belgesel) : Blood Brother Dünya Sineması Büyük Jüri Ödülü (Dramatik): Jiseul Dünya Sineması Büyük Jüri Ödülü (Belgesel) : A River Changes Course Dünya Sineması İzleyici Ödülü (Dramatik) : Metro Manila Dünya Sineması İzleyici Ödülü (Belgesel) : The Square

Altyazı Yeni Yüzüyle Okuyucu Karşısına Çıktı Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi çatısı altında 12 yıldır yayın hayatını sürdüren Altyazı dergisi, geçtiğimiz şubat ayında, 125. sayısında okuyucuların karşısına yepyeni bir tasarım ve değişen içerikle çıktı. Dergi, değişen tasarımıyla yayınlanan ilk sayısında Leos Carax’ın Holy Motors (Kutsal Motorlar) filmini kapağına taşıdı.


Mart’13

internetin en prestijli sinema sitelerinden biri olan IMDB’de (Internet Movie Database) en kötü 100 film arasında girdi. Bu durumu öğrenen Şahan Gökbakar, Twitter’da yaptığı açıklamada “Çok da fifi çok da tınn” ifadelerini kullanınca, film en kötü 100 film arasında 1. Olarak IMDB’nin en kötü filmi haline geldi. BAFTA Ödülleri Sahiplerini Buldu Londra’da bulunan Royal Opera House’da bu yıl 66. kez düzenlenen İngiliz Film ve Televizyon Sanat Akademisi Ödülleri (BAFTA) sahiplerini buldu. En İyi Film Ödülünün Argo’ya gittiği, Stephen Fry’ın sunuculuğunu üstlendiği törenin öne çıkan kazananları ise şu şekilde: En İyi Kadın Oyuncu: Emmanuelle Riva (Amour) En İyi Erkek Oyuncu: Daniel Day-Lewis (Lincoln) En İyi Yönetmen: Ben Affleck (Argo) En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Anne Hathaway (Les Miserables) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz (Django Unchained) En İyi Senaryo: Django Unchained En İyi İngiliz Filmi: Skyfall En İyi Yabancı Film: Amour En İyi Animasyon Filmi: Brave

‘’Celal ile Ceren’’ IMDB’nin En Kötü Filmi Oldu Başrollerini Şahan Gökbakar ve Ezgi Mola’nın paylaştığı, yönetmenliğini Togan Gökbakar’ın yaptığı ‘’Celal ile Ceren’’ ,

Berlinale’de Ayılar Kazananların Oldu Bu sene 63. kez sinemaseverlerle buluşan Uluslararası Berlin Film Festivali’nde ödüller sahiplerini buldu. Wong Kar Wai’nin jüri başkanlığını yaptığı festivalde Büyük Jüri Ödülü’nün sahibi Danis Tanovic imzalı Epizoda u životu berača željeza (An Episode in the Life of an Iron Picker) filmi oldu. En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü ise yine aynı filmin oyuncusu Nazif Mujic kazandı. Alin Taşçıyan’ın FIPRESCI Jüri başkanı olduğu festivalin öne çıkan kazananları ise şu şekilde: En İyi Film: Poziţia Copilului (Child’s Pose)

115


Alfred Bauer Ödülü: Vic+Flo ont vu un ours (Vic+Flo Saw a Bear) En İyi İlk Film: The Rocket En İyi Kısa Film: La Fugue (The Runaway) En İyi Yönetmen: David Gordon (Prince Avalanche) En İyi Kadın Oyuncu: Paulina García (Gloria) En İyi Senaryo: Cafer Panahi (Pardé) Yarışma Bölümü Mansiyon Ödülleri: Promised Land, Layla Fourie

Filmmor İçin Geri Sayım Bu senen 11.’si düzenlenecek Filmmor Kadın Filmleri Festivali, her sene olduğu gibi birçok ülkeden kadın filmlerini gösterime sunacak. Kadınların Sineması, Bedenimiz Bizimdir, Kendine Ait Bir Cüzdan, Cins-iyet-ler bölümlerinden oluşacak festival, 15-23 Mart’ta İstanbul’da, 30-31 Mart’ta İzmir, 6-7 Nisan’da Sinop, 13-14 Nisan’da Bitlis’te izleyicilerle buluşacak. Bu sene kadar ödül vermeyen festival bu sene küçük bir değişiklik yapıp festival süresince belirlenen isimlere ve filmlere Dayanışma Ödülü verecek. 116

Emad Burnat’a ABD Engeli 85. Akademi Ödülleri için aday olduğu En İyi Belgesel dalında 5 Broken Cameras (5 Kırık Kamera) filmiyle ABD’ye giden Filistinli yönetmen Emad Burnat, havaalanında sınırdan geçirilmedi. Yönetmen olduğuna görevlileri inandıramayan Burnat, Los Angeles’a havalandığı Türkiye’ye geri dönecekken devreye yönetmen Michael Moore girerek Oscar yetkilileriyle görüştü. Bunun üzerine Burnat’ın girişine izin verildi. Olayla birlikte Moore twitter hesabından “Görünüşe göre göçmenlik bürosu yetkililileri bir Filistinli’nin nasıl olup da Oscar’a aday olmuş olabileceğini kavrayamadı” yazdı.

César Ödülleri Fransa’nın en prestijli sinema ödüllerinden César Ödülleri 38. Kez sahiplerini buldu. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Oyuncu


Mart’13

ve En İyi Özgün Senaryo ödüllerinin beşini birden Michael Haneke imzalı Amour (Aşk) kazanarak pek şaşırtıcı olmayan bir sonuç ortaya çıkardı. En İyi Yabancı Film Ödülünün sahibi ise Ben Affleck imzalı Argo oldu. En İyi Yardımcı Kadın ve Erkek Oyuncu Ödüllerini ‘’Le Prénom’’ filmindeki performanslarıyla Valerie Benguigui ve Guillaume de Tonquedec aldı.

Altın Lale’de Tayfun pirselimoğlu Jürisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 30 Mart-14 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 32. İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale Ulusal Yarışma jüri başkanlığını ‘’Rıza’’ , ‘’Pus’’ ve ‘’Saç’’ filmlerinin yönetmeni Tayfun Pirselimoğlu yapacak. Ulusal Yarışma jürisi dokuz farklı dalda ödül verecek.

Rhythm & Hues’a İstifa Darbesi The Lord of The Rings (Yüzüklerin Efendisi) ve Hunger Games (Açlık Oyunları) gibi filmlerin görsel efektlerinde imzası

olan, son olarak 85. Oscar Ödülleri’nde En İyi Görsel Eefekt Ödülü’nü kazanan şirket Rhythm & Hues, firmanın satışının gerçekleşmediği taktirde istifa edeceğini açıkladı. Şubat ayında 250 çalışanının işine son veren şirketten Bill Westenholfer’ın sesinin En İyi Görsel Efekt Ödülü’nü almak için sahnede konuşmaya başladığı sırada Jaws filminin müziğiyle kesilmesiyse tartışmalara neden oldu.

Akademi Yine Şaşırtmadı Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarafından bu yıl 85. Kez düzenlenen Oscar ödüllerinde en iyi film ödülünü “Argo” kazandı. Sunuculuğunu Family Guy, The Cleveland Show, American Dad gibi yapımların yaratıcısı Seth Macfarlane’in üstlendiği üstlendiği ve Kodak Tiyatrosu’nda gerçekleşen törende, en iyi kadın oyuncu ödülünü “Silver Linings Playbook” filmindeki performansıyla Jennifer Lawrence alırken en iyi erkek oyuncu Oscar’ını “Lincoln” filmindeki performansıyla Daniel Day-Lewis aldı. “Les Miserables” filmindeki performansıyla en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ını Anne Hathaway, en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü ise “Django Unchained” ile Christoph Waltz aldı. Gecede en iyi yönetmen ödülünü “Life of Pi” filmiyle Ang Lee, en iyi özgün senaryo Oscar’ını ise “Django Unchained” ile Quentin Tarantino kazandı.

117


2. KUİRFEST

Pembe Hayat Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans (LGBT) Dayanışma D tarihlerinde Ankara’da, yılın ilk festivali olarak izleyicilerle buluştu. LG layan festivalde, Sundance, Berlin gibi dünyanın önemli film festivalle ve kısa filmlerin gösterimi gerçekleşti. 25 filmi içeren bu gösterimler,


Derneği’nin düzenlediği, bu yıl 2.si düzenlenen KuirFest, 17-24 Ocak GBT hakları mücadelesinin sanat aracılığıyla da sürdürülmesini amaçerinde ödül almış LGBT temalı kurmaca uzun filmlerin, belgesellerin , Kızılay Büyülü Fener Sineması ve Goethe Enstitüsü’nde yapıldı.


17 Ocak Perşembe akşamı Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda düzenlenen açılış töreni ile başlayan festival, Esmeray’ın son oyunu “Yırtık Bohça”nın KuirFest izleyicisi için tekrar sahnelenmesiyle devam etti. 19 Ocak’ta “Pişman Olanlar (Regretters)”filminin gösterimi ardından Belgin Çelik, Buse Kılıçkaya ve Ceren Yılmaz ile “Cinsiyet İnşa Süreci” paneli yapıldı. Daha sonra ise “Saklambaç(Hide and Seek)” filmi gösterildi ve sonrasında filmin yapımcıları/yönetmenleri Saad Khan, Saadat Munir ve filmin yapımcısı Christina Andersen ile “Pakistan’da Neler Oluyor?” paneli gerçekleştirildi. 20 Ocak’ta ise Türkiye LGBT hareketinin en göz önünde simalarından Bülent Ersoy üzerinden bir yakın tarih okuması denemesi yapılan “Bülent Ersoy’un Kanunla İmtihanı” panelinde, konuşmacılar; Alisa Lebow, Başak Ertür, Defne Tüzün ve Gözde Onaran, Bülent Ersoy’un başrolünde oynadığı yarı otobiyografik “Şöhretin Sonu” filminin yanı sıra, Ersoy’u gerçek hayatta mahkeme karşısına çıkaran davalar üzerinden Bülent Ersoy’un kanun ile ilişkisini incelediler. Paneller ve film gösterimlerinin yanında festival, renkli partilere de ev sahipliği yaptı. “Born This Way” konseptli açılış partisiyle başlayan KuirFest, “Köçek Party” ve “O Ses Kuirfest” partileriyle, festival takipçilerine dolu dolu bir program sundu. 120

Türkiye’de LGBT Türkiye’de eşcinsellik, genel olarak ahlak dışı ve kabul edilemez olarak algılanmakta, çoğu birey tarafından hastalık olarak görülmektedir. Öyle ki 2010 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı “ Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence.” sözlerini sarf etmiştir. 1 Ocak 1993 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü(WHO) eşcinselliği “Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması”ndan çıkartmış, “cinsel yönelim, tek başına, bir rahatsızlık/hastalık olarak kabul edilemez” şeklindeki ICD10 maddesini yayınlamıştır. Üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen, hala eşcinselliğin bir hastalık olduğunu ve tedavi gerektirdiğini savunan bireyler, Türkiye nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de eşcinselliğin toplum tarafından kabul edilmesi gerektiğini düşünen bireyler %14 oranındayken, eşcinselliğin toplum tarafından kabul edilmemesini savunanlar %57 oranındadır. Yine yapılan akademik bir araştırmaya göre, “Kiminle komşu olmak istemezsiniz?” sorusuna eşcinsel bireyler olarak verilen cevap %87 oranındadır. Türkiye’de medya ise, eşcinsellik hakkında homofobik bir tutum beslemekte ve gereken şeffaflığı gösterememektedir. Eşcinselliğin “normal” olarak gösterildiği dizilere, filmlere RTÜK tarafından ceza verilmekte, bunları yayınlayan kanallardan savunma raporları istenmektedir. Ceza verme gerekçesi olarak ise “Kamusal alanda eşcinsellik gibi sapkın ilişkiler normal görülemez. Bu durum toplumun cinsel sağlığını bozar” ifadesi gösterilmektedir. Bunun yanında eşcinsel ve trans bireylere uygulanan şiddet ve ayrımcılıkla ilgili haberler gündeme taşınmamakta, örtbas edilmektedir.


Mart’13

Toplum tarafından tanınan ve benimsenen köşe yazarlarının, sunucuların, program yapımcılarının, profesörlerin, milletvekillerinin eşcinsellikle ilgili tutumları ise homofobik düşünceyi ‘normalleştirmekte’ ve bu yüzden LGBT bireylerin hayatlarını oldukça zor hale getirmektedir. Durum bu iken, konuyla ilgili yapılan festivaller, paneller, yürüyüşler, eylemler bilinçlenme açısından büyük önem taşımaktadır. Duyulan etkinliklerin, haberlerin her yerde, her yolla duyurulması, daha anlayışlı, daha farkında, daha hoşgörülü ilişkiler kurabilmek ve yaşadığımız dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirebilmek için atılacak anlamlı birer adımdır. FESTİVAL PROGRAMI: “PİŞMAN OLANLAR-REGRETTERS- ÅNGRARNA”

Film, iki kez cinsiyet değiştirme operasyonu geçirmiş olan Orlando Fagin ile ikinci ameliyatını geçirmek üzere olan Mikael Johansson arasındaki sohbeti bizlere aktarıyor. 60’larına merdiven dayamış ikili ilk kez bu filmde bir araya geliyorlar ve hayatları hakkında sohbet etmeye koyuluyorlar. Filmin adından da anlaşılabileceği gibi konu genellikle yaşadıkları pişmanlıklar çevresinde ilerliyor.

Orlando 1967’de ameliyat olmuştur, İsveç’in ilk cinsiyet değiştiren erkeklerinden biridir ve operasyondan sonra adını Isadora olarak değiştirir. Uzun yıllar kadın olarak yaşamış ve bir erkekle 11 yıllık bir evliliği olmuştur, ancak eşinin operasyondan haberi yoktur. Durumu öğrendiğinde ise evlilikleri sona erer ve mutluluğu kalp kırıklığına dönüşür. Isadora ardından yeni bir değişim sürecine girer ve tekrar erkek olmak için plastik cerrahi ameliyatı geçirir. Artık 60’larında bir erkek olarak Orlando, kendini çift cinsiyetli olarak tanımlamakta ve kimi zaman kadın kimi zaman da erkek olarak anılmaktan rahatsız olmamaktadır. Mikael ise 50 yaşlarındayken, 90’lı yıllarda ameliyat olur. Ancak operasyondan hemen sonra, hastanede, anesteziden kalktığı anda operasyon geçirmekten dolayı pişman olduğunu dile getirir ve bu yüzden doktorların operasyon yapmadan önce daha özverili olmaları gerektiğini savunur, bir anlamda pişmanlığını doktorları suçlayarak yansıtır. Yine de bu konuda çok fazla konuşmak istemez. Birkaç yıl kadın olarak yaşar, ancak başarılı olamadığını hisseder. Şimdi ise erkek gibi giyinmekte ve doktorlarını tekrar cinsiyet değiştirmek için ikna etmeye uğraşmaktadır. Filmin yönetmenliğini İsveçli oyun yazarı ve belgesel sinemacı Marcus Lindeen yapmıştır. Krakow’da ve İsveç Akademisi Ödülleri’nde en iyi belgesel film seçilen ve pek çok film festivalinin yanı sıra New York ve Moskova’da müzelerde de gösterilen Regretters, iki trans erkek üzerinden cinsiyet kimliği, baskı ve pişmanlık konularına etkileyici bir yorum getiriyor.

121


“CİNSİYET İNŞA SÜRECİ”

Pişman Olanlar(Regretters) filminin hemen ardından, Buse Kılıçkaya, Ceren Yılmaz ve Belgin Çelik’le “Cinsiyet İnşa Süreci” paneli gerçekleştirildi. Panelde ilk olarak 3 aktivistin cinsiyet değişim operasyonları ve Türkiye’de yapılan ilk ameliyatlar üzerine konuşuldu. Daha sonra Türkiye’de toplumsal cinsiyet rollerinden bahsedildi, erkek egemen bakış ve homofobi üzerinden trans bireylerin maruz kaldığı şiddet, ayrımcılık dile getirildi. Medya’nın LGBT bireyler hakkındaki tutumu tartışıldı, bilinçlendirme süreçlerinin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğinden bahsedildi. Konuşmacılar hakkında kısaca bilgi vermek gerekir ise; Ceren Yılmaz Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenim gören trans aktivist Uluslararası Tıp Öğrencileri Federasyonu’nda (IFMSA) cinsel sağlık ve üreme sağlığı grubuna (SCORA) başkanlık yapan Ceren konuyla ilgili çeşitli etkinliklerin düzenlenmesinde görev aldı. Belgin Çelik Lambda İstanbul kurucularından, Pembe Hayat LGBTT Derneği yönetim kurulu üyesi. LGBTT hakları aktivisti, Yeşiller ve Sol gelecek partisi kurucu üyesi, hak ihlalleri raportörü. 122

Buse Kılıçkaya Pembe Hayat LGBTT Derneği kurucu üyesi, aktivist.

“SAKLAMBAÇ-HIDE AND SEEK-CHUPPAN CHUPAİ” Pakistanlı bir grup eşcinsel ve transeksüelin hayatını ele alan ‘Saklambaç’, trans aktivizmi, din, eşcinsel hayatı, toplumsal kabul ve Pakistan kentlerinde LGBT bireylerin yaşam şekillerini gözler önüne seriyor. LGBT bireylerin haklarından bile bahsetmenin mümkün olmadığı bir ülke Pakistan, buna rağmen trans bireylere eşcinsel olanlardan daha hoşgörülü davranılıyor. Film boyunca dört karakterin yaşamına tanıklık ediyoruz. Her birinin ağzından ne iş yaptıklarını, kimliklerini açıklama süreçlerini, yaşadıkları ülkede maruz kaldıkları zorlukları izliyoruz. Hepsi çekinmeden, yakınlarıyla konuşur gibi tüm içtenlikleriyle, samimiyetleriyle anlatıyorlar olayları. Neeli Rana ‘üçüncü cinse’ yani transeksüellere te-


Mart’13

mel sivil hakların verilmesi için Pakistan’ın yüksek mahkemelerine kadar trans aktivizmini cesaret ve kararlılıkla taşır, bu konuda Pakistan’ın tanınan aktivistlerindendir. Bugün Pakistan’da trans bireyler 3.cinsiyet olarak kabul ediliyor ve nüfus cüzdanlarının cinsiyet bölümünde “3.cins” yazan kimliklere sahip olabiliyorlar. Öte yandan yönetmenlerle yaptığımız röportaj esnasında öğrendiğimiz üzere, bu yasa bütün trans bireylerin çift cinsiyetli doğduğunu varsayıyor. Filmin korkusuz ve gösterişli karakteri Kami, aralarında en cesurudur. Düşüncelerini rahat bir ifadeyle dile getirir, olması gereken ya da yapılması gerekenler hakkında konuşmaktan çekinmez ve kapalı kapılar ardında yaşamayı seçenleri eleştirir. Waseem ise eski bir dansçıdır ve cinselliğiyle ilgili sorunları vardır; sonunda aile baskısına dayanamayarak kimliğini açıklar. Son olarak trans Jenny çıkar bu filmde seyircinin karşısına. Jenny yakın zamanda cinsiyet değiştirmiş ve yaptığına pişman olmuş bir üniversite öğrencisidir.

bahsedildi. Film ekibi, Pakistan’daki 3. cinsiyet ifadesinin ne anlama geldiğinden, eşcinsellerin daha çok yeraltında var olmaya çalıştıklarından söz etti. Yönetmen Saadat Munir, Kopenhag ve Londra’da işletme üzerine eğitim almış. Şu anda kendi kurduğu yapım şirketinde, tarafsız ele alınması gerektiğini düşündüğü konular üzerine çalışmalar yapıyor. Saad Khan ise Pakistan ve Amerika’da eğitim almış ve her iki ülkede de bağımsız kısa filmlerin yapımında rol üstlenmiş. Panel sonrası filmin yönetmenleri Saad Khan ve Saadat Munir ile film üzerine keyifli bir röportaj yaptık.

Danimarka ve Pakistan ortak yapımı olan filmin çekimleri Pakistan’da yapılmış. Filmin hem yönetmenleri, hem de senaristleri olan Saad Khan ve Saadat Munir, muhafazakar bir ülke olan Pakistan’daki eşcinsel bireylerin yaşamları hakkında bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarıyor. “PAKİSTAN’DA NELER OLUYOR?” Saklambaç filminin gösterimi ardından, filmin yönetmenleri/yapımcıları Saadat Munir ve Saad Khan ve yapımcı Christina Andersen ile Pakistan’daki LGBT grupların durumunu anlatan bir panel düzenlendi. Panelde filmin kahramanları üzerine konuşuldu, şu an neler yaptıklarından

Bu filmi çekmeye nasıl karar verdiniz, fikir nereden çıktı? Saadat: Saad ve ben birbirimizi yaklaşık 4 yıldır tanıyoruz. Bu projeyi aslında hiç düşünmemiştik ve plan yapmamıştık. Saad’ın 123


bir senaryosu vardı, benimle bunu paylaştı ve çok beğendim. Aslında Danimarka’da o proje için bütçe bulmaya çalışıyordum. Konu cinsel kimlik olduğu için Pakistan’da kimsenin filmi çekmek istemeyeceğini biliyorduk, bu yüzden de Danimarka’dan para bulmaya çalıştık. Ne kadardır Danimarka’da yaşıyorsunuz? Saadat: 17 yıldır. Ama öncesinde İngiltere ve Pakistan’da yaşadım. Bu filmi de Saad’ın senaryosu için bütçe bulabilmek adına bir başlangıç olarak çektik. Aslında hep trans bireylerle ilgili bir şeyler yapmak istemiştim. Saad’la bu fikri paylaştığımda o da çok beğendi. Bu proje için bütçe bulamadınız sonuç olarak değil mi? Saadat: Danimarka’da birçok yer ile görüştüm, fakat ne Saad’ın ne de benim tecrübemiz olmadığı için, böyle bir projeye yatırım yapmayı riskli buldular. Pakistan’da böyle bir filmi çekebileceğimize ikna olmak için garantiye ihtiyaçları vardı. Uzmanlıklarınız sinemayla mı ilgili? Saad: Senaryoyu yazarken yurtdışında senaryo yazarlığı okuyordum ve alanımla alakalı olarak o senaryoyu ürettim. Aslında pazarlama mezunuyum. Saadat: Ben iletişim mezunuyum. Danimarka’da bu tarz projelere kim bütçe ayırıyor? Saadat: Hükümete bağlı bir kurum yok. Fakat benim de çalıştığım etnik azınlıklarla ilgili işler yapan bir kuruluş var. Bu kuru124

luş bünyesindeki enformasyon biriminin bütçesinden bu tarz filmlere para ayrılabiliyor. Fakat bu projede çalışan herkes bu işi gönüllü olarak yaptı. Buna Saad ve ben de dahiliz. Çekim aşaması tamamlandıktan sonra filmin gösterimi için gerekli yerlerle iletişime geçilmesi de gerekiyordu. Christina ve bazı yarı profesyonel diyebileceğimiz dostlarımız bu işleri gönüllü olarak yaptı. Aralarında radyoda çalışan profesyonel bir arkadaşımız da vardı. Pakistan’da 3. cinsiyetin resmi olarak kabul edilmiş olduğunu dün sizden öğrendik ve aslına bakarsanız bu bilgi bizi şaşırttı. Trans kimlikler aslında iki taraflı, yani trans kadınlar ve trans erkekler var. Filmin tamamen trans kadınlar üzerine olmasının özel bir sebebi var mı? Saadat: Pakistan’da bireysel olarak tanıdığım birkaç trans erkek var. Ama daha fazla olsa bile onları filme çekmek hayatlarını riske atmak demek olacaktı ve bunu yapmak istemedik. Trans kadınlar da aslında baskı ve şiddet görüyor, toplum tarafından dışlanıyor ve yabancılaştırılıyorlar. Bu trans erkeklerin yüz yüze kaldıkları tehlikelerle ne açıdan farklılık gösteriyor olabilir? Saadat: Pakistan, kadın ve erkek arasında büyük uçurumun olduğu bir sosyal yapıya sahip... Dünkü söyleşide bir katılımcı filmde hiçbir kadının yer almaması ile ilgili bir soru sormuştu. Siz de kendi güvenlikleri için bunun daha doğru olduğunu söylemiştiniz. Bu durumda Pakistan’da kadın olmanın ikinci cinsiyet olarak gö-


Mart’13

rüldüğünü söyleyebilir miyiz? Saadat: Tabii ki, bu bir gerçek. Ben de böyle olsun istemiyorum ama gerçek tam tersi. Benim tanıdığım trans erkekler trans kadınlara göre daha iyi durumdalar. Çünkü zaten daha güçlü durumda olan bir kimliğe geçiş yapmış oluyorlar. Saad: Pakistan’da erkek olmak için operasyon geçiren bir kadınla ilgili televizyon programı yapıldı. Operasyonun ardından söyleşiden çok sorgulamaya benzeyen bir röportaj yayınlandı. Neden bunu yaptın tarzında saldırgan sorular soruldu. Saadat: İşin komik yanı ise Pakistan’da bütün toplumun bir reddediş içinde olması. Bahsettiğimiz kişi baskılar nedeniyle sanki bu operasyonun tamamen biyolojik nedenleri varmış gibi olayın üstünü kapatmak zorunda kaldı. Erkek olmayı tercih etmek kadın olmayı tercih etmekten daha doğru bir seçimmiş gibi kabul ediliyor o zaman. Saad: Bir kadının tercihini belirtip erkek olmak istediğini söylemesi kabul edilemeyecek kadar tartışmalı bir durum. Ama bir erkeğin bunu yapması daha farklı. Yani Pakistan’da kadın olarak doğmuş olmak, hayatınızla ilgili birçok şeyi belirlemek için yeterli. Saad: Evet. Saadat: Pakistan’daki doktor bir arkadaşım çift cinsiyetli olarak doğup cinsiyet seçiminin ailenin kararına bağlı kaldığı durumlarda her zaman çocuğun erkek yapıldığından bahsetmişti. Yani açık bir eğilim ve önyargı var. Eğer kadın olmayı seçiyorsanız, güçlü olmaktan vazgeçiyorsunuz demektir. Tanıdığım trans kadınlar büyük çoğunlukla aile-

lerinden dışlanırken, en azından benim tanıdığım trans erkeklerde durum daha farklı. Saad: Biraz önce bahsettiğimiz televizyon programında bile erkek olan bireyin annesi durumdan daha memnun gözüküyordu. Çünkü kızı erkek oluyordu ve artık daha fazla gücü ve desteği olacaktı. Halbuki eğer oğlu kadın olmayı tercih ediyor olsaydı onu aileden uzaklaştırırlardı. Çünkü hiyerarşi içinde daha zayıf olan cinsiyete geçiş yapmış olacaktı. Filmdeki insanları ne şekilde buldunuz, tesadüfen mi? Saadat: Tabii ki hayır. Pakistan’daki bazı Sivil Toplum Örgütlerinden tanıdığım insanlar var ve onlar beni temasa geçirdiler. Ayrıca durumu farklı açılardan gösterebilmek istedik. Neeli güçlü bir karakter ve o topluluğun bir üyesi olarak uzun süredir savaşını veriyor. Kami bu hayata yeni adım attı. Jenny kendisini bir trans birey olarak değil eşcinsel bir erkek olarak tanımlıyor. Ailesiyle hala birlikte yaşıyor. Operasyon geçirdi ama şimdilik bundan pişman gibi görünüyor. Saad: Jenny bir anlamda arafta, çünkü topluluğa katılmayı reddediyor. Bu yüzden kabul görmüyor ve destek alamıyor. Öte yandan da ailesine bağlı durumda ve bundan da vazgeçemiyor. Bu onun için büyük bir ikilem. Saadat: Ayrıca Jenny kast sistemi içinde, filmdeki diğer bireylerden daha üst bir sınıfta. Bu yüzden aynı zihniyete sahip değil. Filmde kendisini modern bir trans birey olarak tanımlıyordu yanlış hatırlamıyorsam. Saadat: Evet. Dans ederek para kazanmak istemiyor. Hukuk okumak ve başarılı olmak istiyor. 125


Saad: Ayrıca trans bireylerin içinde olduğu topluluk bunu bir aşağılama olarak görüyor ve Jenny’nin onlara yukarıdan baktığını düşünüyorlar. Saadat: Jenny bu insanlarla görüşmek ya da ailesinden uzaklaşmak istemiyor ve aslında kafası karışmış durumda. Saad: Bunun nedeni aynı zamanda genç olması. Batıdaki trans bireylerin yaşadıkları hayatı istiyor daha çok. Filmdeki tüm kahramanlar, içlerinden geldiği gibi, dürüstçe ve arkadaşça konuşuyorlar. Söyledikleri şeyler bazen acı verici, bazen gülümsetici, ama hep dürüstler. Bunu nasıl sağladınız? Saadat: Sanırım bu zorluk, trans bireyler ve LGBT bireyler hakkındaki bütün filmlerin heteroseksüeller tarafından çekiliyor olmasıyla alakalı. Bu filmin farklı olduğu nokta ise, bu topluluğun içinden birileri tarafından çekilmiş olması. Ben onlarla bu samimiyet derecesine sahibim. Hala görüşüyorsunuz o zaman? Saadat: Tabii ki, Kami’yle sürekli iletişim içindeyiz. Öte yandan, Jenny’le bunu sağlayamadığımız için de üzgünüz. Neeli hakkında da bize biraz bilgi verebilir misiniz? 3. cinsiyetin yasal olarak kabul edilmesinde ne gibi bir rolü oldu? Saadat: Pakistan’daki trans topluluğunun öncüsü diyebileceğimiz üç aktivist trans bireyi var ve üçü de farklı şehirlerde aktifler. Neeli de onlardan biri. O İslamabad’da, biri Karachi’de, sonuncusu da Lahore’de yaşıyor. Saad: Bu bireyler bölgelerinin kraliçeleri gibi. Politik anlamda kendi bölgelerinde ak126

tif ve güçlü olan bireyler. Saadat: Ama ortak amaçları trans bireylerin haklarını savunmak. Kadın olmayı tercih etmenin yasal olarak da tanınması için uğraşıyorlar ve bunu başardılar. Artık üçüncü cinsiyet nüfus cüzdanınızda belirtilebiliyor. Peki bu durum sadece olayı geçiştirmek üzere yapılmış olabilir mi? Yani trans bireylerin yaşadıkları sorunlara dair somut çözüm hamleleri var m? Saadat: Bir anlamda öyle. Çünkü çıkan yasa bu hakkın sadece hermafrodit olarak doğan bireyler için geçerli olduğunu söylüyor. Ama aynı zamanda Pakistan’daki İslami kurallara göre birinin cinsiyetini incelemek yasak. Yani birinin kadın mı erkek mi olduğunu kimse tespit edemiyor. Saad: Yani yasa karşısında trans bireylerin hepsi hermafrodit olarak doğmuş gibi kabul ediliyor. Trans erkekler de bu yasadan faydalanabiliyorlar m?? Saadat: Öyle olması lazım, ama şu ana kadar olmadı bildiğim kadarıyla. Hatta Neeli Kopenhag’a gelmek için pasaport çıkartmaya gittiğinde bile erkek gibi giyindiğini söylemişti. O zaman yasa yeni çıkmıştı ve başvurmadan gelmeyi tercih etti. Ona neden böyle yaptığını sorduğumda ise normalde bile başvuruların geç sonuçlandığını ve bir trans birey olarak başvurursa bu sürecin yıllarda sürebileceğini söylemişti. Yani Danimarka’da zamanında olabilmek için böyle yaptı.


Mart’13

Lezbiyenler neredeyse yoklarmış gibi, öyle değil mi? Saadat: Kameranın karşısına geçip deneyimlerini aktarmak isteyen çok fazla insan var aslında. Fakat onların güvenlikleri bizim için çok önemli. Ayrıca bazıları gerçekten çok korkmuş durumdalar. Eğer biri görürse ben ne yaparım diye düşünüyorlar genellikle. Biz de yapmak zorunda değilsin diyoruz tabii ki. Aralarında çok etkileyici hikayelere sahip olanlar da var. Dinlemekte zorlandıklarım bile oldu örneğin. Saad: Güvenlik meselesinin yanında maddi sıkıntılar da etkili oldu. Filmdeki hangi karakterler yaşam mücadelesi içinde saklanmayı tercih ediyorlar sizce? Saad: Waseem, örneğin, ailesinin yanında kalarak ayakta durmayı tercih ediyor. Jenny, bunu bir günah olarak gördüğünü söylüyor. Saadat: Umarım hepsi iyilerdir. Sizin aileleriniz bu filmi çektiğiniz biliyorlar mıydı? Saad: Açıkcası ailem oldukça liberal. Annem bu filmden haberdar değil, ama öğrense de önemseyeceğini sanmıyorum. Saadat: Annem bunu başından beri biliyordu ve bütün süreç boyunca da destekledi. Fakat sorun yaşayacağımızı anladığı zaman güvenliğimden endişe duydu. Tehdit edenlerin kötü bir şey yapacağından korktu ve her şeyi silmemi istedi. Fakat zamanla bunun gerçekten yapmak istediğim bir proje olduğunu anladı ve desteklemeye başladı. Saad: Saadat söyleyince fark ettim ki benim annem de topluluktan dışlanacağımızı fark ettiğinde geri çekildi. Hatta tehdit edildiğimizde bir güvenlik şirketiyle de görüştük.

Çünkü Pakistan’da bir güvenlik sorunu yaşarsanız, gerçekten tehlikedesiniz demektir. Saadat: Danimarka’da böyle bir şey olamaz tabi. Saad: Pakistan’da görece daha güvenli bir yerde yaşıyor olmama rağmen, ordayken arkadaşlarım beni hiçbir yere yalnız yollamadılar. Hatta aileme söyleyerek koruma tutmam gerektiğine bile ikna etmeye çalıştılar. Saadat: Benim annem içinse artık Pakistan’a gitmem söz konusu bile değil. Saad: Pakistan’da işin diğer bir komik yanı ise güvenlik meselesinin çok arka planda kalması Hala günde 12 saat elektrik verilmeyen bölgeler var ve insanlar hiçbir güvenliğe sahip olmadan yaşıyorlar. Doğal olarak da yaşam standartlarını değiştirip bununla başa çıkmaya çalışıyorlar. Saadat: Temizlik de büyük bir sorun. Ben Pakistan’a giderken 15 günlük bir hastalık sürecini göze alıyorum örneğin. Pakistan’daki LGBT bireylerin yaşantılarından da biraz bahsedebilir misiniz? Saadat: Pakistan’daki hiyerarşik düzen işi çok daha karmaşıklaştırıyor aslında. Üst sınıflardan bireylerin düzenlediği eşcinsel yeraltı partileri var örneğin her hafta. Genelde zengin ailelerin çocukları katılıyor bunlara. Fakat trans bireylerle çalıştığımı duyduklarında ki trans bireyler en alt sınıfa aitler, onlardan birini oraya getirmememi ve trans topluluğuna da onların yaptıklarından bahsetmememi söylediler. Türkiye’deki LGBT hareketi geçtiğimiz 10-15 yılda çok daha güçlü ve aktif bir hale geldi. 1995’ de sadece bir kuruluş varken, bugün çok daha fazlalar. Politik anlamda gittikçe güçleniyorlar. Ankara’da böyle bir festivalin yapılabili127


yor olması bile bunun sonucu. Cinsiyetin sosyal bir yapılanma olduğu modern bir gerçeklik haline geliyor ve bu durum daha geniş kitlelerce kabul ediliyor. Pakistan’da bu durumun nasıl olduğunu merak ediyorum, çünkü gördüğüm kadarıyla kadın ve erkek arasında büyük uçurumlar var. Saadat: Pakistan’da hala temel insani haklar için mücadele veriliyor. Batı için durum daha farklı. Bu ihtiyaçlar karşılanıyor fakat Pakistan’da insanların barınmayla ya da gıdayla ilgili sorunları oluyor. Bu yüzden hiçbir LGBT örgütlenmesi veya hareketi yok henüz. Fakat homoseksüel ilişkilerin var olduğunu ve bu konuda hükümetin bir şeyler yapması gerektiğini medyada söyleyenler var. Böyle bir hareketlenme olabilmesi için durumun önce ülke genelinde daha stabil bir hale gelmesi gerekli. Ayrıca Pakistan’da 128

eşcinsel ünlüler de var, ama açık bir şekilde bilinmiyor tabii ki. Birkaç teknik sorum da olacak. Hangi kamerayı kullandınız öncelikle? Saad: Canon 5D kullandık. Ayrıca bir de Handycam. Onlarla kurduğumuz samimiyetten bahsederken onların topluluklarının bir parçası olduğumuzu söylemiştik. Saadat: Ben bizim topluluğumuz diyorum çünkü onların yanındayım. Saad: Örneğin Neeli’nin doğum günü olan kısımda Saadat gerçekten oraya davet edilmişti ve Handycam’i de bu özel günü kaydeden bir arkadaşı gibi çekti. Bunun da samimiyet hissini arttırdığını düşünüyorum. Canon 5D ile çektiğim yataktaki konuşma kısmında da kamerayı yaklaşık 25 dakika onlarla baş başa bıraktım. Oradaydım ama konuşmadım ve bir süre sonra daha rahat


Mart’13

hissettiler. Ayrıca dans sahneleri için de bu durum geçerli. Proje toplamda ne kadar sürede tamamlandı? Saadat: Bir ay çekim için, öncesinde bir ay da araştırma yapmak için vakit harcadım. Döndükten sonra da bir ay içinde yayınladık. Saad: Saadat Lahore’da yaşıyordu o zaman, ben de İslamabad’daydım. O araştırmayı bitirince, ben de gidip çekimleri yaptım. Saadat: Pakistan’daki LGBT topluluk başta benim bir yalancı olduğumu sandı. Çünkü hem bu topluluğa ait olup, hem de onlar hakkında bir film çekebileceğime inanmadılar. Pakistan’da olaylar genelde bu şekilde ilerliyor. Büyük bir televizyon kanalından bütçe ayrılıp, yüksek bütçeler ve kaliteli kameralarla gelip çekim yapmak istiyorlar. Oradan bir arkadaşım, hiç tecrübemiz olmadığı için bu projeyi gerçekleştiremeyeceğimizi düşünüyordu örneğin. Biz ise elimizdeki ekipmanla birtakım kayıtlar alıp, ne yapabileceğimizi görmek istediğimizi söyledik. Saad: Biz olayları o insanların bakış açısından yansıtmaya ve kendimizin veya bir başkasının görüşlerini dışarıda tutmaya çalıştık. Bu yüzden de çekimler esnasında bu kadar rahattılar ve özel bilgilerini paylaşmaktan çekinmediler.

lanıyor. Bir de Danimarka’da asıl problemi oradaki Pakistanlılarla yaşadım. Bunu açıklaması daha uzun aslında. Ben Pakistan’da da fazla muhafazakar sayılabilecek bir sınıfta yaşıyorum. Ahmedi mezhebindeniz ve buna göre Muhammed’in ardından bir peygamber daha olduğuna inanılıyor. Kısacası bütün Ahmedi mensupları aslında sürgündeler. Yani siz de kast sistemindeki trans bireyler gibisiniz bir anlamda. Saad: Yaklaşık iki saatten beri bu konuyu tartışıyorduk aslında, ama şimdi daha iyi anlıyorum Saadat’i. Saadat: Evet ben de bunu anlatmaya çalışıyordum. Sonuç olarak Danimarka’daki diğer müslüman topluluklar bu filmin Pakistan’a karşı bir propaganda olduğunu ve Ahmedilerin LBGT hareketini desteklediğini düşündüler. Gelecek için ne gibi projeleriniz var peki? Saad: Bu filmin devamı olacak ve daha derin hikayeleri de içerecek bir film projemiz de var aslında ama şu anda maddi kısmı çözmemiz gerekiyor önce. Hatta burada da konuşulmuşken, lezbiyen veya trans erkekleri de o projeye dahil edebiliriz.

Danimarka’da Pakistan’dan daha çok problem yaşamışsınız sanırım bu projeyle ilgili, o konuyu da anlatabilir misiniz? Saadat: Danimarka’da bu film sinemada yayınlandı, fakat Pakistan’da küçük ve kapalı bir topluluk dışında bu filmden haberi olan yok. Aslında problem buradan kaynak129


Türkiye’de LGBT Örgütleri • • • • • • • •

Hebûn LGBT Derneği Diyarbakır Kaos Gey-Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği(Kaos GL) İstanbul Lambdaistanbul MorEl Eskişehir LGBT Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği LİSTAG

“Eğer ki kafama bir kurşun sıkılırsa, bırakın bu kurşun kapalı kapılar ardında saklanan eşcinsellerin kapılarını kırıp geçsin.” – Harvey Milk

130


Mart’13

GİZEMLİ KUTU: J. J. ABRAMS

Sinema ve televizyonun günümüzde insanlar üzerinde ne kadar bağımlılık yarattığını hepimiz biliyoruz. Bu etkinin oluşmasında J. J. Abrams’ın kafein içeren projelerinin yeri yadsınamaz tabii ki. Yarattığı diziler ve çektiği filmler tüm dünyada merakla izlenmekte. Peki kimdir bu J. J. Abrams? Yahudi bir aileden gelen J. J. Abrams 1966 yılında New York’ta doğmuş, Los Angeles’ta büyümüştür. Tam adı Jeffrey Jacob Abrams olan yaratıcı kişilik; yapımcı, yönetmen, senarist, besteci olarak bilinir. Abrams’ın bu sektörde çalışmasında annesi ve babasının yapımcı olmasının payı büyüktür. Tabii bir de dede Harry Kelvin’in, Abrams henüz on yaşındayken ona hediye ettiği “super 8 kamera” ile bu küçük çocuğun heves patlaması yaşamasını sağlaması var. 1976 yılında, on yaşındaki

bir çocuğun super 8 kameraya sahip olması anormal bir durumdu ama bu anormal durumu yaratan dede Harry Kelvin değil, J. J. Abrams’ın kendisiydi. Çünkü o kamera küçük bir çocuğu şımartmak için alınmamıştı, on yaşındaki J. J. Abrams’ın sinemaya ilgisi olduğu için alınmıştı. İstediği şeyleri elde edebilen Abrams şanslıydı, sahip olduğu imkanların onun için ilham kaynağı olduğunu söylemektedir zaten. Bir konuşmasında da “Çocukken benim olsun diye yalvardığım ve şans eseri sahip olduğum herşey artık her köşe başında var” diyerek yaratıcı beyinlerin eğer gerçekten isterse bir şeyler üretebileceğinden bahsetmiştir. J. J. Abrams’ın yaptığı işlere bakacak olursak, henüz on altı yaşındayken bir film projesinde yer alması dikkat çekici bir 131


kilometre taşıdır. Nightbeast (1982) adlı filmde ses efektçisi ve besteci olarak çalışarak film dünyasına giriş yaptı. 1990 yılında ilk filmi olan Taking Care of Bussiness’ı yazdı ve prodüktörlük yaptı. 1991’de Harrison Ford’un oynadığı Regarding Henry’de ve 1992’de Mel Gibson’ın oynadığı Forever Young’da yazar ve yapımcı olarak çalıştı. J. J. Abrams’ın ilk ses getiren projesi ise sağlam bir bütçeyle çekilmiş olan 1998 yapımı Armageddon’dur.

Bruce Willis, Ben Affleck ve Liv Tyler gibi isimlerin de içinde bulunduğu projede Abrams, prodüktör ve yazar olarak çalıştı. Aynı yıl içerisinde Felicity isimli ve dört sezon sürecek diziyi yaratarak televizyon dünyasına da giriş yaptı ve çalışmalarını bu yönde sürdürmeye başladı. Ardından 2001 yılında Alias isimli ve beş sezon sürecek dizide baş yapımcı, yazar ve yönetmen (5 bölüm) olarak çalıştı. 2004 yılında David Lindelof ’la birlikte J. J. Abrams’ı, J. J. Abrams yapan ve bir efsane haline gelen Lost’u yarattı. Ancak izleyicisini altı sezon boyunca ekrana kilitleyen yapım, fanatiklerinden beklentileri karşılamayan finaliyle büyük tepki topladı. Bu projede de başyapımcılık, yazarlık ve yönetmenlik (iki bölüm) yaptı. 2008 yılına gelindiğinde yine büyük bir televizyon projesi olan, bilim132

kurgu temalı paralel evrenlerle ilgili olan Fringe’ı yarattı. Bu proje de beş sezon sürdü, 2013 yılında finalini yaptı. Abrams burda baş yapımcı ve yazar olarak çalıştı. Ayrıca; Alias, Lost ve Fringe’in jenerik müziklerini de kendisi yaptı. Tam anlamıyla ilk yönetmenlik deneyimini 2006 yılında Mission Impossible 3’le yaşadı ve bu projeye yönetmenlik yapmasında Tom Cruise’un etkisi büyüktü. Ayrıca filmin yazarlığını ve görsel efektlerini de Abrams yaptı. Bu filmin devamı olan Mission Impossible 4’ün de yapımcılığını üstlendi. Abrams 2009 yılında yine bir efsane olan Star Trek serisine el attı. Bu projede, hem yönetmen hem de yapımcı olarak çalıştı.


Mart’13

Hayranları tarafından beğenilen filmin devamı 2013 yazında, Star Trek: Into The Darkness adıyla vizyona girecek ve yine yönetmen ve yapımcı koltuğunda J. J. Abrams’ı göreceğiz. 2012 yılına gelindiğinde iki projeyi başlattı. Bunlardan biri, Alcatraz, diğeri de hala devam etmekte olan Revolution. Açıkçası iki proje için de iç açıcı şeyler söylemek zor, kaldı ki Alcatraz Fox’tan ikinci sezon için onay alamamıştır.

J. J. Abrams’ın gelecekteki projelerine bakacak olursak en dikkat çekici projesi hiç kuşkusuz Star Wars serisi olacak. Walt Disney tarafından satın alınan Lucasfilm hayranları tarafından büyük tepki topladı. Bunun üstüne bir de 2015’te vizyona girecek yeni Star Wars filmi için J. J. Abrams’la anlaşılması tepkileri daha da çoğalttı. Bu tepkilerin nedeni tabii ki de Abrams’ın Star Trek’i çekmiş olmasıydı. Bir yönetmenin hem Star Trek serisini hem de Star Wars serisini çekecek olması her iki tarafın hayranları için ironik bir durum. Abrams ise Star Wars serisini çekmeye ilk başta pek niyetli değildi. Aralık ayında verdiği bir röportajda “karşısına ne çıkacağını bilmeyen bir seyirci olarak kalmayı filmin yönetmeni olmaya tercih ettiğini” söylemişti. Ancak bir ay sonra ikna edilen yönetmen, ardından yaptığı açıklamada “George Lucas’a çocukluğumda olduğumdan daha da minnettarım” diyerek

Star Wars’a olan hayranlığını bu şekilde belirtmişti. Derdi, güzel bir bilimkurgu filmi izlemek isteyen bir sinemasever olarak yorum yapacak olursam J. J. Abrams seçiminden son derece memnunum. Kendisi gizemi seven bir yönetmen olduğu için zaten efsane olmuş bir seriye bambaşka bir hava katma potansiyeline sahip. Star Wars: Episode 7, hiç kuşkusuz 2015 yılının en çok beklenen yapımları arasında olacak. J. J. Abrams’ın kendine ait bir de Bad Robot adında bir prodüksüyon şirketi bulunmaktadır. 2006 yılına kadar Touchstone Television (şimdiki adıyla ABC Studios) bünyesi altında çalışan şirket, anlaşmanın bitmesiyle Paramount Pictures, Universal Studios , Columbia Pictures ve Warner Bros gibi şirketlerle çalışmaya başlamıştır.

J. J. Abrams’ın tarzına değindiğimizde akla gelen ilk şey: gizem. Neden bu kadar gizem? Bence en büyük nedenlerinden biri bilimkurgu ve gizemin oluşturduğu muhteşem kombinasyon. Onun için gizem, yarattığı işlerin formulü. Abrams ise gizem konusunu dedesiyle Lou Tannen Sihircisi isimli dükkandan aldığı gizemli sihir kutusu üzerinden açıklamıştır. TED’de verdiği konferansa da getirdiği kutuyu hiç açmamıştır, çünkü kutu onun için sonsuz olasılığı temsil etmektedir. Umudu, potan-

133


siyeli simgelemektedir. Abrams çalışırken kendini sonsuz olasılıklar dünyasında bulduğunu, gizemin hayal gücü için en katalizör olduğunu belirtmiştir. O kutuyu hala ofisinde kapalı bir şekilde saklamaktadır. Bu gizemli kutu, Abrams’ın mentalitesini çok net bir şekilde özetlemektedir. Bu formülü iyi bir şekilde uygulayan Abrams, Lost ve Fringe gibi seyirciyi ekrana kilitleyen, bir sonraki bölümü merakla beklenen projeler yaratmıştır. Seyirciyi ekrana bağlama konusunda usta haline gelen Abrams’ın, sonunu getirmede aynı ölçüde başarılı olduğu söylenemez. En çok eleştirildiği nokta da bu zaten. Abrams’ın projelerine bakacak olursak, özellikle dizilerde genelde ilk iki veya üç sezonda yazarlık yapmış ve projeyi tamamen yardımcı senaristlere bırakarak sadece yapımcılığını üstlenmiştir. Bunun sonucunda da: “Lost çok bozdu”. Bazıları bu tutumu daha çok para kazanma isteği olarak, bazıları da sürekli birşeyler üretme isteği olarak yorumlamaktadır. Eğer, Abrams projelerini daha çok sindirterek sunsaydı ortaya çıkan ve zaten kaliteli olan yapımlar daha da kaliteli olabilirdi bence. J. J. Abrams henüz 47 yaşında ve şimdiden sinema ve televizyon dünyasına adını altın harflerle yazdırmış birisi. Bir yönetmen hiç bir şey yapmasa ve sadece Star Trek ve Star Wars gibi iki efsanevi bilimkurgu filmini çekmiş olsa bile efsane olarak adlandırılabilir. Kaldı ki bu adamın bu iki proje dışında tamamen sıfırdan yarattığı efsanenevi yapımlar da var. Eleştirildiği yanlar olsa da bilimkurguyu ve gizemi seven bir seyirci olarak bu projelerden dolayı kendisine minnettarım ve eminim ki minnettar olan daha bir çok insan var. 134


Mart’13

Bir Film, Çok Müzik: Trainspotting

“Hayatı seç. Meslek seç. Kariyer seç. Aile seç. Kocaman boktan bir televizyon seç. Otomatik çamaşır makinelerini, arabaları, cd çalarları ve elektrikli konserve açacaklarını seç. Sağlıklı olmayı, düşük kolesterolü ve diş sigortanı seç. Sabit faizli mortgage geri ödemesini seç. İyi bir ev seç. Arkadaşlarını seç. Bavulu akıllıca doldurmayı seç. Üç odalı evini en güzel kumaşlarla donatmayı seç. Kendi işini kendin görmeyi ve pazar sabahı ne bok olduğunu düşünmeyi seç. Beyni uyuşturan, ruhunu ezen şov programlarını seyrederken, boktan yiyeceklerle tıkınacağın televizyon karşısındaki koltuğunda oturmayı seç. Sonunda da, sefil bir evde yalnız başına geberip giderken, senin yerine geçmesi için yetiştirdiğin, seni kandıran veletlere rezil olacak biçimde kendi altına etmeyi seç. Geleceği seç. Hayatı seç. ‘’

Irvine Welsh’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanmış, 20’li yaşlardaki Renton(Ewan McGregor) ve arkadaşlarının hikayesini anlatan, Danny Boyle imzalı bir klasik Trainspotting. 70’li yıllara hakim olan punk-rock, experimental-rock, postpunk, synthpop, techno tarzı şarkılarla özdeşleşen film, seyirciyi Iggy Pop’un “Lust for Life” şarkısı eşliğindeki giriş konuşması ve kovalama sahnesiyle bütün aksiyonun içine sokuyor, Lou Reed’in “Perfect Day” şarkısıyla Renton’ın aynı kısır döngü içinde dönüp durmasının yorgunluğu ve tükenmişliğiyle vuruyor, İskoçya’da duyulan müziklerden sonra Londra’da, Bedrock’un “For What You Dream” iyle müziğin ve insanların değişimini vurguluyor. Trainspotting: Music From the Motion Picture adlı ilk albümün geniş hayran kitleleri oluşturması üzerine, ilk albümden 1 yıl 135


sonra Trainspotting #2: Music From the Motion Picture vol.#2 albümü çıkıyor. 2. albüm, filmde yer alan şarkıların yanı sıra filme konması düşünülen ancak sonradan çıkarılan ve film yapımı sırasında yazarlara ve yönetmene ilham veren şarkılardan oluşuyor. Aynı zamanda filmde yer alan şarkılar, kimi sahnelerde oyuncular tarafından da seslendiriliyor. Her parçası filmin ruhuna işlemiş, yer aldığı sahneyle birlikte anılan, film süresince gördüğümüz ruh hallerini en etkili şekliyle yaşatan soundtrack albümüyle Trainspotting, bir dibe vuruşun ve sonrasında doğrulma çabasının yaşandığı hayatların bir buçuk saatlik kesiti.

136

TRACK LIST. 1. “Lust for Life” - Iggy Pop 2. “Carmen Suite No.2” - Georges Bizet 3. “Deep Blue Day” - Brian Eno 4. “Trainspotting” - Primal Scream 5. “Temptation” - Heaven 17 6. “Atomic” - Sleeper 7. “Temptation” - New Order 8. “Nightclubbing” - Iggy Pop 9. “Sing” - Blur 10. “Perfect Day” - Lou Reed 11. “Dark and Long (Dark Train)” - Underworld 12. “Think About the Way” - Frisco Vs. Ice MC 13. “Mile End” - Pulp 14. “For What You Dream Of ” (Fullon Renaissance Mix) - Bedrock featuring KYO 15. “2:1” – Elastica 16. “Herzlich Tut Mich Verlangen” - Gabor Lehotka 17. “A Final Hit” - Leftfield 18. “Statuesque” - Sleeper 19. “Born Slippy .NUXX - Underworld 20. “Closet Romantic” - Damon Albarn


Mart’13

Absürt Komedi Sularında Üç Dizi

Şöyle bir dönüp arşivlediğim dizilerin geneline baktığımda yöneldiğim türün komedi olduğu aşikar. Birçoğumuzun da izlemekten bıkmadığı hatta yeni bölüm eklendiğinde hemencecik bitmesin diye izlemeye kıyamadığız komedi dizileri mevcut Hepsi nitelikli ve kaliteli yapımlar olmasa da hatırı sayılı ölçüde; gülmekten karnınızı ağırtabilecek , bir bölümü beş kere izleseniz de beşincide bile aynı seviyede gülebileceğiniz seçenekler var. Hele ki absürt de işin içine girdiği zaman kahkahaların havada uçuşmaması için arka fonda Chopin’den cenaze marşının kulaklarınızda tıngırdıyor olması gerek. Derleyip toparladığımda gösterebileceğim üç tane dizi var arşivimde bu türün kulvarında koşturan. Bunlardan biraz bahsedip hem durum komedisinden hem de absürtten biraz olsun tatmanızı sağlayacağım .

1-Leyla ile mecnun Normalde televizyon önünde kalmaya çok tahammül edemeyen ve önünde oturduğum zaman da izlemeyi tercih ettiğim türün dizi olmadığı bir tipim. Televizyonda her şey nedense daha kaotik geliyor gözüme, daha çok yoruyor. Tüm bu mızmızlarıma rağmen beni her pazartesi akşamı nefes almadan televizyon karşısına oturtan ve bitmemesi için dua etmemi sağlayan dizi olmayı başardı Leyla ile Mecnun. Dizinin konusu o kadar olağan, sıradan ve hatta tekrarlanmış ki başta şaşırabileceğinizi ya da dizinin özgün kalarak ne kadar sürükleyici olabileceği hakkında bazı sorular beliriyor haklı olarak kafanızda. Çünkü sevdiğini arayan adamın hayatını anlatan klasik bir algı uyandırıyor. Öyle ki adını bile edebiyatımızda daha önce işlenmiş olan halk hika137


yesi Leyla ile Mecnundan alıyor. Tablonun böyle umutsuz durduğuna bakmayın. Tam bu sırada absürdü çok iyi kullanan adam devreye giriyor; yani dizinin senaristi Burak Aksak. Öyle güzel yazıyor, öyle yerlere öyle taşlar oturtuyor ki dönüp ‘bu adam gerçekten saçmalıyor’ diyorsunuz. Alabildiğine saçma olaylar ve saçma karakterler yaratıyor ki gülmekten ya da çok çok gülmekten başka çareniz kalmıyor. Dizide sıradan mahalle hayatı işleniyor. Olağandışı olmayan nadir şeylerden biri mahalle kavramı belki de. Mahalle sakinleri öyle karakterler ki gerçekten bir şeyler olduğu gibi kalmalıymış diyorsunuz. Dizinin ana karakterlerinden Mecnun Çınar aşık olduğu Leylasını daha doğru ‘leylalarını’ sürekli arar,bulur ve kaybeder. Defalarca aynı durum farklı olaylarla türlü saçmalıklarla süregelir.İsmail abi vardır ki,iyi niyeti ve bitmek tükenmek bilmeyen,üstün nitelikli dedeleriyle izleyenlerin bir numaralı adamı olmayı başarır.Yavuz ise asla kabullenemediği mesleği olan bir Hırsızdır.Erdal bakkal unutulur mu hiç! Erdal Bakkal adından da anlaşıldığı üzere mahallenin bakkalı olmakla beraber gözünü para bürümüş olan ve hep daha yüksek mevkilerde olmak isteyen bir esnaftır. Bu dört ana karakter etrafında dönen hikaye her bölümde türlü saçmalıklarla çeşitleniyor. Ayrıca güldürürken sosyal mesaj vermeyi de ihmal etmiyor. Sıkmadan anlatmak istedikleri derdi saçmalayarak izletiyorseyirciye. Her bölümde olayların ne kadar uçlarda anlatılmasını sindirebilmek için şöyle bir silkeniyorsunuz önce . Çünkü Leyla ile Mecnun’da gri olan hiçbir şey yok..Ya siyahlar var ya da beyazlar. Arada kalan,sizin daha farklı anlam yükleyebileceğiniz bir şey yazmıyor Burak Aksak. Her şey o kadar basit 138

ki bu kadar başarılı olmasının kaynağının da ‘’bu arada kalmamışlık; yapmayı seçtikleri absürt türünün getirisi olan netliğin çok iyi yansıtılmış olması’’olduğu kanaatindeyim. Hala yayınlanmaya devam eden Leyla ile Mecnun da bir sonraki bölümde ne olacağını tahmin etmek zor ama emin olunan bir şey var ki sürekli değişen dinamik kadrosu ve hiç durmadan yenilenen sıra dışı konuları ile Leyla ile Mecnun bir süre daha izleyicileri etkisi altına bırakacağa benziyor.

2-Its Always Sunny In Philadelphia Amerikan yapımı olup Charlie Day in yapımcılığında gelişen dizi, ismiyle bile içinden çok şey çıkacağına işaret ediyor. Dizi 2005’ten bu yana 8 sezon yayınladığı her bölümle espri anlayışını artık oturtmuş ve güldürdüğünü kanıtlamış durumda. Bu dizi de her absürt komedi gibi belirli bir kitle tarafında rağbet görmekte. ‘Ne kadar gereksiz, çok saçmaymış sevmedim’tepkilerini duyabileceğiniz insan sayısı ne kadar azımsanamazsa tam zıttı söylemler de en az o kadar fazla. Olaylar kendilerini çete olarak gören Dennis Reynolds, ikiz kardeşi Deandra Reynolds, Mac, Charlie Kelly ve Frank Reynolds ın etrafında şekilleniyor. Güney Philadelphia da bir İrlanda barını işletmekte olan bu


Mart’13

ekip; günlük hayatın nasıl karmaşık hale getirebileceğinizin anahtarını ellerinde taşıyorlar. Kişisel çıkarları uğruna sürekli koaosun ortasına yuvarlanan ve sonucun daima başarısız olmasına rağmen asla pes etmeyen bu grup üyeleri amaca ulaşmak için yaptıkları her planın da kusursuz işlediğini düşünmekten ne olursa olsun vazgeçmiyorlar. Çete olduklarını söyleseler de iş bölümü yaparak girdikleri her işte birbirlerini bir şekilde ele veriyorlar ve kendi canlarının derdine düşerken işleri daha da çığırından çıkarmayı başarıyorlar. Her türlü ahlaksız olarak değerlendirilebilecek davranışın mevcut olduğu ve her türlü saçmalığın aslında o kadar da korkutucu olmadığını hatta ve hatta çok gülünç sonuçlar doğurabileceğini gösteren bu dizi tüm hızıyla yayınlanmaya devam ediyor. Yapımcı ve yönetmen Charlie Day de dizi de Charlie rolüyle kendini hem oyunculuk hem de yönetmenlik alanında kanıtlayarak takdir toplamaya devam ediyor. İzleyicinin de uzun süreler daha bu dizinin devam etmesini dilediğine şüphe yok.

adam şahsına münhasır takıntıları, davranışları ve hayatı olan bir karakter ve etrafında olan Eddie Singh, Samantha , Abby jones ve Brian gibi son derece birbirinden farklı insanlarla yaşanabilecek en renkli en saçmalık dolu hayatı yaşıyor. Dizide her şey Don’un birden vefat eden bir yakının evine yerleşmesi ve ona kalan bir ton borçtan kurtulmaya çalışmasıyla başlıyor. Don; tembel, sadece içmek ve sevişebilmek için yaşayan,işsiz güçsüz bir tiplemedir.Elde bu kadar malzeme varken bir de işin içine Dunbury’in akıl almaz mimikleri girince gülmeden durabileceğiniz maksimum saniye sayısını tartışmak gerekiyor. İngiliz yapımı olmasına rağmen; -rağmen diyorum çünkü az sayıda güldürmeyi başarabilen yapımlar çıkıyor- oldukça başarılı bir iş çıkaran Dan Clark diziyi tam da olması gerektiği gibi zirvede ve tadında bitiriyor. 2007 de başlayıp 3 sezon devam ettikten sonra final yapan, aslında biraz da tadı damakta bırakan bu dizi ‘’Absürt de ne?’’ sorusuna yanıt arıyorsanız aklınıza gelmesi gereken en güzel cevaplardan biri.

3-How Not to Live Your Life Hem bu kadar gülünç senaryoya imzasını atıp hem de efsanevi bir karakter olan Don Dunbury’i yaratmış olan yönetmen Dan Clark’ın; sizi en keyifsiz anınızdan bile çekip çıkarabilecek nitelikte olan dizisi ‘’How Not to Live Your Life’’ı incelemeseydim size kendimi borçlu bilirdim. Çünkü bu 139


Vizyon Takvimi 1 MART

140

Monsters, Inc. 3D (Sevimli Canavarlar) Yapım: 2001 - ABD Tür: Animasyon, Komedi, Macera Süre: 92 Dakika Yönetmen: Pete Docter, David Silverman, Lee Unkrich Seslendirenler: Steve Buscemi , John Goodman , Jennifer Tilly , Billy Crystal , Bonnie Hunt Senaryo: Pete Docter, Jill Culton, Jeff Pidgeon, Ralph Eggleston Yapımcı: Andrew Stanton, John Lasseter, Darla K. Anderson

Les Misérables (Sefiller) Yapım: 2012 - İngiltere Tür: Dram, Müzikal Süre: 158 dakika Yönetmen: Tom Hooper Oyuncular: Helena Bonham Carter, Russell Crowe, Hugh Jackman, Anne Hathaway, Amanda Seyfried Senaryo: Alain Boublil, Claude-michel Schönberg, Alain Boublil, Herbert Kretzmer, Victor Hugo (roman)

Canavarlar Dünyası dedikleri bir yerde, enerji kaynağı olarak insanların çığlığını kullanan ve bu kaynağı bulmak için bazen dünyaya uğramak zorunda olan canavarlar yaşarlar. Bu canavarların diyarına davetsiz bir misafir gelince kahramanlarımız Sully ve Mike bir çeşit tatlı belayla uğraşmak zorunda kalırlar.

Victor Hugo’nun ünlü romanından kurgulanan sahne müzikalinden uyarlanan bu film, 19. Yüzyıl Fransa’sında geçer. Şartlı tahliye edilen Jean Valjean, bir yandan müfettiş Javert’ten uzak durmaya çalışırken bir yandan da yeni bir hayat kurmaya çalışır.

Yapımcı: Tim Bevan


Mart’13

8 MART

Gangster Squad (Suç Çetesi) Yapım: 2013 - ABD Tür: Dram, Suç Süre: 113 Dakika Yönetmen: Ruben Fleischer Oyuncular: Ryan Gosling, Emma Stone, Sean Penn, Giovanni Ribisi, Josh Brolin Senaryo: Will Beall, Paul Lieberman (kitap) Yapımcı: Michael Tadross, Jon Silk, Kevin McCormick 1949 Los Angeles’ını kontrolü altında tutan kalpazan Mickey Cohen, güçlü mafya adamlarının yanı sıra yerel polisi ve hatta politikacıları da yönetir. Los Angeles Polis Departmanında kimse Cohen’e karşı koyamazken birime dışardan destek vermekle görevlendirilen Teğmen John O’Mara ve Jerry Wooters’ın işi epey zordur.

You Will Meet A Tall Dark Stranger (Uzun Boylu Esmer Adam) Yapım: 2010 - ABD, İspanya Tür: Komedi, Romantik Süre: 98 Dakika Yönetmen: Woody Allen Oyuncular: Anthony Hopkins, Antonio Banderas, Naomi Watts, Freida Pinto, Josh Brolin Senaryo: Woody Allen Yapımcı: Stephen Tenenbaum, Letty Aronson, Jaume Roures Bir Woody Allen klasiği. İhtirası, tutkuyı ve zaafları içeren bir öykü. Sally’nin babası, annesini bir fahişe için terk eder. Bunun üzerine de annesi aşkı yaşıtı bir sahafta arar. Sanat galerisinde çalışan ve evli olan Saly ise patronu Greg’e aşkını açamamanın sıkıntısını yaşar. Saly’nin kocası Roy da karşı pencere komşusu Dia’ya aşık olur, karşılık bulunca da karısını terkeder. 141


Oz The Great And Powerful (Muhteşem ve Kudretli Oz) Yapım: 2013 - ABD Tür: Aksiyon, Fantastik, Macera Süre: 99 dakika Yönetmen: Sam Raimi Oyuncular: James Franco, Rachel Weisz, Mila Kunis, Michelle Williams, Zach Braff Senaryo: L. Frank Baum, David Lindsay-abaire, Mitchell Kapner Yapımcı: Joe Roth, Palak Patel, K.c. Hodenfield Bir sirk sihirbazı olan Oscar Diggs toz toprak içindeki Kansas’tayken kendini bir anda canlı Oz diyarında bulur. Burada şöhret ve servet kazanmanın çok kolay olacağını düşünür. Tabii üç cadıyla tanışana dek... Bu üç cadı; Theodora, Evanora ve Glinda.

142

To The Wonder (Aşkın İzleri) Yapım: 2012 - ABD Tür: Dram, Romantik Süre: 112 dakika Yönetmen: Terrence Malick Oyuncular: Rachel McAdams, Ben Affleck, Javier Bardem, Olga Kurylenko, Charles Baker Senaryo: Terrence Malick Yapımcı: Nicolas Gonda, Sarah Green Büyüdüğü yer olan Paris’te tanıştığı Neil’le Amerikaya gelen Marina, Neil’in çocukluk aşkı olan Jane için kendisini terk etmesiyle yabancı bir şehirde yalnız kalır. Hayatını yeniden gözden geçiren ve gittikçe yalnızlaşan Marina, inancını da sorgulamaya başlar ve Rahip Quintana’dan destek alır. Uzun sohbetler yapan bu ikili sonunda aşkın ve sevginin ömrünü ve başka sevgilerin de olup olmayacağını sorgulayacaklardır.


Mart’13

15 MART

The Call Yapım: 2013 - ABD Tür: Gerilim, Macera, Polisiye Süre: Yönetmen: Brad Anderson Oyuncular: Halle Berry, Abigail Breslin, Morris Chestnut, Justina Machado, David Otunga Senaryo: Jon Bokenkamp Yapımcı: Philip Cohen 911 Acil yardım hattında santral görevlisi olarak çalışan bir kadın olan Jordan, bir gün merkezi arayan genç bir kız sesi evine zorla giren biri olduğunu ve hayatının tehlikede olduğunu söyler. Ancak ekipler yer tespiti yapıp varıncaya kadar genç kız ölür. Daha sonra bunun bir seri katil işi olduğu anlaşılır ve benzeri olaylar devam eder. Psikolojisi altüst olan Jordan, 911’e “Kaçırıldım, lütfen beni kurtarın!” diyen başka bir yardım çağrısını devralır. Jordan bu kez kızı kurtarmak kararlıdır.

Çanakkale: Yolun Sonu

Yapım: 2013 - Türkiye Tür: Aksiyon, Dram, Savaş Süre: 115 Dakika Yönetmen: Kemal Uzun Oyuncular: Gürkan Uygun, Berrak Tüzünataç, Umut Kurt, Fikret Yıldırım Urağ, Stephen Chance Senaryo: Alphan Dikmen, Başak Angigün Yapımcı: Tolga Aydın Muhsin’le Hasan’ında içinde bulunduğu Hilal-i Ahmer cemiyetindekiler, 25 Mayıs 1915’te 1. Dünya Savaşı’nın meşhur Çanakkale Cephesine ulaşırlar. Yüzbaşı İbrahim Adil tarafından keskin nişancı olarak görevlendirilen Muhsin’in isteğiyle kardeşi Hasan ikmal çadırlarından cepheye tüfek ve mermi sandıkları taşıyacaktır. Muhsin’in nişancılıktaki becerisi düşman hattında efsane olmasına yol açar. Bunun üzerine İngiliz Binbaşı Steward tarafından Anzak Koyu’na getirtilen ordunun en iyi nişancısı olan William Eagle’ın tek bir görevi vardır. Olabildiğince çok subay öldürmek ve Muhsin’in hayatına son vermek.

143


22 MART

The Imposter (Hayat Avcısı) Yapım: 2012 - İngiltere Tür: Belgesel, Biyografi Süre: 99 Dakika Yönetmen: Bart Layton Oyuncular: Charlie Parker, Cathy Dresbach, Anna Ruben, Alan Teichman, Amparo Fontanet Senaryo: Yapımcı: John Battsek, Robert Debitetto, Dimitri Doganis, Poppy Dixon, Simon Chinn 13 yaşında olan Nicholas Barclay, 1994’te bir nisan günü San Antonio’daki evine giderken, ortadan kaybolur. Ailesi tüm arama çalışmalarına rağmen oğluna ulaşamaz, polisten de bir iz çıkmaz. Oğullarının bir şekilde öldüğüne inanan aile 3 yıl sonra 1997’de gelen bir haber ile irkilir. Nicholas üç yıl sonra evinden binlerce mil ötede, İspanya’da bulunuR. Oğullarının bu kadar uzakta bulunmasının garipliğini bir kenara bırakan ailesi onunla birleşecekleri ana hazırlanırlar. Fakat Nicholas eve döndüğünde gariplikler son bulmaz. 144

On The Road (Yolda) Yapım: 2012 - ABD, Fransa Tür: Dram, Macera Süre: 124 Dakika Yönetmen: Walter Salles Oyuncular: Kristen Stewart, Kirsten Dunst, Viggo Mortensen, Amy Adams, Steve Buscemi Senaryo: Jack Kerouac, Jose Rivera Yapımcı: Francis Ford Coppola, Gus Van Sant, Walter Salles, Nathanaël Karmitz, Jerry Leider, Charles Gillibert, Rebecca Yeldham Yazar olmak isteyen bir genç ve onun en az kendisi kadar kaybolmuş görünen akıl hocası beraber bir yolculuğa çıkarlar. Yolda pek çok kişi onlara katılır. İkinci Dünya Savaşı sonunda gençlere kalan kaybolmuş dünyanın minik bir modeli gibilerdir. Kendilerini şiirde, cazda, uyuşturucuda ve sekste ararlar.


Mart’13

29 MART

Jack The Giant Slayyer (Dev Avcısı Jack) Yapım: 2013 - ABD Tür: Aksiyon, Dram, Fantastik, Macera Süre: 94 Dakika Yönetmen: Bryan Singer Oyuncular: Ewan McGregor, Bill Nighy, Eleanor Tomlinson, Ian McShane, Stanley Tucci Senaryo: Christopher McQuarrie, Dan Studney, Darren Lemke Yapımcı: Neal H. Moritz, Jon Jashni, Thomas Tull, Álex García, Michael Disco, Michele Weiss, David Dobkin, Ori Marmur, Patrick Mccormick, Darren Lemke Güzel prenses Isabella, korkunç Devler tarafından kaçırılır. Kral McShane, en iyi şövalyelerine kızını geri getirme emri verince genç bir çiftlik işçisi olan Jack de bu ekibe katılmaya gönüllü olur. Zamanında kaybettikleri bu toprakları yeniden kazanmak isteyen devlerin vahşetini durdurmak içinse Jack elinden gelen her şeyi yapmak zorundadır. Artık insanlığın geleceğinin kurtuluşu, tüm korkularına rağmen cesur bir savaşçı olmak zorunda olan Jack’in omuzlarındadır.

The Host Yapım: 2013 - ABD Tür: Bilim Kurgu, Korku Süre: 110 Dakika Yönetmen: Andrew Niccol, Susanna White Oyuncular: Diane Kruger, Saoirse Ronan, Chandler Canterbury, Jake Abel, William Hurt Senaryo: Stephenie Meyer, Andrew Nicco Yapımcı: Stephenie Meyer, Nick Wechsler, Marc Butan, Roger Schwartz, John Brooks Klingenbeck, Steve Schwartz, Paula Mae Schwartz, Jim Seibel Wanderer denilen bir uzaylı türünün istilasına uğrayan Dünya’da insanların bedenleri hiçbir zarar görmeden bilinçleri ve ruhları bu türe yenik düşer. İstila sonrası henüz bedeni ve zihni ele geçirilmeyen bir avuç insan grubu hayatını uzaylılara yakalanmadan sürdürmeye çalışır. Melanie Stryder’dan bu insanlardan biriyken, güvenli bölgede olmadıkları için bir şekilde yakalanır ve istilacıların eline geçer. Yeryüzünde yaşayan son insanların yerini tespit etmeye çalışan güçler, bedeni ve zihni artık ele geçirilen Melanie’nin güçlü duygularını ve iradesini kullanmaya çalışır.

145


Hitchcock Yapım: 2012 - ABD Tür: Biyografi, Dram Süre: 98 Dakika Yönetmen: Sacha Gervasi Oyuncular: Scarlett Johansson, Anthony Hopkins, Jessica Biel, Helen Mirren, Toni Collette Senaryo: Stephen Rebello Yapımcı: Sinema tarihinin en etkileyici isimlerinden Hitchcock’un sıradışı filmi Sapık (Psycho)’ın çekim sürecinde geçen film, Hitchcock ve karısı aynı zamanda ortağı olan Alma Reville’in aşklarına odaklanıyor. 146


Mart’13

hava atmaya meğilli bir okuldan gelmişse hangi kompozisyon yarışmalarında derece elde ettiğini öğrenebilirsiniz.

Sanal Ortamda Kısmet İncelemesi MERHABA!

Dikkatinizi çekebildim mi? Güzel. Öyleyse yazımın geri kalanını da okursunuz değil mi? Eğer hâlâ ilgileniyorsanız diye belirteyim, ilk ayın konusu sanal mecralarda kısmet bulmakla ilgili. Sosyal medya aşk dünyamıza girmeden önce işler nasıl yürüyordu hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum. Yine de izlediklerim ve duyduklarıma bakarak söylüyorum ki eskiden kısmet bulmak tam bir şans meselesiydi. Size denk gelecek olan kişinin sütten henüz yeni çıkmış ak kaşık mı yoksa eli bıçaklı bir sosyopatın mı olacağı belli değildi. Yani evet nihayetinde karşınızdakinin nasıl birisi olduğunu anlarsınız fakat eski dönemlerde bu anlama süreci birkaç buluşmadan nikah masasına kadar uzayan bir süreci kapsayabiliyordu. Artık ise işler öyle değil. En azından biraz açıkgözlülük biraz da sosyal medya becerisi ile karşınızdaki kişi hakkında çok çaba sarf etmeden bilgi sahibi olabilirsiniz. Nasıl mı? Şöyle: 1. Arama motorlarından korkmayın. Arada bir kendi isminizi arattığınızı biliyorum. Bir sefer de kendi isminizi değil onunkini aratın. Böylece hangi okula gittiğini, LYS sıralamasında nerede olduğunu ve eğer

2. Youtube. Erkeğin/kadının kalbine giden yol müzik zevkinden geçer, hem de mideye gitmeden önce oraya uğrar! Bu yüzden sevdiceğinizin youtube hesabını kontrol edin. Günümüzde herkes gmail’e geçiş yapmaya başladığı için elbet ki bir hesabı olacaktır. Neleri beğendiğine bakmaktan çekinmeyin. Radiohead dinlerse sevilesi, Coldplay dinlerse evlenilesi, Ke$ha dinliyorsa eğlenilesi bir insandır unutmayın! 3. Twitter’ın kısıtlayıcı ve uzun laf kalabalığı yapılmayacak bir ortam olduğu aşikar. Yine de tüm düşüncelerinin ‘acıktım’, ‘uyku vakti’, ‘kızıştım :)‘dan ibaret olmayan birini bulmaya özen gösterin. 4. Ve bloglar. Blog dünyası kişinin kendi kimliğini birebir gösterir. Bu yüzdendir ki kendi isminde blog açan insan çok bulamazsınız. Eğer hoşlandığınız insanın bloguna erişebiliyorsanız incelemekten çekinmeyin derim. Özellikle Tumblr kullanıcılarını ayrı bir severim ama bu tabii benim çok çok çok kişisel görüşüm. Fark ettiğiniz üzere listemin içinde Facebook yok. Facebook artık doğruları yansıtmadığından ben de listeme koymuyorum. Bakınız: ‘’ Petek Dinçöz dinlerken Lana Del Rey beğenen insan profili’’ Umarım listemin size küçük de olsa bir faydası bulunmuştur. Beni bu son cümleye kadar okuduğunuz için teşekkür ediyor, gelecek ay buluşmak üzere hoşçakalın diyorum efendim. Artık yan sayfaya geçebilirsiniz. 147


sa Teoman anlatır. “İstanbul İstanbul” diyerek aşkı arar deniz kokan şehirde, o tatlı Fransız aksanıyla Dario Moreno. “İstanbul” der, “Konstantinopol’dur, gittiğim bir gün bulayım diye o büyük aşkı, hani o hep beklenen var ya…” Marc Aryan, hüzünlü bir ezgi eşliğinde anlattığı “İstanbul”uyla anılar dolusu güzelliği haykırır Fransızca dizelerde.

İstanbul’un Hâlleri İmparator I. Konstantin’in adını verdiği bu şehri yaşamanın derin hazzını İstanbullular en son, 8 milyonun üzerinde ziyaretçiyle paylaşmışlardır. Dolmabahçe Sarayı’na; Bizans döneminde kolonileşmenin başladığı Haliç Koyu’na; Sultan Abdülaziz’in Sarkis Balyan’a yaptırdığı Beylerbeyi Sarayı’na; Haliç, Boğaziçi ve Marmara Denizi’ni selamlayan Topkapı Sarayı’na; günümüzde birçok sosyal etkinliğe ev sahipliği yapan gösterişli Çırağan Sarayı’na; 528 yılından bu yana içinde barındırdığı Galata Kulesi’ne; meydanlarına, parklarına, köprülerine, alışveriş merkezlerine ve denizi koklayan restoranlarına hayran bırakır konuklarını İstanbul. Birçok ünlü ismin dahi çözüm bulmak üzere yola çıktığı bir de trafiği vardır. Bu amaç doğrultusunda insanlar fikirler üretmiş, kafa yormuş, bitip tükenmiştir. Ama İstanbul’un yegâne nazıdır trafiği. Bakalım Marmaray Projesi çözebilecek mi bu yaşını başını almış gerginliği?

148

Varlığı şarkı olur, roman olur, film olur. “Anlat İstanbul”u ile paylaşır Ümit Ünal kendi İstanbul’unu meselâ. Sonbaharınıy-

Çargrad derler bazı yerlerde nâm-ı diğer Dersaadet’e. Hani Attilâ İlhan’ın satırlarında tanıştığımız Neveser’iyle, Abdi Bey’iyle, Roza Mirzani’siyle. Ve Miklagard Overture isimli şarkılarında ‘Altın Boynuz’ diye hitap eder Finlandiyalı metal grubu Turisas Haliç’e. ‘Ah İstanbul, İstanbul olalı görmedi böyle keder’ dizeleriyle ağlatır birçoğunu Sezen Aksu. Zeki Müren tüm içtenliğiyle söylerken şarkılarında; kapatır gözlerini bir garip Orhan Veli, dinler İstanbul’u. Hafiften bir rüzgâr eser, savurur saçlarını Adalar vapurundaki hanım efendilerin. Fazıl Say’ın “İstanbul Senfonisi”ne konuk olur Adalar vapurundaki o ‘Hoş Giyimli Genç Kızlar’. Ruhu gençtir İstanbul’un. Yoksa nasıl ayak uydursun o hızlı tempoya? Herkes koşar İstanbul’da, bir yerlere yetişir insanlar, adımları telaşlı. Kahvaltı niyetine alınan simitler martılarla paylaşılır mesai öncesi sabahları, simitinizden kalan birkaç parçayı ağzınıza atar, yine de aç kalmazsınız; huzurla doyar karnınız. Kız Kulesi’ne bakarken kiminiz bilir hikâyesini, dalgın ve düşünceli izlersiniz Leandros’luluğunu; kiminizse hayal edersiniz onun nelere tanık olduğunu.


Mart’13

Tarih kokan zarafetine hayran kalırsınız. Denizine âşık etmiştir kimini, kimini hapsetmiştir güzelliğine veya uzaklardan çekip almıştır sınırları içine. Kimini ellerinden kaçırmış, kiminiyse kendi yolunda bir hayale sürüklemiştir. Boğaz’ı, 30 km boyunca uzanır. Manzaranın tadını çıkaran yalılarla bezenmiştir çevresi. Boğaziçi derler bu bölgeye. Karadeniz ile Marmara’yı birleştirirken, Asya ve Avrupa’yı ayıran bu su yolunun Yunan Mitolojisi’nde yer alan ilginç öyküsünü sizinle paylaşmak istiyorum: Öküz Geçidi Zamanında Bizanslılar Boğaz’a; öküz ya da inek anlamındaki ‘bos’ ile geçit demek olan ‘phorus’ sözcüklerinin birleşmesiyle ortaya çıkmış, “Öküz Geçidi” anlamına gelen “Bosphorus” adını vermişler. Bu isim Yunan mitolojisine dayanırmış. Şöyle ki; Baş tanrı Zeus bir gün nehirler tanrısı İhanos’un kızı İo’ya âşık olmuş ve eşi Hera’dan gizli onunla birlikte olmaya başlamış. Rivayete göre Hera’nın ilişkilerini öğrenip İo’ya kötülük yapmasından çekinen Zeus, İo’yu bir ineğe çevirmiş. Bunu fark

eden Hera ineği, 100 gözü olan Argos’a çobanlık yapsın diye emanet etmiş. Argos’un gözlerinin yarısı uyurken bile açık kalırmış. Zeus İo’yu kurtarmak için Hermes’i görevlendirmiş. İo’yu kurtarana kadar Argos’u etkisiz hâle getirmesini emretmiş. Fakat Hermes, Argos’u uyku tanrısı Hypnose’dan aldığı güçle şarkı ve masallarla uyutarak baltayla öldürmüş. Buna çok sinirlenen Hera, Argos’un gözlerini tavus kuşunun kuyruğuna koymuş. İo’nun başınaysa bir at sineği musallat etmiş. Sinek İo’yu delirterek öldürmekle yükümlüymüş. İo, kendisini sürekli ısıran at sineğinden kurtulmak için koşmuş da koşmuş. Günlerce yürümüş. Bu arada da Zeus’tan hamileymiş. İo İstanbul’dan geçerken Boğaz’ın sularına kendini bırakmış ve yüzmeye başlamış. Sinekten böylece kurtulmuş. Kıyıya çıktığında Keroessa adında bir kız dünyaya getirmiş ve bu kız büyüyüp denizler tanrısı Poseidon ile evlenerek Byzas adında bir oğlan doğurmuş. Bu çocuk, doğduğu yerde, kendi adını verdiği Byzantion kentini kurmuş. İşte Bizanslılar, Roma İmparatorluğu döneminde başkent kabul ettikleri Konstantinopolis’in meşhur boğazına böyle bir hikâye sonucu adını vermişler. Demem o ki İstanbul, kültürler buluşmasıdır. İstanbul, hayalden farksız gerçekliktir. İyidir, kötüdür, şımarıktır, doğaldır, huysuzdur, sevecendir. İstanbul çok fazla şeydir. Aslına bakarsanız İstanbul, ne kadar anlatsanız da bitmeyendir…

149


ilk defa yeni bir şarkıyı hayranlarına sundu. Bowie’nin yeni albümü “The Next Day” 11 Mart’ta İngiltere’de, 12 Mart’ta ABD’de satışa çıkacak.

Claude Nobs, Yaşamını Yitirdi Ünlü Montreux Caz Festivali’nin kurucusu olarak bilinen Claude Nobs, geçirdiği kayak kazası sonucunda 76 yaşında hayatını kaybetti.

150

Efsane İsimden Efsane Dönüş Efsanevi isim David Bowie, 66. doğum gününde “Where Are We Now” isimli yeni şarkısını sitesinden yayınladı. Sanatçı, böylece 1993 yılında çıkardığı albümden sonra

Destiny’s Child Yeniden 2006 yılında dağılan ve Beyonce’nin eski grubu olan Destiny’s Child, 8 yıl aradan sonra yeniden bir araya geldi. Grup, “Lovesongs” adını taşıyan yeni albümünü 29 Ocak’ta satışa çıkardı.

The Beatles’ın Dağılma Teorilerine Bir Yenisi Daha Eklendi 1987’den kalma bir röportaj kaydında Yoko Ono, dağılma nedeni olarak Paul McCartney’nin The Beatles’ı kendi grubu gibi yönetmesi ve diğer üç kişinin de bundan rahatsızlık duymasını gösterdi.


Mart’13

Daft Punk 8 Yıl Aradan Sonra Daft Punk, 2013’ün ilkbahar aylarında yeni albümünü piyasaya sürmeyi planlıyor. Fransız grup en son 2005 yılında “Human After All” albümünü yayınlamıştı.

Depeche Mode’dan Yeni Albüm Depeche Mode’un yeni albümü olan “Delta Machine”nin çıkış tarihi 26 Mart olarak belirlendi. Albümün ilk single’ı “Heaven” Şubat ayında dinleyicilere sunuldu. Ayrıca grup, 17 Mayıs’ta İstanbul Küçükçiftlik Park’ta Türk hayranlarına konser verecek.

“12-12-12 The Concert For Sandy Relief ” Albümü Çıktı The Rolling Stones, Bruce Springsteen & The E Street Band, Eddie Vedder, Roger Waters, The Who, Paul McCartney, Bon Jovi, Eric Clapton, Dave Grohl, Billy Joel, Alicia Keys ve Chris Martin 12 Aralık 2012 gecesi Sandy Kasırgası mağdurları için bir konser vermişti. Bu özel konserden seçilmiş 24 özel şarkının olduğu 2CD’lik “1212-12 The Concert For Sandy Relief ” albümü Sony Music etiketiyle yayınlandı. Albümün, arşiv sahibi müzikseverlerin ilgisini çekeceği kesin.

New York Filarmoni Türkiye’ye Geliyor 1842 yılında kurulan ve dünyanın sayılı müzik toplulukları arasında gösterilen Alan Gilbert yönetimindeki New York Filarmoni Orkestrası, 15 gün içinde 4 ülkede vereceği 13 konserlik turnesini 2 Mayıs’ta İzmir Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde başlatacak. Böylece orkestra 171 yıllık tarihinde ilk gez İzmir’e gelmiş olacak. 151


Radiohead Eylül’de Çalışmalara Başlıyor Grubun bas gitaristi Colin Greenwood, verdiği bir röportajda yeni albüm için Eylül’de stüdyoya gireceklerini söyledi. Grup en son 2011 yılında The King of Limbs adlı albümü yayınlamıştı.

152

Rihanna 30 Mayıs’ta Türkiye’de Popüler şarkıcı “Diamonds World Tour” kapsamında Türkiye’yi de es geçmiyor. 26 Mayıs’ta Avusturya’da başlayacak Avrupa turnesine 30 Mayıs’ta Türkiye’yle devam edecek. Rihanna Türkiye’deki hayranlarıyla perşembe akşamı BJK İnönü Stadyumu’nda buluşacak.

Eric Clapton’ın Yeni Albümü 12 Mart’ta Geliyor Dünyanın en iyi gitaristleri arasında gösterilen Clapton’ın yeni albümü “Old Sock”ın 12 Mart’ta kendi plak şirketi Bushbranch Records üzerinden yayınlanacağı açıklandı. 12 parçadan oluşan albümde Steve Winwood, Paul McCartney ve JJ Cale gibi konuk isimler de yer alacak.

Sigur Ros Gelecek Albümünden 3 Şarkıyı Paylaştı Klavyeci Kjartan Sveinsson’un ayrılmasıyla yollarına üç kişi devam eden İzlandalı post-rock grubu, agresif bir albüm çıkaracaklarını açıklamıştı daha önce. Hayranlarına sürpriz yapan Sigur Ros, albümde yer alacak olan “Kveikur”, “Yfirborð”, ve “Hrafntinna” isimli üç kaydı Portekiz konserinde paylaştı.


Mart’13

Justin Timberlake feat. David Fincher Timberlake’in yeni şarkısı “Suit & Tie”ın klibini daha önce “Social Network”te beraber çalıştığı ünlü yönetmen David Fincher’a emanet etti. “Se7en”, “Fight Club”, “The Curious Case of Benjamin Button” gibi filmlerle tanınan yönetmen şarkıya siyah beyaz bir klip çekti. Ayrıca şarkıda Justin Timberlake’e Jay-Z eşlik etti.

“Please Please Me” Yeniden Kaydediliyor The Beatles’ın ilk stüdyo albümü olan “Please Please Me” 50. yıl şerefine yeniden kaydediliyor. Londra’da Abbey Road stüdyosunda gerçekleşen kayıt çalışmalarında Beverley Knight, Joss Stone, Gabriella Aplin, Graham Coxon, Kelly Jones ve Mick Hucknail gibi isimler yer aldı. Albüm, 11 Şubat 1963 günü 1 günde kaydedilmişti.

153


Grammy Ödülleri

Adını Gramofon Ödülleri’nden alan Grammy Ödülleri, Amerikan müzik endüstrisinin en büyük ödülleri kabul edilir. İlk olarak 4 Mayıs 1959’da NARAS (National Academy of Recording Arts and Sciences) tarafından düzenlenmiştir ve müzik dünyasının bir nevi Oscar’ı sayılır. 30 farklı müzik türünde ve 108 kategoride düzenlenen Grammy’nin en çok kazananı 22 ödül ile U2 olurken, 18 ödül ile Michael Jackson onu takip ediyor. Bu yıl 10 Şubat tarihinde 55’incisi düzenlenen Grammy ödül töreni Staples Center (Los Angeles)’da gerçekleşti. Törenin sunuculuğunu Amerikalı hip hop sanatçısı James Todd Smith ya da bilinen adıyla LL Cool J üstlenirken, sanatçıların nefes kesen canlı performansları bu muhteşem geceye renk kattı. Taylor Swift’in popüler şarkısı “We Are Never Ever Getting Back Together” ile açılışı yapılan törende Elton John, Alicia 154

Keys, Sting, Justin Timberlake, Carrie Underwood, Bruno Mars ve Rihanna da sahne aldı. Geçtiğimiz yıl “21” isimli albümüyle, yılın en iyi şarkısı ve albümü de dahil olmak üzere toplamda 6 dalda ödül alan İngiliz şarkıcı Adele, bu yıl da “Set Fire To the Rain” adlı şarkısıyla ‘En İyi Solo Pop Performansı’ ödülüne layık görüldü.


Mart’13

Törene üç dalda birden ödül kazanan Gotye ismiyle bilinen Melbourne’lu müzisyen Wally De Backer damgasını vurdu. “Somebody That I Used To Know” ile ‘Yılın En İyi Plağı’ ve ‘Yılın En İyi Pop Performansı’ ödüllerinin, “Making Mirrors” ile de ‘Yılın En İyi Alternatif Müzik Albümü’ ödülünün sahibi oldu. Şaşkınlığını “Burada olmayı gerçekten hak ettiğimi düşünmüyorum.” sözleriyle dile getirdi.

Indie-pop üçlüsü Fun, altı dalda aday gösterildi. Grubun 30 yaşındaki solisti Nate Ruess “We Are Young” (Biz Genciz) ile ‘Yılın Şarkısı’ ödülünü kucaklarken “Bu şarkının koro kısmını yazarken ne düşündüğümü ben de bilmiyorum. Bu, yüksek çözünürlüklü bir televizyon yayını. Burada herkes yüzümüzü görebilir ve bizler pek de genç değiliz.” diyerek izleyenleri güldürdü. Ayrıca ‘Yılın Yeni Sanatçısı’ seçilerek, yılın favorisi gösterilen Frank Ocean beklentilerini boşa çıkardı.

“El Camino” adlı parçayla The Black Keys ‘Yılın Rock Albümü’ ödülünü alırken aynı zamanda “Lonely Boy” adlı şarkısıyla da ‘Yılın En İyi Rock Şarkısı’ ödülüne sahip oldu.

Kimilerinin Frank Ocean’ın kazanmasını beklediği gecenin en prestijli ödüllerinden biri olan ‘Yılın Albümü’ ödülüne, İngiliz Folk grubu Mumford and Sons, “Babel” ile sahip oldu. Ödül, geçen yıl kazandığı ödüllerle törene damgasını vuran Adele tarafından verildi. Londra’dan gelip üç yıldır Amerika’da büyük bir hayran kitlesine sahip olan grubun kazandığı bir diğer ödül ise “Big Easy Express” ile ‘Yılın En İyi Uzun Formatlı Videosu’ oldu.

“Stronger” adlı albüm ile Kelly Clarkson ‘Yılın En İyi Pop Albümü’ ödülünü alırken, Paul McCartney de “Kisses on the Bottom” ile ‘Yılın En İyi Geleneksel Pop Albümü’ ödülüne layık görüldü. 155


Grammy’de dikkat çeken diğer bir nokta ise töreni canlı olarak yayınlayan CBS televizyon kanalı tarafından sanatçılara getirilen dekolte yasağı oldu. Kanal tarafından gönderilen e-posta ile sanatçılara vücutlarını sergileyecekleri kıyafetler giymeme uyarısı yapıldı. Ödül listesi: Yılın Albümü: “Babel” - Mumford and Sons Yılın Plağı: “Somebody That I Used to Know” - Gotye (feat. Kimbra) Yılın Şarkısı: “We Are Young” – Fun (feat. Janelle Monáe) (besteciler Jack Antonoff, Jeff Bhasker, Andrew Dost & Nate Ruess) Yılın Rock Performansı (İkili ya da Grup): Yılın Country Albümü: “Uncaged” - Zac Brown Band Yılın En İyi Pop Albümü: “Stronger” Kelly Clarkson 156

Yılın En İyi Geleneksel Pop Albümü: “Kisses on the Bottom” - Paul McCartney Yılın En İyi Dans & Elektronika Albümü: “Bangarang” - Skrillex Yılın En İyi Dans Plağı: “Bangarang” Skrillex, featuring Sirah Yılın En İyi Hard Rock & Metal Performansı: “Love Bites (So Do I)” - Halestorm Yılın Rap Albümü: “Take Care” - Drake Yılın En İyi Rap Performansı ve Şarkısı: “N****s in Paris” - Jay-Z & Kanye West Yılın R&B Albümü: “Black Radio” - Robert Glasper Experiment Yılın Yeni Sanatçısı: Fun Yılın En İyi Pop Solo Performansı: “Set Fire to the Rain (Live)” - Adele Yılın Rock Albümü: “El Camino” - Black Keys (Dan Auerbach, Patrick Carney) Yılın En İyi Rock Şarkısı: “Lonely Boy” - Black Keys (Dan Auerbach, Brian Burton and Patrick Carney) Yılın En İyi Pop Performansı (İkili ya da Grup): “Somebody That I Used to Know” – Gotye Yılın En İyi Pop Enstümental Albümü: “Impressions” - Chris Botti Yılın En İyi R&B Performansı: “Climax”- Usher Yılın En İyi Geleneksel R&B Performansı: “Love On Top” - Beyonce Yılın En İyi R&B Şarkısı: “Adorn” - Miguel Pimentel Yılın En İyi Rap Performansı: “N****s in Paris” - Jay-Z & Kanye West Yılın En İyi Rap/Sung İşbirliği: “No Church in the Wild” - The Jay-Z/Kanye West/Frank Ocean/The-Dream team. Yılın En İyi Alternatif Müzik Albümü: “Making Mirrors” - Gotye Yılın En İyi Gospel Albümü: “Gravity” – Lecrae


Mart’13

Yılın En İyi Gospel Şarkısı: “Go Get It” - Mary Mary (Erica Campbell, Tina Campbell &Warryn Campbell) Yılın En İyi Gospel Çağdaş Hıristiyan Müzik Şarkısı ve Performansı:“10,000 Reasons” (Bless The Lord) - Matt Redman Yılın En İyi Gospel Çağdaş Hıristiyan Müzik Albümü: “Eye On It” - TobyMac Yılın En İyi Country Solo Performansı: “Blown Away” - Carrie Underwood Yılın En İyi Country Performansı (İkili ya da Grup): “Little Big Town” - Pontoon Yılın En İyi Country Şarkısı: “Blown Away” - Josh Kear & Chris Tompkins -Yılın En İyi Caz Albümü: Radio Music Society – Esperanza Spaulding Yılın En İyi Caz Enstrümental Albümü: “Unity Band” - Pat Metheny Unity Band Yılın En İyi Caz Albümü (Grup): “Dear Diz (Every Day I Think Of You)” - Arturo Sandoval Yılın En İyi Latin Caz Albümü: “¡Ritmo!” - The Clare Fischer Latin Jazz Big Band Yılın En İyi Urban Albümü: Frank Ocean Yılın En İyi New Age Albümü: “Echoes of Love” – Omar Akram Yılın En İyi Latin Rock, Urban ya da Alternatif Albümü: “Imaginaries” – Quetzal Yılın En İyi Latin Pop, Rock ya da Urban Albümü: “MTV Unplugged Deluxe Edition” - Juanes Yılın En İyi Tropikal Latin Albümü: “Retro” - Marlow Rosado Y La Riquena Yılın En İyi Bölgesel Meksika Müzik Albümü (Tejano da dahil):“Pecados Y Milagros” - Lila Downs Yılın En İyi Americana Albümü: “Slipstream” - Bonnie Raitt Yılın En İyi Blues Albümü: “Locked

Down” - Dr. John Yılın En İyi Bluegrass Albümü: “Nobody Knows You” - Steep Canyon Rangers Yılın En İyi Folk Albümü: “The Goat Rodeo Sessions” - Yo-Yo Ma, Stuart Duncan, Edgar Meyer & Chris Thile Yılın En İyi Reggie Albümü: “Rebirth” - Jimmy Cliff Yılın En İyi Komedi Albümü: “Blow Your Pants Off ” - Jimmy Fallon Yılın En İyi Remix Plağı: “Promises” (Skrillex & Nero Remix) Skrillex, remixer (Nero) Yılın En İyi Klasik Müzik Performansı: “Poemes” - Renee Fleming Yılın En İyi Klasik Müzik Kompozisyonu: Hartke, Stephen: Meanwhile - Incidental Music to Imaginary Puppet Plays” - Stephen Hartke Yılın En İyi Klasik Müzik Yapımcısı: Blanton Alspaugh Yılın En İyi Dünya Müziği Albümü: “The Living Room Sessions Part 1” - Ravi Shankar Yılın Prodüktörü: Dan Auerbach Yılın En İyi Kısa Formatta Müzik Videosu: Rihanna -We Found Love” (feat. Calvin Harris). Yılın En İyi Uzun Formatta Müzik Videosu: Big Easy Express” -- featuring Mumford & Sons, Edward Sharpe & The Magnetic Zeros & Old Crow Medicine Show Yılın Görsel Medya İçin Hazırlanmış En İyi Şarkısı: “Safe & Sound” (The Hunger Games”) – Swift Yılın En İyi Konuşulan Söz Albümü: “Society’s Child: My Autobiography” - Janis Ian Yılın En İyi Çocuk Albümü: “Can You Canoe?” - The Okee Dokee Brothers 157


158

Ocean Colour Scene Ocean Colour Scene, 1989 yılında Simon Fowler ve Steve Cradock tarafından Birmingham, İngiltere’de kurulmuş bir grup. 1990 yılında “Sway” adlı bir single çıkarıyorlar ve hayatları değişiyor. İngiltere pop’unun altın çocuğu Paul Weller bu single’ı çok beğeniyor ve 1993 yılında turnesine OCS’i de çağırıyor, böylece grup İngiltere’de adını duyuruyor. Paul Weller’ın bu ilgisi Oasis’in gözünden kaçmıyor tabii ki. Tarz olarak Oasis’e de çok benzettiğim OCS, 1995’teki Oasis turnesine de katılıyor ve aynı sene çıkardıkları Moseley Shoals albümüyle UK Album Chart listesine ikinci sıradan giriş yapıyor. Ne olduysa da bu albümden sonra oluyor... Üç senelik bir aradan sonra grup Marchin’ Already albümünü çıkarıyorlar. Önce single olarak çıkarılan ve albümde de birinci sırayı elde edilen Hundred Miles High City, ünlü İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin de gözünden kaçmıyor ve Lock, Stock and Two Smokin’ Barrels filminin giriş sahnesinde kendine yer buluyor. Bu şarkı ayrıca 2012 senesinde Usain Bolt’un da yer aldığı Mastercard reklamında da kendine yer bulmuştu. Grubun Marchin’ Already’den sonra çıkan

altı albümü var. Yedincisi olacak Painting, Şubat’ın 11’de, malesef Türkiye’de olmasa da, raflarda yerini alacak. Yeni turnelerinde Türkiye’ye gelmelerini rica ettiğim bir mail attım, lakin geri dönme zahmetinde bulunmadılar! Her ne kadar Guy Ritchie de, Mastercard reklam firması da grubun şarkısına yer verse de, grubun dünya çapında tanındığını söyleyemiyorum. Hatta çevremde grubun ismini duymuş birini bile görmedim henüz. Ancak grup benim “İngiliz hüznü” diye adlandırdığım, sadece İngiliz müzisyenlerin ulaşabildiği hüznü kesinlikle bana veriyor. Oasis, Echo & The Bunnymen, The Cure ve The Style Council gibi grupları sevenler, eminim ki Ocean Colour Scene’i pek sevecekler. Zaten Oasis ve Paul Weller bu gruba şans verdiyse, eminim siz de vermelisiniz! 5 yıldızlık OCS şarkılarından oluşan “Yeni Başlayanlar İçin Ocean Colour Scene” dosyam ise şu şekilde, herkese keyifli dinlemeler! • • • • • • • •

Hundred Mile High City, The Riverboat Song, The Day We Caught the Train, Up On the Downside. Profit In Peace, Dreams, The Circle, Magic Carpet Days.


Mart’13

Uyar Sokağı Tomris Uyar’ı okumak ve ardından kanıksamak daktilo ile yazma ayrıcalığına sahip insanların, daktilo ile geçirdikleri ilk anlarına benzer. Harf dağılımlarının farklılığı Uyar’ın uyumsuz yürüyüşünü, sert, yankılanan ve kendinden emin her punto adımı onun karakterini çağrıştırır. Tomris Uyar 1950’lilerden elini bugüne uzatmış ve Türk öykücülüğüne getirdiği yeniliklerle öngörülerimizi açmış yani okuyucularının yollarını çizmiştir. Dağınık olan çekmecelerimizin içindeki her şeyin yerini bilir Tomris Uyar. Ona göre yazar, şekillendirir öykülerini. Çünkü öykülerinin temelinde dağıtılan/ dağılan her şeyin neden dağıldığına dair çarpıcı sebepler bulabilirsiniz. Bu Tomris için bazen dayatılan baskılar bazen de baskıyı yapanın ta kendisidir. İkisinin de bir kaosun içinde olduğunu unutmaz. Aslına bakarsak Uyar temelinde bütün –türlü- baskılara karşıdır. Belki de günlüklerinde bahsettiği gibi kendisine en çok yakışan sıfatın ‘uyumsuz.’ Olduğunu söylemesi bu yüzdendir. Tomris’in nezlinde uyum, baskıya boyun eğmektir. Uyar’ın yakın arkadaşlarından olan Ferit Edgü onun için ‘Doğuştan muhalif olanlar sınıfındandı.’ Derken hiç yanılmamıştır. Öykücülüğünün genel yapısı bireyin iç dünyasına girmekle ilintilendirilse de bireyi toplumdan koparmaz ve bir bütün olarak ele alır. Kurgusundaki bu fonla birlikte bireyin toplum tarafından yontulmasını anlatmak ister. Kaldı ki öykü karakterlerinin ruhsal durumlarını ne denli iyi biliyorsak bu insanların evleri, sokakları ve kaçmak için uzaklaştıkları her yerle de özdeşim kurabiliriz.

Uyar’ın bazı öyküleri sizlere filmlerden tanıdık olduğunuz ani sahne geçişleriyle şimdi, geçmiş ve gelecek unsurlarının seyirciye merakla verilmesi gibi bir ilgi açıklığı uyandırabilir. Uyar bu tür öykülerinde okuyucunun geçeceği köprüyü kendisinin inşa etmesini ister. Bu Uyar’ın postmodern Türk edebiyatının da temel taşlarından biri olan bilinçakışı yöntemini başarılı bir şekilde kullandığını ve öykülerinin çok katmanlılığını ortaya koyar. Öykülerinin başka bir özelliği ise ‘düşündürme.’ dir. O bunu öyküsünün ‘Aydınlanma anı.’ Olarak betimler. İçinde yaşadığı her öykünün samimiyetine ve sonundaki bireysel aydınlanmaya önem verir. Feride Çiçekçioğlu bir yazısında ‘ söylenenlerden çok, söylenmeyenleri düşündürürdü.’ Diyerek aslında Uyar’ın yine baskıdan arındırılmış didaktik olmaktan uzak bir düşündürme biçiminin sağlamasını yapar. Bütün bunların yanı sıra Uyar’ın çevirmen kişiliğini atlamamak gerekir. Uyar aralarında Edgar Allen Poe, Julio Cortazar, Agahta Christie, Virginia Woolf, John Berger ve John Steinbeck’ inde olduğu bir çok ünlü yazarın eserlerini dilimize kazandırmıştır. Uyar için çeviri aslında bir içinde olma ve anlama sürecidir. Belki bu yüzden Tomris Uyar’ın en başarılı bulunan çevirileri Virgina Woolf ’tan yaptığı çevirileridir. Çünkü her iki yazar içinde eserlerindeki özellikle kadın karakterlerle kendilerini bağdaştırıp yarattıkları farkındalık ve duyarlılık çok önemlidir. Kısacası Uyar’ın kadınlarının bir duruşu ve etiği vardır. Bu farkındalık Tomris için bazen sekizinci günahı aramak bazen de bitmeyen ödeşmelerdir. Bütün bu bağlamlara bakacak olursak onu sadece üç büyük şairin aşık olduğu kadın ya da ‘ikinci yeninin gelini.’ Olarak anımsamak büyük haksızlık olur.

159


ALTMIŞLARIN GÖKKUŞAĞI: HİPPİLER

60’L

İlk sayımızda altmışlı yılların tozunu silkelemeye karar verdiğimi yim. Görev icabı başladığım bu yazı, araştırmamın ilk on dakikas ğuna dönüştü. Düşüncelerinden, giyim tarzlarına; yaşayışlarından olan hippiler, başlangıcından bugüne kadarki serüvenleriyle karşın


LAR

izde, bir doksanlar çocuğu olarak burun kıvırdığımı itiraf etmelisından sonra merak, şaşkınlık ve takdirle dolu bir zaman yolculun, eğlence anlayışlarına kadar her şeyiyle altmışların en güzel rengi nızda.


162

HİPPİLİĞİN DOĞUŞU Bu akımın kökü 1950’lere dayansa da adını tüm Dünya’ya 1960’larda duyurdu. Erich Fromm’un, söylemlerini yaşam tarzlarıyla perçinledikleri için ‘en tutarlı akım’ olarak nitelediği hippilik, kimilerine göre bugünkü mutlak retçilik akımının temellerini oluşturmuştur. Gelelim nasıl ve neden başladığına, nereden çıktı bu ‘çiçek çocuklar’?

başlıyor. Yani hippiliğin temel düşüncelerinden pek çoğu ABD toplum hayatına giriyor.

Amerika’nın refah toplumu olma projesine başladığı yıllar. Özellikle ülkenin belirli bölgeleri zenginleşmiş, rahatlamış, huzurdan pelte gibi olmuş durumda. Burjuvazi almış yürümüş. Bu dönemde özgürlükçü ABD’nin temelleri atılıyor, cinsel devrim oluyor ve doğum kontrol hapının piyasaya sürülmesine onay çıkıyor. Medeni kanunun kabulüyle siyah-beyaz ayrımı en azından resmiyette ortadan kalkıyor ve eşitlik kelime olmaktan çıkıp pratiğe dökülmeye

ABD asker gönderdikçe gönderiyor fakat giden geri gelmiyor. Öyle ki ABD bu savaşta altmış bin askerini kaybetti. Tahmin ettiğiniz üzere ABD’de her yer Rambo kaynamıyor. Yukarıda bahsettiğim refah ortamından sonra, savaşın bu acımasız yüzüyle karşı karşıya gelen gençlerin motoru su kaynatıyor ve süper güç ABD’nin yıllarca bitiremediği bu savaşı sorgulamaya başlıyorlar. Hippilik akımının palazlanması da bu döneme denk gelir. Zira savaşa,

Hâl böyleyken Amerika’ya rahat batıyor ve komünizm’in yayılmasını önleyeceğim diye kalkıp Vietnam Savaşı’na giriyor. Çantada keklik olarak görse de, Vietnam ABD için bir cehenneme dönüşüyor ve kendini on yıl sürecek bir savaşın içinde buluyor.


Mart’13

askerliğe ve tüm dayatmalara karşı gelen gençler bu akımı benimsemeye başlıyorlar. Muhammed Ali’nin, ‘’Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki, neden onlarla savaşayım?’’ Sözlerine karşılık hapis cezası alması, ünvanlarının elinden alınması ve bokstan men edilmesi, hükümetin müsamahasız ne denli ciddi yaptırımlar uyguladığına dair güzel bir örnek. Bu baskıcı politikalara rağmen hippiler, o dönemde ABD’nin en çok başını ağrıtan muhalif kesim oluyor.

o namluların ucuna, bizim kasapların vitrindeki hayvanların poposuna taktığı gibi çiçekleri iliştiriveriyorlar. Görmek isteyene binlerce ibret barındıran bu tarihi an büyük sükse yapıyor ve bu andan itibaren kimilerinin ‘freaks’ dediği hippiler, çiçek çocuklar olarak anılmaya başlıyor.

Bu bağlamda tüm Dünya’ya yayılan hippilik akımını var eden iki büyük etkenin, ABD’nin refah toplum politikası ve sonrasında uzun süren Vietnam Savaşı’nın psikolojik etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

ÇİÇEK ÇOCUKLAR Kulağa çok sempatik gelen bu ‘çiçek çocuklar’ lakabının bir o kadar enteresan bir hikâyesi var. Akımın iyice güçlendiği, ABD’nin bunu önünü alamadığı dönemlerde hippiler çok büyük bir savaş karşıtı eylem yapıyorlar ve Washington’a yürüyorlar. Yetmiyor, bu güruh Pentagon’a ilerliyor ki haplı cesareti denen şey bu olsa gerek. Bittabi Pentagon’a yaklaştıklarında, üzerlerine dönük namlularla karşılaşıyorlar. Benim de mottom olan ‘savaşma seviş’ felsefesiyle yaşayan bu güzel insanlar

TÜRKİYE’DE HİPPİLER Tüm Dünya’yı etkisi altına alan bu akım tabii ki Türkiye’ye de uğradı. Hippiler savundukları düşünceler ve yaşam tarzları kadar, kendilerine has giyim kuşamlarıyla da Türk insanının dikkatini çekiyor. İkinci el giyinmeye özen göstererek, kapitalizmi de reddeden hippi modasını ana hatlarıyla şöyle tanımlayabiliriz: Rengârenk pantolon ve gömlekler, saç bandı, bitlerin de yaşam hakkına saygı duyacak derecede saç ve sakal, makyaj yapmamak ve sütyen kullanmamak. Tamamen serbestlik, rahatlık ve renklilik üstüne kurulu bu moda anlayışının Türkiye’de ses getirmemesi sürpriz olurdu zaten. Özellikle son kısma imrenmemek elde değil.

163


birinin kızı olan Lale Erdoğdu, evden kaçıp Sultanahmet’e gelmiş ve çok merak ettiği hippilerle ahbaplık kurmuş. Fakat gece olunca kaşıntı tutan Lale, bitlendiğini anlayınca hippi olmaktan vazgeçmiş ve sokağa çıkıp ilk karşılaştığı polise durumu anlatmış.

164

Bitli Lale Hippilik 60’lar Türkiye’sinde gençlerden rağbet görse de genel kesim tarafından pek de hoş karşılanmıyor. Genel olarak konakladıkları Sultanahmet ve çevresinde esnaf tarafından ‘bitli turist’ lakabı alan konuklarımız, Türk medyasından da nasibini alıyor. Türk hippiler için nispeten korumacı davranan medya, söz konusu yabancı hippiler olunca ünlü – ünsüz demeden kalemini sivriltiyor. Dönemin medyası hakkında da ipuçları veren, Türkiye’deki hippiler hakkında birkaç haber: 9 Ağustos 1970 tarihli Günaydın’ın haberine göre Ankara’nın zengin ailelerinden

Bakire Güler

Bu seferki adeta habercilikte zirve. Yine Ankara’daki evinden kaçan Güler adlı genç kız, Ayvalık’ı mesken tutan hippilerin arasına karışıp gazetenin tabiriyle 15 gün boyunca ‘delidolu bir hayat’ yaşamış. Ama korkulacak bir şey yokmuş, zira Güler bir judocuymuş ve 15 gün boyunca bekâretini bilek gücüyle korumuş. En acayibi de Güler’in ağzından yazılan şu sözler: “Hippiler gece gündüz, içerisi dışarısı demeden sürekli sevişiyordu. Bana da çok ısrar ettiler, ama oralı olmadım. Eninde sonunda benim de canımın isteyeceğini düşünüyorlardı ama yanıldılar.”


Mart’13

Haberciliği doruk noktasına taşıyan dönemin gazete kupürleri:

Muhteşem Tespit

Hamama Sokulan Masum Hippi 165


Seks Tartışan Hippi

166


Mart’13

Dünya Çirkini Yoko. Ünlü de olsa hiçbir hippi Türk medyasından nasibini almadan kurtulamaz.

167


GÜNÜMÜZDE HİPPİLER Vietnam Savaşı’ndan sonra misyonunu tamamlayıp yok olmaya yüz tutan bu akım, günümüzde Danimarka’nın Christiania bölgesinde yaşatılmaya devam ediyor. 1970’lerde hippiler tarafından mesken edinilen bu bölge, bugün hala hippilerin tek daimi yaşam alanı. Bölgenin kendi bayrağı var, ufak çapta özerkliğe sahip bu bölgede yaklaşık bin hippi yaşıyor. Bölge sakinleri vergi ve faturalar dâhil devlete hiçbir şey ödemeyi kabul etmediğinden, birkaç yıl öncesine kadar Christiania tüm belediyecilik hizmetlerinden mahrumdu. Daha önceleri turizme de sıcak bakmayan Christiania halkı, iyi bir gelir kapısı olan bu sektöre daha fazla sırt çeviremeyip, fotoğraf çekilmemek kaydıyla turistlere izin vermeye başlamış. Bar, lokanta vb. yerlerden kazanılan paralar bölgenin ortak kasasında birikiyor ve tüm giderler buradan karşılanıyor. Bu gelirden elektrik ve su hizmeti alımına karar veren halk, medeniyete bir adım daha yaklaşmış gözüküyor. Bölgenin yönetiminde herkes söz sahibi, kararlar ortak bir mecliste alınıyor. En büyük sorun hırsızlık, fakat bu suça en ufak bir müsamaha gösterilmiyor. Hırsızlık yaparken yakalanan biri derhal sınır dışı ediliyor ve bölgeye girişi yasaklanıyor.

168

Bölgenin en ünlü yeri ‘adı olmayan sokak’. Sokağı ünlü yapan şey, serbestçe yapılan uyuşturucu satışı. Polislerin kesinlikle sevilmediği ve istenmediği bu bölgeye yapılan baskınlarda, maalesef ki hippilerin yaşam tarzıyla

özdeşleşen uyuşturucu maddelerden fazlasıyla ele geçiriliyor. Christiania’nın haricinde her yıl yapılan Rainbow Gathering kampı Dünya’nın çeşitli yerlerinden hippileri bir araya getiriyor. Ülkemizde elverişli iklimi nedeniyle genellikle Antalya’da yapılan bu kamp bir ay sürer ve bu süre boyunca tüm katılımcılar hippiliğin gerektirdiği gibi yaşarlar. Pek çoğunun dayanamayıp yarım bıraktığına dair deneyimler okudum ve hak vermemek elde değil.

NEDEN BAŞARISIZ OLDU? Bu kadar güzel düşüncenin hâkim olduğu ve büyük bir kesim tarafından benimsenen bir akım, nasıl olur da birkaç on yıl içinde yok olmaya yüz tutar diye düşünürken buluyor insan kendini. Bunun birkaç önemli sebebi var. Bana göre en önemlisi daha önce oluş-


Mart’13

muş bütün kültürü, sistemi, birikimi ve alışkanlıkları tümüyle reddetmesi. Yumuşak geçişe izin yok ve hayat pratikleri günümüz koşullarında gerçekçilikten çok uzak. Tabu tanımamak, toplumsal kurallarımın tümünü reddetmek ve tamamen kendi kuralları ile yaşamaya çalışmak onları otomatikman toplumun dışına itiyor.

rine sebep oluyor. Özetle, hippiler kendi başlattıkları akıma yine kendileri nokta koyuyor. Dünya’yı çok daha iyi bir yer hâline getirecek ideallerle yola çıkan bu akım, zamanla yolunu kaybediyor. Çiçek çocukların değiştirmek istediği şeyler ise yoluna kaldığı yerden devam ediyor.

Her şeyin iyilik, güzellik, barış ve sevgi üstüne kurulduğu bu düzende, işler sonraki zamanlarda sanıldığı kadar iyi gitmiyor ve çözülmeler meydana geliyor. Yoksunluk sebebiyle yaşanan psikolojik çöküntüler ahlaki çöküşü de beraberinde getiriyor ve hippi komünleri cinayetler, darp, hırsızlık ve kaosla anılmaya başlıyor. Esrar ve halisünatif madde kullanımı önü alınamayan boyutlara ulaşıyor. Bu ve benzeri bilumum aykırılıklar, hippilerin Dünya’yı iyiye, güzele ve barışa doğru değiştirme çabalarının önüne geçiyor ve yine toplum dışına itilmele-

169


THE BEATLES HAKKINDA 20 BİLİNMEYEN!

John, Paul, George, Ringo. Liverpool’un bağrından kopup bir araya gelen bu gençler, 1960’ların başından sonuna kadar bir kaç beste yapacak, ve müzik kelimesine yepyeni anlamlar kazandıracaklardı. Dünya müziğine ilk “heavy metal” şarkısı, ilk “video klip”, ilk “konsept albüm” gibi bir çok ilki kazandıran bu dörtlü, yani The Beatles, bu ilklerin dışında bir çok koyu hayranlarının dahi bilmediği bir çok yöne sahip. İşte onlardan 20’si!

170

1.The Beatles efsanesinin başlangıç noktası “In Spite of All the Danger”dı. Bu şarkı John Lennon’un annesinin ölümünün 3 gün öncesinde yani 12 Temmuz 1958’de kaydedilmişti.

2.1962 yılında John ve grubun eski basçısı Stuart Sutcliffe, Hamburg’da bir bar kavgasına karışmışlardı. John’u korumak için kavgaya giren Stuart, başına aldığı bir darbeden dolayı beyin kanaması geçirip hayatını kaybetmişti. Bu olaydan sonra John kendini alkole vermişti, 3 yıl sonra ise İngiltere’de gelmiş geçmiş en iyi şarkı seçilecek olan In My Life’ı Stuart’a ithafen yazmıştı. 3.Ringo Starr’ın asıl ismi Richard Starkey’dir, ancak lisede çok fazla yüzük taktığından arkadaşları ona “Rings” lakabını takmışlardı ve Ringo ismi bu lakaptan gelmekteydi.


Mart’13

4.The Beatles üyeleri, hayranı oldukları Elvis Presley’i evinde ilk ve tek ziyaretlerinde o kadar heyecanlanmışlardı ki, tek bir kelime bile edememişlerdi. Bunun üzerine Kral, “Orada oturup ağzınızı açmadan bana bakıp duracaksanız, ben yatmaya gidiyorum” demişti. 5.John Lennon’ın kraliyet mensuplarıyla arasının pek iyi olduğu söylenemezdi. Kraliyet mensuplarının da bulunduğu bir konser sırasında seyircilere “Daha ucuz koltuklarda oturanlar, ellerinizi çırpabilir misiniz?” diye bir soru yöneltti. Ardından buna gülen kraliyet mensuplarına dönüp şöyle dedi, “Onlar dışında herkes, sizler mücevherlerinizi çıngırdatsanız yeterli.” 6.John “Eight Days A Week”i (Haftada Sekiz Gün) yazıp, gruba dinlettiğinde Ringo’dan şu tepki gelmişti, “Güzel şarkı John, fakat haftada sekiz gün yok ki?!”. 7.1965 yılında Beatles üyeleri, İngiltere’nin ünlü mağazalarından olan Harrod’s’da kapanış saatinden sonra alışveriş yapmak için izin istemişti. Dönemin Kraliçesi’ne dahi tanınmayan bu imtiyaz, Beatles’a tanınmıştı. 8.İddialara göre 1966 yılında Paul bir trafik kazasında öldü ve yerine başka biri geçirildi. Bu iddialar, üretilen teorilerle birlikte öylesine güçlenmişti ki, bir çok insan Paul’un gerçekten öldüğüne inanmaya başlamıştı. Paul ise bu konu hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştu, “Yaşıyorum ve ölümüm konusundaki dedikodulara aldırmıyorum. Ama ölü olsaydım, bunu bilen son kişi ben olurdum”.

9.Bir çok müzik otoritesine göre The Beatles’ın en başarılı parçası olan Yesterday, ilk yazıldığında o kadar da güzel sözlere sahip değildi. Paul bir sabah kalktığında dilinde Yesterday’in melodisi, şu sözleri söylüyordu, “Scrambled eggs, oh my baby how I love your legs...” (Çırpılmış yumurtalar... Ah bebeğim, o bacaklarını nasıl da seviyorum...) İyi ki sözleri değiştirmişsin Paul! 10.Paul’un yazmış olduğu “Why Don’t We Do It In the Road?” (Neden Yolun Ortasında Yapmıyoruz?) adlı şarkıda bahsi geçen konu seks değil, uyuşturucu kullanmaktı. 11.White Album’de bulunan “The Ballad of John and Yoko” adlı şarkının stüdyo kayıtlarına George Harrison katılmamıştı. Nedeni sorulduğunda, “O şarkıyla işim olmazdı. Eğer şarkının adı “The Ballad of John, George and Yoko” olsaydı, o zaman belki ben de işin içinde olabilirdim” demişti. 12.John Lennon, All You Need Is Love’ı BBC’nin ilk canlı TV yayınında çalınması için yazmıştı. Sözlerinin o kadar basit olmasının sebebi de BBC’nin, “herkesin anlayabileceği” bir şarkı istemiş olmasıydı.

171


13.George Harrison, dünyanın en iyi aşk şarkılarından biri olan Something’i, eski eşi Pattie Boyd’a yazmıştı. Pattie Boyd, George Harrison’dan boşanıp Eric Clapton’la evlenince, Eric Clapton da yine dünyanın en iyi aşk şarkılarından biri olarak kabul edilen Layla’yı yazmıştı. Ah Pattie ne de şanslı kadın! 14.Abbey Road’da bulunan Maxwell’s Silver Hammer, John’un pek hoşuna giden bir şarkı değildi. John şarkıyı çok gereksiz bulmuş, kayıtlara bile katılmamıştı. Bunun üstüne bir de Paul şarkıyı söylerken kayıt odasında şaklaban bir mimikle belirmiş, Paul da gülüvermişti. Şarkının “writing fifty times...” (01.27) bölümünde Paul’un gülmesinin sebebi de buydu. 15.George Harrison’la Yoko Ono’nun birbirlerini pek sevdiği söylenemezdi. İkili arasındaki en büyük tartışma, Yoko’nun Harrison’ın bisküvilerini izin almadan yemesinden kaynaklanmıştı. Harrison bunu öğrenince Yoko’ya “Bu sürtük!” diye bağırmış, bunun üzerine Lennon ikiliyi sakinleştirmişti.

172

16.Yaygın bilinenin aksine, Paul McCartney’nin yazdığı Let It Be’de adı ge-

çen “Mother Mary” Meryem Ana değil, Paul McCartney’nin annesi Mary McCartney’dir. 17.The Beatles’ın 1969’da gerçekleştirdiği, son konserleri olan çatı katı konserinin ardından Paul, Ringo’ya bir posta kartı yollamıştı. Kartta şu yazıyordu, “Sen dünyanın en iyi bateristisin. Gerçekten”. 18.The Beatles dağıldıktan sonra Paul da John da pek uslu durmadılar. Tartışmalı ayrılık sonrası Paul John’a “Too Many People”ı, John ise Paul’a “How Do You Sleep?”i yazarak içini dömüştü. 19.John Lennon ölümünün ardından Paul’un ilk demeci “Bu da sıktı artık!” olmuştu. Daha sonra bir TV programında “Şoktaydım, ne dediğimi bilmiyordum” diye bir açıklama yapmıştı. 20.1995 yılında Amerikan İşadamları Birliği, sadece 10 adet konser için Paul, Ringo ve George’a kişi başı 33.333.333 $ önermişti. Üçlü, John’suz çalamayacakları için bu teklifi reddetmişti.


Mart’13

60’lar Sinemasının Kültür Sentezi: Spaghetti Western

Tarihler 1964 yılı içerisinde yazılmaya başlandığında, İtalya isimli çizme şeklindeki Avrupa ülkesinden, Avrupa kıtasının bir süredir yöneldiği western filmlerinin belki de en başarılı olanının kurgusu tamamlanmış bir film kopyası çıkar. Birçok kişinin adını ilk defa duyduğu İtalyan yönetmen Sergio Leone imzalı Per un pugno di dollari (Bir Avuç Dolar) ismindeki bu film, dönemin Avrupa westernleri içerisinde pek başarılı olmayacağı beklentisiyle dağıtıma girer. Ümit denen duygunun fazla yüklenmediği bu yapım, bir dönemin başlangıcı olacak, dünya sinema tarihine Spaghetti Western olarak girecek bir türün Ay’a ilk ayak basan ismi olacaktır. O andan itibaren Spaghetti Western, gerçek anlamda hayat bulmuştur. Almanya, Fransa, Yugoslavya gibi birçok Avrupa ülkesinin Amerikan sinemasında durulan western türü filmlere alternatif olarak çektiği filmler, düşük prodüksiyonları ve komplike olmayan senaryoları nedeniyle dönemin B-filmleri olarak kendini gösterirken, beklenen belki de beklenmeyen hamle İtalya’dan gelir ve

Per un pugno di dollari vizyona girer. Dönemin Avrupa yapımı western filmlerinden ayrı bir çizgide olduğu hemen anlaşılan film, birçok Avrupa ülkesinde ve tamamlandıktan üç yıl sonra vizyona girdiği Amerika Birleşik Devletleri’nde yüksek gişe hasılatları kaydetmiş, bu filmle birlikte canlanan Spaghetti Western türü başlangıç noktasından hızla ilerlemeye başlamış ve insanlar Sergio Leone ismiyle birlikte bir kişinin daha varlığından haberdar olmuştur: Clint Eastwood. Yere Bırakılan İlk Ekmek Kırıntısı Atının üstünde pek de dolu sayılamayacak bir kasabaya giren yalnız kovboyun kısa süre içerisinde kendini kasabanın şartlarına uydurmasını izleriz Per un pugno di dollari’de. Kasabanın kontrolüyle birlikte bölgenin kaçakçılık kontrolünü elinde bulunduran biri Meksikalı diğeri Amerikalı iki farklı ailenin çatışmasını fırsata dönüştüren kahramanın hikayesi, daha sonra The Man With No Name (İsimsiz Adam) serisi olarak adlandırılacak hikayenin ilk ekmek kırıntılarıdır. Serinin ilerleyen filmlerinde

173


adsız adam olarak karşımıza çıkarılsa da adını öğrendiğimiz Joe (Clint Eastwood) karakteri, bu iki aileyi kendi yöntemleriyle birbirine düşürecek ve çatışma ortamından en karlı çıkacak isim olacaktır. “Michalangelo kayaya baktığında Musa’yı gördü. Ben Clint’e baktığımda kayayı gördüm.” Sergio Leone

174

Senaryosu itibariyle filmi izleyenlere bir yerden tanıdık gelen film, Akira Kurosawa’nın bu filmden üç yıl önce vizyona giren filmi Yojimbo’nun western filmi haline getirilmiş versiyonu olarak kendini gösterir. Yojimbo’nun olay örgüsüyle birebir uyum gösteren film, bu sebeplerden dolayı ortaya çıkan telif hakları problemleri nedeniyle İtalya’da vizyona girmesinden üç sene sonra ABD’de vizyona girebilmiştir. Film, amiyane tabiriyle denizaşırı patlamasını ABD’de vizyona girdiği 1967 senesinden yapmıştır. Sergio Leone o tarihe kadar geniş kitlelerce tanınmış ve daha önce birkaç televizyon projesinde rol almış olan Clint Eastwood, ‘’Clint Eastwood’’ olma yolundaki ilk adımlarını atmıştır. Clint Eastwood’un canlandırdığı Joe karakterinin Kurosawa’nın Yojimbo’sunda Toshiro Mifune’nin canlandırdığı Sanjuro Kuwabatake karakteriyle olan benzerliği ve farklarıyla Spaghetti Western

türünün ana kahraman dokusu da ortaya çıkmıştır. Süregelen yıllar içerisinde Gary Cooper, John Wayne gibi Amerikan western filmlerinin öne çıkan aktörlerinin canlandırdığı ahlaklı, temiz, kahraman, centilmen gibi birçok nitelikten beslenen karakterlerden çok farklı bir yönde adımlarının atan kahramanlarımız bundan sonra gelecek Spaghetti Western filmlerinin de ana karakterlerine ilham kaynağı olacaktır. Amerikan western filmlerindeki kahramanalardan ayrışan bu karakter, beklenenin aksine silahını kullanıp birilerini öldürmekten hiç çekinmeyen, kendine has ahlaki değerleri olan, az konuşan ve yeri gelmedikçe ağır hareketler yapan karakterlerin devamının gelmesini sağlar. Bu açıdan bakıldığında pek iyi sayılamacak olan karakterler, tam anlamıyla bir anti-kahraman profili çizmektedir. Yeri geldiğinde kendisi için doğru olanı yapan bu anti-kahramanlar, izleyicinin beklentisinin aksine eylemler gerçekleştirir. Sergio Leone’nin bundan sonra da çoğunlukla bu anti-kahraman dokusunda yararlanmayı düşünmesiyle birlikte artık izleyici karşısında belirli bir karakter vardır ve bu son görülüşü olmayacaktır. Leone’nin Sonraki Adımları Per un pugno di dollari’nin başarısının ardından, Sergio Leone ve yapımcısı Alberto Grimaldi, devam filmlerini çekmekte gecikmez. Serinin bir sonraki filmi olarak karşımıza çıkan Per qualche dollaro in piu (Birkaç Dolar İçin) , İsimsiz Adam veya Dolar Üçlemesinin ikinci halkası olarak vizyona girer. Bu filmde önceki film sayesinde yükselişe geçen Clint Eastwood ve kült kötü adam karakterlerinin oyuncusu Gian Maria Volonte’ye bir yeni isim daha eklenir: Western filmlerinin tecrübeli ismi


Mart’13

Lee Van Cleef. Allbay Douglas Mortimer (Lee Van Cleef) ve Monco (Clint Eastwood) , western geleneğinin ayrılmaz bir unsuru olan ‘wanted (aranıyor) ‘ ilanlarındaki suçluları yakalayıp, para alan karakterlerdir. Karakterlerin bu misyonu itibariyle tam anlamıyla ödül avcılığı üzerinde hareket eden film, tüm yakalanan suçluların ardından peşine düşülen El Indio’nun (Gian Maria Volonte) varlığı sayesinde eksenine oturur. Leen Van Cleef ’i bu filmde siyahlar içindeki adam olarak izlerken, seriye adını veren Clint Eastwood yine isimsiz adam olarak hikayedeki yerini alıyor. Leone’nin ve diğer yönetmenlerin filmlerinin birer birer vizyona girmesiyle birlikte Spaghetti Western türü de kendi dinamiklerini tam anlamıyla oturtmaya başladı. Spaghetti Western’ler artık tam anlamıyla ortaya çıkarılan özellikler çerçevesinde çekiliyordu. Bahsi geçen anti-kahramanların varlıklarıyla birlikte diğer karakterler ve tiplerde özgün bir yapıya sahiptir. Kendisinden önceki örnekleri Klasik Amerikan Western filmleri olduğu için belirli normlara sahip Klasik Westernlerle karşılaştırılan Spaghetti Westernlerde, kötü karakterler çoğunlukla Meksikalıdır. Hatta Meksikalı olan iyi bir karakter bulmak oldukça güçtür. Bu yanıyla, ırkçılık yapıldığı gerekçesiyle çokça eleştiri almıştır. Bununla birlikte filmlerdeki kadınlar genelde tip olmaktan öteye gitmez. Genellikle, senaryonun umutsuz, aciz kişiliklerini kendisinde barındırır. Olaylarda tam anlamıyla etkiye sahip değildir. Olayları etileyen değil etkilenen olarak karşımıza çıkar. ‘’Ateş edeceksen et, konuşma!’’ ‘’Tuco’’ Eli Wallach

Spaghetti Western filmlerde, yakın plan çekimler çoğunluktadır ve bununla birlikte, sinemanın doğasına aykırı olduğu iddia edilen zoom fonksiyonu, hareketli bir şekilde kullanılır. Filmlerde hayal ürünüymüş gibi duran çeşitli tasarımlardaki silahlar ise yine Spaghetti Western filmlerin alameti farikası olmuştur bir bakıma. Yüzleri pis ve terli olan, genellikle pis kıyafetlerle gezen karakterler, klasik western filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz şekle haklı bir şekilde karşıdır. Bu filmlerde temiz kıyafetli, temiz yüzlü ve kibar insanlara pek yer yok.

Sergio Leone’nin İsimsiz Adam/ Dolar Üçlemesi, genelde seri filmlerin huyu olmadığı şekilde her seferinde daha da iyi sonuçlarla izleyicinin karşısındaki yerini almıştır. Per un pugno di dollari (Bir Avuç Dolar ) ve Per qualche dollaro in piu’nun (Birkaç Dolar İçin) ardından serinin belki de en başarılı filmi sinema tarihindeki yerini alacaktır. Karakterleri, replikleri ve olaylarıyla kült haline gelen Il buono, Il brutto, Il Cattivo (İyi, Kötü ve Çirkin) . Blondie (Clint Eastwood) , Angel Eyes (Lee Van Cleef) ve Tuco (Eli Wallach) ile sinemanın belki de en ünlü karakterlerini bünyesinde barındıran İyi, Kötü ve Çirkin, karakterlerin özellikleri ekseninde yürürken, bir yandan da bize sunduğu replikleriyle izleyicilerin haklı olarak beğenisini kazanıyor. Bununla birlikte, Sergio Le175


one’nin en önemli destekçilerinden Ennio Moricone, filmin kült haline gelmesindeki ana etkiyi yaratıyor. Müzik. Leone Varsa Ben de Varım: Ennio Morricone Sergio Leone filmlerini ileri taşıyan unsurlardan biri olan müzik, yönetmenin İsimsiz Adam serisindeki tüm filmlerde Ennio Morricone isimli kahraman tarafından yaratılıyordur. Yarattığı birçok esere rağmen, özellikle Leone filmleri için yarattığı film müzikleriyle bugün her yerimize işleyen Morricone, Leone’nin ayrılmaz bir parçası gibidir. Leone ile Morricone arasındaki uyum, ortaya çıkan sonuçların başarısını katbekat arttırmıştır.

Leone ile Morricone arasındaki uyumu en iyi ortaya koyan unsurlardan biri, Leone’nin İsimsiz Adam üçlemesinden sonra Hollywood için çektiği western filmi C’era una volta il West’in (Bir Zamanlar Batıda) içerisinde kendine yer bulur. Öyle ki, Sergio Leone, filmin çekimleri esnasında, oyuncuların daha iyi bir ahenk yakalayabilmesi ve motivasyon adına sette Morricone müziklerini çaldığı bilinmektedir. Morricone’u çoğunlukla spaghetti western filmlere yaptığı müziklerle ilgi alanımız dahiline soksak da Leone haricinde bestelediği western film müzikleriyle bir176

likte, başka yapımlarla birlikte de görmek mümkün. Morricone severler arasında kendini belli eden Quentin Tarantino, Kill Bill, Inglourious Basterds (Soysuzlar Çetesi) ve son olarak western filmi Django Unchained’de (Zincirsiz) Morricone bestelerine yer vermiştir. Tüm bunlara bağlı olarak Ennio Morricone, spaghetti western deyince akla ilk gelen kişiler arasındaki yerini çok önce almıştır. Spaghetti Western Furyasının Diğer Kahramanları 60’ların spaghetti western filmlerinin öne çıkan yönetmeni Sergio Leone olsa da, oldukça başarılı birçok yönetmenin oldukça başarılı birçok filmi de 60’ların spaghetti western furyasına dahil oldu. Özellikle İtalyan yönetmen Sergio Corbucci, yarattığı Django karakteriyle oldukça sağlam bir yere oturmayı başardı. Franco Nero’nun canlandırdığı ve filme de adını veren Django karakteriyle birlikte Il Grande Silezione (Büyük Sessizlik) ve Il Mercenario (Profesyonel Silah) i Corbucci’nin 60’larda çektiği filmler arasından en öne çıkan yapımlar olarak yerini aldı. Leone ve Corbucci dışında Tonino Valerii, Giulio Petroni, Duccio Tessari, Sergio Sollima ve Franco Rossetti, dönemin diğer spaghetti western film yönetmenleri olarak karşımıza çıktı. İtalyan yönetmenlerin çoğunlukla İspanya’nın güneyinde çektiği bu filmlerin Avrupa ve Amerika’da ilgi görmesiyle birlikte, Amerika’da da western filmlerine olan ilgi artış gösterdi. ‘’Pisliği temizleyebilirsin ama tabutuma dokunma.’’ “Django’’ Franco Nero


Mart’13

Geriye dönüp bakıldığında, sinema tarihinde coğrafyalarla da alakalı olarak değişen film kültürünün bir kolu, 60’larda gişe filmleri olarak nitelendirilebilecek ve Sergio Leone’nin ismine oldukça içerlediği ‘’Spaghetti Western’’ türünde yoğunlaştı. Dönemin popüler kültüründe kendine yer bulan bu filmler ve barındırdığı karakterler, geçen zaman içerisinde kült haline gelerek yerlerini aldılar. Bugün Türkiye’de hâlâ pazar sabahları birçok evde western filmi izleniyorsa, bunun nedenlerinden biri de Spaghetti Western filmleridir.

177


Altmış mı Altmış! 1960’lardan itibaren ise hap eczanelerde dağıtılmaya başlanmıştır. Serbest piyasada satılan ilk doğum kontrol hapı “Enovid 10”dur.

Anadol İlk modelleri, ‘İngiliz Reliant’ ve ‘Ogle Design’ tarafından tasarlanan ilk Türk otomobili Anadol 19 Aralık 1966’da piyasaya sürüldü. Öncesinde “Nobel” adlı küçük otomobil kısa süre imâl edilmişti. Ancak tasarım ve mühendislik anlamında, ilk Türk otomobili “Devrim” olarak kabul edilir.

Doğum Kontrol Hapı Doğum kontrol hapı fikrini ilk öne süren kişi 1919 yılında Innsbruck Üniversitesi’nde araştırmalara başlayan Ludwig Haberlandt’tır. 1954 yılında ABD’de yapılan deneyler sonucu dünyada ilk doğum kontrol hapını Dr. Gregory Pincus geliştirmiştir. 178

Bebek Bezi Gündelik ev hayatına katkısı olan fermuar açma gereci, çoklu askı, diş ipi gibi birçok icadın mucidi Marion Donovan, 1951 yılında ilk kez tek kullanımlık sızdırmaz bebek bezini hayatımıza kazandırdı. Fikri çok tutulunca talebi karşılayamayan Donovan, bu buluşunu “Keko Corporation” adlı bir şirkete sattı. 1960’lardan sonra ise günümüzdeki hâliyle hazır bebek bezi kullanılmaya başlandı.

Kontakt Lens Yine 1960’larda hayatımıza giren yeniliklerden biri de yumuşak kontakt lens. 1960’ta, kontakt lenslerin ana ham maddesi olan “Polimetil Metakrilat”ın


Mart’13

bulunmasıyla, görme bozukluğu yaşayanlar gözlük takmaktan kurtuldular. 1950-1960 yılları arasında üretilen PMMA kontakt lens çok pahalı olduğundan birçok kullanıcının cebini yaktı.

Külotlu Çorap 1920’lerde kadınların etek boylarının kısalmasından sonra, giysi altındaki çoraplar görünür hâle geldi. Bu dönemde ipekten çoraplar yapılıyordu. 1930’lardan 1960’lara kadar ise naylon çorap revaçta oldu. Külotlu çorap ise ilk kez 1959 yılında Amerikalı Allen Gant Senior tarafından icat edildi ve büyük rağbet gördü. Glen Raven Mills şirketi, 1965’te ilk dikişsiz külotlu çorabı piyasaya sürdü. Külotlu çorabın ardından mini etek modası da hızla yayıldı.

Kaset Hem çalan hem de kayıt yapan ilk kaset-teypler 1963 yılında İngiltere’de, Philips tarafından üretildi. Ardından dünya pazarına sunuldu. Philips’in hayatımıza kattığı kaset-teypin ilk modeli “Philips EL 3300” dü.

Kol Saati Saat ve optik aletler üreten “Seiko” , quartz madenini kol saatinde kullanan ve quartz saat teknolojisini dünyaya tanıtan ilk şirket. Bu Japon şirketinin ismi, ‘başarı’ ve ‘mükemmel’ kelimelerine karşılık geliyor. İşte bu Japon şirketi Seiko, dünyanın ilk quartz kol saati “Seiko- Astron”u 1969’da icat etmiş. Bize de sürekli yeni modelleri çıkan bu saatlerden zevkimize hitap eden bir tane alıp güle güle kullanmak kalıyor.

Gelişmiş Telefon Ayrılmaz bir parçamız hâline gelen telefonun muciti, İskoçya doğumlu konuşma eğitimcisi Alexander Graham Bell, bu icadı 7 Mart 1876 yılında bizlere lütfetmiştir. 1961’de ilk tuşlu telefon aygıtı piyasaya sürülmüş; 1964’te ise ilk Pasifik aşırı telefon görüşmesi yapılmıştır.

Laser T.H.Miaman tarafından adlandırılmış LASER (Light Amplification by StimulatedEmission of Radiation), çok şiddetli, 179


kohernt ve tek renk ışık elde etmek için geliştirilmiş optik düzeneklere deniyor. İlk defa 1917’de Einstein tarafından öne sürülen ışıma yayılması, 1960 yılında Theodore Maiman tarafından geliştirilmiş. Maiman’ın optik frekansta lazer hareketini gerçekleştirmesinin ardından lazer ışını endüstriyel süreçlerde, mühendislik alanında, bilimsel araştırmalarda, meteorolojide, iletişimde, tıpta ve savunma donanımlarında kullanılmaya başlanmış.

Disket Floppy disk denilen “Disket”, hayatımıza 60’ların sonlarında teşrif etmiştir. Kendisi bilgisayardaki verileri saklamak, taşımak için kullanılırdı bir zamanlar. Ancak günümüzde tahtını ‘USB Driver’ denilen aygıta bırakmıştır. 1960 sonlarında icat edilmiştir edilmesine, fakat 1971’de ticarî olarak kullanılabilir hâle gelmiştir. USB’lerin hayatımıza girmesi biz öğrenciler de dahil pek çok insanı sevindirdi, hatırlayanlar vardır; disketlerin ne denli kolay bozulur ve yavaştı…

180

Hatırlatmadan geçmeyelim; İlk kalp nakli 1967’nin 2 Aralık günü Dr. Chnstian Barnard tarafından yapılmıştı.


Mart’13

1960’lar Moda

DEVRİM MODA 1960’lı yıllar modanın en verimli olduğu,modaya çağ atlatacak yeniliklerle,ilklerle tanıştığımız ve tasarımcılara hâlâ ilham kaynağı olan bir dönem. Her yıl karşımıza çıkan trendler, tasarımcıların zihnindeki spesifik bir dönem olan 60’lara göz kırpmakta. 6O’lar birçok moda geleneğinin de kırıldığı bir süreç. Kadınların bugün bile vazgeçemediği mini etekler ve bikiniler bu dönemde ortaya çıktı. Erkekler ise deniz şortu ve pijamayla bu dönemde tanışırken pantolon askılarının yerini kemerler aldı.

60’lar modası dönemin sosyal hareketliliğine uyum gösteren bir dönem. II. Dünya Savaşı’ndan sonra halk yaralarını sarmış ve genç nüfus dönemin yaşam stilini şekillendirmeye başlamıştı. 60’ların gençleri farklı isteklere sahipti. Bu nedenle çeşitlilikler ortaya çıktı. Bu dönemin gençleri düzene bir başkaldırı ve özgürlükçü bir düşünce ile hippi tarzının tohumlarını attılar. Bol paça pantolonlar, renkli tişörtler ve saç bantları alışılmışın dışında, rahat bir görüntüydü. İlk kez unisex giyim anlayışı başladı. Türkiye’de de hızla yayılan hippi tarzının altında sorgulanan eşitlik 181


düşüncesi; iç göçler, yoksulluk, gelişen sanayi ile artan işsizlik, 61 darbesi ve çeşitli öğrenci hareketlilikleri idi. The Rolling Stones, The Who ve Beatles gibi grupların yakaladığı büyük çıkışlar da modayı etkiledi. Genç erkekler için hippiler alternatif bir moda ikonu olurken, 60’ların efsanevi Beatles grubu üyesi dört İngiliz gencin o günlere kadar hiç görülmemiş dar paça pantolonları, alınlarına düşen kısa kahküllü saç kesimleri ve bedene sımsıkı oturan, dar omuzlu, derin yırtmaçlı ceketleri de erkekler için bir stil örneği oluşturdu. 60’lar yine bir ilk olarak sokak modasını hayatımıza soktu. Hızlı ve radikal değişen erkek modasını belirleyen modernistler İtalyan tarzı takım elbise ve jazz dinleyen erkek imajını mod olarak tabir edilen kelimeyle modern anlamına gelen genç kitleyi oluşturdu. Mod gençliği lüks arabalarda gezen, diskolarda eğlenen ve farklı kişisel zevkleri olan kısacası anne ve babalarından farklı bir yaşam süren gençlerdi. Artık gençler 60’lı yıllarla gelen bir imaj devrimi sayesinde ebeveynleri gibi giyinip yaşamıyorlardı.

182

Modernistlerin kadınlar üzerinde de çok büyük etkisi oldu.moda bu dönemde artık tarihinde görülmemiş bir değişim hızı içindeydi. Televizyonun icadı ve Ay’a ilk yolculuk tasarım dünyasını derinden etkiledi. Bu durum ultra modern tasarımlarla can buldu. Moda artık futuristik çizgilerden oluşuyordu. Hareket güçlüğü yaratan hacimli ve dar etekler, korseler stiletto ayakabılar, moda olan aksesuarlar arasından elendi. Kişisel zevkler, rahatlık ve konfor ön plana alınarak giysilerin kavisleri düzleştirildi, yaratıcısı Marry Quant olan mini etekler ve şortlar hayatımıza girdi. Bunun yanında kadınların bir diğer favori giysisi pantolonlar oldu. Opart ve popart sanatının yayılması sayesinde de giysilere geometrik şekiller, göz alıcı parlak renkler, siyah-beyaz çizgiler ve vazgeçilmez ekose bir ilk olarak trendlere girdi. Büyük gözlükler ve çantalar, altın devrini yaşayan eldivenler ve şapkalar aksesuar olarak önem kazandı. Son olarak 1967-68


Mart’13

yılları arasında fırfırlı etekler. Halka küpeler ve rengarenk şallarla çingene modası giysi kurallarının son tabularını da yıktı.

Moda artık sadece zengin kesime değil, orta gelirli insanlara da hitap edebiliyordu. Moda eşitliği getirmişti. Artık modanın değişme hızı, insanların ekonomik gücüyle ters orantılı olmaya başlayınca terziden ısmarlama talebi de azaldı. Ucuz olan hazır giyim talep görmeye başladı. 1960’ların sonlarına doğru açılan ilk hazır giyim mağazaları ile artık herkes modayı satın alabilecekti.1960’lı yıllarda yapılan bu köklü moda devriminin, gelişen ve daima değişen günümüz dünyasında ki tasarımcıların her dönem ilham kaynağı olacağı kesin...

183


Mary Quant’ın Mini’k Armağanları

Kendi fikirleri, kendi müzikleri, kendi kostümleri vardı. Savaş yıllarının çocukları , 60’lı yılların genç düşünürleri barışın savunucuları oldu. Özgürlüğün, eşitliğin, adaletin temsilcileri kendi kostümlerini seçti. Varoluşlarının temsili kostümü ise Mary Quant’ın mini etekleriydi. Özgürlük eşitlik mücadeleleriyle dolu geçen bir dönemin tam ortasında sanat ve doğa aşığı genç bir tasarımcı Mary Quant. Londra’da açtığı Bazaar adlı butiğinin atölyesinde annelerin giydiği uzun eteklere makas atıyordu.Genç kızların annelerinin kıyafetleri ile değil daha farklı, kendilerine özgü, içlerinde rahatça hareket edebilecekleri kıyafetleri olmalıydı. Dönemin en tartışmalı ürünü , Kings Road’ta Bazaar adlı butiğin vitrinine asıldı. 184

Christiane Dior ve Channel’in elit kesim için tasarladığı hanım hanımcık kıyafetlere karşın genç kızlar bu yarım metre ucuz ve renkli kumaşlardan yapılan mini etekleri çok sevdi, mini etekler kısa zamanda özgürlüğün sembolü haline geldi. Kısa sürede herkes tarafından benimsenen mini etekler, özel davetlerde dahi parlak renkleriyle yerini aldı. Tüm dünyada yer edinmiş olan mini eteklerin bir tek Vatikan’a girmesi yasaklandı. Mini eteklerle kiliselere gelen gençler içeri alınmadı. Vatikan kararlılığını, Mary Quant’ın aforoz edilmesiyle pekiştirdi. Yüzlerce mini etekli genç kız, onlara özgürlüğün sembolünü sunan tasarımcılarına desteklerini Quant’ın kaldığı otelin önünde pankartlar açarak gösterdiler. Mary Quant’ın mini etekli özgür kızlarının unutulmaz başkaldırısıydı.


Mart’13

Burjuva kesime hitap eden modacılara karşın Quant, sokağa indi. Genç kuşak , dönemin siyasi ve toplumsal olaylarına karşı çıkarken mini eteklerini kuşanıyordu. Sokakta doğan ve sonrasında sokaktan kraliyet ailesine kadar çıkmayı başaran, zamanını aşan tasarım hiçbir zaman unutulmadı 70’lerde 80’lerde mini etekler maksi boylara kadar çıktı. Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Türkler mini eteklerini pantolonların üzerine dahi olsa giydi. 70’lerde köylerde yaşayan kadınlar şalvarının üzerine minisini çekti yine de miniden vazgeçilmedi. Mary Quant’ın mini eteği, zamansızlığını vitrinlere asıldığı günden bugüne pekiştirerek devam ettiriyor. 60’lar ruhunun yeniden yeşerdiği günümüzde genç kızlar gardıroplarından eksik etmedikleri mini eteklerini giyerken, özgürlüklerinin sembolünü üzerlerinde taşıdıklarının ne derece farkında oldukları bir muamma olarak kalsa da bu minik armağanı için Mary Quant’a sonsuz teşekkürler.

185



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.